YOKLAR SERİSİ
YALANLAR BÖLÜM 1 66 saat, 52 Dakika Müstehcen grafiti. Kırılmış pencereler. Kaçıkları uzak durmaları için uyaran boylu boyunca çete logoları. Uzakta, sokakta, Sam’in takip edemeyeceği kadar çok uzakta, bir grup çocuk, belki on yaşındalar, belki o kadar bile yoklar. Hafif ay ışığında neredeyse görünmüyorlardı. Sadece ana hatları. Çocuklar şişeyi birbirlerine itekliyor, tepelerine dikiyor, sendeliyorlardı. Her yeri çimen bürüyordu. Otlar caddedeki yollarının üzerindeki çatlakları zorluyorlardı. Çöp: cips poşetleri, altılı bira halkaları, plastik süpermarket poşetleri, rastgele dağılmış kağıt yaprakları, giyim eşyaları, çiftsiz ayakkabılar, hamburger paket kağıtları, kırık oyuncaklar, kırık şişeler ve buruşmuş teneke kutulardan – aslında yenilebilir olmayan her şeyden- oluşan rastgele renk koleksiyonu. Karanlık öyle derindi ki, öyle bir şeyi anlamak için eski zamanlardaki gibi vahşiliğin içine yürümüş olmalıydınız. Sokak lambası veya veranda ışığı yoktu. Elektrik yoktu. Belki de sonsuza kadar. Kimse bataryaları boşa harcamıyordu, artık değil. Olanlar da çok azalmıştı. Ve mum yada ışık verecek şeyleri yakma denemeleri de kalmamıştı. Üç ev yandıktan ve bir çocuk çok kötü yandıktan, Lana, sağlıkçı, onu kurtarmak için yarım gün uğraşmasına rağmen çocuğu aldıktan sonra olmazdı. Basınçlı su yok. Yangın musluğundan çıkan hiçbir şey yok. Yangını izlemek ve yolundan çekilmek dışında yapacak hiçbir şey yok. Perdido Sahili, California. En azından bir zamanlar California’ydı. Artık Perdido Sahili, RGSB. Her nerede, her neyse yada her nedense. Sam ışık yaratma gücüne sahipti. Ellerinden çıkan öldürücü ışınlarla ateş edebiliyordu. Yada havada asılı duran ışık topları yapabilirdi. Şişedeki şimşek gibi. Fakat çoğu insan, çocukların Sammy Güneşi dediği ışıklardan istemiyordu. Zil Sperry, İnsan Çetesi’nin lideri, üyelerinin ışığı almasını yasaklamıştı. Çoğu normal uymuştu. Ve bazı kaçıklar kim ve ne olduklarının parlak bir şekilde ilan edilmesini istememişlerdi.
Korku bulaşıcıydı. Bir hastalık. İnsandan insana sıçrıyordu. İnsanlar karanlıkta endişeyle duruyorlardı. Her zaman endişelilerdi. Sam doğu çıkışında, kasabanın tehlikeli bölgesinde, Zil’in kaçıkları sınır dışı ettiği bölgedeydi. Tabiri caizse bayrağı göstermek zorundaydı, hala dolu olduğunu kanıtlamak istiyordu. Bunu göstererek Zil’in korkulu mücadelesine son verecekti. Çocukların buna ihtiyacı vardı. Birinin hala onları koruyabildiğini görmeye ihtiyaçları vardı. Bu biri oydu. Rolüne karşı koymayı denemişti ama dönüp dolaşıp onu buluyordu. O da sonuna kadar oynamaya karar verdi. Ne zaman gevşese, ne zaman odağını kaybetse, ne zaman farklı bir hayat hayal etse, korkunç şeyler oluyordu. Bu yüzden sabah saatin ikisinde sokakta yürüyordu, her günkü gibi. Her ihtimale karşı. Sahil kıyısında yürüyordu. Dalga yoktu, elbette. Artık yoktu. Hava yoktu. Pasifiği aşan dev dalgalar artık Perdido Sahili’ne muhteşem manzaralar sunmuyordu. Dalgalar sadece yumuşak bir fısıltıydı artık. Şşş. Şşş. Şşş. Hiçbir şeyden iyidir. Ama çok da değil. Kayalıkların zirvesi tam da RSGB duvarının üzerinde, Sam’in sorumlu olduğu bölgenin sonunda, yürüyüş alanının son kısmındaydı. Biri aşağıdan ona doğru yürüyordu. Sam gerildi, en kötüsünden korkuyordu. Zil’in onu ölü görmek istediğinden kuşku yoktu. Ve onun dışında – bir yerlerde- bir de üvey kardeşi Caine vardı. Caine karanlığın hizmetkarı ve psikopat Drake Merwin’i yok etmesine yardım ediyordu. Fakat Sam, Caine’in değiştiğine dair kendini kandırmıyordu. Eğer Caine hala hayattaysa, yeniden görüşeceklerdi. Ve Tanrı biliyor, solan gecede daha başka ne korkular vardı – insan yada değil. Karanlık dağların, siyah mağaraların, çölün, kuzeydeki ormanın ötesinde. Fazla sakin okyanusun ötesinde. RSGB asla pes etmeyecekti. Ama bu sadece bir kız gibi görünüyordu. “Sadece benim, Sinder.” dedi bir ses ve Sam rahatladı. “N’aber, Sinder? Geç değil mi?” Sinder, RGSB’nin içindeki çeşitli kavga ve taşkınlıkları çoğunlukla dışarıdan yöneten sevimli bir emo kızdı. “Sana rastladığıma sevindim.” dedi Sinder. Bir elinde çelik bir boru vardı, bantla kapladığı kısmı kavramıştı. Kimse silahsız gezmiyordu, özellikle geceleri.
“İyi misin? Yemek yiyor musun?” Bu standart selamlaşmaları olmuştu. ‘Nasılsın?’ değil, ‘Yemek yiyor musun?’ “Evet, idare ediyoruz.” Hayalet beyazı teni onu çok genç ve savunmasız gösteriyordu. Tabii ki boru, siyah tırnakları ve kemerine sıkıştırdığı mutfak bıçağı onu tamamen nazik göstermiyordu. “Dinle, Sam. Ben şey biri değilim, bilirsin, insanlar hakkında konuşan biri.” dedi Sinder. Rahatsızdı. “Bunu biliyorum.” dedi. Bekledi. “Sorun Orsay.” dedi ve omuzlarının arkasına suçlu bir bakış attı. “Biliyorsun, bazen onunla konuşuyorum. Bir bakıma harika, çoğu zaman. Bir bakıma ilginç. “ “Evet.” “Çoğunlukla.” “Evet.” “Ve, bilirsin, biraz da tuhaf, belki.” Alayla sırıttı. “Konuşan tek benmişim gibi geliyor.” Sam bekledi. Arkasında cam bir şişenin kırıldığını ve tiz bir kıkırtı duydu. Çocuklar kafayı buldukça boş içki şişelerini fırlatıyorlardı. K.B. adındaki bir çocuk elindeki votka şişesiyle ölü bulunmuştu. “Her neyse, Orsay sınırın aşağısında.” “Sınır?” “Sahilde, sınırın aşağısında. Şey düşünüyormuş gibi… Bak, konuş onunla, tamam mı? Sadece benim söylediğimi söyleme. Tamam mı?” “Şimdi orada mı? Sabaha karşı ikide?” “Yaptıklarından beri. Zil’i yada… seni istemediklerinden beri, sanırım, zor zamanlar geçiriyorlar. Uçurumun nereden sahile açıldığını biliyor musun? Kayaların nereye ulaştığını? İşte orada. Yalnız değil. Diğer çocuklar da orada. ‘’
Sam omurgasına hiç de hoş olmayan bir telaşın yayıldığını hissetti. Geçtiğimiz birkaç ay boyunca gayet iyi bir bela uyarı içgüdüsü geliştirmişti. Sorun varmış gibi hissettiriyordu. “Tamam, kontrol edeceğim.” “Hah. İyi.” “İyi geceler, Sinder. Kendine iyi bak.” Onu bıraktı ve yürümeye devam etti, önünde ne gibi bir delilik veya tehlike olduğunu merak ediyordu. Kayalıkları geride bırakarak yolu tırmandı. Lana’nın balkonuna bir bakış attı. Patrick, Lana’nın labradoru, onu duymuş olmalıydı çünkü uyarı amaçlı kısa ama keskin bir şekilde havladı. “Benim, Patrick.” dedi Sam. RSGB’de hala hayatta olan birkaç kedi veya köpek vardı. Patrick’in barınağı boylamamasının tek sebebi Sağlıkçı Lana’ya ait olmasıydı. Sam kayalıkların zirvesinden aşağı baktı ve aslında dalga olmayan dalgaların oradaki, kayaların üzerindeki insanları nasıl idare edebileceğini düşündü. Bunlar, eski günlerde Quinn’le beraber tahtasını alıp büyük bir dalga için beklediği büyük, tehlikeli kayalardı. Sam’in oraya atlamak için ışığa ihtiyacı yoktu. Körken bile yapabilirdi. Eski günlerde eşyalarını oraya bırakırdı. Kuma ulaşırken yumuşak bir ses duydu. Biri konuşuyordu. Biri ağlıyordu. RSGB sınırı, aşılamaz, sızılamaz, göz yanıltıcı sınırı tanımlanmış RSGB bariyeri belli belirsiz parlıyordu. Gerçek bir parıltı bile değil, yarı saydam bir izdi. Gri ve siyah. Ufak bir şenlik ateşi yanıyordu sahilde, kuma, kayalara ve suya soluk turuncu bir ışık saçıyordu. Sam’in yaklaştığını kimse fark etmedi. Bu yüzden oradaki yarım düzine çocuğun kim olduğunu anlamak için zaman bulabildi. Francis, Cigar, DCon, birkaç başka çocuk ve Orsay’in kendisi. “Bir şey gördüm…” diye başladı Orsay. “Bana annemden bahset.” diye ağladı biri.
Orsay yatıştırıcı bir jestle elini kaldırdı. “Lütfen. Anlatacağım.”
ONOKUMALAR.COM
FÜSUN SÜLÜKÇÜ