Caster Günlükleri 4
MUHTEŞEM KAOS
GİRİŞ Gatlin’de iyi şeylerin kötü şeylerle beraber insanın hayatına girmesi ironik ve bir o kadar komik bir durumdu. Bazen iyi mi kötü olduğunu söylemek bile zor. Ama iki türlü de Amanda’nın dediği gibi şekerini , tuzunla , öpücüklerini tekme ile almak zorunda kalabiliyorsun. Evrende böyle midir bilmiyorum. Sadece Gatlin’i biliyorum ve bildiğim diğer şey ise şu ; Kilisede Kız kardeşlerin yanındaki yerime oturduğum sıra , aynı zamanda Bluebird Kafe de tabaklar toplanmış , hamburger çorbası ve şeftalili tart sezonu kapatılmış sonra bazı holiganlar General Yeşil parkındaki eski araba lastiğinden yapılmış salıncağı çalmış. Bu da yetmezmiş gibi annemin giydirdiği kırmızı çarpık ayakkabıları ile cemaatin orta yerinde halıya takılarak düştüm. Ellerinde çiçekler ile duran kardeşler ilahinin yanlış sayfalarını çevirip gülüşmeleri de çabasıydı. Hiçbir şey onları şarkı söylemesini durduramazdı. Aşağı yukarı melodiye yanlış sayfalardan ulaşmaya çalışıyorlardı. Teyze Prue’de üç yanlış notalaya üç yüz kez basmıştı. Bazı şeyler hiç değişmiyordu. Belki de değişmemeliydi zaten. Bazı şeyler , Teyze Prue gibi olduğu gibi bırakılmalıydı. Sanki bu yaz hiç olmamış gibiydi. Sanki bu duvarların arkasında güvendeydik. Sanki hiçbir şey güneş ışıkların pencerelerden geçip tozlu bir iz bırakmasını önleyemezdi. Ne Abraham Ravenwood ne Avlanma ne de Kan Sürüsü. Ne Lena’nın annesi ne de Şeytanın ta kendisi. Kimse planlı programlı işlerin ateşli misafirperverliğini geçemezdi. Geçse bile kimse vaizin vaaz vermesini , koronun şarkı söylemesini , kilisenin işlerini engelleyemezdi. Gatlin’de işler böyle yürürdü. Kıyametler bile. Ama bu duvarların arkasında bu yaz aslında her şey değişecekti. Sadece hem Caster, hem Ölümlüler hem de Gatlin halkı henüz bundan haberdar değildi. Lena kendini Karanlık , Aydınlık ve On Yedinci Aya bağlamıştı. Büyük Canyon büyüklüğünde bir yarık açılınca İblisler ve Casterler arasındaki savaş ölümcül bir şekilde bitmişti. Lena’nın yaptığı şey Caster’lerin On Emir’ine karşı çıkmaktı. Gatlin halkı bunu bilseydi ne yaparlardı merak ediyorum. Umarım hiç öğrenmezler.
Bu kasaba eskiden kendimi kapana kıstırılmış gibi hissetmeme yol açardı ve bundan nefret ederdim. Şimdi ise beklendik bir şeymiş gibi hissediyor. Günün birinde bu düzeni özleyecekmişim gibi. Ve o gün yaklaşıyor. Bunu benden daha iyi kimse bilemez. Şeker ve tuz , öpücük ve tekme. Sevdiğim kız bana geri geliyor ve dünyayı yerle bir ediyor. İşte bu yaz tam olarak olacak şey bu. Hamburger çorbasını , şeftalili tartı ve salıncağı son kez göreceğiz. Ama bir şeyi daha son kez göreceğiz. Son Günleri.
Linkubus Arkam güneşe dönük , beyaz su tankının üzerinde duruyordum. Ilık metale gölgem düşüyor , gökyüzünün maviliğinde kayboluyordu. Önümde uzanan yazlık evleri , gölü görebiliyordum. Burası Lena ve benim mutlu yerimizdi. Yada yerlerden biriydi. Ama mutlu hissetmiyorum. Sanki kusacakmışım gibi hissediyorum. Gözlerim yaşarıyor ama neden olduğunu bilmiyorum. Beklide ışıktandır. Hadi ama . Zamanı geldi. Bileklerimi tutup , bıraktım. Küçük arabalara , evlere ve küçük insanlara baktım , olmasını bekledim. Dehşet dolu bir his karnıma yayıldı. Ağır ve yanlış bir his. Sonra tanıdık kollar beni kavradı ve soğuk metalin üzerinde nefessiz bıraktı. Çenem korkuluklara çarptı. İleriye doğru atılıp onu üzerimden atmaya çalıştım. Kimsin sen? Ama ben ne kadar sert onu itmeye kalksam o bana daha sert vurdu. Sıradaki yumruk karnıma geldi ve iki büklüm oldum. İşte o zaman onu gördüm. Siyah Converse’ler. O kadar eski ve yıpranmıştılar ki ancak benim ayakkabılarım olabilirdiler. Ne istiyorsun? Bir cevap için beklemedim. Gırtlağına sarıldım ve o da benimkine sarıldı. .İşte o zamanda yüzünü görebildim. Yüzünü ve gerçeği. Bana saldıran kişi , o bendim.
Birbirimizin gözünün içine bakarak , ellerimiz boğazlarımıza sarılmış , su tankının kenarından aşağıya yuvarlandık. Düşüyorduk. Düşüyorduk ve benim düşünebildiğim tek şey. Hele şükür idi. Önce kafam yere vurdu , sonra bedenim onu izledi. Yorgan bütün bedenime sarılmıştı. Gözlerimi açmaya çalıştım ama hala uyku mağduruydular. Paniğin dinmesi için birkaç saniye bekledim. Eskiden rüyalarımda düşen kişi hep Lena olurdu ve bende onu düşmekten korumaya çalışırdım. Şimdi ise düşen bendim. Bu da ne demek oluyordu? Neden çoktan düşmüşüm gibi hissediyordum? ‘’Ethan Lawson Wate! Kurtarıcının tatlı adı aşkına orada ne halt yiyorsun sen?’’ Amma’nın bu bağırışı babamın dediği gibi Hades’i bile yeraltına gönderirdi. Gözlerimi hemen açtım ve gördüğüm tek şey yatağımın altındaki tekli çoraptı. Birkaç örümcek , toz ve iki üç kitap. Yakala 22 , Oyunun Sonu ve Diğerleri. Yatağımın altındaki şeyler. ‘’ Hiçbir şey. Sadece pencereyi kapatıyordum.’’ Pencereye baktım ama kapatmadım. Her zaman pencere açık uyurdum. Macon öldüğü zaman açık bırakmaya başlamıştım – en azından biz öldüğünü sanıyorduk. – şimdi ise tamamen bir alışkanlık olmuştu. Çoğu insan pencere kapalı olunca kendini güvende hissederdi. Ama ben biliyorum ki korktuğum şeylerden kapalı bir pencere beni koruyamaz. Karanlık Caster’i yada Kan İncubus’unu bir pencere ile dışarıda tutamam. Pencereyi geçtim onları dışarıda tutacak bir şeyin olduğunu sanmıyorum. Ama eğer varsa Macon o yolu bulmakta kararlı. Büyük Bariyerden geldiğimizden beri onu hiç görmedim. Zaten hep tünellerde , Ravenwood’u kovacak bir şeylerin üzerinde çalışıyor. Lena’ın evi Yalnızlık Kalesi haline geldi. Amma kendi Yalnızlık Kalesini burada Wate topraklarında yaptı. Yada Link’in deyişi ile Hurafeler Kalesi. Amma’ya göre ise Koruyucu Önlemler kalesi. Her pencerenin kenarını köşesini tuz ile döşedi. Ya Şişeli ağaçlara ne demeli Ağaçların dallarına şişe geçirip , onların bizi kötü şeylerden koruyacağına inanıyor. Şimdi ne zaman Link’in annesinin dükkanında Bayan Lincoln’i görsem , aynı şeyi soruyor. –‘’ Kötü ruhlardan birini o şişelere yakalamayı başardınız mı? ‘’ Keşke senin kötü ruhlarını yakalayabilseydik. İşte hep söylemek istediğim şey bu. …