Gece yarısı Serisi

Page 1

GECE YARISI SERİSİ GECE YARISI YÜKSELİŞİ – MİDNİGHT RİSİNG Dylan onu kaçıran kişiyle Prag’ı terk etmeden önce kafası karıştıysa, Berlin’de olmaları kafasını daha da karıştırmıştı. Orta boy saten örtülerle kaplanmış karanlık lüks bir Avrupa’ya özgü odada uyandığında her şeyi hayal edip etmediğini merak ediyordu. Hangi cehennemdeydi? Ne kadar süredir buradaydı?


Tamamıyla uyanık ve atik hissetse bile sanki kafası kalın bir pamuğa sarılmış gibi duyularında bir bulanıklık vardı. Belki hala hayal görüyordu. Belki hala Prag’da bir yerlerdeydi ve hatırladığını sandığı şeylerin hiçbiri olmamıştı. Dylan gece lambasını açıp, yataktan kalktı ve lüks odanın karşı tarafında ki uzun camlara doğru ilerledi. Güzel perdelerin arkasında ki camı jaluzi gölgelendiriyordu. Camı açmak için bir kol veya ona benzer bir şey arasa da bulamamıştı. Jaluzi sanki cama monte edilmiş gibi yerinden oynatılamıyordu. “Gölgelikler otomatiktir. Buradan açamazsın.” Derinden ve tanıdık gelen erkek sesiyle şaşıran Dylan hemen o tarafa doğru döndü. Odanın karşı tarafında ki narin antika bir sandalyede oturuyordu. Başkasıyla karıştıramayacağı bu koyu aksanlı sesi biliyordu ama karşısında gölgelerin içinde oturan beklediği gibi pislik içinde olan kafayı yemiş bir deli değildi. Temizlenmiş, yeni kıyafetler giymişti. Siyah saçları yeni yıkandığı için parlıyor, eskisi gibi kirli saçı yüzüne yapışmıyordu. Geriye doğru taranmış koyu kahverengi dalgalı saçları topaz rengi gözlerinin yoğunluğunu ortaya çıkarıyordu. “Neredeyim?” diye sordu Dylan onun olduğu yere doğru birkaç adım atarak. “Burası neresi? Ne kadar süredir orada oturup beni seyrediyorsun? Bana ne halt ettin de buraya geldiğimi bile zorla hatırlıyorum?” Adam gülümsedi, ama arkadaşça olduğu söylenemezdi. “Tamamen uyanık değilsin ve şimdiden sorular sormaya başladın. Uyurken daha iyi tahammül edilen biriydin.” Dylan bu konuda neden hakarete uğramış gibi hissetmesi gerektiğinden emin değildi. “Eğer seni n sinirini bu kadar bozuyorsam beni serbest bırakmaya ne dersin?” Gülüşüyle dudağının bir kısmı havaya kalkması yüzünün hatlarını biraz yumuşatmıştı. Tanrım, yüzünün sol tarafındaki anlından yanağına kadar olan yara izi olmasa uğruna ölünesi bir güzellikte olabilirdi. Şüphesiz ki başına o kaza gelmeden önce bir zaman öyleydi. “Senin gitmene izin vermekten memnun olurum,” dedi adam. “Ama maalesef ki seninle ne yapılacağı konusunda ki karar sadece bana ait değil.” “Peki, öyleyse kime ait? Daha önce koridorda konuştuğun adama mı?” O zamanlar yarı yarıya ayık olsa da yerleştirildiği odadaki iki adamın konuşmalarını duyacak kadar ayıktı. Seslerden biri karşısındaki ona bakan adama,


diğeri ise belirgin bir şekilde Alman aksanı olan birine aitti. Etrafındaki serveti çağrıştıran eşyalara bakındı. “Burası neresi? Bir çeşit devletin casus kollarının karargâhı mı?” Dylan gergin bir şekilde kahkaha attı. “Bana iyi desteklenen yabancı bir terörist grubunun parçası olduğunu filan söylemeyeceksin değil mi?” Adam öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine dayadı. “Hayır.” “Hayır, bana söylemezsin mi yoksa hayır, ben terörist değilim mi?” “Ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi, Dylan Alexander.” Konuşurken ağzının bir kenarı kıvrılmıştı, sonra kafasını salladı. “Dylan. Bir kadın için nasıl bir isim bu?” Dylan kollarını göğsünde kavuşturup, omuz silkti. “Beni suçlama, yapabileceğim bir şey yoktu. Uzun süredir hippi olan, doğayı seven bir aileden geliyorum.” Adam sadece ona öylece bakıyordu. Kara kaşları gözlerine doğru alçaltılmıştı. Görünüşe göre demek istediğini anlayamamıştı. Bahsi geçilen şeyler ona hiç tanıdık gelmemiş gibiydi. Sanki popüler kültürle hiç alakası yokmuş, zamanını geçirebilecek daha iyi şeyleri varmış gibi. “Annem bana Dylan adını verdi. Bilirsin, Bob Dylan’a ithafen işte. Benim doğduğum dönemlerle onu çok dinlerdi. Erkek kardeşlerime de müzisyen isimleri verilmiştir: Morrison ve Lennon.” “Saçmalık” dedi onu esir alan kimse, dalga geçerek. “Pekala, daha da kötüsü olabilirdi. 70’lerin ortalarından bahsediyoruz ne de olsa. Adım Clapton veya Garfunkel’de verilebilirdi.” Adam gülmemiş, sadece delici topaz gözlerini ona odaklamıştı. “İsim önemsiz bir şey değildir. Çocukluğunda senin dünyanı düzenler ve sonsuza kadar sürer. Bir ismin mantıklı bir anlamı olmalıdır.” Dylan ona alaycı bir şekilde baktı. “Bu söylem adı Rio olan bir adamdan mı geliyor? Evet, Alman arkadaşının seni böyle çağırdığını duydum.” diye ekledi adam ona kısık gözlerle baktığında. “Eğer bana sorarsan Dylan’dan daha iyi görünmüyor.” “Bende sana sormamıştım zaten. Ayrıca o benim adım değil. Sadece ufak bir kısmı.” “Geriye kalanı nedir?” diye sordu. İçten bir şekilde merak etmişti ve sadece onu esir tutan adam hakkında olabildiğince bilgi alması gerektiği için değildi. Giydiği kıyafetin müthiş vücudunu ortaya koyduğu, yara izi olmasına rağmen oldukça çekici yüzü olan adama bakıyor ve daha fazlasını bilmek istiyordu. İsmini ve oldukça fazla olduğunu emin olduğu gizli sırlarını bilmek istiyordu. Çözmeyi


istediği bir gizemdi ve itiraf etmeliydi ki bu ilgisinin mağarayla, hikâyesiyle veyahut kendini savunmasıyla alakası yoktu. “Bilgisayar dosyalarına ve e-postana baktım.”dedi adam, sanki kız bunu bekliyormuş gibi sorusunu görmezden gelmişti. “Mağaranın fotoğraflarını birkaç kişiye, kendi çalışanlarına bile gönderdiğini biliyorum.” Sakince patronunun, Janet, Marie, Nancy ve annesinin tam adlarını söyledi. “Eminim ki onları çaba göstermeden bulabiliriz. Ama bana adresleri ve çalıştığı yerleri söylersen çok daha kolay olur.” “Rüyanda görürsün.” Dylan özelinin böyle gelişigüzel biçimde istila edilmesine sinirlenmişti. Uygunsuz bir şekilde adam ilgisini çekse de bu adamı veya ortaklarını sevdiklerinin üzerine salmayacaktı. “Eğer benimle bir sorunun varsa, tamam. Bu işe başkalarını da sürükleyeceğimi sanma.” Rio’nun yüzü oldukça ciddiydi. “Çoktan yaptın bile.” Bu sakince söylenmiş sözler karşısında Dylan’ın kalbi sanki yerinden oynamıştı. Karşılığında bir cevap vermeyince, adam sandalyesinden kalktı. Tanrım, oldukça iriydi! Her yanı kaslarla sarmalanmış gibiydi. “Uyandığına göre, bir şeyler yediğinden emin olmalıyım.” “Sana yemeğime ilaç koyma fırsatını mı vereyim? Aman kalsın, oruç tutmayı tercih ederim.” Adam kısık sesle güldü. “Sana biraz yiyecek getireceğim. Yiyip yemeyeceğini paşa gönlün bilir.” Dylan midesinin yemek düşüncesiyle bile hevesle kasılmasından nefret etmişti. Bu süreçte açlıktan ölse bile bu adam ve arkadaşlarından hiçbir şey kabul etmek istemiyordu. Oldukça acıkmıştı ve adam ona bir kâse soğuk, çamur gibi yulaf lapası getirse bile onu zevkle mideye indireceğini biliyordu. “Bu odayı terk etmeyi aklından bile geçirme.”diye ekledi adam. “Kapı dışarıdan kilitli ve açmaya çalıştığın anda haberim olacaktır. Çok uzaklaşamadan seni tekrar yakalayacağımın da sanırım farkına varmışsındır.” Hayvansal bir içgüdüyle, içinde derinde bir yerlerde bunu biliyordu. Her kimse artık şu anda tamamen bu adamın merhametindeydi. Dylan bundan hoşlanmamıştı ama şu anda baş ettiği şey her neyse bunun oldukça ciddi olduğunu bilecek kadar akıllıydı. Tıpkı içindeki kadın gibi, gazeteci tarafı da olayın çekiciliği ve daha fazlasını öğrenme isteğini inkâr edemiyordu. Sadece neler olduğu hakkında değil, aynı zamanda bu adam hakkında da bir şeyler bilmeyi arzuluyordu. Rio hakkında.


“Yüzüne…ımmm…yüzüne ne oldu?” Rio ona bütün soruları arasında en çok onu bunun sinirlendirdiğini söyleyen korkutucu bir bakış göndermişti. Adamın yüzünün en çok hasar almış tarafını neredeyse bilinçsiz bir şekilde hafifçe sola döndürerek gizlemesi kadının gözünden kaçmamıştı. Ama Dylan çoktan yanık izlerini ve pürüzlü teni görmüştü. Görünüşe bakarak bunların savaş yaraları olması gerektiği düşündü. Oldukça ciddi savaş yaralarıydı bunlar. “Özür dilerim.”demişti Dylan ama sorduğu için mi yoksa adamın başına gelenler için mi üzgün olduğu konusunda tam anlamıyla emin değildi. Rio sol elini kaldırıp kalın saçlarını sanki kızın şu anda ona bakmasını umursamıyormuş gibi anlından uzaklaştırmıştı. Bilinçsizce yaptığı bu refleksi geri almak için çok geçti ve ne kadar sertçe Dylan’a bakarsa baksın, Dylan onun bu durum karşısında canının sıkıldığını biliyordu. Adam hareket ettikçe kolunun üst kısmında karmaşık desenli dövmeleri belli oluyordu. Tişörtünün katlanmış iki kolundan da rengârenk, soluk kızıl ile altın rengi karşımız eşsiz bir şekilde yapılmış kabilesel işaretler görünüyordu. Dylan ilk bakışta bunların eskiden Amerika’da ki çetelerde olduğu gibi bağlılığı gösteren bir çete işareti olabileceğini düşündü. Onlar gibi olmadığına uzunca bir süre baktıktan sonra karar vermişti. Onlara hiçte benzemiyordu. Rio’nun kolundaki işaretler mağarada gördüğü sembol ve tuhaf yazılara daha çok benziyordu. Rio elini aşağıya indirdi ve gözlerindeki uyarıcı ışık dövmeler hakkında da onu sorgulaması için meydan okuyordu. “Ne anlama geldiklerini bana anlatsana,”dedi Dylan, yukarı bakarak adamın sert bakışlarıyla buluştu. “Dövmelerinin yani. Dağlardaki mağarayla vücudundaki işaretler neden aynı? “ Rio cevap vermemişti. Sessizlikte, orada öylece hareketsiz duruyor, özel dikim kıyafetli, medeni haliyle daha önce giydiğini gördüğü paçavralar içinde olduğundan daha tehlikeli gözüküyordu. Dylan onun mükemmel, uzun boylu, geniş ve sert kaslarla kaplı olduğunu biliyordu ama cevap almak için ona kararlı bir şekilde yaklaştıkça görünenden daha fazlası olduğu görülüyordu. “İşaretlerin anlamı nedir, Rio?” Dylan onun kolunu tutmuştu. “Anlat bana.” Rio kolunu çevreleyen parmaklara doğru baktı. “Seni ilgilendirmez.”


“Bekle ilgilendirmez!”diye cevap verdi Dylan, sesi gittikçe yükseliyordu. “Vücudunda ve mağaradaki işaretler neden aynıydı?” “Yanılıyorsun. Ne gördüğünü bile bilmiyorsun.” Konuyu bu kadar uzatan tartışmalarından çok, adamın tamamen inkâr etmesi olmuştu. Ve bu da Dylan’ı gerçekten çok sinirlendiriyordu. “Ben yanılıyorum öyle mi?” Uzun ve dağınık saçlarını topladı ve boynunun bir kısmını ortaya çıkaracak şekilde kaldırdı. “Buna bak ve ne gördüğümü bilmediğimi söyle!” Kafasını eğmiş ve boynundaki doğum lekesini adamın gözleri önüne sermişti. Sessizlik sonsuzluk gibi gelmişti. Sonra, en sonunda, tıslayarak söylenen bir küfür duyuldu. “Bu ne anlama geliyor?” diye sordu kız, kafasını kaldırıp saçlarının eski haline dönmesine izin vermişti. Rio sorusuna cevap vermemişti. Sanki ona bir dakika daha bile yakın olmak istemiyormuş gibi geri çekilmişti. “Söyle bana Rio. Lütfen… bütün bunların anlamı nedir?” Rio uzun bir süre sessizdi. Kıza bakarken kaşları çatılmıştı. “Yakında öğreneceksin.”dedi yumuşak bir sesle, kapının yanına gidip, odadan çıkarken. Adam onu içeri kapatmış, sonrada odayı kilitlemiş, yalnız ve kafası karışık, ama hayatının tamamen değiştiğinden oldukça emin bir şekilde Dylan’ı orada bırakmıştı.

Onokumalar.com

Ceviri : Hanife Albayrak


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.