Hush Hush Series 3 Silence - First Chapter

Page 1

Bölüm Bir Henüz daha gözlerimi açmadan tehlikede olduğumu biliyordum. Ayak seslerinin yaklaşırken çıkardığı yumuşak ses ile kımıldamaya başlamıştım bile. Uykunun huzurlu ışığı yerini uyanıklığın dikkatine bıraktı. Giymekte olduğum tişörtümün içinde , sırtımda soğuk korkunun nefesini hissetim. Boynum garip bir acıyla burkulmuştu ve anında gözlerimi açtım. Beyaz , mavi bir sis eşliğinde ince taşlar gördüm. Garip bir an öylece baka kalmış dişlerim titrerken , onların aslında ne olduğunu gördüm. Mezar Taşları. Kendimi kaldırıp oturabilmek için tepinmeye başladım ama ellerim ıslak çimenlerde kayıyordu. Uykunun sersemliğinden kurtulmak için uğraşırken , bir yandan çukurda kendi yolumu bulmaya çalışıyordum. Yarı çukur gibi mezardan kurtulmak için yana yuvarlandım. Dizlerim ve pantolonum kurtulmaya çalışırken çimenlerdeki su damlacıkları yüzünden ıslanmıştı. Gelişi güzel yerleştirilmiş anıtlar ve mezarlar arasında emeklemeye başladım. Bir anlık tanımlama ile duraksadım ama tam olarak ne olduğunu çıkaramıyordum ve kafatasımda yankılanan inanılmaz acıda hatırlamam konusunda yardımcı olmuyordu. Soğuk dövülmüş demir ile yapılmış çitin hizası boyunca emekledim. Parçalanmış yapraklar arasında ilerliyordum. Korkunç bir ses üzerimde yankılandı. Ses tüylerimi diken diken etmişti ama beni asıl korkutan şey sesin korkunçluğu değildi. Çimenlerin üzerinde ilerleyen ayak sesleri hemen arkamda geliyordu. Ne kadar yakınımda olduğunu kestiremiyordum. Beni takip eden ayak seslerinin hızlanması sisi ortadan ikiye bölüyordu adeta , hemen kendi hızımı ayarladım. İçgüdü olarak saklanmam gerektiğinin farkındaydım. Ama aklım karışmıştı ve mavi sis etrafı görmeyi engellerken karanlık geri kalan her şeyi saklıyordu.


Uzakta uzun ve fazla büyümüş ağaçların arasıda kalmışken beyaz anıt mezar karanlıkta ışık gibi parlıyordu. Ayaklarımın üstüne kalkarak , o mezara taşına doğru koştum. İki mermer mezarın arasından kayarak diğer tarafa geçtim. Orada , adam beni bekliyordu. Uzun , karanlık bir gölge ,kollunu kaldırmıştı. O an , bir tökezlemeyle, yaptığım hatayı kavradım. Adam beni beklemiyordu. O bir taştı , taştan yapılmış bir heykel. Bir melek , ölüleri gözeden bir melek. Gergin bir kahkaha atabilirdim ama o an bir şekilde kafamı soğuk mezar taşına çarptığında dünya ayaklarımın altından çekildi. Başımı hızla kara toprağa çarptım , görüntümde sadece toprak vardı. Çok uzun süre baygın kalmamış olmalıydım. Katı siyahlık gözümün önünden kalkınca , baygınlığım yavaşça kalktı. Yinede kaçmanın etkisi yüzünden zar zor nefes alabiliyordum. Ayağa kalkmam gerektiğini biliyordum ama neden böyle bir şey yapmam gerekiyordu hatırlamıyordum. Bu yüzden öylece yerde yattım. Soğuk çimenin üzerindeki damlaları , ılık tenimdeki terler ile karşılaştırıyordum. Uzun bir göz kırpmasıyla yattığım yerdeki soğuk mezar taşı görüşüme girdi ve gittikçe netleşti. Tek bir hizada yazılmış kelimeler , bir mektup yazılarıyla taşa kazınmıştı. Harrison Grey Sadık bir eş ve baba.

Mart,16,2008’de Öldü. Ağzımdan çıkacak çığlığı bastırmak için dudağımı ısırdım. Şimdi gölgelerin , omzumdaki anıtların neden bu kadar tanıdık geldiğini anlıyordum. Coldwater Mezarlığındaydım. Babamın gömülü olduğu yerde. Bir kabus diye düşündüm. Bir kabus , aslında henüz uyanmadım. Bu sadece korkunç bir rüya. Melek beni izliyordu. Güzel , taştan kanatları arkasında açılmıştı. Sağ kolu mezarlığın karşısını göstermek amacıyla yukardaydı. Yüzü ifadesizdi ama gülüşü , iyiliksever olmaktan çok günahkar bir gülüşü vardı. Bir an az kalsın onun gerçek olduğunu ve yalnız olmadığımı düşünerek kendimi kandıracaktım. Titrek bir şekilde bende ona gülümsedim. Kollum ile yanaklarımı , yüzümü kuruladım. Ağlıyordum ama ağladığımın farkında bile değildim. Bir an için o meleğin kollarında olup , bizi bu yerden götürürken kanatlarının havayı dövmesini istedim. Devam eden ayak sesleri beni bilinçsizliğimden çekti. Şimdi çimleri adeta döver gibi hızla ilerliyordu. Sesin geldiği yöne doğru döndüm. Titrek bir ışık , sisli karanlığı deldiğini görünce şaşırdım. Işık adımlar ile birlikte tempo tutuyordu. Çıtırtı … ışık … Çıtırtı…Işık – Bir fener ışığı.


Işık gözlerime tutulmuştu , beni geçici olarak kör bıraktı. Bunun bir rüya olmadığına ilişkin korkunç bir gerçek yüzüme adeta çarptı. ‘’Buraya bak.’’ Dedi adam gözüme tutuğu ışığın arkasında adeta hırlıyordu. Başımı yana cevirdim , gözlerimin önünde ışık huzmeleri oynaşıyordu. ‘’ Kaç kişi daha var?’’ diye emretti. ‘’Ne?’’ Sesim bir fısıltıydı sadece. ‘’ Seninle birlikte daha kaç kişi var?’’ dedi ve daha kızgın bir şekilde devam etti. ‘’ Dışarıya gelip , gece oyunlarından oynamak istediniz değil mi veletler? Saklambaç , sanırım ha? Ya da bekli de Mezarlıktaki Hayalettir, degil mi? Ama benim gözetimimdeyken ‘ayatta izin vermem. ’’ Burada ne yapıyordum gerçekten? Babamı mı ziyaret etmek istemiştim? Anılarımı aramaya çalıştım ama bunun yerine korkunç bir boşluk vardı. Mezarlığa geldiğimi hatırlamıyordum. Aslında hiçbir şey hatırlamıyordum. Bütün gece anılarımdan silinip gitmişti sanki. Daha kötüsü , sabahı da hatırlamıyordum. Kalktığımı , yemek yiyip , giyindiğimi , okula gittiğimi hatırlamıyordum. Bugün okul var mıydı? Hafta içinde miydik? Hatırlamıyorum. Anlık bir panik duygusu içimde yükseldi. Fiziksel olarak kendimi bir değerlendirdim Ve adamın uzattığı elini memnun olarak tutup ona desteklendim. Ayağa kalkar kalkmaz fener ışığını yine yüzüme vurdu. ‘’ Yaşın kaç senin?’’ dedi adam bilmek isteyerek. En sonunda bildiğim bir şeyin sorusu gelmişti. ‘’ On altı.’’ Neredeyse on yedi. Doğum günüm Ağustos’taydı ve az kalmıştı. ‘’Sam Hill’de ne işin var senin ha kız , üstelik yalnız. Sokağa çıkma yasağını deldiğini bilmiyo’n mu - ?’’ Etrafıma umutsuzca bakındım. ‘’ Ben – ‘’ ‘’Evden filan kaçmadın değil mi? Sadece bana gidebileceğin bir yerin olduğunu söyle.’’ ‘’Evet.’’ Çiftlik ev. Aniden evimi anımsamak içimi ılık bir his ile doldurmuştu. Sokağa çıkma yasağı mı? Acaba yasak başladıktan sonra kaç saat geçmişti? Kapıdan girdiğim zaman annemin kızgın yüzü ile karşılaşacağım gerçeğini ve onun yüz ifadesinin aklımda beliren görüntüsünü engellemek istercesine başımı salladım. ‘’ Adresini biliyo’n mu?’’ ‘’ Hawthorne Lane’’ Ayağa kalktım , kanın başıma hücum etmesiyle şiddetli bir şekilde sendelendim. Neden buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum? Kesin ben araba ile gelmiş olmalıydım ama Fiat’ı nereye park etmiştim? Çantam neredeydi? En önemlisi anahtarları nereye koymuştum?


‘’Kafayı mı çekiyo’dun?’’ diye sordu adam , gözlerini bana dikmişti. Ani fener ışığını tekrar gözlerime tutu , hemen gözlerimi kapatım ama ışık huzmeleri yine gözümün önündeydi. ‘’ Du’ bakam. ‘’ dedi kırık aksağınıyla , sesindeki yeni bir şey keşfetmiş gibi tondan hiç hoşlanmamıştım.’’Sen şu kız değil misin? Nora Grey ‘’ diye patladı sanki sadece adım bile onda bir refleksmiş gibi. Bir adım geri çekildim. ‘’ Adı - Adı mı nereden biliyorsun? ‘’ ‘’Televizyondan. Ödülden. Hank Millar yapıştırmıştı. ‘’ Ondan sonra söylediklerini duymadım bile. Marcie Millar benim için baş düşmana yakın tek kişiydi. Onun babasının benimle ne işi olurdu ki? ‘’ Hazirandan beri seni arıyorlardı.’’ ‘’Haziran mı? ‘’ İçinde azalan panik duygusu yine nüksetti. ‘’Neden bahsediyorsun sen? Nisandayız.’’ Ve kim beni arıyordu? Hank Millar ? Neden? ‘’Nisan mı? ‘’ Garip bir şeymişim gibi baktı. ‘’ Ah kızcağızım , şuan Eylüldeyiz.’’ Eylül mü? Hayır , olamazdı. Eğer geçen öğrenim yılı bitmiş olsaydı bunu kesin bilirdim. Eğer yaz tatili gelip , geçmiş olsaydı bunu kesin bilirdim. Aklı karışmış bir şekilde birkaç dakika önce uyanmıştım , evet ama aptal değildim. Ama neden yalan söylüyordu ki? Fener ışığının arkasından ona baktım. Baştan aşağıya süzdüm. Paltolunu eskiydi , sakalları günlerdir bıcak yüzü görmemiş gibi uzundu. Tırnakları da uzun ve altlarında toprak vardı. Kirliydi. Yazları nehirlerde yıkanan , kamyoncular gibi serseri bir tipi vardı. Şu silah taşımayı bilen tiplerden. ‘’Haklısın , eve gitsem iyi olacak.’’ Dedim ellerimi cebime sokarak. Cep telefonum ve anahtarlarım yoktu. ‘’Şimdi , nereye gittiğini sanıyo’n ?’’ dedi arkamdan gelerek. Midem ani hareketten dolayı sıkışmıştı . Başladım koşmaya . Meleğin gösterdiği yana koşmaya başladım , bana çıkışı , güney kapısını gösterdiğini umarak.Kuzey kapısını kullanabilirdim , çünkü o kapıyı biliyordum ama adama doğru koşmak yerine ondan uzak yöne koşmak daha akılıcaydı. . Yer ayaklarımın altında kaydı , aşağıya doğru tökezledim. Kollarımı dallar çizerken ayakkabım eğri büğrü taşa çarptı. ‘’Nora!’’ diye bağırdı adam. Ona Lane’de yaşadığımı söylediğim için kendimi dövmek istedim. Ya beni takip ederse?


Uzun adımları sıklaştı ,en sonunda arkamdan koştuğunu duydum. Bana yaklaşıyordu. Kollarım amansızca ileriye doğru atılırken , adam pençelerini kıyafetime geçirdi. Elleri omzuma ilerledi. Çırpınıp ellerinin altından kaydım. ‘’Dokunma bana!’’ ‘’Şışşt , dur bakayım. Sana ödülden bahsettim ve onu almaya niyetim var.’’ Kolları ikinci kez uzanırken , adrenalin ile bacağına tekmeyi geçirdim. ‘’Aaahhh’’ Aşağıya doğru eğildi ve bacağını tuttu. Uyguladığım şiddetten şok olmuştum ama başka şansım yoktu. Birkaç adım gerileyip , kaçmak için etrafa bir göz attım. Tişörtüm terden sırılsıklam olmuştu , sırtımdan aşağıya doğru iniyordu. Bütün tüylerim diken dikendi. Bir şeyler farklıydı. Babamı ziyaret etmek için binlerce kez buraya gelmiştim. Mezarlığın haritası beynime kazınmıştı. Ama bir şey fark etmemi sağlayan mezarlığın görünüşüydü. Ve sonra , o an fark ettim. Akağaçlar kırmızıydı. Sonbaharı simgeleyen bir işaret gibi bütün yaprakları kırmızıydı. Ama bu imkansızdı. Nisandı , Eylül değil. Nasıl yapraklar değişmişti? Bu adam doğruyu söylüyor olabilir miydi? Arkama doğru dönüp adam beni takip ediyor mu diye baktım. Bu arada hızla kaçıyordum. Adam elinde telefon ile yüksek sesle konuşuyordu. ‘’ Evet , bu o eminim. Mezarlığı terk ediyor. Güneye yöneldi. ‘’ Korkuyordu. Bir telefon bulmalıydı. Telefon bulup , polisi aramalıydı. Vee’yi aramalıydı. Vee . En iyi ve güvenilir arkadaşım. Onun evi benimkinden daha yakındaydı. Oraya gitmeliyim. Onun annesi polisi arayacaktır. Polise adamın nasıl göründüğünü söyleyebilirim , onlar adamı yakalayacaklardır. Beni rahat bıraktığına emin olacaklardır. Sonra anılarıma ne olduğunu anlamaya çalışacağız. Neden hiçbir şey hatırlamadığıma. Şu kendim ile bağlantısız versiyonumu atmalıyım. Sanki bu dünya benim ama aynı zamanda bu dünyaya ait değil gibiyim duygularını. Mezarlıktan uzaklaştığım zaman kendimi koşmaktan alı koyabilirdim. Wentworth Köprüsünden sonra sadece bir blok kalmıştı ve sonra Vee’in evi geliyordu. Ağaçlı caddeleri geçip , kestirmeden gidip , Vee’in evine varmadıkça güvende değildim. Köprüyü acele ile geçerken siren seslerinin keskin sesi köşeden duyuldu . Çok geçmeden yerini belli eden kırımızı ışıkları göründü. Beni yerime sabitledi. Sedan’ın üstünde yanan Kojak mavisi , sirenin acı çığlığı bütün köprüde yankılandı.

İlk içgüdüm polis arabasına doğru koşup , onlara mezarlığı göstermekti ama başka bir düşünce aklıma gelince olduğum yerde kaldım. Belki o polis değildi. Belki polismiş gibi davranıyordu. Herkes eline Kojak ışıklarından alabilirdi. Hem onun takımı neredeydi? Durduğum yerden üzerinde üniforma varmış gibi görünmüyordu.


Bütün düşünceler hızla aklımdan geçiyordu. Köprünün kenarına tutunup destek aldım. Soğuk taşı kavrayarak ayakta durmaya çalışıyordum. Polisin beni görüp görmediğini bilmiyordum ama gölgelerin olduğu yönden ağaçların yanında yürümeye başladım. Küçükken Vee ve ben bu köprünün geçip , nehirde ıstakozlar yakalamak için hotdogları sopalara geçirirdik. Istakozlar hotdoglara pençelerini geçirir ve biz onları nehrin dışına kovaya koyduğumuzda bile bırakmazlardı. Nehrin ortaları baya derindi ve gizli , korkunç bir görüntü içeriyordu. Birkaç dakika göle atlasa mıydım diye merak ettim. Yükseklikten korkardım ve çarpmada oluşacak kuvvet beni korkutuyordu ama yüzme biliyordum. Sadece suya girmem yeterdi – Bir araba kapısı kapandı. Bir adam , belki polis memuru olan bir adam dışarıya çıktı. Çok resmiydi , siyah kravat , siyah resmi saçlar , siyah pantolon , siyah çorap. Ondaki bir şey anılarımı çağrıştırdı ama henüz tam olarak hatırlayamadan anılar yine boşluk ile dolmuştu. Yerler çer çöp ve spolar ile doluydu. Aşağıya eğilip yerde bir sopa kaptım. Polis benim silahım yokmuş gibi davranabilirdi ama onun sopayı gördüğünü biliyordum. Polis rozetini çıkardı ve ileriye doğru uzattı. Elleri omuz hizasındaydı , sanki seni incinmeyeceğim demeye getiriyordu. Ona inanmadım. Ağır ağır öne doğru ilerledi , ani bir hareket yapmamaya dikkat ediyordu. ‘’ Nora , benim.’’ Dedi sesinin bu kadar tanıdık gelmesi kalp atışlarımı hızlandırdı. ‘’ Yaralı mısın? ‘’ Kaygı ile onu izlemeye devam ettim. Aklım birden fazla olasılık üzerinde duruyordu. Rozet kolaylıkla sahte olabilirdi. Kojak ışığının sahte olduğuna karar vermiştim. Ama polis değilse , bu kimdi? ‘’Anneni aradım.’’ Dedi köprüyü aşamalı olarak kat ederken. ‘’ Bizimle hastanede buluşacak. ‘’ Dallı elimden düşürmedim . Her nefeste kollarım kalkıyor ve iniyordu. Yine terlerin sırtımdan boşaldığı hissettim. ‘’ Her şey yoluna girecek. ‘’ dedi ‘’ Bitti artık. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim. Güvendesin artık.’’ Sesindeki kolay , güven verici , tanıdık tonu hiç sevmedim. ‘’Daha fazla yaklaşma.’’ dedim ellerimdeki ter yüzünden dallı tutmak giderek zorlaşıyordu. Alnı kırıştı. ‘’ Nora?’’ Dallı daha sıkı kavradım .’’ Adımı nereden biliyorsun?’’ Ne kadar korktuğumu , beni ne kadar korkuttuğunu bilmesine izin veremezdin. ‘’Benim.’’ Diye tekrarladı , yüzüme daha yakından bakarak. ‘’ Dedektif Basso.’’


‘’Seni tanımıyorum.’’ Bir an hiçbir şey söylemedi , başka bir soru sordu. ‘’ Neredeydin , hatırlıyor musun?’’ Uyanık bir şekilde onu inceledim. Anılarımı daha derinden karıştırmaya başladım. En karanlık koridorlarda bile ilerledim ama o yoktu. Onu hatırlamıyordum. Onu hatırlamak istedim. Bir şeyler hatırlamak istedim. Tanıdık , tutunabileceğim bir şeyler hatırlamak. Bir şekilde bu dünya ile bağlantı kurmak. ‘’ Bu gece mezarlığa nasıl geldin?’’ diye sordu başı mezarlığın olduğu tarafı işaret ediyordu. Gözleri hatta duruşu bile meraklıydı. Ağzı politik bir şekilde burkulmuştu. ‘’Birisi seni bıraktı mı? Yürüdün mü? ‘’ Bekledi.’’ Bana söylemelisin Nora , bu çok önemli. Bu akşam ne oldu? ‘’ Kendimde bilmek isterdim. Bir mide bulantısı hissetim. ‘’ Eve gitmek istiyorum.’’ Bacaklarım titremeye başlamıştı , artık çok geçti. Avuçlarımda rüzgarın esintisini hissetim. Dallı elimden düşürmüştüm. Bu bütün gece kocaman bir hataydı. Hayır. Bütün gece değil. Hem ne biliyordum ki? Bütün geceyi hatırlamıyordum bile. Bütün gecem bundan dakikalar önce mezarlıkta yalnız ve soğuk olarak uyanmamdan ibaretti. Çiflik evimin görüntüsünü aklımdan geçirdim. Güvenli , ılık ,nazik. Gözyaşlarının burnumdan aşağıya aktığını hissetim. ’Seni evine bırakabilirim.’’ Sempatik bir şekilde başını salladı. ‘’İlk önce sadece hastaneye gitmem gerekiyor.’’ Gözlerimi, ağladıktan sonra içimdeki nefret azalmış gibi sert bir biçimde kapattım. Ona gerçekten korktuğumu belirtmek için daha iyi bir şey düşünememiştim çünkü. Sanki tüm sesleri içine çekmek ister gibi, bir şey söylemek ister gibi iç çekti. ‘’11 haftadır kayıpsın Nora. Ne söylüyorum duyuyor musun? Kimse son üç aydır nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyor. Birilerinin seninle ilgilenmesi gerekiyor. İyi olduğundan ‘tamamen’ emin olmamız gerekiyor.’’ Ona bakıyordum ama onu görmüyordum. Küçük ve basit konuşmaları sanki kulağımın dibinde gibiydi ama çok uzak geliyordu. Midemde acayip bir şey hissettim ve uzaklaştırmaya çalıştım. Onun önünde ağlamak istiyordum tamam ama hasta olacak da değildim. ‘’Alıkonulduğunu düşünüyorum,’’ dedi yüzündeki okunmaz ifadeyle. Aramızdaki mesafenin şimdi biraz daha kısaldığını hissediyordum. Son sözünü kavrayamadığım bir biçimde söylemişti. ‘’Kaçırıldığını.’’ Gözlerimi hızla kırpıştırdım. Sadece orada durdum ve kırpıştırdım. Değişik bir his kalbimi yakaladı, çekiştirdi. Bedenim, havada sendeleyerek gevşek gevşek yükseldi. Yukarıdan bulanık bir şekilde trafik lambalarını gördüm, köprünün altından güldür güldür akan nehri duydum ve etraftaki araba egzozu kokusunu kokladım. Ama bunların hepsi arkaplanda idi. Sonra bir baş ağrısı geldi. Ve sonra sallandığımı hissettim. Hiçliğe doğru düşüyordum. Yere düşmeden hemen önce de, bilincimi kaybettim.


İlk Defa Ön Okumalar.Com’da En Son Ön Okumaları ve Fazlasını Bulabileceğiniz, Kitaplara Dâhil Her Şeyin Olduğu Tek Site.

Cevirmen: Buket Kayhan ve Ufuk Cem Çakır. Düzen ve Kontrol: Buket Kayhan ***Link , Alıntı Belirtmeden , Cevirmen Adları olmaksınız yayınlamak yasaktır! Bu dosyanın üzerinde oynamayınız, kendi çevirinizmiş gibi göstermeyiniz. Kendi çevirimizi nerede olsa tanırız! İyi Okumalar!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.