‹DEA 2013
Geleceğimiz İşbirliğine Bağlıdır ● FATMAGÜL BERKTAY
Politik Dayanışma ya da Paylaşılan Farklılıkların Politikası ● ÜMİT BARIŞ KUTMAN
Doğada İşbirliği ● SAVAŞ CEYLAN
Örgütlerde İşbirliği ● GÖNÜL DİNÇER
İşbirliği ve Kadınlar ● ELİF KALAN
“Ortaklık”—“Ortak Olma” ve Gençlik ● ZEYNEP YURTKURAN
Endüstriyel Mutualizm ● MUTLU DİNÇER
İstanbul’un Zaman Kapsülü ● FATMANUR ERDOĞAN
Su Yönetiminde İşbirliği ● AYŞEGÜL YÜCEL GÜRERK
Farklı Dünyalardan İnsanlar İşbirliği Yapabilir mi?
20 TL
www.optimistkitap.com
OPT‹M‹ST ‹DEA
● ERDAL TALU
işbirliği
OPT‹M‹ST ‹DEA işbirliği
ERDAL TALU
Geleceğimiz İşbirliğine Bağlıdır
D
ÜNYA YENİ BİR ÇAĞ DEĞİŞİMİ YAŞIYOR. NEYİ GERİDE BIRAKTIĞIMIZA
dair pek bir tereddüt yok. İnsanlık artık sanayi toplumunu tarihe gömüyor. Yeni gelmekte olanın ne olduğu konusunda ise farklı tanımlamalar kullanılıyor. Bilgi toplumu, bilişim çağı çok sık başvurulan tanımlar arasında. Bazıları sosyal çağ kavramını kullanıyor. Doğrusu, insanın evriminde sosyal bir varlık olmasının taşıdığı belirleyici rol, günümüzde artık sürdürülebilir bir ekonomik faaliyet için mutlaka dikkate alınması gereken sosyal faktörler ve giderek daha sık duymaya başladığımız sosyal sorumluluk, “sosyal kapitalizm” kavramlarıyla birlikte düşünüldüğünde yabana atılmayacak bir tanımlama. Hele son günlerde medyada, Domino’s “Sosyal Pizza” reklamlarını gördükten sonra… Yeni Çağı nasıl tanımlarsa tanımlasınlar, düşünürlerin önemli bir bölümü toplumsal yaşamın her alanında köklü değişimler yaşandığı konusunda hemfikir. Resmin bütünü henüz yeterince netleşmiş olmasa da, yaşanan değişimin ana yönleri ve temel özellikleri artık belirginleşmeye başlamış durumda. Nelerin değişmekte olduğuna ve bunun, niçin önemli olduğuna biraz daha yakından bakalım… 9
ERDAL TALU
Ekonomide ve Üretim Sürecinde Ne Değişiyor? Öncelikle dünyanın ekonomik büyümesi artık bugünün yüksek gelirli ekonomilerinden gelmeyecek. İkincisi, nasıl sanayi teknolojisi yirminci yüzyılın hızla büyüyen ekonomilerine şekil verdiyse, 21. yüzyılın gelişmekte olan ekonomilerini de bilişim teknolojisi şekillendiriyor. Bugün kapitalizmin içinde bulunduğu ortamda çarpıcı bir değişim yaşanıyor. Değişimin en belirgin özelliği, kişi başına düşük geliri olan gelişmekte olan ekonomilerin hızlı bir büyüme yaşaması. Aynı zamanda, gelişmekte olan ekonomi ülkelerinin nüfusları, Batı’yla tam bir tezat içinde, gençlere doğru kayıyor. 2000 yılında, dünya GSH’sinin yüzde 77’si zengin ülkeler tarafından üretildi. 2050’ye kadar bu oran yüzde 32’ye düşecek. Dünyanın (toplam piyasa değerine göre) en büyük 2500 halka açık şirketinin yaklaşık yarısı bugün Kuzey Amerika ve Batı Avrupa dışında üslenmiştir. 2000 yılında ABD GSYİH’si Çin’in yaklaşık sekiz katıyken, 2008’de bu oran yaklaşık dört katına inmiştir. Çin’in 2027’ye kadar GSYİH liginde lider olacağı tahmin ediliyor. Uzmanlar Hindistan ve Çin üniversitelerinin seri üretimle yarattığı mühendis yığınlarından çok sık söz eder oldular. Ama asıl önemlisi Batılı çokuluslu şirketlerin gelişmekte olan pazarlarda Ar-Ge merkezleri kurma trendidir. Fortune 500 şirketlerinin bugün Çin’de 98 ve Hindistan’da 63 Ar-Ge merkezi bulunuyor. Bilişim teknolojisi daha küçük ekonomik birimlere yetkinlik kazandırırken çarpıcı gelişmeler yaşanıyor. Bunlardan biri bulut bilişim, diğeri ise mobil internet cihazıdır; çünkü sadece zengin enformasyonun herkes tarafından her yerde alınmasına değil, aynı zamanda yaratılmasına ve iletilmesine de olanak tanıyor. Bunun kapitalizm açısından anlamı nedir? Faal pazarlara erişim artık bir el cihazı kullanmak kadar basittir. Gelişmekte olan ekonomilerin kişi başına geliri G7’lerinkinin dokuzda biri kadar olsa da (yılda 3000 dolara karşı 28.700 dolar) cep telefonlarının kullanım yaygınlığı aynıdır—100 kişide 76 telefona karşı 109 kişide 10
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
76 telefon… Kapitalizm kendisini ortama ve koşullara uyarlar. Ortam değiştiğinde, kapitalizm de değişir. Prototip kapitalist zenginlere pahalı saatler satmak yerine, hayatla boğuşan milyonlara ucuz cep telefonu satan biri olduğunda, kapitalizmin yapısı değişir.
Üretilen Yeni Malların Özellikleri Burada da köklü bir değişim yaşanıyor. Bir kere değerin kaynağı değişmiş durumdadır. İnsanlar pazarlarda gittikçe maddi mallardan çok cisimsizlere para ödüyorlar. Apple’ın iPad gibi bir ürününün fiyatının, imalatında kullanılan plastik, metal ve silikonun maliyetiyle ilgisi yoktur. Müşteriler esas olarak tasarımına, bağlanabilirliğine, akıllılığına değer veriyorlar. Bilişim mallarının marjinal maliyetleri temelde sıfırdır. Birisi oluşturulacak ilk kayıt, yazılım çözümü ya da numune için ödeme yaptıktan sonra, tüm ek kopyalar neredeyse maliyetsizdir. Sermaye donanımını serbestçe paylaşma kabiliyeti, en yerleşik fikirlerin bazılarını yıkar. Sermaye ve mülkiyet gibi terimlerin anlamını sorgular. Ayrıca inovasyon hızının artmaya devam edeceğine de işaret eder. Bilişim malları tükenmez. Üretilen enformasyon değerlidir, ama herhangi birinin kullanmasıyla tükenmez; hatta ne kadar yaygın şekilde kullanılabiliyorsa, değeri o kadar artar. İnsanların katılma motivasyonu da maddi değildir.
Kapitalizmin Dizginlerini Ele Geçirmeye Başlayan Yeni Nesil Yeni kapitalist kuşak oldukça farklı görünüyor. Avrupa dışında yaşayan ve ortalamada daha az paralı olan bu grup, tutumları ve yetkinlikleri ebeveynlerinden ciddi farklılıklar gösteren yeni bir nesil. Kişiliği sosyal medyadan ve bilişim ekonomisinden etkilenen bir nesil yetişiyor. Bu grubu bazıları “Net Gener” (İnternet Nesli) olarak adlandırmayı tercih 11
ERDAL TALU
ediyor. İnternette öğrendikleri ve yaşamlarına aktardıkları yeni normlar doğrultusunda yaşıyorlar: özgürlük, kişiselleştirme, irdeleme, bütünlük, işbirliği, eğlence, hız ve inovasyon… Mumbaili girişimci Sweta Mangal’a nasıl ABD’den ayrılıp kendi işini kurduğu sorulduğunda verdiği yanıt hayli ilginçtir. “ABD’de çalışırken, hayatın çok mekanik olduğunu düşünürdüm. Ekonomi zaten gelişmişti. Her şeyi tamamen aynı bulabilirdin, hem de her gün… Ben hiçbir şeyin işlemediği bir ülkeden geliyorum. Bunu özledim! Trafik sıkışıklıklarını özledim, elektriklerin kesilmesini özledim, gittiğim yerlerde her zaman karışıklık olmasını özledim. ABD’de asla bir şey yaratabileceğimi düşünmedim; çünkü zaten her şey vardı. Beni düşünmeye iten de bu oldu. Belki Hindistan’da daha iyi şeyler yapabilirdim; çünkü Hindistan’da fırsattan bol bir şey yoktu.” Bu değişiklikler, dünya çapında kapitalizm için yeni bir ortam yaratacak olsa bile, dünyanın her kesimi bundan eşit olarak faydalanmayacak. Gelişmekte olan ekonomiler, yüksek büyüme hızları, genç nüfusları ve küresel ekonomiye geç girmeleri sayesinde, yeni uygulamaların filizleneceği topraklar olacak. John Maynard Keynes bir keresinde şöyle bir gözlemde bulunmuştu: “Zorluk yeni fikirler geliştirmekten çok, eskilerden kaçmakta yatıyor.”
Neoklasik Teorinin İflası Sumantra Ghoshal’ın tarifiyle neoklasik ideoloji, “zalimce aşırı hırslı, katı bir biçimde yukarıdan aşağıya, kumanda ve kontrole odaklanmış, hissedar değerine takıntılı ve ne pahasına olursa olsun kazanmayı amaçlayan iş liderlerinden” oluşan bir yönetim anlayışı yaratmıştır. Çılgınca ekonomik gelişmenin peşinde, olanaklı her durumda maliyetleri dışsallaştırmıştır. Bu nedenle çevre kirliliğini, sınırlı kaynakların umursamazcasına tüketilmesini ve iklim değişikliğini tahrik etmiştir. Böyle devam etmek mümkün değildir. Ülke sınırları içinde ve ülkeler arasında zengin ve fakir 12
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
uçurumunun sürekli açılması da aynı ölçüde sürdürülebilir değildir. Kaçınılmaz sonuç, ideolojinin kendisinin sürdürülebilir olmadığıdır. Ne gariptir ki, rekabet fikrine aşırı düşkünlük, her geçen yıl gerçek rekabetin azaldığı bir sistem üretmiştir. Gittikçe daha çok piyasa, sadece birkaç satıcının egemenliğine girmektedir. Neoklasik ideolojinin, her türlü piyasa düzenlemesine ve devlet müdahalesine karşı çıkışı bir şehir efsanesinden başka bir şey değildir. 2008’de patlak veren finansal krizin ardından hükümetlerin piyasaları paraya boğmasına ve halkın vergilerinin batmakta olan bankaları kurtarmak için harcanmasına itiraz ettiklerini duyan olmamıştır. Ancak bunlar da yaraya merhem olmamıştır. Kaldı ki günümüzün sürdürülebilirlik zorunlulukları, kısa vadeli ekonomik getiriler uğruna ortaya çıkan pratiklere karşı hükümet müdahalelerini gerekli kılıyor. Bu durumda sınırlı kaynakların tüketilmesi, havanın kirletilmesi ve özellikle sera etkisi yaratan gazların atmosfere salınmasıyla ilgili dışsal maliyetlerin yüklenilmesi ve vergilendirilmesi gerekir. Henri Fayol açısından yönetim sorunu, çok sayıda niteliksiz ve eğitimsiz işçinin, özünde sevimsiz ve hayli tehlikeli bir çalışma için, şirketin ayakta kalıp zenginleşmesini sağlayacak yeterince düşük ücretler uğruna, nasıl verimli bir biçimde istihdam edilebileceği üzerineydi. Bugünün yönetim sorunu ise küçük sayılarda ve hayli geniş bir özerklik içinde çalışan, aldıkları ücretler artık ana maliyet faktörü olmaktan çıkmış, ancak bireysel ve ekip halinde katkıları organizasyonun yaşaması ve zenginleşmesi açısından yaşamsal olan, son derece nitelikli ve iyi eğitimli kişilerin nasıl işe alınacağı, elde tutulacağı ve geliştirileceği konusundadır.
Uzun Vadede Var Olmak 2008’de başlayan mali kriz sürüyor. OECD ülkelerinin çoğunluğunda ekonomik canlanma, en iyi olasılıkla durmuşken, euro bölgesi ülkelerinin önemli bir bölümü, yuvarlandıkları ikinci resesyonla boğuşuyor. 13
ERDAL TALU
Ekonomik durgunluk, kalıcı bir işsizlik, ürkütücü borç yükü ve bankacılık sisteminde devam eden yeni bir çöküş korkusu, küresel ekonominin yakın geleceğini karartmaya devam ediyor. Bu yakın tehditlerin ciddiyetinin yanı sıra, dünyanın başlıca ekonomilerinin, makroekonomik dengeler, yeni iş yaratma ve verimlilik artışı konusunda daha uzun vadeli sorunlarla karşı karşıya bulunduğunu bilmek, tabloyu daha da karmaşıklaştırıyor. Giderek daha çok sayıda bilim insanı ve düşünür, sanayi toplumu kapitalizminin, günümüz dünyasında sürdürülebilir olmadığını dile getiriyor. Sürdürülebilirlik içinde zımni olarak var olan ilk ve en önemli kavram, dünyanın kırılgan iklimi, su, petrol ve gıda gibi kritik kaynakların kısıtlı oluşu ve dünyanın sınırlı kapasitesi nedeniyle, bütün insanların karşılıklı bağımlılık içinde olduklarının anlaşılmasıdır. Dünya nüfusu arttıkça bu konu, daha da yaşamsal bir önem kazanıyor. Sürdürülebilirlik, bütün paydaşların çıkarlarının dengelenmesini, ayakta kalabilmek ve uzun vadede de var olabilmek için zorunlu kılıyor. İşbirliği ihtiyacı, sadece ahlaki doğruluk veya hakkaniyet üzerinden temellenmiyor. Uzun vadede bir hayatta kalma sorunu olarak baş gösteriyor. İnsanlara, bencil ve açgözlü olmanın sağlıklı bir ekonomi için gerekli olduğunu, cömert ve yardımsever davranmanın sadece irrasyonel olmakla kalmayıp aynı zamanda ekonomiye zarar verdiğini öğreten egemen neoklasik ekonomik teori, bu dünyaya yeterince kötülük etmiştir. Unilever CEO’su Paul Polman, şirketinin sürdürülebilirlik konusunda kararlılığını şu cümlelerle dile getiriyor: “Unilever 100 seneyi aşkın süredir buralarda. Daha yüzyıllar boyunca da buralarda olmak istiyor. Dolayısıyla adil olan, paylaşılan, sürdürülebilir olan, bu uzun erimli değer yaratan modele inanıyorsanız, gelin bizimle birlikte yatırım yapın. Bu fikre inanmıyorsanız, paranızı bizim şirkete yatırmayın. Tüketiciler ve perakendeciler, bu tür bir inisiyatif istiyorlar ve gezegenimizin buna ihtiyacı var. Bu, iş yapmanın doğru yoludur”.
14
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
Dışsallıkların İçselleştirilmesi Sayıları gittikçe artan insanlar, görünen o ki, çevrelerindeki dünyada yaşanan sorunlara yönelik yeni bir duyarlılık seviyesinin teşvikiyle gerçekten eyleme geçiyorlar. Kendilerini geniş, birbirine bağlı bir dünyanın parçası olarak görüyorlar. Birçoğu hareketlerle özdeşleşmeye, adalet için mücadele etmeye, birleşerek eyleme geçmeye başlıyor. Yaşanan çağ değişiminden önce, çok az kahve içicisi durup kahve çekirdeklerini yetiştiren çiftçilerin verdiği mücadeleleri düşünürdü. Şimdi binlerce müşteri, olanları görmezden gelen bir kahve satıcısını boykot edecek kadar ilgili (Starbucks’ın keşfettiği gibi) ve milyonlarcası da Fair Trade (Adil Ticaret) onay damgasını taşıyan bir fincan kahve için daha fazla ücret ödemeye hazır. Sonuç olarak kurumlar, olumsuz etkileriyle ilgili olarak daha çok hesap verme sorumluluğuyla karşı karşıya geliyorlar ve kaçınılmaz olarak dışsallıkların içselleştirilmesi süreci yaşanıyor. Firma yöneticileri, sürekli maliyetleri başkalarının üstüne yıkmaya ve dolayısıyla hissedarların kârını azami düzeye çıkarmaya çalışmaktansa, yönetme kabiliyetlerini geliştirmek ve amaçlarının kapsamını kademeli olarak genişletmek zorunda kalıyorlar. Bütün bu gelişmeler kapitalizmin değişmekte olduğunu gösteriyor. Dünya ekonomisi giderek rekabetten daha çok inovasyona; bireylere ya da şirketlere değil, gruplara ve ekolojilere; erk ve servet toplanmasına değil, sürdürülebilir sosyal sistemlere odaklanacak.
Sosyal Çağda Başarılı Olmak Gelmekte olan “Sosyal Çağ”da ayakta kalmanın ve başarılı olmanın temel kurallarını Nilofer Merchant şöyle sıralıyor: 1. Bağlantılar değer yaratır. Sosyal çağ, tek başlarına değer yaratamayacaklarının bilincinde olan organizasyonları ödüllendirecek. 15
ERDAL TALU
2.
3. 4.
5.
6.
7.
16
Endüstri toplumu, belirleyici özelliği olarak nasıl bir şeyler inşa etmek üzerine kurulduysa, sosyal toplum da kişiler, fikirler ve süreçler arasında bağlantı kurmak üzerine yükseliyor. Eskiden güç, büyük kuruluşların tekelindeydi. Bugün güç, toplumda birbiriyle bağlı bireylerden geliyor. Güç aynı zamanda sizin diğerleriyle çalışma tarzınıza bağlıdır. Çok sayıda yaratıcıya bir platform sunmayı başarmak gibi. İşbirliği kontrolden daha büyüktür. Merkezi kararlar yerine yaygın katkılar, karar alma süreçleri ve sahiplenme söz konusudur. Biricik olanı kutsayın. Her bireyin katkısı tek ve biriciktir. Onun yeteneklerini, tutkularını, özlemlerini ve amaçlarını kapsar. Onun kendisine özgü bakış açısı, yaşamı boyunca edindiği deneyim, öngörü ve vizyonun sonucudur. Başka hiçbir kimse onun yerini dolduramaz. Bütün yeteneklere olanak sağlayın. Artık herkes, önceden bir onay almaksızın yaratabilir ve katkıda bulunabilir. Bu temel değişim, bireylerin bir araya geliş ve organizasyonların değer yaratma biçimlerini de değiştirmektedir. Her türlü yaş, cinsiyet, kültür ve cinsel yönelim farklılıklarını aşan bu katılım ihtiyacı, yeni sorunlara olduğu kadar, eski sorunlara yeni çözümler bulmak için de bir zorunluluk olmaktadır. Müşteriler eş yaratıcılara dönüşüyor. Giderek daha çok sayıda şirket müşterilerini, sadece değer zincirinin sonundaki alıcılar olarak konumlandırmak yerine, inovasyon çabalarındaki birlikte yaratma partnerleri olarak kucaklıyor. Sosyal çağda erişim ve bağlantı, âşık olmak gibi romantik bir elektriklenme, bağlılık, çabalama ve birlikte yaratma olarak anlaşılmaya başlanıyor. Bunlar birinin, diğeri tarafından kolayca kontrol edilebileceği şeylerden öte, bir araya geliş sürecidir. Ve ilişkiler yeni şeyler denemekten, kimi zaman başarısızlıklardan, hatalardan ve ardından gelen affedilmelerden ve zorlukları yenme gücünden de besleniyor.
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
8. Uyum yeteneği, insanların ve organizasyonların sosyal çağda başarılı olması için merkezi önemdedir. Psikolojik dilde, uyum yeteneği ve kişisel gelişmede anahtar sözcük esnekliktir. Biyolojideki karşılığı plastikliktir. Sosyal çağda kullanılan terim ise fleksibilitedir. 9. Açıklığa yatırım yapın. Ağlar aracılığıyla açık, birbiriyle bağlantılı fikirlerle güçlü sosyal çağ geliyor. Bu, fikirlerimizi sıkılı yumruğumuzda saklamak ile bir sonraki gelecek olana elimizi açık uzatmak arasındaki farktır. 10. Sosyal amaç, sahiplik duygusunu serbest bırakır. İnsanları birleştiren sosyal amaç bir şirket veya ürün değildir. İnsanları en çok birleştiren, paylaşılan değer veya amaçtır. Para, ne en iyi insanları, ne de insanların içindeki en iyiyi motive edebilir. Oysa amaç bunu yapabilir. İnsanlar bir organizasyonun amacını bilirlerse, ikinci adımı atmak için izin beklemezler. 11. Kimsenin hazır cevapları veya reçeteleri yok. Değişime ve bir sonraki gelecek olana karşı uyanık olun. Dinleyin, öğrenin ve uyum gösterin. Peki, nasıl uyum göstereceğiz? Farklı yetenek ve becerilere sahip bireylerin, yalnız kendi organizasyonumuzun içinde değil, dışında da en geniş işbirliğini nasıl sağlayacağız? İnsanoğlu olarak yaslanacağımız ve güç alacağımız hangi özelliklere sahibiz? Bu sorulara yanıt ararken doğaya ve insanın evrimine bir göz atmaya ne dersiniz…
Doğadaki Olağanüstü Yolculuğumuz Doğaya baktığımızda, kendilerini değişen ortamlarda bulan bazı türlerin uyum sağladığını görüyoruz. Değişime karşılık verme şansı en yüksek olanlar, her şeyden önce gen havuzlarında çok sayıda çeşitlilik bulunanlardır. Herhangi bir finansal danışmanın da size söyleyeceği 17
ERDAL TALU
gibi çeşitlilik, değişimin ne getireceği belli olmayan sonuçlarına karşı sigortadır. Doğa kendi haline bırakıldığında cinsel birleşme, herhangi bir türün gen havuzunda belli bir çeşitlilik seviyesini korumasını sağlar. İnsan dilinin ortaya çıkmasıyla genetik değişime bağlı olmayan bir evrim süreci ortaya çıktı. Artık yayılan sadece genler değil, fikirlerdi ve fikirleri ileten dildi. Dil, enformasyonun neredeyse sınırsız biçimde yeniden üretimini mümkün kılıyordu ve gerçekten bizi belirliyordu. İnsanlık bizlerin uyum yeteneğimizi ve başarılı olmamızı belirleyen yeni bir evrim formu icat etmişti. Harvard Üniversitesi’nde Biyoloji ve Matematik Profesörü, Martin A. Nowak’ın ifadesiyle, “Belki de evrimin en dikkat çekici yönü, rekabetçi bir dünyada işbirliği yaratma kabiliyetidir. Bu nedenle, ‘doğal işbirliğini’, dönüşüm ve doğal seçilimin yanında, evrimin üçüncü temel ilkesi olarak ekleyebiliriz”. Doğal seçilimin nasıl işbirliğine önayak olduğu sorusunun yanıtlanması gerekiyor. Vurgulanması gereken nokta, işbirliğine bir şeyler inşa etmek için ihtiyaç duyulmasıdır. Örneğin insan vücudunda olduğu gibi, hücrelerin sadece çılgınca çoğalmadıkları, ancak ihtiyaç olduğunda kendilerini kopyaladıkları çok hücreli organizmaların ortaya çıkışı, bu nedenle bir tür işbirliğidir. Hücreler arasında işbirliğinin bozulması ve ilkel kendini sürekli çoğaltma programına geri dönüş, kanserdir.
İnsanlar Bencil Yaratıklar mı? İnsan davranışını açıklamakta kullanılan ekonomik model, çok basit olarak tek boyutla ifade edilir: Kişisel çıkar. Bu yaklaşım, neoklasik teori tarafından daha da keskinleştirilmiş ve gerçekte insan davranışlarının yanlış yorumlanmasına yol açtığı gibi, bizzat bu davranışlar üzerinde derin olumsuz etkilere neden olmuştur. Örneğin bu teori insanların, kendi çıkarlarını maksimize etme arayışı içinde sürekli izlenmedikleri, zorlanmadıkları ve cezalandırılmadıkları veya mali teşviklerle satın alınmadıkları durumda, işten kaytarmak için her olanaktan yararlanaca18
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
ğını ileri sürmüştür. Neoklasik ekonominin insan davranışı konusunda vardığı son nokta, Milton Friedman’ın dile getirdiği, bir işletmenin tek amacının, ortaklarının kârlarını ve servetlerini maksimize etmek olduğunu ileri sürmesi olmuştur. Bu yaklaşım, salt ortakların çıkarı için sadece işletmenin yoksullaşmasını değil, fakat aynı zamanda diğer bütün paydaşların, çalışanların, müşterilerin, tedarikçilerin, yerel toplumun ve çevrenin de, gelecek kuşaklar adına yoksullaşmasına neden olmuştur. Ancak farklı toplumlarda yapılan yüzlerce araştırma, insanların işbirliğine yatkınlığının sanılandan çok daha önce başladığını ortaya koyuyor. Temelde bencil yaratıklar olduğumuz, karşılıklı çıkar için çalışmak durumunda kaldığımız ve dolayısıyla toplumun bu bireycilik temelinde işlediği efsanesinin geçersizliği gözler önüne seriliyor. Böylece yerleşik toplumsal yapılarımızın, hiyerarşik ve sürekli kontrole dayalı iş modellerimizin, cezalandırıcı yargı sistemlerimizin üzerinde yükseldiği temel çöküyor; insan doğasının bireycilik üzerinde yükseldiği, bizi sadece çıkarlarımızın motive ettiği bilgisi geçersizleşiyor. Çeşitli disiplinlerde düzinelerce topluluk üzerinde yapılan yüzlerce çalışma, temel bir kalıbı ortaya koyuyor. Herhangi bir deneyde, insanların yaklaşık yüzde 30’u, ana akım görüşün yaygın olarak varsaydığı gibi, gerçekten bencilmiş gibi davranıyor. Ama iş bununla bitmiyor. Çünkü insanların tam yarısı sistematik, anlamlı ve önceden kestirilebilir şekillerde işbirliği yapıyor. Bazıları koşula bağlı olarak işbirliği yaparak iyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle karşılık veriyor. Diğerleri ise zararlarına olsa bile işbirliği yapan, koşulsuz işbirlikçi ya da fedakâr kişiler olarak davranıyor. Çok çeşitli toplulukların ele alındığı geniş bir deney yelpazesinin tümünde bir bulgu dikkat çekmektedir: Kontrollü koşullarda incelenen insan topluluklarının neredeyse hiçbirinde insanların çoğunluğu tutarlı biçimde bencil davranmamıştır. Gerçek böyle olmasına karşın, neden insanlık hakkında en kötüsünü varsayıyoruz? Birincisi, insanın kişisel çıkarı varsayımının kısmen doğru olmasıdır. İkincisi, bencillik ve kişisel çıkar varsayımının ön pla19
ERDAL TALU
na çıktığı tarihsel anla ilgilidir; bu trend ABD’de 1950’li yıllarda ön plana çıkmış ve bunu izleyen otuz yıl süresince giderek güçlenmiştir. Başka bir deyişle, insanların sadece serbest piyasa sisteminin ceza ve teşviklerine yanıt vereceği inancı, eski Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki küresel güç mücadelesinin yaşandığı bir dönem olan Soğuk Savaş sırasında popüler olmuştur. Üçüncüsü, kendimize ve içinde yaşadığımız dünyaya ilişkin basit, açık ve zekice açıklamalar yapma isteğimizdir. Dördüncüsü, basitçe alışkanlık ve bu alışkanlığın algılama ve düşünme biçimimizi çarpıtabilmesidir. Neredeyse iki kuşak, evrensel bencillik terimleriyle düşünmek üzere eğitilmiş ve sosyalleştirilmiştir.
Her Gün Yapmakta Olduğumuz Özverili Hareketlerin Gerekçesi Nedir? İnsanın özündeki bu empati, adalet ya da doğru olanı yapma duygusunu nasıl açıklayacağız? Bunun bir yanıtı, robotlar ya da bencil vahşiler olmaktan çok uzak, mantıklı hesaplara ve kişisel çıkara baskın gelen ahlaki kodlara sahip yaratıklar olmamızdır. Ancak sadece kendimize özgü ahlak kodlarımıza değil, ait olduğumuz toplumun ahlak kodlarına da uymaya güdümlüyüz. Basit ya da karmaşık birçok kültürde bu toplumsal değerlerden biri, başkalarına yardım etmek ve birlikte çalışmaktır. Bu davranış koduna o kadar önem vermemizin ikinci nedeni, basitçe sosyal varlıklar olmamızdır. Genellikle ait olduğumuz kültürün değerlerine uyumlu olarak sosyal çevremizdeki insanlarla iyi geçinmek isteriz. Bunu bazen, başkalarının gözüne girmek ya da bizim nazik ve düşünceli olduğumuzu düşünmelerini istediğimizde bilinçli (bencilce de diyebiliriz) olarak yaparız. Bazense, sosyal olarak neyin uygun olduğu hakkında emin olmadığımızda içgüdüsel olarak çevremizdeki kişilerden ipuçları alırız. Ancak çoğu zaman kültürel töreler ve normlara uymamızın nedeni bize bir kimlik ve içinde bulunduğumuz grup, 20
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
topluluk veya ulusla dayanışma duygusu vermesidir. Bu etmenler zarar görmemize neden olsa bile bizi iyi davranmaya, başkalarına yardım etmeye ya da ortak bir amaca hizmet etmeye yöneltir. Üçüncüsü, bu özverili davranışlarımızın nedeni akılcı varlıklar olduğumuz kadar, hatta belki de daha fazlasıyla duygusal varlıklar oluşumuzdur. İşbirliği her zaman vardı. Birçok türde, arılarda, karıncalarda, maymunlarda ve diğerlerinde görüldüğü gibi, o genlerimizin içindeydi. Avcı-toplayıcı olarak insanın başarısı grup içinde işbirliği yapabilmesine ve grubun çıkarı için işbölümü yapmasına dayanıyordu. İşbirliğinin başarısı, insana ait iki özellikten kaynaklanıyordu: Rasyonel muhakeme yapabilme kapasitesi ve iyiliğe karşı iyilikle yanıt veren, hileyi cezalandıran karşılıklılık içgüdüsü.
Psikoloji, İnsan Davranışlarını Nasıl Etkiliyor? Psikolojinin bir özelliği, insanların sadece kişisel çıkar değil, çok sayıda (çoğu zaman bilinçdışı olan) ihtiyaç, amaç ya da değerin güdümünde davrandığını kabul etmesidir. Dahası psikoloji, davranışlarımızı yönlendiren ihtiyaç, amaç ve değerlerin sabit ya da durağan olmadığını, bir durumdan diğerine değişebileceğini kabul eder. Son olarak psikoloji her insanın aynı ipuçlarına ve bağlamlara aynı şekilde yanıt vermediğini kabul eder. Bireysel farklılıkların ve kişiliğin oynadığı önemli rolü araştırır. Psikolojinin insan davranışları üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla birçok deney yapılmıştır. Ross’un uyarladığı oyunun özelliği şöyledir: Gruplardan birine “Topluluk Oyunu” adında bir oyun, diğer gruba ise “Wall Street Oyunu” adında bir oyun oynanacağı söylendi. Kurallar ikisinde de aynıydı; parasal sonuçlar da, tek fark oyunun adıydı (başka bir deyişle oyunun çerçevesi). Sonuçta insanların işbirliğine istekli olmaları oyunu hangi ad altında oynadıklarıyla bağlantılı olarak çarpıcı bir farklılık gösterdi; “Topluluk Oyunu” oynadıkları söylenenler kararlarının 21
ERDAL TALU
yaklaşık yüzde 70’inde işbirliği yaparken, “Wall Street Oyunu” oynadıkları söylenenler sadece yaklaşık yüzde 33 oranında işbirliği yaptılar.
İşbirliğini Tetikleyen Sosyal Dinamikler İtibar ve sosyal iletişim ağlarının ekonomik faaliyette kritik önem taşıdığı düşüncesi, yaklaşık kırk yıl kadar önce sosyal kapital kavramını ilk öne süren Mark Granovetter’in Bir İş Bulmak (Getting a Job) adlı kitabının temelini oluşturuyordu. Buradaki düşünce basittir. Sizi bir eleman ya da müdür olarak daha değerli yapan bazı şeyler vardır ve bunlar eğitiminiz, beceriniz ya da çabanızla değil, sadece sosyal ilişkilerinizle ilgilidir. Başka bir deyişle, birilerini tanıyan insanların adlarıyla dolu bir adres defteri ekonomik bir servettir. Sosyal kapital daha iyi işbirliği sağlayan üç önemli sosyal dinamikten biridir. Sosyal kapital dolaylı yollarla takas edilebilir ve bunun en bilinen şekli itibardır. İnsanların çoğu nazik, cömert ve güvenilir olmanın yararlarını bilir; gerçekten de ekonomik deneylerde insanlar, davranışlarının deneye katılan diğer kişiler tarafından görüldüğünü fark ettiklerinde daha iyi işbirliği yapar, çünkü geçmişte başkalarına iyi davranmış bir kişi olarak tanındıklarında daha sonra başkalarının da kendilerine daha iyi davranmasını beklerler. Başka bir kritik etmen sosyal öğrenmedir. Hiç farkında olmasak bile çevremizdeki insanlarda gözlemlediğimiz davranışlar, bizim davranışlarımızı da etkiler. İşbirliği konusunda rol oynayan başka bir sosyal dinamik daha vardır. Bu bizim başkalarıyla dayanışma duygusu içinde olma, bir topluluğun parçası olduğumuzu hissetme ve bu topluluk ya da grubu, toplumun iyiliği için kendi çıkarımızdan vazgeçmeye hazır olacak kadar önemseme kapasitemizdir. Göründüğü kadarıyla başkalarına ihtiyaç duymak üzere programlanmış varlıklarız. Sosyal yalıtım kadar insana kendini güçsüz hissettiren ve acı veren çok az ceza vardır (bu nedenle tecrit hapsi bir cezaevinde bile en büyük cezadır). 22
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
İşbirliğini güçlendirmek için kullanılan stratejiler dikkate alındığında, bunların içinde en etkili olanların bir topluluk ve sosyal bağlantı hissi yaratanlar olduğu görülecektir. Biz birey olduğumuz kadar sosyal varlıklarız. Her iki eğilimimizi de gerçekleştirmemize izin veren sistemler, bizi bunlardan sadece biri olarak ele alan sistemlerden daha iyi çalışır.
Önemli Bir İnsani Vasfımız: Empati Empati hakkındaki en kapsamlı çalışmalardan bazılarını gerçekleştiren psikologlar Martin Hoffman ve Nancy Eisenberg, bunu başka bir insanın duygusal durumunu belirlememizi ve ardından aynısını yaşamamızı sağlamak üzere ortak çalışan bilişsel ve duygusal yanıtların bir birleşimi şeklinde tarif etmişlerdi. Empati, sempati ya da basitçe başka birisi için üzülmekten farklı olup, gerçekten o kişinin deneyimini ve duygusunu aynı şekilde yansıtma yetimizi ifade eder. Biz böyleyiz. Başkalarının acısını kendi acımız gibi hissederiz. İnsan olarak bizler, başkalarına önem veririz. Çocuklarımıza ve anne babamıza önem veririz. Kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı ve meslektaşlarımızı önemseriz. Çoğumuz bir dereceye kadar hiç tanışmamış olduğumuz insanları, hatta bir filmdeki karakterler gibi gerçek olmayan insanları da umursarız. Aramızda, bir savaş bölgesinde harabelerin ortasında duran çocuk ya da kasırganın yerle bir ettiği ev ya da dünyanın öbür ucunda ağlayan bir anne görüntüsüne baktığında en azından bir parça şefkat ve empati duymamış biri var mıdır? İnsan olarak içgüdüsel ve duygusal bir tepki verir, o insanların acılarını paylaşırız.
İşbirliğinde Hiçbir Şey İletişim Kadar Belirleyici Rol Oynamaz İktisatçılar konuşmanın “ucuz” olduğunu düşünmeyi sever. Demek istedikleri, karşıt çıkarları olan insanlar birbiriyle konuştuğunda, iş, sözlerin verildiği ve paranın el değiştirdiği bir sözleşmeye bağlanmazsa, 23
ERDAL TALU
konuşmalarının hiçbir değeri olmadığıdır. Ancak gerek deneylerde gerekse gerçek dünyada konuşma hiç de “ucuz” değildir ve anlamsız olmaktan çok uzaktır. Günlük yaşamlarımızda insanlarla iletişim kurmak ve etkileşime girmek için epey zaman ayırırız. Bu etkileşimler davranışlarımızı yönlendirmede büyük rol oynar. David Sally’nin 1990’lı yılların ortasında yaptığı bir çalışmada, on yılları kapsayan bir süre içinde binlerce kişi üzerinde gerçekleştirilen yüzden fazla sosyal ikilem deneyinde tutarlı biçimde aynı bulgular elde edilmiştir: Katılanların yüz yüze iletişim kurmalarına izin verildiğinde işbirliği düzeyleri yüzde 45 artış göstermiştir. Doğası gereği rekabet içeren ortamlarda iletişimin dayanışmayı nasıl kolaylaştırdığını gösteren gerçek yaşamdan başka bir örnek, son yirmi yıllık süre içinde hukukta özellikle arabuluculuk yoluyla alternatif anlaşmazlık çözümünün giderek önem kazanmasıdır. Arabuluculuk uyuşmazlıkların, yasaların soğuk dili yerine karşılıklı birbirini tanıma, anlama ve fikir alışverişiyle çözüldüğü bir modeldir. CouchSurfing (Yatak Gezgini) tüm dünyada yarım milyon insan tarafından kullanılan, yabancı bir şehirde kalacak bir yer arayan yolcularla onları ağırlamaya istekli kişiler arasında bağlantı sağlayan bir sitedir. Bu insanların sabit ya da karşılıklı anlaşmayla belirlenen bir fiyat üzerinden odalarını kiraladıkları bir kiralık oda hizmeti değildir; ödeme yapılmasını yasaklar. Buna karşılık gezginlerin hediye getirmelerini, ev işlerine yardım etmelerini ya da parasal olmayan başka bir karşılıkta bulunmalarını teşvik eder. Şimdi, bu düzenleme konuk için elbette anlamlıdır. Kim yabancı bir şehirde bedava kalacak yer istemez ki? Peki, ama ev sahibini, evini tamamen yabancı birisine (baltalı bir katil, hırsız ya da sapık olması pekâlâ mümkün biri) parasız olarak sunmaya teşvik eden nedir? Geleneksel akıl, sitede sayısız gezgin adayı, buna karşılık ciddi bir ev sahibi kıtlığı olacağını varsayacaktır. Ancak durum böyle değildir. Neden? Çünkü CouchSurfing, kendisini bir iş olarak değil seyahat etmek, başka kültürleri öğrenmek vb gibi ortak ilgi alanları ve değerleri olan insanlardan oluşan bir topluluk olarak çerçevelemiştir. 24
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
CouchSurfing ve benzeri birçok örneğin ana fikri basittir: İşbirliğinde hiçbir şey iletişim kadar belirleyici rol oynamaz. Konuşma aracılığıyla belirli bir durumdaki tercih, amaç ve isteklerimizi tanımlayabiliriz, karşılıklı empati kurabiliriz, hangi normların uygun olduğunu ve hangi davranış şeklinin adil olduğunu tartışabiliriz ve birbirimize güven duymaya ve birbirimizi anlamaya başlayabiliriz.
Adalet Duygumuz ve İşbirliği Adalet duygusu biz insanlar için önemlidir. Oysa adalete önem vermek, kişisel çıkar arayışından bir sapmadır. Haksızlığa maruz kalmak bizim için o kadar anlamlıdır ki bir bedel ödemeyi göze alarak haksız davrananları cezalandırma isteği duyarız. Sadece sonuçların—kimin ne ve ne kadar aldığı—değil, aynı zamanda niyetlerin adaletine, birinin kasıtlı olarak haksız ya da bencil davranıp davranmamasına da önem veririz. Şans ya da beceriyle elde edilen kazançları daha kolay kabul etmemiz gibi, birinin durumdan çıkar sağladığı haksız sonuçlara kıyasla kimsenin kontrolünde olmayan nedenlere bağlı haksız sonuçlara daha iyi katlanabiliriz. Tıpkı adil ve cömert görünmenin önemli olduğu gibi, toplumsal açıdan uygun görünmemizin de bizim için büyük önem taşıdığını düşündüren birçok kanıt vardır ve bu yetkililere veya yasalara itaat etmekten daha da önemlidir. Normların güdümündeki davranışların etkileyici yönü, insanların “normal” görünen davranışlar açısından başkalarıyla uyumlu olmaya büyük önem vermesidir. İyilik ve işbirliği her zaman eşanlamlı sözcükler değildir. Gerçekten de insanların birbirlerine karşı giriştiği bazı en gaddar ve insanlık dışı eylemler, derin bir “işbirliği” içindeki kişiler tarafından yapılmıştır. Başka bir deyişle işbirliği eğilimimiz bizi evrensel anlamda “iyi” yapmaz. Buna karşılık kültürel ipuçlarına yanıt vermemizi ve çevremizdekilerle dayanışma, empati ve güven duyguları yaşamamızı sağlar. 25
ERDAL TALU
İnternet ve Sosyal Medyada Gelişen Olağanüstü İşbirliği Olanakları İnternette sosyal üretimin başlaması, bize daha önce hiç olmadığı kadar çok daha yeni, daha ucuz, daha kolay ve daha verimli işbirliği platformları sağlamıştır. Web üzerinde insanlar her gün gönüllü işbirliği yapmaktadır. Google’da yabancılara sorular sorabilir, tanımadığımız ve hiçbir zaman tanımayacağımız insanlardan ücretsiz olarak yanıtlar alabiliriz. İnternette küçük ya da büyük, gönüllü, üretken çabaları günlük yaşamımızın bir parçası haline getiriyor, aynı şeyi yapan başkalarının katkılarını kullanıyor ve bunları geliştiriyoruz. En çok ziyaret edilen ve bağlantı kurulan yirmi web sitesinin neredeyse hepsinin Google ya da Yahoo! gibi arama motorları, Facebook gibi sosyal ağ siteleri ya da Wikipedia, YouTube, Flickr gibi kullanıcılar tarafından yaratılan enformasyon ve eğlence siteleri olması, bunu açıkça gösteren basit bir ölçümdür. Bu örneklere baktığımızda insanların gerçekte adil düzenlemeler oluşturmakta ve pratikte kendi kendilerini yönetmekte oldukça başarılı olduğunu görüyoruz. Bunlar genel kabul gören normlar sayesinde olmaktadır. Günümüzdeki bilgi ekonomisine göre en değerli kaynaklar olan enformasyon ve bilgiyi, en yüksek düzeye yükseltmenin en iyi yolu, iletişim ağındaki milyonlarca insanın bilgilerini bir araya getirerek yeni ürünler, fikirler ve çözümler yaratmak üzere birlikte çalışmasıdır. Başarılı normların bu tür bir işbirliğini nasıl örgütleyebileceğini gösteren en iyi örnek Wikipedia’dir. Wikipedia kadar iyi çalışan sistemler tasarlamakla ilgilenenlerin sorması gereken soru, insanların kabul edeceği ve izleyeceği normları, yukarıdan bir otorite tarafından düzenleme yapılmadan nasıl oluştururuz sorusudur. Bunun bir yolunun topluluğa katılanlara kendi normlarını belirlemek için serbestlik tanımak olduğu açıktır. Burada önemli olan nokta insanların kendilerinin koyduğunu ya da özgür tercihleri olduğunu düşündükleri oyun normlarına daha 26
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
kolay uymasıdır. İnsanların özerklik duygusunun korunması, işbirliğinin güçlenmesi açısından önemli bir gereksinimdir. Wikipedia, Google, Amazon, Flickr, YouTube gibi iş modellerinin hepsinin temelinde katılımcıların işbirliği vardır. Yeni dünya düzeni bu işbirliği üzerine inşa ediliyor. Bizlerin gönüllü katılımıyla hayat bulan sosyal ağlar, bize bugüne kadar öğretilen ekonomi disiplininin temel varsayımlarıyla taban tabana zıt bir dünya yaratıyor. İnsanlar bu ağlarda hiçbir çıkar beklemeden zamanlarını, emeklerini, inandıkları bir amaç uğruna harcayabiliyorlar. Bu gelişmeler, “insanın akılcı olduğu, parasal bir karşılık olmadan hiç emek harcamayacağı” varsayımını dışlayan iktisat öğretisine karşı yeni bir dünya düzeni oluşturuyor.
Enformasyon ve İletişim Teknolojisinin Katkıları Jeffrey Sachs Ortak Zenginlik: Kalabalık Bir Gezegen için İktisat adlı kitabında enformasyon ve iletişim teknolojisinin (EİT) sürdürülebilir kalkınmaya yaptığı sekiz belirgin katkıyı sıralar. Bunların hepsi de işbirliği özelliği taşımaktadır. Bu kazanımlardan ilki bağlantılılıktır. Günümüzde artık dünyadan uzak durma olanağı kalmamıştır, radyo ve televizyonun yerini cep telefonu almıştır. İkinci katkı, bağlantılılıktaki artışın uzmanlaşmayı çoğaltmasıyla hepimize küresel tedarik zincirine katılma olanağı sağlayan işbölümünün gelişmesidir. Bunun ardından mesajların, geniş ağlara yayılarak anında milyonlarca insana ulaşmasını sağlayan ölçek geliyor. Dördüncüsü kopyalamadır: “EİT, örneğin online eğitim ya da üretim spesifikasyonları gibi standartlaşmış süreçlere uzak çıkış noktalarına anında erişim olanağı sağlar.” Beşincisi, hesap verebilirliktir. Bugünün yeni platformları artan denetleme, izleme ve değerlendirmeye, demokrasiyi ilerletmekten online bankacılığa ve teletıbba kadar pek çok şeye kapı açan bir gelişmeye izin verir. Altıncısı internetin, Wired dergisi yayın yönetmeni Chris Anderson’un deyişiyle “uzun kuyruk” ekonomisini olanaklı kılan alıcı ve satıcıyı bir araya ge27
ERDAL TALU
tirme kabiliyetidir. Yedincisi sosyal ağları kullanarak “ilgi toplulukları” kurmaktır. Sekizinci katkı ise EİT’in eğitim ortamını küreselleştirmesi, aynı zamanda da müfredatı bir insanın isteyebileceği her enformasyon parçasına kadar güncellemesini mümkün kılmasıdır. İnternet, tarihte hem sosyal gruplara hem de iletişime aynı anda imkân sağlayan ilk mecradır. Telefon, teke tek haberleşmeyi mümkün kıldı. Televizyon, radyo, dergiler, kitaplar ise “tekten çoka” iletişimi olanaklı kıldı. İnternet ise “çoktan çoka” iletişim sağlıyor. Bir medya, ilk defa bu tür bir iletişime doğası gereği imkân tanıyor. Bu, büyük değişikliklerden birincisi. İkinci büyük değişiklik, medya dijitalleştikçe, internetin de bütün diğer medya formları için taşıyıcı unsur haline gelmesidir. Yani, telefon görüşmeleri internete taşınıyor. Dergiler internete taşınıyor. Filmler internete taşınıyor. Bu da, bütün farklı medyaların, diğer medyalarla kapı komşusu olması anlamına geliyor. Medya gittikçe sadece bilgi kaynağı olmaktan çıkıp, bir koordinasyon alanı haline geliyor. Bir zamanlar sadece dinleyen, izleyen veya duyan gruplar artık bir araya gelip birbirleriyle de konuşabiliyorlar. Üçüncü büyük değişiklik de, Dan Gilmore’un ifadesiyle, eski takipçi kitlesinin artık sadece tüketici değil, aynı zamanda üretici de olmasıdır. Çünkü aynı teçhizat, telefon, bilgisayar, hem tüketip hem de üretmeye imkân tanıyor. Bu, her kitabın yanında hediye baskı tezgâhı verilmesi gibi. Veya doğru tuşlara bastığın zaman telsize dönüşen bir telefonun varmış gibi. Evrim sürecinde yaklaşık 530 milyon yıl önce yaşanan Kambriyen Patlamayla, çok hücreli hayvanların biyolojik inovasyonunun büyük ölçüde hızlandığı bir dönem boyunca, bugün gördüğümüz türlerin ortaya çıkmasını sağladığına inanılır. Bugün de başka tür bir Kambriyen Patlamanın arifesindeyiz. Bugün mevcut ve gelecek şekliyle küresel bağlanırlık, çok hücreli inovasyondur ve sayısız deneye hayat verecektir.
28
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
İnsanı Motive Etmek ve Yaratıcılığını Harekete Geçirmek Yarın rekabetin nereden geleceğini ve rakibin sizin bilmediğiniz neleri bileceğini artık kontrol etmek imkânsızlaşıyor ya da havuç ve sopa kullanarak insanları motive etmeye çalışmak etkili olmuyor. İnsanların motivasyonu için bağlılık, iletişim ve ortak bir amaç ve kimlik duygusuna dayanan sistemler gerekiyor. İçsel motivasyonun kişisel çıkarla nasıl kesiştiği kritik önem taşıyan ve karmaşık bir sorudur. İnsanların kişisel çıkarları doğrultusunda hareket ettiği yönündeki egemen görüşe karşı çıkmak başka, tüm hareketlerimizin tamamen özverili olduğunu hayal etmek başkadır. Sadece anlaşıldığı kadarıyla, kişisel çıkar bizim için daha önce düşünüldüğünden çok daha az ölçüde bir motivasyon oluşturmaktadır. O nedenle maddi ve toplumsal motivasyonlar her zaman birlikte iyi çalışmaz. Ödüller ve cezalar çoğu zaman içsel motivasyonlarımızı dışlar ya da ortadan kaldırır. Yakın zamanlarda temelde gönüllü bir bağış sistemi uygulayan İsveç’te gerçekleştirilen bir çalışmada, kan bağışı için para önerildiğinde kadınların katkısının anlamlı derecede azaldığı, buna karşılık erkeklerin katkısında bir azalma olmadığı belirlendi. Verilen parayı çocuk sağlığıyla ilgili bir vakfa bağışlama fırsatı verildiğinde kadınların katkıları başlangıçtaki düzeye döndü. Bir akşam yemeği verdiğinizi düşünün. Konuklardan biri gelirken yanında güzel bir şişe şarap getiriyor. Bir başkası ise yemeğin sonunda masaya elli dolarlık bir çek yapıştırıyor. Sanırım birinci konuğun jestini düşünceli, ikincisinin davranışını ise inanılmaz derecede terbiyesiz, hatta hakaretamiz bulursunuz. Ama neden? Şarap bir hediye ya da teşekkür olarak görüldüğünden sosyal ve kabul edilir bir karşılıktır, buna karşılık elli dolar bir iş takasıdır ve kesinlikle sosyal değildir. Günümüzde giderek daha çok inovasyona ve teknolojik gelişmelere bağımlı hale gelen bilgi ekonomisinde dünyanın belli başlı üniversitelerinde ders veren önde gelen araştırmacılar Merck ya da Microsoft gibi 29
ERDAL TALU
şirketler için çalışsalardı çok daha yüksek maaşlar alırlardı. Buna rağmen dünyadaki en nitelikli, zeki, yaratıcı ve eğitimli insanlar becerilerini özel sektörde kullanmak yerine akademisyen olarak çok daha az kazanmaya razı oluyorlar. Neden böyle yapıyorlar? Bunun nedeni büyük ölçüde akademik ortamda yaratıcılık, merak, keşif ve ortak bir hedef yolunda birlikte çalışmanın ödüllendirilmesidir ve bu ödül her zaman maddi değildir. O zaman Google gibi önde gelen teknoloji şirketlerinin giderek daha fazla kampus benzeri bir ortam oluşturmaya başlamasına hayret etmemek gerekir. Bu ortamda yaratıcılık ve oyun için çok daha fazla fırsat, kendi projelerini geliştirmek için çok daha fazla özgürlük bulunmakta ve topluluğa bağlılık çok daha fazla vurgulanmaktadır.
Kurumsal Yapı Yerine İşbirliği Platformu İnsanları ortak çalışmaya nasıl katabiliriz? Klasik cevap, bir kurum yaratmaktır. İnsanları, açıkça belirtilmiş amaçları olan, önceden hazırlanmış bir yapının içine yerleştirmek. Bu yöntemin yarattığı bazı ciddi sıkıntıları vurgulamak gerekiyor. Öncelikle, bir kurum yarattığınız zaman, karşınıza bir yönetim problemi çıkar. Sadece çalışacak insan almanız yetmez. Bunları yönetecek ve kurumun amaçları yönünde yönlendirecek başka çalışanlara da ihtiyacınız olur. Ayrıca bu yapıyı tasarlamanız gerekir. Ekonomik bir yapınız olması gerekir. Ayrıca fiziksel bir yapı da gerekir. Bunlar hep maliyet demektir. Üçüncü olarak, kurum yaratmak, kendiliğinden dışlayıcıdır. Oysa Flickr yöntemini kullanıp da işbirliğini, altyapının içine yerleştirirseniz, insanları olduğu gibi bırakırsınız. Bireyleri probleme göndermek yerine, problemi bireylere getirirsiniz. Bir grup içinde işbirliği yaratabildiğiniz zaman hem kurumsal sıkıntılardan kurtulursunuz, hem de aynı sonucu elde edersiniz. Gönüllü çaba olduğunda kurumsal yetkiyi, insanların katkılarını biçimlendirme hakkını yitirirsiniz, ama kurumsal maliyet de kaybolur ve esneklik sağlarsınız. 30
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
Klasik bir çalışmada Karim Lakhani ve Robert Wolf açık kaynak yazılım geliştirme projelerine katılmanın en sık rastlanan nedeninin (yanıt verenlerin yüzde 44’ü tarafından bildirilen) sadece keyif almak ya da sağladığı entelektüel uyarımdan zevk duymak olduğunu belirlediler. İkinci önemli neden beceri geliştirmekti. Yaygın olarak bildirilen başka bir motivasyon nedeni daha normatifti. Yazılım geliştirenlerin üçte biri “kaynak kodunun açık olması gerektiği” görüşündeydi. Başka bir deyişle bu kişiler yapılması gereken doğru şey olduğunu düşündükleri için katılmaya karar vermişlerdi. Çalışma grubunun ayrıca yüzde 28’i kendilerine bu kadar önemli araçlar sunan bir topluluğa karşılık olarak bir şeyler verme zorunluluğunu hissettiklerini bildirdiler. Aynı zamanda dayanışma ve grup kimliği de önemli bir rol oynuyordu. Demek ki insanlar doğru olanı yaptıklarını, katkıda bulunmanın adil olduğunu, kimlik ve topluluk duygularını güçlendirdiğini ve basitçe keyifli olduğunu düşündükleri için zaman ve çabalarıyla karşılıksız olarak katkıda bulunmaktaydı. Günümüzde hızlı inovasyon sürdürülebilir tek üstünlüktür. Zirveye çıkma yarışında kurumsal hiyerarşilerinin dışına bakamayan ve tüm çalışanlarının fikir ve katkılarını kullanamayan şirketlerin geride kalması kaçınılmazdır. En başarılı olanlar, inovasyonun her yerde ortaya çıkabileceğini bilenlerdir. Sadece yönetim kurulu odalarında ya da araştırma geliştirme laboratuvarlarında değil, fabrikanın üretim katından satış masasına kadar her yerde. Bu şirketler aynı zamanda çalışanlarına beyinsiz robotlar gibi davranan bir kuruluşta sürekli öğrenme ve inovasyon diye bir şey olmayacağını da bilir. Böyle bir süreç yalnızca işe aldığı herkesin çeşitli sezgi, beceri ve yeteneklerini hoş karşılayan ve teşvik eden kuruluşlarda gerçekleşebilir.
İnsanlardan Verebileceği Kadarını Almak Çeşitli motivasyonlarımızı kontrol ederek kullanan sistemler, sadece maddi kazançlara önem veren kişiler için inşa edilen ve diğer motivas31
ERDAL TALU
yonları kendi haline bırakan sistemlere göre hem daha üretken hem de insan deneyimiyle daha tutarlıdır. Bunu yapmanın en iyi yollarından biri asimetrik katkılara, başka bir deyişle bazı insanların çok, bazılarının görece az katkıda bulunmasına izin vermektir. İnsanların ne kadar küçük olursa olsun, internet aracılığıyla verdikleri gönüllü katkılarla nelerin başarılabileceğine dair sayısız örnek vardır. Bu örnekler üretimden politikaya, sosyal yaşamın bütün alanlarını kapsamaktadır. Politik yaşamda hangi sonuçlara yol açtığını anlamak için Mısır’da Arap Baharı sırasında yaşananlara ve Barack Obama’nın ilk seçim kampanyasını kazanırken sosyal medyayı nasıl kullandığına bir göz atmak yeter.
İşbirliği ve Değişim Araçları Clayton Christensen işbirliği ve değişim araçlarını, bir organizasyonun üyesi insanların “ne istedikleri” (amaç birliği) ve bunu “nasıl elde edecekleri” (amaca ulaşma yöntemleri) konusunda ne kadar uzlaştıklarına bağlı olarak iki eksenli bir “anlaşma matriksi” aracılığıyla açıklar. Bir organizasyonun üyesi insanlar, eğer bu iki konuda çok sınırlı bir konsensusa dayanıyorlarsa, bu durumda ortaya çıkan yegâne araç, baskı, zorlama, tehdit ve buyruklara dayalı “güç araçlarıdır”. İnsanlar arasında ne istediklerine dair konsensus zayıf, buna karşılık bunu nasıl elde edeceklerine dair konsensus güçlü ise işbirliğini sağlayacak araçlar olarak koordinasyon ve usullere odaklanmış yönetim araçları önem kazanır. Bu yönetim araçları, standard kurallar, eğitim ve ölçme sistemleridir. Organizasyonun üyeleri arasında ne istediklerine dair konsensus güçlü, ancak bunu nasıl elde edeceklerine dair farklı yaklaşımlar varsa, usuller ve kurallardan çok sonuca odaklanmış liderlik araçları öne çıkar. Vizyon, karizma ve rol modelliği, liderlik araçlarının önemli unsurlarıdır. 32
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
Organizasyonun üyeleri arasında hem ne istedikleri hem de bunu nasıl elde edeceklerine dair güçlü bir konsensus varsa işbirliği aracı olarak kültürel araçlar belirleyici olur. Bu organizasyon, kendi kendini yöneten organizasyondur. Ancak bu çok güçlü özellik, onların aynı zamanda değişime karşı hayli dirençli olmalarına da neden olur.
İnsan Olarak Bizi Farklı Kılan Doğanın evrimine baktığımızda, homo erectus’tan homo sapiens’e evrilen 2 milyon yıllık süreç içinde atalarımız, doğadaki rakiplerine oranla fiziksel özellikler bakımından ne daha güçlü ne de daha hızlıydılar. Tür olarak ayakta kalmamızı ve radikal biçimde değişen doğa koşullarına adapte olmamızı sağlayan, giderek bizi öne çıkaran en temel özelliğimiz, birbirimizle iletişim kurma ve işbirliği yapma becerilerine sahip olmamızdı. Gerçekte türümüzün akıllı yaratıklar olarak evrim göstermesi başlangıçta çevredeki fiziksel zorluklardan çok sosyal zorluklarla başa çıkma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Alet yaptığımızdan dolayı zeki olmadık, birbirimizle iletişim kurabildiğimiz ve arkadaş olabildiğimiz için zeki olduk. Başlangıçta sözlü, daha sonra yazılı dil aracılığıyla kişisel deneylerimizi birbirimize ve sonraki kuşaklara aktarabildiğimiz ve birbirimizden öğrenebildiğimiz için böyle olduk. Sosyal ilişkilerimizin bize kazandırdıkları aklımızda ve genlerimizdedir. Aynı zamanda vücudumuzun kodlarındadır. Dostlarımız yanımızdayken vücudumuzun kan basıncı düşer, onlar varken daha az ilaca ihtiyaç duyarız ve öldüklerinde kendi sağlığımıza zarar verecek kadar derin bir keder duyarız. Ve toplum aklımızı, bedenlerimizi (biyolojik varlığımızı) ve genlerimizi değiştirmeye devam ediyor. Genlerimizin bencil olduğu savı gerçeği yansıtmıyor. “İnsanların toplumun iyiliği için cömertçe ve özveriyle işbirliği yaptığı bir toplum inşa etmek istiyorsanız, biyolojik doğadan çok az şey beklemelisiniz” 33
ERDAL TALU
düşüncesinin doğru olmadığı artık görülüyor. Son yıllarda evrimsel biyolojinin, insanlarda işbirliği sürecinin evrimini açıklamak amacıyla geliştirdiği modeller yeni bilgilere ulaşmamızı sağlıyor. Göründüğünden çok daha karmaşık varlıklarız.
Geleceğimiz İşbirliğine Bağlıdır Yeni bir çağın eşiğinde insanlık, eski ve yeni bir dizi sorunla karşı karşıyadır. İklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi, süregiden ekonomik kriz, artan işsizlik, ülke içinde ve ülkeler arası sürekli artan gelir eşitsizliği ilk aklımıza gelenler. Çoğu küresel bir nitelik kazanan bu sorunlara çözüm üretebilmesi ve 21. yüzyılda sadece türümüzün değil, gezegenimizin de tüm canlı ve cansız doğasıyla birlikte varlığını sürdürebilmesi, bir kez daha insanoğlunun işbirliği yapabilme becerisi ve kapasitesine bağlı kalıyor. Türkiye de bir yandan gelişmekte olan bir ülke olmanın zorlukları ve sınırlamalarına, bir yandan da yeni çağın meydan okumalarına yanıt vermeye çalışıyor. 21. yüzyılın yeni sorunlarına nasıl bir vizyonla yanıt verileceği, bu ülkede yaşayan insanların geleceğini birkaç kuşak boyunca belirleyecek. Diğer yandan Türkiye, 200 yıla varan sancılı modernleşme çabalarının tarihinden bugünlere çözülmeden gelen eski sorunları, korkuları ve hatalarıyla da yüzleşmek zorunda kalıyor. Kürt sorununu çözmek, demokratik ve sivil bir anayasa yapmak, daha açık bir ifadeyle farklılıklarımızla birlikte ortak yaşamımızı, hangi değerler ve normlar etrafında inşa edeceğimize birlikte karar vermek, artık daha fazla ertelenemez görevler olarak önümüzde duruyor. Bu sorunların çözümü üzerine konuşurken ortalık mutabakat sözcüğünden geçilmiyor. Ama mutabakatın, bir işbirliği sürecinin sonucu olduğunun ne kadar farkındayız, tartışılır. Mutabakattan söz ettiğimiz yerde genellikle “kendi doğrularımızı” ve “ötekilerinin yanlışlarını” anlatıyoruz. Halbuki, insanlığın bütün ev34
GELECEĞİMİZ İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR
rim süreci boyunca geliştirdiği işbirliği süreci, aynı zamanda diğerleriyle iletişim kurma, birbirini anlama ve karşılıklı empati kurma sürecidir. Asıl önemlisi, insan olarak değişme sürecidir. İşbirliği süreci içinde tercihlerimiz değişir, birbirimizi anlamak aynı zamanda varolan durumu, daha farklı bir çerçevelendirme ve bağlantı içinde görmek demektir. Çerçevelendirme değişince, insan davranışı da değişir. İşimizin kolay olmadığı çok açık. Türkiye toplumu üzerine yapılan çeşitli sosyolojik araştırmalarda birbirimizle iletişim kurma ve güven duyma konusunda hayli gerilerde olduğumuz biliniyor. Daha yeni yeni konuşmaya, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Hatta üzerinde yaşadığımız bu kadim topraklarda doğan çok çeşitli medeniyet ve kültürlerin, ortak tarihsel ve kültürel mirasımızın büyük çoğunluğumuz yeni yeni farkına varıyor. Toplumsal hafızamızı ve genlerimizi canlandırmaya çalışıyoruz. Bu sınırlamalar ve zorluklarla eski ve yeni sorunlarımıza çözüm bulmak zorundayız. Ancak bir gerçek bütün açıklığıyla önümüzde duruyor. Dünyanın ve Türkiye’nin geleceği, rekabetçi ve erkek egemen ideolojik çerçeveyi ne kadar aşabileceğimize ve işbirliğine, onun gereksinimlerine ne kadar odaklanabileceğimize bağlıdır.
35