BİR SG P DERGİSİDİR
I AĞUSTOS 2015
previously on
Y
eni sezon Eylül olarak bilinir, biz de böyle kabul ederdik, bu Ağustos’a kadar.. Bu sene yeni sezon telaşımız sonbahar yapraklarını beklemedi. Çantamızın küçük gözlerinde kalan deniz kumları daha dururken başladı koşuşturmamız. İtiraf etmeliyiz ki, bu telaş bize iyi geliyor, bizi besliyor, hızlandırıyor.. Allianz ve Ford yayınları artık SG P’de! Dünya çapında iki büyük markanın kurum içi yayınları ve tüm içerikleri Ağustos itibarıyla SG P’den çıkmaya başladı. İki büyük marka; iki büyük sorumluluk, çokça uykusuz gece, erken başlayan sayısız mesai, sayfalarca araştırma ve bardaklarca kahvedir ve tüm bunlar da hala üretiyoruz demektir. Buyrun, geçtiğimiz ay bizde neler olmuş biraz da sayfalardan anlatalım.. Eylül’de görüşürüz.
ÖNSÖZ
Selda GÜLAY KAPLAN
PAUSE II Önsöz
2-3
Bugün Wes Craven Öldü
6-7
Gölde Kayak Da Ayrı Keyif Gitsek İyiydi
10-13
Yeni Zelanda 14-17 Bir İfşa Hikayesi 20-21 Almost HR 23 SG P Günlüğü
24-25
@sgpproduksiyon
27
8-9
BUGÜN WES CRAVEN ÖLDÜ.. Ahmet Turgay
Elm Sokağı’nı ve Freddy’yi kabuslarımıza sokan adam. Gerçekten de Freddy’i bu denli unutulmaz kılan, hatta nesilden nesile aktarılmasını sağlayan sır neydi ki? Baksanıza ben bile unuttum, ilk film 1984 yılında çekilmiş. Demek ki Freddy tam 30 yıldır kabusumuz. Yani Hitchcock’un gerilim/korku sineması üzerine, Sam Peckinpah yepyeni bir şiddet anlayışını sinemaya taşıyıp (Bkz. Straw Dogs) üzerine Wes Craven de Freddy ile bayrağı dikti diyebilir miyiz? Kimse demese de ben diyorum.
Wes Usta da hakkın rahmetine kavuştuğuna göre yeni yönetmenimiz kim olacak? Kavuk, ya da elektrikli testere kime devredilecek? Aslında sorunun yanıtını hepimiz biliyoruz. Coen Kardeşler, Fargo’da odun kıyma makinesine insan atıp bembeyaz karların üzerine 3-5 damla kan düşürdüğünde bizim salondan epeyce bir uğultu yükselmişti. Şiddetin şiirselliği mi dersiniz, yönetmenin cesareti mi? Kimbilir. Herkes donup kalmıştı. Ama artık kimsenin böyle bir sahne karşısında irkileceğini dahi sanmıyorum. Internet devrimi ile birlikte şiddet de o denli günlük yaşamımızın bir parçası haline geldi ki, teröristler kanlı infazlarını daha da çekici (!) ve izlenir kılmak için büyük Hollywood yapımlarıyla yarışacak sahneler çekiyorlar. Öte yandan G. Amerika infazları internetin diğer çok sevilen(!) kanlı şiddet dolu içerik demetini oluşturuyor. Orada, yaratıcılıktan çok, son derece brutal, acımasız bir şiddet var, amaç yine göz korkutup mesaj iletmek.. Bizden Korksanız İyi Olur. Mesaj kaygısı güden kanlı katliamlar. Fiyuu, olayın geldiği bu noktayı hiç bir kitle iletişimci ya da sosyolog kestiremedi sanırım. Ama durun, Cengiz Han.. Evet, özür dilerim. O, binlerce yıl önce fethedeceği bir sonraki topraklara mesajını benzer yolla iletiyordu. Demek ki yeni değilmiş. Biz kısmen korunaklı bir alandayız. Kurumlara yönelik yayın gerçekleştirdiğimiz için bu denli şiddet tabii ki yayın akışımızda hiç bir biçimde yer bulmuyor. Bulmamalı zaten. Bir anlamda haber küratörlüğü bizimkisi. Ofislerinde yer alan ekranlardan bizi izleyen insanlara, kansız, sanat dolu, teknolojide hemen her gün yeni bir gelişmenin yaşandığı, sağlıkta çığır açan buluşların insan ömrünü uzattığı, hep gülümseten bir dünya sunuyoruz. Hemen kızmayın. Dünyanın her yerinde bu böyle. Kötü haber binlerce yıldır tez yayılıyor zaten. Bari biz içimizi açan güzel haberlere yer verelim değil mi.,. Olmaz ya, başka hiçbir kaynaktan beslenmeden sadece ofis televizyonlarını izleyen biri için dünya ne kadar da güzel, ne kadar yaşanası.
GÖLDE KAYAK DA AYRI KEYİF
İnsanların tatil anlayışı bizce ikiye ayrılır, kendini extreme sporların tekinsiz ama sıcak kollarına bırakanlar (bu grup hayatta da “kaçan kovalanır”a yakındır) bir de o extreme sporlara kendini adamış arkadaşlarının, hamal gibi taşıdığı ekipmanlarla Instagram fotoğrafı çektirenler. Biz ilk gruba seslenmek istiyoruz.
Wakeboard ve Su Kayağı yapan her insanın en bütük sıkıntılarından biri antrenmandır genelde. Özellikle iş hayatı İstanbul’da olanların bu iki spordan kopmamak için, her yaz uçak biletlerinden nadide bir koleksiyon yapmaları gerekebiliyor. Tabi her yer de uygun değil; su düz olacak, su sporlarında tekneyi kullanacak kişi ile ritminiz uyacak falan filan. Haliyle kendinizi geliştirmeniz ve düzenli olarak bu sporu yapmanız büyük fedakarlık ve uğraş gerektiriyordu ki işin içine kablolu kayak girdi. Kablolu kayak bizim için yeni sayılacak bir konsept olsa da aslında 60 yıldır pek çok ülkede kullanılan bir sistem. Bizdeki ilk örneği ise Antalya’daki Hip-Notics, duymuşsunuzdur, kablolarla kayak yapabileceğiniz iki yapay gölü olan bir park Hip-Notics, hatta o kadar başarılı ki Türkiye Şampiyonas’ına da ev sahipliği yapıp, bu konuda ülkedeki en iyi isimleri ağırladı. Hip-Notics’ten sonra pek çok yeni tesis açılsa da İstanbul’a mesafeleri bizi çok motive etmiyordu ki, yakın versiyonu geldi; Göl-Kay. İzmit Çayırköy mevkiinde yer alan GölKay herkes için ideal bir tesis sunuyor. Kendi malzemelerinizi kullanabileceğiniz ve tüm gün antrenman yapabileceğiniz gibi, yeni başlayacaklara uygun ortam da sağlanıyor. Çoccuklar için özel alanı da olan tesis haftanın her günü 09.00-20.00 arası açık.
GİTSEK İYİYDİ ...
Sezon Eylül’de başlar, bu pek çok sektör için geçerlidir, fakat bizim için bu başlangıç tarihi bu sene biraz değişti. Ford ve Allianz gibi iki büyük markanın kurum içi yayınlarının SG P’ye gelmesiyle, sezon bizde Ağustos’a çekildi. Bu da haliyle SG P’nin ikinci izin dalgasına darbe demektir. Çalışmakla ilgili derdimiz yok, ama gidemediğimiz izinlerin de pek keyifli olduğunu söylemeden geçmeyelim istedik. Bu arada bu yazıyla, yayıncılığın uzun vadeli yan etkilerinden biri olan şizofreniye kaç adım daha yaklaştığımızı fark ettik ama tedavi olmayı henüz düşünmüyoruz, biraz işimiz var, bir ara oluruz...
Duygu&Sinan: Bu sene evliliğimizin verdiği yetkiye dayanarak balayı rotamızı, yeşilin, mavinin ve eğlencenin en yavru vatan hali olan Kıbrıs olarak belirledik. Kıbrıs’ın doğası çok güzelmiş, turkuaz denizi, güneşi.. Biz de Google’dan gördük. Bu arada en bilinen tadı olan Şeftali Kebabı hem çok meşhur, hem de damakta ayrı bir tat bırakıyormuş, biz de bir arkadaştan duyduk. Bu arada balayı hatırası olarak rica etsek photoshopla bizi Kıbrıs’a yerleştirebilir misiniz?
Duygu:
Mert:
Yunan adalarının turkuaz deniziyle cennetin varlığına kesin olarak inandım. Bembeyaz evler, insanın içine yaşam enerjisi veren begonviller, metropolde yaşadığını usul usul unutturan kumsallar ve taze deniz ürünleri ile masanın süslendiği restoranlarıyla sıra sıra Yunan adaları. Gerçekten mükemmelmiş Conde Nast Traveller’dan okuduğum kadarıyla.
Sonunda bir sabah temiz havaya uyanmak, Tekirdağ Limanı’nda her sabah taze balık bulmanın keyfi, Kumbağ’da İstanbul stresini sonunda geride bırakabilmek ne mükemmel! Arkadaşlarımın Instagram’ındaki tüm fotoğrafları beğendim.
Berkay: Motorla Türkiye turu mükemmel bir deneyim, internetin ulaştıramadığı görüntüler, ait olduğunuzu sandığınız ama yeni tanıştığınız kültürler çok etkileyici, yani en azından ben National Geographic’te okuyunca çok etkilendim.
Ogün:
Zerrin:
Bütün sene beklediğim, Ege ile beni buluşturan İzmir’i çok özledim. İzmir’in havası bu sene mükemmel, insanı o çok boğan kalabalık, denizde adım atacak yer bırakmayan akın ve şehrin kaosunu taşıyan gürültü yok. Annemler öyle söyledi telefonda.
İnsanların bu uyumayan şehre olan tutkularını şimdi daha iyi anlıyorum. New York, her seferinde daha güncel ve daha taze, Manhattan’ın kargaşası nasıl olur da insanın ruhunu besler? Ya 5. Cadde’de bir kahve molası? O molayı Gossip Girl 2. sezona başlayınca yazacağım.
YENİ ZELANDA KIYMETLİMİSSSS
Bir coğrafyacı, bir gezgin ya da bir belediye başkanı gibi, ülkenin doğal güzelliklerini satırlarca saymaya gerek yok. Bir özet geçersek, yüzölçümünün %30’u milli parklara ayrılmış ve bu doğa harikalarının korunması yasalarla garanti altına alınmış bir ülke Yeni Zelanda. Biz yeşile yaşadığımız gri metropolde hasret kalmış insanlarız sonuçta. Nasıl Rangitata Valley’nin uçsuz bucaksız yollarına düşüp de, uzun bir yolculuğa çıkasımız olmaz ya da volkanik Ngauruhoe Dağı’nın ihtişamını kare kare fotoğraflama hayalimiz? Eğri oturalım, doğru konuşalım. Yeni Zelanda hayatımıza 2001 yılında gişede ve sinema tarihinde patlama yaratan Yüzüklerin Efendisi serisinin ilk filmi olan “Yüzük Kardeşliği” ile girdi. Bu tarihten önce de elbette kimi insanlarca bir uzaklık ölçüsü olarak biliniyordu ama, uçsuz bucaksız yeşil vadilerinin çok da haber değeri yoktu. Hatta haber değerini bırakın, bir de marka değeri elde etti, hem de bir yüzükle.
Yüzüklerin Efendisi serisinin bütün Rivendell çekimleri ve bazı iç mekanların da dahil olduğu çekimler, Kaitoke Regional Park’ın içinde yer alan Hutt Neri’nde yapıldı.
Peki, neden Yüzüklerin Efendisi serisi, Hobbit ve daha pek çok fantastik gişe filmi özellikle Yeni Zelanda’da çekiliyor? Bu sorunun pek çok yanıtı olabilir; fakat Yüzüklerin Efendisi’nin efsanevi yönetmeni Peter Jackson -ki kendisi ülkesi Yeni Zelanda’da turizmi geliştiren kişi olarak da anılıyor- şöyle özetlemiş: “Bu ülke fantastik bir kaliteye ve Eski Avrupa kırsalının özüne sahip. Ayrıca Yeni Zelanda’da çekim yapmak, ABD’de çekim yapmaktan daha ucuz.” Zaten Yeni Zelanda’yı çekimleri için mesken tutmuş diğer filmlere bakacak olursak Jackson’ın yorumunun genelgeçer bir yargı olduğu da ortaya çıkıyor. Avatar, Son Samuray, Narnia Günlükleri, Hobbit üçlemesi ve daha niceleri fantastik ve mistik yönleriyle ön plana çıkıyor. İşte filmlere bu ruhu katan en önemli faktör de Yeni Zelanda’nın efekt kullanmaya ihtiyaç bırakmayan bakir ve gerçeküstü güzellikteki doğası ve tabii bir de dürüst olalım “tamamen duygusal” motivasyonlar. Ülkenin, çekilen filmlerin etkisiyle popülerleşmesinin ekmeğini düğün organizasyonculuğu sektörünün de yediğini söylesek şaşırır mıydınız? Yüzüklerin Efendisi’nin tüm dünyada hatrısayılır miktarda “fan”ı var ve bu masalsı yerde dünya evine girmek popülerliğini uzun zamandır kaybetmiyor. “Orta Dünya” temalı düğün organizasyonları da bu noktada devreye giriyor. İnsanlar bu özel günlerini, beyaz perdede hayranlıkla izlediği karakterlerin kılığına girerek, Yeni Zelanda’nın büyüleyici atmosferi içerisinde yaşamak istiyor. Ama yine de 500 metre ötemizdeki Halay Düğün Salonu’ndan daha fantastik bir ortam yaratabildiklerini düşünmüyoruz.
BİR İFŞA HİKAYESİ: DUYGU’NUN MASASININ ANATOMİSİ Bazen içimizdeki ifşa kültürüne dur diyemiyoruz. Geçtiğimiz ay çekim ekibinin yoğun temposu sebebiyle ortaya çıkan deformasyonunu ifşa ettik, yine de doymadık. Bu ay da Duygu Palamutçu’nun masasını ifşa edelim dedik. Tabi bu ifşanın bize fazla mesai, sert revize ve türlü göz devirmeli eylemler olarak döneceğinin farkındayız.
1.Demir Kaplan’ın kaleminden Duygu için sürrealist bir çalışma. 2.Bir dilim mütevazı limonla detox hayallerini destekleyen su 3.Çakı, japon yapıştırıcısı, tıpa gibi türlü acil ihtiyaçlar için kutu 4.Matbaalar kapanırsa diye ülkenin mürekkep ihtiyacını karşılayacak sayıda kalem 5.İş hayatında “ben buradaydım” işareti olan kartvizitler 6.Pandora’nın Kutusu’ndan daha tehlikeli olan bilgisayar 7.Ford’un tarihi (Kitabın ağırlığı = Markanın ağırlığı) 8.Pandora’nın küçük kutusu 9.Kendi kendine işi bırakan klavye. 10.Orhun Yazıtları’nın yanında “Şamdan” kalacağı defter 11.Üstünden göz devirmek için kullandığı aksesuar 12.Duygu’nun Demir’e cevap maiyetindeki romantik ve klasik referanslar barındıran çalışması 13.Diğer 789 defter yetmezse diye yedek defter 14.Ofis içi ’Selda Hanım’ telefonu 15.Ofis dışı ‘Çok acil Duygu lazım!’ telefonu
16.Üzerinde yemek tarifi ve imsak vakti bile olmayan lüzumsuz takvim 17.Sanki evine gidebiliyormuş gibi taşıdığı anahtarlar 18.Havalı görünen ama havasız işlevli kulaklık 19.Olur da ofis telefonundan, mailden, fakstan, postacı güvercininden ulaşamazlarsa diye telefon 20.Savaşçı hanım kız. Manidar.. 21.Bu kadar kağıdı bir şeylerin bir arada tutması gerekiyor tabi. 22.Matbaalar için B planı olacak sayıda defter 23.Arada nefes alması gerekir diye, hani olmaz ya 24.Gözlüğün kutusu, 1924’ten beri açılmadı 25.NEREYE NOT ALACAK? 26.Tükettiği pil sayısı sebebiyle bize sponsor aratan mouse 27.Bize daha sonra yayın ve fazla mesai olarak dönecek olan müşterilerin kartları
Gerçek Christopher Robin ve ayısı Winnie the Pooh
ALMOST HR
Ağustos ayı bu sene bizim açımızdan bir hayli hareketliydi. Bu hareket tatile gidip gelmelerden ziyade aramıza katılan iki yeni marka için yaşanan tatlı telaşlardandı. Yaptığımız workshop çalışmasıyla, beraber çalışma fırsatı yakaladığımız arkadaşlarımız SG P’de bahar havası estirirken, biz de bir yandan iş görüşmelerimizi sürdürüp, genç beyinlerin bizleri tazelemesini büyük bir keyifle izledik. Her şirketin işe alma yöntemi farklıdır. Bazı şirketler bir kaç aşamalı sınavlar yaparak bu işkenceyi, pardon bu süreci bölümlendirerek sınavlarda başarılı olanlan adayları mülakata çağırır. Bizim için süreç CV’yi gördüğümüz an itibarıyla başlar. Henüz robotik CV tarama sistemini ofisimize getirmediğimiz için en yaratıcı CV’ler bizim için ilk görüşte aşk değilse bile başarılı bir buluşmadır. Hele bir de mail gövdesine bir iki tatlı söz ilave edip kendini ifade kabiliyetini gözler önüne serdiyse, bizi ekranda tutar adeta. Aslında bizim için bu süreç gerçekten de bir tür flörttür, çok ipucu toplar, potansiyel çalışma arkadaşımızı ani denemelerden, küçük, tatlı sınavlardan geçirir, onlarla uyumumuza bakarız. Mesela bu ay bazı adaylarımızdan, konularını görüşme sırasında verdiğimiz ani yazılar istedik. Dürüst olmak gerekirse çoğu yazıyı okurken de büyük keyif aldık. (Hatta laf aramızda bazılarına neredeyse ikna oluyorduk.) Yüz yüze yaptığımız sohbetlerden sonra, (yalan söyleyemeyeceğiz, genelde sohbetten çok, ipucu toplama seansı) kendilerine verdiğimiz kişilik tipi analizleri testini doldurmalarını isteriz. Bu test aynı zamanda yaptığımız sohbet sonrası bizlerde bıraktıkları intibanın doğruluğunu teyit etmemize de yardımcı olur. Son adım ise; ani bir istek, metin, fikir sorusu olur. Bu mantık sınırları içerisindeki isteğimize de olabildiğince yaratıcı ve çözüm odaklı dönüş yapanlar son adımı da başarıyla tamamlamış demektir. Yaptığımız görüşmelerde şunu gördük ki, gümbür gümbür bir jenerasyon geliyor. Eli kolu dolu, kendine güvenen, espri kabiliyeti yüksek bir jenerasyon. Bizimle çalışan - çalışmayan, bu vesileyle tanışma fırsatı bulduğumuz tüm arkadaşlarımıza geleceğe güvenle bakmamızı sağladıkları için teşekkür ederiz.
SG P GÜNLÜĞÜ Gizem Ürüm Geçen ay workshop ekibimizden biz bahsetmiştik, bu ay da onlara söz verelim dedik, başlarına neler gelmiş onlar anlatsın. Biz dışarıdan ‘ay ne güzel enerjileri var’, ‘ne güzel öğreniyorlar’ derken, onlar bize neler demiş bir de onları dinleyelim istedik.
21 yaşında bir insanın geçirebileceği en verimli yaz tatilini geçirdim bu yıl. SG P ile tanıştım ve sektörün kibrinden son derece uzak olan ekip bana fakültemin verdiği teorik bilgileri pratiğe dökme imkanı sağladı. Sabah evden çıktığım an itibarıyla başlayan eğitimim akşam dönünceye kadar devam etti bu süre boyunca. Ev-ofis arası uzak olunca her gün bol kornalı ve sinir kat sayısı yüksek bir trafik maratonu beni bekliyordu. Bu noktada çalışma arkadaşımız, dijital yayınlar editörümüz Duygu Kömeççi imdadıma yetişti ve zorlu Ataşehir - Ofis hattını beraber göğüsledik. Eski bir Bilgi’li oluşu ve yaşlarımızın yakın olması dolayısıyla yeri geldi dinlemekten utandığımız müzikler üzerine, yeri geldi Apple’ın tasarım harikası minimalist ürünlerinin, toplumun estetik anlayışını nasıl değiştirdiği üzerine tartıştık. Beynim yeni bilgilerle
dolduğu ve kendimi bir gün önceki halimden daha ileri bir seviyede gördüğüm için mutlu olarak dönüyordum evime. Yaklaşık 12 saatimi işte ve trafikte geçirmekten ötürü, gözlerimin kıvrılıp uyuyacak bir kanepe aradığı oluyordu. Varsın arkadaşlarım yüzsündü, gezsindi. Ben kurumsal TV yayıncılığının tam olarak ne olduğunu bile bilmezken, 2 ay boyunca yayın içeriği hazırlanırken birçok aşamada profesyonellerin bu işi nasıl yaptığını gözlemledim. Kurucumuz Selda Hanım’ın çalışma bölümünde yer alan ve hazırladığımız içeriklerin gösterildiği televizyonda ilk kez markalardan biri için hazırladığım haberi gördüğümde kendimle gurur duyduğumu son derece net hatılıyorum. Tabii ki ilk haberim için haber yazım incelikleri konusunda Duygu Kömeççi’den, ve bizi her konuda yönlendirip yapıcı eleştirileriyle ilerlememizi sağlayan Duygu Palamutçu’dan yardım aldım. Kurgu konusunda da yine deneyimli Sinan Abi ve hızlı kurgucu Ogün’den çok şey öğrendim. Osmanbey’de kameraman abimiz Soner’le birlikte yaptığımız sokak röportajı da ilk kamera önü deneyimim oldu.
Çalışma temposu arasında eğlenmeye de vakit bulabilen insanlarla çalışmak, beni iş hayatının sevilebileceğine ikna etmiş oldu. Duygu ve Sinan’ın düğünü için ofiste yaptığımız hazırlıklar, diğer stajyer arkadaşımız Umay’ın doğum günü için yapılan pastalı ofis kutlaması, baklavalı ve bol kahkahalı bayramlaşmamız benim için asla unutulmayacaklar hanesine yazılmış anılar oldu. Başka ajanslardaki durumu bilmiyorum; fakat SG P’de taze fikirlere önem veriliyor. Geniş perspektifli düşünmenin önemini deneyimleyerek öğrenmiş oldum ve bundan sonra çevreme, her türlü yazılı ve görsel yayına sadece bakmanın yetmediğini, alt metinlerinin ne olduğunu görebilmek için belli bir birikime sahip olmak gerektiğini, bol bol yabancı kaynaklı dergi, kitap, haber sitesi karıştırmak gerektiğini öğrendim. Bunun yanı sıra doğru “key word”ü kullandıktan sonra bulunamayacak haber videosu veya fotoğrafı olmadığını farkettim. Bunun gibi daha pek çok sektörel ve hayati öneme sahip bilgiyi bu iki aya sığdırmış olmak beni hayal etmek ve başarılı olmak konusunda teşvik etti.
@sgpproduksiyon
SG P
“It’s all about collaborating”