www.patimiz.com
HAYTAP NEDİR ? NE DEĞİLDİR ?
Ünlü isimler “Farkındamısın “ projesi için objektif karşısına geçti
NİSAN 2013 ATATÜRK’ün köpeği FOX ‘un hiç yayınlanmamış Fotoğrafları
Nefesten Kanser Teşhisi
SİRK GERÇEĞİ
T
PATİMİZ İMTİYAZ SAHİBİ
EŞEKKÜRLER
İlk sayımıza gösterdiğiniz yoğun ilgi için teşekkür ederek başlamak istiyorum sözlerime , dergimizin ilk sayısını yayına çıkarttığımızda gerçekten iyi bir işe imza attığımızı düşünüyorduk ve siz sevenlerimizin gösterdiği ilgi ile haklı olduğumuzu anladık. Ama bir o kadar da sorumluluk yüklendi omuzlarımıza , çünkü şimdi çok daha iyisini hazırlamak zorundaydık , gördüğümüz ilgiyi sonuna kadar hak etmemiz gerektiğine inandık. Peki bu sayımızda nelere yer verdik ; bende dahil izlerken herkesi göz yaşına boğan ve müthiş bir sadakat filmi olan Hachiko dan bahsedeceğiz. Türkiyedeki tek federasyon olan HAYTAP (Hayvan hakları federasyonu) hakkında bilgiler vereceğiz ve tabiki çok büyük bir proje olan “Farkındamısın” projesine göz atacağız ve daha neler neler …
www.patimiz.com
Genel Yayın Yönetmeni Murat Çakmak
Editör Bahar Çakmak
Tasarım Pınar Çakmak
Haber Kaynağı www.patimiz.com
Dileriz bu sayımızda da gönlünüzde yer bulmaya devam ederiz . Keyifle okumanız dileği ile Sevgiler Murat Çakmak
İLETİŞİM info@patimiz.com editör@patimiz.com
Bir Köpeğin Hikayesi (Hachiko A Dog's Story) •Ülke: ABD •Yapım Yılı: 2009 •Süre: 1 saat 44 dk •Yönetmen: Lasse Hallström •Oyuncular: Richard Gere,Sarah Roemer,Joan Allen,Jason Alexander,Cary-hiroyuki Tagawa •Tür: Aile,Dram Tokyo'da 1920li yıllarda yaşanmış dramatik ve bir o kadar da güzel sadakat öyküsü. Film orjinali japonya 'da geçiyor olmasına rağmen sanırım ilgi çekmesi açısından Hollywood versiyonu yapılması planlanmış ve başrole az da görünse Richard Gere koyulmuş. Bu nedenle de köpeğin orjinal ismi Hatchiko'nun söylenişi de daha çok benimsensin diye tüm film boyunca Hatchi diye geçiyor. Bir insanla bir hayvan arasındaki bağ en fazla ne kadar olabilir ki? Bu film bütün düşünceleri yıkıyor ve inanılmaz bir gerçek hayattan alınma öyküyü bizlere sunuyor. Bir bilim adamı Prof Ueno , işten her gün dönerken metronun girişinde Hachiko isimli köpeği tarafından karşılanır.Ancak bir gün bu profesör trenden inmez çünkü ünivresitede ders verirken aniden ölür. Bunu bilmeyen sevgili dostu Hachiko, yıllar boyu O’nun geleceği ümidiyle metronun ( filmde tren istasyonu ) çıkışından ayrılmaz. Köpeğin 10 yıl boyunca sahibini özlemle beklemesi sırasında, orada yaşayan halkla da arasında özel bir bağ kurulur. Kendisi de yaşamı sona erene kadar bu
sadakatinden vazgeçmeyen Hachiko’nun heykeli Tokyo’daki istasyonunun girişine yaptırılmış ve günümüzde de hala oradadır.
Shibumi
metro
Filmde konu küçük bir kasabada , nufusun ve arabaların az olduğu bir mekanda çekilmiş. Ancak 1920lerin 30ların Tokyosu bugünkü kadar olmasa da çok çok kalabalık olması lazım. Dolayısıyla bir köpeğin her gün o trafik ve kalabalıkta insanlar arasından sıyrılıp , metrodan inen binlerce insan arasında sahibini beklemesi çok daha ilginç. Film bu kısmı çok çok vurgulamıyor. Yetişkinlerin bekledği duygusal formatı tam veremese de tüm çocukların , tüm eğitim programlarımızda mutlaka izletilmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum .Ayrıca , eşi öldükten sonra , evin hanımının da köpeği nedensiz bir şekilde terketmesi ve bunund da tam olarak açıklanmaması da filmin tezatlarından birisi. Yine de çok detaylara takılmadan sadakat ve vefa açısından mümkünse duygusallığını yitirmemesi açısından dublajsız ama altyazı ile izlenmesi gerekir diye düşünüyorum. Tokyo'da bugün Shibumi metro istasyonuna gittiğinizde o kalabalığın arasında Hatchiko'nun metro kapısındaki muteavazı heykelini de görüyorsunuz. O kalabalık arasında dikkatten kaçabiliyor ama meraklısı mutlaka gitmişken bu sadık dostun önünde de bir fotoğraf çektirmesi bu hikayeyi dilden dile anlatması gerekir diye düşünüyorum.
Federasyon tüzel kişiliği olmadan önce HAYTAP sadece sanal oluşumda var olan hayvan hakları savunucularının bir araya geldiği platform idi , tüzel kişiliği ise yoktu. 2008 yılından önce Haytap 'ın kısa adı olan Hayvan Hakları Aktif Güç Birliği Platformunun kısaltılmışı olarak HAYTAP ismi benimsendi. 2006 yılında başlayan kurumsallaşma ve örgütlenme süreci 2008 yılında tüzel kişiliğin kazanılması ile ve bu ismin zaten tanınıyor olması nedeniyle HAYTAP olarak muhafaza edildi ve yeni bir isim değişikliğine gidilmedi. Ancak artık bu uzun platform ismimiz kullanılmamakta zaten tanınmış olan ve markalaşmış olan HAYTAP ismi sadece kısa adıyla anılmaktadır. 2008 yılında federasyon olunmasının Istanbul valiliğinin kararıyla tescil edilmesinden sonra resmi ismimiz HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu olarak kabul edildi. Türkiye’deki aktivist hayvan hakları savunucuları için genel bir çatı olmayı hatta federasyon olmayı hedefleyen sivil bir toplum hareketidir. HAYTAP aslında herkesdir , hepimiziz’dir. HAYTAP adı üzerinde güç birliğidir. Uzun yıllar süren çabalar sonucu bu güç birliği Temmuz 2008 itibarıyla resmi tüzel kişiliğe haiz olmuş ve bünyesinde bir çok dernek ve temsilciyi barındıran yerel ya da bölgesel bazda değil ulusal çapta çalışan kurumsal çalışan bir federasyon olmuştur. Yani Haytap 2000li yılların başındaki gibi sanal ortamda değil , fiili ve hukuki olarak adresi belli olan , resmi hesapları bulunan , dava açabilen devlet katında sözleşme imzalayıp muhatap alınabilen kısacası ete kemiğe bürünmüş Türkiye'de hayvan hakları konusunda çalışan tek federasyondur. Dolayısıyla , HAYTAP bir derneğin ya da vakfın tekelinde değildir. Halen gönüllerimiz ve yeni başvuranlar arasında görev dağılımı ve işbölümü yapmaktadır . Herkesin üyesi bulunduğu derneklerle beraber hareket edip , Türkiye çapında birbirinden habersiz olarak çalışan bir çok kişiyi aynı paralelde eylem yapma , merkezden çıkan bildirileri kullanma , idari makamlarla yazışmalarda yönlendirme , hukuki birliktelik sağlama , kavga etmeden bilimsel doğrultuda hareket edip , hayvan hakları hareketini örgütlenmesi gerektiğine
inanmaktadır. Dağınık bir şekilde devam eden ve bugüne kadar sadece günü kurtarma hareketi halinde devam eden çalışmaların artık daha fazla sesini duyurması için ciddi bir örgütlenmeye ihtiyacı olduğu düşünülmektedir. Haytap'ta gönüllü olarak çalışan hiç kimse gerçekleştirilmesine ortak olmayacağı bir proje sunmaz. 5 dernek ile kurulan federasyonumuz daha üç yılını doldurmadan , 2013 Ocak ayı itibarıyla bünyesinde farklı illerde ve ilçelerde çalışan birbirine bağlı 21e yakın dernek ile 70e yakın resmi temsilci ile onlarca gönüllüsü ve destekçisi vardır. HAYTAP bu kadar büyük projeleri , web sitesinin , Haytap Evi ve Haytap Arabası, tasarımlar , filmler , eğitim çalışmaları , broşürlerin basımı gibi giderlerin finansmanı nereden ve nasıl sağlamaktadır ? Haytap'ın temel gelir kaynakları aşağıdakilerdir. Bunun dışında devletten ya da belediyelerden almış olduğu özel bir yardım yoktur. Bütçesine gelen gelir arttığı zaman makul ölcüde üye derneklerine karşılıksız olarak dağıtmaktadır. Ulusal çapta ve örgütlenerek çalışıldığı için giderleri karşılayabilmek için durmadan yeni kaynak üretme arayışları üzerine halen çalışılmaktadır. GELİRLERİMİZ : a) Bağışlar b) Temsilci ve üye dernek aidatları c) www.haytapshop.com d) www.sosrooms.com e) Standlarda ve fuarlarda iktisadi işletme üzerinden satılan Haytap ürünleri
Ünlü İsimler Farkında mısın? Projesi İçin Objektif Karsına Geçti
Oyuncu Tuna Arman, fotoğrafçı Ateş Kantürk ve hayvan hakları savunucusu Tolga Öztorun'un birlikte düzenlediği, bir toplumsal farkındalık projesi olan "Farkında Mısın?" projesi kapsamında ünlü isimler bir araya gelerek engelli hayvanlar için kamera karşısına geçti.
Nefesten kanser teşhisi Newton'ın bir ağaç altında otururken yere düşen elma sayesinde yer çekimini keşfetmesi gibi, sahibinin bacağındaki bir ben'den rahatsız olan köpek de kanser teşhisinde yeni ufuklar açılmasına sebep oldu. 1989 senesinde Lancet isimli tıp dergiside yayımlanan yazıda anlatılan ilgi çekici olay özetle şöyle: "Bir köpek, sahibinin bacağındaki 'ben'i sürekli olarak ve bazen pantolonunun üzerinden bile kokluyor, hatta zaman zaman onu ısırmak istiyor. Kadın, köpeğinin bu ısrarları karşısında kendisine hiçbir sıkıntı vermeyen ve önemsemediği bu ben için doktora gitmeye karar veriyor. Bacaktaki benden yapılan incelemelerde bunun "malin melanom" yani kanser olduğu anlaşılıyor ve ben ameliyatla çıkarılıyor. Kadın, o günden beri hayatta ve sağlıklıdır. Köpeği sayesinde belki de çok kısa bir zamanda ölümüne sebep olabilecek bir kanserden kurtulmuştur. Bu olayın bir başka ilginç tarafı da köpeğin ameliyattan sonra artık sahibinin bacağıyla ilgilenmemesidir." Bu olay bilim adamlarına köpeklerin olağanüstü koku alma kabiliyetlerinden kanser, tüberküloz, astım veya başka hastalıkların teşhisinde yararlanmaları için ilham veriyor. Köpekler, kanserin kokusunu alıyor İlk olarak bir grup İngiliz bilim adamı mesane kanseri teşhisinde köpeklerin koku alma duygularının işe yarayıp yaramayacağını araştırmaya karar veriyor. Bu amaçla 6 köpek 7 ay süreyle idrar koklatılarak özel bir eğitime tabi tutuluyor ve bunlara kanserli bir hastanın idrarını kokladıklarında içinde idrar bulunan kabın başına oturmaları öğretiliyor.
Bu yoğun eğitim dönemi sonrasında, köpeklerden 36'sı mesane kanserli ve 108'i ise kanserleri olmayan kişilere ait idrar örneklerini koklayarak tanımaları isteniyor. Her köpeğe 9 ayrı test uygulanıyor. Biri kanserli olduğu bilinen, diğerleri ise kanseri olmayan kişilere ait 7 idrar örneği önlerine konularak, köpeklerden kanserli olan idrar örneğinin yanına yatmaları isteniyor. Köpekler, 54 testin 22'sinde kanserli idrarı tanıyor. Başarı oranı yüzde 41 olarak bulunuyor. Bu oranın, sadece şansa bağlı olarak tanıma oranı olan yüzde 14'ten istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek olduğunu hatırlatmak isterim. Köpeklerden birçoğunun mesane kanserli olmayan bir hastaya ait idrarın yanına da yatmak istemeleri araştırmacıların dikkatini çekiyor ve sağlıklı olduğu bilinen bu kişi tepeden tırnağa araştırılıyor. Bu kişinin ultrasonografi ve mesane endoskopisi normal bulunuyor ama tomografisinde böbrek kanseri olduğu ortaya çıkıyor. Köpeklerin, henüz hastanın farkında bile olmadığı hiçbir belirtisi olmayan kanseri bile kokusundan tanımaları uzmanları hayrete düşürüyor. Araştırmacılar, köpeklerin kanser hücreleri tarafından üretilen formaldehit, alken ve benzen gibi 'uçucu organik kimyasal maddelerin' kokusunu hissettiklerini düşünüyorlar. Köpeklerin koku alma duyularının insanlara göre bir milyon kere daha fazla olmasının bilimsel olarak açıklaması var: Bir köpeğin burnundaki koku reseptörlerinin sayısı 40 milyar iken bu sayı insanlarda ancak 40 milyon kadar, insan burnunda koku alma bölgesinin genişliği 5 santimetrekare iken bu alanın köpeklerde 150 santimetrekaredir. Ayrıca, köpeklerin beyinlerindeki koku alma merkezinin alanı da daha büyük ve buraya ulaşan sinirlerin sayıları da daha fazladır. Bu ilginç araştırma, gelecekte bazı kanserlerin, enfeksiyonların ve başka hastalıkların erken dönemde ve henüz klinik bir belirti ortaya çıkmadan tanınmasını sağlayabilecek bir ilk adım olarak tarihe geçiyor.
Amerika'da yapılan bir başka araştırmada ise 5 köpek, akciğer veya meme kanserli hastaların nefesleri koklatılarak eğitiliyor. Daha sonra 55 akciğer kanserli, 31 meme kanserli ve 83 kişiden oluşan kontrol grubunda yapılan testlerde köpeklerin meme kanserini yüzde 88, akciğer kanserini ise yüzde 97 oranında teşhis edebildikleri belirleniyor. Bir taraftan köpeklerin koku alma kabiliyetleri başta kanserler olmak üzere çeşitli hastalıkların teşhisi için araştırılırken diğer taraftan da insan burnunun hissetmediği kokuları algılayabilen çeşitli elektronik aletler geliştirilmesi gündeme geliyor. Cleveland Kliniği'nde geliştirilen ve her biri farklı renkte bir boya ile kaplı ince polimer filmlerden oluşan bir aletle akciğer kanseri erken dönemde teşhis edilmeye çalışılıyor. Bu yöntem, akciğer kanserli hastaların nefeslerindeki uçucu organik bileşiklerin belirlenmesi esasına dayanıyor. Akciğer kanserli hastaların nefeslerindeki etan, formaldehit ve asit aldehitleri lazer teknolojisi ile ölçerek erken teşhisi hedefleyen araştırmalar da umut veriyor. Michigan Üniversitesi ise meme kanserinin nefes testiyle tanınması için uğraşıyor. Bu yöntemde normal ve meme kanserli hastalardaki farklı metabolitler belirleniyor. Avustralyalı araştırmacılar labrador cinsi köpeklerin kalın bağırsak kanserli hastaları nefeslerini ve dışkılarını koklayarak erken dönemde tanıyabildiklerini ortaya koyuyorlar. İsrailli uzmanların baş-boyun kanserlerinin bir nefes testiyle erken teşhisini sağlayan ve bilim dünyasında heyecan oluşturan araştırmaları da çok önemli. "Elektronik burun" adı verilen bu aletle yapılan çalışma, geç teşhis edilen ve bu yüzden de tedavisi yüz güldürücü olmayan bu kanserlerin henüz çok erken bir dönemde teşhis edilebilmelerini mümkün kılabilecek gibi görünüyor. Prof Ahmet R. Küçükusta
n satışı artık yapılamayacak.
Kozmetikte Hayvan Deneyine Yasak - EN SONUNDA Avrupa Birliği, hayvanseverleri sevindiren kararını hayata geçiriyor. Avrupa'da pazartesi gününden itibaren hayvanlar üzerinde denenmiş kozmetik ürünleri artık satılamayacak. Şampuan, ruj ya da vücut losyonu… Avrupa Birliği ülkelerinde pazartesi gününden itibaren hayvanlar üzerinde denenmiş bütün kozmetik ürünlerinin satışı artık yapılamayacak. Yasak, Avrupa Birliği ülkelerinde üretilen kozmetik ürünlerinin yanı sıra Avrupa Birliği dışından ithal edilen ürünler için de geçerli.
Avrupa Birliği ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu, 2003 yılında vücut bakımı ürünlerinde hayvanların kobay olarak kullanılmasının durdurulması kararı almıştı. Bu karar doğrultusunda Avrupa'da 2004 yılından beri kozmetik ürünleri hayvanlar üzerinde test edilemiyor. Avrupa Birliği'nde 2009 yılında alınan karar uyarınca da şimdi bu ürünlerin satışı tamamen yasaklanıyor.
Atatürk‟ün Köpeği Foks‟un Yayınlanmamış Fotoğrafları
Resmi web sitemizde yayınlanan bu görsellerin / fotoğrafların kaynağı ; T.S.K. ( Türk Silahlı Kuvvetleri ) Arşivi ve T.C. Kültür Bakanlığınca yayınlanan Özel Basım Yayınlar Kaynağıyla, HAYTAP Araştırma Geliştirme çalışmaları ile İnternet Paylaşımına Sunulmuştur. Haberden alıntı yapacak olan tüm şahıs veya kurumların, belirtilen tüm bu kaynakları da mutlak yayınlarında belirtmesi ve yayınlaması gerektiği ile, HAYTAP ‟ın ve PATİMİZ „in topluma yönelik bir bilgi paylaşımıdır.
İşte Sirk Gerçeği ! “Sirk, circus,zirkus, cirque,circo” hangi dilde olursa olsun bedeli ağır bir eğlence. Filler bunu nasıl yapıyor? "Sink that hook into „em ... when you hear that screaming then you know you got their attention. …
Tim Frisco adındaki sirk eğitmeni yeni nesillere bir fili nasıl yola getirebileceklerini bu sözlerle açıklıyor. “ Kancayı batır … çığlığı duyduğun an dikkatini çekmişsin demektir.” Frisco bunu bir sirk eğitmeni olan babasından öğrendi, sirk eğitmeni olmak isteyen yeni nesiller Frisco‟dan öğrenecek ve bu işkence böyle sürüp gidecek., Sirkler, çocuklara hayvanları sevdirmek ve insanları eğlendirmek için varlığını sürdürüyor. Ancak ödenen bedel düşünülünce eğlenceden pek de eser kalmıyor. Ormanların kralı aslan ormanında gezinirken şüphesiz ki ateş çemberinin içinden atlamıyor, dev cüssesiyle insanoğlunu ürküten fil ailesiyle birlikte Afrika‟da top oynamıyor ya da bisiklete binmiyor. Peki sirkteki hayvanlar “eğlence “ adı altında yaptıkları onca şeyi nasıl yapabiliyor hiç düşündünüz mü? Kendi doğalarında, özgürce , hak ettikleri şekilde yaşamaları gerekirken “insanlar” tarafından küçücük kafeslere hapsedilerek oradan oraya sürükleniyorlar. “Yaşamak” üzere kapatıldıkları kafesler o kadar küçük ki çoğunlukla sağdan sola dönecek kadar yerleri bile olmuyor. Yemek odaları, yatak odaları ve tuvaletleri de yine bu küçücük kafesler oluyor. Sirkler gezici ekiplerden oluştuğu için yaşam için en gerekli madde su bile kısıtlı miktarda bulunuyor. Bırakın banyo yapıp temizlenmeyi bazen içecek su bile bulamadan bir sonraki durağa kadar yolculuklarına devam ediyorlar.
korkulduğu için uzun yılar boyunca ayaklarından zincirleniyor. Bebek filler annelerine en muhtaç oldukları zamanda,ağaç yaşken eğilir mantığıyla eğitime başlamak için, annelerinden koparılıyor. Yavrular da iplerle bağlanıyor kaçmalarına engel olmak için, ama yerlerinde durmadıkları için bağlandıkları ipler vücutlarında kesikler oluşturuyor. Birçok sirk, hava şartlarına hiç önem vermediği için hayvanlar aşırı sıcağa ya da soğuğa maruz kalabiliyor. Yemek konusu ise başka bir dert. Doğadaki kardeşlerinin yediklerini yemeleri şöyle dursun çoğunlukla daha iyi bir performans elde edebilmek için normalden daha az beslendikleri bile oluyor. Bu hayvanlar arsında hastalık sık görülen bir şey. Tropikal bölge hayvanlarına bakabilecek veteriner az olduğu için de acı çekerek “hayata” gözlerini yumuyorlar.
Sorulması
gereken
en
önemli soru ise bu hayvanların “show” adı altında sunulan performansları nasıl sergiledikleri. Kendi doğalarında yapmadıkları ve asla yapmayacakları hareketleri yapmaları için “ insan” eğitmenleri çoğunlukla işkenceye varan yöntemler kullanıyor. Haliyle bir file, ayıya ya da aslana “otur”, “kalk”, “yat” denildiğinde sizi dinlemeyecektir. Ama ona şiddet uygularsanız önünüzde eğilecektir. İşte eğitmenlerin kullandıkları yöntem de bu. Elektrik şoku, kancalar, baseball sopaları, kırbaçlar ve borular kullandıkları işkence aletlerinden birkaçı. Kendilerini tehdit altında hissedip de zarar vermesinler diye ağzı sürekli kapalı tutulan hayvanlar var. Bazıları ise ilaçlarla uyuşturuluyor hükmetmek kolay olsun diye. Daha ileriye gidip dişleri sökülenler bile var. “Hadi hamamda koca karılar nasıl bayılır göster bakalım” denilen ayıların ise ayaklarındaki pençeler yakılıyor ki ayakta durabilsinler. Tüm bu etkenler bir araya geldiğinde hayvanlarda ruhsal bozuklukların baş göstermesi kaçınılmaz oluyor haliyle. Ve
kendilerine hükmetmeye çalışanlara zarar verebiliyorlar. Haklı yere yaptıkları bu saldırıda suçlu olan yine “onlar” oluyor. Ve sonunda yine cezayı onlar alıyorlar, belki de bu kez tamamen canlarından olarak. Araştırmalar 1990‟dan bu yana aslan, kaplan gibi hapsedilmiş büyük kedilerin 46 insanın ,ayıların 8 i çocuk 13 insanın 26 ise ayının ölümüne neden olduğu biliniyor Primatlarda durum daha farklı. 1990‟dan bu yana 2 insanın öldüğünü , 130‟unun yaralandığını ve 450 primatın öldüğünü görüyoruz. Hapsedilmiş filler ise 57 insanın ölümüne 120 insanın da yaralanmasına sebep olmuş. “Yaşamaya” zorlandıkları şartlar düşünüldüğünde onları suçlamak ne kadar mümkün? Peki uzun yıllar boyunca acı çekerek insanları eğlendirdikten sonra bu hayvanlar için “ SON” nerede başlıyor? Bir hayvan artık gösteri yapamayacak kadar yaşlanmış ya da beceriksizleşmişse emekliliğini geçirebileceği birkaç seçenek var. Ya ölene dek kafeste “yaşamaya” devam etmek, ya bir av sahasına avlanmak üzere satılmak ya da bir laboratuara denek olarak satılmak.
“Bana ne” deyip kenara çekilmek de bir seçenek tabi ama bu vahşete daha fazla seyirci kalmamak ve içinde yer almamak “onlar” için atılacak en büyük adım belki de. Şehrimize gelen, hayvanların eğlence aracı olarak kullanıldığı, sirklere paramızı harcamayalım. “Onların” bizim ödediğimizden daha ağır bir bedel ödediğini hatırlayalım. Çevremizde bu sirklere gitmek isteyenler varsa, sahneye yansımayan ama geri planda yaşanan bu “acımasızlığı” onlarla da paylaşalım. Ziyaretçi bulamadıkları zaman bu sirkler zaten kapanmak zorunda kalacak ve hayvanlar özgürlüklerine kavuşacaklardır. İlla sirk diyorsak da hokkabazların, cambazların, trapezlerin, palyaçoların olduğu sirkleri tercih edelim. Sadece bunlarla eğlenen ülkeler var. Öyle ki İsviçre, Avusturya, Kosta Rika, Hindistan, Finlandiya, Bolivya ve Singapur gibi ülkeler Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesinde yer alan ve “Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır “ diyen 10. maddesi uyarınca sirklerde hayvan kullanılmasını yasaklamıştır. Türkiye‟nin de en kısa süre içinde bu ülkeler arasında yerini alması dileğiyle, bırakalım hayvanlar kafeslerde acı çekerek değil ait oldukları doğada huzur içinde yaşasınlar.
Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun 1524. maddesinde, bütün sermaye şirketlerine web sitesi kurma zorunluluğu getirilmektedir. Web sitenizi çok uygun şartlarla biz tasarlayalım , sitemize ve canlarımıza destek vermiş olun , iletişim için editör@patimiz.com veya info@patimiz.com adresine mail gönderebilirsiniz.
www.patimiz.com YAŞAMA HAKKINA SAYGI