4 minute read

SADRETTİN ÖZÇİMİ

Next Article
EDA ÖZBEKKANGAY

EDA ÖZBEKKANGAY

Sadreddin Özçimi

1955 yılında Konya'da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Konya'da tamamladıktan sonra İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı’nın Temel Bilimler Bölümü'ne girdi. Eğitimini ney sazı üzerine tamamlayarak 1979 yılında mezun oldu. Konservatuvar öğrenimi sırasında Aka Gündüz Kutbay ve Niyazi Sayın'ın öğrencisi oldu. 1987 yılında İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğuna ney sanatkârı olarak atandı. Müzik hayatı boyunca yurt içi ve dışında çok sayıda konser turnesine katıldı, ilk olarak 1981 yılında UNESCO tarafından Güney Kore'nin başkenti Seul'de düzenlenen Necdet Yaşar’la katıldığı konserleri başta ABD olmak üzere Avrupa'nın bütün ülkeleri, Hong Kong ve Irak izledi.

Advertisement

Sûfi Rhythms (Sultân-ı Aşk) ve Breath Taste (Neyistân) adlı albümleriyle Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2001 yılının En İyi Mûsikî Sanatçısı Ödülüne lâyık görüldü. Sadreddin Özçimi ayrıca, hocası Niyazi Sayın'dan etkilenerek başladığı tespih yapma klâsik sanatında da eserler vermiştir. 1993 yılında Alparslan Babaoğlu'ndan meşke başladığı ebru sanatından 1997 yılında icâzet aldı. Çalışmalarını atölyesinde, Uygulamalı Türkİslam Sanatları Kütüphanesi ve Konya Destegül Güzel Sanatlar Mektebi'nde ebru grup başkanlığını sürdürmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu ney sanatkârıdır.

BUKET MENEKŞE Ebru 65x65 cm

/2020

Detay, ARİADNA ÖZMERİÇ

Çini

Çininin Kısa Tarihi

Çini ilkin Asya’da yapıldı. Önceleri toprak, sırsız ve cilasızdı. İçindeki sıvının sızmasını önlemek için ve daha temiz olmasını sağlamak amacıyla cam gibi bir maddeyle sıvanması düşünüldü. Bu kaplar maden oksit ve cam gibi maddelerle sıvanarak pişirilince sırlı kaplar, dayanıklı ve cilalı tuğlalar elde edildi. Tuğlayı dış etkilerden korumak için veya süslemek için ilk olarak Sümerler sırlamışlardır. Sümer ve Asur anıtları cilalı (sırlı) tuğlalarla kaplıdır. Mısırlılar duvarları, İran’da Dara Sarayı’ndaki duvarlarda bu tuğlalardan kullanılmıştır. Babil Saraylarını süslemede yine bu kalaylı sır tabakası kullanılıyordu. Tuğlada alınan verim sonucunda teknik iyi sonuç verince İran’a sıçradı.

Türklerde Çinicilik

Abbasiler döneminde canlanan teknik 12. yy.dan sonra Türklerin egemen olduğu topraklarda daha da gelişmiştir. Orta Asya Türkleri de çiniyi süsleme unsuru olarak kullandılar. İran’ın 1255’te Moğol istilasına uğraması üzerine birçok sanatçı Selçuklular’a sığındı ve çiniciliğin Selçuk Türklerinde gelişmesinde etkili olmuşlardır. Beyşehir Kubadabad Sarayı, Sivas Gökmedrese, Erzurum Çifte Minare ve Yakutiye Medresesi 12 ve 15. yy. arası yapılmış en iyi örneklerdir. Ünlü Arap Coğrafyacı Yakut Hamavi (13. yy.da) en güzel çinilerin Türkistan’da Kaşan şehrinde yapıldığını söyler.

Osmanlılar döneminde yeni çini merkezleri (İznik ve Kütahya) kurulunca Selçuklu çini merkezi Konya önemini yitirdi. Osmanlı Çini Sanatı 16. yy.da en yüksek düzeyine erişti. İznik çini ocaklarında kırmızının en parlak tonu elde edildi. Yapımı 1561 de tamamlanan Mimar Sinan’ın yapıtı Rüstem Paşa Camii’nde kubbeye kadar bütün yüzeyler çiniyle kaplanmıştır. Dönemin en görkemli örneğidir.

Türk Çinicilik Sanatı 16. yy.da Osmanlılarda mozaik çini yerine levha çinileri tercih ettiler. Bu dönemde Bursa, Kütahya ve İznik’te taklidi imkansız çiniler yapıldı. Daha sonra hem sanat hem de teknik açıdan gerilemeye yüz tutan çinicilik gün geçtikçe önemini yitirmeye başladı. 1716’da İznik atölyeleri kapandı ve ertesi yıl Damat İbrahim Paşa İznik’teki çini ustalarını İstanbul’da Tekfur Sarayı çevresinde kurulan imalathanelerde görevlendirmesi çini sanatının eski parlak günlerine dönmesini sağlayamadı.

Abdülmecid zamanında Beykoz’da, II. Abdülhamid zamanında Yıldız’da çini atölyeleri kuruldu. İznik atölyelerinin kapanmasıyla eski usuller büsbütün unutuldu, teknik bozuldu. Yapılan döşemeler fırında eğriliyor ve pişirme sırasında renkler şeffaflığını kaybediyordu. Evliya Çelebi (16111682), İznik’te 9 çini atölyesi bulunduğunu yazar. Oysa I. Murat (1360-1389) devrinde atölye sayısı 300’ü bulmuştu.

İlk Bursa çinileri ince bir kaolin tabakasıyla kaplıydı. Kullanılan toprak, iyi çini yapmak için gerekli özelliklere sahipti. Sonradan bölmeli denen çiniler yapıldı. Bu metoda göre çini levhalar üstüne bir cilayla çizgi ve işaretler çizilir, pişirilir. Bölmeler renkle doldurularak tekrar pişirilirdi. Çini yapımında gerekli kaolin Kütahya’da bol olduğu için çinileriyle tanınmıştır.

Sultan 3. Murat (1574-1595) döneminde bütün yapılarda İznik çinileri kullanıldığı için ihtiyaç çok fazlalaşmış, Saray Başmimarı Davut Ağa, özel kişilere çini satılmasını yasaklamak zorunda kalmıştır. Çinicilik en yüksek seviyesine Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde ulaşmıştır.

16. yy.ın sonu ile 17. yy.ın başkalarında üretilen çini ve seramiklerde, renk sayısının arttığı gözlenir. En belirgin özelliklerinden sır altında hafif kabarık mercan kırmızısı kullanılmış olmasıdır. Osmanlı süsleme sanatının en üstün yaratıcılığına örnek sayılan üst düzeyde bir çiçek üsluplaştırılması gelişmiştir. Lale, karanfil, sümbül, menekşe, nar çiçekleri, bahar dalları, üzüm salkımları ve asma yapraklarının desen olarak kullanıldığı çini ve seramikler, doğadan bir kesit yansıtır. Ayrıca hayvan figürlü çiniler de bu dönemde üretilmiştir. Bezemeler çoğunlukla siyah kenar çizgileriyle çevrilidir. Ayrıca bu dönemde tabak, kâse, vazo, kandil, kupa, sürahi ve ibrik gibi değişik türden eşyalar da aynı özelliklerde üretilmişlerdir.

Bu dönem çinilerinin yer aldığı Rüstem Paşa Camii (1561) çini bezemelerinde ilgi çekici bir uygulama görülür. Bizans yapılarında çini mozaikler yalnızca bütün bir yüzeyi kaplarken bu camide kaplama kubbeye kadar sürdürülmüş, böylece Osmanlı mimarisinde çininin, bütün bir yapıyı bir renk cümbüşü içinde kuşattığı yeni bir süsleme oluşturulmuştur. Bu türde bir uygulama hiçbir dinsel yapıda yenilenmemiştir.

17. yy.da egemen olan renk hafif maviye çalan bir yeşildir. Dönemin sonuna doğru belirginlik kazanan motifse servidir. Avrupa’ya gönderilen Türk çinileri batının seramik sanatını büyük çapta etkilemiştir. Çinilerin rengi solgun sarı-badem yeşili iken bu ihraç döneminde çimen yeşili ile Türk kırmızısı denilen domates kırmızısına dönüşmeye başlamıştır. Süleymaniye ve Rüstempaşa Camii, Türk çiniciliğinin en güzel örneklerini sergiler.

This article is from: