Karagöz & Hacivat Sergi Kataloğu

Page 1


Karagöz ve Haci vat Seyirlik Perde

Karagöz Oyununun Osmanlı Topraklarına Gelişinin 500. Yıldönümü Anısına...


Perde kurdum bezm-i irfana safa göstermeye Şem-a yaktım suret-i ibretnüma göstermeye Her dakika calib-i hayret menazır arzeder Bir temaşa hane-i ibretnümadır perdemiz Perde kurdum bilmek isteyenlere bilgelik göstermeye Işık yaktım öğreten görüntüler göstermeye Her dakika şaşırtıcı görüntüler gösterir Öğreten bir seyirlik konutudur perdemiz


Karagöz ve Haci vat Seyirlik Perde Proje Koordinatörü

Belediye Başkan Yardımcısı

Öznur CANAYAKIN Proje Sorumlusu

Kültür İşleri Müdürü

Nuri SİNCANLI Küratör

Erkan DOĞANAY Redaktör

Mustafa TAYAR Kapak & Grafik Tasarım

Muhammed KOCADAĞ



444 81 80

www.pendik.bel .tr Bu eser Pendik Belediyesi yayınıdır. ISBN: 978-605-67163-6-2

© Pendik - 2017


Dr. Kenan ŞAHİN / Pendik Belediye Başkanı

“Hoş Geldin, Sevgili Karagözüm” Bir toplumun kültürel kimliğinin oluşumu ve gelişiminde, dille birlikte öncü unsur olan edebiyat ve sanat ürünleri, yaratıcısı bilinsin ya da bilinmesin içinde oluştuğu toplumun manevî birikimini yansıtan ve geleceğe taşıyan birer güç olma misyonunu yüklenir. Geçmişten günümüze intikal eden önemli bir kültür mirası olan Karagöz, Geleneksel Türk Gölge Tiyatrosu’nun en bilinen örneklerinden birisidir. Bünyesinde barındırdığı çok çeşitli unsurlar ile -UNESCO tarafından somut olmayan kültürel miras olarak tanımlanan- kültürel mirası çok yönlü olarak ortaya koyan Karagöz sanatı, oyunlarındaki söz varlığı, toplumun çeşitli kesimlerini günlük yaşayışları içinde tasvir etmesi, manzum ifadeler, müzik ve taklitler eşliğinde icra edilişindeki çok boyutluluğuyla birçok araştırmacı tarafından incelenmeye değer bulunmuştur. Bütün bu özellikleri Karagöz’ü paylaşılması zor, sahiplenilmesi kolay hale getirmiştir. Bu özelliklerinin yanı sıra UNESCO bünyesinde bir hükümetlerarası belge ve ihtisas konusu olan “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması” bağlamında 17 Ekim 2003 tarihinde Paris’te imzalanan sözleşmeye Türkiye Cumhuriyeti’nin 2006 yılında taraf olmasıyla Karagöz sanatının, mevcut halkbilimi yaklaşımlarına eklenen yeni bakış açılarıyla ele alınması zorunlu hale gelmiştir. Biz de Pendik Belediyesi olarak Karagöz sanatını hem ilçemize hem de ülkemize hatırlatmak, gençlerimize tanıtmak amacıyla bir belgesel sergi ve bu alanla ilgili bir takım etkinlikler hazırladık. Umarım, bu çalışmalarımız kültürel mirasımız Karagöz’ümüzün daha bilinir olarak günlük yaşamda karşılık bulmasını sağlar. Bu önemli proje ve sergide emeği geçenleri kutluyor, koleksiyonlarıyla katkı sunan koleksiyoner ve araştırmacılarımıza teşekkürlerimi sunuyor, iyi seyirler diliyorum.


“Karagöz Üzerindeki Bilgilere Yeni Katkılar” Metin AND


Karagöz, dayandığı metin özelliği bakımından Türk Halk Edebiyatının ayrılmaz bir bölümü olmuştur. Halk edebiyatı üzerine incelemeler yapmış olan Saussey, Kunos ve Jacob çalışmalarında Türk Seyirlik Oyunlarına ayrı bir yer ayırmıştır. Birçokları halk tiyatrosunu bu açıdan yerinde bir tutumla, üçlü olarak incelemişlerdir: Meddah, Karagöz ve Ortaoyunu. Bunlara kolaylıkla Kukla’yı da katabiliriz. Çünkü gerek Türklerde gerek başka İslâm ülkelerinde şimdiye dek yerleşmiş görüşlerin tersine zengin bir kukla geleneği vardır. Kaldı ki İran gibi bir İslâm ülkesinde Gölge Oyunu olmamasına karşın çeşitli kukla oyunları bulunuyordu. Halk edebiyatımızı inceleyenlerin kuklaya değinmemiş olmaları bu konuda ellerinde bir edebiyat incelemesi için gerekli metinlerin bulunmayışıyla açıklanabilir. Ayrıca buna, incelemecilerin aşağıda göstereceğim üzere eski kaynaklarda kukla için kullanılan deyimleri gölge oyunu sanmış olmaları da eklenebilir. Bugün Karagöz üzerinde pek çok yayın yapılmış olmasına karşın gene de tartışılmakta olan, çözülememiş sorunlar pek çoktur. Bu yazıda bu sorulara kesin çözümler bulabileceğimi sanmamakla birlikte konunun daha bir aydınlanabileceğine inanıyorum. Tartışılan noktaların başında Karagöz’ün Türkiye’ye nereden, nasıl ve ne zaman geldiği sorusu vardır. Önce bu konuyu ele alalım. Sonda söyleneceğimi başta söylemek gerekirse bir toplumsal olgunun benzerinin ve öncesinin başka toplumlarda da görülmüş olması, ille de bunun oralardan alınmış olmasını gerektirmez. Aynı olgu değişik toplumlarda birbirlerinden etkilenmeden ve birbirlerine değinmeden de kendini gösterebilir. Nitekim Endonezya’daki gölge oyununun Çin ya da Hindistan’dan gelmiş olacağı tartışmaları karşısında bilim adamına yakışmayacak bu türlü dayancasız ve çabuk verilmiş yargılardan kaçınmak yolunu tutan incelemeciler de çıkmıştır. Karagöz için de değişik çağlarda bazı öğelerin dışardan alınabilmiş olacağını kabul etmekle birlikte, her şeyiyle bir Türk buluşu olan bu


gösterinin özgün bir bileşimi Türkiye’de yapılmış ve gene buradan çeşitli ülkelere yayılmış olduğunu kolayca ileri sürebiliriz. Şimdi gelelim incelemecilerin nerelerde yanıldıklarına. Şimdiye dek en yerleşmiş görüş gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin eliyle Uzak Doğu’dan batıya getirilmiş olduğu yolundaydı. Moğol etkisine kanıt olarak İranlı Tarihçi Cüveyni’nin Tarih-i Cihangüşa’sı (ki aynı bölüm Raşideddün tarihinde de geçer) gösterilmiştir. Burada Cengiz Han’ın oğlu Oktay’ın sarayında bir Çinli oyuncunun gösterisi ele alınmaktadır. Oysa bunun gölge ya da kukla oyunu olduğu kesinlikle belirtilmemiştir. Bunun gibi Orta Asya’da ve İran’da gölge oyunu olduğu

yanlış

oyunu

araştırmalarının

Profesör birçok

görüşünü,

Jacob’dan incelemeci

gölge babası

başlayarak körü

körüne

yineleyip durmuşlardır. Jacob’un

yanılgısı

Türkçe

bebek

anlamına gelen ve bugün Anadolu’da da

yaşayan

korçak,

kudurcuk,

kuçak, kavur, konçak, kabarcuk, kavurcak, goğurcak sözleriyle gölge oyunu arasında bir ilinti kurmaya kalkışmasıdır. Böyle bir ilintiye ise hiçbir bakımdan yer yoktur. Bundan başka kesinlikle söylenebilir ki ne Orta Asya’da ne de İran’da gölge oyunu bulunmamaktadır. İbni Bibi’nin tarihini Almanca’ya çeviren Profesör H. W. Duda bu tarihte geçen baziger’in karşılığını bir yerde kukla, bir yerde gölge oyunu olarak adlandırmıştır. İran Tiyatrosu üzerine incelemeler burada

10

Karagöz & Hacivat


gölge oyununun varlığı üzerine hiçbir kanıt gösterememiştir. İran Tiyatrosu üzerine başarısız bir kitap yazmış olan Mecit Razvani Lubetbâzî, Pehlevan Keçel, Hayme-i Şebbazi, (veya Şebbazi), Humbazi ve Arûsek gibi değişik kukla türleri yanında birinin adı Bâzi Hayal, ötekinin Hayme-i Sâye Gerdûn adında iki gölge oyunu türü bulunduğunu ileri sürüyorsa da bu başlıklar altında yalnızca Türk Karagözü’nü anlatıyor; ama İran’da bunların varlığını belgeleyen hiçbir kanıt gösteremiyor. Bu adları yazarın nereden bulup çıkarttığına gelince Jacob’un incelemesinde İran Edebiyatından alınmış kimi örneklerde çark-ı felek, fânus-hayal, cemal-i hayal ve hayal-i fener gibi deyimlerin gölge oyunu olarak yorumlanmasından aldığı söylenebilir. Nitekim Mecit Rezvani’nin sözünü ettiği hayme-i sâye gerdûn’da “hayme” gerek Farsça’da gerek Türkçe’de kukla veya gölge oyununun oynatıldığı çadır, “sâye” gölge, “gerdûn” ise dönen, felek, dünya veya araba anlamındadır. İşte yazar daha çok şiire özgü anıştırmalardan, imgelerden öteye gitmeyen çark-ı felek, fânus-hâyal gibi deyimlerden esinlenerek böylece hiç yoktan terim yaratarak İran’da gölge oyunu olduğunu ileri sürmüştür. Ne var ki İran’da gölge oyunu olduğu üzerine hiçbir kanıt olmadığı gibi Orta Asya’da da gölge oyununun bulunduğunu ileri sürenler de bu yerlerde rastlanan kol korçak ile çadır hayâl’i gölge oyunu sanmışlardır. Oysa kol korçak el kuklası, çadır hayâl ise ipli kukladır. Gölge oyunu sanılıp aslında kuklanın konu edildiği pek çok Farsça metin bulunmaktadır. İlk olarak Jacob’un ilgimizi çektiği Profesör Tschudi’nin elinde bulunan Feridüdettin Attar’ın Üştürname adlı mesnevisinin (Hicri 821) tarihli yazması bunlardan biridir. Siyavuşgil bu metinde söz konusu edilenin gölge oyunu olduğunu ileri sürmüştür. Oysa daha sonra Ritter’in de gösterdiği gibi bölüm dikkatlice okununca bunun kukla olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu parçaya göre usta, bilge bir kukla oynatıcısı Türk asıllıydı, nakkaşlıkta üstüne yoktu. Nereye gitse orada sanatını gösterirdi. Tuhaf renklerde görüntüler yapar, bunları kendi başına oynatırdı. Her yaptığı kuklayı zamanla bozar, yenisini yapardı. Her kuklayı alacalı renklerle ve her birini değişik biçimde yapardı. Oyunu için yedi perde yapmış, her bir

Karagöz & Hacivat

11


perde renkler ve resimlerle bezenmiştir. Ritter’e göre İran tasavvufi şiirinde zalimlik ve kâfirlik, Tanrının niteliklerindendi. Türkler’de bu gözle görüldüğü için burada Türk bir Tanrı simgesi olmuştur. Yedi perde, yedi iklim veya yedi göktür. Kukla oyuncusunun yedi perdesi ve yedi yardımcısı vardır. Kuklacı kendi yarattığı kuklaları kırar, perdeyi yırtar ve yardımcılarını da gizinin saklı kalması için dört bir yana gönderir. Bu tıpkı Tanrının yaratıklarına son vermesi gibidir. Tanrıyı boşuna arayan mürid sırayla yedi perdenin önüne geçer. Eserin aslında kuklacı için perdahdari, görüntüler için suret sözcükleri

Metin And Arşivinden Karagöz Figürleri kullanılmıştır. Burada ilgimizi çeken bir nokta daha var, meddahlar üzerine yazdığım bir yazıda da gösterdiğim gibi İran’da Kerbelâ olaylarını duvara gerilmiş perdeler önünde anlatan meddahlara perdahdari deniliyordu. Belki de Attar’ın Üştürname’sinde geçen perdahdari de bir kukla oyuncusu da değildi de perdeler önünde olayı anlatıyordu. Zaten resimli ve yedi değişik dekor perdesi kullanıldığına ve görüntülerine de suret dendiğine göre bu oyunun da gölge oyunu olmayıp hiç değilse kukla oyunu olduğu ortadadır.

12

Karagöz & Hacivat


Kukla yoluyla bu türlü benzetişler yapmış başka İran şairleri vardır. Örneğin Nizamî (1141-1203) Manzehül Esrar adlı eserinde insanoğlunu bir perde gerisinde kuklacının yönettiği kuklalara benzetiyor. Bu türlü anıştırmalar, simgelerle benzetişler Eflatun’dan başlayarak pek çok eski Yunan ve Latin yazar ve düşünürlerinde rastlanmaktadır. Bu, kuklalar yoluyla düşüncelerini belirtme geleneği Arap ve Fars kültüründen Türkiye’ye geçmiştir. Böyle bir benzetiş Şair Asadî’nin oğlu genç Asadî’nin 1066 da bitirdiği Gerşaspname adlı destanda rastlanır. Burada dünya bir sihirbaz sanatçısının oyunlarına benzetilir. Bu sihirbaz perdede gölgeleri göstermesini bilir. Gök kubbede biri siyah öteki sarı iki perdeyle birleşir. Oyunda bu iki perdeye görüntüler biçiminde her türlü canlıyı çıkarır. 16. yüzyıla gelinceye değin Türk kaynakları da incelemeciler elinde yanlış yorumlanmıştır. Bu yanlış yorumlamanın nedenini eski metinlerde hayal kelimesinin hem kukla hem de gölge oyunu için (çoğu kez bunları ayırmak için gölge oyununa hayâl-i zıll denilmiştir) kullanılmış olmasında, bunun gibi “çadır” veya “hayme” deyimlerinin de hem kukla hem gölge oyununun oynandığı yer anlamına gelişinde aramalıdır. Türklerin bu çağlarda gölge oyunundan önce kuklayı tanımış olmaları ve bunu Orta Asya’dan ve İran’dan getirmiş olmaları akla daha yatkındır. Nitekim 13. yüzyılda Divanı Sultan Veled’de daha önceki sufîlerin düşüncelerine uygun olarak yer ve göke (çarh-ü zemin) çadıra (hayme), insanlar ise kuklalara (lu’bet) benzetilmektedir. Burada hayal sözcüğü yerine kukla anlamına lu’bet kullanılmış olması, Türklerin 16. yüzyıldan önce gölge oyununu bilmemesine karşın kuklayı daha Selçuklular çağından tanıdıkları anlamı çıkarılabilir. Bunun gibi 15. yüzyıldan Hoca Mesud ile yeğeni İzzeddin Ahmed’in yazmış olduğu Süheyl-ü Nev-bahar’dan alınan “Kişi kim hayalbaz oyunun bilür Çadır tudübün gice oynar olur Çün gör ki onun misli az idi Gönül kendüsün ne hayâlbaz idi” mısralarında hayal sözcüğü ve oyunun gece oynatılması gene incelemecileri

Karagöz ve Hacivat

13


aldatmış bunu da gölge oyunu sanmalarına yol açmıştır. Ancak yukarıda İran’da kukla türü olan hayme-i şebbazi veya şebbazinin gece oynatılan kukla türü olduğu düşünülürse Türkiye’de de kuklanın gece oynatılmasına bir engel olmayacağı ortaya çıkar. Ayrıca Ahmet Kutsi Tecer, Raif Yelkenci’de gördüğü, yazarı Musa olan 1430 tarihli 2. Murat için yazılmış Câmâsbnâme’den bir parçayı veriyor. Bu parçadan şu mısralara bakalım: “Nice ersün aki anun işleri çok Uykuda olan görür düşleri çok Her ki gafildür uyur ol düş görür Uyanık olan görür düşin yorar Uyuru uyanığı lu’ batıbaz Oynadup bir bir alur üstüne uz Kimse bilmez hali bunun nicedür Ha görünen uşbu gündüz gicedür Barigâh u kârigâhtır kurulu Oynadan bir hep içi Lu’ub dolu Gördün ahî ol hayalbaz oyunu Bir kıl ile nice oynadanı” Burada hayalbaz oyunu dendikten ve gece gündüz oynatıldığı belirtildikten sonra bunun bir kılla oynatıldığının söylenmesi yalnız 15. yüzyılda hayâlin kukla anlamına geldiğini göstermekle kalmaz bir de bu çağda ipli kuklanın bilindiğini de gösterir. 16. yüzyıldan önce Türk metinlerinde hayal sözcüğü geçmektedir. Örneğin 2. Murat çağında Farsça’dan çevrilmiş Kâmil üt Tabir adlı yazmada: “Eğer görürse düşünde hayâlbaz Oynardı ol kişiye taalluktur ki Yalancı ve batıl iş işleyendir Bu düşü gören sadaka vere” Bunun gibi ilk kez Jacob’un ilgimizi çektiği 15. yüzyılda şairi Hamdullah Hamdi’nin Yusuf-ü Züleyha’sından şu dizeleri gösterebiliriz: “Beni bir lû’b ile şikâr etti Çün hayal’ûnu aşikâr etti”

14

Karagöz & Hacivat


Burada da hayâl veya lû’b-u hayâl deyimleri gölge oyunu değildir. Hayâl kukla yerine kullanıldığı gibi ayrıca taklit, güldürü anlamına da kullanılmıştır. Nitekim 15. yüzyılda yaşayan İspanyol misyoneri Pedro de Alcala Granada 1505 basımlı Vocabulista arabigo adını taşıyan sözlüğünde lû’b el hayâl veya el hayâl-ü lû’b karşılığını başkalarını taklit etme oyunu (momos contrahazedor) olarak göstermiştir. Böyle olunca 16. yüzyıldan önce kuklanın bilindiğini ama kanıtların yokluğu

Metin And’ın hazırlamış olduğu İngilizce Karagöz kitapları karşısında gölge oyununun bilinmediğini kolayca ileri sürebiliriz. Gölge oyununun Türkiye’ye 16. yüzyılda Mısır’dan gelmiş olduğuna dair kesin bir kanıt vardır. İlk kez Profesör Jacob’un ilgimizi çektiği bu kanıt Arap Tarihçisi Mehmet Bin Ahmet Bin İlyas ül-Hanefi’nin Bedai Üz-Zuhur Fi Vekai Üddühur adlı Mısır tarihindedir. Bu eserin birkaç yerinde gölge oyunuyla ilintili yer vardır. Konumuzla ilgili olan yere geçmeden önce bunları

Karagöz & Hacivat

15


gösterelim. Bu eserin bir yerinde Memlûk Sultanı Çakmak’ın H-855/M-1451 de bütün gölge oyunu görüntülerini yasak edilip yakılmasını buyurmuştur. Bir başka yerde Sultan Melikü’n-Nasir Nasırüddin Muhammed’in Gölge Oyuncusu Ebul Şer’in gösterisiyle eğlendiği belirtilmektedir. Bir başka yerde de yalnız ramazanda olmayıp bütün yıl boyunca oynatılan gölge oyunu, 9 Zilhicce 924 de yasak edilmiştir, bunun gerekçesi olarak Osmanlı askerlerinin bu temsillerden dönmekte olan seyircileri soydukları, aralarındaki kadın ve erkek çocuklarını kaçırdıkları gösterilmiştir. Bu kaynağın konumuzla ilgili yerine gelince 1517’de Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, Memlûk Sultanı 2. Tumanbay’ı 15 Nisan 1517’de astırmıştır. Cize’de Nil nehrinin üzerindeki Roda adasındaki sarayda bir gölge oyuncusu, Tumanbay’ın Züveyle kapısında asılışını ve ipin iki kez kopuşunu canlandırmış, sultan bu gösteriyi çok beğenmiş, oyuncuya bol altın ve bir de altın işlemeli kaftan armağan ettikten sonra İstanbul’a dönerken “Sen de bizimle gel, bu oyunu oğlum da görsün eğlensin.” demiştir. O sırada oğlu Kanuni Sultan Süleyman 21 yaşındaydı. Nitekim bu olaydan 3 yıl sonra onlarla İstanbul’a gelen 600 Mısırlı İstanbul’dan yurtlarına geri dönmüşlerdir. 20 Haziran 1612’de Öküz Mehmet Paşa’nın padişahın kardeşi Gevherhan’la düğünü için Mısır’dan gölge oyunu getirtildiği ve 1. Ahmet’in Edirne’de de Mısır’dan gelen Davut el Attar ve arkadaşlarının gösterisini seyrettiği Davut el Attar anlatısındadır. Yavuz Sultan Selim, çağının güvenilir kaynaklarından biri olan İbn İlyas’ın verdiği bilgi kesin olarak gölge oyununun Türkiye’ye 16. yüzyılda Mısır’dan geldiğini gösteriyor. Bunu destekleyen başka kanıtlar vardır. 13. yüzyıldan Mehmet Bin Danyal Bin Yusuf’un manzum ve uyaklı nesirle yazdığı ve elimizde bulunan üç gölge oyunu metninin Türk Gölge Oyunları metinlerine benzerlikler göstermesi; Kahle’nin bu çağlarda bulduğu eski Mısır Gölge Oyunu görüntülerinin Türk Gölge Oyunları görüntülerine benzerliği; Şair Ömer İbn-ül Ferid’in Tâîyyet el Kübra adlı eserinin içinde anlatılan Mısır Gölge Oyununun konularının aşağıda sözünü edeceğimiz 16. Yüzyılda Türkiye’deki gölge oyunu kaynaklarındaki konulara benzerliği gibi. Ayrıca

16

Karagöz & Hacivat


16. yüzyılda birden Türkiye’de gölge oyunu üzerine bilgi veren kaynaklar sayıca artıyor, gölge oyunu üzerine Ebussuud’un fetvaları kuklayı belirten hayal sözcüğünün gölge oyunuyla ayrımı belirtmek için gene bu çağda hayâli zıll denilmesinin, gölge oyunu oynatanların adlarını veren listeye bu çağda rastlamamız gölge oyununun Türkiye’ye 16. yüzyılda girmiş olduğunu kesin olarak ortaya koyuyor. Nitekim 16. yüzyılda kukla ile gölge oyununu kesin olarak ayırmaya yarayan kaynakları da bulabiliyoruz. 1582’deki Sünnet şenliğini anlatan Surname-i Humayun’un birçok yerinde hayal oynatıldığı belirtilmiş. Ama herkesin iyi bildiği düşünülerek anlatılmayıp yalnız adı belirtilmekle yetinilmiş, buna karşın bir yerde yeni bir gösteri gibi gölge oyununun uzun uzun anlatılmış olması, gölge oyununun 16. yüzyıl için gerçekten bir yenilik olduğunu gösterir. Gene aynı yüzyılda Gelibolulu Ali aşağıdaki satırlarda görüleceği gibi hayâl oyununu hayâl-i zıll’dan ayırır, bunun tasavvuf anlamını da ayrıca belirtir: “Ve zıll-i hayâl oynadan taklid-i takrirde arz-ı iktidar iden yani ki verâi’l hicabda yalınız söyleyen kendüsi iken eşhas-ı mütenevviayı zuhura getürüb söyleden ustad-ı mahirlerdir. Yani ki Şeyh Şüşteri hazretleri vahdet-i vücud sırrını hicab-ı şuhud verasından gösterdiği gibi bu eşhasın nezayiri şuver-i muhtelifden izhar eyleyüb mukallidin bu tezahürleridir.” Gene bu yüzyılda kukla ve gölge oyunu türleri olan suretbazan, hayâl-i zılciyan, hayâl-i has, cemaat-i piyade çadırları ve ayak kuklası gibi çeşitli deyimlere rastlıyoruz. Mısır görüntüleri tek renktir, hareket olanakları sınırlıdır. Türkler, olsa olsa yalnız perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır’dan almış; ama buna Türk yaratıcılığını da katıp çok renkli, hareketli ve özgün bir biçim vermiştir. Böylece kesin biçimini aldıktan sonra Osmanlı İmparatorluğunun etki alanı ve çevresinde yayılmıştır. Bundan sonra da Mısır’a yani geldiği yere gölge oyunu bu yeni, gelişmiş biçimiyle yeniden dönüp yerleşmiştir. Nitekim bir çok gezgin 19. yüzyılda Mısır’daki gölge oyununu anlatırken bunun Karagöz olduğunu ve Mısır’a Türklerin soktuğunu, bunun çoğunlukla Türkçe

Karagöz & Hacivat

17


oynatıldığını belirtmişlerdir. Ayrıca Mısır’ın Türk etkisinden görüntülerini de Hamburg’taki müzede Türk görüntüleriyle karşılaştırırsak benzerlik açıkça ortaya çıkar. Yalnız gene bu müzede elinde ziller bulunan bir çengi görüntüsü gölge oyunlarında rastlanan görüntülerin tersine yandan değil öndendir. Türk etkisi kendini Mısır’da yalnız gölge oyununda değil, kukla oyunlarında da gösterir. Şöyle ki Mısır’daki kuklanın adı Karagöz’den bozma Aragoz’dur. Bu sözcük ister istemez ses çağrışımı yoluyla Arusek’i düşündürüyor. Arusek, Farsça “küçük gelin” demektir. Bunun Anadolu’da yağmur duasında kullanılan ve kimi bölgelerde “çömçe gelin” adlı kuklayla bu bakımdan bir ilintisi olduğu ileri sürülebilir. Suriye, Kuzey Afrika dışında Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya’da Karagöz adı bu yerlerin dil özelliklerine göre ufak tefek değişikliklere uğrayarak yerleşmiş ve yayılmıştır. Yunanistan üstelik buna sahip de çıkmıştır. Karagöz’ün Türkiye’ye gelişi üzerine üçüncü bir görüş daha vardır. Bu görüşe ilk önce Profesör Jacob, bir olasılık olarak değinmiştir. Tahir Alangu daha sonra yayınlanan bir konferansında, Karagöz’de rastlanan bazı çingene özelliklerini göz önünde tutarak ve Karagöz’ün kendini Türkiye’de gösterdiği çağ ile çingenelerin Türkiye’ye yayılma tarihlerinin rastlaşmasına dayanarak gölge oyununun Cava ve Hindistan’dan Türkiye’ye çingene oynatıcılar eliyle geçtiğini ileri sürüyor. Ancak çingene öğelerinin Karagöz’de bulunmasıyla bunların çingeneler eliyle Türkiye’ye getirilmesi ayrı ayrı şeylerdir. Bu görüşü destekleyecek elde hiçbir kanıt bulunmayışından Alangu’nun görüşü bir yakıştırmacadan ileri gitmiyor. Hintlilerin Çayanatak denilen gölge oyunları üzerine bilgimiz pek azdır. Buna karşın Hindistan’da köylerde gösterilen ve adına Bommalattams denilen güderiden, alacalı renklerde boyalı görüntüler, bizim Karagöz’e daha yakındır. Bunlar dikey çubuklarla tabana saptanır, kol ve bacakları iplerle oynatılır. Bunların Karagöz’e bir benzerliği de Tanrıların, efsanelerin yanı sıra günlük olaylara ve fıkralara da değinmiş olmalarıdır. Alangu, ayrıca İslâm ülkelerinde kukla bulunmadığı gibisinden yanlışlara da düşmüştür. Bir tartışma konusu da Karagöz ve arkadaşı Hacivat’ın yaşamış gerçek

18

Karagöz & Hacivat


kişiyle olup olmadığıdır. Gölge oyununun bu iki kahramanı halkın gönlünde yüzyıllarca öyle yerleşmiştir ki halk onları gerçekten yaşamış kişiler olarak görmek istemiştir. Bu bakımdan birtakım söylentilerde onların yaşadıkları ileri sürülmüştür. Bu söylentilerden birisine göre Sultan Orhan çağında Hacivat’ın duvarcı, Karagöz’ün demirci olduğu, Bursa’da yapılan bir camide çalıştıkları, söyleşmeleriyle öteki işçileri oyaladıkları, bu yüzden de caminin yapımının gecikmesi üzerine sultanın bunların ölümlerini buyurduğu yolundadır. Bu söylentinin dört değişik çeşitlemesi bulunmaktadır. İkinci söylentiyi Evliya Çelebi’de buluyoruz. Ona göre Efelioğlu Hacı Eyvad, Selçuklular çağında Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yorkça Halil adıyla tanınmış, daha sonra kendisini eşkıyalar öldürmüştür. Karagöz ise İstanbul Tekfuru Konstantin’in seyisi olup Edirne dolaylarında Kırk Kilise’den kıptî Sofyozlu Karagöz Bâli Çelebi’ydi, yılda bir kez Tekfur kendisini Alaeddin Selçuki’ye gönderdiğinde Hacivat’la buluşur, onların söyleşmelerini gölge oyunu olarak oynatırlardı. Evliya Çelebi’nin kendi çağından şöyle böyle bir 400 yıl öncesinin olayları üzerine vereceği bilgi ne denli doğru olabilirse bu söylentiye de o denli güvenilebilir. Kimi incelemeciler bu söylentinin tarih tarih yanlışlarına karşın doğruluğunu benimsemişler, öyle ki bundan Selçuklularda gölge oyunu bulunduğu uydurma sonucunu da çıkarabilmişlerdir. Elde güvenilir bir kaynak olmadıkça Karagöz ve Hacivat’ın ne yaşadığı ne de yaşamadığı yolunda bir sonuca ulaşabiliriz. Nitekim 1932 yılında Bursa’da Çekirge yolunda Karagöz için yaptırılan mezarın onarılması söz konusu olunca bu olayla ilgili olarak Karagöz’ün gerçek ya da yapıntı bir kişi olup olmadığı üzerinde basında uzunca süren bir tartışma olmuş, bu tartışmalarda türlü görüşler ileri sürülmüştür. Bu arada Fuat Köprülü bir demecinde Karagöz’ün yapıntı bir kişi olduğunu belirtmiştir. Gene bu tartışmalarda Filibeli Mithat Bey’in Bursa Belediye Başkanı Muhittin Bey’e yazdığı bir mektubu yayınlanmıştır. Mektup sahibi 1333 yılında Hisar’daki Orta Pazar Medresesi kitaplığında (veya oradaki Mısrî Tekkesi Kitaplığı’nda) Hayat ve Menakibi Kara Uğuz ve Hacı Evhad adında

Karagöz & Hacivat

19


bir kitabın bulunduğunu, daha sonra bunun bir yangında yandığını söylüyor. Mektup yazarı, Bursa’da sahaflar çarşısında oturan Kahveci Şeyh Hakkı Efendi’den Karagöz’ün Orhaneli ilçesinde Karakeçili aşiretinden Oğuz adını taşıyan, esmer olduğu için kara denilen bir köylü olduğunu, ama bu adın daha sonra iri yarı olduğu için Kara Öküz yapıldığını, bunun arkadaşı Hacı Ahvat’la birlikte düzenledikleri oyunlar Şeyh Küşterî’nin ilgisini çektiğini ve Kara Öküz’ü Karagöz’e çevirdiğini öğrenmiştir. Bir de Karagöz ile Mısırlı Vezir Karakuş arasında bir ilişki kurulmak istenmiş, ayrıca Yargıç Karakuş’un bir alacaklının para verdiği borçlusunun parası olunca alacaklısını aramaması üzerine alacaklıyı hapse attırarak borçlunun böylece kendisini arayacağı üzerine karar verdiği üzerine bir fıkra anlatılıyor. Her Karagöz oyunu üç kesimden meydana gelir: Mukaddime (öndeyiş ve giriş), Muhavere (söyleşme), Fasıl (oyunun kendisi). Boratav buna bir de bitişi dördüncü bir kesim olarak katıyor. Oyunun mukaddime kesiminde de çeşitli bölümler bulunmaktadır. İlk önce müzikle boş perdeye göstermelik (ya da gösterme) denilen ve çoğu kez oyunun konusuyla ilintisi olmayan bir görüntü konulur. Bu konuyla ilintili olabilir, örneğin Tahmis Oyununda göstermelik kahve dövücüleri gösterilir. Çoğu kez bunun oyunla hiçbir ilgisi de olmaz. Söz gelişi, bir dalyan, bir saksı, limon ağacı, vak vak ağacı, gemi, deniz kızı, çalgıcılar, kediler, Burak, ev ya da Metin And Koleksiyonu’nda bulunan göstermelikler arasında yer alan Zaloğlu Rüstem’in devle savaşı gibi. Göstermeliklerin görevi, henüz oyunu seyretmeye hazırlanmamış seyirciyi, oyunun yapıntı gerçeğine hazırlamak, yanılsama havasına sokmak, onda geciktirim ve ilgi uyandırmaktır. Belki de bunda Uzak Doğu Gölge Oyunlarının bir etkisi bulunabilir. Göstermelik, bir ucuna sigara kâğıdı gerilerek yapılmış nâreke adında bir kamış düdüğün cırlak sesiyle kaldırılır. Bundan sonra perdeye def’in tartımına uygun Hacivat gelir, bir semai okur. Bunu kimi kez bir ara semaisinin izlediği olur. Bu semailer Dügah, Ferahnak, İsfahan, Tahir Puselik, Yegah, Rast, Nihavend, Beyati, Uşşak, Segah ve Eviç gibi makamlarda olur. Bu şarkıların çoğu Haşim mecmuası, Gülzâr-ı Musiki, Nevzad-I Musiki gibi şarkı derlemelerinden alınmıştır. Burada Hacivat müziğin tartımına

20

Karagöz & Hacivat


uydurarak başını hafifçe sallar. Semai bitince Hacivat “Off… Hay, hak!” diyerek perde gazeline başlar. Perde gazelleri çoğu kez oyunun bir öğrenek oyunu olduğunu ve tasavvuf anlamını belirtir. Bunların içinde Sadık, Mukbil, Latif, Raşit Ali Efendi, Kemteri, hayali, İbn-i İsa Akhisârî, Bektaşi Ali Hilmi Dede ve Birri gibi şair ve şair mahlaslarına rastlanır. Bu perde gazellerinden bir iki örnek verelim: “Seyreden ahbablara işve nümadır perdemiz Hem verir ruha gıda cana safadır perdemiz Arifane hep hayâlâtı cihanı gösterir Güya ayinei ibretnümadır perdemiz Ki görürse ne acep meftundur e canu dil Var ise bir dilberi mahı likadır perdemiz Gösterir çeşm i siyah ile Hacı Evhad’a şekil Verir dikkatle bakana hoş edadır perdemiz Eylemiş bu hayme-i dünyaya Şeyh Küşteri Hem zalil hem de halil-i ibret nümadır perdemiz Hep metanet üzredir ehli kemalin perdesi Hal olursa lağvolur sahip cemalin perdesi Bulmaz ahenk eğer vermezse mıtrip gûşmâl Nâyi tanbur keman şarkı mâvalın perdesi Cem olunca aşıkı maşuk bezmi hasda Ol vakit mani değil kalsa visalin perdesi Hacı Evhad’la Karagöz bulamazdı iştihar

1720’li Yıllarda Osmanlıda Bir Şenlik

Olmasaydı bezmi irfanda hayalin perdesi Temaşayı hayal erbabına özge temaşadır Maarif ehline malum olur ise de muammadır Ne anlar cahili nadan olan sırrı muammadan

Karagöz & Hacivat

21


Bakar zahir gözüyle sanki miratı mücelladır Verasın fehm ü idrak eyleyen yarana aşk olsun Değildir ehli irfan hakkın zılli hüveydadır Misal etmiş Şeyh Küşteri gülzarı dünyaya Anın çün Sadıka zılli hayal müsemmadır”

Bursa’da bir meddah gösterisi Bundan sonra Hacivat seçili bir biçimde yakarır: “Huzur-u haziran, cemiyet-i irfan, vakt-ı safayı merdan, laindir, dinsizdir, münafıktır, bi-edepdir şeytan, şeytana lanet, Rahman’ın birliğine hamd-ı bigayet, ol can-ı Rabbü’l enam, şevketlü, kudretlü, kemal-ü muhabetlü Padişahımız Efendimiz Hazretlerini ila yevmil kıyam erikepira-yı ihtişam buyursun!” Ardından bir beyit okur. Bu beyitin bazen Hafız’dan, Ziya Paşa’nın Terkibibend’inden, Fuzuli, Nedim, Nef’i divanlarından alındığı görülür. Bundan sonra aşağıdaki satırlarda görüleceği gibi kendine kafa dengi bir arkadaş arar, bu arkadaş da istediği özellikleri sayar:

22

Karagöz & Hacivat


“Efendim! Demem o demek değil! Ben bendenize, bu hakir duacınıza eli yüzü yunmuş, elfazı düzgün, sözü sohbeti tatlı bir fasihüllisan yâr-ı vefaşiar olsa geliverse şu meydân-ı pür sefaya, arabi bilse, farisi bilse, biraz fenn-i şiir ü musikiye aşina olsa o söylese bendeniz dinlesem, bendeniz söylesem o dinlese oturan zevkpervan-ı kiram da sefayâb olsa! Diyelim, bu gece işimiz Mevla’m rast getire! Yar bana bir eğlence, aman bana bir eğlence! Yar bana bir eğlence!” Kimi kez gene bir beyit okunduktan sonra Karagöz gelir, ikisi dövüşürler, dönüşte Hacivat kaçar, Karagöz yerde boylu boyunca uzanmış, burada seçili bir deyişle Hacivat’a veriştirir. Bu kimi kez tekerleme denilen bir biçim alır, örneğin: “Aman, aman! Öldüm, bîmecâl oldum, Çıngarın sonunda kendimi yerde buldum! Amanın aseldirlerim! Darbe-i tekmeviyenin tesirinden eşek gibi zırlarım! Amanın, omuzbaşlarım, cereyan-ı tokattan tüysüz kalan hilal kaşlarım, vücudu darbaludum ahçı kevgiri gibi delikdeşik oldu, ey sağ cenahım, adeta temayülen meyl-i indiham etmiş de haberim yok.” Bunu

ortaoyunundaki

tekerlemeyle

karıştırmamak

gerekir.

Boratav

masallarda da iki çeşit tekerleme olduğunu söylüyor. Bunların birincisi masal başında giriş klişeleri olduğu gibi masalın ortasında, sonunda söylenen masal okuyucusunu gerçek dışı havaya sokmak için söz oyunları. İkincisi ise ortaoyununda ve kimi Karagöz muhaverelerinde olduğu gibi masalcının kendi başından geçmiş gibi anlattığı (kimi kez de üçüncü kişide anlatılan) ve çoğu kez yalan masalları diye adlandırılan olağan dışı serüvenlerdir. Hayali Memduh Bey’in İstanbul Belediye Kitaplığı’nda bulunan yazma defterleri arasında birisi semailer, tekerlemeler başlığı altında 15 tekerleme örneği vermektedir. Hacivat birkaç kez çıkarsa da Karagöz’ün vuruşuyla kaçar, Karagöz yatıştıktan sonra muhavere bölümü sona erer. Mukaddime’nin eski oynayışı değişikti. Eldeki kaynaklara göre daha eskiden Karagöz oyunlarında asıl “fasıl”dan önce hayvanlarla kısa bir sözsüz oyun oynatılmaktaydı, tıpkı günümüzde asıl film başlamadan önce canlı resim

Karagöz & Hacivat

23


filmi gösterilmesi gibi. 19. yüzyılda Türkiye’ye gelip bir de kitap yazmış olan Richard Dewey gördüğü bir Karagöz gösterisini uzun boylu anlatırken şunları yazıyor: “Bir iki dakika saydam perde boş kaldı. Derken deve sırtında güldürücü bir görüntü acele koşarak geçti, onun arkasından fareyi kovalayan bir kedi. Kedi uzunca bir süre fareyle acımasızca oynadı ve sonunda onu yutuverdi. Bu sırada çalgıcı takımı yıldırıcı sesler, patırtılarla karışık, titrek ve çığlımsı bir ses çıkarttı; anlaşılan bu ses mutsuz kedinin karnındaki işkence odasında bulunan mutsuz farenin can çekişmesini anlatmak içindi. Sonra garip biçimli davuldan çıkan kulakları sağır edici sesler gitgide kesildi. Kedinin yemeği sona ermişti. Kedi ile fare olayı seyircinin öylesine hoşuna gitmişti ki odanın içi beğenmekten gelen fısıltı dalgalarıyla çalkalandı. 1582 sünnet şenliğini anlatan Surname-i Hümayun yukarıda adı geçen yerinde fare ile kedi, leylek ile yılan ve büyük ejderin insanları yutması gibi kısa oyunların gösterildiğini şu satırlardan öğreniyoruz: “Muşla gürbenin seyrin haddan aşurdu ve leylek ile marın nezaketin yerine düşürdü. Andan sonra bir ejder-i mehinpeykeri meydan yerine getirüb ademler yutdurdu.” Nitekim aynı şenliği anlatan bir yabancı tanık ise gölge oyunuyla bir kedinin bir fareyi, bir leyleğin bir yılanı yuttuğunu söyleyerek olayı doğruluyor. Eskiden bu çeşit hayvan sözsüz ön oyunlar oynatılmış olduğuna kimi Karagöz koleksiyonlarında rastladığımız hayvan görüntüleri de kanıttır. Kiel’deki, Hamburg’daki, Topkapı Sarayındaki koleksiyonlarda kedi, fare görüntüleri bulunmaktadır. Böylece anlaşılıyor ki hayvanlarla gösterilen bu kısa sözsüz oyunlar geleneği 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sürdürülmüştür. Bunları ortaoyununun eski biçiminde de buluyoruz. Mukaddime ve muhavereden sonra fasıl gelir. Muhavereden fasıla geçerken önce Hacivat gider. Karagöz çıkmadan: “Sen gidersin de beni pamuk ipliğiyle mi bağlıyorlar? Ben de gideyim iydgaha, dollaba, dilber seyrine! Bakalım ayine-i devran ne suret gösterir, sallan bullan koca oğlan”

24

Karagöz & Hacivat


dedikten sonra fasıl başlar. Belli başlı fasılların konularını ve kaynaklarını bir yazı dizisinde göstermiştim. Bu kaynaklar dışında kimi özel ellerde, kimi kitaplıklarda, yazma veya ses şeritlerinde pek çok fasıl bulunmaktadır. Kimi fasılların konuları benzer olmakla birlikte adları değişmektedir. Örneğin Yorgi’nin Mecmuayi hayal dizisinden çıkan Karagöz fasılları arasında Kanlı Nigar Oyunu 5 nolu cüzde Karagöz’ün soyulup dayak yemesi iken aynı oyunun 6. cüzdeki ikinci yarısının adı Karagöz olan karaman koyunu

Bir ortaoyunu performansı olmasıdır. Kimi aynı fasılın bir çeşitlemesinde olaylar dizisi değişik biçimde gelişir. Bu yolda değiştirmelere yabancı gezginlerin kitaplarındaki özetlerde rastlıyoruz. Örneğin Bahçe Oyunu’na benzer oyunu bir yabancı gezgin özetle şöyle anlatır: “Bir bahçede bir güzel (huri) bulunmakta ve burayı nöbetçiler, askerler, harem ağaları ve köpekler beklemektedir. Karagöz, Hacivat ve çeşitli kişiler bahçeye girmek ister. Hacivat’ın bütün foyasını Karagöz bozar. Bahçeye girmek isteyenler hep güzele tutulmuşlardır. Bir Acem gelir döğüşür.

Karagöz & Hacivat

25


Bir elçinin oğlu elinde bir tılsım ile gelir ve bu tılsımın yardımıyla bahçeye girmeyi başarır. Karagöz’ün teknik gereçleri ve oynatma tekniğine gelince tasvir denilen görüntülerin hazırlanması ilk aşamadır. Karagöz oyununun kendisi gibi tasvircilik de can çekişmektedir. Eski tasvirler bizden çok dışarıda yabancı müzelerde ve özel ellerde bulunmaktadır.

Tasvir

yapan

tasvirciler Karagöz oynatanlardan ayrı

olmakla

birlikte

kimi

Karagözcülerin kendi tasvirlerini yapmış olduklarını biliyoruz. Karagöz tek sanatçının gösterisidir. Bununla

birlikte

yardımcıları

da

Karagözcünün yok

değildir.

Hayali ya da hayalbaz denilen ustadan başka bir çırak vardır. Perdenin hazırlanmasını, oynanacak fasılın görüntülerini çekip sıraya koymaktan başka ayrıca ustanın yanında bu sanatın öğrencisidir. Çırağın da yardımcısı sandıkkar adını alır, o da çırağa yardımcı olur. Tam bir fasıl dağarcığı için gerekli bütün görüntülerin tümüne

Dramatik bir performansın minyatürü

hayal sandığı denildiği için onun

bakımıyla görevli olanın adı da sandıkkar dır. Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara yardak denir. Bu gene eski bir geleneksel Türk seyirlik oyunu olan Hokkabaz’ın yardağından ayrıdır. Def çalan yardımcıya da dayrezen denir. Bunlar da şarkı söylerlerdi. Karagöz dilinde defe dayre, zile hatem denilirdi. Bununla birlikte 16. yüzyıldan daha aşağıda sözünü edeceğim çeşitli oyuncu takımlarını gösteren bir belgede gölge oyuncuları “bir nefer”

26

Karagöz & Hacivat


diye tek kişi olarak gösterilmiştir. Belki de 16. yüzyılda gölge oynatanların hiç yardımcıları yoktu. Karagöz üzerine incelemeler yapmış olanların hemen hemen hepsi daha çok Karagöz’ün tarihçesi, kişileri ve oyunlarının konuları üzerinde durmuşlardır. Bunun nasıl bir tiyatro türü olduğunu ele almamışlardır. Karagöz’ün güldürü yöntemleri

üzerinde

yazılarımda

durmuştum. Bu açıdan üzerinde durulması gereken bir sorun da Karagöz’ün siyasal yönü ve açık saçıklığıdır. Şimdiye dek Karagöz’ün siyasal bir taşlama olduğu üzerine incelemeciler ya susmuşlar ya da bu yönünün olamayacağını kestirip atmışlardır. Yeterli kanıtlarla tersine siyasi taşlamanın Karagöz’ün en önemli yanı olduğunu göstermiştim. Şimdi bu görüşü pekiştirmek için daha başka kanıtlar ortaya koyalım. Gösterilen kanıtların daha önceki yazılarımda

da

belirttiğim

gibi

siyasal taşlamanın yasak edildiği Abdulaziz çağından önce olması ve yabancıların tanıklığına dayanması bu görüşü doğrulamaktadır. Bize geçmeden önce Türkiye dışında iki

Kavuklu İsmail Dümbüllü

incelemecinin kitabında Karagöz’ün siyasal yönünü doğrulayan iki örnek vermek yerinde olur. Profesör Jacob 18. yüzyılda Haleb tarihi üzerine bir kitap yazmış olan Alexander Russell’in kaynak göstererek 1768’de Rusya’yla savaşın başında gözden düşen Halep Yeniçerilerini, Karagöz alaya almış. Hükûmet, halkın büyük alkışla desteklediği bu davranışı yasaklıyor. Bir de Kuzey Afrika’yı örnek verelim. Kuzey Afrika’da Fransız askerleri

Karagöz & Hacivat

27


perdeye çıkarılıyor, oyunlar Fransız asker ve polisinin dövülmesiyle sona eriyordu. Siyasal olaylar yerildiği için 1843’te gölge tiyatrosu yasaklandı. 1910’da Trablus’u İtalyanlar almadan önce iki olay geçmişti. Bunlardan birincisinde Karagöz, 1870 Fransız-Alman savaşında Paris’teki durumu gösteriyor, farelerin bir altına satıldığını ele alarak kuşatılmış Paris’teki Fransız askerleriyle alay ediyordu. İkinci olayda ise Karagöz 1909 yılında 2. Abdülhamit’in tahttan indirilmesini, halk ayaklanmasını ele alıyor, oyunda büyük şenlik yapılıyordu. 1911’de Karagöz’de siyasal taşlama yasaklanıyor. Türkiye’ye dönersek çeşitli yabancı tanıklar Karagöz’ün siyasal yönüne dokunuyor. Bir tanık Karagöz’ün hoşnutsuz kişilerin sözcüsü olduğu için yasaklandığını, kimi yerlerde sınırlı olarak oynatıldığını söylüyor. Bir başkası, Karagöz’de söyleşmelerin yer yer mizahlı, nükteli, yer yer fitneci, ortalığı karıştırıcı olduğunu, sultana, vezire bile sataştığını belirtiyor. Daha sonraki yıllardan bir yabancı tanık ise bu konu üzerinde uzun boylu duruyor. Karagöz’ün sansürü hiçe saydığını, sınırsız bir özgürlüğe sahip olduğunu, öyle ki Avrupa ülkelerindeki gazetelerin bu denli saldırgan olmadığını Amerika, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin bile siyasal sataşmalar bakımından daha sınırlı olduklarını, buna karşın Karagöz’ün mutlakiyetle yönetilen Türkiye’de denetsiz, başı boş bir günlük gazeteye benzediğini, üstelik yazılı olmayıp sözlü olduğu için daha da ürkütücü olduğunu, kutsal tanıdığı Sultan Abdülmecid dışında herkese saldırdığını belirtiyor. Ayrıca 1854 Ağustos’unda Karagöz’ün İngiliz ve Fransız amirallerine göz açtırmayan iğnelemelerle onların ağırdan alışlarını eleştirdiğini, onların manevralarını doğru bulmayarak öfkeyle onlara gemilerini daha iyi çalıştırmalarını öğütlediğini söylüyor. Gene bu tanığa göre Sadrazam’da perdeye çıkarılıyor, bu yüksek devlet adamını sanki bir “gâvur”muşçasına yargılıyor. Kendini bu yargıç karşısında iyi savunamayan Sadrazam, Yedikule Zindanlarını boyluyor. Tanık, Karagöz’ün bir Boccacio, bir Rabelais, bir Petrone, bir Marforio ve Arlequin karışımı olduğuna değindikten sonra başka yerde olsa Karagöz’ün bu söylediklerinin bir tek satırını yazanın ya tutuklanacağını ya da sürüleceğini, oysa Karagöz’e bir şeyler olmadığını söylüyor.

28

Karagöz & Hacivat


Gene aynı yıl bir başka tanık, Karagöz’ün taşlamasını ister paşa olsun isterse ulema olsun, derviş, bankacı veya tacir olsun herkese yönelttiğini, kimseyi esirgemediğini, her sınıftan, her uğraştan kişiyi perdeden geçirttiğini, her birini kendi özgü çizgilerle vurguladığını belirttikten sonra gösterilere kimliğini gizleyip gelen vezirin bile bunlarda kimi kez çok sert gerçekleri işitmek zorunda kaldığını söylüyor. Türkiye’ye bu saydığım gezginlerden daha sonra gelen Gerard de Nerval, Karagöz’ün halkın sözcüsü olarak yetkisi olan kişilerin işlerini eleştirdiğini bunu yaparken kazığa, satıra ve ipe meydan okuduğunu bildiriyor. Bu bizi Karagöz’ün bir başka özgürlüğüne, onun açık saçıklığına getirmektedir. Karagöz’ü yüzlerce yıl her türlü baskıdan, yasaklamadan kurtarmak için yerli kaynaklar bu konuda susmuşlar. Yerli incelemecilerimiz de gerçek Karagöz’de açıklık saçıklık olamayacağını, bunun yalnız köşe başı hayalcileri seyretmiş yabancı gezginlerin uydurması olduğunu söyleyerek Karagöz’e toz kondurmak istemiyor. Gene aynı gerekçeyle phallus (erkeklik aygıtı) un Karagöz’ün ayrılmaz bir öğesi olacağını da benimsemezler. Mimus ve commedia dell’arte başta olmak üzere phallus bolluk törenlerinin bir kalıntısı olarak bütün halk tiyatrolarının en ayrılmaz bir özelliğidir. Böyle olunca gene bir halk tiyatrosu olan Karagöz bundan niye yoksun kalsın. Toramanlı Karagöz (ya da zekerli Karagöz) denilen böyle phallus’lu Karagöz oyunlarının çok oynandığını bildiğimiz gibi sevicilik gibisinden türlü cinsel sapıklıklara değinen oyunlar da vardır. Kaldı ki birçok Karagöz görüntülerinde bu türlü phallus’lu Karagözler bulunmaktadır. Örneğin Topkapı Sarayı Müzesindeki Karagöz Koleksiyonunda Karagöz’ün kendisi olmamakla birlikte bir iki görüntü phallus’ludur. Geçen yüzyılın başlarına dek yabancı tanıklar Karagöz’ün açık saçıklığını yazılarında belirtmişlerdir. Bir tanık Karagöz’de hiçbir sansür olmadığını, phallus’lu Karagöz’ü, bu açık saçıklığı çocuklarla kadınların nasıl olup da seyrettiğine de şaşıyor. Gitgide buna sınırlamalar konulmuştur. Nitekim bir başka yabancı polisin Karagöz’e çeki düzen vermiş olmasına karşın gene de açık saçık olduğunu belirtiyor.

Karagöz & Hacivat

29


Sınırlamalar ise çeşitliydi. Daha sonraki yıllarda bir yazar Karagöz’e ancak Ramazan’ın on beşinden sonra izin verildiğini belirttikten sonra ramazan eğlencelerinden olan hayal -muvafıkı âdap olmayan bazı şeyleri kaldırılarakhâla eski hama eski tas bâki olduğunu belirttikten sonra bir başka yerde “Hayaller çocuklar içindir.” diyor. Yakın çağlarda Karagözcü iki yönden kısıtlanmıştı. İlkin sanat bakımından Karagözcülerin bir kahyası, kethüdası ve onun yardımcısı bulunurdu. Bu kahyayı belediye onaylardı. Çıraklıktan ustalığa geçmiş olan Karagözcüler, buradan bir “esnaf tezkeresi” almak zorundaydı. Çeşitli vesileler için bu tezkerenin parası da değişirdi. Sanat bakımından bu denetlemenin yanı sıra polis ve halkın güvenliği yönünden de bir takım sınırlamalar konulmuştu. Küçük Ali, Birinci Dünya Savaşı başlamadan az önceki işlemleri sırayla anlatıyor. “Önce zaptiye nezaretine bir dilekçe veriliyor, bu dilekçe polis müdürlüklerine ve oradan karakollara gönderiliyor, zaptiyenin aradığı koşullar oyun yerinin cami, tekke ve okullardan kırk metre uzaklıkta olması, bu oyun yerini tutanın namuslu olması ve hiçbir suçu bulunmaması, ayrıca elinde Karagözcü belgesi olmasıdır.” Bu soruşturma sonunda verilen bir belgede özellikle Karagözcüyü bağlayan şu sözler ilginçtir: “Edep ve terbiye dairesinde hikaye söylemek, meddahlık etmek ve hayal oynatmak.” Bir dilekçe de belediyeye veriliyor. Burada aranan koşullar da şunlar: “Karagöz oynatılan yerlerin genel sağlık bakımından sakıncalı olmaması, yangın için iki kapı bulunması, yangın söndürme aygıtlarının sağlanmış olması.” İşte bunlardan sonra para karşılığında “ruhsat tezkeresi” alınırdı. Ayrıca Karagözcü Darülâceze’ye de bir para ödemek zorundaydı.

30 Karagöz ve Hacivat


En eski Karagözcülere gelince yazımın başında açıkladığım nedenlerden ötürü gene bunları 16. yüzyıldan başlatmak zorundayız. Gerçi bu arada Kör Hasan adlı bir hayalcinin Yıldırım Beyazıt çağında yaşadığı ileri sürülmüşse de bu hayalci 16. yüzyılda yaşamıştır. 16. yüzyıla gelince oyuncu takımlarının adlarını veren ve takımların kaçar kişi olduklarını gösteren bir belge de Cemaat-i Hayal-I Zılciyan başlığı altında şu sanatçıların adlarını buluyoruz: Pehlevan Şah Kolu, Pehlevan Sekoğlu, Pehlevan Kör Hasan, Pehlevan Yenikapılı Ahmet, Pehlevan Çalık Ali Bali, Pehlevan Mehmet Bursavi, Pehlevan Ahvel Mehmed, Pehlevan Yenikapılı Hasan, Halepli Arap Mehmet, Pehlevan Vakoğlu Mehmet, Osman, Parpul Mehmet, Çalık Osman, Süleyman, Hüseyin, Muslu, Sefer Bali, Baba Antepli Yucuk, Uzun Ali. Daha önce belirttiğim gibi bu belgede hokkabaz, tasbaz ve suretbaz, gibi çeşitli oyuncu kolları birden çok kişiyle gösterilmesine karşın Cemaat-i Piyade çadırları, hayal-i has ve hayal-i zılciyan gibi kukla ve gölge oyuncu takımları hep birer kişi olarak gösterilmiştir. Hayal-i hasın ne olduğu pek belirli değildir. Olabilir ki sarayda oynatılan kukla ya da gölge oyunuydu. Nitekim daha sonraki çağlarda halka oynayan Karagözcülerin yanı sıra Padişahın önünde oynayanlara Huzur Karagöz’ü deniliyordu. Metin AND, Türk Dili Dergisi, No:207, Ankara, 1968.

Karagöz & Hacivat

31


Karagöz Oyununun Genel Özellikleri Karagöz oyunu baş oyuncularından Karagöz'ün adıyla anılan bir gölge oyunudur. Oyunun diğer başoyuncusunun adı da Hacivat'tır. Bu oyun deriden kesilmiş bir takım insan, hayvan, bitki ve eşya biçimlerinin arkadan ışık verilerek beyaz perdeye gölgelerinin yansıtılmasıyla oynatılır. Doğu ülkelerine özgü bir sanat olduğu görüşü oldukça yaygındır. Gölge oyununun Türk toplumunda ne zaman kullanılmaya başlandığı tam olarak belli değildir. Ancak en yaygın olan görüş: "Gölge oyununun Çinlilerden Moğollara, onlardan da Türklere geçtiğidir. Türk Gölge Oyununun vazgeçilmez iki kahramanı olan Karagöz ile Hacivat'ın da 14. yüzyılda Bursa'da yaşadıkları görüşü eldeki verilere dayanarak öne sürülebilir. "Hayal-i Zıl" oyunu olarak ortaya çıkarılan Karagöz oyununun kurucusu ise Şeyh Küşteri kabul edilmektedir. Karagöz oyununun üç temel niteliğinden söz edilebilir: 1. Güldürücü olması 2. Toplumsal taşlamalar yapması 3. Açık-saçık konuşmalara yer vermesi Oynatılış Tekniği Yatay ve perdeye dik açı yapan çubuklarla beyaz perde gerisinde oynatılır. Geriden verilen ışıkla görüntülerin (tasvirlerin) gölgeleri perdeye yansıtılmış olur. Görüntüler tek yönlü hareket eder, geri dönemezler. Karagöz oynatıcısı hem görüntüleri hareket ettirir hem de her oyun kişisinin özelliğine göre sesini değiştirerek her birini ayrı ayrı konuşturur. Karagözcünün tef çalan, görüntüleri sıraya koyan, perdeyi hazırlayan bir yardımcısı vardır. Oyunun tasvir denilen görüntüleri de deve, dana, manda vb. sığır derisinden yapılır.

32

Karagöz & Hacivat


Karagöz Oyununda Bölümler Karagöz oyunları dört bölümden oluşur. Öndeyiş-giriş (mukaddime), söyleşme (muhavere), oyun bölümü (fasıl) ve bitiş. Öndeyiş bölümünde müzik başlar ve perdeye bir göstermelik konulur. Konulan göstermelik, oyunun konusuyla ilgili olabileceği gibi ilgisiz de olabilir. Göstermeliklerin işlevi izleyiciyi oyunun havasına sokmak ve merak uyandırmaktır. Önce perdeye Hacivat gelir ve bir semai okuyup ardından perde gazeline geçer. Daha sonra perdenin diğer yanından Karagöz gelir. İkisi dövüşür. Hacivat kaçar, Karagöz yere uzanır. Söyleşme bölümü genellikle Karagöz ve Hacivat arasında geçer. Bu bölüm salt söz oyunlarına dayanır ve bir olay anlatılmaz. Bu bölümün işlevi Hacivat ile Karagöz'ün birbirlerine zıt olan kişiliklerini sergilemektir. Söyleşme bölümleri genellikle bir sonraki oyun (fasıl) bölümünden bağımsızdır. Oyun bölümünde Hacivat ile Karagöz'den başka oyunun çeşitli kişileri de konu kapsamında ve olaylar dizisinde perdeye yansıtılır. Yeni oyun kişileri kendi konuşma ve giysi özelliklerini yansıtır. Karagözcüler, oyunun ana temasına bağlı kalmakla birlikte küçük değişiklikler de yapar. Örneğin perdeye çıkardıkları taklitlerin sayısını azaltıp çoğaltabilirler. Giriş sıralarını değiştirebilirler. Oyun (fasıl) bölümünden sonra kısa bir bitiriş vardır. Hacivat ile Karagöz oyun bölümünde giysi değiştirdilerse yeniden kendi klasik giysilerini giyerek perdeye gelirler. Bu bölümde Karagöz, Hacivat'ı yine döver. Bunun üzerine Hacivat “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman!” diyerek çıkar. Karagöz de “Her ne kadar sürçi lisan ettikse affola. Kalın, sağlıcakla!” diyerek bir sonraki oyunun adını ve yerini belirterek gösteriyi sona erdirir.

Karagöz & Hacivat

33



Hacivat ’ın Evi Hacivat’ın evi Köşede ufaraktan Bir tüfek atımı duraktan Kapı pencere elekten Döşemeler zemberekten Dökülmekten Sökülmekten İncelmiş süprülmekten

Salah Birsel


Karagöz ve Hacivat Gölge Oyunundaki Karakterler ve Tiplemeler

Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan ve toplumun farklı sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen tipler (kabadayılar, uyuşturucu müptelaları, özürlüler vs.) ile imparatorluk şemsiyesi altında yaşayan çeşitli milletleri temsil eden tiplemelerin (Yahudi, Rum, Arap, Acem, Arnavut vs.) hemen hepsi Karagöz ve Hacivat oyunlarında yer alır. Bu tiplemeler temsil ettikleri kitlenin en temel özellikleri; kılık, kıyafet, davranış biçimleri, şarkılar, danslar, maniler ve benzerleriyle ön plâna çıkar ve perdede göründükleri anda bu özellikleriyle anında farkedilirler. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşamış her türlü tip perdede yerini almıştır. Bunlardan bazıları: Rum, Çingene, Külhancı, Pişekâr, Kavuklu, Kilci, Tulumbacılar, Bekçi, İmam, Haham, Doktor, Sünnetçi, Bolulu Aşçı, Hokkabaz, Soytarı, Curcunabazlar, Köçek, Cambaz, Ayvaz Serkis, Denyo, Aşık Hasan, İskele Kâhyası, Seymenler, Deliler, Dansöz, Bok Ana, Hımhım, Kekeme, Fahişe, Hermafrodit, Canan, Ferhat, Tahir, Yaşar (Karagöz'ün oğlu), Sivrikoz (Hacivat'ın oğlu), Hacivat'ın kızı, Şirin'in annesi, Zühre'nin babası vs.


Karagöz Oyun Tiplemeleri Eksen kişiler: Karagöz ve Hacivat Kadınlar: Bütün Zenneler İstanbul Ağzı Konuşanlar: Çelebi, Tiryaki, Beberuhi Anadoludan Gelen Tipler: Laz, Kastamonulu, Rumelili, Egeli, Kayserili, Eğinli, Vanlı, Harputlu, Kürt Anadolu Dışından Gelenler: Muhacir, Arnavut, Arap, Akarap, Acem, Çerkez Zımmi Müslüman Olmayan Kişiler: Rum, Frenk, Ermeni, Yahudi Kusurlu ve Ruhsal Hastalar: Kekeme, Kambur, Hımhım, Kötürüm, Deli, Esrarkeş, Sağır, Aptal ya da Denyo

Kabadayılar ve Sarhoşlar: Tuzsuz Deli Bekir, Efe, Arap Efe, Zeybek, Matiz, Sarhoş, Külhanbeyi, Kopuk Eğlendirici Kişiler: Çengi, Köçek, Kantocu, Hokkabaz, Canbaz, Curcunabaz, Hayali, Çalgıcı Olağanüstü Kişiler ve Yaratıklar: Büyücü, Cazular, Cinler, Şeytan, Zebani Geçici İkincil Kişiler ve Çocuklar: Geveze, Muslu, Natır, Rasgele, Sekban, Tatar


Karagöz

Oyuna adını veren esas tiptir. Tahsil görmemiş bir halk adamıdır, sokak diliyle konuşur. Hacivat’la birlikte oyunun iki temel kişisinden biridir. Cahil cesareti diyebileceğimiz bir cesarete ve gözüpekliğe sahiptir. Bu yüzden tekin olmayan kişilerle başı sık sık derde girer. Sürekli Hacivat’ın yardımını görür. Okumamış; ama zeki ve hazırcevaptır. Öğrenim görmüş kimselerin yabancı sözcük ve dil kurallarıyla alay eder. Devamlı olarak anladıklarını anlamaz görünür, kelimelere ters anlamlar yükler. Böylece toplum içindeki iki ayrı zümrenin dillerinin çatışması ortaya serilir. Hacivat’la söylediklerini yanlış anlıyormuş gibi eğlenir. Sözlerine farklı ifadeler yükler. Genelde işsizdir, boş gezer. Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışır. Yerinde duramayan, herşeye burnunu sokan meraklı bir tiptir. Bunun sonucu başı dertten kurtulmaz. Herşeye burnunu sokan Karagöz sokağa inmediği zaman pencereden kafasını uzatır veya evin içinden seslenerek işe karışır. Özü sözü bir, düşüncesini söylemekten çekinmeyen patavatsız bir kişi olduğu için kendini hep zor durumların içinde bulur. Yine de işin içinden sıyrılmasını bilir. Değişik oyunlarda değişik kıyafetler içinde görülebilir. Kadın Karagöz, Gelin Karagöz, Eşek Karagöz, Çarpılmış Karagöz, Çıplak Karagöz, Süpürgeli Karagöz, Bekçi Karagöz, Çingene Karagöz, Sandalcı Karagöz, Tulumlu Karagöz ve Davullu Karagöz gibi çeşitleri vardır. Oyun içinde rol gereği kıyafet değiştirse de oyun sonuna daima kırmızının hâkim olduğu bilindik görüntüsüyle çıkar. Saçsız başına “ışkırlak” adı verilen şapka giymektedir. Hiçbir zaman düzgün bir işi olmayan Karagöz eğitim almamıştır. Hacivat'ın ona bulduğu geçici işlerde çalışır. İçi dışı bir, olduğu gibi görünen, tepkilerini çabuk açığa vuran bir halk adamıdır. Halkın sağduyusunu temsil etmektedir. Mert ve cesurdur bu yüzden başı sürekli beladadır. Meraklı, patavatsız ve açık saçık konuşur. Bazen hile yaparak diğerlerini kandırmaya çalışır. Karısıyla sürekli didişir.

38

Karagöz & Hacivat


Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

39


Haci vat

Hacı İvaz, Hacı Ayvaz veya Bursalı Hacı Ivaz adlarıyla da anılır. Medrese eğitimi görmüş, Arapça ve Farsça kelimelerle, tamlamalarla konuşan, her konuda bilgi sahibi olan biridir. Karagöz’le sürekli bir didişme içindedir. Ders verir tavrı, bilgiçliğe döner. Bazen bu çok bilmiş tavırları başını derde sokar. Yine de çeşitli badireler onun sayesinde atlatılır. Kıyafetine yeşil renk hâkimdir. Karagöz gibi değişik tasvirleri vardır. Kadın Hacivat, Keçi Hacivat, Çıplak Hacivat, Kâhya Hacivat, Sandalcı Hacivat. Aynı şekilde oyun içinde kıyafeti değişse bile oyun sonunda klasik yeşilin hakim olduğu kıyafetiyle görünür. Yukarıya doğru kıvrık sivri bir sakalı olan Hacivat, kurnaz ve içten pazarlıklı bir tiptir. Eğitim almış olduğu bellidir ve her konuda iyi kötü bilgi sahibidir. Herkesin nabzına göre şerbet verir. Karagöz’e göre daha kültürlü, aklı başında ve güvenilir bir tiptir. Arapça ve Farsça sözcükleri sıkça araya sokuşturduğu süslü bir dille konuşur. Bu nedenle Karagöz, onun dediklerini çoğu zaman anlamaz ya da anlamazlıktan gelir. Oyunlardaki gülütler genelde bu söz oyunlarına ve yanlış anlaşılmalara dayanır.

40

Karagöz & Hacivat


Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

41


Arap Negro

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

42

Karagöz & Hacivat


Bok Ana

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

43


Çaycı

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

44

Karagöz & Hacivat


Arap Bacı

Eski devirlerde hamamlarda susam helvası satan bir zenci kadındır. Karagöz oyunlarında kadınlar fettan, kocalarına dayak atabilen ve haklarını savunabilen tipler olarak karşımıza çıkarlar. Çeşitli oyunlarda Arap Bacı, Natır, Susamcı, ve genç kız olarak görülürler. Oynadıkları oyunlara göre Nigâr, Salkım İnci, Dimyat Pirinci vb. isimleri alırlar.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

45


Çelebi

Karagöz ve Ortaoyununda genç erkeği oynayan, İstanbul ağzıyla konuşan bir tiptir. Eskiden okumuş ve tahsil görmüş eğitimli kişiler için kullanılan Çelebi tâbiri, bey ve efendi kelimelerinin yerini tutardı. Eğlenceyi sever, sürekli âşıktır. Kibar ve mirasyedidir. Güzel konuşmayı ve gezmeyi sever. Kadınlara düşkünlüğüyle bilinir. Kıyafeti yıllar içinde zennelerle birlikte en çok değişiklik gösteren tiptir. Modayı yakından takip eder. Osmanlı yaşantısındaki toplumsal değişimleri en bariz gösteren Karagöz tipidir. Toplumsal değişimleri Çelebi kıyafetleri üzerinde görmek mümkündür. İlk zamanlar sarıklı, Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

46

Karagöz & Hacivat

kaftanlı çelebilerden Tanzimat sonrası fesli, setreli, redingotlu, İstanbulinli çelebilere değin değişim gözlenir.


Ti ryaki

Mahallenin en yaşlı efendisidir. Yarı uykulu haliyle kahvede oturur, mahallenin alay konusudur. Uyuşturucu kullandığı için davranışlarını kontrol edemez, sürekli uyku halindedir. Konuşması Hacivat’ı andırır. Sabırsız ve sinirli bir kişiliğe sahiptir. Bazen de çocuk gibi davranır. Tiryaki, Otel, han ve hamam satın alıp bunların işletmeciliğini Hacivat’a verir.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

47


Beberuhi

Karagöz oyununda kötü huylu cüce tipi. Saray soytarıları gibi vücudu gelişmemiş, aklı kıttır. Çabuk ve duraksamadan konuşur. Başkalarını, özellikle Karagöz’ü kızdırmaktan hoşlanır. Yılışık, sulu, alaycı, herkesle dalga geçen densiz bir tiptir. Oradan oraya laf taşıyarak herkesi birbirine düşürür. Etrafa kulak asmaz, devamlı olarak söz söyler, boyu kadar uzun bir külahı ve kimi kez de külahın ucunda Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

48

Karagöz & Hacivat

feneri vardır. Karagöz argosunda Pişbop denildiği gibi Altı Karış Beberuhi de denir.


Baba Himmet

Karagöz oyununda omzunda baltasıyla gezen Kastamonulu bir tiptir. Genelde odunculuk yapar. Çok iri yarı, kolayca aldatılabilen, saf bir kişidir. Yumuşak huylu ve iyi yüreklidir. Ancak kızdığında gözü kimseyi görmez. Diğer tasvirlere göre uzun ve büyük yapılır. Perdenin en uzun tipidir; ancak dev gibi cüssesine rağmen yumuşak ve uysal bir tiptir. Karagöz onunla konuşmak için Himmet’in üzerine merdiven dayayıp çıkar. Anadolu Manav ağzıyla konuşur. Manav yerleşik Türklere verilen isimdir. Bir diğer adı Türk’tür. Konuşması kabadır, bu da oyunda komik unsur olarak kullanılır.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

49


Doktor

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

50

Karagöz & Hacivat


Dragon

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

51


Kürt Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

52

Karagöz & Hacivat

Karagöz tiplerindendir. Oyunlarda Bekçi olur. Güneydoğu Anadoluludur.


Laz

Karagöz oyununda kayıkçılık ve kalaycılık yapan tip. Temel ve İdris gibi isimleri alır. Karadenizin çeşitli yörelerine ait dialektler kullanır. Çok süratli konuşup karşısındakine söz vermez. Ağzı kalabalık ve geveze bir tiptir. Yöre insanının aceleci ve hareketli yapısını yansıtır. Çabuk sinirlenir ve yatışır. Yerinde duramayan sustuğu zaman heykel gibi duran, konuştuğu zaman makine gibi konuşan karşısındakini dinlemeyen bir tiptir.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

53


Göstermelik

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

54

Karagöz & Hacivat


Acem

Karagöz ve Ortaoyununda görülen Azerbaycan’dan ya da İran’dan gelen Azeri kökenli Türk’tür. Zengin bir halı tüccarıdır, ticaretle uğraşır. Çoğu kez halı tüccarı olmasının yanı sıra tömbekici, antikacı ya da ara sıra tefecidir. Eliaçık, gönlü yücedir; ancak atıp tutan bir kişidir. Abartma huyu çok belirgindir, inatçıdır ve nispet yapar. Karagöz’ün karşısında yüksekten atar. Karagöz ise bu kişinin sözlerini kaba nüktelerle karşılar. Eğlence düşkünü olduğu kadar kendine dalkavukluk edenden hoşlanır. Şiire düşkündür. Farsça beyitler okumaya bayılır. Karagöz ise Türkçe maniler okuyarak oyuna komik unsurlar katar.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

55


Hacivat ve Karagöz Kayıkta

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

56

Karagöz & Hacivat


Arap Karagöz oyunu tipidir. Hacı Fitil, Hacı Fış Fış veya Hacı Kandil diye de anılır. Afrika’dan köle olarak getirilmiş zenci insanlardır. Önceleri sarayda çalışmış, sonraları özgürlüklerini elde ederek toplum içine karışmışlardır. Seyyahtır, şekerci ve baklavacılık yapar. Genelde dilenci olduğu görülür.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

57


Ayvaz Serkis

Karagöz oyunundaki Ermeni tipi, sonradan bir Ermeni adı olan Karabet diye adlandırılmıştır. Vekilharç-Kâhya olarak zengin konaklarında çalışır. Vanlı bir Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

58

Karagöz & Hacivat

Ermeni olan Serkis konağın alışverişini yapar. Sadakâti ve dürüstlüğüyle bilinir.


Yahudi

Karagöz oyunu tiplerindendir. İstanbullu azınlıklardan, cimri bir tiptir. Kâh eskici kâh bezirgândır. Ticari zekâsı çok gelişmiştir. Karagöze iş gördürür, para vermez.

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

59


Halepli Kadın

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

60

Karagöz & Hacivat


Kabakçı Negro

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

61


Karagöz Evi

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

62

Karagöz & Hacivat


Laz Takası

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

63


Leylek

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

64

Karagöz & Hacivat


Pelikan

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

65


Sarhoş

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

66

Karagöz & Hacivat


Simitçi

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

67


Zeybekler

Adaletsizliğe, haksızlığa ve zulme uğrayanları korumak için halkın içinden çıkarak Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

68

Karagöz & Hacivat

başkaldıran silahlı bir halk kahramanıdır. Eşkiyaya karşılık olarak da kullanılmaktadır.


Şemsiyeli Ferace li

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

69


Yoğurtçu

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

70

Karagöz & Hacivat


Zenne

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

71


Çengi

Çeng adı verilen çalgıyla danseden kadın dansçıdır. İsmini Çengden almıştır. Daha sonra sadece işin raks yönü kalmıştır. Karagöz oyunu sonunda çengi oynamak neredeyse yerleşmiş bir gelenektir. Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

72

Karagöz & Hacivat

Çengiler oyun sonunda perdeye gelip raks ederler. Bu karakterin adı genelde çengi kız veya Afet’tir.


Tuzsuz Deli Bekir

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

73


Cinler, Cadılar

Çifte Cazular, Ferhatla Şirin ve Kanlı Kavak gibi oyunlarda Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya

74

Karagöz & Hacivat

tabiat üstü varlıklara rastlanır. Perdeye Karagöz’ü çarpmak ve cezalandırmak için gelirler.


Cazu

Tasarım: Anonim Sanatçı: Mahmut GÜNEŞ Deri Üzerine, Doğal Boya Karagöz & Hacivat

75


Detay: MengĂź Ertel 76

KaragĂśz & Hacivat


Hacivat Ne yapar çileli Hacivat şimdi mezarda Dayak mı yer gene Karagöz’den o yerde Yoksa çay mı pişirir, pilav ya da zerde Ne yapar çileli Hacivat şimdi mezarda Büyük hayalleri yoktu zaten hayatta Bozuk düzen bir ev üstelik Balat’ta Şaşırmağa kalkmamıştır bu yüzden Arafat’ta Dedim ya tokgözlüydü zaten hayatta Kaldıysa tuhaflığı kalmıştır perdede Çektiklerine gülünüyor hala memlekette Zekası ki dolaşırdı üç beş dilde Ne yapar çileli Hacivat şimdi mezarda

Salah Birsel

Karagöz & Hacivat

77


Bedri Rahmi Eyüboğlu

Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1913 yılında Görele´de doğdu. İlk şiirlerini lise yıllarında yazdı. Trabzon Lisesi’nde okurken, ünlü ressam Zeki Kocamemi’nin öğrencisi olması Eyüboğlu´nun yaşamını değiştirdi. Zeki Kocamemi’nin yönlendirmesi sonucunda, İstanbul´a giderek, Güzel Sanatlar Akademisi´ne girdi. Mezun olduktan sonra Fransa´ya gitti. İki yıl, Paris´te eğitim gördü. André Lhote´un yanında resim çalıştı. Fransa´da Rumen asıllı (daha sonra eşi olan) Eren Eyüboğlu ile tanıştı. Türkiye´ye döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisi´nin Resim Bölümü´nde öğretim üyesi olarak göreve başladı. 1960 ve 1961 senelerinde, iki kez ABD´ye gitti. Birçok geziye katılan , konferanslar veren Eyüboğlu; resim çalışmaları ile 1969 yılında, Sao Paulo Bienali´nde onur madalyası kazandı. Çok sayıda öğrenci yetiştiren ve bir çocuk babası olan Eyüboğlu; 1975 yılında öldü. 1927’de başladığı resim öğretmenliğini ise ölümüne kadar sürdürmüş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir.

“Karagöz ve Karikatür” Geçen yaz güzel bir tesadüf bana karikatürle Karagöz’ü, bu iki ahbap çavuşu kolkola seyretmek fırsatını bağışladı. Eski Karagöz ile yeni karikatür o kadar güzel anlaşmışlar, öyle kaynaşmışlardı ki, Hacivat baba duymasın, karikatür kelimesini tek kelime ile dilimize mal etmeye mecbur olsam hiç düşünmeden Karagöz derdim. Karikatürün dört yerine yine Karagöz demekle de bir hece kazanmış olurduk. Karagöz’le karikatürün münasebetleri baştan üç harfin aynı olmasından değil, çıkış noktalarıyla amaçlarının bir olmasında. Cemal Nadir’in bazı karikatürlerinin karagöz dünyasında yer almış olmaları bana Karagöz ile karikatür arasındaki münasebetin ahbaplıktan çok akrabalığa dayandığını hatırlattı. Bak nasıl olmuş da Cemal Nadir’le Karagöz kaynaşıvermişler:

78

Karagöz & Hacivat


Bedri Rahmi Eyüboğlu

Karagöz’ün Gemisi

Tuval Üzerine Yağlıboya, 90 X 70 cm, 1973 Eyüboğlu Aile Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

79


Cemal Nadir bundan on sene kadar önce İstanbul Konservatuarı hocalarından bir seri karikatür yapmış. Karagöz tiryakisi olan Orhan Borar arkadaşımızda bu karikatürlerden birkaç tanesini deriden Karagöz kesmekle tanınmış Küçük Ali’ye çizdirtip kestirmiş. Küçük Ali de allamış pullamış, Cemal Nadir’in çizgilerinden ve Karagöz’ün imkanlarından bir tek zerre ziyan etmeden tasvirleri temaşaya yollamış… Eski Konservatuar müdürünü, üstat Cemal Reşit’i, Ekrem Reşit’i: -Monşer Prelüd, Soprano, Andante, Adacio, Allegro, Moderato’lariyle perdeye geldikleri zaman Karagöz’ün bir hayretler içinde kalışı: -Aman Allah… deyişi var, salon nerdeyse kahkahadan bomba gibi patlayacaktı. Perde ile seyirci arasında bu kadar candan kaynaşma az gördüm. Bu alaka beni Karagöz ile karikatür konusu üzerine uzun uzadıya düşündürdü. Baltacıoğlu’nun Karagöz’e dair neşriyatını, Boratav’ın Karagöz yaşar mı, yaşamaz mı sorusu üzerinden incelemelerini hatırladım. Bizde karikatürün gördüğü rağbetin sebebini anlar gibi oldum. Hakikaten bizde resimden çok daha genç sanat olan karikatür, halk arasında çok daha sıcak bir ilgiye kavuşmuştur. Bugün resmimiz yüz yaşındaysa karikatürümüz henüz ellisine varmamıştır. Resmimiz iyi kötü daima hükümet babadan yardım görmüş, buna karşılık karikatür, yardım görmek şöyle dursun, hükümete rağmen gelmiştir. Resim dünyamızda Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Seyit Bey, Zekai Paşa, Nazmi Ziya, Sebati, Hale Asaf gibi hakiki sanatkarlar yetişmiştir. Eğer bugün bizde resim varsa bunu, ömürlerini mesleklerine bağışlayan, bugünkü Akademiyi kurup yaşatan bu ustalara borçluyuz? Bugünkü nesil Cem’i hayal mayal hatırlar, daha sonra Cemal Nadir ve Ramiz der durur. Böyle olduğu halde karikatür günlük hayatımıza karışacak kadar yerleşmiş, resim ise henüz müzede veya bayramdan bayrama açılan sergilerdir. Karikatür bizde bu kadar çabuk serpilerek resmin yüz senede uyandıramadığı ilgiyi yirmi beş senede idrak ettiyse, keramet yalnız sanatkarlarımızda değil, halkımızda. Biz karikatüre milletçe hazırmışız. Karikatür Karagöz hazretlerinin açtığı yoldan yürüdüğü için kolayca tutunmak imkanını bulmuş. Karagöz ve

80

Karagöz & Hacivat


ailesi efradından eriştiği çizgi ve ifade kudretini benimseyen bir milletin en cesur karikatür çizgilerini yadırgamasına imkan yok. Walt Disney’in dünya çapında ilgi uyandıran karikatürlerinden herhangi birisini sinemadan sıyırıp Karagöz’ün yanına korsanız çocuk oyuncağı kadar basit kalır. Değil Walt Disney’in çizgileri, bugüne kadar gelen en kabadayı ressamların karikatür yolunda yaptıkları işlerden hiçbirisinin, Karagöz’ün yanında tutunabileceğine aklım yatmıyor. Bugün dünya ölçüsünde bir karikatür yarışı olsa bu yarışa bütün eski karikatürcülerle ördekleri, Miki fareleri ile Walt Disney iştirak etse yarışı Karagöz ailesinin kazanacağına eminim. Karagöz’ün bu sergide alacağı dereceye ne kadar güvenim varsa, aynı güvenle onu zamanımızın en büyük ressamlarıyla yarıştırırdım. Bugünün en büyük ustalarının Karagöz’deki sadeliğe, ifadeye hayran olacaklarına inanıyorum. Karikatürümüzün yüzünü güldüren Karagöz’ün yakında bazı ressamlarımızı da azat eyleyeceği muhakkak. Burada dikkatli bir okuyucu bana haklı olarak şu suali soracak: -Peki, mademki Karagöz’de resim de vardı; niçin ressamlarımızın gelişmelerine, eserlerinin daha geniş bir alaka uyandırmalarına yardım etmedi? Bu yerinde soruya “Bugünkü resim ve karikatür” konulu bir yazıyla cevaplandırmak isterken kısaca şunu söyleyeyim: -Karagöz’deki resim gücünün farkına varabilmek için resim sanatının şu son elli sene içinde başına gelenleri hesaba katmak lazım. Karagöz’deki çizgi sadeliğinin, ritim, istif, ifade ve bilhassa icat gücünün değerini tam manasıyla tadabilmek için fotoğrafın icad edilmesini beklemek mukaddermiş. O fotoğraf ki, basit bir taklide dayanan ressamla elinden çıkan her çizgiyi, her rengi yoktan var etmeye savaşan yaradıcı sanatkar arasındaki büyük farkları açıkladı. Sadelikleri ve sayısız çeşitleriyle bugünün resmine doyulmaz bir ziyafet çeken Türk nakışları arasında suret, figür bulamayanlar yok yere telaşa düşmesinler. Karagöz nakışlığından zerre feda etmeden insan kesilmiş bir suret, tepeden tırnağa insanlık kesilmiş bir nakıştır.

Karagöz & Hacivat

81


Nuri Abaç

(1926 İstanbul – 2008 Ankara) Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir yandan mimari eğitimi görürken öte yandan Leopold Levy Atölyesi’nde resim sanatına duyduğu yakınlığı pekiştirdi. Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda sergi açtı. 42. ve 47. Devlet Resim ve Heykel Sergisi ödüllerini, İskenderiye Bienali 3.’lük ödülünü kazandı. 2002 yılı Ankara Sanat Fuarı Çağsav Onur Ödülü sahibi. İlk kişisel sergisini 1949’da Mersin’de açtı. 1960’ta Ankara’ya yerleşen sanatçı 1969 yılında BRHD’nin kurulmasında kurucu üye olarak yer aldı. Yurtiçinde ellinin üzerinde kişisel sergi açan Abaç, bir çoğu yurtdışında olmak üzere yüz yirmi kadar karma sergiye ve bienallere katıldı. Çeşitli yarışmalarda onun üzerinde ödülü olan sanatçıya 1988’de “Ellinci Sanat Yılı” ödülü verildi. Abaç, çalışmalarında yerel ve geleneksel motifler ve konular üzerine kurulu bir fantastik düzeni oluşturma ve bu gerçeküstü masalını gerçekleştirme çabalarını, ölümüne kadar sürdürdü. 2 Mart 2008’de geçirdiği bir rahatsızlık sonucu hayatını kaybetti. Nuri Abaç’ın resimleri, 1970 öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönem altında incelenebilir. İlk dönem resimlerinde, Anadolu mitolojisinden kaynaklanan iri yapılı figürler, insanüstü yaratıklar, gerçeküstü varlıklar görülür. Fantastik dönem olarak da adlandırılabilecek bu resimlerin arkasından, geleneksel Karagöz tasvirlerindeki biçim anlayışının güncel yaşama uygulandığı daha yöresel bir beğeni, ağır basmaya başlar. İki dönemi birleştiren ortak özellik, fantastik yorumun temel aks olarak benimsenmesidir.

82

Karagöz & Hacivat


Nuri Abaç

Karagöz

Tuval Üzerine Yağlıboya, 40 X 60 cm, 1979 Zeki Kıral Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

83


Yurdaer Altıntaş 1957 yılında, Güzel Sanatlar Akademisi Afiş Atölyesi’nden mezun oldu. 1964 yılında, İstanbul’da açtığı ilk kişisel sergiyle ilk Türk grafik tasarım sergisini gerçekleştirdi. 1968’de Grafik Sanatçıları Derneği’nin kurulmasına öncülük etti. 1976’da Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi oldu ve 1979’da okulun müdürlüğüne atandı. Grafikerler Meslek Kuruluşu’nun ilki 1982’de olmak üzere 1987’den 1993’e kadar başkanlığını yaptı. Yurt içinde ve dışında sergiler açtı, birçok toplu sergiye katıldı. Değişik ülkelerdeki uluslararası Bienal ve Trienallere çalışmaları kabul edildi. 60. Yaş günü nedeniyle dünyadan seçtiği tasarımcılara çağrıda bulunarak 1995 yılında İstanbul’da uluslararası çağrılı afiş sergisi düzenledi ve sergiye gönderilen afişlerle Mimar Sinan Üniversitesi Grafik Bölümü’nde uluslararası afiş arşivinin oluşmasını başlattı.

84

Karagöz & Hacivat


İsviçre, Polonya, Fransa, Amerika gibi ülkelerdeki müze ve arşivlere çalışmaları alındı. Çeşitli ulusal ödüller aldı, 2004 yılında Türk grafik tasarımına yaptığı katkılar nedeniyle ICOGRADA (International Council of Graphic Design Associations) tarafından kendisine “Icograda Başarı Ödülü” (Icograda Achievement Award) verildi. 2009 yılında AGI (Alliance Graphique Internationale) üyeliğine seçildi. 2011 yılında Tüyap 21. Uluslararası Sanat Fuarında “Sanatçı Onur Ödülü” 2012 yılında “Polonya Cumhuriyeti Gloria Artis Kültür Liyakat Madalyası”, 2014 yılında da “Polonya Cumhuriyeti Üstün Hizmet Liyakat Nişanı Şövalye Haçı” verildi.

1995 yılında, Profesör oldu, 1996 yılında Grafik Tasarım Bölüm başkanlığına, 2001 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yönetim kurulu üyeliğine atandı. 2002 yılında aynı üniversiteden emekliye ayrıldı. 2012’den bu yana Feyziye Mektepleri Vakfı, Işık Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

Karagöz & Hacivat

85


86

Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

87


88

Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

89


90

Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

91


92

Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

93


Tosun Bayrak

1926 yılında, İstanbul’da doğdu. 1945 senesinde Robert Kolej’den mezun olduktan sonra Berkley California Üniversitesi’nde iki sene mimari, sonra Londra Courtauld Enstitüsü’nde iki sene sanat tarihi tahsil etti. Ancak yüksek tahsilini Trenton, New Jersey’de Rutgers Üniversitesi’nde tamamladı. Buna ilaveten Paris’te Bernard Léger ve André Lhote’un atölyelerinde resim eğitimi aldı. Amerika’ya göç ettiği 1961 senesinden itibaren otuz yılı aşkın bir süre New Jersey Fairleigh Dickinson Üniversitesi’nde resim, heykel ve sanat tarihi profesörlüğü yaptı. 50’lerde, Paris’te başlayan ressamlık mesleği boyunca Avrupa ve Amerika’da birçok sergi açtı, eserleri Amerika’daki birçok müze ve üniversitenin koleksiyonlarına dahil oldu. 1965’te Guggenheim Fellowship mükafatını kazandı. Bilhassa 60’ların sonu, 70’lerin başında New York Riverside Müzesi’nde açtığı sergi ve yaptığı “şok edici” eserler ile münekkitler Tosun B. Bayraktaroğlu’nu “Shock Art” adını verdikleri bu yeni stilin mucidi ilan ettiler. Fas’ta on sene işadamlığı yaptı, bu süre içerisinde 1956’da Fas’ın istiklalini kazanmasındaki hizmetlerinden dolayı zamanın Başvekili Adnan Menderes tarafından Casablanca’ya T.C. Fahri Konsolosu tayin edildi. 1974’te tanıştığı Şeyh Muzaffer Özak’ın tesiri ile o tarihten itibaren kendisini tamamıyla İslamiyet ve tasavvuf ilmine vakfetti, kısa bir dervişlik devresinden sonra şeyhi tarafından Amerika kıtasında Cerrahî-Halvetî tarikatını ihdas etmekle vazifelendirildi. Otuz yıldan beri, çoğu Amerikalı mühtedilerden oluşan yüzlerce dervişine tasavvufi eğitim vermektedir. Tosun B. Bayraktaroğlu’nun 1940’larda Türkçe yazdığı iki şiir kitabına ilaveten sanat ve sanat tarihine dair birçok makalesi, radyo ve televizyonlarda konuşmaları ve tasavvufa dair İngilizce’ye tercüme ve tefsir ettiği kitapları mevcuttur: The Way of the Sufi Chivalry, Inspirations on the Path of Blame, Secret of Secrets, Divine Governance of Human Kingdom, The Tree of Being, The Name and the Named, The Shape of Light ve The Path of Muhammad by Imam Birgivi. The Name and the Named, Esmaü’l-Hüsna adıyla Sufi Kitap tarafından 2012’de neşredilmiştir.

94

Karagöz & Hacivat


Tosun Bayrak

Hacivat - Karagöz

Tuval Üzerine Karışık Teknik, 110 X 150 cm, 2013

Karagöz & Hacivat

95


Mengü Ertel İstanbul (d. 1931- ö. 2000) Öğrenimini İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde yaptı. Bir süre filmler ve tiyatro eserleri için dekorlar hazırladı. Muhsin Ertuğrul’un yüreklendirmesiyle, 1959’dan sonra tiyatro afişleri yapmaya başladı. Bu dönemden sonra Şehir Tiyatroları, Devlet Tiyatroları ve birçok özel tiyatro için afişler hazırladı. 150’den fazla özgün tiyatro afişi yapan sanatçının eserlerinden birçoğu uluslararası sergilere katıldı, ödüller aldı. Ertel, bu arada kitap kapağı, amblem gibi çalışmalar da yaptı. İlk tiyatro afişleri sergisi 1969’da Türk-Alman Kültür Merkezi’nde açıldı. Bu tarihten sonra, yurtiçi ve yurtdışında Varşova, Brüksel, Amsterdam, Bruno gibi merkezlerde kişisel sergileri açıldı. Afişleri Varşova ve Münih Şehri Müzeleri ile Wilanov Afiş Müzesi’ne alındı. Cannes Film Festivali Afiş Yarışması’nda ödül aldı. Aynı yıl, Çekoslovakya’nın Bruno kentinde sahnelenen Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” adli oyununun dekor ve giysilerini Çekoslovakya Devlet Tiyatrosu için hazırladı. 1975’de Paris Uluslararası Sinema Afişleri sergisinde büyük ödül aldı. Çalışmaları, Graphis (İsviçre), Novum (Almanya), Graphic (Almanya) ve Modern Publicity (İngiltere) gibi dergiler ve yıllıklarda geniş bir şekilde yer almıştır. Ayrıca Who Is Who in Graphic Art (İsviçre Clivio Pres) sanatçıya yer vermiştir. Ertel daha sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu’nca sergilenen, Güngör Dilmen’in “Deli Dumrul” adlı oyununun dekorlarını hazırladı (1979). Islamabad’da inşa edilen ve projesi Vedat Dalokav’a ait olan caminin seramik kıble duvar tasarımını gerçekleştirdi ve 25X60 m boyutlarındaki bu dev panonun yapımını yönetmeyi üstlendi. Sanatçı 1980 yılında Moskova Olimpiyatları için açılan uluslararası afiş yarışmasında bronz madalya alarak üçüncü oldu. 1. İstanbul Festivali Afişini hazırladı. 1. İhap Hulusi Ödülü’nün tek seçicisi olan İhap Hulusi, ödülünü kendisine verdi. Grafik Sanatçıları Derneği’nin kuruculuğunu ve başkanlığını, Sinematek’in genel sekreterliğini ve başkanlığını çeşitli dönemlerde yürüttü. 1988 yılında İstanbul Şehir Tiyatrolarında yeniden sahnelenen “Keşanlı Ali Destanı” nın

96

Karagöz & Hacivat


dekorlarını gerçekleştirdi ve “Tiyatro ve TV Yazarları Derneği” ödülünü aldı. 1989’da Colorado International Poster Exhibition’a davet edildi, eserleriyle katıldı. 1992’de “Muhsin Ertuğrul Yüz Yaşında” etkinliğinde sergisiyle yer aldı. Hayati Tabanoğlu’nun projesi ile gerçekleşen İstanbul Holiday Inn Oteli’nde tüm dekoratif panolarını tasarladı ve gerçekleştirdi (1993). Emlak Kredi Bankası binasına iki büyük pano düzenlemesi yaptı. 1998’de Devlet Sanatçısı oldu. Ayrıca 1994-1998 yılları arasında TRT tarafından gerçekleştirilen 180 programı aşkın “Cumhuriyete Kanat Gerenler” yapımında dizinin sunuculuğunu yaptı. Hayatı boyunca retrospektif sergi açmayı istemeyen Ertel, en son sergisini 1999’da Dolmabahçe Kültür Merkezi’nde (İstanbul) “Büyültmeler" adı altında gerçekleştirdi. Ertel, son günlerine kadar üretmeyi sürdürüyordu.

Mengü Ertel

Hacivat

20 x 20 cm Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

97


Mengü Ertel Büyütmeler Sergisinden Karagöz Hacivat Serisi

Hacivat

25 x 26.5 cm Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu

98

Karagöz & Hacivat


Mengü Ertel Büyütmeler Sergisinden Karagöz Hacivat Serisi

Hacivat

17.7 x 13 cm Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

99


Mengü Ertel Büyütmeler Sergisinden Karagöz Hacivat Serisi

Hacivat

10 x 10 cm Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu 100 Karagöz & Hacivat


Mengü Ertel Büyütmeler Sergisinden Karagöz Hacivat Serisi

Kaligrafik Hacivat

26.5 x 25 cm Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

101


Mengü Ertel Keşanlı Ali

Keşanlı Ali afişi Ertel ile özdeşleşen en önemli eserlerinden biridir.Haldun Taner ve Engin Cezzar ile birlikte 1974 yılında oyunun dekor ve giysilerini tasarlarken temel aldığı yaklaşım Karagöz seyirlikleri idi. İki boyutlu olmalarına rağmen bambaşka bir estetik derinliği olan , geçmişi taklit etmek yerine yenileyerek geliştiren ve değiştiren sanat anlayışını dekorlar ve ara bölüm görüntüleri ile oyuna uyguladı ve uluslararası büyük bir başarıya ulaştı. Yıllar sonra oğlu Murat Ertel bu göstermelikleri BaBa ZuLa grubunun gecekondu isimli albümünün kapak tasarımında kullanacaktı.

Büyültmeler

1999 yılında Retrospektif sergi teklif edildiğinde daha tükenmedim, yepyeni bir sergi yapmak istiyorum diyen Ertel yazı yani graphos estetiğini temel aldı. Geleneksel hat sanatı ile köklü bir bağlantı kurmasına rağmen yine devrimci yaklaşımı ile Karagöz ve Hacivat gibi son derece tanıdık unsurları taze ve yepyeni bir üslup ile yorumladı. Pençesinde olduğu parkinson hastalığı yüzünden elleri titreyerek hat kalemi ile küçük çalıştı ve eserleri dijital olarak büyülttü.Büyültmeler sergisi son sergisi olacaktı. Osman Murat Ertel, İstanbul

Mengü Ertel’in Keşanlı Ali Tiyatro oyununun dekor tasarımından Baba Zula Albüm Kapağı Fotoğraf, Charles Richards Ekolin Figür Boyama, Levent Çanga Fikir ve Sanat Yönetmeni, Osman Murat Ertel

102 Karagöz & Hacivat


Mengü Ertel

Keşanlı Ali

Dekor Kağıt üzerine karışık teknik / 1972 Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu Karagöz & Hacivat

103


Geleneksel Tiyatro Festivali için, Mengü Ertel’in 1983 yılında tasarladığı sigara paketleri. 104 Karagöz & Hacivat


Mengü Ertel'in Keşanlı Ali için tasarladığı Dekor Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

105


106 Karagรถz & Hacivat


Mengü Ertel'in Keşanlı Ali için tasarladığı Dekor Ülfet & Mengü Ertel Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

107


Ara Güler

Türkiye’de yaratıcı fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcisidir. 60. sanat yılını geride bırakmış olan, Güler, fotoğraf sanatçısı ve foto-muhabirdir. Ara Güler, 16 Ağustos 1928’de Beyoğlu, İstanbul’da doğdu. Tam adı Aram Güleryan’dır. Annesinin adı Verjin’dir. Eczacı olan babası “Dacat Güler” Giresun’un Şebinkarahisar ilçesi, Yaycı Köyü’nden 6 yaşındayken okumak için İstanbul’a gelmişti. Ara Güler 1951 yılında Kuruçeşme’deki Getronagan Ermeni Lisesi’nden mezun oldu. Lisedeyken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalışırken Muhsin Ertuğrul’un tiyatro kurslarına devam etti. Çünkü yönetmen veya oyun yazarı olmak istiyordu. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde gazeteciliğe başlarken aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam etti. Ara Güler’e lise yıllarında babası ilk 35 milimlik film makinesini ve bir fotoğraf makinesi alıp “Yeni İstanbul” gazetesine ‘foto muhabiri’ olarak işe girmesine yardımcı olmuştur. İlk çektiği fotoğraf ; 1950 yılında Ticaniler denen gerici bir grubun kırdıkları Gümüşsuyu’ndaki Atatürk heykelinin resmidir. 1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto muhabirliği görevlerini üstlendi. 1961’de askerlik görevini tamamladı ve Hayat Dergisi’nde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başladı. Aynı yıllarda Henri Cartier Bresson ile tanışarak Paris Magnum Ajans’ına katıldı ve İngiltere’de yayımlanan Photography Annual Antolojisi onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. Yine o yılda ASMP’ye (Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği) tek Türk üye olarak kabul edildi. Savaş foto-muhabirliği de yapan Ara Güler, 4 tane savaşa gitti. Katıldığı savaşlarda çektiği fotoğraflar dünya çapında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Hatta çektiği bir savaş fotoğrafı Times dergisine kapak oldu. 1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen Master of Leica ünvanını kazandı. İsviçre’de çıkan “Camera” dergisinde kendisine özel bir sayı ayırdı. 1964’de Mariana Noris’in ABD’de basılan “Young Turkey” adlı

108 Karagöz & Hacivat


yapıtında fotoğrafları kullanıldı. 1967’de Japonya’da çıkan Photography of the World antolojisinde Richard Avedon ile birlikte bir dizi fotoğrafı yayınlandı. 1967’de Kanada’da açılan “İnsanların Dünyasına Bakışlar” sergisinde, 1968’de New York Modern Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen “Renkli Fotoğrafın On Ustası” adlı sergide aynı yıl Almanya’da, Köln’de Fotokina Fuarı’nda yapıtları sergilendi. 1970’de “Türkei” adında fotoğraf albümü Almanya’da yayımlandı. Sanat ve sanat tarihi konularındaki fotoğrafları ABD’de Time-Life, Horizon ve Nesweek kitap bölümlerince ve İsviçre’de Skira Yayınevi tarafından kullanıldı. 1971’de Lord Kinross’un “Hagia-Sophia” (Ayasofya) kitabının fotoğraflarını çekti. Yine Skira Yayınevince 1971 yılında, Picasso’nun 90. yaş kutlaması için hazırlanan Picasso Metamorphose et unite adlı kitap için yaptığı röportaj ünlü ressamın şatosunda gerçekleşti. Bu röportaj sırasında fotoğraf çektirmeyi sevmemesiyle bilinen Picasso’nun çok sayıda fotoğrafını çekmeyi başardı. 1972’de Paris Ulusal Kitaplık’ta sergisi açıldı. 1975’de ABD’ne davet edildi ve birçok ünlü Amerikalının fotoğraflarını çektikten sonra “Yaratıcı Amerikalılar” adlı sergisini Dünyanın birçok kentinde sergiledi. Yine aynı yıl Yavuz Zırhlısının sökülmesini konu alan Kahramanın Sonu adlı bir belgesel film çekti. 1979’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin foto muhabirliği dalındaki Birincilik ödülünü aldı. 1980’de fotoğraflarının bir kısmı Karacan Yayıncılığın bastığı Fotoğraflar adlı kitabında basıldı. 1986’da, Hürriyet Vakfı’nca basılan Prof. Abdullah Kuran’ın yazdığı “Mimar Sinan” kitabını fotoğrafladı. Aynı kitap 1987’de Institute of Turkish Studies tarafından İngilizce olarak yayınlandı. 1989’da Ara Güler’in Sinemacılar'ı kitabı basıldı. 1991’de Dışişleri Bakanlığı için Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) “The Sixth Continent” adlı kitabını fotoğrafladı. Bütün dünyayı gezerek foto röportajlar yaptı ve bunları Magnum ajansı

Karagöz & Hacivat

109


ile dünyaya duyurdu. Bu arada İsmet İnönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham, Salvador Dali, Picasso gibi bir çok ünlü kişi ile röportajlar yapmış ve fotoğraflarını çekmiştir. En ünlüsü fotoğrafçılara poz vermeyen Picasso röportajıdır. Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları 1992’de Fransa’da, ABD ve İngiltere’de Sinan, Architect of Soliman the Magnificent adlı kitabı yayımlandı. Aynı yıl “Living in Turkey” adlı kitabı İngiltere, ABD ve Singapur’da Turkish Style başlığıyla, Fransa’da “Demeures Ottomanes de Turquie” adıyla yayımlandı. 1994’de “Eski İstanbul Anıları”, 1995’de “Bir Devir Böyle Geçti”, “Yitirilmiş Renkler ve Yüzlerinde Yeryüzü”, fotoğraf kitapları yayımlandı. Ara Güler’in fotoğrafları Paris Ulusal Kitaplık’ta, ABD’de Rochester Georg Eastman Müzesi’nde Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu’nda bulunmaktadır. Köln Mueseum Ludwing’de Das Imaginare Photo Museum’da fotoğrafları sergilenmektedir. Ara Güler, Türk fotoğrafının ustalarından birisi olarak dünya fotoğraf tarihinde de seçkin bir yere sahiptir. Belgeci bir fotoğraf biçiminin ustası olması ona ün kazandırmıştır. Ayrıca Yavuz Zırhlısı’nın sökümünü anlatan “Kahramanın Sonu” adında belgesel bir film de yapmıştır. Ara Güler hakkında bir tanesi Münih Üniversitesi’nde Almanca olmak üzere 6 adet doktora tezi yapılmıştır. Ödülleri: 1979 - Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Birincilik Ödülü (Foto Muhabirliği Dalında) 1999 - Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, meslekte 50 yılını dolduran gazetecilere verilen “Burhan Felek” Basın Hizmeti Ödülü 2000 - Fransa Légion d’Honneur Nişanı 2004 - Yıldız Üniversitesi Fahri Doktora Unvanı 2005 - Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü 2008 - İstanbul Fotoğraflarıyla İstanbul Turizm Özel Ödülü 2011 - Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü

110 Karagöz & Hacivat


Ara Güler'in 1960’lı yıllarda Karagöz oynatıcılarından çektiği siyah beyaz fotoğraflar.

Karagöz & Hacivat

111


112 Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

113


Sırrı Doğu Erte

Sanatçı 1979 İstanbul doğumludur. 1998’de Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden mezun olduktan sonra 2002’de Akademi İstanbul İç Mimari Sertifika Programını bitirdi. Aynı sene ailesine ait Erte Sanat Atölyesi’nde mozaik çalışmalarıyla sanat hayatına atıldı. 2004’te, kendisi de bu konuda geçmişte batik paravanlar ve birkaç desenle çalışmalarda bulunduğu babası Cemil Erte’nin de önerisiyle Türk Gölge Oyununa ve onun görsel dünyasına merak saldı ve Türk Gölge Oyunundan esinlenen, suluboyayla renklendirdiği özgünbaskı bir resim koleksiyonu üretip onu geliştirmeye başladı. İstanbul ve Anadolu’nun farklı illerinde (Ankara, Kayseri, İzmir, Muğla, Adana, Mardin, Gaziantep ve Ordu) Ayşen Erte GravüResim Atölyesi çatısı altında 2005-2017 seneleri arasında toplam 17 grup sergisine katıldı. 7 karma sergide bulundu. 5 kişisel sergisi ve annesi özgünbaskı Resim Sanatçısı Ayşen Erte’yle 3 çift kişilik ortak sergisi (2008’de Sainte Pulcherie Fransız Lisesi Galerisi’nde, 2011’de Bakraç Sanat Galerisi’nde ve 2013 Aralık’ta Arkeopera Kitabevi Sanat Galerisi’nde) gerçekleşti. Kişisel Sergileri 1. Aralık 2004, Ortaköy Sanat Galerisi 310 2. Mart 2005, Sainte Pulcherie Fransız Lisesi Sanat Galerisi 3. Nisan 2006, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Kadıköy Şubesi 4. Mart- Nisan 2009, Zenka Cafe-Bistro 5. Ekim 2013, Tuzla Belediyesi Sanat Galerisi 2015’te İstanbul Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi’nde GravüResim Atölyesi üyesi olarak Türkiye’de ilk defa bir devlet kütüphanesinde gerçekleştirilen ilk Exlibris Sergisi’nde bulundu. (Exlibris; bir kitap aidiyet imgesi olarak kitap veya sahibine atfedilen sanat değeri taşıyan özgün baskı resim çalışmalarına verilen isimdir.) Çin’de (2011 ve 2013’te)

114 Karagöz & Hacivat


ve Finlandiya’da (2012’de) toplam 3 uluslararası miniprint ve exlibris bienalinde ve karma sergisinde işleri sergilendi, kataloglara seçildi. İçlerinde Suzan Sabancı’nın restore ettirdiği Ayvalık Ayışığı Manastırı’nın da bulunduğu 4 özel konutun mekanlarında mozaik türünde ürettiği sanat eserleri bulunmaktadır. 2002’den beri atölyesinde özel ve ticari mekanlar için üretilen vitray, mozaik ve rölyef gibi dekoratif ve sanatsal çalışmalarda bulunurken diğer yandan Türk Gölge Oyunu Karagöz’den esinlendiği suluboyayla renklendirdiği özgünbaskı gravür koleksiyonunu üretip geliştirmeye devam etmektedir.

Karagöz & Hacivat

115


116 Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

117


118 Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

119


120 Karagรถz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

121


Zeki Kıral Ressam, 1927’de İstanbul’da doğdu. Ailesi mobilyacılıkla uğraştığı halde, Zeki Kıral diğer kardeşlerinin aksine ressam olmaya karar vermiştir. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde önce Cemal Tollu sonra Çallı Atölyesinde, Feyhaman Duran ve Ali Çelebi ile çalıştı. Bir yandan İstanbul Üniversitesi’nde öğrenim görürken, bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisinin Yüksek Resim Bölümünde eğitim görüyordu. Resim Bölümü’ndeyken Kübik etkiler almış ve Kübizmin tesiriyle sağlam desenci yapısını da birleştirerek Konstraktivist resimler yapmıştı. 1952 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin yüksek bölümünden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Bölümü’ndeki öğrenimini de tamamladı. Ve askere gitti. Askerlik hizmetini yedek subay olarak tamamladı. 1954-56 yıllarında nonfigüratif çalışmalar yapıyordu. 1956’da Yeni Meclis Binası resimleri için Afyon’a gönderildi. 1957 yılında Şefik Bursalı, Nazmi Dayan, Saim Özeren, Muhtar Aykın ve Nihat Pınarlı ile 6lar Grubunu kurdular ve bir çok ilde sergiler açtılar. 1960’lı yıllarda hat sanatımızdan esinlenerek soyut ürünler vermeye başlamıştı. Hayal oyunumuzun ünlü figürleri Karagöz ve Hacivat’la birlikte halk sanatımızın yerel motiflerini de kullanarak, kendine özgü bir yorum ve anlatım içinde eski İstanbul görünümlerini resmetti. Bu anlayıştaki bir yapıtı 1961’de Paris Art Moderne Müzesi’nde Çağdaş Dünya Sanatçıları Sergisi’ne alındı. 1962 yılında Hamburger Fernlehbinstut Mühendislik Bölümüne girdi. SGD Dermstad Mimarlık Okulu’nda Korespondat öğrenci olarak öğrenim gördü.

122 Karagöz & Hacivat


Uzun çalışmalar gerektiren bu türden yapıtları daha çok yabancı sanatseverlerin ilgisini çektiğinden, çoğu yurtdışındaki koleksiyonlarda bulunmaktadır. Daha sonraki yıllarda doğa-insan ilişkilerini içeren kompozisyonlar yaptı. 1961 yılında bir yapıtı, Paris Art-Modern Müzesi’nde Çağdaş Dünya Sanatçıları Sergisinde sergilendi. Uzun çalışmalar gerektiren bu anlayıştaki yapıtları, genelde yabancı sanatseverlerin ilgisini çektiğinden çoğu yurt dışındaki koleksiyonlardadır. Bir yandan sosyal çalışmalarda bulunan Kıral, bir süre UNESCO Plastik Sanatlar ve 1960 İhtilali’nden sonra Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Komisyonlarında çalıştı. Türkiye Ressamlar Cemiyeti Başkanlığı ve Türkiye Güzel Sanatlar Federasyonu Reisliği yaptı. 1987 yılında kendi kuşağının ressamları olan bazı arkadaşları ile Bizim Grubunu kurarak her yıl Ankara ve İstanbul’da sergiler açmışlardır. Bizim Grubun diğer üyeleri ise Leyla Gamsız, Selim Turan, Kristin Saleri, Hüseyin Gezer, Zerrin Bölükbaşı, Nuri Abaç, Şadan Bezeyiş, Dinçer Erimez ve Şükriye Dikmen’dir. 16 kişisel sergi yanı sıra yurt içinde ve dışında pek çok karma ve gurup sergilere katıldı. Bugüne kadar 52 kişisel serginin yanı sıra yurt içi ve yurtdışında pek çok karma ve grup sergilerine katılmış üretken bir sanatçı oldu. Atölyesinde pek çok ressamla çalıştı. Zeki Kıral sanat hayatı boyunca 7 onur ödülü sahibi olmuştur. Gençlik yıllarında iki kez birincilik, bir ikincilik kazanan sanatçı, 1960’dan bu yana hiçbir jürili ve yarışmalı sergiye katılmayan sanatçının, biri Unesco AIAP Türkiye Ulusal Komitesi Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği tarafından verilmiş 7 Onur Ödülü vardır. Sanatçının; yurtiçinde ve yurtdışında pek çok koleksiyon ve müzelerde eserleri bulunmaktadır. Pek çok özel ve tüzel koleksiyonlarda ve müzelerde yapıtları bulunmaktadır.

Karagöz & Hacivat

123


Zeki Kıral

Karagöz ve Dostları Tuval Üzerine Yağlıboya, 74 X 52 cm, 1961 Sanatçı Koleksiyonu 124 Karagöz & Hacivat


Zeki Kıral

Karagöz ile Sohbet

Kontrplak Üzerine Yağlıboya, 110 X 60 cm, 1960 Sanatçı Koleksiyonu Karagöz & Hacivat

125


Orhan Kurt

1930 yılında İstanbul’da doğan sanatçı Orhan Kurt, babasının memuriyeti sebebiyle Anadolu’nun birçok il ve ilçesini dolaşmıştır. Lise ve yüksek öğrenimini İstanbul’da tamamlayan Kurt, Mimar Sinan Üniversitesi’nde ders vermenin yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı özel kurslarda 40 yılı aşkın süredir yerli ve yabancı birçok öğrenci yetiştirmiştir. Aralarında rahmetli Erdinç Demiray, Murat Huten, Alpay Ekler, Ahmet Karakman, Şinasi Çelikkol ve oğlu Akın Kurt gibi önemli Karagöz ustalarını yetiştiren sanatçı, 2008 yılında UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında, Türkiye ulusal envanteri seçimlerinde UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak seçilmiştir. Türkiye

UNİMA’sının

(Milletlerarası

Kukla

ve

Gölge

Oyunu

Birliği Türkiye Milli Merkezi) kurucu ikinci başkanı ve halen onur kurulu üyesi olan Kurt, katıldığı 40’a yakın ulusal ve uluslararası festivallerden biri olan Romanya Köstence Festivali’nde birincilik ödülüne layık görülmüştür. 1974’ten beri Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, UNİMA ve UNİMA Bursa Şubesi’nin düzenlediği kurslarda eğitim veren sanatçı, Yunanistan, Almanya, İtalya, Hollanda, Romanya gibi ülkelerin kültür merkezlerinde sayısız gösteriler ve sergiler düzenlemiştir. 2015 yılında Karagöz’le ilgili bütün yapım ve teknikleri anlattığı “Karagöz’ün Kuralları” kitabını yayımlayan 87 yaşındaki sanatçı, halen Karagöz için çalışmaya devam etmektedir.

126 Karagöz & Hacivat


Orhan Kurt

Kukla 1960

Karagรถz & Hacivat

127


Tacet tin Diker

1923 yılında İstanbul’ da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun oldu. 25 yıl T.C. Ziraat Bankası’nda çalıştıktan sonra, kendi isteği ile emekli oldu. Karagöz tasvirleri ile tanışması İstanbul Süleymaniye Mehmetpaşa Yokuşu’ndaki evlerinde oldu. Bir gün evlerinde büyük dayısına ait olan tasvirlerin bulması ile hikayesi başladı. 1930’ larda orta okula giderken Salı geceleri büyük sanatkar Hazım Körmükçü tarafından İstanbul Radyosu’nda seslendirilen Karagöz oyunlarını dinlemeye Cağaloğlu’nda oturan amcasına giderdi. Ramazan ve Kurban Bayramlarında Küçükpazar’daki Yeşil Tulumba’ da kurulan bayram yerindeki çadırlarda oynatılan kukla, orta oyunu ve karagöz oyunlarını seyrederdi. Naşit Özcan’ın Şehzadebaşı’ndaki Turan Tiyatrosu’nda oynadığı, Leblebici Horhor , Surpik ve Haçi ve Afacan isimli oyunları, ara sıra Yunanistan’dan gelen Operet Tiyatrosunu , Cemal Sahir Operet Topluluğu’nu ve Sururi’lerin temsillerini büyük bir coşku içerisinde seyrederdi. Böylece zamanın as olmuş sanatçılarını gördü ve tanıdı. Orta oyununda Pişekar Asım Baba, Kavuklu Ali, Rıfkı İnce, Tevfik İnce (Rıfkı’nın Kardeşi), Hüseyin Mat, Meddah Kadri, Şevki Şakrak, Dümbüllü İsmail, Ahmet Güldürür, Monolog Mazlum, Burhanettin Tepsi, Kemal Güler, Kemal Aşki, Kemal Sahir, Faik Coşkun, Hüseyin Erişen gibi eski ustaları seyretti. Aynı yıllarda Muhsin Ertuğrul’un Tepebaşı’ndaki Dram Tiyatrosunda cumartesi günleri talebe matineleri başlamıştı. O temsillerde Behzat Budak, Hazım Körmükçü, Vasfi Rıza Zobu, Talat Artemel, İ.Galip Arcan, Halide Pişkin, Cahide Sonku, Perihan Yanal, Nejdet Mahfi Ayral, Reşit Baran, Bedia Muvahhit, Kemal Tözem, Şaziye Moral, Yaşar Özsoy, Raşit Rıza, Agah Hün, Nüvid Özdoğru, Ulvi Uraz, İhsan Devrim, Reşit Baran gibi dönemin büyük sanatçılarını seyretti. Cemal Reşit Rey kardeşlerin operetlerini ve Musahipzade Celal Bey'in komedilerini seyrederek tiyatro tutkusunu giderek artırdı. Küçükpazar Halkodası’nda Temsil Kolu kurarak tiyatro çalışmalarına başladı. Bu arada aktardan aldığı mukavvadan yapılmış tasvirler ile Karagöz oynatmaya başladı. 1948 yılında Ziraat Bankası’ndan çalışma arkadaşı olan Fahrettin Güngör’ ün Beylerbeyi’ndeki evinin bahçesinde ilk şemayı yaktı. 1960’lı yıllarda Camcı İrfan Açıkgöz yönetimindeki Karagöz Oynatım Kursuna katıldı. Bu yıllarda Heybeliada Sanatoryumu’nda, Yeşilay gezilerinde ve kimi tanıdıklarının düğünlerinde karagöz oynattı.

128 Karagöz & Hacivat


1973 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının açtığı Karagöz Oynatım Yapım ve Metinleri Yenileme Kursuna katıldı. Yaklaşık dört yıl süren bu kursun hocaları rahmetli Nurettin Sevin, Ragıp Tuğtekin ve Raşit Baylav'dı. 1990 yılında Türkiye’de kurulan Uluslararası Unima Kukla ve Gölge Oyunu Birliği’nin kurucuları arasındadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nda, İÜ Edebiyat Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde ve Çocuk Vakfı’nda muhtelif tarihlerde açılan Karagöz Yapım ve Oynatım Kurslarını yönetti. İstanbul Festivali, Habitat II ve 26 Mayıs 1991 tarihinde İstanbul’da toplanan 24. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Dünya Kongresi (24th World Congress Of The International Theatre Institute) gibi etkinliklerde yer aldı ve Türkiye’nin farklı bölgelerindeki çalışmalarına da devam etti. Sayın Fikret Terzi’nin yazdığı ve Çetin İpekkaya’nın sahneye koyduğu “Ah Karagöz Vah Karagöz” adlı oyununda karagözü misafir sanatçı olarak oynattı. 1992 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu tarafından çekilen 13 bölümlük “Kukla Kal” adlı dizide yer aldı. 15 Kasım 1997 yılında Çocuk Vakfı’nda açılan Karagöz Kursunu yönetti. 1999 yılında TV 8’de çocukluğundan günümüze kadar olan yaşamını anlattığı belgeseli çekildi. Yine 1999 yılında Sayın Haşmet Zeybekoğlu’nun anlatımını yaptığı Meddah, Karagöz, Kukla, Orta Oyunu, Köçek, İncili Çavuş, Nasreddin Hoca gibi konuların işlendiği belgeselde Karagöz Ustası olarak yer aldı. 2002 yılında TRT 2’nin hazırladığı “Gölgedeki Can” adlı belgeselde yer aldı. 2002-2003 tiyatro sezonunda Akbank Karagöz Ve Kukla Tiyatrosu’nda yazıp sahneye koyduğu “Can İle Canan” ve “Yar Bana Bir Eğlence” isimli eserleri oynattı. Akbank Çocuk Tiyatrosu kadrosunda 2004-2005 tiyatro sezonunda Işıl Kasapoğlu’nun sahneye koyduğu “Ay Operası” adlı kukla operasında “Anlatıcı Dede” rolünü oynadı.

Tacettin Diker‘in eliyle hazırladığı yurdışındaki bir oyununun afişi. Gülderen Diker Koleksiyonu

Çeşitli tarihlerde Japonya, Avusturya, Almanya, İtalya Konsolosluklarında Karagöz oyunları oynattı. 2011 yılına kadar Akbank Karagöz Kukla Tiyatrosu’nu yönetmiştir. Karagöz ve Kukla sanatçısı Tacettin Diker, 31 Mart 2014 tarihinde vefat etti.

Karagöz & Hacivat

129


130 Karagรถz & Hacivat


Tacettin Diker Kuklaları

Gülderen Diker Koleksiyonu Karagöz & Hacivat

131


Ünver Oral

Tokat’ın Erbaa ilçesinde doğdu. Tokat Erkek Sanat Enstitüsü’nü bitirdi (1957). İstanbul’da gemilerde iaşe memuru olarak çalıştı(1957-1958). Askerlikten sonra Üsküdar’da bakkallık yaptı (1961-1963). 1964 yılında Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Sanayi Müessesesine girdi. Buradan 1983 yılında emekli oldu. İlk şiiri 1956 yılında Damla dergisinde yayınlandı. Şiirleri, denemeleri, incelemeleri Varlık, Cemre, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyamız, Millî Kültür, Hayat ve Damla dergilerinde ve Hergün gazetesinde çıktı.

Karagöz oyunlarına merakı ortaokul sıralarında başladı. 1961 yılında Karagöz ve Kuklacılar Derneği’nin Karagöz Kursu’na katıldı. Hayali İrfan Açıkgöz’den ders aldı. Emekliliğinden sonra kendisini Gelenek Tiyatrosu, Karagöz ve kukla sanatlarına verdi. Yurt içinde ve yurt dışında gölge oyunlarımızı tanıtmak için gösteriler yaptı. Halk Tiyatrosu dergisini yayınladı (12 sayı, 1995). TRT-1’e 13 bölümlük Karagöz dizisi hazırladı. Gölge oyunlarıyla ilgili çalışmalarından dolayı çok sayıda ödül aldı. Karagöz metinleri ve Karagöz belgesel senaryosu ile ödüller kazandı. UNIMA (Dünya Kukla ve Gölge Oyunu Birliği) Türkiye

132 Karagöz & Hacivat


Milli Merkezi’nin kurucu üyelerindendir. Bir Karagöz gönüllüsü olarak halk tiyatrosu kültürümüzün bu damarını ihya etmek için uğraşıyor. Bu konuda konferans, kurs, sergi, radyo ve televizyon programları yaptı. Karagöz başta olmak üzere geleneksel seyirlik oyunlarımız hakkında yazıları yayınlandı. Senaryo: Karanlığın Kolları (2001), Kavuklu İş Buldu (2000), Karagöz Oyunları (2002), Günümüzden Karagöz-Hacivat Söyleşmeleri (2002). Araştırma: Öp Hacivatın Elini (1965), İlçemiz Beykoz (1973), Karagöznâme (1977), Karagöz Perde Gazelleri (1996), Günümüzde Karagöz Muhavereleri (1992; Günümüzden Karagöz-Hacivat Söyleşmeleri, 2000), Karagöz ve Plastik Tekniği (2001), İbişli Kukla Oyunlarımız (2002), İbişli Kukla Oyunlarımız (2002), Karagöz Meddah Kitabı (2003), Kukla ve Kuklacılık (2003), Madalyalı Kuklacımız Talat Dumanlı (2004). Çocuk romanı: Ülkücü Ali (1975), Küçük Mehmetçikler (1978), Cin İkizler (1981), Küçük Kuklacılar (1986), Yüz Çocuklu Anne (2000). Çocuk oyunları: Küçük Kiracı (1985) Karagöz Park Bekçisi (1993), Prenses ile Çoban (1993), Ah Şu İnsanlar (1998). Çocuk hikâyeleri: Öp Hacivatın Elini (1965), Karagöznâme (1977), LoralHardi İstanbul’da (1982), Kuklacı Kardeşler (1993), Çocuklara Karagöz Hikâyeleri (1996), Karagöz ile Hacivat (2001), Karagöz’ün Dondurmacılığı (2001), Karagöz Televizyonda (2001), Karagöz ve Trafik (2001), İbiş Yeni Evde (2001), İbiş’in Akıl Dişi (2001), İbiş Geldi-Karagöz Geldi 2001), İbiş ve Karagöz (2001), İbişin Bakkallığı (2001). Çocuklara şiirler: Çocuklara Karagöz ve Kukla Şiirleri 1998).

Karagöz & Hacivat

133


N. Pervin Kızıltan

Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik Bölümü’nü bitirdi. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. Lise yıllarından itibaren sanatla ilgilenmeye başladı. Özellikle resim çalışmalarını devam ettirdi. 2000’li yıllarda çiniye merak sardı ve Çini’nin başkenti İznik’e yerleşerek kendi atölyesini açtı. Birçok kişiye çini sanatı üzerine dersler verdi ve karma sergilere katıldı. Kızıltan, halen İznik’te yaşıyor ve çalışmalarına buradaki atölyesinde devam ediyor.

Pervin Kızıltan

Karagöz

Çini Tabak Yarı çap 21 cm 2016 134 Karagöz & Hacivat


Cahide Keskiner

1931 yılında İstanbul'da doğdu. Tezhip ve minyatür çalışmalarına 1953 yılında, hocası Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver ile başladı. Hattat Macit Ayral'dan hat dersi, ressam Şeref Akdik'ten de resim dersleri aldı. 1965 yılında İstanbul Yıldız Porselen Fabrikasına Türk Süsleme Sanatları Uzmanı olarak atandı ve burada ilk Türk Süsleme Atölyesini kurdu. Birçok resmî ve özel kurum ve kuruluşlarda açılan kurslarda eğitim görevlisi olarak vazife aldı. 1980 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Topkapı Saray Müzesi'nde açılan Uygulamalı Türk Süsleme Sanatları Kursları'nda eğitim ve yönetim kurulu başkanlığına getirildi. 1982 yılında, daha önce halka açık eğitim praogramını yürütttüğü Mimar Sinan Üniversitesi'nde Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Bölümü'nde öğretim görevlisi oldu. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok sergiye katılan ve 6 kişisel sergi açan sanatçı, çeşitli kurum ve kuruluşlardan plaketler aldı. 2000 yılında, Kültür Bakanlığı Mevlana Büyük Ödülü'ne layık görüldü. Türk Süsleme Sanatlarında Desen ve Motif, Turkish Motif, Çocuklar İçin Türk Motifleri, Türk Süsleme Sanatlarında Stilize Çiçekler: Hatai, Minyatür Sanatında Doğa Çizim ve Boyama Teknikleri, Minyatürler Kitabı adında yayınlanmış eserleri bulunmaktadır. Sanatçı Keskiner, kendi adını verdiği tezhib ve minyatür atölyesinde, öğrencileri ile çalışmalarına devam etmektedir.

Cahide Keskiner

Hacivat Karagöz Çini 15 x 7.5 x 2 cm Ercan Topçu Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

135


Karagöz Motif li Su Bardağı Yükseklik 8.5 cm 1970’li yıllar Ercan Topçu Koleksiyonu 136 Karagöz & Hacivat


Orhan Ural

Hacivat Karagรถz

35 x 35 cm 1973 Ercan Topรงu Koleksiyonu Karagรถz & Hacivat

137


Bige Çetintürk 16 Mayıs 1930 yılında dört çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak Edirne’de dünyaya geldi. Erken okul yıllarında sanat ile ilgilenmek istediğine karar veren Bige Çetintürk, 1952-1953 döneminde şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan Güzel Sanatlar Akademisi’ni Sayın Sabih Gözen’in atölye öğrencisi olarak bitirdi. Başarılı ve titiz bir öğrenci olarak mezun olduktan sonra çeşitli dönemlerde yoğun bir biçimde yurt içi ve dışında sergiler açtı. Kendiliğinden minyatüre, resime, halıya merak sararak kendini geliştirmiş ve teknikler üretmiştir. Eserlerinde kullandığı “Noktalama” ve “Tire” tekniğini bulan ve uygulayan ilk sanatçıdır (1948). Türk Halı ve Kilimlerinden örnekler kitabındaki desenleri “noktalama” tekniği ile çalışmıştır. “Tire” ile çalışmayı ise hem kilim hem kumaş desenlerinde kullanmıştır (1948-49-50-51). Desenlerinde Kûfi yazı ile “Bige” yazar. Aynı çalışmaları seramik eserlerinde de kullanmıştır (1955-56). 1954 yılında açtığı sergilerden birinde, Güzel Sanatlar Akademisince kendisine yaptırılan ve 1961 senesinde Sümerbank tarafından bastırılan, Eski Türk Halı Ve Kilimlerinden Örnekler isimli kitabındaki, halı ve kilimlerin baskı için renkli olarak hazırlanmış çalışmalarını sergilemiştir. Bu kitabı meydana getiren renkli orijinaller, bugün Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi arşivinde muhafaza edilmektedir. Sergilerinin içinde 1959 yılında Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki sergisini, aynı fakültede yapılan Uluslararası Birinci Türk San’atları Kongresi münasebeti ile açmıştır. Sergide, geleneksel Türk motifleri, halı, kilim desenlerinden yeni kompozisyonlar sergilemiştir. İki halısı İsviçre Konsolosluğunca satın alınmıştır. 1959 Kongresine, İstanbul’da 16. Asır Sonuna Kadar Hassa Halı Sanatkarları isimli bir tebliğ ile iştirak etmiştir. Dönemin Cumhuriyet Gazetesinde “Köşemden” isimli köşesinde yazan Hasan Ali Yücel’in kalemine de konu olan, Ankara 19-24 Ekim 1959 tarihinde gerçekleştirilen “Milletlerarası 1.Türk Sanatları Kongresi” amblemini ve 3 adet pul motifini tasarlamıştır. 1959-60 yılllarında İtalyan Hükümetinin 1954’de kendisine yapmış olduğu teklifi yenilemesi üzerine, memleketimiz için tahsis ettikleri burslardan birini de kazanarak İtalya’ya gitmiş, Floransa şehrinde resim, seramik ve tekstil çalışmaları yapmıştır. 1954 – 1981 yılları arasında şimdiki Matbacılık Meslek Lisesinde öğretmen olarak başlayıp emekliliğine dek burada ders vermiştir. Hereke halı dokuma fabrikasında hem ders vermiş hem de kendisinin burası

138 Karagöz & Hacivat


için yaptığı tasarımları dokutulmuştur. 1967-1978 Senelerinde baskılarını yaptırdığı kumaş desenlerini hazırlamış, ayrıca Halı ve Kilim kompozisyonları çalışmıştır. Belirli özelliklere sahip Ladik, Uşak, Isparta, Milas ve Konya halılarının motiflerini, özelliklerini çok iyi bilerek yeniye uyarlamıştır. Tahta kaşıklara halı ve kilim motiflerini uygulayan ilk kişidir. 1984 İstanbul’da 3-17 Nisan tarihinde açtığı sergisinde, 1949 senesinden bugüne kadar yaptığı kumaş, seramik, halı ve kilim, tahta çalışmalarını ve Ocaklarını sergilemiştir. 2 adet “Türk Ocağı”nın bir tanesi kendi eseri olan kumaş deseni ile polyester kaplamadır. Diğeri konusu Mevlana olan, özel kök boya ve noktalama tekniği ile yapılmış olup, 6 yılda tamamlanmıştır. 2.65m x 1.10m boyutlarındadır. Topkapı Sarayında Harem dairesinde bulunan orijinal ocağın boyutlandırması ile yapılmıştır. Her iki ocak da 1972 yılında tamamlamıştır. Yine bu sergisinde kumaş üzerine kupon çalışmalarını, basılı kumaşlarını ve orijinal halı ve kilim desenlerini sergilemiştir. Ocak üzerinde kullandığı desen ve motifleri farklı materyaller (seramik, ahşap, cam) üzerine de aktarmıştır. Eserleri kumaş üzerine mumbatık (mum batik) , fırça batık çalışmaları, tahta üzerine halı ve kilim motifleri, kumaş üzerine kufi yazılar, sanat hayatında önemli yeri olan resim çalışmalarında mürekkep, kara kalem, guaj ve yağlıboya çalışmalardan oluşan geniş bir yelpazeye sahiptir. Çeşitli alanlarda katıldığı yarışmalarda Venedik Bienali Resim yarışması ikinciliği, Devlet Güzel Sanatlar Resim yarışması birincisi, Roma akademisi Heykel yarışması birincisi, Firenze (Floransa) Akademisi jüri üyeliği özel ödülü ve resim yarışması ikinciliği, Verona afiş sergisi ikinciliği, İstanbul operası resim yarışması dördüncülüğü ve Prag Siyah-beyaz resim yarışması üçüncülüğü ödülleri mevcuttur. 1954 senesinde Türk – Amerikan Derneğinde açtığı sergi için “Kaynak” isimli Sanat Dergisi Nisan 1954 sayısında Sn. Zihni Hazinedaroğlu tarafından da yazıldığı üzere; “Sergide göz ve gönül dolduran eserlerden biri, Türk ve İslam Eserleri müzesindeki 17.asır İstanbul halılarından birinin resmidir. Kopyasıdır diyemiyorum. Halının bu günkü durumunu, sanatçının desen ve renge hakimiyetini bütün canlılığı ile göstermesi yönünden dikkat nazarlarını çeken eser, buna engel olmaktadır.” şeklinde betimlenmiştir. 7 Mart 2007 tarihinde 2 sene boyunca mücadele verdiği rahatsızlığa yenik düşmüş ve İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.

Bige Çetintürk 230x23.5 cm Kumaş üzeri boyama Karagöz & Hacivat

139


“ S inemada Karagöz” Türk Sinemasında ilk aktarımını1933 yılında görebildiğimiz HacivatKaragöz oyununun perdeye aktarımının ilerleyen yıllarda –az da olsabaşka filmlerde de konu edildiğini görürüz. Sinema sanatının kültürel öğelerden görsel olarak geleneksel gösteri sanatlarından yararlanması, bu türden geleneksel anlatı formlarına başvurması aslında tiyatro ile derinlikli ilişkisi açısından kaçınılmaz bir durumdur. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nunda en önemli malzemesi olan Karagöz oyunu her açıdan besleyici bir olgudur. Karagöz’ün Türk Sinemasında yer aldığı örnekleri sıraladık. Bu konu üzerine Metin Erksan’ın daha önce Radikal Gazetesi’nde yayımlanmış olan, Hacivat ve Karagöz’ün Türk Sinemasındaki tarihsel seyri üzerine incelemesini de ayrıca hatırlamakta fayda var. Hacivat-Karagöz’ün Türk Sinemasında film kronolojisi; 1933 yılında, usta tiyatro/sinema oyuncusu Hazım Körmükçü’nün İpek Film için gerçekleştirdiği “Yeni Karagöz”ü, 1952 yılında, senaryosunu Burhan Felek’in yazdığı, rejisörlüğünü Şadan Kamil’in yaptığı, “Edi ile Büdü” ve “Edi ile Büdü Tiyatrocu” olan iki ayrı sinema filmi. Atlas Film/Burhan Felek/Şadan Kamil üçlüsünün 1952’de gerçekleştirdiği bu iki komedi filmi, çok önemli iki sinema filmidir ve çok önemli iki atılımdır. 1992 yılında Yavuz Turgul’un yaptığı; “Gölge Oyunu” adlı sinema filminde, Karagöz/Hacivat oyunu bir kez daha sinemaya aktarılmıştır. Ezel Akay’ın 2005 yılında yaptığı “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü” adlı filmi. Yönetmen Derviş Zaim’in Türk Sanatları Üçlemesi’nin sonuncusu olan Gölgeler ve Suretler, Karagöz Gölge Oyunları’ndan yola çıkarak insanoğlunun içinde yaşadığı karanlık duyguları anlatır. (2011)

140 Karagöz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

141


Meti n Erksan

Hacivat Karagöz Filmleri Üzerine Türk Sinema Tarihi kapsamında Karagöz/Hacivat olgusuna ve Karagöz oyununa ilişkin birkaç girişim olmuştur. 1933’te tiyatro/sinema oyuncusu büyük sanatçı Hazım Körmükçü, İpek Film için Yeni Karagöz adlı bir film gerçekleştirmiştir. Türkiye’de bir film arşivi olmadığı için, bilimsel bilgiler düşünceler ile yazılmış bir “Türk Sinema Tarihi” olmadığı için, Türkiye’de yazılmış olan “Türk Sinema Tarihleri” öznel düşünceler kapsamında yazılmış tarihler olduğu için bu filme ilişkin bilgiler, belgeler, bulgular şimdilik elimizde yoktur. Yazmakta olduğum, fakat biteceğini sanmadığım “Türk Sinema Tarihi” içinde var olan, “Yeni Karagöz” adlı filme ilişkin bilimsel bilgilerimi, bilimsel düşüncelerimi ve kuramsal düşüncelerimi bu yazının kapsamı içinde yazmadım. 1952’de Atlas Film; senaryosunu Şeyhülmuharririn Burhan Felek’e yazdırdığı, rejisörlüğünü Şadan Kamil’in yaptığı, adları “Edi ile Büdü” ve “Edi ile Büdü Tiyatrocu” olan iki sinema filmi yapmıştır. Usta bir Karagöz oynatıcısı olduğu için takma adı “Karagözcü Burhan” olan sayın Burhan Felek’in senaryolarını yazdığı bu filmlerde; çağdaş ve canlı Karagöz’ü Vasfi Rıza Zobu, çağdaş ve canlı Hacivat’ı Münir Özkul oynamıştır. Bu sinema filmleri en eski Türk temaşa (seyirlik) sanatı olan Karagöz/Hacivat olgusunun, oyununun çağdaş örnekleri değildir. Bu

sinema

filmleri

Karagöz/Hacivat

olgusundan,

oyunundan

hiç

kaynaklanmadan hiç etkilenmeden, Amerikan sinemasına ilişkin Lorel/Hardy filmleri taklit edilerek yapılmıştır. Halbuki bu iki sinema filmi çağdaş ve canlı Karagöz/Hacivat oyununun sinema filmi olarak düşünülmüştü. Bir Türk özdeyişi olan “Maksat bir; ama rivayet muhtelif” örneğindeki gibi rivayetler

142 Karagöz & Hacivat


maksada ulaşmayı önlemiştir. Fakat; Atlas Film/Burhan Felek/Şadan Kamil üçlüsünün 1952 de gerçekleştirdiği bu iki komedi filmi, çok önemli iki sinema filmi ve çok önemli iki atılımdır. Bu iki filmin senaryosunun bir Karagöz oynatıcısı olan, gazeteci ve yazar Burhan Felek tarafından yazılması ise ayrı bir önemdir. Çünkü bu iki sinema filmi ; önce Türk Sineması’nın, sonra batı ve doğu düşüncesi kapsamında ve doğrultusunda düşünen, fakat Türk düşüncesi kapsamında asla düşünmeyen Türk entelijansyasının; 1952’lerde Karagöz/Hacivat olgusunu veya Karagöz/ Hacivat oyununu “Türk Sineması”nın kök kaynaklarından biri olduğunu hiç bilmediğinin ve hiç algılamadığının açık bir göstergesidir. Yazmayı sürdürdüğüm Türk Sinema Tarihi kapsamında; bu iki filme ilişkin, tarihsel ve çağdaş Karagöz/Hacivat olgusu üstünde düşüncelerimi yazdım. 1992’de Yavuz Turgul yaptığı “Gölge Oyunu” adlı sinema filminde, Karagöz/ Hacivat oyunu olgusunu bir kez daha sinemaya getirmiştir. “Gölge Oyunu” Türk Sinemasında, Karagöz/Hacivat oyunu olgusu üstünde ciddi olarak düşünen, çok öncül bir “mukaddeme” (öndeyiş) olan, çok önemli bir sinema filmidir. Bu sinema filmine ilişkin düşüncelerim yazmakta olduğum “Türk Sinema Tarihi” kapsamında vardır. Ve nihayet Ezel Akay 2005’de; “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü” adlı sinema filmini yaparak ve bu filmi 2006'da gösterime sunarak Türk Sineması’nda bir “Milat” gerçekleştirmiştir. Türk Sinema Tarihi içinde bir ilk değil, bir dönem ve düşünce başlangıcına imzasını atmış oldu.

Karagöz & Hacivat

143


Karagöz Musikisi

Gölge Oyunu Karagöz’de musiki önemli bir rol oynar. Karagöz’ün ayrılmaz bir parçası olan musiki bu oyunlarda kendine özgü bir nitelik kazanmış, Osmanlı şehir eğlence musikisinin bir türü haline gelmiştir. Musikinin yer almadığı bir Karagöz oyunu düşünülemez. Musiki Karagöz’de Osmanlı-Türk musikisinin değişik türleri ile beste şekillerini içinde toplar. Klasik musikinin kâr, karçe, murabba, beste, semai, şarkı gibi beste şekilleri; gazel ve taksimler; şehir eğlence musikisinin köçekçeleri, tavşancaları ve oyun havaları; Anadolu’nun ve Rumeli’nin türküleri dışında, oyunlarının konuları gereği olan Arapça ve Yahudice güfteli şarkılar, Çingene şarkıları, Rum ve Ermeni kültürlerine özgü ezgiler, vals, polka, opera aryası gibi batı müziği parçaları da Karagöz musikisinde yer almıştır. Oyunların konuları musiki repertuarının gittikçe genişlemesini sağlamıştır. Karagöz musikisinin tesbit edilebilen repertuarı daha çok 19. ve 20. yüzyıl Türk musikisine aittir. Ancak, bu repertuarda, Abdulkadir Meragi’ye mal edilen kârlar, Seyyid Nuh, Itrî, Kassamzade, Ebubekir Ağa, Tab’î, Sadullah Ağa, Mustafa Çavuş gibi bestecilerin eserleri de bulunması, bu arada Batı müziği eserlerine de yer verilmesi Karagöz musikisinin sabit olmadığını, Türk musikisindeki ve Türk toplumundaki değişime uyum sağlamak amacıyla her dönemde değiştirildiğini gösterir. Son dönemlerde doğrudan Karagöz oyunları için şarkı besteleyen besteciler de çıkmıştır. Karagöz musikisi şu üç bölümde ele alınabilir: Semai, Gazel, Hayal şarkıları. “Semai”nin klasik Türk musikisindeki ağır, yürük ve saz semaisi şekilleriyle bir ilgisi yoktur. Klasik musikiye özgü kâr, kârçe, murabba beste, semai, şarkı gibi beste şekillerinin toplu adıdır “semai” burada. Semaileri hep Hacivat okur. Bunlar daha ağırbaşlı eserler olduğu için genellikle oyunun başında okunur. Bu eserlerin tamamı okunmaz, sadece zemin ve teslim bölümlerinin okunmasıyla yetinilir. Gazel, bildiğimiz gazeldir. Hayal şarkıları ise şarkı ve türkülerdir. Günümüze kadar iki yüzü aşkın hayal şarkısı tespit edilebilmiştir. Bazı hayal şarkıları oyunlarda sık sık okunduğundan bu şarkılar

Karagöz musiki incelemeleri ve

Karagöz Plak

Erkan Doğanay Koleksiyonu 144 Karagöz & Hacivat


oyun tipleriyle adeta özdeşleşmiştir. Bu tür şarkılar oyun tiplerine uygun bir güfte ve ezgi yapısı içindedir. Karagöz oyunlarında kullanılan çalgılar “perdedeki çalgılar” ve “perde gerisindeki çalgılar” olarak ikiye ayrılabilirler. Perdedeki çalgılar bağlama, Karadeniz kemençesi,davul, zurna, kabak, tulum gibi halk sazlarıdır. Perde arkasında kullanılanlar ise kanun, ud, keman, zurna yahut klarnet, def gibi klasik musikide kullanılan sazlardır. Zil, zilli maşa, nakkare kullanıldığı da olur. Osmanlı toplumundaki etnik ve dîni cemaatlerin kültürleri Karagöz musikisine canlı bir şekilde yansımıştır. “Kaminamoz elde aki, yo kero poraki” (Balat kapısından girdim içeri) Yahudice güfteli şarkı, “Çeribaşının gelini” adlı Çingene şarkısı, arapça “Befta hindi şeş harir” güfteli şarkı ile Laz, Ermeni, Kürt kültürlerine özgü ezgiler bu tür parçalardır. Karagöz oyunlarında zenneler de şarkı söylerlerdi. Karagöz oyunlarında halk musikisi de imparatorluğun çeşitli şehir, kasaba ve yörelerinin kültürlerini yansıtır. Oyunlarda Bolulu Bolu türküsü, Harputlu Harput türküsü, Arnavut ve Rumelili Rumeli türküsü söyler. Böylece taşranın musiki kültürü ve zevki de hayal perdesinden payitahta girer. Eski İstanbul´da padişahtan, okumuş çevrelerden en sade halk insanına kadar herkes Karagöz oyunlarının tiryakisiydi. Karagöz bu yönüyle birleştirici bir şehir kültürü ürünüydü. Karagöz´ün bu yönü musikisine de yansımıştır. Bu geleneksel oyunların ağırbaşlı klasik eserlerden hafif şarkılara ve oyun havalarına kadar genişleyen repertuarı İstanbul şehir musikisinin ve şehir zevkinin anlamlı bir ifadesidir. (Kalan Müzik Karagöz Hacivat CD’sinden alınmıştır.)

Karagöz Plak

Melodi Müzik Osman Murat Ertel Koleksiyonu

Karagöz & Hacivat

145


Osmanlıdan Cumhuriyete bir mizah dergisi:

Karagöz

Uzun bir süre yayın hayatında kalabilen bu mizah dergisi hem Osmanlı devletinin son dönemine hem de cumhuriyet dönemine tanıklık etti. Halk kültürüne dayalı bir mizah anlayışına sahip olan derginin özelliği Karagöz ve Hacivat’ı güncel konularda alaylı bir dille konuşturmasıydı.

1908 yılında II.Meşrutiyetin ilanı ile oluşan hürriyet ortamı basın yayın hayatını hareketlendirmiş ve kısa süre içerisinde yüzlerce gazete dergi yayınlanmaya başlamıştı. Bunlardan biri de ilk Türk karikatürcülerinden Ali Fuad Bey’in çıkarmaya başladığı Karagöz dergisiydi. 40 yıldan (10 Ağustos 1908-26 Ocak 1935 ve 14 Şubat 1935-1950) uzun bir süre yayın hayatında kalabilen bu mizah dergisi hem Osmanlı devletinin son dönemine hem de cumhuriyet dönemine tanıklık etti. Halk kültürüne dayalı bir mizah

146 Karagöz & Hacivat


anlayışına sahip olan derginin özelliği Karagöz ve Hacivat’ı güncel, toplumsal ya da siyasal konularda, alaylı bir dille konuşturmasıydı. Tasvirci bir karikatürcü olarak nitelenen Ali Fuad Bey çizdiği karikatürlerin altındaki yazılar ile vermek istediği mesajı kuyucuya ulaştırırdı. Haftada iki gün çıkan Karagöz halka dönük bir mizah dergisiydi. Bol karikatür içeren sayfalarında olayları halkın anlayabileceği sade bir üslupla işledi. Bu üslubuyla halktan büyük beğeni topladı. Karagöz: -Efendi galiba iane vereceksiniz. Veriniz. Cidden muhtac muavenetdirler. Muhacir: -Onda yardım verecek surat var mı Karagöz Ağa! Bizim öküzü ucuzca kapatmak istiyor!.. Karagöz Hacivat konuşmaları şeklinde çıkarılan bu mizah dergisinin kapak sayfasında gündemde olan konu yer alırdı. İç sayfalarda ise diğer gazetelerden derlenen bazı haberlere yer verilir ve Karagözün buna yönelik yorumları olurdu. Karagöz dergisi mevcut iktidarlar ile iyi geçinmiş olduğundan dolayı yayın hayatı boyunca hiç kapatılmayan bir dergi olarak da tarihe geçti. İttihat ve Terakki yönetimine yönelik eleştiriler getirse de sert bir muhalefetten kaçınan dergi Mütareke döneminde Kurtuluş Savaşının yanında Ankara hükümetini destekledi.

Karagöz & Hacivat

147


“-Karagöz o elindeki inci terazisi... sırtında bir küfe taş... hiç de nispet yok... - Neden nispetsiz oluyormuş... böyle giderse taş, inciden daha kıymetli olacak... - Ya... aman sebebi ne?... - Haberin yok mu ayol... erkan-ı matbuatın muradı şeytan taşlamakmış...” Dergi Cumhuriyet’in ilanından sonra yeni inkılapların yanında onun savunucusu oldu. 1927’de imtiyaz sahipliğini Burhan Cahid’in devraldığı Karagöz bu dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası yönetiminden mali destek de gördü. Geniş bir kitleye hitap eden dergi 1928 yılında gerçekleşen harf inkılabından etkilendi ve satışları hızlı bir şekilde düştü. Bunun bir sonucu olarak 1935 yılında kapandı. Karagöz: Hey baba bu kadar kişi böyle yıkık bir dam altına sığar mı?! Size emval metrukeden bağ, bahçe, ev vermediler mi? Muhacirler: Biz ondan vazgeçtik Karagöz Ağa biraz yemlik ve yemeklik bile vermediler! Daha üçgün böyle beklersek acımızdan öleceğiz! Derginin kapanmasının ardından Cumhuriyet Halk Fırkası gazeteyi sahibi Fatma Hanımdan ( Ali Fuat Beyin eşi ) satın aldı ve Sedat Simavi’nin yönetiminde partinin yayın organı haline getirdi. Sedat Simavi, çok kısa bir süre sonra Karagöz’ü, yeniden birinci sayıdan başlamak üzere “Siyasi Halk Gazetesi” altbaşlığıyla yayımlamaya başladı.II.Dünya savaşı yıllarında geniş halk kitlelerinin moralini yükseltici yayınlar yapan dergi 1950 yılında Sedat Simavi’nin dergiyi bırakmasının ardından güç kaybetti. 1955 yılına kadar yayın hayatına aralıklarla devam eden dergi 4785. sayısıyla birlikte kapandı

148 Karagöz & Hacivat


Karagรถz & Hacivat

149


150 Karagรถz & Hacivat


Hacivat Karagöz

Anonim 1970 yıllar

Karagöz & Hacivat

151




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.