1
2
Proje Koordinatörü Süleyman PERGEL (Belediye Başkan Yardımcısı) Proje Sorumlusu Nuri SİNCANLI (Kültür İşleri Müdürü) Küratör Mustafa ERYILMAZ
3
4
Hazret-i Mevlana’yı yadetmek, gönüllerde hatırlamak elbette işaret buyurdukları manayı anlamaya çalışmakla olur. Dinlemekle başlanır işe. Can kulağıyla dinleyebilsek keşke, gözümüz, kulağımız, elimiz, zihnimiz, şuurumuz ne söyler gönlümüze, hakiki sadayı derinden, bütün seslerin arasından fark edebilsek keşke. Bu ses hakikatte güçlüdür, kıyas kabul etmez. Lakin niyeti olmayana hiç iltifat etmez. Hoş sadayı perdeleyen, işitip de meftun olacağımız hali engelleyen, dünya meşakkati ve hırslar. Bütün bu keşmekeşin arasında bir soluk, bir hatırlatma bir tefekkür olsun sergimiz. Bir sükut, içten devamlı haykırmakta olana bir imkan, hissiyattan kalbe bir yol olsun sergimiz. Her bir eserin estetik değeri ve sanatlı işçiliği bir yana zımnındaki mana dolsun gönüllerimize. Anlatılmak istenen düşünülsün de bir lahza diğer sesleri bastıran manevi bir sadaya dönüşsün ruhumuzda. Asırlar boyu pirlerin ocağında nice sanatlarla mana işlenmiş. Yolda yürüyenler zevk-i selîmden haz alıp kalb-i selîme yürümüşler. Bugün imkan nisbetinde bizler, eskileri yadetme, hatıralarına hürmet ve her daim dikkatle dinlenmeye layık olanı hatırlatma babında belki de haddimizi aşarak bir şeyler hazırladık. Bir tertib ve usul hassasiyetiyle sıraladık. Tefekküre vesile olmasını arzu ettiğimiz isimler koyduk. Eskilerden hatıra emanetlerle, eski sanatlarımızı buluşturup sergiledik. Bir dönem maneviyat ocaklarında kullanılan şahsi eşyalar, tekke malzemesi, musiki aletleri, okunan kitaplar sanki bize hala hitaptalar. İnsaf ile bakarsak ses duyarız muhakkak içimizde. Teberrüken bu hususi eşyanın arasına eski sanatlarımızı yadeden eserler koyuldu. Hep beraber bakınca bize büyüklerimizin anlattıkları, miras bıraktıkları manevi neşe olsun istedik. Gönlündeki sese itibar edenlere hoş bir sada olsun ümidiyle, emek verenlerin, görenlerin, işitenlerin ve sevenlerin işleri makbul olsun, kendilerine inayet ihsan buyurulsun. Ayrıca sergide emeği geçen İnsan ve İrfan Vakfı temsilcilerine ve Doç. Dr. Sacit Açıkgözoğlu riyasetindeki Sünbül Efendi Ebrihanesine teşekkür ederiz.
5
Yazma Kurân-ı Kerim
6
Yazma; elle yazılarak ortaya konan her çeşit kitap, risâle, murakka‘, mektup, levha ve belgelerin ortak adıdır. İslâm medeniyetinde ilim, fikir ve sanat faaliyetleri Kur’ân-ı Âzimüşşan merkezli olarak teşekkül etmiş, zamanla bu faaliyetler süratle gelişip geniş bir alana yayılmıştır. Kur’an’ın nüzûluyla başlayan en önemli iş, İlâhî Kelâm’ın hatasız ve noksansız olarak kayda geçirilmesiydi. Efendimiz’in (sav) nezaretinde yürütülen bu iş, vahiy kâtipleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Onun vefatının ardından Hazret-i Ebû Bekir’in (ra) hilâfetinde ayetlerin yazılı olduğu farklı malzemeler iki kapak arasına alınıp birleştirilmiş, Hazret-i Osman’ın (ra) halifeliği zamanında bütün Kur’ân-ı Âzimüşşan kâğıt üzerine yazılarak “Mushaf” haline getirilmiştir.
7
Mesnevî: İlk 18 Beyit
8
Mesnevî’nin ilk 18 beyti Mesnevî’nin Fatiha’sı olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırma Mesnevî’yi açmasından dolayı yapılmıştır. Mesnevi’nin ilk 18 beyti bizzat Hazret-i Mevlânâ tarafından kaleme alınmıştır. Daha sonraki kısımları Hüsâmeddîn-i Çelebi’ye yazdırılmıştır. Mesnevî’nin yazılmaya başlanması şöyle anlatılır: Hüsâmeddîn-i Çelebi Hazretleri Hazret-i Pîr’in halifesidir. Bir gün Cenâb-ı Pir’e şöyle der: “Efendim, siz ekseriya çok güzel, manzum sözler söylüyorsunuz. Sohbetlerinizin hepsini yazmak mümkün değil; ancak en azından manzum olan, şiir şeklinde söylediklerinizi yazsak da bir eser vücûda gelse. Fakir her zaman yanımda kalemimi, kâğıdımı bulundurur, divitimi taşırım. Yeter ki siz bana ‘Yaz!’ deyin, fakir yazarım.” Hazret-i Mevlânâ bu söz üzerine sarığının kenarından bir ufak kâğıt parçası çıkartıp Hüsâmeddîn-i Çelebi Hazretleri’ne uzatır ve “Al bakalım, Hüsâmeddîn, senin gönlüne zuhûr eden, düşen bizim gönlümüze de düşmüştü, o sebeple fakir bir 18 beyit yazdım. Bunlar başı olsun, bundan sonrada sen yanımda bulunursun. Sana yaz dediğimde yazarsın.” der. Hazret-i Mevlânâ “Yaz Hüsameddin!” demiş ve şu anda Mesnevî olarak elimizde bulunan kitap ortaya çıkmıştır. Zuhurata göre yüzlerce beyitleri Hazret-i Mevlânâ söyler; talebesi, halifesi ve daha sonra da kaim-i makam yani onun makamına daha sonra oturan, orada hizmet eden Hüsâmeddîn-i Çelebi Hazretleri’ne yazdırır.
9
DestarlÄą Sikke
10
Başa giyilen sikkeler her makamdaki Mevlevî için farklıdır ve aralarındaki esas fark destarlarda görülür. Sadece şeyhler sikkelerine destar sarabilir. Onların da destarlı sikkelerini her gün giymedikleri, belirli gün ve törenlerde giydikleri nakledilmektedir. Şeyh olanlar, yeşil destar sarar. Çelebiler, destarı, altından sikke görünmeyecek şekilde sarar. Çelebi olmayanların ise destarlarının alt tarafından sikkeleri görünür. Destar sarma şekilleri şunlardır: Örfî, Cüneydî, Şeker-Âviz, Hüseynî, Şeker-Âvizkafesî ve Dolama.
11
MesnevĂŽhan DestarlÄą Sikke
12
Mevlevîlik içerisinde sikkelerin ve etrafına sarılan destarların birbirlerinden farklı anlamları vardır. Tekke içerisindeki sair günlerde ve bilhassa mukabele günlerinde Hazret-i Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî-i Manevî’si okuna gelmiştir. Tekkede Mesnevî dersi okutan kişiye “Mesnevîhan Dede” denmekte ve Mesnevîhan beyaz destar sarmaktadır.
13
Meydan TesbĂŽhi
14
Tesbîh kelimesi Allah’ı (CC) zikretmek anlamına gelmektedir ve zikir esnasında meşgul olunan esmanın sayısının belirlenmesinde kullanılan alete de bu isim verilmiştir. Tesbîhin ortaya çıkmasını, hadîs kaynaklarında yer alan belli sayıda zikirlerle alâkalı rakamların etkilediği şüphesizdir. Zikirlerin eksik veya fazla yapılmasının sünnete uygun düşmeyeceğini düşünen sahâbeden bazıları çakıl taşı, hurma çekirdeği veya ip üzerine atılmış düğümlerle sayıyı belirlemeye çalışmışlardır. Tesbîhçiliğin Pîri Üveys’ül Karanî Hazretleri kabul edilir ve tesbîhçi dükkânlarına, “Besmeleyle açılır, her gün bizim tezgâhımız / Hazret-i Veysel Karanî pîrimiz üstadımız” yazılı levhalar asılırdı. Mevlevî Tarikatı’da sabah namazları sonrası yapılan “İsm-i Celâl çekmek” veya “Lafza-i Celâl okumak” olarak adlandırılan ayin, Mevlevîhânelerin mescidinde icra edilir. Namazdan sonra şeyh postuna oturur, herkes görev rütbesi ve kıdemine göre yerlerini alarak bir halka oluşturur. Meydancı meydan tesbîhini imamesi şeyhe gelecek şekilde bütün halkaya yayar. Meydan tesbîhi bu nevi tarikat ayinlerinde kullanılır.
15
Şeyh Hırkası (Yeşil)
16
Şeyhin giyindiği hırka insanlar arasında onlara hizmet etmek için en önde bulunmaya, hataları ayıpları örtmeye lazım olan sırları ve bilgileri de erbabına vermeye işarettir. Cübbesinin (hırkasının) kolunun oluşu maddî ve mânevî âlemde yapmaya gayret ettiği hizmetleri gizlemeye işarettir. Sağ kolunun örtülü olması iyilikleri hiç sezdirmeden ve kimseyi minnet altında bırakmadan vermeye, sol kolunun örtülü oluşu insanların hatalarını, kusurlarını, ayıplarını örtmeye işarettir.
17
Şeyh Hırkası (Krem)
18
Îmân nûruyla ve Efendimiz’i (sav) görmek arzusuyla yollara düşen Üveysü’l Karani, Resul-i Ekrem’in (sav) Hane-i Saadetlerine kadar gelmiş; fakat Efendimiz’i (sav) göremeden annesinin memleketine dönmüştür. Efendimiz (sav) Üveys’ül Karanî Hazretleri’nin ziyaretinden sonra Cenâb-ı Ayşe Validemize (ra) “Burada, Rahman’ın kokusunu alıyorum.” diyerek işarette bulunmuşlar ve sonra da bu Zât-ı Âliye hırkalarını göndermişlerdir. Bu hırka İstanbul’da Hırka-i Şerîf Câmii’nin içinde ziyaretçilerin görebileceği şekildedir. Sünnet-i Seniyye üzere hırka giymek cümle tarikatlarda âdet edinilmiştir.
19
Şeyh Postu (Kırmızı)
20
Post; koyun, keçi vb. hayvanların derisinden üretilir ve seccade üzerine serilir. Bu fiilen yani işlerinde şeriate, kavlen yani sözlerinde tarikata işaret eder. Postun rengi tarikatlara göre değişebilir. Post; iki ayak, iki el ve bir baş olmak üzere beş köşelidir. Bu beş köşe her mü’mine farz olan beş vakit namaza, İslâm’ın beş şartına ve Hamse-i Âl-i Abâ’ya yani Efendimiz (sav), Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Fatıma (ra), Hazret-i Hasan (ra) ve Hazret-i Hüseyin’e (ra) işarettir.
21
Sikke
22
Damga veya alâmet anlamına gelen “sikke” Mevlevî dervişlerinin giydikleri, keçeden mamul külaha denir. İç içe geçmiş, iki kat kalıplanmış dövme keçeden oluşan sikkeler beyaz, bal rengi veya kahverengi olabilir ve boyları 45-50 cm kadardır. Yukarı doğru hafifçe daralır ve tepesi yuvarlaktır. Destar sarılmamış sikkeye “dal sikke” denir ve dervişler tarafından giyilir. Sikke başa giyilirken ve baştan çıkarılırken hürmet alâmeti olarak kenarı öpülür. Bir Mevlevî göçüp kabre konulduğunda kefenin başucu açılarak sikkesi giydirilir. Herhangi bir sebepten ceza ve tevkif evlerine alınmış olanların sikkeleri çıkarılır, tekke içerisinden kabahat işleyenlerin cezası sikkelerini almak olurdu. Sikkesi alınan kişi, şeyh tarafından müsaade edilmedikçe sikke giyemezdi.
23
Keรงe Arakiyye
24
Mevlevîlik’te ilk kademe olan “muhib” Mevlevîliğe muhabbet besleyip derviş olmak isteyenlere denir. Dervişliğe ikrâr veren muhib, derviş olmak niyetiyle üç gün saka postunda oturduktan sonra kendisine “Keçe Arakiyye” tekbirlenir. Ardından 1.001 gün muhtelif hizmetlerde bulunarak çile çıkartır. Keçe Arakiyye bazen de Mevlevî şeyhi, halife ve dede olanlar tarafından tevazu göstergesi olarak takılmıştır. Bundan murat “Bu tarikatta bir rütbe almışsak da biz bu yolun şeyhi değil; ancak muhabbet edeni olabiliriz.” demektir.
25
Derviş Hırkası (Siyah)
26
Hırka; vücudun üst tarafına giyilen, genellikle yünden örülmüş bir giysidir, çeşitli renklerde olur. Mevlevî dervişlerinin giydiği hırka siyah renklidir ve buna “Derviş Hırkası” denir.
27
Haydariyye
28
Dervişin giydiği kolsuz, ellerini sarkıttığında el hizasına gelen, yakasında özel dikişlerin bulunduğu hırkaya “Haydariyye” denir. Haydariyye, İmam Ali Haydar-ı Kerrar Efendimiz’in giydiği libastır. Nakşî’sinden Mevlevî’sine, Bektâşî’sinden Halvetî’sine, Kâdîrî’sinden Bedevî’sine kadar cümle tarikatta vardır. Derviş bunu giymekle “Ben asla bana gösterilen istikametten geri durmam, nefsimin bana galebe çalmasına müsaade etmem, sürçmelerim, düşmelerim olsa da kerrar gibi döner, tekrar nefisle mücâhedede ve mahlûkata hizmette İmam Ali (ra) gibi ivazsız garazsız gayret ederim.” demiş olur. Dervişin giydiği hırka başkalarının malına, mülküne göz dikmeden insanlara hizmet etmeye işarettir. Hırkanın kolunun olmayışı insanların hatasını görmemeye, kendine kötülük edene karşı bile iyilik etme çabasına, gayretine işarettir.
29
Tennure ve DestegĂźl
30
Dervişlerin hırkaları altına giydikleri kolsuz entariye “Tennure” denir. Çoğu zaman Mevlevî tarikatındakiler tarafından kullanılır. Entari giyilmesi, ölümden haberdar olmaya fakat ölümden korkmamaya, aynı zamanda içi dışı bir olmak, bütün insanlık için saadet ve huzur istemeye işarettir. Mürşid huzurunda hizmette olan, elbise giydirilmiş dervişler, “Ölmeden önce ölünüz!” Hadîs-i Şerifi’ne binâen “Ölmeden önce öldüm, arkamdaki giydiğim Tennure ahiret gömleği ve üzerine giydiğim hırka kefenimdir.” demektedir. Farsça, gül destesi anlamına gelen Destegül; Tennure’nin üstüne giyilen yakasız gömleğe denir. Mevlevî dervişleri, bunu hücrede giyer. Âyin sırasındaki giysileri Tennure olup bellerine Elif Nemed sararlar. Mevlevî Destegülü, uzun kollu, belde biten bir tür Haydariyye’dir. Tennure üstüne de giyilir.
31
KuĹ&#x;ak-Elif Nemed
32
Elif Nemed, Farsça’da yün kemer anlamına gelmektedir. Mevlevîyye’de tennure üzerine kuşanılan kemere denir. Üç dolama olarak sarılan bu kuşağın ucuna bir şerit tutturulmuştur. Şeridin ucunda da habbe yani ceviz kadar bir düğme vardır. Böylece bele kuşanılır. Bu kuşağın bele 3 kere sarılması “eline, diline ve beline” sahip olmaya işarettir.
33
Mest
34
Ayaklarına lapçin, yemeni, kundura ve lastikli fotin de giyen Mevlevîler, bilhassa sema mukabelesinde ökçeli veya ökçesiz mest giyer. İlk zamanlarda hususiyle şeyhlerin sarı mest ve sarı pabuç giydikleri bilgisi günümüze kadar gelmiştir.
35
Kamarรงin
36
Dervişlerin ayağına giydiği bir paşmaktır. Paşmak, dışarıda giyilen ayakkabıya da denilir. Lâkin hizmet ve ibadette ayağına giydiği bu husûsî paşmak şekil itibarıyla Efendimiz’in (sav) mübarek ayaklarına giydikleri Paşmak-I Şerîfe’ye benzer. Husûsî bir yola mensub olduğunun ve o yolda sabit kadem olduğunun işaretidir. Derviş bunu başkalarına ilan etmekten ziyâde kendisi bulunduğu yolu unutmasın diye giyer. Zîrâ dervişin de nazarı ekseriya ayakucunadır. Sâir yerde yürürken kalbinin üzerinde, dâimâ başı yerde, etrafa fazla bakmadan nazar etmeden yürümek sûretiyle edebe riayet eder. Namazda dahi ayakuçlarına bakar şekilde kıyam etmek, rükûda ayak uçlarına bakmak âdâbdandır.
37
DerviĹ&#x; Postu (Beyaz)
38
Dervişlerin üzerine oturduğu beyaz post “Bu âlemde sadece yiyip içmek ve neslimizi devam ettirmekle meşgul olmadık, biz hayvan değiliz; hayvanlığı ayaklarımızın altına aldık, insan olma sırrıyla onun üstüne çıktık, biz bu evrende günümüzü gün etmiyoruz, bize verilen günleri Yaratıcı’yla buluşmak için fırsat olarak görüyoruz.” deme işareti ve remzidir.
39
Gülâbdân
40
“Gül suyu şişesi” anlamına gelen “Gülâbdân” Farsça bir kelimedir. Cam, seramik veya maden örneklerine rastlanan gülâbdan, gül suyu serpmek için kullanılan geniş karınlı, uzun boyunlu, dar ağızlı bir kap türüdür. Gülâbdan genellikle buhûrdânla beraber takım hâlinde bir tepsi içinde yer alır. Gülâbdanların üzerleri ince bir zevki yansıtan desenlerle süslenmiştir.
41
Buhûrdân
42
Derviş lisânında “Ocağı yak, ateşi yak.” demek yerine “Ateşi uyandır, ocağı uyandır.” tabirleri kullanılır. Buhûrdân; Arapça’da uyandırıldığı vakit hoş koku veren öd ağacı ve amber gibi maddeler için kullanılan “bahûr” ismi ve Farsça “dân” ekinin birleşmesiyle oluşmuş, “tütsülük” anlamına gelen kelimedir. Güzel kokuyu çok seven, güzel koku kullanmayı ashabına da tavsiye eden Peygamber Efendimiz’in (sav) mescidlerde buhûr uyandırılmasını emrettiği bilinmektedir. Ayrıca Hazret-i Ömer (ra) minbere oturduğu zaman âzatlısı Abdullah el-Mücmir’in (ra) buhûr uyandırdığı ve bu sebeple “buhûrdânı uyandıran” mânâsına gelen el-Mücmir lakabını taşıdığı rivayet edilmektedir. Coğrafyacı İbn Rüşd de Hazret-i Ömer’in (ra) Medine’deki bir mescide, üzeri figürlerle süslü bir gümüş buhûrdan hediye ettiğini bildirmektedir. Nâdir bulunduğu için pahalı bir madde olan buhûrun zamanla camilerde cuma, bayram ve teravih namazları sırasında da kullanılmasından vazgeçilmesine karşılık günümüzde mevlid, mukabele ve zikir meclisi gibi cemiyetlerde bu gelenek devam ettirilmektedir.
43
Ney
44
Ney, mûsiki enstrümanları içinde insan sesine en yakın olanıdır. Medeniyetimizde kâmil insan denildiğinde Ney akla gelir. Neyin kamışlıktan koparılıp gelmesi, bir müddet bekletilmesi, sararıp solması, içinin dağlanarak boşaltılması gibi hususiyetler tasavvufta insanın ruhlar âleminden dünyaya gönderilmesini ve nefsiyle mücadeleden sonra ruhunu özgür bırakmasına tekabül eder. Ney, çilelerle olgun ve ehil olan insanın ağzına temas eder. Çıkan ses ne neyin ne de neyzenin sesidir. Sadece “Hû” sesi çıkar. Bu da Allah’ın (CC) bütün isimlerini içine alır. Efendimiz’in (sav) Mirac’dan döndükten sonra bazı sırları Hazret-i Ali’ye (ra) aktardığı ve kimseye anlatmamasını istediği anlatılır. Hazret-i Ali (ra) bunu insanlara anlatmaz; ancak kör bir kuyuya gidip anlatır. Kuyudan sular yükselir ve sazlık olur. Burada yetişen sazları kesen çobanlar, onlardan kaval yapar. Çıkan sesi duyanlar “Mirac’ın sırrını ifşa ettin, ya Ali!” derler.
45
Kudüm
46
Kelime olarak Arapça’da “uzak bir yerden gelme, ayak basma” anlamına gelen kudüm bir usul vurma aletidir. Mevlevî tarikatı mensupları tarafından “kudûm-i şerîf” diye de adlandırılan kudüm, Mevlevî mukabelesi (semâ, âyin vb.) esnasında mutripte yer alan en önemli ritim sazı olup kudüm çalana “Kudümzen” veya “Kudümî”, Kudümzenbaşı’na da “Serkudümî” denir. Kudüm; teknesi bakırdan yapılmış, aralarında çok az bir orantı farkı bulunan, ağızlarına deri gerilmiş iki tastan ibarettir. Üzerlerinde en iyi sesi verdiği kabul edilen deve derisi tercih edilir. Seslerde meydana gelecek madenîliği yok etmek için bakır tasların üzerine keçe konularak kalınca meşin bir kılıfla kaplanan kudümler, tabanlarının yere temasıyla ses renginin değişmesini önlemek için meşinden yapılmış daire biçimindeki simitler üzerine oturtulur. Kudüm; uçları oval biçimde, 25-30 cm uzunluğunda, “zahme” adı verilen iki çubukla çalınır. Zahmeler çeşitli ağaçlardan yapılırsa da daha çok gül ağacı tercih edilir. En az iki veya daha fazla kudümün birden kullanıldığı âyin icrasında mutribin reisi Kudümzenbaşı’dır. Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde XVII. yüzyılın ortalarında yetişmiş Sâdık Çelebi ve Üsküdarlı Sâlih Çelebi gibi Kudümzen’lerden söz eder. Ayrıca son devirde Kudümzenlikle şöhret bulmuş mûsikişinaslar arasında YenikapıMevlevîhânesi Kudümzenbaşı Ahmed Hüsâmeddin Dede ve torunu Gavsi Baykara, Galata Mevlevîhânesi Kudümzenbaşı Râif Dede, Bahariye Mevlevîhânesi Kudümzenbaşı Zekâi Dede ile oğlu Ahmet Irsoy, Sadettin Heper, Hopçuzâde Mehmed Şâkir Efendi ve Kâni Karaca isimleri sayılabilir.
47
Bendir
48
Bendir çok eski devirlerden beri tanınan ve genelde ritim için kullanılan bir çalgıdır. Tarikat ehli zikir meclislerinde ve cemiyet günlerinde tevhid neşesi, Allah (CC) âşkının verdiği zevk ve şevkle mûsikî aletleri eşliğinde kaside, durak ve evliyaullahın nutuklarından bestelenmiş ilâhîleri okurlar. Zilsiz olan bu def, zikrullah esnasında hem ritmin hem de bu sırada okunan ilâhilerin usulünün bozulmamasını temin için kullanılır. Bendiri çalanlara Bendirzen denir.
49
Rebab
50
İslâm âleminin hemen her yerinde genellikle birbirine yakın şekillerde kullanılan bir grup telli mûsiki aletinin genel adı olan Rebâb, Mevlevî Mûsikisi’nde rağbetle kullanılmaktadır. Rebâba bu adın Mevlevîlerce verilmiş olduğu kabul edilir. Hazret-i Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in “Rebabnâme” adında bir eseri mevcuttur. Din dışı mûsikide keman veya kemançe adıyla kullanılan bu sazın bütün telleri at kılından veya ibrişimdendir. Rebâb, Mevlevî Mûsikisi’nde özellikle taksim sazı olarak kullanılmakta ve etkileyici bir ses vermektedir.
51
Esrâr-ı Hû
52
Zikrullah “Hû”yla başlar. Ve bu sırla perdeler kalkar. Gönüller coşar, kalpler itminan bulur. Hz. Mevlana eserlerinde “O” denince mutlak ve hakiki olarak Hak Teala’nın anlaşılması hususunda bir çok tenbihat buyurmuştur. “Hû” niyettir.
53
Besmele-i ĹžerĂŽfe
54
Besmele her hayrın başıdır. İvazsız ve garazsız “O” denince akla gelmesi gereken Zülcelal’in hatırlanmasından sonra besmeleyle girilir, bu fasla. Hz. Mevlana, “Bişnev”le başlamış Mesnevi’ye. Şarihler Besmele-i Şerife’nin alameti saymışlar, “Be” noktasını.
55
Evvel Ahir
56
Hak Teala esmasındandır ki evvel de “O”dur, ahir de. Hazreti Fahr-i Âlem de âlemlere rahmet olmakla insanlığa ikram olunmuş, yüce nimeti yanında zatına da ruhların evveli enbiyanın ahiri vasfı ihsan olunmuştur. Hz. Pir, âşkla evvel ve ahiri anlatır.
57
Âhlak-ı Hamîde
58
Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri Fahr-i Âlem’e, ahlakını överek hitab eyledi. Zaten Resulullah Efendimiz de “Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurdu. Halik’i daim yâdında tutanın ahlakının, övülmüş ahlakla irtibatlı olacağına işaret eder, Hz. Mevlana.
59
Devran-ı Eflâk
60
Kudsî manayla tebşir edilmiş Levlâk sırrının mazharı Efendimiz’e, Kelime-i Tevhid’de Hak Celle’yle ismi yazılmış Seyyidü’s Sâdata, salât ve selam olsun.
61
Cihar Yâr Yıldızı
62
“Ashabım yıldızlar gibidir.” buyurdu, Fahri Kainat. Mesnevi yıldızların nuruna çevirdi, tekrar yönümüzü.
63
Tâc-ı Aşk 64
Dervişin seyr-i sülûkunun tariflerindendir, Aşk-ı Mevlana. Yol nedir? Aşk-ı Hazreti Pîr.
65
Nokta-i BiĹ&#x;nev
66
Mesnevî-i Manevi “Bişnev!” yani “Dinle!” hitabıyla başladı. O “Be” harfinin noktasındaki esrar dünya ve ahireti kuşatan mana ve insana öğretilen ilmin başlangıcına remizdir. Besmele noktasıyla Mesnevi’nin başındadır. Aşkın bir noktası neler anlatır dinleyene.
67
Miftah
68
Besmeleyle başlanırsa işlere, umulandan fazlasına anahtardır. Besmelenin açtığı kapı niyetin hayır olmasına alamettir. Akıbet elbet böylece hayrolur.
69
Bende-i Kur’ân
70
“Kur’ân’ın bendesi Rasulullah’ın ayağının tozuyum.” diyen Hz. Mevlana’yı dinle.
71
Mürüvvet Kartalı 72
Bu hitapta adamlık vardır; mertlik, muhabbet, sehavet ve fütüvvet Ricalullah işidir. Dünyaya da bakar, ukbaya da ve vuslata kanat açar. Türlü hikâyelerle Mesnevi, bizlere niyet ve amel ile nerelere uçabileceğimizin misallerini verir.
73
Tuğra-i Aşk
74
Aşkın Sultanı. Dinlemeye bin kere değer. Dinleyen de dinlenir.
75
Dost
76
Mevlana dostumuz demek hem dostumuz hem de hazretimiz. Hem yakınımız hem de hürmetle huzurunda edebnişin olduğumuz.
77
HĂźrmet
78
Manaya hürmet eden nimet bulur. Mana nazlıdır, ihtimam ister. Kıymet vermediğin manayı, ehemmiyet göstermediğin ikramı avucunda zannetme.
79
Tâc-ı Molla-i Rûm
80
Allah kılmış esrarını kudsi…
81
Selâm
82
Mü’min mü’mine selâm verir. Bilir ki Hakk’ın ismidir selâm. Dosta verilen selâm dahi “O”dur.
83
Rızâ-i İlâhî
84
Sultanlar kılıç kuşanmış manevi huzurunda Hz. Pir’in, aşkından ilham almış, divanlar tertip etmiş, rızayı murad etmiş, bahtına düşene şükretmiş.
85
Tâc-ı Edeb
86
“Edeb bir tac imiş, Nur-ı Hüdâ’dan. Giy ol tacı, emin ol her belâdan.”
87
Âdâb
88
Hakikatte büyüklerin yolları edebi meşk ettirir. Yol ırak görünür; ama usule riayet edenin visali yakın olur.
89
Malik’ül-Mülk
90
Maddi manevi ikramlar ve nimetlerin neticesinde cümle mülkün sahibi ve yegâne maliki Hak Teala’yı hatırlamak ne lütuf. Bunu her misalde yâdımıza koyan Hz. Pir’in sözleri ne latif.
91
Nefes
92
Hayy’dan gelip Hû’ya giden ”Hakikaten teslim olmadan ölmeyin.” ayetini tâc eden, tertemiz niyetinde sabit kadem kalan, Hû’yla dar-ı bekaya koşanın sa’yi meşkûr, zenbi mağfur, ameli makbul olmaz mı?
93
94
95
96