Linda Winstead Jones Adalet
BİRİNCİ BÖLÜM
Pazartesi sabahı, 03.37
GlDEON'un telefonu gecenin bir yarısında çalıyorsa biri öldü demekti. Hâlâ uykulu bir sesle, "Raintree," diyerek açtı telefonu. "Uyandırdığım için kusura bakma." Abisi Dante'nin sesini duyunca Gideon'un uykusu hemen dağıldı. "Ne oldu?" Dante, "Kumarhanede yangın çıktı," dedikten sonra Gideon sormadan ekledi. "Daha kötü olabilirdi ama yine de durum çok parlak değil. Sabah haberlerde görüp de merak etmeyesin diye aradım. Bir iki saat sonra Mercy'i arayıp iyi olduğumu söylersin. Sanırım önümüzdeki bir iki gün başımı kaşıyacak vaktim olmayacak benim." Gideon tamamen ayılmış olarak yatakta doğruldu. "Bana ihtiyacın olursa, buradayım." "Teşekkürler ama hayır. Bu hafta uçağa binmen gerekmiyor, burada her şey yolunda. Sadece daha sonra vakit bulamayacağımı düşündüğüm için hemen aramak istedim."
Gideon ellerini saçlarından geçirdi. Penceresinden dışarıya baktı, Atlantik Okyanusu'nun dalgaları bıkmadan kıyıyı dövüyordu. Reno'ya gidip yardım etmeyi önermişti, gerekirse arabayla gidebilirdi. Ancak Dante her şeyin yolunda olduğunu söyleyince konuşmayı uzatmanın anlamı kalmamıştı. Gideon saatini beş buçuğa kurdu. Mercy'i güne başlamadan önce aramalıydı. Dante haberlere çıkacağından emin olduğuna göre yangın epey ciddi olmalıydı. Alarmı yeniden kurduktan sonra kendini tekrar yatağa bıraktı. Belki uyuyabilir, belki uyuyamazdı. Dalgaların sesini dinleyerek zihnini rahat bıraktı. Yaz gün dönümüne bir haftadan az kalmıştı, her zamanki elektriksel anormallikleri çığırından çıkmaya başlamıştı. Aslında sadece yakınlarda bir hayalet varsa ataklar yaşardı ama son birkaç gündür, yoluna çıkan elektrikli cihazların arızalanmasına neden olmadan yürüyemiyordu. Gün dönümüne kadar da bu durum devam edecekti. Yapabileceği hiçbir şey yoktu, sadece biraz daha dikkatli olmayı deneyebilirdi. Belki bir iki gün izin alıp karakoldan uzak durabilir, arazi olabilirdi. Derken Emma yine aniden yatağının başucunda belirip ona gülümsedi. Bu akşam, çıplak ayak bileklerine kadar uzanan beyaz bir elbise giymişti, uzun saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Ona bir gün isminin Emma olacağını söyleyen bu ruh ona hep bir kız çocuğu olarak görünüyordu. Gideon'un gözüne görünen hayaletlere pek benzemiyordu. Sadece rüyalarına giren bu kız çocuğu hayatın zorlukları karşısında acı çekip bozulmamıştı. Ne adaletin yerine getirilmesini istiyordu ne kalbi kırılmıştı ne de tamamlanmamış işleri vardı. Tam tersine, beraberinde hep ışık ve sevgi; bir huzur hissi getiriyordu. Dahası, Gideon'a hep baba diye sesleniyordu. "Günaydın baba." Gideon içini çekip doğruldu. Bu özel ruhu üç ay kadar önce görmüştü ama son zamanlarda ziyaretleri giderek sıklaşmaya başlamıştı. Giderek daha gerçekçi oluyordu. Kim bilir, belki de Gideon bir başka hayatta onun gerçekten babasıydı ama mevcut hayatında kimsenin babası olmaya niyeti yoktu. "Günaydın Emma." Küçük kızın ruhu yatağın ayakucuna doğru süzülerek indi. "Çok heyecanlıyım." Güldü, tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu gülüşü, Gideon onun gülüşünden hoşlanıyordu. Bu gülüşün yüreğinde tuhaf etkileri oluyordu ama Gideon böyle bir sıcaklığın bir anlamı olamayacağına ikna etmişti kendisini. Hem de hiç. "Neden heyecanlısın?" "Yakında yanına geliyorum baba." Gideon gözlerini kapayıp içini çekti. "Emma, hayatım, sana yüzlerce kez anlattım. Benim bu hayatta çocuğum olmayacak, o yüzden bana baba demeyi bırak artık."
Emma sadece güldü. "Aptal olma baba. Ben hep yanındayım." İsminin bu hayatında Emma olacağını söyleyen ruh gerçekten de bir Raintree'yi andırıyordu. Gözleri, koyu kahverengi saçları ve buğday tenini bir Raintree'den almış gibiydi. Yine de Gideon'un gördüğü şeye inanmaya niyeti yoktu. Ne de olsa, "Emma" sadece rüyalarında görünüyordu. Yatmadan önce ağır şeyler yemese iyi olacaktı. "Sana bunu söylemek hiç hoşuma gitmiyor hayatım ama bir bebeğin olabilmesi için bir babadan başka bir de anneye ihtiyaç var. Evleniyor değilim ve çocuklarım da olmayacak. Bu yüzden, kendine başka bir baba seçmen gerekiyor." Emma kolay kolay pes etmeye niyetli değildi. "Ne kadar inatçısın. Sana geliyorum baba. Ay ışığında sana geliyorum." Gideon daha önce bir iki romantik ilişki denemiş ama hiçbiri yürümemişti. Hayatındaki kadınlardan kendisini hep gizlemek zorunda kalmıştı, birisiyle çok yakınlaşması mümkün değildi. Hele hele bir aile kurmasının imkânı yoktu. Yeni amirine, ailesine ve gözüne görünüp duran hayaletlere söylediği gibi, birilerine hesap vermek durumunda kalacağı bir pozisyona gelmek istemiyordu. Hayatında elbette kadınlar oluyordu ama hiçbirinin kendisine fazla yaklaşmasına ya da hayatında uzun süre kalmasına izin vermiyordu. Soyun devamını sağlamak Dante'nin işiydi, onun değil. Gideon'un bakışları odasındaki şifonyerin üzerinde, paketlenip gönderilmeyi bekleyen doğurganlık tılsımına kaydı. Dante'nin kendi çocukları olunca Gideon'un bir sonraki Dranir, yani Raintree klanının lideri olma sorumluluğu da omuzlarından kalkmış olacaktı. Dranir olmaktan daha kötüsü herhalde evlenip çocuk sahibi olmaktı onun için. Ağabeyinin işi başından aşkın olduğuna göre tılsımı göndermek için acele etmeyebilirdi. Yine de hemen göndermeye karar verdi. Emma süzülerek ona biraz daha yaklaşırken, "Dikkatli ol," diye fısıldadı. "O kadın kötü biri baba. Çok kötü hem de. Dikkatli olmak zorundasın." Gideon, "Bana baba deme," dedi. Bir an durup düşündükten sonra, "Kimmiş o kötü olan?" diye sordu. "Yakında öğreneceksin. Benim ay ışığıma dikkat et." "Ay ışığıymış," diye mırıldandı Gideon. "Ne saçma bir..." "Başlamak üzere," dedi Emma. Bir an sonra hem sesi hem de kendisi silinip gitmişti.
Raintree: Adalet - Linda Winstead Jones Haziranda