Bana Sans Dile ,
Sinem Akรงa
Bana Şans Dile Sinem Akça
© 2015, Bu kitabın tüm yayın hakları Böğürtlen Yayınları’na aittir. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz.
Yayın Yönetmeni Ali Osman Başkuyu Editör Şefika Aydın Sayfa Tasarımı Ayhan Aslan Kapak Tasarımı Orbay Orhan Emre
1. Baskı Ağustos 2015, İstanbul Yayınevi Sertifika No 32388 ISBN 978-605-84115-0-0
Baskı ve Cilt İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A. Ş. Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No: 8 34196 Yenibosna / İstanbul Tel: 0212 496 11 11 (Pbx) Fax: 0212 496 11 12
Böğürtlen Yayıncılık Maltepe Mah. Davutpaşa Cad. Yılanlı Ayazma Yolu No: 8 K:1 D: 2 Davutpaşa / İstanbul Tel: 0212 544 32 02
BANA ŞANS DİLE
Sinem Akça
Hayatımıza onlarca kişi girip çıkıyor ve onlarcasına teşekkür edebiliriz. Mutlaka üzerimizde hakları ve emekleri var ama ben bu kitabı noktalarken sadece dört kişiye teşekkür etmek istedim. Sesini duymadan günümü tamamlamamın mümkün olmadığı, en büyük destekçim olan annem MÜNEVVER AKÇA… Aynı iş yerinde çalışmamızın avantajı ile sürekli yanımda olan, uzun yıllardır mutlu mutsuz her anımı ilk yakalayan, şu kitabı yazmamda bile en büyük destekçim olan dostum HANDE KOROL… Paylaşılan yirmi iki seneden sonra artık dost kavramından öte KARDEŞİM sıfatını uygun gördüğüm ELİF KOÇAK... Didem karakterimin rol modeli, yirmi iki senelik bir diğer dostum kardeşim GİZEM ERTAŞ J Yüreklerinizden öpüyorum hepinizi...
Bana Sans Dile ,
Bu Sefer Olacak BANA SANS DİLE... ,
İstanbul…
S
aat gecenin üçü ve ben elimdeki cep telefonunun ekranına tek gözüm kapalı bir vaziyette bakıyorum. Çok isterdim iki gözümü aynı anda açabilmeyi ama o kadar yorgun ve uykusuzum ki istesem bile bunda başarılı olamıyorum. Sanırım iki aylık hamile olmamın da bu durumda biraz etkisi var. Şikâyetlerim o kadar erken başladı ki daha iki aylık hamileyken bu vaziyetteysem, kendimi ilerleyen aylarda düşünmek bile istemiyorum. İlk tahlil sonuçlarım çıktığında doktorum şaşırarak yüzüme bakakalmış, bu oranlarda demir ve kan eksikliğinin ancak altıncı veya yedinci aylarda olabileceğini söylemişti. Zaten hangi işim doğru düzgün gitti ki bugüne kadar! En başından başlayayım anlatmaya en iyisi, konuyu kaçıranlar olabilir… 9
Sinem Akça
Adım Yasemin, yaşım şu deyivermeyi çok isterdim ama bu konu epey değişken. Zira ilk tanıştıklarıma yirmi dokuz, uzun zamandır görüşmediklerime mutlaka unutmuşlardır umudu ile otuz, kozmetik standında form doldururken otuz bir, bazı özel durumlarda otuz iki oluveriyorum, duruma göre artık değişiyor. İyi bir eğitim gördüm, bilgisayar mühendisiyim. Hani derler ya sabahlara kadar eşşşekkk gibi çalışan cinsinden, hahh o işte benim. Okuldan sonra da kariyer yapmak uğruna sabahlara kadar çalıştım. Yani şahane röflelerimin altındaki gerçek saç rengimi gösterme şansım olsaydı, muhtemelen bu saçları eğitim ve çalışma ile ağarttım diyebilirdim. İş ve eğitim yaşamımdaki başarı ve istikrarımı, aynı şekilde özel hayatımda da yakaladım deyivermeyi de çok isterdim ama maalesef diplomaya vurulsa, o konuda bırakın yüksekokulu okuryazar bile sayılmam. Henüz yirmi yaşımda, sanırım hayatımın en büyük hatasını yaparak Kıbrıslı iş adamı sevgilim Metin ile aşk yaşamaya başladım. Metin’le olmanın handikaplarından hangisini saysam bilemiyorum ki… Evli olmasını mı, benden tam yirmi bir yaş büyük olmasını mı, iflah olmaz bir işkolik olup beni yıllarca ihmal etmesini mi? Hangisini sayayım bilemedim ki… Evet, evli bir adamdı Metin ama yalnızdı. Karısı Gülden İstanbul’da yaşayıp XL ebatlarındaki poposunu biraz daha büyütmek amacıyla hiç istifini bozmamış, Metin’i Kıbrıs’ta yıllarca bir başına bırakmıştı. Üniversitenin son yılında staj için kendime fellik fellik şirket ararken, kader ağlarını örüp beni Metin’in İstanbul’daki bölge ofisine sürükleyivermişti. Aslında kaderin de bir suçu yok. Allah 10
Bana Sans Dile ,
herkese akıl vermiş, beyin vermiş. Hangi aklıselim kadın kendinden tam yirmi bir yaş büyük evli bir iş adamına gönlünü kaptırıverir ki? Cevap veriyorum… Ben!!! Ama nasıl kaptırmayayım; elimde staj başvuru formum ile ezik ezik asistan kızın karşısında oturup tenezzül edip de benimle ilgilenmesini beklerken, Metin yanında daha sonradan avukatı olduğunu öğrendiğim bir adam ile konuşarak olağanca şıklığı ile kapıdan girince elim ayağım birbirine dolanmıştı. Yukarıda Allah var, hakikaten hoş adamdı. Biz kadınlar yaşlandıkça sirkeye dönen suratlarımızı oradan buradan toparlamaya çalışırken, erkeklerin hiç böyle endişeleri olmadığına en güzel örnek sanırım Metin’in kırk bir yaşında sahip olduğu karizmasıydı. Takım elbisesi, çok hafif kırlaşmış saçları ve ciddi ifadesi ile asistan kızın yanına yaklaştığında, zavallı kızcağız sanırım büyük patronu küçük bölge ofisinde görmenin şaşkınlığıyla ayağa fırlamış, güçlükle “Hoş geldiniz efendim,” demeyi başarabilmişti. Metin beni baştan aşağı süzüp “Hanımefendinin isteği nedir?” diye sorduğunda asistan kız “Yasemin Hanım staj için başvurmak istiyor ama şu dönem alım yapmıyoruz biliyorsunuz,” deyince, Metin yüzüme bile bakmadan kıza sadece “ALIN!” diye buyurdu ve kızcağıza da sadece “Baş üstüne efendim,” deyivermek düştü. Metin yanındaki adam ile birlikte odalardan birine doğru yönelince, ben arkasından aptal aptal bakıp ‘İşte adam dediğin böyle olur!’ gibi salakça bir düşünceye kapılmıştım. O kısacık an Metin’e öyle anlamlar yüklemiştim ki, o anlamları geri almam tam on senemi aldı. Yakışıklıydı, karizmatikti, zengindi, güçlüydü, düşünceliydi. Her bir şeydi o, her bir şey... Tabii aslında tüm bu saydığım özelliklerin yanında, onun ömrünü meralarda geçirmiş bir büyükbaş 11
Sinem Akça
kadar öküz olduğunu anlamam, epey bir zamanımı aldı. Öyle bir başım dönmüştü ki, ne evli olması ne de aramızdaki yaş farkı zerre kadar umurumda oldu on sene boyunca. On sene, dile kolay tam on sene birlikteydik. Karısı İstanbul’da yaşadığı için neredeyse her cuma akşamından Girne’ye gidiyor, pazar günü en son uçak ile de geri dönüyordum. İlk zamanlar hiçbir konuda rahatsızlığım yoktu. Zevkle gidiyordum yanına, onunla zaman geçirmek önceliklerim arasındaydı. Annem durumdan haberdardı, çok pişman olacağımla ilgili defalarca uyarmasına rağmen, ne onu ne de çok yakın arkadaşlarımı dinlemiştim. Yıllarca her söyledikleri şeye kulaklarımı tıkamıştım. Mutluydum Metin’le. Cebimde limitini asla bilmediğim bir ek kart, birlikteliğimizin birinci yılının sonunda altıma çekilen araba, business class uçuşlar, en iyi otellerde konaklama, özel günlerde hediye edilen özel tasarım mücevherler, yanımda son derece havalı ve güçlü bir iş adamı… Sanırım yirmili yaşların tasasızlığıydı bendeki. Ne yarın endişem ne sürdürdüğüm ilişkinin yanlış olması, hiçbir şey umurumda değildi. Sadece içinde bulunduğum anın tadını çıkarıyor, bırak geleceğimi bir gün sonramı bile düşünmek istemiyordum. Yıllar böylece sürüp gitti. Ben Metin’in karısından boşanıp benimle evleneceğine dair aptalca bir düşünce ile yıllarımı harcarken; bunun asla gerçekleşmeyeceğini çünkü aramızdaki yaş farkının ilerde sorun olacağını belirten bir konuşma yapıp, hiç başlamaması gereken ilişkimize son noktayı koyuvermişti işte. O koymamıştı son noktayı aslında. Boşanamayacağını ama ilişkimizin aynen devam edeceğini söyleyince, ben tası tarağı toplayıp hafta sonu için gittiğim Girne’den gene aynı hızla İstanbul’a 12
Bana Sans Dile ,
dönüş yaptım. Bu ilişkiye artık son vermem gerektiğini nihayet anlayabilmiştim. Tamam yüksek lisans almaya hak kazanacak kadar salağın önde gideni olabilirim ama sonuçta benim de kafam arada sırada çalışıyor yani!!! Çok kötü bir dönemdi ama. Hem ziyan ettiğim on seneme ağladım hem de yaptığımız işten hiçbir şey anlamamasına rağmen, sadece patron olduğu için işime karışma hakkını kendinde gören, ortaokul mezunu bir kadına daha fazla tahammül edemediğim için, işimden de istifa etmek zorunda kaldım. Bitmiş miydi dertlerim? Tabii ki hayır! Hem aşksız hem de işsiz kaldığım o sancılı ve sıkıntılı dönemimde, sanki kendi derdim bana yetmiyormuş gibi bir de arkadaşlarımla uğraşıp durdum. En problem isim ise, kocasının buna ilgisi azaldı diye bağlama büyüsü yapıldığını düşünüp, hoca peşinde koşmak için tası tarağı toplayıp gecenin bir yarısı kapıma dayanan Didem’di. Evlenip İsviçre’ye defolup gitti diye sevinirken, hevesim kursağımda kalmıştı. Sabahın körlerinde hoca bulmak amacıyla Adapazarı’na gitmek neyse de, hocanın verdiği büyü bozma işlemleri için gecenin bir yarısı Maltepe Başıbüyük Mezarlığı’na sürüklenmek, hakikaten zaten bozuk olan sinirlerimi hepten alt üst etmişti. Çok isterdim kocasıyla problemini halletmesini ve bir an önce İsviçre’ye dönmesini ama maalesef kocası olacak Güngör’ün başka bir kadın ile ilişkisi olduğu için, bizimki jet hızıyla boşanma davası açıp Türkiye’ye geri dönüş yapmıştı. Böylece Metin ile yaşadığım aşk acısı, işsizlik gibi problemlerime bir de Didem manyağı ile yaşadıklarım eklenmiş oldu. Geldi mi her şey üst üste gelir zaten, bunu çok iyi biliyorum. Onun için aynı dönem üst katımızdaki dairenin boşalmasını ve 13
Sinem Akça
Didem’in buraya taşınmasını hiç de tuhaf karşılamadım. Dedim ya geldi mi her şey üst üste gelir ve ben bunu çok iyi biliyorum! O dönem başıma gelen tek iyi şey sanırım Erhan oldu. Şu an yanımda uyuması, üstelik kocam olması benim bu hayatta başıma gelen en iyi şey. Canım benim ya mesaj sesinden rahatsız oldu sanırım, uyandı işte ve yerinde hafifçe doğrulduktan sonra “Yasemin bir şey mi oldu, kimmiş bu saatte?” diye sorunca “Yok bir şey hayatım uyu sen. Didem mesaj yazmış,” deyip telefonun ekranından yayılan ışık daha fazla parlamasın diye elim ile üzerine kapattım. “Bu saati mi bulmuş yazacak diyeceğim ama söz konusu Didem olunca sormayı gereksiz buluyorum,” deyip arkasını dönüp uyumaya devam etti Erhan. Adamcağız haklı, ne dese haklı hem de ama o da alıştı artık Didem’in gelgitlerine. Telefonun ekranına gene baktım ve doğru okumuşum, evet. Gecenin üçünde gelen mesaja bak, ne bu saatte rahatsız ettiği için ufacık bir özür ne de herhangi bir açıklama… Sadece kısa ve öz bir emir cümlesi… “Yasemin yarın öğlen saat 13.15’te bir uçak var, hemen Elif’i de al İzmir’e gel. Konu acil!!!” Cümlenin sonundaki üç ünlem işareti çok önemli. Didem’in dilinde bu durum birinci dereceden acil demek. Tek ünlem konu önemli, iki ünlem çok önemli, üç ünlem varsa yangında ilk kurtaracaklarını al ve çıkış kapısına doğru hemen koştur demek. Yarın öğlen o uçağa bineceğimizden o kadar emin ki konuyu açma zahmetine girmeye bile gerek görmemiş. Ben hamileymişim, Elif ‘in işi varmış Didem Hanım’ın umurunda mı sanki? 14
Bana Sans Dile ,
Önemli olan tek şey, bizim işi gücü bırakıp uçağa yetişmemiz ve hava korsanlarının herhangi bir eylem planına katkı sağlamak amacıyla uçağı kaçırmamaları ve bizim hanımefendinin emri üzerine İzmir Adnan Menderes Havaalanı’na iniş yapmamız! İkinci kocayı aldı, evlenip gitti de kurtuldum diye bile sevinemiyorum. Zira kilometrelerce ötemden, taa İzmir’den bile beni taciz etmeyi başarabiliyor işte… Oraya buraya dönerek zorlukla daldığım uykudan alarmın sesi ile uyandım. Henüz bir yıllık evliyiz ama bir sabah bile Erhan’ımı işe kahvaltısız göndermedim. Çayı koyup kahvaltılıkları masaya koymaya başlamıştım ki Erhan duştan çıkıp giyinmeye başladı. “Günaydın aşkım.” Bana “Günaydın güzelim,” diye cevap verdikten sonra, boynuma küçük bir öpücük kondurup saçlarımı kulağımın arkasına nazikçe yerleştirdi. “Ne giyeceksin, hazırlayayım mı?” diye sordum neşe ile. Biliyorum, o günkü ruh haline uymasa bile hiç itiraz etmeden benim seçtiklerimi giyer ve bu da bana kendimi iyice önemli hissettirir. Sanki bir işaret koyuyorum böylelikle onun üzerine, bana ait olduğunu gösteren bir işaret… “Lacivert takımlardan birini çıkartıver, gömlekle kravatı da senin zevkine bırakalım artık,” deyip belimden sarılıp kendine çekti ve ikinci sabah öpücüğümü konduruverdi. Alaturka bir adam aslında Erhan; akşam o gelmeden önce evde olmamı, sabah ondan önce uyanıp kahvaltı hazırlamamı, mutfağa asla bir yabancının girmesini istemediğini evlenmeden önce belirtmişti. Tekstil işi ile uğraştığı için sık sık yurt dışı seyahatlerine çıkan ama beni ve evliliğimizi hiç ihmal etmeyen bir 15
Sinem Akça
kocam var çok şükür. Ama dedim ya epey alaturka tavırları var işte. Mesela koca tekstil fabrikamız var ama kocam evde bir yabancı istemediği için yatılı hizmetçi çalıştırmıyoruz. Yanlış anlaşılmasın kesinlikle parayı pulu hesap ettiği için filan değil, evde bir yabancı istemiyor hepsi bu. Yoksa yukarıda Allah var, bir günden bir güne harcadığım paranın hesabını sormuşluğu yoktur. Haftada üç gün gelen gündelikçi ile de pekâlâ evin düzenini koruyabiliyoruz. “Omlet yapayım mı sana?” “Yap da, ne istiyormuş Didem gecenin o saatinde?” diye sakince sordu Erhan ama ben onun sesinin her bir tonunu o kadar iyi biliyorum ve anlıyorum ki! Şu anki sakinliğinin aslında inanılmaz kızgınlıktan önceki son safha olduğunu gayet iyi biliyorum. Sessizliği ve sakinliği tehlikeli olan adamlardandır yani Erhan. Sesime sıradan bir şey söylüyormuşçasına bir ton vermeye çalışarak “Bugün öğlen İzmir’e gel Elif’i alıp yazmış,” diyebildim sadece. İnanılmaz gözlerle bakakaldı Erhan. “Evli, üstelik hamile bir kadına gecenin üçünde mesaj yazıp, sanki hiç sorumlulukları yokmuş gibi ertesi gün uçağa atla gel diyebiliyor yani!” “Didem ‘i bilmiyor musun?” diye sordum ama Erhan’ın artık son evreye geçip kızgınlıktan parlamaya başladığını da iyice hissetmeye başladım. Çünkü yüz ifadesi bunu fazlasıyla belli ediyordu. Ses tonunu iyice yükselterek “Elbette biliyorum da bu kadarı da saçmalamak artık,” derken Erhan’ın boynundaki damarlardan biri de iyice belirginleşmeye başladı. Ve evet, kızgınlıktaki son evreye de parlak bir giriş yapmış olduk böylelikle. Hayırlı uğurlu olsun! 16
Bana Sans Dile ,
“Hayatım…” diyebildim sadece ama cümlenin sonunu getiremedim, zira Erhan’ın ses tonu bir perde daha yükselmişti ve öfke ile sözümü kesti. “Bırak Allah aşkına Yasemin. Evli barklı kadınsın sen ya, üstelik hamilesin. Zaten değerlerin düşük, ben güçten kuvvetten düşme diye yarım saat fazla uyuman için gözünün içine bakıyorum ama o gecenin bir yarısı seni uyandırmakta sakınca görmüyor,” deyince Erhan, açıkçası verecek cevap da bulamadım ve usulca “Ne desen haklısın,” diyebildim sadece. Giyinmesi bitmişti, kravatını bağlamam için yüzünü bana döndüğünde öfkesinin birazcık da olsa dindiğini fark ettim. Nereden anladın onu diye sorarsanız eğer şuradan anladım; hâlâ çok kızgın olsaydı kravatı bana bağlatmaz, kendi hallederdi. “Niye gel diyor, ne istiyormuş?” diye sorduğunda da sesi artık daha sakin çıkıyordu Erhan’ın. Kravatı büyük bir özenle bağladıktan sonra “Anlamadım ki, gidince anlarız artık,” deme gafletinde bulundum ve bu lafım üzerine elbette gene sinirlenmişti Erhan. “Ha gideceksin yani!” diye sorduğunda sesi, gene son evreye geliyorum, az sonra çıldıracağım dercesine kısık ve tehlikeliydi. “Hayatım izin ver gideyim. Sadece Didem istedi diye değil, ben de zaten ne zamandır gitmek istiyordum. Sedef yakında evlenecek, kızın nişanı var. Hiç değilse ona da bir uğramış olurum,” deyip bir sorun çıkarmasın diye umutla yüzüne baktım. Erhan “Kaç gün kalacaksın?” diye sorduğunda derin bir nefes aldım, çünkü izni kopartmıştım nihayet. “En geç üç dört günde dönerim,” dedim sevinçle ve yatak odasından çıkıp Erhan önde ben arkasında mutfağa doğru yürümeye başladık. 17
Sinem Akça
“İki!” Erhan arkasını bile dönmeden elini kaldırarak iki parmağını gösterip “İki Yasemin, iki. En geç iki gün içinde evinde olacaksın,” dedi. “Tamam canım,” dedim itaatkar bir biçimde, çünkü zorlukla koparttığım izni üç güne çıkartamayacağım belli olmuştu. Kahvaltıdan sonra Erhan’ı işe kışkışlayıp hışımla Didem’i aradım. Bu ifadeyi de hiç anlamam, hışımla ne demek ya? Basbayağı son aramalardaki numarasına basıverdim sadece işte. Evet, Didem’in ismi telefonumun son aramalarında hep mevcut maşallah. Tam o meşhur ‘Aradığınız kişi şu anda telefona cevap veremiyor,’ diyen uyuz sesi duymak üzereydim ki Didem Hanım tenezzül edip dördüncü çalışta telefona cevap verdi. “Saat ikide alanda olurum,” derken sesi, sabah mahmurluğundan o kadar uzaktı ki. Sanırım gene sabaha kadar uyku uyumamış… Allah’ım sen bana sabır ver hatta rica ediyorum, hazır vermişken bol bol ver… Kadındaki rahatlığa bak! Ne bir günaydın ne dün gece saat üçte mesaj yazdım ama rahatsız ettim mi seni diye bir sormak hak getire. Hadi onları geçtim geliyor musunuz diye sorma zahmetine bile girmeyip direkt alanda olacağı saati bildiriyor. “Nereden biliyorsun geleceğimizi?” diye sorarken sesimi Erhan’dan öğrendiğim gibi kısık ve tehlikeli çıkartmaya özen gösterdim ama taklidim hiç de başarılı olmadı sanırım. Zira Didem’in her zamanki gibi beni iplediği yoktu yani. Ayağının altında dolanan iki yüz elli gram ağırlığındaki konsantre köpeği Profiterol’e “Dur kızım, Yasemin Teyzen ile konuşuyorum. Birazdan vereceğim mamanı,” diye izahat verip benim soruma gene soru ile karşılık verdi. “Gelmeyecek misiniz?” Evet, köpeğin adı Profiterol ve görseniz yemin ederim köpek demeye bin şahit ister. Şu hale bak, bir avuç köpeğe bile uzun 18
Bana Sans Dile ,
uzadıya izahat verirken bana tek kelime açıklama gereği duymuyor hâlâ. “Didem deli etme beni, başıma buyruk hareket edebilir miyim ben? Evli barklı kadınım artık üstelik hamileyim, geçti artık gecenin bir yarısı bile olsa çantamı koluma takıp çıkabildiğim lale devrim,” diye cırıldadım ama benim öfke nöbetlerimin her zamanki gibi Didem’in umurunda bile olmadığını “Senin devirlerin beni hiç ilgilendirmiyor Yasemin. Hemen topla ufak bir çanta, kalk gel yanıma. Sana izahat verecek durumda değilim, Kaan beni boşuyor,” deyip şak diye suratıma telefonu kapattığında anladım. ‘Kaan beni boşuyor,’ dedi değil mi, doğru duydum. Evet doğru duydum eminim, de neden şaşırmadım acaba? Tekrar aramaya gerek duymadım çünkü neden boşanmak üzere olduklarını merak bile etmiyorum. Zaten kafatasının içinde altı gram beyin taşıyan bir erkek bile Didem’den boşanmak için seksen altı bin tane sağlam neden bulabilir. Kahvaltıyı topladıktan sonra kendime bir Türk kahvesi hazırlayıp Elif’i aradım. Normal zaman olsa sabah yoğunluğundan açamıyor diye düşünürüm ama yıllık izinde olduğunu bildiğim için ısrarla çaldırdım telefonu ve nihayet beşinci çalışta uykulu bir sesle de olsa cevap alabildim. “Yasemin sonra konuşsak olur mu, uyuyorum ben.” “Ama kalk artık, uçağa geç kalırız yoksa,” derken bir yandan da giyinme odasına geçip valizlerden seyahatim için en uygun boyda olanı seçmekle meşguldüm. Elif telefonun diğer ucundan “Ne uçağı?” diye sorduğunda, az önce seçtiğim valizin çok büyük olduğuna karar verip bir küçük boyunu dolabın içinden çıkartmakla uğraşıyordum ki uzun 19
Sinem Akça
uzadıya izahat verecek halim yoktu. Sadece “Uçan uçak, havada uçan!” deyiverdim. Elif “Ay ne espri, ne espri! Yasemin ne kadar komiksin sabah sabah. Bana bak, başka bir şey yoksa söyleyeceğin, kapatıyorum telefonu. Dağıtma uykumu,” dediğinde paniğe kapıldım. Çünkü görüşmeyi bitirdiği anda telefonu da tamamen kapatacağından ve ona en az üç saat ulaşamayacağımdan emindim. Onun için acele ile ekledim. “Kızım hadi kalk, saat sekize geliyor ancak yetişiriz. En geç saat on ikide alanda olmamız lazım.” Elif yeniden uyku moduna girmek üzere olan bir ses tonu ile “Yasemin yataktayım diyorum, ne uçağından bahsediyorsun sabah sabah?” deyince “Didem mesaj yazmadı mı sana?” diye sordum ama diğer yandan böyle bir şeyin olmasına da hiç ihtimal vermiyorum açıkçası. Çünkü Didem menfaatleri söz konusu olduğunda son derece organizasyon becerisine sahip bir kadındır, yani en ince detayları bile atlamaz. Elif “Yazdı ama ben ciddiye bile almadım,” diye cevap verdiğinde buna da şaşırmadım çünkü diyaloglarımızın büyük bir kısmında Didem’i ciddiye almamamız gerektiğini öğrenmiştik artık ikimiz de ama şu an bu konuyu tartışmaya da niyetim yok. Ne yapıp edip benimle gelmesi için onu ikna etmem lazım. “Gitmeyecek miyiz?” diye sorduğumda valize parmak arası terliklerimi yerleştirmekle meşguldüm. Elif “İnanmıyorum ya Yasemin, bu kızla konuşa konuşa senin de beynin jöleye döndü. Saçmalama Allah aşkına! Gecenin üçünde mesaj yazıyor, ertesi günkü -hepi topu on saat sonrakiuçağa yetişip şehirlerarası yolculuk yapmamızı bekliyor. Bu mesajın nesini ciddiye alayım, cevap bile vermeden döndüm popomu ve uyudum,” dediğinde, sesinde uyku mahmurluğundan eser 20
Bana Sans Dile ,
yoktu ve artık işim kesinlikle daha kolaydı. Nihayet uykusunu dağıtmayı başarmıştım ve artık onu, o yataktan çıkarmam çok basitti. “Elif çok haklısın tatlım ama bence gidelim,” dedim yumuşakça ve aldığım cevap şaşkınlık içinde bir “Yok artık, daha neler!” oldu. Artık ne kadar etkili olacak bilmiyorum ama “Kaan bunu boşuyormuş,” dedim son kozumu oynayarak. Sonuçta hangi kadın yıkılan bir yuvaya karşı tepkisiz kalabilirdi ki, öyle değil mi ama! Elif sinirden gülerken “Şu durumda sadece Kaan’ı birazcık geç de olsa aklı başına geldiği için tebrik etmek lazım diye düşünüyorum,” dedi ve ne yalan söyleyeyim sonuna kadar haklı. “Haklısın, çekilmez biri Didem ama biraz sağduyulu davranmamız lazım,” dediğimde, kurduğum cümleye kendim de şaşırıverdim. Çünkü ‘sağduyu’ ve ‘Didem’ ifadelerinin aynı cümle içinde barınması bile başlı başına komediydi ve ikisinden birinin kesinlikle o cümleden kovulması gerekiyordu. Elif’in uykusu artık iyiden iyiye açılmıştı, “Hiç davranamayacağım Yasemin. Tüm sene günde neredeyse dokuz saat yoğun tempoda çalıştım, resmen anam bellendi ve şimdi yıllık iznimi Didem manyağının saçmalıkları yüzünden ziyan edemeyeceğim,” derken çıkan sesinin yüksekliğinden, kulağımdaki telefonu birkaç santim açığa almak zorunda kaldım ve “Güzelim yerden göğe kadar haklısın ama inan ki gitmemiz lazım,” diye ekledim. Elif “Ne yapacağız gidip de Yasemin, boşanma avukatı mıyız yoksa evlilik terapisti mi? Söyler misin ne yapacağız gidip de?” deyip bana laf yetiştirmeye çalışırken, bir yandan da yatağına atladığını tahmin ettiğim kedisi Missy’e inmesi için talimat veriyordu. Sahi benim niye bir hayvanım yok? Bak şimdi dikkat ettim de herkes evinde büyük küçük bir şey besliyor, ben de besleyebilirim pekâlâ. Köpek mi alsam acaba? Yok onu her gün 21
Sinem Akça
gezdirmek gerekir ayrıca patisini yıka, çişe götür filan. Yok tiksinirim, bir de üşenirim. Daha zahmetsiz, yormayan bir şey lazım bana. Kedi? Ha bak kedi olabilir, onları gezdirmek gerekmiyor… Ama kedi sevmem ki ben! Kuş? Yok o da kafesin içinde, kendine faydası yok. Bana ne yapsın zavallım. Balık? Olur valla. Tüm gün sadece yüzüp duruyor, ne eziyeti var ne etrafı kirletiyor. Tamam, ben İzmir dönüşü gidip bir akvaryum alayım eve. İzmir dönüşü derken, telefonun diğer tarafında hâlâ viyak viyak söylenen Elif’i hatırlayıverdim birden. Evet, bıraktığım yerde hâlâ söylenmeye devam ediyordu haklı olarak. “Zaten haziran ayının ortasındayız. Tam tatil sezonu, bilet bulabilecek miyiz bakalım?” “Didem almış biletleri, şansa boş yer varmış. Bir mesaj daha göndermişti gece, okumadın mı?” diye sorduğumda, bir yandan da şu Didem’deki şansa hayret etmekle meşguldüm. Tam sezon zamanı herkes Çeşme’ye, Kuşadası’na akın etmekle meşgul ve uçak bileti bulmak başlı başına bir meseleyken, nasıl oluyor da aradığı anda iki kişilik bilet bulmayı başarabiliyordu, gerçekten anlayamıyorum. Elif “Bir saatte hazırlanmam mümkün değil,” dediğinde minik savaşı kazandığımdan emin olarak ekledim. “Güzelim zaten hepi topu iki gün kalacağız, Erhan ancak o kadar izin verdi.” “Bu Erhan iyi hakkından geliyor senin biliyor musun Yasemin? Eskiden sana yapma denileni inadına yapardın,” derken gülüyordu telefonun diğer ucunda ama doğru diyor, onun için hiç savunmaya geçemeyeceğim ve bu konudan hiç şikâyetçi değilim. Erhan’ı kaybetme fikri o kadar şuurumu yitirmeme neden oluyor ki onun istemediği bir şeyi yapıp, onsuz kalmayı göze alamıyorum. “Bırak şimdi beni de, kalk hadi hazırlan. Ufak bir çanta hazırla, gelip alayım seni,” dediğimde, benim hazırlanmam neredeyse yarılanmıştı bile. 22
Bana Sans Dile ,
Yumuşamaya başlamıştı Elif, sesinden hissediyorum bunu. “Bilmiyorum…” “Hem sana da bir değişiklik olur. Mordoğan’a, Didem’in yazlığa geçeriz, denize de gireriz ne güzel hatta hazır gitmişken Efes’e, Meryem Ana’ya filan gideriz.” Benim gibi kiliselere ve denize zaafı olan Elif’i can evinden vurmuştum işte. “Tamam, bir duş alıp hemen bir çanta hazırlıyorum. Bir saate hazır olurum,” deyip telefonu kapattığında, ben de bir nefes aldım. Neden bu kadar ısrar ediyorsun? Gelmezse gelmesin, sen tek başına gidersin demeyin. Didem kontrol edilmez bir şekilde hiperaktif ve siz benim ondan üst katımda yaşarken neler çektiğimi bilmiyorsunuz. Hiç değilse Elif’in de yanımızda olması yükümü hafifletecek orada, hissediyorum. Ayrıca neden gitmeye bu kadar hevesliyim onu da anlatayım; Didem’in boşanmasını hiç istemiyorum. İlk kocası ile evlenip İsviçre’ye gittiğinde, kendimi Süleyman’ın saraya tekrar kabul ettiği Hürrem kadar mutlu hissetmiştim. Ama bu saadetim uzun sürmemişti maalesef, boşanıp üst katıma yerleşivermişti. Bitmek bilmeyen isteklerine ilk zamanlar aşırı tepki göstersek de, zamanla bu durumu çaresizce kabullenmek durumunda kalmıştık. O kadar ki gecenin bir yarısı canım helva çekti yapsanız da yesek diye kapıma dayanmasını bile, ne ben ne de zavallı annem yadırgar olduk artık... Ben Erhan ile evlenip başka bir semte, Didem de Kaan diye bir zavallı ile evlenip İzmir’e yerleşince uzun soluklu bir nefes alabildim nihayet. Kaan uzaktan bakıldığında gayet normal gözüken biri aslında. Didem bizi ilk tanıştırdığında bu çocuğun özrü neresinde acaba diye epey bir incelemiş ama bir cevap bulamamıştım. Var bir özrü, mutlaka var ama hâlâ bulamadım işte. O çocuğun 23
Sinem Akça
normal olması mümkün değil, hangi aklı başında insan evladı Didem ile nikâh masasına oturur ki! Üstelik Kaan hakikaten düzgün bir çocuk. Yakışıklı, eğitimli ve ünlü bir hukuk bürosunda avukat, ayrıca ailesi de son derece kaliteli, klas insanlar. Uzaktan bakıldığında hiçbir sorun yok. Sadece uzaktan değil, her yerden baktım. Yakından, tersten, tepe üstü… Her yerden baktım ama hiçbir sorun yok. Hiçbir şey bulamayınca da duruma kendimce farklı bir açıdan açıklık getirmeye çalıştım. Kaan’ın bu evliliği yapması için şöyle birkaç neden geldi aklıma. 1. Kaan çok büyük bir günah işledi ve cezasını ahrette değil de bu dünyada çekmesine karar verilip kendisine eş olarak Didem gönderildi. (En çok bu ihtimal üzerinde duruyorum.) 2. Kaan geçici bir şuur kaybı yaşadı ve Didem’in gerçek yüzünü göremediği için evlendi. (Ve şu an boşanmak istediğine göre sanırım aklı başına geldi.) 3. Kaan amansız bir hastalığın pençesinde ve altı aylık ömrü kaldı. Ölmeden önce de cehennem provası yapmak için böyle bir evlilik kararı aldı. 4. Ailevi bir lanet! Kennediyler gibi! Belki de büyük büyük büyük büyük babalarının işlediği bir günah, karmalar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılıp Kaan’a kadar geldi. Neyse şimdi bunlara hiç kafa yoramayacağım, bir an önce hazırlanıp çıkmam lazım. Çünkü artık kutsal bir amacım var; ne yapıp edip Didem’in evliliğini kurtarmalıyım. Bir yuvanın yıkıl24
Bana Sans Dile ,
masına gönlüm razı değil, birbirlerini bu denli seven bir çiftin ayrılmasına… Of tamam ya işin sevap yanını düşündüğüm filan yok, tek derdim kendi paçamı kurtarmak. Zira boşanırsa soluğu İstanbul’da alacağına hatta bununla yetinmeyip maksimum iki bina ötemde bir ev bulup, yaşadığımız sokağı Elm Sokağı’na; evimizi Kâbuslar Evi’ne ve benim yaşantımı da zindana çevireceğinden adım gibi eminim. Valizlere son dokunuşları yaptıktan sonra çiçek desenli askılı bir elbise geçirip babetlerimi giydim ve nihayet bir taksi çağırarak fırladım evden. Elif ile havaalanına gittiğimizde check-in için valizleri teslim edip soluğu Kahve Dünyası’nda aldık. Şu havaalanlarının bu kadar gelişmesini takdir ile karşılıyorum vallahi. Ömrüm Sabiha Gökçen Havaalanı’nda geçtiği için, alanlardaki konfor benim için çok önemli. Yıllarca Metin’in yanına her hafta sonu gittiğim için adeta ikinci evim gibiydi buralar. İkinci Türk kahvemizi de sipariş ettikten sonra nihayet ayılmaya başlamıştım. Elif’e “Kaç gün kaldı izninin bitmesine?” diye sorarken, ağzıma kahvenin yanında ikram edilen çikolatalı lokumu tıkıştırdım. “İki haftam var.” “Gitmeyecek misin bir yere?” diye sordum hayretle çünkü yirmi senelik arkadaşımın yaz tatillerini İstanbul’da geçirdiğine hiç tanıdık olmadım daha önce. “Aslında bir Bodrum yapayım diyorum bakalım, net değil daha. Siz ne yapacaksınız?” diye sordu haklı olarak çünkü biz de henüz İstanbul’da bir yaz geçirme fikrini sevememiştik evlendiğimizden beri. “Erhan’ın işler çok yoğun, nefes alamıyor,” diye cevap verdiğimde, Elif’in kahvesinin yanında gelen çikolatalı lokumu teklifsizce alıp ağzıma atmakla meşguldüm. 25
Sinem Akça
“Çok çalışıyor değil mi?” “Sorma, üstelik yakında daha da artacak işler. Toptan satıştan perakendeye de geçmeyi düşünüyorlar, birkaç mağaza açacak arka arkaya,” dedim bezgince. Çünkü Erhan’ın zaten yoğun olan çalışma temposuna bir de ilavelerin yapılması fikri beni gerçekten sıkıntıya sokuyor. Elif “Sen benimle gel bir yerlere bari, evde mi oturacaksın bütün yaz?” diye sordu ama vereceğim cevaptan aslında o da emindi çünkü Erhan’ı o da çok iyi tanıyordu ve kadın kadına tatil fikrine asla ikna edilecek biri olmadığını ikimiz de çok iyi biliyorduk. “Bir konuşurum bakalım. Biliyorsun Erhan’ı, söz vermeyeyim.” “Tam maço değil mi?” diye sorarken muzipçe sırıttı Elif. “Kendince kuralları var. Evlenmeden önce de rica etti, anlattı her şeyi tek tek. Şimdi isyan etmek gelmiyor içimden, açıkçası tartışmak istemiyorum,” diye cevapladım samimiyetle. “Korkuyorsun değil mi kaybetmekten?” Erhan ile evlenmeden bir dönem ayrı kalmıştık. Metin ile görüştüğüm bir gün, olayı yanlış anlamış ve tam düğün hazırlıkları yaptığımız günlerde beni terk etmişti. O günlerde yaşadığım acıyı anlatacak tek bir cümle vardı; nefes alamıyorum. “Çok seviyorum Elif ve kaybetme fikri canımı çok yakıyor, düşünmek bile istemiyorum,” dedim ve bu konunun hemen kapatılmasını istedim. Nasıl ki ‘sağduyu’ ve ‘Didem’ sözcüklerini aynı cümleye koymakta zorlanıyorsam ‘Erhan’ ve ‘kaybetmek’ ikilisini de aynı cümleye koymam mümkün değil. “Allah ayırmasın, düşünme de zaten. Bu arada başka bir şey yazmış mı Didem mesajda, neden ayrılıyorlarmış?” diye sordu 26
Bana Sans Dile ,
bezgince ve ben de aynı bezgin ses tonu ile cevap verdim. “Valla tek bildiğim Kaan bunu boşuyor, sebebini yazmamış.” “Bence Kaan’ın bunu boşuyor olmasına değil, asıl evlenme hatasına düşmesine şaşırmalıyız,” diyerek son derece doğru bir durum tespiti yaptı Elif. Nihayet İzmir’e vardığımızda, ilk iş Erhan’ı arayıp rapor verdim ve hemen arkasından Didem’i aradım ama telefonu kapalıydı… Valizlerimizi aldıktan sonra defalarca aradım ama hepsinde de kapalıydı. Yasemin Cebeci, Sayın Yasemin Cebeci! Lütfen danışmaya geliniz… İlk duyduğumda isim benzerliği filan zannettim ama benden sonra Elif’in de adı anons edilince valizlerimizi alıp danışmaya doğru yürümeye başladık. “Cebi niye kapalı bunun?” diye sordum ama Elif de benim kadar şaşkındı ve anlamaz gözlerle yüzüme bakarak “Anlamadım ki, şarjımı bitti acaba?” diye sordu. Tuvalete bile gitse yanında iki yedek batarya ile dolaşan Didem için telefonunun kapanması, gerçekten olağanüstü bir durumdu ve anlam veremesem de “Herhalde, baksana anons ettirdiğine göre…” diyebildim sadece. Danışmada Didem’i dirsekleri bankoda, başı da ellerinin arasında dalgın dalgın etrafa bakınırken bulduk. Tam bu durgun halini görünce acımaya başlamıştım ki bizi görünce o masum halinden eser kalmadı ve olağanca şirretliğiyle “Neredesiniz ya, bir saattir sizi bekliyorum!” diyerek resmen cırladı üstümüze. “Şimdi aldık valizlerimizi Didem,” dedim çekinerek, artık neden çekiniyorsam bu kadar! 27
Sinem Akça
Elimizdeki valizlere şöyle bir bakıp “Neden bu kadar büyük valiz aldınız ki? Küçük bir çanta alsaydınız bagaja vermek zorunda kalmaz, yanınıza alırdınız. Ben de bu kadar uzun süre sizi beklemek zorunda kalmazdım,” deyiverince Elif dayanamayıp patladı. “Allah Allah! Sana mı soracağım hangi ebatlarda valiz taşıyacağımı, hem senin telefonun neden kapalı?” Yüzümüze bile bakmadan “Hadi yürüyün,” deyip çıkış kapısına doğru yönelince, Didem’in telefonunun şarjının bitmediğini de az çok tahmin etmiş olduk. Arabaya bindiğimizde de suratı öyle asıktı ki ağzımızı açıp tek kelime etmeye çekindik ama ana yola çıkınca kendi konuşmaya başladı, daha doğrusu kendi kendine konuşmaya başladı. Bizi kaale aldığı yoktu yani… “Şuradan bir cep telefonu alalım bana. Park Bornova’ya mı gitsek yoksa Palmiye’ye mi gitsek acaba? Yok Palmiye daha iyi, açsınız değil mi?” “Ben açım,” dedim motora bağlamışçasına çünkü son üç aydır kim hangi saatte bana bu soruyu sorsa cevabım fiks. Evet, açım! Zaten ben hep açım! İştahımın kesildiği tek bir dönem ya da olay hatırlamıyorum. Sevgilimden ayrılırım yemek yerim, terk edilirim yemek yerim, hasta olurum iştahım açılır, depresyona girince milletin iştahı kapanır ama ben tam tersi günde üç öğünlük yemeği iki ile çarpar altıya tamamlarım. Hamilelik de üzerine tuz biber ekti, yedikçe yiyorum maşallah. Elif oturduğu ön koltuktan başını çevirip inanmaz gözlerle bana bakıp sordu. “Aç mısın? Sabah kahvaltı etmişsin zaten, havaalanında Kahve Dünyası’nda kahve ile tiramisu yedin hatta çıkarken uçakta yemek için koca paket çikolatalı lokum aldın, onu 28
Bana Sans Dile ,
da yedin. Üstüne uçakta sandviç ile portakal suyu aldın, hâlâ aç mısın gerçekten? “ Kız yememiş içmemiş lokmalarımı saymış, üstelik o saydıkça bana fenalık geldi. Hakikaten çok yemişim. İçim bayıldı o kadar tatlı şeyi yediğimi hatırlayınca ve evet ben böyleyim, yerken içim bayılmıyor ama biri karşıma geçip yediklerimi sayınca içim bayılır ne hikmetse! Didem arabayı alışveriş merkezinin girişine bıraktı. Çantasını alıp “Siz bekleyin kızlar, ben şuradan bir cep telefonu alıp geliyorum hemen,” deyince dayanamayıp sordum. “Ne oldu ki telefonuna?” Didem “Parçalandı,” diye yanıt verip hızlıca indi arabadan. Nasıl parçalandı diye sormaya gerek bile görmedim, muhtemelen fırlatmıştır bir tarafa. Didem’in huyudur, sinirlenince ilk iş o telefonu bir tarafa fırlatıverir. O cânım telefonları havada bir tarafa doğru fırlatılmış halde görünce içim cız ediyor. Dünyanın parasını veriyorsun o telefona, nasıl kıyıp da atarsın ki. Ama artık alıştım da biliyor musunuz, otururken birden bire kafamın üstünden vızıldayarak geçen bir telefon fark edersem şaşırmıyorum. “Sence niye ayrılmaya kalkıyor bunlar?” diye sorduğumda, Elif upuzun kıvırcık saçlarından bir bukleyi parmağına dolamış, dalgın dalgın dışarıyı seyrederken soruma soru ile cevap verdi. “En son ne zaman geldin İzmir’e?” “Bilmem, net hatırlamıyorum ama bir seneye yakın olmuştur sanırım. En son Didem’in düğünü için gelmiştik işte.” “Ben de hiç gelmedim düğünden sonra, daha sık gelelim artık,” dedi ve sesinde neden bilmem ayrı bir hüzün yakaladım sanki. Dayanamayıp merakla sordum. “Neyin var senin Elif, çok durgun görüyorum seni son zamanlarda.” 29