Suri Rosen - Yalnızlığa Çare Bulundu

Page 1



Eğer 07.36'da Bathurst Sokağı'na inen 7 numaralı otobüsü kullanmayı düşünüyorsanız size birkaç tavsiyem var: Ton balıklı hazır sandviç yiyen kadının yanına kesinlikle oturmayın. Eğer Tımarcı otobüsteyse tırnak makasını görür görmez saklanmaya da hazır olun. İnanın ne siz ne de ben daha fazla şey duymak isteriz. Fakat ben daha Toronto'daki üçüncü günümde, 7 Numaralı Otobüs Araştırmalarında ders verebilecek kıvama geldim bile. Koca stadyum dolusu kalabalığı minicik tüplere sıkıştırırsanız olacağı bu işte. Kapılar açıldı ve daha da çok insan otobüse akın etti. İnsanların bedenleri bana öylesine yakındı ki üstüme çullanıyorlardı. Kendimi bir kıyma makinesindeymiş gibi hissettim. Çaresizce, otobüs şoförüne yakın, yapış yapış olmuş bir tutacaktan destek aldım. Hava da tıpkı bu tutacak kadar berbattı. Şoförün isim etiketinde Ian yazıyordu. Tam ailesi ve şoförlük serüveni hakkında bir şeyler öğreniyordum ki şu uyarıyla kendime geldim: "Arkalara doğru ilerleyelim lütfen." lan, Toronto'da bana arkadaşım olabilecek kadar yakın tek


insandı. Ah Leah. Nerelerdesin? Cep telefonuma baktım. Fakat kız kardeşimden en ufak bir haber bile yoktu. İnce bir kâğıda sarılarak, bir elbise kutusunun içine özenle yerleştirilmiş gelinliğiyle New York'ta bir otobüse atlamıştır şimdi muhtemelen. Ben'le yüz yüze görüşmemize ise daha 16 saat var. Derin bir nefes aldım. Sıcak hava makinesine dönüşen kalabalığın içinde sıkışıp kalmıştım. Boynumu biraz uzatınca cam kenarında oturan kızıl saçlı kadının bir şeyler okuduğunu fark ettim. Tepesinde duran iki çocuk onu kesiyorlardı. Kızıl saçları yarı

topuz

şeklinde

toplanmıştı

bugün.

Minik

bukleleri

omuzlarına dökülüyordu. Dizlerine uzanan koyu renk fitilli bir etek, külotlu çorap ve Macy'den de hatırladığım, uzun kollu Marc Jacobs bir bluz giymişti. Yanında oturan yaşlı adam zar zor çıkışa doğru yöneldi. Ben de bağıra bağıra cep telefonuyla konuşan bir çocuğu ezercesine geçerek kendimi boş koltuğa attım. Kırmızı Kafa'nın gözleri kucağında duran kitaptaydı. Göz ucuyla kitaba bakınca 'aşk' kelimesinin satırlar arasında âdeta parıldadığını fark ettim. Kitabın adı sayfanın başına küçük fontlarla yazılmıştı. Eğildim

ve ayakkabımın bağcıklarını

bağlıyormuş gibi yaparak kitabın adını okudum: Yalnız Ruhlar için Umut ve İlham Dersleri. Bu derslerden ben de nasiplensem hiç fena olmazdı. Geriye çekildim ve pencereden dışarı baktım. Bu sürgünde nasıl hayatta kalacaktım? Çantamdan 'Sweet Caroline'in insanı coşturan ritmi duyuluyordu. Sadece üç kişi bu numarayı biliyordu. Annemle


babam dün akşam aradığına göre geriye tek bir kişi kalıyordu: Teyzem. Mira Bernstein. İlk cümlesi, "Hâlâ okula varmadın mı?" oldu. "Evden çıkarken sana söylediğim saati biraz geçirdin." Mira teyzenin o meraklı sesi otobüsün hoparlöründen yankılanacak gibiydi. "Henüz otobüsteyim," diye fısıldadım. "Pekâlâ. Seni sonra ararım," dedi. Sonra derken kastettiği önümüzdeki 20 dakikaydı. Tam da o anda, bir sabah uyandığımda, sırf nerede olduğumu öğrenebilmek için ayak bileğime kenetlenmiş bir GPS cihazı bulabileceğimi düşündüm. Berstein Hapishanesi'ndeki hayatım böyleydi işte. Hakikat, çok acı bir şekilde kendisini gösteriyordu: Bu sene hiç de ağız tadıyla geçmeyecekti. Ağız tadı demişken, edepsiz gibi algılanmak istemem ama Mira teyzenin yemekleri, yemeğimioyla.com'da oy oranlarını alt üst edecek cinsten değildi hani. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Annemin alfa kız kardeşiyle yaşamak yetmezmiş gibi, Toronto'da doğup büyümüş tatlı eniştem Eli'nın da trajik bir kusuru vardı: Bir Yankee hayranı olmak! (Teşekkürler Colombia Hukuk Bölümü '83 mezunları.) Sana hayranım New York ama Massachusetts'te doğmuş biri olarak böyle bağırıp çağıramam, üzgünüm. Eniştem, Blue Jays gibi daha zararsız bir beyzbol takımının tutkunu olamaz mıydı sanki? Gözlerimi

kapadım.

Hissedebildiğim

tek

şey

otobüsü

kaplayan iğrenç ter kokuşuydu. Banyo yapmamış tek bir kişinin, otobüsteki tüm havayı kirletmesi hiç de adil değil. Cep telefonumu tekrar çantama attım. Bu yıl beni kurtaracak tek şey Leah'ydi. İki ayı Miralarda beraber geçirecektik. Peki ya sonra?


Evlilik! Ben anne ve babamla Hong Kong'da tıkılıp kalmışken, Leah'nin New York'ta olması benim için sorun değildi. İnternet sayesinde önümüzde uçsuz bucaksız bir derya gibi uzanan evlilik dergileri, gelinlik mağazaları, düğün organizasyon sitelerinde dolanıp durduk beraber. Bu okyanusta birer kızıl somon balığı gibiydik. Damat olacak Ben'e gelirsek eğer... Sanırım ona alışmak biraz zaman alacaktı. Yapacak başka bir şeyim olmadığı için göz ucuyla Yalnız Ruhlar için Umut ve İlham Dersleri'ne bakmaya başladım. Kırmızı Kafa kendini kitaba iyice kaptırmıştı. Daha iyi görebilmek için boynumu bükmem gerekti. Rachel Schwartz adında, iki kez nişanlanmış ve bir dolu ilişki yaşamış, dolayısıyla kendine bir eş bulabilme hayalleri çoktan suya düşmüş 38 yaşındaki bir kadının hikâyesini okuyordu. Üstelik işler daha da kötüye gidemez diye düşünürken başından bir trafik kazası geçiyor ve kendini ayağı sarılı bir şekilde acil serviste buluyordu. Nöbetçi ayak hastalıkları uzmanıyla karşılaşmasıysa hayatını baştan sona değiştiriyordu. Daha ilk görüşte birbirlerinden hoşlanıyor, akabinde çıkmaya başlıyor ve sonunda peri masallarındaki gibi bir düğünle evleniyorlardı. Hiç de kötü bir hikâye değildi. Tam Rachel Schwartz'ın balayını okuyorken Kırmızı Kafa döndü, elindeki kahveden bir yudum aldı ve yeşil gözlerini bana çevirerek sevecenlikle sordu: "Sana göre hızlı mı okuyorum?" Yutkundum. "Yo... hayır. Gayet iyi!" Gülümsedi ve başını salladı. Ben de tekrar kitaba konsantre oldum. İçimi çektim. İki yıldır New York'ta kuşlar gibi özgürdüm. Peki


ya şimdi? Yakalanmadan bir bakış bile atamıyordum.


Kirli duvarları ve sembolik pencereleriyle Moriah Kız Lisesi cansız çalılarla örülü bir alanın üzerine kurulmuştu. Birkaç kızın yanından geçerek binaya girdim ve İngilizce sınıfıma doğru yol aldım. Derse, her yeni okulda, ilk derste yaptığım gibi başladım: yeni sınıf arkadaşlarımı inceleyerek. Miss Weiss yoklama alırken ben sınıfa göz gezdiriyordum. "Rebecca Abramson." Bu tatlı elmacık kemiklerinin boşa gitmesine sakın ha izin verme. Yanaklarına bir iki çimdik; işte muhteşemsin! "Dahlia Engel." Son derece sevimli görünüyorsun. Ama ruhun bir hesap makinesiyle eş değer. "Shira Wasser." Gelelim asıl meseleye... Shira'nm kızılımsı saçları, ufak inci küpelerinin üzerinden omuzlarına dökülüyordu. Kolalı beyaz Oxford penyesi, lacivert pilili eteğiyle muhteşem bir uyum içindeydi. Okul üniformamız her nasılsa Shira'nın üzerinde Ralph Lauren gibi duruyordu. Shira saçını sağa savurdu ve omuzlarını dikleştirdi. "Burada," dedi. Sesi sınıfta yankılanmıştı.


Her sınıfın bir Shira'sı vardır. Daha doğrusu her okulun, o okulu yöneten bir Shira'sı vardır. Her ne kadar Toronto'nun Shira'sıyla New York'un Shira'sı bir olmasa da... Shiralar, öğretmenin sınıfı yönetip yönetmeyeceğine karar verecek türden kızlardır. Shiralar, sizin muhtemelen bir yıl içinde edineceğiniz bir

duruşa

sahiptir.

Shiralar,

diğer

kızların

kendilerini

kıyasladıkları bir standarttır. New York'taki Maimonides Kız Lisesi'nde saltanat sürdüğüm yıllarda ben de bir Shira'ydım. Pizzalar, alışveriş turları, pijama partileri ve kız arkadaşlarla dolu iki yılımı hatırlayıp iç çektim. Her şey, dokuzuncu sınıfın başında,

Herald

Meydanı'nda,

Macy's'in

indirimli

satış

günlerinde Maya ve Danielle'a rastlamamla başlamıştı. Çikolata gibi kahverengi gözleri ve omuzlarından dökülen siyah uzun saçlarıyla tıpatıp birbirine benzeyen ikiz kardeşlerdi. Bir hafta içinde onlardan biri gibi olmuştum; çok geçmeden üçüz diye anılmaya

başlamış

ve

birlikte

tadına

doyulmaz

saatler

geçirmiştik. Hayatımda ilk kez kız kardeşim dışında gerçek arkadaşlarım vardı. Beş dakikada tamamını dolaşabileceğiniz bir şehirde kalma sebeplerimden biri de buydu. (Üzgünüm, baba. Seni tüm kalbimle seviyorum. Ama iş seyahatlerin için aynısını söyleyemeyeceğim.) Liseye adım attığımda hayatım baştan sona değişmişti. Eziklikten kraliçeliğe doğru... Görüyorsunuz ya, nasıl Giovanni da Verazzano Manhattan'a ayak bastığında Delaware yerlileriyle, mısır tarlalarıyla ve ormanlarla karşılaşmışsa ben de Stella'yı, Ralph'i ve Calvin'i keşfetmiştim. Hepsinin bir araya gelmesi gerçekten çılgıncaydı, mucizeviydi. Ezikler Kulübü'ne üyelik kartımı sonunda fırlatıp


atmıştım; evet, bunu başarmıştım. Ama bu, o zamanlardı, şimdi değil. Her şeye yeniden başladığıma inanamıyordum; neyse ki kız kardeşim Leah birkaç saate evde olacaktı. Bayan Weiss yoklamaya devam ederken birden kapı açıldı ve bir hazırlık sınıfı öğrencisi başını içeri uzattı: "Bayan Levine, Raina Resnick'le görüşmek istiyor." Daha şimdiden müdüriyete mi? Benden tam şu anda ne istiyor olabilir? Bakışlarım Shira Wasser'la buluştu. Shira, gözlerini bana dikerek yanındaki kıza bir şeyler fısıldadı. İkisi kıkır kıkır gülerken yanaklarım utançtan kızarmıştı. Koridorda yürürken Bayan Levine'le ilgili rahatsız edici bir his vardı içimde. Geçtiğimiz Haziran ayındaki ilk görüşmemizden bu yana kesin olan bir şey varsa o da şuydu: Ben onun için bir lise öğrencisinden ziyade psikolojik bir vakaydım. Bir nevi şehrin göbeğinde bataklık bir arazi... Ofisine masasının

girdiğimde,

Bayan

Levine

arkasına kurulmuştu. Ben

ahşap

görünümlü

karşısındaki plastik

sandalyeye bir kalıp gibi kendimi bırakırken, o tıpkı bir tüfek gibi dimdik oturuyor, şahin bakışlarıyla beni süzüyordu. Adımın üstüne siyah bir kalemle yazıldığı dosya, Bayan Levine'in çocuklarının ve torunlarının fotoğraflarının yanında duruyordu. Fotoğraflardan birinde Bayan Levine kucağında torunuyla bir parkta oturuyordu. Bu fotoğrafta hoşuma gitmeyen bir şey vardı. Fotoğraftaki gülümseyiş sanki bir photoshop eseriydi. "Toronto'ya alışmaya başladığını umuyorum," dedi. Donmuş bir dil balığı gibi dik dik bakıyordu. "Kız kardeşinin düğüne kadar teyzenle birlikte yaşayacak olmasına çok sevindim.


Anladığım kadarıyla oldukça çalışkan bir genç kadın." Aslında demek

istediği,

çalışkandan

ziyade

sorumluluk

sahibi

olduğuydu. Siyah saçlarımız ve turkuaz mavisi gözlerimizle dışarıdan birbirimize çok benzerdik. Ama dürüst olmak gerekirse Leah iyi olanımızdı. Yani geçen yıl âşık olana ve kendini Ben'e kaptırana kadar... Leah matematik ve bilim derslerinde bana yardım

ederdi. Nerede olursak olalım

arkadaşlığına güvendiğim bir insandı. Ondan yedi yaş küçük olmama rağmen aramızdaki iletişim son derece etkileyiciydi. "Oldukça da güzel bir muhitte yaşıyorsunuz," dedi Bayan Levine. Şaka mı yapıyorsun? Thronhill'e bayılıyorum! Asla uyumayan banliyö. Ellerini birleştirip masanın üstüne koydu. Gözleriyle beni süzüyordu. Süzdü, süzdü, süzdü... Bense oturduğum sandalyede öylece onu bekliyordum. Duvarda asılı saatin tik takları odadaki havanın ağırlığına ağırlık katıyordu. Bayan Levine'in arkasındaki duvarda, siyah bir cübbe giymiş bir hahamın fotoğrafı asılıydı. "Yalan söyleyecek değilim, Raina," dedi sonunda. "Akademik standartlarımızın senin için en iyisi olmadığı kanaatindeyim." Bakışları lazer ışınları gibiydi; onlara doğrudan bakmak oldukça tehlikeliydi. "Umarım Moriah'ya yerleşiyorsundur," dedi. O yerleşmekten bahsederken birden saçları dikkatimi çekti. Altmışlarındaki kadınların bu kadar sportif saç stilleriyle alıp veremedikleri neydi? Saçlarını poliüretan köpükle mi spreyliyorlardı da böyle kaskatı duruyordu? "Raina?" "Ah, pardon. Evet, tam anlamıyla yerleştim."


Bayan Levine o x-ray bakışlarından birini daha fırlattı. Bense kendimi onun bakışlarından korumak istercesine düğmeleri açık ceketimin içinde büzüşüp kalmıştım. "Bu senin için son derece kritik bir dönem," dedi. Oturduğu yerden kalktı, masanın etrafında dolandı ve masanın ucuna oturdu. Bluzunu eteğinin içine sokmuştu; elastik kemeri tam göz hizama geliyordu. Bayan Levine'i telaşa düşürmek istemezdim ama o polyesterin de tesiriyle öfkelenmeye hazır bir duruşu vardı. Dudaklarını

sıkarak,

"Bizim

programımız

gerçekten

sorumluluk sahibi ve özverili insanlar içindir," dedi. "Son derece katı kurallarımız vardır. Sen de bu kuralların yazılı olduğu formu okuyup imzaladığına göre bu konuda herhangi bir sıkıntı yaşayacağımızı zannetmiyorum. Yoklama, geç kalma, özellikle de cep telefonu. Okulumuzda cep telefonuna asla müsamaha göstermeyiz." Boynumu uzattım. Bayan Levine'in dudaklarından dökülenler beni mest etmişti. "Her şeyi, sizin potansiyelinizi maksimum seviyeye ulaştırmak için yapıyoruz." Sanki eğitimden değil de ticari bir projeden bahsediyordu. Ofisinin kapısına uzun uzun baktım. Belki de Hong Kong o kadar da kötü bir alternatif değildi. Bayan Levine öne doğru eğildiğinde ben sandalyemde geri çekildim. "Eminim senin buraya uygunluğun konusundaki endişelerimin farkındasındır," diye konuşmasına devam etti. Sanki daha önceki elli tekrarı kaçırmışım gibi... "Bu yüzden benimle haftalık olarak buluşman gerekiyor. Gidişatına bakabilmem için... Sana sosyal hizmetler görevlimiz Bayan Marmor'la görüşme olanağı da tanıyoruz. Sana her konuda yardımcı olmaktan


mutluluk duyacaktır." 'Biz' derken, geçen Haziran'da Maimonides Lisesi'nden uzaklaştırıldığımdan beri hayatımın her alanını düzenlemeye kalkışan bir dolu yetişkinden bahsediyordu. İdarecilerden, müdür

yardımcılarından,

ailelerden,

sosyal

hizmet

uz-

manlarından ve psikologlardan konuşuyorduk. İşte ergenleri başarısızlığa sürükleyen rüya takım! "Çok tatlısınız Bayan Levine ama bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum." "Salı öğle yemeğinde," dedi. Yüzünde hiçbir kıpırtı yoktu. "Anlaştık mı?" Ses tonundaki düşmanlık sizi öldürebilirdi. Başımı sallamakla yetindim. Beni sonunda serbest bırakıp da kapıdan çıktığımda Dah- lia Engel resepsiyona bir form bırakıyordu. Ofisin girişine bir bakış fırlattı. Bir an göz göze geldik. Çabucak gözlerini kaçırdı. Bense yüzümü buruşturup geri çekildim. Yazık. Dahlia Engel tam bir inek. Bundan kötü ne olabilir?

O gece, ton balıklı börek ve konserve mısırdan oluşan berbat bir akşam yemeğinden sonra, geniş mutfaktaki günlük bulaşık yığınının başına geçtim. "Mira, ne kadar lezzetli bir yemekti böyle." Bubby Bayla, Mira teyzenin kayınvalidesiydi. Gümüşi, minik bukleli saçları, hassas vücudu ve solgun yüzüyle seksenlerinde bir kadındı. Sıcak su akıyordu. Ben de bundan istifade yanaklarıma biraz su serptim. Mira teyze ipek bir bluz giymişti. Vişne


rengindeki dolaptan bir havlu çıkarıp bana uzattı. Aldım ve ıslak yüzümü sildim. Büyük hata. Bubby Bayla'nın bir kahkaha attığını işittim. Mira dudaklarını büzmüştü, kontrollü bir ses tonuyla, "Raina," dedi. İyi de ne yapmıştım ki? "O bulaşıkları kurulamak içindi," dedi Mira teyze. "Senin onları kurulaman için." "Onları kendi hâllerine bıraksak kurumazlar mı?" Bubby kıkırdadı. Mira ellerini yumruk yapıp kalçalarına koydu ve ateş püsküren gözlerle bana baktı. Şimdi anlamıştım. Belli ki plan Mira'nın yükünü çekmemdi. Jeremy önündeki kavundan kafasını kaldırıp dalgın bir gülümsemeyle bana baktı. ]eremy'yi size nasıl açıklayabilirim ki? Aslında önce biri bana otuz yaşında bir avukatın, Mira'nın evinde ne işi olduğunu açıklasa iyi ederdi. Babasının, Eli enişteyle okulda iyi arkadaş olduklarını biliyordum. Fakat baktığınız zaman başka bir evde yalnız yaşıyor olması gerekmez miydi? Mira'nın evinde işi neydi? Eli enişte, Jeremy'e doğru döndü: "Sabathia'nın performansı hakkında ne düşünüyorsun?" Bubby kafasını salladı ve kendini toparlayıp mutfaktan çıkarken yalnızca kendisinin duyabileceği bir şekilde mırıldandı. Eli enişte ve Jeremy, Bubby'nin oturma odasına doğru ilerleyip iç çekerek bir koltuğa oturuşunu seyrettiler. Jeremy, bana göz kırparak Eli'a döndü ve "Ligde en sağlam blokaj onda," dedi. Ondan uzaklaşıp bulaşıklara doğru yöneldim. Jeremy de tıpkı


Eli enişte gibi iflah olmaz bir Yankee fanıydı. Bu da kendisine bir eş bulmakta neden bu kadar güçlük çektiğini kanıtlıyordu. Telefonumun çalması beni bu tanrıtanımazların arasından kurtardı. "Merhaba tatlım. İyi misin?" Arayan Hong Kong'tan babamdı. "Annen okulun nasıl gittiğini merak ediyor." Demek istedikleriyse daha çok şuydu: Herhangi bir belaya bulaştın mı? Mutfaktan çıkıp Bubby'nin deri kanepede uyukladığı oturma odasına doğru yöneldim. "Leah'yi almak için terminale gideceksiniz, değil mi?" Saniyeleri sayıyordum. Kanepenin koluna oturarak, "Eli enişte beni götürecek," dedim. Yeni Satürn'ünü çarptığımdan beri Leah'nin arabasına bakmam bile neredeyse yasaktı. "Sanırım bir konu hakkında seninle konuşacak," dedi sakin bir ses tonuyla. Jeremy kafasına bir Yankee şapkası geçirdi ve mutfaktan çıkıp aylak aylak dolaşmaya başlamadan evvel bana el salladı. "Eli enişte konusunda ne yapabilirim?" "Ah Rainy. Çok üzgünüm. Sadece onunla hemfikir olmamaya alış," dedi. Fısıldarcasına konuştum: "Bir Yankee fanıyla sohbet etmek hadi neyse de aynı evde yaşamak?"


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.