E-bültenimizin 2011-2012 Eğitim-Öğretim Akademik yılı birinci sayısına hos geldiniz! Bu dergi Piri Reis Üniversitesi öğrencileri ile olan iliskilerimize verdiğimiz önemin, kurumsal kültür anlayısımızın bir sonucu. E-bülten herhangi bir süreli yayın gibi hazırlanıp PDF teknolojisiyle sizlere Piri Reis Üniversitesi web sayfasından ulastırılıyor. Böylelikle, geleneksel tad ve en yeni yöntemleri bir araya getirme alıskanlığımızı sürdürmüs oluyoruz. Okuyacağınız yazılarda tıklayabileceğiniz açıklama notları ve Web’e açılan aktif linkler var. Üstelik e-derginiz kâğıt üzerine basılan yayınlardan çok daha esnek bir yapıya, içeriğiyle uyumlu sayfa sayısına sahip olacak. E-teknolojiler sayesinde, dilerseniz ekrandan, dilerseniz basarak inceleyebileceğiniz her sayısında Üniversitemiz ile ilgili bilgiler bulacaksınız. Bu sayıda Üniversitemizin eğitiminin büyük bir kısmını alan ve alacak olan denizcilik konusuna yoğunlastık. Denizcilik sektörüne ve bu sektörün gelisimine esas teskil edecek olan “Denizcilik Tarihi” ilk konumuz olacak. Denizcilik sektöründeki gelismeleri izleyip her ay yayınlayacağımız e-bültenimiz üzerinden sizlere duyuracağız. Bir sonraki sayıda görüsmek üzere… Günes Banu KOCATEPE Öğrenci İsleri Müdürü 2
Malazgirt savaşının (1071) ardından Ege ve Marmara kıyılarına ulaşan Türkler, Bizans'tan ve İtalyan’lardan öğrendikleri teknikle -büyük olasılıkla yerli ustalar kullanarak- gemi yapmaya başlamışlardı. İzmir beyi Çaka, kurduğu donanmayla Bizans'tan 1089'da Midilli'yi, 1090'da Sakız'ı aldı. İznik egemeni Ebülkasım zapt ettiği Gemlik'te bir donanma inşasına başladıysa da, tehlikeyi fark eden Bizans harekete geçerek, yapılmakta olan gemileri yaktı. Anadolu Selçukluları, Anadolu ticaretinin güvenliğini sağlamak için Karadeniz'de Sinop; Akdeniz'de Antalya ve Alanya tersanelerinde gemi inşa ettiler ve donanma oluşturdular
Karadeniz donanması 1225'te denizaşırı bir seferi gerçekleştirerek Kırım'da Sudak'ı aldı. Anadolu Selçuklu devletinin çöküş döneminde Batı Anadolu'da kurulan Karesi, Aydın, Saruhan, Menteşe beylikleri, denize doğru genişlediler ve oluşturdukları donanmalarla Ege adalarına ve Balkanlar'a akınlara başladılar. Bunlar Venedik ve Ceneviz ticaretini tehdit ettikleri gibi adalardaki Latin prensleri için de tehlike oluşturuyorlardı. Özellikle Aydınoğlu Umur Bey deniz gazalarıyla büyük ün kazandı. Öte yandan Karadeniz'de de Candaroğulları'nın bir donanması bulunuyordu. Osmanlılar’ın ilk dönemlerinde Karamürsel'de, Karesi beyliğinden alınan Edincik'te, Bizans' tan alınan İzmit’te küçük de olsa tersaneleri bulunuyordu. Rumeli'ye yerleştikten sonra Gelibolu'da da bir tersane oluşturdular.
Gelibolu tersanesi, Rumeli'nin elde tutulması, Çanakkale boğazı ve Marmara'nın savunmasında önemli rol oynadı. Osmanlılar, Batı Anadolu beyliklerini (Saruhan, Aydın, Menteşe) ve Candaroğulları beyliğini ortadan sonra bunların tersane ve donanmalarından da yararlandılar. Stratejik anlamda bir deniz gücü oluşturan Mehmet II İstanbul’un fethinde donanmadan da yararlandı. Gelibolu tersanesinde yaptırdığı gemilerle önce Midilli'yi (Lesbos), ardından Sakız ve Eğriboz'u zapt etti. Kaptanıderya Gedik Ahmet Paşa, Kefe'yi ve Kuzey Karadeniz kıyı kentlerini alarak Karadeniz'i bir iç deniz durumuna getirdi; denizaşırı bir seferle de Otranto'yu aldı. Bayezit II ve Selim l dönemlerinde gelişmesini sürdüren donanma kara ordusunun Mısır harekâtını denizden destekledi. Osmanlı denizciliği asıl gelişmesini Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Cezayir hükümdarı Barbaros Hayrettin Paşa'nın ülkesini Osmanlı devletine bağlayıp kaptanıderyalığı kabul etmesinden sonra gösterdi. Haliç'te inşa edilen büyük bir donanmanın başında Akdeniz'e açılan Hayrettin Paşa, ünlü amiral Andrea Doria komutasındaki Hıristiyan donanmasını Preveze önlerinde yendi. Barbaros'un öğrencileri Turgut Reis, Piyale Paşa vb. Türk denizcileri Akdeniz kıyıları ve adalarında etkinliklerini sürdürdüler.
1565 baharında donanma Malta'ya büyük bir çıkarma yaptıysa da adayı zapt etmeyi başaramadı. Türkler 1570'te Kıbrıs'ı fethettiler. Hıristiyan donanması Kıbrıs'ın zaptını engelleyemediyse de Osmanlı donanmasını İnebahtı'da ağır bir yenilgiye uğratmayı başardı. Türk donanması bu ağır darbeden sonra sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve yeni kaptanıderya Kılıç Ali Paşa'nın çabalarıyla kısa sürede yeniden kuruldu. Öte yandan Kuzey Afrika' da Garp ocakları'na bağlı filolar Batı Akdeniz'de etkinliklerini sürdürüyorlardı. Mısır ve Suriye'yi Memluklar'dan alan ve Akdeniz'de (özellikle Doğu Akdeniz'de) egemenliklerini pekiştiren Osmanlılar Kızıldeniz'i de Portekiz tehdidinden kurtardılar. 1551'de Aden'i, 1552'de Maskat'ı ele geçirdiler. Ancak Portekizlilerin Hint denizi’ndeki egemenliğine son veremediler. Murat Reis, Piri Reis ve Seydi Ali Reis'in seferleri başarısızlıkla sonuçlandı. Onları doğu sularında yenen, daha güçlü gemiler, daha çok top ve daha iyi bir denizcilikti. 15. yy.'ın ikinci yarısında kudretinin doruğuna ulaşan Osmanlı denizciliği, Kılıç Ali Paşa ile Uluç Hasan Paşa'nın ölümlerinden sonra gerilemeye başladı.
Bunda denizcilikten yetişmeyenlerin kaptan-ı deryalığa getirilmesinin de payı vardı. Öte yandan denizcilikte ortaya çıkan yenilikler gereğince izlenmemiş, batı donanmalarının esas öğesini oluşturan kalyonlara gereken önem verilmemişti Kalyon, Osmanlı donanmasında da kullanılmakla birlikte ağırlığı kadırgalar ve öteki kürekli gemiler oluşturuyordu. 17. yy. sonunda kalyonlara ağırlık verildi ve kürekli gemiler yerini kalyonlara bırakmaya başladı. Bu Osmanlı denizciliğinin bir süre için canlanmasına yol açtı. Ancak, Venedik'i kendisine rakip gören ve donanmasının gelişmesini ona uyduran Osmanlı devleti, öteki Avrupa devletlerinin bu alandaki gelişmelerine yabancı kaldı. 1770'te Akdeniz'e çıkan bir Rus filosunun Çeşme'de bulunan Osmanlı donanmasını yakması, denizciliğin çağdaş biçimde örgütlenmesi zorunluluğunu ortaya çıkardı. 1773'te denizcilik için bir okul (Mühendishanei bahrii hümayun) açıldı. Kaptanıderya Cezayirli Hasan Paşa ve Küçük Hüseyin Paşa, Fransız mühendis ve ustaların yardımıyla Fransız tipinde gemiler yaptırdı. Ancak bu ıslahat girişimleri yeterli olmaktan uzaktı. Türk donanması 1827'de Navarin'de, 1853'te Sinop'ta ağır kayıplar verdi.
Kırım savaşı'ndan sonra yelken denizciliğinin yerini buharlı makinelerle işleyen gemilere bırakması, teknolojiyi izleyemeyen Osmanlı devletini batılı devletlerden satın aldığı gemilerle donanma oluşturmak durumunda bıraktı. Abdülaziz döneminde çoğu gemisi dışardan alınarak dünyanın önemli deniz güçleri arasında yer tutan Osmanlı donanması, Abdülhamit II döneminde, 18771878 Türk-Rus savaşı'ndan sonra Haliç'te hapsedilerek çürütüldü. İkinci meşrutiyetin ilanından sonra hükümet ve 1909'da kurulan "Donanmayı Osmani Muaveneti Milliye Cemiyeti"nin çabalarıyla bir deniz gücü oluşturulmaya çalışıldı. Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında elinden gelen çabayı gösteren bu donanma, Kurtuluş savaşı'nda ulusal kuvvetlerin emrine geçebildiği kadarıyla yararlı hizmetler gördü. Osmanlılar deniz ticaretine gereğince önem vermediler ve bu alanı verdikleri imtiyazlarla başta Venedik ve Fransa olmak üzere öteki devletlere bıraktılar. Osmanlı devletinin ilk ticaret filosu, İkinci Meşrutiyet'ten az önce kuruldu. Daha sonra "Seyri sefain idaresi" adını alan bu kuruluşu birer ikişer gemiye sahip özel şirketler izledi. Bunların en önemlileri İstanbul içinde sefer yapan "Şirketi Hayriye" ile "Haliç şirketi" idi. Kaynakça: Büyük Laraousse
Barbaros Hayreddin Paşa (yaklaşık 1478, Midilli - ö. 4 Temmuz" 1546, İstanbul) Osmanlı tarihinin ünlü denizcilerinden, kaptan-ı derya olarak Osmanlı Devleti'nin ilk kaptan paşası. Akdeniz’de Osmanlı egemenliğini pekiştirdi, öyle ki bu deniz bazı tarihçilerce bir "Türk Gölü" olarak anıldı. Osmanlı'nın Deniz politikasına ve Tersane-i Amireye nizam verdi. Hayreddin Paşa’nın asıl adı Hızır’dı (Hızır Reis). Ona Hayreddin adını, "dinin hayırlısı" anlamına gelmekte olup Osmanlı Devletine yaptığı hizmetinden dolayı Padişah Kanuni Sultan Süleyman verdi. Avrupalılar ağabeyi Oruç Reis'e kızıla çalan sakalı yüzünden Barbarossa adını vermişlerdi, Oruç Reis'in şehit olmasının ardından küçük kardeşi Hızır için kullanılan bu isim, Türkçeye Barbaros olarak geçti. Kaynakça: Vikipedi
"
Denizler, ulusal güçler için en büyük potansiyeli oluşturdukları için çağlar boyunca büyük mücadele alanı olmuşlardır. Bu nedenledir ki dünya denizcilik tarihinin unutulmaz simalarından olan; Kaptan-ı Derya BARBAROS HAYRETTİN PAŞA “ Denizlere Hakim Olan Cihana Hakim Olur “
demiştir.
Türkiyenin Denizcilik alanında en büyük müzesi olan İstabul Deniz Müzesi içerdiği kolleksiyon çeşitliliği açısından dünyanın sayılı müzelerinden biridir. Kolleksiyonunda yaklaşık 20.000 adet eser bulunmaktadır.Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı olan İstanbul Deniz Müzesi , Türkiyede kurulan ilk askeri müzedir. Adres: Barbaros Meydanı Beşiktaş/İSTANBUL
Denizcilik ile ilgili olarak ATATÜRK 1937 yılında T.B.M.M.’nin açış nutkunda; “En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporuyla en ileri bir denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz. Denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız” demiştir.
Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan... Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York'ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı ? Sonunda Blanchard'ın Avrupa'dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar. New York Tren İstasyonu'nda akşam saat tam 7'de. "Beni tanıman için" diye yazmıştı kız mektubunda, "Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak".
İşte saat tam 7'ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikayenin gerisini Bay Blanchard'dan dinleyelim : -Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu, dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş. Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi. Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana 'Benimle aynı yöne mi gidiyorsun denizci ?' diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordum ki, o anda Hollis Maynel'i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40'ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış. Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı ama mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle 'Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?' diye sordum. Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: 'Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı' dedi, ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış..."
KORSAN SEVGİLİM, Korsan sevgilim, yasa dışı bütün kuralların senin. Ağlamakla gülmek arası bir şeysin sen Tepesinde güneş, eteklerinde kar olan bir dağsın. Gölgende pişer insan sıcaktan, açığında üşür. Okyanusa açılmış bir şilep gibisin, Dümenin kilitli, Fırtına iskele yanında, Asude sular sancağında. Saçların tusunami her savrulduğunda Ellerin tetiğinde ateşli silahların, Gözlerin namlu, bakışların mermi gibi Seni seveni öldürür, sevmeyene bal ikram edersin. Gel gör ki; bu deli tayfa yüreğim Tutulmuş sana açık denizlerde. Ya batacak bir fırtınalı günde, Ya da gönül köşkünün kaptanı olacak. Kim bilir; belki de Bu ikilemin arasında ölecek. ÖNER DEMİR 20.10.2009