Satış Fiyatı:16TL
NİSAN 2015
PsikoÇocuk 20
Çocuklarımızın Hayatını Şekillendiren Dijital Medya
Oyun ve Çocuk
30
Doğumdan Sonraki Süreçte Yaşananlar
09
çocuklarda özgüven nasıl sağlanır?
16
erken yaşta 26 evlİlİk
06
34
Sosyalizasyon Toplumsallaşma Ve Çocuk
ÇOCUK GELİŞİMİ GELİŞİM DÖNEMİNİN GETİRDİĞİ SORUNLAR
13
Gebeliğin Kadın Üzerindeki Etkileri Enürezis Nedir?
33
ISSN:
R E İL
K E D N İ
İÇ
ÇOCUK GELİŞİMİ GELİŞİM DÖNEMİNİN GETİRDİĞİ SORUNLAR
05
Aile İşlevlerinin Değerlendirilmesi
2
PsikoÇocuk / Nisan 2015
06
13
09 Gebelik
Doğumdan Sonraki Süreçte ADINI NASIL ETKİLER? Yaşananlar
K
vap e -C si u r So Köşe
İmtiyaz Sahibi Yrd. Doç. Dr. Bilal Semih BOZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni Timur TUNA
33
Editör Bengü AYTEM
ENÜREZİS NEDİR?
Psikolog Saniye CEYLAN ENEZ Grafik Tasarım Tülay BALCI Çevirmen Hande BALIKÇIOĞLU
20 oyun
16
çocuklarda özgüven nasıl sağlanır?
ve çocuk
Evlilik mi?
Hukuk Müşaviri Av. Faik ÖNER Certification Manager Murat YÜCEL Baskı YEDİZ OFSET/İSTANBUL Yönetim Adresi: İzmir-1 Cd. No: 33/31 Kat:8 Kızılay, Çankaya/ Ankara Tel: 444 1 659 Faks: 0312 418 45 99 ISSN:
Ama Bu Oyun Değil!
18
Anne ve Babaların Yapması Gerekenler
28 erken yaşta evlİlİk
Psiko-Çocuk Dergisi, TC. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan içeriğin bir kısmı ya da tamamı kaynak gösterilerek kullanılabilir. Kullanılan görsellerin yasal haklarından ve yazıların içeriğinden yazanlar sorumludur, tüzel kişileri bağlamaz.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
3
e k r
. . . n
la ş a
B
BİR ÇOCUĞA LAYIK OLMAK Çoğumuz yetişkin yanlışlarızdır aslında Katı, güvensiz, kibirli, Çocuklar yaşar yanıbaşımızda Gizlice koruyarak güzelim bir sevgiyi Narin bir duygudur onları dolduran Karşılıksız henüz ve hazır bağışlamaya Soralım kendi kendimize bazen: Layık mıyız çocuklarımıza? Ataol BEHRAMOĞLU
Şairin dediği gibi layık mıyız çocuklarımıza? Onları ne kadar tanıyoruz? Anne rahmine düştüğü andan itibaren başladığı yolculukta hangi aşamalardan geçip nasıl gelişip büyüdüğünü biliyor muyuz gerçekten? Çocukluk kavramı, doğum ile yetişkinlik arasındaki dönem olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bir çocuğun yaşamındaki durumu ve koşulları, çocukluk dönemini oluşturan yılların kalitesine bağlıdır. Çocukların yaşamı, toplumların gelişmişlik düzeyi ve çocuğa sunulan olanaklarla yakından ilişkilidir. Büyümek, omurgada bir yangın yeridir. Çünkü ilk on sekiz yıl, insan yaşamı üzerinde belirleyicidir ve daha sonraki gelişimin ve işleyişin temelini oluşturur. Bireylerin sağlıklı bir kişilik oluşturmasında, yeteneklerini verimli şekilde geliştirebilmesinde ve toplumsal işlevlerini sürdürebilmesinde çocukluk yıllarında edinilen özelliklerin rolü büyüktür. Bu derginin amacı, toplumun geleceğini oluşturan çocuklarımıza olumlu ve sağlıklı bir yaşam sunulmasına katkıda bulunmaktır.
4
PsikoÇocuk / Nisan 2015
Aile İşlevlerinin Sağlıklı-Sağlıksız Ayrımında Değerlendirilmesi Toplumun en küçük birimi olan aile, insan yaşantısındaki en önemli kurumlardan biridir. İnsanın kimliğinin belirlendiği, kişiliğinin şekillendiği bir yapı olan aile de sürekli değişim ve gelişim halindedir. Aile, kişilerin ruhsal ve bedensel sağlığı için gerekli, sevgi, ilgi, şefkat, değerli olma, güvenlik, barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanabileceği doğal ortamı sunan bir mekanizmadır. Bireyin yaşamında doyum sağlaması, kendini gerçekleştirmesi ve toplumsal bir kişilik kazanması önce yetiştiği aile ortamına bağlıdır. Bu anlamda ailenin işlevlerini nasıl sürdürdüğü büyük önem kazanmaktadır.
Genel olarak bakıldığında, aile işlevlerinde, aile içi iletişim, karşılıklı saygı ve işbirliği oldukça önemlidir. Çatışmaların, iyi bir iletişim ve birbirine saygılı davranma yoluyla derin izler bırakmadan halledilmesi gerekmektedir. Ailenin her üyesi ‘birey’ olarak kabul edilerek, her bireye bağımsız davranabilme becerilerinin gelişmesine olanak tanınmalıdır. Aile yaşayan, gelişen ve değişen bir grup olup, sağlıklı bir yapı sürdürülebilmesi, tek tek üyelerin ve bir bütün olarak grubun işlevlerini yerine getirmesine bağlıdır. Sonuç olarak, aile üyelerinin birbiriyle içten bir şekilde ilgilenmesi, birbirinin davranışlarına uygun duygusal tepkiler verilebilmesi, çıkan sorunların yerinde ve zamanında çözülebilmesi ve karşılıklı yapıcı bir iletişime sahip olunması, aile üyelerinin ve grup olarak ailenin gelişmesini sağlamada önemli bir yoldur.
İşlevsel Ailenin temel özellikleri: -Aile üyeleri birlikte olmaktan zevk alırlar, birbirlerini destekler ve cesaret verirler. Birbirlerinin hayallerini paylaşırlar. -Aile bireylerinin görüşlerine saygı duyarlar. Yapıcı uyarılar değerlendirilir. Olumsuz uyarılar da rahatlıkla karşılanır. -Birkaç nesil üzerine kurulmuştur. Ancak sağlıklı bir çekirdek ailede geniş aileyle ilişkiler ikincil öneme sahiptir. -Birbiriyle açık bir iletişim içindedirler. Güç dağılımı esnektir. Önemli kararlar birlikte verilir. Ortak anlamlar yaratırlar. -Genellikle aile üyeleri iş bitiricidir. İş yapmaktan kaçınmaz. -Anne-baba için evlilik birinci derecede, ebeveynlik ikinci derecede doyum kaynağıdır. Evlilik ilişkisinde meydana gelen bozukluk, ebeveynlik tarzlarını da etkiler. -Aile üyeleri arasında yakınlık vardır, ancak kişisel farklılıklara da saygı duyulur. Her bireye, kendisiyle ilgili seçme özgürlüğü tanınır. -Kişiler arasındaki etkileşim kendiliğinden oluşur,doğaldır. Katı kurallar yerine, yeni deneyimlere açık bir yapı vardır. -Davranışlar ve arzuların kontrolünden çok, her konuda fikir alışverişi vardır. Sert bir otorite, aşırı kontrol ve üstünlük yoktur. Birbirlerini rahatlatırlar. -Birlikte olmadıkları zamanda bile birbirleri hakkında olumlu düşünürler. -Birlikte geçirilen zaman konusunda anlaşmışlardır. İşlevsel olmayan ailelerde ise, -Üyeler karşılıklı iletişime kapalıdır. Dolaylı ilişkiler içindedirler. Mesajlar aracılarla, ima yoluyla iletilir. -Genellikle aile üyelerinde bencillik hakimdir. Bu da aile bireylerini önce yalnızlığa sonra ümitsizliğe sürükler. -Kişiler karşısındakilere onların beklediği şekilde davranır. Böylece birbirlerinin gerçek özelliklerini bilmezler. -Aile üyeleri duygusal sorunlarını birbirinden saklamak için aşırı bir çaba içine girerler. -Sahte davranışlar olur. Kişi gerçek ihtiyaçlarını zayıf veya güçlü görünerek saklama yoluna gider. -Tartışmalar uzayıp bir sonuca bağlanamaz. Tartışmalarda kişiliğe yönelik suçlamalar vardır. Aşağılama, küçük görme ifade eden sözler, jest ve mimikler vardır. Bol bol eleştiri yapılır. -Küsme, duvar örme (iletişime kendini kapatma) bir problem çözme yöntemidir. -Basit şeyler büyütülüp sorun haline getirilir. Kişiler, gelen eleştirilerden ya da suçlamalardan kendini korumak için duygusal olarak ilişkiden uzaklaşır. -Aile içindeki rollerin paylaşılmasında sorun vardır. Ev işleri, çocukların bakımı, çocukların ev içindeki sorumlulukları konusunda sıkıntı yaşanır. -Geniş ailedeki üyelerin (kayınvalide, kayınpeder gibi) aileye müdahaleleri vardır. Bu tür ailelerde duygusal, zihinsel ve sosyal gelişim risk altındadır. İşlevsel olmayan bir ailede hiçbir üyenin iyi olmasından söz edilemez. Sağlıksız aile, ailede bütünlük hissinin olmaması ya da çok az olmasıyla tanımlanır. Ailedeki sağlıksızlık, bireylerdeki sağlıksızlıkla benzer bir anlam taşır, krizle kendini gösteren, akılcı olmayan bir işleyişi ifade eder.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
5
Hamilelik, bir kadının yaşamındaki en temel dönüm noktalarından biridir. Bu süreci bu kadar önemli hale getiren, dünyaya yeni bir canlı getirmenin verdiği olağanüstü heyecanla birlikte, fizyolojik ve psikolojik pek çok değişimlerin de yaşandığı bir dönem olmasıdır. Kadının yaşamında oluşacak köklü değişiklikler yaşam boyu devam edecektir. Artık kadın, bir bebeğin dünyaya gelmesi ile birlikte annelik görevini üstlenecek, yaşamını bir başka bireyin sorumluluğunu üstlenerek planlayacaktır. Gebeliğe hazırlık sürecinde en önemli soru, “Anneliğe hazır mıyım?” sorusudur. Planlı ve isteyerek yaşanan bir gebelik, kadının hamilelik, doğum ve doğum sonrası yaşayacağı değişikliklerle baş etmesini kolaylaştıracak ve kadını düşünce olarak bu sürece hazır hale getirecektir.
Gebelİk Kadını Nasıl Etkİler? Bazı kadınlar gebelik ve doğumla birlikte ortaya çıkan fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişimlere daha çabuk uyum sağlarken, bazılarında ise bu süreçlerde bozulmalar olabilmekte ve psikiyatrik belirtiler gözlenebilmektedir. Annelik kendine has pek çok değişikliği içeren özel bir durumdur. Her kadın bu süreci içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak bir diğerinden farklı bir şekilde yaşar. Ancak pek çok değişim tüm kadınlarda benzer şekilde yaşanır. Hamilelik döneminde kadının yaşayacağı fizyolojik ve psikolojik değişimlerin bilinmesi, hamileliğe daha bilinçli yaklaşılmasını sağlar. Hamileliğin ilk dönemleri, (ilk 3 ay) fiziksel değişimlerle kendini belli eden bir süreçtir. Başka bir değişle, adet gecikmesi, gebelik testinin olumlu çıkması, mide bulantısı, uyku hali, yorgunluk gibi belirtilerin
6
PsikoÇocuk / Nisan 2015
yaşandığı dönem bu dönemdir. Duygusal açıdan ise genelde çok büyük bir değişiklik gözlenmemesine karşın, hormonal değişiklikler kadında inişli çıkışlı ruh haline yol açabilir. Kadın, mutluluk-karamsarlık, sevinç-üzüntü arasında gidip gelebilir, daha önce kendisini hiç etkilememiş bir olay karşısında gözyaşlarına boğulabilir ya da aşırı bir sevinç yaşayabilir. Kadının yaşadığı bu duygu durumu, hem kendisi hem de birlikte yaşadığı insanlar açısından karmaşık bir durum olarak görülebilir. Özellikle baba adayları açısından bu durum zorlayıcı olabilir. Baba adayı ne yapacağını, hangi durumda nasıl tepki vereceğini kestiremediği için anne adayına nasıl yaklaşacağı konusunda çekingen davranıp, sessiz kalabilir. Anne adayı için, baba adayının bu davranışı ilgisizlik olarak algılanabilir, kadının kendisini
yalnız hissetmesine ve duygusal boşluk yaşamasına yol açabilir.Kadının hamilelik sürecine uyumu, bu döneme ilişkin kaygı ve beklentileri, ailesi ve eşiyle ilişkileri, iş durumu, kendisiyle ilgili algılamaları süreci belirleyen en önemli kriterlerdir. İstenilen bir gebelikte mutluluk ve doyum duygusu yaşanır. Hamilelik planlı dahi olsa, hamilelik süreci ve aileye yeni bir bireyin katılacak olması, buna yönelik düzenlemeler yapılmasının gerekmesi, endişe yaratan bir durum olabilir. Bu endişelerin başında, bebeğin sağlıklı doğup doğmayacağı, zamanlamanın doğru olup olmadığı, maddi koşulların yeterli olup olmayacağı gibi konular vardır. Ayrıca, iyi bir çalışma ve sosyal yaşamı olan kadınlar, hamilelik ve doğumla birlikte hedeflerini gerçekleştiremeyeceklerine dair bir korku da yaşayabilir.
Anne adayının bebeğin kalp atışlarını ve hareketlerini hissetmeye başlamasıyla birlikte artık bebek bir birey olarak kabul edilir. İkinci 3 aylık dönemde yaşanan bu durum, kadını daha heyecanlı ve mutlu hale getirebilir. Hamile kıyafetleri giyme, doğum, bebek bakımı ve sağlığı ile ilgilenme bu dönemin en tipik özelliklerindendir. Hamileliğin son üç ayı, fizyolojik değişimlerin üst düzeye ulaştığı, kadının karnının iyice belirginleştiği, eğilip kalkmakta zorlandığı, rahat yatamadığı için uykusuz kaldığı, kendini çok şişman ve çirkin hissettiği, partnerinin onu eskisi gibi çekici bulmadığı düşüncelerinin yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu dönemde baba adayının eşine ilgi göstermesi, onun heyecanını paylaşması, bebek için yapılacak düzenlemelerde eşinin yanında olması, anne adayının kendisini yalnız hissetmesi duygusunu azaltacak ve kendisini iyi hissetmesini sağlayacaktır. Doğum öncesi son süreç ise, anne adayı için ikizli duyguların yaşandığı bir süreçtir. Anne adayı bir yandan hamilelik sürecinin tamamlanmasını isterken, diğer yandan doğumla birlikte kendisini daha zor bir sürecin beklediğine dair endişe de taşımaktadır. Doğum zaten başlı başına büyük bir olay olup, nasıl doğum yapacağı, doğum sırasında kendisinde ya da bebekte bir sıkıntının yaşanıp yaşanmayacağı gibi düşünceler doğumdan korkmasına yol açabilir. Hamilelik, doğum ve doğum sonrası süreçte yoğun bir korku hissetmek yaygın bir durumdur. Hemen hemen her anne adayı hamileliği sırasında ve doğum anında bazı şeylerin yolunda gitmemesinden tedirginlik duyar. Bu durumda konunun uzmanlarından yardım almak anne adayı için en doğru tercihtir.
HAMİLELİK DÖNEMİNİN EN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİ ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI OLAN DEPRESYONDUR! Depresyon, temel belirtileri, isteksizlik, hayattan zevk alamamak, içinden hiçbir şey gelmemek olan bir hastalık halidir. Depresif bozukluk, hem vücudu, hem düşünceleri, hem de duygu durumunu etkileyebilir. Gebelik döneminde yaşanan depresyon hem anne hem de bebeğin sağlığı açısından önemlidir. Depresyonun hem anneye hem de anne-bebek ilişkileri üzerinde olumsuz etkileri vardır. Genellikle gebelik sürecinde ortaya çıkan duygu durumu ile benzerlik gösterdiği için hemen fark edilemeyen hamilelik dönemindeki depresyonun belirtileri; -Yorgunluk hali -Uyku sorunları (uyku azalması veya artması) -Yoğun duygusal tepkiler (mutsuzluk ve umutsuzluk) -Kilo artışı -İştah azalması veya artması -Huzursuz ve sinirlilik -Aşırı ağlama hissi -Motivasyon kaybı -Odaklanmada ve karar vermede güçlük -Değersizlik ve suçluluk duygusu -İlgi ve istek kaybı -Eş, aile ve çevreden uzaklaşmak -Bedensel şikayetler (Baş ağrısı, mide bulantısı, boğulma hissi, kalp çarpıntısı) -İntihar düşüncesi şeklinde sıralanabilir. PsikoÇocuk / Nisan 2015 7
Doğumdan
Sonraki Süreç
Düzensiz bir aile ortamı, çift ilişkisindeki doyumsuzluk, gebelik yaşı, istenmeyen gebelikler, kişinin daha önce geçirdiği travmalar, kendisiyle ilgili tutum ve düşünceleri, gebelik sırasında yaşanan tıbbi sorunlar, bebeğe yüklenen anlam ve beklentiler, pişmanlıklar, madde ve alkol kullanımı ve bebeğin doğumuyla birlikte oluşacak değişikliklere yönelik endişeler, anne adayının ruhsal dengesi üzerinde bozucu etki yaratıp depresyonu tetikleyebilir.
8
PsikoÇocuk / Nisan 2015
Doğumdan sonraki süreçte ise, -Düzensiz uyku, -Yorgunluk, -Aile ve çevrenin bebeğin bakımına yönelik anne üzerindeki baskısı, -Bebeğin bakımı karşısında hissedilen yetersizlik duygusu, -Dinlenememek, -Annelik rolünün getirdiği baskı, -Ev işlerindeki yükün artması -Sosyal yaşamdan izole edildiği düşüncesi, -Evde geçen zamanın artması, -Doğum sırasında alınan kilolar ve fiziksel yetersizlik duygusu, -Özgürlüğünün kısıtlandığı ve kendine zaman ayıramadığı düşün-
cesi, depresyon oluşmasını kolaylaştıran unsurlar arasında sayılabilir. Bu dönemde depresyonla baş etmede, annenin dinlenmesinin sağlanmasının önemi büyüktür. Kadının kendisine baskı yapmaması, eşinden, ailesinden yardım isteyebilmesi, düşünce ve duygularını açıkça paylaşması, uzun süre yalnız kalmaması, kendisine zaman ayırarak sevdiği bir etkinliğe devam etmesi, spor yapması, beslenmesine özen göstermesi, eşlerin birlikte vakit geçirmeye fırsatlar yaratması etkili olacak diğer yöntemlerdir. Ayrıca gerektiğinde bir uzmandan da yardım almak konusunda tereddüt
edilmemelidir. Bu süreçte annenin desteklenmesi için babaya ve yakınlara düşen bazı görevler de vardır. Şöyle ki; babanın eşini desteklemesi, sevgi ve güven veren davranışlar içerisinde olması, bebeğin bakımında görev alması bunlar arasında sayılabilir. Bütün ilgi, bebeğe yöneltilip anne bir kenara itilmemelidir. Çocuğun bakımında birinci derecede sorumluluğun annede olduğu kabul edilmeli, bebeğe yaklaşım konusunda anneden izin alınmalıdır. Annenin yeterliliğine vurgu yapılmalı, anne övücü sözlerle desteklenmelidir.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
9
Gebelik döneminde yaşanan depresyon, hem anne hem de bebeğin sağlığı açısından önemlidir. Annedeki depresyonun, bebek üzerine etkileri ; erken bebeklik dönemi, geç bebeklik dönemi ve okul çağı-ergenlik dönemi bulguları olarak üç bölümde incelenebilir. Bunlar; -Anne-bebek bağlanması, -Annelik donanımı, -Bebeklikte ve erken çocuklukta sınır koyma.
Anne-Bebek Bağlanması: Bebeğin temel gereksinimlerini karşılayan kişi (anne) ile sağlam ve güvenli bir duygusal ilişki kurması, anne ve bebek bağlanmasının en önemli koşuludur. Güvenli bir bağlanma geliştiren bebeklerin sonraki süreçlerde davranışlarını ve öğrenmelerini olumlu yönde etkilediği araştırmalarla desteklenmiştir. Annenin bebeğine bakacak gücü ve isteği kendisinde bulamaması, aralarındaki bağlanma ilişkisinde kopukluklar oluşturabilir. Depresyondaki bir annenin gündelik işlevselliğini yitirdiği ve hayattan keyif almadığı bir dönemde çocuğuna olumlu mesajlar aktarabilmesi güçleşmektedir. Bunun sonucunda çocuklarda çatışmalı ilişkiler, sosyal problemler ve hiperaktivite daha sık görülebilmektedir. Annelik Donanımı: Kadının ruhsal yapısını bebeğinin-özellikle de ilk bebeğinin- olması ile yeni ve kendine özgü bir biçimde düzenlenmesini anlatan bir terimdir. Annelik donanımı, annelerinin çocuğun yaşamında önemli etkisi bulunan sağlıklı bir süreçtir. Annenin hayattan keyif alması, kendini değerli ve güçlü hissetmesi, çocuğa olumlu mesaj olarak geçer. Bu nedenle annenin desteklenmesi, kişiliğine saygı duyulması, birey olarak değer görmesi annelik donanımını da etkileyecektir. Bebeklikte ve Erken Çocuklukta Sınır Koyma: Ailenin çocuğa koyduğu kurallar, çocuğu cezalandırma ya da ödüllendirme yöntemleri, çocukların ruhsal ve bedensel olarak örselenip örselenmemesinde en önemli etkendir. Annenin yaşadığı depresif duygu durumu, çocuğa kural ve sınır koyma konusunda da sıkıntılara yol açabilmektedir. Sonuç olarak, hamilelik sırasında ve doğumdan sonraki dönemlerde hem kendisinde oluşan fizyolojik, duygusal ve sosyal değişiklerle baş etmeye çalışan, hem de yeni doğan bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamada birinci derecede sorumluluğu olan annenin, yaşadığı zorluklar ve bu zorlukların yarattığı karmaşık duygular karşısında yalnız bırakılmaması, gerektiğinde uzman yardımı alması, anne ve bebek sağlığı için atılacak önemli adımlardan biridir.
10
PsikoÇocuk / Nisan 2015
PsikoÇocuk / Nisan 2015
11
Çocuk G Gelişim Getirdiğ ‘‘Çocuklar Haklarıyla Vardır! Esas Olan, Çocuğun Yüksek Yararıdır.’’ Çocukluk, doğum ile yetişkinlik arasındaki dönem olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bir çocuğun yaşamındaki durumu ve koşulları, çocukluk dönemini oluşturan yılların kalitesini ifade eder. Eline silah verilen, dilendirilen ya da cinsel köleliğe zorlanan bir çocuğun çocukluk dönemini yaşayamayacağı çok açıktır. Aile sevgi, şefkat ve ilgisinden mahrum kalan ve çalışmak zorunda olan bir çocuğun çocukluk dönemi de olamaz. Beslenme yetersizliği yaşayan, güvenli ve sağlıklı bir barınma ortamından yoksun kalan, uygun eğitim koşullarından yararlanamayan, satıcılığa zorlanan çocukların da çocukluk dönemi ellerinden alınmıştır. Çocukluk nedir? Çocukların
12
PsikoÇocuk / Nisan 2015
yaşamı, ailelerin, toplumların gelişmişlik düzeyi ve çocuğa sunulan olanaklarla yakından ilişkilidir. Çocuklar büyüdükçe, çocuklardan ne beklendiği ve çocuğa neler sunulduğu ülkelerin durumuna göre farklılık gösterir. Bu kültürel farklılıklara rağmen, çocukluk konusunda ortak bir anlayış vardır. Yasal olarak çocukluk konusunda sınır kabul edilen yaş 18 olup, bu sınır biyolojik ve gelişimsel kökenlere bağlı olarak belirlenmiştir. Bu yaş, ergenliğin, ergenlikten yetişkinliğe geçişin başladığı yaş olarak kabul edilir. Biyolojik gelişimin tamamlanması 20 hatta 22 yaşına kadar uzayabilir. Yetişkin kabul edilebilmek için, biopsiko-sosyal gelişim ve özellikle
kemik gelişiminin tamamlanması bakımından en az 18 yaşına erişmiş olmak gerekir. Çocukların içinde bulundukları koşullar ya da yaptıkları bir hareket nedeniyle onların bir yetişkin gibi görüldükleri ve hatta böyle davranıldığı durumlar vardır. Küçük yaşta ağır sorumluluk üstlenerek çalışan çocuklar bu durumdadır ve çeşitli risklere açıktır. Çocuk, bazen yetişkinlere özgü sorumluluklar üstlenmiş ya da değişik alışkanlıklar edinmiş olabilir. Bu durum çocuğun gelişimini doğal olarak engellemektedir. Bu nedenle 18 yaşından küçük herkesin çocuk olduğu bilinciyle hareket edilmesinin ve bu dönemin gerektirdiği biçimde davranılmasının önemi çok büyüktür.
Gelişimi ve m Döneminin ği Sorunlar
GELİŞİM DÖNEMLERİ Gelişim, çocuğun nasıl davranacağı, nasıl hissedeceği ve başkalarıyla nasıl ilişki kuracağını öğrenmesini içeren ileriye yönelik bir değişim sürecidir. Bu değişim fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal alanlarda gerçekleşir. Her gelişim döneminin karşılanması gereken bazı ihtiyaçları vardır. Zamanında ve doğru şekilde karşılanamayan ihtiyaçlar çocuğun bir sonraki gelişim dönemine geçişinde sorunlar yaratabilir. Gelişim dönemleri, bebeklik, erken çocukluk, geç çocukluk ve ergenlik
olarak sınıflandırılmaktadır. Bebeklik Dönemi: Bebeklik, doğumdan üç yaşına kadar olan süreyi içerir ve bu süreç, bütün gelişim aşamalarını etkileyebilecek özelliklere sahip olan bir süreçtir. Bunun nedeni, bu dönemin kişiliğin gelişiminin belirlenmesi açısından temel bir dönem olması, bebeğin fiziksel ve duygusal olarak bakımının çok özel incelikler gerektirmesidir. Her türlü açıdan korunmaya ve bakıma muhtaç olan bebeğin, bu dönemde karşılaşabileceği zorluklar onun
tüm yaşantısı boyunca taşımak durumunda kalacağı izlere neden olabilir. Çocuk üç yaşına geldiğinde ise, konuşma yeteneği, kendini ifade edebilecek düzeye ulaşır. Fakat zihinsel gelişim olarak algılama, hatırlama, yaşanılan ya da gözlemlenen bir olayı aktarma yeteneği henüz kazanılmamıştır. Bu yaş dönemindeki çocukların ihmal ve istismar edilme oranı yüksektir. Çocuğun oynadığı oyunlar, vücudundaki fiziksel belirtiler çocuğun ihmal ya da istismar edildiğinin önemli göstergelerdir. PsikoÇocuk / Nisan 2015
13
Erken Çocukluk Dönemi: Erken çocukluk, okul öncesi dönem olarak da adlandırılan, 3 yaşından 6 yaşına kadar olan süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde de çocuk hızlı bir biçimde büyümektedir. Okul öncesi dönem çocukları, başkalarıyla iletişim ve etkileşim içerisindedir. Çeşitli oyunlar, özel günlerin kutlanması, akrabaarkadaş ziyaretleri gibi etkinlikler, çocuğun yaşıtlarıyla etkileşimde bulunmasını sağladığı gibi, onun ailesi dışındaki yetişkinlerle de iletişimde bulunmasını sağlar. İnsanlarla iletişim, çocuğun psiko-sosyal gelişiminin temelini oluşturur. Bu dönemde çocuklar, toplumda kabul gören sosyal davranışları da öğrenmeye başlar. Aynı zamanda renk, biçim, hacim, uzay, zaman, sayıları öğrenme ve temel nedensellik ilişkisini kurmaya başlarlar. Bununla birlikte erken çocukluk döneminde çocuklar, dikkatlerini olayın tek bir boyutuna vererek diğerlerini ihmal etme eğilimindedir. Tek bir noktaya odaklanma, çocukların eylemleri ile ilgili detayları üstünkörü bir şekilde değerlendirmesine ve hedeflerine ulaşırken hep aynı yaklaşımı benimsemesine neden olur. Çocuklar buradakine ve şimdiye odaklanır. Eylemlerinin insanlar ve eşyalar üzerinde gelecekte yaratabileceği etkilerini, sonuçlarını düşünmezler. Dört yaş civarında çocuklar, yaşamdaki kuralları ve kural ihlallerini keşfetmeye başlarlar. Bazı eylemlerin, insanlara ve eşyaya yönelik zarar verebileceğini ya da birisinin sırasını alma, eşit pay vermeme gibi bazı durumların çok yanlış olarak değerlendirilebileceğini kavrayabilirler. 6 yaşındaki çocuklar düşüncelerini kelimelerle ifade edebilirler. Bu dönemin sonunda çocuklar genellikle, tanık olduğu olaylar hakkında bilgi verebilirler. Aradan geçen zaman ve yaşanılanın karmaşıklığı bu yaş grubundaki
14
PsikoÇocuk / Nisan 2015
çocuklarda bilgi vermeyi etkileyecek faktörlerdir. Geç Çocukluk Dönemi: Bu dönem 6 yaşında başlar ve 10-12 yaşlarına kadar sürer. Bu dönemde arkadaşlar, öğretmenler gibi diğer insanlar oldukça önem kazanır. Bununla birlikte çocuklar genellikle hem cinsleriyle arkadaşlık kurarlar. Hafıza ve dil yetenekleri daha da gelişir, duygularını kontrol edebilir ve davranışlarını buna göre ayarlayabilirler. Çocuk belli bir yaşa kadar kendini merkez alarak yaşamı öğrenirken, bu dönemde diğer insanları da anlamaya yönelik bakış açısı geliştirerek, düşünme süreçlerini gerçek olaylara yöneltir. Somut olduğu sürece karmaşık problemleri çözebilirler. Soyut kavramları, çevresindekileri model alma yoluyla yerinde kullanmalarına rağmen, anlamlarını açıklayamazlar. Sekiz ve üzeri yaştaki çocuklar, kurallar ve beklentiler hakkında daha karmaşık akıl yürütebilirler, insanların duygularını incitme, sır söyleme, diğer insanların güvenini sarsma gibi kırıcı davranışların zarar verici etkilerini de ayırt edebilirler. Bu dönemdeki çocuklar, eylemlerin yanlış olup olmadığını değerlendirirken kısa dönemli sonuçların yanı sıra uzun dönemli sonuçları da hesaba katarlar. Bu yaş grubundaki çocuğa sürekli karşı çıkılır ve yapmaya çalıştığı şeyler engellenirse, çocuk yaptıklarının değersizliğine inanır ve kendisinin de değersiz olduğunu düşünür, özsaygısı zayıflar. Oysa çocuğa amaçlarının değerli olduğu hissettirilir ve desteklenirse kendine güveni artar ve yeni beceriler kazanır. Bu nedenle çocuğa karşı yıkıcı ve eleştirel yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Erken çocukluk dönemindeki stresin, fiziksel çevrenin olumsuzluğunun ve yakın çevre ilgisinin yetersizliğinin, şiddet ve suç eğilimleri ile ilişkili olduğu araştırmalarca da desteklenmiştir. Dünya Sağlık Raporuna göre bugün daha çok çocuk bu tür olumsuz koşullarda büyümektedir.
Ergenlik Dönemi:
-Kurallara aykırı görülen davranışlar sergilenebilir.
Ergenlik, duygusal oluşumların, zihinsel değişimlerin, fiziksel olgunlaşmanın yaşandığı bir dönemdir. Bireylere göre ergenliğe giriş, gelişme ve tamamlama yaşları değişir. Ergenliğe giriş yaşı, kız ve erkek çocuklar arasında da farklılık gösterir. Kızlar erkeklere göre yaklaşık iki yıl kadar erken ergenliğe girer. Ergenlik başlangıcı 10 yaşından 12 yaşına kadar sürer. Ergenliğin tamamlanması ise, 18-20 yaşına kadar devam eden bir süreçtir. Aynı yaştaki kız ve erkek ergenler arasında gelişim farklılıkları vardır. Ergenliğe girmiş olmak ve bu yaş döneminde meydana gelen fiziksel değişimleri yaşamak yetişkinlik anlamına gelmemektedir. Ergenlik bir dönemdir ve ancak bu dönemin tamamlanmasıyla yetişkin olunur. Ergenliğe giriş ve ergenlik sürecinde yaşanan değişimler başlı başına ağır ve ciddidir. Bu sürecin en hızlı değişimsel özellikleri, ilk 12-15 yaş arasındaki devrede görülür. 10/12 yaş ile 14 yaş arasında görülen özellikler: -Hormon düzeyleri hızla değişir. Dış genital organların gelişim ve kıllanmaları ile beraber boy uzar. Vücutta yağlanma ve sivilcelenme başlar. -Sakar davranışlar gözlenir. Ergen, ellerini, kollarını koyacak yer bulamaz. -Çekingenlik ve kendine güvensizlik vardır. -Kendi cinslerinden arkadaş gruplarına yönelinir. Bu devrenin sonuna doğru karşı cinse yönelim başlar. -Arkadaş-akran grubunun değer yargıları genç için en önemli ölçüt halindedir. 10-12 yaş aralığında başlayarak 18-20 yaşa gelindiğinde sona eren çocukluktan erişkinliğe geçiş olan ergenlik döneminde, bireyde sürekli ve hızlı bir gelişim ve değişim gözlenmektedir. Bu hızlı değişim ve gelişim ergenin çoğu zaman kendine yabancılaşmasına ve beraberinde kendini beğenmeme gibi duygular yaşamasına neden olur. Bu da ergen için oldukça önemli bir sorundur. Bir diğer önemli sorun da kimlik bunalımı olarak adlandırılmaktadır. Genç, bu dönem abartılmış davranışlar gösterebilir. Farklı saç modelleri, giyim tarzı, aykırı konuşma üslubu gibi davranış ve tutumlar gencin kimlik arayışının bir göstergesidir. Genç, kim olduğu sorusuna cevap aramaktadır. Ergenlik dönemi, çevre ile iletişim kurma ve sürdürebilirlik açısından da pek çok zorluğu içinde barındırmaktadır. Genç, bu dönemde, anne-babası, kardeşleri, arkadaşları ve öğret-
16 yaşında başlayıp, 18/20 yaşında biten son dönemde, akran grubunun etkisi önemini korumaya devam eder. Gruplar karma hale gelir ve her türlü aile, okul, öğretmen otoritesine karşı çıkış söz konusudur. 14-18 yaş özellikle ilk cinsel yaklaşımlar, ilk madde denemeleri için en riskli dönemdir. Bu yaşta ergenler her şeyi tanımak ve denemek isteyebilir. Bu nedenle davranışları yetişkinlere tuhaf gelebilir. Genç, heyecan içinde hareket eder ve davranışının sonucunu öngöremeyebilir. Çünkü bu yaş grubunun, hareketleri dürtüsel nitelik taşıyabilir. Özellikle akran baskısının olduğu durumlarda, gruba karşı çıkması mümkün olmayabilir. Gencin davranışları üzerinde hormonal değişimin etkisi de vardır. Çocukluktaki somut düşünme yeteneği ergenlikte yerini soyut düşünmeye bırakır. Ancak bu aşamalı bir geçişle olur. Ergenler, soyut kavramlar üzerine soyut düşünceler geliştirmeye ve olasılıklar üzerinde düşünmeye, hipotez kurmaya ve bunları test etmeye başlarlar. Ergenliğin bitimine doğru artık düşünce sistematikleşir. Ergenlerin bilişsel gelişimi, küçük çocukluk dönemindeki fiziksel, sosyal ve bilişsel ihtiyaçlarının karşılanma biçimi ile de yakın ilişkilidir. Bu da toplumların sosyokültürel ve ekonomik durumlarının, çocukların yararlanabildikleri hizmetlerin kalitesine bağlı olarak ergenlerin gelişme düzeyleri üzerindeki etkisini gösterebilmektedir.
menleri ile çatışma yaşayabilir. Genç bir yandan bağımsızlaşma bir yandan da ait olma duygularını aynı anda yaşamaktadır. Ergenin çevresiyle yaşadığı çatışmalar kendisini yalnız hissetmesine ve anlaşıldığını düşündüğü ortamlara ve arkadaş gruplarına katılmasına neden olabilir. Bu ortamlar genç için tehlike yaratabilir. Dönemin en önemli özelliklerinden biri de akran grubuna verilen önemdir. Ergen için arkadaşlarının düşünce ve istekleri ailesininkinden daha önemlidir. Bundan dolayı ergenlerin bir araya gelerek gruplaşmaları, birlikte hareket etmeleri sık görülen bir durumdur. Ergen için grupta etkin olan arkadaşının otoritesi önemlidir. Bu dönemde ergen risk taşıyan davranışlar sergileyebildiği için, gebelikler, madde bağımlılığı, kazalar, okula uyumsuzluk, devamsızlık, okul başarısında düşme, otoriteyle çatışma, yaralama gibi istenmeyen olaylar yaşanabilir.
Ergenlikte kurallara karşı çıkma hemen hemen herkesin yaşadığı bir durumdur. Bu dönemde ergenle uygun iletişim kurulduğu ve ergene anlaşıldığı duygusu verildiği takdirde oluşabilecek sorunların engellenmesi mümkün olabilmektedir. Ergenlik dönemi aynı zamanda heyecanların yaşandığı, geleceğe yönelik ideallerin canlandığı, yakın arkadaşlıkların kurulduğu, hayatın tanınmaya çalışıldığı, kimliğinin kanıtlanmaya çalışıldığı bir dönemdir. Ergenin yaşadığı sorunlarla baş etmesini kolaylaştırmada, olumlu düşünce, davranış ve çalışmalar için ona fırsat verilmesi, duygularına saygı duyulması, yaşadığı bedensel değişikliklerle alay edilmemesi, sorumluluk verilmesi, olumlu yanlarına vurgu yapılarak desteklenmesi, başarılarının takdir edilmesi, ona güvenildiğinin hem sözel ifadelerle hem de beden diliyle desteklenmesi etkili olacaktır.
Psikolog Saniye Ceylan Enez
PsikoÇocuk / Nisan 2015
15
ÇOCUKLARDA ÖZGÜVEN NASIL SAĞLANIR?
Yeni doğmuş bir bebeğin temel ihtiyacı, ilk dönemde karnının doyurulması, rahat edeceği bir bakımın sağlanması, sevgi ve yakınlık gibi ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Anne ve çocuk arasındaki bağlanma sürecinde önemli olan bu aşamada, anne, çocuğu gerektiği gibi doyurur, temizliğini ve rahatını sağlarsa çocuk gittikçe annesine bağlanır. Annesini arar, ilk yakınlık kurduğu kişi annesidir. Annesini görünce gülümser. Temel ihtiyaçları karşılandıkça çocuk annesine güvenmeye başlar. Öyleyse güvenin ilk nesnesi annedir. Annesi tarafından ihtiyaçları zamanında karşılanan bebek rahat ve güvenli olarak büyür. Temel ihtiyaçlarının giderilmesinin yanı sıra bebekte güven duygusunu sağlamanın olmazsa olmaz bir diğer koşulu bebeğin sevgi ve yakınlık ihtiyacının karşılanmasıdır. Sevilip okşanan, konuşulan çocuklar, diğer insanlarla daha rahat duygusal bağ kurabilir. Çocuğun temel besini, sevgi, ilgi ve yakınlıktır. Fizyolojik ihtiyaçları tam olarak karşılanmasa da yeterli sevgiyle büyüyen çocuk, kendini sevilmeye layık bulur. Bebeğin güven duygusu, önce anne, sonra diğer aile bireyleri ve çevreye yönelik olarak gerçekleşir. ÇOCUKLARDA BENLİK SAYGISI GELİŞTİRMEK İÇİN
Her anne ve baba çocuğunu sever ancak bu sevgi her zaman çocuğa geçmeyebilir. Özellikle sevgi ifadelerini göstermenin ayıp sayıldığı ya da çocuğun şımaracağının düşünüldüğü sanılan ailelerde sevgiyi dile getirmekten kaçınılır. Oysa benlik saygısı, bireyin sevilebilir ve değerli olduğunu bilmesiyle kazanılan bir duygudur. Benlik saygısını, kendini beğenmeyle karıştırmamak gerekir. Benlik saygısı, sağlıklı bir kişilik kazanmanın temel göstergelerindendir. Benlik saygısı, çocuğun problem çözme, kendini ifade edebilme, yaptığı işi sonuçlandırma, karşılaşabileceği tehlikelerden kendini koruma, çevreden gelen baskılara karşı direnebilme gücü verir. Bu nedenle, anne ve babalara düşen en önemli görevlerden biri, çocuklarının benlik saygısını geliştirecek tutum ve davranışlar içinde bulunmaktır. Çocukla kurulan her iletişim ve etkileşim çocuğa değerli bir insan olduğu duygusunu kazandırır. Bu duygu, zamanla çocuğun kendisini tanımlama biçimine dönüşür. ÇOCUĞA ÖZGÜVEN KAZANDIRMAK İÇİN
Çocuğun güven duygusunu olumsuz yönde etkileyen en önemli durumlardan biri, çocuğa koşullu sevgi sunmak ve onunla alay etmektir. “Sınıfını geçersen seni severim. Dediklerimi yapmazsan giderim. Sen geri zekalı mısın, bu not alınır mı? Tembel, yaramaz.” gibi sözlere maruz kalan çocuklar yanlış bir şey yaptığı ya da başarısız olduğu durumda sevilmediğini, sevgiyi hak etmediğini düşünür. Kendisini sevilmeye değer bulmaz ve kendini sevmez. Sevgi, bir koşula bağlı olmazsa karşılıksızdır. Çocuklara sevildiklerini söylemek, hangi yaşta olursa olsun kendini değerli hissetmesini sağlayacaktır. Çocukların yaptıklarını takdir etmek, onların yaptıklarının onaylandığını ve beğenildiğini düşünmesi açısından gereklidir. Her insanın onaylanmaya ihtiyacı vardır. Onaylanmayan, takdir edilmeyen çocuk, yaptıklarının kimseyi memnun etmediğini düşünür. Kendisini başarısız olarak algılar. “Ne yaparsam yapayım, ailemin ilgi-sini çekemiyorum.” düşüncesiyle hareket edeceği için de çevresinin ilgisini çekebilmek için bu sefer olumsuz
16
PsikoÇocuk / Nisan 2015
davranışlara yönelmeye başlar ve çevresinde uyumsuz, söz dinlemez, kavgacı gibi sıfatlarla tanınır. Çocuğun farklı bir birey olduğunu kabul ederek, onunla konuşurken “lütfen”, “teşekkür ederim”, “özür dilerim” gibi ifadeler kullanmak, onların da iletişimlerinde olumlu olmalarını sağlayacaktır. Unutulmamalıdır ki çocuk; ailenin dilini ve iletişim şeklini öğrenir. Sürekli bağırılan, birbirine hakaret ederek iletişim sağlanan bir ortamda çocuğun dili de bu yönde olacaktır. Her insan gibi anne ve babalar da hata yapar. “Çocuktan özür dilenir mi, otoritem sarsılır.” düşüncesini bir yana bırakarak özür dilemek, çocuğa özgüven kazandırmanın en önemli yollarından biridir. Böylelikle çocuk da hata yaptığında bunu kabullenir ve özür dilemesini öğrenir. Çocuğu başkalarıyla kıyaslamadan, onunla gurur duymak, bunu başkalarının yanında dile getirmek, çocuğa ailesinin gözünde değerli olduğunu hissettirecektir. Çocuğun televizyon ya da bilgisayar karşısında geçirdiği zamanı kontrol etmek, bunları sınırlamak, yatma ve ödev zamanlarına dikkat etmek, çocuğun neyi nereye kadar yapacağını ve sınırlarını bilmesini sağlaması açısından önemlidir. Belirsizlik çocukları tedirgin eden bir durumdur. Çocuğun nerede duracağını bilmesi onun hayatına bir denge ve düzen getirir. Çocuğun ısrarcı tutumları karşısında çocukla tartışmaya girilmemeli, net ve kesin bir ifadeyle çocuğa kurallar açıklanmalıdır. Çocuğa ilgi ve sevgi göstermek onun her isteğine ‘evet’ demek değildir. Çocukların öncelikle anne ve babaya ihtiyaçları vardır. Aile içinde çocuk erkil bir yapının sürdürülmesi, çocuğun kendini güvende hissetmesi önünde bir engel yaratabilir. Her istediği yapılan ‘hayır’ denilemeyen çocuklar, bir şey elde etmek için çaba gösterilmesi gerektiğini öğrenmede zorluklar yaşar. Doyumsuzlukları artar. İstediği her şeye istediği anda sahip olacağını sanma yanılgısına düşer. Aile dışındaki hayatında bu olmayınca güven konusunda problemler yaşarlar. Her istediği yapılan çocuk, neyin kendisi için daha önemli ve öncelikli olabileceği konusunda tercih yapmakta zorlanır. Çocuğun kişiliğine saygı duymak ile olumsuz davranışı birbirinden ayırmak gerekmektedir. Çocuğun öfkeli, hırçın ve kötü bir ruh halinde olması durumunda çocuğa şefkatle yaklaşmak, onun öfkesini aktarabilmesine olanak tanımak, anlattıklarını sonuna kadar dinlemek, ona anlaşıldığı duygusunu kazandıracağı için özgüveni destekleyici olacaktır. Çocukla iletişimde samimi olmak ve çocukla ilgilenmek, çocuğun kim olduğunu tanıması, çevresindeki insanlarla ilişkilerinde uygun davranış geliştirmesi açısından önemlidir. Çocuklar, ne söylediğinizden çok bir şeyi nasıl söylediğinize ve ne yaptığınıza bakar. Ses tonunuz, yüz ifadeniz ve el hareketleriniz çocuğa mesaj verir. Çocuk, bir şey anlatırken gözünü televizyondan ayırmadan onu dinlemeye çalışan bir ebeveyn, çocukta ciddiye alınmadığı duygusu oluşturacaktır. Çocukla göz teması kurarak ve onunla aynı boy hizasında yapılacak bir konuşma çocuğa kendisiyle ilgilenildiği mesajını aktaracaktır. PsikoÇocuk / Nisan 2015
17
iİ lgili anne ve babalar; -Sorumluluklarının farkındadır. Baskı ya da zorlanma hissetmeden sorumluluklarını yerine getirir. -Kendisine ve diğer aile bireylerine özen gösterir. Kendi benlik saygısını ve özgüvenini korumaya çalışır. -İnsanı, doğayı, hayvanı sever. -Öfkeyle baş etme yollarını bilir. Şiddet içeren davranışlar sergilemez. Zorlandığında yardım almakta tereddüt etmez. -Kişisel özgürlüklere saygılıdır. Çocuğa ve diğer aile bireylerine tercih hakkı tanır. Eleştirel, yargılayıcı, küçük düşürücü, suçlayıcı tutum ve davranışlardan kaçınır. -Çocuğun ilgi alanlarını bilir. Yeteneklerini geliştirmeye yönelik programlar yaparlar. -Çocuğun çabalarını, neyi başarabildiğini fark eder. Bunu fark ettiğine dair geri bildirim verir. Çabalarını ya da başarılarını takdir eder. -Çocuğun nasıl boş zaman geçirdiği, neler yaptığı konusunda çocukla iletişim halindedir. -Çocuğun arkadaşlarını tanır. Hafta sonları ya da okuldan sonra nerede olduklarından haberdardır. -Çocuğun öğretmenini tanır. Okul durumu hakkında bilgi sahibidir. Okulla işbirliği içerisindedir. -Aile Bireyleri birlikte zaman geçirmeye isteklidir. Bu zaman geçirme yalnızca televizyon izleme şeklinde değildir. -Olanaklar dahilinde yemekler bir arada yenir. Konuşmalara ve aile içinde alınan kararlara çocuğun katılımı sağlanır. -Kuralları açık, net ve anlaşılır
18
PsikoÇocuk / Nisan 2015
bir şekilde uygular. Neye, neden ‘hayır’ denildiği açıktır. Çocuk, kendisinden ne beklendiğini, uygun davranış şeklinin ne olduğunu öğrenmiştir. Anne ve babasının kendisinden nasıl davranması gerektiğini bilen çocuk, ona göre hareket eder. Kafası daha az karışır. -Çocuğun olumlu yanlarına vurgu yaparak, olumlu davranışın pekiştirilmesini sağlar. -Çocuğu olduğu gibi kabul eder. Çocuğun duygu ve düşüncelerine saygı gösterir.
Sonuç olarak, hatalı çocuk yoktur. Hatalı ya da eksik anne-baba davranışı vardır. Çocuklarınızı nasıl görmek istiyorsanız ya da size nasıl davranılmasını istiyorsanız onlara öyle davranın. Değişime önce kendinizden başlayın...
Çocuğumun Depresyonda Olduğunu Nasıl Anlayabilirim?
Aşağıdaki sorulara vereceğiniz yanıtlar çocuğunuzun depresyonda olup olmadığını anlamak için size yol gösterecektir. 1.Çoğu zaman kendini üzüntülü ve bomboş hissediyor mu? 2.Çoğu zaman sıkıntılı ve huzursuz mu? 3.Bütün faaliyetlere karşı ilgisini kaybetti mi? 4.Kendi kontrolü dışındaki şeyler yüzünden kendini değersiz, çaresiz ve suçlu hissediyor mu? 5.İştahında (aşırı iştah veya iştahsızlık) veya kilosunda (artış veya azalma) belirgin bir değişme var mı? 6.Uyku problemi (uyumakta zorlanma ya da sürekli uyuma isteği) yaşıyor mu? 7.Eskisine göre davranışlarında veya konuşmasında hızlanma ya da yavaşlama var mı? 8.Yorgun ve enerjisi düşük mü? 9.Yoğunlaşmakta veya karar vermekte zorlanıyor mu? 10.Ölümle ilgili sorular soruyor mu? Tekrarlayan düşünceleri var mı? İntihardan ya da kendine zarar vermekten söz ediyor mu?
*Eğer 1., 2. veya 3. Soruya ve en az dört ayrı soruya daha evet cevabı verilmişse, büyük bir ihtimalle çocukta depresyon olabilir. Özellikle belirtiler, iki haftadan daha uzun bir süredir devam ediyorsa. *10. Soruya evet cevabı verilmesi, çocuğun intihar riski taşıdığını ifade etmesi bakımından anlamlıdır. Her durumda vakit geçirilmeden bir uzman yardımı alınmalıdır. PsikoÇocuk / Nisan 2015
19
Oyun Oynamama İzin Ver!
Oyun, çocukların belirli kurallar çerçevesinde, bir amaca yönelik davranış ve becerilerini sergiledikleri bir alan ya da faaliyet olabilir. Oyunun aracı olarak kullanılan oyuncaklarda bu anlamda büyük önem teşkil etmektedir. Çocuk, oyunu bilinçli veya istekli yapmış olduğu ve keyif aldığı bir faaliyet olarak alandırılırken, ebeveynler enerjinin atılması olarak düşünebilirler.
Yeni doğan bir bebek için ebeveynlerin çıkardığı sesler, agucuklar, kol ve bacaklarını açma- kapama hareketleri, gülücükler; aslında bunların hepsi bir oyundur. Yeni öğrendiği ve keşfettiği yeteneklerin bütünü oyunu oluşturur. 2-6 yaş Doğada sadece oyun oynayan canlılar arasında oyuncaklarına fazlasıyla ilgi insanlar değildir. Hayvanat bahçelerduyan çocuklar, bunun yanı sıra elektrikli aletlerle, mutfak gereçleriyle; inde ve belgesellerde oyun oynarken aslında aile bireylerinin kullandığı sıklıkla rastladığımız pek çok haytüm objelerle yakından ilgilenirler ve van vardır. Dikkatli incelendiğinde, onları tanımaya çalışırlar. Bütün bunmaymunlar, yunuslar, kuşlar, kedi ve ları oyun olarak algılayan çocuk, bu köpeklerin oyunları gözlemlenebilir; objelerin kullanım amacını da kendilhatta araştırmalara göre böceklerin bile oyun oynadığı belirlenmiştir. Yani, iğinden öğrenmiş olur. bir insanın doğumundan ölümüne kadar oyun oynaması pek de şaşırılacak 6-12 yaş aralığındaki çocuklar ise, imkanlar doğrultusunda ellerindeki bir şey değildir. Zamanla, oynanılan oyunların kuralları değişir, yaratıcılığı her şeyi, hayal güçleriyle bir oyuncak haline dönüştürebilir ve kafasında azalır ya da sadece zamanı iyi kurguladığı senaryoya uygun oyunlar geçirmek için bir faaliyete dönüşebilir. Uzmanlar gerçek oyunun çocukluk haline getirebilir. Önceden öğrendiği döneminde oynandığını söylemekte- tüm deneyimlerini, oyunlarında kurallar çerçevesine oturtabilir ve uydirler. gulayabilir. Oyun, çocukların eğitim, gelişim ve sosyalleşmesi konusunda çok önemli bir araçtır. Çocukları yetişkin hayatına hazırlar ve yaşamı daha iyi anlamalarını sağlar. Büründükleri rol ve modellerle kendi yeteneklerini keşfederler.
20
PsikoÇocuk / Nisan 2015
Çocuklar, yaratıcılıklarını kullanarak istedikleri gibi bir oyun ortamı hazırlayabilirler kendilerine ve bunu yaparken çok basit ama eğlendirici nesneleri seçmeleri de olağandır. Bu çocuğun hayal dünyasını genişletmesi için önemli bir husustur. Kısacası, çocukların edindiği her yeni beceri, onların oyunlarıdır. Çocukların kendi kıyafetlerini kendileri seçmeleri, odalarını istedikleri gibi şekillendirmeleri onlar için güzel ve eğlenceli bir oyun olabilir. Böylece çocuğun özgüven temelleri de atılmış olur. Her şeyi oyun olarak gören çocuklar, aslında gerçeğin ne olduğunun çok fazla bilincindedirler. Ancak hayallerinde canlandırdıkları kişi olmak için, oyunlarında o role bürünürler ve böylece kendilerini yönetme becerilerini geliştirirler.
Oyunun, çocuğun zihinsel gelişiminin aynası olduğunu vurgulayan uzmanlar, her anlamda çocuğa oyun alanının ve imkanının geliştirilmesinde, ebeveynlere büyük sorumluluk düştüğünün altını çizmektedir. Çünkü oyun ve oyuncaklar sadece çocukların, bedensel ve zihinsel gelişimini değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel gelişimini de etkiler. Çocuklar büyüdükçe oyun ve oyuncak çeşitliliği artar. Çocukların özellikle okul öncesi döneminde oyun oynamak için fazlaca vakitleri vardır. Park ve bahçelerde, sokakta yaşıtları ve aile bireyleriyle, kedi- köpek- kuşla, taşlatoprakla, oyuncaklarıyla; aslında herşeyle oyun oynamalıdırlar. Oyuncaklarda hijyen ve sağlık problemlerine neden olabilecek faktörlere dikkat edilmesi gerekmektedir. Çocuklarımızın sürekli haşır neşir olduğu oyun araçlarının temizliği çok önemlidir. Yıkanabiliyorsa, sık sık yıkanmalı ve temiz yerlerde muhafaza edilmelidir. Ayrıca çocuğumuzun sağlığına zarar verebilecek oyuncaklar tercih
edilmemelidir. Keskin ya da ucu sivri oyuncaklardan çocuklar uzak tutulmalıdır. Oyuncak seçiminde dikkat edilmesi gereken bir noktada, kolay parçalanabilir, dayanıksız ve yanıcı ya da kolay tutuşabilen oyuncaklar tercih edilmemelidir. Çocuğu fiziksel bir yaralanmaya maruz bırakabilecek oyuncaklar yerine, yaş aralığına uygun ve kişisel gelişimine fayda sağlayacak oyuncaklar tercih edilmelidir. Çocuklar okul döneminde ise, tenefüslerde, eve gelir gelmez yemek yemeyi bile unutarak, hemen oyuna koşarlar. Oyun arkadaşları çoğalır. Bu aşamada, çocuklarımızı oyun oynamaktan mahrum etmek son derece yanlıştır. Birbirleriyle uyum içerisinde oynamayı öğrenirler. Çocuklarımızın beden ve ruh sağlığı, aynı zamanda sosyal gelişimi için bu süreç çok önemlidir. Böylece çocukların sağduyu, yardımlaşma ve hoşgörü gibi duyuları da gelişmiş olur. Oyunları sınıflandırmak kesin bir şekilde pek mümkün olmasa da, zeka veya bedensel gelişimi hızlandıran ya
da sadece keyif almalarını sağlayan mevcut pek çok oyun ya da oyuncakla karşılaşmak mümkündür. Sektörel anlamda bakıldığında, milyonlarca seçenekle karşı karşıya kalan aile ya da eğitimcilerin kafalarının karışması elbette olağandır. Çoğu ebeveyn oyun ve oyuncakları seçerken titizlenir, ancak tam olarak neye dikkat edeceklerini bilemez. Çocukların hayal dünyalarını neyin ya da hangi faktörün daraltıp genişleteceğini kestiremezler. Ailelerin oyuncak seçiminde dikkat ettiği bir çok faktör vardır. Bunların başında bütçesine uygun oyuncakları tercih eden aileler, yaş aralığı ve gelişimini olumlu yönde etkileyebilecek oyuncakları satın almak istemeleri tabiidir. Ancak burada bir parantez açmak gerekirse, ebeveynlerin çocuklarına sağlayabileceği bir oda ya da onların benimseyebilecekleri bir oyun alanı oluşturmaları kesinlikle gerekmektedir. Çocuk bu alanda kendini kolay ifade edebilecek ve kendini özgür hissedecektir.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
21 21
oyunun çocuk İçİn Önemİ Oyun çocuğun yaşamını kaplayan ve fazlaca etkileyen bir etkinliktir. Bebeklikten ergenliğe kadar, onlara en iyi eğitim vermenin yolu oyunlardır. Çocuklarımızla iletişimimizin en etkili yöntemi olan oyunlar, çocuğumuzun bilgi ve becerilerini geliştirir. Gelecek yaşamda, çocuklarımızın girişken, özgüveni yüksek, uyumlu, doğayla barışık bireyler olmalarındaki en büyük faktördür. Aynı zamanda, gelecekteki davranış biçimlerini yönlendiren, hayatını her anlamda etkileyen psikolojik, fizyolojik ve sosyal tüm etkenlerin başlangıcıdır. Ebeveyn ve eğitimcilerin üzerine düşen, oyun ve oyuncak seçiminde onların, kendilerini özgür hissetmelerine ve onların yeteneklerini keşfetmelerine olanak sağlamaktır. Yeni doğan bebeklerin, renkli çıngıraklar, dönen ve ses çıkaran plastik ya da ahşap oyuncaklar ilgisini çekebilir. Bu oyuncaklar bebeğin algılarını açar ve gelişim sürecinde önemli bir rol oynar.
22
PsikoÇocuk / Nisan 2015
2 yaş ve üstü bebeklerde, oyuncak legoları birleştirmek ya da takıp çıkarmak gibi yeteneklerini gösterebilecekleri oyun ve oyuncakları tercih edebilirler. 4-5 yaş aralığındaki çocuklar, oyuncak bebekler ya da arabalarla oynamak isterler. Onların hayal dünyalarında ve özendikleri ya da kurguladıkları oyunlar arasında, evcilikte annebaba, doktorculukta doktor-hemşire gibi çeşitli karakterler yer alabilir. Okul öncesi dönemde ise, çocuklar resim çizme, masal dinleme, kağıtlardan nesne oluşturabilme gibi etkinliklerde bulunabilir ve bunları sergileyebilirler. Kendi yaptıkları şeyleri göstermekten ve beğeni almaktan hoşlanırlar. Boyama kitapları, boyalar ve resim defteri gibi gereçler tercih edilebilir. Çocuğunuzun her yaş dönemi aralığında edindiği beceriler, elbette onların ilgi duyduğu
Çocuğun ev ortamından uzak her alanda, oyunlardan öğreneceği bir çok şey olacaktır. Çevreden ve oyun arkadaşlarından, psikolojik olarak pozitif yönde etkilenecek ve paylaşmayı öğrenecektir. Tabi ki, ailelerin hijyen hususunda bu alanlarda daha fazla titizlik göstermesi gerekmektedir. Bunun en basit yolu çocuğumuza sıklıkla hijyen kurallarını hatırlatmak ve el yıkama alışkanlığını kazandırmaktır.
oyun ve oyuncakları belirler. Çocuğunuzun yaratıcılığı veya el becerisi bu anlamda gelişmiş olur ve ilgi duyduğu alanlar size bir yön çizer. Okul dönemi öncesi ve okul dönemindeki çocuklara tavsiye edilebilecek en güzel oyuncak, renkli ve eğlenceli boyama ya da masal kitapları olabilir. Oyun hamurları, boyalar, renkli kağıtlar gibi gereçler çocukların kendilerini ifade etmelerinde en kolay ve en güzel yol olarak tercih edilebilir. İlgi duydukları alanlarda onlarla iletişime geçip sohbet etmek, onların kelime dağarcığını geliştirme ve kendini kolay ifade edebilme gibi yeteneklerini ön plana çıkaracak, aynı zamanda da hızlı bir ilerleme kaydedilecektir.
Çocukların oyun ve gereçleri olan oyuncaklardan bahsederken, ele alınması gereken bir konu da yer veya mekanlardır. Yani çocuklarımızın oyun alanları... Çocuklarımızı evlerimize, odalarına kapatmak son derece yanlıştır. Sıklıkla trafiğe açık alanlarda, sokaklarda, şehrin gürültülü ve kirli alanlarında oyun oynamak zorunda kalan çocuklarımıza doğayı tanıtmalı ve onların temiz hava almalarını sağlamalıyız. Yakınlardaki park ve çocuklar için düzenlenmiş, trafiğe kapalı oyun alanları tercih edilmelidir. Hafta sonları ormanlık ve piknik alanlarında çocuğunuzun özgürce hareket edebileceği yerler de kesinlikle çocuğunuzun doğayla iç içe olmasında önemli bir yer teşkil etmektedir. Böylece, bu alanlarda bisiklete binebilir, istediği gibi top oynayabilir ya da ip atlayabilirler. Bengü Aytem PsikoÇocuk / Nisan 2015
23
SERT
TİFİKAPRESS EĞİTİM AKADEMİSİ *Dil Eğitim Sertifika Programları *Bilgisayar Eğitimi Sertifika Programları *Kişisel Gelişiminize Destek Olacak Sertifikalar *Mesleki Sertifika Programları *Tıbbi Sertifika Programları *Ücretsiz Sertifika Programları ...ve daha birçok içerik ile Türkiye’nin yanındayız! SertifikaPress Türkiye’nin ilk uluslararası akreditasyona sahip online eğitim kurumudur. Tüm eğitim ve sertifikalarımız uluslararası düzeyde onaylanarak akredite edilmektedir. Uluslararası akreditasyon belgesi ve denetleme işlemleri Amerika Birleşik Devletleri’nde resmi olarak onaylı ve 1870 yılından beri faaliyetlerine devam etmekte olan American Association for Higher Education&Accreditation (Amerikan Yüksek Öğrenim ve Akreditasyon Kurumu- AAHEA) tarafından yürütülmektedir.
www.sertifikapress.com.tr Tıklayın, Hayallerinizi Gerçekleştirelim...
Evlilik mi? Ama Bu Oyun Değğil! “Ben 14 yaşında evlilik yaptım ama nasıl? Evlilik mi, bilmiyorum. Bu evlilik mi? Evlilik nasıl bir şey yani? 14 yaşındaki bir insandan ne bekliyorsun ki?” (Türkiye) “Yarın öbür gün ya benim ya onun gözü dışarı kayarsa bu bizim evliliğimizin temeli bozuk olduğundan gelir. Çünkü hiçbir şey yaşayamadık, işte gözümü onunla açtım ve ben yoruldum. Yedinci yılım bitti, ben çok yoruldum. 18 yaşımda antidepresan ilaçları kullanmaya başladım, 5 senedir uykusuzluk problemi yaşıyorum.” (Türkiye) Evsiz olduğumuz için annem evlenmeme karar verdi. Babam ölmüştü. Babaannem ise bizi evinden atmıştı. Evliliğim annemin sorumluluğunu azalttı. Bizim için bir kurtuluş oldu.” (Pakistan) “Evli kadın, okula gitmez. Utanır. 14 yaşında evlendim. Okul hayatım bitti. (Gürcistan)
26
PsikoÇocuk / Nisan 2015
U
Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezi (ICRW) verilerine göre her yıl 10-12 milyon kız çocuğunun erken yaşta evlendirildiğini ortaya koymaktadır. Erken yaşta yapılan evliliklere ilişkin araştırmalar, sorunun Afrika’da ve Güney Asya’da yoğunlaştığını, Avrupa’da %10’larda seyreden oranın Afrika ve Güney Asya’da yüzde 70’lere ulaştığını, Nijer’de yüzde 75, Çad’da yüzde 72 ve Bangladeş’te yüzde 66’lara vardığını göstermektedir. Plan International Örgütü’nün yaptığı araştırma sonuçlarında da, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa ülkelerinde de yüzde 17’lik oranla en yüksek erken evlilik oranının Gürcistan’da görüldüğü, ikinci sırada yüzde 14 oranıyla Türkiye’nin olduğu, bunu yüzde 10 oranıyla Ukrayna’nın izlediği, İngiltere ve Fransa’da ise erken evlilik oranının yüzde 10 civarında olduğu saptanmıştır. Erken yaşta evliliklerin nedenlerine bakıldığında, ailenin, bireyin ve içinde yaşanılan toplumun sosyoekonomik ve kültürel yapısının, aynı zamanda yasal düzenlemelerin yetersizliğinin çocuk evliliklerinin yapılmasına ortam hazırlayabildiği
görülmektedir. Ailelerindeki eğitim durumu ve gelir düzeyi düşük olan kız çocuklarının erken yaşta evlendirilme riski oldukça yüksektir. Çocuğun eğitim düzeyinin düşük olması da onun erken yaşta evlendirilmesi için bir risk faktörü olabilmektedir. Erken yaş evliliklerinin bir diğer önemli nedeni ise, aile içi şiddet ve baskıdır. Ailesinde şiddet ve baskıya maruz kalan çocuklar evliliği bir kurtuluş olarak görebilmektedirler. Bu bireyler aile içi şiddet ve baskıdan kaçınmak amacıyla evliliği tercih edebilmektedirler. Toplumun kültürel yapısı, örf ve adetleri de çocukların erken yaşta evlendirilmesinin bir diğer nedenidir. Başlık parası, berdel, beşik kertmesi gibi uygulamalar çocukların erken yaşta evlendirilmesine neden olabilmektedir. Buna bağlı olarak, toplumda evlilikle ilgili var olan inanışlar da bu uygulamayı desteklemektedir. ‘‘Evde kalmış kız’’, ‘‘Kızın ayağı yere değiyorsa evlilik zamanı gelmiştir.’’, ‘‘Kızı gözü açılmadan evlendir ki, uyumlu ve itaatkar olsun.” gibi inanışlar buna örnek verilebilir. Ayrıca toplumsal Birleşmiş Milletler, erken yaş evliliklerini “kız cinsiyet rollerine ilişkin bakış çocuklarını vuran köleliğin açıları de erken yaşta evliliğe yol açabilmektedir. modern biçimi” olarak tanımlamaktadır. Kadının korunması gereken bir varlık olarak ele alınması, kadının kendini koruyamayacağı
düşüncesi, namusunun erkeğin korumasına bırakılması bu bakış açısının bir sonucudur. Ayrıca kızların evlilik öncesi cinsel ilişki yaşamasını engelleme ve cinselliğin yalnızca evlilik içerisinde yaşanması gerektiğine ilişkin tutumlar da bir başka neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Nedenleri ne olursa olsun, çocuk kadınlar ve çocuk annelerden oluşan bir aile yapısının kişisel ve toplumsal sorunlara yol açtığı birçok araştırma sonucu ortaya konulmuştur. Çocukluğa ilişkin gelişim dönemleri, bebeklik, erken çocukluk, geç çocukluk ve ergenlik olarak sınıflandırılmaktadır. Günümüzde çocuğun gelişiminin tamamlandığı ergenlik döneminin 20’li yaşların içine uzandığı kabul edilmektedir. Ergenlik dönemi, duygusal oluşumların, zihinsel değişimlerin, fiziksel olgunlaşmanın yaşandığı bir süreçtir. Ergenlik döneminin başlangıcı 10 yaşından 12 yaşına kadar sürebilir; tamamlanması ise 1820/22 yaşına kadar devam edebilir. Ergenliğe girmiş olmak ve bu yaş dönemine özgü fizyolojik değişimleri yaşamak yetişkinlik anlamına gelmemektedir.
Ergenler, fiziksel ve ruhsal incinmelere yetişkinlere göre daha hassastır. Bu dönemde yaşanacak olumsuzluklar tüm yaşamlarını etkileyebilir. Ergenlik dönemi, çocuğun zihinsel, ruhsal, duygusal, sosyal açılardan olduğu gibi cinsel yönden de gelişimini sürdürdüğü bir dönemdir. Bu dönemde çocuk henüz olgulaşmamıştır ve kimliği oluşmamıştır. Böylesine kritik değişimlerin yaşandığı bir dönemde çocuğun korunduğu, kollandığı, güvenli bir aile ortamı içerisinde gelişimini sürdürmesi gerekir. Çocuğun henüz ruhsal ve bedensel olgunlaşması tamamlanamadığından, çocuk başka bir ailenin sorumluluğunu üstlenmeye de hazır değildir. Ruhsal ve bedensel gelişimini tamamlamamış bir çocuğun zamanından çok önce altından kalkamayacağı bir yükün altına sokulması, baş edemeyeceği yaşantılarla karşılaştırılması onun ruhsal ve bedensel hastalıklara açık duruma getirilmesi demektir. Zamanından önce yükleneceği eş ve anne rolü, cinsel ve toplumsal boyutları bakımından çocuğu ciddi anlamda örseleyecektir. Çocuğu eş ve anne olmaya zorlamak ya da yönlendirmek, onun cinsel, ruhsal ve fiziksel istismarı tanımı kapsamına girmektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1. Maddesi uyarınca 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır. Çocuklar, özel ilgi ve yardıma hakkı olan, özel güvence ve
korunma gereksinimi duyan bireylerdir.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
27
E
Erken yaşta evlendirilen çocuklarda süreç içerisinde travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, kaygı bozuklukları gibi ağır ve kronik ruhsal bozukluklar gelişmekte, intihar eğilimleri artmakta, çocuğun yaşamsal işlevleri önemli ölçüde bozulmaktadır. Zorla da olsa rızayla da olsa erken yaşta evlilikler hem erkek hem kadın için bir travmadır. -Erken yaşlarda yapılan evliliklerde eş ve anne rolünü benimsemeye ruhsal ve duygusal yönden hazır olmayan genç kızların doğacak bebekleriyle ilişkilerinde de sorunlar ortaya çıkmakta ve bebeğin sağlıklı gelişimi açısından büyük öneme sahip olan anneçocuk arasındaki bağlanma süreci zedelenmektedir. Bu durum bebeklerin fiziksel ve duygusal istismarı ve ihmaline de yol açmaktadır. Olumsuz seyredecek olan ergen yaştaki anne ile bebek ilişkisinin bebeklerde ciddi ruhsal ve gelişimsel bozukluklara yol açtığını gösteren çok sayıda bilimsel çalışma vardır. -Erken yaşta evlilikler, erken yaş gebelik ve doğumlarına da neden olur. Erken yaş gebeliklerinde anne ve bebeklerin hastalanma, sakatlanma ve ölüm riskleri artar. -Erken yaşta evlilik, evlilik sorumluluğu üstlenen çocuğun okuluna gitmesini ortadan kaldırarak eğitim hakkının engellenmesine neden olacağı gibi, sağlıklı yaşama hakkı, üretime katılma yani çalışma hakkının da elinden alınmasına yol açmaktadır. -Erken yaşta yapılan evlilikler, genelde yasal olmayan evlilikler şeklinde olduğu için bireyin medeni nikahla kazanacağı haklarından mahrum kalmasına yol açmaktadır.
28
PsikoÇocuk / Nisan 2015
-Kişilerin, evlilik sorumluluklarını taşımada zorlanmalarına, evliliğe uyum sorunu yaşamalarına, mutsuz bireyler olmalarına ve boşanmalarına yol açmakta, yeni kuracağı evlilikleri etkilemekte, kadını “el artığı”, “kullanılmış mal” gibi sıfatlara maruz bırakmaktadır. -Erken evlilikler, kişinin statü kaybına uğramasının ve daha yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasının da bir nedenidir. -Kız çocuklarının erken yaşta zorla evlendirilmeleri kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte, şiddete karşı korumasız hale getirmektedir.
a d r a şl er, a y en vlilikl a k r E ne d n ı t ıla haya yol p a y rın re ir. e l a k kl li ris kted u c ço nem ilme b ö aça
!
-Bu evliliklerde aile içi şiddet oranları yüksektir. Çocuğun evlilik içi tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalma tehlikesini de arttırmaktadır.
Çocuğun insanca yaşama hakkını elinden alan bu uygulama, bir çocuk hakları ihlali ve istismarı olup, çocuğa yönelik şiddettir. Çocuklara çocukluklarını yaşayabileceği bir dünya vermek en temel evrensel değerdir. Unutulmamalıdır ki, evlenince oyun biter!!!
Psikolog Saniye Ceylan Enez
PsikoÇocuk / Nisan 2015
29
Çocuklarımızın
DİJİTAL Sürekli yenilenen ve içeriğini Ipod, mobil telefonlar, video oyunları, anlık mesajlaşma, interaktif çok oyunculu video oyunları, sanal siteler, sosyal ağlar ve elektronik postaların oluşturduğu günümüz teknolojisi, 21.yy gençleri için vazgeçilmezdir. Teknolojiler, çoklu medya ortamlarına her yerden ve farklı şekilde erişim kolaylığı sunmakta, sosyal ağlara katılım her gün daha da artmaktadır. Teknolojinin sunduğu bu kolaylıklar, gençlerin medya uyaranlarıyla daha fazla zaman geçirmelerine sebep olmaktadır. Günümüzde gençlerin elektronik medyayı nasıl kullandığı ve hayatlarının bundan nasıl etkilendiği konusu üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Teknoloji, bir yandan gençlerin daha kaliteli eğitim almasını sağlayan veya sosyal iletişimlerini güçlendiren bir özellik taşırken, diğer yandan şiddet unsurları içeren, yabancılarla tehlikeli iletişim ortamları yaratan ve çocukları daha savunmasız yapan bir araç niteliği de taşıyabilmektedir. Bu nedenle, gençlerin teknolojiyi kullanımı, özellikle ebeveynleri, politikacıları, eğitimcileri doğrudan ilgilendirmektedir. Elektronik medya, artık çocukların ve gençlerin hayatında vazgeçilmez bir unsur halini almıştır.
30
PsikoÇocuk / Nisan 2015
Hayatını Şekillendiren
L MEDYA Bu durumun, çocukların okul başarıları, düşünsel gelişimleri, okul dışı aktiviteleri, yaşıtlarıyla ve ebeynleriyle ilişkileri ve diğer yaşam alanları üzerindeki etkisi göz ardı edilemez. Bu etki yalnızca bu alanlarla sınırlı olmayıp, çocukta, öfke, korku, endişe gibi duyguları da tetikleyebilmekte, çocuğun riskli davranışlar göstermesine (maddeye yönelme, erken cinsel deneyimler, hırsızlık gibi) yol açabilmekte ve sağlıklı yaşam tarzı seçimi gibi eğilimleri üzerinde bozucu etki yaratabilmektedir. Medya teknolojisinin etkisinin sorgulanması gereken yanlarından bazıları, bireyin düşünsel gelişimi, akademik başarısı, öğrenme şeklini etkileyip etkilemediği veya okullarda öğretim aracı olarak kullanımının sonuçları gibi alanlardır. Etkinin belirlenmesinde bireyin yaşı ve medyanın içeriği önemli rol oynamaktadır. Okul öncesi dönem çocukları için elektronik medya eğitimden çok eğlence amaçlı kullanılmaktadır. Daha ileri yaşlardaki çocuklar ise farklı medya tekniklerini hem eğlence, hem eğitsel, hem de sosyal paylaşım açısından kullanabilmektedir. Bazı oyunların belirli kullanımlarının, kişinin görseluzamsal yeteneği üzerinde olumlu etkiler yaptığı görülmektedir. Bunun yanında medyaya fazla maruz kalma ile okul başarısının düşmesi arasında bir bağlantı da söz konusudur. Diğer taraftan okullarda kullanılan medya
teknolojisinin geleneksel yöntemlerden daha etkin olduğu konusunda da tartışmalar devam etmektedir. Ancak, boş zamanlarda medya kullanımının, öğrenmeye ve başarıya olumlu katkıları olduğu kabul edilen bir gerçektir.
Medyanın olumlu etkilerinden biri de, olumlu sosyal davranışı teşvik etmek için tasarlanmış programların, kişileri başkalarını düşünmek, işbirliği yapmak gibi davranışlara yöneltebiliyor olmasıdır. Ancak bazı programların çocuklara endişe, korku gibi olumsuz duyguları aşıladığı, 3-8 yaş arası çocukların fantastik kötü karakterlerden korktuğu, daha büyük çocukların ise şiddet sahnelerinden etkilendiği görülmektedir. Şiddet içeren medyaya maruz kalan çocuk, dış dünyayı tehlikeli olarak algılamakta, güvenlik duygusu sarsılmaktadır. Yaşça daha büyük çocuklar ve gençler için medya teknolojisi, yaşıtlarıyla ve ebeveynleriyle iletişimin bir parçası durumundadır. Çevrimiçi iletişim gençleri sosyal izolasyona itmektedir. Bu olumsuzluklarına rağmen, medya kullanımının olumlu yanlarının olumsuz yanlarından daha fazla olduğu kabul edilen bir olgudur. Yetişkinler, medyayı tanıdıkları insanlarla iletişim kurmak için kullanıyorken, çocuklar ve gençler tanımadıkları insanlarla da iletişim kurmak için kullanmaktadır. Medya teknolojisinin gençler üzerindeki olumsuz etkilerine; alkol ve sigara
tüketiminin artması, obezite, cinsellikte artış ve suça teşvik edici şiddet gösterilebilir. Buna karşın medyanın, sosyal pazarlama kampanyalarıyla, sağlıklı davranış tarzını destekleyici yönde kullanılabileceğini öngören araştırmalar da vardır. Tütün kullanımının kontrol altına alınması, fiziksel aktivitenin arttırılması, olumlu beslenme alışkanlıklarının kazandırılması, sosyal pazarlamanın yürüttüğü iyi örneklerdendir. Reklam, ürün yerleştirme ve ürün bağlantısı gibi etkinlikler, çocukların medya ortamında ürün tüketimini arttırma amaçlı kullanılmaktadır. Genç tüketiciler reklamları tüketimi arttırmaya yönelik araçlar olarak algılamaktan çok uzak bir bakış açısı içindedir. Aksine reklamları bilgilendirici olarak görmektedirler. Yaşça daha büyük çocuklar, durumun farkında olmalarına rağmen, gizli pazarlama tekniklerine karşı zayıf kalmaktadır. Geliştirilen yeni teknolojiler, bu teknolojilerin kullanım kolaylıkları ve farklı formlarının yanında, bu teknolojilerin nasıl ve ne amaçla kullanıldığı temel sorunlardan biridir. Yetkililerin ve ebeveynlerin, mevcut araçların, gençlerimiz ve çocuklarımızın hayatlarının şekillenmesindeki önemini kavraması ve özellikle medya içeriğinin olumlu bir güç haline getirilmesini sağlayacak önlemler alması son derece önemlidir.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
31
Soru&Cevap
Çocuklarda Tırnak Yeme Alışkanlığının Nedenleri Nelerdir? Tırnak yeme özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde çok sık görülen, bir takım korku, kaygı, baskı ve duygusal çatışmalar sonucu ortaya çıkan bir alışkanlıktır. Ailenin disiplin anlayışının katı ve sert olması, ceza yönteminin kullanılması, çocukla bağırarak, azarlayarak bir iletişim biçiminin sürdürülmesi, yetersiz ilgi ve sevgi, çekingenlik, kıskançlık, anne baba kavgaları, aile içinde tırnak yiyen birinin olması bu alışkanlığa yol açabilir. Tırnak yeme, çocuğun kendini güvende hissetmediği durumlarda daha çok gözlenir. Çocuk, kendisini yalnız hissedince, kaygı ve korkusu artınca tırnaklarını yer. Kendini ifade edemeyen, istek ve duygularını açıklayamayan, çevresinden ilgi ve onay görmeyen çocuklar da bu yönteme başvurabilir. Çocuğun bulunduğu ortamda çocuğu tedirgin edecek durumların artması, uyku problemlerinin olması, okul ya da arkadaş ilişkisindeki başarısızlık da bu davranışı arttırabilir.
32
PsikoÇocuk / Nisan 2015
Tırnak Yeme Alışkanlığı Nasıl Önlenir? 3-4 yaşına kadar, bu alışkanlığın görmezlikten gelinmesi en uygun yoldur. Yapılacak şey, çocuğu tırnak yemeye iten nedenleri araştırmak ve bunları ortadan kaldıracak önlemler almaktır. Cezalandırma, korkutma, alay etme yoluna gidilmemelidir. Çocuğun kaygısını ve korkusunu yükseltecek ortamlardan uzak tutulması, televizyonda bu duyguları tetikleyen programlar izletilmemesi, bilgisayar oyunlarının içeriğinin çocukta olumlu duygu yaratacak nitelikte olmasının sağlanması bir başka yoldur. Çocuğun yaş grubuna uygun bir dille tırnak yemenin sakıncalarının anlatılması olumlu katkı sağlayacaktır. Çocukların ellerini kullanabileceği faaliyetlere yöneltilmesi, buna uygun oyunlar seçilmesi çocuğa güven verecektir. Tırnaklar uzayınca kesilmeli, çocuğun el ve tırnak bakımı ihmal edilmemelidir.
Soru&Cevap Genel Tıbbi Bir Duruma Bağlı Olmayan
Enürezis (altını ıslatma) Nedir? Çocuklar ancak 3-5 yaşlarına gelince, gece gündüz idrarını kontrol edebilecek bedensel bir olgunluğa ulaşır. Enürezis ise, takvim yaşı en az 5 ve üzeri olan çocuklarda görülen, yatağa ya da giysilere yineleyen bir biçimde istemsiz ya da amaçlı olarak idrar kaçırmadır. Enürezis, en az ardışık 3 ay, haftada iki kez ortaya çıkan bir sıklıkta olan, belirgin bir sıkıntı doğuran ya da toplumsal alanlarda bozulmaya yol açabilen bir durumdur.
Nedenleri -Aşırı baskı ve korku altında bulunma, -Ailede ya da yakın akrabalarda altını ıslatma problemi yaşayan birinin olması, -Sevgi, ilgi, şefkat ihtiyaçlarının karşılanamaması, -Temizlik konusunda aşırı baskı yapılması, aşırı titiz, aşırı düzenli bir ebeveynin varlığı, Enürezisin en temel nedeni soya çekim etkeni olup, yukarıdaki nedenlerin yanı sıra psikolojik bazı durumlar da bu davranışa yol açabilir. Şöyle ki; -Kıskançlık, yeni bir kardeşin doğması, -Ebeveynin eğitim anlayışının baskıcı ve katı olması, -Şiddet, ihmal ve istismar,
Neler Yapılabilir?
-Bu durumun çocuğu da üzdüğünü ve utandırdığını unutmadan yaşanılan problem karşısında çocuğa anlayışlı davranmak, -Katı, otoriter eğitim ve disiplin anlayışını esneterek çocuğa güven duygusu vermek, -Çocuğu başkasıyla kıyaslamamak, utandırmamak, alay edip aşağılamamak, korku uyandırarak çocuğu sindirme yoluna gitmemek, -Sevgi, ilgi, kabullenme ve destek davranışlarının sürekliliğini sağlamak, -Çocuğun uygun davranışı karşısında olumlu geri bildirim sunmak, -Tuvalet eğitimini bir buçuk iki buçuk yaşları arasında uygulamak, çocuğa bu eğitimi
verirken, aşırı katı ve baskıcı davranmamak, aynı zamanda aşırı hoşgörülü davranıp disiplinsiz olmamak, -Gece sıvı kısıtlaması yapmak, akşam yemeklerinden sonraki sıvı tüketimini aza indirmek, -Yatmadan önce çocuğun tuvalete gitmesini sağlamak, gece tuvalete götürmek, -Çocuğun altını bezlememek, yatağa naylon sermemek, çarşafları sık değiştirerek çocuğu temiz ve dikkatli olmaya özendirmek, -Çocuğun problemle ilgili sorumluluk almasını sağlamak, yatağını ıslatmadan kalktığı günler için memnuniyeti bildirmek, -Gerektiğinde bir uzman yardımı almak, PsikoÇocuk / Nisan 2015 33
Sosy alizas
yon
Toplumsallaş m
a
Çoc
uk
34
PsikoÇocuk / Nisan 2015
Toplumun Bir Parçası Olarak Çocuk
Toplumsal yaşam, bireyin, bir bütünün parçası olmasını, bütünün kültürünü ve değerlerini benimsemesi ile yapılanan karakterini içeren bir süreçtir. Bireyin, ait olduğu topluma uygun düşünüp hareket etmesini gerektirir. Örneğin vejetaryen bir gruba üye olan bireyin, et yemesi sosyalizasyon sürecine uygun düşmeyen bir davranıştır. Sosyalleşme süreci, karakterin sosyal yaşamla şekillendiği fikrine dayanır. Karakter, diğerleriyle iletişim kurarak ve öğrenerek geliştirilir. Sosyal dünyayı oluşturan kurallar öğrenildikçe, bazı kurallar sorgusuz takip edilir, bazıları sorgulanır, bazıları da bozulur. Sosyalleşme, bireylerin benzer sosyal davranışları sergiliyor olmalarını açıklamaktadır. Sosyalleşme süreci, her birey için farklı işler ve her bireyle etkileşimi farklı yönde gelişir. Bu fark gözardı edilmeden, ortak özellikler üzerinde durulur. Sosyalizasyon, yetişkinlerin olduğu kadar çocukların da davranışsal özelliklerinin anlaşılmasında kullanılabilecek sosyal bir süreçtir.
Bebek Olmak
Bebeğin toplumla hiçbir alışverişi olmadığını görürüz. Bebek dış dünyadan çok açlık, fiziksel rahatlık veya rahatsızlık gibi durumlara duyarlıdır ve kendi bedeni ile iletişim halindedir. Işık-karanlık, soğukluk-sıcaklık gibi dış uyarıcıları algılar. Bebeğin, sonsuz gibi görünen sosyallikten uzak deneyimleri mevcuttur. Diğer taraftan sosyalleşmenin doğumla başladığını söyleyebiliriz. Bebeğin çevresi diğer insanlarla çevrilidir. Bir süre sonra insanların farkına varacak ve kendisi için önemli olanların ayrımını yapmaya başlayacaktır. Bununla birlikte bebeğin sosyal olmayan deneyimi, toplumun diğer üyeleri tarafından kontrol edilir. Yine de bebeğin sosyal deneyimini, sosyal izole kategorisine dahil edemeyiz. Hatta onun için bireylerle olan deneyimi, diğer tüm deneyimlerinden daha çok şey ifade etmektedir.
Mutlak Modeller
Sosyalizasyon, bireyin toplumun bir üyesi olduğunun öğretilmesi ve sosyal modellerin davranışlara kazandırılmasıdır. Bu süreç organizmanın, psikolojik müdahalesiyle işler. Bireyin gelişiminde son derece güçlü ve önemlidir. Bu süreçte empoze edilen modeller, çocuğun yetiştirilmesinden sorumlu yetişkinin bireysel özellikleriyle birlikte, söz konusu yetişkinin üyesi olduğu çeşitli grupların özelliklerine de bağlıdır. Dolayısıyla çocuğun davranış modelleri, Asyalı veya Avrupalı olmasının yanında, alt veya üst gelir gruplarından hangisine ait olup olmadığına göre de değişir. Mutlak modeller, iki basit gerçeğe dayanır; yetişkinlerin çocuk üzerindeki gücü ve çocuğun alternatif modellerden haberdar olmaması. Bu konuda iki farklı düşünce söz konusudur; 1-Çocuk, hayatının bu aşamasında yetişkinleri kontrolü altında olarak görmektedir. Çünkü yetişkinler onların ihtiyaçlarına çok duyarlıdır. 2-Çocuk, kendini sürekli tehdit altında hissetmektedir. Çünkü, yetişkinlere fazla bağımlıdır. Yetişkinlerin ezici bir güce sahip oldukları kesin, çocuk dirense bile sonuçta yetişkinin istediği olacaktır. Korktuğu ve ödüllendirildiği her şey yetişkinlerin kontrolündedir. Ayrıca çocuk alternatif uygulamaları zaten bilmiyordur. Alternatiflerin varlığını, ebeveynlerinin yarattığı dünyanın, sosyal modellerin ve sosyal dünyaların zamanda ve mekanda göreceli olduğunu keşfettiğinde anlayacaktır. PsikoÇocuk / Nisan 2015
35
Çocuk Yetiştirmek
Dil, Düşünme, Yansıma ve Yanıtlama
Çocuğa empoze edilen sistem ödül ve ceza ile kontrol edilir. Daha iyimser bir yaklaşımla sosyalizasyonu, çocuğun kendisine uygun şekilde, gelişimine izin verilen dünyaya kabul süreci olarak alabiliriz. Bu anlamda sosyalizasyon, çocuğun tüm bir insan haline gelmesinin ve bireysel potansiyelini gerçekleştirmesinin önemli bir aşamasıdır. Çocuk, ebeveynlerinin üyesi olan dünyayı önce yabancı, güçlü ve bilinmeyen gerçeklik şeklinde algılar. Sosyalizasyon süreci boyunca bu dünya anlaşılır hale gelir. Parçası olmaya başladığında bu dünya artık onun da dünyasıdır.
Sosyalleşmenin ilk basamağında dil bulunur. Bahsettiğimiz, sosyal olarak kabul edilen anlamların nakledilmesi ve unutulmamasıdır. Çocuk, soyut düşünebilme yani zihni anlık durumların ötesine taşıyabilme yetisi edinir. Çocuğun refleks yeteneğinin gelişmesi, dil öğrenimiyle oluşur. Geçmiş deneyim düşünülüp gerçekliğe entegre edilir. Şimdiki deneyim, geçmiş deneyim çerçevesinde yorumlanır ve gelecek deneyim imgelenmekle kalmaz aynı zamanda planlanır. Bu yansımayla çocuk, karakter olarak kendinin farkına varır. Diğer bir ifadeyle çocuğun dikkatinin dış dünyadan kendisine çevrilmesi süreci başlar. Sosyalizasyonun çocuğa şekil verdiği ve bir kalıba soktuğu yaygın bir kanı olmakla birlikte, çocuğu şekillendiren toplumdur. Bu şekilde kalıba sokulmuş olmak, grubun üyesi olmasını sağlar. Bunu, tek taraflı bir süreç olarak görmek yanlış olur.
Çocuk direnir, katılım gösterir veya belirli ölçüde iş birliği yapar. Bu süreçten sosyalleştirilen kadar sosyalleştirenler de etkilenir. Ebeveynler, mevcut modeller veya kendi onayladıkları modeller çerçevesinde çocukları şekillendirirken kendileri de değişirler. Çocuğun karşılıklılığında dünyaya karşı kendi adına davranması vardır. Çocuğun yanıt verdiği nokta burasıdır. Bu durumda sosyalizasyonun sınırlarını anlamak önemlidir. Sınırlar, çocuğun organizmasından kaynaklanır. Dünyanın herhangi bir bölgesinden henüz bebekken bir çocuğu alıp, tamamen farklı bir bölgede toplumun bir parçası olarak yetiştirebilirsiniz. Değerlerini, dilini, geleneklerini öğretebilirsiniz ama her çocuğa müzik dehası olmayı öğretemezsiniz. Bugünkü bilimsel bilgi düzeyimiz sosyalizasyonun kesin sınırlarını belirlememize izin vermemektedir.
Biyolojik Büyüme Biyolojik büyüme ve sosyalizasyon arasında bir paralellik vardır. Organizmanın gelişmesi, sosyalizasyona sınırlar koyar. 2 yaşında bir çocuğa matematik öğretemezsiniz. Hayatın tüm evrelerinin biyolojik evrelere dayandığını söylemek de yanlıştır. Bu, doğumdan ölüme hayatın her evresiyle ilişkilidir. Ancak çocukluk dönemi için söylenebilir. Biyologlar ve psikologlar kendi tanımlarını oluşturabilirler. Bu psikolojik ve biyolojik sınırlamalarla birlikte, çocukluk döneminin sosyal yapılanma meselesi olduğu unutulmamalıdır. Çocukluk dönemi kavramı, bugün kabul edilen tanımını, modern dünyaya borçludur. Batı tarihinde yeni kabul edilen tanımıyla, çocukluk, özel ve korunaklı bir yaştır. Çocukluk dönemi ifadelerimizde yer alan bir çok tanımıyla birlikte yasalarımızda da yerini korur. Yakın zamana kadar çocuk, küçük yetişkin olarak görülüyordu. Yetişkin modellerinin küçük versiyonlarını giyiyorlardı. Çocukluk döneminin hayatın özel bir dönemi olduğunun ayrımına varılması ve literatüre geçirilmesiyle birlikte, çocuklara özel kıyafetler tasarlanmaya başlandı. Çocukların masum olduklarının kabul edilmesi, hayatın belirli alanlarından korunmalarını sağladı.
36
PsikoÇocuk / Nisan 2015
İçselleştirme İçselleştirme, üyesi olunan sosyal toplumun kabul ettiği bir şeyin, birey tarafından benimsenmesidir. Karşılıklılık ve yansıtma sırasında, bireyin üyesi olduğu sosyal dünya ve bireyin iç dünyası arasında, belirli bir simetri kurulur. Vicdan, önceden dış dünyadan gelmiş olan ahlaki komutlar ve yasakların içselleştirilmesidir. Sosyalizasyon süreci boyunca, çocuk bu ahlaki normlarla özdeşleşir. Özdeşleştikçe içselleştirir. Önceleri kendisine annesi veya kendisi için önemli farklı biri tarafından söylenen “yapma, gitme” gibi söylemleri, kendi kendisine söylemeye başlar. Zihninde sabitleşir, iç ses haline getirir ve sonunda bu söylemler kendi vicdanı haline gelir. Çoğu zaman, çoğu birey kendini kontrol edecektir. İçselleştirme bireyi kontrol eder, ayrıca dünyayı ona açar. Onun dış sosyal dünyanın bir parçası olmasını sağlarken, ona zengin bir iç dünyası da sunar. Diğerlerinin seslerini içselleştirerek kendimizle iletişim kurarız. Kendimizi keşfetmemizi sağlayan diğer insanlardır.
Kimlik Edinmek
Kendi’nin sosyalleştirilen tanımı, kimliktir. Her topluluğun anne, baba, hırsız, öğretmen, çocuk gibi kendine ait bir kimliği bulunur. Bu kimliklerin bazıları doğuştan edinilir, bazıları sonradan edinilir; kız ya da erkek olmak doğuştan edinilen kimli olup, öğretmen ya da doktor olmak çaba sonucu kazanılır. Her durumda kimlik bireyin, topluluğun diğer üyeleriyle etkileşimi sonucu edinilir. Bireyin kimliğini tanıyıp kabul edenler diğer bireylerdir. Örneğin, toplumda doktor olarak tanınmış ancak siyasetçi olmayı tercih eden bireyler vardır ve kişi yeni kimlik edinebilmek adına yeni yollar deneyebilirler. Amaç, diğerlerinin arzu edilen kimliği kabul etmesidir.
Bireylerle İlişkiler ve Sosyal Evren
İkincil Toplumsallaşma
Sosyalizasyonun her aşamasında diğer bireylerle yüz yüze iletişim vardır. Mikro dünya makro dünyayla sürekli iletişim halindedir. Başka bir ifadeyle, sosyalizasyon mikro dünyanın sürekli değişim halinde olmasını gerektirir.
Sosyalizasyonun bir sonunun olmadığını söyleyebiliriz. Çocuk, birey olarak toplumun tam bir üyesi haline geldiğinde bile, sosyalizasyon süreci bitmiş olmaz. Erken çocukluk dönemi sonrası sosyalizasyonun baskısı ve kapsamı bulanıklaşır. Araştırmalara göre birincil sosyalizasyon, çocuğun topluluğun parçası olma sürecini içerirken, ikincil sosyalizasyon topluma kabul edilen bireyin kabul edildikten sonraki sürecini içerir. Örneğin her eğitim ikincil sosyalizasyon sürecini içerir. Çoğu zaman bu süreç yüzeyseldir. Örneğin; ev kadını olmak kimliği büyük ölçüde değiştirmez ama politikacı olmak değiştirebilir.
Sosyalizasyon süreci boyunca birey tarafından öğrenilen davranış modelleri, anlık durumun ötesine uzanan genel değerler ve anlamları ifade eder. Örneğin; temizlik alışkanlıkları hem ebeveynlerden hem de dış dünyadan edinilebilecek bilgilerdir.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
37
ERGENLERDE SIFIR BEDEN ÇILGINLIĞI RUH SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR!
Anoreksiya Nervoza-Bulimia Nervoza
a
Pek çok ülke, sıfır beden mankenlerin podyumda boy göstermesini engellemek için, yasa çıkarma yoluna gidiyor. Fransa’nın, aşırı zayıf mankenlerin çalışmasına, yeme bozukluğu sendromu olan, ‘anoreksiya’nın önüne geçmek amacıyla yasak getirmeye hazırlandığı, ülkede 40 bine yakın insanın yeme bozukluğundan muzdarip olduğu, hastalığa yakalananların yüzde doksanını ise ergenlik çağındaki gençlerin oluşturduğu dünya basınında yer aldı. Benzer bir yaklaşım, İspanya’da ve İtalya’da da görülmektedir. İspanya’da düzenlenen dünyaca ünlü defilelerde de “genç kızlara kötü örnek” oldukları gerekçesiyle 36 bedenden aşağı modellere yer verilmemeye başlandığı, aynı uygulamanın İtalya’da da teşvik edildiği, dünyanın birçok ülkesinde obezite mücadelesi kadar, aşırı zayıflama hastalığı konusunda çalışmalar yapılmaya başlandığı gündemin ilk sıralarındaki haberlerdendir.
Anoreksiya Nervoza Nedir? Kriterleri: -Yaşı ve boy uzunluğu için olağan sayılan en az kiloda ya da bunun üzerinde bir vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme, -Beklenenin altında bir vücut ağırlığına sahip olmasına karşın kilo almaktan ya da şişman biri olmaktan aşırı korkma,-Kişinin vücut ağırlığını ya da biçimini algılamasında bozukluk olması, kişinin vücut ağırlığının düşük olmasının önemini inkar etmesi,-Kızlarda, en az üç ardışık dönem adet görememe. Anoreksiya nevroza, gençlerin hem bedensel hem de ruhsal yapısını etkileyen bir bozukluktur. Kızlarda erkeklerden daha sık görülür. Genellikle 15-25 yaş arası yaygın görülmesine karşılık, 9-10 yaşlarına kadar çocuklarda da görüldüğü tespit edilmiştir. Anoreksiya, kişide çarpık bir beden imajına yol açan bir durumdur. Genç, ne kadar zayıf olursa olsun kendini şişman hisseder. Çevresindekilerin zayıf olduğunu söylemesine karşın, aynadaki görüntüsü, gence şişman gelir. Kilo almak ve vücut şekillerini kaybetmek, en temel korkularından biridir. Bu nedenle yediklerini aşırı derecede sınırlandırma eğilimine giderler. Beden ağırlığı normalin altında olmasına karşın, kişi daha çok zayıflamaya çalışır. Normal sınırlarda kiloya sahip olmak, onlar için görüntüyü bozan bir durumdur. Normal kiloda olmayı reddederler.
38
Günlük yaşamları kilo alma veya vermeye odaklıdır. Yedikleri her parçanın kalori hesabını yapabilirler. Yemek yememe yoluna gidebilirler. Yemek, diyet ve kilo konusunda saplantılı bir tutum içindedirler. Yediklerini yakmak için aşırı derecede egzersiz yapabilirler. Hasta bile olsalar egzersize devam ederler. Bulimia nervozada ise, kişi aynı zaman diliminde ve benzer koşullarda çoğu insanın yiyebileceğinden çok daha fazla miktarda yiyeceği belirli bir zaman diliminde yer. Bu sırada yemeyi durduramayacağı ya da ne yediğini, ne kadar yediğini kontrol edemeyeceği duygusu yaşar. Kilo alımını engellemek için de, tıkınırcasına yemek yiyip arkasından kendisini kusturma ya da laksatifler, diüretikler (idrar söktürücü) veya lavmanlar yoluyla yediklerinden kurtulmaya çalışabilir. Anoreksiya, çok değişkenli bir bozukluk olup, fizyolojik ve sosyal pek çok faktörden etkilenebilmektedir. Özellikle cinsel yönden çekici olmanın ve güzellik kavramının zayıf olmakla eş değer tutulduğu ortamlarda bu bozukluk daha sık ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle, medyanın, görsel basının da rolü önemlidir. Zayıflığı özendiren bir algı oluşturma, ergenleri yeme konusunda saplantılı hale getirebilmektedir. Ergenlik
PsikoÇocuk / Nisan 2015
döneminde yaşanan bedenselcinsel gelişmeler ve değişmeler de gencin kafa karışıklığı yaşamasına neden olabilmektedir.Anoreksiya üzerinde, genetik yatkınlığın da rolü vardır. Ailede yeme bozukluğu olan birinin bulunması, riski arttırabilmektedir.Aile içi çatışmalar, ergen ve anne-baba ilişkisinin gerilimli olması, gencin anne ve babasına tepki olarak ya da dikkat çekmek amacıyla yeme sorunu yaşamasına yol açabilir. Boşanma, ölüm, travmatik yaşantılar (istismar ve ihmal edilme) gibi kritik yaşam olayları karşısında duyulan stres de tetikleyici olabilmektedir.Düşük benlik saygısı, mükemmeliyetçi bir kişilik yapısı, kimlik bunalımı, korku, kaygı, üzüntü ve öfke gibi duyguları dışa vuramama, düşünceleri ifade etmede zorlanma, ailenin beklentilerinin ergenin gerçekliğiyle uyuşmaması, diğerlerini memnun etmede yetersizlik duygusu yaşama, çatışmalarla baş etmede zorlanma, bağımsızlık ve bağımlılık arasında gidip gelme gibi nedenler de yeme bozukluğuna yol açabilmektedir. Anoreksiya, kişinin enerjisini azaltan, ruhsal olarak zorlayan bir durum olması nedeniyle, depresyona yol açabilmektedir. Aynı zamanda kişinin dikkati kilo alma ve vücut biçimine odaklandığı için obsesif-kompulsif bozukluğa zemin hazırlayabilmektedir. Düzenli
ve yeterli beslenememe kişiyi aşırı sinirli hale getirdiğinden, sosyal ilişkilerinde sorunlara yol açabilmektedir. Anoreksiya, tedavi edilmesi gereken bir yeme bozukluğudur. Ancak, bu bozukluğu yaşayan kişiler genellikle bir sorun yaşadıklarını kabul etmezler. Çevreden gelen eleştirilere de tepki gösterir, yardıma ihtiyacı olduğunu kabul etmeyebilir. Bu nedenle anne ve babaların bu konuda dikkatli olması, kişiyi tedaviye yönlendirmesi önemlidir. Bunu yaparken, çocuğa önemli olduğu duygusu hissettirilmeli, çocuğun aşırı zayıflığından kaynaklı endişeler açıkça paylaşılmalıdır. Anoreksiyanın tedavisinin gecikmesi halinde ölümcül sonuçlar doğurabileceği, kalp, böbrek, osteoporoz gibi hastalıklara, ayrıca saç dökülmesi, cildin iyi beslenememesi gibi durumlara yol açabileceği unutulmamalıdır. Özellikle ergenlikte yaşanan anoreksiya, bazı fiziksel değişmeleri geciktirebileceğinden büyüme sorunlarının oluşmasına yol açabilir.Bunlara ek olarak, ailede, okullarda ve medyada sağlıklı ve dengeli beslenme yollarının öğretilmesi, aşırı zayıflığı özendirici yayınların dikkatle değerlendirilerek gençler üzerindeki etkilerinin araştırılması uygun olacaktır.
PsikoÇocuk / Nisan 2015
39
40
PsikoÇocuk / Nisan 2015