AkademiPress
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi 2 TUS ve TIP SERİSİ
2010 AkademiPress
Ä°nsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
2
Ä°nsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
3
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
isbn: 978-605-4330-69-0
Bu kitap, Anatomi Bilimine dair, önemli yazar, bilim adamları ve düşünürlerin fikirlerinin değişik bir şekilde irdelendiği konu, araştırma ve çevirileri içermektedir.
4
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Ernst Haeckel
Đnsanlığın evrimi
Almanya Potsdam’da 16 Şubat 1834’te doğmuş olan Ernst Haeckel uzun bir liste avukat ve politikacının soyundan gelmektedir. Babasının kızgınlığı nedeniyle, bilime döndü ve tıptan mezun oldu. 1859’da Đtalya’da, bilim ve sanat arasında tereddütte olduğu uzun bir turdan sonra, zoolojide karar kıldı. Az bilinen bir mikroskobik deniz canlısı grubunun ustaca araştırmasını yaptı: “Radyolarya”. 1861’de Jena Üniversitesinde zooloji eğitimi vermeye başladı. Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı çalışması o aralar henüz almancaya çevrilmişti ve neredeyse tüm çalışma arkadaşlarına karşı Darwinizm savunmasını ele aldı. Evrim üzerine ilk geniş çalışması “Genel Morfoloji” 1866’da yayınlandı. O zamandan beri kırk iki belirgin çalışma yayınlamıştır. Sadece zooloji uzmanı değil aynı zamanda botanik ve embriyolojide de iyi derecede hakimiyeti vardır. “Heackel’ın “Đnsanlığın Evrimi” (antropojenik) genellikle en önemli çalışması olarak kabul edilir. Doğal evrim teorisinin Almanya’da oldukça az destekleyicisinin olduğu zaman, 1874’te yayınlanmış olan çalışma bir anlaşmazlık fırtınasıyla yağmalandı. Ünlü bir eleştirmen bunun Almanya’nın şerefine sürülmüş bir leke olduğunu belirtti; buna rağmen, Đngiliz bilim adamlarının
5
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
elinden çalışma, sıcak bir karşılama gördü. Darwin, Heackel çalışmasını daha önceden yayınlamış olsaydı eğer, “Đnsanın Türeyişi” ni muhtemelen asla yazmamış olacağını belirtti.
I-Đnsan bilimi
Đnsanoğlunun doğal tarihi ya da antropoloji daima en canlı ilgiye neden olmuş olmalıdır ve bilimin hiçbir bölümü insanın kökeni bilinmezliğiyle ilgilenenden daha çekici değildir. Bunu tatmin edici bir getiriyle araştırmak için iki bilimin, ontogeni (ya da embriyoloji) ve filogeni ( evrim bilimi), sonuçlarını birleştirmeliyiz. Bunu yaparız çünkü son zamanlarda embriyonun gelişimi sırasında geçtiği formların yaklaşık olarak geçmişine ait gelişimdeki form serilerine benzediğini keşfetmiş bulunmaktayız. Embriyonik yaşam zaman akışı içinde değiştirildiği için, bu benzeyiş hiçbir şekilde tamamlanmış ve kesin değildir. (sayfa 124) Fakat genel kural şu anda geniş çapta kabul edilir. Bu kurala “biyogenetik kural” demekteyim ve bu çalışmanın akışı içinde ona sıklıkla başvuracağım. Sadece son zamanlarda iki bilim, formların iki serisinin benzeyişlerini açığa çıkarmaya yetecek oranda gelişmiştir. Aristotle embriyoloji için iyi bir zemin sağlamıştı ve bazı ilginç buluşlar yapmıştı; fakat ondan sonraki 2000 yıl bilimde hiçbir ilerleme gözlemlenmedi. Daha sonra reform hareketi bazı araştırma özgürlükleri getirdi ve 17. yüzyılda embriyoloji üzerine birçok çalışma yazıya döküldü.
6
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Yüz yıldan fazla bir süre, bilim kaliteli mikroskopların olmayışı nedeniyle uygulamada kösteklendi. Genel olarak vücudun tüm organlarının boşluğun küçücük bir noktasında, bir jermde toplanmış olarak mevcut olduğuna inanıldı. 18.yüzyılın yaklaşık ortalarında, Caspar Friedrich Wolff gerçek gelişimi keşfetti; fakat çalışması önemsenmedi. Ve sadece elli yıl sonra, modern embriyoloji doğru çizgi üzerinde çalışmaya başladı. K.E. Von Baer döllenmiş yumurtanın bir grup hücreye bölündüğünü ve vücudun çeşitli organlarının açıklama getirmem gereken bir yolla bu hücre tabakasından geliştiğini belirtti. Filogeni bilimi ya da popüler olarak adlandırıldığı gibi, tür evrimi, eşit ölçüde yavaş bir gelişim süreci geçirdi. Yaşayan dünyanın gerçek görünümü görüşündekinden daha az olmayan Mozaik anlatı zemininde, büyük doğabilimci Linne (1735) türlerin değişmezlikleri dogmasını ileri sürdü. Oldukça farklı hayvan kalıntılarının gelişen jeoloji bilimince keşfedildiği zaman bile, bilimin mevcut olan dar çerçevesine Cuvier tarafından zorlandılar. Sir Charles Lyell, Cuvier’in temelsiz çalışmasını bütünüyle bozdu. Fakat o anda hayvan bilimciler kendi kendilerine evrim doktrinine doğru ilerliyorlardı. Jean Lamarck “Zoolojik Felsefe” (1809) adlı çalışmasındaki teoriyi izah etmek için ilk sistematik girişimde bulundu. Hayvanların organlarını onları kullanarak ya da hiç kullanmayarak değiştirdiklerini ve bunun etkisinin kalıtımsal olduğunu iddia etti. Zaman içinde bu kalıtımsal değişiklikler öyle bir aşamaya erişti ki; organizma yeni “türler” elde etti. Ayrıca Goethe evrim bilimine dikkate değer bazı katkılarda bulundu. Fakat teori için bilimde sürekli bir mevki elde etmek
7
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Charles Darwin’ e saklandı. “Türlerin Kökeni” (1859) onu sadece Lamarck’ın üzerinde hüküm sürdüremediği pozitif bilgi zenginliğiyle desteklemekle kalmadı, ayrıca doğal seçilim doktrinine daha zekice bir açıklama getirdi. Huxley (1863) yasanın insana uygulanmasıyla takip etti ve 1866’da ben tüm hayvan dünyası boyunca olan uygulamasının kapsamlı bir taslağını sundum. 1874’te mevcut çalışmanın ilk baskısını yayınladım. Evrim doktrini şuanda biyolojinin hayati bir bölümüdür. Ve insanlığın evrimini genel yasadan özel bir çıkarım olarak kabul edebiliriz. Üç büyük grup kanıt bu kanunu üzerimize empoze etmektedir. Đlk grup paleontoloji gerçeklerini, ya da geçmişteki hayvan yaşamının fosil kayıtlarını içerir. Kayıtlar tam olmadığından, basit bilindik bir kökenden ardı ardına değişen tiplerin geniş bir uyuşmazlığını sunar ve bazı durumlarda bir tipten diğerine tamamlanmış aktarımı gösterir. Bir sonraki doküman karşılaştırmalı anatominin kanıtıdır. Bu bilim, yaşayan hayvan formlarını, basit bilindik atalardan tiplerin aynı aşamalı ayrılmasına sahip olduğumuzun görüldüğü yolla gruplandırır. Bilhassa, sadece bir zamanlar uzak bir ataya yararlı olmuş organların küçülmüş kalıntıları olarak kabul edilebilir, birincil hayvanlardaki tam gelişmemiş belirli organları keşfeder. Bu nedenle insanlar hala köpekbalığı atalarının üçüncü gözkapağı rudimentine sahiplerdir. Üçüncü doküman büyük ölçüde çoğalmakta olan(sayfa 126) birincil organizmayı, embriyonik gelişiminde, geçmiş zamanlara ait uzun liste formla gösteren embriyolojinin kanıtıdır.
II-insanın embriyonik gelişimi
8
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Herhangi bir hayvanın gelişiminin ilk evresi ufacık bir plazma beneğidir, çıplak gözle neredeyse hiç görülmez ki bunu ovum ya da yumurta hücresi olarak adlandırırız. Bütün hayvanların tek hücreli en erken atalarını anımsatan bir tek hücredir. Gelişmemiş formunda, amip olarak bilinen belli mikroskobik canlılardan farklı değildir. Olgunlaşmış formunda çapta 1/125 inçtir. Erkek, jerm ovumda dişiyle karışmış olduğu zaman, yeni hücre, çekirdeğini oluşturan maddenin oldukça karışık bir şekilde bölünmesiyle yavaşça ikiye ayrılır. Đki hücre dörde, dört sekize bölünür ve bu bir böğürtlenin yapısı gibi yuvarlak bir hücre kümesi elde edene dek devam eder. Bu morula; ki ben böyle isimlendiriyorum, yaşamın gelişimindeki bir sonraki evreyi meydana getirir. Tüm hayvanlar bu evreden geçtikleri için, biogenetik kanunumuz onu atalara ait bir evre olarak görmemiz için bizi zorlamaktadır. Ve gerçek şu ki; günümüz doğasında yaşayan bu tür hayvanlara sahip bulunmaktayız. Yuvarlak hücre kümesi sıvıyla dolu hale gelir. Ve blastula diye adlandırdığım içi boş hücre yuvarlarına sahip oluruz. En erken ilgili soya blastema demekteyim ve tekrardan göl volvoxları gibi, günümüz doğasında örneklerine rastlamaktayız. Bir sonraki adım oldukça önemlidir. Lastik topun kupa formuna bastırıldığındaki gibi, boş küre kendi kendinin etrafını kuşatır. O zaman bir iç, bir dış, bir ağız ve iki hücre tabakalı vazo şekilli bir hacme sahip oluruz. Đç tabakaya endoderm; dış tabakaya ektoderm demekteyiz. Ve “ilkel ağız” blastopor olarak bilinir. Birincil hayvanlarda, büyük bir miktar
9
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
gıda yolku, jermde depolanır. Ve bu nedenle vazo şeklindeki yapı düzleştirilmiş ve değiştirilmiştir. (sayfa 127) Buna rağmen tüm embriyoların bu evreden (gastrulasyon) geçtikleri gösterilmiştir. Ve tekrardan bilindik eskiye ait bir soyun gastrea - varlığı çıkarımını yaparız. Çok hücreli hayvanların en alt grubu – mercanlar, denizanaları ve anemonlar- özellikle bu yapıdadır. Bu noktada embriyo bir içte bir de dışta iki hücre duvarı, “jerm duvarları” barındırır. Birincil embriyo gelişirken, üçüncü bir hücre tabakası ikisi arasına zorla girer. Genel olarak, hayvan vücudundaki organların çoğunun bu iç tabakadan, sindirim borusu yolunun orta tabakadan geliştiğini ve başlangıçta deride gelişen sinir sisteminin ve derinin dış tabaka tarafından oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Đnsan ve bütün birincil hayvanların embriyoları bu noktada ilkel ağzı katlayarak, bir kavite bir çift poş geliştirir. Sir E. Ray Lankester, Profesör Balfour ve diğer öğrenciler bütün embriyotik dünya boyunca bu oluşumu izlediler. Ve bu nedenle yeniden eski zamanlara ait bir formun –ilkel bir solucana benzer hayvan ya da daha sonra göreceğimiz bir tür- hatıratını görmeye zorunlu kılındık. Bir sonraki adım omurganın sonuçta nasıl olacağının ilk belirtisinin oluşumudur. Đlk olarak, embriyo-hacminin eksenleri boyunca, iç tabakanın büzülmesiyle oluşturulmuş bir membranöz tüpü barındırır. Daha sonraları bu tüp kıkırdak olacaktır. Ve birincil hayvanlarda kıkırdak yerini kemiğe bırakacaktır.
10
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Vücudun diğer organları bu noktada gittikçe jerm tabakalarından, özellikle tabakaların tüplerin içine büzülmeleriyle şekillenmektedirler. Jermin yüzeyinde ince bir bölüm görülür. Ekseni boyunca çizgi ya da bir oluk meydana gelir ve arka kısım boyunca devam eden omurilik sinirine dönüşür. Küp şeklinde yapılar iki kısmında da ortaya çıkarlar. Bunlar omurganın rudimentleri ya da omurganın ayrı ayrı kemikleri olduklarını kanıtlarlar ve gitgide (sayfa 128) omuriliğin etrafını sararlar. Kalp ilk başta ana ventral kan damarının sadece sivri bir yayılmasıdır. Burun başlangıçta ağzın üstündeki deride bir çift çukurdur. Đnsan embriyosu sadece çeyrek inç uzunlukta olduğu zaman bir balık gibi boğazın üzerinde solungaç fisürleri, solungaç kavislerine sahiptir ve hiçbir uzuv yoktur. Kalp – şimdilik sadece basit bir çift odalı balık kalbi yapısındaboğazın üst kısmındadır.-Tıpkı balıklarda olduğu gibi- ve başlıca atardamarlar solungaç yarıklarına doğru ilerlerler. Embriyo bir zaman sahip olsa da, bu yapıların insanlara hiçbir zaman faydası yoktur. Açıkça bir balık atasını işaret ederler. Daha sonra dağılırlar, uzuvlar köşelerde küt kanatçıklar gibi dışarı filizlenir. Ve uzun kuyruk küçülür. On ikinci haftayla beraber, iki inçten kısa olmasına rağmen, insan iskeleti kusursuzca oluşturulur. Son olarak bir maymuna benzerliğini sürdürür. Embriyonik aparatusta da insan birincil maymunlara yakından benzer.
11
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
II-Soy ağacımız
Đnsanın embriyotik gelişiminde böylece gözlemlediğimiz form serileri, paleontoloji ve karşılaştırmalı anatomi bulgusu üzerinden insana tahsis edeceğimiz eski zamanlara ait formlara karşılık gelir. Bir zamanlar bu atalara ait serilerin gözlemlenmesi oldukça ciddi bir kontrolle karşı karşıya kaldı. Yaşayan canlı gruplarını incelediğimizde, arka kemiği olmayan hayvanlardan - omurgasız- arka kemikli hayvanlara omurgalı- geçişi açıklamış ya da göstermiş olan hiçbir şey bulmadık. Bu boşluk birkaç yıl önce batrağın-Amphioxusve deniz üzümü yavrusunun –ascidia-keşfedilmesiyle dolduruldu. Batrak arka kısmında ince uzun bir çubuk kıkırdağa sahiptir ve omurgalı ilkel eski soylarımız için kabaca taslağını çizmiş olduğum amaçla uyuşur. Aynı gruptan bir dal olabilir. Batrak, dahası, omurgalıların kökenini de gün yüzüne çıkarır. (sayfa 129) Çünkü yavruyken benzer kıkırdak çubuğuna sahiptir ve olgunlaştığında dejenerasyonla bunu kaybeder. Bu yolla, başlıca zorluğun üstesinden gelindi. Ve atalarımızın muhtemel serilerinin taslağını çıkarmak mümkün oldu. Şu iyi bir şekilde kavranılmalıdır ki; sadece tüm seriler varsayımsal değildir, ayrıca hiçbir yaşayan canlı atalarımıza ait olarak kabul edilmemelidir. Parental türler uzun zamandır yok olmuş durumdadır. Ve biz doğalarını
12
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
göstermek için en fazla oldukça tutucu canlı türleri kullanabiliriz. Tıpkı dillerin durumunda, Almanca’nın üst dil değil bunun yerine Anglo-Sakson’ ların ya da Yunan Latincesi’nin kuzeni olduğu gibi. Orijinal parental diller kaybolmuştur. Fakat Sanskrit gibi diller tür için iyi bir fikir sunmak için varlığını sürdürür. Evrim kanunu, kesin bulgunun tamamlanmamış olduğu yerde, doğru bir şekilde çıkarımlar yapabilmemizin mümkün olduğu bulgu kitleleri üzerine kuruludur. Bu soy ağacımızın ilk kısımlarında özellikle gereklidir. Çünkü fosil kayıtları bizi oldukça yanıltmaktadır. Milyonlarca yıl erken yumuşak gövdeli hayvanlar, zamanın taşa çevirdiği ilkel çamurda hiçbir iz bırakmadılar. Ve biz embriyoloji ve karşılaştırmalı hayvan bilimi bulgularıyla kısıtlı bulunmaktayız. Bu bize gelişim çizgisi üzerine genel bir bilgi vermesi için yeterlidir. Günümüz doğasında, en düşük seviye hayvan formlarından biri amip adındaki ufak bir canlı plazma noktasıdır. Daha orta seviye formalara da sahibizdir. Örneğin nemli taşlar üzerine mavimsi zarlar çeken zerreler. Fakat bitkisel karakterde ya da onun ötesindedirler. Bize oldukça erken formlar hakkında bazı fikirler sunarlar; hiçbir organı olmayan, binde bir inç çapta canlı zerreler hakkında fikirler. Amip en düşük seviye hayvanları temsil eder. Ve görmüş olduğumuz gibi, birçok durumda ovum, bir amibe benzer. Bu nedenle bazı bir hücreli varlıkları ilk hayvan soyu olarak ele alırız. Yüzeyindeki her bölgede yiyeceğini saklayarak, kalıcı hiçbir organ hareketine sahip olmayarak
13
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ve sadece ikiye bölünmeyle çoğalarak, hayvan yaşamının en alt tabakasını gün yüzüne çıkarır. Gelişimde bir sonraki adım bu ilkel mikropları bölündükleri gibi bir araya toplamak olucaktır. Bu gerçekten de, jermlerin gelişiminde bir sonra gelen evredir ve mevcut hayvan alemine yönelik de bir sonraki evredir. Bu mikrop gruplarının- ya da hücre ki bu noktada onlardan böyle bahsedeceğiz- embriyoda gördüğümüz gibi içe eğildiğini ve iç kısmı boş ( ilkel karın) ve bir açıklığı (ilkel ağız) olan iki tabakalı, küp şeklinde organizmalar olduklarını varsayarız. Đç kısımdaki hücreler bu noktada sindirme işini yanlız başına yapmaktadırlar; dış kısımdaki hücreler kürekçiler gibi kamçılar yoluyla hareketi etkilerler ve hassastırlar. Bu, çoğunlukla, bir sonraki büyük hayvan gruplarının hidralar, mercanlar, denizanaları ve anemonların yapısıdır. Avlarının canını acıtmak ve ağızlarına yiyecek götürmek için özel organlar geliştirmiş olmalarına rağmen bu seviyede kalmışlardır. Hem zooloji hem de embriyonun görünümü, bir sonraki evre olarak solucansı bir hayvanı işaret etmektedir. Suda devamlı bir yüzme, hayvana özel sinir hücreleri olan belli bir baş, belli bir kuyruk iki taraflı ya da iyi dengelenmiş bir vücut verecektir. Bu hayvanların yaşamaya en uygun olacaklarını ve en çok çoğalacaklarını kastetmekteyiz ki bunlar bu düzenlemeyi geliştirmişlerdir. Embriyoda olduğu gibi, duyu organları, bu noktada hassas hücrelerle kaplı basit çukurlar
14
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
formunda baş bölgesinde bulunacaktır, oradaki bir grup sinir hücresi ilkel beyini simgeleyecektir. Geniş ve çeşitli solucan grubunda bu evrim sürecinin neredeyse tüm adımlarını görürüz. Solucansı varlıkların en üst türü, palamutbaşlı solucan, Balanoglossus, bizi bir adım ileri götürür. Nefes almak için solungaç açıklığına ve sırtının alt kısmında kıkırdak korduna sahiptir. İnsan embriyosunun solungaç aparatına sahip olduğunu ve (sayfa 131) batrak ve deniz üzümünü karşılaştırarak, omurganın kıkırdak hücreleri dizisi olarak başlamış olması gerektiğini gördük. Bu noktada daha sağlam bir zeminde bulunmaktayız. Çünkü tüm yüksek tabaka kara hayvanlarının bir ata balıktan türediklerine dair hiçbir şüphe yoktur. Köpek balığı, düzenlemede balıkların en ilkeli, bu atada muhtemelen en iyi izlenim uyandırandır. Gerçekte, insan yüzünün embriyotik gelişiminde, bir köpek balığının açık bir izi vardır. Bu periyoda değin, evrim hikayesi doğal akışını denizde sürdürmüştü. Kuru toprak alanı bu noktada öne çıkmaktaydı. Ve belli başlı ilkel balıklar kendilerini toprak üzerinde yaşamaya adapte ettiler. Yüzgeçleri üzerinde yürüdüler ve kaygan mesanelerini, balıklarda hava kesesi, nefes almak için denizin üstüne çıkmakta kullandılar. Bu tür balıklara şuan sadece günümüz Avustralya’sında sahip olduğumuz gibi; eski kırmızı kumtaşı kayalarında benzer balık fosil kalıntılarına sahibizdir. Kömür ormanı döneminde olduğu gibi, çamur balığından amfibiler doğal olarak gelişecektir. Yüzgeçler üzerinde yürümek ana gövdeyi güçlendirecektir. Geniş yüzgeç
15
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yararsız olacak ve zamanla kemiğimsi beş parmaklı uzuvları elde etmemiz gerekecektir. Taşlarda birçok böyle dev salamander formlarına sahibizdir. Sürüngenler bu noktada amfibi’den farklılaştı ve geniş bir sürüngen popülasyonu dünya üzerine yayıldı. Bu eski zaman sürüngenlerinin birinden kuşlar geliştirildi. Jeoloji, dişleri, kanatlarında pençeleri ve sürüngen kuyruğu olan Archæopteryx kuşunda, kuş ve sürüngen arasındaki eksik olan bağlantıyı sağlamıştır. Diğer bir ilkel sürüngenden, önemli bir memeli grubu evrimleştirildi. Güney Afrika taşlarında, geçişken türler olarak görünenleri keşfederiz. Ölçekler saç tutamlarına yol verdi. Kalp dördüncü bir bölme geliştirdi. Ve böylece daha saf kan sağladı.( sıcak kan). Beyin daha zengin gıdadan faydalandı. Ve anne yavruyu emzirmeye başladı. Hala ördek köstebeklerinde ya da ördekgagalı Avustralya ornitorenklerinde (Ornithorhyncus) bu tarz ilkel memelilere rastlamaktayız. Bir sonraki evrenin opossumsu hayvan olduğunu düşünmek (sayfa 132) için nedenler vardır. Ve bu, en düşük maymunsu canlıya, lemura yönlendirir. Fosil kalıntılarından yargıya vararak, siyah Madagaskar lemuru bu atayı en iyi ifade eder. Yeni ve Eski Dünya maymunları bu noktada bu seviyeden uzaklaştı. Ve öncekinin bazı dalları insansı maymunlara ve insanlara yol verdi. Vücutsu yapıda ve embriyotik gelişimde geniş maymunlar insana oldukça yaklaşır. Ve günümüzdeki iki buluş kan bağlarını kuşkunun ötesine koymuştur. Biri kan aktarımı üzerine deneylerin insansı maymunların ve insanların düşük tabakadaki hayvanların kanı üzerine aynı
16
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
aksiyona sahip olduklarını gösterdiğidir. Diğeri, Java’da en yüksek insansı maymunla en düşük insan soyu arasında tam ortada duran bir canlının birkaç kemiğiğini keşfetmiş olduğumuzdur. Bu maymun insan, (Pithecanthropus) en son hayvanımızı ve ilk insan atamızı temsil eder.
IV- ayrı ayrı organların evrimi
Şimdiye değin, insan vücudunun bir bütün olarak nasıl, uzun, soyu tükenmiş atalar serisi boyunca geliştiğini görmüş bulunmaktayız. Şu anda organların bir bir çeşitli sistemlerini ele alabiliriz. Ve eğer zooloji kadar embriyolojiye de başvurmakta titiz davranırsak, gelişim tutumlarını gözlemleyebiliriz. Geçmiş evrim hikayesindeki gibi, kural olarak, biyogenetik yasamızla uyum içinde olarak, embriyoda aynıdır. Đlk olarak sinir sistemini ele almaktayız. En düşük tabaka hayvanlarda, embriyonun ilk evresindeki gibi, hiç sinir hücresi bulunmaz. Embriyoda, sinir hücreleri hücrenin dış ya da deri tabakasından gelişir. Bu, insan sinir sistemi hususunda tuhaf olmasına rağmen, sinirlerin ilkel koltuğunun doğru muhafazasıdır. Đlkel organizmada, hassas olmaya ihtiyaç duyan hayvanın yüzeyiydi. Daha sonraları, kesin birleştirici sinirler oluşturulduğunda, (sayfa 133) hassaslığa mani olmayan örtülerle korunan yüzeyde, sadece
17
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
özel noktalar meydana çıkarılmaya ihtiyaç duydu ve sinirler duyguları merkezi beyine aktardı. Bu gelişim günümüz hayvan aleminde gözlemlenir. Su yılanı gibi hayvanlarda, organize edilmemiş sinir hücrelerinin ilk basit başlangıcını buluruz. Denizanasında, belli hassas organlara öbeklenmiş sinir hücreleri buluruz. Düşük tabaka solucanlarda, görme ve koklama organlarının başlangıcına sahibizdir. Embriyoda olduğu gibi, başlangıçta sadece deride kör, hassas çukurlardır. Kulak kendine özgü bir orijine sahiptir. Balık seviyesine kadar, hiçbir duyma gücü yoktur. Sadece hassas bir yatakta hayvanı bir yandan diğer yana hareketlerini uyarmak için küçük bir taş yuvarlanması vardır. Yüksek seviye hayvanlarda, bu kulak olarak gelişir. Derideki salgı bezleri ( ter, yağ, gözyaşı, vb.) ilk başta hissiz, sadece içe doğru büyüme olarak ortaya çıkar. Kıl ilk olarak, ölçekleri temsil ederek, muhtemel olarak gelişmiş oldukları alt taraftan tutam olarak görünür. Günümüz insan vücudundaki bu ince kıl örtüsü atalara ait bir mirastır. Bu kollardaki tüylerin yönüyle en iyi şekilde gösterilir. Maymun kolunda olduğu gibi, kolun hem üst hem de alt kısmında, dirseğe doğru büyürler. Maymun bunu kollarını sazdan çatı gibi kullanarak yağmurda yararlı bulur. Ve bizim kollarımızda ise bu sadece bir maymun atasının alışkanlıklarının andacı olabilir. Omurilik kordunun başlangıçta sırtın arkasında bir tüp olarak nasıl ortaya çıktığını ve kıkırdaksı bir kordonun
18
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
etrafını sardığını görmüş olduk. Tüm kemikler ilk başta çeper, sonra kıkırdak olarak görünürler ve son olarak da kemikleşirler. Bu hem geçmiş evrimde hem de günümüz embriyonik gelişiminde ki düzendir. Beyin, başlangıçta, omurilik sinir kordunun soğansı genişlemesidir. Đlk olarak basittir fakat aşamalı olarak, hem doğanın hem embriyonun ölçeğinde, beş bölüme ayrılır. Bu bölümlerden biri, cerebra, akli yaşamla büyük oranda bağlantılıdır. (sayfa 134) Onu, hayvan zekasına nispeten, insanlarda tüm beyni kaplayana kadar genişlerken keşfederiz. Hayvanı öldürmeksizin, memelinin kafasından beyni çıkardığımız zaman, akli yaşamının askıya alındığını ve tüm yaşama gücünün vejetatif fonksiyonlarda kullanıldığını gözlemleriz. Kemik sisteminin evriminde, embriyoloji ve evrimin aynı korespondansını görürüz. Ana kolon başlangıçta bir kıkırdak çomağıdır. Zamanla esnek kolonun omurgasını oluşturacak olan ayrı küpler ortaya çıkar. Kafatası aynı yolla gelişir. Beyin sinir çomağının özel olarak değiştirilmiş bir bölümüyken, kafatası sadece vertebralis kolonun değiştirilmiş bölümüdür. Onu bir araya getiren kemikler, Goethe’nin uzun yıllar önce şüphe ettiği gibi omurgaya dönüştürülür. Köpek balığının kafatası, dönüşümün meydana geldiği yolun bir ipucunu verir. Ve kafatasının embriyodaki oluşumu bunu doğrular. Gelişmiş insanlar bir kuyruk diye adlandırdığımız belirleyici bir özgünlük olmayan vertebralis kolondan yoksundur. Yüksek tabaka maymunlar aynı şekilde onsuzdurlar. Fakat insan embriyosunun geliştikleri zamanda
19
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bacaklardan çok daha uzun bir kuyruğu olduğunu fark ederiz. Bazen, dahası, çocuklar kuyruklarla doğarlar.- canlı bir şekilde, hisler altında hareket eden sinir ve kaslı muazzam kuyrukla. Ve bunlar kesilmek zorundadır. Uzuvların yüzgeçten gelişimi osteolojistlere hiçbir ciddi zorluk çıkarmaz. Tüm yüksek tabaka hayvanlar beş parmaklı bir atadan türerler. Balina tekrardan sulara götürülmüştür ve uzvu yüzgece dönüştürülmüştür. Ve ön ayak kemikleri hala etin altında kalır. At türündeki hayvanların koşma amacı için orta ayak parmağı diğerlerinin pahasına güçlendirilmiştir. Yılan, kullanmadığı için uzuvlarını kaybetmiştir. Fakat pitonda, tam gelişmemiş bir uzuv kemiği hala korunmaktadır. Alimenter sistem, kan damarı sistemi (sayfa 135) ve üreme sistemi aşamalı olarak aynı yolla gelişmiştir. Mide ilk başta, hayvanda tümüyle bir boşluktur. Sonraları ön tarafta bir yemek borusuyla güçlendirilen düz, basit bir tüpe dönüşür. Karaciğer bu tüpten gelişerek büyür; tam bir mide, merkezi bölümünün, daha sonraları bir kapakçıkla donatılan soğansı genişlemesidir. Böbrekler başlangıçta, deride basit boşaltım kanallarıdır daha sonra gittikçe daha çok dallanıp budaklanan tüpleri sardılar ve kompakt böbreklerimizde bir araya gelirler. Böylece insan vücudunun tek bir hücreden oluşturulması, milyonlarca yıl sürmüş uzun evrim hikayesinin değerli bir somut örneğidir. Đnsanların, günümüz vücutlarında uzak atalar için kullanışlı olmuş; fakat hiçbir avantaj getirmeyen, sıklıkla kendisine bir zarar kaynağı olmuş organların izlerini taşıdıklarını keşfederiz. Đnsanlığın kökeninin, birkaç bin yıl öncesine yerleştirmesi
20
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yerine, günümüzde bu ilişkinin en yalın izlerini korumasına rağmen, yüz binlerce yıl önce maymun kuzenlerinden farklılaştığı noktadan geride gözlemlenmesi gerektiğini çıkarırız. Vücut ve akıl- aklın gelişimi, beynin gelişimini azami hassasiyetle izlediği için- Đnsan uzun gelişim sürecinin doruğudur. Ruhu ayrılmaz şekilde vücut içeriğine bağlı olan enerji formudur. Evrimi, herhangi bir başka vücudun gelişimiyle aynı“ sonsuz, demir kanunları” nca kontrol edilmiştir – kalıtım ve adaptasyon kanunları.
William Harvey
Kalp ve kan devinimi üzerine
William Harvey, kan dolaşımının bulucusu, Đngilitere, Folkestone’da 1 Nisan 1578’de doğdu. Cambridge’teki Caius College’dan mezun olduktan sonra, uzmanlığı için ünlü anatomist Fabricius of Aquapendente’le karşılaştığı Padua’da öğrenim gördü. 1615’te Hekimler Üniversitesi’nde Lumley’li öğretim üyesi seçildi. Üç yıl sonra Kral I.James tarafından olağanüstü hekim olarak belirlendi. 1628’de, konferanslarında ilk olarak bahsetmesinden yirmi yıl sonra,
21
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Latince olarak, Frankfurtta, kan dolaşımı varlığının iddiasında bulunduğu“ Kalp ve Damar Devinimi Üzerine Anatomik Söylev”ini yayınladı. Dahası kalbin sağ kısmından akciğerlerin sol kısmı boyunca olan pulmoner dolaşım ile, kalbin sol kısmından vücudun kalan diğer kısmı boyunca olan sistemik dolaşım arasındaki fakları tanımladı. Dahası bu dolaşımı sürdürenin yaşam boyunca birbirini izleyen diyastol( genişleme) ve sistol (kasılma) aracılığıyla kalbin ofisi olduğunu iddia etti. Bu buluş, Sir John Simon’un dediğine göre, psikoloji biliminde bugüne kadar yapılmışların en önemlisiydi. Bunu yayınladıktan sonra Harvey’in uygulamasının çoğunu kaybettiği kaydedilir. Ve Harvey 3 temmuz 1657’de öldü.
1-Yaşayan hayvanlardaki kalp devinimleri
Viviseksiyona, devinimleri ve kalbin faydalarını keşfetme yolu olarak ilk aklımı verdiğimde, görevi öyle zor buldum ki neredeyse Fracastorius’la aynı fikirde olarak, kalp deviniminin sadece tanrı tarafından idrak edilebileceğini düşünme eğilimindeydim. Çünkü ne ilk başta sistol ve diyastolun ne zaman meydana geldiğini; ne de çoğu hayvanda göz kırpmasıyla ilişkilendirilen, ışık flaşı gibi gelip giden devinimin seriliği yoluyla genişleme ve kasılmasının ne zaman olduğunu doğru düzgün kavrayabildim. Nihayetinde şu tür şeylerin hep birlikte ya da aynı anda oluştuğu açığa çıktı: (sayfa 137) Kalbin gerilimi, dışarıdan, göğse vuruşuyla hissedilen apeksinin nabzı, duvarlarının kalınlaşması ve
22
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ventriküllerinin büzülmesiyle elde ettiği kanın baskıcı dışarı atılması. Bu nedenle görüşlerin oldukça zıttının yaygın olarak doğru olduğu göründü. Bu düşüncelere göre genelde kalp göğüslere vurduğunda ve gerilim olmadan hissedildiğinde, kalbin genişlediği ve kanla dolduğuna inanılır. Fakat bunun tam tersi doğru olandır: kalp büzülme ve boşalma eylemindedir. Bu yüzden, genel olarak kalbin diyastolu olduğu kabul edilen devinim gerçekte onun sistoludur: ve kalbin sert ve gergin olması diyastolda değildir; bunun yerine sistoldadır; çünkü böylece, sadece gerginken hareket ettirilir ve dinamik yapılır. Eylemde olup gerginleştiğinde, kan dışarı atılır; rahatladığında bununla birlikte gömüldüğünde, daha sonraları aşama aşama açıklanacak olan bir tutum içinde ve akıllıca kanı alır. Dalgıç gerçeğinden de, genel olarak kabul edilen görüşlerin tersine, damar diyastolunun kalbin sistoluyla uyum içinde olduğu ve damarların, içlerine ventrikülün kasılmasıyla sokulan kanla doldurulduğu ve şişirildiği apaçıktır. Bu, bu nedenle vücudun tüm damarlarının attığı; yani sol ventrikülün, pulmoner atardamarın, sağ ventrilün kasılmasıyla attığı yolla kasılması bir ve aynı sebep nedeniyledir. Kap deviniminin şu şekilde bulunacağına ikna olmuş bulunmaktayım. Her şeyden önce, aurikula kasılır ve kanı doldurulan damarlara iter, kalp kendini derhal yükseltir, tüm liflerini gerginleştirir, ventriküllerle bağlantı kurar ve bir ritim tutturur; ki bu ritimle aurikulayla sağlanmış kanı derhal damarlara gönderir, sağ vertikül yükünü, yapı, fonksiyon ve diğer tüm şeyler açısından bir atardamar olan, vena arteriosa
23
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
damarı yoluyla akciğere, sol vertikül yükünü ana atardamara, bu yolla arterlerle genel olarak vücuda aktarır. Bu konudaki tereddüdün ve hataların büyük sebebi bana kalp ve akciğer arasında yakın ilişkinin olmuş olması gibi görünmektedir. Đnsanlar hem pulmoner atardamarları hem de kendilerini akciğerde saklayan pulmoner toplardamarları gördüğünde, elbette ki sağ vertikülün kanı vücuda nasıl dağıttığını, ya da solun vena kavadan nasıl aldığını anlamak onlar için bir bilmeceye dönüştü. Yahut kanın toplardamarlardan atardamarlara kalp ve akciğer arasındaki yakın ilişki neticesinde aktarıldığı rotayı kavramadıkları için tereddüt etmişlerdir. Ve incelemelerinde pulmoner atardamarın ve sol vertikülün siyah ve pıhtılı kanla dolu olduğunu buldukları zaman, anatomistlerin az olmayacak şekilde kafalarını karıştıran bu zorluk, açıkça kendilerini, kanın sağdan sol vertiküle doğru kalp septumu boyunca zorlayarak, kendi yolunu yaptığını doğrulamak için mecbur hissettiklerinde açığa çıkar. Anatomistler insan vücuduna oldukları kadar, düşük seviye hayvanların incelemesine de sadece aşina olsalardı, bugüne değin onları kuşku karışıklığı içinde tutmuş durumlar, bana göre, onları her tür zorluktan kurtulmuş olarak karşılardı. Ve ilk olarak kalbin tek bir vertiküle sahip olduğu balıklarda, akciğere sahip olmadıklarından, durum yeterli derecede açıktır. Bu noktada kalbin temelinde yer alan ve kısmen insanların aurikulasına benzeyen kese açıkça kanı kalbe yollar. Ve kalp sırasıyla bilinçli olarak kanı boru, atardamar ya da atardamara benzer bir damar yoluyla iletir. Bunlar basit oküler deneylerle doğrulanmış gerçeklerdir.
24
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Daha büyük sayıda (sayfa 139) hayvanda, gerçekte var oluşlarının belirli döneminde hepsinde, kalp boyunca kan iletim kanallarının oldukça belirli olduğunu bulduğumuz için, bazı varlıklardakinden dolayı - şöyle ki; sıcakkanlı olanlar, olgunluğa ulaşmış olanlar, aralardaki insanlar- hala araştırmak zorundayız. Aynı şeyin, embriyoda ve bu organların fonksiyonları uygulanmadıkları anda, doğanın doğrudan geçişlerle etkilediği ve ve gerçekte bunu akciğerlerin geçiş gereksinimi boyunca benimsemek zorunda göründüğü akciğer özü yoluyla tamamlandığı sonucuna varmamalıyız. Ya da bu sebepten, önceleri embriyoda yararlandığı ve hala tüm diğer hayvanlarda kullandığı çeşitli açık yolları, sadece bu nedenle kanın geçişi için yeni görünür kanallar açmamakla değil; ayrıca akciğerli hayvanların embriyolarında önceleri mevcut olmuş olanları tamamıyla kapamayla, kapatması gerektiğini daha geliştirmelidir. (Çünkü doğa her zaman en iyi olanı uygular) : Çünkü akciğerler kullanım dışı durumda olduklarında, doğa kalbin iki vertikülünü kan aktarımı için bir tane oluşturuyorlarmış gibi kullanır. Akciğerleri olan bu hayvanların embriyolarının durumu akciğeri olmayanlarla aynı duruma gelir. Böylece, yaşam stillerinde ve vücutlarının oluşumunda bize yakın ve uzak olan hayvanların yapılarını inceleyerek, kendimizi bizdeki pulmoner dolaşımın ve ayrıca sistemik dolaşımın doğasını kavramak için hazırlayabiliriz.
II-Sistemik dolaşım
25
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bahsetmek için geriye kalan öyle alışılmamış ve duyulmamış özelliktir ki; sadece kendimi dışarıdan gelecek düşmanlıkla incitmekten korkmam, ayrıca düşmanlarım için insaniyete sahip olabilmemin korkusu ile ürperirim. Gelenek ve görenekler öyle çok rol oynar ki; başka bir doğa gibi olurlar ve bir zamanlar ekilmiş, derin köklere ve eski uygarlıklar için saygıya sahip doktrin tüm insanları etkilemektedir. Ve doğrusu, kendi kanıt kitlemi araştırdığımda, viviseksiyonlardan ve benim üzerlerindeki önceki etkimden ya da kalbin vertiküllerinde ve içlerine giren ve onlardan çıkan damarlardan ya da özellikle kapakçığın ve genel olarak kalbin diğer birçok bölümünün düzenlenmesi ve yakın yapısından çıkmış olsalar da olmasalar da, bu kanalların simetrisi ve boyutu- boşa hiçbir şey yapmayan doğa onlara amaçsız göreceli genişlikte bir boyut asla vermeyeceği için- bunun yanında bir çok şeyle birlikte beni ciddi bir şekilde ve sıklıkla düşündürdü ve aktarılan kan miktarının ne olacağı ve geçişinin nekadar kısa bir zamanda etkilenebilir olduğu çok zamandır beynimde döndü ve bir yandan boşalan toplardamarlar diğer yandan fazla kan nedeniyle çatlamış atardamarlar olmaksızın, kan bir şekilde atardamarlardan toplardamarlara yolunu bulmazsa ve kalbin sağ kısmına geri dönmezse, mideye inmiş besinlerin sularıyla sağlanabileceğini imkanlı bulmayarak; tüm bu delilleri incelediğimi söylediğimde bir devinimin dolaşımdaki gibi olmayabileceğini düşünmeye başladım. Bu noktada sonraları bunun doğru olduğunu buldum. Ve sonuç olarak sol vertikülün aksiyonuyla toplardamarlara itilmiş kanın vücuda tamamıyla yayıldığını ve birçok bölümü, akciğerler boyunca gönderildiği tutumda, sağ vertikül
26
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
tarafından pulmoner atar damara doğru harekete geçirildiğini ve sonra damarlar boyunca, vena kavanın yanı sıra ve bahsedilen Aristo’nun hava ve yağmurun daha yüksek hacimlerin devinimlerine özendiklerini söylediği gibi dolaşım diyeceğimiz devinim tutumunda, sol vertikülün etrafından geçtiğini gördüm. Güneş tarafından ısıtılmış nemli toprak buharlaştığı için, (sayfa 141) yükselmiş buhar yoğunlaştırılır ve yağmur şeklinde alçalarak toprağı yeniden nemlendirir. Ve bu düzenlemeyle canlı jenerasyonları üretilir. Ve bunun gibi bir tutumla, güneşin dairesel devinimince fırtınalara ve meteorlara neden olunur. Ve bu nedenle tüm olasılıklarda, vücutta kanın devinimi yoluyla geçtiğine varılır. Çeşitli bölümler daha sıcak, daha mükemmel, buğulu, damıtılmış, diyebilirim ki besleyici kanla beslenir, yaşatılır diriltilir; ki bu kan tam tersine bu bölümlerle bağlantıya geçtiğinde soğur, pıhtılaşır, adeta efemine olur. Bu nedenle üstünlüğünü ya da mükemmelliğini geri kazanmak için kendi kaynağıymış ya da vücudun içlerindeki eviymiş gibi egemen gücüne, kalbe döner. Burada, olması gereken sıvılığını yeniden başlatır ve doğal ısı infüzyonu- güçlü, hararetli, bir tür yaşam hazinesi- alır. -Ve ruhlarla ve denebilir ki merhemle döllenir ve bu nedenle yeni baştan yaydırılır. Tüm bunlar kalbin aksiyonuna ve devinimine bağlıdır.
Teorilerin onaylanması
27
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Üç nokta kendisini konulmakta olan onay için sunmaktadır. Uğruna savaştığım doğrunun şart olarak izleyeceğini ve her şeye açık olacağını düşünüyorum. Đlk nokta şudur; Kan kalbin aksiyonuyla sürekli olarak vena kava’dan atardamarlara öyle bir miktarda aktarılır ki; bu yiyecek ve içeceklerden temin edilemez. Ve öyle akıllıca aktarılır ki tüm kitle organ boyunca hızlı bir şekilde geçmelidir. Bırakın, kalbin sol vertikülünün, diyelim ki iki ons olması için şişirildiği zaman,( ölü vücutlarda iki onstan fazlasını içerdiğini keşfetmiş bulunmaktayım) içereceği kan miktarını varsayalım. Ve doğruya yaklaşarak, yükünün dördüncü bölümünün (sayfa 142) her bir kasılmada atardamara gönderildiğini ileri sürelim. Bu noktada yarım saatlik bir süreçte kalp binden çok kez atış yapmış olacaktır. Nabız sayılarıyla ileri sürülmüş dram sayılarını çarparak, bu organdan atardamara gönderilen bin tane yarım onsa sahip olacağız; bütün br vücutta içerilenden daha büyük miktar. Bu gerçek, esasında, yaşayan hayvanların incelenmesinde neler meydana geldiğini düşündüğümüzde kendini huzurumuza sunar. Büyük atardamar; fakat sadece küçük bir dal hariç ( Galen’in insanlar hususunda kanıtladığı gibi), vücuttaki tüm kana, uzun olmayan, yaklaşık yarım saat ya da daha az bir süreçte boşaltılmış atardamarlarınkine olduğu kadar toplardamarlarınkine de sahip olmak için bölünmeye ihtiyaç duymaz. Đkinci nokta şudur. Kan, damarsal nabzın etkisi altında, girer ve devam eden, eşit aralıksız bir akımla vücudun her kısmı ve organı boyunca beslenme için gerekli olandan ya da
28
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
tüm sıvı kitlesinin elde edebileceğinden çok daha büyük bir miktarda harekete geçirilir. Bu noktada belli deneylerden bahsetmek zorundayım. Ligatürler ya oldukça sıkı ya da orta derece sıkılıktadırlar. Bir ligatürü, uzuvların oldukça yakınına çekildiğinde ki arkasında hiçbir damar nabzı hissedilemez, sıkı ya da mükemmel olarak adlandırırmaktayım. Böyle ligatürler tümörlerin çıkarılmasında kullanılır. Ve bu durumlarda, önlenen besin ve ısı akışı bütün ligatürlerce önlenerek, tümörlerin gittikçe azaldığını, öldüğünü ve son olarak yok olduğunu görürüz. Bu noktada, birisi insan kolu üzerinde ya kan almada kullanılan bir bandaj kullanarak ya da uzvu eliyle sıkıca kavrayarak bir deney yapsın. Uzva doğru bir ligatür koysun ve tahammül edilebilecek kadar sıkıca çeksin. Đlk olara ligatürün üstündeki atardamarlar, her bir diyastolda daha da yükselmeye ve akışında meydana gelmiş engeller boyunca yarıp geçmeye ve aşmaya çalışır gibi bir çeşit akıntıyla şişmeye başlarken, diğer kısmındakilerin atmadığı kavranacaktır.
Öyleyse ligatür kanamalarda kullanılan orta derece sıkılığa getirilsin. Elin ve kolun o anda renk değiştirmiş ve genişlemiş olduğu ve damarların kendilerini kabarmış ve düğümlü göstereceği görülecektir; ki bu atardamarlar attığında, kanın onlardan aktığını; fakat atmadıkları yerde herhangi bir şey aktarmayı kestiklerini söylemekle aynıdır. Yeniden sıkıştırılan damarlar boyunca hiçbir şey akıtılamaz; ki bunun kesin
29
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
belirtisi ligatürün altındayken üstünde olduklarından çok daha kabarmış olmalarıdır. Bu kan nereden gelmektedir? Atardamarlar yoluyla gelmiş olması gerekmektedir ve olmalıdır. Çünkü damarlar yoluyla akamadıkları, kanın ligatür çıkarılmasızsa kalbe doğru itilemediği gerçeğinden ortaya çıkar. Dahası, ligatür altındaki damarların ekstrem sıkılıktan bir bakıma rahatladığını, o an şiştiğini ve patlamak üzere olduğunu ve atardamarların aynı anda etkilenmemiş olarak devam ettiğini gördüğümüzde, bu kanın toplardamardan atardamara değil de; atardamardan toplardamara geçtiğinin veya iki damar düzeninin anastomozunun ya da genellikle kana geçirgen olan ette ve katı bölümlerde porusların olduğunun açık bir belirtisidir. Ve bu noktada flebotomide, şeridi delinen bölümün altındakine değil de, üzerindeki şeride uyguladığımızı anlarız. Akış alt bölümden değil de üst bölümden gelseydi, bu durumdaki bandaj sadece yardımsız değil, ayrıca pozitif bir engel olduğunu kanıtlardı. Ve dahası bir kol boyunca kaç tane onsun aktığını ve orta bir ligatürün altında kaçının yirmi ya da otuz nabızda geçtiğini hesaplarsak, varsayarsak, miktarın yiyecek ve içeceklerden hemen sağlanamayacağını ve bölümlerin tek bir beslenmesi için zorunlu olunabilecekten büyük oranda daha çok olduğunu görerek, bir dolaşımın kesinlikle gerekli olduğunu algılamamız gerekir. Ve doğrulanacak üçüncü nokta şudur. (sayfa 144) Toplardamarlar, bu kanı vücudun tüm bölüm ve organlarından aralıksız olarak kalbe döndürür.
30
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bu durum toplardamar boşluklarında kendinden bulunan kapakçıklardan, bunların yararlarından ve duyularla idrak edilebilir deneylerden yeterli oranda açıklanacaktır. Ünlü Hieronymus Fabricius of Aquapendente, toplardamarlardaki ekstrem ince damar iç çeperinin ve bir sigmoidin yükseltilmiş ya da serbest bırakılmış dozunu ya da semi lunaris şeklini içeren kapakçıklar, ifadesini ilk olarak ortaya atmıştır. Bunun kanın ağırlığıyla alt kısımlara akmasının engellenmesi için olduğu bize anlatıldığında, görevleri hiçbir şekilde açıklanmaz. Çünkü kapakçıkların kenarları aşağıya doğru asılıdır ve öyle planlıdırlar ki; kanın yükselmesini önlerler.
Kapakçıklar, kısacası, değişmeksizin üst kısma bakmaz, fakat daima, toplardamarların gövdelerine doğru, kalbin yatağına doğru- bakarlar. Sadece, kan, vücudun ekstrem bölümlerinden merkezi bölümlerine gelişmek yerine, toplardamarlarla beraber merkezden ekstreme ilerlemek istemesin diye yapılırlar ve tayin edilirler. Fakat hassas kapakçıklar, doğru yönde hazır bir şekilde açıklarken, tüm böyle ters devinimleri tamamıyla önlerler. Oldukça konumlu ve düzenli olarak ki; herhangi bir şey kaçarsa ya da kapaklar arasındaki yarıklardan önceki gibi geçen geçen sıvı, bir üsttekinin kapakları tarafından daha az mükemmellikte engellenirse, o anda öncekine referansla çapraz olarak yerleştirilen bir alttakinin konveksitesi üzerine alınır ve böylece etkili bir şekilde daha ilerlemesine mani olunur. Ve bununla toplardamar incelemelerimde sıklıkla karşılaşmış bulunmaktayım. Toplardamarların gövdesinden daha küçük dallara sonda geçirme girişiminde
31
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bulunduğumda, ne kadar ilgi duyarsam duyayım, gövdelere ve köklere kollardan ve iç kısımsızdan ters yönde devam ettirmek en kolayıyken, aksine kapakçık gerçeği nedeniyle onu daha ileri sokmayı imkansız buldum.(sayfa 145) Ve şu noktada belki kan dolaşımı fikrimi özetle sunmama ve genel benimsenmesini amaçlamama müsaade vardır.
Sonuç
Tüm bu şeyler, hem tartışma hem de görsel sunumlar gösterir ki; kan, vertiküllerin akciğerler ve kalp boyunca aksiyonu ile akar. Ve toplardamarlara ve etin porlarına ilerlediği vücudun tüm bölümlerine yayılması için gönderilir ve sonra toplardamarlarca, her bir nokradaki sirkumferanslardan merkeze ve küçükten büyük toplardamarlara doğru akar. Ve onlar tarafından son olarak vena kavaya ve kalbin sağ aurikulasına, muhtemel olarak yiyecek ve içeceklerden sağlanamayacak miktarda ve bir akış ve istila içinde orada atardamarlarca ve burada toplardamarlarca boşaltılır. Ve beslenme için gerekli olandan çok daha büyüktür; bu nedenle hayvan vücudundaki kanın bir daire içinde harekete geçirildiği ve sürekli bir devinim durumunda olduğu sonucuna varmak kesinlikle gereklidir. Ve yine bunun kalbin atımı yoluyla yerine getirdiği fonksiyon eylemi ve devinimin ve kalp
32
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kasılmasının tek ve yegane sonu olduğu sonucuna varmalıyız. Çünkü diğer başka bir yolla tümünün ne amaçla şuan da görmüş olduğumuz gibi yapılandırıldığının ve düzenlendiğinin açıklaması çok güç olacaktır.
(sayfa 146)
SIR JOHN HERSCHEL
Ana hatlarıyla astronomi
Sir William Herschel’ın tek çocuğu ve astronom olarak hemen hemen tek rakibi, Sir John Frederick William Herschel, Đrlenda Slough’ta 7 Mart 1792’de doğdu. Đlk başta özel eğitilmiş olarak, 1813’te Cambridge’teki St. John’s Colloge’tan kıdemli matematik bölüm birincisi ve ilk Smith’s Prizeman olarak mezun oldu. Uzmanlık alanı olarak hukuku seçti; fakat 1816’da babasının yönlendirmesi altında, “yıldızları tetkik etmekle” meşgul olacağını bildirdi. Sonra babasının çift yıldızlarını yeniden incelemeye başladı. 1825’te özel görevi altında nebulaları ele alacağını yazdı. 1833’te ailesiyle birlikte Cape için yola koyuldu. Ve Cape kasabasından altı mil uzak olan Feldhausen’daki çalışması güney yıldız astronomisinin başlangıcı oldu.
33
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Oradaki dört yıllık çalışmasının sonucu 1847’de yayınlandı. 1855’ten itibaren kendini, Collonigwood’ta kendi ve babasının emeğinin canlanmasına ve koleksiyonuna adadı. 1833’te yayınlanmış daha önceki “Astronomi Anlaşmaları” üzerine kurulmuş ve 1849’da yayınlanmış “Dış Hatlarıyla Astromoni” olağanüstü bir başarıydı. Herschel’in, her bir gününün bilimsel hizmetine katkı sunduğu uzun ve mutlu yaşamı 11 mayıs 1871’de sona erdi.
1-Samanyolu mucizeleri
En tanıdık objelerin yerleştirilmiş olabilmesinin mümkün olduğu bakış açıları her nasıl yeni ve nadir olabilirse olsun, her ne gösterilirse benimsemeye ya da her ne mümkün duruma getirilirse kabul etmeye hazır olan zihinsel özgürlüğün üzerine astronomiden daha kapsamlı işleyen hiçbir bilim yoktur. Neredeyse tüm sonuçları, o yüzeysel ve basit araştırmalarla ve duygularının en pozitif kanıtının herkese göründüğüyle açık ve çarpıcı tezatlıklar içinde ayakta durur. Hiçbir ilgi ya da tutku motifiyle karşı gelinmediği zaman, insan zihninin üstündeki gerçeğin doğal gücünü, kanıtları açıkça idrak edildiği sürece, tüm sonuçlarının onaylandığı kusursuz istekten daha güçlü bir ışık içine koyan neredeyse hiçbir şey yoktur. Ve bir kez kabul edildiklerinde inançlarımız üzerine inatçı bir tutunma kazanırlar.
34
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Yıldızların görünürdeki büyüklüğünün sayılarıyla karşılaştırılması doğrudan doğruya açık bir sonuca götürmezse, gökyüzündeki yerel dağılımlarıyla ilişkili olarak gözlemlediğimizde aksi durumdadır. Gerçekte eğer kendimizi en parlak üç ya da dört sınıfla sınırlarsak, onları küre üzerinde tarafsızlığa dikkate değer bir yaklaşımla; fakat özellikle güney yarımkürede epsilon Orionis ve alfa Crucis boyunca geçen bir bölgeye ya da kemere açık bir tercih gözlenerek dağılmış olarak bulacağız. Fakat eğer tüm miktarı açıkgöze görülebilir olarak ele alırsak, Samanyolu sınırına yaklaşırken, sayılarda büyük bir artış algılayacağız. Ve teleskopik büyüklüklere geldiğimizde, onları gönderildikleri kolların ve çemberin alanı boyunca hayal gücünün ötesinde bir kalabalıklıkta buluruz. Bu nedenle, aslında, bütün ışığı hiçbir şeyle değil, her büyüklükte yıldızlardan oluşturulur. - Çıplak gözle görülebilenden en iyi teleskoplarla izlenebilen en küçük ışık noktalarına kadar yıldızlardan.Bu fenomenler, gökteki yıldızlarımızın, uzay boyunca kayıtsızca her yöne dağılmış olmak yerine, kalınlığı, boyu ve eniyle karşılaştırıldığında küçük olan ve yeryüzünün, kalınlığının ortasında ve birbirlerine küçük bir açıda eğilmiş olan iki önemli laminaya ayrıldığı noktaya yakın bir yerde bir konum elde ettiği bir stratum meydana getirdikleri iddiasıyla uyuşmaktadır. Çünkü şu kesindir ki; konumlanmış bir göze, yıldızların görülen yoğunluğu, işgal ettikleri boşluk boyunca oldukça eşit bir şekilde dağıldıklarını varsayarak, biz sadece görsel ışın uzunluğunun hızlı artışı nedeniyle atmosferde ufuk dairesinin yanında belirlenmiş sis yığınına kalınlaşan hafif bir bulanıklık görürken, bir yönden diğerine geçmeyi hızlı bir
35
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
şekilde arttırarak, laminaya dikey görsel ışının yönünde ve genişlik bakımından en büyük olacaktır.(sayfa 148) Güçlü teleskopları bu harika bölgenin tam bir analizine etki etmiş ve tamamıyla yıldızlar içerdiği gerçeğini göstermiş Sir William Herschel tarafından ele alınan yıldızlı gökyüzünün oluşumu fikri böyledir. Bazı bölümlerinde öyle kalabalıklardır ki teleskopunun tek bir etki alanındaki yıldızları sayarak, tek bir saatlik gözlem süresince, iki derece enli bir alanda incelemesinin altından 50,000 tane geçmiş olduğu sonucuna varmasına yönlendirildi. Daha uzak bölgelerin konumlandırılmasının gerekli olduğu yoğun mesafeler, içinde gözlemlenen küçük boyutların geniş baskınlığına yeterli oranda açıklama getirecektir. Gökyüzünün ölçülmesi süreci Sir William Herschel tarafından bu amaç için tasarlandı. Sadece, tek bir görüş alanını işgal eden, 15 dakika çapta 18 inç aperturalı ve 20 fit odaksal uzunlukta, 180 derece büyütme gücü olan aynalı bir teleskop aracılığıyla görülebilen tüm büyüklükteki yıldızların, gözlemleme noktası oldukça çok sayıda olarak ve ayrım yapılmaksızın paralelimizde gözle görülebilen küre yüzeyinin her noktası ele alınarak, sayılmasını içerdi.
Birkaç yüz ölçümün ya da bölgesel sayımın karşılaştırılmasından şu ortaya çıkmaktadır; yıldız ışığının yoğunluğu, (ya da yakın herhangi bir civardaki böyle ortalama birkaç sayımda mevcut olan yıldız sayısı) galaktik daire kutbunda (örneğin Samanyolu sürecinin en yakından uyumlu hareket ettiği büyük daire: gala= milk ) en azdır.
36
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Ve en yüksek seviyeye eriştiği samanyolunun alt kısmındaki her kısımda kendinden çoğalır. Kutuptan ilerlerken çoğalmanın kademeli oranı başlangıçta yavaştır. Fakat o dairenin düzlemine yaklaştıkça, galaktik dairedeki yıldızların kastedilen yoğunluğunun, kutbunda yaklaşık 1e 30 oranında ve düzlemine 1 e 4 ten daha fazla bir oranla 15 derecelik bir yönde eğik sınırı aştığı ortaya çıkan bir kurala göre gittikçe daha da hızlı olur. (sayfa 149) Galaktik düzlemden yukarı çıktıkça, yoğunluğun büyük bir hızla azaldığının farkına varırız. Sadece eğer (1)seviye düzlemlerinin devamlı ve tamamıyla eşit yoğunlukta olduğu ve (2) ötesinde yıldızlar mevcutsa görme yetimizden kaçtıkları ve bize yokmuşlar gibi göründükleri teleskopik görüntüye kesin ve belirgin limitin konulduğu varsayılırsa, belirli bir yere kadar bu mantıksamada hiçbir hata kavrayamayız. Đki yarımküredeki açık yoğunluğun neredeyse tam benzer kuralıyla, bizim kesin olarak kalınlığının tam ortasında olmama ve bir bakıma kuzeydeki yüzeyine daha yakın olma konumumuzdan ortaya çıkması mümkün olan güney yarım kürenin kuzeydekinden bir bakıma yıldızlarda daha zengin olduğunu açığa çıkardı.
II- Sonsuz boşluğa nüfuz etme
Güçlü teleskoplarla incelendiğinde, bu muhteşem bölgenin yapısının çıplak göze görünen yanının düzensiz
37
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olmasından daha az çeşitli olmadığı gözlenir. Bazı bölgelerde, meydana getirildiği yıldızlar yoğun sistemleri üzerinde dikkate değer bir tekdüzelikle dağıtılırlar. Buna rağmen, diğerlerinde, yayılışlarının intizamsızlığı, nispeten zayıf, gerçekte bazı örneklerde kesinlikle karanlık ve her hangi bir yıldızdan hatta teleskopik boyutlardaki en küçüklerden bile tamamıyla yoksun aralıklarla ayrılmış, zengin lekelerin yakından kümelenmelerinin hızlı ardışıklığını göstererek oldukça dikkat çekicidir. 15 dakikalık bir ölçüm alanında, bazı yerlerde ortalama 40 ya da 50 den daha fazla yıldız ortaya çıkmazken diğerlerinde aynı ortalama 400 ya da 500 sonucunu verir. Gösterdikleri yıldızların boyutları ve birlikte bağdaştırılan daha küçük ve daha büyük boyutların orantısal sayıları bakımından, farklı bölgelerinin özelliklerinde toplam sayıları bakımından olandan daha az gözlenebilir çeşitlilik yoktur. Örneğin bazısında aşırı ufak yıldızlar, hiçbir zaman hep birlikte yok olmamalarına rağmen, bizi bu bölgelerde bütünüyle ışıl ışıl stratum boyunca olduğumuz kaçınılmaz sonuca götürmek için mütevazi bir sayıda açığa çıkarlar. Çünkü aksi taktirde ( ışıklarının müdahale edilmemiş olduğunu varsayarak) daha küçük boyutlardakilerin sayısının sonsuz olarak artmaya devam etmemesi gerektiği imkansızdır. Böyle durumlarda, dahası, göğün temeli, yıldızlar arasında görüldüğü gibi, çoğu kısımdan oldukça karanlıktır ki bu eğer bireysel olarak fark edilemeyecek kadar ufak yıldızların sayısız boyutları ötesinde mevcut olsa, bu yeniden mesele olmayacaktır. Diğer bölgelerde, oldukça çarpıcı bir şekilde noksan olan hem büyük hem küçük boyuttakilerin göğün temeli üzerinde oldukça eşit dağılımlarıyla eşlik edilmiş
38
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bireysel yıldızların neredeyse aynı parlaklık derecesi fenomeni ortaya çıkarılır. Böyle durumlarda, onları bizden ayıran mesafeyle karşılaştırıldıklarında, yaklaşık bir boyutta ve büyük kalınlıkta olmayan yıldızların bir katmanı boyunca bakıyor olduğumuzu algılamamak eşit oranda imkansızdır. Tam tersi olsa, gerçek parlaklıkları yardımıyla büyük mesafelerini dengelemek için, daha belirgin yıldızların aynı şekilde daha büyük oldukları muhtemele uzak iddiasını öne sürmeye teşvik edilmemiz gerekecektir. Diğerlerinde, yeniden ve sıklıkla, aynı çeşit çifte bir fenomen sunuluruz. - Şöyle ki önceki gibi bir büyük yıldızlar ağı, orta boyutlar eksik olarak, oldukça küçük olanların olduğu bir diğeri üzerine yayılır. Ve sonuç burada oldukça açık görünür; böyle durumlarda yıldızsız aralıkla bölünmüş iki yıldız tabakası boyunca bakmaktayızdır. Đki yarımkürede de Samanyolu genişliğinin çok daha büyük bir kısmı boyunca, yıldızlarının yansıtıldığı göğün temelinin genel siyahlığı ve sayısız boyutların ve en küçük görülebilen boyutların ve tek olarak gözü etkilemeyecek kadar küçük boyutların fark edilir ışıklarıyla üretilen parıltının aşırı kalabalığının olmayışı, ki karşıt bir iddianın gerekli olduğu görülecektir, bize göre anlamı açık bulgular olarak düşünülmelidir ki boyutları bu durumların varlıklarını sürdürdükleri yönlerde sadece sonlu değildir; ayrıca teleskoplarımızın uzay delici gücü, onun içine ve ötesine işlemeye oldukça yeterli olmaktadır. Buna rağmen, okuyucularımızı, bu sonucun bir otorite tarafından bir kenara konulacak kadar hafif olmayacak şekilde Olbers tarafından daha uzak yıldızların mesafelerine olan
39
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
oranlarındakinden daha fazla güçsüzleştirilebilineceği nedeniyle ele alınan göksel boşluktaki mükemmel şeffaflığın kusuru ile ilgili belirli düşünceler zemini üzerinde itiraz edilebilir olduğu konusunda uyarmak yine de doğru olandır. Mesafe aritmetik olarak artarken, geometrik oranda ışığın yok olması böylece ortaya çıkıp ilerleyerek, ortaya atıldığına göre, engellerin yanı sıra, uzaklığın tek başına belirleyeceğiyle birlikte teleskopun uzay delici gücüne bir limit konulur. Burada kastedilen karşı çıkışın (uygulanabilirse her şeye) eşit oranda galaksinin her bölümüne böyle olduğunu gözlemlemek yeterli olmalıdır. Çevresinin bir kısmında, fikrimizin, daha küçük boyuttakileri yok eden, uzak kitlelerin bulutsu ışığını kesen ve fikrimizi girilmez karanlıkla kuşatan bu çeşit bir kozmik duvarla kısıtlanmış olduğunu tartışmak için özgür olmazken; diğer birinde, teleskopların sağlayabileceği en açık delille, yıldız birikintileri görünümlerinin güçlerini tüketerek ve böyle bir duvarın varlığının imkansız hale getireceği o fenomen tarafından kanıtlandığı gibi- şöyle ki; boyutun tam çözülemez bulutsuluğa son vererek sonsuz artışı ve azalması- ulaşacakları yerin son derece dışına yayılarak, açıkça bulunduklarına inanmaya mecbur bırakılırız. teleskopun son olarak analiz etmeyi reddettiği, kesikli kitleler ve yıldız bulutlarıyla serpiştirilmiş ve süresiz olarak uzatılmış bölgenin tam bir görünümüne sahip olanı gördüğümüz karışık yapısının delikleri ve derin girintileri boyunca Akrep takımyıldızındaki bifurkasyon noktasına yakın o ilginç bölgedeki Samanyolunun oldukça geniş bir bölümüyle sağlanmış görüntü etki bakımından böyledir. Başka ne sonuç
40
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
çıkarabilirsek çıkaralım, bu her nasılsa galaksinin üstten görünüşünün en büyük çizgisel genişlemesinin yönü olarak kabul edilmelidir. Ve ayrıca, o bölgenin açıkça, iyi şekilde ayırılmış ve siyah bir zemin üzerine yansıtılmış olarak görülen yıldızlara dönüştüğü ve netice olarak yukarıda geçen görüşler doğru olursa, onlardan ötedeki boşluğa bakacağımızın kesin olduğu o bölgelerde, görülebilen en küçük yıldızların, aşırı derecedeki mesafeyle değil de boyut ve parlaklık üstünlüğüyle ortaya çıkmalarının izlediği görülecektir.
III-Değişken, geçici, çiftli yıldızlar
Her nerede periyodisiteyi inceleyebilirsek, rotasyonlu ya da orbital hareket fikrinden güçlü şekilde etkileniriz. Yıldızlar arasında, birkaçı, yerlerinin belirgin değişimiyle ne de teleskoptaki görünümün her hangi bir farklılığıyla hiçbir şekilde diğerlerinden ayırt edilememelerine rağmen, bir ya da iki durumda, tam bir yokolma ve yeniden doğma içererek, yinede az çok düzenli periyodik bir artış ve parıltıda azalış geçirir. Bunlar periyodik yıldız olarak adlandırılır. Bilinen en uzunu ve en dikkate değerlerden biri 1596’da ilk olarak Fabricius tarafından çeşitli olarak dikkate alınmış, Cetus takımyıldızındaki( bazısı mira ceti de demektedir) Omicron yıldızıdır. On bir yılda yaklaşık on iki kez ortaya çıkar, sonrasında bazı durumlarda ikinci boyuttaki büyük bir yıldıza eşit olarak, en büyük parlaklığında yaklaşık iki hafta durur. (sayfa 153) Çıplak göze tamamıyla görünmez olana kadar yaklaşık üç hafta boyunca alçalır ki bu durumda beş hafta kalır
41
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ve kalan periyodu boyunca yükselmeyi sürdürür. Safhalarının genel gidişatı bu şekildedir. Fakat yukarıda belirlenmiş bahsedilen periyot, böyle seksen sekiz periyot kapsayan ve devamlı o aralıkları değişimli olarak bir yönden ve diğerinden yirmi beş günlük bir kapsama uzatma ve kısaltma etkisine sahip periyodik bir dalgalanmaya maruz olarak ortaya çıkar. Maksimum olarak kazanılan parlaklık derecesindeki tekdüzelikler de periyodiktir. Böyle tekdüzelikler bizi, bugüne kadar periyodik olmama yasasına alçaltılmış yıldızsı çeşitlilik fenomenine hazırlar. olağanüstü bir parıltıyla yanan göğün farklı bölümlerinde, zaman zaman ortaya çıkmış olan ve görünürde hareketsiz, birkaç zaman durduktan sonra sönüp hiçbir iz iz bırakmamış geçici yıldızların fenomeni. 945, 1264, 1572 yıllarında, göğün Cepheus ve Cassiopeia arasındaki bölgelerinde muhteşem yıldızlar ortaya çıktı. Ve Goodricke’le birlikte onların 312 ya da belki 516 yıllık periyotla tek ve aynı yıldız olduklarından şüphe edebiliriz. 1572’deki yıldızın görünümü öyle aniydi ki; Tycho Brahe, ünlü Hollandalı astronom, bir akşamüstü laboratuarından evine dönerken, yarım saat önce var olmadığına emin olduğu bir yıldıza bakan bir grup köylüyü bulunca şaşkına döndü. Bu söz konusu olan yıldızdı. O an Sirius kadar parlaktı ve en parlak olduğu zaman Jupitere üstün gelmek için arttırmaya devam etti. Öğlenleri görülebildi. Aynı yıl Aralıkta azalmaya başladı. Ve Mart 1574’te tamamıyla yok olmuştu.
1803’te Sir William Herschel tarafından, birbirlerinin etrafında düzenli bir yörüngede dönmekte olan iki yıldızdan oluşan, denebilir ki, onları sadece optik olarak ikili, çift olan
42
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
çift yıldızlardan ayırmak için meydana gelen yıldız sistemlerinin var olduğu duyuruldu. O zamandan beri, en büyük özenle izlenmiş ve en büyük ilgiyi uyandırmış olan gama virginis’ tir. Basit üçüncü boyut yıldızıdır. Bireysel parçaları oldukça yakından eşittir. Ve görüneceği kadarıyla, küçük bir derece çeşitlidir. On sekizinci yüzyıldan beri, mesafe altıyla yedi saniye arasında olarak, iki yıldız içerdiği bilinmiştir. Böylece oldukça iyi herhangi bir teleskop onu analiz edecektir. 1780’de Herschel tarafından gözlemlendiği zaman, bu 5.66 saniyeydi ve 1836’da en sonunda iki yıldız en güçlü aletlere – tek başına bin kat büyütme gücüyle, yıldız diskinin kama şeklindeki formu yoluyla bileşik doğasını belirtmeye devam eden, Pulkowa’nın büyük ışık kırıcısı - uygulanabilen en yüksek büyütücü güç altında mükemmel bir şekilde yuvarlak ve tek görünmek için oldukça yakına yaklaşmış olana kadar, yavaş yavaş ve düzenli bir şekilde azalmayı sürdürdü. Boyunun enine oranı için tahminde bulunarak, ve bir öncekini ölçerek, M.Struve, bu çağda, iki yıldızın mesafesinin, merkezden merkeze 22 saniye olarak belirlenebildiği sonucuna varır. Ozamandan sonra, yıldız yeniden açıldı ve şuanda tekrardan kusursuzca, kolaylıkla ayrılabilir bir yıldızdır. Mesafenin oldukça dikkate değer bu azalması ve sonrasındaki artışı, göreceli açısal hareketin yerini tutan ve eşit ölçüde bir artışı ve sonrasında azalımıyla eşlik edilmiştir. Böylece 1783’te görünen açısal hareket her bir yıl için yarım dereceye zorlukla erişti. 1830’da 5 dereceye azalmışken, 1834’te 20 dereceye, 1835’te 40 dereceye, 1836’nın yaklaşık yarısında 70 dereceden
43
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yukarısına, her yıl başına ya da beş günlük derece oranında yükselmiştir. Bu, bir diğerinin etrafında yakın çekim etkisi altında dönen bir hacmin, açıklanan eğim ve çekim gücü yasası ne olursa olsun, ilki sonrakinin karesine göre iki yörüngede de ters olarak değişerek, gerçek yörüngesinde olduğu kadar görünürde de açısal hızla mesafe arasında gerekli bir bağ kuran dinamik esaslarıyla tam bir uyumdur. Bu, ilgilendiğimiz güneş merkezi çevresindeki gezegensel ya da kornet doğaya sahip hacim devrimleriyle ilgili değildir. Bu güneş çevresinde, güneşinkiyledir.bireylerin oldukça uzak ve devrim süreçlerinin oldukça uzun olduğu, gezegen dizisi ve onların görüşümüzden şahsi ışıltılı güneşleriyle adeta gizlenmiş, onları bizim gezegenin uydularının mesafeleri yerine önceliklerinden ayıran müthiş aralığın zorlukla büyük bir bölümü olan bir boşluğa doluşmuş uydularıyla eşlik edilen her biri belki, en azından bazı çiftli sistemlerde, güneşten mesafelerine kendi kendilerine katlanırlar. Daha az belirgin bir şekilde karakterize edilmiş boyun eğme, sistemlerinin istikrarıyla ve yörüngelerinin gezegensel doğasıyla uyuşmaz olacaktır. Yakın üstlerinin koruyucu kanatlarına yakın değillerse, diğer güneşlerinin etki alanı, kendi etrafındaki günberi sürecinde, onları alıp götürebilir ya da bireylerinin var oluşu için gerekli olan durumlarla bağdaşmayan yörüngelere sokabilir.
44
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
IV- Nebula
Genellikle nebula olarak sınıflandırılan objelerin büyük çeşitliliğinin en eksiksiz analizini Sir William Herschel’e borçluyuz. Teleskoplarının büyük gücü önceden bilinmeyen bu objelerin muazzam sayısını açığa çıkardı. Ve onların göğün üzerinde düzenli bir yolla değil de galaktik dairenin kuzey kutbu üzerine yayılan belirli bir bölgeye işaretli bir tercihle dağılmış olduklarını gösterdi.(sayfa 156) Kürenin yaklaşık 1/8 ini işgal eden bu bölgede, göğün tüm nebulaya ait içeriğinin 1/3 ü konumlanmıştır. Çözümlenebilir nebula, elbette ki, sadece, iki ya da üç tanesi birleşme etkisi yaratmak ve geriye kalanlardan daha parlak bir nokta fikri vermek için bir araya gelmezse, bizi bireysel ışıklarıyla etkilemeyecek kadar ya çok uzak ya da özünde çok zayıf yıldızlar içeren kümeler olarak düşünülebilir. Serbest eklentileri ve şekil düzensizlikleri önceden olduğu gibi, mesafeyle yok edilerek ve sadece yoğunlaşmış kısımların genel figürü ayırt edilebilir olarak, hemen hemen evrensel olarak yuvarlak ya da ovaldirler. Tüm daha büyük küresel kümelerin kendilerini, onları net göstermek için yetersiz optik güce sahip teleskoplarda göstermeleri, bu karakterdeki objelerin görünümü altındadır. Halley ve diğer erken nebula objeleri buluşçularının özgün yanlarından edindikleri ilk izlenim fosforesan sis ( kuyruklu yıldız kuyruğu durumu gibi) ya da gaz yani parlayan yıldızsı durumun orta formuydu. Böyle bir ortamın varlığını kabul ederek, Sir W. Herschel, kendi yer çekiminin etkisiyle
45
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
az çok düzenli küresel ya da sferoid forma, ( bu durumda mecbur oldukları gibi) devamlı alçalması ve merkeze doğru daha yoğun olarak yoğunlaşması üzerine tahminde bulunmaya yönlendirildi. Bu alçalma sürecinde, genel eğilime bağlı bölgesel yoğunlaşma merkezlerinin noksan olmayacağını varsayarak, bu yolla bölgesel çekimleri hala daha ileri yoğunlaşan katı çekirdeklerin yükselmesinin mümkün olduğunu ve bu nedenle her biri yakın çevresinde olan nebula durumunu özümseyerek en sonunda yıldız olmalarıbildiklerini ve tüm nebulanın sonuç olarak yıldız kümesi durumunu aldığı ortaya çıkardı. Teleskopuyla açığa çıkarılmış Nebulanın boyutları arasında, ve genel esasların uygulanması için düşünülebildiği her bir form değişiminde (sayfa 157), bu sürecin her bir aşaması gözümüze gösterilmiş olarak düşünülebilir. Nebulanın aralıklı yıldızların ayrımına doğru ve bu yıldızların kendilerinin merkezi çekirdek etrafında daha yoğun bir kümelenme durumuna doğru az ya da çok gelişmiş durumu böylece çağın bir çeşit bulgusu olacaktır.
Alexander von Humboldt
Kozmos, evrenin bir krokisi
46
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Frederick Henry Alexander von Humboldt 14 Temmuz 1769’da Berlin’de doğdu. 1788’de Captain Cook çalışanlarından biri George Forster’la tanıştı. Ve onunla yapmış olduğu jeolojik geziler bazalt doğası üzerine ilk eserlerinin yayınlanması için bir fırsat oldu. Bayreuth Anspach eyaletlerinde madenlerin idare edilmesindeki çalışması fosil bitki örtüsü üzerine bir tez için malzeme sağladı. Ve 1827’de, Pariste ikamet ettiği zaman, dünyaya Güney Amerika’ daki araştırmalarının sonuçlarını somutlaştıran “Yeni Kıtanın Ekvatoral Bölgelerine Yolculuk” eserini sundu. Đki yıl sonra kendisini tüm bilimsel gözlemlerle kuşatarak Asyatik Rusya’ ya bir keşif gezisi düzenledi. Fakat esas ilgisi evrenin fiziksel tanımlamasını yerine getirmekte yattı ki önceki tüm çalışmaları bunun için bir hazırlık olmuştu. Ve 1845’ten 1848’e kadar olan yıllar boyunca geniş kapsamlı “Kozmos ya da Evrenin Fiziksel Tanımının Bir Krokisi” başlığı altında ortaya çıktı. Humboldt 6 Mayıs 1859’da öldü.
1- Dünyanın fiziksel incelenmesi Doğal dünya, akla; ya da ikinci terim insanların akıl gücü gösterimini kapsadığı için daha geniş anlamında ele alınarak, doğa sanata karşı konulabilir. Buna rağmen bu ayrımlara –ki en ilerlemiş dillerde belirtilir- fiziğin nüfuz sahasının, evrenin fiziğini tek bir deneysel uzmanlıklar kümesi haline getireceği için aklınkinden böyle ayrılımına götürmesine göz yumulmamalıdır. Bilim sadece, aklı
47
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
meseleyi ele geçirdiği andan itibaren insanlar için başlar. – deneyimle biriktirilmiş kütleyi mantıksal kombinasyonlara maruz bırakmaya çalıştığı zaman. Bilim, doğaya uygulanmış beyindir. Dış dünya bizim için sadece kendimizle birlikte düşündüğümüz ve kendini bizimle birlikte bir doğa düşüncesi formuna soktuğu sürece mevcuttur. Zeka ve dil, düşünce ve düşünce işaretleri, gizli ve çözülmez bağlarla birleştirildikleri ve bu nedenle onlardan hemen hemen bilinçsiz olduğumuz için, dış dünya ve fikirlerimiz birbirlerine karışırlar. Hegel’in “Tarih Felsefesi” nde öne sürdüğü gibi “dış fenomenler, onları içsel gösterimlerimizde aktarılır”. Bize göre içimizde yansıtılan tarafsız dünya, zihinsel varlığımızın değişmeyen, gerekli ve koşullama formlarına maruz bırakılır. Beynin aktivitesi, hislerin algılarıyla ona donatılmış elementler üzerinde çabalar. Böylece ulusların gençlik yıllarında, kendini, doğal gerçeklerin en basit sezgisinde, doğa felsefesi filizini onları, idrak etmek için yapılan ilk çabalarda açığa çıkarır. Fiziksel fenomenlerin araştırılması insanın materyal istekler üzerine değil de genel süreci üzerine tavırlarında dikkate alınırsa, en yüksek düzey sonucu, doğanın genel güçlerini birbirine bağlayan yakın ilişkiler bilgisinde bulunur. Bu, görüşlerimizi bir kerede genişleten ve yükselten ve hazzımızı çoğaltan bu ilişkilerin varoluşunun sezgisel ve içsel bir kanısıdır. Böyle genişletilmiş görüşler gözlemin, derin düşünmenin ve bugüne değin, yönleri ne
48
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olabilirse olsun, insan beyninin operasyonlarında yansıtılmış çağın ruh halinin mahsulüdür. Đnsanın, sorgulayan doğada, deneylere ya da belirli koşullar altında fenomenler yaratmaya ve deneyiminin meyvelerini toplamaya ve kaydetmeye – bu nedenle araştırmalar tek bir hayatın kısa limitleriyle artık sınırlandırılmayabilir.- başladığı zamandan itibaren, doğa felsefesi ilk başta kuşanmış olduğu belirsiz ve şiirsel formları bir kenara koydu ve daha ciddi bir karakter takındı. Bilim tarihi, bize hatalı ve eksik gözlemlerin yanlış tümevarımlar yoluyla,(sayfa 160) tüm toplumsal sınıflar arasında popüler önyargılar olarak daimi hale getirilmiş büyük sayıdaki hatalı fiziksel görüşlere nasıl öncülük etmiş olduğunu öğretir. Böylece, fenomenlerin somut ve bilimsel bilgisiyle yan yana, bir varsayımsal gözlem sonuçları sistemi korunmuştur. Karıştırılması daha zordur çünkü altüst edildiği hiçbir gerçeği hesaba katmamaktadır. Deneyselcilik- erken zamanların melankolik mirası- her ne aksiyom ortaya koymuşsa değişmeksizin sürdürür; bilim üzerine kurulmuş doğru fiziksel felsefe tamamıyla inceleme peşinden koştuğu için kuşkulanırken, kesin olanla imkanlı olanın ayırtına varırken ve teorilerini gözlem çemberini genişleterek mükemmelliğin daha yakınına getirmek için aralıksız olarak çalışırken, deneyselcilik dar kafalı olan her şeyde görüldüğü gibi kibirlidir. Bir yüzyıldan diğerine miras bırakılan bu eksik dogmalar kümesi, popüler ön yargılarla oluşturulmuş bu fizik sistemi sadece hatalı
49
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
gözlenmiş gerçeklerin inatçılığıyla yanlışları ölümsüzleştirdiği için değil; ayrıca anlayışın büyük doğa görüşleri seviyesine yükselmesini engellediği için zararlıdır. Etrafında, belirgin özgürlüğün ve bozukluğun ortasında, fenomenlerin gerçek anlamda ve değişmeksizin dalgalandığı bahsedilen durumu keşfetme peşinde koşmak yerine, bu yanlış bilim, sabit kanunların hakimiyetine belirgin istisnaları arttırmaktan zevk alır. Ve organik formlarda ve doğa fenomenlerinde, içsel ilerleyici gelişimlerle ve devamlı düzen ve ardışıklıkla sunulmuş olanların yerine diğer mucizelerin arayışı içine girer. Şimdiye değin, geçmişin analojisini günümüzde tanımak için meyilsiz olmuş olarak, sandalyesini, şans eseriymiş gibi bazen yeryüzünün içine, bazen uzayın uzak bölgelerine yerleştirdiği karışıklıklarla askıya alınmış doğa düzenine inanmaya gönüllüdür.
II- Tümevarımsal metot
Đlk olarak, küçük fenomen gruplarına uygulanmış olan kuralların genelleştirilmesi, ardışık aşamalarla gelişir. Ve mantıksama süreci paralel fenomenlere yönlendirildiği sürece, hükümdarlıkları genişletilir, delilleri güçlendirilir. Deneysel incelemeler daha sonraları analojilerine ve başkalıklarına göre sınıflandırılan özel algılarla başlar. Gözlemleme, deneyle çok
50
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
daha sonraki bir devirde başarılır ki bunda, kabataslak hipotezlerle ya da az çok sadece doğal objeler ve kuvvetler arasındaki bağ sezgisiyle desteklenmiş deneyselcilerce önceden belirlenmiş koşullar altında fenomenlerin ortaya çıkması sağlanır. Gözlem ve deneyle elde edilmiş sonuçlar, tümevarım ve analoji yoluyla deneysel kuralların bulunuşuna götürmüştür. Ve insan zekasının uygulanmasındaki bu ardışık aşamalar, ulusların yaşamında farklı çağlara işaret etmiştir. Bu, şuanda doğal bilimin somut oluşumlarını meydana getiren büyük gerçek kitlelerinin birikmiş olduğu tümevarım yoluna yakından bağlı kalarak olmuştur. Đki form soyutlama, tüm bu bilgi sınıflarını yönetir.- Şöyle ki; nicel ilişkilerin sayı ve boyuta göre kararlılığı; heterojen maddelerin özgün özelliklerini kapsayarak nitelik ilişkileri. Bu formların ilki, düşünce uygulamasına daha fazla erişebilir olarak, matematik nüfuz alanlarına aittir; diğeri, ele geçirilmesi daha zor ve açık ki daha gizemli olarak kimyanınkine bağlıdır. Fenomenleri öngörüye sunmak için, sayıları, formları, pozisyonları, kutuplulukları fenomenleri belirleyen, değiştiren ve çeşitlendiren moleküllerin ve atomların birleşimiyle varsayımsal madde yapılarına başvurulur.
Mantıklı bir umudun, duyularımızla algılananları
tek bir ilke bütünlüğüne azaltmada göz önünde
51
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bulundurulabileceği zamandan henüz oldukça uzağız; buna rağmen problemin kısmi çözümü- evrensel fenomenlere genel kavranmasına doğru bir eğilim- doğanın tüm araştırmalarının yüksek ve ebedi amacı olmaya daha az devam etmez.
III- Boşlukta madde dağılımı
Fiziksel bir kozmografi, ya da evrenin bir resmi, boşlukta madde dağılımına, yeryüzüyle değil, bunun yerine uzayın bölgeleriyle başlamalıdır. Maddeyi boşlukta kısmen sferoid etrafında yoğunluk ve boyut bakımından farklılıklar göstererek dönme ve devir yapma formunda ve kısmen nebulaya ait parlayan spotlarda ve lekelerde yayılarak kendinden parıltılı buğu formunda mevcutken görürüz. Nebulalar kendilerini göze bazen bir ışık silsilesiyle birleştirilen ya tek ya da çift küçük belirgin boyutların yuvarlak buharsı disk formunda sunarlar. Çapları daha büyük olduğunda formları çeşitlenir.- Bazısı uzatılır, diğerleri birkaç kola sahip olur, bazısı yelpaze şeklindedir, bazısı iyi belirlenmiş ve içi karanlık, dairesel, halka şeklindedir. Yoğunlaşma bir ya da daha fazla çekirdek etrafında yer çekimi yasalarıyla uyum içinde ilerlediği için, çeşitli ve gelişen form değişiklikleri geçirdikleri ileri sürülür. Đki ya da üç bin arasında böyle çözümlenemeyen nebula halihazırda sayılmıştır. Ve pozisyonları belirlenmiştir. Formsuz ve limitsiz kozmik bir hava olarak yayılmış bir durumda ya da nebula şeklinde olsa da, uzayın ölçülemez
52
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bölgelerinin azaltılmış buharsı maddesi düşüncesini bırakıp, sağlam küreler ya da sferoidler içine sıkıştırıldığımız evren parçalarına geçersek, özellikle yıldızlar ya da yıldızlara ait evren olarak belirlenmiş fenomenler sınıfına yaklaşırız. (sayfa 163) Bu noktada da, yığılmış maddelerin sağlamlığının ya da yoğunluğunun farklı derecelerini buluruz. Uzay bölgelerini gezegenimizin ada dekorlu denizleriyle karşılaştırırsak, farklı çağların çözümlenemez nebulaları bir ya da daha fazla çekirdek etrafında ya da yıldız kümelerinde ya da tek tek serpilmiş yıldızlarda yoğunlaşsa da, maddeyi gruplara yayılmış olarak gördüğümüzü düşünebiliriz. Yıldızlar kümemiz, ya da uzaydaki ait olduğumuz adamız mercek şekilli, düzleştirilmiş ve her yerden tutturulmuş, başlıca ekseninin yedi ya da sekiz yüz olduğu, ve ikincil ekseninin Sirius’un uzaklığının yüz elli katı olduğu tahmin edilen bir stratum meydana getirir. Sirius’un paralaksının, Centaur’daki(0.9128 saniye) en parlak yıldızlar için kesin bir şekilde belirlenmiş olmaktan ileri gitmediğini varsayarsak, bunu dikkate değer uygunluktaki hareketinin büyük yakınlık sonucuna götürebileceği 61 Cygni yıldız ışığının iletimi için dokuz ve bir çeyrek yıl gerekli olurken, ışığın Sirius’un bir mesafesini üç yılda geçtiği izleyecektir. Yıldız kümemiz, boyundan yaklaşık üçte biri iki kola ayrılmış, oldukça ufak kalınlıkta bir disktir. Bu ayrıma yakın ve Sirius’un bölgesine Eagle takımyıldızınınkine olduğumuzdan daha yakın, kalınlığının yönündeki ışıl ışıl stratumun hemen hemen ortasında olmamız beklenir. Solar sistemimizin konumu ve tüm merceklerin formu bir çeşit ölçekten- örneğin; eşit teleskopik görüş alanlarında
53
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
görülen farklı sayıdaki yıldızlardan çıkarılabilir. Daha büyük ya da az sayıdaki yıldızlar, her bir durumda, iskandil telindeki işaretler gibi, tabana erişmek için gerekli olan görsel ışının göreceli uzunluğunu ya da daha uygun olarak, aşağıda ya da yukarıda burada başvurulmadığı gibi, yıldız stratumunun harici limitini vererek, stratumun yakın derinliğini farklı yönlerden ölçerler. Büyük sayıda yıldızın(sayfa 164) birbirleri ardına yerleştirildiği başlıca eksen yönünde, daha uzak olanlar sıkı sıkıya bir araya toplanmış görünür, önceden olduğu gibi bir Samanyolu ışınımıyla birleştirilir ve bir bölge ya da görülebilen göksel kubbe üzerine yansıtılmış bir kemer sunar. Ve bu mükemmel fakat tekdüze olmayan parlaklık bazı karanlık bölgelerle engellenir. Görünür konkav göksel kürenin üzerinde tarafımızca görüldüğü gibi, biz tüm parıl parıl kümenin ortasına yakınken ve neredeyse Samanyolu düzlemindeyken, büyük bir daireden sadece birkaç derece sapar. Eğer gezegen sistemimiz kümenin epeyce dışında olsaydı, Samanyolu teleskopik görüşe bir yüzük gibi ve daha büyük bir mesafede çözümlenebilir bir disk şeklinde bir nebula gibi görünürdü.
IV- Yeryüzü tarihi üzerine
Değişik jeolojik oluşumların ardışık ve yakın çağı kısmen tortulu stratumun, metaformik yatakların ve yığınların çakışma düzeniyle fakat en güvenilir olarak organik kalıntıların ve yapı
54
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
çeşitliliklerinin mevcudiyetiyle gözlemlenir. Fosilli stratumlarda eski çağlardaki bitki örtüsü ve hayvanların kalıntıları gömülüdür. Çakışma ilişkilerini incelemek için stratumdan stratuma geçerken, zaman düzeninde yükseliriz ve hayvan ve bitki varlıklarının yeni dünyaları kendilerini görüşlere sunarlar. Hükmü altında, dünya yüzeyinde zaman zaman yeni organik formların açığa çıktığı yasalara olan bilgisizliğimizin içinde, aralıklarla ilkel denizlerin havzalarını ve yükseltilmiş kıtaları işgal etmiş hayvanlarda ve bitkilerde yer almış olan tarihi değişim fenomenlerine gönderim yapmak istediğimizde, “yeni yaratımlar ” ifadesini kullanırız. Bazen soyu tükenmiş türlerin tamamıyla, hatta dokularının ve eklemlerinin en küçük detaylarına kadar korundukları olmuştur. Đkinci dönem, Lyme Regis’in kireç taşı katmanlarının alçak yataklarında (sayfa 165), bir mürekkepbalığı öyle mükemmel bir şekilde korunmuş olarak bulunmuştur ki yıllar öncesinde hayvana kendisini düşmanlarından saklaması için bir sürü temin edilen siyah sıvının bir kısmı günümüzde resimlerini çizmek için hizmet etmiştir. Diğer durumlarda böyle izler sadece, hayvanların ayaklarının, canlıyken üzerlerinden geçmiş oldukları ıslak kumda ya da çamur üzerinde, sindiremedikleri yiyecek kalıntılarında bırakmış oldukları (koprolit) etki olarak kalırlar. Đlkel dünyadaki hayvan ve bitki aleminin analitik araştırılması, bilimin iki belirgin dalını ortaya çıkarmıştır; biri, doğal ve psikolojik tanımlarda ve kendilerini mevcut türler serisinde sunan kanyonları, soyu tükenmiş formlardan doldurma çabasında kendisini meşgul eden tamamen morfolojik şekilde
55
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ve diğer kol; daha özel olarak jeolojik olarak fosil kalıntılarının, çakışmayla ve içlerinde bulundukları tortulu yatakların yakın çağıyla ilişkilerini gözden geçirir. Đlk olan uzun süre egemen oldu ve daha sonraları fosilleri ve mevcut türleri karşılaştırmada üstün gelmiş olan yüzeysel tavır yanlışlara sürükledi ki bunun izleri belirli doğal objelere verilmiş tuhaf denominasyonlarda hala bulunmaktadır. On altıncı yüzyılda, yenidünya hayvanları eskilerinkiyle birlikte yanlış analojilerle birbirlerine karıştırıldığında olduğu gibi, yazarlar tüm tükenmiş formları yaşayan türlerle açıklamaya çalıştılar. Bulundukları stratumun çakışması düzeniyle yakın çağ fosillerinin araştırılmasında, yokolmuş ve hala yaşamakta olan familyalar ve türler arasında( ikincisi daima çok az sayıdadır) önemli ilişkiler keşfedilmiştir. Tüm gözlemler, fosil bitki örtüleri ve hayvanların, ait oldukları tortul yataklar daha alçak ya da daha eski olduğu için daha yaygın miktardaki günümüz hayvan ve bitki formlarından ayrıldıklarını göstermede kesişirler. Bu nedenle büyük çeşitlilikler, organik yaşamın genel türlerinde başarılı bir şekilde yer almıştır.(sayfa 166) Ve ilk olarak Cuvier tarafından işaret edilmiş bu büyük fenomenler Deshayes ve Lyell’in özellikle sayısız ve iyi korunmuş tersiyer oluşumun fosilleri konusunda önemli sonuçlar ilettikleri araştırmalarının objesi yapmış oldukları sayısal ilişkiler sunmaktadır. 1,700 fosil balık türü incelemiş ve açıklamış, 8,000 yaşayan canlı sayısının ya da koleksiyonlarımızda korunanların tahmininde bulunmuş olan Agassiz, Grönland adasının arjilik jeodlarına has küçük bir balık fosili
56
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
istisnasıyla, Geçiş, Đkincil ya da Üçüncül stratumda özellikle herhangi bir yaşayan balıktan farksız olan bu sınıfın herhangi bir örneğiyle hiçbir zaman karşılaşmadığını ileri sürer. Ve alçak Üçüncül oluşumlarda bile kaba kalker ve Londra balçık fosil balıklarının üçte birinin soyu tükenmiş ailelere ait olduğu önemli yorumunu ekler. En eski omurgalılar olan balıkların, ilk olarak Silurian stratumunda ortaya çıktığını ve Üçüncül dönemin kuşlarına kadar sonra gelen tüm oluşumlarda bulunduğunu görmüş olduk. Sürüngenler magnezyum kireçtaşlarının benzer tutumunda başlar. Ve eğer ilk memelilerin Oolite’de Stonefilled arduvazıyla buluştuklarını, ve ilk kuş kalıntılarının kretesa döneminin birikintilerinde bulunmuş olduğunu şu noktada eklersek, bugünkü bilgimize göre omurgalıların dört büyük ayrımının içsel limitlerini belirlemiş olacağız. Omurgasız hayvanlara gelince, yüksek derecede organize edilmiş kafadanbacaklılar, kabuklularla birlikte, en eski oluşumlarla ilişkisi olan mercanlara ve bazı deniz kabuklarına rastlarız. Bu nedenle hayvanlar aleminin bu bölümünün geniş oranda farklı düzenleri, birbirlerine karışmış olarak ortaya çıkar; yine de sınırlı yasaların keşfedilebilir olduğu aynı düzene ait birçok izole edilmiş grup vardır. Tüm dağların bazen goniatitlerin, trilobitlerin ya da nummulitlerin tek bir türlerini içerdikleri gözlenir.
57
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Genusların birbirlerine karıştığı yerlerde, organik form serileri ve oluşumların çakışması arasında sıklıkla sistematik bir ilişki mevcut olur. Ve belli familya ve türlerin bağlarının, tümünün bir oluşum meydana getirdikleri birleştirilmiş stratumlarda düzenli bir kural izledikleri belirtilmiştir. Kürenin en ücra kısımlarındaki suların aynı çağlarda Avrupa fosilleriyle en azından jenerik özellik bakımından uyum içinde olan kabuksu hayvanlarca işgal edildiği sıklıkla bulunmuştur. Fosil içerikleriyle ya da içerdikleri diğer taş parçacıklarıyla belirlenmiş stratumlar, jeolojistlerin, pozisyonlarını tanıyabilir ve oluşumların, belli stratumların perodik tekrarlamalarının- paralelliklerinin- ya da tüm supresyonlarının kimlikleri ya da yakın eski uygarlıkları hakkında güvenilir sonuçlar elde edebilir oldukları jeolojik bir ufuk meydana getirirler. Böylece yerleşik oluşumların genel türlerinin büyük sadeliğini kavrarsak, başarılı bir şekilde altlardan üstlere ilerlediğimizi keşfederiz: (1) Siluriyen ve Devoniyen (eski kırmızı kumtaşı) sistemleri kapsayan değişim grubu; (2) dağ kireçtaşı, kömür katmanı, eski, yeni kırmızı kumtaşı ve manyeziye ait kireçtaşından oluşan Alt Triyasik dönem; (3) bunter ya da alacalı kumtaşı, kabuklu kireç taşı ve keuper kumtaşları içeren Üst Triyasik; (4) kireç taşı katmanları içeren Oolitik ya da Jura çağına ait seriler; (5) Kretase çağı serileri; (6) üç aşamasında kaba kalker ve Paris havzasının diğer yatakları, linyitler ya da Almanya’nın kahverengi kömürü ve Đtalyanın alt Apenin grubu tarafından temsil edildiği haliyle Tersiyer grup. Bunları, Mastodon, Dinotherium ve aralarında Oven’in Mylodon’nunun, tembelhayvanlarla ait, on bir fitten fazla
58
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
uzunlukta olan bir hayvan, olduğu megatheroid hayvanlar gibi eski çağlara ait memelilerin devasa kemiklerini içeren bu taşınmış topraklar (alüvyon) izledi. Bu soyları tükenmiş türlerle bağlantılı, hala yaşamakta olan( sayfa 168) hayvanların fosil kalıntıları bulunur. Şöyle ki; filler, gergedanlar, öküzler, atlar ve geyikler. Bogota yakınlarında deniz seviyesinden 8,200 Fransız fit yüksek bir rakımda, özenli kazılar yaptırmış olduğum mastodon (campo de gigantes) kemikleriyle dolu bir saha vardır. Meksika platolarında bulunan kemikler soyu tükenmiş asıl fil türlerine aittir. Himalayanın ikincil sıraları, Sewalik tepeleri, sayısız mastodonun yanında, hala mevcut fil, gergedan ve türlerine ait kalıntıları olduğu kadar Sivaterium ve yirmi fit uzunluk ve altı fit boydan fazla devasa kara kaplumbağaları( colossochelys) içermektedir. Bu fosillerin Mastodon döneminde hakim olmuş tropik iklimden yararlanan bölgelerde bulunması sikkate değerdir.
V-Bilimin istikrarı
Edebiyat çalışmaları, insan duygularının derinliklerine hızla kök salarken, hayalgücü ve mantık zaman aşımından çok az zarar görmektedir. Deneyimsel bilgi sürecinde, bağımsız konuları işleyen çalışmalarda bunun aksinin olması bazen cesaret kırıcı bir düşünce olarak değerlendirilmiştir. Aletlerin gelişmesi ve gözlem alanlarının devam eden genişleyişi, doğal fenomenler ve fizik kurallarındaki incelemeleri, üzerlerindeki
59
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ilgilerini yok etmek ve okunmalarını durdurmak için, eski olmaya eğilimli kılmışlardır. Oldukça hakiki ve içten doğa sevgisiyle ve kurallarının araştırılmasındaki ağırbaşlılığa ve hakiki büyüye hayat dolu bir minnettarlıkla işlenmiş hiç kimsenin, bilgimizin sınırlarının genişlemesiyle bağlantılı olan cesaretsizlik ve pişmanlıkla bakmasına asla müsaade etmeyin. Bu bilginin çoğu ve önemli kısımları, hem göksel küre fenomenleri hem de bizim gezegenimize ait olanlar hususunda, halihazırda (sayfa 169) hafifçe sallanmayacak kadar sağlam oluşumlar üzerine kuruludur. Diğer kısımlarda genel kuralların şüphesiz ki uygulamalarında daha sınırlı olanların yerlerini alacak olmalarına rağmen, yeni kuvvetler keşfedilecektir ve diğerleri bilinir olurken, basit olarak düşünülen maddeler birleşenlerine ayrıştırılacaktır.
James Hutton
Yer teorisi
James Hutton, dikkate değer Đskoç jeolojist 3 Haziran 1726’da Edinburg’ta doğdu. 1743’te avukat çırağı oldu. Fakat çıraklığı kıss bir süre devam etti. Ve bir sonraki yıl Edinburg
60
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Üniversitesinde tıp okumaya başladı. Ve 1749’da bir doktor olarak mezun oldu. Daha sonra tarım üzerine çalışmalar yapmaya karar verdi. Ve 1752’de uygulamalı çiftçiliği öğrenmek için Norfolk’lu bir çiftçinin yanına gitti. Kendisini tamamen tarıma vermedi; bunun yerine zamanının dikkate değer bir kısmını kimyasal ve jeolojik araştırmalarda harcadı. Jeolojik araştırmaları 1795’te Edinburg’ta yayınlanmış olan büyük çalışması “Yer Teorisi” ile sonuçlandı. Bu çalışmada mevcut olan kıtaların denizin tabanında önceki kıta tortularının çökmesiyle oluşturulmuş ve çökeltinin ısıyla katılaştırılmış ve ısının geniş gücüyle denizin üstüne yükseltilmiş olduğu teorisini öne sürer. 26 Mart 1797’de öldü. Diğer çalışmaları “Yağmur Teorisi”, “ Tarım Elementleri” ve “ Kömürün Doğası”dır.
1- Toprağın orijini ve sağlamlaştırılması
Yeryüzünün katı yüzeyi esas olarak çakıldan, kalkerden, arjilik stratumdan oluşmaktadır. Kum akarsular ve akıntılarla bölünür. Çakıl, denizde altüst olmuş taşların yıpranmalarıyla oluşturulur. Ve arjilik stratum, arjilik maddeler içeren suyla biriktirilir. Bu nedenle, katı yeryüzü esas olarak sudan, rüzgardan ve gelgitlerden üretilmiş olarak görünecektir. Ve bu teori bütün mermer ve çakıl taşı kitlelerinin denizel hacimlerin kalkerli maddelerinden oluştuğu buluşuyla doğrulanır. Tüm bu maddeler, ilk olarak, denizin tabanında biriktirildi. Ve ilk
61
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olarak nasıl birleştirildiklerini ve ikinci olarak nasıl denizin üstüne yükseltilmiş kuru toprak haline geldiklerini düşünmek zorundayız.
(Sayfa 171)
Birleşmenin ya suda çözünmüş maddelerin katılaşması yoluyla ya da ateşle füzyon yoluyla etkilenmiş olabileceği nettir. Denizde çözünmüş maddelerin katılaşması yoluyla birleşme muhtemel değildir. Çünkü ilk olarak çözünmeyen ve bu nedenle çözelti içinde var olamamış silisli madde gibi stratumlar vardır. Ve ikinci olarak stratumun görünümü bu iddianın tersidir. Birleşme muhtemelen ısı ve füzyondan etkilendi. Yeryüzündeki tüm maddelerin ısıyla sıvı hale getirilmeleri mümkün olabilmektedir. Ve yeryüzü kabuğundaki tüm olaylar birleşimle ve erimiş maddelerin kristalleşmesiyle tutarlıdır. Bu sadece böyle değildir, ayrıca stratumda, örneğin erimiş kütlelerin soğumasıyla ve ısıyla füzyonlaşmayı işaret eden diğer fenomenlerle birleştirilmiş doğal olarak meydana gelecek olan yarıklar, ayrımlar ve oyuklar gözlemleriz. Öyleyse dünyanın tüm katı stratumlarının bir füzyonlaşma durumundan sertleştirilmiş oldukları sonucuna varabiliriz. Fakat bu stratumlar nasıl oldu da deniz tabanından yükseltildi ve kuru topraklara dönüştürüldü? Birleştirme gücü ısıyken, bu nedenle ısı aynı zamanda muhtemel kaldırıcı güç oldu. Isının hacimleri genişletme gücü, bildiğimiz gibi,
62
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
sınırsızdır. Ve ısının kapsamlı gücü şüphesiz ki stratumları denizin üstüne kaldırmak için yeterliydi. Ve eğer yer kabuğunu incelersek, ısının kullanıldığı delilerle karşılaşırız. Füzyon ısısıyla katılaştırılmış stratumlar, alttan etki eden ısının kapsamlı gücüyle yaratılıyorsa, bu hacimlerde, her tür yarık, bozukluk ve çarpıklık ve yataydan dikey bir pozisyona doğru bir alandan her derecede ayrılım gözlemlemeyi umarız. Bu sadece ne bulduğumuzdur. Yatay çizgiden stratumlar sıklıkla dikey olarak gözlemlenir. Devamlı olandan, kesik ve mümkün olduğu her yönde bölünmüş olarak ve düz olandan, eğri ve iki katına çıkmış olarak gözlemlenir. Teori, üzerinden geçtikleri stratumlara yabancı olan madde içeren ve muhtemelen büyük baskı altında onları sıvılığa zorlayan yeryüzü çatlak ve oyuklarının(sayfa 172) bir tetkikiyle doğrulanır. Aktif volkanlar, yok olmuş volkanlar ve heryerdeki volkanik hareket izleri aynı anda ısıyla genişleme ve yükselme teorisini öne sürerler. Bir volkan, dindarlığın ölçülerine ve bağlılığa batıl inançlı insanları korkutma amacıyla yapılmaz. Bir yer altı baca deliği olarak düşünülecektir. Dünyanın kabuğunun oluşumu bu şekilde olduğundan, süresi ve sürekliliği hakkında herhangi bir yargıda bulunabilir miyiz? Eğer günümüz kıtalarının yıpranma oranını ölçebilirsek, yıpranmalarının günümüz kuru toprakları için malzemeler sağladığı daha eski kıtaların süresiyle ilgili tahmininde bulunmamız muhtemeldir. Fakat toprağın aşınmasını ölçemediğimiz için, sadece ilk olarak, günümüz kuru toprağın oluşumu için belirsiz uzunlukta periyot gerektirdiğini; ikincisi oluşumu için malzeme sağlamış olan önceki kuru toprağın, yapmak için eşit oranda zaman
63
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
gerektirdiğini; üçüncüsü günümüzde, denizin tabanında oluşan, zamanla yüzeyin üzerinde ortaya çıkacak toprağın var olduğunu; dördüncüsü, başlangıcın ya da sonun hiçbir kanıtını bulmadığımızı genel anlamda belirtebiliriz. Granit, kendine öz orijinalliği iddia etmeyen bir doğaya sahiptir. Çünkü bileşiminde çeşitlilik gösterdiği gözlemlenir. Buna rağmen, dahası granitin ya da aynı çeşit taşın bir türlerinin tabakalar halinde olduğu kesindir. M. de Sauffure tarafından granit feuilletée ve yanılmıyorsam, Almanlar tarafından gneiss diye adlandırılır. Böylece granit, tabakalar halinde bulunduğundan, bu taşın kütlelerin alp dağlarına ait ülkelerdeki arkadaşı kiltaşları üzerinde herhangi öncelik hakkına sahip olmalarına müsaade edilemez. Tabakalaşma eksikliği, öyleyse, ilkel taşların bir kanıtı olarak düşünülemez. Bu taşlardaki deniz kabukları gibi organize olmuş hacimlerin eksikliği de bir kanıt olarak görülemez. Çünkü organize olmuş hacimlerin izleri (sayfa 173) mineral bölgelerin sonraki düzenleriyle yok edilebilir. Nasıl olursa olsun, bazen organize olmuş hacimlerin izlerine ilkel dağlarda rastlanır. Đlkel dağlarda bol miktarda bulunan madeni oyuklar her şeyi kanıtlar. Çünkü çeşitli stratumlarda gözlemlenmektedirler. Tüm toprağın, eritilmiş, denizin tabanından yükseltilmiş maddelerden oluşturulduğunu iddia etmekteyiz. Fakat yeryüzünün bütün bölümlerinin kesin olarak benzer ve aynı zamanlı değişimler geçirdiğini ele almamaktayız. Ve toprağın çeşitli bölümlerinin geçirmiş olduğu değişimler hususunda, birincil ve ikincil stratum arasında ayrımda bulunabiliriz.
64
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Hiçbir şey mineralleştirici gücün stratumlar üzerindeki belirli bölgelerde uygulanmış birkaç yinelemeli işleminin olduğundan daha kesin değildir. Ve tüm bu mineral işlemleri, birleştirmeye meyillidir. Dünyadaki sıradan stratumlardan farklılıklar gösteren “ilkel” kütlelerin, ilk olarak birleştirilmiş ve toprak olarak yükseltilmiş ve sonra tekrar eritilmesi ve yükseltilmesi için yeniden suya daldırılmış olarak, mineral işlemlere iki kez maruz bırakılmış oldukları oldukça mümkündür.
II- Taş kömürünün doğası
Mineral ya da fosil, parlayıcı ve yanıcı doğasıyla ayırt edilen kömür, stratumun bir türüdür. Saflığı ve ayrıca patlayıcı olması hususunda farklılıklar gösterdiğini gözlemleriz. Đyi bilindiği gibi, bazı kömürler hemen hemen hiç topraksı küle sahip değildir. Bazısı da büyük miktar sahiptir. Ve tekrarlamak gerekirse, bazıları kokkömürü gibi yanarken diğerleri çok fazla duman ve ateşle yanarlar. Öyleyse kömür nereden gelmiştir ve farklı türlerine nasıl açıklama getirebiliriz? Kömür maddesinin oluşumu için uygun olan bir madde bitki hacimlerinde bulunur. Fakat nasıl olur da topraksı maddelerle karışmış hale gelmektedir? Bitki hacimleri katranlı ya da kömürlü maddelere ya ateş yardımıyla ya da su yardımıyla çözümlenebilir. (sayfa 174) Belki de kömür oluşumunda doğa tarafından ikisi de kullanılabilir.
65
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bitki maddesinin gizli ısı kuvveti deniz tabanında kömürleştirilmiş olabilir. Ve deniz boyunca yanma sonucu nüfuz etmiş yağlı, katranlı ve isli maddeler denizin tabanında kömür olarak biriktirilmiş olabilirler. Dahası toprakta yakılmış bitki maddelerinin dumanından katranlı madde sonuç olarak atmosferden ve deniz tabanındaki çökmeden biriktirilecektir. Birçok nehir, çözeltide çok büyük bir miktar parlayıcı bitki maddesi içerir. Bu denize taşınır ve orada çökeltilir. Öyleyse deniz bu iki kaynaktan katranlı madde elde eder ve bu madde, deniz tabanında sıkıştırılma ve ısıyla yoğunlaştırılmış ve birleştirilmiş olarak en değişmeyen maddenin cilalı bir yüzeyle ilişkisini keserek ve aşağı yukarı gizli ısıyla ayrıştırıldığı dozda oldukça az duman ve alevle yakarak siyah bir hacmini meydana getirecektir. Ve böyle bir hacim kesin olarak en çok ısıveren ve en az kül bırakan, en saf fosil kömürümüzü temsil etmektedir. Bazı durumlarda, denizde erime durumundaki katranlı madde az çok arjilik, kalkerli ve diğer topraksı maddelerle karıştırılacaktır. Ve bunlar, katranlı madde boyunca çökeltilmiş olarak dikkate değer miktarda külle birlikte saf olmayan kömür katmanları oluşturacaklardır. Bunlara rağmen, üçüncü bir kömür kaynağı mevcuttur. Suda eritilmiş ve sıkıştırmayla birleştirilmiş bitki hacimleri, büyük yeryüzü kütlesi altında sıkıştırılmış turba kömüründe görüldüğü gibi, bazı kömür türlerinden neredeyse ayırt edilemez bir hacim oluştururlar ve kömürün bazen bu şekilde ortaya çıktığından hiç şüphe duyulamaz. Çünkü büyük miktar
66
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
fosil, kömür birleşiminde bitki hacimlerinin bolluğunu gösterir. Geriye sadece kömür stratumlarının yaradışındaki değişimi düşünmek kalır. Başlangıçta yatay pozisyonda olmuş kömür stratumların şu anda bazen yükselmiş hatta dik olarak durdukları gözlenir. Bu aynı zamanda yeryüzü teorimizle de tutarlıdır. Gerçekte, mineral aleminde gizli ısının daha iyi bir şekilde gösterildiği başka bir madde mevcut değildir. Bu stratumlar açık bir şekilde, esasında bitki maddelerinden gelen parlayıcı maddelerin bir birikimidir. Oluşumlarının bu safhasında tümü uçucu, yağlı bileşenler içermelidirler. Ve uçucu yağlı maddelerin yok olması belki büyük miktar sıkıştırmanın zaptetici gücü altında ilerleyerek, saflaştırmayla üretilmelidir. Böyle saflaştırmanın mineral bölgelerde yer aldığından şüphe edemeyiz. Yeryüzünün çoğu yerinde düşündüğümüz zaman, sıklıkla belli kaynaklardaki suyla çıkarılmış neft yağında, petrolde böyle saflaştırmanın apaçık etkilerini gözleriz. Bu nedenle bu saflaştırma işleminin yeterli kanıtına sahip bulunmaktayız.
III- Toprağın dağılma ve ayrışması
Dağı ya da ovayı incelesek de, taşların dağılmasını ya da yerkürenin daha yumuşak stratumlarını düşünsek de, deniz kıyılarına ya da kıtaların merkezi ovalarına dikkatle baksak da, verimsiz topraklar ya da çöller üzerinde kafa yorsak da, genel
67
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bir ayrışmanın ve dünyanın katı yüzeyinin parçalanmasının kanıtını buluruz. Her büyük akarsu ve dip vadi toprak yıpranmasının kanıtını sunmaktadır. Kuru toprağın amacı bir bitki ve hayvan sistemi devam ettirmektir. Ve bu amaç için bir zemin gereklidir. Ve bir zemin oluşturmak için, katı stratumlar parçalanmalıdır. Yeryüzü çeşitli hayvanlar ve bitkiler için elverişli belirsiz sayıda zemin ve durumdan daha fazlası değildir. Ve (sayfa 176) hem katı taşlar hem de yumuşak yeryüzü ya da hem nemli hem de kuru bölgeler içermelidir. Çünkü tüm bunlar işgal ettiğimiz dünya için gereklidir. Buna rağmen katı taş, hava ve su aksiyonuyla sadece toprağa parçalanmaz, ayrıca toprak giderek denize doğru ilerler. Er ya da geç deniz toprağı yutmalıdır. Bitki örtüsü ve katı taş kütleleri toprağın denize doğru akışını yavaşlatır. Buna rağmen sadece yavaşlarlar; tümüyle önlenemezler. Dağların alçaltıldığı dozda, deredeki ova ya da düzlük aralarında ve ayrıca daha alçak seviyelerde daha genişlerler. Fakat düzlükte akan bir akarsu ve yağmur mevsimlerinde üretilmiş akıntılar varken, toprak yüzeyinin yapısında durgun hiçbir şey olmaz. Öne sürdüğüm yeryüzü teorisi, yeryüzünde meydana gelebilecek büyük felaketler üzerine kuruludur. Deniz tabanından yükselmiş ve dağsı kıtalara yükseltilmiş stratumları öne sürer. Buna rağmen felaketler arasında, havanın ve suyun sıradan günlük etkilerinden daha ileri hiçbir şey gerektirmez. Her bir yağmur sağanağı, her bir akarsu toprağın ayrışmasında rol oynar ve gelecek kıtalar için malzemenin denize taşınmasına yardımcı olur. Bölgelerde gördüğümüz büyük miktar toprak israfı, bazısına bazı başka açıklamalar gerektiğini göstermiştir. Buna
68
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
rağmen havanın ve suyun doğal işlemlerinin, zamanla gözlemlenmiş etkileri üretmek için yeterli olacağını iddia ediyorum. Đsrafın yavaş olacağı doğrudur. Fakat devamlı toprak oluşumuyla taşların yavaş yıkımı doğa ekonomisinde istenilendir. Hayvanları ve bitkileri devam ettiren bir dünya, bir günden fazla dayanan kıtalar gerektirir. Eğer ilk olarak denizde biriktirilmiş bu toprak kıtası yaşanabilir bir dünya sürdürmek ve dünyanın hareketli sularına karşı koymak içinse, o serbest madde koleksiyonlarına belli derece katılık ve sağlamlaştırma verilmelidir. Ve belli derece sertlik, yumuşak ve uyumlu ve neticede şuan yer edindikleri durumda oldukça had safhada kolay bozulur olan hacimlere verilmelidir. (sayfa 177) Fakat, bu yeryüzünün, hareketli sıvılarının vesile olacağı ani değişikliklere karşı çıkmak için katılık ve sertliğe sahip olması gerektiğiyle birlikte, atmosfere maruz bırakılmış yüzey üzerinde parçalanma ve israfa maruz bırakılmalıdır. Çünkü değişime meyilsiz ve parçalanmaya maruz bırakılmamış bir dünya, bu dünyanın sisteminde gerekli olan verimli toprağı sağlamayacaktır. – bitki büyümesinin ve hayvan yaşamının bağlı olduğu bir toprak- Bu en son amaçladığı şeydir. Günümüzde bu yeryüzünü, aynı zamanda verimli bir yeryüzü olması ve değişmez olarak kalmak için oluşturulmamış olan şeylerin doğasıyla bağdaşan tüm devamlılıkla konumunu belirlemek için nitelendirdiği için böyle katılık ve sağlamlık derecesiyle tam olarak bahşedilmiş olarak gözleriz.
69
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Böylece, yeryüzünün yanıt vermesinin sağlandığı bu yapının düzeninde en mükemmel bilgelik görüşünü elde ederiz. Mümkün olan en iyi tutumda kastının amacı, kendi sıralarında hala sınırsızca daha önemli olan bir sisteme- akıl sistemini kastediyorum- itaatkar bir bitki örtüsü sistemini, yararlı bitki soylarını ya da yaşayan hayvan sistemini sürdürmek ve daimi hale getirmektir. Yeryüzünde verimlilik olmaksızın, birçok bitki ve hayvan soyu kısa bir süre sonra mahvolurdu ya da yok olurdu. Toprağımızdaki devamlılıkla, bitki ve hayvan familyaları için değişen dünyanın yüzeyi üzerinde dağıtılmak imkansız olurdu. Gerçek şudur ki; görünüşte çeşitli sonlar için yeterli olan verimlilik, dünyanın her bir çeyreğinde ya da her bir ülkesinde bulunmaktadır. Ve toprağımızdaki devamlılık, örneğin genelde insan türüne değiştirilmesi imkansız görünmesini ve hatta insanlar üzerinde bizi bu dünyanın değişmeyeceğine ikna etmeye çalışmış bilimi uygulamaya koymasını sağlamak içindir.
Hiçbir şey değil de en üstün güç ve bilgelik, amacın bu iki zıt sonunu, hem eşit oranda doğa sisteminde takip edilmeleri, hem de yaygın gözleme ve aynı zamanda insan anlayışının uygun bir objesine sezilemez olması amacıyla aynı eşitlikte elde edilmeleri için bağdaştırmış olabilir.
70
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Lamarck
Zoolojik felsefe
Jean Baptiste de Monet, Chevalier de Lamarck, Fransa, Picardy’de 1 Ağustos 1744’de tarihi, fakat yoksullaşmış bir evin oğlu olarak doğdu. Kiliseye girmesi gerektiği babasının arzusuydu. Fakat onun yatkınlığı askeri bir yaşam içindi. Ve on yedi yaşında De Broglie komutasındaki Fransız ordusuna katıldı, yirmi dört saat geçmesiyle kendisini komisyonunu kazanmak için farklı kılma şansına sahip oldu. Doğa Tarihi Müzesi 1794’te açıldığı zaman, bir doğa bilimci olarak böcekleri, yumuşakçaları, polipleri ve kurtları kapsayarak, omurgasızların koleksiyonlarıyla ilgilenme konusunda güvenilecek yeterlilikte tanınmıştı. Burada 1829’da ölümüne değin konferanslar vermeye devam etti. Haeckel, onu Goethe, Darwin gibi ilk sırada sınıflandırarak, “bağımsız bir bilimsel teori dizisinde köken teorisini ilk ortaya çıkaran kişi olmanın yok olmaz gururu”’nu atfeder. Teorisinin formu 1801’de duyuruldu. Fakat 1809’da “Zoolojik Felsefe” ("Philosophie Zoologique") yayınlanana kadar, detaylı olarak dünyaya sunulmadı. Darwin ve Weissman okulları tarafından değiştirilmiş olmasına rağmen, Lamarck’a ait, sonradan kullanım, terk vb. ile elde edilen karakterlerin kalıtımsal
71
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
aktarımı teorisinin hala bir müteakibi vardır. Lamarck 18 aralık 1829’da öldü.
I-Yaşam merdiveni
Hayvan formları merdiveninden geriye doğru bakarsak, kapsanan varlıkların düzeninde kademeli bir degradasyon gözlemleriz. Vücutlarının işleyişi daha basitleşir, yetilerinin sayısı azalır. Bu iyi bilinen gerçek, doğanın hayvanları meydana getirdiği düzeni üzerine bir ışık tutar. Fakat bu geçişin, sürekli olmasına rağmen, düzensiz olduğu gerçeğini açıklamasız bırakır. Dünyanın (sayfa 180) değişik bölümlerindeki koşulların sonsuz çeşitliliğiyle, bahsedilen hayvanların genel formu, uzuvları ve belirli düzenleri üzerinde üretilmiş etkileri düşünürsek, sebep açık hale gelecektir. Esasında, tüm hayvanları gözlemlediğimiz durumun, bir yandan geçiş oluşturmak için eğilimli düzenin gelişen kompozisyonunun sonucu olduğu belirgin olacaktır. Ve bunun ötesinde, geçişin organizmanın karma doğasındaki gittikçe artan düzenliliğini devamlı bozma eğilimli çok sayıda koşuldan sonuçlanır. Koşulların herhangi değişimi doğrudan etkileyebildiği doğru değildir. Fakat değişmiş koşullar değişmiş istekler meydana getirir, değişmiş istekler de değişmiş eylemler. Eğer yeni istekler daimi olursa, hayvanlar onları ortaya çıkarmış isteklerden daha az devamlı olmayan yeni alışkanlıklar edinir.
72
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Ve böyle yeni alışkanlıklar, diğerleri yerine bir bireyin kullanımını, ya da hatta olanağını kaybetmiş bir bireyin kullanılmasında ki sekteyi gerektirecektir. Đki durumun da bilindik bazı örneklerine bakacağız. Hiçbir eylemi olmayan ve bu nedenle de hiçbir tam anlamıyla sözde alışkanlığı olmayan bitkiler arasında, bölümlerin gelişimindeki büyük farklılıklar değişmiş koşulların bir neticesi olarak yine de ortaya çıkar. Ve bu farklılıklar bazılarının değerini düşürüp, yok olmalarına neden olurken, belli başlı olanlarının gelişimine neden olur. Fakat tüm bunlar, bitkinin daimi almış olduğu ve sonuç olarak üstünlükle belli hayati hareketlerinin diğerlerinin üzerinde durduğu, ısı ve ışık, hava ve nem miktarında, beslenmesinde, emilimlerinde, terlemelerinde oluşan değişimlerce sebep olunur. Bazısının avantajlı, diğerlerinin orta derece avantajsız koşullara konumlandırıldığı aynı türler arasında, derecelerin dikkate değer olduğu bir fark ortaya çıkabilir. Koşulların belli bireyleri kötü gelişmiş ya da durgun bir durumda tuttuğunu varsayın. Đç düzenleri uzun uzadıya değiştirilecektir. Ve bu bireyler böylece elde edilmiş değişimleri sürdürecek ve sonuç olarak böylece yerlerini daima gelişimlerine yararlı koşullar altında bireylerin bir araya geldiklerinden oldukça uzak bir ırka verecek olan döllere neden olacaklardır. Örneğin, bazı çayır çiçeklerinin tohumu, rüzgarlara maruz bırakıldığı kuru ve taşlı zeminlere taşınırsa ve orada filizlenirse, sonuç, bitkinin ve onun hemen meydana gelen dölünün, daima kötü beslenmiş olarak, toprakta yaşayandan tamamen farklı bir ırk ortaya çıkaracakları olacaktır. Ancak bu
73
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yine de onun atası olacaktır. Bu ırkın bireylerinin büyümesi engellenecektir. Ve organları, bazısı diğerlerinin pahasına arttırılmış olarak, farklı oranlar göstereceklerdir. Doğanın uzun bir zamanda yaptığını biz kendi kendimize her gün yapmaktayız. Her botanist kendi ana toprakları yerine bahçelerimize nakledilen bitkilerin onları sonunda tanımlanamaz kılan değişimler geçirdiğini bilir. Yeniden, evcil kümes hayvanlarımız ve güvencinler arasındaki çeşitliliklerin, hepsinin boş yere doğanın bir bölgesinde aranabildikleri gibi, çeşitli koşullarda ve farklı ülkelerde büyütülerek var edildiklerini düşünün. Bu, eğer bir kuşu kafeste yetiştirirsek ve orada beş ya da altı yıl tutarsak, özgürlüğü tekrar verildiğinde uçamayacak, yaygın bilgisiyle alakalıdır. Gerçekte uzuvlarının formunda henüz hiçbir değişim mevcut olmamıştır. Fakat uzun kuşak serileri boyunca aynı ırkın bireyleri dikkate değer bir zaman kafeslenseydi, şüpheye yer yok ki; uzuvlarının formu azar azar dikkate değer değişiklikler geçirirdi. Esaret belirlenmiş bir iklim değişikliğiyle eşlik edilseydi ve bu bireyler kendilerini bir derece diğer yiyecek türlerine ve onu elde etmede diğer ölçülere alıştırsalardı, çok daha fazlası meydana gelebilirdi. Böyle sıklıkla bir araya getirilen durumlar fark ettirmeden yeni ve açık şekilde çıkmaza sokulmuş bir ırk meydana getirirdi. Sıradaki örnek, bitkilerin hususunda, (sayfa 182) bazı önemli koşul değişikliğinin bu canlı vücutların çeşitli bölümlerini değiştirmeye nasıl eğilimli olabildiğini gösterir.
Ranunculus aquatilis, su düğün çiçeği, su altında olduğu sürece, yaprakları tümüyle ince ince girintili çıkıntılıdır. Ve ayrımlar kılcallarla donatılmıştır. Fakat
74
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bitkinin sapı havaya doğru gelişen yaprakların yüzeyine erişir erişir erişmez, yapraklar genişletilir, yuvarlaklaştırılır ve sade bir şekilde dilimlenir. Bitki yalnızca nemli olan toprakta belirmeyi başarırsa ve suyla çevrilmezse, gövde kısa olacaktır, yapraklarının hiçbiri bu çukurlaşmayı ve kılcal damarları göstermeyecektir. Ozaman botanistlerin farklı olarak değerlendirdikleri ranunculus aquatils’ e sahip olursunuz. Hayvanlar arasında değişimler daha yavaş bir şekilde yer alır. Ve bu nedenle sebeplerini belirlemek daha zordur. En güçlü etki, şüphesiz ki; çevredir. Ayrı uzaklıktaki yerler farklıdır ve –ki aşırı çoğunlukta göz ardı edilir- belirtilmiş bir yer, zamanla iklimini ve kalitesini değiştirir. Buna rağmen bu insanlar için öyle yavaştır ki; ona mükemmel bir durağanlık atfederiz. Bu nedenle sadece uç noktada değişimlere değil, ayrıca uç noktadakiler arasında belli belirsiz olanlara da sahip olduğumuz ortaya çıkar.
Her yerde varlıkların düzeni öyle kademeli değişir ki insan değişimi direk olarak gözlemleyemez. Ve her bir yerdeki hayvan familyaları alışkanlıklarını uzun bir zaman korurlar. Türleri adlandırdığımız şeyin görünüşteki değişmezliği ortaya çıkar. – bizde bu ırkların doğa kadar eski oldukları fikrini doğurtmuş olan değişmezlikBuna rağmen, yaşanabilir dünyanın yüzeyi, doğada, konumda ve iklimde, her çeşit derecede farklılıklar gösterir. Doğa bilimciler çevre bir oranda dikkate değer şekilde
75
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
değiştirilirken, türlerin karakterlerini değiştireceklerinin farkına varacaklardır. Şu daima benimsenmelidir ki; (1) Bir hayvan ırkının çevresindeki her dikkate değer ve daimi değişim, gereksinimlerinde gerçek bir değişim olarak işler.
(2) Gereksinimlerindeki her değişim onları sağlamak için yeni eylemler ve sonuç olarak yeni alışkanlıklar gerektirir. (3) Tatmin olması için yeni eylemler gerektiren her yeni gereksinim, hayvanı iki yoldan birinde etkiler. Ya bazı özel uzuvlarından daha sık faydalanmak zorundadır ve bu o kısmın gelişip, boyut olarak büyümesine neden olacaktır. Ya da hayvanda bu gereksinimleri sağlamak için içsel arzuya cevaben fark edilmeksizin büyüyecek olan yeni uzuvları kullanmalıdır. Ve bunu birazdan bilinen gerçeklerle kanıtlayacağım. Yeni gereksinimler nasıl olur da tatmin oluşa ulaşabilmiştir. Ve yeni alışkanlıklar nasıl da elde edilmiştir. Gözlemlerin her zaman doğrulamış olduğu şu belirteceğim iki kurala dikkat edilirse, cevapları bulmak kolay olacaktır. Birinci kural.- Gelişim dönemine erişmemiş her hayvanda, herhangi organın daha sık ve sürekli kullanımı o organı güçlendirir, geliştirir, genişletir. Ve ona, bu kullanımın
76
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
süresiyle orantılı bir güç verir. Diğer bir yandan, böyle organların devamlı kullanılmaması yetilerini azaltır, bu nedenle sonuç olarak organ yok olur. Đkinci kural.- Doğa, bireylerce, ırklarının dikkate değer bir zaman maruz bırakıldığı koşullar sonucu ya da belli organların terki ya da baskın bir kullanımı neticesinde doğal olarak elde edilmiş tüm özellikleri, elde edilmiş değişimlerin iki cinsiyette de ya da en azından birey dölünün iki ebeveyninde de ortak olması koşuluyla, birey döllerine saklar. Doğa bilimciler hayvanların uzuvlarının yararlarına adapte edilmiş olduklarını gözlemlemiş ve bugüne değin, bu nedenle uzuvların oluşumunun, uygun kullanımlarına yol gösterdiği sonucuna varmışlardır. Şu anda bu bir hatadır. Çünkü gözlem tam tersine uzuvların gelişimine ihtiyaç ve isteklerinin sebep olduğunu, bunların eksik olmuş oldukları yerdeki var oluşlarına neden olduklarını açıkça gösterir. (sayfa 184) Buna rağmen; bir ırkın meydana getirmek zorunda bırakıldığı alışkanlıkların sonucu olan organların kullanımının ya da terkinin etkileri üzerinde ilgisi olan gerçekleri inceleyelim.
II- Terkin ceremeleri
Elde edilmiş alışkanlıklar sonucu bir organın sürekli terki onu gitgide güçsüzleştirir. Ve sonunda yok olmasına neden olur; hatta tamamıyla ortadan kaldırır.
77
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bu nedenle sayısız önemli farklara rağmen, düzenlerindeki plan içinde benzer olan omurgalılar genellikle dişlerle donatılırlar. Koşullarla avlarını çiğnemeden yutma alışkanlığı elde etmiş olanları, dişlerini gelişmemiş olarak bırakmaya eğilimlidirler. Sonuç olarak, diş ya çenenin dişsi tabakaları arasında saklı olarak kalmıştır ya da zaman aşımı içinde tamamen ortadan kaldırılmıştır. M.Geoffrey fetüs çenesinde saklanmış olarak bulana dek, balinanın dişlerinin hiç olmadığı düşünülüyordu. Ayrıca Geoffrey, kuşlarda da hiçbir diş izi olmaksızın dişlerin yerleştirilmiş olabileceği oyuğu bulmuştur. Balinanınkine benzer bir durum, uzun zamandır çiğneme uygulamasını bırakmış karıncayiyendir (nyomecophaga). Baştaki gözler omurgalıların düzeninde temel bir bölümdür. Yine de alışılagelmiş şekilde görme yetisinden faydalanmayan köstebek öyle küçük gözlere sahiptir ki; zorlukla görülebilirler. Ve alışkanlıkları köstebeğe benzeyen körfare görme yetisini tamamen kaybetmiştir ve yine de gözlerden kalanları sergilerler. Su altındaki karanlık mağaraları işgal eden mağara semenderi için de durum aynı şekildedir. Böyle durumlarda, bahsedilen hayvanlar gözlerin temel bir parça olduğu bir türe ait oldukları için, (sayfa 185) bu organların güçsüzleşmesinin hatta tamamen yok olmasının uzun devamlı bir terkin sonucu olduğu açıktır. Duyma konusunda durum tam tersidir. Ses her şeyi geçirir. Bu nedenle bir hayvan, üzerinde dursa da durmasa da, bu yetiyi uygular. Ve bu nedenle hiçbir omurgalı onsuz
78
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
değildir. Asla alt soylarda yeniden ortaya çıktığını gözlemlemeyiz. Görme, koşulların uygulanmasını reddetmesi ya da izin vermesine göre, yok olur, yeniden ortaya çıkar ve yeniden yok olur. Gövdesine eklenmiş dört bacak sürüngen türün parçasıdır. Ve yılanlar, özellikle onlarla balıklar arasına kurbağasılar-kurbağalar, vb.- girdiği için, dört bacağa sahip olmalıdırlar. Buna rağmen yılanlar, zemin üzerinde kayma ve kendilerini çimler arasında gizleme alışkanlığını edinmiş, vücutları, devamlı tekrarlanan çabaları sonucu dar pasajlardan geçmek için kendilerini uzatmış olarak, genişliklerine tamamen orantılılıktan yoksun dikkate değer bir boy uzunluğu edinmişlerdir. Bu noktada ayaklar, bu hayvanlara yararsız duruma gelmiştir. Ve sonuç olarak kullanımsız olarak kalacaktır. Çünkü uzun bacaklar karınları üzerinde gitme arzularıyla çatışacaktır. Ve kısa bacaklar dört taneyle sınırlandırılmış olarak, vücutlarını hareket ettirmelerinde başarısız olacaklardır. Bu nedenle bu hayvan ırkları arasında toptan bir terk, kullanım dışı olan bölümlerin tamamıyla yok olmasına neden olmuştur. Düzen ve türleri nedeniyle kanatları olan çoğu böcek, benzer nedenlerden dolayı az çok tamamen onlarsız kalırlar.
III- Kullanımın avantajları
79
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bir organın sürekli kullanımı, adet edinilmiş olarak ve devamlıysa, gücünü yükseltir, onu geliştirir ve onun, daha az kullanan hayvanlar arasında bulunmayan haliyle, ölçü ve potansiyel edinmesini sağlar. (sayfa 186) Bazı böceklerin perde ayakları ve leyleğin uzun bacakları ve boynu bu esasın örnekleridir. Karıncayiyenin, kertenkelelerin ve yılanların uzun ince dilleri için de benzer şekildedir. Böle gereksinimler ve onları sağlamak için sürdürülen efor ayrıca organların yer değişimiyle sonuçlanmıştır. Alışıldığı şekilde büyük su kütlelerinde yüzen balıklar, sağlarını ve sollarını görme ihtiyacı duydukları için, başın her iki kısmı üzerinde bir göze sahiptir. Vücutlarının az çok düz olarak, türlere göre, suyun düzlemine dikey kenarları vardır. Ve gözleri düzleşmiş vücudun her bir kısmında bir tane olacak şekilde konumlandırılmıştır. Alışkanlıkları onları devamlı olarak sahillere, özellikle eğimli sahillere getiren balıklar, çok daha yakına yaklaşmak için düzleşmiş yüzeyleri üzerinde yatmak zorunda bırakılmışlardır. Üst yüzeyin alt yüzeyden daha çok ışık aldığı bu pozisyonda, dikkatleri özellikle altlarında ne olduğundan çok üstlerinde ne olduğu üzerine sabitlenir. Bu gereksinim gözlerden birinin bir çeşit yer değiştirme geçirmeleri ve bir kalkan balığı ya da bir dilbalığının başında zaptettiği normal olmayan pozisyonu
80
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
korumaları için zorlar. Durum simetrik değildir. Çünkü mutasyon tamamlanmamıştır. Tırpana balığının durumunda, buna rağmen, tamamlanmıştır. Çünkü bu balıklarda vücudun enlemesine düzleşmesi geçiş, başınkinden daha az olmayacak şekilde oldukça horizontaldir. Ve bu nedenle tırpana balığının gözlerinin ikisi de sadece üst yüzeyde konumlandırılmaz ayrıca simetrik hale gelmiştir. Yılanlar özellikle nesneleri üstten görmeye ihtiyaç duyarlar ve bu ihtiyaçlarına cevaben gözleri başın kısımlarının öyle üstüne yerleştirilmişlerdir ki, önlerini fakat çok küçük bir mesafeyi görebilirlerken; her iki kısımda da üstte olanı kolaylıkla görebilirler. Bunu dengelemek için, yürüyüş yollarındaki hacimleri test ettikleri dil, bu alışkanlıkla ince, uzun ve (sayfa 187) kasılabilir kılınmıştır; hatta çoğu türlerde bir anda birden fazla obje test edebilmesi için yarıktır. Aynı gelenek, ağzın ucunda dilin çeneyi açmaya hiçbir gereksinim olmadan dışarı çıkartılabileceği bir açıklığın oluşumunda da benzer şekilde sonuçlanmıştır. Kullanımın etkisi zürafanın form ve figüründe ilginç bir şekilde gösterilir. Memelilerin enbüyüğü, bu hayvan, yerin kavrulmuş ve ottan yoksun olduğu Afrika’nın iç kesimlerinde gözlenir. Ve ağaç yapraklarında otlamak zorunda kalır. Büyük bir müddet bu nedenle ırkın tüm bireylerinde gerekli olmuş daimi gerdirmeden, ön bacakların arka bacaklardan daha uzun olması neticelenmiştir. Ve boyun öyle uzun hale gelmiştir ki zürafa, arka bacakları üzerinde durmaksızın, başını yaklaşık yirmi fit yüksekliğe uzatabilmiştir. Tüm hayvanların gözlemlenmesi benzer örnekler sağlayacaktır.
81
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Belki de hiçbir şey kangurununkinden daha çarpıcı değildir. Yavrusunu karınsal bir kesede taşıyan bu hayvan, kendini arka bacakları ve kuyruğu üzerinde taşıma ve o yerden o yere dik olarak bir sıçrayış serisi içinde, ki bu sıçrayışlar boyunca yavrularını incitmemek için duruşunu korur, hareket etme alışkanlığı edinmiştir. Sonucu gözlemleyelim. (1) Oldukça az kullandığı, sadece üzerlerinde, dik duruşunu bıraktığı anlar boyunca dinlendiği ön uzuvları hiçbir zaman diğer bölümlerine oranla bir gelişim edinmemişlerdir. Zayıf, küçük ve kuvvetsiz kalmışlardır. (2) Arka bacakları, neredeyse devamlı rol oynayarak, tüm vücudun ağırlığına taşısa da ya da sıçrayışlarını yerine getirse de, tam tersine, dikkate değer bir gelişim elde etmiştir. Oldukça büyük ve güçlüdürler. (3) Son olarak hem hayvanın ağırlığını desteklemek hem de başlıca hareketlerini idame ettirmek için aktif olarak kullanıldığını gözlemlediğimiz kuyruk dip kısmında had safhada dikkate değer olan bir kalınlık ve bir güç edinmiştir. Arzu, bir hayvanı belli bir eyleme yönlendirirken, ilgili organlar organik değişimlerde ve gelişimlerde belirleyici neden olan hafif sıvıların akışıyla derhal harekete geçirilir. Ve böyle hareketlerin arttırılmış tekrarı güçlendirir, genişletir ve hatta onlar için gerekli organlar yaratır. Bu noktada, onu meydana getirmeye yeterli olan alışılmış kullanımla edinilmiş organda her bir değişim, eğer türlerinin devamı için bir araya gelmiş her iki bireyde de ortaksa, dölde tekrar üretilir. Sonunda, bu değişim yayılır ve sonra gelen ve aynı koşullara
82
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
sunulmuş tüm bireylere geçer. Gerek olmaksızın ona orijinal tutumunda sahip olmalıdırlar. Bunun dışında, birbirinden tamamen farklı çiftlerin birleşiminde, farklılık ister istemez böyle özelliklerin ve dışsal formların sürekli yayılımına zıttır. Bu, koşul farklılıklarına maruz bırakılan insanın özellikleri ya da edinme yolunda olduğu kazasal bozuklukları niçin korumadığı ve yaymadığıdır. Böyle gariplikler sadece onları paylaşan iki bireyin birleşmesi durumunda üretilecektir. Bunlar benzer karakteristikler taşıyan döl üreteceklerdir. Ve eğer ardı ardına gelen kuşaklar benzer birleşimlere kendilerini kısıtlarlarsa, farklı sonrasında bir ırk oluşturulacaktır. Buna rağmen, devamlı karışım temel koşullarla edinilmiş bütün karakterlerin yok olmasına neden olacaktır. Đnsan ırklarını ayıran mesafeler bulunmasaydı, böyle karışım milletlere ait farkları hızlıca yok ederdi.
IV- Sonuç
Öyleyse, varmış olduğumuz sonuç şöyledir. Hayvanların her bir familyasının ve türlerinin, onlarla mükemmel bir uyum içindeki bir düzenle birleştirilmiş karakteristik alışkanlıklara sahip oldukları bir gerçektir.(sayfa 189) Bu gerçek düşüncesi nedeniyle, iki sonuçtan biri, hiçbirisi kanıtlanamaz olduğu halde, takip etmelidir. (1) Bugüne kadar kabul edilmiş sonuç.- Doğa (ya da yazarı) hayvanları yaratırken, mümkün olan, yaşamak zorunda
83
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olacakları tüm koşul dizilerini önceden görmüştür. Her bir türe devamlı bir düzen vermiştir. Ve bölümlerini kararlı ve çeşitli yolla şekillendirmiştir. Böylece her tür gerçekte oluşturulduğu bölgelerde ve iklimlerde yaşamak ve gerçekte bilinmiş olduğu alışkanlıkları korumak zorunda bırakılır. (2) Benim kendi sonucun.- Doğa, daha kusurlu, ya da daha basit olanlardan başlayarak ve daha mükemmellerle sonlandırarak tüm hayvan türlerini ardı ardına üretmiştir. Böyle yaparak, düzenlerini gitgide karışık hale getirmişlerdir. Yaşanabilir dünyanın üzerine dağıtılmış bu hayvanların her bir türü içinde bulundukları koşulların etkisi altında onunla ilişkilendirdiğimiz alışkanlıklar ve form değişimleri edinmiştir. Bunu kanıtlamak için, bu hipotezlerin ikincisi oluşturulmuştur. Đlk olarak dünyanın yüzeyinin hiçbir zaman karakterde, maruz olmada, durumda, yükseltilmiş ya da korunmuş olsa da, iklimde vb. çeşitlilik göstermediğini, ikinci olarak hayvan dünyasının hiçbir bölümünün, uzun zaman sürecinde bile, koşulların değişimi yoluyla ya da yaşam ve aksiyonun değişmiş bir tutumunun neticesinde hiçbir değişim geçirmediğini kanıtlamak gerekli olacaktır. Bu noktada bir hayvanın, uzun bir evcilleştirme sürecinden sonra, türediği vahşi stoktan farklılık gösterdiğini ve türün çeşitli evcilleştirilmiş üyeleri arasında, bir yarara maruz bırakılmış bireyler ve diğerine maruz bırakılmışlar arasında daha az belirlenmemiş farklılıkların bulunabileceğini kanıtlayan tek bir gerçek birinci sonucun doğa kanunlarıyla tutarlı olmadığını, ikincisinin olduğunu kesinleştirir.
84
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Her şey, bu nedenle, vücudun ya da bölümlerin de olsa, onun, hayvanların alışkanlıklarını, yaşam tutumlarını ve tüm çevre koşullarını ortaya çıkaran form olmadığının farkında olmakta benim iddiamı kanıtlamak için anlaşırlar. Zaman süreci içinde hayvan vücutlarını tüm uzuvlarıyla oluşturmuş olan şeylere sahip durumdayız. Yeni formlarla, yeni yetiler edinilmiştir. Ve yavaş yavaş, doğa hayvanları ve tüm canlı varlıkları şu anki formlarında şekillendirmiştir.
Johann Lavater
Fizyonomik parçalar
Johann Casper Lavater, Đsveç teolog, şair ve fizyonomist, 15 Kasım 1741’de Zurich’te doğdu. Kamusal hizmetine yirmi bir yaşında politik reformcu olarak başladı. Beş yıl sonra bir şair olarak ortaya çıktı ve oldukça olumlu tepkiler almış bir cilt şiir yayınladı. Sonraki beş yıl boyunca, mistik, dini coşkusu hatırı sayılır miktarda okuyucunun ilgisini çekmesine rağmen, inanışa ters olduğu düşünülmüş dini bir eser meydana getirdi. Ünü, buna rağmen, ne şairliği ne de teolojisi üzerinedir. Bunların yerine, 1775–78 arası “ Đnsan Yaşamı ve Đlminin Gelişiminde Fizyonomik Parçalar” ("Physiognomische Fragmente zur Beförderung des Menschenkenntniss und Menschenliebe") başlığı altında dört ciltte yayınlanmış fizyonomik çalışmaları buna neden
85
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olmuştur. Kitap gereksiz ayrıntılı ve sonuçsuzdur. Fakat fizyonomi hususunda zekice gözlemler içerir ve popüler görüş üzerine bu bağlamda hiçbir etkisi yoktur. Lavater 2 Şubat 1801’de ölmüştür.
I-Fizyonomi gerçeği
Fizyonominin gerçekliği için hiçbir şüphe olmamaz. Tüm çehreler, tüm formlar, tüm yaratılmış varlıklar, sadece birbirlerinden sınıf, ırk, türlerinde farklı değil, ayrıca bireysel olarak da farklıdırlar. Şu su götürmezdir ki; tüm insanlar geçici dış görünüşleri, yani fizyonomilerince olabilecek her şey için değerlendirmede bulunurlar. Hepsi, doğal fizyonomi, dış görünüş ve içtekiler, vücut ve ruh, dış etki ve iç güç değil midir? Fizyonomiyle parmaklarının arasından geçen her şeyi değerlendirmeyen hiçbir insan yoktur. - Az çok ilk kez bir grupta bir yabancıyla kaldığında, gözlemlemeyen, değerlendirmede bulunmayan, karşılaştırmayan, ve görünüşüne göre onda bir yargıda bulunmayan hiç kimse yoktur. Her bir elma, her bir şeftali kendine has bir fizyonomiye sahipken, (sayfa 192) yeryüzünün lordu, insan, sahip olmayacak mıdır? Đnsan tüm dünyasal varlıkların en mükemmelidir. Diğer hiçbir varlıkta hayvansallık, akıl ve ahlak böyle mükemmel bir şekilde birleşmemiştir. Ve insanın düzeni özgün bir şekilde onu diğer tüm canlılardan ayırır ve etrafını saran, görülebilen diğer organizmalara son derece üstün olarak gösterir. Başı,
86
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
özellikle yüzü, gerçekleri inceleyen, akılsal özelliklerinin büyüklük ve üstünlüğünün dikkatli gözlemcisini ikna eder. Göz, ifade, yanaklar, ağız, alın, tam bir hareketsizlik durumu içinde ya da sayısız hareket çeşitlilikleri boyunca değerlendirilseler - kısaca fizyonomi tarafından her ne kabul ediliyorsa, içsel duyguların, arzuların, tutkuların ve ahlakı hayvan yaşamının üstünde oldukça yücelten tüm o niteliklerin en anlamlı, en ikna edici resmidir. Fizyoloji, akıl ve ahlak insanda bir araya getirilmesine rağmen, yine de bunların her birinin, kendisini ve eylemlerini özellikle göz önüne seren özgün konuma sahip olduğu açıktır. Fizyolojik ya da hayvansal yaşamın, kendini tüm vücut boyunca, özellikle hayvansal bölümler boyunca göstermesine rağmen, çarpıcı bir şekilde daha çok kollarda, omuzlardan parmak uçlarına doğru, rol oynadığı, çelişkinin ötesinde, besbellidir. Akılsal yaşamın ya da anlayış ve zihin gücünün, kendisimi insan vücudunun her bir kısmı ve noktasındaki ince ve dikkatli göze çeşitli kısımların uygunluğu ve ahengiyle gösterecek olmasına rağmen, başın katı kısımlarının, özellikle alnın çevresinde ve formunda kendisini en belirgin hale getirdikleri yine aynı şekilde belirgindir. Düşünce gücünün ne ayakta ne de başta ya da başın iç kısmında bulunmadığını kanıtlayacak herhangi bir durum var mıdır?
87
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Đnsanın ahlaki yaşamı bilhassa çehrenin çizgilerinde, işaretlerinde, değişimlerinde kendini açığa çıkarır. Ahlaki gücü ve arzuları, asabiyeti, sempatisi ve antipatisi, onu saran objeleri etkileme ve itme yetisi- bunların hepsi hareketsizken çehresinde özetlenir ve çehresine resmedilir. Akli ve ahlaki özellikler kendilerini sadece fizyonomide değil ayrıca sağlık ve hastalıkta da açığa çıkarırlar. Ve ben vücutların sabit kısımlarını ve ana hatlarını ve hastanın çehresini tekrar tekrar incelenmesiyle, hastalığa teşhisin konulabilir ve hatta hastalığa yatkınlığın özel durumlarda tahmin edilebilir olduğuna inanıyorum. Kalbin atmasını ve parmakların hareket etmesini sağlayan aynı özel güç, kafatasını örter ve tırnakları kemerlendirir. Baştan sırta, omuzdan kola, koldan ele, elden parmağa, her biri bir diğerine ve hepsi belli bir gücün belli etkisi üzerine bağlıdır. Bir vücuttaki parmak diğer bir vücudun eline uymaz. Parmağın ucundaki kan kalpteki kanın özelliğine sahiptir. Aynı benzerlik sinirlerde ve kemiklerde de bulunur. Bir ruh hepsinde birden yaşamaktadır. Vücudun her bir organı da bölümü olduğu bütünle orantılıdır. En küçük uzvun, parmağın en küçük bağlantısının uzunluğundan, bütünün oranı, vücudun uzunluğu ve genişliği bulunabilir. Aynı şekilde her bir bölümden bütünün formu da bulunabilir. Baş uzun olduğunda, her şey uzundur. Baş yuvarlak olduğunda, her şey yuvarlaktır. Baş kare olduğunda, her şey karedir. Bir form, bir akıl, bir kök hepsine bağlıdır. Her bir organize olmuş vücut öyle bir bütündür ki; uyuşmazlık, yıkım ya da deformasyon olmaksızın, hiçbir şey eklenemez ya da çıkartılamaz. Bu nedenle bu sonucun, bir bölümden bütüne
88
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
(sayfa 194) geçirilemez olduğunu sürdürenler hata altında, doğa dengesini kavramakta yanılarak çabalarlar.
II- Fizyonomi ve özellikler
Alın. Form, yükseklik, kavis, oran, yatıklık ve kafatasının duruşu ya da alnın kemiği düşünce eğilimini, düşünce gücünü ve insanın hassasiyetini gösterir. Duruş, renk, kırışıklıklar, baştaki derinin gerginliği tutkuları ve beynin o anki durumunu gösterir. Kemikler gücü, cilt güç kullanımını belirtir. Bana göre, alnın ana hattı ve duruşu fizyonomide en önemli bölümdür. Alınları üç önemli sınıfa ayırabiliriz- geri doğru, dik, çıkıntılı. Ve bunların her birinin büyük miktar çeşidi vardır. Alınla ilgili birkaç gerçek şu noktada verilebilir. Daha yüksek bir alın, daha çok kavrayış ve daha az aktivite. Daha bastırılmış, kısa ve sıkı bir alın, daha basıklık, sıkılık ve insanda daha az uçarılık. Daha kavisli ve köşesiz dış hat, daha narin ve değişken bir karakter ve daha düz, daha kararlı, daha ciddi bir karakter. Daha diklik daha kavrayış eksikliği anlamına gelir. Buna rağmen, hafifçe üst kısımdan kavisli olan soğukkanlı, sakin, derin düşünce kapasitesi demektir.
89
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Çıkıntılı bir alın ahmaklığı, toyluğu, zayıflığı, aptallığı işaret eder. Yuvarlak ve üst kısmı çıkıntılı, alt kısmı düz, ve tamamı çıkık, dik bir alın daha çok kavrayış, yaşam, duyarlılık, heves gösterir.
Eğimli, düz hatlı alın coşkulu ve canlıdır Kavisli alınlar tam anlamıyla kadınsı görünür. Ne çok dik ne de çok çökük, bunlara rağmen iyi orantılı bir alın bilgeliğin sonraki mükemmel karakterini belirtir. Düşünüldüğü gibi düz hatların ve düşünüldüğü gibi kırışıklıkların güç ve zayıflıkla, inat ve değişkenlikle, kavrayış ve duyarlılıkla ilişkilendirildiğini ayrıca aksiyom olarak belirtebilirim. Dinamik düşünce ve zekice kavrayışla gösterilmemiş, keskin, çıkıntılı göz kemiği olan hiçbir erkek görmedim. Yine de keskinliği olmasa bile, eğer alın yatay kaşlar üzerine dik bir duvar gibi düşüyorsa ve şakaklara doğru yuvarlaklaşıyorsa, bir baş mükemmel olabilir.
90
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Düz alınlar, hemen burnun üzerinde durmamak için çıkıntılılar ve küçük, kırışık, kısa ve parlaklar az hayal gücü, az kavrayış, az duyarlılığı belirtir. Çok açılı, boğum boğum tümsekli alınlar azim ve oldukça dinamik, katı, ters, baskıcı, coşkulu aktivite anlamına gelir. Alnın profili alçakta olan çıkıntılı olarak, iki orantılı kavise sahip olduğunda, bu açık, sağlam kavrayışın ve iyi bir sakinliğin kesin bir işaretidir. Soylu ve büyük insanlarda hiçbir zaman dikkat çekici, sert kavisli göz kemikleri görmedim. Geniş şakaklı ve sert göz kemikli kare alınlar karakterin tedbirliliğini ve sarsızmalığını gösterir. Düz kırışıklıklar, doğalsa, uygulama ve güç anlamına gelir. Yatay kırışıklıklar ve yarıda ya da uzuvlarda kesilenler genellikle ihmalkarlık ya da güç isteği olarak tanımlanır. Alında kaşlar arasındaki düz, derin girintilerin (sayfa 196) insanda, bazı pozitif yönden aykırı özellikler olmadıysa, sağlam kavrayış ve özgür ve asil bir beyni bulundurduğuna hiç rastlamadım. Ön tarafta, bir y şeklinde mavi bir damar, açık, pürüzsüz, iyi kavisli bir alında olduğunda, sadece sıra dışı yeteneklere ve coşkulu, cömert karaktere sahip insanda rastladım. Sıradaki bölüm mükemmel güzellikte, izanlı ve soylu bir alnın özellikleridir.
91
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Boyca, burna ya da yüzün alt kısmına eşit olmalıdır. Genişlik açısından ya çoğu büyük Đngiliz erkeği alınları gibi üstten oval- ya da hemen hemen kare olmalıdır. Eğrisiz ve kırışıksızlıktan yoksun olmalıdır, buna rağmen derin düşüncede, acıdan sarsılmış ya da haksızlık karşısında harekete geçmişken kırışık olabilir. Üstten çökük, alttan çıkıntılı olmalıdır. Göz kemikleri basit, yatay olmalıdır. Ve eğer yukardan bakılıyorsa, basit bir kavis sunmalıdır. Merkezde, yukardan aşağıya doğru, alnı dört parçaya ayırmak için geçen azalan bir ışıkta fark edilebilir küçük bir kavite olmalıdır. Deri alında çehrenin diğer bölümlerinden daha açık olmalıdır. Kısa, kırışık ve güç alınlar sağlam arkadaşlıklar için yeteneksizdirler. Bir arkadaşın, bir düşmanın, bir çocuğun ya da bir kardeşin, iyi, orantılı, açık alınlı oldukları sürece, haddini aşması nedeniyle cesaretiniz kırılmasın. Gelişim için hala umut vardır. Gözler ve kaşlar. Mavi gözler genellikle zayıflığın ve kadınsılığın; kahverengi ve siyah olanlardan daha fazla göstergesidir. Elbette mavi gözlü güçlü erkekler de vardır. Fakat ben kahverengi gözlülerle düşünülen daha fazla güç, erkeksilik gözlemliyorum. Asabi erkekler her renk göze sahiptir; fakat maviden ziyade kahverengi ve siyahtır. Yeşile eğilim, heyecan, ateş ve cesaretin hemen hemen belirleyici bir özelliğidir.
92
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Göz akı görülebilecek şekilde iyice açık gözleri, sıklıkla çekingen ve soğukkanlılarda ve cesaretli ve sabırsızlarda gözlemledim. Birleşik kaşların hünerin göstergesi olduğu ileri sürüldü. Fakat bu özelliğe sahip olduklarına ben inanmıyorum. Açısal, güçlü, aralıklı kaşlar, içteki ateş ve üretici güç anlamına gelir. Kaşlar göze yakınlaştıkça, karakter daha azimli, derin ve sert olur. Birbirlerinden uzak kaşlar, sıcak, açık, faal duygular anlamına gelir. Beyaz kaşlar zayıflığı; koyu kahverengi sertliği sembolize eder. Kaşların hareketi sayısız ifadeler, özellikle küçültücü tutkuların ifadesini içerir. Burun. Genel olarak burun beynin temeli ve dayanağıdır. Çünkü alnın kemerinin tüm kuvveti onun üzerine dayanır. Güzel bir burnun çirkin bir çehreye eşlik ettiği asla gözlenmeyecektir. Çirkin bir kişi hoş gözlere sahip olabilir; fakat güzel bir burna değil. Sıradışı bir adama ait olmayan kemerli ya da düz, geniş sırtlı bir burun hiç görmedim. Böyle bir burun Swift, Sezar Borgia, Titian vb. tarafından sahip olunmuştur. Küçük burun delikleri genellikle girişken olmayan çekingenliğin kesin bir işaretidir. Açık, soluk burun delikleri duygusallığın bir hususiyetidir.
Ağız ve dudaklar. Beynin içindekiler ağza nakledilir. Ağız ne yüklü bir karakterdir! Dudaklar için de karakter böyledir. Sert dudaklar, sert karakter; zayıf dudaklar, zayıf karakterdir. Đyi belirtilmiş, geniş ve orta çizginin iki kısımda
93
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
da eşit şekilde kıvrımlı olduğu ve çekilmesi kolay orantılı dudaklar çirkin, kılıksız, sıradan, kusurlu, sert çehrede asla görülmez. Tek bir çizgiye benzeyen, dudaksız bir ağız, soğukluk, hamaratlık, düzen düşkünlüğü, hassasiyet, ev hanımlığı ve eğer iki ucundan üste doğru çekilmemişse, etkileme, hak iddiası, gösteriş, muziplik anlamına gelir. Oldukça etli dudaklar daima duyarlılık ve (sayfa 198) kayıtsızlıkla mücadele eder. Zorlama olmaksızın, iyi şekilde kapatılmış ve iyi çizilmiş dingin dudaklar, şüphe yok ki düşünmeyi, sağduyuyu ve istikrarı işaret eder. Ağzın açıklığı şikayet, kapalılık ve tahammül anlamına gelir. Çene. Sayısız deneylerden çıkıntılı çenelerin bugüne kadar pozitif; düz çenelerin negatif bir anlam sunduğuna ikna oldum. Đnsanda gücün varlığı ya da yokluğu çeneyle gösterilir. Soğukkanlı kavrayışa sahip erkeklerde, çehresinde açıkça aykırı bir şeyler bulunmuyorsa, çenenin ortasında keskin girintilere hiç rastlamadım. Yumuşak, dolgun, ikili çene genellikle zevkine düşkün bir kimseyi işaret eder. Ve açılı çene sağduyulu, nazik, sert insanlarda nadiren gözlenir. Çenenin yassılığı soğuk ve kuru; küçüklüğü korku ve gamzeyle birlikte yuvarlaklığı hayırseverlik anlamına gelir. Kafatasları. Đnsanın sadece kafatasında bir anatomist ne kadar çok şey görebilir! Fizyonomistler bundan ne kadar da çoğunu! Ve aynı zamanda bir fizyonomist olan anatomistler ne kadar ne kadar fazlasını! Rubens, Titian, Michael Angelo tarafından resmedildiği gibi Sezar’ın kel başı gösterilirse, kim onu karakterize eden taşsı kapatesini fark etmekte ve yumuşak, yuvarlak, yassı baştan daha fazla enerji ve hevesin beklenmesi gerektiğini kavramakta başarısız olacaktır? Charles XIII ‘ün
94
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kafatası nekadar da karakteristiktir! Biyografisini yazan Voltaire’inkinden nekadar da farklıdır! Judas’ın kafatasını Holbein’den sonra Crist’inkiyle karşılaştırın. Ve herhangi birinin, hangisinin kötü huylu hainin, hangisinin masum ihanete uğramışın kafatası olduğunu tahminde başarısız olup olmayacağından şüpheliyim. Ve Herodotus’ taki savaş alanında, efemine Medes kafataslarını erkekçe Persian’ larınkinden ayırt etmek mümkündü ifadesiyle kim tanışmamıştır? Her bir ulus gerçekte kendine özgü kafatası karakteristiğine sahiptir.
III- Ulus, cinsiyet ve aile
Ulusal fizyonomi. Ulusal karakter olduğu kadar, ulusal bir fizyonominin olduğu daşüphesizdir. Bir siyahiyle bir Đngilizi, bir Lapland yerlisiyle bir Đtalyanı, bir Fransızla bir Tierra del Fuego sakinini karşılaştırın. Formlarını, çehrelerini, karakterlerini ve akıllarını inceleyin. Bilimsel olarak açıklamak bazen oldukça zor olmasına rağmen, bu fark kolaylıkla görülecektir. Sıradaki bölüm sohbet ettiğim yabancılarda bugüne kadar gözlemlemiş olduğum son derece az şeylerdir. En az Fransızları karakterize etmekte yetenekliyim. Đngilizler kadar oldukça çarpıcı ya da Almanlar kadar oldukça küçük özelliklere sahip değillerdir. Onları genellikle dişleri ve gülüşleriyle, Đngilizleri alınlarıyla ve kaşlarıyla, Hollandalıları başlarının yuvarlıklılığı ve saçlarının zayıflılığıyla, Almanları
95
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
gözlerinin ve yanaklarının etrafındaki açıları ve kırışıklıklarıyla, Rusları kalkık uçlu burunları ve açık renkli ya da siyah saçlarıyla tanımaktayım. Bu noktada özellikle Đngilizleri ilgilendiren kelimeler kullanmalıyım. Đngilizler en kısa ve en iyi kavisli alna sahiptir.- yani alınları sadece üst kısımdan ve kaşlara doğru kavislilerdir. Ya hafifçe yassı ya da düzlerdir. Nadiren genelde yuvarlak, dolgun burunlar göstermişlerdir. Dudakları genellikle geniş, iyi belirlenmiş ve hoş bir şekilde eğrilidir. Yanakları yuvarlak ve dolgundur. Yüzlerinin ana hattı genelde geniştir. Ve asla almanların özellikle ayırt edildikleri o sayısız açılara ve kırışıklıklara sahip olmazlar. Ten renkleri Almanlarınkinden daha açıktır. Kişisel olarak ya da portreler yoluyla tanıdığım tüm Đngiliz bayanlarının ilik ve sinirden meydana geldikleri görülür. Uzun, zayıf, narin ve kırıcı, şiddetli ya da direngen olan her şeyden göğün yeryüzüne olduğu kadar uzak olma eğilimindedirler. (sayfa 200) Đsviçreliler genel olarak ortak bir fizyonomi ya da ulusal karaktere, beklenen sadakat yönüne sahip değildirler. Birbirlerinden en uzak uluslar kadar farklıdırlar. Cinsiyetlerin fizyonomik ilişkileri. Genel anlamda kadınlar erkeklerden çok daha saf, sakin, hassas, alıngan, sıcakkanlı, biçimlendirilebilir ve sabırlıdır. Kadınların oluşturulduğu başlıca durumun bu farklılığa neden olduğu görülür. Tüm organları narin, yumuşak, kolaylıkla yaralanabilir, duygusal ve kavrayıcıdır. Annelik ve şefkat için yapılmışlardır. Bin kadın
96
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
arasında bu kadınsı karakteristiklere sahip olmayan hemen hemen bir tane bile yoktur. Bu narinlik ve duygusallık, liflerinin ve organlarının hafif yapıları, onları baştan çıkartmak ve kontrol altına almak için kolay kılar. Yine de cazibeleri erkeklerin gücünden daha etkilidir. Saflığa, güzelliğe ve simetriğe tam olarak duyarlı kadın, tinsel yaşam, tinsel ölüm, tinsel yolsuzluk üzerine düşünmek için daima zaman harcamaz. Kadın derinlemesine düşünmez. Derin düşünce erkeğin ayrıcalığıdır. Fakat kadınlar daha fazlasını hisseder. Bir canavar değillerse, sakin bakışlar, gözyaşları ve iç çekişlerle yönetirler, tutku ve tehditlerle değil. En tatlı hassaslığa, en derin duyguya, azami alçakgönüllülüğe ve şevk dolu gayrete yetenekleri vardır. Yüzlerinde her erkeğin hürmet ettiği kutsallığın işaretleri vardır. Aşırı boyuttaki hassasiyetleri ve tam bir soruşturmaya ve sabit bir karar vermeye yeteneksiz oluşları nedeniyle, kolaylıkla bağnaz olmaları mümkündür. Haliyle güçlü olan kadınların sevgisi, oldukça değişkendir. Fakat kinleri geçmezdir ve sadece ısrarcı ve akıllıca düşünülmüş iltifatlarla üstesinden gelinir. Erkekler genellikle bir bütün olarak bakarlar. Oysaki kadınlar detaylarla daha çok ilgilenirler.
97
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Kadınlar erkeklerden daha az fiziksel cesarete sahiptir. Erkek aniden çıkan gök gürültülerini dinler, yıldırımı sakin bakışlarla izler ve korku dolu sağanak ihtişamı ortasında dimdik durur. Fakat kadın şimşek ve gök gürültüsünde titrer ve erkeğin kollarında bir sığınak arar. Kadın acıma ve din için yaratılmıştır. Ve dinsiz bir kadın korkunçtur. Ve özgür düşünceli bir kadın sakallı bir kadından daha iğrençtir. Kadın, üzerine geliştirilecek bir temel değildir. O altın, gümüş, değerli taşlar, ağaç, ot, anızdır. – Erkek temeli üzerinde geliştirilecek malzemelerdir.- Mayadır ya da daha anlamlı olarak erkeğin sirkesine yağdır. Erkek tek başına yarım bir erkektir, sadece yarım bir insan. – kraliyetsiz bir kral. Kadın erkeğe güvenmelidir. Ve erkek sadece bir kadınla bir aradayken olması gerektiği gibi olabilir. Başlıca fizyonomik zıtlıkların bazılarından bu noktada bahsedilebilir. Erkek en sabit; kadın en değiştirilebilirdir. Erkek en düz; kadın en bükülendir. Erkek kararlı durur; kadın hafifçe geri çekilir. Erkek araştırır ve gözlemler; kadın göz gezdirir ve hisseder. Erkek ciddi; kadın canlıdır. Erkek en uzun ve en geniştir; kadın en kısa ve en güçsüzdür.
98
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Erkek kaba ve katıdır; kadın narin ve yumuşaktır. Erkek esmer; kadın açık tenlidir. Erkeğin saçı sert ve kısadır; kadının saçı yumuşak ve uzundur. Erkek en düz çizgilere, kadın en kavisli çizgilere sahiptir. Erkeğin çehresi, profilden alınınca, kadınınki kadar sıklıkla dik değildir. Aile fizyonomisi. Ebeveynler ve çocuklar arasındaki benzerlik oldukça sık olarak dikkate değerdir. Ailesel fizyonomik benzerlik ulusal fizyonomik benzerlik kadar (sayfa 202) su götürmezdir. Bundan şüphe duymak, apaçık olandan şüphe duymaktır. Çocukların yıl olarak büyürlerken, görünürde ebeveynlerine olan fiziksel benzerlikleri arttığı zaman, karakterlerindeki benzerliğin artışından da şüphe edemeyiz. Çocukların karakterinin her ne derece çok ebeveynlerinden farklılık gösterdiği görülse de, yine de bu farklılığın dışsal koşullardaki büyük farklılıklar nedeniyle olduğu gözlenir.
Justus von liebig
Hayvan kimyası
99
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Baron Freiherr Justus von Liebig, çağının en tanınmış kimyacılarından biri, 12 Mayıs 1803’de Darmstadt, Almanya’da kimyasal madde tüccarının oğlu olarak doğdu. Kimyaya ilgisi ilk olarak babasının işinde uyandı. Ve on beş yaşında eczacı asistanı oldu. Aynı zamanda, 1822’de doktorasını yaptığı Erlangen’e gitti ve sonrasında Paris’te Gay- Lussac laboratuarına özel öğrenci olarak seçildi. 1824’te ana eyaletinde Giessen Üniversitesi’nde kimya öğretmeni olarak atandı. Ünü Avrupa boyunca yayılırken, burada yirmi sekiz yıl sakin bir sürekli çalışma hayatı yaşadı. 1845’de soydan geçme baronluk rütbesine yükseltildi. Ve yedi yıl sonra Bavreya hükümetince Munich Üniversitesi’ne kimya profesörü olarak atandı. Burada 18 Nisan 1873’de öldü. “Fizyoloji ya da Patolojiyle Đlişkilerinde Organik Kimya ya da Hayvan Kimyası” üzerine 1842’de yayınlanan bilimsel eseri, Liebig’in hayvan yaşamanın mevcut ürünlerinde incelemelerinin sonuçlarını özetlemektedir. Hayvan ısısının tek kaynağının dokuların oksitlenmesiyle üretilenin olduğunu göstermek için ilk sıradaydı.
I-Yaşamın kimyasal ihtiyaçları
Hayvanlar, bitkilerin tersine, beslenme için yapılandırılmış atomlar gerektirirler. Sadece bir organizmanın
100
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bölümleri üzerinde yaşayabilirler. Hayvan vücudunun her bölümü organizmasında devir halindeki sıvıdan üretilir. Hayvan vücudunun bir yıkımı devamlı ilerlemektedir. Her bir hareket yapısının değişiminin bir sonucudur. Her bir düşünce, her bir duyu beyin maddesinin yapısındaki bir değişimle ilişkilendirilir. Gıdaya ya yapı kütlesinin artımında ( beslenme) ya da israf edilmiş bir yapının yerine konmasında başvurulur. (çoğalma). Oksijenin atmosferden devamlı emilimi aynı derece önemlidir. (sayfa 204) Bütün önemli aktiviteler, atmosferdeki oksijen ve gıda elementlerinin ortak aksiyonları sonucudur. Lavoisier’e göre olgun bir insan, sistemine her yıl 827 libre oksijen alır. Yine de kilosunda bir artış olmaz. Öyleyse bu oksijene ne olmaktadır? – Çünkü hiçbir bölümü oksijen olarak yeniden dışarı verilmez. Vücudun belli bölümlerinin karbon ve hidrojeni, akciğerler, cilt boyunca tanımlanmış oksijenle birleşime girmiştir. Ve karbonik asit ve su buharı formunda dışarı verilmiştir. Bu noktada yetişkin biri, günlük olarak 321/2 ons oksijen solur. Bu, kanın 24 libre karbonunu ( yüzde 80 su) karbonik aside çevirecektir. Bu nedenle insan günlük kaybı karşılayacak kadar çok besin almalıdır. Ve gerçekte, böyle yaptığı da gözlenir. Çünkü gelişmiş bir insanın günlük gıdasındaki ortalama karbon miktarı 14 onstur; ki bu karbonik aside dönüşmesi için 37 ons oksijen gerektirir. Hayvan vücudunu desteklemek için gerekli olan gıda miktarı sisteme alınan oksijen miktarıyla doğru orantı içinde olmalıdır. Tek bir oksijen izi soluyan bir yılan yiyeceksiz üç ay boyunca yaşarken, yiyecekten yoksun bir kuş üçüncü gün ölür.
101
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Solunum sayısı dinlenme durumunda çalışmadakinden daha azdır. Ve iki durumdaki yiyecek miktarı da aynı şekilde farklılık göstermelidir. Daimi bir özellik olarak göğüs kapasitesinde, kutupta da olsak ekvatorda da, aynı hava hacmini soluruz. Fakat havanın ve neticede oksijenin ağırlığı sıcaklıkla farklılık gösterir. Bu nedenle yetişkin bir insan, sistemine günlük, sıcaklık 77 Fahrenhaytsa 321/2 ons gelen; fakat sıcaklık azaldığında, donma noktasının 35 ons geleceği 46,000 kübik inç oksijen alır. Ayrıca eşit sayıdaki teneffüslerde, deniz seviyesinde dağdan daha çok oksijen harcadığımız açıktır. Solunan oksijen ve dışarı verilen karbonik asit miktarı bu nedenle (sayfa 205) barometrenin yüksekliğiyle değişiklik göstermelidir. Bizim iklimimizde dışarı verilen ve bu nedenle gıda için gerekli olan karbon için yaz ve kış arasındaki fark sekizde bir kadar çoktur.
II- Hayvan ısısının nedeni
Bu noktada gıda elementleri ve havadaki oksijen arasındaki ortak aksiyon hayvan ısısının kaynağıdır. Bu ısı tamamıyla tüketilen gıdadaki karbon ve hidrojenin yanması nedeniyledir. Hayvan ısısı sadece vücudun artere ait kanın ( oksijenin birlikte çözünürlük içinde olduğu) devrettiği bölümlerinde mevcuttur. Kıl, saç ya da tüy yükseltilmiş bir sıcaklığa sahip değillerdir.
102
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Hayvan ısısı solunan oksijene bağlı olduğu için, hayvansı soluma aparatlarına göre değişiklik gösterecektir. Bu nedenle yetişkin birinin 991/2º Fahrenhaytken, bir çocuğun sıcaklığı 102º Fahrenhayttır. Kuşlarınki dört ayaklılarınkinden ya da balıklarınkinden ya da gerçek sıcaklığı yaşadıkları ortalamdaki sıcaklıktan 3ºF. daha yüksek olan amfibilerinkinden daha yüksektir. Bütün hayvanlar kelimenin tam anlamıyla sıcakkanlıdırlar. Fakat sadece akciğeri olanlarda sıcaklık çevreleyen ortamdan oldukça bağımsızdır. Đnsan vücudunun sıcaklığı dondurucu bölgelerde oldukları gibi yakıcı olanlarda da aynıdır. Fakat çevreleyen ortam soğudukça, ısısını korumak için gerekli olan yakıt miktarı daha büyümektedir. Đnsan vücudu yerinde olarak belli işlemleri etkilemesi için yöneltilmiş bir laboratuar fırınına benzetilebilir. Fırının gıdası ya da yakıtı, oluşturduğu orta dereceli şeyin öne sürebileceği hiçbir şey anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak karbonik asit ve suya dönüştürülür. Fırında sabit bir sıcaklığı sürdürmek için, yakıt miktarında dışsal sıcaklığa göre değişiklik yapmalıyız. Hayvan vücudunda, yiyecek yakıttır. (sayfa 206) Tam oksijen tedariğiyle oksitlenmesi ya da yanması esnasında dışarı çıkan sıcaklığı elde ederiz. Kışın, soğuk bir atmosferde eylemde bulunduğumuzda ve bunun sonucunda solunan oksijen miktarı artığında, karbon ve hidrojen içeren yiyecek için gereksinim aynı oranda artar. Böylece harekete geçirilen arzuyu tatmin ederek, en keskin soğuğa karşı en etkili korumayı elde ederiz. Aç bir adam, kısa bir zaman sonra ölümüne donar. Ve herkes arktik bölgelerdeki avcı hayvanların aç gözlülükte sıcak bölgelerdekileri oldukça
103
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
aştıklarını bilir. Sıcak iklimlerde yiyecek sağlamak için çalışma gereksinimi çok daha az acilken, soğuk ve ılıman iklimlerde, devamlı olarak vücudu tüketmeye çalışan hava, insanı, aksiyonlarına direniş yollarını donatması için zahmetli eforlara zorlar. Giysimiz yalnızca belirli miktar bir yiyecekle eşdeğerdir. Daha sıkı giyindikçe daha az yiyeceğe gereksinim duyarız. Avda, ya da balık tutmaya gidince, Samoyedes’lerle aynı derece soğuğa maruz kalırsak, rahatlıkla on pound et ve belki de ayrıca yarım düzine donyağı mumu tüketebiliriz. Đtalyanların makarnası ve Rusların ve Grönlanlıların balık yağı, doğmuş oldukları iklimsel rahatlıklarına hizmet etmesi için donatılmıştır. Tüm solunum süreci açlığa maruz bırakılmış bir insanın durumunda gelişmiş şekilde açıkça görülür. Currie, yutamayan ve vücudu bir ayda 100 libre kaybetmiş bir bireyin durumundan bahseder. Bir hayvan daha çok yağ kapsadıkça, yiyeceksiz yaşaması daha uzun olacaktır. Çünkü yağ, havadaki oksijen vücudun diğer bölümlerinde rol oynamadan önce tüketilecektir. Baskının ya da hareketin üretilebildiği çeşitli nedenler vardır. Fakat hayvan vücudunda tüm baskının esas nedeni olarak tek bir şeyi, yiyecek elementlerinin ve havadaki oksijenin ortak olarak birbirlerinde uyguladıkları kimyasal aksiyonu kabul ederiz. (sayfa 207) Hayati baskının bilinen tek esas nedeni, hayvanlarda da, bitkilerde de olsa, bir kimyasal süreçtir. Eğer bu önlenirse, yaşam fenomenleri kendilerini açıkça göstermezler. Ya da duyularımızla fark edilebilir
104
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olmayı durdururlar. Eğer kimyasal aksiyon engellenirse, hayati fenomenler yeni formlar almalıdırlar. Vücuttaki karbonun yanımayla dışa çıkan ısı, tüm hayvan ısısı fenomenlerine neden olmak için yeterlidir. Yetişkin birinde günlük olarak karbonik aside dönüştürülen 14 ons karbon, 24 libre suyu vücut ısısında buhara dönüştüren bir miktar ısıyı ayırır. Ve cilt ve akciğerler boyunca buharlaştırılan su miktarının 3 libre olduğunu iddia edersek, vücudun sıcaklığını korumak için hala büyük miktar ısıya sahip bunmaktayız.
III- kan oluşumunun kimyası
Fizyolojistler vücuttaki çeşitli organların başlangıçta kandan meydana getirildiğini düşünürler. Eğer bu kabul edilirse, kana taşınabilme eğiliminde o maddelerin tek başlarına besleyici olarak düşünülebilecekleri açıktır. Kanın durmasına izin verilmez, pıhtılaşır, serum adında sulu bir sıvıya ve esas olarak fibrin içeren pıhtıya bölünür. Bu iki hacim, bütünüyle aralarında sülfür, fosfor ve nitrojenin bulunduğu yedi element içerir. Ayrıca kemik oksitleri de içerirler. Serum, yaygın tuzu ve asitlerinin karbonik, fosforik ve sülfürik olduğu diğer potas ve soda tuzlarını çözeltide tutar. Serum, ısıtıldığında, albumin adında beyaz bir kitleye pıhtılaşır. Bu madde fibrin ve demirin bir bileşen olduğu kırmızı bir renk veren maddeyle birlikte, kan yuvarcıklarını oluşturur.
105
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Analizler fibrin ve albuminin ( sayfa 208) kimyasal birleşimde özdeş olduklarını göstermiştir. Karşılıklı olarak birbirlerine dönüştürülebilirler. Beslenme sürecinde ikisi de kas fibresine dönüştürülebilirler. Kas fibresi kana tekrar dönüştürülme yeteneğine sahiptir. Organların bölümlerini şekillendiren hayvan vücudunun tüm bölümleri nitrojen içermektedir. Kanın başlıca içerikleri yüzde 17 nitrojen içerir. Ve aktif bir organın bu elementi yüzde 17 den daha az içeren hiçbir bölümü yoktur. Beslenme süreci, etoburların durumunda en basittir. Çünkü beslenmeleri, kendi dokularıyla birleşimlerinde kimyasal olarak eşdeğerdir. Otçulların sindirim aparatı daha az basittir. Yiyecekleri çok az miktar nitrojen içerir. Peki, hangi bitki bileşenlerinden kanları üretilmektedir? Kimyasal araştırmalar göstermiştir ki; bitkilerin hayvanlara besin sağlayabilen bütün parçaları nitrojen bakımından zengin belirli bileşenler içerir. Ve deneyim kanıtlamaktadır ki; hayvanları beslenmeleri için nitrojenli bileşenlerle dolu gibi orantılı olan bu bitki bölümlerine daha az gereksinim duyarlar. Bu önemli ürünler özellikle farklı tür tahılların, bezelyelerin, fasulyelerin ve mercimeklerin tohumlarında bol miktardadır. Buna rağmen, isrisnasız tüm bitkilerde ve bitkilerin her bir bölümünde ya daha çok ya da daha az miktarda mevcutturlar. Bitkilerin nitrojenli bileşimleri bitki fibrinleri, bitki albumileri ve bitki kazeinleri olarak adlandırılır. Bitkilerde meydana gelen diğer tüm nitrojenli bileşimler, ya hayvanlarca ya da başka bir şeyce reddedilir. Bitkilerde öyle küçük oranlarda ortaya çıkarlar ki hayvan vücudundaki kütlelerin artımına muhtemelen bir katkıları olamaz.
106
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bu üç maddenin kimyasal analizi ağırlık olarak aynı oranda birleşmiş aynı organik elementleri içerdikleri ve – ki bu daha dikkate değerdir- başıca kan bileşenleriyle – hayvan fibrini ve hayvan abumini- bileşimde eşdeğer oldukları ilginç sonucuna yol açmıştır. Aynı şekilde, şu bilinsin ki, (sayfa 209) burada sadece benzerlik değil ayrıca kireç sülfürünün, fosforunun ve fosfatının göreceli miktarı ve varlığı hususunda bile hiçbir farkın gözlenemediği kastedilmek istenmektedir. Bu buluşların yardımıyla, hayvanlarda beslenme süreci, hayatiyetin bilhassa bulunduğu organların oluşumu o zaman ne hoş şekilde basit görünmektedir. Kan meydana getirmek için hayvanlarca kullanılan o bitki bileşimleri kanın hazır oluşturulmuş temel içeriklerini içinde bulundurur. Gerçekte bitkiler organizmalarında tüm hayvan kanlarını üretirler. Çünkü etçiller otçulların etini ve kanını tüketirken, kelimenin tam anlamıyla ikincinin beslenmesi için hizmet etmiş olan bitki esaslarını da tüketirler. Bu bağlamda, hayvan organizmasının kana sadece şeklini verdiğini söyleyebiliriz. Ve dahası sıvının başlıca içeriğini içermeyen diğer bileşimler olmaksızın kana şekil vermekte de yeteneksizdirler. Hayvan ve bitki hayatı bu nedenle yakın olarak ilişkilidir. Çünkü hayvanlara besin sağlama kapasitesindeki ilk madde, yaratıcı bitki enerjisinin son ürünüdür. Bitkilerin besleyici gücünde görünüşteki mucize büyük derecede ortadan kalkar. Çünkü kan bileşenlerinin ürettiği belirli yağsı tohumlarda, at yağının, balık yağının, palm yağında tereyağının başlıca içeriklerin ortaya çıkmasından daha şaşırtıcı görünmez.
107
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
IV- Yaşamın gıdası, yakıtı
Gıdalarda nitrojenden yoksun; fakat hayvan yaşamı için yararlı olduğu bilinen maddelerin kullanımını hala dikkate almak zorundayız. Böyle maddeler nişasta, şeker, gam ve pektindir. Tüm bunlarda suyla aynı dozda oksijen ve hidrojenle birlikte, büyük miktar karbon aşımı, gözleriz. Bu nedenle yiyeceğin nitrojenli bileşenlerine aşırı miktar karbon eklerler.(sayfa 210) Ve muhtemel suretle kan üretiminde kullanılamazlar. Çünkü yiyecekte halihazırda bulunan nitrojenli bileşimler fibrin ve albumin üretimi için gerektirilen karbon miktarını tam olarak içermektedir. Bu noktada bu karbonun küçük miktar bir fazlalığının ya katı ya da likit bileşimlerin formunda dışarı atıldığı gösterilebilir. Bu nedenle gaz durumda dışarı atılmalıdır. Kısacası bu bileşimler sadece hayvan ısısı üretiminde havadaki oksijen karbonik asit ve suya dönüştürülerek harcanır. Etçil hayvanlar yiyeceği nitrojensiz maddeler içermez. Bu nedenle hayvan ısısının üretimi için gerekli olan karbon ve hidrojen dokularının israfından onlarda sağlanır. Organların dönüştürülmüş maddeleri, vücudun sonraki beslenmesi için açıkça elverişsizdir- yani kütlenin artımı ya da röprodüksiyonu için beslenme- Emici ve lenfatik damarlar boyunca toplardamara geçerler. Ve bunlarda birikimleri, kalbe erişmeden önce olduğu gibi kan, bir filtre aparatından geçmek zorunda olmasa, kısa bir zaman sonra beslenme sürecine bir son verecektir. Venöz kan, kalbe dönmeden önce, ondan beslenmeye katkı kapasitesi olmayan tüm maddeleri ayıran karaciğer ve böbreklerden geçer. Dönüştürülmüş organların
108
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
nitrojenini içeren yeni bileşimler, sistemde sonraki bir uygulama için tamamıyla yeteneksiz olarak, vücuttan atılır. Dönüştürülmüş dokuların karbonunu içerenler safra kesesinde safra, suyla karıştırılarak onikiparmak bağırsağından geçen ve kimüsle karışan soda birleşimi, olarak biriktirilir. Safranın tüm sodası ve içerdiği karbon maddesinin yüzde doksan dokuzu küçük ya da geniş bağırsakların emilimlerinin reabsorpsiyon kapasitesini devam ettirir.- Doğrudan deneyle kanıtlanmış bir kapasite-
Kendi kendilerine beslenme sürecinde hiçbir paya sahip olmadıkları gösterilebilen kan yuvarları kılcal damarlardan geçişlerinde bıraktıkları oksijeni taşımakta rol oynarlar. Burada oksijen akışı dönüştürülmüş dokuların karbon maddeleriyle buluşur ve karbonlarını karbonik aside ve oksijenlerini hidrojene dönüştürür. Bu oksitlenme sürecinden kaçmış bu maddelerin her dozu derece derece tamamıyla yok olan safra formunda devinime geri yollanır. Şu açıktır ki; yiyecekleri oldukça az miktar kan bileşenleri içeren otçulların sisteminde var olan dokularda metamorfoz süreci ve bunun neticesinde yenilenme ve röprodüksiyonları, etçillerde olduğundan çok daha az hızlı bir şekilde devam etmelidir. Aksi taktirde bin kat gür bir bitki örtüsü, besinleri için yeterli olmaz. Yiyeceklerinin büyük bir oranını oluşturan şeker, gam ve nişasta o zaman bu hayvanlarda yaşamı desteklemek için artık gerekli olmazdı. Çünkü o durumda,
109
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ürün israfı ya da organize olmuş dokuların metamorfozu solunum sürecini desteklemeye yetecek karbonu içerirdi. Uygulama, otçul ve hepçil hayvanlara mahrum bırakıldığında, eksiksiz oksijen tedariğine eşittir. Yiyecekteki karbon, tüketmek için yeterli oksijen tedariğiyle buluşmayarak, büyük oranda karbon fazlası içeren diğer bileşimlere geçer. Ya da başka bir söylemle yağ üretilir. Yağ bu nedenle yiyecekte karbonun akciğerlerce solunan ya da cilt tarafından emilen oksijeninkine orantısızlığı sonucunda oluşan normal olmayan bir üründür. Doğanın bir bölgesindeki vahşi hayvanlar yağ barındırmazlar. Yağ üretimi daima yeterli oksijen tedariğinin bir neticesidir. Çünkü oksijen karbon fazlasının yiyecekte yayılması için kesinlikle mecburidir.
V- Hayvan yaşamı- kimyası
Đnsan yiyeceğinin meydana getirildiği maddeler iki sınıfa ayrılabilir. – nitrojenli ve nitrojensiz. Đlkinin kana dönüşme kapasitesi vardır. Đkincisi ise bu dönüşümde yeteneksizdir. Kanın oluşuma adapte edilmiş bu maddelerden, tüm organize olmuş dokular meydana getirilir. Normal sağlık durumunda maddelerin diğer sınıfı solunum sürecini desteklemekte rol oynar. Đlk olanın beslenmenin plastik elementleri, sonrakinin solunum elementleri olarak adlandırılması mümkündür.
110
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Đlk maddenin arasında – bitki fibrini, bitki albumini, bitki kazeini, hayvan eti, hayvan kanını düşünebiliriz. Yiyeceğimizdeki solunum elementleri arasında- yağ, nişasta, gam, şekerkamışı, glikoz, laktoz, pektin, bassorin, şarap, bira, ispirto vardır. Bitki yiyeceklerinin nitrojenli bileşenleri bileşenlerine eşit şekilde bir kompozisyona sahiptir.
kanın
Kompozisyonu fibrin, albumin ve kazeininkinden farklılık gösteren hiçbir nitrojenli bileşim havyalardaki hayati süreci destekleme kapasitesine sahiptir. Hayvan organizması şüphesiz ki çeperlerinin ve hücresel dokusunun, sinirler ve beynin, kıkırdakların ve kemiklerin organik bölümlerinin maddesi kanının bileşenlerinden, oluşma gücüne sahiptir. Fakat kan ona formları hariç her şeyde –yani kimyasal kompozisyonunda- hazır şekilde sağlanmalıdır. Eğer bu yapılmazsa kanın oluşumuna ve neticesinde hayata bir nokta konur. Hayvanların tüm yaşamı kimyasal güçler ve hayati güçler arasında bir anlaşmazlığa dayanır. Yetişkin birinin vücudunun normal durumunda bunlar bir dengede dururlar. Yani israf nedeninin manifestasyonu ve tedariğin nedenleri arasında (sayfa 213) bir kararlılık vardır. Bu dengenin onarımını bozan her bir mekanik ya da kimyasal aktör bir hastalık sebebidir. Ölüm kimyasal ya da mekanik güçlerin egemen olduğu ve hayati gücün bölümündeki tüm direnişin durduğu o haldir. Bu direniş yaşam boyunca hiçbir zaman canlı dokulardan
111
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
tamamıyla ayrılmaz. Direnişteki böyle bir yetersizlik gerçekte, atmosferdeki oksijen aksiyonuna direnişte bir yetersizliktir. Hastalıklar, bozukluğun tüm sebeplerini etkisizleştirme eğilimindeki toplam hayati güç, rol oynayan bozukluk sebebinden daha güçsüz olduğunda ortaya çıkar. Hastalıklar kısımlarda madde değişimi neticesinde kanın ya da dokuların elementlerinden, yakın kısımların kendi hayati fonksiyonları için kullanamayacakları yeni ürünler meydana gelirse, çevreleyen kısımlar dahası bu ürünleri dönüşüm geçirebileceği diğer kısımlara iletmekte kabiliyetsiz olursa, ozaman bu yeni ürünler meydana getirildikleri yerde çürümeye benzer bir çözünme sürecine katlanacaklardır. Belirli durumlarda, ilaç civardaki bölgeleri ya da herhangi elverişli pozisyonda, bu bölgelerdeki hayati güçle değişimin dış sebeplerine sunulan direnişi yapay tahrip yoluyla hafifleten yapay bir hastalıklı hal ( veziküllerle olduğu gibi) harekete geçirerek bu hastalıklı halleri ortadan kaldırır. Yapay olarak harekete geçirilen tahrip (ya da başka bir bölümdeki direnişin azalması) hastalıklı durumu üstesinden gelinmesi için miktar olarak arttırdığında, Hekimler başlangıçtaki hastalıklı hale bir son vermekte başarılı olurlar. Hastalıklı bölümde maddenin hızlandırılmış değişimi ve yükseltilmiş sıcaklık gösterir ki; hayati güçle oksijen aksiyonuna sunulmuş direniş sağlıklı bir durumdakinden daha cılızdır. Fakat bu direniş sadece ölüm yerini aldığında tamamıyla durur. Diğer bölümlerdeki yapay direnişin azalmasıyla (sayfa 214) hastalıklı organlardaki direniş gerçekte doğrudan güçlendirilmez. Fakat kimyasal aksiyon,
112
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
madde değişiminin sebebi, hekimin madde değişimine, oksijen aksiyonuna daha da cılız bir direniş üretmekte başarılı olduğu diğer bir bölüme yöneltilerek hastalıklı bölümde azaltılır.
SIR CHARLES LYELL
Jeolojinin ilkeleri
Sir Charles Lyell, seçkin bir jeoljist, Kinnordy, Forfarshire, Đskoçya’da 14 Kasım 1797’de doğdu. Bilime ilgisinin ilk ortaya çıkması Oxford’taydı. 1821’de hümaniter bilimlerde master derecesi aldıktan sonra, Londra’nın jeolojik ve Linne’ye ait kurumlarının aktif bir üyesi olarak bilimsel çalışmalarına devam etti. 1826’da Royal Society’nin akademik bir üyesi seçildi. Ve iki yıl sonra Sir Roderick Murchison’la birlikte bir Avrupa turuna çıktı. Ve sonrasında duyurduğu jeolojik değişmezlik teorisi için kanıt topladı. 1830’da büyük çalışmasını yayınladı. “Jeolojinin Đlkeleri: şuan rol oynayan sebeplere göndermeler yaparak dünyanın yüzeyinin önceki değişimlerini açıklamak için bir girişim” ki bu neredeyse tüm jeolojik dünyayı tekdüzelikçilik doktrinine dönüştürdü. Ve belki de modern jeolojinin temeli olarak düşünülebilir. Lyell Londra’da 22 Şubat 1875’te öldü. Büyük çalışmasının yanında, ayrıca “Jeolojinin
113
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Elementleri”, “Đnsanlığın Eskiliği”, “Kuzey Amerika’da Geziler” ve “Öğrencilerin Jeoloji Elementleri” ni de yayınladı.
I- Jeolojik gelişimin tekdüzeliliği
Bazı yazarların spekülasyonlarına göre gezegenin geçmiş tarihinde, ilki yıllarca devam eden ve insanlarca şuan yaşanan durumlara benzeyen, diğeri kısa ve öz, geçici ve paroksismal olan yeni dağları, denizleri ve vadileri oluşturan ve bir takım organik canlıları yok edip diğerlerinin ortaya çıkışına yer gösteren, değişimli sakinlik ve konvülziyon periyotları olmuştur. Bu teoriler, buna rağmen, jeolojik yapıların açık şekilde yorumlanmasıyla ortaya çıkarılmamıştır. Bunun tersine, doğa böyle hiçbir felaket göstermemektedir. Bunun yerine kademeli tekdüzeliği işaret eder. Volkanik taşların doğanın eski çağlara ait paroksizmin kanıtını sağladığı iddia edilmiştir. Fakat (sayfa 216) volkanik taşları herhangi olağanüstü paroksizmin kanıtı olarak düşünemeyiz. Bunun yerine kendimizi volkanik taşları çeşitli zamanlardaki sayısız volkanik püskürmelerin, çeşitli şiddet derecelerinin biriktirilmiş etkisi olarak kabul etmek ve dağ zincirlerini bu püskürmelerin biriktirici sonucu olarak düşünmek zorunda buluruz. Yeryüzünün görev başındaki kabuğunun volkanik gücün büyük bir paroksizmal püskürme üretme kapasitesinde patlayıcı bir yük biriktirmesine ve oluşturmasına izin verilmesi için gerekli olan o gücü ve
114
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
tutarlılığı sürdürmesine asla izin verilmez. Yer altı güç tam tersine, en faal gayretlerinde bile, kesintili ve yatıştırılmış bir yoğunluk gösterir. Volkanik taşların uzak periyodlarda daha bol miktarda üretildiğine dair hiçbir kanıt yoktur. Ya da fosil bitkileri ve fosil hayvanları incelediğimizde, yıkıcı süreksizliğin kanıtını bulamayız. Tam tersine ardışık jeolojik periyodlarda organik yaşamın kademeli bir gelişimini gözleriz. Paleozoyik katmanlarda en karışık organizma bitkilerinin bütün arzusu oldukça dikkat çekicidir. Çünkü bir tane bile iki çenekli kapalı tohumlu bitki henüz bulunmamıştır. Yalnızca şüphesiz bir adet bir çenekli bitki gözlendi. Đkincil ya da mesozoyik zamanlarda palmiyeler ve nazı diğer tek çenekli bitkiler ortaya çıktı. Üst kretase çağına kadar şuan bilindiği gibi, bitki aleminin başlıca sınıfları ve düzenleriyle karşılaşmayız. Tersiyer yılları boyunca formlar daimi olarak değişiyordu. Fakat daima artarak daha da cinse özgü ve belirli bir biçimde olarak, şuan mevcut olanlar gibileşiyordu. Bütün olarak bu nedenle yılların gidişatında bitki yaşamının kademeli gelişimini buluruz. Hayvan yaşamı durumunda, ilerleme eşit oranda açıktır. Paleontolojik araştırma omurgasız hayvanların omurgalılardan önce geliştiği ve sonraki sınıfta balık, sürüngenler, kuşlar ve memelilerin kendi görünümlerini kronolojik bir düzende (sayfa 217) zoolojik olarak düzenlerindeki ilerleyen mükemmellik ölçüsüne göre düzenlendiklerine benzer hale getirdikleri sonucuna varır. Memelilerin kendilerine gelince, profesör owen tarafından beyinlerinin değişimlerine referanslar yapılarak dört alt sınıfa bölünmüşlerdir. En alt ikisi
115
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ikincil tabakada buluşturulurlar. Derece olarak bir sonraki tersiyer katmanında gözlenir. Ve insanın tek temsilcisi olduğu hepsinden en üst derecedeki post-testiyerden daha eski birikintilerde henüz keşfedilmemiştir. Testiyer sistemin eski üyelerinden yeni üyelerine geçerken, birçok boşluklar gözlemlediğimiz fakat hiçbirinin geniş bir demarkasyon çizgisiyle bir organik dünyayı diğerinden tamamıyla ayırmadığı doğrudur. Bir faunanın ya da floranın beklenmedik bir bitişinin ve yeni ve tümüyle farklı formların hayata geldiğinin hiçbir işareti yoktur. Eosenden miyosene ya da hatta son bahsedilenden şimdiki faunaya belli belirsiz bir geçişi jeolojik olarak gösterebilmekten uzak olmamıza rağmen, yine de genel araştırmamızı daha fazla genişletip mükemmelleştirdikçe, böyle daimi bir durumun daha yakınına yaklaşırız. Ve çoğu familyanın ve neredeyse tüm türlerin hemen hemen günümüz var olduğunu bilmediğimiz tek bir türün gelişmediği oranlara soyunun tükendiği zamanlardan gitgide daha çok yönetiliriz. Hayvan ve çiçeğe ait yaşamda çoğu boşlukların sıradan iklimsel ve jeolojik faktörler nedeniyle olduğunu da hatırlamayız. Hiçbir koşul altında eskizsiz yükselen serilerle karşılaşmayı umamayız. Yeryüzünün şüphesiz geçirmiş olduğu iklimde büyük iniş çıkışlar, jeolojik kayıtlarda gösterildiği gibi, kendileri dünyanın yaşam öyküsündeki ani şiddet değişikliklerinin kanıtı olmaları için ele alınmışlardır. Fakat tüm büyük iklimsel iniş çıkışlar hala eylemde olan faktörlerin- toprağın çökmesi ve yükselmesi, toprağın ve suyun göreceli oranında ve pozisyonundaki değişimler, gezegenimizin güneşe ve diğer
116
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
göğe ait hacimlere olan göreceli pozisyonunda farklılıklaraksiyonuyla neden olunabilir. Tümü ile, en uzak periyottan itibaren canlı ve cansız dünyada tek düze ve sürekli bir değişim sisteminin mevcut olduğu sonucu kaçınılmazdır. Ve buna göre günümüzde dünyanın oluşumunda ve değiştirilmesinde rol oynayan faktörlerle alakalı biriktirilmiş her bir gerçek bu bölümün yorumlanmasında bir anahtar sağlar. Ve bu nedenle gezegenin yüzeyinde sadece bir misafir olmamıza, boşlukta tek bir noktaya zincirlenmemize, buna rağmen bir dakika katlanmamıza rağmen, insan zihni sadece ölümlü gözün tek başına görüş açısının ötesindeki dünyaları saymakta değil ayrıca soyumuzun yaratılmasından önceki kesin olmayan yılların olaylarını incelemekte ve okyanusların karanlık sırlarının ve katı yeryüzünün kalbinin içine girmekte de yeteneksizdir.
II- Đnorganik dünyadaki şuan gelişmekte olan değişimler
Đnorganik dünyadaki büyük değişim aktörleri iki esas sınıfa ayrılabilir. –aköz ve indifak. Yağmur, akarsular, kaynaklar, akıntılar, gelgitler ve çiğ ve kar aksiyonları suya, aittir. Taşa, volkanlar ve depremler dahildir. Bu iki sınıf röprodüksiyon olduğu kadar degradasyon araçlarıdır. Fakat ayrıca antagonist güçler olarak da kabul edilebilirler. Çünkü su aktörleri aralıksız olarak dünya yüzeyinin değişkenliklerinin bir dereceye indiremeye çalışırlar. Diğer bir yandan taş dış
117
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kabuğun pürüzlülüğünü kısmen belirli yerlerde yeni maddeler kümelendirerek ve kısmen yeryüzünün kabuğunu bir oranda bastırarak ve bir başkasını dışarı zorlayarak onarmada eşit oranda aktiftir. Đlk olarak aköz aktörlerini inceleyeceğiz. Yağmur ve akarsular. Birisi dünyanın bazı bölümlerinde 500 ya da 600 inç kadar çok yağmurun (sayfa 219) yıllık olarak düşebilmesinin mümkün olduğunu düşündüğünde, yağmur sıfatıyla yağmurun aşındıran ve plastik bir aktör olabildiğine inanması kolaydır. Ve dünyanın bazı bölümlerinde dünya sütunları ve piramitlerindeki aksiyonunun kanıtlarına rastlarız. Dünya sütunların en iyi örneği yükseklikte 20 fitten 100 fite değişiklik gösteren yüzlerce sertleşmiş çamur kolonlarının bulunduğu tryol’de botzen yakınlarında görülür. Bu sütunlar bir zamanlar bir bölümü olarak meydana geldikleri setlerden yağmurla ayrılmışlardır. Çoğunlukla buna rağmen yağmur akarsular boyunca rol oynar. Akarsuların aşındırma ve aktarma gücü günlük olarak örneklendirilir. Nispeten küçük bir dere yağmurla kabartıldığında, ağırlıkta tonlarca olan taşları hareket ettirebilir ve binlerce ton kumu aktarabilir. En büyük tahrip, akarsulara heyelanlar ya da buzla set çekildiğinde yapılır. 1818’de dranse nehri buzla engellendi ve üst kısmı bir göl haline geldi. Sıcak dönemde buz bariyeri koptu ve taşkın ondan evvel taşları, ormanları, evleri, köprüleri ve ekilmiş toprakları süpürdü. Gidişatının büyük bir bölümünde sel su yerine hareket eden bir taş ve çamur kütlesi gibi göründü. Bir eve benzetilmesi mümkün büyük boyuttaki granit taşın bazı parçaları koparıldı ve çeyrek mil kadar fırladı.
118
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Buzullar olarak adlandırılan Erimemiş buz nehirleri daha yavaş şekilde rol oynar. Fakat onların da çakıl, kum ve iri kaya parçalarını uzak mesafelere taşıma ve taş kanallarını parlatma ve aşındırma gücü vardır. Buzdağları da potansiyel jeolojik aktörlerdir. Çoğu büyük mesafelere taşımalarının mümkün olduğu 50.000den 10.000 ton taş ve toprakla yüklenirler. Ayrıca rotalarında zirveleri ve denizaltı dağ noktalarını kırmalı, parlatmalı ve aşındırmalıdırlar. Kıyı buzları aynı şekilde taşları ve toprağı taşır. Kaynaklar da ayrıca dünyanın yüzünü etkileyen jeolojik aktör olarak düşünülmelidir. Bunlara rağmen, su sadece aşındırmaz ayrıca (sayfa 220) toprak oluşturur. Çünkü göller, denizler, akarsuların deltaları oluşturdukları görülür. Mısırın Nil nehrinin armağanı olması Mısır keşişlerinin fikriydi. Ve Kahire üzerindeki alüvyal düzlüklerin verimliliğinin ve şehrin altındaki kesin delta mevcudiyetinin, Büyük Nehir ve Afrika’nın iç kesimlerinden çamur taşıma ve onu Akdeniz’ den kurtarılmış ve toprağa dönüştürülmüş boşlukta olduğu kadar sel basmış düzlüklerde biriktirme gücü sayesinde olduğundan hiçbir şüphe olamaz. Ganj nehri ve Brahmapootra nehri deltası Nil nehrinin iki katından fazladır. Alanda 12.000 kare mil olarak değerlendirilmiş Missisipi deltası hatta daha da geniştir. Gelgitler ve akıntılar. Gelgitlerin ve akıntıların taşıma, tahrip, yapıcı gücü birçok husustan akarsularınkine benzerdir. Fakat daha geniş alanlara yayılır ve bu nedenle jeolojik olarak daha önemlidir. Okyanusun başlıca etkisi yavaşça yükselen ya da önceden olduğu gibi deniz üstüne yükselmeye çalışan tüm alanlarda yüzeyin altındaki orta derinliklerde gösterilir. Fakat
119
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
etkisi ayrıca her bir kıtanın ve adanın kıyıları etrafında görülebilir. Bu noktada dünyanın yüzeyinde rol oynayan indifak aktörleri düşünmeliyiz. Bu aktörler genellikle volkanlar ve depremlerdir. Ve ikisinin dünyanın belirli bölümlerinde meydana geldikleri gözleriz. Tarihsel geçmişle birlikte, çeşitli zamanlarda ve çeşitli yerlerde, volkanik püskürmeler ve depremlerin ikisi de dünyanın yüzünü değiştirme potansiyellerini kanıtlamışlardır. Volkanlar ve depremlerle ilgili başlıca jeolojik gerçekler ve teoriler şöyledir. Volkan ve depremin temel nedenleri büyük oranda aynıdır. Ve dünyanın iç kısmının çeşitli derinliklerindeki ısı ve kimyasal aksiyonla bağlantılıdır.
Volkanik ısının sıvılaşmış gezegenin başlangıçtaki yüksek sıcaklığının sonucu olduğu ileri sürülmüştür. Ve gezegenin radyasyonla ısı kaybettiği kabul edilmiştir. Günümüz bilgi kaynakları bunlara rağmen görünürdeki ısı kaybının volkanik aksiyonun aşırı bölgesel gelişiminden ortaya çıkabilmesinin mümkün olduğunu iddia etmiştir. Gezegenimizin başlangıçtaki şekli ne olursa olsun, zamanla aköz ve volkanik sebeplerce aksiyonuyla birlikte ardı ardına getirilmiş yumuşak maddeler üzerinde rol oynayan merkezkaç kuvvetinin sürekli operasyonuyla küremsi olmuş olmalıdır.
120
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Madenlerde ve artezyen kuylarındaki ısı biz alçaldıkça artar. Fakat artış farklı bölgelerde aynı oranda değildir. Aynı oranda artış merkezi çekirdekte kabuğu o an eritmesi gereken gibi ısı anlamına gelirdi. Gezegenin başlangıçtaki sıvılılığını ifade etmek için iyi astronomik zeminlerin olduğunu varsayarak, yine de böyle eski zamana ait bir sıvılılık, volkanik ısı mevzusunu etkileme gereği duymamaktadır. Çünkü ardışık periyodların volkanik aksiyonu dünyanın çok daha modern bir duruma aittir. Ve katı kabuğun farklı bölümlerinin ardı ardına erimesini ima eder. Daha uzak periyodlardaki volkanik gücün iddia edilen büyük enerjisi asla birçok periyodta tek bir püskürmeyle üretilen lav miktarı üzerindeki jeolojik gözlemlerle ortaya çıkarılmaz. Madem ki granitin tüm çağlardan olduğu gözlenir ve madem ki metaforik taşların öncesindeki katılaşmış bir kabuğun aşınmasını ima ederek, tortullu tabakada değiştirildiğini bilmekteyiz, kristalimsi taşların, tabakalaşmış ya da tabalaşmamış olsalar da, örneğin granit ve gnays, yeryüzü kabuğunun ısıyla füzyon durumundan yavaş yavaş soğuyan merkezi çekirdeğin pahasına alt bölümünde üretildikleri eski görüşü şuanda bırakılmak zorundadır. Akıntı ya da su buharının volkanik püskürmelerdeki güçlü aktörlüğü, lavı yüzeye itme gücünü, suyu bir Đzlanda sıcak su kaynağı borusunun yukarısına (sayfa 222) çıkarmada kullanılan gücüyle karşılaştırmaya yönlendirir. Büyük derinliklerdeki baskıyla sıvı hale getirilmiş çeşitli gazlar ayrıca volkanik patlamaların meydana gelmesinde ve depremler
121
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
boyunca taşların çatlaması ve şiddetle sarsılmasında yardımcı olabilirler. Günümüz püskürmelerindeki ürünlerin kimyasal karakteri geniş tuzlu su hacimlerinin volkanik odak noktasına erişim elde ettiklerini ileri sürer. Bu muhtemel suretle erimiş taşlarla derinlemesine karışmış su buharı nedeniyle olan volkanik püskürmelerin esas nedeni olmayabilir fakat yine de kabul bir kez parçalandı mı, püskürmelerin gücü ve sıklığı bazı ölçülerde büyük su hacimlerinin yakınlığına bağlıdır. Bu noktada gözlenen toprağın sürekli yükselmesi ve alçalması ve geçmiş yıllarda devam etmiş olabilecek şey katı kabuğun bölümlerinin genişlemesi ve daralmasıyla ilişkilendirilebilir; ki bu bölümlerin bazıları zaman zaman, diğerleri ısı elde ederken, soğumuşlardır. Toprak ve denizin ortalama oranını korumada, indifak faktörler, suyun devinim halinde seviye oluşturma gücünün tahrip etme eğiliminde olduğu yüzeyin pürüzlülüğünü onararak tutucu bir güç uygular. Eğer gezegenin çapı daima aynı kalırsa, kabuğun azalan hareketleri volkanik etkileri ve dünyanın yüzey seviyesini yükseltmek için daima malzeme çıkaran mineral kaynakların etkilerini dengelemek için bir bakıma aşırılık içinde olmalıdır. Yeraltı hareketleri bu nedenle büyük depremler boyunca her nekadar tahrip edici olsalar da, yaşanır yüzeyin huzuru ve hatta karasal ve su türlerinin var oluşu için olmazsa olmazlardır.
III- Şuan gelişmekte olan organik dünyadaki değişimler
122
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
1809’da Lamarck yaşam alanında, iklimde, yaşam tarzındaki bir türün değişimlerle kuşaklar sırasında (sayfa 223) yeni ve farklı bir türe dönüştürülebilirliliğini iddia ederek türlerin transmutasyonu fikrini ortaya koydu. Đngiltere’de, buna rağmen, fikir 1844’te “Yaradılışın Đzleri” başlıklı bir çalışma onu birçok yeni gerçekle destekleyene kadar etkisiz olarak kalmıştır. Bu çalışmada tüm organik varlıklar, fosil ve yakın geçmiştekiler ve hayvan ve bitki aleminin bütün farklı sınıflarının ortak benzerlikleri tarafından gösterilen plan bütünlüğünün daha eski olanlardan çevrenin devamlı değiştirici etkisiyle ilerlemiş olan yeni formlar fikriyle uyum içinde olduğu ifade edilmiştir. 1858’de teori, türlerdeki çeşitliliklerin doğal olarak üretildiğini ve çetin varoluş mücadelesinde hayatta kalmaya en uygun olanın yaşamaya devam etmesi ve yeni türlerin devamlı evrimini ima ederek, avantajlı çeşitlilikleri yayması gerektiğini ileri sürerek doğal seçilim anlayışını ekleyen Wallace ve Darwin tarafından yeni ve sağlam temeller üzerine konuldu. Dahası, Darwin diğer çeşitliliklerin cinsiyet seçilimiyle de devam ettirilebilir olduğunu gösterdi. Hayvanların ve bitkilerin coğrafik dağılımlarının incelenmesinde, memeli türlerin, kuşların, böceklerin, kara kabukların ve bitkilerin (çiçekli ya da eşeysiz olsalar da) kıtasal türlerle uyuştukları boyutun ya da aynı gruptaki adaların birbirleriyle uyuştukları derecenin okyanusu aşan her bir tür tarafından yararlandığı bilinen olanaklarla aşikar bir ilişkiye sahip olduğunu gözleriz. Böyle bir ilişki çeşitlilik ve doğal seçilim teorisiyle iyi şekilde uyuşur. Fakat türlerin
123
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kökenini açıklamada şimdiye kadar ileri sürülmüş diğer hiçbir hipotezle bağdaşmaz. Dünyanın yaşanabilir yüzeyinde daima devam eden değişiklikler için varsayılandan ve bazı türlerin alanını diğerlerinin pahasına sıklıkla genişlettiği tutumdan, herhangi özel bir periyodta var olan türlerin, çağlar boyunca, birbiri ardına yok oldukları açıktır.
Eğer organik dünyanın kuralı böyleyse, eğer her bir tür çeşitliliğini ve her bir familya türlerini devamlı olarak kaybediyorsa, bir zamanlar transmutasyon doktrinine göre var olmuş olması gereken değişken bağlantıların vakaların büyük çoğunluğunda eksik olacağı arkasından gelir. Coğrafik incelemelerden öğrendiğimize göre; çağların belirsiz sapmaları boyunca, tüm canlı varlıkların büyük bir kısmı tekrar tekrar tahrip edilmiştir. Bazen tek bir temsilci bir zaman baskın olan bir tür ya da fosil türlerin yüzlercesinin düşünülebileceği olarak tek başına aynen kalır. Nadiren tüm düzenlerin yok olmuş olduğunu gözleriz. Hatta bu özellikle şuan o sınıfta mevcut olan her hangi birinden daha yüksek düzeyde bir işleyişle karakterize edilmiş bazı düzenlerini kaybetmiş sürüngenler sınıfındaki durumdur. Tamamıyla eksik olmuş görünen bitki ve hayvanların belirli familyaları ve testiyer periyotta zayıf bir şekilde temsil edilmiş diğerleri şuan tür bakımından zengindir. Ve günümüz var oluş koşullarıyla öyle mükemmel bir uyum içinde görünür ki onları tanımlamayı ve
124
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
sınıflandırmayı üstlenen zoolojist ya da botanistleri şaşırtarak bize sayısız çeşitlilikler sunarlar. Yokoluşun nedenleri üzerine sadece düşünmek zorundayız. Ve bir kez bu familyalarda bile birçok ayrımların meydana geleceği, geçişken formların kaybedileceği zamanı gördüğümüzde, hayattaki her bir tür için belli limitler belirlemede artık hiçbir zorluk olmayacak. Şimdiki zamanımızda ya da geçmiş herhangi bir periyodta da olda, jenerik ya da özel bir formu başka bir taneye karıştırma bu nedenle genel kurala bir istisna olmalıdır. Çünkü hayatta kalan formlar herhangi belirli bir anda, önde gelen ardışık uzun periyotlar boyunca, organik ve inorganik dünyada yavaş bir şekilde; fakat aralıksız olarak eylemde olan o güçlü yok oluş sebeplerine maruz bırakılacaktır. Transmutasyon teorisi doğruysa, fosil bir durumda (sayfa 225) tüm farklı türlerin önceleri birbirleriyle bağlantıya geçirildikleri bütün orta dereceli bağlantıları keşfetmemiz gerektiğini düşünenler hiçbir zaman bulunmayan gibi kayıtlarının devamlılığını ve bütünlüğünü umarlar. Son zamanlarda yok olmuş tüm türlerin yeryüzü kabuğunda var oluşlarının anıtlarını bırakmış olduklarını bile gözlemeyiz. Ayrıca eski zamanlara ait arşivler de hatalıdır. Jeolojik kayıtların had safhadaki kusurluluğunun farkında olan birine, bir ya da iki eksik bağlantının keşfi küçük önemde bir gerçektir. Fakat kayıtsızlıktan kurtarılmış her bir yeni formun, büyük bölümünün geri alınmaz şekilde kaybolmuş olduğu yüzlerce türün önceki var oluşlarının bir teminatıdır. Kaygı ve alarmın bir bakıma ciddi bir sebebi, insan kökeni ve doğadaki yeri üzerindeki transmutasyonla türlerin orijini
125
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
doktrininin kabul edilen etkisinden kaynaklanmıştır. Şu açıktır ki; tüm önemli noktalarda, tüm maddesel yapılarımızda ve alt tabaka hayvanlarınkiyle çoğu içgüdü ve tutkumuzda öyle yakın bir ilişki, öyle bir benzerlik vardır ki; - insan röprodüksiyonun, artışın, büyümenin, hastalığın ve ölümün aynı genel kurallarına tamamıyla maruz bırakılmıştır. Ve kademeli gelişim, aynı zamandaki çeşitlilik ve doğal seçilim milyonlarca yıllar boyunca organik dünyanın geri kalanındaki değişiklikleri yönetmiştir. Bu nedenle insan ırkının evrimin aynı daimi sürecinden muaf tutulmuş olduğunu gözlemeyi umamayız. Đnsan ve geri kalan canlı varlıklar arasındaki böyle yakın bir bağlantı zinciri insanlar tarafından itibarımızı için küçültücü olarak kabul edilir. Fakat jeolojist ve arkeologların bağlantılı çalışmaları bizi paleolitik insanın barbarlığı ve bilgisizliğinin şüphesizliği içinde bıraktığından, şairler ve teolojistler tarafından, önceki cetlerimizce sıradan ve daha ikinci derecede başlangıçlar için ele alınma ölçeğindeki yüksek pozisyonla ilgili olarak benimsenmiş memnun edici anlayışları halihazırda değiştirmek zorunda kalmış bulunmaktayız. Varoluş ölçeğinde varmış olduğumuz yüksek yerin doğa fenomenlerinin dürüst bir çalışmasıyla ve gösterdikleri doktrinlerin korkusuzca öğretilmesiyle kademe kademe (sayfa 226) elde edilmiş olduğunu anımsamak da uygundur. Peşin hükümlü fikirler dikkate alınmaksızın doğrulukla tartma kanıtıyla, içtenlikle ve sabırla doğru olmasını istediğimizi değil de, doğru olanı aramayla, ideal bir nesil kademesi
126
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yoluyla boş yere sahip olmayı umabileceğimiz o itibarı elde etmiş bulunmaktayız.
JAMES CLERK MAXWELL
Elektrik ve manyetizma üzerine inceleme
James Clerk Maxwell, Cambridge’teki ilk deneysel fizik profesörü, 13 Kasım 1831’de Edinburg’ta doğdu. Ve on beş yaşına gelmeden bilimsel makalelerin yazarı olarak halihazırda ünlendi. 1854’te Cambridge’teki ikinci matematik bölümü birincisi olarak mezun oldu. Đki yıl sonra Aberden’deki Marischal Üniversitesi’nde doğal felsefe profesörü oldu. 1860’da sandalyesini Londra’daki King’s College için terk ederek, Maxwell bilimsel edebiyata büyük oranda katkıda bulundu. Hayatını adadığı büyük çalışması buna rağmen, 1873’te yayınlanan ve bir eleştirmenin söylediğine göre “şimdiye kadar tek bir bireyin dahiliğiyle ortaya çıkarılmış en görkemli yapıtlardan biri” olan ünlü “Elektrik ve Manyetizma Üzerine inceleme”dir. Eğer “uzaktan etkileşim”in olduğu elektriğin “ bir ortam boyunca aksiyon” olan elektrikle değiştirilip değiştirilmemesi gerektiği ünlü teorisini bu çalışmada yapılandırdı. Ve ilk kez, neredeyse tüm
127
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
modern fizik biliminin temelini oluşturmuş bir elektro manyetik ışık teorisi bildirdi. 5 Kasım 1879’da öldü.
I-Elektriğin doğası
Bir parça camı ve bir parça plastik maddeyi birbirlerine sürtün. Birbirlerini çektikleri gözlenecektir. Đkinci bir parça cam ikinci bir plastik maddeye sürtülürse, iki parça camın birbirlerini ittikleri ve iki parça plastik maddenin de aynı şekilde birbirlerini ittikleri görülür; ki her bir cam her bir plastik maddeyi çeker. Bu çekim ve itim fenomenleri elektriksel fenomenleri olarak adlandırılır. Ve onları gösteren hacimlere “elektrikli” ya da “elektrik yüklenmiş” denir. Hacimler sürtünmeyle birlikte başka birçok yolla da elektrik yüklendirilebilir. Önceden elektrikli olmayan hacimlerin üzerine elektrikli bir hacmin etkide bulunduğu gözlendiğinde, bu “sürtünmeyle elektrikli” oldukları nedeniyledir. Metal bir kap sürtünmeyle elektriklenirse, (sayfa 228) ve ikinci bir metalik hacim ipek ipliklerle yakınına asılırsa ve metal bir tel aynı anda elektrikli ve ikinci hacme değmesi için getirilirse, bu ikinci hacmin elektriklendiği görülür. Elektrik tel yoluyla bir hacimden diğerine aktarılmıştır. Elektriğin başka bir çok manifestasyonu vardır; ki bunların hepsi az çok incelenmiştir. Ve doğası için gözlemlenen gerçeklerle az çok boyutta uyum içindeki teorilerin oluşumuna yönlendirmişlerdir. Bir hacmin
128
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
elektrikliliği ölçüm kapasitesi olan fiziksel bir niceliktir. Ve bir ya da daha fazla elektriklenme, aynı tür sonuçlarla iki niceliğin cebirsel olarak eklenildikleri gibi deneysel olarak birleştirilebilir. Bu nedenle elektriklenmeyle bir özellik olduğu kadar bir nicelik olarak da ilgilenmek için uygun olan dili kullanma ve herhangi bir elektrikli hacimden “belirli bir miktar negatif ya da pozitif elektrikle yüklü” olarak bahsetme hakkına sahip oluruz. Elektriği fiziksel bir nicelik kademesinde kabul ederken, çok fazla aceleyle bir madde olup olmadığını, bir enerji şekli olup olmadığını ya da herhangi bilinen fiziksel nicelik kapasitesine ait olup olmadığını var saymamalıyız. Kanıtlamış olduğumuz tek şey, yaratılamaz ya da yok edilemez olduğudur. Bu nedenle kapalı bir yüzey boyunca elektriğin toplam niceliği arttırılır ya da azaltılır. Artış ya da azalım kapalı yüzey boyunca içe ya da dışa geçmelidir. Bu madde gerçeğidir; fakat ısı gerçeği değildir. Çünkü ısının, kapalı bir yüzeyde yüzey boyunca içe ya da dışa geçmeksizin, bazı enerji formlarının ısıya dönüştürülmesiyle ya da ısının bazı enerji formlarına dönüştürülmesiyle, arttırılması ve yükseltilmesi mümkündür. Hatta bir mesafede hacimlerin ivedi aksiyonlarını kabul edersek, genelde enerji gerçeği de değildir. Buna rağmen, fiziksel bir nicelik olarak, bir hacmin (sayfa 229) toplam elektrikliliğiyle eş anlamlı olan elektriğin ısı gibi enerji formu olmadığını öne sürmede bize garanti veren başka bir sebep vardır. Elektrikli bir sistem belli miktar enerjiye sahiptir. Ve bu enerji ölçülebilir. Fiziksel özellikler, “elektrik” ve “potansiyel” birlikte çoğaltıldıkları zaman,
129
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
“enerji” niceliğini üretirler. Bu nedenle elektriğin ve enerjinin aynı kategorinin nicelikleri olması gerektiği imkansızdır. Çünkü elektrik sadece enerji faktörlerinin bir tanesidir. Diğer faktör potansiyeldir. Konuyla ilgili çoğu teoride, elektriğe bir madde olarak yaklaşılır. Fakat birleştirilerek birbirlerini hükümsüz bırakan iki çeşit elektriklenme olduğu için, serbest elektrikle birleştirilmiş elektrik arasında bir ayrım çizilmelidir. Çünkü birbirlerini hükümsüz bırakan iki maddeyi kavrayamayız. Đki akışkanlı teoride, tüm hacimlerin elektriksiz durumlarında eşit miktarda pozitif ya da negatif elektrikle yüklenmeleri beklenir. Bu niceliklerin elektriklenmenin bugüne kadar yine de bir hacmi her iki çeşidin de tüm elektriğinden mahrum ettiğinden oldukça büyük olması umulur. Đki elektrik “akışkanlar” olarak adlandırılır, çünkü bir hacimden diğerine iletilme kapasiteleri vardır. Ve hacimleri yönetmekle birlikte had safhada hareketlidir. Bir akışkanlı teoride, iki maddeyi tüm açıdan eşit ve zıt olarak öne sürmek yerine, birisinin genellikle negatif olanın özelliklerle ve diğeri elektrik akışkanı ismini devam ettirirken, sıradan madde ismiyle donatılmış olması haricinde, her şey iki akışkanlı teorideki gibi aynıdır. Akışkanın moleküllerin, mesafenin ters kare kuralına göre birbirlerini ittikleri ve aynı kurala göre çektikleri iddia edilir. Bu teori bizim elektrik akışkanı kütlesini öyle küçük varsaymamızı gerektirir ki; elde edilebilir pozitif ya da negatif hiçbir elektriklenme bu güne kadar bir hacmin kütlesini ya da ağırlığını algılanabilir şekilde arttırmamıştır ya da azaltmamıştır. Ve yine bu güne kadar (sayfa 230) aşırı miktar elektrik nedeniyle niçin negatif yerine
130
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
pozitif elektriklenmenin varsayılması gerektiğine yeterli sebepler belirleyememiştir. Benim kendi görüşüme göre, elektriğin doğası üzerine, elektrikli maddelerin arasına giren boşlukta neyin yer aldığı çalışmasından daha fazla ışık tutulmasını beklemekteyim. Bazı fenomenler tüm teorilerce eşit oranda açıklanır. Fakat diğerleri her bir teorinin garip zorluklarını belirtir. Elektrikli hacimlerin içine atıldıkları ilişkiyi ya müdahale eden ortam durumunun sonucu ya da bir mesafedeki elektrikli hacimler arasındaki doğrudan bir aksiyonunun sonucu olarak düşünebiliriz. Eğer ikinci fikri benimsersek, aksiyon kuralını belirlememiz mümkündür. Fakat dahası sebebi üzerine spekülasyonlardan daha ileri gidemeyiz. Diğer bir yandan eğer bir ortam boyunca aksiyon fikrini benimsersek, ortamın her bir bölümündeki o aksiyonun doğasını incelemeye yönlendiriliriz. Eğer bütün enerjinin ortamda bulunduğu bu hipotezi değerlendirirsek, onu, bir mesafede doğrudan aksiyon hipotezinde iletken maddelerin elektriklenmesi nedeniyle olan enerjiye eşit olarak gözleriz. Bu yüzden, iki hipotez matematiksel olarak eşdeğerdir. Elektrikli hacimler arasında gözlenen mekanik aksiyonun ortam boyunca ve yollarıyla uygulandığı hipotezde, bir hacmin ipin gerilmesi ya da bir çubuğun baskısı yollarıyla diğeri üzerindeki aksiyonu gibi, ortamın mekanik stres durumunda olması gerektiğini gözleriz. Stresin doğası, Faraday’ın belirttiği gibi, çizgilere doğru açılarda, tüm yönlerde eşit bir baskıyla birleştirilmiş bu kuvvet çizgileri boyunca bir gerilimdir. Bu stres yayılımı elektrikli hacimlerde gözlenen mekanik aksiyonla ve ayrıca gözlenen, etraflarını saran
131
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
akışkan yalıtkanların dengesiyle uyum içinde olan tek bir tanedir. Bu nedenle bu stres durumunun hakiki mevcudiyetini kabul etmekteyim.
Elektriklenme ya da yüklenmenin her bir durumu kapalı bir devrede bir hareket olarak düşünülebilir. Öyle ki devrenin her bir kısmında aynı anda aynı miktar elektrik geçer. Ve bu sadece daima teşhis edildiği voltaik akımda değil ayrıca elektriğin genellikle belirli bölgelerde biriktirilmiş olduğu ileri sürüldüğü durumlarındaki husustur. Bu nedenle inceliyor olduğumuz teorinin oldukça dikkate değer bir sonucuna yönlendiriliriz. Şöyle ki; elektrik hareketleri sıkıştırılamaz akışkanınki gibidir. Bu nedenle hayali olarak tespit edilmiş kapalı bir yüzeyle birlikte toplam miktar daima aynı kalır. Bu kitapta geliştirildiği gibi teorinin özgün özellikleri şöyledir. Elektriklenme enerjisi ortam katıda olsa gaz da, yoğun da olsa seyrek de ya da hatta sıradan grosa maddelerinden yoksun olsa da, elektrik aksiyonu iletme kapasitesine sahip olması koşuluyla yalıtkan ortamlarda bulunur. Ortamın herhangi bir bölümündeki enerji kutuplaşma denilen bölgede ortaya çıkan voltaj (iki iletken arasındaki potansiyellerin farkları) üzerinde bağımsız bir baskı formunda depolanır. Yalıtkan bir madde üzerinde rol oynayan voltaj elektrik deplasmanı dediğimiz şeyi üretir.
132
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Akışkan yalıtkanlarda, elektrik kutuplaşması tüm yönlerde kuvvet çizgilerine doğru açıda eşit baskıyla birleştirilmiş kuvvet çizgilerinin yönünde bir gerilimle eşlik edilir. Yalıtkan maddenin hacminin bölündüğünü düşünebileceğimiz, herhangi başlangıç kısmı yüzeylerin elektrikli oldukları kabul edilmelidir. Bu nedenle yüzeyin herhangi bir noktasındaki yüzey yoğunluğu boyutta derinlemesine hesaba katılmış o yüzey noktası boyunca olan deplasmana eşittir. Elektrik her ne olursa olsun, elektrik deplasmanı olarak adlandırdığımız fenomen belli miktar elektriğin bir tel boyunca aktarımıyla aynı bağlamda bir elektrik hareketidir. (sayfa 232)
II- Manyetizma teorisi
Belli hacimlerin, - örneğin, mıknatıs taşı denilen demir madeni, yeryüzünün kendisi ve belli muamelelere maruz kalmış çelik parçaları- şu özelliklere sahip oldukları gözlenir. Ve mıknatıslar olarak adlandırılırlar. Eğer bir mıknatıs dikey bir aksis civarında serbestçe dönmesi için yaklaştırılırsa, genelde kendini belli bir istikamet açısına koyma eğiliminde olacaktır. Ve bu pozisyondan aksatılırsa, civarında bocalayacaktır.
133
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Hacim üzerinde rol oynayan kuvvetin boşlukta “manyetik kuvvetin yönü” denilen belli bir çizgiye paralel olmak için, hacimde mıknatısın aksisi denilen belli bir çizgi yaratma eğiliminde olduğu gözlenir. Uzun ince bir mıknatısın uçları çoğunlukla onun kutupları olarak adlandırılır. Ve kutupların tersine birbirlerini çekerlerken, kutuplar gibi birbirlerini iterler. Đki manyetik kutup arasındaki itme onlara katılan dosdoğru çizgidedir. Ve nicelik olarak aralarındaki mesafenin karesiyle bölünmüş kutupların gücünün sonuçlarına eşittir. Yani mesafenin ters karesi kadar farklılıklar gösterir. Manyetik aksiyon kuralının formu elektrik aksiyonununkiyle aynı olduğu için, elektrik fenomenlerini bir akışkanlı ya da iki akışkanlı aksiyona dayandırmak için verilebilecek aynı nedenler ayrıca yeni kuralların hakiki gerçeklere neden olmak için sunulmaları şartıyla, akışkan ya da aksi şekilde manyetik bir maddenin varoluşu lehine de kullanılabilir. Kutupsal bölgelerin bazı bölümleri hariç dünyanın yüzeyinin bütün bölümlerinde, mıknatısın bir ucu kuzeye doğru bir yönü, diğer ucu güneye doğru olanı işaret eder. Bu noktada dünyanın manyetik kuvvetine paralel olarak tutulmuş bir demir çubuğun manyetik olduğu gözlenir. Manyetik alana konulmuş herhangi saf demir parçasının (sayfa 233) manyetik özellikler sergilediği fark edilir. Bunlar indüklenmiş manyetizma fenomenleridir. Poisson, demirin manyetizmasının her bir manyetik moleküldeki manyetik akışkanların ayrılımına dayandığını iddia eder. Weber’in teorisi mıknatısiyet verme kuvvetinin uygulanmasından önce bile, demir moleküllerinin daima magnetler olduklarını; fakat
134
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
sıradan demirde moleküllerin manyetik eksenlerinin her bir yönde kayıtsızca döndüklerini, bu nedenle bir bütün olarak demirin hiç manyetik özellik göstermediğini öne sürerek bundan farklıdır. Ve bu teori gözlemlenenle oldukça uyum içindedir. Teoriler manyetikleşmenin demir kütlelerinin değil, moleküllerin bir fenomeni olduğu gerçeğini kanıtlarlar. Bu demek oluyor ki; maddelerin öyle küçük maddelerinin fenomenidir ki herhangi bir mekanik metotla güney kutuptan ayrı bir kuzey kutup elde etmek için onları ikiye ayıramayız. Buna rağmen manyetik molekülün doğasıyla ilgili hiçbir açıklamaya varmamış bulunmaktayız. Ve bu nedenle ampere’nin hipotezini dikkate almak zorundayız. – Şöyle ki; molekül manyetizması ondaki bazı kapalı yörüngelerde devamlı deveran eden bir elektrik akımı neticesindedir. Ampere, manyetizma eğer elektik akımlarıyla açıklanabiliyorsa, bu akımların mıknatısların moleküllerinde deveran etmesi gerektiği ve bir molekülden diğerine akamadığı sonucuna vardı. Molekülün bir noktasındaki manyetik aksiyonu deneysel olarak ölçemediğimiz için, bu hipotez, mıknatıstaki hissedilir akım hipotezinin yanlışlığının gösterebileceğimiz yolla çürütülemez. Görünürdeki karışıklığına rağmen, Ampere’nin teorisi moleküllerin iç kısmına matematiksel bakış açımızı büyük oranda genişletir.
III- Işığın elektro manyetik teorisi
135
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Elektro manyetik fenomenleri aralarındaki boşluğu elinde bulunduran bir ortam vasıtasıyla bir hacimden diğerine (sayfa 234) aktarılan mekanik aksiyon aracılığıyla açıklarız. Işığın dalga teorisi aynı zamanda bir ortamın varlığını öne sürer. Elektro manyetik ortamın özelliklerinin kendinden ışık saçan ortamla eşdeğer olduğunu göstermek zorundayız. Ne zaman herhangi yeni fenomenler açıklanacak olsa tüm boşluğu bir ortamla doldurmak hiçbir şekilde felsefi değildir. Eğer bilimin iki farklı dalının incelenmesi bağımsız olarak bir ortam fikrini öne sürmekteyse, ve eğer elektro manyetik fenomenlerine sebep olması için ortama yüklenmesi gereken özellikler ışığı geçiren ortamlara yüklediklerimizle aynı türdendir. Ortamın fiziksel mevcudiyetinin kanıtı oldukça güçlendirilir. Emisyon teorisine göre, ışık enerjisinin iletimi ışık saçandan aydınlatılmış hacme ışık zerrelerinin mevcut aktarımıyla etkilenir. Dalga teorisine göre, iki hacim arasındaki boşluğu dolduran maddesel bir ortam vardır. Ve bu ortamın yakın bölümlerinin aksiyonuyla enerji aydınlatılan hacme ulaşana kadar bir kısımdan bir sonrakine geçirilir. Işığı geçiren ortam bu nedenle ışığın ondan geçişi boyunca bir elektrik deposudur. Bu enerji kısmen potansiyel ve kısmen kinetik kabul edilir. Ve bizim teorimiz iki enerji formu için bir depo olabilme yetisinde bir ortamın varlığını kabul etmekte dalga teorisiyle uyuşur. Bu noktada, hacimlerin özelliklerinin nicel hesaplanma kapasiteleri vardır. Bu nedenle ortamın bazı özelliklerinin sayısal değerini elde ederiz.- Örneğin, deneylerden ölçülebilen ve ayrıca ışık durumunda doğrudan gözlenebilen bir
136
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bozukluğun dağıtıldığı hız. Elektromanyetik bozulmanın dağılma hızının ışığın hızıyla aynı olduğu bulunursa, ışığın elektromanyetik bir fenomen olduğuna inanmak için (sayfa 235) güçlü sebeplere sahip oluruz. Gerçekte ışığın hızının ve elektromanyetik bozulmanın yayılma hızının aynı büyüklük sırasının nicelikleri oldukları gözlenir. Hiçbirinin birinin diğerinden büyük olduğunu söylemeye yetecek kadar kesin şekilde saptanmış olduğu söylenemez. Bize ait teori niceliklerin eşit olduğunu ileri sürer ve bu eşitlik için fiziksel bir sebep belirler. Oldukları gibi sonuçların karşılaştırılmasıyla çelişkilendirilmez. Lorenz, Kirchoff’un elektrik akımı denklemlerinden, elektro manyetik alanda kuvvetin yayılımının, yakın elementlerin ortak aksiyonlarından kaynaklandığının düşünülebileceğini ve çaprazlama elektrik akımlarını içeren dalgaların, iletken olmayan bir ortamda ışığınkine kıyaslanabilir bir hızla dağıtılabilmesinin mümkün olduğunu gösteren bir dizi yeni denklem ortaya çıkarmıştır. Bu sonuçlar tamamen farklı bir metotla elde edilmesine rağmen, benim kendi sonuçlarıma benzemektedir. Elektrik ve manyetik fenomenler ve ışık fenomenleri arasında bir ilişki tayin etmek için en önemli adım bir dizi fenomenlerin diğerinden etkilendiği bazı örneklerin keşfidir. Faraday böyle bir ilişki tahsis etmekte başarılı olmuştur. Ve yaptığı deneyler on dokuz serilik “Deneysel Araştırmalar” çalışmasında açıklanır. Düzlem polarize ışık huzmesi halince manyetik güç etkisinin, belli bir açı boyunca bir aksis olarak huzmenin yönü etrafındaki kutuplaşma düzlemine döneceğini gösterdiğini belirtmek yeterlidir.
137
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Polarize ışık üzerindeki manyetizma aksiyonu, manyetik güç aksiyonu altındaki bir ortamda, aksisi manyetik güç yönünde olan, açısal hızla aynı matematiksel sınıfa ait bir şeyin fenomenin bir bölümünü oluşturduğu sonucuna götürür. Bu açısal hız (sayfa 236) bir bütün olarak dönen hissedilir boyutlardaki ortamın hiçbir kısmı olamaz. Bu nedenle rotasyonun, ortamın her biri kendi ekseninde dönen oldukça küçük bir kısmı olduğunu düşünmeliyiz. Bu moleküler vorteks hipotezidir. Ortamın ışığın dağlımı süresince yer değişimi vortekslerin bozulumunu ortaya çıkaracaktır. Ve vorteksler böyle bozulduklarında huzmenin yayılımını etkilemek için ortam üzerinde tepki gösterebilirler. Sunulan teori, moleküler vorteksler ve ortamın yer değiştirmesinden etkilendikleri modla ilgili kanıtsız hipotezler üzerinde olduğu gibi eylemsiz halde geçici türdendir.
IV- Uzaktan etkileşim
Işık ve ısı radyasyonu ve uzaktan etkileşim fenomenlerinin yer aldığı bir ortam hipotezine karşı bazı ön yargıların ya da muhtemel bir itirazın olduğu görülür. Bir seferde fiziksel fenomenlerle ilgili tahminde bulunanların, fonksiyonu ve özelliği bu aksiyonları üretmek olan özel eterik akışkanlar aracılığıyla, her bir uzaktan etkileşim türünü dikkate alma alışkanlığında oldukları doğrudur. Her boşluğu üç ya da dört kez, özellikleri sadece “görünümleri korumayı” kapsayan farklı tür eterlerle doldurdular. Böylece daha
138
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
mantıklı incelemeciler sadece newton’un kesin uzaktan etkileşim kuralını değil; hatta ayrıca Cotes’in uzaktan etkileşimin maddenin temel özelliklerinden biri olduğu ve hiçbir açıklamanın bu gerçekten daha idrak edilebilir olmadığı dogmasını kabul etmek için can atıyordu. Bu nedenle ışığın dalga teorisi fenomenleri açıklamaktaki başarısızlığına karşı değil, ışığın dağıtıldığı bir ortamın varoluşu sanılarına karşı yönlendirilmiş çok fazla karşıtlıkla karşılamıştır. Elektrodinamik aksiyon için matematiksel söylem (sayfa 237) Gauss’un zihninde, elektrik aksiyonu yayılımının zamanla elektrodinamik maddelerin hakiki bir kilit taşı olarak bulunacağı inancına yönlendirir. Günümüzde ya özdeksel bir cismin boşluk boyunca uçuşu olarak ya da boşlukta hali hazırda mevcut bir ortamdaki bir hareket ya da stres durumunun yayılımı olarak hariç, zaman içindeki yayılımı ortaya çıkaramayız. Neuman’ın teorisinde, özdeksel bir madde olarak kabul edemediğimiz potansiyel adı verilen matematiksel kavrayışın bir parçacıktan diğerine ortamdan oldukça bağımsız ve neuman’ın kendisinin de belirttiği gibi ışık yayılımındakinden son derece farklı bir tutum içinde yansıtıldığı varsayılır. Diğer teorilerde aksiyonun ışığınkine bir bakıma daha çok benzer bir tutum içinde dağıtıldığının varsayıldığı ortaya çıkacaktır. Bunlara rağmen, tüm bu teorilerde, “eğer bir parçacıktan diğerinde uzaktan bir şey aktarılıyorsa, bir parçacığı terk ettikten sonra ve diğerine varmadan önceki durumu nasıldır? sorusu doğal olarak ortaya çıkar. Eğer bu bahsedilen şey neuman’ın teorisinde olduğu gibi iki parçacığın potansiyel enerjisiyse, bu enerjiyi ne bir parçayla ne de diğeriyle çakışan
139
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
boşluğun bir noktasında mevcut olarak nasıl düşünebiliriz? Gerçekte ne zaman enerji zaman içinde bir hacimden diğerine aktarılsa, enerjinin bir hacmi terk ettikten sonra diğerine geçmeden bulunduğu bir ortam ya da bir madde olmalıdır. Çünkü enerji, Torricelli’nin belirttiği gibi, öyle incelikli bir doğanın en mükemmel örneğidir ki özdeksel şeylerin en gizli maddeleri hariç hiçbir kapta bulundurulamaz. Böylece tüm bu teoriler yayılımın yer aldığı bir ortam fikrine götürür. Ve bu ortamı bir hipotez olarak kabul edersek, aksiyonunun tüm detaylarının akılsal bir sunumunu oluşturmak için çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ve bu, bu bilimsel eserdeki benim daimi amacım olmuştur.
ELIE METCHNIKOFF
Đnsanın doğası
Elie metchnikoff, Paris’teki Pasteur Enstitüsü’nün direktör asistanı, 15 Mayıs 1845’te Rusya’nın Kharkov ilinde doğdu. Ve 1888’den beri Pasteur Enstitüsü’nde çalıştı. Metchnikoff’un çalışmalarının büyük bir bölümü vücudun en özel süreçleri ve dikkate değer şekilde kendisini canlı hastalık aktörlerinden koruduğu yollarla ilgilidir. Gerçekte ‘Bulaşıcı Hastalıklarda Bağışıklık’ başlıklı standart bir bilimsel eserin yazarıdır. Zoolojideki ilk çalışması onu su piresini
140
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
incelemesine ve bu nedenle insan kanının akyuvarlarının istila eden mikroplara karşı koyduklarını, onları tükettiklerini ve tahrip ettiklerini keşfetmesine yol açtı. Son günlerde Metchnikoff kendisini kısmen daha genel ve özellikle felsefik çalışmalara adamıştır; ki bu çalışmaların sonuçları 1903’te Paris’te yayınlanmış “Đnsanın Doğası” adında dikkate değer ciltle en iyi şekilde sunulmaktadır.
I-Doğadaki uyumsuzluklar
Bilim tarafından meydana getirilen hakiki gelişime karşın, genel bir tedirginliğin tüm günümüz dünyasını endişelendirdiği tartışılamaz. Đntiharların sıklığı uygar insanlar arasında büyük oranda artmaktadır. Fakat eğer bilim insan doğasını incelemeye yönelirse, umut için sebepler ortaya çıkabilir. Yunanlılar, insan doğasını ve insan vücudunu yüksek saygı çerçevesinde ele almıştır. Ve Romalılar arasında, filozof Seneca “ doğayı rehberin olarak benimse, çünkü böylece akıl sana emreder ve tavsiyeler verir; mutlu yaşamak, doğal yaşamaktır.” demiştir. Günümüzde Herbert Spenser insan doğasındaki kendinden etik temellerini arayarak, Yunan ülküsünü yeniden açıklamıştır. Fakat sıklıkla insan doğasının iki düşman unsurdan, bir vücut ve bir ruh, oluştuğu öğretilmiştir. Vücut kötülüğün değersiz kaynağı olarak kabul edilirken, ruh tek başına şereflendirmek içindi. Doktrin birçok feci sonuca sahip olmuştur. Ve hiç şaşırtıcı değildir (sayfa 239) Neticesinde
141
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bekaret ideal durum olarak kabul edilmiş olmalıdır. Sanat, Rönesans’a kadar Yunan ilkesinden ayrılmıştır. Bu ilkeye dönüşüyle, yeni canlılık getirdi. Eski zamanlara ait ruh yeniden ortaya çıkarıldığında, etkisi bilime hatta dine ulaştı. Ve reform insan doğasının bir savunmasıydı. Lüteriyen doktrinleri insanın “tüm doğal güçlerinin mümkün olduğu kadar gelişimi” ilkesini devam ettirdi. Ve mecburi bekarlık ortadan kaldırıldı. Đnsan doğasıyla ilgili görüşün tarihi çeşitliliği, gücü ve zayıflığıyla insan doğasının bir açıklamasını sunma girişimine beni yönlendiren şeydir. Fakat insanın kendisiyle ilgilenmeden önce, daha alt düzey yaşam formlarını incelemeliyiz. Organize olmuş dünyanın gerçekleri, insanın ortaya çıkmasından önce, bize değişim ve gelişimi gözlememize rağmen, gelişimin daima kademeli bir mesafe elde etmediğini öğretir. Örneğin evrim en son mahsüllerinin insan değil de sadece insanın üzerinde ya da içinde yaşayan belli parazitler olduğuna inanmakla hükümlüyüz. Doğadaki yasa devamlı gelişim yasası değildir. Bunun yerine adaptasyona karşı devamlı bir eğilim yasasıdır. Hassas adaptasyonlar ya da dengelere, doğada sıklıkla canlı dünyasında rastlanır. Fakat diğer bir yandan işleyişin ve yaşamın herhangi yakın bir incelenmesi birçok en mükemmel dengenin ötesinde, eksik bir dengenin ya da hatta kesin bir uyumsuzluğun varlığını kanıtlayan gerçekler olduğunu ortaya çıkarır. Tam gelişmemiş ve yararsız organlar geniş oranda dağıtılmıştır. Çoğu böcekler çiçek nektarlarını emmeye mükemmel bir şekilde adapte edilmiştir. Diğer çoğu, aynısını yapmayı isterler; fakat adaptasyon gereksinimleri onları aciz bırakır.
142
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Böceklerin ya da tahribe götüren diğer uyumsuzluk formlarının oldukça uzun bir zaman çoğalamadıkları ve hatta var olamadıkları nettir. Ana böceğin, yavrusunu terk etme eğiliminde olarak, doğru yoldan sapması, mevcut böcekler için tahrip edicisidir. Neticede, bundan etkilenen bireyler (sayfa 240) sapmayı iletme imkanına sahip olmaz. Eğer tüm tavşanlar, ya da çoğunluğu ihmal yoluyla yavrularını ölüme terk etseler, açıktır ki türler kısa bir süre sonra yok olurdu. Tam tersine döllerini beslemek ve gayretlendirmek için iç güdüleriyle rehberlik edilen anneler, türlerin korunması için oldukça asli olan sağlıklı, anneliğe özgü içgüdüleri iletme kapasitesi olan dinamik bir kuşak üreteceklerdir. Böyle bir nedenden ötürü, doğada uyumlu özellikler küçültücü acayipliklerinden daha boldur. Đkincisi bireyler ve türler için küçültücü oldukları için, kendilerini kesin olarak idame ettiremezler. Bu yolla, devamlı bir karakter seçilimi ortaya çıkar. Zararlı karakterler ölüp böylece yok olurken, yararlı özellikler kuşaktan kuşağa geçirilir ve korunur. Uyumsuzluklar bir türün tahribine meyilli olmalarına rağmen, meydana geldikleri soya zarar vermemiş olarak kendilerinden yok olabilirler. Doğal seçilimin, yararlı özelliklerin korunması ve zararlı olanların tahribi yoluyla transmutasyon ve türlerin kökenine oldukla iyi bir açıklama getiren bu daimi süreci Darwin ve Wallace tarafından keşfedildi. Darwin’in harika araştırmalarıyla pekiştirildi. Đnsanın dünyanın yüzünde ortaya çıkmasından uzun yıllar önce, çevrelerine iyi şekilde adapte olmuş bazı mutlu canlılar ve yaşamlarını tehlikeye sokmak ve ya da tahrip etmek için
143
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
uyumsuz böcekleri takip etmiş bazı mutsuz varlıklar vardı. Böyle varlıklar derin düşünce ve iletişim kapasitesine sahip olsalardı, aralarında açıkça şanslı olanlar, örneğin orkideler ve belirli eşek arıları iyimserler tarafında olurlardı. Bunu mümkün olabilecek en iyi dünya olarak deklare ederlerdi. Ve mutluluğu güvence altına almak için sadece doğal içgüdüleri izlemenin gerekli olduğu konusunda ısrar ederlerdi. Açlık ve bal isteğiyle harekete geçirilmiş, onu çiçeklerde arayan ve yalnızca başarısızlıkla karşılaşan Uğurböceğinin, ya da içgüdüleriyle sadece kanatlarını ve yaşamlarını kaybetmek için ateşe doğru harekete geçirilmiş böceklerin durumunu düşünün. Böyle varlıklar açıkça dünya görüşleri olarak onun kötü şekillendirildiğini ve varoluşun bir hata olduğunu belirtirlerdi.
II- Đnsandaki uyumsuzluklar
Bizim için en ilginç varlık, insana gelince, hangi kategoriye girer? Yaşamak zorunda olduğu koşullarla uyum içinde olan doğaya sahip bir canlı mıdır? Yoksa çevresiyle uyumdan uzak mıdır? Bu sorulara cevap vermek için eleştirel bir açıklamaya ihtiyaç duyulur. Ve okuyacağınız sayfalar, böyle bir incelemeye adanmıştır. Bilim insanın yüksek düzey maymunlara ya da insansı maymunlara oldukça yakın olduğunu kanıtlamıştır. – Ki bu, insan doğasını kavramak istiyorsak hesaba katmamamız gereken bir gerçektir. Anatominin detayları insan ve maymunlar arasındaki benzerliklerin sayısız ve şaşırtıcı
144
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olduğunu gösterir. Geçen kırk yıl boyunca gün ışığına çıkartılmış tüm gerçekler bu gerçeği desteklemiştir. Tek bir gerçek bile ona karşı olmamıştır. Oldukça yakınlarda, kanda dikkate değer özelliklerin olduğu gösterilmiştir. Örneğin belli testlerle insan kanının akışkan bölümü diğer herhangi varlığınkinden ayrılabilir olmasına rağmen, insansı maymunlar, sadece onlar, bu kurala bir istisna getirirler. Bu nedenle aslında insan türleri ve insansı maymunlar arasında yakın bir kan ilişkisi vardır. Buna rağmen, insanın nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. Muhtemelen başlangıcını bir mutasyona, de Vries’in akşam çuha çiçeği durumunda gözlemlediğiyle kıyaslanabilir ani bir değişime borçludur. Yeni varlık, geniş bir kafatasına yerleştirilmiş normal olmayan boyutta bir beyne sahipti; ki bu akılsal yetilerin hızlı gelişimine olanak sağladı. Bu özellik (sayfa 242) torunlara iletilirdi ve yaşam mücadelesinde oldukça dikkate değer bir avantajdı. Yeni ırk kendisini gözaltında tutar, çoğalır ve hüküm sürerdi. Dünya üzerinde yeni bir ortaya çıkış olmasına rağmen, insan, atalarıyla insansı maymunlarla karşılaştırıldığında halihazırda büyük bir gelişim göstermiştir. Ve insanın en üst ve alt düzeyini karşılaştırırsak da aynı şeyle karşılaşırız. Yine de insan organizasyonunda sindirim sisteminde olduğu gibi birçok uyumsuzluklar vardır. Bu tür basit bir örnek yirmi yaş dişleriyle sunulur. Dört yirmilik dişinde tamamen eksikliğinin çiğneme üzerine bir etkisi yoktur ve mevcudiyetleri sıklıkla hastalık ve tehlike kaynağıdır. Đnsanda gerçekte gelişmemiş organlardır; ki bu bizim maymuna benzer başlangıcımıza bir kanıt teşkil eder. Anat, oldukça sıklıkla hastalık ve ölüm
145
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
nedeni, bağlı olduğu sindirim kanalı bölümüyle birlikte insan vücudundaki diğer gelişmemiş organdır. Memelilerin yapısının oldukça eski bir bölümüdür. Ve fonksiyonunun yok olmasından sonra çok uzun süre korunması nedeniyle insan vücudunda varlığını gözleriz. Sadece apandistin değil, ayrıca alimenter kanalın geniş bir bölümünün lüzumsuz hatta lüzumsuzdan daha kötü olduğuna inanıyorum. Şüphesiz ki at, tavşan ve büyük oranda tahıl ve otla beslenen diğer bazı memeliler için büyük öneme sahiptir. Alimenter kanalın sonraki kısmı buna rağmen, insanlar tarafından sahip olunan ve onun sağlığına ve yaşamına zararlı olan organlardan biri olarak kabul edilmelidir. Bir seri sanşsızlığın sebebidir. Đnsan midesi de ayrıca az değerdedir. Ve ameliyatların kanıtlamış olduğu gibi onsuz kolaylıkla yaşanabilir. Bu alimenter kanalımızı farklı diyeyetik alışkanlıklara sahip varlıklardan aldığımız için beslenmemizi en mükemmel formda almak bizim için imkansızdır. Sadece, neredeyse tamamen özümsenen maddeler yiyecek olsak, ciddi komplikasyonlar üretilirdi. (sayfa 243) Tatmin edici bir diyet sistemi bunu hesaba katmak zorundadır. Ve alimenter kanalın yapısı neticesinde gıdada kocaman ve hazmedilemez malzemeler bulundurmalıdır. Son olarak, insanda iştah içgüdüsünün geniş oranda anormal olduğu belirtilebilir. Alkolizmin dünya çapındaki sonuçları, yiyecek seçme içgüdüsü ve koruma içgüdüsü arasında bir denge gereksiniminin insandaki yaygın varlığını açıkça gösterir. Yaşam sevgisi ve kendini koruma içgüdüsü sosyal içgüdüden çok daha güçlü ve çok daha eskidir. Yaşamın korunması için araçlar insanın evriminden uzun zaman önce
146
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
geliştirildi. Ve hayvanların, yaşam ölçeğinde en üst seviyede olanlarının bile, ölümün kaçınılmazlığının ve tüm canlıların nihai kaderinin bilincinde olmadığı oldukça kesindir. Bu bilgi bir insan edinimidir. Yaşlıların hayata gençlerin yaptığından daha yüksek bir değer kattıkları uzun zamandır kabul edilmiştir. Đçgüdüsel yaşam sevgisi ve ölüm korkusu insan doğasının incelenmesinde önemli, aşırı değer biçilmesi imkansız bir faktördür. Đçgüdüsel yaşam sevgisi, yaşlılarda en güçlü formunda saklanır. Bu noktada emin olmak için yaşlıları dikkatli bir şekilde inceliyorum. Đçgüdüsel yaşam sevgisinin kendini ölüm çok yakından hissedildiğinde, oldukça güçlü şekilde göstermesi gerektiği korkunç bir uyumsuzluktur. Bu yüzden tüm zamanlardaki din ölüm problemiyle ilişkilendirilmiştir.
II- Đnsan uyumsuzlukları için tek çare, bilim
Tüm tarihleri boyunca dinde ve felsefede insan yapısının uyumsuzluklarından kaynaklamış hastalıklarla mücadele etme girişimleri gözleriz. Eski zamanlara ait ve modern felsefeler, eski ve modern dinler gibi, kendilerini insan varlığının hastalıklarına çare bulmak için girişimlerle (sayfa 224) ilişkilendirmişlerdir. Ve içgüdüsel ölüm korkusu daima ölümsüzlük doktrinine büyük ilginin gösterildiğini kesinleştirmiştir.
147
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bilim, bilginin en küçük kız kardeşi, insanı etkileyen büyük problemleri araştırmaya başlamıştır. Đlk kez Bacon tarafından açık şekilde konulmuş çizgiler boyunca atılmış ilk adımları yavaş ve tereddütlüydü. Fakat medikal bilim son zamanlarda büyük ilerlemeler kat etmiştir. Ve özellikle Pasteur’un çalışması neticesinde hastalığı kontrol etmekte oldukça ileri gitmiştir. Bilimin başarısız olmuş olduğu söylenir; çünkü örneğin tüberküloz üsteler; fakat tüberküloz bilimin başarısızlığı nedeniyle değil; bunun yerine popülasyonun akılsızlığı ve ihmali nedeniyle yayılır. Tüberkülozun, tifo ateşinin, dizanterinin ve diğer birçok hastalığın yayılımını azaltmak için, özel çareleri beklemeksizin sadece bilimsel hijyen kurallarını takip etmek gereklidir. Bilim aynı zamanda yaşlı ölüme götüren fenomenlerin incelenmesine yöneltildiğinde de bize çok fazla umut sunar. Bazı insansı maymunların torunu olan insan, şuan etrafındakinden oldukça farklı bir çevreye adapte edilmiş bir yapı devralmıştır. Atasınınkinden oldukça çok daha gelişmiş bir beynin sahibidir. Daha yüksek seviye organizmaların evriminde yeni bir yola sapmıştır. Doğal koşullarında ani değişim geniş bir organik uyumsuzluk serisine neden olmuştur; ki bu daha akıllı ve daha duyarlı oldukça, gittikçe daha ciddi bir şekilde hissedilmiştir. Ve böylece zavallı insanlığın gücündeki tüm yollarla hafifletmeye çalıştığı bir dizi sıkıntı ortaya çıkmıştır. Mutsuzluğu içinde insanoğlu bilime soru üzerine soru sormuştur. Ve bilginin ilerlemesinin yavaşlığında sabrını kaybetmiştir. Bilim tarafından hali hazırda bulunmuş olan cevapların faydasız olduğu ve küçük
148
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
oranda ilgi uyandırdığı belirtilmiştir. Fakat metotlarından emin olarak bilim sessizce çalışmalarına devam etmiştir. (sayfa 245) Konulmuş soruların bazılarına cevap yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Yapısındaki mühim uyumsuzluklar nedeniyle, insan, normal olarak gelişmez. Gelişiminin önceki safhaları küçük oranda sıkıntılarla geçer. Fakat olgunlaştıktan sonra az çok anormallikler başlar ve zamanından önce ve patolojik olan yaşlılıkla ve ölümle sonlanır. Varoluşun amacı eksiksiz ve psikolojik, yaşam içgüdüsünün kaybıyla ve ölüm içgüdüsünün ortaya çıkmasıyla sonuçlanan normal bir yaşlılığın ortaya çıktığı bir döngü başarısı değil midir? Fakat ölüm içgüdüsünün ortaya çıkmasından sonra gelen normal bir son elde etmeden önce, normal bir hayat yaşanmalıdır. Tamamen işlevini yerine getirme başarısı duygusuyla dolu Bir yaşam. Bilim bize, hayvanların torunu, insanın doğasında iyi ve kötü özelliklere sahip olduğunu ve yaşamının kötü özelliklerle mutsuz hale getirildiğini dile getirebilmektedir. Buna rağmen, insanın yapısı değişmez değildir. Ve belki de iyi yönde değiştirilebilir. Erdem mevcut olduğu durumda insan doğası üzerine değil; bunun yerine gelecekte olabileceği gibi ideal insan doğası üzerine konumlandırılmalıdır. Her şeyden önce insan yaşamının evrimi düzeltilmeye yani şöyle ki uyumsuzluklarını uyuma dönüştürmeye çalışılmalıdır. Bu görev sadece bilim tarafından üstlenilebilir. Başarma fırsatı bilime verilmelidir. Amaca ulaşmak mümkün olmadan önce, insanoğlu bilimin çok güçlü olduğuna ve derinlere kök salmış mevcut batıl inançların tehlikeli olduğuna ikna edilmelidir. Çoğu alışkanlığı ve şuan dayanıklı temeller üzerinde
149
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
dikildikleri görülen çoğu enstitüyü yeniden düzenlemek gerekli olacaktır. Alışılagelmiş çoğu şeyin terki, eğitim şeklinde bir devrim uzun ve ağrılı gayretler gerektirecektir. Fakat bilimin tek başına insan yapısının uyumsuzluklarını onarabildiği inancı doğrudan eğitimin gelişmesine ve insanlığın dayanışmasına götürecektir. Ömrün uzatılması
Profesör Metchnikoff’un “ Ömrün Uzatılması: Đyimser Felsefedeki Çalışmalar” adlı cildi 1907’de yayınlandı. Ve bazı konularda çalışmalarının en orijinalidir. Bu ciltte “Đnsanın Doğası” nda kısaca göndermeler yaptığı çalışmalar ve iddiaları daha ileriye taşır. Ve geçtiğimiz iki ya da üç yıl boyunca büyük oranda insan tarafından uygulamaya konulmuş ve hala durmaksızın ilgi çekmekte olan ömrün uzatılması için belirli esasları yere yatırır. Diyetin parçası olarak kesilmiş sütün, büyük oranda kendi kendini toksinleme ya da zehirleme nedeniyle olan yaşlanmaya ilişkin beklenen değişimleri durdurmada özel bir değere sahip olduğu görülür.
I- Yaşlılık debilitesi
Đnsanlarda ve alt düzey hayvanlarda yaşlılığı incelediğimizde, ikisinde de ortak olan belli özellikler gözleriz. Fakat omurgalılar arasında sıklıkla vücutları zamanın yıkımına insanlarınkinden çok daha iyi dayanan hayvanlar
150
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bulunur. Bana göre insanlığın en büyük dertlerinden biri olan erken yaşlanmanın yüksek düzey hayvanların yapısında sanıldığı kadar çok ciddi olarak yer almadığı açık bir çıkarımdır. Kabul etmemiz gereken ilk gerçekler; en uç derece yaşlılığa erişen insanların ciddi fiziksel bozulmalara rağmen akılsal özelliklerini koruyabilmelerinin mümkün olduğu ve belli başlı yüksek düzey hayvanların zamanın etkisine günümüz koşulları altındaki insanların durumundan çok daha fazla karşı koyabildikleridir. Çoğu teori yaşlılığın sebepleri hususunda geliştirilmiştir. Vücudun birçok bölümünün yaşlılıkta bile gelişmeye ve büyümeye devam ettiği kesindir. Fakat ben vücudun birçok bölümünde, özellikle üst düzey unsurlar, örneğin sinir ve kas hücrelerinde kandaki akyuvarların eylemi nedeniyle oluşmuş tahriplerin mevcut olduğunu kanıtlamış olduğuma inanıyorum. Ayrıca saçın yaşlılıkta beyazlaşmasının (sayfa 247) saç pigmentlerini tahrip eden bu akyuvarlar nedeniyle olduğunu gösterdim. Kademeli kas zayıflaması yaşlılığın bir akompanimanıdır; fiziksel işler, daha az kapasitesinin olduğu kötü namları nedeniyle, altmış yaşındaki bir insana nadiren verilir. Kas hareketleri daha zayıftır ve kısa bir süre sonra bitkinliğe sebep olur. Eylemleri yavaş ve ağrılıdır. Akli zindeliği zarar görmemiş yaşlı erkekler bile kaslarının güçsüzlüğünü kabul ederler. Bu durumun fiziksel ilişkisi kasların fiili körelmesidir. Ve gözlemciler tarafından uzun süredir bilinmektedir. Ben bu körelmenin nedeninin kas liflerinin fagosit ya da hücre yiyici diye adlandırdıklarım, bir çeşit akyuvar tarafından tüketilmesi olduğunu gözlemiş bulunmaktayım.
151
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Belli hastalık vakalarında, hastalığın zehri nedeniyle erken yaşlanma gibi görünen bulgular gözleriz. Đnsan yaşlanmasının organizmanın yavaş fakat kronik zehirlenmesinin sonucu olduğu tek örnekseme değildir. Böyle zehirler, eğer tamamıyla tahrip edilmez ya da vücuttan atılmazsa, dokuları güçsüzleştirir ki fonksiyonları değiştirilir ya da zayıflatılır. Đkincisi bir bakıma avantajdır. Fakat yaşlılığımızın iyileştirilebilir olup olmadığı sorusunu cevaplayabilir olmaktan önce daha ileri çalışmalar yapmalıyız. Hayvanların yaşam süreci oldukça geniş limitlerde değişiklik gösterir. Genel bir kural olarak, küçük hayvanlar büyük olanlar kadar uzun yaşamaz. Fakat boyu ve uzunluk arasında kesin bir ilişki yoktur. Çünkü papağanlar, büyük karakargalar ve kazlar çoğu memelilerden ve çok daha büyük bazı kuşlardan çok daha uzun yaşarlar. Uzun yıllar önce Buffon yaşamın toplam sürecinin büyüme periyodunun uzunluğuyla bazı belli ilişkiler doğurduğunu iddia etti. Fakat daha ileri araştırmalar böyle bir ilişkinin kurulamayacağını gösterir. Yine de, her tür hayvanda içinden gelen bir şey vardır; ki bu sahip olabileceği ömür uzunluğuna bir limit koyar. Bu limiti belirleyen tümüyle psikolojik durumlar, uzunlukta dikkate değer bir çeşitlilik meydana getirir. Yaşam süreci (sayfa 248) bu nedenle çevreyle etkilenebilen bir özelliktir. Memelilerde yaşam süreci kuşlardakinden ve soğukkanlı diye adlandırılan omurgalılardan nispeten kısadır. Bu farkın sebepleriyle ilgili hiçbir bulgusu sindirim organlarından başka bir yerde bulunamaz. Memeliler omurgalı hayvanların kalın bağırsakları oldukça gelişmiş tek grubudur. Alimenter kanalın
152
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bu kısmı önemli değildir. Çünkü dikkate değer hiçbir sindirim fonksiyonu yerine getirmez. Diğer bir yandan, bağırsak florası arasında vücudu ürünleriyle zehirleyerek sağlığa zarar veren birçok mikrop bulundurur. Bağırsak floraları arasında zararsız olan mikroplar da vardır; fakat diğerlerinin mahvedici özelliklere sahip oldukları bilinir. Ve otoentoksikasyon ya da zehirleme eylemlerine dayandırılması mümkün sağlıksızlığın sebebidir. Bağırsak mikropları ve onların zehirlerinin genellikle sisteme erişebilmesi ve zarar vermesi kuşkusuzdur. Gerçeklerden çıkardığıma göre; sindirim sistemi mikroplarla doldukça, daha çok yaşamı kısaltma kapasitesinde zarar kaynağı olur. Kalın bağırsağın sadece mikroplarla en çok doldurulan sindirim borusunun bir parçası olmaması ayrıca memelilerde herhangi diğer omurgalılardan nispeten daha kalın olması nedeniyle, memelilerin yaşam sürecinin bol miktardaki bağırsak florasından kronik zehirlenme sonucu dikkate değer oranda kısaltılmış olduğu açık bir örneksemedir. Đnsan yaşamının sürecini incelemeye yöneldiğimizde, görüşünü kabul etmek imkansızdır. Yetmiş ve yetmiş beş yaşları arasında yüksek ölüm oranı insan yaşamında doğal bir limitin olduğunu gösterir. Yetmişten yetmiş yaşına kadar çoğu insanın hem zihinsel hem de fiziksel olarak iyi şekilde korunması gerçeği, bu yaşı insan yaşamının doğal bir limiti olarak kabul etmeyi imkansız hale getirir. Plato gibi filozoflar, Goethe ve Victor Hugo gibi şairler, Michael Angelo, Titian ve Franz halls gibi sanatçılar en önemli bazı çalışmalarını (sayfa 249) bazısının yaşam limiti olarak kabul ettiği yaşı geçtiklerinde ürettiler. Dahası bu yaştaki insanların ölümü nadiren yaşlılık debilitesi yüzündendir. Asırlık insanlar gerçekten nadir değillerdir. Fransa’da, örneğin, her yıl
153
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yaklaşık 150 asırlık insan ölmektedir. Ve aşırı yaşam uzunluğu beyaz ırklarla sınırlı değildir. Kadınlar erkeklerden daha sık asırlık olurlar. – Bu erkek ölüm oranının diğer cinsiyetinkinden daima daha yüksek olduğu genel önermesini destekleyen bir gerçektir. Çoğu asırlıkların zayıf ya da alçakgönüllü koşullar içinde olan ve yaşamları uç noktada basit insanlar oldukları fark edilmiştir. Büyük zenginlerin uzun bir yaşam sürmediklerini söylemek yerindedir. Fakirlik özellikle yaşlılıkta temkini getirir ve temkin uzun yaşam için kesinlikle avantajdır.
II- Doğal ölümün araştırılması
Bilimin ölüm hakkında ne kadar az şey bildiğini gözlemek şaşırtıcıdır. Doğal ölümle hastalığın değil, organizmanın doğası gereği ölümü göstermesini kastediyorum. Doğal ölümün gerçekten meydana gelip gelmediğini sorabiliriz. Çünkü ölüm sıklıkla kazayla ya da hastalıkla gelir. Ve bitkilerin uzun yaşamı şaşırtıcıdır. Üç, dört ve beş bin yıl gibi yaşlar california’nın sekoyasına, belli başlı servilere ve Cape Verde adasındaki baobab bitkisine yüklenir. Alt düzey ve yüksek düzey bitkiler arasında doğal ölümün mevcut olmadığı durumların olduğu açıktır. Ve dahası tespit edebildiğim kadarıyla, kendi vücutlarınca üretilen zehirlerin meydana geldikleri yüksek düzey bitkiler arasında doğal ölümün nedeni olduğu görülür.
154
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Đnsan ırkında, doğal ölüm olarak adlandırılması mümkün vakalar oldukça nadirdir. genellikle yaşlı insanların ölümü özellikle zatüre gibi bulaşıcı hastalıklar ya da felç nedeniyledir. Doğal ölüm ve uyku arasındaki yakın benzerlik ölümün organizmanın kendi kendini toksinlemesi nedeniyle olduğu (sayfa 250) görüşümü destekler. Çünkü uykunun organik eylemin mahsullerinin zehirlemesi nedeniyle olduğu oldukça muhtemeldir. Đnsanın yaşam süreci memeliler arasında en uzun olmasına rağmen, insanlar onu aşırı kısa bulurlar. Đnsanların hayatın çok kısa olduğuna ve uzatmanın iyi olacağına dair yakınmalarını dinlemeli miyiz? Eğer soru yaşlılığı kendinden değiştirmeden sadece yaşlı insanların yaşamlarını uzatmak olsa, cevap şüpheli olurdu. Buna rağmen, yaşamın uzatılmasının aklın ve çalışma gücünün korunmasıyla ilişkili olacağı kavranmalıdır. Erken yaşlanmanın hastalık ya da içkiye düşkünlük gibi sebepleri azalttığımızda ya da yok ettiğimiz de, altmış ya da yetmişli yaşlarda emekli maaşı vermek artık gerekli olmayacaktır. Yaşlıları destekleme bedeli, artma yerine, kademeli olarak azalacaktır. Đnsanların normal yaşam gidişatlarını tamamlamalarına izin vermek ve uzun yaşam tecrübeleriyle donatılmış yaşlı insanların kendi bölümlerini tavsiye verici ve yargılayıcı olarak oynamalarını sağlamak için bütün gücümüzü kullanmalıyız. Çok eski zamandan beri, yaşamın uzatılması için tavsiyeler verilmiştir. Birçok iksir aranmış ve bulunduğu iddia edilmiştir. Fakat genel hijyen ölçütleri yaşlılıkta hastalıkları azaltmada ve yaşamı uzatmada en başarılı olmuştur. Bu kendisi oldukça büyük bir yaşta, genel hijyen esaslarını ve her
155
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
konuda özellikle ölçülülüğü tavsiye eden Sir Herman Weber’in öğretisidir. Uyuşturuculardan ve sakinleştirici ilaçlardan olduğu kadar alkolden ve diğer uyarıcı maddelerden de uzak durmamızı önerir. Şüphesiz ki son yüzyıllarda vuku bulan yaşamın uzatılması hijyenin gelişimine bağlanmalıdır. Ve eğer hijyen az oranda geliştiğinde yaşamı uzatabiliyorsa; ki bu son zamanlara kadar olan durumdu, daha kapsamlı bilgilerimizle çok daha iyi sonuçların elde edileceğine inanabiliriz.
III- Laktik asit kullanımı
Bulaşıcı hastalıklara yöneltilmiş genel hijyen ölçütleri yaşlı insanlarının yaşamlarının uzatılmasında bir rol oynar. Fakat dışarıdan vücudu istila eden mikroplara ek olarak, vücutta yerleşik olan mikroplarda zengin zarar kaynağı vardır. Bunların en önemlisi bol miktarda ve çeşitli olan bağırsak florasına aittir. Bu noktada kimyasal aktörlerin kullanımıyla bağırsak mikroplarını yok etme girişiminin az oranda başarı şansı vardır. Ve bağırsak kendinden mikroplardan daha çok zarar görebilir. Fakat eğer yeni doğmuş bir çocuğu gözlersek, annesi tarafından emzirildiğinde, bağırsak mikroplarının inek sütüyle beslendiğinden oldukça farklı ve çok daha az fark ederiz. Đnek sütü gibi havayla temas içinde olan tüm yiyecek çeşitlerini pişirerek kendimizi korumamızın avantajlı olduğuna son derece eminim. Diğer yolların- örneğin laktik asit
156
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kullanımı- vücudun dışındaki yiyeceğin bozulmasını önleyeceği iyi bilinmektedir. Bu noktada laktik fermantasyon bozulmayı genel anlamda durdurduğu için, sindirim borusunda aynı amaç için niçin kullanılmasın? Laktik asit üreten mikropların vücuttaki diğer mikropların gelişimlerini etkileyebildikleri ve etkiledikleri, laktik mikrobun insan vücudunda öyle çok formunda olduğu ki yutulduktan birkaç hafta sonra bile orada bulunabileceği açıkça kanıtlanmıştır. Eski zamanlardan beri, insanlar, laktik fermantasyon geçirmiş kesik süt, kefir, tuzlanmış lahana ya da tuzlanmış salatalık gibi pişmemiş durumdaki maddeleri tüketerek büyük miktarda laktik mikrobu özümsemişlerdir. Bu yollarla bağırsak bozulmasının kötü sonuçları bilmeden azaltılmıştır. Birçok ırkın kesilmiş süt yaptığı ve onu bol miktarda kullandığı gerçeği yararına mükemmel bir kanıttır.( sayfa 252) Ve eleştirel inceleme ömrün uzunluğunun, birkaç yaşlılık belirtisiyle, kesik sütü geniş oranda kullanan insanlar arasında dikkat çekici olduğunu gösterir. Genel inanış mikropların zararlarıyla ilgili olduğu için böyle konularda az bilgisi olan bir okuyucu büyük miktarda mikrobu özümseme tavsiyeme şaşırabilir. Bu inanış doğru değildir. Birçok yararlı mikrop vardır; ki bunların arasında laktik basili saygın bir konuma sahiptir. Erken ve mutsuz yaşlılığımızın, zehrin büyük bölümü sayısız mikrop tarafından iskan edinilmiş kalın bağırsaktan gelerek, dokuların zehirlenmesi nedeniyle olduğu doğruysa, kalın bağırsak bozulmasını durduran aktörlerin aynı zamanda yaşlılığı erteletmesi ve düzeltmesi gerektiği açıktır. Bu teorik görüş
157
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
genellikle kesik sütle beslenen ve aralarında yaşlıların yaygın olduğu ırklarla ilgili gerçek koleksiyonuyla doğrulanır.
IV-Đdeal bir yaşlılık
“Đnsanın Doğası” nda göstermiş olduğum gibi, şuan var olduğu şekliyle insan yapısı, uzun bir evrimin sonucu olarak ve geniş oranda hayvansı unsurlar barındırarak, rasyonel ahlakın temellerini sağlayamaz. Eski zamanlardan modern zamanlara gelmiş olan, tüm oranların uyumlu aktivitesi anlayışı artık insanlar için uygun değildir. Atrofi esnasında yeniden canlandırılmaması gereken organlar ve hayvanlar için belki de yararlı olmuş birçok doğal karakter insanda yok edilmelidir. Diğer organizmaların yapıları gibi, evrime maruz olan Đnsan doğası, belli bir amaca göre değiştirilmelidir. Tıpkı bir bahçıvan ya da hayvan yetiştiricinin meşgul olduğu mevcut bitki ve hayvan doğasından memnun olmayıp, amaçlarına uymaları için onu değiştirdiği gibi. Bu nedenle ayrıca bilimsel filozoflar da mevcut insan doğasını değişmez olarak düşünmemelidirler. ( sayfa 253) Bunun yerine insanoğlunun avantajı için onu değiştirmeye çalışmalıdırlar. Ekmek, insan yiyeceğinde temel parça olduğu için, uzun zamandır mısır gevreklerini geliştirme girişimleri yapılmıştır. Fakat sonuçlarını elde etmek için daha fazla bilgi gereklidir. Bitkilerin doğasını değiştirmek için, onları anlamak ve hedeflenen bir amaca sahip olmak gerekir. Đnsanın durumunda,
158
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
topluca ilerlememizin gerektiği, insan doğasının amacı oluşturulabilir. Bana göre, bu amaç “ortobiyozdur”.- Şöyle ki insan yaşamının gelişmesi. Böylece uzun yaşlılık dönemi, mevcut yaşam doyumu hissi ve ölüm isteğinin bulunması gerektiği bir final dönemine götürerek, aktif ve canlı bir sağlık içinde geçer. Tıpkı amacımızı açığa çıkarmadan önce bitki doğasını incelememiz gerektiği gibi, aynı şekilde çeşitli ve derin bilgi ahlaki davranış gayesi için ilk sırada gereklidir. Sadece Đnsan organizmasının fonksiyonunu ve yapısını bilmek değil ayrıca toplumda olduğu gibi insan yaşamı üzerine kesin fikirlere sahip olmak gereklidir. bilimsel bilgi ahlaki davranış için öyle kaçınılmazdır ki bilgisizlik en ahlakdışı eylemler arasında yerleştirilmiş olmalıdır. çocuğunu iyi hijyene muhalefet içinde yetiştiren Bir anne, bilgi gereksiniminden, duyduğu sempatiye rağmen, çocuğuna karşı ahlakdışı yaklaşır. Bu ayrıca insan yaşamını ve toplumsal yaşamı düzene sokan yasalara kayıtsız kalan bir hükümet için de geçerlidir. Eğer insan ırkı ortobiyoz esaslarını benimserse, farklı yaşlardaki insanların özelliklerinde dikkate değer bir değişim izleyecektir. Yaşlılık öyle çok ertelenecektir ki altmıştan yetmiş yaşına kadar olan insanlar canlılıklarını devam ettireceklerdir. Ve şuan gerekli olduğu şekilde yardım isteme gereği duymayacaklardır. Diğer bir yandan, yirmi bir yaşında genç insanlar artık olgun olarak ya da kamu işlerine katılmak kadar zor fonksiyonları yerine getirmeye hazır olarak düşünülmeyeceklerdir. “Đnsanın Doğası” nda öne çıkardığım, politik işlerde gençlerin mevcut müdahalesinden ortaya çıkan
159
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
tehlikeyle ilgili bakış açısı (sayfa 254) o zamandan beri en çarpıcı şekilde kabul edilmiştir. Yeni koşullarda bilgisiz kitlelerin çeşitli ve derin bilgiler talep eden sorular belirlemesi istendiği evrensel seçme hakkı, kamuoyu ve referandum gibi modern idollerin eski idollerden daha uzun sürmeyecekleri kolaylıkla anlaşılabilir. Đnsan bilgisinin gelişimi böyle enstitülerin uygulamalı ahlakın gerçekten yetkili kişilerce kontrol edileceği diğerleriyle değiştirilmesine götürecektir. Kendime bu zamanlarda bilimsel eğitimin şimdikinden çok daha genel olacağını ve eğitimde ve yaşamda hak ettiği yere sahip olacağını öne sürmek için imkan vermekteyim. Aklımız insanın çok daha fazlasına kapasitesinin olduğunu bildirir. Ve bu nedenle kendi doğasını değiştirebilmesinin ve uyumsuzluklarını uyuma dönüştürebilmesinin mümkün olmasını umarız. Bu amacı elde edebilen sadece insan isteğidir.
HUGH MILLER
Eski kırmızı kumtaşı
Hugh Miller Đskoçyanın kuzeyindeki Cromarty’de 10 Ekim 1802’de doğdu. On yaşından yirmi dördüne kadar boş
160
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
vakitlerini yaşamının erken yıllarında ilgi duymaya başladığı doğa tarihi bağımsız çalışmalarına adamasına rağmen, sıradan bir taş ustası olarak çalıştı. Basına ilgi duymaya başladı ve 1840’da bir yıl sonra yayınlanan “Eski Kırmızı Kumtaşı” cildinin içeriğini yayınladığı yıl, Edinburg “Witness” ın editörü oldu. Kitap, yazarının en belirgin çalışmalarıyla ilgilidir; şöyle ki alt düzey kırmızı kum taşının tarihi hakkında çok fazla şey anlatan fosilleri bulma ve jeolojik ölçekte sistemde ait olarak bulunan geniş kalıntı yataklarını tespit etme. Ve pratik ve orijinal bir jeolojist olmasının yanında, Miller yıkık dökük kalıntılarından geçmişi yeniden inşa etmesini sağlayan yaratıcı güce de sahipti. Kötü talih sonucu kendisini onun zamanında hızlı şekilde mesafe kateden evrim teorisiyle mücadele etme görevine koyduğu gerçeği, jeolojik deneyimlerinin yüksek değerine bizi kör etmemelidir. Gözlemlerinin sonuçları uyuşmazlığa düştüğü teoriye en kuvvetli kanıtları sağlamıştır. Yaşamının son zamanlarında Miller beyninde tahripler oluştu ve 24Aralık 1856’da kendi yaşamına son verdi.
I-Bir taş ustasının araştırmaları
Çevre koşullarını iyileştirme ve hazlarına haz ekleme arzusuyla dolu genç işçilere tavsiyem mutluluğu çalışmakta bulmalarıdır. Gözlerinizin doğru kullanımını sağlamayı öğrenin. En yaygın şeyler bakmaya değer olanlardır. – Hatta taşlar, otlar ve en bilinen hayvanlar bile. Uygulaması haz
161
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
vermeyen hiçbir akli ya da ahlaki yeti yoktur. Bu yüzden bu mutluluğun konumla çok az ilişki doğurduğudur. Yirmi yıl önce, çalışma ve kısıtlama yaşamıyla ilk kez tanıştım. O zaman cılız ve gevşek eklemli, aşk romanlarının soyutluluğuna (sayfa 256) meraklı ve uyanıkken hayal kuran bir çocuktum. Peki ya sonra ne oldu? Hüzünlü bir değişim! Bu noktada bir taş ocağında çalışacaktım, tüm pembe rüyalarımı erkeklerin her gün ırgat gibi çalıştığı, oymalarına ve her gün oymalarına imkan verilmiş ve uğraşmaları için olanak sağlanmış olabildikleri bir tür hayat için değişecektim! O ilk gün endişe duyduğum yaşam seyrimin hiç de zorlu bir başlangıcı değildi. Şüphesiz ellerim biraz yaralandı. Ve neredeyse taşların arasında tırmanmışım gibi oldukça yorgun hissettim. Yine de çalışmış ve yararlı olmuştum. Günden normalde olduğu kadar bütünüyle keyif aldım. Bir sonraki sabah herhangi çalışan kardeşiminki kadar kalbim hafifti. O gece çalışmamdan başımı kaldırırken, bir kez bile çalışma hayatının mutsuzluğunu düşünmeksizin üzerinde düşünmeyecek kadar yeterli yiyeceğimin olduğunu aklımdan geçirdim. Gün devam ederken, mavi bir kumtaşı yumrulu kütle çıkardım. Ve bir çekiç darbesiyle içini açtım. Söylemesi muhteşem içinde kusursuzca işlenmiş bir heykel parçası, açıkça iyonik kapitalin kıvrımlarından birini içeriyordu. Tüm dünyada bu kadar ilginç başka bir şey var mıdır? Aynı görünümdeki diğer birkaç yumruyu da açtım. Ve olabildiğini keşfettim. Bunların birinde balık pulları gibi görünen bir şeyler ve hoş çizgili birkaç ufak çift kabuklu yumuşakça izlenimi
162
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
vardı. Diğerinin ortasında sahiden çürümüş bir parça odun vardı. Doğanın tüm sırları arasında bunlar bana bir kerede en ilginci ve açıklaması en zoru olarak göründü. Dikkatli bir şekilde bir araya topladım ve onları gösterdiğim işçilerden biri bana kıyının batıya yaklaşık iki mil uzak, bir bakıma tahta mızrakların başı gibi, ilginç şekilli taşların zaman zaman çıkarıldığı bir bölümünün olduğunu ve babasının zamanında köylü insanların onlara yıldırım dediklerini anlattı. Đlk öğle arası tatilimizi, yıldırımların yoğun şekilde düşmüş olduğu yeri ziyaret etmekte kullandım. Ve (sayfa 257) hayallerimde düşleyebileceğimden daha zengin bir mucize sahnesiyle karşılaştım. Đlk çalışma yılım sona erdi. Ve mutluluğumun miktarının çocukluğumun sonlarından daha az olmadığını fark ettim. Bilgim önceki yılların oranından daha fazla artmıştı. Ve en azından yaygın mekanik yeteneğine elde etmiş olduğumdan, kendimi bağımsızlığa hazırlamış oldum. Bir kez canlandırılmış merakım uyanık kaldı ve onu tatmin etme imkanlarım oldukça çok olmuştur. Mağara ve dağ geçitlerinin kaşifi, deniz kıyılarının başı boş gezgini, taşlar arasında tırmanışçı, taş ocaklarında bir işçi oldum. Uzmanlık alanım bir gezme işiydi. Bir keresinde, eski kırmızı kum taşının yüksek açıyla, Mitlothian’ın güney etekleri üzerinde Dağ Kumtaşlarının kömür arasında ortaya çıktığı yaygın kuvars bölgelerine yaslandığı Ross-Shire’ın batısındaki vahşi kıyısından doğrudan geçtiğimi hatırlıyorum. Bir sezon Moray Firth’ deki yükselmiş kıyı üzerinde ikamet ettim. Sezonu derhal eski granitler ve merkezi Kuzey Đskoçya’ nın eğri büğrü
163
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kiltaşları arasında dolaşmakla geçirdim. Kuzeyde binlerce deniz kabuğu ve oolit kömürü kırdım. Güneyde taş ya da killi yaprak taşı yataklarından karbon devrine ait büyük kırmızılar ve çanakeğreltileri açığa çıkardım. Taş ustalarına kendilerini jeolojiden haberdar etmelerini tavsiye ederim. Zamanlarının çoğu geniş oranda ayrı mahallerin taşları ve ocakları arasında geçirilmelidir. Ve böylece birkaç yıl içinde, sadece kendisini araştırmaya adamış şanslı beyefendilerce paylaşılabilen her bir aşamadaki gözlemle fırsatıyla, tüm jeolojik ölçeğin üstünden geçmesi mümkün olur. Yalnız bu değil, bazı konularda, avantajı amatörlerinkine göre daha üstün olur. Çünkü çalışmaları aylarca aynı oluşumda yürütülmesi zorunlu olan insan kesin sonuçlara varma konusunda daha iyi fırsatlardan (sayfa 258) yararlanır. Keşifçiye, organizmalarını yavaş bir şekilde ve jeolojik ölçekte yerlerini gösteren kanıtları daha da geç sunan oluşumlar vardır. ross ve cromarty’nin kırmızı kumtaşıyla, tamamen fosilli olduğundan emin olmamdan yaklaşık on yıl önce tanıştım. Fosillerini ölçekte kesin bir yere tahsis edebilmemden yaklaşık on yıl öncesinde. Doğa geniş ve bilgi sınırlıdır. Ve hiçbir birey genel kaynağa ekleme ümitsizliğine ihtiyaç duymaz.
II- Yaşamın boşluklarını köprüleme
Đskoç bir jeolojist bazı günümüz jeolojik buluşların derlemesinde “eski kırmızı kumtaşı bugüne katar fosil
164
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bakımından verimsiz olarak düşünülmüştür” demektedir. Yüksek seviyede bilim adamlarının bu oluşumun ya da en azından üç farklı oluşum içerdiği için onun aksine sistemin varlığıyla uyuşmazlığa düştüklerinden beri sadece birkaç yıl geçmiştir. Đngiliz jeolojistler arasında onu hala hiçbir bağımsız statüye yetkisi olmayan bir çeşit tartışılabilir sistem, bölünmesi gereken genel bir şey olarak kabul eden bazıları vardır. Buna rağmen bugüne kadar önemsenmemiş bu sistemin, şaşırtıcı derecedeki derinliğini, hem kendi yurdunda hem de farklı ülkede geliştiği büyük çapı, jeolojik ölçekte sağladığı ilginç bağlantıları ya da temsil ettiği geniş zaman periyodunu dikkate alsak da almasak da, diğerlerinin hiçbirine önem içinde teslim olmadığı bulunacaktır. Eski kırmızı kum taşının derinliğinin etna dağının deniz seviyesi üzerindeki rakımına eşit olduğu ve biri diğerinin üzerinde kusursuz sırada yükselen üç farklı organik kalıntı grubu barındırdığı mahaller vardır. Sistemle ilgili ilk beyanım çoğunlukla henüz belirtilmiş olanın aksine olmalıdır. Çünkü fosiller dikkate değer oranda sayısızdır ve yüksek korunma durumundadır. (sayfa 259) Benden üç fit uzaktaki iddianın doğruluğunu kanıtlamak için yüzlerce somut kanıta sahibim. Oda duvarlarımın yarısı alt düzey eski kırmızı kumtaşının özel fosilleriyle kaplıdır. Ve şüphesiz ki formların tanınmayan bir kümesi nadiren bir araya toplanmıştır. - Doğa bilimcilerin kendi sınıflarına bile tahsis etmekte kafasını karıştıran, tipleri kaybolmuş, fantastik ve inceliksiz varlıklar; kürekler ve bir dümenle donatılmış teknesi hayvanlar; kara kaplumbağası gibi üstten ve alttan güçlü bir kemik zırhı kaplamalı ve yine de dümene benzer tek bir
165
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kanatçıkla donatılmış balık; kanatçıklarının çeperi kalın bir şekilde pullarla kaplı diğer balık; dikenlerle dolu olan varlıklar; sırlı bir deri içinde, Japon lakası ile kusursuzca cilalanmış gibi, parıldayan diğerleri; daha az belirsiz şekiller arasındaki her bir örnekte kuyruk, balıklarda mevcut olduğu gibi, merkezi omur columnasını her bir kısımda eşit oranda değil de bunun yerine bilhassa alt kısımda oluştu.- Columna küçültülmüş omurgasını kanatçığın en uç sonuna yayar. Tüm formlar uzak bir uygarlığa tanıklık eder. Bir çin vazosu ya da Mısır sütununun üzerindeki figürler şuan doğada mevcut olanların aksine, alt düzey eski kırmızı kumtaşı fosillerinden daha sınırlıdır. Lamarck, türlerin içgüdülerinin bir dereceye kadar geliştirilebileceğini ve çoğaltılabileceğini kanıtlayan birkaç dikkat çekici gerçeğinin gücü üzerine, canlıların alt düzenlerinden daha alta doğru doğal bir sürecin olduğu ve varlıkların döllerinin bu nedenle daha farklı ve daha soylu birkaç bin yıllık türlere ait oldukları sonucuna varmıştır. Orada hiçbir zaman oldukça rastgele ve abartılı bir zevk yoktu. Adaptasyon esası hala bir bitkiyi bir bitki ve bir köpeği bir köpek olarak bırakır. Canlı zincirinin bir derecede devamlı bir zincir olduğunun ve çeşitli varoluş sınıflarının birbirlerine dönüştüklerinin doğanın yasası olduğu doğrudur. Tüm hayvan familyaları kendi birleştirici bağlantılarına sahiptir. Jeoloji orta sınıf varlıklarla doludur.
166
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Balıkların, sürüngenlerin devri başlamadan önce, iki belki de üç büyük jeolojik sisteminin asıl mevcudiyetleri olmuş oldukları görülür. Günümüzde balıklar kendi aralarında büyük oranda farklılıklar gösterirler. Bazısı neredeyse kurtlar kadar alt seviyede, bazısı neredeyse sürüngenler kadar üst seviyededir. Ve son zamanlardaki oluşumda eksik olan ve yokluğu balıkların iki büyük bölümü, kemikli ve kıkırdaklı, arasında geniş bir boşluğa sebep olan eski kırmızı kumtaşı bağlantı serilerini gözleriz. Sistemin tüm organizmalarının arasında, en sıra dışı olanlardan biri yazarın jeolojistlerin tanışıklığına sunma zevkine sahip olmuş olduğu pterichthys, ya da kanatlı balıklardır. Lamarck keşifçi olmuş olsaydı, kuşkusuz ki neredeyse bir kuş olmayı uman bir balık yakalamış olduğunu ele alırdı. Sadece tüyleri eksik Kanatlar ve suyu boyunca olduğu kadar havada da süzülmeye adapte edilmiş gibi görünen bir vücut ve yönlenmek için olan bir kuyruk mevcuttur.
Onunla ilgili ilk fikrim kara kaplumbağası ve bu balık arasında birleştirici bir bağ keşfetmiş olduğumdu. Bay Murchison’a bazı örneklerimi sundum ve ona o zaman fosillere ilişkin yapmakta olduğu hesaplamaları düzenlemesi için fazladan bilgi sağladılar. Ve insan bilgisiyle ilişkisinde varoluş zincirine yeni ve oldukça özgün bir bağ ekledi. Agassiz, bir kerede varlığın bir balık olmuş olması gerektiğine karar vererek, Murchison’un sonuçlarını neredeyse her bir parçasından doğruladı.
167
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Alt düzey eski kırmızı kumtaşının pterichthyslerinin yanına, çağdaşını, Agassiz’in coccosteus’unu yerleştirmeliyim. – bu bazı konularda diğerine benzemiş olması mümkün bir balıktır. Đkisi de kalın yumrulu kemik kaplama zırhıyla kaplıydı. Ve ikisi de omurgalı bir kuyrukla donatılmış yapıdaydı. Coccosteusun en bol şekilde bulunmuş olduğu görülür. Eski kırmızı kumtaşının ichthyolite familyalarından bir diğerinin- cephalaspis(sayfa 261) hemen hemen balıklar ve kabuklular arasında birleştirici bir bağ oluşturduğu görülür. Şimdiki oluşumda, balıklar ya kemikli ya da kıkırdaklıdır. Yani ya kemiksi iskeletli ya da elastik iskeletlidir. Köpek balıkları gibi, yarı saydam hayvan durumu ve eski kırmızı kumtaşı ichthyoliteleri bazı durumlarda kemikli ve diğerlerinde kıkırdaklı familyalara benzeyerek bu karakteristikleri birleştirir. Agassiz bir kerede benim eski kırmızı kumtaşının orta dereceli olduğuna dair şüphemi doğruladı. Pterichthyslerin ve coccosteusların yerlerini belirlemek yetenek gerektirmesine rağmen, osteolepisleri karıştıran kimse olamazdı. – o da bir balık olmuş olmalıdır, güzel bir balık. Fakat başı kemikli balıklarınkine benzerken, kuyruğu hiçbir bakımdan kıkırdaklı balıklarınkinden farklılık göstermedi. Ve bu nedenle, soyu tükenmiş türlerin keşfedilmesi yoluyla, mevcut türler arasındaki boşluk arasında köprü kurulmuştur.
III-Belirsiz geçmişte yer tespiti
168
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bir sonraki adım jeolojik ölçekte ichthyolitelerin kesin yerini tespit etmekti. Ve bunu oluştuğu yerde geniş ve tamamlanmış bir yatak bularak yapmama imkan verildim. Gerçek yeri zirvenin üstünde yüz fitten biraz daha fazladır ve büyük yığının temeli üstünde yüz yardadan çok daha fazla değildir.
Đskoçya’da ve Đngiltere’de ki Eski Kırmızı Kumtaşı kendi alt, orta ve üst düzey gruplarına sahiptir. Bir üst oluşuma geçtiğimizde holoptychius, en karakteristik fosile rastlarız. Bu fosiller bir bütünlük derecesi içinde bulunurlar. Ki bu yaşlarına meydana geldikleri taşların doğasına olduklarından daha az bağlıdır. Kireçtaşı jeolojik dünyanın koruyucu (sayfa 262) tuzudur. Ve yüksek seviye kırmızı kumtaşlarında birleştirilmiş kum yatakları organik kalıntılardan çok daha tutucuyken, alt seviye eski kırmızı kum taşının tabakalı killerinin ve şistlerinin korunumlu özellikleri kireçtaşının kendisine çok fazla bayağı değildir. Daha eski fosiller bu nedenle hemen hemen şimdiki oluşumun mevcudiyeti kadar inceden inceye açıklanabilir. Oysaki yeni fosiller, birkaç istisnai durum haricinde, parçacıklar olarak, bulunur. Ve bir Cuvier ve bir Agassiz’in onları orijinal birleşimlerine getirme gücünü talep eder. Diğer bir yandan, alt düzey kırmızıların organizmaları sayısız ve iyi korunmuşken, üst seviye eski kırmızılarınki bireysel boyutta çok daha büyüktür. Kısacası alt düzey
169
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
okyanus balığı boyut olarak bir dikenlibalıkgil ve bir morina balığı arasında sıralanmıştır. Oysaki üst düzey kumtaşlarının bazı okyanus balıkları istiridye kabukları kadar geniş pullarla kaplıydı. Ve boyutta timsahınkilere rakip dişlerle zırhlandı.
IV- Doğanın son emri olarak balıklar
Şimdi okuyucuya eski kırmızı kumtaşını zaman içinde mevcut olduğu şekliyle sunmaya çalışacağım.- ardışık oluşum periyodları boyunca ve varlıkları ilksel okyanusların sakinleri gibi yaşadı ve hareket etti. Kemik yığınlarıyla dolu mezarlıktan, tüm caddeleri ve konutları yaşam ve hareket dolu eski uygarlık şehirlerine geçiyoruz. Resmimize başlamadan önce, iki büyük jeolojik periyod sona ermiştir. Ve büyük oranda yayılmış okyanus tabanı geçmişteki bir varlığın kalıntılarınca birçok bin fit derinliğe kadar işgal edilmiştir. Bu iki erken periyodun taşları kambriyen ve siluriyen gruplarındandır. Alt düzey- kambriyen, parlayan alacakaranlık canlısı temsilcisi- bir belirsizlik periyodu olarak kabul edilmelidir. Çamurunda oyuk yapan ya da görevdeki sular boyunca hızlanan yaşam şekilleriyle ilgili olarak karar vermek (sayfa 263) gelecekteki keşifçilere kalır. Siluriyen taşlarının mevcudiyetleriyle alakalı daha az şüphe vardır. Onda çeşitlilik olmaktan, biri diğerinin üstünde olan dört farklı platformu, bir binanın katları olmaktan zevk
170
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
alırlar. Tam anlamıyla Üst Siluriyen diye adlandırılan balık periyodunda ve oldukça mükemmel düzenlerin periyodunda kabuklular başta gelmişti. Bu sınıflarının en eski canlıları kıkırdaklı balıklardı. Ve çok büyük sayıda ortaya çıkarılmış oldukları görünür. Bunlar ilk omurgalı oldukları görülenlerin kalıntılarıdır. Eski kırmızı kum taşı tarafından temsil edilen periyodun tarihi, şuanda Đskoçyanın kuzey yarısını meydana getiren şeyde, karışıklık ve düzensizlik arasında ortaya çıkmıştır. Đngiltere’nin parçacıklar halinde katmerli çinitaşı açıkça durgun bir denizde biriktirildi. Aynı zamana ait periyod boyunca şuanda Orkney, Dingwall, Gamrie ve ayrıca birkaç bin kare mil, güçlü akıntılarla sarsılmış ve dalgalarla şahlandırılmış sığ bir okyanus sahnesiydi. Derinlikte yüz fitten yüz yarda kadar değişiklik gösteren, geniş bir su tanecikli çakıl taşları tabakası bu kargaşa zamanının tahrip edici aktörlerini göstermek için bin farklı yerde bulunur. Buna rağmen, herhangi bir denizin tabanının büyük oranda genişletilmiş bir alan için nasıl son derece öfkeyle ve eşit oranda telaşlı olmuş olduğunu anlamak zordur. Bu sığ ve şiddetli okyanus dönemi geçti ve şuanda en yüze bazı dağlarımızın zirvesini oluşturan özdeş yığınlardan oluşmuş taban gelgitler ve fortınlarla az derecede etkilenmek için çok büyük bir derinliğe gömülür. Bu ikinci periyod boyunca geniş bir kaba kumtaşı katmanı birikintesi yer aldı. Tamamıyla doksan fit olana kadar alçalma (sayfa 264) sulardaki kusursuz bir şekilde bozulmamış kütlelerin üstünü kaplar. Ve bu noktada bu eski okyanusun tam anlamıyla yaşamla dolu olduğunun- tabanının minyatür yosun
171
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
ormanlarıyla kaplı olduğunun ve sularının yoğun balık sığlıklarıyla bulandırıldığının ilk kanıtını buluruz. Bugüne kadar görmüş olduğum ringa balıklarıyla kaplı sığ sular kadar sık fosil kalıntılarıyla örtülü Đchthyolite yatağını görmüş bulunmaktayım.
Bu periyodta bazı korkunç felaketler sınırdan sınıra en azından bir mil olan bir bölgedeki balığın ani tahribini içerdi, belki de daha fazlasını. Orkney’deki Cromarty’dekiyle aynı platform şiddetli ölüm işaretlerini gösteren kalıntılarla sık şekilde kaplanmıştır. Neyden çıkmış olabilir? Tahribin hangi sessiz fakat etkili aktörünce, boyutta belki de on mil bir bölgenin sayısız varlıkları bir kerede ortadan kaldırılabilir ve yaşadıkları ortam operasyonlarıyla yine de bozulmamış kalabilir? Rüzgar tarafından kül olarak bazı uzak kraterlerden uzaklaştırılmış ve taşınmış kalkine kirecin fosil organizmaların ispatladığı oldukça yaygın tahribe neden olmuş olabilirliği düşüncesi beni sıklıkla vurulmuşa çevirmiştir. Üzerinde bir köprünün yapılma aşamasında olduğu küçük bir alabalık nehrinin, yapıdan tam bir mil uzaklıktaki, merkezleme çıkarıldığında kirecin suya aniden düşüşleriyle tek bir saatte tahrip edilmiş balığını gördüm. Ölüm periyodu geçti. Ve sayısız ölüm üzerine, yumuşak bir çamur tortusu oturdu. Yaklaşık elli fil kalınlıkta Bir birikintiyle temsil edilen Bilinmeyen bir zaman boşluğu boyunca, nüfuzu azalmış bölgenin suların yaşamdan yoksun olara kalmış oldukları görülür. Birkaç kireç tortusu ve tabaka sonrasında ortaya çıkmaya başladı.
172
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Derin uçurumun dışında var olmuş balıkların sayıları arttıkça gitgide ona yaklaştıkları görülür. Biriktirme işi devam etti ve kumtaşının üstü (sayfa 265) tabakalı kil tarafından kaplandı. Fakat koşullar tüm ichthyolitelerin korunmasına, organizmanın taş örtüleri içinde paketlendiği şeye olduğundan daha az uygundu. Yıllar yılları kovaladı, kuşaklar hala büyümekte olan birikintilere gömüldü. Geniş periyodlar geçti. Ve balıklar var kılındığında ve gezegenimize hiçbir soylu sakinin meskeni olmaması tahsis edildiğinde, yaratıcının gücü en üst limite erişmiş gibi göründü. Perdeler açılır ve sahne yenidir. Alt düzey oluşumun on binleri yok olmuştur. Ve üst düzey bir platformda sonraki bir yaratımın varlıklarıyla çevrelenmiş durumdayız. Kanatçıklarla kaplanmış cephalaspide sığlıkları geçiğ gidiyor. Pulların uzaktaki parıltılarını görüyoruz. Bazı örtüler sırla parlar, diğerleri küçük diken gibi noktalarla doludur. Görülmemiş oranlarda Büyük bir kabuklu otlarla kaplı tabanlar üzerinde sessizce ilerler. Ya da sahil oyuklarında saklanır. Yıllar ve yüzyıllar geçer.- sayılarını kim değerlendirebilir?- Çünkü bu orta oluşumun derinliği diğer ikisininkini büyük oranda aşmaktadır. Perde kalkar, orta oluşum dönemi için son gün nihayetinde gelmiştir. Ve dalgalarla kabartılmış ve akıntılarla sarsılmış bir okyanusta yeni varlık ırklarına rastlarız. Grupta apaçık olan Holoptychiusların biçimsiz hacmini ortaya çıkarabiliriz. Köpekbalığı familyası önceden
173
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olduğu gibi kendi örneklerine sahiptir; pterichthyların yeni bir çeşitliliği alt düzey oluşumdaki ataları gibi her bir alarmda mızraksı kanatlarını açarlar. Balık hala yaratılışın lordudur. Ve hacimleri en azından son derece daha büyük olmuştur. Cücelerin çağıyla başlarız. Devlerin çağıyla sonlanırız. Ki bu alt düzey kömür ölçüleriyle sürdürülür. Peki tarihimizi daha ileriye götürüyor muyuz? Serideki son sahne ortaya çıkmış mıdır? Cuvier bu soruyu sordu, duraksadı ve sonra olumsuz cevapta karar kıldı. (sayfa 266) Çünkü yaratıcının çalışmasıyla gücünü kısıtlamayı düşünmeyecek kadar çok yakından tanışıyordu. Ve insanların şeref postunu daha soylu ve daha zeki varlıklara, daha iyi ve daha mutlu bir dünyanın hükümdarına teslim edecekleri gelecek bir periyodu sezebiliyordu.
SIR ISAAC NEWTON
Principia
Sir Isaac Newton 25 Aralık 1642’de Đngilitere, Woolsthorpe, Lincolnshire’de küçük toprak sahibi bir işletmecinin oğlu olarak doğdu. Ünlü düşen elma episodu için,
174
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
sistemini hemşerilerine övgüye değer şekilde açıklayan Voltaire sorumludur. Newton’un bir hacmin merkezi bir güç altında hareket eden yörüngesinin nasıl ölçüldüğünü keşfetmesi ve eğer güç mesafenin karesinin tersine farklılaşıyorsa, yörüngenin güç merkezi bir odakta olmasıyla, bir elips olacağını göstermesi 1680’deydi. “ Doğa felsefesinin metematiksel ilkeleri”ni yazmasını mümkün kılan büyük buluş, iki küre arasındaki çekimin, her bir kürenin merkezindeki bir noktaya yoğunlaştırılmış olduğunu varsayarsak olacakla aynı olduğudur. Kitap bir bütün olarak 1687’de yayınlandı. Lagrange yazarının sadece bugüne kadarki en büyük deha değil ayrıca en talihli de olduğunu demiştir. “Çünkü doğruluğunu ortaya çıkaracağımız bir dünya sistemini bir kezden fazla bulamayız.” Newton 20 Mart 1727’de öldü. (Newton önsözünde şöyle yazar) Dizaynımız sanat değil de felsefeye ilişkin olarak ve konumuz elle kontrol edilen değil de doğal güçlere ilişkin olarak, çekimle, hafiflikle, elastik güçle, çekici ya da itici olsa da sıvı ve onun gibi kuvvetlerin direnişiyle bağlantısı olan şeyler üzerine düşünüyoruz. Bu nedenle bu çalışmayı felsefenin matematiksel ilkeleri olarak sunmaktayız. Çünkü felsefenin tüm zorluklarının- doğanın güçlerini incelemek için hareket fenomelerinden ve diğer fenomenleri göstermek için bu güçlerden, birinci ve ikinci kitaptaki genel önermeler yönlendirildiği bu sona kadarkapsandığı görülmektedir. Üçüncü kitapta, dünya sisteminin açıklanması kısmında bunun bir örneğini veriyoruz; Çünkü önceki kitaplarda matematiksel olarak gösterilmiş önermelerle birlikte, üçüncüde göksel fenomenlerden hacimlerin güneşe ve
175
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
birkaç gezegene (sayfa 268) eğilimli hale geldikleri yer çekimi kuvvetlerini elde ederiz. Sonrasında bu formlardan, aynı şekilde matematiksel olan diğer önermelerle birlikte, gezegenlerin, kuyruklu yıldızların, ayın ve denizlerin hareketlerini çıkarsarız. Bu konu üzerine, (Newton) popüler bir metodta üçüncü kitabımı oluşturmuş bulunmaktayım. Ki belki birçok insan tarafından okunmuş olabilir; fakat sonrasında ilkelerde yeterli oranda rol oynamamış olanların, sonuçların gücünün kolaylıkla farkına varamamış ya da yıllarca alışkın oldukları önyargıları böyle hesaplar üzerine ortaya çıkmış olması muhtemel karışıklıkları önlemek için bir kenara bırakamamış olduklarını düşünerek, bu kitabın içeriğini Önermeler (matematiksel yolla) formuna değiştirmeyi seçtim. Böylece bu kitap hem “popüler metodta” hem de matematiksel önermeler formunda oluşturulmuştur.
Birinci ve ikinci kitap
Evrensel yerçekimi ilkesi, şöyle ki “maddenin her bir parçacığının mesafesinin karesine ters orantılı bir güçle maddenin diğer her bir parçacıkla çekilmesi ve ona yönelmesi” Principia’yı karakterize eden buluştur. Yazar bu ilkeyi ayın hareketinden ve Kepler’in üç yasasından çıkarsarmıştır. Kah bu yasalar kah daha büyük yasasıyla Newton doğru olduklarını göstermişlerdir.
176
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Kepler’in ilk, alanların betimleme zamanlarına orantılılığı, yasasından, Newton gezegeni yörüngesinde tutan gücün daima güneşe doğru yönlendirildiğini çıkarmıştır. Her bir gezegenin odaklardan biri olarak güneşle bir elips içinde hareket ettiğini savunan ikincisinden, gezegenin o odağın etrafında dönmesini sağlayan gücün, oradan mesafesinin karesinin tersine değiştiği daha genel sonucunu çıkardı. Böyle bir güç tarafından üzerinde rol oynanan gezegenin (sayfa 269) konik kesitten başka diğer herhangi bir eğride hareket edemez olduğunu gösterdi. Ve hareket halindeki hacmin nezaman yuvarlak, oval, parabolik ya da hiperbolik bir yörünge resmedeceğini gösterdi. Aynı zamanda, bu gücün ya da çekim, yönelme gücü en küçük parçacıkta bile bulunduğunu fakat küresel kütlelerde merkezlerine toplanmış gibi işlediğini meydana çıkardı. Böylece bir küre ya da hacim diğer küre ya da hacmin üzerinde maddenin niceliğiyle doğru ve merkezleri arasındaki mesafesinin karesiyle ters orantılı bir güçle etki edecektir. Ortak yaklaşım hızları madde niceliklerinin tersi oranında olacaktır. Böylec Newton evrensel yasayı ana hatlarıyla belirtmiş oldu.
Dünyanın sistemi
(Newton ikinci kitabında şöyle yazar) sabit yıldızların dünyanın en yüksek kısmında hareketsiz durdukları, bu sabit yıldızların altında gezegenlerin güneşe doğru taşındığı, dünyanın, gezegenlerden biri olarak, günlük hareketiyle kendi ekseni etrafında dönerken, aynı zamanda güneşin etrafında
177
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yıllık bir rota tasvir ettiği, güneşin, bütünü ısıtma görevi gören genel bir ateş olarak, evrenin merkezinde sabitlendiği, felsefenin ilk yıllarındaki az sayılmayacak insan tarafından benimsenmiş eski görüştü. Yunanlıların, en sağlam olduğu kadar ilk felsefe kavramını edindikleri millet Mısırlılardı. Anaksagoras, Demokritus ve diğerlerinin dünyanın evrenin merkezini elinde bulundurduğu fikrini taşıdıkları tartışılamaz. Fakat iki taraf da göksel hacimlerin hareketlerinin boşluklarda hepbirlikte direnişten muaf ve yoksun olarak yerine getirildiğiyle aynı fikirdedir. Katı gökcisimleri merakı, Endoxus, Calippus ve Aristotle tarafından tanıtılmış eski felsefenin hükmünü yitirmeye başladığı zamanki daha sonraki bir tariha aitti.
Kuyruklu yıldızların, ayın altına itilmesi gerektiği katı gökcisimleri hipotezinin hakim olduğu zamandaki kaçınılmaz sonucu olduğu için, çok kısa bir süre sonra astronomların geç kalmış keşifleri kuyruklu yıldızları bu göksel boşlukların bu gözlemlerle parçalara bölünmüş ve sonsuza kadar bir köşeye atılmış katı gökcisimleri yükünden bir kerede boşaltılmak yerine daha yüksek göklerdeki eski konumlarına getirmiştiler. Bu nedenle gezegenlerin bu serbest boşluklarda belli sınırlar içinde tutulmaları ve kendilerine bırakılan, izlemelerinin gerekmiş olduğu düz rotadan eğrisel yörüngelerdeki sıradan dolanıma saptırılmaları, eski zamanlardakilerin nasıl açıklamış olduklarına dair fikrimizin
178
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
olmadığı konulardır. Ve muhtemelen bu katı gökcisimlerinin belirtildiği bu zorluklara bir çeşit tatmin sunmak içindi. Sonraki filozoflar ya Kepler ve Descartes gibi belli vortekslerin aksiyonlarıyla ya da diğer bazı çekim ya da itim ilkesiyle onu hesaba katmış gibi görünür. Çünkü bu unsurların bazı güçlerin ya da diğerlerinin aksiyonundan başlaması gerektiği oldukça kesindir. Bazı merkezlere yöneltilen bir kuvvet olduğunda, bunu genel merkezcil kuvvet ismiyle adlandıracağız. Ve o merkezdeki bir hacmi daha özel olarak dikkate aldığında, güneş etrafında dönen, dünya etrafında dönen, gezegenler etrafında dönen olarak adlandırırız.
Merkeze yönelen kuvvetler
Projektillerin hareketlerini düşünürsek, merkezcik kuvvetle gezegenlerin belli yörüngelerde tutulabilirlikleri kolaylıkla anlayabiliriz. Çünkü havaya fırlatılmış bir taş, kendi ağırlığının baskısıyla sadece havaya atılmayla, izlemiş olması gerektiği düz yoldan sapması için zorlanır. Ve hava da eğri bir çizgi göstermesi sağlanır. O eğrili yol boyunca sonunda zemine indirilir. Ve havaya atıldığı hız büyüdükçe, yeryüzüne düşmesinden önce daha da uzağa gider. (sayfa 271) Şunu iddia edebilir ki hız öyle arttırılır ki dünyaya varmadan önce, sonunda dünyanın limitlerini aşarak, ona dokunmadan geçecek kadar 1, 2, 5, 10, 100, 1000 millik bir kavis çizecektir. Ve göksel hareketler, uygulandıkları boşlukların durumların eşitliğini korumaya karşı küçük ya da hiç olmayan
179
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
direnişleriyle hemen hemen hiç geciktirilmezler. Ya dünyanın civarında hiç hava olmadığını ya da en azından az miktarda ya da hiç olmayan direniş gücüyle donatıldığını varsayalım. Bu hareketle dünyanın merkezine çekilmiş bir radyusla betimlediği alanların betimlendikleri zamanlara orantılı oldukları bundan önce gösterilmiştir. Başladığı noktaya döndüğündeki hızı başlangıçtan az olmayacaktır. Ve aynı hızı koruyarak, aynı yasayla aynı eğimi tekrar tekrar gösterecektir. Fakat eğer şu noktada hacimlerin, 5, 10, 100, 1000 den ya da daha fazla milden olduğu kadar; ya da tercihen dünyanın birçok yarıçaplarından olduğu kadar, daha büyük yüksekliklerden ufka paralel çizgilerin yönünde fırlatıldığını düşünürsek, bu hacimler, farklı hız ve farklı yüksekliklerdeki farklı yer çekimi güçlerine göre, ya dünyayla eş merkezli ya da çeşitli şekilde dış merkezli kavisler çizecekler ve gök boyunca gezegenlerin çarklarında yaptıkları gibi yörüngelerde dönmeye devam edeceklerdir. Bir taş eğimli olarak atıldığında, yeryüzüne doğru sürekli sapma onun yeryüzüne olan çekiminin, destekten serbestçe düşmesine izin verilmiş direk inişinden daha az kesin olmayan kanıtıdır. Bu nedenle serbest boşluklarda hareket eden hacimlerin düz yollardan sapmaları ve ordan herhangi bir yere doğru devamlı yön değiştirmeleri, o hacimleri tüm bölgelerden o yerlere doğru sevk eden bazı güçlerin mevcudiyetinin kesin işaretidir. Bu nedenle güneş, gerçekte dünya ve diğer gezegenlerin (sayfa 272) hacimlerine yöneltilmiş merkezcil kuvvetlerin var olduğu sonucuna varıyorum.
180
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Ay dünyamız çevresinde döner. Ve görünürdeki çapıyla karşılaştırılan hızından belli olduğu gibi, merkezine çekilmiş yarıçapıyla, betimlendikleri zamanlara hemen hemen orantılı olan alanlar tasvir eder. Çünkü çapı daha az olduğunda, hareketi daha yavaştır. (Ve bu nedenle mesafe büyür) ve çapı daha büyük olduğunda, hareketi daha hızlıdır. Jüpiter’in uydularının gezegen çevresindeki dolanımları daha düzenlidir. Çünkü duyularımızın ayırtına varabileceği kadar kesin olarak, düzenli hareketlerle Jüpiterle eş merkezli bir daire tasvir ederler. Ve bu nedenle Satürn’ün uyduları bu gezegen etrafında hemen hemen dairesel ve değişmez, şuana kadar gözlemlenmiş herhangi dışmerkezlilikle neredeyse hiç tahrip edilmemiş hareketlerle dönerler. Venüs ve Merkür’ün güneş etrafında döndükleri aysı görünüşlerinden gösterilebilir. Ve hemen hemen düzenli bir hareketle Venüs neredeyse dairesel, güneşle eş mezkezli bir çark tasvir eder. Fakat daha eksantrik hareketli Merkür güneşe dikkate değer yaklaşımlar yapar ve dönüşümlü olarak tekrar geriler. Buna rağmen, güneşe yaklaştıkça daha hızlanır. Ve bu nedenle güneşe çekilmiş radyusla zamanlara orantılı alanları da tasvir eder. Son olarak, birinden diğerine bir radyusla dünyanın güneş ya da güneşin dünya civarında tanımladığı, zamanlara kesin olarak orantılı alanlar güneşin görünürdeki hareketiyle karşılaştırmalı görünürdeki çapından gösterilebilir.
181
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Bunlar astronomik deneylerdir; ki bunları gerçekte Dünyanın, Jüpiter’in Satürn’ün ve Güneş’in merkezine yönlendirilmiş merkezcil kuvvetlerin var olduğu izler.[2]
Bu kuvvetlerin her bir gezegenin merkezinden mesafenin eş oranında azaldığı cor. Vi., prop. Đv. , book I. [3] ‘da ortaya çıkartılır. Çünkü Jüpiter’in uydularının periodik zamanları birbirlerine bu gezegenin merkezinden mesafelerinin küpüne orantı içindedirler. Cassini bizi aynı orantının saturnal sirkum gezegenlerinde de gözlendiğine inandırır. Güneş etrafında dönen gezegenler Merkür ve Venüs’de, aynı orantılılık büyük bir kesinlikle geçerlidir. Mars’ın güneşin etrafında döndüğü, gösterdiği aşamalardan ve görünürdeki çapının oranından bellidir. Çünkü güneşle bağlaşımınına yakın tam belirmesinden ve dördüllemesindeki dış bükeyinden [4] güneşin etrafında döndüğü kesindir. Ve güneşe karşı olduğunda çapı güneşle bağlaşım içinde olduğundan beş kat daha büyük göründüğünden ve dünyadan uzaklığı görünürdeki çapıyla ters orantılı olduğundan, mesafe, karşısında olduğu zaman bağlaşımda olduğundan beş kat daha az olacaktır. Fakat iki durumda da güneşten uzaklığı, dördünlerdeki dışbükey görünümünden çıkarılan uzaklıkla neredeyse aynı olacaktır. (sayfa 274) Ve güneşi neredeyse eşit mesafelerde çevreler. Fakat dünya hususunda düzensiz şekilde uzaktır. Bu nedenle güneşe çekilmiş radyuslarla hemen hemen
182
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
aynı biçimde alanlar tasvir eder. Fakat dünyaya çekilmiş radyuslarla bazen hızlı, bazen durağan ve bazen gerileyicidir. Mars’tan daha yüksek bir yörüngedeki Jüpiterin aynı zamanda güneş etrafında, belirtilen alanlarda olduğu kadar mesafede de hemen hemen değişmez bir hareketle döndüğünü Bay Flamsted’in en iç uyduların tutulmalarına dair gözlemlerinden çıkarıyorum. Ve Satürn için aynı şey Bay Huyghens ve Halley’nin gözlemleriyle uydusundan çıkarılabilir. Jüpitere eğer güneşten bakılsaydı, bazen dünyadan görüldüğü gibi, gerileyici ya da durağan hiçbir zaman görünmez bunu yerine neredeyse daimi bir hareketle daima ileri gittiği görülürdü. Ve görünürdeki yermerkezli hareketinin oldukça büyük düzensizliğinden, -öncesinde çıkarım yapmamızın mümkün olduğu gösterilmiş olduğu gibi-, Jüpiterin düz bir rotadan saptırıldığı ve bir yörüngede dönmesinin sağlandığı gücün dünyanın merkezine yöneltilmiş olmadığını çıkarırız. Ve aynı anlaşmazlık Mars ve Satürn’de de geçerlidir. Arada kalan radyumlarla tasvir edilmiş alanların düzenli olabileceği bu gücün diğer merkezi bu nedenle aranmalıdır. Halihazırda Mars ve Satürn’de yakından, bunun yerine Jüpiter’de yeterince doğru şekilde kanıtlamış olduğumuz bu güneştir. Gezegenlerin güneşten uzaklıkları, Tycho’yla aynı fikirde olup dünyayı sisteminin merkezine yerleştirsek de ya da Copernicus’la bir olup güneşi merkez yapsak da, aynı çıkar. Ve halihazırda bu uzaklıkların Jüpiter’de de aynı olduğunu kanıtlamış bulunmaktayız. Kepler ve Bullialdus büyük bir dikkatle gezegenlerin güneşten mesafelerini belirlemişlerdir.
183
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Ve böylece onların tablosu gökyüzüyle en iyi uyuşandır. Ve tüm gezegenlerde, Jüpiterde ve Mars’ta, Satürn ve Dünya’da mesafelerinin küpleri periodik zamanlarının karesidir. Ve bu nedenle tüm gezegensi bölgeler boyunca merkezcil (sayfa 275) güneş çevresindeki güç, güneşten uzaklıklara eş orantıda azalır. Hissedilmez gözlem hatalarından ortaya çıkmış olması mümkün bölümlere aldırmayarak, doğru şekilde ele almak için daima bahsedilen oranı bulmalıyız. Çünkü astronomların gözlemlerinden çıkartılmış Satürn, Jüpiter, Mars, Dünya, Venüs ve Merkür’ün Güneş’den uzaklıkları (kepler) 951,000, 519,650, 152,350, 100,000, 70,000, 32,806, ya da (bellialdus) 954,198, 522,520, 152,350, 100,000, 72,398, 38,585 gibidir. Ve periyodik zamanlardan 953,806, 520,116, 152,399, 100,000, 72,333, 38,710 olarak ortaya çıkar. Kepler ve Bullialdus’a göre uzaklıkları herhangi hissedilir bir miktarda hemen hemen hiç farklılık göstermez. Ve en çok farklılık gösterdikleri yerde, periyodik zamanlardan alınan farklılıklar aralarına dizilir.
Merkez olarak dünya
Dünya çevresi çekimin aynı zamanda mesafeyle eş orantıda azaldığını şu nedenle çıkarımsarım: Güneşin Dünya’nın merkezinden bahsedilen uzaklığının dünyadan altmış yarıçap, ve sabit yıldızlarla ilgili periyodik zamanının 27 gün 7 saat 43 dakika olduğunu varsayabiliriz. Günümüzde, bir önceki kitapta havada hareketsiz olduğu
184
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
varsayılan dünyanın yüzeyine yakın, dünyanın merkezinden uzaklığa ters çifte orantıdaki ayın uzaklığında da aynı kuvvet olması gereken merkezcil bir kuvvetle, ki bu 1/3600dür, döndürülen bir hacmin bir dolanımı (havanın direncini bir kenara koyarak) 1 saat 24 dakika 27 saniyede tamamladığı gösterilmiştir. Dünyanın çevresinin 123,249,600 Paris fit olduğunu varsayın, ozaman dairesel hareketinden mahrum bırakılmış ve önceki gibi aynı merkezcil kuvvet uyarılmasıyla yoldan çıkan aynı hacim, bir saniyelik zamanda 151/12 Paris fiti tasvir edecektir. Bunu (sayfa 276) xxxvi. Prop. ‘da yapılmış hesaptan çıkarmaktayım. ( “Belirli bir yerden düşen bir hacmin düşüsünün zamanını belirleme amacıyla”) ve bu Bay Huyghen’in sarkaç deneylerinin sonuçlarıyla uyuşur; ki bu deneylerle Bay Huyghen ( nasıl doğada olursa olsun) dünya yüzeyinin yakınına itildikleri tüm merkezcil kuvvetlerle yön değiştiren hacimlerin bir saniyelik bir zamanda 151/12 Paris fiti tasvir ettiklerini gösterdi. Buna rağmen, eğer dünyanın hareket ettiği varsayılırsa, dünya ve ay birlikte ortak çekim merkezleri boyunca döndürüleceklerdir. Ve ay (prop. Ix) aynı periyod, 27gün, 7saat, 43 dakika da uzaklığa çifte oranda azalan aynı dünya çevresi çekim gücüyle, yarıçapı bir önceki yarıçapa yani dünyanın altmış yarıçapına, dünyanın ve ayın hacimlerinin toplamının bu toplamla dünyanın hacmi arasındaki bahsedilen iki orantıdan birine olduğu gibi olan bir yörünge çizecektir. Şöyle ki bu ayın ( görünürdeki bahsedilen 311/2 dakikalık çapı bakımından) 43/ ³√42+42² ya da yaklaşık 128/127 olarak, dünyanın yaklaşık 1/42si olduğunu varsaymamız şartıyladır.
185
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Ve bu nedenle yörüngenin yarıçapı – yani dünya ve ayın merkezlerinin uzaklıkları- bu durumda Copernicus tarafından belirlenmiş olanla hemen hemen aynı şekilde, dünyanın yarıçapının 601/2sı olacaktır. Ve bu nedenle kuvvet azalımının çifte oranı bu mesafede geçerli olur. ( Güneşin aksiyonu küçük olduğundan burada önemsenmemektedir) Güçlerin bu azalım oranı gezegenlerin dışmerkezliliğiyle ve oldukça elips tepelerinin yavaş hareketiyle doğrulanır. Diğer hiçbir oranda güneş çevresi çekim etkisindeki gezegenlerin her bir dolanımda bir kez güneşten en küçük mesafelerine inebildikleri ve bir kez de en uzak mesafelerine çıkabildikleri kanıtlanmamıştır. Ve bu mesafe noktaları sabit kalır. Çifte orantıda küçük bir hata (sayfa 277) her bir dolanımda fakat birçok muazzam büyüklükte dikkate değer bir elips tepeleri hareketi ortaya çıkaracaktır.
Gelgitler
Gezegenler uzak merkezler civarındaki yörüngelerde böylece dönerlerken, aynı zamanda özel eksenleri boyunca birkaç dönüş de yaparlar. Güneş 26 günde, Jüpiter 9 saat 56 dakikada, Mars 242/3 saatte, Venüs 23 saatte ve benzer bir tutum içinde Ay kendi ekseni etrafında 27 gün, 7 saat, 43 dakikada döner. Bu nedenle bu günlük hareketi ayın yörüngesindeki bahsedilen hareketine eşittir; ki bu dünyanın aynı yüzünün bu bahsedilen hareketin uygulandığı merkeze
186
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
daima uymasına neden olur.- Ki bu yaklaşık olarak ayın yörüngesinin dış odağıdır. Gezegenlerin günlük dolanımları nedeniyle birlikte, içerdikleri madde bu hareketin ekseninden gerilemeye çalışır. Ve bu nedenle ekvatora doğru, kutuplar çevresinde olduğundan daha yükseğe çıkan sıvı kısımlar katı kısımları, eğer bu kısımlarda yükselmediyse, ekvator civarında su altında bırakır. Ki bu gezegenlerin ekvator çevresinde bazen kutuplarda olduklarından daha kalın olmalarına neden olur. Aynı zamanda günlük hareket ve ay ve güneşin çekiminden, denizimiz güneşle olduğu kadar ayla da ilgili olarak her gün iki kez alçalıyor ve iki kez yükseliyor olmalıdır. Fakat ışık saçan cisimlerin yükseldiği iki hareket sivrilmiş olarak ortaya çıkmayacaktır. Bunun yerine belli bir hareket karışımı uygulayacaklardır. Işık saçan cisimlerin kavuşumu ya da karşıtlığında, güçleri birleştirilecek ve en büyük selin ve cezrin oluşmasına neden olacaktır. Dördünde, güneş ayın baskı yaptığı suları yükseltecek ve ayın yükselttiği sulara baskı yapacaktır. Ve güç farlılıklarından, tüm gelgitlerin en küçüğü izleyecektir. Fakat ışık saçan cisimlerin etkileri dünyadan uzaklıklarına bağlıdır. Çünkü daha az uzak olduklarında, etkileri daha büyüktür. Ve daha uzak olduklarında da daha az (sayfa 278) ve görünen çaplarının üç katı oranındadır. Bu nedenle bu kış dönemindeki güneşin oan yerberide olarak, ayınkine eklense de ya da ondan çıkarılsa da yaş mevsiminde olduğundan daha büyük bir etkiye sahip olmasıdır. Ve her ay, ay yerberideyken, yerötede olduğu zamandan önceki ya da sonraki on beş günlük mesafeden daha yüksek gelgitlere yol açar.
187
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Birbirlerinden böyle geniş uzaklıklardaki sabit yıldızlar ne birbirlerini hissedilir oranda etkileyebilir ne de güneşten etkilenebilirler.
Kuruklu yıldızlar
Kuyruklu yıldızlarla ilgili üç hipotez vardır. Çünkü bazısı onların ortaya çıkıp gözden kaybolmaları kadar sık meydana getirildikleri ve öldükleri fikrini taşıyacaklarıdr. Diğerleri sabit yıldızların bölgelerinden geldiklerini ve gezegen sistemimizdeki geçişlerinde bize yakın olduklarını düşünüceklerdir. Ve son olarak diğerleri onların güneş etrafında dış merkezli yörüngelerinde daimi olarak dönen hacimler olduklarını savunacaklardır. Đlk durumda, kuyruklu yıldızlar, farklı hızlarına göre, tüm çeşitlerde konik kesitte hareket edeceklerdir. Đkincisinde hiperbollar çizeceklerdir. Ve bu ikisinin her birinde de tutulma dairesine doğru olanlarla birlikte kutuplar civarında olanlara da, gökyüzünün tüm bölgelerine kayıtsızca girip çıkarlar. Üçüncüsünde hareketleri tutulmalarda oldukça dışmerkezli ve parabollara oldukça yakın şekilde uygulanır. Fakat (eğer gezegenler yasası gözlenirse) yörüngeleri ekliptik bölgeden çok fazla alçalmaz. Ve bugüne kadar gözlemlediğim kadarıyla, üçüncü durum mevcuttur. Çünkü kuyruklu yıldızlar gerçekte genellikle Zodyak’ta bulunurlar. Ve hemen hemen hiç 40 derecelik güneşmerkezli enleme erişmezler. Parabollere oldukça yakın yörüngelerde hareket etmelerini hızlarında
188
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
çıkarmaktayım. Çünkü bir parabolün çizildiği hız bir kuyruklu yıldızın ya da gezegenin güneş çevresinde (sayfa 279) bir daire içinde 1 e 2 karekök oranındaki mesafede dönebileceği hız için her yerdedir. Ve benim hesaplamalarıma göre, kuyruklu yıldızların hızının çoğunlukla aynı olduğu bulunur. Hızları uzaklıklardan hemen hemen çıkarsayarak, bunu ve hem paralakslardan hem de kuyruk fenomenlerinden uzaklıkları inceledim. Ve hızlarda o tutumdan sonra biriktirilmiş mesafelerde ortaya çıkmış olması mümkün olanlardan daha büyük hatalara hiçbir zaman rastlamadım.
SIR RICHARD OWEN
Omurgalı anatomisi
Sir Richard Owen, büyük doğa bilimci, 20 Temmuz 1804’te Đngiltere Lancaster’da doğdu. Ve ilk eğitimini bu kasabadaki ortaokulda aldı. Oradan Edinburg Üniversitesi’ne gitti. 1826’da Đngiliz Cerrahlık Koleji’nin bir üyesi seçildi. Ve 1829’da Londra’daki çalışmalarını tamamlamış olduğu yer olan St. Bartholomew Hastanesi’nde ders veriyordu. 1832’de yayınlanan“Đncimsi Notilus Üzerine Anılar” isimli çalışması onu Huxley’e göre “ anatomik monografi yazarları ilk sırasında bir sınırda” konumuna yerleştirdi. Ve altmış iki yıl
189
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
boyunca bilimsel edebiyata katkılarının akışı hiçbir zaman kesilmedi. 1856’da Đngiliz Müzesi’nin doğal tarih departmanının sorumluluğunu üstüne almakla yükümlendirildi ve çok geçmeden mevcut akomodasyonların eksikliği konusunda, sonuç olarak şuanda Güney Kensington’da bu amaca adanan yapıların temellerine götüren görüşleri ortaya attı. Owen 18 Aralık 1812’de öldü. “Omurgalıların fizyolojisi ve Karşılaştırmalı Anatomisi” adlı önemli kitabı 1868’de tamamlandı ve o günden beri Cuvier’in “Karşılaştırmalı Anatomi” si, her hangi biri tarafından konu üzerine yapılmış en anıtsal tez olmuştur. Owen tarafından benimsenen çoğu sınıflandırma diğer zoolojistlerce kabul edilmemiş olmasına rağmen, yine de çalışma yoğun miktarda bilgi içerir. Ki bunların çoğu Owen’in kendi kişisel gözlem ve incelemelerinden kazanıldı.
I-1830’un biyolojik bilinmezlikleri
1831’de Paris’teki Jardin Des Plantes’teaki çalışmalarımın bitiminde, bazı biyolojik sorular üzerine ozaman egemen olan düşünce deyişlerle ilgili araştırma çizgilerinde hareket etmeye fazlasıyla yöneldim. Đnceleme odalarına çalışma yapmak için öncelik verdiğim büyük usta, türlerin, karşılaştırmalı osteolojinin yaratılmış olduğu geniş bir gözlem temeli üzerinde tümevarımsal metodla kanıtlanmış bir gerçek kadar kalıcı olmadıklarını ele aldı. Camper ve Hunter türlerin geçici olabileceklerinden
190
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
şüphe ettiler. Fakat Cuvier (sayfa 281) anaplotherium ve paleotherum vb. familyalarının karakterlerini bularak, gerçeği kanıtladı. Geçmiş türlerin günümüz türleriyle ilişkisiyle ilgili kesin bir fikir için Cuvier yeterli zemine sahip değildi. Toprak ve denizin göreli pozisyonundaki değişimlerin gözlemlenmesi ona, eski türlerin yok olduğu kıta ya da ada üzerinde yeni türlerin belirmesi halinin izlenimi verdi. Bu görüşü böyle ardışıklığın varsayımsal bir durumuyla gösterir. Buna rağmen açıkça şunu belirtir: “ Şuanki mevcut türleri ortaya çıkarmak için yeni bir yaratımın gerekli olmuş olduğunu iddia etmiyorum. Fakat sadece aynı bölgelerde mevcut olmamış olduklarını ve başka bir yerden gelmiş olmaları ihtimalinin büyük olduğu konusunda ısrar ediyorum.” Geoffrey Saint Hilaire Cuvier’in bilinmezliği tümevarımsal değerlendirmesine karşı çıktı. Şu inandığı şeyin ifadesidir: “ Mevcut türlerin doğrudan tufandan öncesine ait dünyanın hayvanlarından türemiş olduklarına hiçbir şüphem yok.” Fakat şöyle devam etti. “ Şu benim düşüncemdir ki; gerçekten tatmin edici bir jeoloji bilgisi için zaman henüz gelmemiştir.” Görüşmelerinde tartışılan başlıca paralel bilinmezlikler bana göre şu şekildedir; Organik gelişmenin düzenleyici koşulu olarak planın ya da finaldeki maksatın bütünlüğü? Tür serileri, zaman aralıklarıyla kesintisiz mi yoksa aksamalı mı? Soy tükenmesi tufana mı ait yoksa düzenlenmiş mi? Özel hayat, mucizeyle mi yoksa ikincil hukukla mı?
191
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Cuvier işleyiş çalışımının final maksadıyla ya da adaptasyonla desteklendiğini ve yönetildiğini ele aldı. Geoffrey dizayn kanıtını yalanladı ve işleyiş yasası olarak “kompozisyon bütünlüğü” diye adlandırdığı ilkesi için mecadele etti. Örneklemelerinin çoğu kusurluluğun gösterimine açıktı. Ve Schelling akraba okulunun öğrencilerinin hayvan yapısında her bir bölümdeki bütünün deneyüstü görüşünü örneklendirdikleri dil mistik argodan biraz daha iyi göründü. Cuvier’le birlikte, cevaplanabilir bölümler zoolojik ölçekte ortaya çıktı. Çünkü benzer fonksiyonlar yerine getirmek zorunda kaldılar.
Buna rağmen, benim gözlemlerim ve karşılaştırmalarım biriktiği için, Cuvier’in sonuçlarının yeniden bir gözden geçirilmesi için zorladılar. Đşleyiş komünitesi kanıtını göstermek için, prototip bir omurgalı hayvan yapıntısını gerekli buldum. Ve daha sonrasında kendimi “amaç için adaptasyon”nunkiyle idare edilen ve ilişkilendirilen ilkelerinin gösterilmesinden, tüm tür serilerinin ikincil bir sebebinin işleyişi fikrine doğru adım atma kaçınılmazdı; ki bu sebep önceden belirlenen niyetlerin bir kölesidir. Fakat “derivasyon” ya da “evlatlık” ın yanında, işleyişi etkileyen, benim “ilgisiz yineleme” ya da “gayri iradi yineleme” diye adlandırdığım diğer bir ilke ortaya çıktı. Esasında benzer bir bölüm serisi olarak gösterilen omurgalı iç iskelet yapısının ilgisiz yineleme kuralını örneklendirdiğini düşünüyorum.
192
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Tümevarımsal araştırmaların sonuçları beni doğrudan ya da mucizevi yaratımı reddetme ve “ düzenli ardışıklık ve gelişim içinde” türlerin ortaya çıkmasında etkili bir “ doğal yasa ya da ikincil sebep” benimseme hususunda etkiledi.
II- Türlerin ardışıklığı, aksamalı mı yoksa bağlantılı mı?
Varoluşun soyu tükenmiş türlerin değişimleri olduğu hipotezine, Cuvier değişim izlerinin fosil dünyalardan sebeple olduğu cevabını verdi. “Paleotherium ve mevcut toynaklı dört ayaklılar arasındaki orta dereceli formları gösterebilmelisin” dedi. Paleontolojinin 1839’dan beri gelişimi bilimin kurusu tarafında bilinmeyen birçok eksik bağlantıyı gün ışığına çıkardı. Hipparion kalıntılarının bulunması Cuvier tarafından gerekli bulunan bağlardan birini sağladı. Ve böyle üç tırnaklı atların kalıntılarının sadece eski paleotheriuma ait olan ve ilk modern atların yan toynaklarını kaybetmiş oldukları görülen daha yeni katmalar arasındaki testiyer periyod (sayfa 283) birikintilerinde bulunması önemlidir. Atın azıdişi serileri gelişmeye yönelik karakterlerce bireysel olarak farkedilebilir altı geniş karmaşık azıdişi içerir. Đlk küçük azıdişi temsilcisi ufaktır ve kısa süre sonra etrafı sarılır. Paleotheiumdaki yapısı, o tip dentisyonuna bağlı olarak, işlevsel olarak gelişmiş ve sürdürülmüştür. Hipparionda bu diş paleotheriumdakinden daha küçüktür. Buna rağmen işlevsel ve kalıcıdır. Atta süreksiz ve tuhaf
193
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
şekilde küçük ve basit dişçik, toynaksız fibulanın yaptığı gibi, atalara ait bir yapının gelişmemişliğini örneklendirir. Tıpkı Hipparionda oradan sarkan sahte toynakların, paleotheriumun daha geniş ayağındaki işlevsel olarak gelişmiş yan toynakların gelişmemişliğini devam ettirdiği gibi. Ayrıca bu tür serilerinin diğer eksik bağlantıları da temin edilmiştir. Bu orta dereceli aşamaların orijinleri nasıl olur da ozaman değerlendirilmektedir? Eğer alternatif türler, mucizeyle ya da yasayla- paleotheriuma, paloplotheriuma, anchitheriuma, hippariona, equusa uygulansa, endişe duymaksızın ben ikincisini kabul ederim ve testiyer zamanı boyunca sürekli olarak etkili böyle bir kuralı tanımaktayım. Đşleyiş yasasına gelince, Lamarck’ın şu sözlerini öne sürebiliriz.“ Dünyanın yüzeyi güçlendiği için, eski üç tırnaklı pachyderiusun daha geniş ve daha üretilir orta toynağı hayvanın ağırlığını sürdürmede daha büyük bir pay aldı. Ve daha aktif orta tırnağın daha büyük ihtiyaçlarını karşılamak için daha çok kan gereksinim duyularak, tırnak büyüdü. Halbu ki yan tırnaklar, beslenme paylarını kaybederek ve gittikçe daha da kullanımdan düşerek, küçüldü.” – ve dahası. Bay Darwin, bana göre, bunu paleotheriumun bazı bireylerinin, daha geniş ve daha uzun orta tırnakla ve daha kısa ve küçük yan tırnaklarla doğarak, dünya yüzeyinin değişmiş koşullarına(sayfa 284) egemen olmaya parental formlardan daha iyi adapte olmuştu.Ve dahası bu, ayağın ata ilişkin büyük orandaki değişimleri “doğal seçilime” uğrayana kadar geçerliydi, diyerek değiştirirdi. Fakat doğal eğilim ve istem hipotezleri, doğal seçilimden itibaren, dişteki değişimlerle
194
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bağlantılı olarak daha az uygulanabilir ve daha az akla uygundur. Paleotheriumun doğal seçilimle zebraya derecelendirilmiş olduğunu söylemenin, ödün salgılanmasının karaciğerin öd unsurları için doğal eğilimine bağlanmasıyla aynı tür ve değerde sürecin bir açıklaması olduğunu daha ileri şekilde gözlemlemeliyim. Böyle açıklayıcı araçların, “yaşamözü faberi”, “nisus oluşumları” ve bilimin diğer nefs kandıran, dünyayı yoldan çıkaran imgeleriyle aslında yok olmaması ve dirilmenin normalde günümüzde etkin olmuş olmasının gerektiği kişileri şaşırtır. Öyleyse, akla uygun ya da açık fikirlerin, paleotheriumu zebraya bağlayan serilerde örneklendirilen ikincil yasanın işleyiş modu için oluşturulabilir olduğu üzerine gerçekler nelerdir? Oldukça önemli bir tanesini şimdi okuyacaksınız. Modern bir at bazen tamamlayıcı atalara ait toynaklarla dünyaya gelir. Çeşitliliği geçmişe doğru bucephalus atına bahşeden Valerius Maximus’dan sonra, böyle “beş parmaklı” atlar canavarlar ve olağanüstü yaratıklar olarak kaydedilmiştir. En son örneklerden birinde, iç fibula beş tırnaklı ayağın ikinci metakarpalına cevap vererek, falanksları ve hippariondaki denk olana benzeyen bir bağlantı toynağını destekledi. Atların, türlerine göre falankslar ve toynaklar taşıyan metapodiyal kemiklerle eşleşmesi hipparion ırkını eski haline getirebilirdi. Böyle bir olasılığı ileri süren gerçek, bu noktada değişimin ani ve dikkate değer olacağını gösterir. Türlerin ufak ve yavaş derecelerde değiştirildiği fikrine karşı çıkar. Ayrıca türlerin bağımsız olarak herhangi dış etki işleyişini başlatabileceğini, yapıdaki değişimin o alışkanlık ve kullanımın (sayfa 285)
195
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
önünde olacağını, doğal eğilimin, dürtücü, çevreleyen ortamın, çevreleyen koşulların rastlantısal yerindeliğinin ya da kişiselleştirilmiş “seçici doğanın” değişimci eylemde hiçbir payının olmadığını ortaya koyar. Böylece, türleri doğal yasanın ya da ikincil sebebin, sadece ardışık değil ayrıca gelişimci, sürekli işleyişini örneklendirenler olarak görmeye yöneldim. “Đchthusa ait örtünün altında bir omurga fikrinin somutlaşmasından, insan formunun görkemli giysisinde dizilmesine kadar.”
III- Soy tükenmesi, tufana mı ait yoksa ayarlı mı?
Paleothere, paloplothere, anchithere, hipparion ve at türleri eğer yaratımın uzaktan ve ardışık eylemleri nedeniyle ciddi bir şekilde dikkate alındığında, böyle türlerin ardışık göç etmesi gelmeleri kadar mucizevi olmuş olmalıdır. Buna göre, Cuvier’in “dünya yüzeyi devrimleri üzerine söylev” inde “ bu devrimlerin sayısız olduğuna dair kanıtlar” adlı bir bölüme ve “bu devrimlerin ani olduğuna dair kantlar” adlı bir diğerine sahibiz. Fakat paleontolojistlerin buluşları tufanla yokolmuş oldukları ele alınan türler arasındaki bağları sağlamış olduğu için, her bir ardışık jeolojik gerçek bölümü, dünya yüzeyinde farkedilebilir değişimlerin genelde ani ve şiddet dolu doğası inanışını yok etme eğilimindedir. Fosil kalıntıları araştırmalarıyla meşgulken, ilgimi özel olarak bu tartışmalı noktaya yönelterek, soy tükenmesinin bir sebebininin, her bir türün bireylerinin varoluşunun aleyhine etki etmekte olan
196
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
çevreleyen aktörlere karşı sürdürmek zorunda olduğu mücadelede yenilgi sebebiyle olduğunu fark etmeye yönlendirildim. Bu ilke Charles Darwin’in çalışmalarından örneksemelerin en öğretici ve geniş erişimini elde etmiştir. Fakat Darwin onu sadece soy tükenmesine değil, türlerin kökenine de uygulamayı amaçlar. Yaşam savaşının (sayfa 286) sonraki tavrının kanıtlarını tanımakta başarısız olsam da, yasayla soy tükenmesi lehindeki oldukça fazla kanıtın uyuşması, benzer ölçüde, türlerin kökeninin ikinci bir sebebe atfı gerçeğinin destekleyicisidir. Hangi görüntü, mercan kaya halkalarıyla çevrelenmiş bir mercan adasının durgun su enginliğindeki sakinlerinkinden daha güzel olabilir ki! Kalkerli havzanın hareket ettirici müdavimlerini konu dışı bırakarak, doğrudan yaratımın “kıvrımlı mercan” olarak sonucunun yokolmasından sonra ardışık ve yerine geçen “tablo mercan” oluşturmak için tekrarlanıp tekrarlanmadığını sorabiliriz. Büyük büyük eski gruplar günlerini yaşamışlar ve sonunda yokolmuşlardır. Sadece onların değil ayrıca onların çeşitli ardıllarının böyle orijin modunu tanımaya ya da anlamaya çalıştığımız zaman, mucize, çeşitliliklerinin büyük oranda çoğalımıyla, inanılmaz hale gelir. – tamamıyla değerli, her şeyi gören, tamamen tutumlu kudret anlayışıyla uyuzmaz.(Lamarck’ın) Đradeye dayalı hipotezi ya da dış koşullarla ortaya konmuş seçici gücü (darwin) kabul edemez olarak, yeterli süreğenlilik dönemleri boyunca, türlerin birbirlerinden türemiş oldukları en muhtemel ikincil yasa işletim yolu olmak için işleyen parental tiplerden ayrılmak için doğuştan bir eğilimin olduğunu varsaymaktayım.
197
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Benim ikincil hipotezime göre, bir değişim ilk olarak hayvanın yapısında yer alır. Ve bu yeterli oranda geliştirildiğinde, alışkanlıkların değiştirilmesine görürebilir. Fakat türler çevreleyen koşulların tesadüfi uyuşmasına, kozmozun atomların rastlantısal bir toplanışına bağlı olduğu kadar az borçludur. Korelasyonun ve birbirine bağlılığın amaca yönelik değişim ve gelişim rotası, akılsal arzuyu açıkça göstererek, ırkların ardışıklığında bireylerin gelişimi ve işleyişinde olduğu kadar tayin edilebilirdir. Derivasyon her bir türün (sayfa 287) doğal eğilim erdemleriyle zamanla değiştiğini ele alır. Doğal seçilim böyle hiçbir değişimin, böyle değişimleri sonuçlandıran ya da ortaya çıkaran değiştirilmiş dış koşulların etkisi olmaksızın yer alamayacağını ele alır. Derivasyon değişmek için doğal eğilimin etkileri arasında değiştirilmiş çevreleyen koşullara bakmaksızın, sonuçların güzelliği ve çeşitliliğinde ve gücün takdir etmeyle önceden buyuran böyle ilişkisinin kanıtı, böyle bir güzelliği takdir etmekte duyarlı bir canlının nihai mevcudiyetinde yatarıcı gücün bir gösterisini göz önüne alır. Doğal seçilim güç ya da güzellik tek başına yaratımdaki maksat olmalıysa, bunun bir hipotez olarak ona kesinlikle kaçınılmaz olacağını onaylar. Doğal seçilim, “yaratıcı tarafından başlangıçta bir ya da birkaç forma üflenmiş sayılı gücüyle hayat görüşündeki” ihtişamı görür. Derivasyon, o hususta, özel bir mucizenin daha az bir yakarışını ve yaratıcı gücün değersiz sınır koyuşunu görür. Ki bu yaratıcının büyüklüğü, oldukça çok çeşitli, o şekilde birleştirilmek için gerekli elementlerin koşulları altında fiziksel ve kimyasal güçleri hayati olanlara dönüştürmeyle
198
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
birçok formu hayata getirmekte günlük, saatlik olarak gösterilir. Doğal seçilim türlerin daha sonraki orijinlerini ve ardışıklıklarını dış koşulların rastlantısal birliğine bırakır. Derivasyon değişimin tabii kapasitesi ya da gücü nedeniyle belirlenmiş ve önceden düzenlenmiş rotadaki, oluşmuş bir maksatı tanır. Ki bu kapasite ve güçle homojen şekilde yaratılmış tek hücreli hayvan bitki ve hayvanların en yüksek düzeyde formlarına yükselmiştir. Derivasyonun hipotezi, beşinci sınıf gerçeklerin muhteşem sonuçlarıyla birlikte, dört büyük tümevarımsal yolla kanıtlanmış gerçek serisinden sonuçlara dayanır. Doğal seçilimin hipotezi, türlerin kökeni için soy tükenmesini açıklayıcı, varsayımsal bir durumun uzantısı üzerinde yalpalar. Bu durum o uzantıda organizmaların büyük çoğunluğuna uygulanamaz. Ve herhangi bir türün kökenine uygulandığı gözlenmemektedir ya da bilinmemektedir.
IV-Epigenez mi yoksa evrim mi?
Türlerin ikincil orijinleri, öyleyse, günümüzde en makul kabul edilir olduğundan, böyle türlerin geçmişe yönelik araştırmaları zaman geriye gittikçe, daha basitleştirilmiş ve genelleştirilmiş düzenlere yakınsaklık gösterdiğinden, düşünce silsilesinin kaçınılmaz olarak yöneldiği sonuç her bir örnekte
199
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
oldukça benzerdir. Eğer kozmoza ya da dünyevi sisteme, yaşamın birkaç kademesinin gelişimine eşdeğer güçler bölüştürülmüşse, gösterilen güç dönüştürme serilerinin onu hayati formlara dahil etmemiş olması mümkün olabilir mi? Geçen yüzyılda, fizyolojistler organik gelişim çalışmasını destekleyen ilke konusunda bölündü. “Evrimciler” yeni canlının tamamlanmış bir oluşum durumunda, bağımsız bireylerde en son noktaya gelerek genişleme ya da tümüyle kapamama serileri başlatmak için sadece empregrasyonla canlandırılmaya ihtiyaç duyarak, önceden var olduğu konusunda tatmin oldular. “Epigenez savuncuları” hem jermin hem de sonraki organlarının, gelişimci gücün işleyişine ya da “nisus oluşuma” göre dizilmiş moleküllerden oluştuğunu ele alırlar. Günümüzde, bilinmezlik ifade edildiği yazıya hemen hemen hiç değer bulunmaz. Yine de “jermlerin önceki varoluşu” ve evrim, mucizevi şekilde üretilmiş birincil bireylerle türler fikrinden mantıksal olarak ayrılamaz. Cuvier bu nedenle ikisini de Haller gibi kesin olarak iddia etti. 1830 müzakerelerinde, vücudun içinde de dışında da olsa tek hücreli organizmaların orijinleri konusunda o dogmanın kölesi olarak kaldım. Çoğu fizyolojistle birlikte inandığım gibi, form gruplaşmasının her bir sonucu, daha önce mevcut olan bir “hücrenin” genetik akıbetidir. Đlki sıradan yasaların mucizevi araya girmesi ve durdurması nedeniyleydi. Gelecekteki tüm muhtemel hücreleri potansiyal olarak kapsadı. Hücre gelişimi (sayfa 289) daha önce var olmuş jermleri, öncelikli hücrelerin ürünlerini örneklendirdi. Kendi kendine bölünmeyle ya da tam
200
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
anlamıyla beslendiklerinde yeniden bölünmeyle çoğalan ve üst hücrelere benzer büyüyen ufak granüllerin ya da atomların “proliferasyonuyla” kendilerini çoğalttılar. Bu bana günümüz dinamik bilim evresiyle ve gözlemlenmiş canlı değerlendirmeleriyle, protoplazmanın ya da protogenal jölemsi parçacığın, tüm mevcut protoplazmaların ya da protogenezlerin, mucizevi araya girme eylemi nedeniyle jermden ya da hücreden genetik düşüşün sonucu oldukları yerine, elementlerinin böyle birleşimini destekleyen ve küçülme ve genişlemeleri, moleküler çekim ve itimleri üretici bir güç değişimi içeren durumların uyuşmasıyla biçimlendirilebilir olması gerektiğini ileri sürmek için daha tutarlı gibi görünür.- Ve protoplazma, ilgisiz yinelemeleri, en erken “form gruplaşmasını” ya da organik kristalizasyonunu örneklendiren geniş, belirsiz “eozoon” kütleleriyle sonuçlandığı periyottan itibaren, böylece meydana gelmiştirBöyle spekulasyonların keyfini çıkarırken, protozoal ya da protistal jelelerin, protoplazmaların ve tek hücreli organizmaların günlük, homojen şekilde geliştirilmiş çeşitli formlarının, mısırlı keşişlerin dünyanınkini tek bir yumurtaya yaptıkları gibi, tüm organik yaratımın atfedilmesi yerine, daha yüksek aşamaların dallandığı birçok kök olmuş olduklarını dikkate almayı tercih ederim. Kehribar ya da çeliğin, mıknatısiyet verildiğinde, “seçim” uyguladığı görülür. Tüm maddeleri aynı şekilde etkilemezler. Protogenal jele ya da protoplazma noktası, canlıysa, belli maddelere eşit ilişkiler sergilerler. Fakat yumuşak gevşek bir doku çekici maddeye yakın bölümün ona doğru hareket etmesini ve sonra retraksiyonla böyle maddeyi, onu örten,
201
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
dağıtan ve aimlie eden protoplazmik kütleye çekmesini sağlar. Bir durumdaki “canlı” terimi diğer durumdaki “manyetik”le (sayfa 290) bağlantılıdır. Bir insan olgun meyveyi fark eder. Kollarını uzatır, koparır, çiğner, yutar ve onu özümser. Ozaman insanda ve amibin çekici ve özümseyici eylemlerinde böyle aksiyon serileri arasında farklılıkların ambin bu hareketleri ve mıknatısın çekici ve alıkoyucu eylemleri arasındaki farklardan daha büyük olup olmadıkları sorusu ortaya çıkar. Soru, bana göre, memeli fenomenlerinde olduklarından, amip fenomenlerin manyetik fenomenlerden çok daha farklı ya da esasen oldukça farklı olup olmadığı nihai yinelemesi konusunda, değişimleri için özel bir mucize yakarımını gerektirmek için biraz itimatla öne sürülebilir. Onun dünyasını manyetik, elektrik, termotik ve diğer güç formlarına dönüştürülebilen bir güçle donatmış aynı sebebin ayrıca hayati güce dönüştürme durumlarını da eklemiştir. Protozoa ya da protistadan bitki ve hayvanlara derecelendirme, manyetize edilmiş demirden canlandırılmış protoplazmaya olduğundan daha yakındır. Sinir sistemin refleks eylemlerinden, hayvanlar bilinçli, iradeli olanlara yükselir. Ve yükselmeyle birlikte, kademeli olarak boyutta ve karşıklıkta artan beyin hücreleri ilişkilendirilir. Düşünce, elektriğin torpilbalığının sinirli bataryasına yaptığı gibi, insan beynine bağlantı kurar. Đkisi de güç formlarıdır, ve ilgili organlarının aksiyonunun sonuçlarıdır.
202
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Her bir duyu bir beyin lifini etkiler. Böyle etkileyerek, ona hafızanın ve duyuların rüyada kaydettiği aksiyonu yineleme yetisi verir. Eğer soyut varlık hipotezi bir müzisyenin enstrümanı üzerine oynadığında karşı gelindiği gibi, beyin üzerinde royl oynuyorsa, ve bu fenomenlerin beyin aksiyonların sonucu oldukları ele alınıyorsa, sonraki görüşün materyalistik ve bağımsız, bölünmez, “materyal olmayan” akli ilke ya da ruh kavramına zıt olduğu karşı çıkışı yapılır.
Buna rağmen, beyin adı verilen güçlerin birleşimi fonksiyonlarını açık şekilde kavrama ve açıklama çabasında, fizyolojistler dogmatik teolojinin ihtiyaçlarının insanoğlu üzerine yüklemiş oldukları beyin güçlerinin doğası fikriyle engellenir ve sıkıntı içine sokulurlar. Fizyolojistlerin bir “yaşam” ya da “hayati prensip” kavramına, bu zarar verici etkiden azatedilmişse farklı bir oluş olarak nekadar kafa yormuş olacakları belki sorgulanabilir. Fakat fizyolojinin şuanda yerleşmiş olduğu ve Locke’nin şu ifadesindeki gerçekliği kabul etmediği ileri sürülebilir. – “yaşam, özdeksel ya da ruhani maddeden olsa da olmasa da, kendinden bir madde değildir, bunun yerine onun bir duygulanımıdır.
RUDOLF VIRCHOW
203
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Hücre patalojisi
Rudolf Virchow, mütevazi bir çiftçi ve esnafın oğlu olarak, 13 Ekim 1821’de Schivelbein Pomeranya’da doğdu. Berlin’de tıptan mezun oldu. Ve o üniversitede öğretim görevlisi olarak seçildi. Fakat politikaya hevesi onu hoşnutsuzluğa sürükledi. 1849’da patoloji profesörü yapıldığı Wurbzurg’a taşındı. Fakat 1856’da Patoloji Enstitüsü’nün profesörü ve yöneticisi olarak Berlin’e geri döndü. Ve burada dünya çapında bir ün kazandı. 1856’da yayınlanan ünlü çalışması “Histolojiye Dayalı Hücresel Patoloji” bilimde farklı bir çağa işaret eder. Virchow Lord Lister’ın “her bir morbid yapının, daha önce mevcut olmuş hücrelerden soy olarak türemiş hücreler içerdiği hakiki ve verimli doktrini” olarak tasvir ettiğini kanıtladı. Virchow sadece patolojist olarak tanınmadı, ayrıca arkeolojist, antropolojist olarak da dikkate değer bir ün kazandı. 1866 ve 1870–71 savaşları boyunca donanım sağladı, hastane birliklerini ve ambulans ekiplerini eğitti ve hastane trenlerini ve Berlin Askeri Hastanesi’ni denetledi. Savaş bittiğinde dikkatini sağlık önlemlerine ve Berlin’in kanalizasyon problemlerine yöneltti. Virchow en bilinen çalışmaları “kıtlık ateşi” ve “bilimin özgürlüğü” olarak, konu çeşitliliği bakımından verimli bir yazardı. 5 Eylül 1902’de öldü.
Hücre ve dokular
204
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Histolojinin patolojiye uygulanmasında başlıca nokta, hücrenin içinde her tür yaşam gösterisinin olduğu nihai morfolojik unsur olduğu gerçeğinin tanınmasını sağlamaktır. Belli konularda, hayvan hücreleri bitki hücrelerinden ayrılırlar. Fakat temel unsurlarda aynıdırlar. Đkisi de nitrojenli doğaya sahip maddeden oluşmaktadır. Tek bir hücreyi incelediğimiz zaman, morfolojik kısımları ayırt edebildiğimizi gözleriz. Đlk olarak, hücrede, hücre çekirdeği olarak bilinen yuvarlak ya da oval bir hacim buluruz. Ara sıra hücre çekirdeği yıldızımsı ya da köşelidir. Fakat (sayfa 293) kural olarak, hücreler hayati güçlere sahip oldukları sürece, hücre çekirdeği neredeyse daimi yuvarlak ya da oval şekli sürdürürler. Hücre çekirdeği, sırası geldiğinde, tamamıyla gelişmiş hücrelerde oldukça sıklıkla yanında başka bir yapının daha etrafını sarar.- çekirdekçik. Hayati form bilinmezliği hususunda, çekirdeğin mutlak gerekli olduğu söylenemez. Ve dikkate değer sayıda küçük hücrede, şimdiye değin araştırmalardan kaçmıştır. Diğer bir yandan, ona devamlı olarak tamamıyla gelişmiş, daha eski formlarda rastlarız. Ve buna bağlı olarak hücrede daha yüksek derecede bir gelişim gösterdiği görülür. Schleiden tarafından ilk örnekte öne sürülen ve Schwann tarafından kabul edilen görüşe göre, üç birleşik hücre bileşeni arasındaki bağlantının uzun zaman şu doğada olduğu düşünüldü: çekirdekçik, ( blastema, hücre-blasteması) şekil verici bir sıvıdan ayrılarak kendini dokuların gelişiminde göstermede ilkti. Derhal belirli bir boyut elde etti. Sonra bunlar olurken bir çeper yoğunlaştırıldı. Bu yolla yeni maddenin aşamalı olarak toplandığı bir hücre çekirdeği
205
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
oluşturuldu. Ve bahsedilen zamanda, küçük bir çeper üretildi. Bu hücre oluşumu teorisi serbest hücre teorisini tanımladı. – şu anda hemen hemen tamamıyla terk edilmiş bir teoriyiHücre çekirdeğinin hücrede son derece önemli bir rol oynadığı oldukça olasıdır. – hücrenin fonsiyonu ve özel göreviyle canlı bir bölüm olarak idamesiyle ve çoğalımıyla olduğundan daha az bağlantılı olan bir bölüm.- Özel (hayvansal) fonksiyonu en belirgin olarak hücre çekirdeğinde, sinirlerde ve salgıbezi hücrelerinde gösterilir. Ki bunların özgü aksiyonlarının- kasılma, duyu ve salgılama- çekirdeklerle hiçbir doğrudan tutum içinde bağlantılı olmadıkları görülür. Fakat bir hücrenin eleman olarak kalıcılılığının hücre çekirdeğine bağlı olduğu görülür. Çünkü çekirdeğini kaybeden her hücre derhal ölür, dağılır ve yokolur.
Her bir organizma, bitki de olsa hayvan da, daha büyük ya da daha küçük sayıda benzer ya da farklı hücreden oluşan ilerleyici bir bütün olarak kabul edilmelidir. Tıpkı Bir ağaç her bir bölümde, köklerde olduğu gibi yapraklarda da, çiçek de olduğu gibi gövdede de, hücrelerin nihai elemanlar oldukları belli bir tutum içinde düzenlenmiş bir kütle meydana getirdiği gibi. Hayvan yaşam formlarında bu şekildedir. Her bir hayvan kendisini hayati bütünlüklerin bir toplamı olarak sunar. Ki bunların her biri hayatın tüm karakteristiklerini açığa çıkarmaktadır. Hayatın karakteristiği ve bütünlüğü bir oragnizmadaki herhangi özel bir noktayla sınırlandırılamaz. (örneğin bir insanın beyniyle) Fakat sadece her bireysel elemanın gösterdiği, belirli, devamlı yinelenen yapıda bulunmaktadır. Bahsedilen birey daima birçok birey
206
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
mevcudiyetinin karşılıklı olarak, bağımlı olduğu, buna rağmen her bir elemanın kendi özel aksiyonunun olduğu, sosyal türde bir düzen gösterir. Eylem için dürtüsünü diğer bölümlerden almasına rağmen, yine de tek başına görüvlerindeki performansını etkilemektedir. Hücreler arasında, az çok homojen yapıda bir madde vardır. – hücreler arası madde. Schwann’a göre, hücrelerarası madde yeni hücrelerin gelişimi için yönlendirilen hücre blastemasıydı. Bunu böyle olmadığını düşünmekteyim. Hücrelerarası maddenin belli bir tutum içinde hücrelere bağlı olduğu ve belli bölümlerinin bir hücreye ve diğer bölümlerin bir başkasına ait olduğu fikrinden yanayım. Çeşitli zamanlarda, lifler, globüller ve orta dereceli granüllerin histolojik olarak başlangıç noktası oldukları kabul edilmiştir. Günümüzde, buna rağmen, hiçbir çeşit gelişimin yeni baştan başlamadığı ve aynı andaki oluşumların bütün organizmalar durumunda imkansız olduğu ve bu nedenle bireysel bölümler durumunda da imkansız olduğu genel ilkesini kanıtlamış bulunmaktayız. Hiçbir hücre kendisini yapısında hücre bulunmayan maddelerin dışında oluşturamaz. Bir hücrenin ortaya çıktığı yerde, daha öncesinde bir hücrenin olması zorunludur. (omnis cellula e cellula) (sayfa 295) Bir hayvanın sadece bir hayvandan ve bir bitkinin bir bitkiden meydana gelebileceği gibi. Hiçbir gelişmiş dokunun aslı hücreden başka bir şeyde bulunamaz. Eğer dokuları sınıflandırmak istersek, oldukça basit bir ayrım ortaya çıkar. (a) hücrelerin yan yana bulunduğu, yalnızca hücre içeren dokular, (b) hücrelerin belli miktarda hücrelerarası maddeyle ayrılmış olduğu dokular, (c) sinir ve
207
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
kas sistemleri ve damarlar gibi yüksek düzey ya da özgü tipteki dokular, sahip olduğumuz doku çeşitleridir. Birinci sınıfa bir örnek epitel dokularda görülür. Bu dokularda, hücreler, aralarında hiçbir şey olmayacak şekilde bitişik konumdadır. Đkinci sınıf bağlayıcı dokularda örneklendirilir. – ki bunlar, hücrelerin belli aralıklarda yerleştirilmiş konumda oldukları hücrelerarası maddeden oluşmuş dokulardır. Kaslar, sinirler ve damarlar bir bakıma heterojen bir grup meydana getirirler. Düşünce tek başına üç maddenin hepsinde az çok hareketli içeriklerle dolu gerçek tüplerle ilgilenmek zorunda olduğumuzu ileri sürer. Fakat bu görüş yetersizdir. Çünkü kanı, sinirdeki meduller maddeye ya da bir kas fasikülündeki kontraktil maddeye benzer olarak kabul edemeyiz. Kas elementleri genellikle en basit olarak kabul edilmişlerdir. Eğer sıradan kırmızı bir kası incelersek, enlemesine ve boylamasına striaslarla dikkat çekici bir kaç silindirik liflerden oluştuğunu gözleriz. Eğer bu noktada, asetik asit eklersek, ayrıca aşağı yukarı çekirdekçiklerle birlikte büyük hücre çekirdeklerini de keşfederiz. Böylece uzatılmış hücre gibi bir görünüme sahip oluruz. Ve ilkel fasiküllerin tek bir hücreden çıktıklarını düşünmeye bir eğilim olur. Bu görüşe ben oldukça meyilliyim. Patolojik dokular normal dokulardan ortaya çıkarlar. Ve kendi elementlerinde ekonomide daha önceden bağımsız bir mevcudiyet sürdürmüş bazı modellerden türediği gözlenmez olan hiçbir morbid büyüme formu yoktur. Ayrıca bir patolojik
208
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
büyüme sınıflandırması (sayfa 296) normal dokular hususunda ileri sürmüş olduğumuz aynı plan üzerinde yapılabilir.
Beslenme, kan ve lenf bezi. iltihap
Besleyici madde dokulara kan tarafında taşınır. Fakat bu madde dokular tarafından sadece o an için gereksinimlerine göre kabul edilir. Ve uygun miktarlarda bireysel bölgelere iletilir. Atardamarların kas elementleri sağıtılan kan miktarı üzerinde en önemli etkiye sahiptir. Elastik elementleri eşit bir akım sağlar. Fakat genellikle sıvıların nüfuz etmesini etkileyen kılcal damarların en basit homojen zarıdırlar. Buna rağmen, besleyici maddenin aktarımındaki özelliklerin hepsi kılcal damar duvarına atfedilmez. Çünkü belli bölümlerin özel olarak kandan belli maddeleri etkilemesine imkan veren kimyasal ilişkilerin var olduğundan hiç şüphe yoktur. Örneğin birkaç maddenin sinir dokuları için özel eyilimlere sahip vücuda tanıdıldığını ve belli maddelerin belli organlarca vücuttan atıldığını bilmekteyiz. Bu nedenle bireysel elementleri çekimin aktif aktörleri olarak düşünmeye zorlanırız. Eğer yaşayan elementler hastalıkla değiştirilirse, ozaman özel çekim gücünü kaybeder. Ben kanı kronik diskrazinin sebebi olarak kabul etmiyorum. Çünkü kanı, bağımsız olarak kendisini yenileyen ve çoğaltan kalıcı bir doku olarak değil de, diğer bölümlere daimi bağımlı durumda bir sıvı olarak görüyorum. Her bir diskrazinin belli kaynaklardan kalıcı miktar zararlı bir içeriğe
209
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bağlı olduğunu düşünüyorum. Zararlı besinin devamlı alınımı kanı bozma eğiliminde olduğu için, benzer bir tutum içinde, belirli bir organda devamlı hastalık kana sürekli morbid madde temini sağlama eğilimindedir. Temel nokta, bu nedenle, kanda bozukluklara neden olan farklı diskazilerin bölgesel kaynaklarını (sayfa 297) aramaktır. Çünkü devir halindeki sıvıların durumunda yer alan her bir kalıcı değişimin belli organlardan ya da dokulardan türediği çok büyük olasılıktır. Kan morfolojik elementler içerir. Kan pıhtılaştığında fibrilsi gibi görünen bir madde, fibrin ve kırmızı ve renksiz kan hücreleri barındırır. Kırmızı kan hücreleri embriyonun gelişiminin belirli dönemleri hariç çekirdek içermezler. Barındırdıkları oksijene göre, Koyu ya da açık kırmızıdırlar. Yoğunlaştırılmış sıvılarla muamele edildiklerinde büzüşürler. Seyreltilmiş sıvılarla ise şişerler. Az çok madeni para şeklindedirler. Ve bir damla kan durgun olduğunda, onlar genellikle para dizileri gibi birbiri ardına kümelenirler. Renksiz hücreler kırmızı hücrelerden daha az sayıdadır. Sadece 300de 1- fakat daha geniştirler. Ve hücre çekirdeği içerirler. Kan koyulaştığında, beyaz yuvarlar daha yavaş bir şekilde alçalırlar. Ve pıhtının üstünde daha açık renkte görünürler. Đltihap hücreleri renksiz hücreler gibidir. Ve ikisi arasındaki ilişki çok fazla tartışılmıştır. Bir iltihap hücresi renksiz kan hücresinden sadece orijin şekliyle ayırt edilebilir.
210
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Eğer kanın dışında bir orijine sahipse, o iltihap hücresi olmalıdır. Eğer kanda oluşmuşsa, onun bir kan hücresi olduğu düşünülmelidir. Gelişiminin ilk evrelerinde, beyaz bir hücre yuvarının bölünmeyle değiştiği görülür. Fakat tamamen gelişmiş kanlarda böyle bir bölünmeye asla rastlanmaz. Renksiz beyaz yuvarların olgun kana lenfatik bezlerle verilmesi mümkündür. Bağımsız şekilde lenfatik bezlerle bağlantılı olan bir bölümün her bir iritasyonu kandaki renksiz hücre sayısını arttırır. Bu kaynaktan herhangi aşırı artışı lökositoz adını vermekteyim. Embriyonun ilk aylarında kırmızı hücre (sayfa 298) bölünmeyle çoğalır. Olgun döneminde, çoğalma modu bilinmez. Ayrıca, muhtemel suretle lenfatik bezlerde ve dalakta oluşmaktadırlar. Leukemia adını verdiğim bir hastalıkta, renksiz kan hücreleri aşırı boyutta artar. Böyle durumlarda daima spleen ve oldukça sık lenfatik bez hastalığı vardır. Bu gerçekler, bana göre, spleen ve lenfatik bezlerinin kanın oluşturulmuş elementleri üretimiyle çok yakından bağlantılı olduklarını ileri sürmekten başka her hangi bir tutumda zorlukla yorumlanabilir. Kan zehirlenmesi kanda iltihap yuvarları anlamına gelir. Fakat çoğu kan zehirlenmesi durumu gerçekte beyaz hücre yuvarlarının artışının görüldüğü durumlardır. Ve kanda iltihap olması gibi bir durumun hiç meydana gelip gelmediği şüphelidir. Đltihabın toplardamarları yarıp geçtiği oldukça nadir vakalarda, cerahat parçacıkları, şüphesizki kana aktarılır.
211
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
Fakat böyle durumlarda, iltihap girişi çoğu bölüm için bir kez meydana gelir. Ve sürekli bir kan zehirlenmesi olmaz. Toplardamarlardaki pıhtılar bozulup, iltihap gibi bir madde oluşturduklarında bile, maddenin gerçekten iltihap olmadığı ve hiçbir iltihap hücresi içermediği bulunacaktır. Kloroz, kanın hücre elementlerinde, muhtemelen spleen ve lenfatik bezlerde yetersiz oluşumları nedeniyle, bir azalmanın olduğu bir durumdur.
Hayati süreçler ve hastalıkla ilişkileri. Enflamasyo
Sinir sitemi histolojisinin araştırılması vücudun tüm bölümlerinde birkaç küçük merkeze ayrılmanın yer aldığını ve hiçbir yerin tek bir merkezi noktayı, vücudun işleyişinin yönetildiği yerden çıkan anatomik kanıt için elverişli hale getirmediğini gösterir. Sinir sisteminde (sayfa 299) hareket merkezleri olarak hizmet eden belli başlı küçük hücreler gözleriz. Fakat hiçbir tek başına tüm hareketlerin eninde sonunda meydana geldiği ganglion hücreye rastlamayız. En çeşitli özgün hareket kası aparatları, en çeşitli özgün hareket kası ganglion hücreleriyle bağlantılıdır. Duyular şüphesiz belli ganglion hücrelerde toplanır. Yine de onlar arasında da bir şekilde tüm duyuların merkezi olarak adlandırılabilecek tek ganglion hücreye rastlamayız. Fakat tekrardan büyük miktarda oldukça küçük merkezlerle karşılaşırız. Kaynakları sinir sisteminde olan tüm işleyişler, şüphesizki oldukça çok miktarda bulunur, bizim bilincimizden başka herhangi bir
212
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
yerde bir bütünlük teşhis etmemize müsaade etmez. Anatomik ya da fizyolojik bir bütünlük en azından bugüne değin hiçbir yerde gösterilmemiştir. Yaşamdan bahsettiğimiz zaman, hayati aktiviteyi kastederiz. Bu noktada, her hayati aksiyon eksitasyon ya da iritasyon ileri sürer. Bölümün iritabilitesi onun canlı olup olmadığı yargısına vardığımız kriterdir. Bir bölümün ölümü kavramımız az çok -onda herhangi bir iritabilite daha fazla gözleyemediğimiz durumdan başka hiçbir şeye dayalı değildir. Eğer bu noktada eksitabilite kavramındaki analizimizle birlikte ilerlersek, bir kerede herhangi dış aktörün etkisiyle sebep olunan farklı aksiyonların esasen üç çeşit olduğunu keşfederiz. Bir eksitasyon ya da iritasyonun sonucu, koşullara göre, ya sadece fonksiyonel süreç ya da bölümün az çok artmış beslenmesi, ya da az ya da çok sayıda yeni elementin ortaya çıkmasını sağlayan şekil verici süreç olabilir. Bu farklılıklar kendilerini, özel dokuların bir ya da başka çeşit eksitasyona yanıt verme kapasitesinde olmasına göre, aşağı yukarı farklı olarak gösterirler. Süreçlerin açıkça belirlenmemesinin muhtemel olduğu ve besleyici ve şekil verici süreçler arasında ve ayrıca fonksiyonel ve besleyici olanlar arasında da geçiş aşamaları olduğu Şüphesiz ki inkar edilemez. Yine de tipik olarak uygulandıklarında, (sayfa 300) ararlında oldukça belirli bir fark mevcuttur. Ve harekete geçirilmiş bölümler tarafından iç değişimlerde dikkate değer farklılıklar yaşanır. Enflamasyoda, üç irite edici sürecin tümü yan yana meydana gelir. Gerçekte, organ farklı bölümlerden oluştuğunda, dokunun bie bölümünün fonksiyonel ya da besleyici, diğerinin şekil verici değişimler geçirdiğini sıklıkla
213
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
gözlemleyebiliriz. Bir kasta neler olduğunu düşünürsek, kimyasal ya da travmatik dürtünün besleyici değişimlerle izlenen kas kasılmasıyla birlikte, ilkel fasiküllerin fonsiyonel bir iritasyonunu ürettiğini görürüz. Diğer bir yandan kasın özgün fasiküllerini bir araya toplayan interstisyel bağlayıcı dokuda, hakiki yeni olşumlar, çoğunlukla iltihaplar gerçekten üretilir. Bu bağlamda üç iritasyon formu bir bölümde ayırt edilebilir. Şekil verici süreç bölümün iritasyon nedeniyle olmuş besleyici yayılmanın ardından gelir. Ve sinirlerin iritasyonula hiçbir bağlantısı yoktur. Ayrıca bir sinir iritasyonunun var olduğu şüphesizdir. Fakat bu eğer fonksiyonu hesaba katmazsak, dokuda uygun şekilde devam eden süreçlerle sebebe yönelik bir bağlantı barındırmaz. Buna rağmen sadece orijinal tahribin tamamlayıcı etkisidir. Bu fonksiyon, beslenme ve yeni oluşum aktif süreçleri yanında, pasif süreçler de meydana gelir. Pasif süreçler ya bir miktar maddelerini kaybettikleri ya da oldukça tahrip edildikleri hücrelerdeki o değişimlerle adlandırılır. Bu tahripler öyle bütünüyledir ki bir madde kaybı, vücuttaki bileşenlerin toplam miktarında bir azalım ortaya çıkarılır. Hücrelerin yağ dejenerasyonu, atardamarlar afeksiyonu, kireçlenme, atardamar kemikleşmesi, amiloid dejenerasyonu vesaire bu sınıfa aittir. Şu noktada enflamasyoyu daha geniş anlamda düşünmek gereklidir. enflamasyo teorisi çeşitli aşamadan geçmiştir. Spekülatif sinir sistemi patolojistleri acıyı bir şeyin kökeni ve kaynağı olarak düşünürken, Đlk olarak ısı onun temel ve baskın
214
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
özelliği olarak düşünüldü. Sonrasında (sayfa 301) kırmızılık ve sonrasında da terletici şişme bunun yerini aldı. Kişisel olarak, ben iritasyonun enflamasyon konusunda başlangıç noktası olarak alınması gerektiğini düşünüyorum. Đrite edici dürtü olmaksızın enflamasyonu düşünemeyiz. Ve ilk soru böyle bir dürtü oluşturmak için ne gibi bir konsepsiyon olduğumuzdur. Đltihap gösteren bir dürtü ya doğrudan ya da kan ortamı yoluyla bir bölüm kompoziyonu ve yapısı üzerinde kendisine genel olandan daha büyük miktar bir madde çekmesini ve onu koşullara göre iletmesini sağlayacak bir yolla rol oynayan bir dürtüdür. Tanışmış olduğumuz enflamosyonun her bir formu bu yolla açıklanabilir. Enflamasyonun maddelerin dokuya bu artmış emiliminin meydana geldiği andan başladığı varsayılabilir. Ve dahası bu maddelerin iletimi de başlar. Kan hücumunun enflamasyonun temel özelliği olmadığı kabul edilmelidir. Çünkü enflamasyon damarlı bölümlerde olduğu kadar damarsız bölümlerde de meydana gelir. Ve iltihap gösteren süreçler iki örnekte de bilhassa aynıdır. Đltihap gösteren terleme de enflamasyonun bir özelliği değildir. Herhangi özel bir iltihap gösterici terlemenin olmadığı, buna rağmen karşılaştığımız terlemenin, durumundaki değişim yoluyla, özellikle iltihaplanmış bölgede kendinden üremiş maddeden ve damarlardan türeyen sızıntıdan oluştuğu kanısındayım. Bu nedenle, eğer bir bölüm çok miktarda damara sahipse ve damarlar özellikle yüzeyselse, terleme üretme kapasitesindedir. Çünkü kandan sızan sıvı dokunun özel ürününü onunla birlikte yüzeye taşır. Eğer
215
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
durum böyle değilse, terleme olmayacaktır. Fakat tüm süreç, iltihap gösterici dürtüyle teşvik edilmiş özel değişimlerin dokusunun gerçek maddesindeki vakayla (sayfa 302) sınırlandırılacaktır. Bu bağlamda, enflamasyonun iki formu ayırt edilebilir; kandan kaçmış herhangi serbest sıvının varlığını ortaya çıkarabilmeksizin, sürecin rotasını dokunun içinde sürdürdüğü tamamıyla parenkimatoz enflamasyon, sıvının kandan artmış kaçışının yer aldığı ve özgün parenkimatoz maddelerin onunla birlikte organların yüzeyine yayıldığı sekretuvar (terletici) enflamasyon. Đki enflamasyon türünün mevcut olduğu çoğunlukla farklı organlarda meydana geldikleri gerçeğiyle gösterilir. Her bir parenkimatoz enflamasyon bir organın histolojik ve patolojik karakterini değiştirme eğilimindedir. Serbest terlemeli her bir enflamasyon, tıkalı olduğu zararlı maddelerin büyük bölümünü ondan uzaklaştırarak genellikle bölümlere belli bir rahatlama sağlar.
Yeni oluşumlar
Son zamanlarda, orijinal formundaki blastema doktrinine karşı çıkmaktayım. Ve onun yerine dokuların birbirlerinden gelişimi daimi gelişimi doktrinini koyuyorum. Blastema doktrinine ait ilk şüphelerim ufak ur araştırmama dayanır. Urların hiçbir zaman fark edilebilir bir terleme göstermediklerini, bunun yerine biçimsiz maddeyle önden vuku bulunmamış elementleri daima organize ettiklerini
216
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
gözledim. Ayrıca sıracalı lenf bezlerinden ve iltihaplı lenfatik bezlerden boşalmanın işleyiş kapasitesi olan bir terleme olmadığını bunun yerine sadece bezlerin sıradan hücrelerinden türemiş bir döküntü olduğunu buldum. Buna rağmen, vücudun hücresel doğası gösterilene kadar, bazı örneklerde yeni oluşumları dikkate almak için bir blastema ve terleme varsaymak gerekli göründü. Fakat hücrelerin tümelliğini gösterebildiğim an,- (sayfa 303) kemik yuvarlarının gerçek hücreler olduklarını ve bağlayıcı dokuların hücreler içerdiklerini gösterebildiğin an- o andan itibaren yeni oluşumlar meydana getirmek için hücre maddeleri görünüşteydi. Gerçekte daha belirgin şekilde artmış daha çok gözlem çok daha büyük sayıda yeni oluşumların bağlayıcı dokulardan çıktığını gösterdi. Hemen hemen tüm durumlarda, yeni oluşumların, öncesinde var olmuş hücrelerden sıradan hücre bölünmesi süreciyle oluştuğu görülür. Bazı durumlarda hücreler parental hücrelere benzemeye devam etmektedir. Diğer durumlarda farklılaşırlar. Parental türden ayrılan ya da dejenere edici değişimler geçirenlere heterolog derken, parental türleri devam ettiren hücrelerden meydana getirilen tüm yeni oluşumlara homolog oluşumlar diyebiliriz. Heterolog kelimesinin daha dar bir anlamında, yeni türler tek başlarına tahrip edicidirler. Homolog olanlar da kazara zarar verici olabilirler. Fakat yine de tamamıyla tahrip edici ya da kötücül karakter denilebilecek şeye sahip değillerdir. Diğer bir yandan, heterolog oluşumun her bir çeşidi, tamamıyla yüzeysel bölümlerde bir yere sahip olmadığı zamanlarda, , belli oranda zarar vericiliğe sahip olur. Hatta yüzeysel afeksiyon, epidermisin en dış tabakasına bütünüyle hapedilmiş olmasına rağmen gitgide oldukça zararlı bir etki uygular. Gerçekte,
217
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
iltihaplanma doğadadır. Çünkü süpürasyon sadece, sayesinde vücudun mevcudiyeti için gerekli olan o derece takviye ya da birbirleriyle daimi bağlantıya sahip olmayan hücrelerin oluştuğu proliferasyon sürecidir. Đltihap hücrelerin çözücüsü değil fakat bunun yerine çözünmüş dokulardır. Bir bölüm iltihaplaşırken, yumuşar ve sıvılaşır, fakat bu yumuşaklığa neden olan iltihap değildir. Tam tersine iltihap doku proliferasyonu sonucu olarak üretilir. Bu doğada süpürarif bir değişim tüm heterolog yeni oluşumlarda yer alır. Kanser tarafından en son aşamalarında gösterilen ülser formu (sayfa 304) süpüratif ülserleşmeye öyle büyük bir benzerlik doğurur ki bu iki çeşit uzun zamandır karşılaştırılmaktadır. Süpürasyon ve süpürayon arasındaki fark farklı hücrelerin yaşam sürelerinin farklılaşmasında yatar. Bir kanser hücresi bir iltihap yuvarından daha uzun var olma kapasitesine sahiptir. ve kanserli bir tümör aylarca kalabilir. Yine de elementlerinin tümüne bozulmamış olarak sahip olur. Oldukça az element olduğu taktirde şimdilik ortalama yaşam uzunluklarının mutlak kesinliğini belirtebilmekteyiz. Fakat sıvı hücrelerarası maddeyle birlikte tüm patolojik yeni oluşumlar arasında mevcudiyetini herhangi bir zaman için karuyabilen tek bir tane bile yoktur.- Elementleri vücudun daimi bileşenleri olabilen ya da birey var olduğu sürece o da varolan bir tane bile yoktur. Tümör bir bütün olarak kalabilir. Fakat özgün elementleri yokolur. Eğer bir tümörü belki bir yıl varolmuş haliyle incelediğimiz zaman, ilk olarak oluşturulmuş elementlerin merkezde artık var olmadıklarını bunun yerine merkezde yağ değişimleriyle dağılmış çözülmüş olduklarını gözleriz. Eğer bir tümör yüzeyde konumlanmışsa en belirgin bölgesininin ortasında sıklıkla merkezsi bir çökme gösterir. Ve
218
İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
bunun altındaki bölümler yeni oluşumun orijinal karaterlerini artık taşımayan yoğun bir sikatris ortaya çıkarır. Heterolog yeni oluşumlar doğalarında parazitik olarak düşünülmelidir. Çünkü elementlerinin her biri, daha iyi amaçlar için kullanılması mümkün vücuttan maddeler çekecektir. Ve çünkü ilk gelişimi bile parental yapısının tahribi sonucunu verir. Yeni oluşumlar görüşünde, histolojik zeminlerini gösteren bir nomenklatür oluşturmak yararlıydı. Fakat yeni isimler oldukça çabuk surette tanıtılmamalıdır. Ve histolojik şeceresi hala belirsiz olan belli tümörlerin olduğu belirtilmelidir.
219
Ä°nsan Anatomisi ve Fizyolojisi - 2 AkademiPress
220