ÖĞRENCİ ÖDEVLERİ II
St.Clements University Türkiye Enformasyon Bürosu Yayınları
1.Baskı: ISBN: Copyright©MedyaPress
Bu kitabın Yabancı dillerdeki ve Türkçe yayın hakları Medya Press A.Ş. ‘ye aittir. Kitap, St. Clements University yayım listesindedir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Zinde Matbaacılık Mütercim Asım Sok. Fevzi Paşa Caddesi No:10/B Fatih / İSTANBUL
MedyaPress Basın Yayın Dağıtım Anonim Şirketi İzmir 1 Cad.33/31 Kızılay / ANKARA Tel
: 444 16 59
Faks
: (312) 418 45 99
www.pressgrup.com
Kitabın Orijinal Adı
: Öğrenci Ödevleri II
Redaktör
: Esra BOZKURT
Kapak Tasarımı
:
KAPAK RESMÄ°
İÇİNDEKİLER
Kitaptaki öğrenci ödevlerinin anlatımına hiç dokunulmamış, yalnızca gerekli düzeltmeler yapılmıştır.
PSİKOLOJİNİN TEMELLERİ ÖDEV BAŞLANGICI : Psikoloji Alanları ve Temel Yaklaşımlar Psikolojinin Alanları başlığı altında temel olarak; doğal gözlem, vaka çalışmaları, anket çalışmaları, korelasyona dayalı araştırma, deneysel araştırma ve çok yönlü araştırma alanları sayılabilir. Bilim olarak psikolojinin eski bir geçmişi olmakla birlikte 1800’lü yılların sonundan itibaren bilim olarak şekillenmiştir. Temel psikoloji akımları; kurucusu ve akım ismi olarak aşağıdaki şekilde özetlenebilir: Wilhelm Wundt - Yapısalcılık William James - İşlevselcilik John Watson - Davranışçılık Üç psikolog - Gestalt Bilişsel psikoloji, önceki akımların hepsinin karmasıdır. Beynin Çalışması ve Öğrenme Sistemi Beynimizde merkezi sinir sistemi, çevresel sinir sistemi ve otonom sinir sistemi bulunmaktadır. Beyin 100 milyar nörondan oluşur ve bunlar anne karnında 4. haftadan itibaren omurilikte oluşup, sonra yerine oturmaya başlar. Her bir nöronun birbiri ile yaklaşık 15000 tane bağlantısı vardır. Nöronların ana gövdelerinden çıkan sinir uçlarında, akson denilen sinir lifi bulunur ki bunlar dendritler ile birlikte nöronlar arası bağlantıyı sağlar. Nöronlar arası elektriksel bilgi alışverişi sırasında uzun uç akson ile kısa uç dendrit ile birleşir ve burada bir öğrenme faaliyeti gerçekleşir. Beynimizin soyut bir ifadesi olan zihnin yasaları vardır. Bunlar sebep – sonuç, bedensellik, beklenti, bilişsel uyumsuzluk, tersine dönme, eylemsizlik yasaları olarak sıralanabilir. Beyin 4 basamak altında incelenebilir: - Arka beyin, 3 kısımdır: -Medulla; nefes alıp verme, kalp atışı, kan dolaşımının hızlanması yavaşlanması ile ilgili düzenlemeleri yapar. - Pons, uyku ve uyanıklık döngüsü sağlar. - Beyincik, denge ve hareketlerin artarda koordinasyon halinde gelmesini sağlar.
- Orta beyin, görme ve işitme merkezidir, ağrı ve acı orta beyinde kaydedilir. - Ön beyin - Talamus, koku dışında beyne gelen verilerin ilgili yerlere dağıtıldığı kavşaktır. - Hipotalamus, yeme,
içme,
uyku,
iştah,
kızgınlık,
sevinç gibi tüm duyguların ve gerekli
kimyasalların salgılandığı bölümdür. - Beyin kabuğu, dış kıvrımlı kısımdır, aynen parmak izidir. Herkesinki birbirinden farklıdır. - Oksipital lob, beynin arkasında görme merkezidir. - Temporal lob, şakakların arkasında yer alır ve özellikle dengeye katkısı vardır. - Parietal lob, üst kısımda kaslardaki ve eklemlerdeki bilgileri işler. - Frontal lob, alnın hemen arka kısmı olup hemen her hareketten sorumludur, bilincin de merkezidir. Limbik Sistem Bu kısım, duygu ve uzun vadeli hafızanın etkili olduğu kısımdır. Bir olayla ilgili duygu daha kolay hatırlanır. Bilgi, bilgi olarak değil de anı formatında kaydedilirse o zaman hatırlamak kolay olur. Ayrıca mutlu olunduğunda serotonin salgılanır ve bu sırada daha hızlı ve kolay öğrenme gerçekleşir. Çevresel Sinir Sistemi 1. Somatik sinir sistemi, merkezi sinir sistemi ve organlar arası mesajları taşır. 2. Otonom sinir sistemi, üzerinde düşünmediğiniz faaliyetleri ayarlar. İç Salgı Sistemi Salgılanan hormonların davranışlarla ilgisi vardır. İnsan devamlı büyür ve gelişir ve süreçte hormonlar da farklı şekilde salgılanır. Hormonları üreten 7 bez vardır. - Tiroit - Paratiroit - Pineal bez - Pankreas - Ganotlar
- Hipofiz bezi - Böbreküstü bezleri Bilinç ve Bilinçaltı Kavramları Bilinç şimdiki zamanda kullandığımız bir süreçtir. Bazen istenmediği halde bazı davranış ve duygular oluşur. Bu, bilinçaltından gelen duyguların düşünceye dönüşmesi ile ortaya çıkar . Burada 4 adımlık bir süreç vardır: 1.Bilinçsiz Yetersiz Basamak 2. Bilinçli Yetersiz Basamak 3.Bilinçli Yeterli Basamak 4.Bilinçsiz Yeterli Basamak Kişi ilk duyduğu, öğrendiği veriyi hemen bilinçaltına kaydeder. Birkaç defa daha bu bilgiyi kanıtlayacak, doğrulayacak olaylar olursa bu artık bilinçaltında kabul edilen tartışmasız bir olgu olur. Bunun aksini duyarsa karşı çıkma eğiliminde olacaktır. Kişinin davranışı değişecekse, bilinçaltındaki inancın değişmesi esastır. Bilinç, beynin frontal bölgesinde oluşan kavramdır. Bilinç bir karar verme, tercih noktasında devreye girer. Bilinçaltı ise bilgiden ziyade duyguların depolandığı yerdir. Bilinçaltında bilgi olmaz, anı olmaz, duygular kaydedilir. Bilinçaltımıza belli duyguları kaydedip onları yaşarız ve bunlar tekrarlandıkça ve bilgi tasdiklendikçe bilinçaltına gider. Bilgi çevresine bilgiyi korumak için duvar örer. Bilgiyi destekleyen bilgiler duvardaki kapıdan girer. Tersi bir bilgi geldiğinde ise, bu duvara çarpar. Bir nevi koruma sağlar. Psikolojik Bozukluklar Panik atak (PA), yaygın anksiyete bozukluğunun ilerlemiş halidir. Belirtileri, nefes darlığı , terleme, çarpıntı, bulunduğu ortamdan çıkma isteği, sanki kendisine karşı bir tavrın olduğunu düşünme halidir. 3 aşamalıdır: -Durumsal -Durumsal Yatkınlık Gösteren -Gerçek Panik Atak
Panik atak herhangi bir neden olmadan oluyor ve ilk 6 ayda en birkaç kez tekrarlanıyorsa gerçek PA denilebilir. Anksiyeteden farklı olarak, PA’da kaygı çok baskındır ve nedensizdir. Kaygıda ise neden vardır. Bunlar panik atak ölçekleri ile değerlendirilir. Hiperaktivite (H)– Dikkat Eksikliği DE Bunların her ikisi ayrı ayrı veya bir arada olabilir. H tanısı genelde 7 yaşından önce konulur. Kişinin en az 2 farklı ortamda aynı şekilde davranıyor olması gerekir. DE varsa, belirli bir noktaya uzun süre konsantre olamama, algılamada sorunlar ortaya çıkabilir. Fizyolojik bir altyapısı olduğunda psikiyatrist ve sonra terapi desteği aileyi bilinçlendirmek gerekir. Depresyon En fazla rastlanan rahatsızlıktır. Keder, mutsuzluk, umutsuzluk gibi olumsuz duygulanımlar yaşanır. Bu durum genelde geçicidir ama çok uzun sürerse depresyondan bahsedilir. Şiddetini artırarak devam ediyor olması gerekir. Depresyon çevresel, hormonal ya kalıtımsal olabilir. Anksiyete, gereğinden fazla korku hissetme, başına kötü bir olay geleceğinden korkmadır. Olacak en kötü şeyin olacağı düşünülür. Hayatta kalma güdüsünün bir sonucudur. Yaşamak korku ve kaygısıdır. Anksiyete, çarpıntı, midede rahatsızlık gibi otonom semptomlar gösterir. Korkudan farkı şudur; Korku akut bir durumdur, anksiyete kroniktir. Sosyal Fobi Utanç verici durumu düşmekten, olumsuz tepkiler almaktan duyulan korku, onaylanmama, kabul edilmeme korkusudur. Anksiyete bozukluklarından biridir, insan sayısı arttıkça artar. Belirtiler; fizyolojik olarak elde terleme, çarpıntı, ses titremesi, el titremesi, yüz kızarması ve zihinsel olarak “güçsüzüm, konuşamayacağım, yetersizim” düşünceleri ile davranışsal olarak ortama girmeme, ortamı terk etme, ortamdan kaçmak, bir işe başlamaktan korkma gibi sayılabilir. 5 duyu organımızla algıladığımız şeylerin adı duyum, bunların bir anlam kazanmasına ise algı adını veriyoruz. Her bir duyumun beyinde bir anlamı vardır yoksa bu veriyi yorumlama şansımız olmaz. Bunun için de gelen bilginin /titreşimlerin belli bir enerjinin, frekansın üstünde olması lazımdır. Algı bozuklukları birçok rahatsızlığın nedenidir.
Bilincin Değişik Durumları Tercihlerimizi yapmamızı sağlayan şey bilinçtir. Bilincin değişik durumları düş kurmak,
rüya
görmek, meditasyon ve hipnozdur. 1.Düş Kurmak: Çaba harcamadan yapılan bir durumdur. Bu düşler iyi ya da kötü olabilir. Düşler, senaryoyu bizim yazıp belirlediğimiz bir filmdir. Kişiler genelde genel yapılarına uygun düşen düşler kurarlar. Zihinsel yapımız ile kurduğumuz düşler paraleldir. Freud’a göre düşlediğimiz şeyler cinsellik/düşmanlıkla başa çıkmaya izin veren normal bilinçli halimizle yapamayacağımız şeyleri zihnimizde canlandırmamıza yarar. 2.Uyku/Rüya Görme: Yaşamın ortalama 1/3’ü uykuda geçer. Uyku farkındalığı kaybetmektir. 4 evre vardır. Alfa konum, kişinin yavaş yavaş gevşediği kalp/nabzın yavaşladığı durumdur. Bu aşamada kolay uyandırılır. 4. evre uykunun en ağır dönemidir, s sonra tekrar 1. evreye doğru gidilir. Her bir dönem ortalama 90 dk. olup, her döngüde 1. evre uzar, 4. evre kısalır. Böylece uyanıklık haline yaklaşılır. Uykunun REM dönemi insanın bilinçli yani uyanıkkenki halimize en yakın olan halidir. 1. evreden sonra 10 dk. sürer. Döngü arttıkça fazlalaşır. REM döneminde kişinin gözbebekleri hızlı hareket ediyorsa bu dönemdedir. Bir gecede 2 saat rüya görülür. Rüya gereksiz bilgileri ortaya çıkarmanın bir yoludur. Kişinin REM döneminde dışardan bilgi alabildiği söylenir. Bilimsel olarak ispatlanmış değildir. Rüyalar beynimizin ne kadar inandırıcı görüntüler oluşturabildiğinin somut örneğidir. 3.Meditasyon: Kişinin alfa konumuna gelmesi halidir. Uyumadan bilinçli olarak yapılabilen faaliyet. 4.Hipnoz: Viyanalı Messmer’in hastalarını tedavi etmek için bulduğu bir yöntemdir. Öğrenme Konusu 1.Klasik Koşullanma (Pavlov’un Koşullanma Deneyi) : Pavlov’un sindirim bozukluğunu incelerken ortaya çıkmıştır. Pavlov bir deneyde köpeklerin salgı bezlerinden cam bir beher ile hat çeker. Köpek kendine yiyecek gösterince ağzı sulanıyor. Bundan sonra sadece ayak sesi duyunca, arkasından bana yemek verecek diye, köpek salya akıtmaya başlıyor. Köpekler duydukları ayak seslerini kendilerine gelen ayak seslerinin işareti olduğunu öğreniyorlar. Bu duruma klasik koşullanma diyor. Ayak seslerini duyunca salgı üretmeye koşullanmıştır. Önemli 4 etken vardır: 1-Koşulsuz Uyarıcı: Yemek 2.Koşulsuz Tepki: Salya
3.Koşullu Uyarıcı: Yemek Öncesi Ayak Sesleri / Zil 4.Koşullu Tepki: Salya 2.Edimsel Koşullanma: Klasik koşullanmada tetiklenen bir davranış varken, burada istenilen bir davranışın koşullanması söz konusudur. Kişilik Konusu Bu konuda aşağıdaki ekollerden söz edebiliriz: 1.Freud Parasızlıktan rüya yorumculuğu yapan Freud kişilik kuramcıları içinde en etkilisidir. O zamana kadar psikoloji bilinç düzeyinde iken Freud farkında olmadığımız şeyler olarak bilinçaltını ele almıştır. Ona göre bazı davranışlar bilinç dışı güdülere dayalıdır. Freud’un cinsel güdüyü odağa alması bazılarından tepki görmüştür. Ona göre kişilik id, ego, süper egodan oluşur. 1. İd, sürekli doyum arayan bilinçdışı istek ve güdülerdir. 2. Ego: Kişiliğin gerçekçi, akılcı olan kısmıdır. 3. Süperego, kişinin topluma ve ahlaka uygun gelişmesini sağlar, doğuştan olan bir şey değildir. Sonradan gelişir küçük çocuklarda yoktur. Ahlaki etik ile ilgilidir. Bu yüksekse kişi başkasının ne dediğini çok umursar, sosyal fobi, kaygı durumunda böyledir. 2.Carl Jung Freud’un ilkelerinin çoğunu benimser, cinselliğe katılmaz. Kişilikte; evrimsel ve tarihsel, dini, kültürel etkiler çok belirgindir, der. 3.Alfred Adler Freud’un id ve süperego görüşüne katılmaz. Kişiliğin aşağılık duygusundan kurtulmak için oluştuğunu savunur. 4.Eric Erickson Freud’la çalışmış, sonra sosyal bir yaklaşım geliştirmiş bir kuramcıdır. Cinsel gelişiminin ve içgüdüsel hususlar olduğunu kabul eder ama ek olarak anne, baba, çocuk ilişkisinin niteliğini de önemser ve bu tavır ve davranışların toplumsal hassasiyetlere de uygun olması gerektiğini savunur.
Terapiler Freud - Psikanaliz Bilinçaltında bulunan veya bastırılan çeşitli dürtüler vardır ve kişiler bunlarla ilgili sorunlar yaşar. Bu yaklaşım, çocuklukta bastırılan duygular çeşitli psikolojik bozukluklar olarak ortaya çıkıyor der. Çocuğun yapmak istediği/yapamadığı şeyler, ileriki dönemlerde bilinçaltından bilince çıkmak için bir yol arar. Psikanaliz sırasında kişinin aklına ne gelirse anlatması istenir ve kişiye müdahale edilmez. Burada terapistin bilinçaltına girme çabası önemlidir. Önemli olan kişiye rahat konuşabileceği bir alan yaratmaktır, onun kendiyle yüzleşmesi sağlanır. Psikodinamik terapi temelinde, kişinin geçmişte yasamış olduğu yasaklar, tedbirler olduğu varsayılır. Kişinin çocukluk dönemine inilerek o anda veremediği tepkiyi vermesi sağlanabilir. Davranış Terapileri Psikolojinin duygu ve düşüncelerden çok davranışlara odaklanması esastır. Ölçülebilir ve gözlemlenebilir bir alan olarak görülür. Bilinçdışından kaynaklandığı görüşü burada esas alınmaz, kişinin somut davranışını değiştirmeye yönelik terapi yapılır. Davranışçı terapiler, kişinin normal olmayan bir davranışı nerede, nasıl gerçekleştirdiği ile ilgilenmez. Klasik Koşullanma Duyarsızlaştırma, itici uyarıcılarla koşullanma, edimsel koşullanma, model alma şeklinde olabilir Bilişsel Terapi Sadece davranışı değil, davranışın asıl nedeni olan inancın değiştirilmesini esas alır. Bilgi, birikim ve inancını değiştirmeden sadece davranışı değiştirmek zordur.
Bilişsel terapi, zihinde
meydana gelen belli yaşanmışlıklar sonucu oluşan yanlış düşünceleri yeni bilgiler de katarak ve farklı bakış açıları ile kişinin içinde var olan bir davranış sergilemesine neden olan inancı ortadan kaldırmasına yarar. Aile Terapisi Aile bireylerinin tamamını bir araya getirmek sorunu bir kişye mal etmek değil herkesin düşüncesini dikkate almak amacıyla yapılır.
Evlilik Terapisi Kadın ve erkeği birlikte dinleyerek kişilerin birbiri ile empati kurmasını sağlamak amaçlanır. Deniz Derelioğlu ÖZÜTÜRK DEĞERLENDİRME: NOT:
DEPRESYONUN NEDENLERİ VE DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMAK Bu bölümde size insanı depresyona götüren nedenlerle ilgili genel bir bilgi vereceğim. Bu bilgiler gündelik hayatımızda neleri değiştirebilirsek depresyona yakalanmayacağımızın ipuçlarını içeriyor. Bu bilgileri derlerken yararlandığım kaynaklar şunlardır: Paul Gilbert. Overcoming Depression, İkinci Baskı, Oxford University Press, 2002. Gilbert'ın kitabı depresyon üzerine okuduğum en kapsamlı kitaplardan birisi, burada onun görüşlerinden geniş ölçüde yararlandım. Diğer kaynakların ikisi David Burns'e ait. Burns de dünyada depresyon üzerine yazılmış en çok satan kitaplardan birinin yazarıdır, özellikle ilk kaynak aradan yıllar geçmesine rağmen hala en önemli başvuru kaynaklarından birisidir. David D. Burns. Feeling Good. The New Mood Therapy. Avon Books, New York, 1999 ve David D. Burns. The Feeling Good Handbook. Plume Books, New York, 1999. Aaron T. Beck bilişsel terapi ekolünün kurucusu ve önde gelen bir kuramcıdır. Alıntı yaptığım kitabı şöyle: Aaron T. Beck. Cognitive Therapy and the Emotional Disorders. Penguin Boks, 1993. Depresyon Ne Sıklıkta Görülür? Maalesef depresyon sık görülür. Kadınlarda görülme oranı % 4-10, erkeklerde ise %2-2,5. Hayat boyu risk kadınlarda %10-26, erkeklerde %5-12'dir. Bu şu manaya geliyor: her dört ya da beş kişiden biri hayatlarının bir döneminde bir çeşit depresif dönem geçirebilir. Depresyon kadınlarda erkeklerden üç kat daha sık görülür. Depresyon işsizliğin yüksek oranda görüldüğü yerler gibi sosyoekonomik seviyenin düşük olduğu yerlerde daha sık görülür. Yeni araştırmalar göstermiştir ki depresyon yirminci yüzyılda artış eğilimindedir ancak bunun nedenleri belli değildir. Sosyoekonomik değişiklikler, aileler ve topluluklardaki bölünmeler, genç kuşaktaki özellikle işsiz olanlar, umutsuzluk duyguları, beklentilerdeki artmanın etkisi olabilir. Eğer depresyondan yakınıyorsanız, başarısız hissediyorsanız, kendinize yönelmiş yoğun bir öfkeniz varsa, eğer hayatı yaşamaya değer bulmuyorsanız, kapana kısılmış hissediyorsanız ve kurtulma umudunuz yoksa duygularınız her ne ise; yalnız olmadığınızı hatırlayın. Dünyadaki milyonlarca depresyondaki insan sizinle aynı duyguları paylaşıyor. Elbette bunu bilmek depresyonunuzu daha az ıstıraplı yapmaz fakat bu sorunun sizden değil de zihninizden kaynaklandığını anlamanızda yardımcı olur. Bu duygular depresyonun bir parçasıdır. Doğrudur, bazı depresyonda olmayan insanlar sizi anlamazlar ve kendinizi toplamanızı söyleyebilirler, 'unut gitsin' veya 'takma kafana ya' derler, fakat bu sizinle ilgili bir şeylerin kötü olduğu manasına gelmez. Bu sadece sizi anlamakta zorlanıyor oldukları manasına gelir.
Depresyondaki insanlara yardım etmek amacıyla yapılacak çok şey vardır. Antidepresanlar ve psikolojik tedaviler gibi. Antidepresan ilaçlar yeterli doz ve sürelerde kullanıldıklarında çok etkilidirler ve pek çok depresyonun tamamen iyileşmesini sağlayabilirler. Depresyonun Nedenleri Akıl -Beden Bağlantısı Depresif hissettiğinizde duymak isteyeceğiniz en son şey bunun tamamen psikolojik olduğu ya da sadece zihnin durumlarından biri olduğu sözleridir. Tüm bunlardan sonra yorgun ve amaçsız hissedersiniz, iyi uyuyamıyorsunuzdur ve tükenmiş hissediyorsunuzdur. Eskiye nazaran fiziksel olarak da rahatsızsınızdır. Depresyonda olduğumuzda beynimiz daha farklı çalışır. Depresyon psikolojik olduğu kadar fiziksel bir problemdir de. Sadece ruhunuz değil bedeniniz de depresyonla yavaşlar. Bağışıklık siteminiz bile daha yavaş çalışır. Bazen biz akıl ve bedenin birbirinden ayrı olduğunu düşünebiliriz ama öyle değildir. Akıl ve beden tektir. Depresyonda beyin birçok yönden etkilenmiştir. Uyku sistemi etkilenmiştir. Beynin olumlu duyguları yöneten alanını (eğlence, aşk, mutluluk gibi) baskılarlar, olumsuz duyguları yöneten alanını (kızgınlık, gerginlik, kıskançlık, utanç gibi) uyarırlar. Diğer bir deyişle, depresyonda olduğumuzda sadece hayatın eğlenceli yönlerini durdurmakla kalmaz aynı zamanda daha gergin, üzgün ve kötü huylu oluruz. Sinir hücreleri arasında mesaj iletiminden sorumlu olan maddelere nörotransmitterler/ sinirsel ileticiler denir. Beyinde çok çeşitli nörotransmitterler vardır. Bunların bir çeşidi mono aminlerdir. Dopamin, noradrenalin ve serotoninleri kapsarlar. Bu nörotransmitterlerin uyku, iştah, motivasyon fonksiyonları üzerine etkileri vardır. Aynı zamanda ruh hali ve duygular üzerinde de etkilidirler. Bizim ruh hali kimyasallarımızdırlar. Depresyonda bu ruh hali kimyasallarının daha az salgılandığı ve etkin bir biçimde çalışmadığı düşünülmekte. Eğer size karmaşık geldiyse ruh halimizin ve duygularımızın beyindeki bazı kimyasal sistemler tarafından etkilendiğini bilmeniz yeterlidir. Antidepresan ilaçlar da olumsuz duyguları kontrol eden alanlara ket vuran bu sistem üzerine etkilidir. Değişik antidepresanlar değişik şekillerde etki ederler. Artık beyindeki değişik kimyasalların ruh halimizi etkilediğini ve yapılan tedavilerin amacının da bu maddelerin daha etkin çalışmasının sağlanması olduğunu biliyoruz. Depresyondaki insanların doğal olarak sordukları niçin beyinde bu değişiklikler olur ve bunu düzeltmek için ne yapabilirizdir.
Bizim ruh hali kimyasallarımızı etkileyen birçok faktör vardır. En önemli üç tanesi genlerimiz, geçmişimiz ve yeni oluşan stres faktörlerimizdir. Tabi bu konuda genlerin rolü de hafife alınmamalı. Zeynep TUNÇ DEĞERLENDİRME: NOT:
DEPRESYON VE TEDAVİSİ Depresyon kelime anlamı ‘’çökkünlük’’ günümüzde çok sık rastlanan psikolojik rahatsızlıklar türüdür. Uzun süre devam eden üzüntü, umutsuz, çaresiz ve değersiz hissetme hali de denebilir. Üzüntüden farkı üzüntü ara ara gelir ve geçer. Kişi günlük hayatındaki olumsuz durumlarla başa edemediği zamanlar derinden bir şekilde strese girer ve ardından olumsuz duygulara ve düşüncelere kapılır. Kişi hayatını anlamsız boş bulur. Geleceğe dair herhangi bir beklentisi yoktur karamsardır ve hayatının hep kötü gideceği düşüncesi içindedir. Bu gibi kişilerde intihar eğilimi daha fazladır. Depresyona sebep olan birçok faktör vardır bunlara örnek verecek olursak istismar: geçmişte fiziksel seksüel ya da duygusal olarak istismar edilen birey. Çatışma; Aile ve arkadaşlar kişisel çatışma ve anlaşmazlıklar sonucu kişide depresyon oluşabilir. Ölüm veya Bir Kayıp: Sevilen birinin ardından duyulan üzüntü veya acı. Genetik: Ailedeki depresyon geçmişi riski arttırabilir. Majör olaylar: Yeni bir işe hayata atılmak mezun olmak gibi iyi olaylar depresyona sebep olabilir. Taşınma: Gelir kaybı, boşanma emekli olma depresyona neden olabilir.
Kişisel problemler: Sosyal ortamdan atılma
nedeniyle sosyal izolasyon gibi problemler depresyona yol açabilir. Ciddi hastalıklar: Depresyon bazen majör hastalıklarla veya hastalığa reaksiyon olarak gelişebilir. Bu gibi faktörler depresyon riskini arttıran faktörlerdir. Beynimizde üç bölge depresyonda çok büyük rol oynamaktadır. Bunlar, Amygdala, Hippocampus ve Talamus bölgeleridir. Amygdala beyinde öfke, üzüntü gibi duygusal hislerin olayların depolandığı yerdir. Hippocampus ise uzun dönemli hafıza ve anımsama sürecinde rol oynar. Örnek verecek olursak tehlike anında hissettiğimiz korkuyu kaydeden beynimizdeki bir bölgedir. Depresyondaki kişilerde bu bölgenin küçük olduğu bazı araştırmacılar tarafından gözlemlenmiştir fakat nedeni bilinmemektedir. Sürekli stres altındaki kişilerin beyninin bu bölgesindeki sinir hücrelerinin zarara uğradığı gözlemlenmiştir. Talamus bölgesi ise davranışsal tepkiler, hareket, düşünme öğrenme gibi önemli işlevlerimizi beyin korteksine gönderen bir bölgedir. Beynimizde birçok kimyasallar vardır buna örnek olursak mutluluk hormonu olarak bilinen kimyasal ‘’serotonin’ dir. Depresyondaki kişilerde kimyasalların salgılanmasında terslik, düzensizlik olur veyahut az salgılanır. Bu kimyasallar; serotonin, noradrenalin, dopamin, glutamat ve GABAdır. Bu gibi durumlarda kişiye bu kimyasallarını arttırıcı ilacalar verilebilir. Depresyon kendi adı altında birçok ada ayrılır. Bunlar; manik depresyon, majör depresyon, mevsimsel depresyon, kronik depresyon, Atipik depresyon, psikotik depresyon gibi.
Manik depresyonun iki alt türü vardır bunlar bipolar 1 ve bipolar 2dir. Bipolar 1’de kişinin en az bir manik dönem geçmişi buna ayrıca majör depresif dönemi de vardır. Bipolar 2’de ise kişinin bir majör dönemi ve hipomanik dönemi vardır. Majör depresyon aynı zamanda klinik depresyon adıyla da bilinen depresyonda kişi umutsuz, mutsuz halsiz ve kendini sürekli karamsar yorgun hisseder. Mevsimsel depresyon ise mevsim değişimine bağlı olarak kişinin ruh halinin olumsuz anlamda çökmesidir. Kronik depresyon iki senden uzun süre devam eden depresif ruh halidir. Atipik depresyon ise kişinin çok yemesi, çok uyuması, yorgunluktur. Psikotik depresyon ise; Kişinin gerçeklerden kopması sanrılı geçen sürece denir kişi halüsinasyonlar görmeye başlar. Depresyonun birçok tedavisi vardır bunlar başlıca; antidepresan ilaçlar, Psikoterapi yöntemi, grup aktiviteleri, foto terapi ve elektro şok tedavisi. Elektro şok tedavisi günümüzde çok uygun hoş karşılanmayan bir tedavi türü de olsa kimi hastalarda bu tedavi yönteminin gerektiği ve depresyonu azalttığı bilinmektedir. Depresyonun gitgide artmakta olduğu bir yüzyılın içerisinde yaşamaktayız. Depresyon çağımızın en büyük hastalığıdır. Fakat hiçbir hastalık çözümsüz değildir. İnci ÇİLSAL DEĞERLENDİRME: NOT:
1.BÖLÜM BİLİM VE PERSPEKTİF Bağlantılar ve Psikolojinin Doğuşu Bilim üzerine çalışmalar üzerinden felsefeyi incelediğimizde iki anahtar kavramla karşılaşırız. Bunlarda biri, dikkatli bir gözlem yoluyla bilginin toplanabileceğine dair bir görüş olan ampirizmdir. Diğeri ise, bilginin dikkatli bir muhakeme ve mantık ile elde edilebileceğini ifade eden rasyonalizmdir. Bu iki fikir birleştirildiğinde, modern bilimin kurallarının temelleri de atılmış oldu ve kurallar, yaşadığımız dünya çevresinde uygulamaya konulduğunda, bilimin çeşitli alanlarında hem büyük ilerleme hem de hatırı sayılır hızlanma görüldü. Bu ilerlemelerden bazıları doğrudan psikolojinin doğuşu ile ilgiliydi. Modern Psikoloji: Anahtar Perspektifler, Davranışın Birçok Yönü Psikologlar, mücadeleleri farklı perspektiflerden kontrol edebilirler. -
Davranışsal
-
Bilişsel
-
Biyolojik
-
Sosyokültürel
-
Psikodinamik
-
Evrimsel
Çeşitli Dünyalardaki Psikoloji: Çok Kültürlü Perspektif Amerikan Psikoloji Derneği’nin(1993) değindiği bu kurallara göre psikolog, kültürel, etnik ve dilsel farklara karşı duyarlı olmalı ve profesyonel faaliyetleri içinde bu farklılıklara dair bir farkındalık inşa etmelidir. Psikolojinin Alt Alanları Klinik Psikoloji Danışmanlık Psikolojisi Gelişim Psikolojisi
Eğitim Psikolojisi Deneysel Psikoloji Bilişsel Psikoloji Endüstriyel/Örgütsel Psikoloji Biyopsikoloji Toplumsal Psikoloji PSİKOLOJİ VE BİLİMSEL METOT Bilimsel metot terimi, basit bir dille, birkaç anahtar değer veya standarda bağlı olarak bilgi toplamak için belirli sistematik metot kullanımını içeren özel bir yaklaşımdır. Bilimsel metot için uygun bileşenler olarak addedilecek değer ve standartlar şu şekildedir: -
Doğruluk
-
Nesnellik
-
Şüphecilik
-
Açık Fikirlilik
PSİKOLOJİDE ARAŞTIRMA METOTLARI Psikologlar, insan davranışı hakkındaki sistematik çalışmalarda üç temel süreç kullanırlar. Bunlar, gözlem, korelasyon ve deneyselliktir. Davranışlar üzerinde çalışmanın en temel tekniği, davranış meydana geldiğinde dikkatlice gözlem yapmaktır. Sistematik gözlem, bizim çocukluğumuzdan beri uyguladığımız gayri resmi bir gözlem olmayıp, dikkat ve doğru ölçümün eşlik ettiği bir gözlemdir. Doğal gözlem, psikologların insan ya da hayvan davranışlarını, kendi doğal çevrelerinde, hiçbir müdahale olmaksızın izleyerek yaptığı bir gözlemdir. Vaka çalışması, davranış hakkında genel prensipler geliştirmek için kullanılan detaylı birey bilgilerini içeren araştırma metodudur. Farklı değişkenlerin birbiriyle ilişki olup olmadığı ya da ne ölçüde ilişki olduğunu belirlemek için gerçekleştirilen araştırma metoduna korelasyon metodu denir.
Deneysel yöntem, genellikle bir hipotezin geçerliliğini test etmek için veya bağımsız değişkenlerle bağımlı değişkenler arasındaki neden-sonuç ilişkilerini ortaya çıkarmak amacıyla önceden belirlenen bir tasarıma dayalı olarak kontrollü koşullar altında yapılan bilimsel bir araştırmadır. 2.BÖLÜM DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ Kendini, davranış ve biyolojinin gizemini ortay çıkarmaya adamış bilimsel çalışmaya Biyopsikoloji denir. NÖRONLAR: SİNİR SİSTEMİNİN YAPI TAŞLARI Nöronlar, sinir sisteminin temel yapı taşlarıdır ve bilgi ilete üzerine uzmanlaşmış hücrelerdir. Nöronlar üç parçadan oluşur. Bu parçalar hücre bedeni, aksonlar ve dendritlerdir. Sinir Sisteminin Kimyasal Anahtarları Asetilkolin Norepinefrin Dopamin Serotonin GABA Endokrin Sistem Adrenal Bezleri -
Adrenal Medulla
-
Adrenal Korteks
Cinsel Salgı Bezleri -
Yumurtalık
-
Testis
-
Pankreas
-
Paratiroit
Hipofiz Bezi -
Ön
-
Arka
-
Tiroit
Kalıtım ve Davranış Kalıtım, ebeveynlerden çocuklara geçen biyolojik olarak belirlenmiş özelliklerdir. Genler, davranışları doğrudan kontrol etmezler. Bunun yerine, beyinde ve diğer organlardaki kimyasal reaksiyonlar üzerindeki etkileri yoluyla endirekt olarak faaliyet gösterirler. Bu reaksiyonlar çevreye bağlı olabilir. 3.BÖLÜM DUYU VE ALGI Duyu, duyu alıcılarımızla elde edilen fiziksel dünya hakkında girdilerdir. Algı, duyu alıcılarımızdan elde edilen girdilerin seçilmesi, organize edilmesi ve yorumlanması sürecidir. Duyusal Uyum Duyumsal uyum, duyu alıcılarının, uyarıcı düzeyinin değişmesine veya uyarıcıların sürekli tekrarına bağlı olarak tepki şiddetinin artması veya azalmasıdır. Görme Duyma Dokunma ve Diğer Duyuları Koku ve Tat Kinestezya (Hareket Duyusu) ve Vestibüler Duyu ALGI Duyu alıcılarımızdan elde ettiğimiz girdiyi, yapılandırma sürecine dâhil etmeye algısal organizasyon denir. Algı psikolojisinde, algısal mekanizmanın o an için diğer her şeyden ayrı olarak algıladığı figür ile o an için algı odağının dışında kalan her şey arasındaki ilişki figür-zemin ilişkisi olarak bilinir.
Şekil Tanıma Karmaşık bir duyusal uyarıcılar kümesi arasından yüzler, resimler, nesneler vs. gibi şekilleri ve yapıları algılama, ayırt etme ve anlamlandırma yetisine denir. Uzaklık Algısı Derinlik ve uzaklık ölçmede bazı ipuçları kullanırız. Monoküler ipuçları; boyut ipuçları, doğrusal perspektif, yapı eğimi, atmosferik perspektif, araya girme, yükseklik ipuçları, hareket paralaksıdır. Binoküler ipuçları; yakınsama, retinal farktır. Duyu Ötesi Algı Duyu organlarını kullanmadan bilgi alma ve olayları görme yeteneği duyu ötesi algı olarak nitelendirilir. 4.BÖLÜM BİLİNÇ DURUMLARI Biyolojik Ritimler: Hayat Gelgitleri ve Bilinç Tecrübesi Biyolojik ritim, vücut süreçlerinde zaman içinde yaşanan düzenli dalgalanmaları tanımlamak için kullanılan terimdir. Bilinç Durumlarını Uyandırmak Kontrollü ve Otomatik İşlem Kontrollü işlem otomatik işlemin aksine zihinsel çaba gerektirir ve diğer işlere engel olur. Hayal Kurmak ve Fanteziler Birey uyandıktan sonra ortaya çıkan hayali görüntü ve olaylar hayal kurmak ya da dalıp gitmek şeklinde açıklanabilir. Fanteziler ise, bu hayallerin yoğun ve inandırıcı olmasıyla kendini gösterir. Uyku Uyku, önemli psikolojik değişimlere (beyin faaliyetindeki değişiklikler, temel vücut fonksiyonlarının yavaşlaması) bilinçteki büyük değişikliklerin eşlik ettiği bir süreçtir. Uyku Bozuklukları İnsomnia, Gece Terörü, Apne, Aşırı Uyku, Narkolepsi
Rüyalar Rüyalar, uyku sırasında oluşan genellikle canlı fakat birbiriyle bağlantısı olmayan bilişsel olaylardır. Hipnoz Hipnoz, iki kişi arasındaki iletişimdir ve hipnotize edenin davranışta, duyguda, bilişte telkin yoluyla değişikliği teşvik etmesidir. Hipnoza Duyarlı Olan Kişiler; -
Sık sık fantezi kurmaya
-
Yüksek görsel imgelere sahip olmaya
-
Diğerlerine bağımlı olmaya
-
Hipnotik telkinlerden etkilenmeyi ummaya
-
Daha fazla ve daha güçlü Disosiyatif deneyimler yaşamaya meyillidirler.
Bilinç Değiştirici İlaçlar Depresanlar (Alkol, Barbiturat) Uyarıcılar (Amfitamin, Kafein, Nikotin) Opiatlar (Afyon, Morfin, Eroin) Zihin açıcılar (marihuana) ve halüsinojenler (LSD) 5.BÖLÜM ÖĞRENME Öğrenme, yaşadığımız tecrübeler sonucunda davranışımızda ya da davranış potansiyelimizde oluşan kalıcı değişikliktir. KLASİK KOŞULLANMA Klasik koşullanma (şartlandırma), belli bir tepki yaratan koşulsuz bir uyarıcının (davranışı etkileme gücü olan fiziksel olay), normal şartlarda söz konusu tepkiyi yaratmayan nötr bir uyarıcıyla aynı tepkiyi yaratma sürecidir. Klasik koşullanma, 20. Yüzyılın başlarında, Ivan Pavlov’un yaptığı çalışmanın konusu olarak dikkat çekmiştir.
Klasik Koşullanmanın Gerçekleşmesi için Gereken Unsurlar: -
Koşulsuz uyarıcı
-
Koşulsuz tepki
-
Koşullu uyarıcı
-
Koşullu tepki
Klasik Koşullanma: Bazı Temel Prensipler -
Gecikmeli şartlandırma
-
İzli şartlandırma
-
Eş zamanlı şartlandırma
-
Geriye doğru şartlandırma
İstisnalar Klasik koşullanma kurallarına istisnalar dair en net yaklaşım koşullanmış tat nefreti diye ifade edebileceğimiz kavramdır. Bu, koşullanmamış uyarıcının (kusma, mide ağrısı), koşullanmış uyarıcıkoşullanmamış uyarıcı birliğinden saatlerden sonra oluşmasıyla meydana bir koşullanma tipidir. Buna göre belli bir yiyeceğe karşı öğrenilmiş nefret, onun sindirimini takiben yaşanan hastalık hissine dayanır. Klasik Koşullanma ve Fobiler Fobi ve kaygı içeren bozukluklara karşı davranışçı bir terapi tekniği olan taşırma terapisi kullanılabilir. EDİMSEL KOŞULLANMA (SONUÇLARA DAYANARAK ÖĞRENME) Edimsel koşullanma, davranışların sonuçlara göre muhafaza edildiği ya da değiştirildiği bir öğrenme şekli olup, olumlu sonuçları olan davranışları tekrarlama veya olumsuz sonuçları olanlardan kaçınma süresidir. Bu öğrenme şeklinde istenen davranışlar ödüllendirilerek (pekiştirerek), istenmeyen davranışlar ise cezalandırılarak davranış değişikliği sağlanır. Bazı Temel Prensipler Şekillendirme ve Zincirleme Şekillendirme,
hedeflenen
pekiştirilmesinden oluşan bir tekniktir.
davranışa
yönelik
sıralı
yaklaşımların
seçici
olarak
Zincirleme ise, belli bir sıralamaya uyan karmaşık davranış zincirinin, istenen davranış tamamen oluşuncaya kadar tek tek pekiştirilmesi üzerine kurulmuştur. Pekiştirme Düzenleri -
Kesintisiz pekiştirme düzeni
-
Sabit aralıklı pekiştirme düzeni
-
Değişken aralıklı pekiştirme düzeni
-
Sabit oranlı pekiştirme düzeni
-
Değişken oranlı pekiştirme düzeni
Eş zamanlı Pekiştirme Düzeni ve Eşleme Yasası Davranışların iki veya daha fazla pekiştirme düzenine aynı anda sahip olması durumuna eş zamanlı pekiştirme düzeni denmektedir. Eşleme yasası, bir canlının belli bir tepki seçeneğinde nispi tepki verme oranının, o seçenek için mevcut bulunan nispi pekiştirme oranına eşit olduğunu ifade eder. Davranışın Uyarıcı Kontrolü Uyarıcı kontrol, ayırdedici bir uyarıcının (varlığında bir tepkinin pekiştirildiği(ödüllendirildiği) yokluğunda ise, tepkinin olasılığını değiştirmesi yani davranışın etrafta bulunan bir uyarıcının kontrolü altında olmasıdır. GÖZLEMSEL ÖĞRENME Kişinin doğrudan yaşantıyla değil, bir başkasının davranışlarını gözleyerek ve taklit ederek yeni bilgiler kazanmasıyla tanımlanan öğrenme şekli gözlemsel öğrenmedir. Gözlemsel öğrenmeyi dört aşamada inceleyebiliriz: -
Modelin gözlendiği dikkat aşaması
-
Modelin taklit edildiği koruma aşaması
-
Modelin benzer davranışın sergilendiği yeniden üretim aşaması
-
Model davranışın içsel veya dışsal ödül için tekrarlandığı motivasyon aşaması
6. BÖLÜM HAFIZA Hafıza, basit bir şekilde bilgiyi koruma ve daha sonra da bilgiyi gerektiği zamanlarda geri getirme kapasitesi olarak tanımlanabilir. İnsan Hafızası: Bilgi-İşlem Yaklaşımı Birçok araştırmacı, bilgisayar hafızasını, insan hafızasının çalışan bir modeli olarak tanımlanmakta bir sakınca görmediği gibi bunu çok da yararlı bulmuştur. Her iki hafıza da şu görevleri yerine getirmek zorundadır: -
Kodlama (bilgiyi, hafızaya girebilecek şekle çevirme )
-
Depolama (bilgiyi, değişen zaman periyotları dâhilinde tutma ya da alı koyma)
-
Geri alma (sonraki zamanlarda, ihtiyaç duyulduğunda belli bir bilgiye erişme)
İnsan Hafızası: Temel Model Üç tip hafızanın varlığından söz edebiliriz. Bunlar; -
Duyu hafızası
-
Kısa süreli hafıza
-
Uzun süreli hafıza
Hafızadaki Bilgi Tipleri -
Anlamsal (semantik) hafıza
-
Olaysal hafıza
Temel Hafıza Sistemleri Duyu Hafıza Bu sistem duyularımızdan gelen bilgileri çok kısa bir süre –dikkatimize değecek girdiyi belirlemek için yeterli bir zaman- içinde tutar. Kısa Süreli Hafıza Kısa süreli hafıza, sınırlı miktarda bilgiyi kısa bir süre için tutan bir hafıza sistemidir.
Uzun Süreli Hafıza Uzun süreli hafıza, uzun zaman süreleri içinde büyük miktarda bilgiyi tutabilen hafıza sistemidir. Uzun süreli hafızanın çalışmasına engel olan faktörlerden biri yoğun üzüntü, enerji eksikliği, ümitsizlik ve çaresizlik gibi duyguları içinde barındıran depresyondur. İleriye Yönelik Hafıza(Prospektif) Gelecekte yapılması planlanan bir işi ya da gerçekleştirilmesi düşünülen bir görevi hatırlama yeteneğidir. Otobiyografik Hafıza Otobiyografik hafıza, kişinin kendi geçmişindeki olaylar, düşünceler, duygular ve davranışlar hakkında anıları barındıran hafızadır. Bebeklik Amnezisi Bebeklik amnezisi, çocukluk döneminde, özellikle de 2-3 yaşına kadar olan dönemdeki şeylerin benlik kavramına sahip olunması nedeniyle unutulmasıdır. Flaş Hafıza Flaş hafıza, şaşırtıcı, iz bırakıcı, duygusal açıdan heyecan uyandıran olaylara ilişkin canlı ve uzun süreli anıları içinde barındırır. Bu tip anıların, unutulmaya karşı dirençli olduğu düşünülmektedir. Açık ve Örtülü Hafıza Açık hafıza, sözel bileşenleri bulunan ve önceden öğrenilmiş bilgilerin bilinçli şekilde hatırlanabildiği hafızadır. Örtülü hafıza ise, sözel olarak dile getiremediğimiz hafıza olarak tanımlanır. Örtülü hafıza, genellikle motor becerilere ve alışkanlıklara ilişkin uzun süreli bir bellektir. Korsakoff Sendromu Korsakoff sendromu, uzun süreli aşırı alkol tüketimin neden olduğu amnestik bir sendromdur. Alzheimer Sendromu Özellikle 65 yaş üstündeki bireylere acı veren, ciddi anlamda zihinsel bozulmaları içinde barındıran ve ileriye dönük amneziyi de kapsayan bir hastalıktır.
Beyin ve Hafıza Temporal loblar; hippocampus: Kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya bilgi transferinde kilit rol oynar. -
Oksipital lob
-
Talamus
-
Hipotalamus
7. BÖLÜM BİLİŞ Biliş, düşünce, bilgi ve hafıza ile ilgili zihni faaliyetlerdir. Bilinç, çeşitli düşünce, etki ve duygu şekillerinin hızlı bir şekilde değişme durumunu içerir. Bu karmaşıklığı anlamak için psikologlar iki ana strateji belirlemişlerdir. İlk olarak düşüncenin temel öğelerine odaklanmışlardır. İkinci olarak da, muhakeme yolunu belirlemek için çalışmışlardır. DÜŞÜNCENİN TEMEL ÖĞELERİ: KAVRAMLAR, ÖNERMELER VE GÖRÜNTÜLER -
Kavram
-
Önerme
-
Görüntü
-
Muhakeme
Karar Almak: Alternatifler Arasından Seçim Karar alma, çeşitli eylem ya da alternatifler arasından seçim yapma sürecidir. İyi Kararlar Vermek İyi karar vermek için takip edilebilecek öneriler şunlardır; -
Kendi hafızanıza güvenmeyin.
-
Durumları sadece görünen yüzüyle kabullenmeyin.
-
Esnek olun ve kendi kararlarınıza aşık olmayın.
-
Tüm seçenekleri göz önüne alın.
Kısa Yollar Bilişsel kestirme yollardan bir grup kısa yol olarak bilinir. Kısa yol, kararlarımızı ve yargılarımızı hızlı ve etkin şekilde alabilmek için bize izin veren zihinsel pratik kurallar olarak tanımlanabilir. Kısa yollar üç grup halinde incelenebilir. -
Bulunabilirlik kısa yolu
-
Temsil kısa yolu
-
Referans noktalı ayarlama kısa yol
Problem Çözme Problem çözme, amaçlanan hedeflere atfetmek için çeşitli tepkiler (yanıtlar) arasından seçim yapma çabası olarak tanımlanmıştır. Problem çözme eylemini gözden geçirdiğimizde dört aşamayla karşılaşırız; -
Problemi tanımlama ve anlama,
-
Potansiyel çözüm oluşturma,
-
Çözümlerin kontrol edilmesi ve değerlendirilmesi,
-
Çözümlerin denenmesi ve sonuçların değerlendirilmesi.
Problem çözmek için kullanılan metotlar ise şunlardır: -
Deneme yanılma yöntemi
-
Algoritma
-
Araç-amaç analizi
-
Analoji
Problem Çözmeyi Engelleyen Faktörler -
İşlevsel sabitlik
-
Zihinsel set
DİL Bilgi iletişiminde kullanılmak üzere semboller ve bunları birleştiren kurallardan oluşan sisteme dil diyoruz.
Dil Gelişiminin Temel Bileşenleri Dil gelişimi, birbirleriyle ilişkili üç farklı alandaki gelişimi içerir. Bunlar şu şekilde sıralanır; -
Fonolojik gelişim
-
Anlamsal gelişim
-
Gramer
Sözsüz İletişim Küçük çocuklar arasında oyun oynarlarken oluşan sözsüz iletişim onların koordineli faaliyetler geliştirmesine yardımcı olur. 8.BÖLÜM İNSAN GELİŞİMİ Fiziksel Büyüme ve Gelişme Doğum Öncesi Dönem Döllenmeden doğuma kadar anne rahminde geçen döneme doğum öncesi ve bu dönemdeki gelişmeye de doğum öncesi gelişim denir. Gelişimde Doğum Öncesi Etkiler İdeal koşullar altında ve doğum öncesi dönem sırasında gelişim normal şekilde işler ve yeni doğan çocuk hayatta kalmasını gerektirecek özelliklerle donatılmıştır. Annenin kanında hastalık üreten organizmalar fetüsü enfekte edebilir ve annede küçük etkiler yaratsa da fetüs için çok tehlikeli olabilir. Fetüse geçebilecek rahatsızlıklar kızamıkçık, Alman kızamığı, suçiçeği, kabakulak, tüberküloz, sıtma, frengi ve uçuk olarak sıralanabilir. Reçete ve Tezgâh Üstü İlaçlar Anne tarafından kullanılan bazı ilaçlar, fetüste önemli etkiler yaratabilir. Örneğin aspirinin fazlaca kullanımı fetüsün dolaşım sistemine zarar verirken kafein, prematüre doğumun nedeni olabilir. Kanundışı İlaçlar Eroin, kokain ve crack tarzı kanun dışı uyuşturucular, fiziksel bozuklukların yanı sıra solunum problemlerinin, düşük doğum kilosuna ve fiziksel arızaların sebebidir.
Fetal Alkol Sendromu Annenin hamilelik sırasında aşırı alkol almasının sonucunda çocukta doğum öncesinde veya sonrasında ortaya çıkan bir dizi fiziksel, zihinsel ve davranışsal anormalliklerdir. Sigara Hamile kadınların sigara tüketimi, düşük riskini arttırmasının yanı sıra, düşük kilo gibi sorunları beraberinde getirir. İlk Yıllardaki Fiziksel ve Algısal Gelişimler Bebeklik döneminde gelişim hızlıdır. İyi beslenme nedeniyle, bebekler kilolarını üç kat arttırırken boyları ise, üçte bir oranında uzayabilir. İlk yıl boyunca süren bu hızlı gelişimden sonra fiziksel gelişim yavaşlar. Algısal Gelişim Bebekler konuşamadıkları için şekilleri tanımak, renkleri görmek ya da derinliği algılamak gibi eylemlere yetişkinler gibi karşılık vermek yerine dolaylı yolları kullanırlar. Bebeklerin şekil ya da desen tanıma yeteneklerinin etkileyici olduğu da Franz’ın çalışmalarıyla geçerlilik kazanmıştır. İNSAN GELİŞİMİ ÜZERİNE ÇALIŞMALARIN TEMEL METOTLARI Gelişim psikologlarının, insan gelişimi ve bunu etkileyen faktörleri incelemek için kullandığı birçok metot vardır. Bunlardan en önemlileri şunlardır: - Boylamasına Araştırma: Aynı insanlar hakkında uzun bir süreyi içine alan datalarla yapılan bir araştırmadır. Çalışma yöntemi, genellikle yaşa bağlı gelişim değişikleri üzerinedir. - Enlemesine Araştırma: Farklı yaş gruplarından insanları, davranış ve bilişin yaşla beraber nasıl değiştiğini belirlemek için yapılan araştırmadır. - Boylamasına-Ardışık Araştırma: Farklı yaşlardan çeşitli tipteki insanların üzerinden uzatılmış süre boyunca yapılan çalışmadır. Bilişsel Gelişim İsviçreli psikolog Jean Piaget, kendinin ve birçok çocuğun üzerinde yaptığı dikkatli araştırmalar sonucunda, çocukların birçok konuyu yetişkinler gibi muhakeme etmediği sonucuna varmıştır.
Piaget’in Teorisi Piaget’in bilişsel gelişim ile teorisi, tüm insanların sıralı ve öngörülebilir değişiklikler yoluyla hareket ettiğini ifade eden evre teorisidir. Piaget, bilişsel gelişimin belli evreleri yoluyla çocukların hareketinden sorumlu mekanizmayı adaptasyon olarak tanımlamıştır. Adaptasyon ise iki temel bileşen içerir. Bunlardan ilki, yeni bilgiyi var olan zihinsel çerçeveye uydurma eğilimi olan asimilasyon, diğeri ise dış dünyanın tanınan yeni boyutları veya yeni bilgiye cevap olarak, var olan kavram veya zihinsel çerçevelerin, değiştirmeyi içeren uyumdur. Piaget Teorisinin Ana Aşamaları -
Duyu-Motor Evresi
-
İşlemsel Öncesi Evre
-
Somut İşlemler Evresi
-
Formel İşlemler Evresi
Bilgi İşleme Perspektifi Bu perspektifi benimseyen psikologların amacı, çocukların artan yaşlarıyla beraber bilgiyi; işleme, depolama, hatırlatma ve aktif bir şekilde manipüle becerilerini anlamaktır. Duyu İşleme Bilişsel büyüme, sofistike bilişsel çerçevenin veya uyarıcıları yorumlamak için şemaların gelişimini içerir. Dikkat Dikkat, algısal işlevleri, düşünceleri, duyusal girdileri, bilişsel süreçleri, çevresel uyarıcılar arasından seçim yaparak, onlar üzerinde odaklayabilme yetisi olarak ifade edilebilir. Üstbiliş (Metacognition) Üstbiliş, kişinin kendi düşünsel süreçlerinin farkında olmasının yanı sıra öğrendiğini belirleyebilme, kendi öğrenme sürecini değerlendirebilme ve buna uygun stratejileri belirleme yetisidir.
Ahlaki Gelişim Ahlaki gelişimle ilgili en önemli bakış açısı Lawrence Kohlberg tarafından geliştirilmiştir. Kohlberg’in ahlaki anlayış modelinin aşamaları şu şekildedir: -
Geleneksellik Öncesi Düzey
-
Geleneksel Düzey
-
Geleneksellik Sonrası Düzey
Sosyal ve Duygusal Gelişim: Diğerleriyle İlişki Oluşturma Duygusal ve bilişsel gelişim aynı anda oluşurlar ve aralarında birçok bağlantı vardır. Çocuklar, duygusal tepkilerini düzenleme kabiliyetini geliştirirler. Bebeklerin bunu yapabilirliği azdır, fakat birkaç yıl içinde duygularını anlamak ve düzenlemek için aktif çaba içinde olacakları da açıktır. Mizaç Kişinin, genel enerji düzeyi, duygusal donanım, tepkilerinin hızı gibi fizyolojik görünen ancak sonrasında kişiliğinin gelişiminde etken olan davranış ve tepki yapılarının hepsi mizacı oluşturur. Genetik ve çevresel faktörlerin mizaca göreceli katkısı ne olursa olsun, duygusal durumdaki bireysel farklılıklar sosyal gelişim için önemli etkilere sahiptir. Bağlanma Bebekler ile onlara bakanlar arasındaki kuvvetli bağ, bağlanma olarak bilinir ve diğerlerine karşı tecrübe ettiğimiz edeceğimiz sevginin ilk şeklidir. Bağlılık Ölçümü Bağlılığı ölçmek için, psikologlar, bebeklerin ayrılıklara olan tepkilerini dikkate alırlar. Bu teste yabancı durum testi denir. -
Güvenli Bağlanma
-
Kaçınmalı Bağlanma
-
Dirençli Bağlanma
-
Düzensiz Bağlanma
Bağlılıkta önemli bir faktör olarak göze çarpan diğer bir unsur da bebeklerle bakıcıları arasında vuku bulan yakın fiziksel temastır.
9.BÖLÜM İNSAN GELİŞİMİ Ergenlik, Yetişkinlik ve Yaşlanma Ergenlik, buluğ çağıyla başlayan yetişkin rollerinin ve sorumluluklarının benimsenmesiyle sonlanan dönem olarak tanımlanır. Buluğ çağı, kişinin üremeye hazır hale geldiği, ikincil cinsiyet özelliklerinin (kadınlarda adet ve göğüs büyümesi, erkeklerde sperm üretimi) geliştiği dönemdir. Ergenlik Sırasında Fiziksel Gelişim Ergenliğin başlangıcı, fiziksel gelişim hızındaki ani artışla kendini gösterir. Bu gelişim kızlarda erkeklerden daha önce başlar. Ergenlik Döneminde Bilişsel Gelişim Ergenlerin, yetişkinlere pervasızca görünen bir riskli davranış içinde olması ergenlik pervasızlığı olarak bilinir. Birçok faktör, hayatı tehlikeli yaşamaya katkı yapar. Bunlardan ilki yeni yaşantıların ve heyecanların peşinden gitme yani heyecan aramasıdır. İkinci faktör, ergenlerin kendilerine özel hissetmesini sağlayan benmerkezci bakış açısıdır. Ve son olarak üçüncü faktör ise, ergenlerin yetişkinlere karşı olan genel saldırganlığının tehlikeli araç sürme veya suça yönelik davranış tezahürüdür. Ergenlikte Sosyal Ve Duygusal Gelişim Duygusal Değişiklikler Ergenler zaman zaman ruh hallerinde büyük dalgalanmalar yaşamlarının yanı sıra duygusal patlamaları oldukça yoğun şekilde hissederler. Ancak ergenlerin sürekli mutsuz ve stresli olduğuna dair yanlış bir kanı olduğunu da belirtmemiz gerekir. Diener, yaptığı araştırmalarda ergenlerin bunun tam tersine oldukça mutlu ve kendine güvenli olduğunu ispat eder sonuçlar elde etmiştir. Hatta yaygın görüşün aksine aile ilişkilerinin bazı anlaşmazlıklara rağmen (boş zamanın değerlendirilmesi, para harcama vb.) iyi olduğunu da beyan etmişlerdir. Sosyal Gelişim Arkadaşlık ve sosyal başarı, ergenlik sırasındaki sosyal gelişimde önemli rol oynarlar ki, bunları kişisel kimlik arayışı adı altında toplamak yanlış olmaz. Bu süreç Erik Erikson’un geliştirdiği psikososyal gelişim teorisinde anahtar bir ehemmiyete sahiptir.
Erikson’un Psikososyal Gelişim Teorisine Göre Hayatın Sekiz Aşaması: -
Güvensizliğe Karşı Güven
-
Utanca Karşı Özerklik
-
Suçluluk Duygusuna Karşı İnisiyatif
-
Aşağılık Duygusuna Karşı Karşılık Beceriklilik
-
Tecrit Olmaya Karşı Yakınlık
-
Umutsuzluğa Karşı Bütünlük
-
Rol Karışıklığına Karşı Kimlik
-
Durgunluğa Karşı Üretkenlik
İşlevsiz Aileler Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi onlara zarar da verebilen aileler işlevsiz aileler olarak tanımlanmaktadır. Bu tip aileler ilgisizdir ve çocuklarına çok kötü davranırlar. alkol veya uyuşturucu kullanan ebeveynlerin yaşadığı psikolojik problemlerin fiziksel yönden tehdit edici, taciz eğilimli ve tahmin edilemez olması muhtemel olduğu için bunlar çocukların başarılı gelişimi için kötü işaretlerdir. Ergen Dayanıklılığı Gerçekten zor ve yıkıcı şartlara maruz kalan bazı çocuklar ve ergenler, güven içinde gelişip sağlıklı yetişkinler olabilirler. Sert koşullarda yetişen bazı ergenlerin bu dezavantajları geride bırakıp sağlıklı bir gelişimi başarma kapasitesine gelişim dayanıklılığı denir. Ergen dayanıklılığına etki ederek potansiyel zarar verici çevre içinde normal olarak gelişmeye sağlayan faktörlerini ise şu şekilde özetleyebiliriz: -
Kişisel Faktörler: Mizaç, zekâ iyi iletişim becerileri, iyi sosyal beceriler.
-
Aile Faktörleri: Geniş bir ailenin üyeleri veya bakım sağlayan ehil bir ebeveynle yakın ilişki.
-
Toplum Faktörleri: Etkin rol modeller, gençlik çalışanları, din adamları.
Yetişkinlik ve Yaşlanma Yetişkin gelişimi üzerine çalışan psikologlar, iki perspektif üzerinde durmuşlar ve benimsemişlerdir. Bunlar kriz yaklaşımı ve hayat-olay modelidir.
Kriz Yaklaşımı Erik Erickson, daha önce belirttiğimiz gibi gelişimin, her biri belli krizlerle tanımlanmış bir dizi farklı evre ile ilerlediğini ifade etmiştir. Bu krizler, yaşlanmanın, biyolojik güdülerdeki yeni gelişimlerle (fiziksel değişim) ve toplumsal taleplerle (toplumun beklentileri ve istekleri) yüz yüze gelmenin sonucunda ortaya çıkar. Erikson’a göre yetişkinlik sırasında üç temel kriz yaşarız. Bunlardan ilki, genç erişkin dönemindeki bireylerin paylaşma ve başkalarının sorumluluğunu alma yönünde adımlar atması ile bunun başarılmaması durumunda hissedilen tecrit edilmişlik duygusu, tecrit olmaya karşı yakınlıktır. İkincisi, orta yaşlı bireyler ya kendilerinden sonraki kuşağın eğitimine, refahına yönelik ilgi geliştirirler ya da pasiflik (durgunluk) hissettikleri durgunluğa karşı kendini meşgul etme evresidir. Üçüncüsü ise, kişinin yaşadığı hayatı anlamlı bulmasıyla bunun tam tersi olarak sürdüğü yaşamı başarısızlık görmesi hallerini içinde barındıran evre olan umutsuzluğa karşı bütünlüktür. Yetişkinlik Yıllarımızda Fiziksel Değişim Kas kuvveti, reaksiyon zamanı, duyu keskinliği ve kalp faaliyeti yirmili yaşların ortalarında tepe yaptıktan sonra, otuzlu yaşların ortalarına doğru azalır. İki cinsiyetten de bireylerin birçoğu, erken yetişkinlik döneminde kilo alırken bazı erkeklerde saç kayıpları başlar. Kırklı yaşlarda insanlar yaşla ilgili değişimlerin farkına varırlar. Orta yaşın en önemli değişimleri cinsel faaliyet ve üreme sistemi işleyişinde olur. Klimasetrik adı verilen bu durumda, kadında cinsel üreme kapasitesi giderek azalıp, 2-5 yıl arasında tamamen yok olurken (menopoz), erkeklerde ise üreme kapasitesinde belirgin bir düşüş olur. Yetişkinlik Sırasında Bilişsel Değişim Yaşlanma ve Hafıza Yaşlandıkça, yeteneklerimiz, ileriye doğru engellemenin etkileri (daha önceden kazanılan bilgilerin, yeni bilgilerin öğrenilmesini ve hatırlanmasını zorlaştırması) ile azalır. Hafızadaki azalma, yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucudur.
Yaşlanma ve Zekâ Yaklaşma ile zekâ arasındaki ilişkiyi kristalleşmiş zeka ve akışkan zeka üzerinden incelersek belli bir noktaya ulaşabiliriz. Kristalleşmiş zekâ, kişinin yaşadığı kültürün içeriğini öğrenme derecesi olarak tanımlanır. Yani zekâ, deneyimle ilgilidir. Bunun yanında yaşla beraber inişe geçen akışkan zekânın tersine, yaş artışıyla doğru orantılı bir eğitim gösterir. Bunun nedeni kristalleşmiş zekânın öğrenme ve deneyime dayalı olması nedeniyle hayat içinde yeni bir şeyler öğrenmedikçe artmasıdır. Akışkan zekâ ise muhakeme, öğrenme, yeni metotlar tespit etme, bellek hacmi ve bilgi işlem hızı gibi özelliklerle tanımlanırken; kültürel etkilerden ve deneyimden bağımsızdır. Akışkan zekânın, orta yaşların başında doruğa ulaştıktan sonra düzenli olarak düştüğü düşünülmektedir. Yetişkinlikte Sosyal Değişim Yetişkinlikte sosyal değişim, Levinson tarafından geliştirilen etkili yaşam yapısı teorisiyle açıklamak mümkündür. Yaşam yapısı, bireyin doğa ve hayatın anlamı hakkındaki bakış açılarını yansıtan bilişsel çerçevenin gelişimi olarak tanımlanabilir. Levinson yetişkinlik yıllarını dört evreye ayırır. Bu evreler; yetişkinlik öncesi, erken yetişkinlik, orta yetişkinlik ve geç yetişkinlik olarak sınıflandırılır. Yetişkin Hayatın Krizleri Yetişkin hayatın krizlerin üç sınıfa ayırabiliriz. Bunlar: -
Boşanma
-
Yaşlı Ebeveynlere Bakma
-
İşsizlik
Öznel İyi Oluş: Kim Mutludur ve Neden? Öznel iyi oluşla ilgili olarak, insanların neden kendi hayatlarından mutlu olduğu sorusunun cevabı aydınlatıcı olabilir ve bu, iki olasılığa bağlanabilir. Bunlardan ilki öznel iyi oluşun, insanların içinde bulunduğu iyi ruh halini gerçekten iyi yansıttığı gerçeği olabilir. İkincisi ise, mutlu hissetmenin, davranışı motive etmedeki olası etkinliğidir. Yaşlanma, Ölüm ve Yakınların Kaybı
Yaşlanma Teorileri Yıpranma Teorisi: Bu teori, insanları makinalara benzetir. Genetik Teoriler: Genetik yaşlanma teorilerine göre her yaşayan organizma, yaşlanma sürecini düzenleyen iç biyolojik saate sahiptir. Ölüm Ölümün açıklanması sanıldığından çok daha karmaşık bir durumdur. Her şeyden önce ölümün birkaç şekli vardır. Fizyolojik ölüm, hayatı sürdüren fiziksel süreçlerin durmasıdır. Beyin ölümü, beyin faaliyetinin en az on dakika için tamamen devre dışı kalmasıdır. Sosyal ölüm ise, kişinin kaybettiği insanlarla beraber ilişkilerini terk etmesi ve bu ilişkilerden vazgeçmesidir. Elizabeth Kübler-Ross, hasta bireyler üzerinde bir çalışma yapmış ve bu insanların geçtiği beş aşama olduğunu tespit etmiştir. Bunlar sırasıyla şöyle sıralanabilir: -
İnkâr
-
Kızgınlık
-
Pazarlık (iyi bir insan olursa ölümün ertelenebileceğine dair eylem)
-
Depresyon
-
Kabullenme
Yakınların Kaybı Yakının kaybı konusu, yetişkinlerin çok sık yaşadığı bir tecrübe olduğu için psikologların ilgisini çekmiş ve araştırmalar, bu süreci bir dizi farklı aşamayı içinde barındıracak şekilde açıklamaya çalışmıştır. Bu aşamalar şu şekildedir: -
Şok: Hiçbir şey hissetmeme ve gerçek olduğuna inanmama duygusu
-
Reddetme: Karşı çıkma, kaybı kabullenmeme
-
Özlem: Kaybedilen yakının bir gün geri geleceği fantazisi
-
Çaresizlik: Hayatın yaşamaya değer olmayacağı duygusu
-
Kopma: Kaybedilen kişiden psikolojik olarak ayrılma
-
İyileşme: Hayata devam etme
10.BÖLÜM MOTİVASYON VE DUYGU Motivasyon, davranışlarımızı aktive ederken bir taraftan da onlara rehberlik edip sürdürmek için hizmet eden içsel süreçler olarak tanımlanabilir. Duygu ise, kan basıncı ve kalp atışı hızındaki değişiklikler gibi fizyolojik tepkilerin; mutluluk, kızgınlık veya üzüntü gibi öznel biliş durumların ve vücut dili ya da yüz ifadeleri gibi içsel durumları yansıtan ifade temelli reaksiyonların katılımıyla ortaya çıkan karmaşık tepkiler olarak tanımlanır. Motivasyon Teorileri Psikolojide, motivasyon kavramından önce içgüdü teorisi vardı. Bu teoriye göre temel içgüdüler, hırçınlık, açgözlülük, merak ve duygudaşlık olarak sıralanmıştır. Ancak bu teorinin, ihtiyaçlar tam cevap verememesi ve yeni çıkarımlar yapılması ihtiyacı yerini daha sofistike bakış açılarına bırakmasını gerektirmiştir. Güdü Teorisi Güdü teorisine göre, bedenimizde ortaya çıkan biyolojik ihtiyaçlar, açlık, susuzluk ve yorgunluk gibi uyarılmanın çeşitli tatsız durumlarını yaratırken, bu duyguları ortadan kaldırma ve dengeli fizyolojik durumu tekrar eski haline getirme homeostazi olarak tanımlanır. Beklenti Teorisi Beklenti teorisi, davranışın biyolojik temelli güdüler tarafından itilmesinden ziyade arzu edilen sonuçlara dair beklentiler tarafından çekildiğini ifade eder. Bu teori, genellikle çalışma motivasyonu gibi modern psikolojinin katkısı vurgu kapan bilişsel süreçlerine odaklanır. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Bu bakış açısına göre ihtiyaçlar bir hiyerarşi içinde varlıklarını sürdürürler ve yüksek seviyedeki ihtiyaçlar daha düşük seviyedekiler tatmin edilmeden etkinleştirilemez. Açlık Açlık motivasyonu, basit bir şekilde, yiyecek sağlama ve tüketme motivasyonu olarak tanımlanabilir.
Kilo Alımını Etkileyen Faktörler -
Öğrenme: Ortam ve farklı bağlamlara dayalı yeme alışkanlıkları yaratma/öğrenme. Örneğin
televizyon karşısında atıştırmalık tüketme gibi. -
Genetik Faktörler: Bireyden bireye değişen bazal metabolizma hızı yani belli bir zaman
içinde ve dinlenme zamanında vücudun ihtiyaç duyduğu kalori miktarı. -
Stres Etkileri: Strese verilen tepkinin yeme isteğini tetiklemesi
Cinsel Motivasyon Cinsel ilişkinin çeşitli şekillerine angaje olma motivasyonu cinsel motivasyon olarak tanımlanır. Ergenliğin başlangıcında seks bezlerinin (gonad) aktivesinde hızlı bir artış içerir. Bu bezler tarafından üretilen hormonlar vücutta birçok etki yaratır. Cinsel Yönelim Cinsel yönelimi üç grup şeklinde açıklayabiliriz: -
Homoseksüellik: Bireylerin kendi cinsinden bireylerle cinsel ilişkiyi tercih ettiği cinsel
yönetim -
Biseksüellik: Bireylerin her iki cinsten bireylerle cinsel ilişkiyi tercih ettiği cinsel yönelim
-
Heteroseksüellik: Bireylerin karşı cinsle cinsel ilişkiyi tercih ettiği cinsel yönelim
Saldırgan Motivasyonu Saldırgan motivasyonu, diğerlerini bir şekilde incitme veya zara verme arzusudur. Saldırganlık ise, herhangi bir canlıya zarar verme amacına yönelik davranıştır. Başarı Motivasyonu ve Bilişsel Motivasyon Başarı motivasyonu, zor görevleri başarma ve mükemmellik standartlarını karşılama arzusudur. Çaba gerektiren bilişsel faaliyetlerle uğraşma motivasyonu ise biliş ihtiyacı olarak tanımlanır.
Bilişsel Motivasyonu Yüksek biliş ihtiyacı olan insanlar, sunulan argümanlar üzerinde daha dikkatli düşünme, bunların gerçekten iyi gerçeklendirilmiş ya da desteklenmiş olup olmadıklarını analiz etme eğilimindedirler. Bunun tersine biliş ihtiyacı düşük olan bireyler, tutumları değiştirmeyi amaçlayan reklam, politikacı, kamu hizmeti örgütü vb. oluşumlardan gelen ikna edici mesajlardan mesajın kayağı ve kaynağın çekiciliği gibi yönlerden etkilenirler. İçsel Motivasyon İçsel motivasyon, belli bir davranışın veya etkinliğin sağlayacağı dışsal sonuçlara değil de, konunun kendisine yönelik ilgi ve motivasyonudur. DUYGULAR Psikolojik tepkiler, öznel bilişsel durumlar ve anlamlı davranışlardan oluşan reaksiyonlar duygu olarak ifade bulur. Duygunun Doğası: Birbirine Karşıt Görüşler Cannon-Bard Teorisi Bu teori, bilinç düzeyindeki duygu yaşantılarıyla bunlara eşlik eden fizyolojik tepkilerini otonom sinir sistemi ve serebral korteks (öznel duygular) tarafından kontrol edildiğini iddia eder. James-Lange Teorisi Bu teori, duygu yaşantılarının, kişinin, çevredeki uyarıcılara yönelik kendi bedensel tepkilerini algılamasından kaynaklandığı görüşünü savunurken duygu dışavurumunun duygu yaşantısından önce ortaya çıktığını da ifade eder. Scharter ve Singer’in İki Faktör Teorisi Bu bakış açısına göre duygu ve duyguyu uyandıran olaylar artan bir uyarıcı üretirler. Diğer bir deyişle, öznel duygusal durumlarımız, en azından bir parçasıyla, uyarılma duygularına iliştirdiğimiz bilişsel etiketlerle belirlenir. Karşıt Süreç Teorisi Bu teoriye göre, (1) bir uyarıcıya verilen duygusal tepki otomatik olarak karşıt bir tepki tarafından izlenir, (2) uyarıya tekrarlanan şekilde maruz kalmak ya ilk tepkinin ve karşıt sürecin zayıflamasına ya da karşıt reaksiyonun güçlenmesine neden olur. Genel olarak bu teoremin söylediği şey her hareketin kendi tepkisini yarattığıdır.
Duygunun Psikolojisi Duygulara eşlik eden psikolojik reaksiyonlar, otonom sinir sisteminin iki bölümüyle düzenlenir. Sempatik sinir sisteminin etkinleşmesi, kalp hızı, kan basıncı gibi reaksiyonlar yaratan kuvvetli faaliyetler için vücudu hazırlar. Bunun tam tersi parasempatik sinir sistemi ise, vücut kaynaklarının yenilenmesiyle ilgili faaliyeti etkiler. Duygunun Dışsal İfadesi Sözsüz İşaretler Sözsüz işaretlerle iletişim, çeşitli kanallar yoluyla aynı anda gerçekleşir. Bu kanallardan en çok öne çıkanlar şunlardır: -
Yüz İfadeleri
-
Vücut Dili
-
Dokunma
11.BÖLÜM ZEKÂ Zekâ, bireyin, karmaşık fikirleri anlama, çevreye etkin şekilde uyum sağlama, tecrübelerden bir şeyler öğrenme, akıl yürütmenin çeşitli şekillerine angaje olma ve dikkatli düşünce yoluyla engelleri aşma kabiliyetidir. Zekânın Doğasıyla İlgili Karşıt Bakış Açıları Sperman, herhangi bir bilişsel görevdeki performansın birincil genel bir faktöre ve bu belli görevle ilgili bir veya birkaç spesifik faktöre bağlı olduğunu iddia etmiştir. Bu bakış açının tersine, diğer araştırmacılar zekânın, birbirinden az ya da çok bağımsız hareket eden birçok yeteneğin birleşiminden oluştuğuna inanmışlardır. Gardner’in Çoklu Zekâ Teorisi Gardner’in çoklu zekâ teorisi, müzikal zeka, bedensel-kinestetik zeka ve kişilerarası zeka gibi bileşenleri de işin içine katmıştır.
Sternberg’in Üç Hiyerarşi Teorisi Sternberg’in üç hiyerarşi teorisine göre, insan zekâsının üç temel tipi vardır. Bunlardan ilki, eleştirisel ve analitik düşünmeyi içeren bileşenli ve analitik zekâdır. İkinci tip zekâ, yeni fikirleri formülleştirme kabiliyeti ve kavrama vurgusu üzerinde duran deneysel veya yaratıcı zekâdır. Sternberg’in üçüncü tip zekâsı ise bazı yönlerden bakıldığında diğer hepsinden daha ilginç olan pratik veya bağlamsal zekâdır. IQ (Zekâ Katsayısı/Derecesi) IQ puanı elde etmek için, testi yapan kişi, öğrencinin zihinsel yaşını kronolojik yaşına böler ve sonra 100 ile çarpar. IQ değerlendirmesinde 100 puan ortalama bir değerken 100’ün üstündeki bir puan, kişinin entelektüel yaşının kronolojik yaşından yukarda olduğunu diğer bir deyişle diğerlerine göre daha zeki olduğunu ifade eder. 100’ün altındaki bir rakam ise akranlardan daha az zeki olma durumunu ortaya koyar. Wechsler Ölçekleri Binet-Simon ve sonrasında Terman’ın geliştirdiği Stanford-Binet testleri, sadece sözel temelliydi. Sözel olmayan faaliyetlere pek önem vermemişler. Bu durumu değiştirmek için David Wechsler, hem yetişkinler hem de çocuklar için, içinde sözel olduğu kadar sözel olmayan (performans) öğelerin de bulunduğu ve bu iki bileşenin ayrı ayrı puanlarının elde edildiği bir test kümesi tasarladı. Sözel testler; bilgi, kelime dağarcığı, karşılaştırma, benzerlik, sayı dizisi ve aritmetik alt testlerinden oluşuyordu. Performans testlerinin (sözel olmayan) alt testleri ise resim tamamlama, resim düzenleme, blok tasarımı, nesneleri birleştirme, sayı sembolleri alt testlerini içermekteydi. Bireysel Zekâ Testleri En önemli yaraları ise zekâ ile ilgili olarak uç noktadaki çocukları zeka geriliği ya da zeka ileri zeka tanımlayabilme güçleridir. Zekâ geriliğini, günlük hayatın gereklerini yerine getirmede çeşitli derecelerde zorluklarla birleşen ortalama altı entelektüel işlevsellik olarak ifade etek mümkündür. Down Sendromu olanların IQ seviyesi 50 puanın altındadır. Zekâ geriliği, yetersiz beslenme, toksik ajanlar, doğum sırasında oluşan oksijen eksikliği ya da hamilelik sırasında tüketilen alkol ya da uyuşturucu gibi çevresel faktörlerden de kaynaklanabilir.
Zekâya Dair Grup Testleri Stanford-Binet testleri ve Wechsler ölçekleri bire bir yapılan bireysel testlerdir. Zekânın Bilişsel Temeli Son yıllarda psikologlar, zeka incelemesini testlerin ötesine geçirip temel bilişsel mekanizmaları ve zekanın altında yatan süreçleri tanımlama denemeleri yapmaktadırlar. Bu da iki önemli gelişmeye sebep olmuştur; (1)
Bilişsel psikoloji bulgularına dayalı birçok test geliştirilmiştir.
(2)
Zeka testlerinin puanlarıyla korelasyon halinde olan basit bilişsel ve algısal görevlerinin yerine
getiren bireylerin hızlarına odaklanan araştırmalar artmıştır. Çalışan hafızayı ölçmek için ise Fry ve Hale, görevleri yerine getirecek katılımcılarla beraber denemeler yapmıştır. Zekânın Nörolojik Temeli Araştırmacılar, 147 erkek gönüllünün beyinlerinde görsel uyarıcıya karşı elektriksel tepkileri kaydetmişler, buradan uyarı ile verilen tepki arasında gecikmeyi tespit etmişler ve sonrasında bu değeri gönüllünün önden arkaya olan kafa uzunluğuna bölüp görsel sistemden gerçekleşen sinir etkilerinin hızına dair bir ölçüm elde etmişlerdir. Sinir iletim hızı denen bu değer ile zekaya dair standart test puanı, korelasyon haline getirildiğinden çıkan sonuç, katılımcının sinirsel hızına dair bu ölçü ne kadar yüksekse, ölçülen zekasının da o kadar yüksek olduğu şeklinde olmuştur. Wechsler Yetişkin Zekâ Ölçeği, beyindeki bölümlerin (sağ ve sol temporal lob, sağ ve sol hippocampus) boyutuyla zekâ ölçümlerinin birbiriyle ilgili olduklarını ispatlar nitelikte değerler sunmuştur. Zekâyı Test Etmek Bazı psikologlar, bu önyargıları elimine etmek için kültür-adalet testleri tasarlamışlardır. Bu testler kültürel önyargıları olabildiğince test dışında tutarak bir kültürün ya da grubun diğeri üzerinde avantaj sağlamasını önlemeye çalışır. Bu testler sözel olmayan testler olma eğilimindedir. Bu testlerde en önemlisi içinde Raven Progrsif Matrisleri’dir.
Kalıtımın ve Çevrenin Rolü Kalıtımın Rolüne Dair Kanıt Akrabalık ve ölçüle IQ’lar üzerinden gittiğimizde; eğer, zekâ, bir parça da olsa kalıtım ile belirleniyorsa, birbirine yakın akraba olan iki insanın hemen hemen aynı IQ’lara sahip olacağını ummamız gerekir. Bu öngörü McGue tarafından doğrulanmıştır. Zekâ ile kalıtım arasındaki ilişkiye dair en önemli çalışma ise ömürlerinin ilk yıllarında birbirlerinden ayrılan ve başka evlerde büyüyen ikiz kardeşler üzerinden yapılmıştır. Farklı çevrelerde büyüyen ikiz kardeşlerin IQ’larının yüksek korelasyon göstermesi de zeka üzerindeki genetik faktör etkisini ispatlar nitelikte olmuştur. Çevresel Etkilerin Rolüne Dair Kanıt Zekâ sadece kalıtımla açıklamaya çalışmak büyük resmi görmemizi engellediği için işin içine çevreyi katmak hem zorunlu hem de yararlıdır. Zekâ üzerindeki çevresel etkiye dair James Flynn bir araştırma yapmıştır. Flynn etkisi olarak bilinen sonuçlara ulaşan bu araştırma, genel nüfusun IQ düzeyinde her on yılda bir yaklaşık üç puanlık bir artış olduğunu iddia etmiştir ve bu IQ artışının dengelenmesi için test yapıcılar her on yılda bir yeni örnekler seçerek referans noktasını değiştirmekle/belirlemektedirler. Zekâ Testi Puanlarında Grup Farklılıkları Zeka testi sonuçlarında grup farklarını yaratan muhtemel sebepler şu şekilde sıralayabiliriz: -
Sosyoekonomik Faktörler
-
Kültürel Farklar
-
Cinsiyet Farkları
Duygusal Zekâ Duygusal zekâ, tanıma yeteneği, diğerlerinin ve kendinin duygularını yönetme, kendini motive etme, dürtüleri dizginleme ve kişiler arası ilişkileri etkin şekilde kavrama gibi hayatın duygusal yönleriyle ilgili bir zekâ formudur. Duygusal Zekânın Ana Bileşenleri -
Kendi Duygularımızı Bilmek
-
Kendi Duygularımızı Yönetmek
-
Kendimizi Motive Etmek
-
Diğerlerinin Duygularını Tanımak
-
İlişkileri Kavrama
Yaratıcılık Yaratıcılık, yeni ve uygun çalışma üretebilme kabiliyeti olarak tanımlanabilir. Kesişim Yaklaşımı Kesişim yaklaşımı, yaratıcılığın ortaya çıkması için birçok faktörün yakınlaşması gerektiği temeline dayanan yaklaşımdır. Lubart, yaratıcılığın oluşması için gerekli altı farklı kaynağı şöyle sıralamıştır: -
Entelektüel Yetenekler
-
Bilgi
-
Belli düşünce tarzları
-
Kişisel tutumlar
-
İçsel ve görev odaklı motivasyon
-
Yaratıcı düşünceleri destekleyen çevre
12.BÖLÜM KİŞİLİK Psikoanalitik Yaklaşım Psikoloji tarihinin en ünlü figürü olan Sigmund Freud’dur. Freud’un Kişilik Teorisi Freud’un kişilik teorisi karmaşıktır ve birçok soruna/konuya dokunur. Kişilikle ilgili olarak dört ana başlıktan bahsedebiliriz. Bunlar: 1.Bilinç 2.Ön Bilinç 3.Bilinçdışı
Kişilik Yapısı Freud’a göre kişilik üç büyük bölümden oluşur: 1.İd 2.Ego 3.Süper ego Anksiyete ve Savunma Mekanizmaları Anksiyete, yoğun gerginlik, sinirlilik veya endişeye dair yoğun duygulardır. Bu duygular; kabul edilemez etkiler, bilince giderek yaklaştıkça ortaya çıkar. Savunma mekanizmaları, kabul edilemez ve tehditkar materyallerin ego tarafından bilinçliliğin dışında tutulmasını sağlar ve böylece anksiyete azalır. Savunma mekanizmaları şu şekildedir: 1.Baskılama 2.Rasyonelleştirme 3.Yer Değiştirme 4.Projeksiyon 5.Gerileme Gelişimin Psikoseksüel Aşamaları Libido, id’i harekete geçiren içgüdüsel yaşam gücüdür. Libidonun salınımı zevkle yakında ilgilidir ancak bu zevke olan odağımız biz geliştikçe değişir. Takını ise, psikoseksüel gelişmenin bir evresiyle ilişkili sıkıntının çözülememesi gibi bir durumda, o evrede ön planda olan erojen bölgeye, isteğe ya da kişiye bilinçsizce takılıp kalmadır. -Oral Aşama -Anal Aşama -Erkeklik Organı İle İlgili Aşama -Gizlilik Aşaması -Genital Aşama
Freud’un Teorisinin Değerlendirilmesi Freud’un kişilik teorisi, çoğunluk psikologlar tarafından kabul görmemiştir. Bunun sebepleri şu şekilde sıralanabilir: - Her şeyden önce Freud’un teorisi gerçek anlamda bilimsel değildir. Çünkü teorisindeki birçok kavram ölçülebilir ya da üzerinde sistematik olarak çalışılabilir değildir. - Freud’un fikirlerinin bazıları, modern araştırma bulguları ile tutarlı değildir. - Freud teorisini oluştururken çok az sayıda vaka çalışması yapmış ve bunların sonucuna güvenmiştir. - Freud’un teorisi, bir şeyler olduktan sonra ortaya çıkan davranış şekilleriyle açıklanabilecek çok fazla kavram barındırmaktadır. Büyük Beş Faktör: Kişiliğin Temel Bileşenleri Kişilik üzerine yapılan birçok faktör analiz çalışmasında gözlenen ve kişiliğin temel bileşenleri olduğu düşünülen eğilimler şu şekildedir: -
Dışadönüklük(sosyallik, konuşkanlık)
-
Uyumluluk(kibar, işbirlikçi, yardımsever)
-
Dengeli Duygusallık(sakin, temkinli)
-
Dikkatlilik (iyi organize olmuş, dikkatli, öz disiplinli)
-
Tecrübeye Açıklık(hassas, hayalperest, entelektüel)
Kişiliğe Dair Öğrenme Yaklaşımları Kişiliğe dair öğrenme teorileri diğer perspektiflerden farklıdır. Kişilikle ilk öğrenme odaklı görüşler, davranıştaki içsel faktörlerin önemini reddetmişlerdir. Bugünlerde çoğu psikolog, içsel faktörlerin davranışta önemli bir rol oynadığını kabul etmiştir. Sosyal Biliş Teorisi: Kişiliğe Modern Bakış Albert Bandura tarafından geliştirilen sosyal biliş teorisi, insan davranışının, güçlendirici olasılıklar kadar birçok bilişsel faktörler tarafından da etkilendiğini ve insanların kendi eylemlerini düzene koymak için inanılmaz bir kapasitesi olduğunu iddia eder.
Julian Rotter tarafından geliştirilen sosyal öğrenme teorisine göre, bireyler tecrübe ettikleri sonuçları belirleyen eylemlerini hangi ölçüde düşündüklerine göre genelleştirilmiş beklenti oluşturlar. Rotter, geleceğini şekillendirebileceğine inanan kişilere dahililer, geleceklerini dış güçlerin kontrol ettiğine inanan kişilere ise hariciler demiştir. Derya KADER DEĞERLENDİRME: NOT:
PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR İnsanların algısı, davranışı, çevresi insan psikolojisine yansıyan temel etkenlerdir. Psikoloji uzun yıllar felsefenin içinde kalmıştır daha sonra bağımsızlığını ilan etmiştir. Felsefe içinde ruhu ve davranışı incelemektedir. Wundt laboratuvar kurdu ve ayrıldı psikoloji felsefeden ve pozitif bir bilim haline geliyor, Wundt aslında bir biyolog. Metafizik yerine fiziki değişkenlere bağlı zihinsel yapıya yer
vermiştir. Zihinsel
yaşantıları psikolojinin
unsuru yapmıştır. Wundt’un DENEYSEL
PSİKOLOJİNİN kurucusudur. Wundt iç gözlem yöntemini savunmaktadır. Psikoloji bugünkü haline geldi, bu andan itibaren 2 psikoloğun görevi var, Ernst Weber, Gustav. Weber duyum ve algı ile ilgili çalışmalar. Hafıza, öğrenme gibi konularda. Psikolojinin gelişmesine en büyük katkı biyolojiden gelmiştir. THORNDIKE öğrenme alanında ilk sistematik çalışma yapan psikologdur. Pavlov öğrenme alanında çalışalar yapmıştır. Psikolojiyle fizyoloji arasında ilk kez ilişki kurmuştur. Watson ise bilimin esaslarını tartışmıştır. Watson psikolojiyi objektif bir bilim olarak görmektedir. Bilinç herkese kapalı, davranış açıktır. 1) Sosyal Psikoloji 2) Klinik Psikoloji(Marazi) 3) Genetik(Gelişim Psikoloji) Hayvan Psikolojisi - Çocuk Psikolojisi -Yetişkinler Psikolojisi 4) Uygulamalı Psikoloji PSİKOLOJİNİN EKOLLERİ 1) Strüktüralizm: Zihin yapısıyla ilgili psikoloji ve bilinç psikolojisi demektir. Kendini subjektif olarak açıklamak istiyor. 2) Fonksiyonalizm: Zihnin göreviyle ilgili. Her davranışın bir fonksiyonu var. 3) Bihevyorizm: Ekolün kurucusu Watson, psikoloji tabiri bilimlerinin objektif ve deneye dayanan bir dalıdır. Kontrol altına alacağız olan şeyleri. 4) Psikanaliz: Freud kurucusu. Bilinçaltı her şeydir. Her şey bilinçaltındadır. Önceden yaşadığı unutmak istediğimiz, bilinçaltında farklı düşünceler hastalıklara bile neden olmaktadır. Cinsiyet ve alınyazısı arasında önemli ilişki var. Adler de psikanalizci, cinsiyete çok önem vermesini saçma bulunur ve genelde aşağılık duygusu olduğunu savunuyor. 5) Gestalt: Bütün-parça. Kaygı Bozuklukları-> Fobiler o da 2'ye ayrılıyor. Sosyal fobi, özgül fobi olarak. Yüz kızarması, el titremesi, baş dönmesi sosyal fobiye örnektir. Diğer kaygı bozukluğu ise panik bozukluktur. Panik bozukluğun belirtileri: titreme, boğulacak gibi olma, boğaz ya da karın ağrısı, baş dönmesi, bayılacak gibi olmak, ölüm korkusu, kontrolünü kaybetme vb. Tedavisinde psikoterapi kullanılır. Diğer bir kaygı bozukluğu ise Agorofobia, bir hastalık değildir, panik atak hastalarında görülür. YALNIZ KALMA korkusu. Korkunun kendisinden bile korkarlar. Belirtileri agorofobia ise: evden uzaklaşma korkusu, evden uzakken çaresiz ve ağrısını ile hissetmesi. Tedavisi:
anti depresan ve psikoterapi tek başına kullanılıyor fakat 2'si beraber kullanılırsa daha iyidir. Diğer bir kaygı bozukluğu ise genellenmiş kaygıdır. ŞİZOFRENİ Pozitif belirtiler: şizofren hastası olmayan insanlarda görülmeyen belirgin belirtiler. Bunlara psikotik semptomlarda denir. - Delüzyonlar: Gerçeğe dayanmayan kişini vazgeçemediği inançlarıdır. -Halüsinasyonlar: Gerçekte olmayan şeyleri görmemek. Garip sesler duymak. En yaygın olan şizofrenide sesler duymaktır. -Dezorganize: Bu semptomlar kişinin tam düşünme ve doğru reaksiyon gösterememsini gösterir. Anlamsız kelimeler kullanması, yavaş hareket etmek, aşırı fakat anlamsız şeyler kullanmak. Negatif belirtiler: duygu ve duruma uymayan düşünceler. Bir şakaya gülmek yerine ağlamak gibi. Düşük enerji, yaşamdan zevk alamama. Kişilik bozuklukları 1.Paranoid Kişilik Bozukluğu 2.Şizoid Kişilik Bozukluğu 3.Şizoatip Kişilik Bozukluğu Kişilik kavramında bir insanı diğerlerinden ayıran ruhsal bozukluklardır. Kişilik bozuklarının nedenleri multi faktöriyeldir. Bazen de biyolojik faktörlerde görülebilir. Tedavisinde genellikle hastalar motive değildir. Karışık uygulamalarda uygulanmaktadır. Psikoanaliz, psikoterapi, aile terapisi. Paranoid Kişilik Bozukluğu: başkalarının davranışlarını kötü yorumlayarak şüpheci bakar. Çok kısa sürebilir. Tanısı, yeterli bir şeye davranmadan başkasının onu aldattığını, güven konusunda korkuları vardır. Haksız yere eşiyle ilgili kuşkulara kapılır. Fizyolojik etkenlere bağlı değildir. Şizoid Kişilik Bozukluğu:
toplumsal ilişkilerden kopma. Başkalarıyla olarak duygularını ifade
demez. Erkeklerde daha yaygındır. DSM: Ailenin bir parçası değilmiş gibi davranır, yakın ilişkilere girmez, çok az etkinlikten zevk alır, duygusal yoğunluk yaşamaz. Şizotipal Kişilik Bozukluğu: yakın ilişkilerden birden bire rahatsızlık duyma. Strese tepki olarak çok kısa sürer. DSM: Referans fikirler, davranışı etkileyen inançlar, bedensel yansımalar, uygunsuz kısıtlı duygulanım, azalmayan toplumsal kaygılarının azalmaması gibi bozukluklardır.
Dramatik Değişen Küme: sınır kişilik bozukluğu, histroyinik, narsistik, antisosyal kişilik bozukluğu olarak ayrılır. Başkalarının haklarını saymama, saygısızlık gösterme. Bu tanı 18 yaşından önce konulmaz. 18 yaşından önce davranım bozukluğudur. Erkeklerde yüzde 3 kadınlarda yüzde 1. DSM: Sürekli yalan söyleme, takma isim kullanma, gelecek için tasarım yapamama, kendi ve başkalarının güvenirliğini umursamama, başaklarına zarar vermeme, birşey çalma gibi. Kişi en az 18 yaşındadır. Sınır Kişilik Bozukluğu: Kişiler arasında tutarsız ilişkilerdir. Yaygınlığı yüzde 2 dir. 40 yaş civarında görülür. DSM: Gergin ve tutarsız ilişkiler, kimlik karagaşasız, en az iki alanda tutarsızlık, uygunsuz yoğun öfke, öfkesini kontrol edememe. Histroyonik Kişilik Bozukluğu: Her alanda aşırı duygusallık, ilgi ister. Kadınlarda daha çoktur. Yaygınlık yüzde 2 veya 3 tür. DSM: İlgi çekmek için fiziksel özellikleri kullanır. Yapmacık davranır, duygularını aşırı abartılı şekilde gösterir. Narsistik Kişilik Bozukluğu: Üstünlük duygusu, empati yapamama. Benlik saygısı kolay zedelenir. Yaygınlığı yüzde 2 ve 6 dır. Yüzde 50 veya yüzde 70 erkektir tanıyı alan. DSM: Sınırsız başarı, güç, zeka, üstün kişilerin onu anlayacağını onlarla arkadaşlık yapabileceğine inanır, empati yapamaz ve küstah bir kişidir. Murat Erdem BUDAK DEĞERLENDİRME: Anlatım çok bozuk, hiç özen gösterilmemiş. NOT: 40
TEMEL PSİKOLOJİ SERTİFİKA PROGRAMI PSİKOLOJİ: Davranışları ve zihinsel süreçleri bilimsel ve sistematik bir şekilde incelenmesidir. Yani insan davranışının altında yatan temel nedenleri bilimsel bir yöntemle bulmaya çalışır. Davranışları ve zihinsel süreçleri incelerken dört hedefi vardır. Tanımlamak, açıklamak, Önceden Kestirmek ve Kontrol Etmektir. Bu hedeflere ulaşmak için psikologlar yaklaşımlar kullanırlar. Bunlar Modern ve Tarihsel Yaklaşımlar olarak ikiye ayrılır. TARİHSEL YAKLAŞIMLAR: 1-
YAPISALCILIK: Kurucusu Wilhelm Wundt’dur. Bilinçli ve zihinsel tecrübelerimizi
oluşturan duyum ve algıları inceler. İçebakış yöntemini kullanır. 2-
İŞLEVSELCİLİK: Kurucusu William James’tir. Bilincin yapısı yerine işlevini inceler.
İçebakış yöntemini kullanır. 3-
GESTALT YAKLAŞIMI: Davranışları anlayabilmek için onu etkileyen iç ve dış uyarıcıların
tümünü ve bunların oluşturduğu bütünün bilinmesi gerektiği üzerinde durur. MODERN YAKLAŞIMLAR: 1-
BİYOLOJİK YAKLAŞIMLAR: Temsilci Adolf Meyer’dir. Sinir sistemi, hormonlar ve
genlerin birbirleriyle olan etkileşimleri, öğrenme, benlik, motivasyon ve başa çıkma tekniklerini inceler. 2-
BİLİŞSEL YAKLAŞIM: Temsilcisi Piaget’tir. Bilgiyi ne şekilde işlediğini, depoladığını,
kullandığını, algıladığını, öğrendiğini, hissettiğini inceler. Deneysel yöntemlerden faydalanır. 3-
DAVRANIŞSAL YAKLAŞIM: Kurucusu John Watson’dur. Temsilcileri Thorndike, Skinner
ve Pavlov’dur. Organizmaların, çevremizdeki olan olayların, davranışların ödül veya ceza yöntemiyle nasıl yeni davranışlar geliştirdiklerini veya mevcut davranışları nasıl değiştirdiklerini inceler. Eğitim yoluyla davranışların istenilen düzeye gelebileceğini savunur. Ödül ve ceza ile davranışların pekiştirildiğini belirtir. 4-
PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: Temsilcisi Sigmund Freud’dur. Bilinçaltındaki korku, tutku,
motivasyonların düşünce, davranış ve kişilik özelliklerinin gelişmesini ve ileride ortaya çıkacak psikolojik sorunlar üzerindeki etkisini inceler. Bilinç değil bilinçaltı ile ilgilenir. Bilinçaltı; farkında olunmayan fakat kişinin davranışları etkileyen bilgi, dürtü ve güdülerdir.
İnsan davranışlarını etkileyen en önemli dürtünün saldırganlık ve cinsellik olduğunu savunur. Klinik ve hipnoz yöntemi kullanır. 5-
İNSANCIL YAKLAŞIM: Temsilcisi J. P. Sartre’dir. Bireyin kendi geleceğini belirlemede
özgürlüğe, kişisel büyüme için büyük bir kapasiteye içsel değerlere ve kendini göstermeye yönelik büyük bir potansiyele sahip olduğunu inceler. Algı ve benlik kavramları üzerinde durur. Algı; beş duyu organımızla algıladığımız duyumların kişilerde beli bir anlam kazanmasıdır. Benlik; kişinin kendisiyle ilgili bütün düşüncelerin, algıların ve değerlendirmelerin tümünün etkileşiminden doğan sonuçtur. 6-
KÜLTÜRLER ARASI YAKLAŞIM: Kültürel ve etnik benzerlik ve farklılıkların bir kültürün
üyesi olan insanın psikolojik ve sosyal yaşamı üzerindeki etkisini inceler. PSİKOLOJİNİN ARAŞTIRMA ALANLARI: İnsanın günlük yaşamı birbirinden farklı değişik yönler içerir. İnsan yaşamının bu değişik yönler içermesi psikolojinin değişik alanlar geliştirmesine sebep olmuştur. Bu alanlar; -Sosyal Psikoloji -Kişilik Psikolojisi -Gelişimsel Psikoloji -Deneysel Psikoloji -Biyolojik Psikoloji -Bilişsel Psikoloji ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ Psikolojide üç büyük yöntem kullanılır. Bunlar; Tarama Araştırması; İnsanlara çeşitli yöntemler kullanarak belli konularda sorular sorarak bilgi toplama yöntemidir.
Vaka İncelemesi; Bir kişi hakkında derinlemesine yapılan duygu, düşünce ve deneyimlerin ve sorunların analiz edilmesidir. Deney; Hata ve önyargı ihtimallerini en aza indirgeyip kural ve yönergeleri kullanarak neden sonuç ilişkisini tanımlama yöntemidir. Devrim ÖZCAN DEĞERLENDİRME: NOT:
DİKSİYON DİKSİYON NEDİR? Diksiyon, konuşulan dilin incelenmesidir. Diksiyonda önemli olan doğru nefes almadır. Etkili ve güzel konuşan kişiler etkin ve iyi idarecilerdir. Bu kişiler jest ve mimikleriyle anlatımlarını destekleyici bir konuşmaya sahiptirler. Ve bu yönleriyle ikna ve inandırıcılık yönleri baskındır. Hitabet sanatını en iyi kullanan merkezler: Arabistan, Yunanistan ve Roma’dır. En iyi hatipler BERNARD SHAW, HZ. ALİ, ABRAHAM LİNCOLN, BENJAMİN FRANKLİN VE ATATÜRK’TÜR. Epiktetos, Çiçero ve Demostenes gibi filozoflar iyi bir hitabet sanatına hakim oldukları için, tarih boyunca kendilerini dinleyen bir kitle her zaman olmuştur. İyi bir konuşmacı olmak için; •
Dinleyicilerin dikkatini çeken bir konu olmalı.
•
Konuşmaya etkin bir hikâye ile başlanmalı
•
Beden, jest ve mimikler konuşmayı destekler biçimde olmalı
•
Konuşma coşkulu olmalı, ses tonu ne çok yüksek ne de çok alçak olmamalıdır.
HİTABET KURALLARI •
Hatip kendine güvenmeli
•
Sözcük seçiminde dikkatli olmalı. Argo sözcük kullanmamalıdır.
•
İçten ve samimi olmalıdır.
•
Konuşmasını yaparken gerçekte inandığı konuları aktarırken doğru cümleler kullanmalıdır.
Konuşma esnasında verilen istatiksel bilgiler, konuşmanın da güvenirliğini artırır. Örneklemeler ve kıyaslamalar konunun inandırıcılığını artırır. İyi bir dinleyici; Gözlemcidir. Hoşgörülüdür. Karşıt görüşleri hoşgörüyle dinler.
ÖĞRENME VE MOTİVASYON PSİKOLOJİSİ Öğrenmede sözel özellikler etkilidir. İnsanlar özellikleri tanımlamak için kısa söz öbekleri kullanır. Yüzle ilgili tepkiler, algılanmış tepkilerin en çok dikkati çeken tepki olduğu bir gerçektir. İnsanların resimlere baktıkları zaman verdikleri yüzeysel tepki o resme ait tutumları hakkında bilgi vermektedir. İki insan birbiriyle etkileşim kurduğunda birbirlerini taklit ettiği görülmüştür. Buna en bariz örnek uzun yıllar evli kalmış kişilerin yüz ifadelerinin birbirine benzer hale gelmesidir. Serap GÖKHAN DEĞERLENDİRME: NOT:
DİKSİYON EĞİTİMİ SİMÜLATÖRLER VE SİMÜLASYONLAR Braslaou belirli şekil durumlarının sinirsel bir tekrar meydana çıkışına dayanan bilginin bir teorisini geliştirdi. Bu makaleler gösteriyor ki; bütün iş görür kavramsal sistem daha önce ortaya atılmış bir tekrar oluşunda yapılandırılabilir. Bu mekanizmayı kullanarak; çeşit-belirti ayrımını, kategorik çıkarımı, üretkenliği, oranları ve soyut kavramları tamamlamak mümkündür. Önceki tartışmaların aksine, amodal semboller, bu klasik kavramsal işlemleri yerine getirmek için gerekli değildir. Bu teorideki iki merkezi kavram simülatörler ve simülasyonlardır. Simülatörler kategorinin örneğine karşı bilgiyi bütünleştirirken, simülasyonlar kategorinin belirli kavramsallaştırmalarıdır. SİMÜLATÖRLER Çoğu görev gösterdi ki; kategoriler, özellikler arasında istatistiksel olarak bağlantı kurma eğilimindedirler. Sonuç olarak, birbirine yakınlaşma bölgelerindeki birleştirici nöronların benzer popülasyonları -özelliklerin belirli birleşimlerini ayarlayan- bu desenleri yakamla eğilimindedirler. Zamanla, birleştirici nöronların bu popülasyonu kategorinin çoklu bir temsilini kurarak, kategori örneklerine karşı belirli şekil özeliklerini birleştirir. Braslaou bu dağınık sistemlere simülatörler adını verdi. Kavramsal olarak bakılırsa, bir simülatör örneklere karşı bir kategorinin içeriğini bütünleştirerek ve daha sonra bireyleri bu çeşitlerin belirtileri olarak yorumlama yeteneğini sağlayarak bir çeşit gibi işlev görür. Bir simülatörü sosyal kategorinin yüzü için düşünün. Zaman içinde, yüzlerin nasıl baktığı hakkındaki görsel bir bilgi, nasıl duyduklarının işitsel bilgisi, nasıl hissettiklerinin somatosensori bilgisi, onlarla etkileşim kurmak için motor programları, onları tecrübe etmek için duygusal tepkiler ve daha fazlası ile birlikte simülatörde bütünleşmiş olur. Sonuç, beynin ortaklığı ve yüzün genel kategorisi için kavramsal içerik kuran belirli şekil bölgeleri boyunca dağılmış bir sistemdir. SİMÜLASYONLAR Bir simülatör, bir kategori için kurulduğu zaman, belirli simülasyonlar olarak içeriğinin küçük alt kümelerini tekrar meydana getirebilir. Örneğin, yüz simülatörü bir durumda gülen bir yüzü taklit edebilirken, diğerlerinde kızgın, bağıran ya da gülen bir yüzü taklit edebilirler.
Yüzlerin bütün bu tecrübe edilmiş içeriğinin yüz simülatöründe üstü kapalı olarak oturmasına rağmen, sadece tek bir belirli alt küme verilmiş bir durumda tekrar meydana gelir. Bir simülasyon aktifleştiği zaman, çok çeşitli bilişsel işlevlere hizmet eder. İlerideki bir belirli ilgi alanı da, simülasyonlar, bir kategorinin algılanmış örnekleri hakkında sonuçlar çıkarmak için kullanılabilirler. Buna ek olarak, simülasyonlar hafıza, dil ve düşünce müddetince bir kategorinin, onların yokluklarında, örneklerini temsil edebilirler. Simülasyonlar, bir simülatörde orijinal olarak depolanmış bilginin oldukça ötesine geçebilirler. Bir simülatördeki değişik durumlarda depolanan bilgi, yapıcı ve ortalayıcı etkiler üreterek hep birlikte geri alma işlemine dâhil olabilirler. Örneğin, daha önce görülen bir yüzü hatırlamak, daha önce birçok kez görülen benzer bir yüze benzetilebilir. Dahası, değişik simülatörlerden olan simülasyonları birleştirmek için yapılan kasıtlı hamleler daha önce karşılaşılmamış sınırsız simülasyonu üretir. Örneğin, insanlar geniş yelpazelerdeki yeni halıların benzerini yapmak için bir halıyı ve daha sonra sistematik olarak onun rengini ve deseni taklit edebilirler (örneğin: mavi, kiremit desenli bir halı, kırmızı parke zemin desenli bir halı). SİMÜLATÖR ÇEŞİTLERİ Özellikle, sınırsız sayıda simülatör hafızada oluşturulabilir ve bilginin bütün formları için, nesneler, varlıklar, aksiyonlar, iç gözlemler ve daha fazlası, gelişebilir. Barsalou’a göre, bir simülatör dikkatin hemen seçtiği tecrübelerin herhangi bir bileşimi için gelişir. Böylelikle, eğer dikkat hemen tecrübedeki nesnenin bir çeşidine odaklanırsa, bir yüz gibi, bir simülatör bunun için gelişir. Benzer bir şekilde, eğer dikkat aksiyonun (öpme) ya da iç gözlemin (mutluluk) bir çeşidine odaklanırsa, simülatörler aynı zamanda onları temsil etmek için gelişir. Bu tür bir esneklik, yüksek kategorileşme ile uyumlu oldukları için yeni özellikler öğrenen bilişsel sistem tartışmasıyla uyumludur. Seçici dikkat; esnek ve açık uçlu olduğu için, bir simülatör defalarca seçilen deneyimin herhangi bir bileşimi için gelişebilir. Kilit bir nokta, deneyimin hangi bileşenlerinin simülatör geliştirdiği ve, “niçin dikkat bunlara odaklanırken diğerlerine odaklanmaz” soruları hakkındadır. Birçok faktör, bu işlemi genetik, dil gelişimi, kültür ve hedef başarısı gibi potansiyel olarak etkiler. Karmaşık bir faktörler dizisi, dikkatin sürekli olarak nereye odaklandığına karar verir, öyle ki simülatörler tecrübenin bu bileşenleri için gelişirler.
Diğer bir kilit nokta ise soyut kavramlar için simülatörlerin ilgilenir. Barsalou geçici olarak genişletilmiş durumların genellikle karmaşık çoklu örnek simülatörlerini, merkezileşmiş taklit edilen iç gözlemsel ifadeler ile inşa ettiğini düşündü. Soyutu somut kavramlardan ayıran şey, soyut kavramların somut kavramlardan daha fazla duruma ve iç gözleme bağlı bilgi içermeye meyilli olmalarıdır. Örneğin, bir doğruluk bir durum hakkında, bunu temsil eden bir dinleyici tarafından takip edilen, iddiada bulunan ve bu iddianın durumu doğru bir şekilde yorumlayıp yorumlamadığına karar veren bir konuşmacıya atıfta bulunur (örneğin: Dışarıda kar yağıyor iddiası). Birçok soyut sosyal kavram aşk, iş birliği ve çatışma gibi benzer bir şekilde, taklit edilmiş merkezi iç gözlemler ile sosyal durumların karmaşık simülasyonları gibi görünebilir. Seden YAVUZ DEĞERLENDİRME: NOT:
İŞ VE ÇALIŞMA PSİKOLOJİSİ ÖDEVİ İş psikolojisi, eski adıyla endüstri psikolojisi 1904'te Amerikalı yazar Bryan'ın makalesinde ilk kez kullanılır. Endüstriyel psikolojinin kullanımı iki amaca yöneliktir: 1) İnsan ve iş yaşamı arasındaki ilişkinin bilimsel incelenmesi 2) Örgütlerdeki toplumsal sorunları azaltmak Tarihsel gelişimi 5 döneme ayrılır: 1) 1.dünya savaşı öncesi 2) 1.dünya savaşı dönemi 3) 1.ve 2.dünya savaşı arası 4) 2. dünya savaşı dönemi 5) Savaş sonrası dönem Avrupa'da bu dal İngiltere ve Almanya haricinde 1960'lardan sonra incelenmeye başlamıştır. Eğitim sistemi, işçi işveren ilişkileri, demografik yapı, hükümetlerin rolü ne tip konuların araştırılacağını etkilemiştir. İngiltere'de Myers iş kazaları, endüstriyel huzursuzluk üzerine 1920'de bir kitap yazmıştır. Almanya'da ise Hitler zamanında ortadan kaldırılan psikoloji birimleri,1950'den sonra tekrar gündeme gelmiştir. Hollanda'da 1930larda başlamıştır. Türkiye'de ise bu alan dünya ülkelerine göre geridedir. İş psikolojisi iş arayanın özellikleri, iş yerinin nitelikleri, işverenin beklentileri, iş yerinde çalışan diğer insanların uyum sağlama ve beklentileri olarak incelenebilir. İş psikolojisinde en önemli faktör yaklaşım stilidir, ne söylendiğinden ziyade nasıl söylendiği mühimdir. Olumlu yaklaşım yargılamaktan uzak, kendini ve olayları kontrol edebilen, iyimser, yaratıcı düşünüp planlara uygulayabilen,
iyi
iletişim
kurabilen
kişilerin
benimseyebileceği
bir
yaklaşımdır.
İşin ortaya çıkma sürecinin ortaya çıkışı sanayi devrimi ve Fransız ihtilallerinin sonucu olarak görülür. Sanayileşen dünyada feodal yaşamları olan toprağa dayalı üretimi benimsemiş insanlar iş gücü olarak kentlere göç etmiş ve hem çalışma hem sosyal hayatları büyük değişime uğramıştır. Bunun sonucu olarak iş bölüşümü, uzmanlaşma, rasyonelleşme benzeşme, sermaye birikimi, teknolojik gelişmeler meydana gelmiştir, geleneksel aile yapısı çekirdek aile yapısına evrilmiştir. Fabrikalarla rekabet edemeyen lonca sistemi işlevsizleşmiştir. Usta ve kalfalar nitelikli iş gücü olarak fabrikalara transfer olmuştur, tarımda çalışan zanaatı olmayan kesim ise niteliksiz iş gücünü oluşturmuştur. Belli kurallara bağlı modern anlamda iş, böylece ortaya çıkmıştır. Fabrikaların sayısındaki artış, çalışan sayısını da arttırmış, belli bir ücret karşılığı geçimini sağlamak için emeğini kiralayan üretim araçlarından yoksun bir işçi sınıfı ortaya çıkmıştır.
Kentlerde çoğalan iş gücü işçilik ücretlerini düşürmüş, ücretler düştükçe daha çok işgücü piyasaya katılmak zorunda kalmıştır. İşte bu noktada iş şartlarının kötüleştiği, işçilerin geçimlerini sağlamak için çok düşük ücretlere razı geldiği bir gerçektir. İş ekonomik olarak kişinin yaşamını devam ettirebilmek için ya da yaşam kalitesini arttırmak için giriştiği bedensel ve düşünsel çabadır. İşin fabrikalara dönüşmesiyle işyeri ve ev birbirinden ayrılmıştır. Böylece vardiya, boş zaman, tatil, hafta sonu gibi kavramlar endüstriyelleşmenin bir unsuru olmuştur. Her insan davranışının arkasında bir istek ve amaç vardır. Bunun sonucunda da güdülenme görülür. İnsanları çalışmaya yönelten de işte bu güdüdür. Yani geçimliğini sağlama ve daha iyi bir yaşam isteği, bir iş başarmak istemi vb. Sanayileşme süreci sonucunda dünya çevre kirliliği gibi sorunların yanında bir de önemli bir sorun olan işsizlik gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. İşi olmayan iş arayıp da bulamayan kişiler işsiz olarak nitelendirilir. İşsiz kalma nedenleri çeşitlilik gösterir. Teknolojik gelişmeler sonucu işçiden aranan niteliklerin artması yapısal sorunlar oluşturmaktadır. Meslek eğitimi almamış kişilerin işsiz kalma olasılığı artmaktadır. İşsizlik ise kişide büyük psikolojik yıkımlara neden olabilmektedir. Çünkü insan için çalışma toplumla birleşip bütünleşmek, toplumda saygınlık kazanmak anlamına da gelmektedir. Çalışma yaşamında ergonominin görevi, insanın iş yaşamında maruz kaldığı yükleri, insanın
özellikleriyle
işin
özellikleri
arasındaki
karşılaştırma
ile
bu
ikisinin
nasıl
bağdaştırılabilineceğinin saptanmasıdır. Ergonominin katkıları sonucunda iş kazası oranlarında, iş stresinde, iş yorgunluğunda azalma, işçilerin morallerinde artış olacaktır. Aksi durumda meydana gelecek olan, tükenmişlik sendromudur. Tükenmişlik yaşanan stresin kronikleştiği zamanlarda meydana gelen çaresizlik hissiyatıyla ilişkilendirilir. Tükenmişlik yaşama anlam kazandırma isteğinin bir sonucudur. Tükenmişlik sendromu yaşayan insan yaşamın anlamının kalmadığı hissiyatını taşır, kendine olan özgüveni düşmüştür mutsuzdur, tüm isteklerinin kaybolduğunu düşünür. İş yerinde daha mutlu hissetmek için, özel hayatı ve iş hayatını birbirine karıştırmamak önemlidir. İş yerinde açıklık ve netlik elzemdir ve rekabet duygusu kibre dönüşmemelidir. Duygu BONCUK DEĞERLENDİRME: NOT:
TEMEL PSİKOLOJİ Psikoloji, davranışların ve zihinsel süreçlerin sistematik ve bilimsel olarak incelenmesidir. Gelişim Psikolojisi Fizyolojik Psikoloji Deneysel Psikoloji Kişilik Psikolojisi Klinik Psikoloji Sosyal Psikoloji olarak gruplandırabiliriz. Psikolojinin hedefi; tanımlamak, açıklamak, önceden tahmin etmek ve kontrol etmektir. Psikolojik yaklaşımlar; *Biyolojik Yaklaşım *Bilişsel Yaklaşım *Davranışsal Yaklaşım *Psikoanalitik Yaklaşım *İnsancıl Yaklaşım *Kültürlerarası Yaklaşım Psikolojinin araştırma yöntemleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz; 1-Vaka çalışmaları 2-Doğal gözlem 3-Anket çalışmaları 4-Korelasyona dayalı araştırma 5-Deneysel araştırma
6-Çok yönlü araştırma BEYNİN YAPISI Beynimiz yaklaşık 2 kg ağırlığındadır. Beynimiz şekerle çalışır ve 2 gruba ayrılan 1 trilyon hücreden, 100 milyar nörondan oluşur. Beynin 3 ana bölümü vardır; a)
Beyin Sapı-İlkel Beyin
B)
Limbik Sistem-Üst ve Alt Beyini Ayıran Sınır
C)
Neokorteks-Düşünme Faaliyetinin Gerçekleştiği Alan
ZİHNİN YASALARI 1)
Sebep-sonuç ilişkisi; geçmiş-gelecek ve şimdi
2)
Bedensellik yasası; düşünce ve neden ilişkisi
3)
Beklenti yasası; algıda seçicilik
4)
Bilişsel uyumsuzluk yasası; olumsuz ve olumlu düşünce aynı anda varolamaz
5)
Tersine dönme yasası
6)
Eylemsizlik yasası
7)
Israr yasası
SİNİR SİSTEMİ 2 ana bölümden oluşur; a- Merkezi Sinir Sistemi 1)
Beyin; arka beyin, orta beyin, ön beyin ve beyin kabuğundan oluşur
2)
Limbik sistem: duyuların ve hafızaların etkin olduğu bölge
B- Çevresel Sinir Sistemi 1)
Somatik Sinir Sistemi: Merkezi sinir sistemi ile organlar arasında bilgiyi taşıyan
2)
ANS-Otonom Sinir Sistemi: Üstünde düşünmediğimiz otomatik olarak kendiliğinden
gerçekleşen
İç salgı sistemimizde hormon üreten 7 tane bez vardir; 1)
Troid bezi; tiroksin hormonu salgılar. Hormon salgılayarak metabolizmayı düzenler. Fazlası
konsantrasyon ve algı problemi, azlığı uyuşukluk yaratır. 2)
Paratiroit bezi; fazlası uyuşukluk ve hareketsizlik, kondisyonda zayıflık, azı aşırı duyarlı
seğirme ve titreme yaratır. 3)
Pineal bez; melatonin hormonunu salgılar. Çocuklarda büyümeyi sağlar. Karanlıkta salgılanır.
Işığa duyarlıdır. Saat 1-5 arası salgılanır. 4)
Pankreas; insülin salgılayarak kan şekeri seviyesini düzenler. Bozukluğunda diyabet
hastalığına yol açar. 5)
Gorıad; erkek testislerin ürettiği, kadınlarda yumurtalığın ürettiği hormonlardır. Erkeklerde
testosteron fazlalığında saldırganlık ve şiddet eğilimi artar. Kadınlarda fazla östrojen salgılanmasında cinsel iştah ve annelik dürtüleri artar. 6)
Hipofiz bezi; hormonal şeftir. Tüm hormonal sistemleri kontrol eder. Ön ve arka kısımlara
ayrılır. 7)
Böbrek üstü bezleri; adrenal korteks ve adrenal medulla olarak ikiye ayrılır. Stresle
mücadelede katkı sağlar. DUYUM VE ALGI Duyular, duyu organlarından gelen elektrik sinyallerinin beyin tarafından işlenmesinden sonra meydana gelen bilgi parçacıklarıdır. Algı, yüzlerce duyuyu birleştirdikten sonra meydana gelen anlamlı duyusal deneyimlerdir. Her bir duyumun beyinde bir anlamı vardır. Mutlak eşik, gelen titreşimlerin belli bir enerjinin üstünde olmasını gerektirir. Fark eşiği, bir uyarıcının farkına ne zaman vardığımızı belirler. Eşik altı algılar bilinçaltı algımıza hitap eden bazı görüntüler ve seslerdir. Gestalt; bilgiyi yorumlamada kullanılan yeni bir yöntemdir. Karmaşık algılar oluşturmak için yüzlerce temel parçacığı birleştirdiğimize inanır. Algıda Değişmezlik Biçimleri: a) Boyut Değişmezliği: Bir nesneyi uzaklığına bakmaksızın aynı büyüklükte görme eğilimine denir. b) Şekil Değişmezliği: Görüş açısı ne olursa olsun, bir nesnenin biçimini değişmeden algılama eğilimine denir. c) Parlaklık ve Renk Değişmezliği: Tanıdık bir nesneyi ışık koşulları ne olursa olsun aynı renkte algılama eğilimine denir.
DÜŞLER, HAYALLER VE RÜYALAR Düş/hayal; düşük seviyede farkındalık gerektiren, genellikle otomatik süreçler esnasında meydana gelen ve uyanıkken fantezi ya da düş kurmayı kapsayan bir durumdur. Uyku ve rüya; uyku halinde olduğumuzda yaşadığımız eşsiz bir bilinç durumudur rüya. Uyku 4 evreden oluşur ve bir döngü söz konusudur. 1. Evre alfa konumudur. REM dönemi 1. Evrenin 10 dakikasını kapsar. BİLİNÇ VE BİLİNÇALTI İlk duyulan veri veya Bilgi önce bilinçaltına alınır. Aynı bilgi tekrarlanırsa tartışmasız kabul görür. 4.Bilinçsiz yeterli 3.Bilinçli-yeterli 2.Bilinçli-yetersiz 1.Bilinçsiz-yetersiz ÖGRENME 1.
Klasik koşullanma (Pavlov Deneyi)
2.
Edimsel koşullanma (Ceza, Ödül)
BELLEK TİPLERİ VE GÜÇLENDİRME YÖNTEMLERİ 1)
Duyusal Bellek (amygdala)
a.
Görsel Bellek
b.
İşitsel Bellek
2)
Kısa süreli bellek (korteks); çalışma belleği (dikkat etmek, depolamak, tekrarlamak)
3)
Uzun süreli bellek (korteks); Anıların kaydedildiği bellek
a)
İfade edilebilir bellek
b)
İşlemsel bellek
Yöntemler; yerleşim ve asma yöntemi olarak ikiye ayrılır.
Kısa Süreli belleği daha az meşgul etmek için parçalara ayırırız, kümelendiğinde daha fazla bilgiyi aklımızda tutarız. PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR 1-
Panik Atak; durumsal, durumsal yatkınlık gösteren ve gerçek panik atak olarak görülür.
Panik atakta kaygı daha baskındır, durup dururken olabilir. Nefes alışverişini yavaşlatmak, zihni başka yöne kanalize etmek iyi gelir. 2-
Hiperaktivite-dikkat eksikliği; 3 farklı mekanda aynı davranışı sergiler. Ayrı ayrı ve ikisi
birarada yaşanabilir. 3-
Depresyon; kişinin sosyal işlevlerini ve günlük yaşama dair etkinliklerini rahatsız edecek,
bozacak dereceye ulaşmış üzüntü, keder durumudur. 4-
Sosyal fobi; olumsuz tepkiler almaktan, onaylanmama ve kabul edilmeme korkularıdır.
Ergenlik döneminde daha sık karşılaşılır. TERAPİLER 1-
Psikanaliz
2-
Davranış Terapileri
3-
Bilişsel Terapi Duygu ERTEN
DEĞERLENDİRME: NOT:
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
KİŞİLİK PSİKOLOJİSİ DUYGUSAL ZEKÂ Duygusal zekâ, yaygın ifadesiyle “EQ” bir insanın kendisine veya başkalarına ait duyguları anlama, sezinleme, yönetme ve yönlendirme yetisi, kapasitesi ve becerisi ölçümüdür. 1985 yılında ABD’de bir doktora öğrencisinin doktora tezi çalışmasında “ Emotional İntelligence” kavramına yer verilmiştir. Başarı için önemli görülen empati, duyguları ifade etme ve anlama, mizacı kontrol etme, bağımsızlık, uyum sağlayabilme, beğenilme, kişiler arası sorunları çözme, sevecenlik, saygı gibi duygusal nitelikleri betimlemek için kullanılan bu kavram, 1995 yılında Daniel Goleman’ın Duygusal Zeka adlı kitabını yayınlamasıyla daha çok konuşulmaya başlanmıştır. Duygusal zekâ üzerine yapılan araştırmaları ile bilinen Prof. Jack MAYER, Peter SALOVEY ve David CARUSO duygusal zekâyı iki farklı şekilde kavramsallaştırmıştır. - Duygusal Bilgilerin İşlenmesi İçin Yeteneklerin İşlenmesi - Kişilik Özelliği Kümesi Yetenek modeline göre, duygusal zekâ, yeteneklerin, kendinin ve diğerlerinin duyguları hakkındaki bilgileri yönlendirmek ya da sürece sokmak için kullanılması anlamına gelir. 1- Duygusal Algı: Duygusal mesajları, yüz ifadeleri, ses tonu ve sanat işlerini içine alacak şekilde ve çeşitli bağlamlarda ifade edilecek düzende kaydetme, devam ettirme ve çözme yeteneğidir. Duygusal algılaması yüksek olan insanlar çevreleri hakkında daha çok bilgi sahibi olduklarından adaptasyonları da kolay olur. 2- Duygusal Entegrasyon: Düşünceleri kolaylaştıran duygulara erişme ve oluşturma yeteneğidir. Duygular bilişsel sistemimize belirli düşünceler olarak girebilirler. Düşünce ve duygu bütünlüğü bu şekilde sağlanmış olur. Buna göre duygusal bütünleşme yeteneği yüksek olan insanlar duygusal mod değişimlerine göre dünyaya daha fazla farklı açılardan bakabilirler. Bu ise daha fazla yaratıcılık demektir.
3- Duygusal Anlayış: Duyguların etkilerini kavrayabilme yeteneğidir. Duyguların birbirine nasıl bağlı olduğu nasıl değiştiği ve bunun ilişkilere yansımasını kavrayabilmektir. 4- Duygusal Yönetim: Duyguları düzenleme, duyguları kontrol edebilmedir. Duygusal kontrol farklı durumlara göre doğru seçimi yapabilmektir. Daniel Goleman ise EQ’nun IQ’dan daha önemli olduğunu kanıtlıyor. Duygusal zekâyı, öz bilinç, azim, dürtülerini frenleme, başkalarının duygularını paylaşabilme gibi özellikleri içeren bir zekâ olarak tanımlıyor. Araştırma bulgularına gör, duygusal zekâ yoksunluğu, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda kötü sonuçlar doğurabiliyor. Ancak, Dr. Goleman’a göre duygusal zekâ doğuştan gelen bir özellik değil. İnsan beyninin yapısı dolayısıyla çocuklukta alınan duygusal dersler, yaşam boyunca davranış tarzını belirliyor. Daniel Goleman’ın duygusal yeterlik envanterinde değerlendirilen faktörler ise; 1- Öz-Bilinç: Duygusal öz bilinç, kendini doğru değerlendirme, kendine güven 2- Sosyal Farkındalık: Empati, Organizasyonel farkındalık, hizmet oryantasyonu 3- Öz Yönetim: Kendini kontrol, güvenilirlik, bilinçlilik, uyumluluk, başarı yönetimi, girişim 4- Sosyal Beceri: Diğerlerini geliştirme, liderlik, etki, iletişim, çatışma yönetimi, bağ kurma, takım çalışması Bilişsel- Davranışçı terapistler okulda ve iş yerlerinde EQ’yu artırmak için uygulanmak için çeşitli eğitim programları tavsiye etmektedir. Duygusal farkındalığı artırmak için kendini izleme metodu kullanılabilir. Duygusal mod değişimleri için farkındalık kazanılır. Sıkıntılı duyguları yönetebilmek için kendini düzenlemek(denetim altına almak) bir başka metottur. SONUÇ Duygusal zekâsı yüksek olanlar fiziksel olarak daha sağlıklı olur, iş ve akademik başarıları daha yüksek olur, çevrelerindekilerle daha iyi anlaşır, davranış problemleri azalır, şiddete daha az eğilimli olur, psikolojik açıdan daha sağlıklı olur, problem çözmede daha başarılı, stres yaratan olaylar karşısında daha dayanaklı olur. IQ ve EQ birbirine karşıt değildir, birbirinden ayrı yetilerdir. Hepimizde akıl ve duygusal hassasiyet bir aradadır. İkisinin de bazı yönleri arasında az da olsa bağlılık vardır. Ancak bu o kadar az ki birbirinden bağımsız olduklarının bir göstergesidir.
KAYNAKÇA 1-St. Clements University/Türkiye yayınları, Mutlu Olmanın Yolları 2-Daniel Goleman/Varlık yayınları, Duygusal Zekâ Afet YAKUPOĞLU DEĞERLENDİRME: NOT:
STRES İLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI Günümüzdeki anlamıyla stres Hans Selye tarafından “vücudun herhangi bir değişiklik talebine karşı verdiği belirsiz tepki “tanımıyla ortaya atılmıştır. Selye laboratuvar hayvanları üzerinde sayısız deney yapmıştır. Selye, bu hayvanlarda sürekli stresin, insanlarda görülen kalp krizi, felç, böbrek hastalıkları, eklem iltihabı gibi çeşitli benzer hastalıkların baş göstermesine neden olabileceğini göstermiştir. O zamanlarda, çoğu hastalığa belirli ama farklı patojenlerin neden olduğuna inanılıyordu. Selye ’nin ortaya attığı şey ise bunun tam tersiydi ve birbirinden farklı travmaların sadece hayvanlarda değil insanlarda da aynı hastalığa sebebiyet verebileceğini söylüyordu. Selye’nin teorisi büyük ilgi görerek kısa sürede günlük hayatta yaygın olarak stres tanımı kullanılır hale geldi. Bazı insanlar stres kelimesini aşırı bunalmaya, kötü patron ya da maruz kaldıkları diğer bazı tatsız durumları ifade etmek için kullanıyor. Diğerleri de stresi ülser veya kalp krizi gibi olayların tekrar etmesinin bir sonucu olarak algılıyor. Selye bu kavramın yüzyıllar boyunca fizikçiler tarafından cismin dış kuvvet etkisiyle sıkıştırılıp gerdirdikten sonra tekrar eski halini alabilmeyi ifade eden esnekliği açıklamak için kullandıklarını bilmiyordu. Bu durum, Selye’nin daha çok yanlış anlaşılmaya neden oldu. Aslında gerilimi tanımlamak için kastettiği şeyi karşılayacak uygun bir kelime ya da kalıp yoktu. Stres hep olumsuz kavram olarak algılandığı için olumlu yönleri göz ardı edilmekte Selye de bu yüzden tetikleyici tepkiden ayırmak için bu kavramı stres etkeni diye türetmek zorunda kalmıştır. Uyaranlar kişiden kişiye değişiklik gösterir kimimize göre bir nokta düşük iken diğerine göre uyaran noktası zirve konumunda burada önemli olan stresin bizi zorlamaya başladığını gösteren semptomlara karşı duyarlı olmamızdır. Selye tüm hayatı boyunca strese uygun bir tanım bulmak için uğraştı. İnsanlar ne demek istediğini hayvanlar üzerinde yaptığı araştırmaları insanlara uyarladı ve stresi “vücuttaki yıpranma oranı “ olarak yeniden tanımladı. Stres daha öncede belirttiğim gibi kişiden kişiye farklılık gösterdiği gibi bazen de kendi stresimizi kendimiz yaratırız. Tüm bu karşılıktan stresin ortak bir tanımını yapamıyoruz fakat bütün deneysel ve klinik araştırmalarımızın da doğruladığı gibi, olaylar karşısında huzursuzluk yaratır ve streste bunula ilgilidir. Yapılan deneyde askerin stres durumu ölçme hedeflenerek 17 reçeteli ilaç verilen kişilerdeki ruh halleri araştırılmış ağır depresif ilaçların kişideki çok büyük boyuttaki etkisi nedeniyle fiziksel değişim ile beyine yaptığı olumsuz etkiler gösterilmiştir. Ailelerin söylemleri doğrultusunda askerlerde gizlenen durum sanki çok yaşlı birine bakıyormuşçasına büyük bir değişim olduğu ve ağır etkisinden dolayı kişiler uykuda beyin kanaması geçirerek ölüyorlar. Zihinsel değişime neden olan ilaçların savaşla ilgili semptomlar kalıcı hale gelmekle kalmayıp durumu daha da kötüleştirdi. Bununla da yetinmeyip ilaç dozunu artırarak şüpheli ölüm altında kişiler deney olarak kullanıldı. Aşırı, beslenme yetersiz beslenme, aşırı alkol ve kafein tüketimi günlük yaşamın baskılarıyla başa çıkma yöntemlerimizden bir kaçıdır.
Fakat ne gariptir ki, bu davranışların yanı sıra, davranışlar stresi çok nadir olarak azaltır. Kötü hissetmenize neden olur. Stres, çeşitli uyarılara karşı ruhsal, fiziksel ve davranışsal olarak verilen tepkidir. Stres, sinir sistemini ve endokrin sistemini harekete geçirir. Uyarım durumu uzun sürerse deride ve beyinde değişiklikler meydana gelebilir. Stres, fiziksel ve ruhsal yoğunluğa sebep olabilir. Hastalığa yakalanma ihtimalinizi artırır. Zaman Yönetimi 1.
Günlük yapılması gerekenler listesi oluşturun her gün listenizi oluşturmak için kendinize bir
saat belirleyin. 2.
Listeyi gerçekçi bir şekilde oluşturun.
3.
En önemli görevleri, maddelerin başına A harfi koyarak öncelik kazandırın, orta
önceliktekilere B. Düşük öncelikle olanlara da C harfi koyun. Her ne kadar başında C bulunan görevler daha kolay görünse de, siz önce başına A bulunan görevleri yerine getirmek için çabalayın. 4.
Zamanınızı listenize göre düzenleyin.
Spor Egzersiz yapmak, stresin yarattığı enerjiyi dışa vurmanın en iyi yoludur. Gevşeme Teknikleri Kontrollü nefes alıp verme, aşamalı kas gevşetme güdülenmiş görsellik tekniği, yağa ve meditasyon stresi azaltan etkili yöntemlerdendir. Değiştiremiyorsanız Kabullenin Eğer bir sorun artık kontrolünüz dışındaysa bırakın gitsin. Destek Alın Eğer stres seviyeniz yüksekse, endişelerinizi arkadaşlarınızla ve ailenizle paylaşın. Aynı zamanda desteğe ihtiyaçları olduğunda siz de onlara yardım edin. Büyük Stres Altında Olduğunuzu Bilin Bu maddeler stres seviyenizi belirleyerek en büyük kaynaklardır. •
Yeme ve uyku problemleri
•
Artan bunalım ve yorgunluk hissi
•
Konsantre olamama
•
Aşırı sakız çiğneme ve diş çürümesi
•
Sabırsızlık, öfke veya kontrolsüz sinirlenme
•
Dengesiz ilişkiler ve yalnızlık duygusu
•
Davranışlarda istenmeyen değişimler
•
Aşırı alkol veya ilaç tüketimi
•
Sık yaşanan baş, sırt, kas veya mide ağrıları
•
Sık yaşanan hastalık, kaza ve yaralanma olayları
Zaman kontrol yöntemlerinin en büyük engellerden biri ertelemeye yönelik doğal eğilimdir. Başlamak için ihtiyaçlarımız olan ipuçları; 1.
Parçalara ayırma
2.
Görevleri yönetmek
3.
Çevresel kontrol
4.
Beş dakika kuralını uygulayın
5.
Molalar
Dinlenin Kontrollü nefes alın, oturun ya da uzanın, bir elinizi karnınıza yerleştirin derin nefes alın. Sıkı bir yumrukla başparmaklarınızı birbirine kenetleyin. 5 – 10 sn. sonra serbest bırakın. İyi bir kahkaha doğal bir yükselim yaratabilir ve günlük hayatta yaşanan stresin azalmasına yardımcı olur. Zorlukların üstesinden gelebileceğinize inanırsanız, sadece başarı şansınızı yükseltmekle kalmaz, aynı zaman da onlarla yüzleşmekten de korkmazsınız. Sabrınızı ve enerjinizi yeniden kazanmak için stres yaratan durumlardan geçici olarak kaçın. Yanınız da olmasından hoşlandığınız arkadaşlarınızla iyi ilişkiler kurun. Stres ve kaygı, vücudunuzun acil durumlara tepki olarak gösterdiği ‘savaş ya da kaç’ içgüdüleridir. Korku ve endişelerde bu tepkiye neden olur. Stres yaratan bir durum olduğunda vücudunuz tehlikeyi sezer ve kan dolaşımınıza hormon salgılayarak tepki verir. Kalp atışlarınız, nefes alıp verişlerinizi ve diğer fiziksel süreçlerinizi hızlandırır ve tehditten sakınmak için sizi hızlı bir şekilde tepki vermeye hazırlar. Yapılan bazı çalışmalara göre, ileri yaşlardaki yetişkinlerin sahip olduğu stres ve kaygı aşağıdaki maddelerle ilişkilendiriliyor.
•
Kalp ve damar hastalıkları gibi artan sağlık problemleri
•
Hayattan keyif alma ve zinde hissetme duygularında azalma
Stres ve Yaşlanma Çoğu zaman yaşlılığı da beraberinde getiren ve hem kısa süreli hem de kronik strese neden olabilen karşılaştığımız zorluklar arasında aşağıdaki maddeler bulunabilir. •
Alzheimer ya da kanser gibi ciddi hastalıklar
•
Kalp hastalığı, diyabet ve eklem hastalıkları gibi birden fazla sağlık durumu
•
Yürüyüş yapamaz veya araba kullanamaz hak gelmek gibi fiziksel kısıtlamalar
•
Kronik ağrı
•
Emeklilik
•
Kısa dönem hafızada zayıflama gibi değişen hayat koşulları
•
Sevilen birini kaybetme ve yas.
Stresin Belirtileri •
Endişe, kaygı ya da panik atak
•
Üzüntü veya depresyon
•
Baskı ve acele altında hissetmek
•
Asabiyet ve huysuzluk
•
Uyku problemleri
•
Bunalmış ve çaresiz hissetme
•
Aşırı ya da yetersiz beslenme
Stres Belirtileri ve İşaretleri Stresle Başa Çıkmak Uzun bir süre boyunca stres altında hissetmenin vücuda zararları şöyle: 1.
Kan basıncının artması
2.
Bağışıklık sisteminin zayıflaması
3.
Felç ve kalp krizi riskinin artması
4.
Daha çabuk yaşlanma
Stresin Nedenleri İç faktörlere verilen örnekler: •
Düşünmek, yüksek beklentiler, zorluklar
•
Kabullenmeme
Dış faktörlere verilen örnekler: •
İş hayatıyla ilgili sorunlar
•
Sürekli sağlık sorunları
•
Temel yaşam değişiklikleri
•
Manevi problemler
Çocukluk Stresinin Yaşam Boyu Sağlığa Etkisi İnsanoğlu stres derken zamanlarda, hatta daha doğmadan önce tecrübe etmeye bağlar. Belli bir miktarda stres normaldir ve hayatta kalmak için gereklidir. Stres çocukların yeteneklerini geliştirmelerine ve hayat boyu kargılarına çıkan yeni ve potansiyel tehlike barındıran durumlara uyum sağlamalarına yardımcı olur. Stres bir çocuğun kaldırabileceğinden daha fazla olduğu taktirde, faydalı etkileri de azalır. Erken beyin gelişimine, bağışıklık ve sinir sistemlerinin gelişimine zarar verebilir. Şiddet Türleri Ulusal Bilim Konseyi’nin mevcut araştırmalara dayanarak belirlediği üç şiddet türü ve tanımları aşağıdaki gibidir. Pozitif Stres: Kısa süreli istenmeyen olaylar sonucu oluşan strestir. Çocuklar yeni bir yuvaya yazıldıklarından, aşı olacaklarında, insanlarla tanıştıklarında ya da bir oyuncakları ellerinden alındığında pozitif stresle karşılaşabilirler. Tolere Edilebilir Stres: Örnek olarak, sevilen birinin ölümü, doğal afet, korkunç bir kaza ayrılık veya boşanma gibi aile parçalanmaları verilebilir. Toksik Stres: İstenmeyen olaylara uzun süre maruz kalınmasının sonucunda oluşan strestir. Toksik stres, haftalar, aylar, hatta yıllar gibi uzun bir süre boyunca istenmeyen olaylara maruz kalmanın sonucu oluşur. Çocuk tehdit altında hissettiği zaman salgıladığı hormonlar bütün vücudunu dolaşır. Stres hormonlarına uzun süreli maruz kalmak beyni ve işleyişini çeşitli şekillerde etkileyebilir. Toksik stres beyin merkez durumlarda beynin gerilemesine bile neden olabilir.
Kortizol Yüksek Seviyeli Stres: Hormonları vücudun bağışıklık tepkisini bastırabilir. Olumsuz Çocukluk Deneyimleri Çalışmaları: Araştırmacılar özellikle katılımcıların tecrübe ettikleri aşağıdaki on olumsuz deneyime odaklanmıştır: İstismar: Duygusal, fiziksel, cinsel İhmal: •
Şiddete başvuran anne
•
Madde bağımlılığı
•
Akıl hastalığı
•
Ebeveynlerin ayrılması veya boşanması
•
Hapse giren aile üyesi
Çocuklara Kötü Davranmanın Sağlığa Ve Davranışlara Etkisi •
Kadınların % 25‘i ve erkeklerin % 16‘sı küçük yaşta cinsel istismara maruz kaldığını söylüyor.
•
Çocuk yaşta cinsel istismara uğrayan katılıcılar çoklu OÇD geliştirmeye daha yatkındır.
•
Kadınlar ve erkekler intihar bulunmaya iki kat daha fazla yatkındır.
•
Cinsel istismara uğrayan erkeklere ve kadınlar evlendiklerinde alkolizm ve daha başka evlilik
sorunlarıyla yüzleşme riskleri daha fazladır. Çocukluk Stresinin Yaşam Boyu Sağlığa Etkileri •
YGS ‘ ye maruz kalma miktarı alkole, yasa dışı uyuşturucuya ve ilaçlara duyulan bağlılık ve
depresyon riski de artar. •
Çocuk yaşlarda fiziksel istismara, cinsel istismara ve YGS ’ye maruz kalma, erkeklerin YGS
olaylarını bildirmeye 3-8 kat daha fazla yatkın olmasına yol açıyor. OÇD ve Sağlığa Yönelik Davranışlar •
Yüksek OÇD puanı olan katılımcıların alkolizme yakalanma riski daha fazladır.
•
Yüksek OÇD puanı olanların alkolik biriyle evlenmeleri daha olasıdır.
•
Katılımcıların yüksek OÇD puanına sahip olanların hayatları boyunca depresif bozukluklar
yaşama olasılıkları daha yüksektir. •
Çocuğa gösterilen kötü muamelenin önlenmesi, koşullar ve muameleye neden olan faktörleri
anlamayı gerektirir. Ebeveyn Eğitimi: Grup düzenlemesi çerçevesinde oluşan eğitimsel programlar, risk faktörlerinin azaltılması ve çocuklara yapılan kötü muameleye karşı koruyucu faktörlerin genişletilmesi için kullanılır . Bu model de ebeveynlere yeni beceriler kazandırır ve onlara bu becerileri güvenli bir çevrede kullanma olanağı sağlar. Bu programın çocuklarda şiddetli beynin travmalarının oluşumunu azalttığı tespit edilmiştir. Çocuk eğitimi Amerika’da ki pek çok okul, çocukların istismardan kaçınmaları veya istismarı bildirmeleri için müfredat sağlar. Araştırmalar bu yöntemin risk faktörü bir çocuğun ebeveyni veya bakıcısının istismara veya ihmale yönelen davranışlarının artması sonucu çocuğun bu durumun bir kurbanı haline gelme olasılığının da artması faktörüdür. Aile – Çocuk Merkezleri Ebeveyn eğitimi genellikle kapsamlı aile-çocuk merkezlerinde verilmektedir. Bu merkezler ebeveyn ve çocuklarının etkileşim sağlayabileceği istikrarlı bir ortam sunar. Ebru MİDİLLİ DEĞERLENDİRME: NOT:
TEMEL PSİKOLOJİ SERTİFİKA PROGRAMI Psikoloji; davranışların ve zihinsel süreçlerin sistematik ve bilimsel bir şekilde incelenmesidir. Psikolojinin hedefleri; tanımlamak, açıklamak, önceden kestirmek ve kontrol etmektir. Psikoloji 1900’lerin basında bir bilim dalı olarak tartışılmaya başlanmıştır. 1887 yılında Almanya’da ilk psikoloji laboratuvarı yapısalcılık yaklaşımını savunan Wilhelm Wundt tarafından kurulmuştur. Gelişim Psikolojisi, Fizyolojik Psikoloji, Deneysel Psikoloji, Kişilik Psikolojisi, Klinik Psikoloji ve Sosyal Psikoloji olarak altı temel bölümde incelenir. Araştırma yöntemleri; Doğal gözlem, vaka çalışmaları, anket çalışmaları, korelasyona dayalı araştırma, deneysel araştırma ve çok yönlü araştırmadır. PSİKOLOJİDE YAKLAŞIMLAR (EKOLLER) YAPISALCILIK (Zihnin Yapısı ile ilgili Psikoloji) Kurucusu Wundt, asıl savunucusu Titchener’dir. - Davranışların kaynağı (oluşturucusu) zihinsel yaşantılardır. Psikolojinin konusu zihnin yapısını incelemek olmalıdır der. Yöntem olarak, kişinin kendini gözlemesi ve anlatmasına dayanan iç gözlem (içe bakış) yöntemi kullanılır. DAVRANIŞÇILIK Kurucusu Watson, diğer temsilcileri Thorndike ve Skinner’dir. - Yapısalcılığa karşı olarak ortaya çıkmışlardır. Psikolojinin konusu olan davranış, kişinin kendisi tarafından değil, başkaları tarafından gözlenebilen, ölçülebilen eylemler olmalıdır der. İŞLEVSELCİLİK (Zihnin Görevleriyle ilgili Psikoloji) Temsilcileri W. James ve J. Dewey’ dir. - Yapısalcıları eleştirirler. Aynı zamanda davranışçılığı da eleştirirler. Zihinsel süreçler soyut bir şekilde incelenemezler. Çünkü bir davranışın yalnızca zihinsel temele dayanmadığı açıktır. Bilincin yapısından ziyade işlevi önemlidir. Her davranışın bir görevi, bir işlevi vardır. - Bilinçle birlikte, insanın ihtiyaçlarını karşılama amacıyla başvurduğu çevreye uyum davranışları da incelenmelidir. Çünkü davranış çevreye uyum sürecidir.
BİLİNÇALTI PSİKOLOJİSİ (Psikodinamik-Dinamik-Derinlikler Psikolojisi) Kurucusu S. Freud, diğer önemli temsilcileri Adler, Jung, E. Fromm’dur. - Davranışın kaynağı bilinçaltı olabilir. Bilinçaltı, insanın doğuştan gelen bazı eğilimleri-cinsellik, saldırganlık gibi- ile istenmeyen geçmiş yaşantıların bastırıldığı bir bölümdür. Bilinçaltımız, biz farkında olmadan davranışlarımızı etkiler. BİYOLOJİK YAKLAŞIM Temsilcisi, Adolf Mayer’ dir. - Davranışın temelini oluşturan kasların hareketi, beynin ve sinir sisteminin kimyasal yapısındaki değişikliklerden kaynaklanır. BÜTÜNLÜK PSİKOLOJİSİ (GESTALT PSİKOLOJİSİ) Temsilcileri, Köhler, Koffka, Wertheimer’dır. - Davranışı anlayabilmek için, onu etkileyen iç ve dış uyarıcıların tümünü ve bunların oluşturduğu bütünlüğü bilmek gerekir. HUMANİSTİK (İNSANCIL YAKLAŞIM) Temsilcileri, J. P. Sartre, Maslow, Rogers’ tir. - İnsana dıştan bakarak onun nasıl davranacağını kestirmek olanaksızdır. Çünkü her birinin kendine özgü duygu, düşünce ve amaçları vardır. Her insan ayrı bir dünyadır. Özgürdür ve kendi dünyasını seçerek kendi belirler. İnsan bu dünyada kendini gerçekleştiren tek varlıktır. BİLİŞSEL (ZİHİNSEL) YAKLAŞIM Psikolojide biliş; dünyayı tanımaya ve anlamaya yönelik zihinsel etkinlikleri ifade eder. Nitekim bellek, algılama ve düşünme konularını inceleyen bilgi dalına bilişsel psikoloji adı verilir. Sinir Sistemi 1.
Merkezi Sinir Sistemi
Beyin ve Omurilikten oluşur. İnsan beyni 100 milyar nörondan oluşmaktadır. Öğrenme faaliyeti iki nöron arasındaki birleşme (akson ve dendritin birleşmesi)
ile gerçekleşir. Aksonu sarıp yalıtan
tabakaya Myelin denir. Öğrenmenin kalıcı olması için tekrarlanması gerekir. Omurilik ise beyin ve beden arasında bilgi taşıyan sinir sistemi ile sarılmıştır.
BEYİN Arka Beyin: İlkel otomatik davranışları kontrol eder. Pons: Beyin ve Omurilik arasındaki köprüdür, ayrıca uyku ile ilgili kimyasalları üretir. Medulla: Nefes almak, kalp atışı, kan basıncı gibi hayati refleksleri kontrol eder. Beyincik: Motor hareketleri, denge ve koordinasyonu kontrol eder. Ön Beyin: Beynin en büyük bölümüdür, sağ ve sol yarıkürelerden oluşur. Öğrenmek, bellek, konuşmak ve dil, duygusal tepkiler, duyuları hissetmek, istemli hareketleri başlatmak, plan yapmak gibi fonksiyonları bulunur. Limbik Sistem: Uzun süreli hafıza ve duyguların temelidir. Limbik Sistemde; Hipotalamus hormonal sistem, Amygdala öfke, korku kontrol sistemi, Talamus bilgilerin toplanıp dağıtıldığı sistem, Hippocampus kısa süreli hatıraları kaydeden sistemdir. Orta Beyin: Yemek, cinsellik, para, müzik gibi uyarıcılar tarafından uyarılan ödül veya zevk merkezidir. Görsel ve işitsel refleksleri harekete geçmek üzere uyarır. Kıvrımlı Korteks: Ön beynin yüzeyini kaplayan ince hücre tabakasıdır, dört bölümden oluşur. a.
Frontal Lob: Kişilik, duyular ve motor hareketlerle ilgilidir.
b.
Parietal Lob: Algı ve duyusal deneyimlerle ilgilidir.
c.
Oksipital Lob: Görme merkezidir.
d.
Temporal Lob: Tanımlama, dil ve konuşma, kızgınlık, hoşnutsuzlukla ilgilidir.
NÖROTRANSMİTTER (Beynimizdeki Kimyasallar/Salgılar) ACH: Öğrenme ve hafızayı destekler. Dopamin: Heyecan ile salgılanır. Serotonin: Mutluluk hormonudur. Norepinefrin: Öğrenmede etkilidir. Endorfin: Ağrı ve acıyı keser.
2.
Çevresel Sinir Sistemi
a. Somatik Sinir Sistemi: Merkezi sinir sistemiyle omuriliğimizden çıkıp vücudumuzun çeşitli yerlerinde bulunan kas, bez ve duyu organları arasında bilgi taşıyan bütün sistemleri kapsar. b. Otonom Sinir Sistemi: Kalp ve diğer organların sistematik çalışmasını sağlar. -Sempatik Sinir Sistemi: tehdit edici veya zorlayıcı fiziksel uyarıcılar tarafından tetiklenir. Sempatik bölümün devreye girmesiyle, vücudun tehlikeli durumlarla başa çıkmasında yardımcı olur. -Parasempatik Sinir Sistemi: Fizyolojik uyarımı azaltarak, sakinleştirir. Ayrıca yemek sırasında sindirimi de devreye sokar. İç Salgı Sistemi Vücudun çeşitli yerlerinde sayısız bezden oluşur. Bu bezler organları, kasları ve vücuttaki diğer bezleri etkileyen kimyasalları / hormonları salgılar. Tiroit Bezi: Tiroksin hormonu salgılar. Fazla çalışması kişide hızlı metabolizma, kilo kaybı ve sinirlilik yaratır. Az çalışması ise konsantrasyon kaybı yaratır. Paratiroit Bezi: Fazlası uyuşukluk ve hareketsizlik yaratır. Azı aşırı duyarlılık, seğirme ve titreme yaratır. Pineal Bez: Melatonin hormonu salgılar. Çocuklarda büyümeyi sağlar. Karanlıkta gece 1-5 saatleri arasında salgılanır. Pankreas: Mide ve ince bağırsak arasında bulunan organımızdır ve insülin salgılar. Azı diyabet hastalığına, fazlası hipoglisemiye yol açar. Ganotlar / Gorıad: Vücuttaki cinsel gelişmeyi ve cinsel organların büyümesini sağlar. Erkekte testosteron; fazlası saldırganlık ve asabiyet oluşturur. Kadında östrojen; fazlası aşırı annelik duygusu ve artan cinselliğe sebep olur. Hipofiz Bezi: Vücudun şef hormonal bezidir. Ön / Anterior Hipofiz Bezi: Vücuttaki büyümeyi düzenler. Arka / Posterior Hipofiz Bezi: Vücuttaki su ve tuz dengesini sağlar.
Böbrek Üstü Bezleri: Adrenal Korteks: Vücuttaki su ve tuz dengesini sağlar, stres ile mücadelede etkindir. Adrenal Medulla: Stres ve acil durumlarda etkin iki hormon salgılar. Bunlar adrenalin/epinefrin ve noradrenalin/norepinefrindir. BİLİNÇ VE BİLİNÇALTI Anne karnında 5. Haftadan itibaren beyin kayıt yapmaya başlar. Bilinçaltı duyguların depolandığı merkezdir. Görevi insanın hayatta kalmasını sağlamaktır. Çoğu kez korku ve kaygılar oluşturabilir, amacı insanı korumaktır. Bilinçaltı 3 yaşındaki çocuk gibidir. Doğru ve yanlış muhakemesi yapmadan kabul eder. PSİKOLOJİK HASTALIKLAR Panik Atak: Belirtiler: Nefes darlığı, terleme, çarpıntı, taarruz var hissi. Durumsal Panik Atak: Kişi her o ortama girdiğinde / her o düşünce geldiğinde panik atak gerçekleşir. Durumsal Yatkınlık gösteren Panik Atak: Kişi her o ortama girdiğinde / her o düşünce geldiğinde atak gerçekleşmez, bazen gerçekleşir. Gerçek Panik Atak: Herhangi bir çevresel sebebi yoktur. Tekrarlanma süresi en fazla 6 aydır. Anksiyete ile karıştırılabilir. Anksiyete kaygı bozukluğudur. Panik atakta ise baskın kaygı yaşanır. Vücut hızlanır, duygu ile fizyolojik hız gelişir ve bu hız duyguyu arttırır ve bir döngü oluşur. Bu hastalık psikiyatr tedavisi ile iyileşebilir. Hiperaktivite – Dikkat Eksikliği: Teşhis 7 yaşından önce koyulur. Çocuk kendi evinde, okulda, başkasının evinde hastalığını sergiler. Tedavisinde takvim yöntemi veya anlaşma yöntemi uygulanabilir. Depresyon: Pek çok psikolojik bozukluğun başlangıcına sebep olabilir. Belirtiler: Kişide hüzün, mutsuzluk, acı, keder, umutsuzluk, vb. uzun süre artarak devam eder. Hormonal bazı değişiklikler de sebep olabilir. Depresyona giren kişilerde genelde süper ego yüksektir. Yüksek beklentiler ve bunların gerçekleşmemesi kişide depresyon oluşturabilir.
Depresyon davranışsal terapi ve/veya ilaç tedavisi ile geçebilir. Anksiyete: Aşırı kaygılanma, en kötü senaryonun gerçekleşeceğine inanmaya bağlı olarak hayatta kalma çabasıdır. Belirtiler: Baş ağrısı, terleme, göğüste sıkışma gibi otonom sinir sistemi belirtileri olur. Korku sebebiyle vücut savunmaya geçer ve kendini maximum güç ile kullanır. Anksiyetede korkunun sebebi bilinmez, kroniktir, devamlı korku ve kaygı vardır. Geçmişi bugüne karıştırmamak gereklidir. Bugün ve geleceğe odaklanılmalıdır. Kişi öncelikle kendini düşünmelidir. Sosyal Fobi: Utanç verici bir durum, eleştiri, onaylanmama korkusudur. Süper egosu yüksek kişilerde görülür. Fiziksel Belirtiler: Yüz kızarması, ses kısıklığı, el terlemesi, vb. Zihinsel Belirtiler: Güçsüzüm, yetersizim, yapamayacağım duygusu, vb. Davranışsal Belirtiler: Ortamı terk etme, göz teması kuramama, başlamaktan korkmak, vb. Genellikle ergenlik döneminde başlar (12-24 yaş arası). Korkulan duruma kademeli olarak maruz bırakılarak, kişi tedavi edilir. Fobi: Hayatta kalma, koruma içgüdüsüdür. Bilişsel ve davranışsal terapi uygulanır. Regresyon ile kişi çocukluğuna döndürülerek sorunun sebebine ulaşılmaya çalışılır. Hipnoz uygulanan bir yöntemdir. DUYUM VE ALGI Her duyu organımızın beynimizde bir anlamı vardır. Meydana gelen değişimi algılayan bir eşik vardır. BİLİNÇ Düş Kurmak ve Fantezi: Gerçekte var olmayan şeyleri hayal etmektir. Uyku ve Rüya Görmek: Bir gecede ortalama 2 saat sürer. Meditasyon: Kendini uyku öncesindeki alfa konumuna getirmektir. Hipnoz: Telkine yatkınlık gösteren bir tür uyku-uyanıklık arası haldir.
ÖĞRENME Klasik koşullanma Pavlov’un koşullanma deneyinden açıklanabilir. 1.
Koşulsuz uyarıcı (yemek)
2.
Koşulsuz tepki (salya)
3.
Koşullu uyarıcı (ayak sesleri / zil)
4.
Koşullu tepki (salya)
Edimsel Koşullanma İstenilen bir davranışın koşullanmasıdır. Davranışın devamlılığı için pekiştireç kullanılır, davranışın yapılmaması için ceza uygulanır. KİŞİLİK Freud’a göre bilinç dışındaki, farkında olmadan yapılan davranışların duygusal yansıması kişiliği oluşturur. Cinsellik kişiliği oluşturan önemli bir etkendir. İD: Bilinç dışı / ilkel / sürekli / doyum arar / acıdan kaçar EGO: Akılcı / mantıklı SÜPEREGO: Toplumsal değerlere ve etik değerlere göre hareket etmektir. Freud’a göre kişiliğin temeli cinselliktir, Young’a göre kültürel-etnik değerler ve dindir, Adler’e göre aşağılık kompleksinden kurtulma çabasıdır, Horney’e göre güvenlik duygusudur, Erikson’a göre ise cinsellik ve anne-baba davranışlarıdır. İnsan gelişiminde ardı sıra gelen evreler vardır. Her evrenin olması gerektiği gibi tamamlanması sağlıklı kişilik oluşumunu sağlar. TERAPİ Psikanaliz: Freud tarafından geliştirilmiş yaklaşımdır. Bilinçaltında bastırılmış duygulara ulaşmaya çalışır. İçedönüktür. Kişinin bu davranışı ilk olarak nerede ve nasıl şartlar altında sergilediğini sorgular. Davranış Terapileri: Davranış öğrenilmiştir, bilinçaltıyla ilgisi yoktur görüşünü benimser. Bunun tedavi edilmesine çalışılır. Nerede ve nasıl olduğu sorgulanmaz.
Klasik koşullanma davranış terapilerinin bir alanıdır, duyarsızlaştırma, pekiştireç, itici uyarıcılarla koşullanma ve model alma yöntemleri kullanılır. Bilişsel Terapi: Kişinin genelleme, silme ve çarpıtma sonucu ortaya çıkan sonucun değiştirilmesine çalışır. Genelleme her hangi bir olayla ilgili sonucun kişinin tüm hayatına entegre etmesidir. Evrensel genellemede kişi “hepsi, herkes, hiçbiri vb” kelimelerini kullanarak durumunu ifade eder. Amaç genellemenin ortadan kaldırılmasıdır. Belirsiz tanımlamaların özüne inilerek, sorunun doğru tanımlanmasına çalışılır. Grup Terapileri: Aile ve Evlilik terapileridir. BELLEK İki kısımda incelenebilir; a.
Kısa Süreli Bellek / Birincil Bellek: Çalışma belleğidir, aktif olunan konuya odaklanır.
Kapasitesi fazla değildir. Kısa sürelidir ve belli miktarda bilgiyi işleyebilir. b.
Uzun Süreli Bellek: Pek çok anıyı kaydettiğimiz alandır. Duyguların merkezi olan Limbik
Sistemdedir. Uzun süreli bellek yaşanan her türlü anıyı kaydeder, hatırlanması için ipucuna ihtiyaç duyulabilir. Eda MİRZALİ DEĞERLENDİRME: NOT:
AİLE PSİKOLOJİSİ Aile ile ilgili tanımlar; *Toplumu oluşturan en küçük birimdir. * Birbirine kan ve evlilik bağı ile bağlanmış iki veya daha fazla sayıda üyeden oluşan gruptur. * Birbirleri ile biyolojik, psikolojik, sosyal ilişkileri ve duygusal etkileşimleri olan bir gruptur. * Kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan; bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir birimdir. Evlilik: iki yetişkin arasında toplumsal olarak tanınan ve onaylanan bir cinsel birleşme ve birlikteliktir. Akrabalık ise, bireyler arasında kan veya evlenme yolu ile bir bağlılığın olması durumudur. Bireyler evlilik yolu ile birbirlerine akraba olurlar. Evlenen tarafların aileleri ve akrabaları arasında da bir akrabalık bağı kurulur. Anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile her toplumda vardır. Çekirdek aileye akrabalık veya kan bağı ile bağlı olan diğer bireylerin katılımıyla da geniş aile oluşur. Büyükanne, büyükbaba, amca, hala, dayı, teyze ile bunların eşleri ve çocuklarının bir arada yaşadığı aileler geniş ailelerdir. Sistem kuramım ilk 1928 yılında Ludwig Von Bertalanffy geliştirmiş, 1945 yılında da “Genel Sistemler Kuramı” olarak adlandırmıştır. Sistem yaklaşımı yalnızca davranış bilimlerine özgü bir yaklaşım değildir. Fizikten davranış bilimlerine, sosyal bilimlere, tarih ve felsefeye kadar pek çok alanda kullanılmaktadır. Bu kurama göre bir yapının parçaları arasındaki ilişkiye, tek boyutlu değil çok boyutlu yaklaşılması ve olayların kendi ortamları içinde değerlendirilmesi gerekir. Bertalanffy’e göre, insan yaşantısı da tıpkı insan organizması gibi birbirinden bağımsız parçaların sürekli ve karşılıklı olarak etkileşimde olduğu bir özellik göstermektedir. Sistemler kuramına göre aile bir ilişkiler sistemidir. Bundan yalnızca duygusal ilişkiler anlaşılmamalıdır. Ekonomik, cinsel, ortak zevklerin paylaşımı ve bütün diğerleri bu ilişki sisteminin birer parçasıdır. Bu nedenle aile, onu oluşturan üyelerin toplamından fazlasını ifade eder. Ailedeki ilişkiler sisteminin bir diğer özelliği de bu ilişkilerin sürekliliği ve dinamikliğidir. Aile içinde devamlı olarak ikili, üçlü ilişkiler şeklinde süregiden bir etkileşim vardır. Bu ikili-üçlü ilişkiler ailedeki alt sitemleri oluşturmaktadır.
Karı-koca alt sistemi; kardeşler alt sistemi, ebeveyn-çocuk alt sistemi gibi. Aile aynı zamanda mensubu olduğu geniş ailenin bir alt sistemidir. Alt sistemler yaşa, cinsiyete, ilgi alanına veya işlevlerine göre belirlenmiş olabilir. 1950’li yıllarda davranış bilimlerinde yeni bir yaklaşım gelişmiştir. Buna göre, bireyin psikolojik dinamiklerini anlamak için aile dinamiklerinin anlaşılması gere¬kir. Yine o yıllarda önem kazanan bir başka yaklaşım da “ekosistem yaklaşımı”dır. Ekosistem yaklaşımı ile birey ve ailenin işlevselliği daha geniş bir sistem içinde ele alınmaya başlanmıştır. Günümüzde artık aile ve sosyal çevre bütüncül bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Aile Sisteminin Özellikleri 1. Ortak Amaçları Vardır 2. Kendine Özgü Bir Yapısı Vardır 3. Bir Sistemdir 4. Alt Sistemleri ve Hiyerarşik Bir Düzeni Vardır 5. Dinamik Bir Özelliği Vardır 6. Bir Yaşam Döngüsü Vardır 7. Benzer Sonları Vardır 8. Aile, yapısındaki dönüşümlere belirti üreterek uyum sağlamaktadır. Sistem yaklaşımına göre 4 aile biçimi vardır. 1) Kapalı aileler 2) Gelişigüzel aileler 3) Açık aileler 4) Eş zamanlı aileler 1) Kapalı Aileler: Geleneksel aile olarak da tanımlanır. Kararlar hiyerarşik olarak verilir. Kurallar, sınırlar nettir. Çocukların bireysellikleri yeterli değildir. Aile bireyleri iç içedir. 2) Gelişigüzel Aileler: Kapalı ailelerle tam ters yapıdadır. Aile yapısı esnektir. Çocukların yaratıcılıklarıyla bireysellikleri geliştirilir. Sınırların çizilmesi ve yapının güvenliği açısından zorluklar yaşanır, netlik yoktur.
3) Açık Aileler: Yapı karışık, kararlar birlikte verilir. Aile içerisinde işbirliği vardır. Bireysellik önemsenir, aile bütünlüğü önemli bir unsurdur. Aile üyeleri arasında güven duygusu yaşanır. Sözel ilişki çok fazladır. 4) Eş Zamanlı Aileler: İletişim kapalıdır, sözel olmayan iletişim ön plandadır, Çocuklar için güven duygusunun hâkim olduğu rutin ve düzenli bir ortam vardır. İletişimin ve etkileşimin az olması nedeni ile samimiyet duygusu azalır, aile üyeleri anlaşmada problem yaşar. Aile ile ilgili yapılan çalışmalarda aile psikolojisini tanımlamak üzere çeşitli modeller geliştirilmiştir. Aile psikolojisi ile ilgili tüm araştırmalar incelenerek elli kadar kavram derlenmiş ve aile etkileşimini açıklamak üzere “Circumplex Model” i geliştirilmiştir. Bu model sayesinde evlilik ve aile sistemiyle kuram, araştırma ve uygulama arasındaki boşluk doldurulmuştur. Bu modelde yer alan üç temel kavram diğer modeller ile ortaktır. Bunlar bütünlük, uyum ve iletişimdir. Bütünlük: Aile bireyleri arasındaki duygusal bağı, yakınlığı anlatır. Bütünlüğün 4 yüzeyi vardır; Kopuk-Ayrı-Bağlı-İç içe Bütünlük kavramının aşırı uçta olduğu ailelerde, yani iç içe ailelerde, aile üyelerinin bireysel kimlikleri kaybolmuştur. Aile, bir bütün oluşturmuştur ve aile bireyleri genellikle yaşamlarını dışa kapalı sürdürürler. Kopuk ailelerde ise birlik duygusu gelişmemiştir. Her bir birey diğerlerinden bağımsız yaşar. Ortak yaşamdan alınan zevkler ve duygusal paylaşımlar yoktur. Arada kalan ayrı ve bağlı ailelerde ise, değişik derecelerde olmak üzere aile üyeleri arasında bağlılık vardır. Kişiler kendilerini bağımsız hissederken ailenin diğer üyelerinin ihtiyaç ve mutluluğunu da önemser ve göz önünde bulundururlar. Uyum: Ailenin liderlik, rol ve ilişkilerindeki değişebilirliği anlatır. 4 derecesi vardır; Düzensiz-EsnekYapılandırılmış-Katı Katı ailelerde kurallar son derece katıdır. Tüm kararlar ailenin otoritesi tarafından alınır ve uygulanır. Buna karşılık düzensiz ailelerde çok az kural vardır. Disiplin yoktur. Ebeveynler çocukların davranışları karşısında dengeli bir tutum sergileyemezler. İki uç arasında kalan ailelerde ise demokratik bir ortam vardır. Aile içinde uyulması gereken belli kurallar söz konusudur. Ama bu kurallar aile üyelerinin katılımı ile belirlenmiş kurallardır ve değişmez değillerdir. Roller kişilerin niteliklerine ve beklentilerine uygun paylaşılmıştır. Çocuklar katı olmayan bir disiplin altındadır; ama çocukların ihtiyaç ve arzularına da önem verilir.
İletişim: Aile üyelerinin aralarındaki konuşabilme ve dinleyebilme yeteneğidir. Sözel ve sözel olmayan -daha çok insanların davranışlarıyla iletişim kurduğu durumdur; ancak daha çok sözel olan iletişim tercih edilir-. Aile canlı bir organizmadır; görev ve sorumlulukları vardır. Aile kurulduktan sonra bazı evrelerden geçer; kimi evreleri tamamlarken kimi tamamlayamaz. Aile içinden geçtiği bu evreler, aile yaşam döngüsü olarak kavramsallaştırılmıştır. Aile yaşam döngüsü 8 evreden oluşur; 1. Evlenme 2. Çocuk Sahibi Olma 3. Okul Öncesi Dönem 4. Okul Çağı 5. Ergenlik 6. Çocukların Büyümesi 7. Orta Yaşlı Ebeveynler 8. Aile Üyelerinin Yaşlanması Aile durumu; evlenip karı-koca olarak başlıyor daha sonra ek olarak anne-baba rolleri üstleniliyor. Gelişimsel görevler; her yeni evrede mevcut görevlere yeni görevler ekleniyor, karı-koca evresinde üstlenilen görevler başarıyla yerine getirilirse daha sonraki evrede sıkıntı yaşanmaz; ancak bir önceki evrede sıkıntı yaşanırsa sonraki evrelerde de problemler yaşanır, çatışma, aile yaşantısında gerilimlere neden olur. Aile yaşamında krizler, yaşam döngüsündeki her geçiş dönemi, yeni yaşam döneminde yeniden organize olma durumu, yaşam döngüsü evrelerinde yaşanılan problemler krizlere neden olur. Krizin evreleri 3'e ayrılır; 1) Çift Oluşturma Krizi: Sistem açısından Bowen, “İki aile kolunun yeni bir aile birimi oluşturmak için bir araya gelmesidir ki böylece birçok gelenek ve kalıp sürdürülmeye devam edecektir.” demektedir. Yeni bir oluşum ile sadakat çatışması kaçınılmazdır. Çünkü eşlerin kendi ailelerine olan bağlılık bazı sorunlara neden olmaktadır. Eğer eşlerden birinin ya da her ikisinin kendi ebeveynlerine aşırı bir bağlılıkları söz konusu ise bu durum yeni oluşan sistemin istikrarını bozar. Buna karşılık ebeveynlerle ilişkinin kesilmesi, neslin devamlılığını bozar ve duygusal sorunlar yaratır. Çift oluşturma aşamasındaki zorluk, eşlerin bir yandan yeni yapıyı oluştururken diğer yandan kendi aileleri ile olan bağların devamını sağlamaktır.
2) Genişletme Krizi: Çocuk olması ile aile genişlemeye başlar. Çocukların bakımı ile ilgili sorumluluklar, sosyal desteğin azlığı çiftlerin yaşamım sıkıntıya sokabilir. Çocuklar küçükken aile bireyleri arasındaki bağ çok güçlüdür, aile koruyucudur ve çocuğunu aile dışında da izleyebilir. Ancak çocukların büyümesi ve dış dünya ile ilişki kurmaya başlamalarıyla aile bağlan daha geçirgen olmaya başlar. Burada çifti bekleyen zorluk, çocukların ihtiyacı olan bağımsız ve özgüvenli bireyler olarak yetişmelerini sağlayacak düzeyde bağlılığın sağlanmasıdır. Bağların çok erken gevşetilmesi, çocuklarda güven duygusunun gelişimini zaafa uğratacağı gibi, aşırı koruyuculuk da çocuğun gelişimini engelleyebilir. 3) Küçülme Krizi: Çocukların ergenlik dönemine girmesi ve aile bağlarının gevşemesi ile başlar. Ailenin en küçük çocuğunun bu döneme girmesi ile aile küçülmeye başlar. Ancak Türkiye’de küçülme biraz daha geç olabilmektedir. Çoğunlukla çocuklar evden üniversite çağlarında ayrılmaktadırlar. Çocukların evden ayrılmasıyla çift, yıllar sonra yeniden baş başa kalır. İyi değerlendirilebildiğinde eşler bu dönemi “altın yıllar” olarak tanımlayabilirler. Ancak bazı çiftlerde bu durum “boş ev” duygusunun oluşmasına neden olmakta ve çiftlerden birisi ya da her ikisi de duygusal olarak boşluk yaşamaktadırlar. Bu durum depresyona kadar gidebilir. Buradaki zorluk, çocukları çift oluşturmaya hazırlarken çift ilişkisinin yemden keşfedilmesidir. Bu iyi yapılamadığı zaman çocuklardan biri kendi fonksiyonelliğini aile gölgesinde kalarak feda edebilir. Aile Kuramları Aileyi irdeleyen; ailenin yapısını, özelliklerini, tanımını belirleyen aile kuramlarının 30 yıl kadar önce sahip oldukları bakış açıları büyük ölçüde değişmiştir. Aile kuramları ikiye ayrılır; 1) İşlevselcilik İşlevselci görüşte önemli olan toplumun sürekliliğini ve düşünce birliğini sağlamaktır. Bunun için toplum içinde belirli görevleri yerine getiren toplumsal birimler olmalıdır. Bu görevlerden bazıları üreme, çocukları yetiştirme ve onların toplumsallaşmasını sağlamaktır. Çağdaş toplumlardaki çekirdek aile, sanayileşmeyle birlikte ekonomik üretim birimi olarak önemini kaybetmiştir. Ancak yukarıda sıralanan diğer görevlerini devam ettirmektedir, devam ettirmesi beklenmektedir. Talcott Parsons’a göre ailenin iki önemli işlevi vardır: *Toplumsallaşmayı sağlama *Kişiliğin dengelenmesini sağlama
Toplumsallaşma; çocukların ait olduğu toplumun değer yargılarını, görüşlerini, normlarını, örf ve âdetlerini, müziğini, sanatım kısaca toplumun kültürel ölçütlerini öğrendikleri bir süreçtir. Toplumsallaşma önemli ölçüde çocukluğun ilk yıllarında gerçekleştiği için, insanın kişiliğinin gelişimindeki en önemli kurum ailedir. Kişiliğin dengelenmesi ise, yetişkin aile üyelerinin duygusal olarak desteklemesiyle mümkün olabilir. Ailenin bu işlevi yaşamsal bir öneme sahiptir. Parsons ve Bales’e göre sanayileşmiş toplumlarda çekirdek aile, toplumun gereksinmelerini karşılayabilecek en donanımlı birimdir. Aile içerisindeki roller de özelleştirilmiştir. Erkek, ailenin geçimini sağlamak üzere dışarıda çalışır; kadın ise ev ortamında sevecen ve duygusal bir rol üstlenir. Aile ile ilgili işlevselci kuramlar ev içinde erkek ve kadın arasındaki iş bölümünü doğal ve haklı bir bölünmeymiş gibi gösterdiği için eleştirilere uğramıştır. Ayrıca tarihsel süreç içinde zaman zaman bu görev paylaşımına uyulmadığı görülmektedir. Savaş, ekonomik bunalım, kadınların da meslek sahibi olmaları, erkek eşin kaybı veya boşanma vb. nedenlerle kadınların ev içindeki sevecen anne
rollerine
ek
olarak
ev
dışında
da
çalıştıkları
görülmüştür.
Ayrıca
çocukların
toplumsallaştırılmasında okul gibi diğer toplumsal birimlerin de etkili oldukları, burada tek söz sahibi olan birimin aile olmadığı saptanmıştır. İşlevselcilik kuramının çekirdek aile biçimine uymayan diğer aile çeşitlerini dikkate almamış olduğu da eleştiri konusu yapılmıştır. 2) Feminist Kuram Aile; bireyleri sevgiyle sarıp sarmalayan, insanın yalnızlık çekmediği, yaşam zorlukları karşısında onu koruyan ve avutan bir birim olmalıdır. Ancak aile; bir sömürü ortamı, yalnızlık ve çaresizlik yuvası veya açık bir eşitsizlik kalesi de olabilmektedir. Ailenin eşitlikçi ve uyumlu bir ortam olarak görülmesine meydan okuyan feminist kuram, sosyolojide büyük bir etki yaratmıştır. 1965 yılında Amerikalı feminist yazar Betty Freidan, feminizmi dile getiren ilk ses olmuştur. “Adı Olmayan Sorun” adlı kitabında, çocuk bakımı ve ev işi yapma kısır döngüsü içine hapsolmuş kadınları bıkkınlığım ve yalnızlığını anlatmıştır. Daha sonra başka yazarlar da; tutsak eş görüntüsünü anlatan, boğucu aile ortamlarının bireyler arasındaki ilişkileri nasıl yıktığını açıklayan yazılar yazmışlardır. 1970 ve 80’li yıllarda aile ile ilgili araştırmalarda feminist bakış açısı egemen olmuştur. Aile sosyolojisi, aile içindeki yapılan ve etkileşimleri incelemeye başlamıştır. Ailenin ortak çıkarlara ve karşılıklı desteğe dayanan işbirlikçi bir birim olduğu görüşü sorgulanmaya başlanmıştır. Bu sorgulamalarda aile içinde güç dağılımının eşit olmadığını ve ailenin belirli üyelerinin diğerlerinden daha fazla yarar sağladığını göstermeye çalışmışlardır. Feminist kuramda aşağıdaki üç ana konu öne çıkmıştır:
Evdeki İş Bölümü: Çocuk bakımı ve ev işleriyle ilgili görevlerin erkeklerle kadınlar arasında nasıl paylaşıldığı araştırılmış ve ailelerin rol dağılımında daha eşitlikçi hale gelme savının gerçek dışı olduğu, ev dışında çalışan çok sayıdaki kadının ev ve aile ile ilgili görevleri üstlenmeyi de sürdürdükleri saptanmıştır. Yine kadınların erkeklerden daha az boş zamana -veya sadece kendilerine ayıracakları zamana- sahip oldukları saptanmıştır. Bu alanda çalışan bazı sosyologlar, kadınları ücret almaksızın yaptıkları ev işlerinin ekonomik büyüklüğünü saptayıcı çalışmalara yönelmişlerdir. Bazıları ise ailenin kaynaklarının aile bireyleri arasındaki dağılımı konusunu, aile bütçesine aile bireylerinin erişim olanaklarını ve bu erişim üzerine etkili olan denetim kalıplarını incelemişlerdir. Aile İçinde Eşit Olmayan Güç İlişkileri: Bu konuda yapılan çalışmalar daha çok aile içi şiddet konusuna yönelmiş ve kadın dövmek, evlilikte tecavüz, ensest ilişkiler, çocukların suiistimali gibi konulara odaklanmıştır. Bu araştırmaların sonunda ailenin sevecen ve kucaklayıcı bir birim olmayıp şiddet ve kötüye kullanma” içeren öğelerle dolu bir birim olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Feminist sosyologlar, ailenin toplumsal cinsiyetle ilgili bir baskı aracı gibi kullanıldığını ve hatta fiziksel kötüye kullanma alanı olarak iş gördüğünü anlatmaya çalışmışlardır. Ailedeki Bakım Etkinlikleri: Hastalanan bir aile bireyi ile ilgilenmekten tutun da yaşlı bir akrabaya uzun süre bakmaya kadar her türlü aile içi bakım hizmetleri değerlendirilmiştir. Bu araştırmaların sonucuna göre; kadınların aile içinde duygu işçiliği yaptıkları, bakım hizmeti verdikleri, kişilerin psikolojik hallerine kendilerini uydurdukları belirlenmiştir. Son on yılda feminist bakış açılarından yararlanılarak yeni kuramlar oluşturulmuştur. Bu kuramların ortaya çıkmasında aile biçimlerinde meydana gelen değişiklikler, bireyler arası ilişkilere bakış açılarının değişmesi, evin dışındaki alanlarda gerçekleşen feminist çalışmalar etkili olmuştur. Bu bağlamda boşanma ve tek başına çocuk yetiştirme, yemden kurulan aileler, eşcinsel aileler ve birlikte oturma gibi konulara ağırlık verilmiştir. Bu alanda en çok çalışanlardan ikisi Beck ve BeckGernsheim’dir. Bu araştırmacılar hızla değişen dünyada bireysel ilişkileri, aile kalıplarını ve evlilikleri incelemişlerdir. Bu incelemelerinin sonunda gelenek, kural ve yönlendirmelerin bireysel ilişkileri yönetmede artık geçerli olmadığını; kişilerin birbirleriyle ilişki kurma, bu ilişkiyi devam ettirme, geliştirme, düzeltme veya bozmada çok değişik seçeneklerden yararlandıklarını belirlemişlerdir. Evliliklerin artık aile baskısı veya ekonomik nedenlerle gerçekleşmediğini, kişilerin kendileri istedikleri için evlendiklerini belirlemişler ve bu evliliklerin beraberlerinde hem özgürlük hem de yeni gerilimler getirdiğini ortaya koymuşlardır. Araştırmacılar evliliğin hem emek hem de özen gerektiren bir kurum olduğu sonucuna varmışlardır. Beck ve Beck-Gernsheim çağımızı aile, iş, sevgi ve bireysel hedeflerin peşinde koşma çağı olarak görmektedirler.
Bu etkinlikler içerisinde de çıkar çatışmalarının kaçınılmaz olduğunu vurgularlar. Özellikle kadın ve erkeğin her ikisinin de ev dışında çalışmasının söz konusu olduğu ailelerde bu çatışmanın daha belirgin olduğunu söylerler. Eski dönemlerde kadınlar sadece ev içinde çalışırken veya yarı zamanlı ev dışı işlerde çalışıp eve ve çocuklarına daha çok zaman ayırabilirken günümüzde kadınların da meslek sahibi olmaları, ev dışında tam zamanlı işlerde çalışmaları ve mesleki kariyerlerinde yükselmek istemeleri nedeniyle aile için ayrılan zaman azalmıştır. Artık aile içi ilişkilerde sadece sevgi, cinsellik, çocukların yetiştirilmesi gibi geleneksel ilişkiler söz konusu değildir. İlişkiler artık iş, siyaset, ekonomi, meslekler ve eşitsizlik ile ilgilidir. Günümüzde aile içi ilişkilerin çeşitliliği artmıştır. Böylece çiftler arasındaki düşmanlıkları artışı da kaçınılmaz olmuştur. Evlilik danışmanlığı hizmetlerinde, aile mahkemelerinde, boşanmalarda meydana gelen sayısal artış bunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Son otuz yılda, tek ebeveynli ailelere giderek daha sık rastlanmaktadır. Bugün gelişmiş ülkelerde anne ve babaya bağımlı olan çocukların % 20’sinden fazlası tek ebeveynli ailelerde yaşamaktadır. Bu ailelerin % 90’ı kadınların sorumluluğundadır ve o kadınların büyük kısmı hiç evlenmemiştir. Bu aileler büyük ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır ve zaman zaman toplum kınamasının tehdidi altındadır. Ancak toplumun bu ailelere yaklaşımı geçmiş zamanlarda olduğu gibi yargılayıcı değildir ve “terk edilmiş kadınlar”, “babasız aileler” ve “parçalanmış yuvalar” gibi yakıştırmalar daha az kullanılır olmuştur. Günümüzde her yüz evlilikten yirmi sekizinde yeniden evlenme söz konusudur. Yeniden evlenme çeşitli koşullarla ilişkili olabilir. Yeniden evlenen çiftlerin büyük bir bölümü yirmili yaşlarındadır. Otuz beş yaşına kadar olan yeniden evlenmelerin en önemli nedeni boşanmalar, daha ileri yaşlarda ise eşin ölümü olmaktadır. Boşanmış erkeklerin yeniden evlenme oranı boşanmış kadınlara göre daha yüksektir. İstatistikler yeniden evlenmelerin ilk evlenmelere oranla daha çok boşanmayla sonuçlandığını göstermektedir. Yeniden kurulmuş aile terimi, yetişkinlerden en az birinin daha önceki evlilik ya da ilişkisinden çocuklarının olduğu aile anlamına gelmektedir. Bu ailelere üvey aile de denir. Yeniden kurulmuş aileler mutluluk ve yarar sağlayabilir; ancak beraberinde getirdiği pek çok sorun da vardır. Genellikle önceki ilişkiden olan çocuk üzerinde etkisi büyük olan bir biyolojik ebeveyn vardır. Bu ebeveynin etkisiyle aile içinde çatışmalar gelişir. Bu ailelerde her iki eşin de önceki ilişkilerinden çocuklarının olması durumunda, aile bireylerinin kaynaşması güç olur. Buna biyolojik ebeveynlerin etkileri de eklenince büyük sorunlar ortaya çıkar. Ailedeki çocukların beklentileri, alışkanlıkları birbirinden farklı olur. İki eve birden ait oldukları duygusu içinde, çocuklar arasında ve çocukların kendi içlerinde çatışmalar yaşanabilir. Çocukların üvey anne veya babalarıyla olan ilişkileri de sorunlu olabilir.
Onları reddedebilirler veya üvey ebeveyn çocuklar arasında ayrım gözetebilir. Bu ailelerin bireyleri, içinde bulundukları ve henüz kesin olarak anlaşılamamış olan koşullara uyum sağlamak üzere kendi yollarını geliştirebilir. Bazı araştırıcılar yeniden kurulmuş ailelere “iki çekirdekli aile” demektedir. Evlilikler boşanmayla sona erebilir; ama genellikle aileler sona ermemektedir. “Olmayan baba” terimi 1930’ların sonları ve 1970’li yıllar arasında ortaya atılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda erkeklerin çocuklarını az görmesi, savaş sonrasında ise ekonomik sıkıntılar nedeniyle evden uzak işlerde çalışmaları ve çocuklarıyla seyrek olarak bir arada olmalarını nitelemek için kullanılmıştır. Olmayan baba terimi, yakın zamanlarda artan boşanmalar ve tek ebeveynli aileler nedeniyle yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Bu terim günümüzde, ayrılma ve boşanma sonucunda çocuklarıyla seyrek görüşebilen veya onlarla ilişkisini tamamen yitiren babaları ifade etmektedir. Özellikle gençler ve çocuklar arasındaki suçların artmasından, çocuk bakımında giderek yükselen refah giderlerine kadar pek çok toplumsal olayda, olmayan babalar sorumlu tutulmuştur. Dennis ve Erdos babasız büyüyen bu çocukların toplumsal kümenin etkin üyeleri olamayacağım savunurken Fukuyama ailedeki parçalanmanın sorumlusu olarak çalışan kadınları göstermiştir. Ona göre kadının çalışmasıyla birlikte erkekler kendilerini daha bağımsız hissetmekte, kadınların çocuklarına kendileri olmadan da bakabilecekleri duygusuna kapılmaktadır. David Blankenhorn boşanma oranlarının yüksek olduğu toplumlarda babalık düşüncesinin de aşındığını, bunun çok kötü sonuçları olabileceğini söylemektedir. Çünkü pek çok çocuk, gerektiğinde başvurabileceği bir yetkeye sahip olmadan büyümek durumunda kalmaktadır. Bazı yazarlar ise bu görüşe karşı çıkarak babanın olmayışının kötü bir babanın var oluşundan daha iyi olacağını savunmaktadır. Daha iyi baba olabilmeyi öğretmek için de girişimlerde bulunan pek çok kuruluş, günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde çalışmalar yapmaktadır. Günümüzde çocuksuz kadın olgusuyla da sık karşılaşılmaktadır. Çocuksuz kadınlar eski dönemlerde, evde kalmış üzgün kadınlar olarak adlandırılırken günümüzde toplumun bu kadınlara bakış açısı değişmiştir. Evli olsun veya olmasın, kadınlar seçme özgürlüklerini kullanmakta ve çocuksuz kalmaya karar verebilmektedirler. Bazı kimseler için bunun nedeni boşanma korkusu ve yeniden yoksulluğa düşme endişesi olabilir. Ayrıca iş yaşamında başarılı olma ve özerk yaşama isteği de kadınların bu seçiminde etkili olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde daha sık karşılaşılan bir durum da, çiftlerin evlilik bağı olmaksızın birlikte oturma ve yaşamalarıdır. Eskiden iki insanın birlikteliğini tanımlayan dayanak evlilikken günümüzde bu düşünce değişmiştir.
Bu şekilde birliktelik kuran çiftler arasında uzun süreli ilişki yaşayan ve bu ilişkiden çocuk sahibi olanlar da vardır. Araştırmalar, bu tür birlikteliklerde ayrılmanın oran olarak daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bazı toplumlarda ise birlikte oturma, evliliğin bir provası olarak kabul edilmektedir. Ancak bu prova süresi giderek uzamakta ve evlilik hep ertelenmektedir. Günümüz dünyasında pek çok eşcinsel erkek ve kadın, çiftler halinde birlikte oturmaya ve yaşamaya başlamıştır. Bu beraberlikteki ilişkiler kişisel bağlılığa ve karşılıklı güvene dayandığı için bu ailelere “isteğe bağlı aileler” denmektedir. Ancak çoğu ülkede bu tür evliliklere yasal olarak izin verilmemektedir. Eşcinsel bireylerin oluşturduğu ailelere 1980’li yıllardan beri önem verilmekte ve bu alanda araştırmalar yapılmaktadır. Weeks ve arkadaşları bu tür birlikteliklerde üç kalıp olduğunu söylemektedir: *Eşler arasında eşitlik sağlanması olanağı daha fazladır * Eşcinsel eşler ilişkilerinin sınırları ve iç işleyişi konusunda tartışırlar. * Eşcinsel beraberliklerde kurumsal destek olmadığı için eşler birbirine daha çok bağlıdır. Eda YURDAKUL DEĞERLENDİRME: NOT:
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
GENEL PSİKOLOJİ EĞİTİMİ Eğitim süresince aldığım notlar yine binlerce kelime oldu. Dikkatle ve hocamızın söylediği tek bir kelimeyi bile atlamadan dinledim. Her paragrafta işlediğimiz konulardan sırasıyla bahsetmeye çalıştım. Emeğinize sağlık, çok teşekkür ederim. Biliş, bilginin kazanılması ve kullanılması ile ilgili süreçleri inceler. Kavramsallaştırma ile daha iyi bir algılama ve anlayış için sınıflandırma yaparız, değerlendirme de bir konu hakkında nasıl düşündüğümüzdür. Dil, imge ve kavramlar düşüncenin yapı taşlarıdır. Problem çözmede deneme yanılma basit ve az zaman alacak işlerde kullanılır, daha sonra bilgiyi geri getirme, algoritma ve yanlış olanı elemek, ara hedefler koymak veya damada bir taşı bilerek vermek gibi pratik yöntemler kullanılır. Aşırı uyarılma ve zihinsel kurulum problem çözme önünde engel oluşturur. Daha sonra karar verilir. Ödünleyici, ödünleyici olmayan, temsil edici, ulaşabilirlik ve destekleme yanlılığı yöntemleri karar vermede etkilidir. Zekâ kimine göre mantık kullanma kimine göre yaratıcılık kimine göre sosyal sözel yeterliliktir. Zeka üzerine çeşitli kuramlar vardır, şu an burada belirtemeyeceğim kadar detaylı kuramlar eğitim notlarımda yazılıdır. 2-7 yaş arası işlem öncesi dönemdir. Benmerkezci ve en çarpıcı özelliğe dikkat eder. 7-11 yaş arası somut işlemler dönemi, başka bakış açılarını anlayabilmeye başlar. 11-15 yaş ergenlik dönemi, soyu düşünebilme ve vücutta değişiklikler başlar. Çoğu çocuk şartlandırma yüzünden sıkıntılı ergenlik dönemleri geçirir. Ahlak Gelişimi: Önce fiziksel zarara göre, daha sonra başkalarının düşüncelerine göre ve en son da bir değerler ve hak sistemine göre olur. Dil Gelişimi: 12 ayda sözlükleri anlama belirtisi. 2-3 yaşlarda basitten karmaşığa geçen cümleler, 3-4 yaşlarda geçmiş ve şimdiki zaman. Skinner’e göre bebeğin çıkardığı seslerden anlamlı olanları anne baba pekiştirir. Chomsky’ye göre ise zaten bir mekanizmayla doğarız.
Sosyal Gelişim: ilk olarak anne babayla başlar, güven duygusu sonrasında daha iyi özerklik dönemi getirir. 2 yaşından sonra kurallar disiplin ile sosyalleşmenin ilk adımı ve sonraki hayata alışma. Demokratik aile iyidir, şiddet çocukta da şiddet yöntemini geliştirir. Oyunlar önemlidir, paylaşma, kaybetme öğrenilmelidir. Daha sonra cinsiyet kavramı toplumla etkileşimle kazanılır. Çocuk model alır, ana baba kitap okumuyorsa okumaz. TV, kahramanların şiddetle problem çözdüğü yerlerdir, gelişimi çok yakından ilgilendirir. Ergenlerin 2 baskın düşüncesi vardır. Sürekli izleniyor değerlendiriliyor hissi ve kendini özgün ve zarar verilemez görme gereksiz risk almaya yol açar. Ben kimim sorusu ile kimlik krizi gelir ve sonucunda kimlik oluşur. Arkadaş grupları ve bu grupların özelliklerinin alınması, evde anne babanın hatalarının gark edilip kuralların sorgulanması başlar. Yetişkinlik dönemi sağduyulu temkinli gelecek kaygılı bir dönemdir. Var olan özellikler gelişir. Yaşlılık döneminde kendini ispat çabası başlar. Emeklilik sonrası boşlukta kalınabilir. En büyük koru ölümden çok, yük oldukları ve onlardan sıkıldıkları hissidir. Freud’a göre kişiliğin temeli bilinç dışındadır ve cinsellik, saldırganlık gibi ilkel istekler ve bunların baskılanması sonucundaki psikolojik durumlar kişiliği oluşturur. Carl Jung’a göre kişisel bilinçdışı, bastırılmış düşüncelerden, ortak bilinçdışı da nesilden nesle aktarılan bilgilerdir. Sosyal olarak da dışa dönük insan, insanlarla birlikte olmak isteyen ve etkilenen, içe dönük insan da dışardan etkilenmeyip kendi istediği şekilde yaşayan insandır. Adler’e göre de insan sosyal bağlamda sürekli olarak mükemmele ulaşmaya çalışır. Erikson’a göre de kişiliğin gelişimi hayat boyu devam eder, 8 basamaktan oluşur ve her basamağın sağlıklı şekilde atlanması çok önemlidir. Kişiliği değerlendirme de, bireysel görüşme, gözlem, objektif ve Projektif testler yoluyla olur. Güdünün sonucu bellidir, acıkınca yersin. Ama bir duygunun sonuç yelpazesi çok daha geniştir. Yemek yiyince açlık dürtüsü dengelenir, bazen normalin altına düşer. Aç değilken ekmek kokusu duyup ekmek yemek güdülenmeye örnektir. Açlık susuzluk ve cinsellik birincil dürtüdür. Hipotalamus kandaki glikoza duyarlıdır, güdüyü düzenler. Duygulara da bağlıdır. Uyarıcı kaynaklı güdüler, merak kurcalama ve başarı, saldırganlık, kabul görmek, bir arada olmak gibi öğrenilmiş güdülerdir. Stres normaldir, rutinde değişiklik olunca ortaya çıkar ve sağlığa zararlıdır. Bazıları daha iyi başa çıkar. Burada stres ölçeğinden bahsettik, stresin 3 nedeni de baskı, engelleme ve çatışmadır. Stresle doğrudan veya savunucu başa çıkılabilir. Doğrudan olanda yüzleşme, savunucuda da kendini olmayacağına ikna etme vardır. Psikolojik ya da fiziksel stresin tümüne genel uyum gösterirken 3 tepki veriyoruz.
1-
Alarm Tepkisi: Stresin kaynağıyla ilk karşılaştığımız an, bütün kozlarımızı oynadığımız
andır. Amaç da olayın devam etmemesidir. 2-
Direnç: Elimizde kalan kozları kullanırız. Stres uzun sürerse bütün kaynaklarımız tükenir.
3-
Tükenme: Savunma düşmüştür, mide ve sindirim bozuklukları, depresyon, boş vermişlik
başlar. Bir insanın günlük rutini vardır ve bu rutin içerisinde ir amaç uğruna bazı şeylere katlanıyor. Bütün birikimini bir gün sokağa saçan bir insanın davranışı normal dışıdır. Sonrasında bunun hakkında pişmanlık gelip gelmediği de önemlidir. Biyolojik, psikoanalitik ve bilişsel davranışçı modeller ile anormal davranışlar açıklanır. Normal dışı davranışlar duygu durum bozuklukları, kaygı bozukluğu, panik bozukluğu, saplantı bozukluğu, cinsel ve kişilik bozukluklarıdır. Diğer insanların birey üzerindeki etkisi sosyal psikolojinin inceleme konusudur. İlk karşılaşmada, ilk izlenim oluşur ve şekilcidir, daha sonra izlenime dönüşür. Bilişsel cimrilik sebebiyle de ilk izlemini değiştirmek için gereken çabadan üşenme olur. Davranışlar, iki şekilde değerlendirilir. İçsel yükleme bireye yükleme, dışsal da bireyin dışındaki şartlara yüklemedir. İnsan ayrıca hatalarını dışsal, başarılarını da içsel yükler. Dünyanın adil olduğu yanılgısı da, kötü şeylerin kötü insanların başına geldiği yönünde kanı getirir. Mekânsal yakınlık ve birbirini tamamlayan özellikler, insanların iyi geçinmesinde etkilidir. Davranış ile tutum farklıdır ve tutum bir konudaki genel kabuldür. Duygular davranışlar ve inançlar tutum üzerinde etkilidir. Tutumlar, iyi davranışların ödüllendirilmesiyle küçüklükte temellenir. Önyargı bir tutum, ayrımcılık bir eylemdir. Statüsü düşük onların yaşadığı engellemeler önyargı sebebidir. Önyargının azalması, önyargı duyulan insanlarla birlikte zaman geçirmeyle mümkündür. Bu grupların aynı statüde olması, yarış değil paylaşım ortamında bulunmaları ve bu birlikteliğin zorunlu değil keyfi olması önemlidir. İknada mesajın kaynağı, kendisi, iletişim kanalı ve izleyicilerin özellikleri önemlidir. Kaynağın güvenilir oluşu, mesajın ilgi ve dikkat çekici oluşu ve izleyicide yaratacağı duygular, iletişim kanalının etkisi ve izleyicilerin mesajlara açık oluşu önemlidir. Eğitimlerinize keyifle devam edeceğim, emeğinize çok teşekkür ederim. Ege YAĞIZ DEĞERLENDİRME: NOT:
PSİKOLOJİDE GELİŞİM VE DEĞİŞİM Adım 1: Bir kerede 2 ya da 3’ten fazla olmamak üzere kişisel gelişim projesi seçilmelidir. - Sorun kontrol listesine bakılmalıdır. Sorunları her zaman bizler fark etmeyiz. Başkalarının fark ettikleri olabilir. Bu sorunlar küçük sorunlarda büyük sorunlarda olabilir. Önemli olan nokta şudur ki sorunu bir meydan okuma bir fırsat olarak görmek gereklidir. Kişi Sorunun çözülebilir olduğuna inanmalıdır. - Neyi değiştirmek sorusunun karşılığı bilinmiyorsa ya da erteleme var ise; ona göre yöntem belirlenmelidir. Birçok insan değişmek konusunda başkalarıyla konuşmaktan ilham alır, kendini güçlü hisseder. Öğrenciler ders çalışmak ister ama bunu yapamaz. Bir şey yapmak ister fakat bunu yapamaz. O zaman motive olmak ve değişime dair korkuları yenmek gereklidir. Değişim için pozitif yönler vurgulanmalıdır. - Kendimize, bu sorunun kaynağı fiziksel olabilir mi? Bu sorulmalı cevap evet ise, doktora yönlendirme sağlanmalıdır. Teşhisi her zaman doğru koyamayacağımızı unutmamalıyız. Yanlış teşhis zaman kaybı ve tedavi sürecini uzatan bir etmendir. - İntihar düşünceleri ya da olumlu düşünmekle ilgili problem var ise; profesyonel yardıma kişiler yönlendirilmelidir. Kişi bu duyguları yaşıyor ise, baş etme ile ilgili ciddi sıkıntıları vardır. Bu durumda tedavinin hızlanması için gerekli yardımı almaktan kaçınmamak gereklidir. Adım 2: Sorunun sıklığı ve ciddiliğine dair veriler toplanmalı ve kaydedilmelidir. - Duygu ve hareketlerin günlüğü tutulmalı ve günlük değişimler, gelişimler tutularak kaydı sağlanmalıdır. - Hem basit hem de çok zorlu değişimlerde örneğin sigara bırakmada kullanılan yöntemlerden bir tanesidir. Karar vermek sorunun çözümüne götürmesi açısından çok önemli bir noktadır. Değişeceğim kararı kesin verildikten sonra sorunun çözümü hızlanacaktır. En büyük problem kararsızlık ve duygu karmaşasıdır. Adım 3: Sorunun kaynağı, sorunun devamına neden olan sebepler neler bunlar araştırılmalıdır. - Sorun hangi koşullarda oluşuyor? Herhangi bir sonucu var mı? Sorunun geçmişi araştırılmalıdır. Nedenlerin biyolojik ve çevresel faktörleri irdelenmelidir. Bazen çevresel faktörler sorunu daha büyük hale getirebilir. Çevre değiştirme şansımız var ise, ortam değişikliğine gidilmelidir. Örneğin; tacizi çevresel kötü koşullar vb.
- Değişimin karşısında var olan engeller belirlenmelidir. - Var olan sorunu reddetmek kolay gelir, bahaneler bulunur, kimse uğraşmaz ve genelde de kişisel gelişimin imkânsız olduğuna inanan kişilerin edindiği yöntemlerden biridir. - Sorunu görmek için; size bunun sorun olduğunu düşündüren ne? Bu sorunla bağlantılı ne gibi zorluklar yaşadınız? Bu sorun tarafından ne gibi zararlar gördünüz? Başkaları da zarar gördü mü? Bunu yapmaya devam ederseniz neler olabilir? Bu davranışı değiştirmek istemenizin birçok nedeni var mı? Adım 4: Realist hedefler belirlenmelidir. - Gerçekçi zorlayıcı hedefler belirlemek önemlidir. Neyi ortadan kaldırmak istiyoruz ya da neyi arttırmak istiyoruz buna karar verilmelidir. - Hızlı değişimi imkânsız görüyorsak kolay adımlarla değişim başlatılmalıdır. - Metot belli mi? Uzun vadeli hedeflerle uyumlu mu? Bunun kontrolü gereklidir. Adım 5: Kişisel gelişim metotlarından işe yarama ihtimali yüksek olan metot seçilerek tedavi planına başlanmalıdır. - Değişmeye gerçekten ilgi duyup duymadığınızı belirlemek gereklidir. Bu doğrultuda sorular sorulur. Örneğin; artı eksileri düşündüğünüzde, değişme isteğiniz ne kadar güçlü? Adım 6: Kişisel gelişim metodunun içerdiği detayları öğrenip, planda denenmelidir. - Seçilen kişisel gelişim metotlarına eşit süre verilmelidir. - Motivasyon her aşamada önemli olduğu unutulmamalıdır. - Gerekli durumlarda örneğin güçlü duygular vb. var ise, gerekli önlemlerin alınması sağlanmalıdır Adım 7: Projenin tamamı boyunca gelişimi değerlendirmeye ve planlama yapmaya devam edilmelidir. - Değerlendirme için farklı kişilerin görüşleri alınmalıdır. - Hedeflere ulaşılmış olsa bile birkaç hafta daha sistematik gözleme devam edilmelidir.
Adım 8: Gerekli görülürse planı revize edilmeli, değişime karşı dirençle baş etmeyi öğrenmelidir. - Metot işe yaramıyorsa taktik değiştirilmelidir. - Motivasyonu kaybedersek yaklaşımı değiştirmelidir. Örneğin önem verdiğim bir şey aslında çokta önemli değildir. - Sorunlar çözülemiyorsa, artıyorsa profesyonel yardım alınması gereklidir. Adım 9: Edindiğimiz kazançları elde tutmaya özen gösterilmelidir. - Bu kazanç alışkanlık haline getirilmelidir - Tedaviyi zaman zaman tekrarlamak gereklidir. Örneğin; diyetle kilo verme vb. Adım 10: Her bir metodun etkinliğini not almalı ve hangisinin bizde işe yaradığı bilinmelidir. - Nitel olarak araştırma değerlendirilmelidir. - Tedavin dışında sürecinizi olumlu etkileyen ne oldu bunu not edip, başkalarıyla paylaşmayı denenmelidir. - Bence en önemlisi neler ve /veya kimler en büyük yardım kaynağınızdı? Bunları kaydetmek ileri de yaşanabilecek problemlerde hızlı çözüm üretebilmek için çok önemlidir. “Uzaklarda, güneş ışıklarının içinde, benim en büyük amaçlarım duruyor. Onlara ulaşamayabilirim, ama kafamı kaldırıp güzelliklerini görebilirim, onlara inanabilirim ve beni götürdükleri yere doğru onları takip etmeyi deneyebilirim.“ Louisa May Alcott, 1832-1888, Amerikalı Yazar Elif KEÇECİ DEĞERLENDİRME: NOT:
DİKSİYON ÖDEVİ Hitabetin Kuralları: 1-
Kişi konuşmayı yapamayacağını düşünmemelidir.
2-
Olumsuz ve kötü sözcüklere yer yoktur.
3-
Motive edici sözcükler kullanılmalıdır.
4-
Hitabet politik değil; bilakis samimidir.
5-
Hitabet laf değil, sözdür.
İyi Konuşmanın Kuralları: 1-
İstatistikî veriler kullanmak iyidir.
2-
Örneklemeler ve kıyaslamalar konuşmaya canlılık kazandırır.
3-
Dinleyici ile samimi diyaloglar ilgiyi toplar.
4-
Hatip toplumun sıkıntısı bilerek konuşmalıdır.
5-
Hatip mimiklerini ve el hareketlerini kullanarak konuşmalıdır.
Ör: Eflatun’un Nasihatnamesi ve şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğüdü iyi birer hitabet örneğidir. *İyi bir hatip olmak iyi bir dinleyici olmaktan geçer. Aynı zamanda iyi bir hatip hoşgörülüdür. Kitap okur ve gözlem yapar. Düşünce dünyası ile bilgilerini harmanlar. * Okurken yargılama yapılmamalı; ancak okuma bitince bir düşünceye varılmalıdır. Çünkü yargılı olmak kitaptan alınacak birçok bilginin alınmamasına sebep olur. Kaldı ki önyargılı olarak okunan bir kitap zaman kaybı olabilir. Kitaptan elde edilen bilgiler kişinin düşünce dünyasını harekete geçirir. Konuşma isteği uyandırır. Zihni uyandırır. Kişi hiç ummadığı bir şekilde yazmaya bile başlayabilir. Konuşmadan Önce Yapılması Gerekenler: 1-
Bedensel provalar yapılmalıdır. Ayna karşısında kişi kendini bir konuşma yaparken
gözlemlemelidir. Duruşuna ve mimiklerine dikkat etmelidir. 2-
Zihinsel provalar yaparak kendisini hitap ederken hissedebilir.
3-
Kişi pozitif düşünmelidir. Dünyada birçok hatibin, iyi bir hatip olmadan önce nasıl da kötü
konuştuklarını göz ardı etmeyerek, zaman içinde başarılı olduklarını hatırlayarak kendini motive etmelidir. Konuşmaya Başlamanın İncelikleri: 1-
Eflatun’a göre hitabet canlı bir sanattır.
2-
Dağınık olmamak gerekir.
3-
Coşku verici sözlerle konuşmaya başlamak gerekir.
4-
Dinleyicilere birkaç saniye göz gezdirmek olumlu etki yapar.
5-
Dinleyicileri daha önce tanıyormuş gibi davranmak samimi bir hava uyandırır.
6-
Hatip sempatik olmalıdır.
7-
Konuya geçince öncelikle ne hakkında konuşmak istediğini belirtmek gerekir.
Konuşma Süresince Yapılması Gerekenler: 1-
Tebessüm edilmelidir.
2-
Kürsüde ayak pozisyonuna dikkat edilmelidir.
3-
Derin bir nefes alınmalıdır.
4-
Kürsünün yanında çizim tahtası konuyu anlatma açısından etkili olabilir.
5-
Konuşma hızlı bir şekilde yapılmamalıdır.
6-
Kalabalığın üzerine bakış dikilerek dinleyenler etki altına alınabilir.
7-
Hatibin terlediğinde terini silmesinde bir sakınca yoktur.
8-
Hatip titriyorsa bile bu hiçbir zaman dinleyiciler tarafından fark edilmez.
Ancak kişinin
titremesinin geçmesini istiyorsa kürsüde durağan olmamalı; hareket etmelidir. Böylelikle zamanla titremesi geçecektir. 9-
Hatip heyecanını bastırmak için duygusal moda geçmelidir.
10-
Hatibin öksürmesinde de bir mahsur yoktur.
Etkili Konuşma Yapmanın Sırları: 1-
Dinleyicilerin bakışları dikkate alınmamalıdır.
2-
Konuya odaklanmak gerekir.
3-
Dinleyenlerin gözlerinin içine bakmak iyi bir etki oluşturur.
4-
Hatip anlattığı konuya inanmalıdır. İnsanın inanmadığı bir konuyu anlatması pek mümkün
olmamaktadır. Hitabete Hazırlık Nasıl Yapılmalıdır? İyi bir hitabet yapmak için hatibin bilgi seviyesini artırması gerekir. Artan bilgi seviyesi insanın özgüvenini artıracaktır. Ancak artan bilgi tek başın asla yeterli değildir. Bilgiyi tefekkür dünyasıyla harmanlamak gerekir. Yani düşünce ve bilgi arasında bir bağlantı kurmak gerekir. Düşünceler dağınık olmamalıdır. Zaten gerçek hatip düşünendir. Güzel sözler söyleyebilendir. Hatip adayları, konuşmayı modelleyen insanlardır.
Bu yüzden hatip adayı dünyaca ünlü
hatiplerin ya da herhangi bir hatibin hitabetini dinleyerek kendini geliştirebilir. Bunun için öncelikle konuşmayı dikkatlice dinlemelidir. Hatibin teknik ve taktiğine dikkat etmelidir. Hatibin dinleyicilerle olan etkileşimine dikkat ederek etkileşimi nasıl yaptığına kafa yormalıdır. Hatta konuşmacı ile ilgili notlar alarak konuşmayı dinleyen arkadaşlarıyla konuşmayı tartışmalıdır. Bu yöntem modelleme açısından çok önemlidir. Elif KESEMEN ÇELEBİ DEĞERLENDİRME: NOT:
DAVRANIŞLARIN NÖROBİYOLOJİK TEMELİ Davranış, organizmayı etkileyen uyarıcılar ile bunlara verilen tepkilerdir. Uyarıcılar; insan organizmasındaki gözlenebilen, kaydedilebilen veya ölçülebilen değişikliklere neden olan her etken bir uyarıcı olarak kabul edilir. Duyu organları tarafından alınan uyarıcılar algılamaya dönüşür. Tepkiler; insan organizmasının iç ve dış ortamlarından kaynaklanan çeşitli uyarıcılar, türlerine ve şiddet derecelerine göre bedensel ve ruhsal yapıda bir takım değişikliklere neden olurlar. Açık tepkiler; konuşma, yürüme, oturma, kalkma, yazı yazma gibi ilgili birey ve başka kişiler tarafından açıkça görülebilen davranışlardır. Kapalı tepkiler; yüzün kızarması, kaşların çatılması, sevinme, kıskanma, ağrı ve sancı çekme gibi bir eylemi gerektirmeyen ancak bazı belirtileri dışa vuran, ilgili birey tarafından yaşanılan ancak başka kişiler tarafından dolaylı olarak gözlemlenebilen davranışlardır. Bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için çevresiyle sürekli bir ilişki içinde bulunması gerekir; bunu sağlayan bütünleştirici sistemlerin en önemlisi “sinir sistemi” dir. Sinir sistemi vücudun elektrokimyasal iletişim ağıdır, hem vücut içi hem çevre ile adaptasyonumuzu sağlar: beyin çevreden gelen bütün sinyalleri (bilgileri) entegre eder ve bu sinyallere göre davranışlarımızı belirler çevremiz sürekli değişir ve beyin de bu değişikliklere kendini adapte eder. Beyinde bilgi işleme, elektriksel iletim ve kimyasal mesajcılarla sağlanır. Merkezi Sinir Sistemi Vücudumuzdaki sinir hücrelerinin %99'unu oluşturur Beyinde yaklaşık 100 milyar hücre bulunur. Çevresel Sinir Sistemi: Beyin ve omuriliği vücudun diğer bölgelerine bağlar Bütün vücuttan beyne bilgi taşır ve beynin emirlerini vücudun gerekli bölgesine iletir. Somatik Sinir Sistemi: Deri ve kaslardan ağrı ve sıcaklık gibi bilgileri beyne taşır, beyinden de gerekli hareket sinyallerini kaslara taşır. Motor Sinirler ve Duysal Sinirler Otonom Sinir Sistemi: Nefes alıp verme, kalp atışı, sindirim gibi faaliyetlerde iç organlarla bilgi alışverişi sağlar. Sempatik Sinir Sistemi: Vücudu uyarır (Aktive eder). Parasempatik Sinir Sistemi: Vücudu yatıştırır. Normal günlük aktivitemiz sırasında, tehdit ya da gerginlik algılamadığımızda parasempatik sinirler aktifken gerginlik ya da tehdit hissettiğinizde sempatik sinirler devreye girer.
Sağ Beyin- Sol Beyin Fonksiyonları Arka Beyin: Beyincik; kompleks hareketlerin düzenlenmesi. Medulla; Nefes alıp verme, refleks, dik durma. Pons; Uyuma-uyanıklık Orta Beyin: Beyin sapı hem arka beyin hem de orta beyinde bulunur. Omurilik ile bağlanarak nefes alma, kalp atışı ve kan basıncı gibi yaşamsal aktiviteleri ayarlar. Beyin ile kulak ve göz arasında bilgi geçişini sağlar. Ön Beyin: Cerebral korteks Limbik Sistem; Duyguların kontrolü (korku, kızgınlık ve stres algılama) ve hafıza. Thalamus; Beyindeki organizasyon bölgesidir. Thalamus' a gelen sinyaller beyindeki ulaşmaları gereken bölgeye yönlendirilir. Basal Gangliya: İstemli yapılan hareketlerin koordinasyonunu sağlar (bisiklete binmek gibi). Hipotalamus; Yemek, içmek, duygu, stres, ödül gibi aktiviteleri ve sonrasında endokrin aktivite ile değişen vücut içi aktiviteleri düzenler. Beynin sağ yarımküresi vücudun sol tarafından sinyal alırken, sol yarımküresi ise vücudun sağ tarafından sinyal alır. Sol yarım küre mantıksal-analitik fonksiyonlar; anlama, yazma, okuma, matematiksel yetiler Konuşma-dil yetileri gibi ayrıntıda odaklaşır. Sağ yarı küre uzaysal yapılandırma; geometrik ve perspektif çizimler oluşturma, sanatsal faaliyetlerle ilişkili sezgisel düşünce, hayal kurma, bütüncül algılama, duygu ve heyecan, basit hesaplamaları yapabilir ve basit dili anlayabilir. İçsalgı (Endokrin) Sistemi Hormonlar kimyasal mesajcılardır. Endokrin sistem, hormonların kana karışmasından sorumludurlar. Hipofiz bezi: Beynin alt kısmında bulunan ve ön ve arka lop olmak u ̈ zere iki parçadan oluşan küçük bir salgı bezidir. Endokrin sistemdeki diğer bezlerin aktivitesini kontrol eder. Böbreküstü Bezleri: Ruh halini, enerji seviyesini ya da stresle başa çıkmayı kontrol eder (Adrenalin ve noradrenalin salınımı). Sporda Doruk Performansı Etkileyen Psikolojik Faktörler Kişilik Faktörü Kişilik doğuştan gelen biyolojik özelliklerle, çevreden gelen sosyal etmenlerin birbiri üzerine yaptıkları etkilerin meydana getirdiği bir bütündür. Kişiliğin gelişmesinde etkili olan etmenler; Kalıtsal etmenler, yapısal etmenler, çevresel etmenler ve kültürel etmenlerdir.
Kişilik Yaklaşımları Kişiliğin Psikodinamik Yaklaşımı: Kurucusu S. Freud'dur. Bu yaklaşıma göre insanın özü bilinçaltıdır. Bu nedenle psikoloji bilinçaltını incelemelidir. Bilinçaltı, bilinç düzeyine geldiğinde kişiyi rahatsız eden, olumsuz yaşam tecrübelerinin, doyuma ulaşması engellenen güdülerin bilinçten uzaklaştırılarak bastırılmasıyla oluşur. Freud'a göre içsel yaşantılar bilinçlilik bakımından birbirinden farklı üç düzeyde bulunurlar. Bunlardan tam bilinç düzeyinde kişi, anılar, düşünceler, duygular gibi içsel yaşantıların farkındadır. Bilinç tam olarak aydınlıktır. İkinci düzey bilinç öncesidir, burası bilince yakın olan anıların, arzuların bir deposu gibidir. Kişi bunların farkında değildir, ama istediği anda bilinç alanına çıkabilir. Üçüncü düzey ise bilinçaltıdır. Burada kişinin istediği zaman bilinç alanına çıkaramadığı varlıklarından bile haberdar olmadığı duyguları, düşünceleri, anıları, dürtüleri bulunur. Bilinçaltında bulunan bu düşünceler yok olmazlar. Kişiyi rahatsız eder, davranışlarını şu ya da bu şekilde etkilerler. Bilinçaltı düşünceleri rüya ve hayallerde ortaya çıkar. Özellik Yaklaşımı: Bireysel farklılıkların belirlenerek eğitimin bireyselleştirilmesi amacının gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır. Bu model bireye karar vermede yardımcı olmadan önce, onun ayrıntılı olarak incelenmesine ağırlık verir. Durumsallık Yaklaşımı: Sosyal öğrenme teorisinden esinlenilerek, çevresel etki, pekiştireç ve geribildirimlerin davranışları şekillendirmede etkili olduğunu öne sürmektedir. Etkileşimsel Yaklaşım: Kişinin sahip olduğu özelliklerle içinde bulunduğu çevreyi bütün olarak ele alıp, değişen durumlarda kişilik özellikleriyle etkileşimi belirlemektedir. Benlik Yaklaşımı: İnsanların temelde iyi olduğuna ve sürekli olarak daha iyiye doğru gelişmek için çaba harcadığını belirtmektedir. Koşulsuz sevgi içinde büyüyen kişilerin olumlu benlik kavramı geliştireceğine, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en üst basamak olan kendini gerçekleştirme basamağına ulaşan insanların benlik bilinçlerinin de sağlıklı olacağını belirtmektedir. Kişiliğin Ölçülmesi: İnsanlar arasındaki farklılıkların bulunmasından dolayı bu farklılıkların ölçülmesinde Kişilik Envanterleri ve Projektif Testler kullanılmaktadır. Sporda Kişilik Araştırmaları; kişiliğin dinamik kuramının sporu seçme nedenleri, spor yapanlarım ve yapmayanların kişilik özellikleri, takım sporu ve bireysel spor yapanların kişilik özellikleri, elit sporcuların kişilik özellikleri ve spor dallarına göre kişilik özelliklerine göre yapılmaktadır.
Fiziksel Faktörler Kondisyon: sporcunun performans durumunun göstergelerinden birisidir. Yani organizmanın ve kasların enerji oluşum sürecinin etkileşimi altında kuvvet, dayanıklılık, sürat, hareketlilik ve koordinasyon özelliklerinin gerekli psikolojik özelliklerle bütünleşmesi ve işbirliğidir. Sportif Performansın Önemli Unsurları 1- KUVVET Kuvvet, sporcunun bir kütleyi (kendi vücudu, rakip ya da bir araç) hareket ettirme yani bir direnci yenebilme ya da onu kas çalışması ile etkileme anlamına gelen bir kavramdır. Genel Kuvvet: Herhangi bir spor dalına yönelme olmadan bütün kasların kuvvetidir. Özel Kuvvet: Herhangi bir spor dalına özgü gereksinim duyulan kuvvettir. Spor dalına doğrudan katılan kas gruplarının geliştirilmesi. Maksimal Kuvvet: Kas-sinir sisteminin istemli bir kasılma sonucu ortaya çıkardığı en büyük kuvvettir. Halter gibi. Çabuk Kuvvet: Kas-sinir sisteminin yüksek hızda kasılmasıyla bir direnci belirli bir birim zamanda yenen kuvvet. Çabuk kuvvete patlayıcı kuvvet, elastik kuvvette denir. Sprint, gülle atma, atlamalar gibi. Kuvvette Devamlılık: Birçok kez tekrarlanan kasılmalarda ya sürekli kasılmalarda kasların uzun süre yorgunluğa karşı direnebilme kuvvetidir Yüzme, kürek çekme, orta mesafe koşuları gibi. Statik Kuvvet: Kas boyunda gözle görülür bir değişiklik meydana gelmeden kasların çalışması. Doğru pozisyon alınmışsa maksimal kuvvete eşittir. Halterin sabit bir noktada tutulması. Dinamik kuvvet: Kas boyunda değişiklik meydana gelen çalışmalardır, Halterin kaldırılması (dinamikkonsantrik kas çalışması, bir ağırlık yada direncin yenilmesi) ve Halterin indirilmesi (dinamikeksantrik kas çalışması, bir ağırlık yada dirence karşı gevşemek). 2- SÜRAT Belirli koşullarda motorik aksiyonu en yüksek yoğunlukta ve en kısa zaman içerisinde gerçekleştirebilme yeteneğidir. Sporda verimi belirleyen motorsal yetilerden biridir, fakat diğer yetilere nazaran geliştirilmesi en sınırlı olan genellikle bireyin kalıtımsal olarak getirdiği fizyolojik potansiyel üzerine çalışılıp iyileştirilebilen bir özelliktir.
Reaksiyon Zamanı: Reaksiyon zamanı, uyaranın verilmesi ile bireyin bu uyarana istemli olarak verdiği tepkinin başlangıcı arasında geçen süredir Örneğin: 100 m. koşuda çıkış sesi ile koşuya başlama arasında geçen süre reaksiyon zamanıdır. Sprint sürati: Sporcunun yaklaşık 30 m.’ye kadar oluşturduğu sürate denir. Hareket Sürati: Sporcunun ilk hareketi ile bitiş hareketi arasındaki geçen süredir. 100 m. koşuda ilk çıkış ile bitiş çizgisinin arasındaki süredir. Süratte devamlılık: Sporcunun süratini uzun süre devam ettirebilme yeteneğidir. 3- DAYANIKLILIK Uzun süre devam eden yüklemelerde yorgunluğa karşı dayanma yeteneği ve yüklenme sonrası organizmanın çok çabuk normale dönme yeteneğidir. Spor Türüne Göre: a) Genel Dayanıklılık: Her spor dalında ve sporcuda bulunması gereken dayanıklılık özelliğidir. b) Özel Dayanıklılık: Her spor dalının özelliğine göre, o spor dalının gerektirdiği teknik, taktik uygulaması ile ortaya konan kombine bir dayanıklılık tır. Enerji Oluşumuna Göre: a) Aerobik Dayanıklılık: Yapılan işte harcanan enerji dengelidir genellikle organizma O2 borçlanmasına girmeden yeterli O2 ortamında ortaya konan dayanıklılık tamamen organizmanın aerobik enerji üretimine dayalı olarak ortaya çıkan bir kondisyon özelliğidir. b) Anaerobik Dayanıklılık: Süratli, dinamik çok yüksek ve maximal yüklemelerde organizmanın vücuttaki enerji depolarından yararlanılarak her hangi bir sportif faaliyeti yürütebilmesidir. Motorik Özellikler Açısından: a) Kuvvet Dayanıklılığı: Yüksek kuvvet verimine ihtiyaç duyulan dallarda Anaerobik metabolizmanın atık ürünlerin vücuda birikimi ile başladığı anda geçerlidir. b) Sürat Dayanıklılığı: Submaximal ve maximal (% arası yüklenmeler) yüklenmelerde oluşan yorgunluğa karşı koymak için gereklidir ve anaerobik enerji yapısının üstün olmasını sağlar.
Taktik Sporda taktik belirlenmiş bir amaca ulaşmak için yapılan kısa süreli ve kurallı bir mücadele (müsabaka), rakibe ya da rakiplere karşı optimum sportif başarıyı elde etmek için oluşturulan davranış planlarından ve karar alternatiflerinden oluşan bir sistemdir. Taktik: “İstenen sonuca ulaşmak amacıyla izlenen yol ve kullanılan yöntemlerin tümü”. Taktik kavramının birçok sınıflandırılması vardır: Genel Taktik: Taktiğin genel kural ve ilkelerini içerir. Özel Taktik: Yapılan spor dalına özgü olan taktiktir. Örneğin; basketbol-hentbol-voleybol ve futbolda hücum ve savunma taktiği gibi. Bireysel Taktik: Müsabakada bir sporcunun amaca yönelik davranışlarını içerir. Örneğin; şut atan bir basketbolcuya ve ya futbolcuya karşı savunma yapan oyuncunun ne zaman, nasıl ve ne şekilde davranacağı bireysel taktiktir. Algı Genel olarak algı iç ve dış dünyamızın farkında olmaktır. Duyu organlarımız aracılığı ile almış olduğumuz uyarıcıların belirli bir kısmı algılanır. Aynı çevredeki iki ayrı kişi farklı şeyler algılaya bilir. Algılar kişinin deneyimleri, öğrenmeleri, dikkatinin yönü ve duygularından etkilenir. Algı, bilişsel fonksiyonlarla gerçekleşen bir süreçtir. Algılama kişinin geçmiş yaşamından gelecek beklentisine ve o anki duygu ve düşüncelerinden etkilenen kişiye özgü bir süreçtir. Mekân algısı, spor ortamına katılan nesnelerin şeklini, büyüklüğünü, uzaklığını ve yönünü bildirir. Zaman algısı, hareketlerin zaman birimi içerisinde düzenlenerek, ritmik bir olaya dönüşmesi sayesinde bir anlam kazanır. Hareket algısı, hem başkalarını hem de sporcunun kendi hareketlerinin algılanmasını kapsar. Geştalt’a göre bütün onu oluşturan parçaların toplamı değil, daha fazlasıdır. Algıdaki yanlışlıklar beklenen performansa ulaşma ve yaralanma riskleri içinde yer alır. Algı tek bir uyaranın değil pek çok uyaranın hızlı bir şekilde yorumlanmasına dayanır. Özellikle yarışma ortamında uyaran sayısı daha da artar, buna karşılık başarı için çok çabuk ve artarda doğru algılamalar yapılması gerekir.
Konsantrasyon Konsantrasyon dikkatin bir noktada odaklanması anlamına gelir. Spor hareketlerinin öğrenilmesinde ve bu hareketlerin yarışma ortamında doğru olarak uygulanabilmesinde dikkatin bir noktada yoğunlaşabilmesi gerekir. Sporcular konsantrasyon veya dikkatlerini oyunun kendisinden daha başka konu ve problemlere yöneltirlerse, oyunun gidişine bağlı olarak görevlerini başarıyla yerine getirmede, iyi bir performans ortaya koyamazlar. Çünkü oyuncular sınırlı olan konsantrasyon veya dikkat kapasitelerini farklı konulara kaydırırlar, farklı yönlere kaydırılan enerji oyun içindeki performansın yerine getirilmesinde verimli bir şekilde kullanılamaz. Yüksek kaygı durumunda olan sporcular konsantrasyonlarını rakiplerinin ne kadar iyi olduğuna kaydırarak kendi becerilerini başarıyla yerine getirmede zorluk çekebilirler ve performansları bozulabilir. Bir antrenman maçında, müsabakaya göre çok daha az nöro-fizyolojik enerji harcanır. Genç bir sporcunun dikkatini toplama yeteneğini iyileştirmek isteyen antrenör, öncelikle o sporcuya özgü dikkat düşüşünü tespit etmelidir. Şartların uygun olması durumunda, kısa molalar vererek sporcunun harcadığı enerjiyi yerine koymasına fırsat verilmelidir. Mola ve yüklenmelerin düzenli olarak birbirini takip etmesi durumunda, harcanan enerji tekrar sağlanabilir. Algı Türleri Şekil-Zemin İlişkisi: "Algıda seçicilik" kuramına göre, dikkatin yoğunlaştığı obje şekil, diğer yüzeyler zemindir. Şekil ve zemin mutlak kavramlar değildir, dikkatin yoğunlaştığı noktaya göre şekil ve zemin değişir. Yakınlık İlkesi: Duyusal anlamda birbirlerine yakın olan uyarıcılar (vurmalı bir çalgıdan gelen ses, bitişik noktalar) bir küme olarak algılanır. Buradaki yakınlık daha çok "zaman ve mekan" anlamındadır. Tamamlama İlkesi: Duyusal anlamda eksik girdi içeren uyarıcılar (yarım bir fotoğraf, bozuk bir plakta çalan şarkı) tam olarak algılanır. Bu nedenle bir resimdeki kişiyi tanımamız için, resmin yarısını görmemiz de yeterli olur. Benzerlik İlkesi: Bazı duyusal özellikler yönünden (şekil, renk, doku v.b) benzer olan cisimler bir küme olarak algılanır. Süreklilik İlkesi: Belirli bir yönde ilerleyen uyarıcılar bir bütün olarak algılanır. Algısal değişmezlik Bir nesneyi uzaklığına bakılmaksızın aynı büyüklükte görmemize de büyüklük değişmezliği denir Bir bozuk paraya hangi uzaklıktan bakarsak bakalım aynı büyüklükte algılarız.
Öğrenme Kuramları Davranışsal Öğrenme Kuramları Klasik Koşullanma Kuramı Pavlov kontrollü bir deneysel ortam oluşturduktan sonra, köpeğe düzenli olarak, yiyecek vermeden hemen önce zil sesi vermiştir. Koşullanma İlkeleri: Bitişiklik, Habercilik, Pekiştirme, İleriye Koşullanma ( Olumlu Habercilik ), Geriye Koşullama ( Olumsuz Habercilik), Birincil Pekiştirme, İkincil Pekiştirme, Sönme, Deneysel Sönme Kendiliğinden Geri Gelme, Genelleme, Ayırt Etme, Birden Fazla Uyarıcıya Koşullama, Gölgeleme Ve Öğrenilmiş Çaresizliktir. Bağlaşımcılık Kuramı Thorndike’a göre öğrenme; Bağlaşımcılık, Seçme ve Bağlama, Öğrenme küçük adımlardan oluşur. Edimsel Koşullanma Skinner’e göre, tepkisel ve edimsel olmak üzere iki çeşit davranış vardır. Tepkisel davranışa neden olan uyarıcı her zaman bilinirken, edimsel davranışa neden olan uyarıcı çok belirgin değildir. • Tepkisel davranış: Bilinen bir uyarıcı tarafından oluşturulur. Örneğin; etin salya meydana getirmesi. Tüm refleksler tepkisel davranışa bir örnektir. Karanlıkta göz bebeğinin büyümesi bir tepkisel davranıştır. •Edimsel davranış: Bilinen bir uyarıcı tarafından oluşturulmaz; organizma tarafından ortaya konur ve sonuçları tarafından kontrol edilir. Pekiştireçler: Bir davranış, organizmanın hoşuna gidecek bir uyarıcının doğrudan verilmesi ile pekiştiriliyorsa, buna olumlu pekiştirme denir. Organizma hoş olmayan bir durumdan kurtarılarak da davranış pekiştirilebilir. Bu tür pekiştirmeye olumsuz pekiştirme denir. Olumlu Pekiştirme ve Olumsuz Pekiştirme çeşitleri vardır. Bilişsel Öğrenme Kuramları Tolman’a göre davranış, amaçlı etkinliktir yani amaca yönelik etkinliktir. Davranışın temel, basit kısımları ve sinirlerin, kasların faaliyetleri ile ilgilenmemiştir. Onun odaklandığı nokta organizmanın toplam tepkileridir.
Sosyal Öğrenme Taktik Model Alma Gözlem Yoluyla Öğrenme Taklit olayının insan davranışlarının oluşumundaki önemini ayrıntılı olarak ilk ortaya koyan Gabriel Tarde’dır. Giyimde, teknolojik gelişmelerin yayılmasında, iyi ve kötü davranışların yaygınlaşmasında en önemli etken, insanlardaki taklit etme güdüsüdür. Gözlem yoluyla öğrenmede (model almada);
Dikkat, Hatırlama, Pekiştireç ve Yeniden üretme
basamakları vardır. • Dikkat: Model alınan davranışın doğru taklit edilebilmesi için öncelikle model alınan davranışa dikkat edilmesi gerekir. Kişi, duygularıyla beraber tüm dikkatini beğendiği ve taklit etmek istediği davranışa yöneltir. • Hatırlama: Gerektiğinde taklit etmek için modelin tüm davranışlarını belleğe kodlamak gerekir. Çünkü gözlenen davranış genellikle gözlemden hemen sonra taklit edilmeyebilir. Birey gözlediği davranışı yeri geldiği zaman da kullanabilir. Davranış belleğe görsel, sözel ya da sembolik olarak kodlanabilir. • Pekiştireç: Taklit edilen davranış çevrede beğenildiyse tekrar edilir, beğenilmediyse fazla tekrar edilmez ve zamanla söner. • Yeniden Üretme: Model alınan davranışın gösterilmesi için bireyin gözlemlerini kendi davranışına dönüştürebilmesi gerekir. Bu bazen tam taklit olmayabilir: çevre şartları, bireyin fiziksel gücü ve imkânları, zaman vb. model alınan davranışın biraz farklı üretilmesine neden olur. Gestalt Kuramı Bu kurama göre bir bütünü oluşturan parçalar arasındaki ilişkiler algılama ve öğrenme açısından önemlidir. Öğrenme uyarıcıların toplu bir örüntü oluşturması ile oluşur. Bütün ayrılan parçalardan anlaşılmaz. Bütün, parçadan daha fazladır. İnsan bütünü parçalarına ayrıştırarak değil bütün olarak algılar. Gestalt kuramında algılama çok önemlidir. Algısal Örgütleme Yasaları; Benzerlik yakınlık tamamlama Şekil Zemin İlişkisi Süreklilik Gestalt kuramına göre; Bellekte iz bırakan algılar hatırlanır. Tekrarlanan yaşantılar daha kolay ve uzun süre hatırlanır. Bir problemi çözerken öğrenilen bir ilke, başka bir problem için de kullanılabilir. Beyin uyarıcılarla gelen bilgiyi örgütler ve anlamlı duruma getirir. Güdüleme, Kişilik, Toplumsal Ve Psikolojik Ağırlıklı Kuramlar Bu kurama göre öğrenme, kişinin yeteneklerine, onun biyolojik ve kültürel gelişimine, içinde yaşadığı toplumdaki kültüre, güdülenmişliğine, ilgisine ve öğrenme ortamının havasına bağlıdır. İlkeleri şunlardır: Açıklama, Uygulama, Güdüleme ve Değerlendirme.
Zekâ Kuramları Zekânın farklı boyutları olmakla birlikte bu boyutlar birbirlerinden çok ayrı yapılar ya da özellikler değildir. Örneğin; Bir futbol oyuncusu bedensel zekayı koşarken, yakalarken ve vururken; uzamsal (şekil-uzay) zekayı, sahayı, diğer oyuncuların pozisyonlarını düşünürken; dil ve sosyal zekayı oyun kurallarını öğrenirken ve takım arkadaşlarıyla paylaşırken; öze dönük (kişisel) zekayı kendini değerlendirirken kullanmaktadır. Sporda Motivasyon Bireyin içinde yaşadığı biyolojik ve sosyal ortamda ağırlığını sürdürmeye yönelik çalışmalarının nedenlerine motif bütünü, bu olguya “motivasyon” denir. Motivasyon, biyolojik ve sosyal motivasyon olarak ikiye ayrılır. Bireyin organik varlığını sürdürmeye yönelik davranışlarının nedeni biyolojik dürtü ve içgüdüler, biyolojik motivasyondur. Sosyal motivasyonlar, öğrenilen koşullu motivasyonlardır. Başarı Motivasyonu Bir bireyin salt kendi uğruna başarıyı sürdürme isteği başarı motivasyonu olarak bilinir. Başarı motivasyonu başarılı olabileceğimiz koşulları aramak ya da başarılı olamayacağımız durumlardan kaçınmak seçimiyle ilgilidir. Seçime iki faktör katkıda bulunur: 1.Kişilik 2.Koşul 1. Kişilik: Atkinson (1974) başarı motivasyonuna katkıda bulunan iki kişilik faktöründen söz eder; a. Başarı gereksinimi b. Başarısızlıktan kaçınma gereksinimi 2. Koşul: Başarı olasılığı düşük olduğundan başarının özendirici değeri yüksektir. Benzer şekilde zayıf rakibe karşı oynuyorsanız kazanmanın anlamı o kadar değerli olmaz. Araştırma, düşük başarı yönelimli insanların ya çok kolay ya çok zor görevi seçme eğiliminde olduklarını gösterir. Yüksek başarı yönelimli insanlar yarı yarıya başarı şansının olduğu görevi seçme eğilimindedirler. Bu nedenle yüksek başarı gereksinimine sahip sporcular risk alma eğilimindedirler. Stres Stres organizmanın fiziksel ve ruhsal sınırlarının zorlanması ve tehdit edilmesiyle ortaya çıkan bir durumdur. Selye, vücuda yapılan herhangi bir baskıya vücudun genel tepkisi olarak tanımlar. Stresin kaynakları stresörlerdir. Bunlar değişik biçimlerde olabilir; sosyal, kimyasal, bakteriyel, bedensel, psikolojik. Selye’ nin stres kuramı vücudun tüm stresörlere aynı şekilde tepki verdiğini savunur. Üç evresi olan Genel Adaptasyon Sendromu önerir.
(A) Alarm reaksiyonu evresinde vücut stresörlerle ilgili olarak uyarılır. İnsanın dış uyaranı stres olarak algıladığı durumdur. Organizma bu durumla başa çıkabilmek için aktif fizyolojik girişimlerde bulunur. Amaç mücadele ederek ya da kaçınarak organizmayı korumaktır. (B)Direnç dönemi: vücudun direnci normalin üzerine çıkar. Bu stres durumuna karşı direncini yükseltir. Direnç dönemi başarı ile aşılırsa beden normal koşullara döner, başarısız olursa kuvvetten düşer, çöker. C) Tükenme dönemi: stres dönemi çok ciddi ve uzun sürerse, organizma tükenme dönemine girer. Başa çıkılamayan stresler karşısında denge bozulur, uyum enerjisi biter. Bunların ardından tükenme ve bitkinlik görülür. Bu hastalıklara açık dönemdir. Stres belirtileri genellikle fizyolojik ve psikolojiktir. Fizyolojik Belirtiler: kas geriliminde, kalp atışında, kan basıncında artma, göz bebeklerinde büyüme, ağız kuruluğu. Psikolojik Belirtiler: bütün duyumların artması, heyecanda yükselme, konsantre olmada yetersizlik, esneme, sık sık idrara gitme, sıkıntılı bekleyiş vb. Stresle Başa Çıkma Teknikleri Becerili hareketin ortaya çıkmasında beden ve aklın bir arada uyum içinde çalışması nedeniyle olumlu düşünceyle olumsuz düşünceler yer değiştirerek stres en aza indirilebilir. Bunun için gevşeme kullanılır. Gevşemenin dört biçimi vardır: a. Hayal ederek b. Kendine yönelerek c. Derinleşen gevşeme d. Biofeedback Kaygı Bireyin bilinçli tehlike karşısında verdiği tepkiye korku, bilinç dışı çatışmaya bağlı olarak duyulan iç tehlikeye karşı gösterilen tepkiye de kaygı denilir. Durumluk kaygı sıkıntı tasa ve gerginlik ile karakterize olan acil durumu göstermektedir. Sürekli kaygı ise belirli durumları tehlikeli veya tehdit edici olarak algılama eğilimi göstermektedir ve bu sporcunun kişilik yatkınlığı olarak ele alınmaktadır. Sporculardaki sürekli kaygı, karşılaşılan olaylarda, onların değişik durumluk kaygı düzeyleriyle yanıt göstermelerine neden olmaktadır. Korku Düşük ve orta şiddette olan korkuları zihni olarak kontrol altında tutabilen istikrarlı kişiliğe sahip olanlarda korku, bazen performansı artırıcı yönde bir etki gösterebilir. Bu duruma çoğunlukla, kondisyonla ilgili konularda rastlanır. Buna karşılık jimnastik ve oyun oynama gibi koordinasyon ve taktiğe gerek gösteren faaliyetler de korku, performansı düşürür.
Korkuyu azaltmaya yönelik olarak yapılacak ilk şey korkunun bilincine varma, başka bir deyişle korkuyu itiraf etmektir. Korkuya neden olan konularda bilgi verilmesi korkuyu azaltmanın başka bir yoludur. Sporcunun kendisini, rakibini oyun içinde kendi görevlerini, seyirci ve hatta hakemi yeterince tanıması ve hedeflerini açık ve uygun bir şekilde belirlemesi korkunun performansını engellemesini ortadan kaldıracaktır. Stres Stres, organizmanın bedensel ve ruhsal olarak zorlanması sonucu ortaya çıkan ve hem psikolojik hem de bedensel rahatsızlıklar şeklinde yaşanan bir durumdur. Organizmanın stres yaratan durumlara gösterdiği psikolojik tepkileri kişilik özellikleri ve çevresel faktörlere bağlı olarak farklı biçimlerde yaşamaktadır. Sporcu gerek antrenmanlar gerekse yarışmalar nedeniyle sürekli olarak stres yaratabilecek ortamlar içindedir. Özellikle sporcuların fiziksel kapasiteleri, teknik ve taktik düzeylerinin oldukça yakın olduğu önemli müsabakalar da başarı stresle başa çıkabilmeyi başaran tarafın olmaktadır. Antrenörler, stresi sporcuların performansını engelleyici bir faktör olmaktan çıkarmak istiyorlar ise öncelikle sporcularını çok iyi tanımalı ve stres yaşama nedenleri ile düzeylerini tespit etmelidirler. Sporcunun kendini baskı altında hissetme nedenleri ortadan kaldırılmaya çalışılmalı, gerekiyorsa psikolojik gevşeme yöntemleri kullanılmalıdır. Stres altındaki bir sporcuda şu değişiklikler görülür. Fizyolojik olarak kan basıncını (tansiyon arteriyel),
kas
gerginliği(gerim/tonus)
ter
bezi
faaliyetlerinin
ve
kalp
vurum
sayısının
(pulse/nabız)arttığı görülür. Solunum (respirasyon) sıklaşır ve gözbebeklerinde büyüme olur. Beyine ve kaslara daha fazla oksijen gerektiği için kanda alyuvarlar (eritrosit) sayısı artar, iç organlardaki kan miktarının azalması nedeniyle sindirim yavaşlar, zihinsel olarak dikkat azalır, algılamada yanılgılar ve unutkanlık görülebilir. Psikolojik olarak güvensizlik hisseder, huzursuz ve karamsardır, yetersizlik duygusuna bağlı olarak korku başlamıştır. Bütün bunlar antrenman veya yarışma sırsında sahip olduğu performansı sergileyememesine neden olur. Konsantre olamaz, koordinasyon bozulur, teknik ve taktik hareketlerde hatalar sergiler. Psikolojik Yüklenmeler: Yüksek performansa yönelik bütün sportif faaliyetlerde fiziksel yüklenme yanında psikolojik yüklenmeler de söz konusudur. Sporcuların psikolojik yüklenebilirlikleri farklı farklıdır. Aynı durum değişik sporcularda kişilik özelliklerine ve deneyimlerine bağlı olarak farklı sonuçlara yol açabilir. Psikolojik yüklenmeyi yaşama düzeyleri sporcuların psiko-fiziki dengesinde bozulmaya neden olduğunda performansta düşme görülür.
Saldırganlık Saldırganlık, başkalarına fiziksel veya psikolojik zarar verme niyeti taşıyan tüm davranışları içerir. Saldırganlık sözel (bağırma, küfür etme) veya fiziksel (vurma, nesne fırlatma) olarak ikiye ayrıldığı gibi aktif ve pasif olarak da sınıflandırılmaktadır. Çocuklarda genellikle gözlenen fiziksel ve aktif saldırganlıktır (vurma, nesne fırlatma). 1-
Saldırgan çocuk geçimsizdir, sürekli kavga eder
2-
Tepkileri ölçüsüz ve durumla orantısızdır
3-
Her ortamda sürekli sorun yaratırlar
4-
Tüm büyüklerle sürekli çatışma içindedirler
5-
Sık sık ceza alırlar fakat etkilenmezler
6-
Hep kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar
7-
Davranışlarından utansalar bile yinelerler
8-
İlgisizlikten hoşlanmazlar. Saldırganlığı arttıran birçok fiziksel, çevresel etken vardır. Yapılan çalışmalar saldırganlığın
engellenme ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Ancak engellenme duygusu her zaman saldırganlığa neden olmamaktadır. Bireyler engellenmeye karşı farklı tepkiler gösterirler. Bazıları yardım ve destek ararken bazıları da engellenmenin kaynağından uzaklaşmayı tercih ederler. Şiddet Şiddet bir hareketin, bir gücün derecesini ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Sporda şiddet ise, karşıt görüşlü olanları diyalog yoluyla inandırma veya uzlaştırma yerine, kaba kuvvet kullanarak sonucun değiştirilmesi eylemidir. Sporda şiddet, genellikle bazı özel durum değişkenleri ile bağlantılı olarak performans sonucunun sosyo-psikolojik bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Sporda bireylerin şiddet içeren davranış göstermelerinin nedenleri özetle; Eğitimsizlik, Aşırı Alkol Kullanımı, Antrenörlerin Oyun Ve Oyuncu Denetimini Kaybetmeleri, Öngörülen Görevlerin İstenildiği Gibi Başarılamaması, Sportif erdemliğe ve etik davranışlara uygun hareket edilmesi. Sporda şiddeti önlemenin önceliği; Saha içerisinde şiddet ile saldırganlık içeren davranışlardan uzak durulması olmalıdır.
Saldırganlığı Önlemede Tutarsızlıklar Sporda Saldırganlığın Azaltılması •Spor yöneticileri, kural bozucu davranışları gerektiği gibi ve tekrarlanmayacak biçimde cezalandırmalıdır. •Özellikle gençler düzeyinde, her katılımcının sportif erdem ve spor etiğini öğrendiği uygun bir eğitimden geçmeleri güvence altına alınmalıdır. •Spor tesislerinin gerekli alan ve emniyet genişliklerine sahip olması, gereksinmelerin spor dalına uygun modern ölçülerde olması sağlanmalıdır. •Spor medyası spor etiğini ve anlayışını ön plana çıkaracak davranış ve uygulamalar da bulunmalıdır. •Antrenörler başta olmak üzere sporla ilgili tüm birim ve bireyler sporda şiddet ve saldırganlık konusunda bilgilendirmeli eğitilmelidir. •Antrenörler, sporcularını sportmence davranmaları için teşvik etmeli, spor etiği dışı davrananları uyarmalı ve cezalandırmalıdır. •Sporcular, saldırganlığa yönelen davranış eğilimlerini azaltmakta kendilerine yardım etmeyi amaçlayan programlara katılmalı ve şiddet ile ilgili konularda her zaman bilgilendirilmeli ve eğitilmelidirler. Performans Arttırma Çalışmaları Sportif başarıyı (performansı) yükseltme araçları ve psikolojik koşulları Burada; hareket öğrenimi temel sorundur. Ayrıca "modelleştirilmiş, zihinsel ve otojen antrenman" ile yarışmanın psikolojik hazırlığı, yarışma öncesi ve yarışma süresince ortaya çıkan psişik durumla ilgili sorunlar yer almaktadır. Spor türlerinin psikolojik sorunları Biyomekanik, spor fizyolojisi, antrenman teorisi gibi bilim dallarını ilgilendiren (interdisipliner karakterdeki) sorunlar bu kesimde yer alır. Ayrıca, değişik spor türleri için elverişli olanların seçimi, psikolojik sorunlara tanı koyma (psikodiagnostik) konuları büyük önem taşımaktadır. İmgeleme Bütün duyuları kullanarak; görme, hissetme, işitme, koku ve tat alma gibi daha pratik ve aktif çalışma gerektiren bir tekniktir. Geçmiş deneyimlerden elde 7 edilen dışsal faktörleri tekrar zihinde canlandırarak içsel olarak tecrübe etmektir.
Ayrıca, var olan içsel resimleri, bilgileri bir araya getirerek yeni deneyimler yaratılabilir. Spor psikolojisinde de amaç sporsal bir deneyimi doğru bir şekilde performans sırasında imgelemektir Zihinsel antrenmanın bir parçası olan bu yöntem, yarışma döneminde, sezon sonunda, sakatlık zamanlarında antrenman veya yarışma sırasında da aktif bir şekilde sporcu tarafından kullanılabilir. İmgeleme sırasında kullanılan duyuların yanında, duygularda önemli bir faktör oynar. Maçta veya yarışmada yaşadığı kaygı, öfke, acı gibi duyguların yerine imgeleme sırasında özgüven, gurur, tatmin gibi duyguları kullanmak olumlu bir düşünme yaratmakla beraber psikolojik olarak da sporcunun gelişmesine yardımcı olacaktır. İmgelemenin nasıl ve neden daha başarılı sonuçlar elde etmede etkili olduğunu anlamak amacıyla birçok kuram geliştirilmiştir. Psikoloji alanında ortaya konmuş ve spor psikolojisine uyarlanmış kuramlar olmakla beraber, bilişsel psikoloji alt yapısına sahip kuramlar, psikolojik durumları değerlendiren ve nörofizyolojik ölçümlerin artışıyla beraber geliştirilen fonksiyonel denklik açıklamaları vardır. İmgeleme Kuramları Psikoneuromuscular Kuram: İmgeleme sırasındaki kassal aktivite ile fiziksel antrenman sırasındaki kassal aktivite arasındaki farka bakıldığında, imgeleme sürecinde benzer ancak daha düşük bir aktivite görülmüştür ve bu aktivite hareketin yapılmasını kolaylaştırmak için zihinde bir iz bırakır. Bir hareketi imgeleme sırasında, fiziksel olarak yapılan hareketle; beyin, aynı sinirsel uyarıları tetikler ve kaslara gönderir. Böylece hareketi imgeleme, kaslara gelen düşük seviyedeki uyarılarla antrenman ve performansı arttırıcı bir yöntem olarak ele alınmaktadır. Psikoneuromuscular kuramına göre içsel imgeleme veya kinestetik imgeleme, dışsal imgelemeye veya görsel imgeleme göre daha etkili bir yöntemdir çünkü içsel imgeleme sırasında daha fazla kas aktivitesi olmaktadır. Bir hareketi canlı bir şekilde yaptığını imgeleme sırasında kullanılan nöral yollar, hareketi gerçekten yaparken ki yollarla benzerdir. İmgeleme sırasında yapılan da, bu hareketi gerçekleştirirken kullanılan kasları kontrol eden nöral yolları güçlendirmektir Sembolik Öğrenme Kuramı: Hareket örüntüleri merkezi sinir sisteminde sembolik olarak kodlanır ve imgeleme hareketleri daha kolay uygulamak için hareketleri kodlamaya yardım eder. Sackett’e göre yüksek bilişsel beceriler motor becerilere göre daha kolay kodlanabilir ve imgelemeye daha hızlı tepki verir çünkü bilişsel görevlerde sembolik olarak öğrenilebilecek daha fazla sıralı eleman vardır. Örneğin; yeni öğrenilen bir hareketin bütününü imgelemek, sırasıyla yapılacak olanları bilişsel şekilde öğrenmesine yardım eder. Bir jimnastikçi bütün bir seriyi fiziksel olarak bitirmeden, imgeleyerek bir sonraki harekette ne yapacağını öğrenir ve takip edebilir.
İkili Kodlama Kuramı: imgeleme öğrenme için etkili olduğunu çünkü kişiye iki bağımsız bellek kodlaması sağladığını söylemektedir. Bu iki bellek sözel ve sözel olmayan, duyularımızla kodlayabildiğimiz belleklerdir. Öğrendiğimiz bir kelimenin veya gördüğümüz bir imgenin, örneğin basketbol topunu ele alalım, basketbol topunu hatırlamak ve öğrenmek için ‘top’ kelimesi ve topun imgesi depolanır ve bunlardan biri unutulsa da diğeri hatırlanabilir. Yani, bir uyaranı iki farklı şekilde kodlamak, tek bir şekilde kodlamaya göre daha kolay hatırlanır. Özellikle bir seri hareket öğreniliyorsa daha farklı kodlama çeşitleri daha etkilidir. İmgeler, sözel kodlara göre daha fazla iç içe girmiş, eş-zamanlı çalışacak şekilde, sistem içi bağlantıları daha güçlü olarak kodlanabilir Bioinformasyonel Kuram: İmgeleme, iki ana önerme içerir. Bunlardan biri uyarıcı önerme diğeri tepki önermesidir. Uyarıcı önerme çevrenin imgelenmesini, tepki önermesi ise çevreye davranışsal olarak verilen tepkiler olarak ele alınabilir. Bir basketbolcunun faul atışı sırasında, seyircilerin, takım arkadaşlarının, antrenörünün, hakemin, sahanın imgelenmesi gibi. Tepki önermesi ise çevreye davranışsal olarak verilen tepkilerdir. Bu basketbolcunun faul atışı sırasında onda yarattığı tepkilerdir. Topu elini aldığında kalp atışının hızlanması, kaslarının gerildiğini hissetmesi gibi. Bu iki önermenin birlikte olması edilen imgenin daha canlı olmasını amaçlar Üçlü Kodlama Kuramı: Bileşenlerin ilki imgeleme yani imgenin kendisidir, ikincisi bedensel (somatik) tepkidir, üçüncüsü ise imgelenen imgenin anlamıdır. Örneğin; bir basketbolcunun faul atışını imgelemesi ilk olarak topu, potayı, sahayı, seyircileri imgelemesidir. İkinci olarak bedensel tepki yani hissedilen kaygı ile kalp atışının ya da kassal aktivitenin artmasıdır. Bütüncül Yapı ya da Öngörü Kuramı: Bu kurama göre; optimal bir motor öğrenme için, öğrenen kişi görevi Gestalt psikolojisinde olduğu gibi bir bütün olarak ele almalıdır. Zihinsel olarak tekrar etme, öğrenene dikkatini görevin bütününe vermesine yardımcı olur ve performans gelişimini sağlar. Dikkat-Uyarılmışlık Kuramı: Her sporcunun kendisine göre tepe performans için yeterli bir uyarılmışlık seviyesi vardır. İmgeleme, sporcunun uyarılmışlık düzeyini ayarlamasına; ayrıca sporcunun dikkatini yeterli bir performans için yapması gereken göreve odaklamasına yardımcı olur. İmgeleme tekrarı, hem bilişsel hem de fizyolojik boyutlarda yapılır. İmgeleme, sporcunun yarışma veya maç sırasındaki fizyolojik olarak yeterli uyarılmışlık düzeyini öğrenmesine de yardımcı olur. Organlarımızın çalışması bütünsellik içerir. Birinin fazla çalışması ya da yetersiz çalışması diğerlerinin fonksiyonlarını etkiler. Organların verimli çalışması için yeterli yaşam enerjisine ihtiyaç vardır. Bu enerji oksijenden sağlanır. Organizmamız, yaralanmalara ve hastalıklara karşı koyacak ve kendini onaracak sistemine sahiptir.
Solunumdaki blokaj ve kısıtlanmaların çoğunluğu, geçmişte yaşanmış fiziksel ve duygusal travmaların sonucudur. Buna bağlı oluşan yanlış nefes alıp verme, vücutta metabolik enerji yetersizliklerine yol açar. Solunum, vücudumuzdaki bütün sistemleri etkiler. Sadece solunum düzeltilerek, bütün sistemlerin sağlıklı çalışması sağlanabilir. Oksijen, hücrelerimiz için çok önemlidir. Vücudumuz; besin almadan birkaç hafta, su almadan birkaç gün yaşanabilir ama oksijen olmadan birkaç dakikadan fazla yaşayamaz. Beyin, diğer organlara göre daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Yeterli oksijen alınamadığında – zihinsel bulanıklık, negatif düşünce, depresyon, işitme ve görme bozuklukları başlayabilir. Yaşlanmanın en önemli sebebi, yeterince oksijenle karşılaşmamaktır. Burun kanalları ve beyin yarı küreleri Enerjinin bir yarım küreden, diğerine hareketi nefesin burun deliğinden diğerine geçişiyle aynı zamanda gerçekleşir. Sağ burun deliği nefes alırken sol yarı küre, Sol burun deliği nefes alırken sağ yarım küre aktiftir. Her iki burun deliği bir anda çalıştığında beyin yarım kürelerinin ikisi de aktiftir. Nefes alınan burun kanalını değiştirmekle, ilgili beyin yan küresinin aktivasyonu da tersine döner, organizmadaki kimyasal reaksiyonlar değişir. Nefes almanın bilinçli kontrolü ile beden kimyasının da bilinçli olarak kontrol edilmesi ve değiştirilmesi mümkün olur. İnsanlar doğduklarında mükemmel çalışan diyafram kaslarına sahipken, ileri yaşlarda bu fonksiyonlarını kaybederler. Beş loptan oluşan akciğerin, sadece üst iki lobunu kullanarak solunum yaparlar. Yetersiz solunumun ve yetersiz oksijen alımı, organlar ve hücrelerin fonksiyonunu bozar. Bu bizim hastalıklı, acı ve zorluklarla dolu kısa bir ömür sürdürmemiz demektir. Ruhsal hastalıklar, bağışıklık sisteminin çöküşü ve kanser gibi hastalıklar burundan nefes almamanın ve diyafram kullanmamanın sonucu oluşur. Sonuç olarak; Doğru nefes, yaşam kalitesini artırır. Doğru nefes, yetersiz solunum sorunlarını ortadan kaldırır ve başarıyı artırır. – Canlı ve genç kalmanın en önemli şartı, temiz kan dolaşımıdır. Bunu elde etmenin sırrı da doğru nefes alabilmektir. Doğru nefes alarak vücudun tüm organlarının iyi beslenmesini sağlayabilir, hücrelerin verimliliklerini artırarak daha sağlıklı bir görünüme sahip olabilirsiniz. Emine ÇIRAK DEĞERLENDİRME: NOT:
Temel Kuantum Düşünme Teknikleri Kişisel gelişim sadece hayattaki krizlerle başa çıkmak değil, daha sevgi dolu ve verici olma ve daha büyük başarılar elde etmek için sorunları önleme ve daha asil amaçlar bulmamızı sağlamalıdır. İradenin, zihinsel ve fiziksel sağlığımız için önemli olduğunu gösteren etkileyici ve artan araştırma, araştırmacı psikologların kişisel değişim ve istencin öneminin farkına varmalarını sağladı. Sağlıklı normal insanlar kontrollerini abartmaya ve zayıf noktalarını hafife almaya meyillidir. Bu bize kendimizi daha iyi hissettirir. Gerçekte olduğundan daha fazla kontrolünüz olduğunu farz ederseniz kötü sonuçlar içinde kendinizi uygunsuz bir şekilde suçlayabilirsiniz. Dinginlik duasının da bize söylediği gibi, kontrol durumu değiştirmek için olumlu bir şeyler yapmanın yanı sıra, boyun eğmek, sabırla kabul etmek ya da duruma alışmak anlamına gelebilir. Çoğu durumda başa çıkmanın anahtarı bilgidir. Biz insan olarak, öncelikli olarak olduğumuz gibi olmayı öğreniyoruz, bu yüzden, hayatımızın herhangi bir noktasında, farklı olmayı öğrenebiliriz. Ama değişmek kolay olmayabilir. Kişisel gelişim yeni, hala kanıtlanması gereken bir yaklaşımdır ve birkaç test edilmiş metot içermesine rağmen çoğu metot henüz kanıtlanmamıştır. Kişisel gelişimi destekleyen çalışmalar giderek artmaktadır. Tekrar eden başarısızlıklara rağmen, insanlar sıklıkla aynı kişisel gelişimi yapmayı dener. Gerçek şu ki çoğu kişisel gelişim çabası başarısızlıkla sonuçlanır. Yine de insan denemeye devam eder. Cevapları gerçekçi olmayan beklentilerle başlamaya meyilliyiz, yani, büyük, hızlı, kolay ve etki alanı geniş değişim isteyerek. Hedefler çok yüksek olduğu için başarısız oluyoruz. Eğer çok sayıda başarısızlık yaşadıysanız ve istenen değişimin gerçekten mümkün olduğuna dair çok az kanıt elde ettiyseniz şunları yapmayı düşünün: (a) hedefinizi düşürün-daha azı ile yetinin ya da daha yavaş hızla ilerleyin –ya da (b) kişisel gelişim planlarınızın bilimsel olarak daha sağlam olması için kişisel değişim metotlarınızı gözden geçirin. Her terapist ve kişisel gelişim metodu zarar verebilir. Okumak ve kişisel gelişim uygulamak nadiren zarar veriyor gibi görünüyor. Hiçbir şey yapmamakla sonuçlanan kötümserlik ve kendine yardım etmeyi denemekten korkmak herhangi bir kişisel gelişim metodundan daha fazla zarar verir.
Araştırmalar göstermiştir ki, hatıralar sıklıkla gerçekliği bozar ve başkaları tarafından kolayca etkilenebilir. Değişimleri ölçmek zor olabilir ama denemelisiniz. Dürüst değerlendirme için objektif ölçümler şarttır. Her kişisel gelişimci kendi araştırmacısı olmayı denemelidir. “işlerin daha iyiye gittiğine” inanmaya meyilli olmaya karşı önlem alınmalıdır. Kişisel gelişim uygulamaya çalışırken ki ilerleyişinizi objektif olarak ölçerek iyimser sübjektif izlenimlerinizi iki kere kontrol edin. Gerçekten ilerleme mi gösteriyorsunuz oksa vakit mi kaybediyorsunuz. Kendimize dürüstçe bakmak ve değişmek stresli olabilir ama bunu yapmamız lazım. En ciddi anlamlı ve özel sorunlarınızın üzerinde çalışmaktan çekinmeyin. Sahip olabileceğiniz daha derin sorunlar üzerinde çalışmalısınız. Bunlara örnek olarak, aşrı öz eleştiri ve yetersizlik duygusu, yakınlaşma korkusu ve kıskançlık, hayat amacı eksikliği, diğer insanları rahatsız edici bulmayı verebiliriz. İyi bir kişisel gelişimci olmak muhtemelen çok fazla zaman ve çaba gerektirecektir. Sorunlar için önceden hazırlıklı olmalısınız. Bu hayat boyu süren görev. Değişim günlük, hatta saatlik dikkat gerektirebileceği fikri “çok fazla zahmet” gibi görünebilir. Kendimizi değiştirme çabalarımızın çoğu başarısızlıkla sonuçlanıyor çünkü eski alışkanlıklarımız çok güçlü görünüyor; aslında değişim uzun ve yokuş yukarı olan bir savaş olabilir. Bazı başarısızlıklar beklemek onlarla başa çıkmamıza yardımcı olabilir. Sihirli formüller beklemeyin. Kendinize yardım etmek için bir şey yapın. Güçlü olun! Değişime karşı her direnişle yüzleşin ve bütün yenilgiyi kabul eden tavırlarınıza meydan okuyun. Bir şeyler değiştirebileceğinize inanmayı öğrenin. Değişime olan kabiliyetinizle ilgili pozitif düşünmeyi adet haline getirin; güçlü olun ve kişisel gelişim becerilerinizi kanıtlayın, değiştikten sonra her şeyin ne kadar güzel olacağına dair hayaller kurun. Aynı şekilde değişememenin kötü sonuçları ile yüzleşin, bahaneler üretmeyin ve paçayı sıyırmaya çalışmayın, zayıflığı çaresizliği ve başarısızlığa uğratan tavırları kabul etmeyi reddin. Sorunlarınıza fiziksel-kimyasal faktörler neden olmuş olabilir. İlk önce bir doktora danışın. Düşük kan şekeri ya da hipertiroit gibi bazı fiziksel durumlar, korkular, asabiyet, çabuk öfkelenme, depresyon vb. gibi psikolojik semptomlara neden olabilir. Sorunlarınız ciddiyse ve kişisel gelişim çabalarınız etkisiz kalıyorsa, hemen profesyonel yardım alın.
KUANTUM DÜŞÜNCE TEKNİĞİ Kişinin kendini tanıma yolculuğunu temel alır. Neyi neden istiyoruz. Kişi ihtiyaç duyduğunda bilgi ona ulaşır. Kuantum fizik, fizik ötesi, atom altı düzeyde. Newton fiziğinin yanıt veremediğini, kuantum fizik yanıt verir. Bir elektron parçacık durumunda ise onun kesin durumunu, dalga durumunda ise momentumunu ölçebiliriz. Aynı anda ikisini ölçemiyoruz. Elektron bir an durum, bir an parçacık, bir an kütle, bir an ağırlık olabilir. Bir an enerji halini alabilir. Düşünceler suyun yapısını etkiliyor. Bizde %70 sudan oluşuyoruz. Negatif düşünceler evreni etkiliyor Beynimiz 3lü yapıya sahiptir. 1)
Beyin Sapı: alt beyin, sürüngen beyin, ilkel beyin, iç güdünün yönetildiği beyin.
2)
Orta Beyin: öğrenme, hafızaya alma, duyguların oluştuğu bölüm (limbik sistem orta beyin)
3)
Neokorteks (dış kabuk) düşünce ve zeka
İLKEL BEYİN ( BEYİN SAPI) Güvenlik ilkesi ile hareket eder En azından mantığı ile çalışır Mutluluğunuz ile ilgilenmez. Varlığının amacı sadece hayatta kalmak ORTA BEYİN (LİMBİK SİSTEM) Amygdala, talamus, hipotalamus, ve hipokampüsten oluşur. Motivasyon, öğrenme, duygulardan sorumludur. Evrene düşüncelerimizle mesaj veriyoruz. Yalnız düşünce yetmiyor, düşüncelere, duygular katılınca düşüncelerin vibrasyonu, titreşimi artıyor. Buda evrensel zekayı (yaratıcıyı etkiliyor). Enerjimiz düşük olunca, duygularımız düşüncelerimize katınca evrenle aynı enerji düzeyine ulaşabiliyoruz.
•
Duygular katılmadan evrensel zeka ile kurduğumuz iletişim eksik olur, yani duygular ile
desteklemediğimizde evrensel zeka ile iletişimimiz zayıflar. •
Çünkü duygular düşüncelerimizin vibrasyonunu artırır. Yapacağımız olumlu lamalar,
afirmasyonlar ve imajinasyonlar duygu yoğunluğu ile anlam kazanıp, evrende yankı bulacaktır. •
Evren ile aynı frekansta bulunabilmemiz için düşüncelerimizi, duygularımızla akort etmemiz
gerekir. KORTEKS (NEO KORTEKS) Neo korteks bizi diğer canlılardan ayıran özel kısımdır. Bilinçli düşüncelerle hayatımızın tasarımını ve yaratımını geliştiren destekleyen üst beynimizdir. Kuantum düşünceler, korteksin nitelikli bir düzeyde kullanılması ile uygulamaya geçirilir. Korteks düşünen ve düşündükçe potansiyeli yatay olarak incelendiğinde iki yarım küreden oluşur. •
Her iki lob birbirinden farklı ve tamamlayıcıdır.
•
İki yarım kürenin de bilgiyi algılaması, işlemesi, kavraması farklıdır.
•
Birlikte kullanıldığında, beyin ve öğrenme performansı sinerjik etki yaratmaktadır.
•
Beyin sağ yarım küresi atıl kullanılmaktadır. Hayal kurma, imajinasyon için sağ beyin
kullanılır. •
Sol beyin ağırlıklı kullanılır.
SOL LOB: matematik, mantık, sayılar, konuşma, lineer, analiz, diziler, detay. SAĞ LOB: Hayal, şekil, boyut, ritm, müzik, sanat, renk, bütün görsel canlandırma. ZİHİNSEL CANLANDIRMA-İMGELEME-YAPILANDIRICI Hayal etme bilinci zorluyor ve hayal etme inancı artıyor, dolayısıyla evrenle iletişimimizi artıyor. Öğrenme Sürecinin Aşamaları 1)
Bilinçsiz Yetersizlik
2)
Bilinçli Yetersizlik
3)
Bilinçli Yeterlilik
4)
Bilinçsiz Yeterlilik
Bilinçsiz Yetersizlik: Yabancı dil olarak Hindu dilinden habersiz olduğumuzu varsayalım. Bilinçsiz yetersiz düzeydeyiz. Böyle bir dilin var olduğundan bilgimiz yok. Bilinçli Yetersizlik: bu dili biliyor ama konuşamıyoruz. Haberdarız. Bilinçli yeterlilik: bu dili biliyoruz, konuşuyoruz. Araba kullanmayı yeni öğrendiğimiz zaman. Bilinçsiz Yeterli (Bilinç Dışı Yeterli): üst düzeyde düşünmeden o dili konuşma, farkında olmadan otomatik olarak beyin yapıyor. Otomatik pilota bağlanmış uçak gibi. Otomobili bilinç dışı yeterli düzeyde artık otomatik olarak düşünmeden sürme işlemini yapıyoruz. BİLİNÇALTI ETKİSİ Mantık 6 yaşında başlar. JUNG: bilinçaltı düşüncelerimiz bilince çıkmadıkça karşımıza kader olarak çıkar. •
Bilinçaltımızda yatan korkularımız, inançlarımız, değerlerimiz, bunların yarattığı “duygular”
aracılığıyla evrende tezahür eder. •
Sadece bilinçli zihinde düşündüklerimiz değil, farkında olmadığımız bilinçaltı korkularımız,
inançlarımızda evrene mesaj verir. Bilinçaltı İlkeleri 1)
Bilinçaltı bildiğine gördüğüne inanarak programlanır.
2)
Bilinçaltı zihnin onay verdiği düşüncelerin sık tekrarı ile düşünce kalıpları oluşturulur.
0-6 yaş arasındaki sürede ebeveynlerden edinilen bilgiler inanç kalıpları olmaya açıktır. Gerçek ile hayali ayıramaz bilinçaltı. Bilinçaltı telkinler ve imajinasyonlarla değiştirilebilir. Kuantum Düşünce Yönteminin İlkeleri (psikojenez) •
Her şey düşüncede başlar.
•
Her düşüncenin frekansı vardır.
İnsana seçim yapma ayrıcalığının düşüncelerini yönetme otoritesinin ve fikirlerini ifade etme hakkının verildiği alan bireysel yaratıcılık akımıdır.
•
Benzer benzeri çeker. Öncelikle düşüncelerimiz ne ise ona uygun olayları, durumlar ve
insanları hayatımıza çekeriz. •
Sözlerinizle hayatınızı yaratırsınız. Sözleriniz duygularınızın ve düşüncelerinizin ürünüdür.
•
Evrende sık tekrarlanan sözleriniz yankı bulur ve gerçeğinizi yaratır.
•
Ayrıca yürekten güçlü duygularınızla dile getirilen söylemlerinizde gerçeğinizi oluşturacaktır.
•
Evrensel enerji sizin enerjinizle etkileşir ve size yanıt verir.
ZİHİNSEL YASALAR 1) Sebep Sonuç Yasası: İçinde bulunduğun durumu sen oluşturdun. Daha önceki düşüncelerin belirledi. Şu andaki sonucun oluşmasını sen etkiledin. Şu anı geçmişte verdiğin bir karar veya eylemlerin etkilemiştir. Gelecekte olabilecek olasılıklardan birini de, şuan verdiğin kararlarla oluşturuyorsun. Yani geleceğini sen şekillendiriyorsun. Özellikle sorumluluğunu üzerinden atmak isteyen insanlarda aksini göstermek için uygulanır. 2) Bedensellik Yasası: Bir düşünce duyguyu beraberinde getirir ve duygu bedende ifade bulur. Böylece bedenimiz düşüncelerimize göre duruş sergiler. Bunun tersi de söz konusudur. Beden duruşu duygularımızı değiştirir. Kişi mutsuz olduğu bir anda bunun farkına vararak beden duruşunu değiştirirse, mutlu olduğu andaki beden ifadesine bürünürse bu duruş duygularını değiştirir. Bu duygularda bedene eşlik edecek kişi o olumsuz ruh halinden çıkacaktır. Sonuç olarak düşünce bedeni etkiler, bedende düşünceyi etkiler. 3) Beklenti Yasası: Kişi algılarını hangi yönde açıyorsa o yönde yanıt alır. Buna algıda seçicilik diyoruz. İlgi alanınızla ilgili algınız artar, yani neyi görmek isterseniz onu görürsünüz. 4) Bilişsel Uyumsuzluk Yasası: Fiziğin önemli bir kuralı üzerine kuruludur. Herhangi bir cismi düşünelim, bir anda bir cismin kapladığı alanda, mekânda aynı anda başka bir cisim bulunamaz.
Zihnimizde olumsuz bir düşünce var ise, aynı anda olumlu bir düşünce zihnimizde yer almaz. Olaylara olumlu
açıdan bakarsak,
olumsuz düşünceler
barınamaz,
bunu bir
alışkanlığa
dönüştürdüğümüzde ise bir süre sonra bilinçsiz yeterli seviyeye taşınacağımızdan, olumlu düşünmek zihnimizin otomatik yaptığı bir işleme dönüşür. 5) Tersine Dönme Yasası: Değiştirmek istediğimiz bir eylem ya da düşünce varsa, bunu gerçekleştirmek için yapılacak bir telkin vardır. Eylemler düşünceler sonucunda oluşur. Düşünceler yani tepkimizde bilinçaltındaki inançlar sonucu oluşan duygudan beslenerek oluşur. Öyleyse değiştirmek istediğimiz alışkanlık ya da eylem için, düşüncenin değişmesi için, ona neden olan bilinçaltı inancını değiştirmesi gerekiyor. Bunu bilinçli ve sistemli yapacağınız affirmasyonlar ya da telkinlerle değiştirebilirsiniz. Aksi halde bilinçaltı ile anlaşma yapmadan (bilinçaltı ile bilinçli zihni bir etmeden) yapılacak değişim çabaları yetersiz kalacaktır. Bilinçaltındaki kalıplaşmış inançlarımızı değiştirmezsek, geriye dönüş olur,
istediğimiz olumlu
duruma ulaşamayız. 6) Eylemsizlik Yasası: Bu da fiziğin bir kuralından temellenir. Duran bir cisim durmak ister, hareket eden bir cisim ise yine hareket etmeye devam etmek ister. Dolayısıyla bir düşünceyi ya da eylemi değiştirmek için ona dışardan bilinçli bir müdahale gerekir. Değişim kendi kendine olmaz. Bununla birlikte değişime kapalı olan biriside değişmeyecektir. Ona dışardan bir müdahale gerekir. Ya hayat ona müdahale eder, yani yaşadığı olaylar ona bu değişime doğru bir itilim sağlar yada kişinin bilinç seviyesi üst düzey ise değişimi kendisi ister ve yeni bilgiye gelişime ve değişime açıktır. 7) Israr Yasası: Eğer olumlu düşüncelerin oluşması için nöron bağ oluşması için ısrarlı olmalıyız. Olumlu düşünceyi 1 ay boyunca tekrarlamalıyız.
EVRENSEL YASALAR Bu yasalar güçlü enerjilerdir. Bizi kendilerine uydururlar. Bilsekte bilmesekte , kabul etsekte etmesekte hayatımızın işleyişini etkileyen yasalardır.bu yasalar herkes için eşit ve herkes için geçerlidir. Her zaman yürürlükte ve her yerde geçerlidir. Evrenin kendi düzeni vardır ve bu yasalarla işleyiş kazanır. Değiştirilemez, yok edilemez. Herkes için geçerli ve eşit işler. Tıpkı yerçekimi yasası gibi. Bu ilkeler evrenin yazılı olan kurallarıdır. Kuantum düşünce tekniği; düşün, iste, al şeklinde özetlenemez. Gerçekten işlerlik kazanması için isteklerimizin evrensellik ilkeleriyle uyumlu olması şarttır. 1)
Çekim yasası
2)
Neden-sonuç yasası
3)
Şükran yasası
4)
Sevgi yasası
5)
Bütünsellik yasası
6)
Hak yasası
7)
Evrim yasası
ÇEKİM YASASI Benzer benzeri çeker. Çekim yasası farkında olduğumuz ya da olmadığımız bilinçli ya da bilinçaltı inançlarımızla paralel ve düşüncelerimizle uyumlu bir hayatı yarattığımızı söyler. Algıda ve düşüncede neye odaklanırsanız kendinize çekersiniz ve o durumu çoğaltırsınız. Ne düşündüğünüzün farkında olmak, düşüncelerimizi bilinçli olarak yöneteceğimiz farkındalığını da beraberinde getirir. Sözlerimiz önce kendi bilinçaltı inançlarımızı kodluyor, sonrada kuantum alanını kodlayarak dünyada gerçeklerimizi yaratıyor. Hayatımızda olan her şey içsel gerçekliğimizin yansımasıdır. Einstein, eğer beynimizden çıkan düşünceleri takip edebilseydik onları dünyayı dolaşıp tekrar beynimize girdiklerini görebilirdik.
Her enerji daima kaynağına döner. Evren daima evet der. Olumlu yada olumsuz neye odaklanırsak evren ona daima evet der. Ancak düşüncelerimiz hemen reaiteye dönüşmez. Bir olgunlaşma dönemi diyebileceğimiz zaman aralığı vardır. Emine DEMİR DEĞERLENDİRME: NOT:
ÇOCUK VE ERGEN PSİKOLOJİSİ Çocuk ve ergen psikolojisi kitabının içeriğinden kısaca bahsedecek olursam: Kitap 4 bölümden oluşur ve bu bölümlerde: 1.
Bölüm de: Problem gelişimi üzerine etkiler, ailenin yaşam döngüsü ( Bu bölümde: Fiziksel
gelişim, bilişsel gelişim, dil gelişimi sosyal gelişim, duygusal gelişim, ahlaki gelişim, kimlik gelişimi cinsiyet rolü gelişimi, arkadaşlık ve akran grup ilişkilerine değinmiştir.), sınıflandırma, epidemiyoloji ve tedavi etkinliği, danışma süreci giriş ve bölümleri ele alınmıştır. 2.
Bölüm de: Bebeklikte ve erken çocuklukta uyku problemleri, tuvalet problemleri, öğrenme ve
iletişim zorlukları, otizm ve yaygın gelişimsel bozukluklar bu bozuklukların tanı, klinik ve özelliklerini işte ebeveyn ve öğretmen görüşmelerinden bahsetmiştir. 3.
Bölüm de: Orta çocukluk problemleri, dikkat ve aşırı aktivite problemi korku ve anksiyete
(kaygı) problemi yineleme bozuklukları, somatik problemler ve ergenlik problemleri, yine ruh hali problemlerine de değinmiştir. Ayrıca anoreksia ve blumia nervosa, şizofreni konularını ele alınmış. 4.
Bölümde de: Çocuk istismarı olmak üzere 4 bölümü ele almış. Emine KAZAN
DEĞERLENDİRME: NOT:
PSİKOLOJİ Psikoloji insan davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. İnsan merak eden, öğrenme ihtiyacında olan bir varlıktır. Hem kendini hem de kendi dışındaki dünyayı anlamak ister. Elde ettiği bilgiler de onun çevresine uyumunu kolaylaştırır. İnsan yalnızca çevresini, dış dünyayı değil, kendisi ile ilgili olayları da merak eder. İnsan nedir? sorusuna cevap arar. Bu sorunun cevabını aslında bildiğini zanneder. Oysa insan hakkında bilgimiz düşündüğümüzden de azdır. İnsan, felsefenin, dinlerin, antropoloji, etnoloji, biyoloji, sosyoloji gibi çeşitli alanların konusu olmuştur. İnsanı inceleyen alanlardan biri de psikolojidir. Psikoloji, insanın neden, niçin ve nasıl davrandığını araştırır. Psikolojik değişkenler doğrudan gözlenemediği için ölçmecilerin karşısına çeşitli sorunlar çıkar: Ölçülen değişken gerçekte ne, nasıl, ölçme sonuçları hatalardan nasıl arındırılabilir, gibi.Psikolojik değişkenlerin ölçümü, bireylere ölçülecek ilgili özelliği uyaracak maddeler takımı sunulup,bireylerin bu uyarıcılara verdikleri tepkilerden hareketle dolaylı bir şekilde gerçekleştirilir. Bu anlamda, psikolojik ölçme, örtük özelliğe ilişkin öngörülen bir denencenin test edilmesine dönüşür ve ölçek geliştirme süreci de ilgili özelliğin işe vuruklaştırılması ‘çabası’ anlamına gelir. Bu bakımdan,“gerçek” hep bilinmez kalır; ancak gerçeğin arayışı veya ölçmenin fizik ölçmeler düzeyine getirilme çabası psikometri tarihi boyunca irdelenir durur. Bu çabalar sonucu, tarihsel olarak epey yol katedilmiştir; çok çeşitli ölçek geliştirme yöntem ve teknikleri geliştirilmiş, “gerçek puanı bulma”anlamında da çok çeşitli kuramlar gündeme gelmiştir 1879’da Alman psikolog WILHEIM WUNDT tarafından Leipzig’de kurulan psikoloji laboratuvarı ile psikoloji, deneysel bilim dalı olma ünvanını kazanmıştır. İlk psikoloji deneyleri burada yapılmıştır. Psişik olaylar fizik olayları gibi incelenmeye çalışılmıştır. Daha sonra Avrupa`nın değişik yerlerinde ve Amerika` da da birçok psikoloji laboratuvarı açılmıştır. Psikoloji felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim haline geldikten sonra -kısmen de olsa- bazı filozofların düşünce biçimlerinin etkisinde kalmıştır. Sistem ve ekol halinde gelişen psikoloji akımları ortaya çıkmıştır. Ekoller genellikle tek yanlı görüşlerdir. İncelemek istedikleri konuyu temel ögeler açısından ele alırlar. Determinist anlayıştadırlar. Psikolojinin belli başlı ekolleri Strüktüralizm (yapısalcılık zihin yapısı ile ilgili), Fonksiyonalizm (İşlevselcilik -zihin göreviyle ilgili psikoloji), Bihevyorizm (davranış psikolojisi), Psikoanalitik Psikoloji, Gestalt psikolojisidir. 20. yy. psikolojisi zihinsel süreçleri açıklamak için iç gözlem yöntemini kullanan yapısalcılıkla başladı, daha sonra psikoanalitik psikoloji gelişti. Yapısalcılığa karşı olan davranışçılık ve Gestalt psikolojisi gibi akımlar ortaya çıktı. Daha önceki okulların tek yanlı determinist (belirleyici) görüşlerine tepki olarak da hümanistik (insancıl) psikoloji doğdu.
2. Dünya Savaşı sırasında ise ekoller önemini kaybederek, görüşler yavaş yavaş birbirine yaklaştı. Teorisyenler ve araştırmacıların aynı miktarda katkıda bulunduğu çoğulcu anlayış, ekollerin tek yanlı anlayışı yerine geçti. Psikolojinin felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim olması, onun diğer bilimlerle ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez. Her bilim dalının diğerleri ile ilişkisi vardır. Ancak birbirlerine yakın olan bilim dallarının ilişkisi diğerlerinden daha yoğundur. Örneğin insanı konu olarak ele alan antropoloji, etnoloji, sosyoloji, psikoloji daha yakın ilişki içindedir. Psikoloji- Antropoloji: Antropoloji, insanı inceleyen bilim dalıdır. İnsanın gelişim sürecini, ırkları inceler. Elde ettiği sonuçlar günümüz psikolojisine ışık tutar. Psikoloji- Etnoloji: Etnoloji, insan toplumlarının günümüzde ya da tarih öncesi dönemlerde yaşayan ilkel toplulukların kültürlerini inceler. İnsanın, kişiliği, algıları, kanıları üzerinde içinde yaşadığı kültürün etkisi oldukça çoktur. Bu nedenle Etnoloji çalışmaları psikolojiye yardımcı olur. Psikoloji- Sosyoloji: Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumun yapısını, toplumsal sistemleri inceler. Toplum tek tek kişilerden oluştuğuna göre sosyoloji ile psikoloji oldukça yakından ilişkili bilim dalıdır. Her iki bilim dalının ortak ürünü olarak sosyal psikoloji dalı doğmuştur. Ancak bununla birlikte sosyoloji ve psikolojiyi tek bir bilim dalı olarak görmek yanlıştır. Çünkü iki bilim dalının oldukça farklı yanları ve çalışma alanları vardır. Örneğin, sosyoloji yalnızca insan toplumlarını incelemesine karşın psikoloji bazı nedenlerle hayvanları da inceler. Emre ORUÇ DEĞERLENDİRME: NOT:
KONU: BAŞARILI BİR LİDER OLMA PSİKOLOJİNİN KONUSU Psikoloji insan davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. İnsan merak eden öğrenme ihtiyacında olan bir varlıktır. Hem kendini hem de kendi dışındaki dünyayı anlamak ister. Elde ettiği bilgiler de onun çevresine uyumunu kolaylaştırır. İnsan yalnızca çevresini, dış dünyayı değil, kendisi ile ilgili olayları da merak eder. İnsanı inceleyen alanlardan biri de psikolojidir. Psikoloji, insanın neden, niçin ve nasıl davrandığını araştırır. PSİKOLOJİNİN TANIMI Psikoloji Nefes, ruh, zihin düzenli söz, bilgi kelimesinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kelime anlamı ruh bilgisidir. En genel anlamında organizmanın davranışlarını inceleyen pozitif bir bilimdir. Psikolojinin asıl amacı insanı incelemektir. Organizmanın doğrudan veya dolaylı olarak gözlenebilen tüm etkinlikleridir. Yürümek, koşmak, ağlamak gülmek, yemek, içmek, bisiklete binmek, saz çalmak, konuşmak gibi eylemler birer davranıştır. Bu davranışlar doğrudan doğruya gözlenebilir. Rüya görmek, öğrenmek, hayal kurmak, düşünmek, duygulanmak gibi bazı davranışlar da dolaylı olarak gözlenebilir; rüyanın anlatılması, düşüncenin konuşmayla açıklanması gibi... Belirli bir alanda bilimsel yöntemlerle yapılan çalışmalar sonucu elde edilen organize bilgiler kümesi düzenli bilgiler elde etmek sürecidir. Tanımda belirtildiği gibi bilim sadece olmuş bitmiş bilgiler yığını değil, aynı zamanda devam eden çalışmaları da içerir. Bilim objektiftir. Elde edilen bilgiler başka araştırmacılar tarafından test edildiğinde de aynı sonuçlara varılır. Fizik, kimya, biyoloji, psikoloji, sosyoloji gibi olguları deneysel yöntemlerle açıklayan bilimlere pozitif bilim denir. PSİKOLOJİNİN AMAÇLARI Her bilim dalının bir amacı vardır. Örneğin fiziğin amacı farklı olayları en genel yollarla matematik ifadelerle açıklayan doğa yasalarını ya da temel ilkelerini ortaya çıkarmaktır. Psikolojinin de amacı organizmanın özellikle insanın davranışlarını inceleyerek genel yasalara varmaktır. Her bilim dalının belirli çalışma alanı vardır. Psikolojinin çalışma alanı insan davranışlarıdır. İnsan davranışlarının ne olduğunu nasıl olduğunu niçin olduğunu araştırmak araştırma sonuçlarından hipotez yasa teorilere varmak psikolojinin görevidir.
İnsan bir canlı olarak çevresine uyum sağlamak ister. Psikoloji de elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak onun davranışlarını açıklayabilir önceden kestirebilir kontrol edebilir. Böylece, insana çevresine uyum sağlamasında yardımcı olabilir. Günümüzde psikolojinin bulgularından çok değişik alanlarda yararlanılır. Eğitim, tıp, endüstri, ekonomi gibi olaylarda psikolojik bilgiler insanların daha başarılı olmasını sağlamaktadır. Büyüme, gelişme, yetenekler, ilgi, zekâ, heyecan, bellek, düşünme, öğrenme konularında gibi. Psikoloji alanında deneyimlerde kişilerin davranışlarına yön verebilir. Kendini gerçekleştiren insanlar genellikle gereksinim gideren özellikleri soyutlama ya da karşısındakini bir araç olarak görme eğiliminde olmadıklarından değer biçmeyen, yargılamayan, müdahaleci ve kınayıcı olmayan bir tutum sergilerler. Tutkusuz seçimsiz bir farkındalık içerisindedirler. Bu da daha açık ve iç görülü bir algıya ve karşıdakinin daha iyi anlaşılmasına olanak verir. Çocuklarda, çocuğun seçimlerini kendi doğasına göre yapabilmesi ve gelişebilmesi için seçimlerinin doğru ölçütü olarak kendi öznel deneyimlerinden aldığı hazzı ve sıkıntıyı benimsemesine izin verilmelidir. Diğer bir ölçüt seçeneği de seçimin bir başka kişinin dileğine göre yapılmasıdır. Böyle bir durumda benlik kaybolur. Ayrıca bu durum seçimi salt güvenliğe indirger. Seçim koşulları gerçekten özgürse ve engellenmiyorsa çocuktan çoğunlukla ileriye doğru gelişmesini bekleyebiliriz. Her ne kadar kesin seçim çocuk tarafından yapılacaksa da çevre de bu süreçte çeşitli açılardan önemlidir. Çocuğun güvenlik, ait olma, sevgi ve saygı gibi temel gereksinimlerini karşılarlar. Bu sayede çocuk kendini tehlikeden uzak, özerk, ilgili ve doğal hissedebilir; böylece de bilinmeyene yönelmeyi göze alabilir. Çevre gelişimi seçmeyi olumlu bir çekicilik ve güvenlik içinde sunarken gerilemeyi de daha az çekici ve daha sıkıntılı olarak gösterebilir. Bu şekilde varlık psikolojisi oluş psikolojisi ile bağdaştırılabilir ve çocuk yalnızca kendisi olarak ilerlemeyi ve gelişmeyi sürdürebilir. Kısacası; psikoloji hayatımızın (ev, iş, çocuk, çevre, gelişim, zihinsellik vb.) her anında yapacağımız veya yaptığımız davranışlarımızı etkileyen faktördür. Ercan KESMEZ DEĞERLENDİRME: NOT:
ERGEN VE ÇOCUK PSİKOLOJİSİ Organizma, çocukluğundan diğer dönemlere kadar gelişmekte olan yaşam çizgisinin üzerinde bağımsız olarak farklı bir gelişim dönemlerinden geçmektedir. Ve bu bahsettiğimiz farklı dönemlerin içinden birbiriyle farklı olan fizyolojik ve psikolojik gibi özellikler baş gösterebiliyor. Bu anlamda bahsettiğimiz bu yaşam çizgisini dikkatli bir şekilde göz önüne alarak organizmanın yaşamını genel anlamıyla; çocukluk, ergenlik/gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi gelişim dönemleri olarak ayırarak ve bunları incelemek mümkündür. (Koç, 2008).Organizmalar doğar, büyür, gelişir ve ölür. Bu evreler arasında çeşitli dönemlerden geçmektedir. Organizmalar yaşamları boyunca var olan topluma adaptasyon süreçlerinden geçmektedirler. Bu adaptasyon süreçlerinde bireyde hazırbulunuşluk, büyüme ve olgunlaşma gibi evreleri kapsayabiliyor. Birey bu yaşamın içinde evreler arasında incelenmektedir. Bu evrelerde birey kendi içinde çatışmalar yaşayabilmektedir. Bu tür çatışmalar yaşayan bireyler kendi içinde bir olgunlaşma döneminden geçmektedir. Bireyde yaşanan gelişme dönemleri farklı şekilde adlandırılıyor. Literatürde var olan bu dönemler şöyle adlandırılıyor. Fiziksel gelişim, bilişsel gelişim, dil gelişimi, sosyal gelişim, duygusal gelişim, ahlaki gelişim, kimlik gelişimi, cinsiyet rolü gelişimi olarak da adlandırılabiliyor. Bireyde bu dönemlerden sağlıklı olarak geçmeleri konusunda literatürde önemli bilgiler bulunmaktadır. Bu evreler yeterince sağlıklı geçmediği takdirde var olan zihinsel süreçlerde aksaklıklar meydana gelme söz konusu olabiliyor. Bu aksaklıklar da yaşam kalitesinde düşüşler meydana gelmektedir. Bu durumlar daha sonra patolojik bir durum söz konusu olabiliyor. Yaşam standartlarına bakıldığında ergen psikolojisinde meydana gelen aksaklıklar konusunda birçok araştırma yapılmaktadır. Bu aksaklıklarda genel olarak ergen bazı savunma mekanizmalarından faydalanabiliyor. Birey kendini var olan durumdan veya toplumsal olan ahlaki boyuttan sıyrılmak için kullanabiliyor. Ergenlerde yaşamsal problemler meydana gelebiliyor. Bu tür problemlere bakmak gerekirse eğer; ebeveyn, çevre ve biyolojik durumlara bakmak faydalı olacaktır. Ebeveynlerin bu durumlara karşı olan tutumları önemlidir. Bireyde yaşanan nörolojik tepkimeler yani kimyasal etkilere bakıldığında duygu durumunda var olan değişiklikler yaşanabiliyor. Ebeveynler bu durumların yaşanması ve bu durumların getireceği sonuçları bir eğitim olarak ebeveynlere verilmesi uygun olabilir. bu durumda yaşanan durumlara bakıldığında ergenlerde bireylerin yarattığı tutarsız disiplinler, ilgisiz ebeveynler otoriter ebeveynler göz önüne alınabilir.
Bireyde yaşanan problemlere bakıldığında yaşadığı problemlerin dozajına bakılır ve bu problemlere göre kuramlar veya yaklaşımlara bakılarak uygun bir tedavi yöntemi uygulanabilir. Var olan yaşamsal problemler ve varoluşsal çatışmalar yaşamın doğasına bakılarak buna bir anlam yüklemek ve ergen kendi ruhsal özelliklerini izleyerek kendini bu durumda hangi konuda eşleştirebiliyor. Bunu izlemek ve hayatın hangi durumunda kendini konumlandırdığına bakmak ergen için başarının yarısına gelmek gibi bir şey olabilir. Bu ergenlik döneminde bireyde yaşanan kendini anlayabilme ve kendini keşfetme gibi bir duruma bakıldığında fiziksel ve ruhsal olarak kendini anlamaya başlayacaktır. Birey somut evreden çıkış yaptıktan sonra artık soyut döneme başlamaktadır. Bu soyut dönemde artık ergen her şeyi daha iyi anlayabilmektedir. Ve bunu daha mantıklı bir şekilde konumlandırmaktadır. Ergenlikle ilgili yaşanan problemlere bakıldığında bu durumun duygusal istismar ve ihmal olarak da vurgulayabiliriz. Birey de ihmal; beslenme, giyinme ve barınma gibi fiziksel ihtiyaçlar olarak doğabiliyor. Bireyde duygusal olarak bakıldığında; küçük durumlar olarak bakıldığında cezalandırma eğilimi ve sevgi olarak çocuğu yoksun bırakma olarak değerlendirilir. Bireyde yaşanan bir başka istismar türü ise; cinsel istismar olarak adlandırılır. Çocuk istismarı bir yetişkinin çocuğa karşı fiziksel veya psikolojik bakımdan kötü muamelesidir. (TIRAŞÇI, GÖREN,2007) Bu tür rahatsızlıklar travma sonrası stres bozukluğu, kişilik bozuklukları olarak baş gösterebiliyor. Tarık SARUHAN DEĞERLENDİRME: NOT:
ERGEN PSİKOLOJİSİ Ergenlik hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu kız-erkek cinsel özelliklerinin belirdiği iki-üç yıllık ilk gençlik dönemini kapsar. Kızlar erkeklerden 1-2 yıl önce ergenliğe girer, büyüme ve cinsel olgunluklarını 1-2 yıl erken tamamlar. Ergenlik her çocukta ayrı yaşlarda başlar. Ergenliğin fizyolojik değişiklikleri kızlarda ilk aybaşı kanamasıyla, erkeklerde ise sperm yapımıyla doruğa ulaşır. Gençlik, çocukluk ve erişkinlik arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve yaşama hazırlık dönemidir. Ön ergenlik kızlar da 10-12, erkeklerde 11-13;ergenlik kızlarda 13-15, erkeklerde 14-15 yaşları arasında başlar. Ortaokul yıllarına denk düşen ilk gençlik ya da yeni yetmelik yıllarında, cinsel uyanışla birlikte yeni ruhsal özellikler ve davranışlar kendini gösterir. Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğu gider, yerine oldukça tedirgin, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir genç gelir. Duyguları hızlı bir iniş çıkış gösterir. Çabuk sevinir çabuk üzülür. Çabuk sinirlenir, olur olmaz şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Derslere ilgisi azalmış, çalışma düzeni bozulmuştur. İstekleri artmıştır. Kendisine tanınan hakları yetersiz bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sıklığından yakınır. Ana-babanın uyarılarına birden tepki gösterir, ters yanıtlar verir. Sürekli bir gidiş geliş içindedir. Evde pek durmak istemez. Dönüş saatine aldırmaz, yemeğe geç kalır. Dağınık ve savruk olur. Sık sık bir şey devirip kırar. Oburlaşır, girip çıkıp bir şeyler atıştırır. İlgileri artmış, gelgeç hevesleri çoğalmıştır. Gürültülü müziğe bayılır. Süse ve giyime düşkünlük gösterir. Genç kız ayna karşısında saatler geçirir. Bir sivilceyle gün boyu uğraşır, kaygılanır. Genç erkek boyasız ayakkabısına bakmaz ama saçını günün modasına göre kestirmekte direnir. Zayıflık-şişmanlık, uzun boy-kısa boy, yüz çizgilerinin düzgün olup olmadığı sorun olmaya başlar. Gizliliğe önem verir. Odası varsa saatlerce odasına kapanır hatta kapısını kilitli tutmaya özen gösterir. Duvarlara renkli resimler ve sanatçıların posterlerini asar. Arkadaşlarıyla gizli konuşmaları ve fısıldaşmaları olur. Kardeşlerini yanına sokmaz, tersleyip uzaklaştırır. Uzun uzun düşler kurar. Günlük tutmaya başlar. Şiir ve öykü yazmaya özenir. Kendinden habersiz mektuplarının ve yazdıklarının okunmasına büyük tepkiler gösterir. Bu çağ gencin yeni arayışlar içinde olduğu bir çağdır. Genç her şeyden önce kendini aramaktadır. Kendi kişiliğine çeki düzen vermeye çalışır. Kendi kimliğine kavuşabilmesi için,genç, önce ana-baba etkisinden sıyrılmaya çalışır. Onun gözünde ana-babası hiç yanlış yapmayan kişiler değildir. Onları eleştirmeye başlar. Beğenileriyle alay eder. Sanki ana-babadan öğrenilecek bir şey kalmamıştır. Öğütleri batar, uyarıları onu kızdırır. Bunu yaparken de çok aşırıya gider. Altı yaşındaki çocuk babayı en güçlü, en çok bilen, hiç yanılmaya biri olarak tanır. On altı yaşındaysa onu tahtından indirir.
Ergen bir erkeği ve kızı bekleyen temel gelişim görevleri şunlardır: •
Her iki cinsten yaşıtlarıyla yeni ve daha olgun ilişkilerde başarılı olmak,
•
Erkek ve kadın toplumsal rolünü başarmak,
•
Fiziksel görünüşünü kabul etmek ve bedenini etkili bir şekilde kullanmak,
•
Ana babadan ve diğer yetişkinlerden duygusal bağımsızlığım kazanmak,
•
Ekonomik bağımsızlık güvencesini kazanmak,
•
Bir meslek seçmek ve ona hazırlanmak,
•
Evlilik ve aile yaşamı için hazırlanmak,
•
Yurttaşlık yeterliliği için gerekli zihinsel becerileri ve kavramları geliştirmek,
•
Toplumsal olarak sorumlu davranışı istemek ve yerine getirmek,
•
Davranışa rehber olarak bir değerler takımı ve bir etik sistem oluşturmaktır. Birçok farklı kuramcı ergenliği farklı bakış açılarından değerlendirmiştir. En önemlileri G. S. Hall
(1844-1924) ergen psikolojisinin babası olarak bilinir. C. Darwin’in evrim konusundaki fikirlerinden yola çıkarak ergen gelişimi üzerine bir psikolojik bir kuram geliştirmiştir. Hall, ergenlik karmaşası kavramını psikolojiye kazandıran bilim adamıdır. Hall’ın düşüncesine göre, çocukluğun çeşitli evreleri insan evriminin çeşitli dönemlerine karşılık düşer. Hall’ın ergenlik dönemine ilişkin en önemli katkısı, ergenliği bireyselliğin geliştirildiği bir dönem olarak görmesiydi. Ona göre yeniyetmelik yılları, fırtınalı ve stresli olabilir, ancak bunlar bireyin yeniden yapılanmasını sağlamaya da yardım eder. Ancak Hall’ın insan gelişimi ile evrimi arasında ilişki kurma konusundaki ısrarı ve bilgi birikimini organize ederek ortaya koyamaması, onun kuramına ciddi eleştiriler getirilmesine neden olmuştur. Hilal YILDIZ DEĞERLENDİRME: NOT:
ERGEN PSİKOLOJİSİ SERTİFİKA PROGRAMI ERGEN PSİKOLOJİSİ Psikoloji insan davranışları ve zihinsel süreçleri ile birlikte bunların altında yatan nedenleri inceleyen ve araştıran bilim dalıdır. Psikoloji biliminin çok eski sayılabilecek bir geçmişi yoktur. Psikolojinin bilim haline gelmesinde Wundt etkili olmuştur. İlk psikoloji laboratuvarını kurarak deneysel psikolojinin adımlarını atmıştır. Zihnin yapısını incelemeye yönelik olan yapısalcılık akımını ortaya atmıştır. Daha sonraları Tichener, William James, Freud, Adler, Watson gibi pek çok isim psikolojiye farklı bakış açıları kazandıran isimler olmuşlardır. Psikolojinin kullandığı pek çok araştırma yöntemi vardır. Bunlar: doğal gözlem, vaka çalışmaları, anket çalışmaları, korelasyona dayalı çalışmalar, deneysel araştırma ve çok yönlü araştırma yöntemleridir. Psikolojiyi daha anlaşılır bir şekilde inceleyebilmek için çeşitli alt başlıklara ayırırız: gelişim psikolojisi, fizyolojik psikoloji, deneysel psikoloji, kişilik psikolojisi, klinik psikoloji, sosyal psikoloji. Sinir Sistemi Beyin yaklaşık 100 milyar nörondan oluşur. Her bir nöron arasında 15bin bağlantı vardır. Öğrenme nöronlar arasında bağlantı oluşması sonucunda oluşur. Bu bağın kuvvetlenmesi tekrara bağlıdır. Merkezi sinir sistemi; beyin ve omurilik bu bölümde yer alır. Beynin yapısını incelersek: •
Beyin sapı, en ilkel alandır basit reflekslerimiz buradan yönetilir.
•
Limbik sistem, uzun süreli hafızada etkilidir. Bu kısımdaki hipotalamus hormonal dengeyi
sağlarken amygdala ise öfke kontrol merkezi görevini yürütür. •
Neokorteks, düşünme faaliyetlerinin gerçekleştiği alandır. Beyni ilkel yönden ayıran kısmıdır.
Çevresel sinir sistemi; beş duyu organımız ile algıladığımız sinyalleri toplayıp omuriliğe buradan da beyne yollayan sistemdir. Otonom sinir sistemi; beyin otomatik olarak kontrol eder. Sempatik sistem, nefes alışverişi kalp atışı gibi hızlandırıcı etkiler verirken parasempatik sistem organların rahatlatıcı faaliyetlerini içerir.
Beynin işlevleri Beyin iki lobdan oluşur. Sağ lob, vücudun sol tarafını kontrol eder. Sanatsal yaratıcı özellikleri belirler. Sol lob, vücudun sağ tarafını kontrol eder. Matematiksel işlemleri gerçekleştirir. Nörotransmitterler Nörotransmitterler, beyin kimyasalları olup vücudun ürettiği hormonlardır. Sinaps bölgesindeki boşluğa gelen iletinin, mesajın, bilginin daha kolay atlamasını, yani karşı tarafa geçmesini sağlar. Bazı nörotransmitterlerin görevlerini inceleyelim: ACH (Asetilkolin): Dikkat, bellek ve öğrenme yeteneğinde etkilidir. Fazla olması durumunda titreme, istemsiz hareketler, az olduğunda felç görülebilmektedir. Alzheimer hastalığında az olmasının etkisi olduğu ortaya konmuştur. Dopamin: Heyecan duygusunda etkilidir. Fazlalığında şizofreni azlığında Parkinson’a neden olmaktadır. Serotonin: Mutluluk hormonudur. Fazlalığında manik depresif duygu hali, azlığında depresyon görülür. Norepinefrin: Öğrenme ve bellekte söz sahibidir. Endorfin: Ağrı ve acıyı keser. İç Salgı Sistemi Tiroit Bezi Boğazda yer alır. Tiroksin hormonu salgılar. Fazla salgılanması konsantrasyon problemlerine az salgılanması ise uyuma ve kronik yorgunluğa sebep olur. Paratiroit Bezi Tiroit bezinin içine gömülmüş bir yapıdadır. Fazlalığında fiziksel koordinasyonda zayıflama, uyuşukluk azlığında aşırı duyarlılık seğirme titreme görülür. Pineal Bez Melatonin hormonu salgılar. Büyümeyi sağlar. Karanlık ortamlarda salgılanır. Aydınlıkta melatonin salgısı kesilir. Hala salgılanmaya devam ediyorsa kişi depresyon belirtileri göstermeye başlar.
Pankreas Mide ile ince bağırsak arasında yer alır. İnsülin ve Glukagon salgılanmasını sağlar. İnsülin kandaki seker oranını düşürür. Ganotlar Kadınlarda östrojen fazla salgılandığında naif şefkatli bir yapı görülür. Erkeklerde Androjen fazla salgılandığında saldırganlık görülür. Hipofiz bezi Hormonal şef görevi görür. Arka hipofiz ve ön hipofiz olarak iki kısma ayrılır. Böbreküstü bezi Adrenal korteks ve adrenal medulla olarak iki kısma ayrılır. Stresle mücadeleye katkı sağlar. ÇOCUK VE ERGEN PSİKOLOJİSİ ÖDEV KİTABI Bu kısımda kitaptan aklımda yer eden ve değinilmesi gerektiğini düşündüğüm kısımların bir özetine yer vereceğim. 1.Bölüm Bir bireyin gelişimi çeşitli yönlerden gerçekleşmektedir. Fiziksel gelişimde bedensel bir olgunlaşma söz konusudur. Birey belli yaşlarda bazı özellikleri kazanmaktadır. Örneğin 12 aylık bir bebek yardımsız yürümeye başlamaktadır. 5 yaşına geldiğinde ayakkabısını bağlamak 7 yaşına geldiğinde bisiklet sürmek gibi becerileri kazanacak olgunluğa erişmiş olmaktadır. Bilişsel gelişim için 3 gelenek söz konusudur. Psikometrik zeka testi hareketi, çocukların kabiliyetlerini ölçen bir metot geliştirerek uygun eğitim almalarını sağlamayı amaçlar. Piagetci bilişsel gelişim geleneği bilişsel stillerin yaşa göre değişimi ve ortak noktalarını inceler. Bilgi işleme yaklaşımı ise yaşla birlikte evrilen meta biliş becerilerinin kullanımını inceler. Ahlaki gelişim, Kohlberg e göre beş altı yaşa kadar olan evre ahlak öncesi dönem olarak nitelenir. Burada eylemlerin doğru ve yanlışlığı sonuçlarına göre değerlendirilir. Sonraki süreçte ise eylemlerin niyetleri de dikkate alınmaya başlanır. Kimlik gelişimi ise uzunca bir süreç isteyen ancak çoğunlukla ergenlik döneminde kazanılan özellikleri içerir.
2.Bölüm Bu bölümde bebeklik ve erken çocukluk dönemi problemleri ele alınmıştı. Bunlardan bazılarına değinirsek; •
Uyku problemi
Çocuklarda uyku problemi ebeveynler için de büyük sorun teşkil etmektedir. Sıkıntı, yorgunluk, uykusuzluk, çocuk ebeveyn ilişkisinin bozulması gibi. Başlıca uyku bozuklukları Disomnia: Narkolepsi, primer insomnia. Parasomnia: uykuda yürüme bozukluğu, kâbus, uyku terörü bozukluğu sayılabilir. Kullanılan tedavi yöntemlerinden bazıları şöyledir: Gündüz uykusunu azaltmak Yatış zamanı rutinleri geliştirmek Gevşeme becerileri eğitimi Ödül eğitimi •
Otizm ve yaygın gelişimsel bozukluklar
Dsm4 e göre sınıflama Otizm bozukluğu Ret sendromu Çocukluk dezintegratif bozukluğu Asperger sendromu Başka turlu adlandırılamayan yaygın gelişimsel bozukluk Bazı belirgin özellikleri: Göz göze gelme problemi Sosyal ilişki yokluğu Empati eksikliği Bağlanma problemi Ekolali; anlamsız sözleri yineleme
Tabi için Çocukluk Otizm Değerlendirme Ölçeği kullanılarak çocuğun süreç içindeki psikometrik değerlendirme ve gözlemine dair bilgi edinmek mümkündür. Otizmin bir tedavisi yoktur. Sosyal becerileri geliştirmeye bakim becerilerini kazanmaya yönelik destek eğitimleri sağlanmalıdır. 3.Bölüm Bu bölümde orta çocukluk ve ergenlik dönemi problemleri ele alınmıştı. Bunlardan bazılarına değinirsek; •
Tavır Problemleri
Dsm4 e göre kriterlerden üç veya daha fazlasını 12 ay içinde görülmesi ve en az birinin 6 aydır sürmesi tanı koymada yol gösterir. Hayvanlara ve insanlara karşı saldırganlık Kabadayılık taslamak Fiziksel kavgaları başlatmak Silah kullanmak İnsanlara karşı fiziksel vahşilik Hayvanlara karşı fiziksel vahşilik Mal, mülk tahribi Bilerek yangın başlatma Diğer insanların mal mülklerini bilerek tahrip etmek Dolandırıcılık veya hırsızlık Birinin evine veya arabasına zorla girmek Tedavide kullanılan yöntemlerden bazıları: psikoeğitim, antisosyal ve olumlu sosyal davranış hedeflerini gözlemlemek, ödül eğitimi odağıyla davranışsal ebeveyn eğitimi gibi. •
Anoreksia ve Blumia Nevroza
Anoreksiya yoğun bir şişmanlık korkusu nedeniyle yemek yememe ve bedenini normal de olsa olduğundan fazla kilolu olduğunu düşünmesi seklindedir. Blumia nervoza ise kisi tikanircasina yemek yer ve bunu istemli. Bir kusma davranışı izler. Düşük benlik saygısı, düşük öz yeterlik, mükemmeliyetçi cabalar, travmalar yatkınlık kazandırıcı faktörlerden sayılabilir Tedavi planı şu bileşenleri içerir: Hastaneye kaldırılmayı gerektirecek ciddi vakalarda fiziksel komplikasyonlara dair yatılı hastayı ilaçlı tedavi Psikoegitim ve tedaviye aile katılımı Kilo aldırıcı iyileştirme programları Nüksetme yönetimi planı geliştirmek 4.Bölüm •
Fiziksel istismar
Çocuğu kasıtlı şekilde yaralama ya da zehirleme denemeleri şeklinde tanımlanır. Fiziksel istismardan şüphelenmeyi gerektiren belirtiler: Yaralanma: Morluklar ve kırıklar, sigara yanıkları, ısırık izleri, şişmiş eklemler, morarmış gözler.. Önceki yaralanmalar: tekrarlanan yaralanma geçmişi, ebeveynlerin yaralanmayla ilgili net olmayan açıklamaları, bakıcıyı suçlama… Ebeveynlerin
değerlendirme
takımıyla
ilişkisi:
yardım
istemede
gecikme,
değerlendirme
tamamlanmadan ayrılma isteği… Destekleyici kanıt: çocuğun gerçek ile fantezi arasındaki farkı ayırt edebilmesi, tanıkların varlığı, İstismar karşısında ebeveynler sorumluluğu kabul ediyor mu, çocuğu mu suçluyorlar, istismarı inkar mı ediyorlar? Bu soruların cevaplandırılması önemlidir. Fiziksel istismara müdahalede bazı amaçlar belirlenir ve bunlar doğrultusunda çalışmalar yapılır. Çocuk açısından: benlik saygısını, bilişsel ve dilsel becerilerini artırmak Ebeveyn: çocuk gelişimi hakkında bilgisini artırmak, ebeveynlik becerilerini geliştirmek. Ebeveyn-çocuk ilişkisi için: olumlu etkileşim sıklığını artırmak, yeme uyuma rutinleri geliştirmek. •
Duygusal İstismar Ve İhmal
İhmal çocuğun ihtiyaçlarını pasif ve istemsiz bir şekilde göz ardı etme eğilimidir. Duygusal istismar ise bazı eylemlerin bilerek sürdürülmesi durumudur. Sık sık cezalandırma, eleştirme, reddetme, duygusal yokluk gibi. •
Cinsel İstismar
Çocuğun cinsel istismarı cinsel haz için kullanılması şeklinde tanımlanır. Tek sefer veya tekrarlanan şekillerde olabileceği gibi istismarcı aile içinden biri veya yakın çevreden birileri olabilmektedir. İstismarın belirtisi olabilecek faktörler: Cinselleştirilmiş davranış; uygun olmayan cinsel oyun veya diyalog gibi Cinselleştirilmemiş tavır ve duygu problemleri Akademik problemler İstismarla ilgili uyarıcıya tepki Cinsel istismar hikâyesinin şekli ve içeriği; gerçekçi ve çocuk anlatımına uygundur, kurgulanmış gibi durmaz Çocuğun tıbbi durumu istismar hikâyesiyle tutarlıdır. Genital bölgede enfeksiyon Yırtık kanlı çamaşırlar… İşin içindeki profesyonellerin rolü Sağlık, eğitim, sosyal hizmetler ve adalet kurumlarındaki uzmanlar risklerin ortaya çıkarılması ve müdahalede etkin rol oynar. Aileye ve çocuğa destek olma koruma çalışmaları yaparlar. Çocuğu gelecekte koruma ve psikolojik etkilerini atlatmada yardımcı olmak amaçlanmalıdır. Gülcan DEMİRCİ DEĞERLENDİRME: NOT:
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
ERGEN PSİKOLOJİSİ Ergenlik Problemleri Uyuşturucu Kullanımı: Klinik psikologlarının üzerinde durduğu ana konulardan biri alışkanlık olmuş uyuşturucu kullanımıdır. Kronik ve kompleks çoklu uyuşturucu kullanımı yada eğlence veya denemek için uyuşturucu tecrübe etmektedir, uyuşturucunun tipine etkisine gencin kişisel uyumuna kişisel ve ailevi sorunlarının varlığına göre bu iki tip birbirinden ayrılır. Sınıflandırma: Uyuşturucu problemleri DSM4 ve ICD- 10 da eksen 1 de şu parametrelere göre sınıflandırılır, Kullanım davranışı, Uyuşturucunun alındığında ya da var olmadığındaki etkileri ve Kullanılan uyuşturucu tipi. Epidemiyoloji: Amerika ve İngiltere’de yapılan anketlere göre 19 yaş civarındaki gençlerin % 90’nı alkol, % 60 ı sigara % 50 si kenevir denediğini ve %20’sininde kullandığını göstermektedir. Uyuşturucu kullanımın ve bağımlılığının tanısal kriterleri : Madde Kullanımı: Okulda ya da işte başarısızlıkla sonuçlanan önemli görevleri yerine getirmek için ve fiziksel tehlikenin var olduğu durumlarda madde kullanımı tekrarlayan madde kullanımı ile ilgili yasal problemler. Sosyal ve kişiler arası problemlere rağmen madde kullanımın devamı. Madde Bağımlılığı: Sarhoşluk elde etmek için aratan oranlarda madde kullanımı ihtiyacı, madde aynı oranda kullanıldığında belirgin oranda azalan etki, bırakmak istenildiğinde karşılaşılan bırakma sendromu, bırakmak sendromundan kaçmak ve rahatlamak için aynı maddenin tekrar kullanımı, uzun zaman kullanıldığın daha fazla kullanım, madde alma isteğini kontrol altına almak için ısrarlı istek yada
başarısız denemeler, maddeyi elde etmek kullanmak ve etkilerinden kurtulmak için harcanan büyük zaman önemli sosyal, mesleki ve eğlenceli aktiviteleri madde kullanımı nedeni ile azaltmak yada bırakmak, maddenin yarattığı fiziksel ve psikolojik etkileri sahip olmasına rağmen kullanmaya devam etmek, Uyuşturucu Kullanımından Doğan Klinik Durumlar Sarhoşluk: Maddeye bağlı olarak klinik uyumsuz psikolojik değişimler, Bırakma: Stresi yaratan uzun dönem kullanımın bırakılmasına bağlı olarak özel sendrom gelişimi sosyal ve mesleki işlevsel bozukluk. Geçmişe Dönüşler: Kullanımın bırakılmasına takiben halüsinasyonların bıraktığı izler olduğundan büyük ya da küçük görünen nesneleri de kapsayan tekrar deneyimleme. Sarhoşluk Hezeyanı: Odaklanma sorunu bellek boşlukları dil bozuklukları. Bırakma Hezeyanı: Odaklanma sorunu dikkati kaydırma ya da sürdürme sorunu kaybolmuşluk hissi. Demans (Bunaklık): Bilgi öğrenme, ya da hatırlama sorunları afazi dil bozukluğu, apraksi motor işlevi devam ettirme zorluğu, aşina nesneleri tanıma başarısızlığı, planlama organize etme bozuklukları. Anemi Bozukluğu: Öğrenme veya hatırlayamamanın sosyal ve mesleki hayatı olumsuz etkileri. Psikotik Bozukluk: Halüsinasyonlar ve sanrılar Anksiyete Bozuklukları: Kaygı, panik atak veya klinik resmi dönemine eden saplantılar ve zorlamalar Cinsel İşlev Bozuklukları: Azalan istek veya uyarılma orgazm problemleri, cinsel acı. Uyku Bozukları: İnsomnia, hipersomnia, parasomnia veya karışık tipte uyku problemleri. Maddelerin Sarhoşluk ve Bırakma Sendromları Alkol: Sarhoşluk ve bırakma sendromları olarak ikiye ayrılır. Sarhoşluk: zarar görmüş muhakeme, mesleki ve sosyal hayatın bozulması dikkat ve bellekte bozulma, kelimelerin ağızda yuvarlanması gibi etkiler gösterir, Bırakma Sendromlarında ise otomatik hiperaktivite el titremesi uykusuzluk kusma gibi etkileri görülür.
Amfetamin: Sarhoşluk etkileri, kan basıncında inme yada çıkma, kas güçsüzlüğü, bırakma etkileri, yorgunluk tatsız rüyalar, depresyon, uyku bozukluğu Kafein: Sarhoşluk etkileri, heyecan, sinirlilik, huzursuzluk, kas seğirmeleri. Bırakma etkileri: anksiyete uyku bozuklukları Kenevir: Sarhoşluk etkileri, zarar görmüş motor koordinasyon sosyal sorunlar, bağımlılık, taşikardi kuruyan dudaklar, Bırakma etkileri, hezeyanlar, psikoz, anksiyete. Kokain: Sarhoşluk etkileri, taşikardi, inen çıkan kan basıncı muhakeme bozukluğu. Bırakma etkileri, yorgunluk, insomnia, ya da hipersomnia, psikomotor gerilik. Halüsinojenler: Halüsinasyonlar, paranoid düşünce, terleme, titreme, Bırakma etkileri, psikoz depresyon kaygı, geçmişe dönüşler hezeyanlar. Uçucu Maddeler: Sarhoşluk etkileri, öfori, kavgacılık, kas güçsüzlüğü, dengesiz yürüyüş. Bırakma etkileri, kaygı depresyon hezeyan psikoz demans Nikotin: Sarhoşluk etkileri yoktur. Bırakma etkileri, depresif ruh hali, odaklanma problemleri, huzursuzluk, kilo alımı, düşük kalp ritmi. Opioidler: Sarhoşluk etkileri, algılama bozukluğu, ilgisizlik, sosyal işleyişte bozukluk. Bırakma etkileri, Esneme, ishal, terleme, kusma, rahatsız ruh hali. Melek Tozu: Sarhoşluk etkileri, öfori, halüsinasyon, hissizlik, koma, nöbetler.
Bırakma etkileri,
hezeyan, psikoz, kaygı. Sedatifler, Hipnotikler, Ansiyotikler: Sarhoşluk etkileri, muhakeme zorluğu, kelimeleri yuvarlama, dengesiz yürüme, dikkat ve hafıza bozukluğu. Bırakma etkileri, Grand mal nöbetleri, el titremesi işitsel halüsinasyonlar. Uyuşturucu Kullanımıyla İlgili Teoriler Biyolojik Teoriler: Genetik faktörler, mizaç ve risk alma, tolerans ve bağımlılık, gençleri uyuşturucu kullanımına yatkın hale getirir, bağımlılık ve geri çekilmeye neden olur, genetik faktörler bazı uyuşturucu kullanımlarının gelişimine yatkınlık sağlayabilir. İç Ruhsal Bozukluk Teorileri: Stres ve mücadele, akademik başarısızlık, otonomi güdüsü olarak üçe ayrılır, bu bozukluklar sıkıntılı iç ruhsal durumların ortaya çıkmasına neden olur, ergenler alternatif bir hayat tarzı yaratmak için madde kullanımına yönelirler ve aile kontrolünden uzaklaşması için bir araç olarak kullanırlar.
Davranışsal Teoriler: Koşullu şartlanma, klasik koşullanma olarak ikiye ayrılır, bırakma sendromlarından korunmak maksatlı negatif etki haline dönüşür, opioid bağımlılarının çevrelerindeki belli işaretler geri çekilme yaratır, geçmiş ile ilgili yaşanmışlıkları sebebi ile. Aile Sistemleri Teorileri: Ebeveynlerin tipi ve uyuşturucu kullanımı, aile düzensizliği, sosyal dezavantaj, yabancılaştırma, uyuşturucu bulunabilirliği sosyal normlar olarak yedi ayrı başlıkta incelenebilir, Çoklu Risk Faktör Teorileri: Risk faktörlerinin toplanması, biyolojik, aile sistemleri, kişisel bozukluk, sosyolojik risk gibi faktörleri vardır. Kurtulma ve Nüksetme Teorileri: Değişim ve nüksetme süreçleri olmak üzere ikiye ayrılır, bağımlı davranış, durumsal, bilinçli biliş, kişiler arası, aile sistemleri ve iç ruhsal çatışma faktörleri tarafından korunur, kişinin düşük öz etkinliğe ve zayıf nüksetme yönetim becerilerine sahip olması durumda ortaya çıkar. Uyuşturucu Kullanımını Değerlendiren Psikometrik Araçlar: Ergen alkol ve uyuşturucu kulanım ölçeği (kısa öz raporlama, tedavi ihtiyaçlarını vurgulayan öz raporlama aracı olarak kullanılır) uyuşturucu kulanım gözlem testi, (yirmi unsurlu öz raporlama) kişisel tecrübe envanteri, (üç yüz unsur içeren sosyal çevre ve aile ile ilgili uyum derecelerini değerlendiren envanter) kişisel tecrübe gözlem anketi, (kırk unsurlu nüfus gözlem aracı) genç bağımlılık ciddiyet endeksi, (uyuşturucu kullanımıyla ilgili kanuni pozisyonlar ile bilgi sağlayan kapsamlı görüşmeler) Yatkınlık Kazandırıcı Faktörler: Kişisel yatkınlık ve bağlamsal yatkınlık kazandırıcı faktörler, bunlar daha önceden var olan tavır ve duygusal problemler akademik ve öğrenme zorlukları kişisel yatkınlığa örnektir. Aile ile zayıf ilişki, bağ ve ailenin psikolojik problemleri, problemli ebeveynlik stili, ailenin uyuşturucu kullanımı bağlamsal yatkınlığa örnektir, Sürdürme Faktörleri: Kişisel ve bağlamsal sürdürme faktörleri, ilişkilerde yaşanan problemler, başarısız mücadele teknikleri ve olgunlaşmamış savunma mekanizmaları, düşük benlik saygısı, olarak etkileri görülür. Koruyucu Faktörler: Kişisel ve bağlamsal faktörler, yüksek IQ yerinde problem çözme becerileri, fiziksel sağlık, güvenli ebeveyn ve çocuk bağı, iş birliği içindeki çalışma ilişkileri koruyucu faktörlere örnektir.
Ruh Hali Problemleri: Depresif ruh hali çocuklarda ve ergenlerde sinir, kilo problemleri, psikomotor, heyecan yada yavaşlama, değersizlik suçluluk hissi, karasızlık, konsantrasyon bozukluğu, intihar eğilimi majör depresyonla ilgili tanı kriterleridir. Epidemiyoloji, çocuklar ve ergenler üzerinde yapılan epidemiyolojik çalışmalar, depresyon oranının 0.36 ile 0.09 arasında değiştiğini göstermektedir. Depresyonun Klinik Özellikleri: Algı, biliş, duygu, davranış, kişiler arası uyum, somatik durum. Depresyonla İlgili Teoriler: Biyolojik: Genetik, amin düzensizlik, endokrin düzensizlik, bağışıklık sistemi işlevsizlik, mevsimsel ritim düzensizliği, sirkadyen ritim senkronsuzluğu teorileridir. Psikoanalitik: Freud un içi yansıtılan kızgınlık teorisi, (depresyon kendimize kızdığımızda ortaya çıkar). Bibring’in düşük benlik saygısı teorisi (gerçek benlik ile ideal benlik arasında algılanan boşluk sonucunda gelişen düşük benlik saygısı nedeni ile oluşur). Blatt’ın bağ ve otonomi teorisi (bağ nesnesinin kaybı depresyonu hızlandırır, otonomi kaybı depresyona yol açabilir). Davranışsal: Lewinsohn’un un davranışsal teorisi (pozitif tepki destek alacakları durumlardan kaçınırlar) Rehn’in Öz Kontrol Teorisi: Olumlu olayları bırakıp olumsuz olayların oluşunu gözlemlediğinde ortaya çıkar. Bilişsel: Beck in bilişsel teorisi, (erken çocuklukta meydana gelen olumsuz biliş şemaların tekrarlanmasıyla ortaya çıkar), öğrenilmiş çaresizlik teorisi, (başarısızlıklara içsel global ve sabit özellikler atfettiğinde ortaya çıkar), aile sistemleri (çocuğun uygun gelişim aşamalarını tamamlamaktan alı koyması durumda ortaya çıkar). Beck İntihar Düşüncesi Ölçeği: Yetişkinler ve dikkatli bir şekilde ergenler için kullanılan psikometrik ölçüm. İntihar Niyeti İntihar Riskini Değerlendiren Yarı Yapılandırılmış Görüşme Takvimi: Yatkınlık kazandırıcı, hızlandırıcı, sürdürme, koruyucu, gibi faktörler intihar niyetinde vardır. Tedavi: Ruh hali bozukluklarında tedavi için kullanılan bilişsel davranışsal, kişiler arası ilişki ve sosyal öğrenme temelli yaklaşım öğeleri içerir. İntihar: Depresyon genellikle intiharla ilintili bir psikolojik problemdir, gençler arasında intiharın ise hiç de az olmadığı ortaya konmuştur (yüz binde 13.2 )
Anoreksia ve Blumia Nervosa: Kişide yeme bozukluğu ve kişide yemek yemeyi istemli olarak durduramama korkusu. Yeme Bozukluklarının Klinik Özellikleri: Algı, düşünce, duygu, davranış, kişiler arası uyum, fiziksel komplikasyonlardır. Yeme Bozuklukları Teorileri: Genetik, açlık, sosyokültürel psikoanalitik, stres, bilişsel davranışsal, aile sistemleri teorileridir. YEME
BOZUKLUKLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİNDE
KULLANILAN
PSİKOMETRİK ARAÇLAR Vücut Ağırlığı Yeme Bozuklukları için Gözlemleme Araçları: Yeme tutumları testi, 13 yaş ve üstünde olabilecek gençleri öneren öz raporlama aracıdır. Yeme Bozuklukları Sonuçları: Morgan Russell sonuç değerlendirme takvimi, yatkınlık kazandırıcı, hızlandırıcı, sürdürme ve koruma faktörleri, tedavi; ergenlerde yeme bozuklukları tedavi planı bazı bileşenler içerir. Şizofreni: Şizofreni hakkındaki araştırma iki ana geleneği takip etmektedir, ilki durumu gözlene bilir semptomlarla (sanrı düşünce bozukluğu vs.) ve kronik süreçtir. Şizofreninin klinik özellikleri: Algı, düşünce, duygu, kişiler arası uyumdur. Şizofreni ile İlgili Teoriler Biyolojik: Genetik, dopamin, sinir gelişimsel, iki sendrom hipotezidir Psikososyal: Bilişsel bozukluk, bilişsel önyargı, Prodromal, sosyal sınıf, stresli yaşam olayları, aile çevresi, hipotezleridir. Bütünleştirici Teoriler: Yatkınlık stres modeli
PSİKOZ İLE İLGİLİ YAPILARI DEĞERLENDİRME İÇİN PSİKOMETRİK ARAÇLAR Genel Psikotik Semptomatoloji: Kısa psikiyatrik değerlendirme ve psikiyatrik değerlendirme ölçeği. Ergen ve Yetişkinlerde Sanrı Tecrübeleri Ergen ve Yetişkinlerde Halüsinasyonlar: Görsel analog ölçeği (dikkat dağınıklığını değerlendirir) Ergen ve Yetişkinlerde Kavrama: Kavrama ölçeği, ölçekteki sekiz durum sıfır la iki arası puanlanır. Ergenler ve Yetişkinler İçin Aile Problemleri:
Aile anketi, yatkınlık kazandırıcı faktörler,
hızlandırıcı faktörler, sürdürme ve koruyucu faktörler. Tedavi: Şizofreni tanısı konan genç yetişkinler ve ergenler için tedavi olmalı ve şu bileşenleri içermelidir. Semptomları kontrol etmek için farmakolojik terapi, şizofreniyi anlamaları konusunda aileye yardımcı olmak, bireysel veya grup temelli bilişsel davranışsal terapi, beklenmedik olay yönetimi, aileye eğitim ve destek sağlamak için grup çalışması… Ersen ATAMER DEĞERLENDİRME: NOT:
ERGEN PSİKOLOJİSİ ÖDEVİ Psikoloji, davranışın ve düşünce süreçlerinin bilimsel olarak araştırılmasıdır. Bizi insanoğlu diye tanımlayan şeyin esası beyindir. Yapısını, nasıl çalıştığını anlamak aslında kendimizi anlamaktır. Harika düzenlenmiş bir organdır. Beyin pek çok biçimde bozulmuş olabilir. Bu bozukluk ruhsal hastalık ile sonuçlanabilir. Psikoloji Alt dallarından gelişim psikolojinin bir alt birimi olan ergen psikolojisi çok önemlidir. İnsan ölene kadar değişik evrelerden geçmektedir. Yaşlılık dönemine gelinceye kadar yaşlılık dönemi de dâhil çocukluk döneminde bilinçaltı tutumundan bazılarını hala yıkamamış olduğu gözlenir. İlk olarak kişilik oluşmasında id, ego ve süperego kavramları vardır. En dikkat çeken Freud'un kişilik gelişimidir. O kişilik gelişimini oral dönem, anal dönem, fallik dönem, gizil dönem ve genital dönem diye ayırmıştır. Jung ise farklı türlü tanımlamıştır. Çocukluk dönemine bakıldığında 1-3 yaş dönemi 3-6 yaş oyun dönemi,6-11 yaş ilkokul dönemi diye ayrılır.1-3 yaş dönemi çocuklarında bağımsız hareket etme, başına buyruk hareketler, öfkeli bir yapı, yürüme ve konuşma becerisini içine alan yaş gruplarıdır.3-6 yaş oyun dönemi ise; Çocuklar konuşkan, fazla soru soran, kendi işini kendisinin yapmak istediği, oyuna düşkün olan evredir.6-11 yaş ilkokul dönemi ise; çocuğun okula uyumlu başlaması için önceki yaş dönemlerinde iyi gelişmiş o evreleri iyi atlamış bazı becerileri almış olması gerekir. Eğer alırsa çocuk arkadaş ortamına uyumlu olur, okula giderken sorun çıkarmaz. Tabi ilkokula başlamadan önce bu eğitimi ana okul ve kreşlerde görmelidir. İlkokul çocuğu soyut kavramı kavrayamaz.11 yaşından sonra soyut kavramları kavramaya başlar daha çok bu dönemde somut kavramlar üzerinde anlama yeteneği vardır. Ergenlik döneminin başlama yaşı kızlarda 11-14 erkeklerde 13-15 ergenlik döneminin ortaları kızlarda 14-16 erkeklerde 15-17 ergenlik dönemi sonları diye isimlendirilen yaş grupları kızlarda 16-21 erkeklerde 17-21 yaşlarıdır. Kimlik oluşturma süreçleri ise 12-18 yaş arasıdır. Ergenlik döneminde fiziksel değişmeye örnek olarak büyümede sıçrama gözlenir boy ve kilo da hızlı artış. Cinsel gelişimde buluğ ve ilk adet dönemi oluşur. Ergenlikte sosyal gelişime bakıldığında ergenler ana babalarından ayrılıp bağımsızlıklarını kurmaya yeltenirler. Fakat aynı zamanda yetişkinlik sorumluluklarından da korkmaktadırlar. Bu da zaman zaman önemli stres problemlerine neden olmaktadır. Önemli kimlik oluşumu olur şöyle ki; başkalarına bağımlılık aşamasından kendine bağımlılık aşamasına geçiş için gerekli olan durağan kendilik durumudur. Ergenlikte anne baba ilişkisinde ergen birey anne ve babanın hatasını çok bulur, kısıtlanmak istemez, her kuralı sınarlar, her şeyi sorgularlar. Anne baba için bu durum oldukça sıkıntılıdır. Bu dönemde ergenliğin başlarında çatışma çok fazladır. Ergenlik bir deneyim sürecidir.
Yetişkinlik ve yaşlılık dönemine geçmeden bu dönemi en sancısız geçiren hem aile hem ergen bir bakıma çok şanslıdır çünkü yeme bozukluklarından tutun da intihar ve depresyon evreleri çok ağırdır. Kendilik değeri tam oturmamış ergende tamamen de kaybolabilir bu durum depresyona itebilir. Başarılı kimlik statüsünde ise ergen bir kimlik krizinden geçmiş neye inandığı ve hedeflerinin ne olduğu konusunda kişisel tercihlerini yapmayı başarmıştır. Kararlarından memnundur. Kendi davranışlarını diğer insanlar kabul eder diye düşünür ve buna güveni tamdır. Bunun yanında kimlik krizine baktığımızda kendinde yoğun keşif, yalnız kalma isteği büyük yaş gruplarından memnun olmama zaman zaman akranlarına yönelme de öne çıkan etrafını izler sezgiler ve tek kaldığında ''Ben kimim?'' sorusu öne çıkar. Durağan bir kimlik duygusuna girmiş ergenler doğru akran seçimleriyle biraz daha zararsız biraz daha sancısız atlatır bu durumu. Akran grubu ergenler için aslında birer destek ağıdır. Ergenler bir gruba takılırlar ve bu zaman diliminde kendilerini tanımlarlar ve sosyal tarzlarını yaratırlar. Yeme bozukluğunun bir özelliği de akran gruplarından sonra çıkmaktadır. Bozulmuş beden imgesi ve yoğun kilo alma korkusuyla bağlantılı ciddi yemek bozukluğu olur. Burada ergen çok takıntılıdır çünkü akran gruplarının dalgasına maruz kalmaktan korkmaktadır. Bunun sonucunda yemekten sonra kendi kendini zorla kusturma problemi ortaya çıkar. Bu da çok ciddi rahatsızlık doğurur. Seha CİNGÖZ DEĞERLENDİRME: NOT:
İŞ VE ÇALIŞMA PSİKOLOJİSİ İş psikolojisi eski adı ile Endüstri psikolojisi bilimsel ve toplumsal yönü olarak iki alanda değerlendirilmiştir. 1. Ve 2. Dünya savaşları endüstri psikolojisinin gelişme sürecinde önem kazanmıştır. Savaş içerisinde olan ülkelerin insan kaynağını en verimli şekilde kullanma ihtiyaçları bu bilimin gelişiminde önemli rol üstlenmiştir. 2. Dünya savaşından sonra Üniversitelerde lisansüstü eğitim programları olarak yoğunlaşmaya başlamıştır.1950’lerden sonra Bilim dünyası Endüstri ve Örgüt Psikologlarının sadece pratik yararlarının olduğu iş davranışı ile ilgili kuramları geliştirememesi düşüncesi ile psikolojiyi yetersiz bulmaya başlamışlardır. Yoğun olan eğitim sektörü yerini hizmet sektörüne bırakmış olup beyaz ve mavi yakalılar kavramları oluşmuştur. Kadınlar da çalışmaya başlamış olup işe alımlarda sadece teknik yetenekler olarak değil sosyal ve bilişsel yeteneklerinde önemli olmuştur. Bu kapsamda Endüstri ve Örgüt psikolojisi değişim sürecine girmiş ve örgüt yapısının performansının arttırılması yönünde çalışmalar başlamıştır. Sonrasında kavram iş ve Çalışma psikolojisi olarak değişmiştir. İş psikolojisi işçinin işe ve işverene, işverenin işçiyle, iş yerinde çalışan diğer insanların iş ve birbirleri ile beklentileri olarak 3 gurupta incelenebilir. Birinci ve üçüncü sıradaki terimler insan faktörünü içermektedir. İşverende çalışanın fiziksel ve ruhsal sağlamakla yükümlüdür. İş veya özel yaşamdaki en önemli faktör kişinin yaklaşım sitilidir. Bu aşamada ne söylediğimizden ziyade nasıl algılandığı önemlidir. Sürece olumlu yaklaşanlar Yargılamayan, Kendini ve olayları kontrol eden, Yaratıcı düşünme ve planlamayı uygulayan, iyimser, iyi iletişim kuran kişilerdir. İnsanların ‘Olumsuz’ olmaları doğuştan gelen bir davranış değil kişiliğin, aile yaşamının, genel kültürün, inanç ve hayat hikâyesinin rolü büyüktür. 18. Yüzyıldaki yaşanan gelişmeler ve Fransız devrimleri insanlık tarihinde yeni bir dönemin açılmasına neden olmuştur. Endüstrileşme fabrika üretim düzenin egemenliğinde bir sosyal örgütlenme biçimi olarak tanımlanmıştır. Endüstrileşme ile birlikte tarıma dayalı olan çalışma şekli değişmiş, çok hızlı bir göç hareketi başlayarak kentleşme başlamıştır. Endüstrileşme sonrası usta kalfa olarak kendi tezgâhlarında çalışan kişiler fabrikalarda çalışması ve yanlarında tarımdan başka mesleki bilgileri olmayan insanların çalışması niteliksiz işçilerin oluşmasına neden olmuştur. Çalışma ve iş birbirlerinin yerine kullanılan terimler olsa da aralarında nüans farkı bulunmaktadır. Çalışma belirli bir üretimi amaçlayan fiziksel ve zihinsel insan faaliyetlerinin toplamı tanımlarınken bu faaliyet belirli bir kazanç amacı ile yapıldığında “iş”ten söz edilmektedir. “Bir insanın çalışma yeteneklerini belirli saatler boyunca bir işverene kiralaması” iş olarak tanımlanabilir. Bireyi belirli amaçlarına ulaşması için harekete geçiren kuvvetlerden biri de çalışma güdüsüdür.
Çalışma güdüsü doğuştan kazanılmış değil sonradan öğrenilen güdülerdendir. Endüstri öncesinde de olduğu gidi insan fiziksel yaşamını devam ettirmek için çalışır. Böylece çalışma bireyin yaşamının merkezi olarak görülmektedir. İnsan önce fizyolojik ihtiyaçlarını (Yiyecek, barınma, seks) karşılamak için çalışır. Sonraki aşamada güvenlik ihtiyaçlarını (korunma, bağımlı olma, fiziksel ihtiyaçlar, geleceğin güvence altına alınması) karşılamak için çalışmaya yöneltir. Bunların karşılanması ile kişinin işten beklentisi duygusal gereksinimlerini karşılama yönünde alacaktır. İnsanın gereksinimlerini gerçekleştirmek için en önemli ihtiyaç satıştır ( Ürün, hizmet, yetenek, bilgi). Motivasyon bireyin başarıya ulaşmasında önemli etkenlerden biridir. Başarıya ulaşmak için de beyin gücü, iletişim yolu, ikna kabiliyet vb yetenekler ön plana çıkmaktadır. Taşınması gereken en önemli güç Tutku – Farkındalık ve Dönüşümdür. Son on yılda işe bağlı psikolojik rahatsızlıklar içerisinde streste (Gerilim, endişe, korku, huzursuzluk) artış bulunmaktadır. İş ile ilgili etkenler, Kişisel etkenler ve İş dışı etkenler strese neden olmaktadır. Kişide fiziksel ve ruhsal olarak sorunlar oluşturmaktadır ve kişinin iş ve özel hayatını olumsuz olarak etkilemektedir. Çalışma psikolojisi bireyin işe uyumlaştırılması ve işin bireye uyarlanması olarak iki temel yapı üzerine kurulmuştur. İnsanın yaşam sürecinin önemli bir bölümünü kapsayan çalışma; kişinin bedensel ve zihinsel olarak herhangi bir yönde emek vermesi ve bundan ekonomik, psikolojik, sosyal ve kültürel rolleri açısından doyum sağlaması durumudur. Çalışma ile birey sadece maddi kazanç elde etmekle kalmaz, bir yandan da başarı ve mutluluk gibi manevi kazanımlarda elde eder. Çalışma yaşamında başarı ve güdülemenin en önemli koşullarından biri insanın işine, çalışma yaşamına bakışı ve değerler sisteminde ona verdiği önemdir. Birey açısından çalışmanın temel amacı ekonomik temellerdir. İnsanların neden çalıştıkları konusunda pek çok neden ileri sürülebilmektedir. Ancak çalışmanın insan mutluluğunun, yaşam doyumunun, ruh sağlığının temellerinden olduğu kuşkusuzdur. Çalışma isteğinin en önemli nedenlerinden biri de bu yöndeki toplumsal beklentilerdir. İlk bakışta bir geçim aracı olarak görülen çalışma aynı zamanda toplumsal, psikolojik ve manevi üstünlüklerden de dolayı mutluluk etmeninin başında gelmektedir. Çalışan faaliyetlerinde etkili ve verimli olabilmesi için bilimsel bir anlayışla ele alınması, özellikle insan ögesinin özellik, yetenek ve yatkınlarına göre biçimlendirilmesi, sınırlandırılması ve sınırlanması vazgeçilmez bir zorunluluktur.
İnsanların motivasyonu 4 güdü rol oynar. Bunlar edinme, bağlanma, anlama ve savunma güdüleridir. Şirketler her ne kadar müşteri odaklı olmaya çalışsalar da aynı oranda çalışan motivasyonunu da sağlamak durumundadır. Çalışan sürekliliği ve verimi için motivasyon son derece önemlidir. İnsan yaşamında iç ve dış etkenler bireyi olumlu veya olumsuz olarak etkilemektedir. Yaşanılan olumsuzluklar kişide strese neden olmakta ve uzun sürmesi durumunda tükenmişlik sendromu yaşamasına neden olmaktadır. Kişinin gerek duygusal gerekse iş yaşamını olumsuz etkilemekte ve verimini düşürmektedir. İş yerinde demotive edecek faktörlerinde analiz edilmesinde fayda bulunmaktadır. İş yerinde mutlu olmak ve daha iyi bir psikolojiye sahip olmak için İşe özel hayatınızı karıştırmamak, İş ilişkilerinde açık ve net olmak, rekabet ve kibirden uzak durmak son derece önemlidir. Erhan DELİCE DEĞERLENDİRME: NOT:
TEMEL PSİKOLOJİ SERTİFİKA PROGRAMI Psikoloji: Davranışları ve zihinsel süreçleri sistematik bir şekilde incelenmesidir. Psikolojinin hedefleri 4 tanedir bunlar; Tanımlamak, açıklamak, Önceden kestirmek, kontrol etmektir. Bu hedeflere ulaşmada ortaya çıkan bazı farklılaşmalar psikolojik yaklaşımları doğurur bunlar 2 grupta toplarsak birincisi olan modern yaklaşımlar başlıca; Deneysel psikoloji, bilişsel psikoloji, nöropsikoloji, davranışsal psikoloji sayabiliriz. İkicisi olan tarihi yaklaşımlar; yapısalcılık, içebakış, işlevselcilik denebilir. Psikoloji insanı araştıran bir bilim dalı olması sebebi ile bir fizik kadar somut denemez bu kapsamda matematiğin bir dalı olan İstatistikten yararlanır. Araştırılan olgular arasında bir bağ olup olmadığını anlamak amacı ile korelasyon yöntemini kullanır. Örneğin pozitif korelasyon var ise bir oldu artarken diğeri de artmaktadır . 0 korelasyonda ise aralarında bir bağ yoktur denebilir. Psikolojide algının ayrı bir yeri vardır bu kapsamda illüzyon, hareket eden ışıklı levhalar, uzaktaki bir insanı aynı boyda görmemiz, tren raylarının giderek birleşmesi gibi birçok konu incelenmiştir çünkü gördüklerimiz aslında iki boyutludur 3. Boyutu insan zihni katar ve insan zihni psikolojinin ilgi alanıdır. Bir diğer önemli konumuz ise rüyalar bilinç ve bilinçdışıdır. Yüzyıllar boyu insanların kafasını kurcalayan rüyaları Freud’un psikanalisttik yaklaşımı ile incelenmektedir. Freud rüyaların aslında bili1nçaltımızda baskıda tutuğumuz düşünce istek ve arzuların rüyalarımızda su yüzüne çıktığını söyler bu yaklaşım psikanalisttik yaklaşımın bir parçasıdır ve son yüzyıla damga vurmuş bir psikolojik tespit, yaklaşımdır. Ayrıca psikoloji bazı uyku hastalıkları olan: Uyku apnesi, gece terörü genelde çocuklarda görülür, Narkolepsi gibi sorunları da inceler… İnsan zihninin en önemli kısımlarından biri olan, sınırsız depolamanın yanın sıra hızı bir işlem gücü ile belleğimiz yani hafızamız gelir, genel anlamda 3 tür bellek vardır bunlar: Duyusal bellek, duyusal verilerin 1-3 saniye arasında tutulduğu; kısa sürelik bellek 7 birim kapasiteye sahip kısa süreli bir bellek, Uzun süreli bellek ise verilerin uzu süre kalıcı belleğe işlendiği bellektir, ilk olarak kısa süreli bellek arakadan belli başlı tekrar yöntemleri ile kalıcı belleğe aktarırız. bu aktarmada kodlama yöntemi ile verinin uzun süreli belleğe aktarılma sürecidir. Uzun süreli bellek iki alt başlığa sahiptir bunlar ifade edilebilen ve ifade edilemeyen bellek .ifade edilen bellek bilinçli olarak geri çağırım yaptığımız bilgiler tutulur ifade edilemeyen bilinçli olarak çağrılamayan bellek ise daha çok motor hareketleri bulunur.
İnsan zekası kişiden kişiye değişen farklı nitelikler ve nicelikler gösterir bir yapıya sahiptir, bu bağlamda bir çok zeka türü ve testi tanımlanmış olup bunlar arasında çoklu zeka kuramı, üçlü zeka kuramları önemlidir. Üçlü zekâ kuramından bahsedecek olursak, Analitik pratik yaratıcı zeka türlerinden bahseder burada analitik zeka: Bilgi kazanımı, düşünme, algı gücünden oluşur. Pratik zekâ arklı ortamlarda becerilerini kullanma yeteneğidir. Yaratıcı zekâ ise tecrübe, içgörü ve yaratıcılık yeteneğini kullanarak problem çözme yeteneğidir. Üstün zekâlı arkadaşlarımız: yaratıcılık, görev ve sorumluluk bilinci, IQ nun bileşkesinde bulunmaktadırlar. Ayrıca zekâyı ölçmek için kullanılan testlere değinecek olursak: CATTEL ZEKÂ TESTi, WiSC-R ZEKA TEST i yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunların dışında ise 5 6 adet daha test vardır. Zekâ testlerinde standardizasyon çok önemlidir farklı kültürlerin farklı yaşlarda farklı zekâ gelişimi gösterdiği için bu testleri uygulayacak olan ülke kültürüne göre tekrardan yazılmalı ve test edilmelidir bu kısımda genelde test-tekrar test yöntemi kullanılır
Erkan EYRİKAYA DEĞERLENDİRME: NOT:
ERGEN PSİKOLOJİSİ Kişilik iki farklı şekilde incelenir. Birincisi doğuştan getirdiklerimiz yani kalıtsal olan anneden babadan aileden alıp üzerinde çok bir etkimiz olmadığı huy diye tabir edilen mizaçtır. İkincisi daha çok çevre etkisiyle kazandığımız zamanla oturan davranışlarımızı önemli ölçüde etkileyen karakterimizdir. İki farklı filozofun kişilik üzerine tanımları günümüzde kabul görmektedir bunlardan birincisi Sigmund Freud kişilik yani karakter oluşumunu 5e ayırırken Ericsson 9’a ayırmıştır Freud’a göre kişilik oluşumunun ilk evresi oral dönem 0-1.5 yaş arasını kapsar bu dönem çocuğun ağız tatmininin geliştiği dönemdir bu dönemi iyi atlatamayan çocuklar oburluk sigara alkol gibi kötü alışkanlıklara meyil ederler. İkinci evre 1.5-3 yaş arası anal dönemdir çocuğun tuvalet eğitimini aldığı dönemdir. Tuvalet eğitimini baskılı alan çocuklar cimriliğe meyillidir. Yeterli alamayanlarsa rahat ve sorumsuz olabilirler. 3-6 yaş arası en önemli dönemdir fallik dönem adı verilir. Çocuğun cinsel organını fark ettiği dönemdir. Çocuk aileye ilgi duyar sonradan bu ilgi suçluluk dolayısıyla sevgiye dönüştürülür. Dördüncü evre latent dönemdir, 6-11 yaş arasını kapsar. Cinsellikten tamamen uzaklaşma söz konusudur karşı cinsle anlaşamazlar oyun bile oynamazlar. Başarı önemlidir bu dönemde. Ailenin başarı konusunda çok baskıcı olmaması ve cocugu başkalarıyla karşılaştırmaması gerekir. Aksi takdirde aşağılık duygusu gelişir. Son dönem genital dönemdir 11-18 yaş arasını kapsar bildiğimiz adıyla ergenlik dönemi. Çocuk kendisini yenilmez sanır her şeyi yapabileceğini düşünür milliyetçilik duygusu gelişmiştir mükemmeliyetçilik duygusu vardır. Anne baba onu anlamaz geri kalmışlardır her şeyi o bilir özgüven yüksektir dolayısıyla evden kaçmanın en yüksek olduğu dönem bu dönemdir. Freud’a göre kişilik bu beş dönemle birlikte tamamlanır ve ilerde değişmez. Ericsson’a göre ise bu bir süreçtir ve doğru yöntemle ilerde de tedavi edilme ihtimali vardır. Freud a göre insanın içinde kötülük vardır. Libido ve saldırganlık insanın benliğini oluşturur. Ericsson’a göre ise insan doğuştan iyidir zorlu hayat şartları onu kötü yapar. Ericsson’a göre oral dönem güven-güvensizlik dönemidir. Bu dönemde anne ve bakıcının tutarlılığı on plandadır. Bakıcının sürekli değişmemesi çocuğun yararına olur. Aksi takdirde çocukta güvensizlik ve çekingenlik görülmeye başlar Anal dönem ise özerkliğe ilk adımdır bu dönemde çocuk yardım almayı kabul etmeyecektir her şeyini kendi yapması çocuğun yararınadır. Anne babanın çocuğa sürekli yardım etmesi kendi başına birşey yapmasına izin vermemesi cocugun ilerde çekingen pasif olmasına sebep olur.
Fallik dönem Ericsson’a göre girişimciliğe karşı suçluluk dönemi olarak adlandırılır. Çocuk bu dönemde çok soru sorar ve sorularının tatmin edici cevap alması gereklidir. Eğer anne baba çocuğa yeterli cevap vermeze çocuk girişimcilik ruhunu kaybedecektir ve sorduğu sorulardan dolayı kendini suçlayacaktır. Okul dönemi başarıya karşı aşağılık dönemi adı verilir bu döneme. Freud la Ericsson benzer görüşlere sahiptir bu dönemle ilgili. Çocuğun okul başarısı desteklenmelidir Ericsson’a göre asıl önemli dönem kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası dönemidir. Kişi ben neyim kimim sorusunu sorar. Bu dönemde çocuğun kesinlikle kimlik karmaşası yasaması gerekmektedir. Eğer çocuk kişilik karmaşasını yaşayıp bir sonuç alamazsa ve ertelerse bu olumlu bir durumdur ve buna askıya alınmış kimlik adı verilir. Bu onu başarılı kimliğe götürür. Yakınlığa karsı uzaklık döneminde kişi sürekli insanlarla ilişki kurmaya çalışacak fakat bunda başarısız olursa kendini toplumdan ikili ilişkilerden soyutlayacak ve yalnızlığa yönelecektir. Aslında olması gereken evliliğini yapmış olması işini düzenini kurmuş olmasıdır. Üretkenliğe karsı durgunluk döneminde artık insanın düzeni oturmuş sosyal faaliyetlere vakit ayırmalar artmıştır. Bu dönem aynı zamanda rehberlik etme dönemidir tecrübelerinden herkesin yararlanmasını ister. Ertuğrul ASLAN DEĞERLENDİRME: NOT:
DAVRANIŞLARIN NÖROBİYOLOJİK TEMELİ Bedende oluşan farkı süreçlerin bütünleşmesiyle davranışlar oluşur. Bu bütünleşmeyi (endokrin) iç salgı sisteminin yardımı ile sinir sistemi gerçekleştirir. Davranış ve zihinsel fonksiyonlar, biyolojik süreçler hakkında temel bilgi edinilmesi ile daha kolay anlaşılabilir. Sinir sistemi, nöron denilen uzmanlaşmış hücreler ve sinir sistemi olmayan çok sayıda glial hücreden oluşur. Nöron, organizmanın öğrenme, hatırlama, düşünme, algılama gibi davranışlarını da kapsayan her türlü işlemin temelinde bulunan ana sinir hücresidir. Nöronlar hücre gövdesi, dendrit ve akson olmak üzere üç kısımdan oluşurlar. Hücre gövdesi, çekirdek ve çekirdekçikten oluşan esas hücre kısmıdır. Sinir sistemi nöronlara ek olarak sinir hücresi olmayan çok sayıda glial hücrelerden oluşur. Nöronların sağlığı için yaşamsal olan besinleri ve nöral ortamı temizleyerek beynin temiz kalmasını sağlayarak nöronların temiz kalmasını sağlayan temel destek hücreleridir. Sinir sisteminin bütün kısımları karşılıklı ilişki ve iletişim içindedir. Bu iletişim elektriksel ve kimyasal yollarla sağlanır. MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ Merkezi sinir sistemi, beyin ve omurilikten oluşurken periferik sinir sistemi ise somatik ve otonom sistem olarak ikiye ayrılır. BEYİN: Sağ ve sol olmak üzere iki yarım küreden meydana gelmiştir. Sağ yarım küre vücudun sol tarafını, sol yarım küre vücudun sağ tarafını yönetir. İnsan beyni yaklaşık 1300-1400 gram arasında gri boz bir maddeden oluşur. Beyin vücut ağırlığının % 2 sini oluştururken, vücuda giren oksijenin % 22 sini kullanır. Bu oksijeni kullanan sinir hücreleri bir dakikadan daha az oksijensiz kalırsa ölmeye başlarlar. Beyin ön beyin, orta beyin, arka beyin olmak üzere üçe ayrılır. OMURİLİK: Omurilik, omurgayı oluşturan omurlar içerisinde bulunan kanal boyunca uzanan sinir dokusudur. Vücut ile beyin arasında iletişimi sağlar, organlardan beyine, beyinden organlara giden sinirler omuriliğe çapraz yaparak giderler. Buna refleks yay denir. OMURİLİĞİN TEMEL GÖREVLERİ •
Beyne gelen ve beyinden çıkan impulsları iletmek.
•
Bir refleks merkezi olarak çalışmak.
•
Alışkanlık hareketlerini denetlemek.
PERİFERİK (ÇEVRESEL) SİNİR SİSTEMİ Çevresel sinir sistemi duyu organlarını, kasları, iç salgı bezlerini ve iç organları omurilik ve beyinle ilişki haline sokan nöronlardan oluşur. Bu nöronlar merkezi sinir sistemine bilgi getirip burada verilen kararları uygulamak üzere kaslara sinirsel emirler götürürler. Periferik sinir sisteminin dış dünyayla ilgili kısmına somatik (bedensel), iç organlarla olan kısmına ise otonom sinir sistemi adı verilir. SEMPATİK SİNİR SİSTEMİ Sempatik sinir sistemi, sinir sisteminin duygularla hareket eden bölümüdür. Bu sistem korku, sevinç, heyecan gibi durumlarda aktive olur. PARASEMPATİK SİNİR SİSTEM Sempatik sistemin tam aksine bir kerede tek bir organı etkileme eğilimindedir. Sempatik sistem şiddet ve heyecan faaliyeti boyunca baskın olduğu düşünülürse, parasempatik sistem dinlenme sürecinde baskındır. İÇ SALGI (ENDOKRİN) SİSTEM Organ ve sistemlerimizin çalışmasının denetlenmesi ve düzenlenmesi genellikle sinir sistemimiz ile iç salgı bezlerimizin birlikte çalışması sonucunda gerçekleşir. İç salgı bezlerimiz, denetleme ve düzenleme görevlerini hormon adı verilen özel salgıları üreterek yerine getirir. İç salgı bezlerinin ürettiği hormonlar görevini düzenleyecekleri organlara, kan yoluyla taşınır. İç salgı bezlerimiz, denetleyici ve düzenleyici görevlerini yavaş, uzun sürede ve sürekli gerçekleştirirken sinir sistemimiz, çok hızlı ve kısa süreli bir şekilde çalışır. Her bir hormon, farklı organlar tarafından üretilir ve farklı etkilere sahiptir. HİPOFİZ BEZİ: Kısmen beynin bir uzantısıdır, hipotalamusun hemen altında yer alır ve çok sayıda hormon üretir. Organizma da bir çok hormonun salgısını idare eder ve salgıları ile endokrin bezlerinin çalışmasını düzenler. Büyüme ve üreme ile ilgili hormonları salgılar. TROİD BEZİ: Tiroksin adı verilen bir hormon üretir. Tiroksin hormonu bedenin metabolizmasını etkiler, oksijen kullanımını ve dolayısıyla vücut ısısını arttırır. Fazla tiroksin üretilirse hiper tiroidizm ortaya çıkar.
BÖBREK ÜSTÜ BEZİ (ADRENAL): Böbreklerin üst kısmında adrenal bezleri bulunur. Birden fazla hormon üretir. Bu davranışı önemli ölçüde etkiler. Esin KOÇAK DEĞERLENDİRME: NOT:
ÖĞRENME VE MOTİVASYON PSİKOLOJİSİ Özünde güdülenmiş birey, yaptığı işi kendisi için sağladığı zevk, öğrenme olanakları ya da başarı duygusu için yapar. Bu sebeple ki motivasyon; öğrenme kavramıyla doğrudan ilgilidir. Açık kavram yapısının problemi, insanın herhangi bir şey oluşturması, bunu da kavrak olarak adlandırması, bununla ilgili özneleri test etmesi ve sonra sonuçları, kavramlar teorilerini değerlendirmek için kullanmasıdır. Bu, bazı belirli, sonradan kavramlar teorilerini ayırmak için kullanılan, kategorilerin yapısına yol açabilir ama ya bir teori belirli bir alanda davranışın yanındaysa, farklı bir alandaki insan davranışı bunun yeterli bir test olmayabilir. Kapasiteye Karşı Performans Modelleri Kapasiteler olarak adlandırdığımız şeyler insanların genel yetenekleridir. Mesela, dil becerisine ya da hafıza kapasitesine çalıştığımızda, genel bir şekilde insanların bilgisini ya da temsili yapısını karakterize ediyor olabiliriz. Performans modelleri öncelikli yeteneklere değil ayrıca insanların kendilerini içinde bulundukları durumlara da dayanır. Niçin bilişsel kapasiteleri anlamaya çalışmamız gerektiği üzerine yapılan tartışmalar vardır. Diğer kısım ayrıntılı bir şekilde kavramların bir performans modeline niçin ihtiyacımız olduğunu tartışır. Burada basit bir şekilde dikkat çekilmelidir ki, eğer biz insanların nasıl algılandıkları ve günlük yaşamlarında nasıl davrandıkları üzerine bir teori istersek, onların kapasiteleri hakkında veriler tarafında çok fazla engellenmemeliyiz. Bu tartışmanın kavramlar psikolojisine imaları acık serbest kategori yapısı problemi yüzünden, öznelerin öğrenilmesi için çok zor ya da tuhaf olan kategoriler oluşturulabilir. Alandaki araştırmacılar hakkında fikir söylemek gerekirse karmaşık bir olgudan bir parça almaya ve onun, diğer olguların tanımlarıyla birleştirileceği herhangi birinin, tanımını gerçekleştirmeye çalışmak tamamen mantıklıdır. Hızlı Algılayan Çocuklar ve Yavaş Algılayan Yetişkinler Çocukların, bir kelimeye sadece bir kez maruz; kalmayla oldukça hızlı oranda sözcük öğrenmeleri, altında yatan kavramları örenmedi ki olağan üstü hız dikkat çekicidir. Bir çok farklı çalışmada çeşitli amaçlarla ile kullanılan hızlı algılama görevinde, bir çocuk adlandırılmış bir ya da iki varlıkla çalıştırılır. Yetişkin kavramları çalışmalarının büyük çoğunluğunun insanların, sadece istatistiksel olarak ilişki olan özellikler ile anlamlı kategorileri öğrenmelerine yoğunlaştıkları farz edersek gerçek kavramları öğrenmek konusunda bize ancak şöyle bilgi verebilirler.
(1) Çoğu gerçek kavram bilgi acısından zenginse veya (2) Bilgi öğrenme niteleyici bir şekilde etkilemiyorsa İlk olanın doğru olmadığı acıktır. İkinci bir olasılık tartışmaya daha acıktır. Bilgiye her zaman öğrenme işlemini değiştirdiğini ya da onu her acıdan değiştirdiği tartışılmasına rağmen, bilgiyle ve bilgi olmaksızın öğrenme arsında bazı önemli farklılıklar var gibi görülmektedir. İlk fark şudur ki; bilgi mevcut olduğunda öğrenme oldukça hızlıdır. Ama bilgisiz olanlar bir çok engele takılmışlardır. Yardımcı bilgide muhakkak şarttır. Öğrenme Ortamı ve Zaman Akışı Çocuklarında yetişkinlerinde birkaç kez duymaya dayanarak öğrenebildikleri ve onu bir ay sonra, en azından ne anlama geldiğine dair biraz hatırlandıkları saptanmıştır. Çocuklar sürekli karşılaştırdıkları olmasına rağmen, az sıklıkta olan ve geniş aralıklarla çıkışlarda karşılaşılan diğerleri de vardır. Hafıza için gereken şeyler az aralıklarla arka arkaya karşılaşmakla altı ayda bir k görmek birbirinden farklıdır. Eğer gerçek kategoriler ve öğrenme durumları farklıysa bu ortamdan çıkan sonuçların isteğe bağlı olarak yapılanmış kategoriler ile gerçek kategori öğrenmeyi kolayca genelleştirilemez. Kişide Sosyal Uyarıcılar Cisimlendirilmiş Yanıtları Ortaya Çıkarır İlk cisimlendirme etkisinde insanlar, sosyal bir uyarıcıyı algılarlar veya sosyal bir uyarıcıyı tanımlayan delik ararlar. Bazı sosyal alanda verdiğimiz tepkiler vardır. Bunlar bedensel tepkiler yüzle ilgili tepkiler, iletişimsel tepkiler veya vb. Sosyal cisimlendirme etkileri açıklanabilir ve birkaç temel tahmin ile birleştirilebilir. İlk olarak beden yoğun bir şekilde insan aktivitesine dahildir. İkincisi insanlar sıklıkla tecrübe edilen durumlar hakkında köklü bilgiler geliştirirler ki; bunları yerleştirilmiş kavramsallaştırmalar olarak adlandırdık. Üçüncüsü bu bileşenlerden biri yerleşmiş bir kavramlaşmayı harekete geçirdiğinde, durum hakkında çıkarımlar desen tamamlama vasıtasıyla meydana çıkar. Dördüncüsü geçerli cisimlendirilmiş durumlar güncel kavramsallaşmaların kilerle eşleşirlerse, işlem en uygun seviyede olur. Hafızanın her zaman kullanımda olduğunu iddia ediyoruz. Bu yüzden dünyada sıklıkla zaten yaptığımız şeyi başarılı bir şekilde tekrar oluşturmak için basit şekilde uygulayabiliriz. Esra İNAN DEĞERLENDİRME: NOT:
STRES NEDİR? Stres kelimesi birden çok anlam için kullanılmıştır. Stres Hans Selye'ye göre "vücudun herhangi bir değişiklik talebine karşı verdiği belirsiz tepki "dir. Stres kelimesi; bunalma, endişe anlamında da kullanılmıştır. Stres; çeşitli uyarılara karşı ruhsal, fiziksel ve davranışsal olarak verilen tepkilerdir. Stres; beklenmedik değişimlerin yanı sıra, günlük hayatımızda yaşadıklarımızın sonucu olarak da meydana gelir. Hangi durumlar strese sebep olur? •
Olaylar karşısında az kontrol sahibi olmak her zaman huzursuzluk yaratır ve strese sebep olur.
•
Travma durumları yine strese sebep olur.
•
Depresyon
•
İş hayatında yaşanan sıkıntılar, kötü iş ortamı
•
Sahip olduğun işi kaybetmek
•
Emeklilikle beraber düşen gelirin verdiği sıkıntı
•
Teknolojik gelişmelerin de stresi artırdığı bilinmektedir.
Kimlerin strese girme riski daha fazladır? •
Kaygılı insanlar
•
Korku ve üzüntüye kapılan insanlar
•
Genç insanlar
•
Yüksek kavrama yeteneği olan insanlar
•
Yüksek eğitim derecesine sahip olan insanlar
•
Diğer mesleklere kıyasla doktorlar ve psikiyatrisiler daha fazla risk altındadır.
•
Tıp öğrencileri, stajyerler ve asistanlar da riskli gruptadır.
•
Kadınlar erkeklere kıyasla daha fazla risk altındadırlar.
Stresin yüksek seviyede olduğunu nasıl anlarız? * Yeme ve uykuda problem * Artan bunalım ve yorgunluk hissi * Konsantre olamama
* Aşırı sakız çiğneme ve diş çürümesi * Sabırsızlık, öfke, kontrolsüz sinirlenme * Dengesiz ilişkiler ve yalnızlık sorunu * Davranışlarda istenmeyen değişimler Stres altında iken beyinde neler oluyor? İnsanlar strese birbirinden farklı şekillerde tepki veririler, sindirim sistemi de bu olayın merkezidir. Stres, normal işleyiş düzelerini ve enzim ile hidroklorik asit salgılama düzenini bozan ve ülserasyon üreten kortizol gibi antiinflamatuar hormonların üretimin tetikleyen otonom sinir sistemi etkileri ile bağırsakları etkiler. Stres yaratan bir durum oluştuğunda vücudumuz tehlikeyi sezer ve kan dolaşımımıza hormon salgılayarak tepki verir. Bu durum kalp atışımızı, nefes alıp verişimizi hızlandırır ve tehditten sakınmak için bireyi hızlı bir şekilde tepki vermeye hazırlar. Bu doğal reaksiyon stres tepkisi olarak bilinir. Eğer stres tepkisi uzun süre aktif olursa, bireyin bağışıklık sistemimiz zayıflar, fiziksel ve ruhsal sağlık problemlerine yakalanma riski artar. Stres; sinir sistemi ve endokrin sistemini harekete geçirir. Eğer bu uyarım uzun sürerse, vücudun kas, sindirim, kalp ve endokrin sisteminde, deride ve beyinde değişiklikler meydana gelebilir. Stres fiziksel ve ruhsal yorgunluğa sebep olabilir ve hastalığa yakalanma riski artar. Kortizol ve DHEA stresten en çok etkilenen steroid hormonlardır. Stres sürecinde kortizol seyiyesi artarken DHEA düşer. Ayrıca stres şiddetli kurdeşen, kaşıntı, döküntü, sivilce, sedef hastalığına sebep olabilir. Yine stres kalp ve damar hastalıklarına sebep olur. Stres, beynin hafıza depolama ve erişim bölümü olan hipokampüsteki hücreleri öldürüyor. Uyku hastalığına ve diğer uyku bozukluklarına sebep olur. Stresle nasıl başa çıkılır? Aşırı beslenme, yetersiz beslenme, aşırı alkol ve kafein tüketimi günlük yaşamın baskılarıyla başka çıkma yöntemlerindendir. Fakat bu davranışlar ve işleri erteleme, kendimiz suiistimal etme gibi davranışlar stresi çok nadir azaltır. Öncelikle stres altındaki bireylerin tedavi fikrine de açık olmaları gerekmektedir. Psikoloji tedavilerin yanı sıra ilaçsız tedavi yöntemleri de mümkündür.
Stresi azaltmak için: * Zamanı etkili ve verimli kullanmayı öğrenmek gerekmektedir. Büyük görevleri parçalara ayırarak ve her parçaya belirli zaman tanıyarak daha kolay gerçekleştirebiliriz. Ayrıca molalarda bize yardımcı olacak bir unsurdur. * Spor yapmak, stresin yarattığı enerjiyi dışa vurmamızı sağlar. * Stres altındayken nefes alıp verişimiz daralır ve kaslarımız gerilir. Bu kas gerginliğini azaltmak için, oturun ve gözlerinizi kapatın. Bir elinizi karnınıza yerleştirin ve derin bir nefes alın. Ya da rahatça uzanın gözlerini kapatın ve sıkı bir yumrukla parmaklarınızı birbirinize kenetleyin. 5-10 saniye öyle kaldıktan sonra serbest bırakın. * Meditasyon, yoga gibi gevşeme teknikleri de stresi azaltır. * Eğer bir sorun değiştirilemiyorsa bu durumu kabullenmek gerekmektedir. * Stres seviyesi yüksek insanlar bu durumu arkadaş ve aileleri ile paylaşarak stres durumlarını azaltmaktadır. *Stresli iken gülmek de kişiyi rahatlatacaktır. Çünkü doğal ağrı kesici olarak bildiğimiz endorfin gülme ile ilişkilidir. Ezgi SARIYAĞ DEĞERLENDİRME: NOT:
“UYKU”SUZ SON GECE Uyku aktivitelerin azaldığı, vücudun relaks bir duruma geçtiği, yenilgi için nispeten kolay olan bir durumdur. 1920’lerden önce uyku pasif bir beyin durumu olarak nitelendirilirken, 1929 yılında EEG nin icadı ile araştırmacılar uykunun dinamik bir davranış olduğunu görebilmişler, uyku esnasında beynin aktif olduğunu, tümüyle pasif olmadığını gözlemleyebilmişlerdir. REM ve NREM olmak üzere iki ana uyku tipi vardır. Uyku süresince beyin etkinliklerinde ve fizyolojik fonksiyonlarda değişiklikler olur. Uyku esnasında vücut sıcaklığı ve kan basıncı düşmektedir. Büyük kan dolaşımı uyku ile gerçekleşir. Gelişim uykunun en önemli fonksiyonudur. Yetişkinler bebekler ve çocuklara göre daha az uykuya ihtiyaç duyarlar. Uyku bağışıklık sistemi, metabolizma, hafıza, öğrenme ve diğer hayati fonksiyonlarda kritik rol oynamaktadır. İnaktif teori, Enerji muhafaza teorisi, Restorasyon teorisi, Beyin esnekliği teorisi gibi teoriler “ niçin uyuruz” sorusuna cevap bulmaya çalışmışlardır. Uykunun miktarı ve kalitesinin öğrenme ve hafıza üzerinde önemli bir etkisi vardır. Uykusuz anımızda odaklanma becerimiz ve dikkatimiz azalır ve bilgi alma durumu zorlaşır. Yeterli uyku ve dinlenme olmadan aşırı çalışan nöronlar bilgileri uygun şekilde koordine edemez, önceden öğrendiğimiz bilgilere erişim zorlaşır. Uykusuzluk kaynaklı kaza ve yaralanmalar oldukça fazladır. Uykusuz kalma çalışma kabiliyetini ve iş verimini düşürür. Uykusuz kalan insanlar mantıksal çıkarım yapma ve karmaşık düşünme gerektiren işlerde eksiklikler gösterir. Yetersiz uyku obezite, şeker hastalığı, kalp hastalığı ve hipertansiyona ve ruhsal hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Uykusuzken beyin hücreleri, eğer uykusuz kalmada ısrar edilirse ölür. Uykusuzluk öfkeyi, hırs ve intikam duygusunu artırmakta, sorumluluk duygusunu azaltmaktadır. Uyku bozuklukları çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Engelleyici uyku apnesi(OSA), Narkolepsi, Katapleksi, Hipnogogik ve hipnopompik halüsinasyonlar, Uyku felci, Parasomnialar, uyurgezerlik, gece terörleri, REM-davranış bozukluğu, uykuda yeme bozuklukları belli başlı uyku rahatsızlıklarıdır. Sağlıklı bir uyku için; kafein, alkol, nikotin içeren kimyasallardan kaçınılmalıdır. Yatak odasını uykuya ikna edici bir ortama dönüştürmeli, uyku öncesi sakinleştirici rutinler yapmalıdır. Gerçekten yorgun olduğumuz anda yatağa gitmeli, akşam yemeklerini hafifletmeliyiz. Uyku esnasında görülen rüyaların fonksiyonu vardır. Rüya görmesi engellenen kişilerde öğrenme zorlaşmaktadır. Klasik psikanalize göre rüya bireyin psişik dengesinin bozulmasına yol açmamak için bilinçdışının kendini dışa vurmasına olanak sağlayan bir tür güvenlik sübabıdır. Rüya görmek içgüdüsel bir davranıştır. Günlük hayatla ilgisi vardır.
Astral seyahat ile rüyalar arasında benzer ve farklı yönler vardır. Paralel evren teorisine göre rüyalarımız bile bize enerji vermektedir.Teoriye göre enerjimizi düşüren yada düşürdüğüne inandığımız her şeyden uzaklaşmak bize iyi gelecektir. Düşüncelerin de bir yoğunluğu ve kütlesi vardır. İyi dilek ve inançla ortaya konulan enerji bir başkasının enerjisini etkileme gücüne sahiptir ve gerçekleşme yoluna girer. Bizim düşüncelerimiz evren için kutsaldır. Ne kadar çok canlıdan, ne kadar çok iyi dilek, temenni ve dua alırsak o kadar mesafe kat ederiz. Fadime ŞAHİN DEĞERLENDİRME: NOT:
NORMATİVİST DEĞERLERLE KİŞİSEL GELİŞİM VE İNSAN TABİATINA ETKİLERİ Toplum içerisinde uyumlu yaşama, toplumsal sorumlulukların, rol ve değerlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi için bireyler toplumsal standartları yakalamak zorundadır. Bu standartlar normatif ölçülerde seyretmekte ancak sapmalar oluştuğunda birey; değişime, irade ve isteklerini tekrar gözden geçirmeye ve sorunlarını çözmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada kişisel gelişim insan hayatı için önem taşıyan bir sorumluluk konusudur ve toplumsal standartları ya da kişinin kendi belirlediği hedeflerine yaklaşmada uygulaması gereken sorunlarla başa çıkma yöntemidir. İnsanlar yaşamları boyunca gelişime açık varlıklar olarak kişisel gelişim metodlarını sağlıklı sonuçlar alabilmek adına spesifik yollarla incelemelidirler. Kişisel gelişimden elde edecekleri beklentileri hakkında ise açık bir tavır takınmalıdırlar ki motivasyonları başarı ya da başarısızlık halinde kayıp şeklinde geri dönmesin. Bu açıdan, kişiler kişisel becerilerini ve eksikliklerini kendilerine özel yollarla edinmeliler ve basit ve önemsiz görünen sorunlarını bile çözmek için sabırla idame ettirmeye çalışmalıdırlar. Kişisel gelişim sorunların çözülmesi için kişiye etkili yollar sunabilir ancak bu yolları edinmek zaman ve gayret gerektirmektedir. İdealist çerçevede insanlar için kişisel gelişim; sorunlarla başa çıktıkça ileriki dönemlerde edinilecek beklentiler için motivasyon kaynağıdır. Yine de kişi, bu yollarla sorunlarını çözemiyor ise uzman kişisel gelişim konusunda tecrübeli kişi, kurum ya da kuruluşlardan yardım istemelidir. Psikoloji-psikiyatri ilişkisi göz önüne alındığında, kişi psikiyatrik sorunlar yaşıyor olabilir ve tıbbi yöntemler bu süreç için olağan bir araçtır. İnternet artık kişisel gelişim için olağan bir araç haline gelmiştir. İnternette yer alan sayısız psikoloji ve kişisel gelişim forumları, insanları bir araya getirip tanıştırırken bir yandan da belki de yalnız başlarına çözemeyecekleri sorunlarını kollektif bir öngörü ile çözmeye çalışmaktadırlar. İnternette yer alan bu forumda insanlar kişisel gelişimleri için gerekli olan bilgileri bulabildikleri gibi, internet kitapçılarından ihtiyaçları olduklarını düşündükleri kitapları da satın alabilmektedirler. Bunun yanında, internet zaman yönetimi açısından da oldukça pratik olduğundan tercih edilen bir araçtır. Kişisel gelişimin dünyada hızla yayılması, insanların bu noktada sorunlarına cevap alabilmede daha etkin sonuçlar elde etmelerine olanak sağlamıştır. Eskiden daha dar bir alanda daha sınırlı sayıda yapılan kişisel gelişim danışmanlığı bugün dünyanın pek çok yerinde pek çok kaynak sayesinde popüler olmuş durumdadır ve insanlara bu konular artık yabancı gelmemektedir dahası pek çok insan için ilgi çekici bir alan haline gelmiştir ve güncelliğini yitirmemektedir.
Dünyada bugün çok popüler olan kişisel gelişim endüstrisi, bireylerin kısa vadeli olarak günlük yaşantılarına; uzun vadeli olarak ise gelecekteki ideallerine beklenti bulmayı amaçlamaktadır. Kişisel gelişim bu noktada anonim, ticari ve popülist bir yönelimden ziyade sorun odaklı, bireysel, mikro bir mercek edinmeyi hedeflemelidir. Yaşam koçluğu, kişisel gelişim uzmanlığı, psikologlar gibi tavsiye endüstrisine hizmet veren kişiler çoğunlukla popüler kültürün genel geçer durakları olarak görünseler de, bireyselliğin ön plana çıktığı bir dönemde insanlar kendi problemleri ile sık sık başa çıkma durumundadırlar ve tavsiye endüstrisi bu yeni prototip ' toplum içerisinde ancak kendisi ile başbaşa' kişilere bu konuda başvurulacak bir tercih olabilmektedir. Çünkü insanları ortak sapmalara iten popüler standartların hasta ettiği bu insanlar yine popüler hayatın bir parçası haline gelen tavsiye endüstrisi sayesinde sorunlarını çözebilirler. Tavsiye endüstrisinin popüler hale gelmesi onu ciddiyetten alıkoyamaz çünkü herkesin kendi özelliklerini ön plana çıkartmaya çalışacağı küreselleşen standart insan modeli olan bir toplumda kişisel gelişim tavsiye endüstrisi ile birlikte önem taşımaktadır ve kişisel gelişimi destekleyen çalışmalar çoğalmaktadır. Ivy ve Hermann ‘ Sahte Umut Sendromu’ olarak adlandırdıkları psikolojik sendromda insanların geleceklerine dair yaptıkları planlar ya da kurdukları hayallerin ne kadar gerçekçi olmaları gerektiğini de belirtmişlerdir. Gerçekten günümüzde zaman yönetimi oldukça önemli bir konudur ve kimse zamanını boşa harcayacak bir kişisel gelişim yöntemi uygulamak istemez. Bu yüzden kişilerin kendilerine uygun planlamalarını doğrulayacak ya da böyle bir planlamayı sağlayacak kişisel gelişim yöntemlerine oldukça ihtiyaçları vardır. Geleceğe yönelik beklentilerde gerçekçi olmak, zamanın doğru ve etkin kullanılması, planların iyi derecede analiz edilmesi, etkin bir çalışma planı gibi hem eğitim hem de günlük yaşantımıza yön veren kişisel gelişimin bir yığın reklam ya da olmayacak yol ve yöntemlerle edinilmesinden çok daha kararlı, profesyonel ve yardımcı usullerle öğrenilmesi şarttır. Günümüzde kişisel gelişimin yayılmasında ve yaygınlaştırılmasında eğitimin rolü büyüktür. Özellikle okullarda ve eğitim mercilerinde verilen kişisel gelişim desteği, başta çocuklar olmak üzere psikolojik danışmanlık kapsamında aile-toplum ve birey ilişkilerinin geliştirilmesi açısından yararlı olmaktadır. Kişisel gelişim toplum için önemlidir çünkü toplumun çekirdeğini oluşturan bireyin başarısı toplumun başarısı anlamına da gelecektir. Talk Showlarda yayınlanan kişisel gelişimi pek çok izleyici etkili bir yöntem olarak bulur ancak başarılı ve hedefe odaklı bir kişisel gelişim bundan daha fazlasına ihtiyaç duyar çünkü sadece genel-geçer bir kişisel gelişim programı her insana ya da izleyiciye aynı faydayı vermeyebilir. İzleyici ya da kişisel gelişim okuyucusu kendine yanlış tanı ya da teşhis koyabilir veya hedeflerini ya da kapasitesini bilmeyebilir. Bu noktada kişisel gelişim ve başarı için dürüst değerlendirme yöntemlerine ihtiyaç vardır.
Profesyonel yardımın kişisel gelişimde bu çerçevede etkisi büyüktür. Kişinin çabalarının yetersiz ve etkisiz kalması onu profesyonel destek almaya götürmektedir. Kişisel gelişimin yaygınlaştırılması ve sürdürülmesinde yayıncılık ve kişisel gelişim kitapları, önemlidir ancak çoğu reklamdan ibaret olduğu zannedilen bu yayınların işe yaramayacağını düşünen insan sayısı da az değildir. Kişiler bu noktada, kendilerine uygun olan kişisel gelişim bilgileri kitapçılardan, dergilerden ya da medyanın diğer alanlarından edinebilirler. Medya, dini kuruluşlar ve okullar kişisel gelişimin edinilmesinde önemli araçlardır. Ancak bu tür reklamasyon kişisel gelişimden çok psikoloji ile bilimsel olarak ilerlenmesi gereken kişisel gelişimin daha çok üzerinde durulması gereklidir. Sonuç olarak kişisel gelişim hayata uygulanabilir bir konudur ve kişinin sorunlarını çözmenin yanı sıra onu ideallerine ve amaçlarına daha yakın kılmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle kişisel gelişim psikolojisi herkese eğitim olarak verilmeli ve her bireyin kendi amaç ve kapasitelerini tanımalarına, kendi sorunlarına eğilmedeki çözüm arayışlarına profesyonelce yaklaşmalarına ya da bu bakış açısı kazanmalarına izin verilmelidir. Kitaplar, okullar, talk showlar ve medyanın diğer kanalları ile birlikte kitapçılar ve dergiler de dâhil olmak üzere pek çok kaynak insanların kişisel gelişimlerinde önemli rol oynamakta ve kişisel gelişim için giderek daha büyük bir saha sağlamaya başlamaktadırlar. Ancak bu kadar çok kaynakta özgün ve kişiye doğru sonuç verebilecek kaynakları seçmek de zaruridir. Eğitim kurumlarında başlayan ve insan hayatı boyunca sürecek toplumsal yaşamda kişisel gelişim psikolojisi genç ve yaşlı kuşak olmak üzere herkese eğitim olarak sunulmalıdır. Ayırt etme gücünün bu denli önem kazandığı ve daha önemli hale geleceği düşünülen bir zamanda kişisel gelişimin de değişeceği düşünülmektedir. Bir toplumun başarısı ve odaklılığı için bu ihtiyaç zaruridir. Ferda Vuslat BOSTAN DEĞERLENDİRME: NOT:
SOSYAL PSİKOLOJİ VE MODELLER Psikoloji bilimi, ruh hakkında akademik ve uygulanabilir, ruh süreçleri ve davranışların bilimsel çalışmlarını içeren bir disiplindir.Psikoloji insan gelişimi,spor,sağlık, endüstri, medya ,hukuk ve kişi ötesi psikolojiler gibi alt-dallara ait çalışma alanlarını da kendi çerçevesine katmaktadır.Benlik
şeması
ise
kendimizi
diğer
durumlarda
nasıl
gördüğümüzü
kapsamaktadır.Kişilik şeması ailemiz ,arkadaşlarımız gibi belirli kişilerle ve bunları temsil eden itfaiyeciler,polis memurları,hemşireler ve doktorlarla ilgilidir.Sezginin iki tipi vardır;temsilci ve kullanılabilir.Karşılaştırma için kullandığımız öncel bizlere mevcut şemalarla insanları bağlı oldukları kategori veya gruplarda kendi prototipleri ile sınıflandırmamıza yardımcı olur.İkincisi ise akla gelendir.Sosyal sınıflandırmanın toplumsal yaşamımızda önemli bir yol oynadığı çok açıktır.Bu hatalar ve ön yargılar doğrulayıcı önyargı ve yanlış uzlaşma olarak iki kusurdan ötürü gerçekleşir. Toplumsal kategoriler evrensel , uyusal , bölgesel, aile ve arkadaşlık gibi adlandırılabilir.Grıp içinde ve grup olma'nın grup dışında kalmak gibi durumları da söz konusudur.Olumsuz grup dışı ön yargı ise bizi daha büyük farklılıklar dolayısıyla gruplardan çıkışa sürükler ve daha az olumlu
göünüme sahiptir.Grup dışı
homojenliğin
etkisi
bizlerin
sosyal
bir grupta
farklılaşmamızdan soğan birleşikliğin bozulması olarak adlandırılır.Benlik saygısı kendimizi diğer insanlarla kıyaslayarak edindiğimiz kişisel fikirler olarak nitelenir.Referenas grubu taklit olanları belirtirken akran grubu kendimiz gibi olduğumuz sınıflandırmalardır.Pozitif dalı , hiçbir
niyeti
değiştirmek
Ya
da
görmezden
gelmeksizin
,psikolojinin
geleneksel
alanlarındandır.Pozitif psikolojinin kurucusu olarak tanına Martin seligman iyi bir hayatın, doğal bir mutluluk ve haz üetme yolunun kendi gücünüzü hergün kullanarak gerçekleşeceğini belirtir.
Pozitif psikologlar dört başlık üzerinde :a-pozitif deneyimler b-psikolojik kalıcı özellikler cpozitif ilişkiler d-pozitif kurumlar. Bilişsel
terapide
amaç
insanların
negatif
düşünme
tarzlarını
hissettikleri
şekilde
değiştirmektedir.Gelişme , insanların doğuştan ölüme kadarki büyüme sürecini tanımlar.İnsan gelişiminin bilimsel çalışmları insanların nasıl ve neden değiştiğini anlamak ister.Deneyime
dayalı psikoloji birincil olarak insan tecrübesini ve davranışını gerçekten meydana geldiği şekliyle
incelemeye
adanmıştır.Klinik
psikoloji
bilimii
teorinin
ve
klinik
bilginin
bütünüdür.Eğitim psikolojisi insanların öğrenimini,öğrenimin onalr üzerindeki etkisini,öğrenme psikolojisini ve okul ve organizsayonların sosyal psikolojilerini inceler.Çocuk psikolojisi çocukluk dönemi gelişim yönlerine dair çalışmaları gerçekleştirmektedir.Deneyimlerinde etkili olacak şeyleri ve bunların yetişkinlik döneminde nelere sonuç verebileceğini Ya da yol açabileceğini sosyal, duygusal ve bilişsel olarak inceler.
Bir psikoterapistle yapılan fikir alışverişinden sonra edinilen iç-görü ve bilgi ile bir insan stres
yöntemi
ile
daha
kaliteli
bir
yaşam
için
başa
çıkma
yöntemlerini
öğrenebilmektedir.Psikoterapi her zaman için özellikle konuşmaya dayalı iletişim kurma yönteminde
biçimlendirmektedir;ne
var
kibir
başka
biçimlerde
de
gerçekleşebilmektedir.Psikatriler pratik psikoloji ve uygulanabilir psikoloji alanlarında eğitim görmüşlerdir.Psikolojik değerlendirme ve araştırmalarda kullanılan psikolojik teoriler üzerine eğitim görmüşlerdir.
En ideal davranışcılık , insana istediğini yaptırmak için zorlamayı tamamen ortadan kaldırıp onun çevresini değiştirerek istediğimiz sonuçları elde etmektedir. Figen KARAKAYA
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
ÖĞRENCİ ADI SOYADI : FUNDA ŞİRİNOĞLU DERSİN ADI
: TEMEL PSİKOLOJİ SERTİFİKA PROGRAMI
DERS KİTABININ ADI
: PSİKOLOJİNİN TEMELLERİ
KİTAP SAYFA ADEDİ
: 200
ÖDEV YÜKLEME TARİHİ: 19.09.2016
ÖDEV BAŞLANGICI
:
DERS -I-
PSİKOLOJİ NEDİR?
Psikoloji, insan davranışlarını ve düşüncelerini inceleyen bir süreçtir. Psikolojinin kırk dokuz alt alanı vardır. Ancak burada, bu kırk dokuz alt alanı da kapsayan altı ana alanı inceleyeceğiz. Bu altı ana alan şöyledir:
1-
Gelişim Psikolojisi: Anne karnından başlayıp, ölene kadar olan bütün gelişim süreçlerini
inceleyen psikoloji dalıdır.
2-
Fizyolojik Psikoloji: Organik süreçlerin davranışlar üzerindeki etkisini inceleyen
psikoloji dalıdır.
3-
Deneysel Psikoloji: Öğrenme, algı, bellek, dürtü gibi temel psikolojik süreçleri inceleyen
psikoloji dalıdır.
4-
Kişilik Psikolojisi: Özsaygı, saygınlık, saldırganlık gibi, kişiden kişiye farklılık gösteren
özelliklerinin inceleyen psikoloji dalıdır.
5-
Klinik Psikoloji: Bir hastalığın tespiti, nedenleri ve iyileştirilmesi ile ilgilenen psikoloji
dalıdır.
6-
Sosyal Psikoloji: İnsanların birbirleriyle etkileşimlerini, etkilerinin psikolojik olarak
inceleyen psikoloji dalıdır.
PSİKOLOJİNİN ARAŞTIRMA ALAN VE YÖNTEMLERİ:
1-
Doğal Gözlem: Kişileri, yaşadığı doğal ortamda gözlemektir. Bu yöntemin zayıf tarafı,
olayın tekrarlanması zordur, tek gözlemci olduğundan, gözlemcinin duyguları da sonuca karıştırabilir.
2-
Vaka Çalışmaları: Genellikle tek denekli olmakla beraber, birkaç denekli de olabilir. Tek
bir vaka incelenir. Örneğin; Alport, 1965 tarihinde, anne-çocuk arasındaki ilişkiyi araştırmak
için, annenin çocuğuna yazdığı 300 farklı mektubu incelemiş ve ilişkinin düzeyini anlamaya çalışmıştır.
Jean Piaget, kendi üç çocuğunu inceleyerek “Gelişim Psikolojisi” alanında araştırma yapmıştır. Kendi kuramını yani Bilişsel Gelişim Psikolojisi’ni bu şekilde geliştirmiştir.
Her bir insan birbirinden farklı olduğu için, bu yöntemle genele ulaşmak zordur, bu yüzden pek güvenilir bir yöntem değildir.
3-
Anket Çalışmaları: Bir gruptan alınan bilgilerden, bir sonuç çıkartma yöntemidir. Seçim
sonuç anketleri örnek verilebilir. Bir grubu yansıttığından, genelleme yapmak yanıltıcı olabilir.
Doğal gözlem, vaka çalışması ve anket çalışmasında bir sonuç çıkartmaya çalışılır, ancak bir davranışın neden gerçekleştiği ve tedavisi hakkında bilgi edinilemez.
4-
Korelasyona Bağlı Çalışmalar: Korelasyon, ilişki kurma yani bağlantı kurma anlamına
gelir. İki vaka arasında ilişki kurarak yapılan çalışmalardır.
Örneğin, uçuş eğitiminde başarılı öğrencilerle, başarısız öğrenciler arasında bir araştırma yapılır. Başarılı öğrencilerde iki özellik ortaya çıkar; mekanik yetenek (hareket ve beceri) ve gereksiz risk almama. Öğrenciler bu özellikler dikkate alınarak seçilmiştir. Yani, iyi bir pilot olmak için, bu iki özellikle bir bağlantı, korelasyon kurulmuştur.
5-
Deneysel Araştırma: Burada sonuca bakmaktan çok, nedeni incelemeye, teşhis koymaya
başlarız. Laboratuar şartlarında yapılan bir araştırmadır.
Örneğin; 2 farklı grup alınır. Ancak bu iki gruptaki deneklerin özelliklerinin aynı olması gerekir. Yaş ortalaması, kişilerin özelliklerinin aynı olması gerekir. Ayrıca, gözlemi yapan kişi ile teoriyi ortaya atan kişinin farklı kişiler olması gerekir.
6-
Çok Yönlü Araştırma: Bütün yöntemleri kapsayan ve her birini ilgilendiren yöntemdir.
Örneğin; yaratıcılığı araştırıyorsak, tüm yöntemleri kullanarak çok yönlü araştırma yapabiliriz.
PSİKOLOJİNİN GELİŞİMİ
Psikolojinin eski bir geçmişi, fakat yeni bir tarihi vardır. Psikoloji 1800’lü yılların sonuna doğru, ancak bir bilim olma yoluna girmiştir.
•
Wilhelm Wunt-Edward Bradford Titchener (YAPISALCILIK)
Bu iki kişi psikolojinin başlangıcı sayılabilir. Almanya’da bir psikoloji laboratuar kurup (Wilhelm Wunt kurar, Edward Titchener onun öğrencisidir), burada çalışmalar yapar.
Wilhelm Wunt, Yapusalcılık akımını oluşturmuştur. Yani “herhangi bir cismi ya da davranışı gördüğümüzde, bunu bütünsel olarak algılamayız, farklı özelliklerini bir araya getirerek cisim olarak algılarız” der. Bu algılama, daha önceki deneyimlerimize göre onun ne olduğuna dair fikrimizdir.
Kısaca, önemli olan o nesneyi oluşturan temel bileşenlerdir, der.
•
William James (İŞLEVSELCİLİK)
Yapısalcılığı kabul etmez. “Cisimlerin ne’den oluştuğunun önemi yoktur, önemli olan, onun işlevinin ne olduğudur, ne işe yaradığıdır” der. Yapı değil, işlevselliği ile ilgilenir. •
Sigmund Freud (PSİKANALİZ)
Psikodinamik psikolojinin kurucusu, psikoanalizi oluşturan kişidir. Aslında nörologdur. Sorunları cinselliğe bağlaması, birçok psikologun kendisine karşı çıkmasına sebep olmuştur. Bu psikologlardan en önemlisi Adler’dir. Adler der ki; “Bir çocuğun kişiliğinin oluşmasında cinsellikten daha önemli olan, kişinin doğuştan getirdiği aşağılık kompleksidir.” Bu fikirdeki en önemli etken, Adler’in Hıristiyan din adamı oluşudur.
Freud’a karşı çıkan başka bir psikolog Jung, “kişiliğin ortaya çıkabilmesi için mutlaka, dini, etnik ve kültürel etkiler, diğerlerinden etkilidir” der.
Başka karşı çıkan Karen Horney de “kişiliğin ortaya çıkmasında güvenlik duygusu önemlidir” demektedir.
•
John Watson (DAVRANIŞÇILIK)
John Watson, Rus Psikolog Pavlov’un köpek deneyinden yola çıkar. John Watson; davranışları ve bazı kişisel özellikleri psikoloji inceler demektedir. Yani, psikoloji bilinç, bilinçaltı gibi kişisel ve kişiden kişiye değişen özellikleri incelemediğini söylemektedir. Pavlov’un deneyinin, insanda da aynı etkiyi yapacağını söylüyor ve ekliyor; “davranış (salyanın akması ve koşullanma) oluşturulabiliyorsa, aynı şekilde silinebilir de” der.
•
Max Wertheimer- Köhler- Koffa (GESTALT PSİKOLOJİSİ)
Gestalt, bütünlük anlamına gelir. Yanan ve sönen lambalar da bir hareket algısı yaratır (Çizgi film gibi) Algılamanın kesikli süreçlerde bile süreklilik olarak algılandığını söyler.
Gestalt’a göre önemli olan, parça değil bütündür. Yani, bir çocukta bir problem varsa, çocuğu ailesi ve çevresiyle birlikte incelemek gerekir, der. Yani, kareleri değil, filmi öne çıkarır.
•
SKINNER (PEKİŞTİREÇ)
Skinner’da, Watson’un davranışçı ekolüne ek olarak pekiştireç kullanılmıştır. Köpek deneyindeki, her zile basıldığında gelen köpeğe ödül vermek gibi. Olumlu davranışları ödüllendirmek ve olumsuz davranışları cezalandırmakla pekiştireç kullanılmış oluruz.
•
JEAN PAUL SARTRE (VAROLUŞÇULUK)
Varoluşçu felsefeden yola çıkar. Der ki: “ Aslında psikolojisinin bozulması diye bir şey yoktur, bozulan ortama ayak uydururken psikoloji bozulur.” Örneğin, grip virüsü her yıl kendini geliştirir ve biz tekrar tekrar grip oluruz. Yani grip virüsü ortama ayak uydurmuştur.
Varoluşçu psikolojiye göre, “siz ortamı düzeltirseniz, psikoloji de kendiliğinden düzelir. Stresten kurtulmak için, size stres yaratan ortamdan uzaklaşmanız gerekir.”
“Var olmak için, ortama göre değişiriz” der kısaca. •
BİLİŞSEL PSİKOLOJİ
Şimdiye kadar ki, bütün bu ekollerin doğru noktalarda bir araya getirilerek oluşturulmuştur. Sezgi, duygu, algı, bilinçaltı, davranış, modelleme gibi yöntemlerin bütününü içerir ve inceler.
Der ki; “Bir kişinin düşüncelerinin değiştirebilirseniz, bu kişinin davranışlarını da buna bağlı olarak değiştirirsiniz.”
DERS –II-
BEYNİN YAPISI
Beyin yaklaşık 100 milyar nörondan oluşur. İnsan, ana rahmine düştükten sonra 4. Haftada nöronlar, omurilikte oluşmaya başlar. 5. Haftadan itibaren, kafatasının içine doğru ilerleyerek, beyni oluşturur. 100 milyar nöronun her biri, birbirleriyle 15 bin bağlantı yapar. Yaklaşık 2 kg’lık bir organ olan beyindeki bağlantı evrendeki atom sayısından fazladır.
SİNİR SİSTEMİ
-Merkezi Sinir Sistemi
*Beyin *Omurilik
-Çevresel Sinir Sistemi
-Otonom Sinir Sistemi
-Merkezi Sinir Sistemi:
*Beyin:
Beyni oluşturan ana hücreler nöronlardır. Nöronlar arası bilgi alışverişi elektrikseldir. Bu bilgiyi taşıyan elektriksel bir akım vardır. Bir nöronla, başka bir nöron arasında bağlantı kurulduğunda bir nöronun uzun ucuyla (akson), diğer nöronun kısa ucu (dentrit) birleşir. Böylece burada öğrenme faaliyeti oluşur. Nöron bağları ilk kurulduğunda, yani bir bilgiyle ilk kez karşılaşıldığında, bu nöron yolu zayıftır. Bilgi, ne kadar çok kullanılır ve tekrar edilirse, o yol (nöron bağlantıları), o kadar güçlü olur. Bilgi ya da beceri öğrenilmiş olur. Eğer bilgiyi tekrar etmez ve kullanmazsak, o bağlantı kopar ve bilgi unutulur.
Beynin Bölümleri:
1-Beyin Sapı (İlkel Beyin)
2-Lumbik Sistem 3-Neokorteks
1-Beyin Sapı:
Varoluşu çok eskiye dayanan, ilkel bir yapıdır. Otomatiğe bağlanmış davranışlarımızı kontrol eder. Nefes alma, kalbin çalışması, uyku düzeni, denge, görme, işitme refleksleri, terleme, kan basıncı, yutma, bilgileri entegre etme, beyinden çıkan sinirleri dağıtma gibi işlevleri vardır.
2-Lumbik Sistem:
Duyguları düzenler. Lumbik Sistem, üst beyinle, beyin sapı arasındaki sınırdır. Hipotalamus, hormonal dengeyi sağlar. Amigdala, öfke merkezidir. Lumbik Sistem, uzun süreli hafızanın ana merkezidir. Yani, Lumbik sistem duyguların ve aynı zamanda uzun süreli hafızanın merkezi olduğuna göre, uzun süreli hafızamızda tutmak istediğimiz bilgileri, duyguya bağlamamız gerekir. Örneğin, çok mutlu olduğumuz ya da utandığımız olayları hiç unutmayız.
İnsan mutlu olduğunda endorfin salgılanır. Endorfin, nörotransmitter olduğundan, nöron bağlarını yani öğrenmeyi kolaylaştırır. Mutluyken öğrenmek kolaydır. Stresli veya korku durumunda, öğrenme engellenir. Çünkü alınan bilgileri Lumbik Sistem, Neokortekse iletmek yerine, Beyin Sapına gönderir, dolayısıyla hafızaya kaydedilmez. Streste talamusla bağlantı kesilir.
3-Neokorteks:
Bizi primatlardan ayırır. Düşünme faaliyetinin gerçekleştiği alandır.
*Omurilik:
Vücudumuzun hemen her yerinde sinir uçları vardır. Hatta bu sinirleri uç uca eklersek dünyanın çevresini 8 kez dolaşacak bir uzunluk elde ederiz. Bütün bu sinir uçları birleşerek, beyin sapına doğru ilerlediği kısma OMURİLİK denir.
-Çevresel Sinir Sistemi:
Elimizde, kolumuzda, vücudumuzda, elimizi, örneğin sıcak bir yere dokunduğumuzda geri çekmemizi sağlayan, bize seslenildiğinde geriye dönmemizi sağlayan yani 5 duyumuzla algılayıp beyne gönderdiğimiz, algı sinyallerini toplayıp omuriliğe yollayan ve beyne gönderen, çevresel sinir sistemidir.
-Otonom Sinir Sistemi:
Nefes alıp vermek, kalp atışları, organların sürekli çalışması gibi, elimizde olmayan, beynin otomatik olarak yaptığı işlerin yapılmasını sağlayan otonom sinir sistemidir.
BEYNİN İŞLEVLERİ-
*Sağ lob, bedenin sol tarafını kontrol eder. Sol elini kullananlar, sağ beyni kullanır. Bu insanlar, sanatsal ve yaratıcı olurlar. *Sol lob, bedenin sağ tarafını kontrol eder. Sağ elini kullananlar, sol beynini kullanır. Bu insanlar, analitik, matematiksel ve sayısaldır.
ZİHNİN YASALARI:
1-Sebep-sonuç ilişkisi 2-Bedensellik yasası 3-Beklenti yasası 4-Bilişsel uyumsuzluk yasası 5-Tersine dönme yasası 6-Eylemsizlik yasası 7-Israr yasası
1-Sebep-sonuç yasası: Bu yasaya göre, şimdiki zamanda bulunduğumuz hal ne ise (iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış) geçmiş zamanda aldığımız kararların ve yapmış olduklarımızın bir sonucudur.
2-Bedensellik yasası:
Varoluşçu psikolojiye uygun ve Bilişsel Psikolojide de var olan bir konudur. Der ki; “Bir düşünce mutlaka bedeni etkiler, bedensel bir faaliyet de düşünceyi ve duyguyu etkiler. Mutluyken, bu durum dışarıya yandır, örneğin gülümseriz, bedenimiz duygularımıza eşlik eder. Tersinden, mutsuz olduğumuzda, bunun farkına vararak, mutlu olduğumuzdaki bedensel hale dönüşebilirsek, bir süre sonra düşünce ve duygularımız bedenimize eşlik eder.
3-Beklenti yasası: Bir kişi, algılarını hangi yönde açarsa o yönde cevap alır. (Algıda seçicilik) “Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görür.”
4-Bilişsel uyumsuzluk yasası: Kafamızda olumlu bir düşünce varsa, aynı anda olumsuz bir düşünce var olamaz. Tersi de geçerlidir.
5-Tersine dönme yasası: Değiştirmek istediğimiz bir duygu ya da düşünce varsa, bu düşüncenin bağlı olduğu inançla, kazancı, ortak bir tatmin noktası bulunursa düşünce ya da duygu değişir. (Parçalarla anlaşma yapma ve tatmini istemediğimiz alışkanlıklardan elde edilen tatmini, istenilen başka bir yolla elde etmekle davranışı değiştirebiliriz. Yani bir mutabakat sağlanmalıdır.)
6-Eylemsizlik yasası: Duran bir cisim durmak, hareket eden cisim de hareket etmek ister. Bunu değiştirmek için, müdahale gerekir. Duygu, düşünce veya davranışı değiştirmek için de dışarıdan müdahale şarttır. Değişmek ve değiştirmek içini kişinin değişime karşı direncini kırmak gerekir.
7-Israr yasası: Bir duygu, düşünce veya davranışı değiştirmek için mutlaka ısrar gerekir. Kararlı olup, nöron bağlantılarını güçlendirmek gerekir.
BİLİNÇ ve BİLİNÇALTI
Şimdiki zamanda, farkında olarak yaptığımız faaliyet bilinçlidir. Farkında olmadan otomatik yaptığımız faaliyetler, bilinçaltı davranışlardır.
1-Bilinçsiz-Yetersiz (İngilizce diye bir dilden haberi olmaması) 2-Bilinçli-Yetersiz (İngilizce bilmediğini bilmek) 3-Bilinçli-Yeterli (İngilizce’yi önce Türkçe düşünüp konuşmak- yorucudur) 4-Bilinçsiz-Yeterli (İngilizce’yi ana dili gibi konuşmak- kolay ve otomatiktir.)
Bir insan bilinçli olarak, 7 artı eksi 2 faaliyeti aynı anda yapabilir. Yani en fazla 9, en az 5 faaliyeti aynı anda yapabiliriz.
Bir kişinin ilk öğrendiği bilgi hemen bilinçaltına alınır. Bu bilginin tekrarlanması, o kişide inanç oluşturur. Örneğin; çocuk “Erkekler ağlamaz” sözünü duydu. Bunu kaydeder. Çevresinde başka kişilerden bun sözü duyduğunda bu söz tartışmasız hale gelir, yani inançlar oluşur. Bazı temel inançlar, psikolojik sorunlar haline gelebilir. Bunun için inançları değiştirmemiz gerekir.
Riskli olarak algıladığımız bir olayda, önce korku veya endişe oluşur. Biz bu duyguları bedenimizin çeşitli yerlerinde hissederiz. Heyecanlandığımızda, kalbimiz hızlı çarpar, karnımız ağrır, göğsümüz sıkışır örneğin. Bu duyguyu orta beyin neokortekse iletir, neokorteks de bu duyguyu kelimelere döker. Biz bu duyguya örneğin “kötü” deriz. Aslında olay mı kötüdür, yoksa bizim verdiğimiz anlam mı kötüdür? Bize “kötü” yorumunu yaptıran, o olaya verdiğimiz anlamdır.
*Stres ve kaygının anatomik olarak nasıl bir etkisi vardır?
Kişi stresli ve sıkıntılı ve kaygılı olduğu anda ilk etkilenen sistemi, bağışıklık sistemidir. Bağışıklık sistemi, Aldığımız enerjinin %50’sinden fazlasını kullanır. Bağışıklık sistemi çok yüksek bir enerjiyi tüketir.
-Stresli ve sıkıntılı olduğumuzda, vücudumuz savunmaya geçeceğinden, kollara ve bacaklara, normalden daha fazla kan pompalanmaya başlar. Kollar ve bacakların ihtiyacı olan bu enerji, yaşamsal organlardan kesilemeyeceğinden, bağışıklık sisteminden kesilir, bağışıklık sistemi zayıflar. Stresli olan insanlar bu yüzden hastalanır. -Kanı daha fazla sevk edilmek üzere kol ve bacaklara gönderen organlar, sindirim sistemi organlarıdır. Yani midemiz ve bağırsaklarımız için gerekli olan kan, kol ve bacaklarımıza aktarılır. Bu yüzden, stresli insanların ilk hastalanan organları mide, bağırsaklardır.
-Kişi stresliyken, beynin arka tarafı faaliyet halindedir. Stres halinde, beynin ön tarafındaki faaliyet durur. Dolayısıyla hareketler bilinçsiz bir hale gelir. Örneğin, depremde kendini 7. Kattan atabilir.
DERS –III-
İKİ TEMEL SİSTEM
1-SİNİR SİSTEMİ 2-İÇ SALGI SİSTEMİ
1-SİNİR SİSTEMİ
Her bir nöronda birçok kısa uzantı (dentrit) varken, bir tek uzun uzantı (akson) vardır.
Elimizi sıcak bir şeye dokunduğumuzda birden çekeriz. Elimizdeki reseptörleri beyne ileti gönderir, bu iletiye beynin cevap vermesi reflekstir. Yanan yerin hemen tedavisi için, beyinden kana bazı kimyasallar salgılanır.
Bir aksonla bir dentrit birleşince öğrenme faaliyeti oluşur.
Aksonla dentrit arasındaki boşluk SİNAPS’tır. Bilginin iletilebilmesi için bu boşluğu geçmesi gerekir. Bunu sağlayanlar NÖROTRANSMİTTER’dır.
Aksonların çevresinde MİYELİN KILIFI vardır. Miyelin, mesajların daha hızlı iletilmesini sağlar. Tüm sinir hücrelerinde miyelin yoktur. Olanlarda saniyede 120 metre hızla bilgi iletilirken, olmayanlarda saniyede 1 metre hızla bilgi iletilir.
Miyelin, bazen vücut tarafında düşmen olarak algılanır, bağışıklık sistemi miyelinin bazı kısımlarını yıpratır, orada bir plak oluşmasına neden olur, yani sinir lifi açığa çıkar. Bu rahatsızlık Multipl Skleroz’dur.
NÖROTRANSMİTTERLER
1-Asetilkolin (ACH): Dikkat, bellek, öğrenme gibi faaliyetler için gereklidir. ACH vücutta fazla olursa titreme gibi belirtiler görülür. Eksik olursa felç görülür. Alzheimer hastalığında da ACH eksikliği söz konusudur.
2-Dopamin: Heyecanla ilgili bir nörotransmitterdir. Fazlası, şizofreniye, azlığı Parkinson hastalığı yapar.
3-Serotonin: Mutluluk hormonudur. Azlığı depresyon, fazlalığı manik bozukluk oluşturur. Dengesiz olması halinde manikdepresif rahatsızlık oluşur.
4-Norepinefrin: Öğrenme ve bellek üzerinde etkilidir.
5-Endorfin: Ağrı ve acıyı kesen ve hissetmemizi engelleyen nörotransmitterdir. Burkulmayı saatler sonra hissetmek gibi, ilk anda endorfin sayesinde hissetmeyiz. Beyne enjekte edildiğinde, herhangi bir uyuşturucudan 120 kat daha etkilidir. Damardan verildiğinde, herhangi bir uyuşturucudan 3 kat daha etkilidir.
-MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ-
1-BEYİN
A)
Arka Beyin
Medula: Nefes alışverişi, kalp atışı, kan basıncı ve dolaşımı düzenler. Pons: Uyku ve uyanıklığı düzenler. Beyincik: Denge ve hareketlerin ardı ardına bir koordinasyon sağlar.
B)
Orta Beyin: Görme ve işitme merkezidir, ağrı ve acıların kaydedildiği bir merkezdir.
C)
Ön Beyin:
Talamus: Koku dışındaki, duyu ve verilere algılandığı yer. Hipotalamus: Yeme, içme, uyku, kızgınlık, sevinç gibi duyguların yaşanmasını sağlayan yer. Hipofiz bezinden sonra en önemli kontrol merkezidir.
D)
Beyin Kabuğu: Kıvrımlı ve dış kısımdır. Beyin kabuğu parmak izi gibidir. Herkeste
farklıdır.
Oksipital Lob: Beynin arka kısmındadır. Görme merkezidir. Temporal Lob: Şakakların arkasındadır. Denge, yüzü tanıma, konuşma ve dil öğrenme merkezidir. Parietal Lob: Başın üst kısmındadır. İki yarımkürede de vardır. Kas ve eklemlerdeki bilgi ve veriyi işler. Harita hafızası da buradadır.
Frontal Lob: Alnın arkasındaki kısımdır. Bilincin merkezi olarak bilinir. Bilinçli her hareketin sorumlusudur.
2-LUMBİK SİSTEM
Duyguların ve uzun süreli hafızanın etkin olduğu bölgedir. Bizler, duygularla bağlanmış olayları daha iyi hatırlarız. Bu yüzden anıları, teorik bilgiden daha iyi hatırlarız. Bilgiyi, bilgi formatında değil, anı formatında kaydedersek daha kalıcı olur. Mutluyken bir şey öğrenirsek, serotonin sebebiyle o da kalıcı olur. Stres halinde bilgi, neokortekse değil, beyin sapına iletildiğinden öğrenme gerçekleşmez.
DERS –IV-
-ÇEVRESEL SİNİR SİSTEMİ-
A)
SOMATİK SİNİR SİSTEMİ
Merkezi sinir sistemi ile organlar arasındaki mesajları sağlayan sistemdir.
B)
OTONOM SİNİR SİSTEMİ
i)
Sempatik Sinir Sistemi:
Kalp atışları, kan basıncı, nefes alma gibi fonksiyonların, heyecan ve kaygı durumlarında düzenlenmesini sağlar.
ii)
Parasempatik Sinir Sistemi:
Olağandışı durumdan çıkıldığında, kişinin fonksiyonlarının normale dönmesini sağlar.
Sempatik ve parasempatik sinir sisteminin bütün organlarla bağlantısı vardır.
2- İÇ SALGI SİSTEMİ
1-Tiroid Bezi: Tiroksin hormonunu salgılayan bezdir. Tiroksinin fazla salgılanması, kişide konsantrasyon sorunu oluşturur. Tiroksin az ise kronik yorgunluk yaşanır.
2-Paratiroid Bezi: Tiroid bezinin içine gömülmüş, 4 tane bezelye şeklindeki yapıdan oluşmuştur. Fazlası, uyuşukluğa ve hareketsizliğe neden olur, fiziksek koordinasyon zayıflar. Az ise, aşırı duyarlılık, vücudun belli bölgelerinde seyirme ve titreme gibi sonuçlar görülür.
3-Pineal Bez: Melatonin hormonunun salgılandığı bezdir. Melatonin, çocuklarda büyümeyi de sağlayan hormondur ve karanlıkta salgılanır. Kişiden kişiye değişse de saat 23:00 ile 05:00 arasında salgılanır. Güneş ışığının uzun süre bulunduğu ülkelerde depresyon oranının bu yüzden yüksek olduğu söylenmektedir.
4-Pankreas: Mide ile ince bağırsak arasındadır. İnsülin ve glikon salgılar. Pankreas, insülini salgılar. Şeker hastalarında insülin seviyesi düşüktür. Glikon da şeker dengesini sağlar.
5-Ganodlar: Erkeklerde androjen, kadınlarda östrojeni salgılarlar. En bilinen androjen olan testosteron, vücutta fazla olursa saldırganlık ve şiddete meyil artarken, kadınlarda östrojenin fazlası, şefkat, annelik ve cinsel iştahın artması gibi durumlar oluşur.
6-Hipofiz Bezi: Vücudun hormonal şefidir. İki kısma ayrılır: Ön ve arka hipofiz. Hipofiz bezi, tüm hormonal sistemi kontrol eder. Hipotalamusu etkiler.
Stres anında, vücudumuzda şöyle bir döngü oluşur: Hipofiz, hipotalamusu etkiler, hipotalamus iki hormon salgılar, biri betaendorfin denen, ağrı ve acıya dayanıklı olmamızı sağlayan hormondur. Diğeri asetilkolin (ACH), bu da böbreküstü bezlerini etkiler ve böbreküstü bezleri strese karşı hormon üretir.
7-Böbreküstü Bezleri: Stresle mücadele hormonları üretir. Bunlar; adrenal korteks hormonları ve adrenal medulla hormonlarıdır.
BİLİNÇ VE BİLİNÇALTI
Anne karnında 5. Haftadan itibaren nöronlar gelişir ve alınan her bilgiyi hafıza kaydetmeye başlar.
Bilinç: Beynin ön kısmını, özellikle frontal bölgeyi kullanarak oluşturduğumuz süreçtir. Karar verme ve tercih mekanizmasıdır.
Bilinçaltı: Beynin tam olarak hangi bölgesinde olduğunu tanımlayamadığımız süreç. Bilgiden ziyade duyguların depolandığı yerdir. Bilinçaltında anı, bilgi, görüntü yoktur, sadece duygular vardır.
Bilinçli davranışlarımızın altında da, bilinçaltı duygularımız (örneğin korku) olabilir. Kişiyi yöneten bilinçaltıdır, diyebiliriz. Baş bilinçse, boyun bilinçaltıdır. Bilinçaltı bizi korumak ister, hayatta kalmamız için eski bilgi ve inançta takılı kalabilir.
Bilinçaltı 3 yaşındaki bir çocuk gibidir. Doğru ve yanlışı ayırt edemez. Anlamsız bağlantılar kurabilir. Beyin olumsuzu algılamaz, yani önce olumlu algılar ve sonra olumsuzu düşünür. “Pembe fil düşünme” dendiğinde önce pembe fili düşünürüz. Bu yüzden, istek ve taleplerimizi olumlu cümleler kurarak dile getirmek işe yarar.
DERS –V-
YAYGIN PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR
1-PANİK ATAK
Kaygı bozukluğunun (Anksiyete) ilerlemiş halidir. Nefes darlığı, ölecekmiş gibi hissetme, çarpıntı, ortamdan çıkma isteği halidir.
1.Durumsal Panik Atak: Herhangi bir durumda ve durum her tekrarlandığında gerçekleşen Panik Ataktır. Kapalı alan, kalabalık yerler bu durumu oluşturabilir.
2.Durumsal Yatkın Gösteren Panik Atak: zaman zaman aynı durumda gerçekleşir. Aynı durumda bazen olur, bazen olmaz.
3.Panik Atak: Bir kişiye kesin Panik Atak diyebilmek için, herhangi bir neden, durup dururken gerçekleşmesi ve bunun 6 ay içinde en az birkaç kez tekrarlaması gerekir. Zihinden geçen, gerçekte olmayan düşüncelerle gelen kalp çarpıntısı ve terleme gibi belirtiler tekrarlanmalıdır.
Panik atağın anksiyeteden en büyük farkı, Panik Atakta kaygı çok baskındır, bir nedeni yoktur, kaygı ise bir nedene bağlıdır. 1.ve 2. Tip Panik Atakta duruma Panik Atak denmeyebilir.
Panik Atakta kişinin yaşadığı, nefes alıp vermenin hızlanması, kan basıncının yükselmesidir. Duygu fizyolojik durumu tetikler, fizyolojik durum da duyguyu tetikler. Bir döngü oluşur. Bu anda ilk yardım olarak çeşitli uygulamalar yapılabilir. Nefes düzenlenebilir. Kişinin dikkati başka bir yöne çekilebilir. Ancak tedavisi psikiyatrlar tarafından yapılabilir.
Kişinin, yanında başka birinin Panik Atak geçirdiğinin hayal etmesi de işe yarar. Vücudu esnetmek ve germek de işe yarar.
2-HİPERAKTİVİTE-DİKKAT EKSİKLİĞİ
Hiperaktivitenin yaramazlıkla ya da zekayla ilgisi yoktur. Sadece dikkat eksikliği görülebilir, sadece hiperaktivite görülebilir ya da her ikisi birlikte görülebilir.
Çocuğa 7 yaşından önce hiperaktivite teşhisi konulabilir. Evde, başkasının evinde ve okulda hiperaktivite görülürse teşhis konulabilir. 7 yaşına kadar teşhis konulmadıysa okuldaki davranışlardan bu teşhis konulabilir.
Dikkat eksikliğinde ise konsantrasyon sorunu vardır. Dikkat eksikliğinde psikiyatr desteği kesinlikle gereklidir. Tedavi için evde aile, okulda öğretmen ve psikiyatr ya da psikolog birlikte çalışmalıdır. Hiperaktivite tedavisinde ilaç en az 1 sene kullanılmalıdır.
Bu sorunlarla uğraşan aile, önce sorunları sıralamalıdır. Takvimde gün gün takip edilebilir. Örneğin, uyku vakti, diş fırçalama, ders çalışma gibi. Bir çizelge yapılır. Her bir davranışa puan verilir. Haftalık ödül konulabilir. Ceza yerine, ödülden mahrum etmek gerekir. Çocuğa program
yapılırken
seçme
şansı
verilmeli
ve
kendi
kararlarını
verme
konusunda
desteklenmelidir.
3-DEPRESYON
Çok sık rastlanılan bir rahatsızlıktır. Depresyon olabilmesi için belirtilerin uzun süreli ve şiddetini arttırarak devam etmesi gerekir. Çevresel, kişisel, hormonal ve kalıtsal olabilir. Başka rahatsızlıklarla birlikte görülebilir.
Depresyondaki bir kişi, kendini sürekli kederli, üzgün, ağlamaklı, morali bozuk, neşesiz olarak tanımlar, eskiden zevk aldığı şeylerden zevk almaz, uykusuzluk ya da aşırı uyku hali vardır, sürekli intiharı da düşünebilir.
Depresyon her yaşta görülebilir. Kadınlarda 35-45 yaşları arasında, erkeklerde 45-55 yaşları arasında daha sık rastlanır.
Çok baskın bir depresyon söz konusu ise buna major depresyon denir.
Ticari kayıp, işsizlik, yüksek süperego gibi sebepleri olabilir.
Depresyon ilaçla ve bilişsel davranışçı terapiyle tedavi edilebilir.
4-ANKSİYETE (KAYGI)
Kişinin, başına kötü bir şey geleceğine dair aşırı korku ve kaygı halidir. Kişi, en kötüyü düşünür. Kaygı, hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucudur. Baş ağrısı, terleme, kalpte sıkışma gibi semptomlar görülebilir.
Korkuda tek bir neden vardır ve geçicidir, anksiyetede neden yoktur, kroniktir.
Anksiyeteye karşı, olan her şeyin anlık olduğunu düşünmek önlem olabilir. Şimdiki zamanda kalmak işe yarar. Anksiyete, geçmişi yargılamak ve geleceği kurgulamak anlamına gelir.
Anksiyete durumunda şu sorular sorulabilir;
-Sorun nedir? -Sorunun sebebi nedir? -En kötü ne olabilir?
Doğada bulunmak da iyi gelebilir. Kişi, başkalarından önce kendini düşünmelidir. Yorum yaparken en kötüsünü düşünmekten vazgeçmelidir.
5-SOSYAL FOBİ
Olumsuz tepkiler almaktan duyulan korkudur. Temelde onaylanmama ve kabul edilmeme korkusudur. Bu insanların süperegosu çok yüksektir. Başkalarının ne düşündüğünü çok önemserler.
Sosyal fobi, bir anksiyete bozukluğudur. Başka insanların olduğu durumlarda ortaya çıkar. -Belirtiler:
*Fizyolojik belirtiler; Yüz kızarması, ses titremesi, elde terleme, ağızda kuruma, kalp çarpıntısı, nefes kesilmesi, vücutta terleme ve nefes darlığı *Zihinsel belirtiler; “Güçsüzüm, konuşamayacağım, yeterli değilim” gibi düşünenler vardır. *Davranışsal belirtiler; Korkudan herhangi bir ortama girememe, konuyu değiştirme, korkudan ortamı terk etme, göz temasından kaçma. Genellikle bir işe başlamaktan da korkarlar. Karşı cinsle dialogta da sorun yaşarlar.
Genellikle ergenlik yıllarında başlar. 12-24 yaş arasında sık görülür. Değersizlik duygusuyla başlar.
Tedavisinde davranışsal ve bilişsel terapi kullanılır. Korkulan duruma kademeli olarak maruz bırakılarak sorun çözülür.
7-FOBİLER
Fobiler, bir tür koşullanmadır. Çeşitli objeler fobi konusu olabilir. Zihin, koruma içgüdüsüyle fobi geliştirir. Fobilerde de bilişsel davranışsal terapi kullanılır.
DUYUM VE ALGI
Dünyayı 5 duyu organımızla algılarız. Bu algıların tamamına duyum denir. Bu duyumların kişilerde belli bir anlam kazanmasına ise algı denir.
Her bir duyumun beyinde bir anlamı vardır. Dışarıdaki veriler bu şekilde yorumlanır.
Bir sesin, bir görüntünün, bir tadın, bir kokunun duyum haline gelebilmesi için belli bir şiddette olması gerekir. Bu minimum şiddete mutlak eşik denir.
Her bir durum, her bir birey için farklı algılanır. Bütün duyumlarımız, ortama uyum sağlamak için çabalar.
Herhangi bir duyumdaki değişikliği fark edebilmemiz için bir fark eşiği vardır.
Eşik altı algı: Görebilmemiz, işitebilmemiz için belli bir ışık ve ses aralığı vardır. Bunun altındaki ses ve görüntü algılanamaz. Buna eşik altı algı denir. Bunu bilinçaltı algılar. Bilinçaltı mesajlar, reklamlarda bu şekilde kullanılır (Subliminal). Ancak bu durum bilimsel olarak henüz kanıtlanmamıştır.
DUYULAR
1-GÖRME: En önemli duyu organlarındandır. Ortama uyum sağlar. Beynin arka kısmına gönderilen görüntüler anlamlandırılır.
2-İŞİTME: Çok gelişmiş olmamakla birlikte ortama uyum sağlar. Yüksek sese ve düşük sese uyum sağlar.
3-KOKU: Hayvanlarda çok etkili bir duyudur. Hayvanlar belli bölgelere feromon denen kokular bırakır. İnsanda, çocuğun annesini kokusundan tanıması söz konusudur.
4-TAT: Dildeki tat reseptörleri ile tat alınır.
Duyumlar, dış dünya ile ilgili ham veriler verir, bu veriler yorumlanırsa anlamlı hale gelir ve algı oluşur.
Gestalt ekolü, yeni bir yöntem ortaya çıkartmaya çalışmıştır. Bir şeyin bir anlam ifade edebilmesi için, zeminden farklı olarak algılanması gerekir, der. Ard arda yanan ışıklar varsa hareketli ve bütün olarak algılanır. Gestalt’ın anlamı, bütünü algılamaktır.
Bir şeyi, bir şekilde algıladığımızda, o şeyi artık her seferinde aynı şekilde algılar. Kişinin, bir olayı algılayışını değiştirirsek, artık eskisi gibi algılamayacaktır ve aynı şekilde etkilenmeyecektir.
DERS –VI-
BİLİNCİN FARKLI DURUMLARI
Tercihleri gerçekleştirme ve seçim yapma hali BİLİNÇ halidir.
*Düş kurmak ve fantezi:
Düş kurmak, kişinin çaba harcamadan yağabileceği değişik bilinç durumlarından biridir. Gerçekte olmayan şeyleri, düş kurarken yaşarız. Düşler her zaman güzel olmayabilir. Bizler, bizim için iyi olmayan şeyleri de düşleyebiliriz. Düşler, senaryoyu bizim yazdığımız, oyuncuları belirlediğimiz filmlerdir. Kişilerin düşleri, kişilik yapıları ve bakış açılarına göre farklılık gösterir. Hayata negatif bakanların düşleri negatif olur. Freud, bastırılmış düşünce ve duyguları düşleriz, der.
*Uyku ve rüya:
Yaşamımızın üçte birinin uykuda geçiririz. Uyku, farkındalığımızın olmadığı ve uyanıkken tepki gösterdiğimiz belli başlı şeylere tepki vermediğimiz haldir. 4 evreden oluşur: 1. Evre, Alfa seviyesidir. Kişinin kalp ve solunumunun yavaşladığı, kendini gevşemiş ve rahatlamış hissettiği bir andır. 1. Evrede uyanan kişi kendini hiç uyumamış gibi hissedebilir, hemen uyanabilir.
2, 3 ve 4. Evrede uyku gittikçe ağırlaşır. Git gide metabolizma yavaşlar. En yavaş olduğu hal 4. Evredir. 4. Evre uykunun en ağır dönemidir. 1’den 4’e ve sonra 4’ten 1’e doğru bir döngü söz konusudur. Her döngüde, 1. Evre daha da uzar, 4. Evre kısalır.
Rem dönemi uykunun önemli bir evresidir. Rem, uyanıkken ki zihin yapısının hemen hemen korunduğu, uyanıkken ki halimize en yakın haldir. 1. Evreden sonraki yaklaşık 10 dakikalık zamandır. Kişinin göz bebekleri göz kapaklarının altında hızlı hareket eder.
Bir gecede ortalama 2 saat rüya görülür. Kişinin Rem döneminde öğrenebildiği, dışarıdan gelen bilgiyi alabildiği söylenir. Bilimsel olarak kesin bir kanıt yoktur.
Rüyalar, hayallerin ne kadar somut olabileceğinin kesin bir kanıtıdır.
*Meditasyon:
Kişinin zihnini, Alfa konumuna, uyumadan getirebilmesidir. Zen meditasyonuna göre, sadece nefese odaklanırsak, zihinsel ve bedensel olarak belli bir dinginliğe ulaşabiliriz. Sufizmde, dans ve duaya odaklanılır. Meditasyon, zihinsel olduğu kadar psikolojik da olumlu sonuçlar verir.
*Hipnoz:
Viyanalı bir doktor olan Franz Mesmer tarafından kullanılmıştır, hastalarını transa sokarak tedavi etmiştir. Hipnoz, bir kişinin, başka bir kişinin söylediği şeyi kabul ederek, hayatında artık uygulamasıdır. Hipnotik telkin, kişi tarafından kabul edilebilir olmalıdır. İleri hipnozla, anestezik etki elde edilebilir.
Hipnotik dil kalıplarında genellikle soyut kelimeler kullanılır.
Bazı insanlar hipnoz olmaya yatkındır. Hayal gücü geniş, konsantrasyonu yüksek insanlar hipnoza daha yatkındır.
Hepimiz hipnoz oluruz. Örneğin TV izlerken, araba kullanırken hipnoz altındayızdır. Hipnoz altında, kişinin bilinçaltı savunmasızdır. Psikiyatrların uyguladığı bir tedavi şeklidir.
ÖĞRENME
*Klasik Koşullanma:
Pavlov’un koşullanma deneyi aslında sindirim sistemini araştırma amaçlıdır. Kafesteki köpeklerin salgılarını ölçecek bir mekanizma oluşturur. Hangi şartlarda köpeğin daha fazla salgı ürettiğini ölçmek istemektedir. Köpek ne zaman ayak sesi duysa salgı üretmektedir. Pavlov, köpeğin, ayak sesinin yemek geleceğini bildirdiğini anladığını ortaya çıkarmıştır. Buna klasik koşullanma diyoruz.
Pavlov’un klasik koşullanmasında 4 önemli etken vardır:
1-Koşulsuz uyarıcı (Yemek) 2-Koşulsuz tepki (Salya) 3-Koşullu uyarıcı (ayak sesleri-zil) 4-Koşullu tepki (Salya)
Klasik koşullanma, insanlar için de mümkündür. Bu konuda John Watson tarafından yapılan bir deney vardır. (Fobi oluştururken de klasik koşullanma söz konusu) Oyuncak ayı ve yüksek ses arasında bağlantı oluşturulur. Sonuçta oyuncak ayıyı gören çocuk, artık ondan korkmaktadır. Aynı yöntem fobilerin tedavisi için de kullanılmaktadır.
Maymun deneyi de, bireyin yaşamadığı bir durumda dahi, daha önceki koşullanmanın gerçekleştiğini gösterir.
*Edimsel Koşullanma
Klasik koşullanmada tetiklenen bir davranış varken, edimsel koşullanmada istenilen bir davranış koşullanır. Edimsel koşullanmanın farkı, hayatımızda kullanabileceğimiz, işe yarayan bazı koşullanmaların yapılmasıdır.
Klasik koşullanma spontanedir. Edimsel koşullanma, işimize yarayacak bir koşullanmadır. Edward Lee Thorndike, kedi ile bir deney yapar. Kafesteki bir kedi, dışarıdaki yemeği alabilmek için, kafesi açmayı öğrenmiştir. Edimsel koşullanmada pekiştireç kullanılır. Ödül ve ceza söz konusudur.
DERS –VII-
KİŞİLİK
*FREUD:
Freud’a göre, rüya kişinin bastırdığı duygu ve düşünceleri açığa vurma şeklidir. Freud ilk kez bilinçdışı olgusunu ortaya atmıştır. Freud’a göre insan davranışı, dürtü ve güdülere dayanır. Özellikle cinsellik ve saldırganlık üzerinde durmuştur. Freud, cinsel güdüyü, kişilik gelişiminde önemli bir faktör olarak görür, bu yüzden de çok tepki görmüştür.
Freud’a göre kişilik 3 yapıdan oluşur.
İD: Sürekli doyum arayan, bilinçdışı istek ve güdülerden oluşur, hazzın merkezidir, der Freud. İd’i baskın olan kişi güdülerine hakim olamaz, bu yüzden suçlu olabilir.
EGO: Kişiliğin akılcı kısmıdır. Örneğin, susuzluk hissi İd’e aittir. Ego, suyun temiz olup olmadığına bakar. Koruyucu kısımdır.
SÜPEREGO: Kişiliğin topluma ve ahlaka uygun kısmıdır. Süperego doğuştan var olan bir yapı değildir. Başkalarının ne dediğini önemser. Süperegosu yüksek kişiler, anksiyete ve sosyal fobiye yatkındır.
Freud, cinsel dürtü derken sadece cinsel eylemden bahsetmez, her türlü zevk ve hazzı kasteder. Kişiliğin her döneminde başka bir zevk ve keşiften bahsedebiliriz. Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlikte farklılık gösterir.
Freud’a göre gelişim dönemleri:
1.
Dönem (0-18 ay): ORAL DÖNEM
Bu dönemde cinsel dürtüler, emme ve yutma ile tatmin edilir. Dişler çıktıktan sonra, ısırma ve çiğnemeden zevk almaya başlanır. Eğer bu dönemde aşırıya gidilecek olunursa, daha iyimser ve bağımlı bir kişilik oluşur. Eğer engellenirse, saldırgan ve kötümser bir kişilik oluşur.
2.
Dönem (18 ay- 2,5 yaş): ANAL DÖNEM
Tuvalet eğitimi dönemidir. Bu eğitimde çok baskıcı bir yöntem izlenirse, çocuklar öfkeli ve kendilerine zarar veren yetişkinler olabilirler. Bazıları ise aşırı düzenli, inatçı ve cimri olurlar.
3.
Dönem (3-5 yaş): FALLİK DÖNEM
Cinsel organların keşfedildiği dönemdir. Özellikle kız çocuklar babalarına, erkek çocuklar annelerine bağlılık duyarlar. Hem cins olan ebeveyne ise kıskançlık vardır. Anneye, erkek
çocuğun hissettiği duyguya Oidipus Kompleksi, babaya kız çocuğun hissettiği duyguya Electra Kompleksi adı verilir.
4.
Dönem (5- 13 yaş): GİZİL DÖNEM
Cinselliğe ilginin kaybolduğu dönemdir. Bu dönemde her çocuk kendi hem cinsiyle oyun oynar.
5.
Dönem (13-18 yaş): GENİTAL DÖNEM- ERGENLİK
Cinsel güdülerin ve doyurulmamış her isteğin, cinsellikle karşılandığı dönemdir. Düşüncelerin tamamı cinsellik odaklıdır.
*CARL JUNG (1875-1961)
Freud’un ilkelerinden birçoğunu benimsemiş olmasına rağmen, özellikle cinsellikle ilgili çizdiği çerçeveye katılmamaktadır. Ona göre kişilik, tarihsel ve evrimsel bir gelişim sonucunda oluşur. Dini, kültürel, etnik yapı ile kişiliğin şekillendiğini söyler. Kişilikte çevreye uyum vardır. Jung’a göre kişilik, çocukluk çağlarında değil, orta yaşta oluşur.
Ortak bilinçdışı kavramını ortaya atar. Kişinin kendi bilinçdışı olduğu gibi çevreden ve ortamdan ait olduğu kültürden gelen, farkında olmadan oluşmuş ve kabul edilmiş bazı değerler olduğunu söyler. Bu değerler ortak bilinçdışı olarak kabul edilir. Bunlar ortak duygulardır.
İnsanları iki kısımda inceler:
1-
İçedönük insanlar: Anti sosyal, kendi kendine zaman geçirmeyi tercih etmiş ve
benimsemiş insanlardır:
2-
Dışadönük insanlar: Daha sosyal, ekolojik, çevreyle bağlantılı, iletişimleri güçlü,
özgüvenleri yüksek kişilerdir.
*ADLER (1870- 1931)
Freud’un İd ve Süperego açıklamalarına katılmaz. Kişiliğin aşağılık kompleksinden kurtulurken oluştuğunu söyler. Bu
Örneğin; bir çocuk, anne babasına bağımlıdır, bu bağımlılıktan kurtulmak isterken kişiliği gelişir. (Aşağılık kompleksi ve kurtulma çabası)
Aşağılık kompleksi, kişinin değişmesini, gelişmesini ve daha kolay adapte olmasını sağlar.
*KAREN HORNEY (1885- 1952)
Kişiliğin oluşumunda en önemli etkinin güvenlik duygusu olduğunu söyler. “Güvenlik yeterli değilse kaygı fazladır” der. Yani, çocukken güvenlik duygusu yetersiz olan birey, tek başına hareket edemez, kaygılıdır, güvende hissetmez. *ERİK ERİKSON (1902- 1994)
Viyana’da Freud’la birlikte çalışmış, başlangıçta Freudçu (Psikanaliz) yaklaşımıyla yola çıkmış, ancak sonra sosyal bir yaklaşım geliştirmiş bir kuramcıdır.
Ona göre, kişilik gelişiminde cinselliğin ve içgüdüsel gereksinimlerin etkisi olduğu doğrudur. Buna ek olarak anne-baba ve çocuk ilişkisinin niteliği de önemlidir. Anne-babanın tavrı, çocuğun sevilen ve sevilmeyen davranışlarını belirler. Önemli olan bu davranış ve tavırların toplumsal olarak da uygun olmasıdır. Anne- baba çocuğa yaklaşımında toplumsal bazda hareket ederse, çocuk topluma uygun hareket edebilir.
Erikson kişilik gelişiminde 8 basamaktan bahseder ve her basamağın kendinden önceki basamağın başarılı olmasına bağlı olduğunu savunur.
1.
Aşama: (Temel güvene karşı güvensizlik)
Bebeklik döneminde, çocuklar, anne-babasına güvenip güvenmeyeceği arasında gidip gelirler. Eğer bebeğin gereksinimleri karşılanırsa, bir süre sonra bebekler çevrelerine ve kendilerine güvenmeye başlarlar. Bu güven, geleceğin olumlu olacağına dair güven oluşturur. Gereksinimleri karşılanmayanlar ise, geleceğe korkuyla, güvensiz ve şüpheci bakarlar.
2.
Aşama: (Özerkliğe karşı utanç ve kuşku)
Çocuklar, ilk üç yıl içinde giderek bağımsızlık kazanmaya ve çevrelerini keşfetmeye başlarlar. Yürümeyi, tutunmayı ve tuvalet alışkanlıklarını öğrenirler.
Eğer bu becerileri kazanmada, çocuk sürekli başarısızlık yaşarsa, kendinden kuşku duymaya başlar. Anne- baba çocuğu yürümeye başlarken, her seferinde tutarsa, her zaman müdahale edilen çocuk, ilerleyen yaşlarda kendi başına bir şey yapamayabilir. Bu dönemde çocuğun kendi
başına hareket etmesine izin verilmelidir. Kendinden kuşku duyan çocuk, içsel ve dışsal bütün kontrolü, saldırgan bir biçimde reddedebilir ya da tersine yardımsız hiçbir şey yapamaz.
Eğer ailedeki büyükler, çocuğun gayretini küçümserse ve çocuk utanç hissetmeye başlarsa, bir aşağılık kompleksi gelişir.
3.
Aşama: (Girişimciliğe karşı suçluluk)
3 ile 6 yaş arasındaki çocuklar, çevrelerindeki şeyleri değiştirecek planlar yaparlar, projeler oluştururlar. Bu girişimlerdeki anne- baba desteği ve cesaretlendirmesi, çocuğun yeni girişimlerde bulunmasına ve bu girişimlerden zevk almasına, yeni mücadelelere atılmasına neden olur.
Girişimleri yüzünden engellenen çocuklarda, değersizlik ve kızgınlık duyguları gelişebilir ve bu duygular kalıcı olabilir.
4.
Aşama: (Çalışmaya ve başarılı olmaya karşı aşağılık duygusu)
6-12 yaş arasında çocuk evde ve okulda yeni beklentilerle karşılaşır. Çocukların artık bir yetişkin olabilmeleri için, kişisel bakım, üretici bir çalışma ve bağımsız bir sosyal yaşam sürdürebilmek gibi becerileri kazanmaları gerekir. Artık dışarıda kendi kendilerine bir şeyler yaparlar.
Çocuğun yetişkin dünyanın bir parçası olma çabası kısıtlanırsa, küçümsenirse, yetersiz, sıradan ve değersiz olduklarına karar verip, yeterli bir yetişkin olma inançlarını kaybederler. Anti sosyal, bağımlı kişiler ortaya çıkar.
5.
Aşama: (Kimliğe karşı, kimlik kargaşası)
Ergenlikte çocukluk sona erer ve yetişkin olmanın sorumlulukları gerekli olur. Bu aşamada kişi, kimliğini bulmalıdır. Erikson’a göre kimlik, kişinin, öğrenci, kardeş, arkadaş gibi çeşitli rollerinin birleştirebilmesiyle oluşur.
6.
Aşama: (Yakınlaşmaya karşı yalıtılmışlık)
Yetişkinlik döneminde, karşı cinse karşı yakınlaşma başlar. Erikson, başkasına aşık olabilmek için, önceki aşamaların tamamının olumlu ve başarıyla çözülmesi gerektiği ve güvenli bir kimliğin artık oluşturulmuş olması gerektiğini savunur.
Yakın bir ilişki kurmak için, aşıkların birbirine güvenen, bağımsız, girişimci olmaları, aynı zamanda olgunluğun bütün aşamalarını geçmiş olmaları gerekir. Yakınlaşmada başarısızlık, acı veren bir yalnızlık, eksik olma duygusu yaratır.
Yeterince olgunlaşmamış bir kişi, kendini ifade etme ve olumlu bir izlenim verme konusunda sıkıntılar yaşar.
7.
Aşama: (Üretkenliğe karşı durgunluk)
Orta yaşlarda (25-60 yaş) kişi yaşamının her boyutunda yaratıcı ve üretken olmak ister. Bundan önceki aşamaları başarıyla tamamlamış insanlar, aile, meslek, toplumsal hayat gibi etkinlikleri anlamlı bulur ve bunlardan zevk alır.
Başarısız olanlarsa, yaşamı sıkıcı, rutin ve boş hisseder.
8.
Aşama: (Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk)
Yaşlılığın başlamasıyla, kişi ölüm fikrine alışmak zorunda kalır. Bazı insanlar için bu dönem, iş yaşamının, anne- baba rolünün tamamıyla bittiği bir umutsuzluk dönemidir. Çünkü o yaşlarda, çocuklar dağılmıştır, iş yaşamı tamamlanmıştır. Ölümün yaklaştığı hissi, kişiyi umutsuzluğa sevk edebilir.
Erikson’a göre bu dönem, kişinin yaşamını tam ve doyumlu geçirdiğini kabul etmesiyle, ona kendinden memnun olan, kendiyle barışık bir benlik duygusu verir.
Kişi önceki aşamaları başarıyla geçirdiyse, ölüm onun için korkutucu bir hadise değildir.
*Son yıllarda geçerli kuram:
İlk iki yıldaki gelişimin ve ortamın çok önemli olduğu savunulur. Okul öncesi eğitim önemlidir. 0-6 yaş grubunun aile ile okul öncesi eğitim yöntemlerinin kişilik gelişimi için önemi vurgulanır.
DERS –VIII-
TERAPİ YÖNTEMLERİ
PSİKANALİZ (PSİKODİNAMİK TERAPİ)
Psikanaliz, Freud tarafından geliştirilmiş, psikoterapik bir yaklaşımdır. Freud kişinin yaşadığı sorunları, bilinçaltında bastırılmış olan bir takım duygulara ve cinsel dürtülere bağlar. Bu yaklaşımı, çocuklar üzerinde yaşadığı sorunlar üzerinde temellendirmektedir. Sorunlar, çocuklukta yaşanmasına izin verilmeyen, bastırılmış, cinsel ve saldırganlıkla ilgilidir, der. Bu duyguların, özellikle yetişkinlik döneminde, bilinçaltından bilince çıkmak için bir yol aradığını söyler ve bastırılamayıp ortaya çıktığında da çeşitli kişilik bozukluklarının meydana geldiğini iddia eder.
Freud, psikanaliz sırasında, kişiden, aklına ne gelirse anlatmasını ister, ortada bir soru yoktur. Bu alan, psikanaliz içerisinde “serbest çağrışım alanı” olarak geçer.
Kişinin anlattıkları yalan bile olsa, Freud, anlattıklarının kişinin hayatında önem arz ettiğini söyler ve bu konunun kişinin hayatını etkilediğini varsayar.
Freud’un bu yaklaşımı kişinin bilinçaltına girme çabasıdır. Bu yüzden bir sınırlama olmaması gerektiğini savunur. Sonuna doğru, psikanalizi yapan kişi, konuya biraz daha dahil olmaya ve bu konu hakkında yorum yapmaya başlar.
Psikanalizdeki asıl amaç, farkındalığı artırmanın yanında, kişinin korktuğu geçmişiyle yüzleşmesinin sağlamaktır. Kişi konuşurken, bazen hatırlamadığı, asıl nedenin bu olduğunu bilmediği cümleler kurar. Bu yüzden psikanaliz uzun süreli bir tedavidir.
Uzun süreli tedavi olmasının ve kişiye uzun zaman ve geniş alan vermenin sebebi, kişinin sorunun asıl nedeninin korkmadan, güven duyarak anlatmasının istenmesidir. Sonuna doğru müdahil olan psikanalist, yorum yapar, soru sorar ve gerekirse suçlar.
Psikanaliz, asıl sorunun geçmişte olduğu fikrinden yola çıkar.
DAVRANIŞ TERAPİLERİ
Psikolojinin duygu ve düşüncelerden çok, gözlemlenebilir ve ölçülebilir davranışlar üzerinde odaklanması gerektiğini savunur. Freud’un psikanaliz fikrini reddeder. Tamamen ölçülebilir davranışların önemli olduğunu iddia eder.
Kişilik bozukluğunun bir sorun olduğunu, kişi daha olumlu tepkiler vermeyi öğrenirse, sorunun ortadan kalkacağını savunur.
Örneğin; çok sinirli olduğunu söyleyen birini; psikanaliz, neden böyle olduğunu, çocukluğunda ve bilinçaltında ararken, davranışçı terapi, kişinin bu davranışını tamamıyla değiştirmeye yönelik terapiyle çözmeye çalışır.
Davranışçılar, uygun ya da uygun olmayan yöntemlerin öğrenildiğine inanır. Sebebin bilinçaltı ya da psişik olmadığını söyler.
Örneğin, hastalık hastaları, ilgi çektiklerini düşünürler, bu yüzden her an hasta olmayı tercih ederler. Bu durumdan edindikleri ikincil kazançları vardır. Kişi kendini kabul ettirmenin böyle bir yolunu bulmuştur. İşte bu, öğrenilmiş bir davranıştır. Denemiştir ve işe yaramıştır.
Davranışçı terapistler, psikanalizin tersine, yeni bir davranışı nasıl geliştirebileceğini kişiye öğretir. Davranışçı terapide geçmişin, geçmişte ne olduğunun, ilk kez nerede ve nasıl gerçekleştiğinin bir önemi yoktur.
Davranışçı terapi alanları:
1-Klasik koşullanma: Kişi ilgisiz bir nesne ya da olayla ilişki kurmuştur. Zihnimizin böyle bir yeteneği vardır. Klasik koşullanma tedavisinde ilk yöntem duyarsızlaştırmadır.
Örneğin topluluk önünde konuşamayan bir kişi düşünelim. Önce sorunu özel noktalara ayırmak gerekir.
1-Kaç kişiye kadar bu sorunu yaşıyor? (5000 kişi, 500 kişi, 50 kişi, 5 kişi, 2 kişi) 2-Hangi saatlerde bu sorunu yaşıyor? (Akşam, sabah, öğle)
3-Topluluktaki insanların cinsiyeti önemli mi? (Kadın, erkek, her ikisi) 4-Kişi karşısındaki grubun eğitim düzeyinden etkileniyor mu? (Lise, üniversite, doktora vb)
Böylece sorun bileşenlere ayrılıyor ve daha da ayrıntılandırılıyor. En alt kademeden, aşama aşama tedavi ediliyor. Önce 5 kişinin karşısında, sonra 50 kişinin karşısında ve sonra 500 ve 5000 gibi. Önce sadece erkeklerin karşısında konuşturuluyor gibi.
Amaç, bu kişini korkuya karşı duyarsızlaşmasını sağlamaktır. Bu şartları, gerçekte sağlayamayacağımız için, kişiye hayal kurdurarak bu şartları sağlarız. Önce ezberden bir metni anlatmasını isteriz. Böylece kişi, iyi hazırlanıldığı zaman, isterse konuşabileceğini öğrenir.
2-İtici uyarıcılarla koşullanma: Özellikle madde bağımlığında kullanılabilir. Kişinin bağımlısı olduğu madde ile hiç sevmediği hatta nefret ettiği ya da tiksindiği bir şey arasında bağlantı kurması sağlanabilir. Böylece, kişi bağımlısı olduğu şeyden tiksinerek vazgeçecektir. Yeni bir fobi yaratılmıştır.
3-Edimsel koşullanma: Çeşitli pekiştireçler aracılığıyla, kişinin yapmasını istediğimiz davranışı hayatına geçirmesi halidir.
Kişi istenilen davranışı gerçekleştirdiğinde bir ödül, gerçekleştirmediğinde ceza vermek pekiştireç olarak kullanılır. Bunu karşılıklı bir anlaşmaya bağlamak gerekir.
4-Model alma: Bizler, birçok şeyi model alarak öğreniriz. Yürümeyi, konuşmayı ebeveynlerimizi model alarak öğreniriz.
Nasıl modellenir? Örneğin, yılandan korkan bir kişiye bir yılan belgeseli izleterek, yılanın yanından korkmadan geçen kişileri gösteririz. Kişi, yılanın yanında korkmadan geçebileceğini,
yılanın zarar vermediğini görür. O kişilerin davranışını modelleyerek, yılan korkusunu yenebilir. Çocuklar için modelleme olumlu ya da olumsuz olabilir. BİLİŞSEL TERAPİ
Sadece davranışı değil, davranışın altındaki sebepleri, inançları da irdeler ve bunun değişmesini sağlamaya yönelik terapidir.
Beynimizin yaşamımızı kolaylaştırmak için bazı yöntemleri vardır: 1-Genelleme 2-Silme 3-Çarpıtma
Zihin, dünyayı en asgari seviyede algılamak ister. Algıladığımız her şeyi fark etmeyiz. Beyin dışarıdan gelen milyonlarca veriyi algılamamızı engelleyerek, yaşamı daha anlaşılır ve daha basit bir hale getirir.
Bilişsel terapi, kişinin fark etmeden yaptığı genelleme, silme, çarpıtmaları ve eksik bilgileri ortadan kaldırarak, daha somut, net bilgiler ortaya çıkartmak ve bu genellemelerden dolayı, kendini kötü hisseden kişinin, bu genellemelerden uzaklaştırılmasını sağlamaktadır.
1-Genelleme: Örneğin; “Ben başarısızım” cümlesi, kişinin hiçbir derste ve alanda başarılı olmadığını gösterir. Kişiye “Hiç mi başarılı olmadın?” ya da “Başarılı olduğun bir ders yok mu?” diye sorsak, cevap muhtemelen; “Sözelde iyiyim ama sayısalda başarısızım.” Olacaktır. Sorun böylece “Sayısal derslerde başarısızım” noktasına indirgenir. Soru: “Sayısal derslerin hepsinde mi başarısızsın?” Cevap: “Kimya ve biyolojide başarılıyım, ama fizik ve matematikte başarısızım.”
Yani maksadımız genellemeyi ortadan kaldırmak ve sorunu spesifik bir hale getirmektir.
Genelleme sorunu, tüm durumlar için yapılabilen bir hatadır. İki şekilde yapılır:
1.Evrensel niteleyenler; Kutuplaştırıcı sözcüklerdir. Hepsi, her biri, asla, herkes gibi kelimeler kullanılır. Genellemelerin içeriğini açıp sorunu özele indirgemek ve öyle çözmek gerekir. Kişi böylece, sorunu farklı bir bakış açısıyla görür.
2.Zorunluluk cümleleri; Kişi sorunu zorunluluk cümleleriyle (“yapmalıyım, mutlaka”) ifade ediyorsa, kaygı vardır. Biz sorarız “Yapmazsan ne olur?”, “Yaparsan ne olur?”
Yapmadığı durumda çok da kötü bir şeyin olmayacağını fark eder. Kişinin, “yapmalıyım” kelimesi yerine “yapabilirim” kelimesini kullanması daha olumludur. Kişinin özgüvenini artırır ve rahatlatır, kaygıdan uzaklaştırır.
2-Silme: Kişinin yaptığı bazı silme durumları vardır. Örneğin “Gidiş çok zor olacak” “Tam olarak nasıl gidilecek?” -“Beni incitti” -“Tam olarak nasıl incitti?” Sorunu daha net tanımlaması için sorular sorulara net cevaplara ulaşılır.
3-Çarpıtma: Örneğin zihin okuma; hiçbir kanıt ve veri olmadığı halde, karşıdakinin düşüncesini bildiğini zannetme halidir. -“Sen beni sevmiyorsun?”
-“Nereden anladın?”
Bilişsel terapi, kişinin zihninde meydana gelen ve belli yaşanmışlıklar sonucu oluşmuş yanlış düşünceleri, yeni bilgiler de katarak ve farklı bakış açısı geliştirerek, istenmeyen bir davranışa sebep olan inancı ortadan kaldırabilmesinin, en basit yollarından biridir.
GRUP TERAPİLERİ
1-Aile terapisi 2-Evlilik terapisi
İki terapi yönteminde de (aile-evlilik) ortak nokta, sorunu hangi gruptaysa onları bir araya getirerek çözüme ulaştırmaktır. Böylece gruptaki tüm kişilerin empati kurması sağlanır.
Empati kurmanın en kolay yolu 3 sandalye metodudur. 1.sandalye; kişi, 2.sandalye; kişinin empati kurmaya çalıştığı kişi, 3.sandalye; bağımsız gözlemci Böylece, kişi durumu farklı yönlerden ve empati kurarak değerlendirir.
Mekana misyon yüklemek: Farklı mekanlarda ya da mekanın farklı yerlerinde, farklı şeyleri, sürekli yaparak koşullandırma oluşturmaktır. (Bir tür çapa etkisi)
DERS –IX-
BELLEK
Hepimizin belli bir hafızası var ve bazılarımız bazı şeyleri kolay hatırlarken bazılarımız zorlanıyor.
Hafızamızda uzun süreli kalmasını istediğimiz bilgiyi anı formatında kaydedersek kolay hatırlarız.
1-KISA SÜRELİ BELLEK:
Üzerinde düşündüğümüz ve belli bir anda farkında olduğumuz bilgiyi tuta kısım kısa süreli bellektir.
Bu bellek türü, ilk defa William James tarafından birincil bellek olarak adlandırılmıştır. Hem bilgiyi tutmak, hem de duyusal verileri girdiğimiz, hem de düşünmek üzere kullandığımız, bir tür çalışma belleğidir. Kapasitesi çok fazla değildir. Örneğin; ders çalışırken, müzik dinlersek, müziğe konsantre olamayız. Çünkü çalışma belleği olan kısa süreli bellek derse odaklanmıştır. Çünkü kısa zamanda ancak belli bir bilgiyi işler.
Uzun bir bilgiyi parçalara ayırırsak daha kolay hatırlayabiliriz. Böylece kısa süreli belleği daha kısa süre meşgul ederiz. Kümelendiği zaman bilgi, daha fazla ve kolay hatırlanır. Kısa süreli bellek, 1-2 saniye sonra uğraştığı şeyi unutabilir.
2-UZUN SÜRELİ BELLEK:
Uzun süreli bellek, bizde anısı olan, birçok olumsuz ve olumlu durumu kaydettiğimiz bellektir. Uzun süreli bellek, her anıyı kaydeder. Ancak bunu hatırlayabilmek için bir ipucuna ihtiyaç duyar. Bu bir müzik ya da koku olabilir. Uzun süreli hafıza Lumbik Sistemle ilgilidir. Lumbik Sistem aynı zamanda duygu merkezidir, dolayısıyla, bir şeyi hatırlamak istiyorsak, içine mutlaka bir duygu katarak, anı formatına çevirmemiz gerekir.
Stresle ve korkuyla öğrendiğimiz bir bilgi kalıcı olmaz, çünkü bilgi doğrudan beyin sapına iletilir. Çünkü, streste, talamus bağlantıyı keser.
Duygu kattığımız ve mutluyken anı formatında kaydettiğimiz bilgi, hafıza merkezi Lumbik Sistemde, talamusla bağlantılı olduğundan daha kalıcı olacaktır.
FUNDA ŞİRİNOĞLU
ÖĞRENCİ ADI SOYADI : Furkan AYRANCI
DERSİN ADI
: Temel Psikoloji Eğitimi
DERS KİTABININ ADI
: Psikolojinin Anahtarları
KİTAP SAYFA ADEDİ
: 278
ÖDEV YÜKLEME TARİHİ
:
Psikolojinin Tarihçesi
Psikoloji
kelimesi
Psykhe(ruh)
ve
logos(bilim)
kelimelerinden
türemiş
bir
sözcüktür.İnsanın içsel durumlarını,ruhunu,özünü heyecan ve düşünme gibi kavramların kanunlarını bulmaya çalışır.Psikolojinin önem kazanması Wolff’un bu kelimeyi kullanması ile olmuştur.İlk dönemlerde bilim adamları insanların hislerini açıklamak için çalışmalarında ruhu temel olarak alıyorlardı.İlk psikoloji inceleme laboratuarı Leipzig
Üniversitesi’nde
kuruldu(Wundt).Amerikada ilk psikoloji laboratuarı 1885 yılında kuruldu.
Modern psikoloji ruh durumlarının somut temellere dayandığını ortaya çıkardı.Psikoloji, davranışların çözümlenmesiyle ilgilenir.İnsanların ruhsal durumlarını dışa gösterdikleri davranışlardan anlamaya çalışır.
Psikoloji,davranışları incelerken iki farklı metod kullanır.
1-) İçe bakış 2-)Objektif metod’tur
İçe bakış metodunun incelenmesi zordur.
Psikolojinin Bazı Alt Alanları
Psikologların uzmanlaşabilecekleri alan sayısı oldukça fazladır ve bu nedenle kendilerini farklı etiketlerle tanımlarlar. Aşağıda size genel bir fikir verebilmek için bazı alanlar tanıtılmıştır.
Psikoloji insan ve hayvan davranışını anlamamızı sağlayan hem bir araştırma, hem de insana ait sorunların çözüldüğü bir uygulama alanıdır. Aşağıda tanıtılan alt alanlarda psikologlar, araştırmacı, uygulamacı ya da her iki rolde birden çalışırlar. Psikolojinin en önemli özelliklerinden biri de bilimin uygulama ile birlikte yer alması ve ikisinin birlikte ilerlemesidir.
Adli Psikoloji (Adli psikolog): Yasal konulara ve sorunlara psikolojinin ilkelerini uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden doğan bir alandır. Adli psikologlardan bazıları hem psikoloji hem de hukuk eğitimi almışlardır. Mahkemelerde genellikle onların uzmanlıklarına gereksinim duyulur. Örneğin, hüküm giymiş ya da göz altında tutulan kişilerin davranışlarını ve duygusal strese maruz kalıp kalmadıklarını değerlendirir ve ebeveynlerden hangisi çocuğun velayetini almalıdır ya da bir sanığın zihinsel kapasitesi mahkemede savunma yapmak için yeterli midir gibi sorunlu durumlarda hakime yardımcı olurlar
Deneysel Psikoloji (Deneysel psikolog): Temel davranışsal süreçlerdeki değişiklikleri araştıran ve öğreten psikologlardır. Deneysel psikoloji içindeki önemli alt dallardan biri, bilginin işlenmesi, belleğimizde depolanması, depodan geri çağrılması ve problem çözme durumlarına uygulanması gibi bilgi işleme sürecini çalışan bilişsel psikolojidir. Öğrenme, duyum, algı, performans, motivasyon, bellek, dil, düşünme, iletişim ve problem çözme, yeme, okuma gibi davranışların altında yatan fizyolojik süreçlerin araştırılmasıyla ilgilenen alt alan ise fizyolojik psikolojidir. Deneysel psikologlar, hayvan davranışlarını da inceler ve insan davranışlarıyla ilişkilendirirler. Deneysel psikologlar, aynı sosyal psikologlar gibi genellikle akademik alanda ve araştırma enstitülerinde çalışırlar
Eğitim Psikolojisi (Eğitim psikoloğu): Eğitim psikoloğu insanların nasıl öğrendiğini ve etkili öğrenmenin gerçekleştirilmesi üzerine yoğunlaşırlar. Her yaştaki insanın eğitimi için gerekli araç, gereç ve yöntemleri geliştirirler. Becerileri değerlendirir ve eğitim programlarının düzenlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olurlar. Ayrıca yüksek teknik becerilerin öğretimi, değerlendirilmesi ve düzenlenmesi konularında da eğitim psikologlarından yararlanılmaktadır. Yetenek, güdü, sınıf ortamı gibi pek çok etmeni dikkate alırlar. Eğitim psikologlarının bazıları bilgisayar programlarında da kullanılabilecek yeni yönergeler geliştirirler, öğretmenlere eğitim verirler ve öğretmenlerde iş verimini, performansını ve doyumunu etkileyen etmenleri çalışırlar. Doktora eğitimli gelişim psikologlarının çalışma alanları genellikle öğretim üyeliği ve çeşitli eğitim ortamlarında danışmanlıktır
Gelişim Psikolojisi (Gelişim Psikoloğu): Gelişim psikologları doğum öncesinden başlayarak ölüme kadar uzanan yaşam süresinde insan gelişiminin evreleri üzerinde çalışırlar. Gelişim psikologları yaşa bağlı davranış değişikliklerinin tanımlanması, açıklanması ve ölçülmesiyle ilgilenirler. Gelişimdeki evrensel nitelikler, kültürel ve bireysel farklılıklar üzerinde çalışırlar. Doktora düzeyindeki gelişim psikologları, araştırma yapma ve öğretim üyeliği gibi faaliyetlerde bulunabilirler. Lisans ve yüksek lisans mezunu olanlar kreş ve gündüz bakımevlerinde, okulöncesi eğitim veren diğer kurumlarda, hastahane ve kliniklerde gelişim psikoloğu olarak çalışabilirler.
Huzurevleri
ve
diğer
merkezlerdeki
yaşlıların
belirlenen
hedeflere
yönlendirilmeleri, yetiştirme yurdu ve bakımevlerinde ergen ve gençlere uygulanan programların değerlendirilmesi türünde faaliyetleri de yürütürler.
Klinik Psikoloji (Klinik psikolog): Zihinsel davranışsal ve duygusal bozukluğu olan bireyleri değerlendirip, tedavi ederler. Klinik psikologların ilgilendikleri sorunlar, gelişim dönemleriyle ilgili kısa süreli gelişimsel krizlerden (ergenlikteki başkaldırı ve orta yaşta kendilik değerindeki düşme gibi) fobi, depresyon ya da şizofreni gibi daha ağır sorunların tedavisine kadar değişebilmektedir. Pek çok klinik psikolog aynı zamanda araştırma da yapmaktadır. Araştırma konuları arasında başarılı bir klinik psikoloğun özelliklerini ve bir tedavinin etkililiğinde rolü olan faktörleri belirleme, başarılı yaşlanmayla veya çeşitli davranış bozukluklarıyla ilişkili olan etmenler, fobilerin nasıl geliştiği ya da şizofreninin nedenlerini belirleme gibi konular sayılabilir. Ayrıca bireyi değerlendirmek amacıyla test ya da ölçek uygulama ve yorumlama ile tedavi amaçlı bireysel ya da grup terapisi yapma da klinik psikoloğun önemli görevleri arasındadır. Lisans ya da yüksek lisans eğitimi olan klinik psikologlar kendi muayenehanelerini açamasalar bile, doktora eğitimli bir başka klinik psikoloğun gözetiminde çalışabilirler
Okul Psikolojisi (Okul psikoloğu): Okul psikologları özel ya da devlet okullarında çalışır, öğrencilere danışmanlık ve değerlendirme yaparlar. Ruh sağlığı ve öğrenme için gerekli çevresel koşulları düzenleme ile de ilgilenirler. Sınıf ortamını bozan ya da özel eğitime gereksinimi olan çocuklar ile ilgilenir, programlar geliştirir ve değerlendirir; sınıf yönetimi konusunda öğretmenlere eğitim verirler. Ailelere ve okul çalışanlarına da psikolojik ve eğitsel konularda danışmanlık yaparlar. Okul psikologları, anaokullarında, hastanelerde ve ruh sağlığı kliniklerinde çalışabilirler.
Sağlık psikolojisi (Sağlık psikoloğu): Sağlık psikologları, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın sürdürülebilmesi için araştırmacı ve uygulamacı olarak çalışırlar. Sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerle ilgilenirler. İnsanların hastalıkla nasıl baş edebildikleri, neden bazı insanların tıbbi önerileri izlemedikleri, acının en etkili bir biçimde nasıl denetlenebileceği ve kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceği ile ilgilenirler. Örneğin, sigara bırakma, kilo verme, stresi kontrol altına alma gibi konularda programlar ve sağlık kampanyaları düzenlerler. Duygusal ve fiziksel sağlığı iyileştirici sağlık stratejileri de geliştirirler. Ayrıca hasta-hekim ilişkisi ve sağlık personelinin sorunları da ilgi alanları içindedir.
Psikometri (Psikometrist): Psikolojik bilginin elde edilmesi ve uygulanması sırasında kullanılacak teknik ve yöntemler üzerinde çalışırlar. Zekâ, kişilik, yetenek ve diğer alanlardaki testleri geliştirirler. Bu testler, klinik, danışmanlık, iş yaşamı, endüstri ve okul gibi alanlarda kullanılmaktadır. Psikometrisiler, araştırma desenleri, veri analizi ve verinin yorumlanması konularında da faaliyet gösterirler. Bu alanda çalışan psikologlar, matematik, istatistik, teknoloji ve bilgisayar programları bilgileriyle donanmışlardır. Yüksek lisans derecesi olanlar genellikle endüstride, araştırma merkezlerinde ve test geliştirme alanında çalışırlar.
Sosyal Psikoloji (Sosyal psikolog): Sosyal psikologlar insanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri ve sosyal çevrelerinden nasıl etkilendikleriyle ilgilenirler. Bireyleri, grupları ve grup davranışını, tutumları, önyargıları ve bunların oluşumu ile değişimini incelerler. Arkadaşlık, ikili ilişkiler, çekicilik ve saldırganlık gibi konular üzerinde araştırma yaparlar. Dolayısıyla sosyal psikolojide genellikle doktora derecesi gereklidir ve sosyal psikologlar çoğunlukla akademik ortamlarda çalışırlar. Ancak son yıllarda reklam şirketlerinde, hastanelerde, eğitim kurumlarında, mimarlık ve mühendislik firmalarında ve çeşitli kamu alanlarında araştırmacıdanışman olarak çalışmaktadırlar.
Psikolojinin Araştırma Yöntemleri
Araştırma, sorunlara güvenilir çözümler aramak amacıyla, planlı ve sistemli olarak verilerin toplanması, çözümlenmesi, yorumlanarak değerlendirilmesi ve rapor edilmesidir. Her bilimin kendine özgü bir konusu olduğu için bilimler kendi konularına uygun araştırma yöntemleri kullanırlar. Bu nedenle psikoloji de kendi alanına uygun araştırma yöntemleri kullanır.
Bunlar;
1-)Betimsel Araştırma Yöntemi 2-)Deneysel Araştırma Yöntemi 3-)Korelasyonel Araştırma Yöntemi
1-)Betimsel Araştırma Yöntemi;
İlgi duyulan bir konu hakkında detaylı bilgi toplamak ve konuyu tanımlamak amaçlanır. Davranışları betimlemek amacıyla kullanılan yöntemdir. Bu da kendi arasında altıya ayrılır.
Bunlar;
Doğal Gözlem Sistematik Gözlem Görüşme Vaka(olay) İncelemesi Anketler Testler
2-)Deneysel Araştırma Yöntemi
Deneysel araştırmaların amacı neden-sonuç ilişkisini ortaya çıkarmaktır. Deneysel çalışmalarda denekler dikkatli bir şekilde seçilir ve potansiyel olarak sonuçları etkileyebilecek çok sayıda değişken ile (cinsiyet, etnik, köken, aile yapısı, okul başarısı, vb.…) karşılaştırılır. Deney yapan kişi deneysel ortamı hazırlar, bazı değişkenleri kontrol eder ve işlevi yaparak neden-sonuç ilişkisini ortaya koyar. Değişken; Gözlenebilen ve farklı özellikler olabilen özellikler olarak tanımlanabilir. Cinsiyet bir değişkendir; çünkü kadın ve erkek olmak üzere iki farklı değer olabilir. Deneysel bir çalışmada bağımlı ve bağımsız değişken olmak üzere iki değişken vardır. Bağımlı ve bağımsız değişkene örnek vermek gerekirse; Örnek: Akademik başarı üzerinde ders çalışmaya ayrılan zamanın etkisini inceleyen araştırmada bağımlı değişken akademik başarıdır. Çünkü çalışmaya ayrılan süreye göre etkilenmektedir. Bu durumda çalışmaya ayrılan süre bağımsız değişkendir. Etkilenen değişken bağımlı değişken, etkileyen ise bağımlı değişkendir.
3-)Korelasyonel Araştırma Yöntemi
En fazla kullanılan araştırma yöntemlerinden biridir. Korelasyonel araştırmada araştırmacı değişkenler arasında ilişki olup olmadığını araştırır. Değişkenler arasında pozitif ilişki, negatif ilişki olabilir ya da ilişki olmayabilir. Örneğin: Okul başarısı ile öz saygı arasında pozitif ilişki vardır. Ölçümler arasındaki güçlü ilişki korelasyon kat sayısı ile ifade edilir. Korelasyon kat sayısı ‘’-1 ile +1’’ arasında değişebilir. Korelasyonel çalışmalar neden ve sonuç ilişkisini bulmada kullanılmaz. Furkan AYRANCI
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
ÖĞRENCİ ADI SOYADI : GAZİ AYBERK SOM DERSİN ADI
: TEMEL PSİKOLOJİ
DERS KİTABININ ADI
: GÜNCEL PSİKOLOJİ
KİTAP SAYFA ADEDİ
:342
ÖDEV YÜKLEME TARİHİ
ÖDEV BAŞLANGICI
:10.11.2015
:
Korku ve Fobiler en iyi doğal gözlem yolu ile anlaşılır çünkü Psikolojide insanların duygu ve düşünceleri onları anlamak konusunda kişilerin kendilerine özgü davranışlarını anlamak açısından bazı araştırma yöntemleri kullanılmaktadır.Bunlardan doğal gözlem,davranışların bir laboratuar ortamında gözlenmesi yerine,doğal yani adından da anlaşılacağı üzere,olduğu şekli ile gözlemleme olarak tanımlanabilir.Bu şekilde,kişilerin davranışları ile ve bulunduğu ortamla gözlemlenmesinin avantajı doğal ve kendiliğinden çeşitli olmasıdır.Ancak korku ve fobilerin gözlem yollarını anlamak için,korkunun aynı zamanda fobinin ne demek olduğunu bilmek gerekir.
Fobiler:Fobi uzunca bir süre devam eder ve herhangi bir yaş dönemine özgü değildir fobilerin bazılarında bu duruma neden olan bir olay saptanabilirken bir çoğunda böyle bir olayı saptamak mümkün değildir.
Korkular:Bazı korkular,belli yaş dönemleri için normal sayılır burada korkuyu fobiden ayırmanın en iyi yolu bazı korkuların belli yaş dönemlerinde ortaya cıkması olup fobilerde böyle bir durum söz konusu değildir.Karışan bir diğer iki kavram ise kaygı ve korkudur yukarıda belirttiğimiz gibi yine tanımlama yolu ile bu karışıklıktan kurtulabiliriz şöyle ki kaygı ile korku arasında üç önemli fark olduğunu pskologlar söylemiştir; 1-Korkunun kaynağını biliriz. 2-Korku kaygıdan daha şiddetlidir. 3-Korku daha kısa sürelidir. Bu üç fark bilindiği takdirde korku ve kaygı ayırt edilebilir.
Tüm bu yukarıda belirttiklerimizden biraz olsun kurtulabilmek adına her gün yapabileceğimiz bazı şeyler vardır ; 1-Güne doğru başlamak:Aç ayı oynamaz deyiminden yola çıkarak açıklayacak olursak güne bol tahıllı,yulaf ezmesi veya bir bardak meyva suyu ile başlayarak güne doğru bir şekilde başlamış oluruz. 2-Kafeini azaltarak 3-Herhangi bir konuda değişiklik yaparak 4-Her gün en az 30 dk egzersiz yaparak 5-Endorfinlerinizin devamını sağlayın bunun da en iyi yolu egzersiz yapmaktır 6-Gülümseyin çünkü siz gülümsediğiniz zaman karşınızdaki de ister istemez gülümseyecektir 7-Egzersiz arkadaşı bulun tıpkı kendi beslemiş olduğum köpeğim Lord’un egzersiz arkadaşım olmasına izin verdiğim gibi 8-Beyin egzersizi yapın
9-İç güdülerinize güvenin 10-Kenidinizi kötü alışkanlıklardan kurtarın 11-Kuvvet geliştirme egzersizleri yapın 12-İş dışında çalış 13-Sağlığınız için sorumlukları kabul edin 15-Sevceğiniz ve güvendiğiniz bir doktor bulun 16-Herhangi birinin iyi hissetmesine yardım edin 17-Uzaklaşın 18-Zamanınızı dışarıda geçirin 19-Vaktinizi ev hayvanınıza harcayın ve birçok benzer örnek
Psikolojinin karakter analizi yaparken yardım aldığı en önemli ipuçlarından birisi de bilimsel adı grafoloji olan el yazısı analizidir.Bu nedenle bu konuyu anlamak adına psikolojide bu konuyla ilgili çeşitli doktrinler okunmalı ve çalışmalar yapılmalıdır.
Psikolojinin dallarından olan gelişim psikolojisi insanın doğasını anlamaktan en çok yararlanılan
psikoloji
dallarındandır
şöyle ki;gelişim:bireyin
döllenmeden
başlayarak
bedensel,zihinsel,duygusal,sosyal yönlerden geçirdiği sürekli ve düzenli değişimdir. Gelişmenin olabilmesi için olgunlaşma ve öğrenmenin olması şarttır.Gelişimin faktörleri ise şöyledir; 1-Kalıtım 2-Çevre 3-Ailenin çocuk yetiştirme tarzları 4-Ailenin parçalanması 5-Çocukların doğuş sırası 6-Zaman
Bedensel Gelişim ise beş döneme ayrılır. 1-Doğum öncesi 2-Bebeklik dönemi 3-Çocukluk dönemi 4-Okul dönemi 5-Ergenlik dönemi
Gelişimin temel kavramları ise 5 maddedir. 1-Zeka 2-Şema 3-Uyum 4-Uyumsama 5-Dengeleme
Gelişim psikoloji kısaca yukarda belirtmiş olduğum şekilde açıklanabilir.Son olarak belleğin aşamalrını anlatmak gerekirse bir bellek sistemini üç parçaya ayırmak genelde faydalı olmaktadır.Kodlama,Bilgilerin belli bir zamana kadar saklanması olan depolama ve daha önceki deneyimlerin bir sonucu olarak ilgili işin yerine getirildiğini göstererek kabul edilen ve ya hatırlanan
bilgilerin
girişinin
sağlanması
anlamına gelen
düzeltme.Kodlama üzerine
çalışmalar,nesnenin tabiatı ve ya öğrenme sırasında işelmin yapıldığı yol değiştirilerek uygulanmaktadır.Depolama unutma yoluyla ölçülür.Kısaca belleğin sisteminin parçaları bu şekildedir.
Yukarıda açıklamış olduğum Yrd.Doç.Dr.Bilal Semih BOZDEMİR ‘ in güncel pskoloji kitap özetidir. GAZİ AYBER SOM
TEMEL PSİKOLOJİ Psikoloji insan davranışlarını ve düşüncelerini inceleyen bir bilim dalıdır ve alt dala ayrılır. Bunlardan bir kaçı: klinik psikoloji, gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, deneysel psikoloji, fizyolojik psikolojidir. Psikoloji de gözlemi nasıl yaptığımızda önemlidir. Bunun için farklı araştırma yöntemleri vardır. Vakalarla gözlem yapma canlıyı doğal ortamında inceler, en çok kullanılan yöntemdir. Vaka çalışmalarında tek denek veya tek olay vardır, güvenilirlik açısından bazı sıkıntıları vardır. Anket çalışmaları bir konuyla ilgili sorular sorar ve çoğunluğun kararından yorum yapar. Korelasyon iki durum arasında ilişki kurmadır buna örnek olarak çalışma süresi ile başarılı olma arasındaki ilişki verilebilir. Deneysel araştırma ise nedeni araştırır ve laboratuvar ortamını kullanır. Çok yönlü araştırma yukarıda bahsettiğimiz araştırma yöntemlerini kapsar. Psikolojinin bilim olarak gelişiminden bahsedecek olursak Wilhelm Wundt modern psikolojisinin kurucusu kabul edilir. İlk psikoloji laboratuvarını kurmuştur. Yapısalcı akımın babasıdır.
William
James
işlevselcidir.
Sigmund
Freud
psikodinamik
psikiyatrinin
kurucusudur. Bilinçaltından bahsetmiştir. Sorunları genellikle cinsellikle açıklamıştır. John Watson davranışçıdır; bilinçaltına inanmaz davranışları ve gözlenebilen özellikleri inceler. Psikolojinin ilgilendiği en önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz beyindir. Anne karnında dördüncü haftadan itibaren nöronlar oluşmaya başlar. Sinir sistemi temelde merkezi ve çevresel olmak üzere ayrılır. Merkezi sinir sistemi beyin ve omurilikten oluşmaktadır. Beyinde: beyin sapı, limbik sistem ve neokorteksten oluşmaktadır. Beyin sapı en ilkeldir. Artık elimizde olmayan hareketlerimizi kontrol eder. Limbik sistem hormonal dengeyi sağlayan hipotalamus ve öfke kontrol sistemi olan amigdalayı içerir. Ayrıca limbik sistem uzun süreli hafızanın da merkezidir. Duygularla bağlantılı olduğu için limbik sistem bir şeyi hatırlamak istiyorsak ona bir anlam yüklemek işimizi kolaylaştıracaktır. Neokorteks ise insanı ilkel canlılardan ayıran yapıdır. Düşünme burada gerçekleşir zeka arttıkça kortekste kalınlaşır. Beyinin diğer elemanı omuriliktir. Sinir uçlarının birleşerek beyin sapına doğru ilerlediği yoldur. Çevresel sinir sistemi de duyu organlarından bilgiyi alır ve omurilik üzerinden beyne iletir. Somatik ve otonom olmak üzeri ikiye ayrılır. Somatik sinir sistemi, merkezi sinir sistemi ile organlar arasında bilgi taşır. Otonom sinir sistemi de kendi içinde ikiye ayrılır: olağanüstü durumlarda çalışan sempatik sistem ve dinlenme ya da normal durumda çalışan para sempatik sistem. Beyin de iletimi sağlayan nöron adı verilen yapılar vardır. Nöron akson, dendrit, nöronun gövdesinden (soma) oluşur. Dendrit başka bir nörondan bilgiyi alan kısa yapıdır. Akson ise uzun
dendrit denilebilir başka bir nöron bilgi taşıyan nöron parçasıdır. Miyelinli veya miyelinsiz olabilir. miyelinli akson daha hızlı iletimi sağlar. Her öğrenmede akson ve dendrit birleşerek öğrenme faaliyeti gerçekleşir. Eğer bilgi kullanılmazsa bu bağlantı kopar. Beyni işlevsel olarak ikiye ayırmak mümkündür. Sağ lob ve sol lob birbirinden farklı faaliyetleri gerçekleştir. Sağ lob daha sanatsal yaratıcıdır, görsel ve uzaysaldır, algı ve duygu ifadesi bu yarıkürede gerçekleşir. Sol lob ise daha analitik mantıklı ve gerçekçidir. Kullanılan el ve lob ilişkisi aynı değildir. Yani sol elini kullanan insanların sağ lobu, sağ elini kullanan insanların ise sol lobu daha gelişmiştir. Beyin ön, arka, orta ve beyin kabuğu olmak üzere dörde ayrılır. Ön beyin talamus( koku dışında beyne gelen bilgilerin dağıtıldığı kavşak) ve hipotalamustan oluşur. Hipotalamus yeme içme, kızma sevinç gibi duyguların yaşatıldığı iç salgı bezlerinin düzenlendiği yapıdır. Arka beyin: kalp atışı soluk alıp verme gibi istemsiz yaşamsal faaliyetlerin düzenlendiği medulla, uyku uyanıklık etkinliğinin düzenlendiği pons, denge ve koordinasyonun sağlandığı beyincikten oluşur. Orta beyin ise görme ve işitme, ağrı ve acı merkezidir. Beyin kabuğu ise 4 ana bölümden oluşur. Oksipital lob (görme), temporal lob ( denge/yüz tanıma / dil merkezi), pariyetal lob (kas ve eklemdeki bilgiyi işler ), frontal lob ( bilinç merkezi/düşünme) dur. Nöronlar arasında veya bir nöron ile başka bir hücre arasında iletişimi sağlayan kimyasallara nörotransmitter denir. Nörotansmitterler öğrenmeyi kolaylaştırabilir veya zorlaştırabilir. Şimdi birkaç tane nörotansmitterden bahsedelim. Asetilkolin: dikkat, bellek, öğrenme üzerinde etkilidir. Az olması felç riskini doğururken fazla olması istemsiz hareketlere neden olabilir. Dopamin: heyecan. Fazlası şizofreni azı ise parkinsona neden olmaktadır. Serotonin: mutlulukla bağlantılıdır. Manik dönemde fazlalaşır. Norepinefrin: öğrenme ve bellek üzerinde etkilidir. Endorfin: ağrı ve acıyı keser. Hormonlar davranışı incelediği için psikolojinin konusudur. Bu yüzden biraz endokrin sistemden bahsetmeliyiz. Tiroid bezi, tiroksin salgılar fazlası konsantrasyon problemine azı uyuma ve kronik yorgunluğa neden olur. Paratiroid bezi fazlası fiziksel koordinasyon zayıflığı azı aşırı duyarlı vücudun belli yerinde seyirmeye neden olur. Pineal bez melatonin salgılanmasıyle ilgilenir. Pankreas kan şekerini düzenleyen insülin ve glukagon salgılanır. Gonadlar cinsiyet hormonlarını yani erkekte testosteron kadında östrojen salgısından
sorumludur. Hipofiz bezi ise diğer bütün bezlerin şefidir, Kontrolünü yapar. Böbreküstü bezleri adrenal korteks ve adrenal medulla olmak üzere 2 ye ayrılır. Psikolojik Bozukluklar Panik atak yaygın anksiyetenin ilerlemiş halidir. Nedeni olmadığı halde tehdit altında hissetmedir. Belirli bir durumda veya ortamda gerçekleşiyorsa durumsal panik atak, bir ortamda bazen gerçekleşiyor bazen ise gerçekleşmiyorsa durumsal yatkınlık gözlenen panik ataktır, gerçek neden veya tetikleyici bir durum yokken 6 ayda birkaç kez tekrarlanıyorsa gerçek panik ataktır. Bu durumda nefes alışverişinin düzeltmesini isteyebiliriz veya kendini mutlu hissettiği bir anı hayal etmesini isteyebiliriz. Hiperaktivite ve dikkat eksikliği teşhisi yedi yaşından önce konur. En az iki farklı ortamda aynı şeyi yapıyor olmalı yani okul veya evde aynı şeyi yapıyor olmalidır.ilaçsız tedavisi pek mümkün değildir ve ilaç en az bir yıl kullanılmalıdır. Depresyon umutsuzluk hüzün keder gibi olumsuz duyguları uzun süreli ve şiddeti giderek artan çöküntüdür. Depresyonda olan kişilerde eskiden zevk aldığı şeylerden zevk alamama, uykusuzluk veya aşırı uyku ihtiyacı ve intiharın çekici gelmesi gözlenir. Genellikle kadınlar 3545, erkeklerde 45-55 yaş arasında karşılaşıyor. Öfke ve nefretini içine atan insanlar. Gelecekten beklentisi ve gerçek durum farkı, kişinin kendine model alacağı kişinin olmaması depresyonun kişisel özellikleridir. Ansiyete gereğinden fazla kaygıdır. Temelinde yaşama içgüdüsü vardır. Kalp çarpıntısı baş dönmesi gibi bazı fizyolojik belirtileri ortaya çıkar, kroniktir. Anksiyetenin ortadan kalkması için şimdide yaşamak gerekir çünkü kaygı geçmiş yaşantıdan gelir. Sosyal fobi ise olumsuz tepkilerden korkudur. Genellikle sorun başkaları ne der düşüncesidir. Sosyal fobiye sahip olan kişiler onay görme isteği içindedir ve çoğunlukla başarısız olacağım korkusundan dolayı bir işe başlamak istemezler ve başlamazlar. Sosyal fobinin tedavisi için davranışçı terapiden yararlanılır yani korkulan durumun üstüne gidilerek yok edilmeye çalışılır. Duyum ve algı da psikoloji için önemli bir konudur. Duyum 5 duyu organıyla algılanan her şeydir. Algı ise duyulara anlam kazandırmadır. Algılama zamana göre farklılık gösterebilir. Sabah kızdığımız bir olaya akşam gülebiliriz. Bir de eşik altı algı dediğimiz farkında olmadan bize işlenen bilgilerin algısıdır. Örneğin bir filmde seyircilere fark edilmeyecek biçimde patates
yiyin kola için gibi bir cümle verilmiş ve film arasında o filmi izleyenlerin kola aldıkları gözlemlenmiştir. Bilincin değişik durumlarına göz attığımız zaman ilk olarak düş kurma ve fanteziden bahsedebiliriz; gerçekte var olmayan şeyleri varmış gibi düşünmektir. Kişiler yapılarına uygun olan düşler kurarlar. Uyku ve uyanıklık; uyku 4 evreden oluşur ilk evre alfa konum dediğimiz kalp atışı ve solunumun yeni yavaşladığı evredir her evrede bu yavaşlık daha da artar ve dördüncü evre değimiz metabolizmanın en yavaş olduğu derin uykunun olduğu evreye kadar ilerler ve sonunda döngü başa doğru döner. Bir de rem uykusu dediğimiz uyku vardır bu da uyanık halimize en yakın haldir. Kişi dışarıdan gelen bilgileri alabilir. Meditasyon ise kişinin zihninin isteyerek alfa konumuna gelmesidir. Hipnoz ise söylenen bir cümleyi doğru kabul etmedir bilinçli bir halde değildir. Kimi insanlar hipnoza daha yatkındır bu insanlar hayal gücü ve yaratıcılıkları geniş insanlardır. Bazen anne ve babanın söylediği cümleler bizim için hipnoz sayılabilir. Örneğin karşıdan karşıya geçerken hem sağa hem sola bakmak. Tek yön olduğunda bile çocuk araba gelmeyecek tarafa da bakma ihtiyacı duyar. Hipnoz mutlaka uzman biri tarafından yapılmalıdır. Öğrenmede klasik ve edimsel koşullanmadan bahsetmeliyiz. Klasik koşullanma istemsiz yapılan davranışları içerir. İvan pavlov tarafından bulunmuştur. Kısaca yapılan deneyde: pavlov yemek getirdiğinde köpeğin salgı salgıladığını görüyor. Bunu bir zil yardımı ile başarmayı deniyor. Bir daha yemek gitmeden önce zili çalıyor sonra yemeği veriyor ve bunu uygulamaya devam ediyor. Sonra görüyor ki köpek artık zil sesinin duyar duymaz salgı salgılıyor. İşte bunun gibi istemsiz yapılan hareketlerde görülen koşullanmaya klasik koşullanma denir. Edimsel koşullanma ise istenilen yani istemli günlük olaylara faydalı davranışların koşullanmasıdır. Örneğin bir kuşu kafese koyup içerideki düğmeye basması bekliyoruz ve bastığında ona ödül olarak yiyecek veriyoruz ve kuş her seferinde bunu daha çabuk yapmaya başlıyor. İşte buna edimsel koşullanma diyoruz. Kişilik Kişilik üzerine en önemli kavramları Freud ortaya atmıştır. İd-ego-süperego kavramları freud’u anlamak için önemlidir. İd sürekli doyum arayan en ilkel isteklerimizi bulunduran bölümdür. Açlık susuzluk cinsellik gibi ihtiyaçların bencilce doyurulmasıdır. Süperego ise ahlak kavramıdır. İd ile sürekli çatışma halindedir. Aslında süperego başkalarının düşünceleri üzerine kuruludur. Ego ise id ve süperegonun isteklerini ortada buluşturan gerçekçi kısımdır. Freud psikoseksüel gelişim dönemi de incelemiş ve beş aşamaya ayırmıştır. Oral dönem haz merkezinin ağız olduğu dönemdir. Çocuk emme ile beslenir. Eğer burada aşırı gidilirse bağımlı
kişilik yapısı oluşur, eğer çocuğun emmesine izin verilmezse ileride saldırgan bir yetişkin olabilir. Anal dönem(18 ay-2 yaş) tuvalet eğitiminin verildiği dönemdir eğer anne çok baskıcı olursa çocuk dışkısını içinde tutmakta zevk alır ve ileride cimri bir birey olur. Fallik dönem (35yaş) cinsel organların fark edildiği dönemdir. Aynı cinslere karşı kıskançlık farlı cinse karşı ilgi artar. Erkeklerin anneye duyduğu derin bağlılığa oidipus kompleksi, kız çocukların babaya olan bağlılığına ise elektra kompleksi denir. Gizil dönem (5-13 yaş) cinsellik tamamen kalkar hatta genellikle kendi cinsi ile yakın ilişkiler kurar. Sınıf ortamında kızların kızlarla, erkeklerin erkeklerle takıldığı dönemdir. Ve son psikoseksüel gelişim dönemi genital dönemdir ergenlik çağıdır ve her şey cinselliğe bağlanmıştır. Freud’a göre kişilik oluşumunda en önemli madde cinselliktir. Bu nedenle ona karı çıkan ve farklı teoriler üreten kişiler olmuştur. Örneğin alfred adler id ve süperegoya katılmamış, kişiliğin aşağılık duygusundan kurtulma amacıyla oluştuğunu söylemiştir. Kişilikle ilgili bir diğer önemli kişi ise Erik Erikson’dur. Kişiliğin oluşumunda sadece cinsellik değil anne baba ve toplumsal kabulün olduğunu söylemiştir. Sekiz evresi vardır ve her biri birbiri ile bağlantılıdır. 1)
Güvene karşı güvensizlik: gereksinimlerin karşılanıp karşılanmadığı ile ilgilenir.
2)
Özerkliğe karşı utanç ve kuşku: çevreyi keşfetmeye başlar ve engellenirse yetersizlik
duygusu oluşur. Eğer yapığı her harekette ona yardım edilirse ileride her zaman yardım isteyen veya yapılan yardımı reddeden bir kişi olabilir. 3)
Girişimciliğe karşı suçluluk: girişimleri desteklenirse mücadeleci olur ve yeni girişimlere
açılabilir. 4)
Çalışmaya karşı aşağılık duygusu: 5-7 yaş arasını kapsar. Yeni beklentilerle karşılaşır ki
bunun en önemlisi okula gitmedir. Eğer başarılı olmazsa bu evre antisosyal bir kişilik oluşumu gözlenir. 5)
Kimliğe karşı kimlik kargaşası: farklı rolleri içselleştirmesi gerekir. Yani bir insan sadece
birinin oğlu olmaz aynı zamanda başkasının arkadaşı, bir geçin sevgilisi olur. 6)
Yakınlaşmaya karşı yalıtılmışlık: genç yetişkin dönemdir. Birine aşık olabilmek için daha
önceki basamaklar başarıyla tamamlanmalıdır. 7)
Üretkenliğe karşı durgunluk: 25-55 yaşarasını içene alır. Yaratıcı olma isteği ve belli bir
hedef için çalışan kimseler olur. Eğer bundan önceki basamaklar başarılı değilse mutsuz zevk almayan bir birey yetişir.
8)
Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk: ölüm fikri yer eder. Eder daha önceki basamaklar
başarıysa ölüm fikri çok fazla korkutmaz. Son konumuz ise terapilerdir. İlk terapi çeşidi psikanalitik(psikodinamik)tir. Bilinçaltına sıkışmış olan duygu ve dürtülerin sorun oluşturduğunu söyler. Çocuklukta bastırılan duyguların yetişkinlikte kişilik sorunları ortaya çıkarır. Serbest çağrışım yöntemini kullanır. Danışandan aklına geleni şeyleri söylemesini ister. Bu terapide asıl amaç normalde veremediği tepkinin terapide verilmesini sağlamaktır. Davranış terapileri ise gözlenebilen davranışlarını değiştirme ile ilgilenir. Davranışın kaynağını araştırmaz. Klasik koşullanma, itici uyarıcıyla koşullanma, edimsel koşullanma ve model alma ile bu terapiyi yürütür. Bilişsel terapi sadece davranışı değil beyindeki çarpıtmaları ortadan kaldırmak ister. Genelleme cümlelerini sevmez ayrıntıları ister, gereklilik kipleri yerime ihtimal ve güç ile kullanabileceği –ebilirim i kullanmak ister, belirsizlikten hoşlanmaz ve çarpıtmalara karşı dikkatli olur. Grup terapileri aile ve evlilik terapileridir. Bu terapi yönteminde kişileri tek tek değil bir bütün halinde inceler yani aile içindeki bir sorunu sadece bir kişi ile değil diğer aile bireyleri ile birlikte çözmeye çalışır. Amaç empati kurulmasını sağlamaktır.
GİZEM BALABAN
ÇOCUK VE ERGEN PSİKOLOJİSİ Psikoloji ; insan davranışlarını ve düşüncelerini inceleyen bir süreç olarak tanımlanır.Psikolojiyi altı ana başlıkta ele alabiliriz •
Gelişim Psikolojisi
•
Fizyolojik Psikoloji
•
Deneysel Psikoloji
•
Kişilik Psikolojisi
•
Klinik Psikoloji
•
Sosyal Psikoloji
Psikolojini araştırma yöntemleri ise; doğal gözlem,vaka çalışmaları, anket çalışmaları korelasyona dayalı araştırma, deneysel ve çok yönlü araştırmadır. İnsanda Gelişme Dönemi Bebeklik dönemi: 0-1 yaş arası dönemdir.Bu dönemde tamamen yetişkinlere bağlıdır.Vücusu kontrol etmeyi,yürümeyi,elleri kullanmayı,emeklemeyi öğrenir Çocukluk
Dönemi:
1-6
yaş
arası
dönemdir.Konuşmayı,yemek
yemeyi,giyinip
soyunmayı,arkadaşları ile oynamayı öğrenir.Cinsiyetin farkındadır. Okul Çağı Dönemi: Kendi cinsleri ile oynamayı tercih eder.İyiyi kötüyü ayırt etmeyi öğrenir. Ergenlik Dönemi: Vücudun büyüme ve gelişmesi hız kazanır.Eşey organlar gelişir,üreme hücreleri oluşur.Ruhsal değişimler gözlenir. Yetişkinlik Dönemi: Meslek seçimi ve evliliğin olduğu dönemdir. Yaşlılık Dönemi: Arkadaş ve torunlarla olmaktan mutluluk duyar.
ÇOCUK PSİKOLOJİSİ Fiziksel Gelişim 0 Aylık: Karın üst yatarken kafayı bir tarafa çevirmek,bacaklar vasıtasıyla sürünmek,annenin sesini ayırt edebilmektedir.
3 Aylık: Annelerinin kokularını ayırt edebilir(meme ile beslenen çocuk)Çıngırağı kavrar. 6 Aylık: Yardım almadan kısa oturuşlar yapar,yuvarlanır. 9 Aylık: Mobilyaya tutunarak yürümek,sürünmek,tek başına oturmak. 12 Aylık: Yardımsız yürümek resim kalemlerini tutmak. 18 Aylık: Merdivenleri tırmanmak,üç küpten kule yapmak, 24 Aylık: Koşmak ,geri geri yürümek, altı küpten kule yapmak.
Gelişim Dönemleri 1-3 yaş çocuk gelişimi:Tuvalet eğitiminin olduğu dönemdir.Bağımsız hareket etmek ister.Ağlayarak bazı şeyleri elde etme çabası vardır çünkü birşeyi nasıl elde edeceğini öğrendiği yaştır. Bu dönemde dikkat edilmesi gereken şeylerden bazıları ;çocuğa ben dili kullanmak ve denetimsiz çizgi film izlettirmemektir.Kendi başına yemek yemesi desteklenmeli,ortalığı dağıtmasına müsaade edilmelidir.
3-6 yaş çocuk gelişimi: Bu dönemde çocuklar cıvıl cıvıl, konuşkan,hayat doludur.Sürekli anlamlı-anlamsız sorular sorar.Matıklı cevaplar vermezsek kaale alınmadığını,önemsenmediğini düşünür.Kendi başına iş görmesine izin vermek gerekir. Bu dönemde kızlar anneye erkek çocukları babaya özenir ve taklid eder.Buna özleşim denir. 6-11 yaş çocuk gelişimi: İlkokul dönemidir.Okula başlamak çocuk açısından belli bir zeka düzeyi ve duygusal olgunluk gerektirir.Oyun ve arkadaşlıktan uzak tutulmuş çocuklar okula adapte olmakta zorluk yaşarlar. Okula korkuyla giden çocuk başarısızlık yaşayabilir. Ailenin çocuğa özgüven vermesi bu bağlamda çok önemlidir.
Kimlik gelişimi, arkadaşlık –akran grup ilişkilerini cinsiyet rolü gelişimini ; bu dönemde de sağlıklı bir şekilde geçirmesi gerekir.
BEBEKLİK ve ERKEN ÇOCUKLUKTA KARŞILAŞILAN
BAŞLICA PROBLEMLER
•
Uyku Problemi : Çocuklar uyku problemi yaşadıklarında ebevynler büyük çözüm
bulmak için büyük çaba sarfederler.İlerleyen zamanlarda ise uyku problemleriyle ilgili başka sıkıntılar doğabilir.Yorgunluk,evlilik içi sıkıntılar ,ebevyn depresyonu vs. Uykuya dalmakta zorluk ve gece uyanmaları okul öncesi çocuklarda sık rastlanan bir durumdur.Buna biyolojik,psikososyal ve iletişimsel faktörler sebep olabilir. Tedavi Yöntemleri; Gündüz uykusunu azaltmak Uyku öncesi beslenmeyi ortadan kaldırmak Yatış zamanı rutinleri geliştirmek Gevşeme becerileri geliştirmek Ödül eğitimi vs.. •
Tuvalet Problemleri: Bir çok çocukta mesane ve bağırsak kontrolü gelişimi ilk 5 yılda
oluşur.4 yaş civarında bağırsak ve 5 yaş civarında mesane kontrolü sağlanmış olmalıdır.Bu yüzden dört beş yaşları idrar kaçırma(enürezis) ve dışkı tutamama(enkopresis) tanıları bu dönemde konulabilir. Biyolojik nedenleri ve tedavisi; Genetik faktörlere üriner ya da anorektal fonksiyonlarda bozukluk üzerinde durur ve bu yönde tedavi sağlanır. Psikopatolojik teori ve tedavisi; Eliminasyon bozukluklarının sebebi büyük oranda psikolojiktir.Psikolojik terapi ile tedavi edilmelidir.
•
Öğrenme ve iletişim bozuklukları
Entelektüel Yetersizlik; Psikoeğitim ile müdahale edilebilir. Spesifik Dil Gelişmesi; İşitsel muayene yapılmalıdır. Spesifik Okuma Bozuklukları; Eşli okuma ile müdahale edilebilir.
ORTA ÇOCUKLUK PROBLEMLERİ •
Tavır Bozuklukları
Hayvanlara ve insanlara karşı saldırganlık Mal mülk tahribi Dolandırıcılıkk veya hırsızlık Antisosyal davranışlarla tepki verme Tedavi: Psiko eğitim, Aile bazlı iletişim ve problem çözme eğitimi,Ödül eğitimi
•
Dikkat ve Aşırı Aktivite Problemi
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu , dikkat eksikliği bozukluğu vs olarak tanımlanan dikkat bozuklukları okuldaki akademik başarısızlığın sebebi ve saldırganlık dürtüsellik sıkıntılarının yaşanmasına sebep olabilir. Tedavi; Psikoeğitim, ebeveynlere bilgi verilmesi, İlaç tedavisi, evde kurallara uymayı desteklemek amacıyla aile desteği, Okuldaproblemlerin yönetimine okul odaklı müdahale.
•
Korku ve Anksiyete Problemi
Korku ; güvenliğe karşı gelişen bir tehdit şeklinde uyarıcıya verilen tepkidir. Bu tepki bilişsel.duygusal,psikolojik davranışsal ve ilşkisel unsurlar içerir. Anksiyete bozuklukları ;Panik bozukluk,Spesifik fobi, Agora Fobi , Sosyal Fobi, Akut stres bozukluğu, Obsesif kompulsif bozukluk olarak adlandırılabilir. Tedavi; Anksiyetenin doğası ve tedavisi ile ilgili psikoeğitim, Rahatlama becerileri eğitimi, Bilişsel yeniden yapılanma, Bireysel keşif çalışması vs..
•
Tik Bozuklukları
Hareket veya ses tikleri genellikle çocukluk ya da ergenlik döneminde ortaya çıkar.basit motor tikleri göz kırpmak, omuz silkmek,başkalarını taklit etmek gibi eylemler içerir. Tedavi;Psikoeğitim,
Çevresel
manipülasyon,Alışkanlık
dönüşümü,
İlaçla
tedavi
gibi
yöntemlerdir.
ERGENLİK PROBLEMLERİ •
Uyuşturucu
Kullanımı:
Alışkanlık
yapıcı
şekilde
uyuşturucu
kullanımı
klinik
psikologların üzerinde durduğu ana konulardandır.Ergenler için uyuşturucu kullanımının zihinsel,fiziksel etkilerinin dışında suç ve eğitim durumuna olumsuz etkileri çoktur.Uyuşturucu kullanımı iki tiptir.İlki kronik ve kompleks çoklu uyuşturucu kullanımı diğeri eğlence ve denemek için uyuşturucu kullanımıdır.
Çalışmalar; 19 yaş civarı gençlerin %90 ının alkol aldığını , %60ının sigara denediğini, %50 sinin keneviri denediğini ve %20 sinin kullanmaya devam ettiğini gösteriyor. Tedavi;
Katılım-Problem
tanımlanması
ve
Anlaşma,Uyuşturucusuz
olmak,İnkarla
yüzleşmek,Ailenin tekrar organize olması,Ayrılık.
•
Ruh Hali Problemleri: Major depresyon kişinin bir veya daha fazla ağır depresif vaka
yaşadığı duygusal bir rahatsızlıktır.Major depresyon tanısı; Depresif ruh hali Günlük faaliyetlere olan ilgi ve zevkin azalması İnsomnia vey Hipersomnia Yorgunluk,enerji kaybı Değersizlik,suçluluk hissi
Tedavi;Psikoeğitim,Öz izleme,İlaçla tedavi, Aile ilişkilerini değiştirmeye odaklı girişimler,Bilişe odaklanan girişimler vs..
•
Anokreksiya ve Blumia Nervosa
Anoreksiya Nervosa ;yoğun ve akıldışı şişmanlık korkusu yüzünden yemek yiyememe ve gerçekçi olmayan beden hayali ile mevcut kilonun azlığını dikkkate almayan yeme bozukluğudur. Blumia Nervosa ise; kişi anormal olduğunu bilmesine rağmen tıkarcasına yemek yer ve bunu kendinin gerçekleştirdiği kusma ile boşaltma eğilimi gösterir. Tedavisi; Psikoeğitime ergen ve ailenin katılımı ,Kilo iyileştirmesi gerçekleştrildiğinde ergenlere hiyerarşi geliştirmede yardımcı olma ,Nüksetme yönetimi planı geliştirmek
•
Şizofreni
Şizofreni insanı ciddi şekilde güçten düşürücü bir rahatsızlıktır.Kökeni Yunanca bölünme ve akıl demektir.Sanrı, Halüsinasyon ,Dağınık konuşma, Katatonik davranış, Kişilik bozukluğu gibi tanıları vardır. Tedavi; şizofreni tanısı konulan genç yetişkin ve ergenlere farmakolojik tedavi,ailelere şizofreni kavramını anlamaları konusunda yardımcı olmak,Bireysel ya da grup temelli bilişsel davranış terapisi ve grup çalışmasıdır.
GİZEM DOĞAN
Davranışları gözlemlemek, günlük hayatın olağan uygulamalarıdır. Davranış gözlemleri insan davranış bilimi ve davranışsal klinik uygulamalardır. Davranışsal klinik uygulamalar çevrenin etkisiyle ortaya çıkan ve devamlılık gösteren uyumun davranışları analize ederek tedavi başarısı kriterlerine
uygun
gözlemlenebilir.
Davranışsal
değişikliklere
odaklanırlar.
Davranış
gözlemlerinin 4 tane sınırlılığı vardır; 1.
Nesnelliği mutlaklıktan uzaktır.
2.
Öz raporlamaya göre iş gücü yoğun ve pahalı bir yöntemdir.
3.
Derin tecrübelere erişemez
4.
Genelleştirilemez.
Davranış gözlemlemek için düzen seçiminde araştırmacı ya laboratuvar ya da doğal ortamda olacağına sonucun genelleştirilmesine daha yakın olacağına göre karar vermelidir. Davranışı gözlemlemede kodlama sisteminde 2 yöntem vardır; 1.
Var olan kodlama sistemini benimseme
2.
Yeni kodlama sistemi geliştirmek.
Yeni kodlama sistemi ise ; İlgili davranışları kataloglama (Theta istatistiği) Gözlem birimi seçme Kod kategorileri yaratmak
olay ve zaman örneklemesi karşılıklı ayrıcalıklık ve ayrıntılı olma durumu. Kod
kategorileri Hiyerarşik sınıflandırma yada alternatif olarak toplumsal davranışın yapısal analizi (SASB)’dir. Bu sistemde tüm sınıflar dayanışma ve birleştirme boyutları olarak 2 şekilde sınıflanır. GÜLBİN KONAKÇI
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
ÖĞRENCİ ADI SOYADI : GÜLCE NARMAN DERSİN ADI
: TEMEL PSİKOLOJİ EĞİTİMİ
DERS KİTABININ ADI
: SOSYAL PSİKOLOJİ VE KURAMLAR
KİTAP SAYFA ADEDİ
:10
ÖDEV YÜKLEME TARİHİ
ÖDEV BAŞLANGICI
:24.01.2017
:
MADDE KULLANIMI BOZUKLUKLARI
Psikoloji alanında madde kullanımları karakter, sosyal ve psikolojik açılardan ele alınmıştır. Madde kullanımı ve bozukluğu olan kişiler incelenmiş ve bu incelemeler çeşitli teorik durumlarla sonuçlanmıştır. Bunlar stresi kontrol etmede zorlanma, hazzı erteleyememe, risk almaktan zevk alan kişisel ve sosyal hayatını düzenlemede zorluk çeken tiplerin durumlarına odaklanmıştır. Bunlardan ayrı olarak maddi durumlarda çekilen zorluklar veya stres seviyesinde madde kullanımıyla ilişkilendirilmiştir. Madde kullanımının biyolojik olan kısmı biyolojik olmayan kısmını kapsar.
Madde kullanımı ve bağımlılığının birçok çeşidi vardır. Bu çeşitleri ortaya çıkaran koşulları tek tek incelemek ve düşünmek gerekir.
Madde kullanımının birden fazla çeşidi vardır. En önemlileri alkol, sakinleştiriciler, hipnotize edici ilaçlar, nikotin, afyonlu uyuşturucular, analobik streoidler ve bazı reçeteli ilaçlar yer alır.
Madde kullanımı için teşhis yapılırken kullanılan ilaç baz alınmalıdır. Madde özel olarak incelenmeli ve teşhis konulmalıdır çünkü diğer maddelere karşı hassasiyet olmayabilir bunu ayırmak gerekir.
Madde kullanımının ortaya çıkmasında en yaygın olarak görülen durumlar ev ve iş hayatında kendini tekrarlayan sorunlar temel alınır. Madde bağımlılığında ise bu durumların dışında kalan durumlar temel alınır.
ACI VE YOĞUN MUTLULUK
Madde kullanımı sebepleri olarak yaşanan acılar veya aşırı mutluluk halleri dikkat çekicidir. Acı kaynaklı madde kullanımı bozukluklarının ortak noktası organizmanın haddinden fazla acı tecrübe etmesidir. Acının genetik yatkınlığı arasında kalıtsal hastalıklar ve durumlar etkilidir. Kişi kendini tolere etmek üzere madde kullanmaya başlar ama bu daha acı verici sorunlar yaratabilir. Geri dönülmeyecek derecede madde kullanımı sadece acı temelinde açıklanamaz. Burada rahatlatmak veya acıdan kaçmak yeterli değildir. Kişi o acı seviyesine ulaşana dek madde kullanmaya devam eder.
Mutluluk temelli kullanılan maddeler canlı türünün karakteristik bir özelliğidir. Haz arayışı doğuştan gelen bir durumdur. Bu tüm toplumlarda böyle kabul edilir. Madde insana bu hazzı verdiği için tercih edilir.
MADDE KULLANIMINA YÖNELİK ARAŞTIRMALAR
Madde kullanımı ve bağımlılığının biyolojik temellerini anlamaya yönelik araştırmalar insan ve hayvan deneylerini içerir. Araştırmalar göstermiştir ki beynin bazı noktaları mutluluk hissini tetikler. Bu bize beynin zevk alamaya açık olduğunu gösterir.
Sonraki araştırmalarda ise beynin sinirsel çevresine ait bağımlılık yapan kimyasalların varlığı ortaya konulmuştur. Beyin acıyı azaltmak ve daha fazla mutlu olamaya meyillidir. Bu nedenle madde kullanımı veya bağımlılığının birçpk organizmada gelişiyor olması şaşırtıcı değildir.
Madde kullanımına bağlı bazı maddelerin etkileri görülebilirdirler. Örneğin alkol belli davranışları sekteye uğratır. Tepkime hızını, hareketleri, düşünsel davranışları yavaşlatmaya uğratır. Rem uykusunu engeller. Uzun süre alkol kullanımı gerçekleştiren kişilerde fizyolojik bir bağımlılık görülebilir. Eroinin ağrı kesici ve yoğun mutluluk verici etkileri vardır. Feci şekilde bağımlılık yapıcıdır.
Marijuana bazen sakinleştirici veya halüsinojen olarak
nitelense de alkolün davranışsal
etkilerine sahiptir. Verilen uyarıcıların davranışlara yaptığı etkiler çok çeşitlidir. Hepsinin ortak noktası bir çeşit fizyolojik ve davranışsal uyarıma yol açmalarıdır. Bazıları inanılmaz derecede bağımlılık yaparlar ve şiddet meyline yol açarlar.
MADDE KULLANIMI
Uyum göstermeyen madde kullanımı düzeni, klinik alanda ciddi rahatsızlıklara yol açar. 12 aylık süreçte sürekli madde kullanımı, fiziksel durumlarda tehlikeli madde kullanımı, yasal sıkıntılar gibi durumlar ortaya çıkarabilir.
Uyuşturucu maddeler yıllardır ruhsal duruma olumsuz etkileri olduğu bilinen maddelerdir. Günümüzde en gelişmiş ülkelerden geri kalmış ülkelere kadar çok yaygın olarak uyuşturucu madde kullanılmaktadır. Beyin ve akıl sağlığının en büyük düşmanı uyuşturuculardır. Bu
bozuklukları ya da bağımlılıkları idare etmek yerine onları çözmeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
GÜLCE NARMAN
Davranış ve akıl üzerine bilimsel bir çalışma olan psikoloji, bir çok alanda çalışma olanağı sunmaktadır. Psikologlar insan ve hayvan davranışlarını gözlemlemek için laboratuvarlarda, hastanelerde
ya da başka sahalarda çalışabilirler. Psikoloji de bilimsel metod kullanarak
davranışları objektif ve sistemli bir şekilde anlamaya çalışılır. Etik kurallar ön plandadır. Bilimsel bir çalışma alanı olan psikolojinin araştırma yöntemleri vardır.Tanımlayıcı, korelasyonel ve deneysel araştırma bunlardandır. Tanımlayıcı araştırmada vaka çalışmaları anket ve doğal gözlem gibi yöntemler vardır. Fakat değişkenler arasındaki ilişkileri değerlendirmez tanımlayıcı model. Korelasyonel araştırmada ise iki değişken arasındaki ilişki değerlendirilir. Neden sonuç ilişkisi belirlenemez bu araştırma modelinde. Deneysel araştırma ise neden sonuç ilişkisini verir. Bağımsız değişken üzerinde bağımlı değişkenim etkisi değerlendirilir. Manipülasyon vardır. Davranışlar ve duygular beynin, sinirlerin, kasların ve bezlerim faaliyetleri yoluyla ortaya çıkar. Sinir sistemi merkezi ve periferal olmak üzere ikiye ayrılmıştır.Merkezi sinir sistem beyin ve omurilikten oluşur. Beyin karmaşık bir yapıya sahiptir. Ön beyin, orta beyin ve arka beyinden oluşmaktadır. Ön beyin, beynin en büyük kısmıdır. Dikkat, sabır, planlama, sorun çözme gibi işlevleri vardır. Orta beyin, ön ve arka beyin arasındadır. Görme, işitme, motor kontrol, uyku/uyanıklık gibi işlevlerle ilgili bölümdür. Arka beyin, beyincik, omurilik soğanı ve pons olmak üzere üç kısımdan oluşur. Beyincik, kas hareketlerinin düzenli ve dengeli olmasından sorumludur. Omurilik soğanı, solunum, dolaşım, boşaltım, kalp hızının düzenlenmesi, yutma, çğneme, kusma, hapşurma gibi olayların kontrolünden sorumludur. Pons, orta beyinle bağlantının sağlanmasını sağlar. Serebral korteks milyarlarca hücreden ve sinaptik bağlantılardan oluşur. İki yarı küreye bölünür ve yarı küreler de dört loba ayrılır. Ön lob düşünme, planlama, bellek ve yargıdan sorumlu alandır. Parietal lob, çeşitli duyu organlarından gelen bilgileri işlemede görevlidir. Oksipital lob, görme duyusuyla ilgili bilgilerin işlendiği yerdir. Temporal lob, duymaktan ve yüzlerin tanınmasından sorumludur. Periferal sinir sistemi, otonomik ve somatik sinir sisteminden oluşmaktadır. Otonomik sinir sistemi iç tepkileri kontrol ederken, somatik sinir sistemi dış etkileri kontrol eder. Otonomik sinir sistemi, sempatik ve parasempatik olmak üzere ikiye ayrılır. Sempatik sistem alarm durumunda aktiftir. Endokrin sistemdeki organ ve bezleri aktive der ve vücudu davranışa hazırlar. Parasempatik sistem ise alarm durumunun bitmesi ardından rahatlama ve sakinleşme evresidir. Kalp ve nefes yavaşlar. Somatik sinir sistemi ise vücut hareketlerinin çizgili kas yoluyla istemli kontrolünü sağlar.
Sinir sistemindeki hücrelere nöron denmektedir. Nöronların iletişimi, elektrokimyasal bir süreç olarak ifade edilebilir. Bir nöron hücresinde dendrit, hücre gövdesi ve akson bulunur. İki nöron arasında sinaps denilen boşluklar vardır ve transmiterler bu boşluklara salınırlar. Motor, duyu ve internöron olmak üzere üç çeşit nöron sınıfı vardır. Duyu nöronları duyu reseptörlerinden bilgi taşırlarken, motor nöronlar kaslara ve bezlere bilgi iletirler. İnternöronlar ise nöronlar arasındaki iletişimden sorumludur. Bilinç ve bilinçaltı psikoloji için önemli iki konudur. Bilinç, insanın kendisini, çevresini algılama, tanıma ve kavrama yetisidir. Ön lob bilinçli işlemlerin gerçekleştiği bölgedir. Davranışların bilinçli ve bilinçsiz yönleri anlamaya çalışılır psikolojide. Bilinçaltı ise duyguların depolandığı bir yerdir ve bilgi olmaz. Bilinçaltı, bilinçli olarak verilen kararlar üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Bilinç dışında kalan, bastırılmış, arzu ve anıların depolandığı yerdir. Bilinçli olarak verilen kararlarımızı yönlendirir. Çünkü bir şeyi tercih etmemiz ve ya ondan kaçınmamız o şeyle alakalı beslediğimiz duygularla ilişkikilidir. Korkulan bir durumdan kaçınılır veya sevilen bir durumun ya da olayın tekrarlanması istenir. GÜLSÜM KIVANÇ
KURS ADI:PARAPSİKOLOJİ KURSİYER ADI-SOYADI:HABİB KIZIL KURSİYER TC:25519034760 KİTAP ADI:GÜNCEL PSİKOLOJİ KİTAP ÖZETİ Kitap:Korku ve Fobiler,Kendini İyi Hissetme,El Yazısı,Psikloloji ve Çeşitleri,Psikolojik Analizde Yöntemler,Aklın Analitik Gerçekleri,Gelişim Psikolojisi,Bellek Psiklolojisi ve Üstbiliş olmak üzere 8 Bölümden oluşmaktadır. KORKU VE FOBİLER Bu Bölümde genel olarak şunlar anlatılmıştır: Psikolojide, inşaların duygu ve düşünceleri ile onları anlamak konusunda, kişilerin kendilerine özgü davranışlarını anlamak açısından bazı araştırma yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlardan doğal gözlem, davranışların bir laboratuar ortamında gözlenmesi yerine, Doğal yani adından da anlaşılacağı üzere, olduğu şekli ile gözlemleme olarak tanımlanabilir. Bu şekilde, kişilerin davranışlarının olduğu şekli ile ve bulunduğu ortamda gözlemlemesinin Avantajı, doğal ve kendiliğinden çeşitli olmasıdır. Her ne kadar içerisinde bazı eksiklikler var ise de, bu yöntem araştırmalar açısından gerekli olmaktadır. KAYGI Kaygı(anksiyete/anxiety) Nedir ? Diğer heyecanların tanımında olduğu gibi, kaygınında tanımını yapmak zordur. Kaygı şu heyecanların birini veya çoğunu içerebilir: üzüntü, sıkıntı, korku, başarısızlık, duygusuzluk, acizlik, sonucu bilememe ve yargınlanma.
KENDİNİ İYİ HİSSETME Bu bölümde kendini daha iyi hissetmek için 100 yol anlatılmaktadır.Bu bilgilerin sadece eğitim amaçlı olduğutıbbi yardım ve tavsiye gibi yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. EL YAZISI ANALİZİ-GRAFOLOJİ
Bu bölümde ana hatlarıyla şunlar anlatılmıştır: El yazısı analizi veya grafoloji, yazarın kendi el yazılarına karekteristiklerini, özelliklerini ve vuruşlarını tahlil ederek kişilik profilini ortaya çıkaran bilimdir. Bunun imkansız gibi göründüğünü biliyorum, fakat eğitimli bir grafoloji uzmanı, yazar hakkında şaşırtıcı derecede fazla bilgiyi sadece onun el yazısını analiz ederek toplayabilir. Tam bir kişilik profili oluşturmanın yanında, el yazınızdan pek çok şey ortaya çıkarılabilir; mesela sağlık konuları, ahlak, eski tecrübeler, gizli yetenekler ve akli problemler sayılabilir.
PSİKOLOJİ VE ÇEŞİTLERİ Bu bölümde şu konulardan bahsedilmektedir: Psikolojinin konusu, zihinsel olayların araştırılmasıdır. Doğal bilimler gibi, psikolojide konusunu belirli gerçeklik alanlarından seçer. Bu gerçeklikler ya kendi farklılığında deneyimlerdir yada kendileriyle ilgilidir. Psikolojinin ilgi alanı, bir deneyimin mümkün olduğu kadar tanımlanması ve analizine dayanan bir bütünden oluşur. Ancak psikoloji olmadan bilimsel bir duruş kazanamayacak olan başka alanlar da bu disipline dahildir. Yaşam yada biyoloji bilimin
biyoloji biliminin canlı organizmalarının fiziksel yapısının araştırma
zorunluluğu gibi, psikoloji de zihinsel olayları, onları tecrübe eden bedenlerin fiziksel şartları ve bunları
tetikleyen
çevreyle
bağdaştırmalıdır.
Zihinsel
olayların
fiziksel
şartlarla
ilişkilendirilmesi psikofizik olarak adlandırılır. PSİKOLOJİK ANALİZDE YÖNTEMLER Bu bölümde şu konulardan bahsedilmektedir: -İç
gözlem
ve
geçmişe
dönüş:Ruhsal
bilimlerde
Gözlemaracılığıylamateryal
toplanırken,psikolojiyi ayırt edici kılan iç gözlemdir. -Dolaylı ve dolaysız gözlem:Bilinçli içeirklerin analizinde ve tanımlanmasında iki yöntem kullanılmalıdır.Bunlar;göreceli kalıcılığa sahip ve dolayısıylayalıtım yeterliliği olan Doğrudan Gözlem ve çevreden soyutlamak için yapısının değişeceğikorkusu olmadan,yeterli kalıcılığa sahip olmayan Dolaylı Gözlem’dir. -Özel yöntemler:Bu yöntemler,Davranışçı yöntem ve Genetik yöntem’dir
-Yorumlama:Tüm bu yöntemler içinde,sağlanan bilgiye yerleştirilen Yorumlama’nın önemine vurgu yapılmıştır. AKLIN ANALİTİK GERÇEKLERİ Bu bölümde şu konular anlatılmaktadır: Duyu Aklın,birçok öğeye dayanarak bize gösterdikleri,büyük ölçüde DUYU olarak bildiğimiz elementlerdir.Ayrıca şu konular da bu bülimde işlenmiştir:Görüş Duyumları,Görsel Duyuların Sınıflandırılması,Görsel Uyum ve Zıtlık,İşitme Duyumları,Tatma,Koklama ve Dokunma. GELİŞİM PSİKOLOJİSİ Bu
bölümde;Gelişim,Gelişme,Büyüme,Olgunlaşma,Hazır
Bulunuşluk,Öğrenme,Kritik
Dönem,Gelişim Faktörleri’nin tanımları verilerek anlatıldıktan sonra;Gelişimin Temel Kavramları,Bilişsel Gelişim Dönemleri ve Gelişim Dönemlerinin Kuralları açıklanmıştır. BELLEK PSİKOLOJİSİ Bu bölümde;Bellek Psikolojisinde en yaygın olarak kullanılan kavram ve tekniklerin özet olarak tanımları verilmiştir. ÜSTBİLİŞ Bu bölümde önceliklerüst bilişin çeşitli tanımları verilmiş daha sonra da,Üstbilişin özellikleri,Piaget
ve Üstbiliş ve Üstbiliş Konusunda Yapılan Araştırmalar verilerek konu
bitirilmiştir. Kitabın en sonunda ise anlatılan konularla ilgili bilgilerin daha da pekiştirilebilmesi için çeşitli tesler verilmiştir. HABİB KIZIL
AİLE PSİKOLOJİSİ ÖDEVİ 29.04.2015
Herkesin mutlaka bir ailesi vardır, illa ki bir kan bağı olması gerekmiyor aile olmak için. Herhangi bir çocuğu evlatlık edinen bir anne baba da, anne baba ve çocuk üçlüsünü oluşturabilir. -Çekirdek aile: Anne, baba ve çocuk üçlüsüdür. -Geniş aile: Anne, baba, çocuk, hala, teyze,amca, dayı, büyük baba, büyük anne, kuzen. -Kan bağı, evlilik ve diğer yasal yollarla bir araya gelmiş, akrabalık ilişkileri kurulan, birbirleriyle sosyal, psikolojik, duygusal, ekonomik ilişkileri olan kişiler aileyi oluşturur. Anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile toplumun en küçük yapı birimidir. Aile hem bireyim mutluluk ve başarısının önemli bir belirleyicisi hem de toplumun temelidir. Çocukların bakımı, sosyalleşmesi ve toplumsallaştırılması ailenin işlevidir. Günümüzde bireyde ortaya çıkan psikolojik sorunların kaynağı aile olarak görülmektedir. Bu gün yetişkin bir insanın yaşadığı ruhsal ve psikolojik sıkıntıların kaynağının çocukluk döneminde ailesiyle yaşadığı olumsuz olaylar olduğu düşünülmekte. Beden ve ruh sağlığı açısından sorunsuz bireylerin yetiştirilmesi için yapılan çalışmalar aile psikolojisi gibi bir çalışma alanının doğmasını sağlamıştır. Temelde ailenin kurulabilmesi için iki kişinin yasal evlilik yapması gerek. Tanışma ve nişanlılık döneminde insanlar bir birlerinin örf ve adetlerini öğrenirler, bu dönemde aşkın gözü gördür cümlesinde ki ifade edilen körlük bir birlerinin hatalarını görmemektir, yada görmemezlikten gelmektir, nasılsa evlenince düzelir diye görmezden gelinir. Evlendikten sonra değişir diye bakılan durumlar değişmeyip dahada kötü olduğunu söylenip boşanmalar artar. Çiftlerin evlenmeden önce nasıl kan tahlili yapılıyorsa, evlenmeden öncede kişilik uyumluluk testleri, karakter tahlilleri yapılması ileride yaşanacak sorunları kökten çözümünde fayda var. Evlilik gerçekleştikten sonra evlenen kişiler ve onların aileleri arasında akrabalık bağları oluşur.
Her toplumun aile düzenleyici mekanızmaları, her ailenin de kendi sırları kuralları var. Her kültürde aileye bakış açısı farklıdır. Son 25 yılda kültürel ve etnik farklılaşmaların yanında cinsiyet rollerinde de ciddi değişimler olmuştur. Sağlıklı ve sağlıksız aile fonksiyonları için tek bir aile modelinin olmadığı kabul edildi. Aile psikolojisi psikolojinin geleneksel bireye önem veren sınırlarını genişletmiş ve önceliği evlilik ve aileye vermiştir. Bireyler ve aile bütün ve parçalar halinde ele alınmış. 1950 yıllarında davranış bilimlerinde yeni bir yaklaşım gelişmiştir, buna göre bireyin psikolojik dinamiklerini anlamak için aile dinamiklerinin anlaşılması gerekir. O yıllarda önem kazanan başka yaklaşımda sistem yaklaşımı. Günümüzde sosyal çevre bütüncül bir yaklaşımla ele alınmakta. Aileyi inceliyorsak bütün sosyal çevreyle birlikte incelememiz gerekiyor. Sistem yaklaşımı yalnızca davranış bilimlerine özgü bir yaklaşım değildir. Fizikten davranış bilimine, sosyal bilimlere, tarihe, felsefeye kadar pek çok yapının parçaları arasındaki ilişkiye tek boyutlu değil çok boyutlu yaklaşımdır ve olayların kendi ortamları içinde ilgilenilmesidir. Sistem kuramına göre aile bir ilişkiler sistemidir. Bundan yalnızca duygusal ilişkiler anlaşılmamalıdır, ekonomik, cinsel, ortak zevklerin paylaşımı, bütün değerlerin aile içerisinde beraberce yaşanabilmesi gibi hepsi sistem kuramın bir parçasıdır. Sistem kuramında tepeye geniş aileyi koyarsak alt sistem çekirdek ailedir, aileyin içindeki ilişkiler, eş ilişkileri anne baba çocuk ilişkileri, kardeş ilişkileri ve saire alt sistemin içindeki sistem ilişkileridir. Bu ilişkiler sisteminde aile toplumun en küçük parçasını oluşturur. Aile sisteminin bir sürü özeliği vardır. Birinci özeliği ortak amaçların olması, her bireyin kendine özel amaçları olduğu gibi ailenin birinci ve en önemli özeliği aile üyelerinin ortak amaçlarıdır. Aile bireylerini bir araya getiren
ortak amaçlar, sosyal, psikolojik ve fiziksel bir ortamda herkesin huzur içinde yaşayacağı, ruhsal ve fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması, duygusallık, yakınlık ve bağlılık içinde yaşamak. İkinci özeliği, kendine özgü bir yapısı olması. Ailenin psikolojik yapısı, üyelerini bir arada tutan, duygular, örf ve adetleri, sırları, dünya görüşleri ve benzeri durumları kapsar. Kısacası her ailenin kendisine özgü yapısı olabilir. Aile sisteminin üçüncü özeliği , ailedeki üyelerin dış dünyayla olan ilişkileri ve fiziksel çevreyle olan ilişkileri. Ailenin alt sistemleri ve hiyerarşi düzeni dördüncü özeliğidir. Beşinci özeliyi de dinamik bir özeliyi vardır, durağın değildir. Aile zaman içinde ihtiyaçlarına göre değişen bir yapıya sahiptir, ve bu değişme her ailede farklıdır. Ailenin bir yaşam döngüsü var, dönemleri var ve her dönemin kendine özgü özelikleri ,krizleri ve döngüleri vardır. Diğer bir özelik her ailenin benzer sorunları vardır. Başka bir özeliği de her aile değişim ,dönüşüm yaşar, bu değişime dönüşüme tepkiler olur ve sonunda da uyum gelir. Sistem yaklaşımına göre dört çeşit aile vardır. -Kapalı aileler: Geleneksel aile olarak da adlandırılabilirler, üyelerinin bireysel karar alma hakları yoktur, baba otoritesi vardır, anne otoritesi de olabilir, kısacası mutlaka bir otorite vardır, kurallar katıdır. -Gelişigüzel aileler: Kapalı ailelerin tam tersidir, aile üyelerinin bireysellikleri önemlidir, aile yapısı esnektir, aile üyeleri kendi sorunlarını çözmek konusunda destek görürler, çocukların yaratıcılığı ile bireyseliği geliştirilir. Ancak sınırların çizilmesi ve yapının güvenli olması konusunda zorluklar yaşanabilir, çünkü özgürlükler çok fazladır. -Açık aileler: Yapı biraz karışıktır, kararlar herkes birlikte katılarak verilir, hem iş bölümü vardır hem bireysellik vardır, aile bireyler arasında sözel iletişim çoktur, güven duygusu vardır. -Eş zamanlı aileler: Bu tür ailelerde iletişim kapalıdır ve sözel olmayan iletişim ön plandadır. Çocuklar için güven duygusunun hakim olduğu rutin bir düzen vardır, aile üyelerinin iletişimi doğrudan ve açık olmadığı için bir birlerini anlamada güçlükler yaşayabilirler, bu tip ailelerin etkileşimleri az olduğu için samimiyet duygusu da azalmıştır.
Aile psikolojisi modelleri. Aile psikolojisinin bir çok modeli vardır ve elli kadar kavram değerlendirilmiştir. Bütünlük, uyum ve iletişim bütün modellerde vardır. Bütünlük bağlılık olarak da adlandırılabilir, aile üyelerinin arasında duygusal ve yakınlık bağı olarak da bahsedilebilir. Bütünlüğün dört düzeyi var. -Kopuk: -Ayrı: -Bağlı: -İç içe: Aile Uyumu. -Düzensiz. -Esnek. -Yapılandırılmış. -Katı. İletişim. -Sözel iletişim. -Sözel olmayan iletişim. Aile aynı insan gibi bir canlı organizmadır, organları vardır görev ve sorumlulukları vardır, bu organlar görev ve sorumluluklarını yapmazlarsa aile birlikteliğinde bazı zedelenmeler olur. Aile birliği kurulduktan sonra çeşitli evrelerden geçer. Kimi aileler yaşam döngüsü olarak da adlandırılan bu evreleri tamalarken kimileri tamamlayamaz. Aile yaşam döngüsü sekiz evreden oluşur. -Evlenme ilk evresidir. -Çocuk sahibi olma ikinci evresi. -Ailedeki çocukların okul çağı evresi. -Çocukların ergen olmadan önceki evre.
-Çocukların ergenlik dönemi evresi. -Çocukların büyümesi evresi. -Orta yaş ebeveyin evresi. -Anne babanın yaşlanması evresi. Ailede yaşanan krizler. -Çift oluşturma evresinde yaşanan krizler. -Genişleme evresinde ki krizler. -Küçülme evresinde ki krizler. Aile kuramları. -İşlevselcilik kuramı: İşlevselcilik kuramında önemli olan toplumun sürekliliği, düşünce birliğini sağlamak, toplum içinde en küçük birim olarak görülen ailenin üzerine çok önemli yük düşmektedir, ve aile görevlerini tam olarak söylendiği gibi yerine getirirse toplumun işlevselliğinde ciddi etkiler yaratacaktır. Bu görevlerden bazıları üreme, çocukları yetiştirme, onları sosyalleştirme. -Feminist kuramı: İnsanların birbirlerini sevgiyle sardığı, kişinin yalnızlık çekmediği, yaşamın zorluklarını bir birlerinin omuzlarına dayanarak atlatıkları ve her kes bir birine destek verdiği bir ailedir. Aile eşitlikçi ve uyumlu bir ortam olmalı feminist kuramına göre. Hacer BAŞTÜRK
SERTİFİKAPRESS Eğitim Akademisi
ÖĞRENCİ ADI SOYADI : HALİL SARI DERSİN ADI
: TEMEL PSİKOLOJİ
DERS KİTABININ ADI
: PSİKOLOJİNİN TEMELLERİ
KİTAP SAYFA ADEDİ
: 199A
ÖDEV YÜKLEME TARİHİ
ÖDEV BAŞLANGICI
: 15.05.2015
:
Psikolojinin Tanımı: Davranışların ve zihinsel süreçlerin sistematik ve bilimsel bir şekilde incelenmesidir. Psikolojinin Hedefleri: 4 ana başlıktan oluşmaktadır. 1)
Tanımlamak: Psikolojinin ilk hedefi organizmaların davranışlarını ve zihinsel süreçlerini
tanımlamaktır. 2)
Açıklamak: Psikolojinin ikinci hedefi davranışların sebeplerini açıklamaktır.
3)
Önceden Kestirmek: Psikolojinin üçüncü hedefi ise organizmaların belli şartlarda nasıl
davranacağını önceden kestirmektir. 4)
Kontrol Etmek: Psikolojinin dördüncü hedefi ise organizmaların davranışlarını ve
zihinsel süreçlerini kontrol etmektir.
Sosyal Psikoloji ve Kişilik
Sosyal Psikoloji: Sosyal ilişkileri, önyargıları, tutumları, uyum sağlamayı, sterotipleri grup davranışlarını ve saldırganlık konularını inceler.
Kişilik Psikolojisi: Kişilik gelişimi, değişimi, değerlendirme ve anormal davranışları inceler.
Gelişimsel Psikoloji: Kişinin hayatındaki ahlaki, duygusal, sosyal ve bilişsel gelişimi inceler.
Deneysel Psikoloji: Duygu, algı, öğrenme, insan performansını, isteklendirme ve heyecan alanlarını inceler.
Biyolojik Psikoloji: Stres, öğrenme ve heyecanlar esnasında meydana gelen fiziksel ve kimyasal değişimler ile genetik yapımızın, sinir sistemimiz ve beynimizin çevremizle ne şekilde etkileşim içerisine girerek davranışlarımızı nasıl değiştirdiğiyle ilgilidir.
Bilişsel Psikoloji: Bilgileri nasıl işlediğimizi, depoladığımızı, geri çağırdığımızla ve bilişsel süreçlerin davranışlarımızı nasıl etkilediğiyle ilgilidir.
Psikometri: İnsanların yetenek, zeka, kişilik, beceri ve anormal davranışlarının ölçülmesiyle ilgilenir.
Psikolejinin Araştırma Yöntemleri: Doğa gözlem, vaka çalışmaları, Anket çalışmaları, Kolerasyona dayalı araştırma, Deneysel araştırma ve Çok yönlü araştırma
Araştırma Yapma Konusunda Kararlar
1-
Soru Listeleri ve Görüşme: Görüşeme, deneğin davranış ve tavırları hakkında çeşitli
soruların genellikle yüz yüze sorulması vasıtasıyla bilgi edinme yöntemidir.
Anket,
sorulardan oluşan bir listenin deneğe okutulup, cevaplardan bir tanesinin işaretlenmesinin istendiği bilgi edinme yöntemidir.
2-
Standart Testler: Yüzlerce kişi üzerinde uygulanmış ve düşünce, duygu, kişilik özellikleri
ve davranışları güvenilir bir şekilde ölçtüğü kanıtlanmış olduğu için standartlaşmış psikolojik testleri kullanarak oluşmuş bilgi edinme yöntemidir. 3-
Laboratuvar Deneyleri: Dikkatli gözlem ve ölçümlerin yapılmasına müsaade eden,
kontrollü bir çevre kullanıp yanılgıyı ve hatayı en aza indirerek, genler, beyin ve davranışlar hakkında bilgi toplama yöntemidir.
4-
Hayvan Modelleri: Hayvan modellerindeki, insan problemi, hastalığı veya şartlarına
yakından benzeyen davranışsal, genetik veya fizyolojik etmenlerin yakından incelenmesidir.
ARAŞTIRMA ORTAMLARININ SEÇİLMESİ
Doğal Ortam: Araştırmacıların durumu değiştirmeden veya kontrol etmeden, davranışları gözlemleyerek bilgi topladıkları normal ortamlardır.
Laboratuvar Ortamı: Laboratuvar ortamında gerçek hayattaki etkilerin birçoğunun ortadan kaldırıldığı sistematik ve kontrollü şartlar altında inceleme yapılmaktadır. Araştırmacılar; duygu, öğrenme, motivasyon, ilaç kullanımı, zeka ve zihinsel bozuklarla ilgili psikolojik ve biyolojik etmenleri inceleyip tanımlamak için laboratuvar ortamını kullanırlar.
Beyin Yapısı: Yaklaşık 1350 gram ağırlığındaki, pembemsi beyaz renkte ve jöle kıvamındadır. Beynimiz şekerle (glikoz) çalışır ve iki gruba-glial hücreler ve nöronlar-ayrılan 1 trilyon hücreden oluşur. Glial Hücreler: Beyinde en çok bulunan hücrelere glial hücreler denir.
Nöronlar: Sayıları 100 milyarı bulan ikinci grup beyin hücrelerine nöron denir. Nöronlar; -
Duyusal bilgiler almamızı sağlar
-
Kas hareketlerini kontrol eder
-
Hazmı düzenler
-
Hormon salgılar
-
Düşünmek, hayal kurmak, hatırlamak gibi karmaşık zihinsel süreçleri gerçekleştirir.
NÖRONLAR: YAPI VE FONKSİYON Nöronların Parçaları
1-
Hücre Gövdesi (Soma): Nispeten büyük, yumurta şeklindeki yapıdır, yakıt sağlayıp
kimyasal maddeler üreterek bütün nöronların düzgün çalışmasını sağlar. 2-
Dentrit (Dentrites): Hücre gövdesinden çıkan, dala benzer uzantılardır; bunlar diğer
nöronlardan, kaslardan veya duyu organlarından sinyalleri alıp hücre gövdesine aktarır. 3-
Akson (Axeon): Hücre gövdesinden çıkan ve komşu nöronlara, organlara ve kaslara
sinyaller taşıyan iplik benzeri bir yapıdır. 4-
Miyalin Kılıfı (Mylin): Aksonu sarıp yalıtan yağlı bir maddeden oluşan tüp benzeri
parçacıklara benzer. Miyelin kılıfı bitişik aksonların ürettiği elektrik sinyallerinin karışmasını engeller.
5-
Son Yumru-Uç Yumrusu: Akson dallarının en ucunda bulunan minik baloncuklara
benzer. Her bir uç yumrusu nöroiletici denilen ve komşu hücreler ile iletişim sağlayan kimyasalları depolayan minyatür birer kaptır. 6-
Sinaps (Sınapse): Uç yumrusu ve komşu organ (kalp), kas (kafa) veya hücre gövdesi
arasında bulunan sonsuz küçüklükte bir boşluktur. HALİL SARI
Psikolojik testler ozeti Bireyi tanima :Bir kisiyi tanimak icin onun hakkinda bircok konu hakkinda bilgi sahibi olmamiz gerekir.Kisinin hayatindaki olumlu ve olumsuz yonlerini,davranislarini ve duygularini bilmemiz gerekmektedir.Psikolojik testler birey hakkinda toplanacak bilgilerin onun bilmedigi yonlerini ortaya cikarmaya yarar.Psikoloji etrafimizdakilerle ve kendimizle olan iletisimimizi daha
guzel
kurabilmemizi
saglar.Karsimizdaki
kisiyi
tanimak
icin
oncelikle
onu
gozlemlemeliyiz.Ve nerde nasil davrandigi birlestirip onun hakkinda bu sekilde karar vermeliyiz.Psikolojik testler hayatimizin bircok yerinde karsimiza cikabilir.Ise girerken bile bu testlere tabi tutulabiliriz.Bu testler bizim konusurken aciga tam cikaramadigimiz bircok konuyu olcer,ortaya cikarir.Ulkemizde bu testler daha yaygin kullanilmaya baslanmistir.Cunku psikolojik
olarak
insanlari
olcme
ihtiyaci
dogmustur.Ve
bunun
en
kolay
yolu
testlerdir.Psikolojik testler tutumlerdan kolaylikla etkilenir.Testlerde guvenilirlik vardir.Eger bir test bireye uygulaniyor ve tekrar uygulandiginda da ayni sonuca varilirsa bu test tutarli cikar.Ve guvenilirligi vardir.Testteki sorularinda birbirleriyle alakali olmasi gerek.Eger bir test istenen sonucu veriyorsa yani istenileni olculuyorsa gecerlidir.Gorunurde test olcmek istedigi konuyu olcuyorsa gorunus gecerliligi vardir.Eger konuyla ilgili test varsa yeniden ayni testi olusturmak vakit kaybidir.Zaten konuyu olcebilecek test bulunurken diger bir testinde ayni konuyu odak noktasi olarak duzenlenmesi veya yeni bir test ortaya cikarilmasi gereksizdir. Yapi gecerliligi amaclaninani olcmek diye tanimlanabilir. Test maddelerinin evreni:Bir test olculmek isteniyorsa bu madde evreninden elde edilen rastgele secilmis olan madde orneklerinden olusur.Klasik hata teorisi bu sekilde kabul etmistir.Bir test gelistiriyorsak bunun iceriginin rastgele secilmis bir orneklem olarak kabul ederiz. Gercek puanin maddelerin evreni ile iliskisinde test uygulanan kisinin bulundugu ortam,bu ortamin sicakligi,kisinin yeterli olup olmadigi gibi hatalar olcme hatasina dahildir fakat diger faktorler dahil olmadigi icin disarida kalmistir. Guvenilirlik katsayisi ise bir test yada yada ortaya cikarilan maddenin evrendeki tum testlerle yada
maddelerle
arasinda
olan
karelasyonu
guvenilirlik
katsayisi
olarak
tanimlanmaktadir.Guvenilirlik test uzunluguyla dogru orantilidir.Bununla birlikte artar yada azalir.Birden fazla gecerli madde uretmek cok zorlu bir istir bu yuzden guvenilirligide goze alirsak yirmi yirmibes sayili test olusturmak guvenilirlik oranini etkileyecektir.Yani yuz soruluk bir testten daha guvenilir olma olasiligi fazladir.Cunku yuz soruda celiski ve hata daha fazla olacaktir.Riskli bir istir.Ama ayni zamanda da riski ortadan kaldirarak testin uzunlugunu
arttirabiliriz.Psikolojik testler kendi arasinda siniflandirilmaktadir.Yani bu siniflandirmanin girdigi kapsam “psikolojik testler kullandiklari uyarimin turune gore yada uyarimin standartlastirilma derecesine gore ayrilirlar�dir.Eyseck dort tane psikolojik testin bulundugunu savunmaktadir.Bunlardan ilki tamamlama testidir.Bu test verilen bir hikayenin,isin veya cumlenin tamamlanmasinda olusur.Birey ona verilen hikayeyi cumleyi yada isi bu sayede tamamlar ve olcum ona uygun olarak yapilir.Ikinci bir testte yorumlamaya dayanan testlerdir.Diger adi interpretatifedir.Bu test yine bir konu uzerinden hareketle bir hikayeyi,isi tamamlamaktir.Fakat burada belirli birsey verilmez.Okunan birey tarafindan tamamen kendi dusunceleri aktarilarak yorumlanir.Uucuncu psikolojik test verim testleridir.Bu testte bireyden istenende bir desen cizmek bir resim yapmasidir.Dorduncu ve son test gozlem testidir.Birey bir odaya koyulur ve davranislari gozlemlenir.Fonksiyonen siniflamalar psikolojik testler verilmek istenen amaca gore siniflandirilir.Fonksiyonel siniflandirmalarda arasinda en cok dikkate alinani Frank yapmistir.bunlari yaziya dokersek eger su sekildedir.Birinci teskil edici testler ikincisi yapici insa edici testler ucuncu yorum gerektiren testler burada birey kendisi icin anlam idafe eden bir nesneyi yorumlar dorduncu kathartik testler icimizdeki tepkinin disa yansimasini ortaya cikarir.Bes ve son test ornegi degistirici,bozucu yansima yaratici testlerdir.Bu testle birlikte birey karsilikli iliski aracini bozulmasina bagli olarak kisiliginin bozulmasinda da neden olur.
Hasret ÇAL
HÜLYA KONAR AİLE PSİKOLOJİSİ SERTİFİKA PROGRAMI ÖDEV KİTAP İSMİ: Güncel Psikoloji / Dr.Bilal Bozdemir
PSİKOLOJİ VE ÇEŞİTLERİ İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen, bireyin davranışlarının alt sebeplerine bakan bilim dalına PSİKOLOJİ denir. Bireyin nasıl öğrendiğimi ve öğrenebileceğini araştıran bilim dalı ÖĞRENME PSİKOLOJİSİDİR. İnsan davranışlarında doğumdan ölümüne kadar gözlenen biyolojik ve psikolojik değişiklikler GELİŞİM PSİKOLOJİSİDİR. Gelişim ve öğrenme bulgılarından hareketle eğitim öğretimin nasıl gerçekleştiğini araştıran bilim dalı EĞİTİM PSİKOLOJİSİDİR.
PSİKOLOJİ EKOLLERİ 1-
Yapısalcılık: Wundt temsilcisidir. Labratuara dayalı çalışmalar yapmıştır. İnsan zihni
çeşitli bilinç öğelerine ayrılır. Bilinci çözmek için içe bakış yöntemi kullanılmaktadır. 2-
Davranışçılık: Watson, Pavlov ve Skinner en önemli temsilcileridir. İçe bakış yöntemini
reddetmiştir. Çevredeki uyarıcı koşullara önem verir. 3-
Psiko-analatik yaklaşım: Psikanalizdir. Davranışı bilinç dşı etkinlikler açısından ele alır.
Freud ve Erikson en önemli temsilcileridir. Bu ekole göre bireyin davranışı yaşam boyu sürmektedir. 4-
Bilişsel Yaklaşım: Gesttalt ekolü, Piaget, Ausubel temsilcileridir. Davranışlara ve bireye
bütünsel bakar. 5-
İnsancıl Yaklaşım: Hümanist yaklaşımdır. Bu ekole göre davranışların temelinde
ihtiyaçlar bulunur. Birey tek ve benzersizdir. Birey kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir varlıktır. 6-
Nörobiyolotik Yaklaşım: James, Hebb temsilcileridir bu ekolün.
Bilinç Nedir? Bilinç bir deneyimdir. Duyu, imge, his ve düşünce bir objenin nesneler dünyasında meakanik, ticari ya da ekonomik oluşuna hizmet eden deneysel ya da psikolojik bağlamını ifade eder. Örnekle açıklarsak, meşe ağacı dokunulabilir ve görülebilir bir şeydir. Yani kişinin duyularına hitap eder. Buna olanak sağlayan hafızadır. Bu ahşap meşe olarak adlandırılır. Çünkü bu terimin kullanışmış olduğu önceden dokunulup hissedilen ahşaba benzer. Bu deneyimler hatırlanabilir., geçmişten gelen hafıza imgeleri o andaki yargıları doğrulayabilir. Yani doku boyut ve ağırlık yalnoızca duyusal değil, aynı zamanda imgeseldir. Bilinç Birliği Bilinç bir bütündür. Bir dizi olayı veya bir anı oluşturan ayrılabilir içerikler aslında birbirine eşsiz bir şekilde bağlıdır. Kişinin kendi farkındalığının hayatın her bir alanına dahil olup olmadığı tartılır bir durumdur. Bilinçli zihinsel aktivitelerin varlığının farkında olduğumuz için memnun olmalıyız. Duyu, imge, his ya da düşünce anlamında ifade edilmeyen bu bilinç, tam olarak kategorizelendirilmek için yetersizdir. Zihinsel olaylar bilincin içeriklerindendir. Bu zihinsel olaylar bilinçli ve bilinçsiz olarak iki türlüdür. Bireysel referans olarak isimlendirdiğimiz bilinçli zihinsel aktiviteler özneden, egodan kaunaklanır. Bu aktiviteler çelişki veya pasiflik gibi zıt davranışlarla birlikte,uğraş istek taktir gibi davranışlarla özetlenir. Birde bilinçsiz zihinsel etkinlikler vardır. Mentalite yalnızca bilinçli olanı değil gelecektede bilinç ihtimali olan şeyleride içinde barındırır. Bilinçliliğin sınırlarını çizmek mümkün değildir. Bu yüzden bazı zihinsel aktiviteler tamamen bilinçsizdir. Bilinçsiz zihin hem cismani hemde cisimsel olmayan diğer akıllarla doğrudan iletişime geçebilme yeteneği gibi normal uyanma hallerini aşan yeterliliklerede sahiptir. Bazıları, bedensel mekanizma ile ruhun ifadesinin engellendiğini iddia eder. Buyüzden bizim bildiğimiz bilinçlilik kaderimizi yönlendiren ruhun gerçek yapısının kusurlu bir yansımasıdır. Ancak bu daha gerçek ve daha mükemmel bir kişilk oluşturmak amacıyla bilinç altında mevcut olanı daha geniş olanakları ile kullanır. Daha az spekülatif olan bilinç altı zihinsel aktivitelerin tamamen psikolojij olan bilinç sınırları içinde gerçekleştiği düşüncesidir. Mesala uykuda bilinliliğin kaybolması mümkündür içerikler artık gruplandırılamaz ve tek başımıza bütünsel diziler içerisinde tutmamızın mümkün olduğu yollardan biraraya geitirlmez. Hem bilinçli hem d e bilinçsiz zihinsel içerikler ve aktiviteler psikolojik kapasite ve yeterlilikler çerçevesinde belirlenmiştir. Bir bakıma erişimi yasaklanmış olan kapasite doğuştandır ve yetenekler edinilir gibi kavramlara anlam vermeye
izin verilebilir. Deneyim süresince bizleri belirli davranışlar ve içeriklere hazır hale getiren meyillerde değişiklik yapabiliyoruz. Hepsi birleştiğinde aklın yetileri oluşturulur. HÜLYA KONAR