SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Sosyal Psikoloji ve Modeller St. Clements University / Türkiye Yayınları
Birinci Baskı Ocak/2015 ISBN: 978-605-84668-0-7
St Clements University ™ Bu kitabın her türlü yayın hakkı St. Clements University / Türkiye Enformasyon Bürosu’na aittir. Yayıncının izni olmadan, eğitim ve tanıtım amaçlı kısmi alıntılar hariç olmak üzere, hiçbir şekilde kitabın tümü ya da bir kısmı yayınlanamaz ve çoğaltılamaz.
Sayfa Düzeni&Dizgi Kapak Tasarım Redaktör Yayın ve Dağıtım Telefon Faks Web Adresi E-Posta Baskı Sertifika No
: Timur Tuna : Timur Tuna : Esra Okanakul : İzmir-1 Cd. No: 33/31 Kızılay / Ankara : 444 16 59 : (0312) 418 45 99 : http://www.stclements.eu : yayin@stclements.eu : Nasip Ofset : 29976
2
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
St. Clements University Dekanı, Fahri Konsolos, PressGrup Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Yrd.Doç.Dr. Bilal Semih BOZDEMİR’e teşekkür ederiz.
3
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
İçindekiler Sosyal Psikoloji ve Modeller Psikoloji Bilimi Psikoterapi Nedir? Psikolojideki Tarihi Yaklaşımlar Yapısalcılık (Aklın Elementleri) İşlevselcilik (Aklın İşlevleri) Gestalt Yaklaşımı (His ve Algının Karşı Olması) Davranışçılık (Gözlemlenebilir Davranışlar) Davranıştaki Farklı Yaklaşımları Anlamak Biyolojik Yaklaşım Bilişsel Yaklaşım Davranış Yaklaşımı Psikoanalitik Yaklaşım Hümanistik Yaklaşım / Kişisel Eğilim Kültürel Çapraz Yaklaşım Evrimsel Yaklaşım Eklektik Yaklaşım Yaradılışa Giriş, Psikolojik Türler I. Carl Jung - Psikoloji Türleri II. Myers ve Briggs - Myers&Briggs Tipi İşaret III. David Keirsey - Lütfen Beni Anla Türler Konusundaki Mitler Hakkında Türlerin Boyutları A. Dışa Dönük B. İçe Dönük C. Felsefe ve Hukukun Önerileri Hissetme - Sezgi A. Hissetme B. Sezgi C. Felsefe ve Hukuk Önerileri Düşünme - Hissetme A. Düşünürler B. Hissedenler C. Felsefe ve Hukuk Önerileri
4
10 11 19 22 22 22 22 22
22 22 23 23 23 23 23 23 23
23 23 24 24 29 30 30 31 31 32 32 33 33 34 34 35 36
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER Algılama - Yargılama A. Yargılayıcı B. Algılayıcı C. Felsefe ve Hukuk Önerileri Tür Karşıtları Psikoloji Biliminde Kim Kimdir? Aristotle (Psikolojinin Atası) Plato-Düalizm Rene Descartes Wilhem Wundt William James Sigmund Freud Dr. Enriquez Alfred Binet ve Theodore Simon John B. Watson Ivan Pavlov Burrhus F. Skinner Karen Horney (Sosyokültürel Yaklaşım) Carl Rogers Erik Erikson Albert Bandura Roger Wolcott Sperry Psikolojide İlk Düşünceler 1. Yapısalcılık William Wundt Edward Tichener Margaret Washburn 2. İşlevselcilik William James 3. Davranışçılık 4. Psikoanaliz Sigmund Freud 5. Gestalt Psikolojisi 6. Hümanistik Perspektif Kişilik Kültürün Rolü Ailenin Rolü
5
37 37 38 39 40
41 41 41 41 41 41 41 41 41 41 41 41 42 42 42 42 42
43 43 43 43 43 43 43 43 44 44 44 45
46 47 48
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi Tek Ebeveynli Aile Çocuğu Olmanın Psikolojik Efektleri Sorumluluğun Artması Tartışma Kaynaklı Stres Dargınlık İlerlemiş Aile-Çocuk İlişkisi Tek Ebeveynli Aileden Olmanın Çocuğun Davranışlarında Yarattığı Etki Akademik Başarı Olumlu Etkiler Aile İlişkileri Savunma ve Başa Çıkma Stratejileri Psikanalizin Kullanımı Etkileyenler Sonraki Katkılar Konuşma Bozuklukları Konuşma Bozukluğu Çeşitleri Konuşma ve İletişim Tedavi ve Önleme Konuşma Dili Patolojisi Stres Genel Uyum Sendromu Kalp Hastalıkları ve Bağışıklık Etkileri Stres Azaltımı ve Başa Çıkma Stres Ölçümü Ülser ve Öğrenilmiş Çaresizlik Stres ve Kontrol Strese Verilen Tepki Anksiyete ve Fobiler Çocukluk Fobilerinden Kurtulmak Şizofreni Olumlu Stres Stresin Ölçümü ve Değerlendirilmesi Kontrolün Yararları Uyumlu ve Uyumsuz İşlevler Fizyolojik Tepkiler Genel Uyum Sendromu Stres ve Hastalık
6
50 50 51 51 52 52 52 53 53
56 58 59 60
61 62 65 66 68
70 74 76 79 82 84 86 88 90 92 94 97 100 103 104
109 112 114
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER Zihin-Vücut Bağlantısı Yapısalcılık ve İşlevselcilik Yapısalcılık İçebakış Değerlendirme İşlevselcilik William James Chicago Ekolü Columbia Ekolü Değerlendirme Madde Kullanımı Bozuklukları Acı ve Yoğun Mutluluk Madde Kullanımı Bozukluğuna Yönelik Araştırmalar Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Kriterleri Madde Bağımlılığı Madde Kullanımı Beyin Kimyası Gelecekteki İhtimaller İntihar Araştırma ve Engelleme Risk Değerlendirmesi Sosyal ve Kültürel Bağlamlar Destek Grupları Gruplar Bireyleri Nasıl Etkiler? Adsız Alkolikler Diğer Destek Grupları Anket Araştırmaları Anket Formları ve Röportajlar Avantajlar ve Kısıtlamalar Önyargısız Soru Hazırlamak Klinik Röportajlar Bilimsel Yöntemin Rolü Kinsey Grup Araştırması Örnekleme İşlemlerinin Önemi İlk Anket Yöntemleri Anket Formlarının Evrimi Susuzluk
7
117
120 123 124 125 127 128 130 132 133
134 137 139 140 140 142 143 144
147 151 153 154
156 159 160 161
164 164 165 166 167 168 169 171 171 173
174
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi Su Düzenleme İşlemi Motivasyon Unsuru Hastalıkların Etkisi Egzersiz Etkisi Düşünce Çalışmalar ve Ölçümlemeler Düşüncelerin Ölçülmesi Ebbinghaus’un Öğrenmeye ve Unutmaya Dair Görüşleri Sternberg’ün Hıza Dair Görüşleri Bilişsel Psikoloji Kadın Psikolojisi Carol Gilligan İlgi Etiğinin ve Sesin Geliştirilmesi Gilligan’ın Teorisinin Tarihi Bağlamı Ahlaki Oryantasyon ve Ses Üzerine Yapılan Araştırmalar Cinsiyet Farkları Araştırması Gilligan’ın Katkıları Karen Horney Freudyen Teoriyle Bağlantı Kadın İlişkilerine Yeni Bir Yaklaşım Başarı Korkusunu Anlamak Arka Plan ve Başarılar Günümüze Yansıyan Etkiler Sigmund Freud Gelişim Teorisinin Psikoseksüel Aşamaları Eleştiriler Serbest Çağrışım ve Rüya Analizi Aktarım ve Bilinçaltı Zihinsel Hastalık Terapisi Nevrozun Cinsel Temeli Freud’ün Arka Planı ve Yaptığı Etki Freudyen Teoriye Yönelik Eleştiriler
8
176 178 179 180
181 181 183 185 187 188
192 192 194 195 198 201 202 203 205 207 209 211 212 213 215 218 219 220 221 221 222 223
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Önsöz İnsan, çeşitli bilim alanları tarafından, sosyal, psikolojik ve ekonomik bir varlık olarak tanımlanır. Sosyal Psikoloji, toplumsal koşulların insanlar üzerindeki etkisini araştıran bir bilim dalıdır. Bu kitapta Sosyal Psikoloji, psikolojik modellerden hareketle, aile ve kültür kavramlarından temellenerek irdelenmiş olup; madde kullanımı ve nedenleri, konuşma bozuklukları ve tedavi yöntemleri, çağımızın hastalığı stres ve buna bağlı hastalıklar, temel başlıklar altında incelenmiştir. Yanısıra, çeşitli teorisyenlerin psikolojik yaklaşımlarına yer verilirken, “Kadın Psikolojisi”ne de ayrıca değinilmiştir.
9
St. Clements University / TĂźrkiye Enformasyon Ofisi
Sosyal Psikoloji ve Modeller
10
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Psikoloji Bilimi Psikoloji, (Yunanca, tam anlamı: “ruh hakkında konuşmak”) akademik ve uygulanabilir, ruh süreçleri ve davranışların bilimsel çalışmalarını içeren bir disiplindir. Bilimsel psikoloji ile (deneyime dayalı olan programı ile) uygulanan psikoloji (birden fazla alanla ilgilenen fakat birincil olarak danışma veren) arasında bir gerilim bulunmaktadır. Psikologlar akıl ve beyni gerçek hayat bağlamında açıklamaya yönlenirken nörologlar tarafından kullanılan psikolojik yaklaşıma ters düşerler. Psikologlar algı, idrak, duygu, kişilik, davranış ve kişiler arası ilişkiler gibi fenomenler üzerine çalışmaktadır. Psikoloji aynı zamanda bu tip bilgilerin insan faaliyetlerinin çok çeşitli alanlarına uygulanmasına da tekabül eder, bu alanlar günlük yaşamla bağlantılı konuları – örneğin; aile, eğitim ve iş – ve ruh sağlığı problemlerinin tedavisini de kapsamaktadır. Beynin basit akli fonksiyonlarının yürütülmesi içerikli bu teşrihine ek olarak psikoloji ayrıca bu fonksiyonların sosyal davranışlar ve dinamikler bağlamındaki rollerini de anlamaya çalışmakta, altında yatan psikolojik ve nörolojik süreçleri fonksiyonlar bağlamında birbirine bağlamaktadır. 11
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Psikoloji insan gelişimi, spor, sağlık, endüstri, medya, hukuk ve kişi-ötesi psikolojiler gibi alt-dallara ait çalışma alanlarını da kendi çerçevesine katmaktadır. Sosyal psikoloji, belleğimizde algıladıklarımız, yorumladıklarımız, günlük etkileşimlerimiz ve diğer davranışları yargılayışımız gibi şeylerin sürecini kolaylaştırmak için belleğimizde depolananların sosyal biliş bilimine göre incelenmesi olarak tanımlanabilir. Bu durum yapı ve mekanizmaların diğer insanları ve onların anlayışını algılamak için kullandığımız bilgiler olarak elde edilir. Aşağıda bu yapının temel kavramları verilmiştir. “Şema Teorisi” bilişsel yapıda kişinin genel bilgisini ifade eden belirli bir uyarım olarak algılanabilir. Bizler kullanmak istediklerimiz ve daha az önemli olan şeyleri kategorize ederek, daha önceki inanç ve beklentilerimiz dahilinde, gerçekleşen olayın yönlerini sınıflandırmak adına belirli yaklaşımlarda bulunuruz. Şema burada rol / benlik / kişilik ve kişilik analizi şemaları görevini alır. Kişilik analizi belirli durumlarda bizim ve diğerlerinin olası davranışlarını kapsayan zihinsel bir program olarak düşünülebilir. Benlik şeması ise kendimizi diğer durumlarda nasıl gördüğümüzü kapsamaktadır. Kişilik şeması ailemiz, arkadaşlarımız gibi belirli kişilerle ve bunları temsil eden itfaiyeciler, polis memurları, hemşireler ve doktorlarla ilgilidir. Ayrıca kişiye bir grup içerisinde atanan özelliklerine değinen ve ne olduğu önemli olmaksızın, gerçek değişimin grup üyeleri arasında olduğuna yatkın bir düşünce daha vardır. “Sezgisel” olarak tarif edilen bu 12
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
olgu “mümkün olan ya da olacak olan en doğru seçeneği problem çözümünde kullanma ve sorunu yönetebilme stratejisi” olarak açıklanabilir. Şemalar bilgimizi ve sezgilerimizi, o bilgi doğrultusunda uygulamamıza yardımcı olmaktadır. Sezginin iki tipi vardır; temsilci ve kullanılabilir. Karşılaştırma için kullandığımız öncel bizlere mevcut şemalarla insanları bağlı oldukları kategori veya gruplarda kendi “prototipleri” ile sınıflandırmamıza yardımcı olur. İkincisi ise akla gelendir. Polis memuru denildiğini düşünün, aklınıza ne geliyor? Sezgisel tarama olan ya da olası bir durumu belirlemek ve değerlendirmek için yardımcı niteliktedir. “Sosyal Sınıflandırma”nın toplumsal yaşamımızda önemli bir rol oynadığı çok açıktır! İnsanları prototiplerine göre sınıflandırıp her sınıf için bir insan hayal ederiz. Bu “bilişsel cimriler” olmamızdan ve insanları bu biçimde değerlendirerek, belli elde var olan özelliklerine odaklanmamızdan kaynaklanmaktadır. Sınıflandırma, genellemeler ve çarpıtmalar dolayısıyla hatalara neden olabilse de işe yarar bir araçtır. Bu hatalar ve önyargılar “doğrulayıcı önyargı” ve “yanlış uzlaşma” olarak bilinen iki kusurdan ötürü gerçekleşir. Öncel yöntem bize bu mevcut sınıfları ayrıştırmamızda yardımcı olur. Bir insanın olumsuz bir sınıfta olduğunu düşünüyorsak bu durumu kanıtlamak için yanlış yönlendirmelere gidebiliriz. İkincil olarak ise insanların düşündüğümüz gibi hareket ettiğine inanmamızdan kaynaklanır. 13
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
(Diğer yandan, bir ya da birçok inanca bağlı insanlarla tanıştığımızda iletişim kurabileceğimiz en iyi yolur bu. Dahası, bu yol ile onlarla yüksek seviyede bir bağlantı kurabilmek mümkündür.) Toplumsal kategoriler evrensel, uyusal, bölgesel, aile ve arkadaşlık gibi adlandırılabilir. “Grup içinde” ve “Grup olma”nın “Grup Dışında Kalmak” gibi durumları da söz konusudur. Bu durum ayrıca “grup ayrımcılığında önyargı” gibi kavramlara yol açarken bazı grup üyeleri daha çok ortak noktaya sahip olduğu için yakınlaşmalara da sebep verir. “Olumsuz grup dışı önyargı” ise bizi daha büyük farklılıklar dolayısıyla gruplardan çıkışa sürükler ve daha az olumlu görünüme sahiptir. “Grup dışı homojenliği etkisi” bizlerin “sosyal bir grupta farklılaşmamızdan doğan” birleşikliğin bozulması olarak adlandırılır. “Benlik Saygısı” kendimizi diğer insanlarla kıyaslayarak edindiğimiz kişisel fikirler olarak nitelenir. Bu saygıyı geliştirmek için sosyal ve olumlu bir kimlik gerekir. “Referans Grubu” taklit olanları belirtirken, “Akran Grubu” kendimiz gibi olduğumuz sınıflandırmalardır. Karşılaştırmalar olumlu katkı sağlayabileceği gibi olumsuz efektler de yaratabilir. Şema / Sınıflandırma / Kimlikleştirme paradigmasına başka bir yaklaşım ise (ki bunun değerli ve bilimsel biçimde yürütüldüğü ve sonuçlarının onaylandığı açıktır), “Sosyal Temsil”dir. Bunu açıklamanın bir diğer yolu da bir suça tanıklık edildiğini kısmen hayal etmektir. Diğerleri acil servis olay yerine ulaştığında durumun bir kısmını görür ve temsili olarak olup biteni 14
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
açıklamak için var olur. Farklı gruplar farklı açıklamalar kullanarak olayı oran ve kompozisyon şeklinde aktarabilir. Pozitif Psikoloji, psikolojik teori ile kullanıldığında insan davranışlarını anlamak, öncelikle araştırma ve müdahale tekniklerinin olumlu, adaptif, yaratıcı ve duygusal yönden tatmin olmasıyla ilgilidir. “Pozitif” dalı, hiçbir niyeti değiştirmek ya da görmezden gelmeksizin, psikolojinin geleneksel alanlarındandır. Pozitif insan gelişimine çalışmak ve belirlemeler yapmak için bilimsel metoda yapılan eklemelerde psikoloji insan gelişiminin soruşturmasına fayda sağlamaktadır. Bu alan, bozukluklara odaklanarak kişinin durumunu anlama olasılığına dikkat çeker. İyi Hayat şeklinde ifade etmek için kullandığımız kelimeler hayattaki en büyük değerin ne olduğuna ve iyi bir hayat yaşayabilmek için nelerin gerekli olduğuna dair tartışmalara sebep olmuştur. Pozitif Psikoloji’nin kurucusu olarak tanınan Martin Seligman iyi bir hayatın, doğal bir mutluluk ve haz üretme yolunun kendi gücünüzü her gün kullanarak gerçekleşeceğini belirtir. Konuyla ilgili ilginç araştırmalar: Zevk, değer, güç, erdem ve yetenek de sosyal sistemler ve kurumlar tarafından teşvik edilebilirler. Pozitif psikologlar dört başlık üzerinde dururlar: (1) Pozitif Deneyimler, (2) Psikolojik Kalıcı Özellikler, (3) Pozitif İlişkiler, (4) Pozitif Kurumlar. 15
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Seligman gibi bazı düşünürler ve araştırmacılar buna destek olmak için gerekli verileri birleştirerek rehber kuramlar geliştirmiştir. Psikolojinin bu alanındaki çalışmalar çeşitli pratik uygulamalara dayanmaktadır. Pozitif psikolojinin temel dayanağı insanın genellikle, bazen ya da daha sık geçmişte olanlarla geleceği çizer. Bununla birlikte bir bütün olarak zihin sağlığı yüksek duygusal esenlik, yüksek psikolojik esenlik ve yüksek sosyal esenlik olmak üzere ruh hastalıklarında etkilidir. Çoğu psikolog genellikle insanın temel duygularına odaklanır. 7 ya da 9 duygu olduğu düşünülmektedir. Pozitif duyguların toplam sayısı temel duygularınkinden daha azdır. Duygular, duygusal deneyimin daha ince hallerini oluşturmak için birçok şekilde kombine edilir. Pozitif duyguları çoğaltmak için sarf edilen çaba, negatif olanları azaltmak için işe yaramadığı gibi, negatif duygular pozitif duyguların artmasına da yol açmamıştır. Russel ve Feldman Barrett duygusal reaksiyonların çekirdek etki gibi etkiler yaptığını, bunun da genellikle duygusal tepkilerin temeli olduğunu ve bilinçli olabileceği gibi bilinçsiz de olabileceklerini, biliçsiz düzeydelerse evrelerini sürekli yaşadığımızı belirtmiştir. Bilişsel terapide amaç insanların negatif düşünme tarzlarını, hissettikleri şekilde değiştirmektir. Bu yaklaşım çok başarılı olmuş ve diğer insanlar, geleceğimiz, kendimiz ve sorumluluğunda olduğumuz şeyler hakkındaki düşüncelerımizi değiştirmiştir. 16
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Düşünme süreci duygusal durumlarımız bakımından kişiden kişiye oldukça değişkenlik gösterir. Düşüncelerimizi kronik iç sesten uzaklaştırabilme becerisi mutluluğumuz için oldukça faydalı olabilir. Uyum sağlama sürecindeki bir değişim mutluluğun doğası hakkındaki düşüncelerimizi dramatik bir şekilde etkileyebilir. Gelişme, insanların doğumdan ölüme kadarki büyüme sürecini tanımlar. İnsan gelişiminin bilimsel çalışmaları, insanların nasıl ve neden değiştiğini anlamak ister. Bu, insan gelişiminin algısal, zihinsel, duygusal, fiziksel, sosyal olmak üzere biyolojik ve ruhi bütün gelişim yönlerini içermektedir. Bu da niteleyici değişiklikleri ifade etmektedir. Psikoloji bilinç, davranış ve sosyal etkileşim konularını tanımlamakta ve açıklamaya çalışmaktadır. Deneyime dayalı psikoloji birincil olarak insan tecrübesini ve davranışını gerçekten meydana geldiği şekliyle incelemeye adanmıştır. 1980’lerden beri psikoloji bilinç ile beyin ya da sinir sistemi arasındaki ilişkiyi incelemeye başlamıştır. Bunların nasıl etkileşimde bulunduğu hâlâ net sayılmamaktadır: Bilinç mi beynin durumunu yoksa beynin durumu mu bilinci belirlemekte ya da her ikisi de farklı yollarda mı ilerlemektedir? Ya da bilinç, sinirsel süreçle direkt bir ilişkisi bulunmayan karmaşık bir çeşit illüzyon mudur? Belki de bunu anlamak için “bilinç” ve “beynin durumu” kavramlarını tanımlamak gerekmektedir.
17
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Klinik Psikoloji bilimin, teorinin ve klinik bilginin bütünüdür. Klinik psikologlar araştırma, eğitim, danışmanlık, adli tanıklık ve program geliştirme ile meşgul olsalar da kendi uygulamalarının merkez uygulaması psikolojik değerlendirme ve psikoterapi barındırır. Çoğu ülkede klinik psikoloji ruh sağlığıyla ilgilenen bir meslek olarak gelişmiştir. Eğitim Psikolojisi insanların öğrenimini, öğrenimin onlar üzerindeki etkisini, öğrenme psikolojisini ve okul ve organizasyonların sosyal psikolojilerini inceler. Eğitim psikolojisi öğrencilerin nasıl öğrendiği ve geliştiğini, genellikle yetenekli çocuk gruplarına ve onların çalıştığı belirli konulara odaklanarak işler. Eğitim psikolojisi, diğer ilkelerle sahip olduğu ilişkiden anlaşılabilir. Öncelikle psikoloji ile alâkalıdır ve tıp ve biyoloji arasındaki ilişkiye benzer. Eğitim Psikolojisi, öğretim tasarımı; eğitim teknolojisi, müfredat geliştirme, örgütsel öğrenme, özel eğitim ve sınıf yönetimi de dahil olmak üzere eğitim çalışmaları içinde özel ve geniş bir yelpazeye sahiptir. Eğitim psikolojisi hem bilişsel hem de öğrenme bilimlerine katkıda bulunur. Üniversitelerdeki psikoloji departmanları genellikle eğitim fakültelerinin bünyesinde konu ile ilgili araştırma yapılan bölümleridir. Çocuk Psikolojisi çocukluk dönemi gelişim yönlerine dair çalışmaları gerçekleştirmektedir. Gelişimde ve çocukluk deneyimlerinde etkili olacak şeyleri ve bunların yetişkinlik döneminde nelere sonuç
18
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
verebileceğini ya da yol açabileceğini sosyal, duygusal ve bilişsel olarak inceler. Psikolojiye bu yaklaşım bebeklik döneminden başlar, çocukluk dönemini inceler ancak ana odağı ilkeler ile olan erken ilişkileri incelemektir. Çocuk psikolojisi, gelişim psikolojisi olarak bilinen (psikolojide yaklaşım) bir bilim dalı olarak kabul edilir. Psikoterapi Nedir? Psikoterapi, bir hastanın kendisiyle ilgili daha fazla şey öğrenmesine yardımcı olan, bir psikoterapistle birlikte yapılan bir çeşit kişisel danışma yoludur; tartışmalar ruh hali, davranış, düşünceler ve duygular gibi başlıkları kapsamaktadır. Bir psikoterapistle yapılan fikir alışverişinden sonra edinilen iç-görü ve bilgi ile bir insan stres yönetimi ile daha kaliteli bir yaşam için başa çıkma yöntemlerini öğrenebilmektedir. Psikoterapistler danışmanlık sağlayan ya da bir kimsenin ruhta da duygu sağlığını iyileştirmeyi amaç edinen tedavi yöntemlerini sunan eğitimli, diplomalı kimselerdir. Psikoterapi her zaman için – özellikle konuşmaya dayalı – iletişim kurma yönteminde biçimlenmektedir; ne var ki başka biçimlerde de gerçekleşebilmektedir. Yazılmış sözcükler, sanat, betimleme, drama, rol yapma ya da müzik sıklıkla psikoterapi içinde faydalı hale getirilmektedir. Psikoterapik müdahale çalışmalarında bu biçimlerin
19
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kullanılması vermektedir.
özellikle
çocuklar
için
iyi
sonuç
Terapi oturumları boyunca genellikle kişisel başlıklar tartışılmakta ve psikoterapi sağlayıcılarının müşteri gizliliğine saygı göstermesi umulmaktadır. Aslına bakılırsa psikoterapistlerin çoğu bunu yapmaya yasal olarak zorunludur. Psikoterapistler bir dizi farklı vasıfları tecrübe etmektedirler ve bunlar psikiyatri, klinik psikoloji, psikoloji danışmanlığı, klinik sosyal çalışmalar, psikiyatrik sosyal çalışmalar, evlilik ve aile terapileri, mesleki terapiler, müzik terapisi, psikiyatrik bakım ve diğer disiplinleri kapsamaktadır. En yaygın psikoterapi sağlayıcılar psikiyatrlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, psikiyatrik hemşireler, evlilik & aile terapistleri, bağımlılık danışmanları, dini danışmanlar ve okul danışmanları olmaktadır. Psikiyatrlar, pratik psikoloji ve uygulanabilir psikoloji alanlarında eğitim görmüşlerdir. Onlar tıp doktorları ya da osteopati doktorları olmakla birlikte ilaç tedavisi uygulayabilmektedir. Psikiyatrlar, ruh hastalıklarını tedavi etmek ya da önlemek için biyo-psiko-sosyal modeli kullanırlar. Psikologlar düşünceler, duygular ve davranışları inceleyen bir bilim dalı olan psikoloji alanında eğitilmiş uzmanlardır. Psikolojik değerlendirme ve araştırmalarda kullanılan psikolojik teoriler üzerine eğitim görmüşlerdir. Çoğunun doktora derecesi bulunmaktadır. Farklı derece ve profesyonel lisanslara sahip olan sosyal hizmet uzmanları insanlara sosyal ve sağlık 20
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
problemlerinin üstesinden gelmeleri için yardımcı olur. Onlar da insanları topluma ve kurumsal kaynaklara bağlama alanında eğitim görmüştürler. Onların eğitimi psikolojik değerlendirme ve psikoterapi gibi elementleri kapsamaktadır. Sosyal hizmet oldukça geniş bir meslektir. Çocuk, aile ve okullarda çalışan sosyal hizmet sorumluları bu grubun baş kitlesini oluşturmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları da medikal, halk sağlığı, akıl sağlığı ve madde istismarına dair sosyal hizmetler sergilemektedir. Psikiyatrik hemşireler kayıtlı hemşire lisansına sahip, tıp doktorlarının emri altında çalışan hemşirelerdir. Onlar da ruh sağlığı değerlendirmeleri ve psikoterapi hizmeti sağlayabilmektedir. Aynı zamanda hastalara, ilaçlarını kullanmak konusunda yardımcı olmaktadırlar. Evlilik ve aile terapistleri psikoterapi ve aile sistemleri alanında eğitim almıştır. İlişkiler ve aile mevzuları üzerine çalışma uzmanlıkları bulunmaktadır. Bu terapistler psikiyatrlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları ve psikiyatrik hemşireler ile birlikte “çekirdek” psikoterapi sağlayıcıları arasında yer almaktadır. Lisanslı profesyonel danışmanların eğitimi değerlendirmeleri, yorumlamaları ve psikoterapileri içermektedir.
21
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Psikolojideki Tarihi Yaklaşımlar Yapısalcılık (Aklın Elementleri): Wilhelm Wundt Leipzig, Almanya’da 1879’da ilk psikoloji laboratuarını kurmuştur. Yapısalcılık zihinsel deneyimlerin temel olguları, birincil duyguları ve algıları hakkında çalışır. İçgözlem: Kişinin algı ve duygularına içgözlem ile bakarak zihinsel süreci izleme ve araştırma metodudur. İşlevselcilik (Aklın İşlevleri): William James psikoloji kitabı yazan ilk yazardır. - Yapı veya bilinç yerine işlevselliğe odaklanır. - Zihnin amaçlarına, arzularına ve işlevlerine odaklanır. Gestalt Yaklaşımı (His ve Algının Karşı Olması): Max Wertheimer, Wolfgang Kohler, Kurt Koffka tarafından 1912’de tanıtılmıştır.(Gestalt, Almanca’da “Bütün Desen” anlamına gelir). Davranışçılık (Gözlemlenebilir Davranışlar): 1913’de John B. Watson tarafından “Davranışcılık Bakış Açısından Psikoloji” isimli bir dönüm noktası oluşturulmuştur. Davranıştaki Farklı Yaklaşımları Anlamak Biyolojik Yaklaşım: Genlere, hormonlara, sinir sistemine ve kişilik, öğrenme, hafıza, motivasyon vb. etkileşimlere odaklanır. 22
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Bilişsel Yaklaşım: Algılamak, öğrenmek, hatırlamak, inanmak ve hissetmek gibi oluşumları inceler ve bunun için süreç, oluşum gibi bilgileri kullanır. Davranış Yaklaşımı: Çalışmaları organizmaların davranışları nasıl öğrendiğini ya da var olanlarla nasıl değiştirdiğine odaklanır. Psikoanalitik Yaklaşım: Korku, arzu gobi motivasyonları ve insanın gelişimdeki davranışlarını inceler Hümanistik Yaklaşım / Kişisel Eğilim: Her bireyin geleceği için özgür hissetmesini, kişisel gelişimi için sahip olduğu büyük kapasiteyi, içsel değeri ve muazzam potansiyeli vurgular. Kültürel Çapraz Yaklaşım: kültürel ve etik benzerlikleri ve farklılıklar psikolojik ve sosyal anlamda inceler. Evrimsel Yaklaşım: Evrimsel fikirleri, evlat edinme ve doğal seçim gibi insan davranışlarını ve zihinsel süreçlerini inceler. Eklektik Yaklaşım: Yedi farklı yaklaşım kullanır. Yaradılışa Giriş, Psikolojik Türler I. Carl Jung - Psikoloji Türleri A. Sigmund Freud’un arkadaşı ve takipçisidir fakat cinselliğin psikolojik fonksiyonu konusunda Freud’la fikir ayrılığına düşmüştür. B. Psikiyatri alanında uzmanlaşmadan önce din, felsefe ve tıp öğrencisiydi. 23
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
C. Orijinal Psikolojik Tip Gözlemleri Klinikteki hastalar üzerinde Jung tarafından gözlemlenmiştir. 1. Doğal Yönelimler • Dışadönüklük ya da İçedönüklük. 2. Dört Temel Psikolojik Fonksiyon • Düşünme / Hissetme • His / Sezgi II. Myers ve Briggs - Myers&Briggs Tipi İşaret A. Isabella Myers, Jung’ın fikirlerini geliştirmeye başlar, kişilik tiplerine dördüncü kategoriyi ekler; Yargılama / Algılama. B. Myers’ın kızı Kathryn Briggs annesine insanlardaki dört karakteristik kişilik tipini belirlemek amacıyla yapılacak bir anket geliştirmekte yardım eder. C. İkinci Dünya Savaşı boyunca kadın ve erkek hizmet görevlileri üzerinde sayısız araştırma ve geliştirme uygulandı ve işaretin daha ileri taşınmasına olanak sağlandı. III. David Keirsey - Lütfen Beni Anla A. İnsanların nasıl bilgi edindiği ve bu bilgileri nasıl yorumladığını temel edinerek farklı “mizaç” algıları geliştirdi. B. Mizaçların iki özelliğini belirleyen kısa biçimli bir belirtici geliştirdi. 24
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Keirsey Mizaç Sıralayıcısı Gardiyan: - İletişime odaklanmak - Hedefleri uygulamada işbirliği - Lojistik alanında yüksek beceriler - En gelişmiş zekâ işlemleri: - Denetleme ve araştırma (yönetme) ya da - Kaynak sağlama ve koruma (koruyucu). - Faaliyet yönlü - İyi işler başarmak ile öz saygı doğru orantılı - Saygı gördükleri kadar kendilerine güvenli - Güvenlik arayışı içinde - Meşruluk inancı ve üyelik arayışı - Şimdiki zaman konusunda sabırlı - Gelecek konusunda kötümser - Geçmiş konusunda kaderci - Geçmiş adına zaman ve mekân tercihi - Eğitimleri ticari alanda - Mesleki olmayan açıdan düzenlemelere açık - Materyal çalışmasına yatkın - Ebeveynler, yardımcılar ve eşler gibi yardıma yatkın ve çocuklar gibi uysal - Etrafımızda sanatçı nüfusundan daha fazla Gardiyan kişilik tipi vardır, toplumun en az %40, en fazla %45’i. 25
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Sanatçı: - İletişim odaklı - Hedefleri uygulamada faydacı - Taktiksel alanda yüksek beceriler - En sık tecrübe edilen ve gelişen zekâ işlemi destekleme ve işletme - Sergileme ve kompozisyon (geliştirme) - İyi işler başardıkça kendileriyle gurur duyan - Sevildikleri kadar kendilerine saygı duyan - Uyarlanabildikleri ölçüde kendilerine güvenen - His Arayan Kişilik - Kendiliğinden olan şeylere inanç - Başkalarını etkileme arayışı - Şimdiki zaman hakkında hazcı - Gelecek hakkında iyimser - Geçmiş hakkında alaycı - Şimdiki zamanı ve yeri tercih eden, - Eğitimleri sanat ve el işi yönündedir. - Mesleki olmayan açıdan tekniklere - Mesleki açıdan işlemsel işlere açık - Ebeveynler gibi izin verici - Eşler gibi oyun arkadaşı - Çocuklar gibi oyundan yana - Nüfusun en az %35, en fazla %40’ı Sanatçı kişiliğe sahip olmaktadır. 26
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Rasyonalist: - İletişimde soyutsal - Hedeflere ulaşmada faydacı - Stratejik analizlerde becerili - En sık tecrübe edilen ve gelişen zekâ işlemi hizaya sokma ve yapılandırma (mühendislik) - Faaliyette rekabetçi oldukları kadar kendileriyle gurur duyuyorlar. - Özerk oldukları kadar öz saygı besliyorlar. - İstekleri güçlü oldukça kendilerine güven duyuyorlar. - Bilgi Arayışındaki Kişilik - Sebeplere inanç - Başarı arayışı - Şimdiki zaman bağlamında faydacı - Gelecek bağlamında şüpheci - Geçmiş hakkında solipsist - Eğitimleri bilim yönünde - Mesleki olmayan açıdan teknoloji ve - Mesleki açıdan sistem çalışmaları - Ebeveynler gibi bireysel - Eşler gibi akıl dostu - Çocuklar gibi öğrenmeye odaklı - Nüfusun en az %5, en fazla %7’si rasyonalist kişiliğe sahip olmaktadır. 27
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
İdealist: - İletişimde soyutsal - Hedeflere ulaşmada işbirlikçi - Diplomatik bütünlük becerileri - En sık tecrübe edilen ve gelişen zekâ işlemi öğretme ve danıştırma (akıl hocalığı) - Konuşma ve yönlendirme (savunma) - İnsanlar arası bütünlük sezgisi - Etik bilgisi - Zaman zaman diplomatik lider olmaktadırlar - Kendi hayal güçlerinin soyut dünyası hakkında yorumcu ve değişmeceli bir şekilde konuşma - Faaliyette kendileriyle gururlu
duygudaşlık
kurdukları
kadar
- Cömert oldukları kadar öz saygı ediniyorlar - Otantik güveniyorlar
oldukları
müddetçe
- Tekil kimlik arayışı - Derin ve anlamlı ilişki arayışı - Her gün biraz romans isteği - İç sezgilerine güven - Derinlikten ilham alıyorlar. - Kimlik Arayan Kişilik - Gelecek konusunda saf - Geçmiş hakkında mistik 28
kendilerine
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
- Geleceğe dair zaman ve mekânları tercih ediyorlar - Eğitimleri insan bilimleri doğrultusunda - Mesleki açıdan personel çalışması - Aile ilişkileri ortak gelişir - Arkadaşları için ruhsal kaynak teşkil eder - Çocukları için fantezi olanakları - Nüfusun en az idealistlerden oluşmaktadır.
%8,
en
fazla
%10’u
Türler Konusundaki Mitler Hakkında 1. Psikolojik türler astrolojik burçlar değildir 2. İnsanlar baskın özelliklerinin yanı sıra yanal özelliklere de sahip olmaktadır, başka bir deyişle kimse düşünme ya da hissetme özürlü değildir. Tür basitçe doğal tercihlere dikkat çeken göstergelerdir. 3. Çoğu insan özellikle iş ve sosyal ilişkilerinde kendileri için doğal olmayan tercihlerde bulunmaktadır. 4. Türlerin değişiklikleri yanlış değildir, onlar basit yollarla farklıdır. İnsanlar açık durumları göremedikleri için “domuz kafalı” sınıfına girmek zorunda değildir. 5. Benzer akla sahip mizaçlarla dolu bir organizasyon ideal görünse de, aslında bu tip organizasyonlar daha dengesiz olmaya yatkındır. Ters kutuplar her zaman çekici olmayabilmektedir fakat organizasyonların çok yönlü gelişimi adına faydalıdır. 29
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
6. Benzer skorlar hangi tercihin mevcut olduğunu her zaman için belli etmemektedir, bu skorlar bu tercihlerin kendilerinde mevcut olup olmadığını belirlemektedir. 7. Herkes türler temelinde aynı değildir, türlerin nüfus içerisindeki dağılımı da resmi bir bilgi değildir. Bu yüzden bazı disiplinler ve meslekler verilmiş bu mizaçlara kıyasla daha yüksek yüzdeler elde edecektir. Türlerin Boyutları A. Dışa Dönük Bütün düşünce gelişimi dış dünyaya yöneliktir; İnsanlara ve nesnelere. - Çok fazla insan tanır, hepsini arkadaşı olarak değerlendirir. - Önce konuşur, sonra düşünür, sık sık dışından sebep gösterir, spontanedir. - Yaklaşılabilir, iletişim kurmak kolaydır. - Dıştan gelen sese ve dikkati dağıtıcı şeylere duyarsızdır. - Grup halinde çalışır, kalabalığın içinde rahattır. - Konuşmayı dinlemeye tercih eder. - Çoğu konuda başkalarından fikir edinir.
30
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
B. İçe Dönük Bütün düşünce gelişimi iç dünyaya yöneliktir; düşüncelere ve reflekslere. - İş ya da sosyalleşme sürecinden sonra yeniden şarj olma ihtiyacı duyar. - “Söz ucuzdur”; başkalarının iltifatlarına şüphe ile yaklaşır. - Konuşmadan önce düşünür, başkalarının da aynısını yapmasını umar. - Zaman zaman utangaç, soğuk hatta “kitlenmiş” olarak görülür. - Özel anları bir ya da iki kişiyle paylaşmayı tercih eder, kalabalıktan uzak durur. - Fikir ve duygularını kesintiye uğramadan ifade etmeyi sever. C. Felsefe ve Hukukun Önerileri - Refleks becerisi, iç dünya düşünceleri ile çalışmak hukuk ve felsefede öncüldür (içe dönük) - Tanıklığın değerlendirilmesi açısından dinlemek önemlidir (içe dönük) - Konuşma becerisi, kesintiye uğrayarak tartışma, grup çalışmalarında ani bakış açıları geliştirme, kalabalığa alışkınlık, mahkeme pratiğinde kritik (dışa dönük) 31
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
- İş kanunları dışa dönük, mal ve vergi kanunları içe dönükler için uygundur. - Birleşmiş Milletler dönük;%25’i içe dönüktür.
Nüfusu’nun
%75’dışa
- Birleşmiş Milletler Avukatlarının %43’ü dışa dönük; %57’si içe dönüktür. Hissetme - Sezgi A. Hissetme Beş duyu (görme, işitme, hissetme, tat alma, koku alma) tarafından algılanana ilgi yöneltmektedir. - Belirli sorulara belirli cevaplar arar. - O ana odaklanır, sırada neyin olduğu hakkında düşünmez. - Hemen, somut işlere odaklanır. Statüko tercihinden bozulmamışsa, tamir etme.”
yanadır.
“Eğer
- Gerçekler, figürler ve fikirler üzerine sonuçlara dayanarak çalışmayı tercih eder. - Fantezi kirli bir dünyadır. - Net bir şekilde çizilmiş planlardan hoşlanmaz. - Kelimelerin ilk anlamlarını kullanır. - Ağaçları görmek için ormanın tümüne bakmaz. - Görmek inanmaktır. 32
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
B. Sezgi Hayal gücü tarafından algılanana yöneltmektedir - kalıplara ve ilişkilere odaklıdır.
ilgi
- Bağlantı arayışındadır, çoğu şeyin birbirleri ile kurduğu ilişkiyi sorgular. - Anlama ve kalıplara odaklanır. - Genel görüntüye odaklanır. - Bir anda birkaç şey birden düşünür. - Geleceği ve geleceğe dair ihtimalleri korkutucu bulur. - Sıkıcı detaylara inanmakla suçlanır. - Zaman görecelidir. - Bir şeylerin nasıl çalıştığını çözme arzusu vardır. - His türleri kişinin kafasının bulutlarda olmasına, sezgi türleri ise insanın kafasının kızgınlıkta olmasına vesile olur. C. Felsefe ve Hukuk Önerileri - Felsefe bir disiplin olarak soyut şeyler ile mücadele eder, tanımsal olarak sezgisel bir süreci temsil etmektedir. - Hukuk hem teori üretme hem de gerçeklerin ve hukuki materyallerin algılanması kabiliyetini gerektirir. 33
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
- Sezgiler hukukun arkasındaki prensipleri görmeye yardımcı olur, hisler durumların ve sözcüklerin gerçek anlamlarını görmeye olanak sağlar. Sezgiler halk politikası konusundaki tartışmalarda elverişlidir (bu da hukukun amacıdır) - Hisler ise bir kanunun politika odaklı değişimine karşı tartışmalarda elverişli olabilmektedir (yasama meclisi çözümü destelemezse, karar alma görevi mahkemeye düşmektedir). - His odaklı avukatlar mal, vergi ve genel hukuk pratiğine yatkındır. - Sezgi odaklı avukatlar ise kriminal, dava, iş kanunları odaklı çalışmaktadır. - Hisse ve Sezgiye Dayalı Birleşmiş Milletler Nüfusu ‘na dayalı veriler: Hissetme %70, Sezgisel %30. - Birleşmiş Milletler Avukatları: Sezgisel %57, Hissetme %43. Düşünme - Hissetme A. Düşünürler Yeni bilgilere mantıksal analizler ile tepki verirler. - Herkesin etkilendiği durumlarda sakin, tarafsız kalabilmektedir. - Adil, doğru olan tarafta durmayı seçer, insanları mutlu eden tarafta durmayı değil. 34
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
- Bir noktanın netliğini kanıtlamaktan hoşlanır, her iki tarafı da tartışır ve konunun entelektüel ufkunu genişletir. - Yufka yürekliden ziyade esnek akıllıdır. - Tarafsızlığı ile gurur duyar. - Zor kararlarla alakalı problem yaşamaz. - Daha doğru kararlar sevilmekten üstün tutar.
almayı
daha
çok
- Mantıklı ve bilimsel kanıtlardan etkilenir. - Rakam ve figürleri isim ve yüzlerden daha iyi akılda tutar. B. Hissedenler - Yeni bilgilere kişisel değerler ile tepki verirler. - “İyi kararlar” diğer insanların duyguları ile bağlantılıdır. - Başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak adına kendini gölgede bırakabilmektedir. - Başkalarının yerine kendini koyabilir. - “Bu durum içinde bulunan insanları nasıl etkileyecek?” - Başkalarına hizmet sağlamaktan hoşlanır. - Düzeni netliğe tercih eder. - Bazen bir şeyleri fazla kişisel algılamakla suçlanmaktadır.
35
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Başkalarını incitecek kaçınmaktadır ve bu yüzden, - Onlar görülmektedir.
zaman
zaman
fazla
söylemlerden “karaktersiz”
Düşünürler ve Hissedenler; - Düşünen tür, duyguların da göz önünde bulundurulması gereken “gerçekler” olduğunu unutmamalı, hisseden tür ise düşünen türün de duygularının olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidir. C. Felsefe ve Hukuk Önerileri - Felsefe ağırlıklı olarak düşünürlerin egemenliği altındadır çünkü onlar sistem yapılandırmaktadır ve sistemler mantık üzerine kuruludur. - Etikler, özellikle uygulanabilir etikler, özellikle hissedenler tarafından oluşturulmaktadır çünkü etiklerin insanlara ve toplumlara etkisi söz konusudur. - Düşünürler prensiplere, hissedenler poliçelere dayanarak tartışma içerisine girerler. Jüriye dayanan sistem düşünürleri ağırlamaktadır, orada güçlü tartışmalar yer almaktadır ve hisseden tür bunu rahatsız ve yorucu bulabilmektedir. - Düşünürler entelektüel meydan okumaların arayışı içerisindeyken hisseden tür insanlara yardım etme yolundaki kanunlarla ilgilenmektedirler. 36
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
- Düşünürler kendi mantıklarını herkese uygular, hisseden tür ise karar alırken kendi kişisel duygularını empatide kullanırlar. - Hisseden tür eleştirileri kişisel algılamaya yatkındır, düşünürler bundan çok etkilenmez. - Düşünürler eleştirileri gelişimin bir yolu olarak görür ve hisseden türü zayıf sebep göstermekle itham ederler. Planlı, düzenli bir hayat yaşamayı tercih eder. - Tam vaktinde uygun olmayan beklemekle geçen zaman empatisi
insanları
- Her şeyin bir yeri vardır ve her şey yerinde durmalıdır. - Eğer herkes kendinden bekleneni yaparsa dünya daha iyi bir yer olur. - Uyandığınızda gününüzün içinde nelerin yer aldığını bilmelisiniz, aylar öncesinden hazırladığınız takviminiz size yardımcı olacaktır. Algılama - Yargılama A. Yargılayıcı - Sürprizlerden nefret eder. - Listeler tutar ve onları kullanır. - Alfabetik sıra ile dizim yapar.
37
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
- İşleri bir an önce tamamlayarak aradan çıkarmaya odaklanır. - Son dakika kararları alarak onları gözden geçirir. - Kontrol ihtiyacı duyar. B. Algılayıcı - Esnek, uyarlanabilir bir hayat yaşamayı tercih eder. - Dikkati kolay dağılır, ön kapı ile araba arasındaki yolda kaybolabilir. - Bilinmeyeni yollardan gider.
incelemeyi
sever,
eve
farklı
- İş planı yapmaz, işlerin nasıl gelişeceğini izlemeyi sever. - Son dakika kararları, diğer insanların son teslim tarihleriyle çatışır. - Düzenli göstergesidir.
bir
masa,
hasta
bir
beynin
- Konuşmada konu değiştirmek en belirgin huylarıdır. - “Yargılayıcı tür, algılayıcı türün son teslim tarihlerine adapte olmasına yardımcı olabilir, algılayıcı tür ise yargılayıcı türün yeni fikirlere açık olmasına olanak sağlayabilir.”
38
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
- Belirliliğe bağlı kalmaktan nefret eder, takvim tutmaktan uzak durur. - Bir durumun gidişatının başka bir karar doğrultusunda nasıl gideceğini görmekten haz alır. - Özgürlüğe ihtiyaç duyar, seçenekleri her zaman elinde tutar. C. Felsefe ve Hukuk Önerileri - Her iki tür de felsefe ve hukukta yer almaktadır. - Dosyalama, bildiri, dava duruşmaları gibi noktalar algılayıcı tür için zorluk çıkarabilmektedir. - Yargılayıcı türün avantajları bulunmaktadır.
son
karar
aşamasında
- Algılayıcılar poliçe tartışmalarında, kanunun ne uygulaması gerektiğine dair konularda yer almaktadır. - Yargılayıcı tür ise sıkı literatürünü irdelemeye odaklıdır.
yapıları,
kanun
Filozoflar: Manevi hissiyat ilkelerine başvurmak yüzeyseldir, insanlar duyguların düşüncelere yardımına inanmamaktadır; evrensel yasalardan biri söz konusu olsa bile.
39
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Tür Karşıtları Bazı insanlar, belirli birkaç nedenden ötürü, psikolojinin genel bağlamda türleri içermesi düşüncesine direniş göstermektedirler. İçe dönükler, özel alana duydukları ihtiyaçtan dolayı, genellikle kendilerini ele vermek konusunda çekimserdir. Tür izlemelerine karşı çıkabilirler, bunu erdemlerine saygı duysalar dahi - “maruz kalma” fikrinden korktukları için. Bunun bir sonucu olarak tür incelemeleri yapan kişiler için kapalı bir dolap olabilmektedirler, içeridekileri ele vermemeyi tercih ederler. Hissetme odaklı insanlar, aceleci arzularından dolayı tür izlemelerine karşıt durabilirler çünkü teorik ve soyuttur. Acil ve pozitif uygulanabilirliğini görmedikleri sürece bu izlemelerden kolaylıkla sıkılmış bir hale gelebilmektedirler. Düşünürler, kısmen, psikolojinin “yumuşak” bir bilim dalı olduğunu düşünmektedir. Bir türün güvenilirliğini ve geçerliliğini kanıtlamadığınız sürece bu durum onlar tarafından önemsenmeyecek nitelikler teşkil edebilecektir. Algılayıcılar, her şeye bir alternatif aradıkları için 16 farklı kişilik türüne karşı durabilirler çünkü bunu kısıtlı görebilirler.
40
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Psikoloji Biliminde Kim Kimdir? Aristotle (Psikolojinin Atası): Beden ve ruhun bağlantısı. Plato-Düalizm: Beden ve ruh birbiriyle ilişkili olduğu gibi bağlantısızdır. Rene Descartes: Değiştirilmiş Düalizm: Zihin ve bedende karşılıklı etkileşim. Wilhem Wundt: İlk psikoloji laboratuarını kurdu. Bilimsel ve deneysel psikolojinin atası. William James: Psikolojinin ilkelerini 1890’de yayınlamıştır. Sigmund Freud: 1900’da Düşlerin Yorumu’nu yayınlamıştır. Bilinçsiz davranışın önemi hakkındaki inanç. Dr. Enriquez: Filipinler’deki psikolojinin atası. Alfred Binet ve Theodore Simon: 1. Standart Yeterlilik Testi’ni hazırlamıştır. John B. Watson: Çevresel etkilerin önemi ve teşvik edici davranışlar hakkındaki kitabını yazdı. Ivan Pavlov: Köpekler ile yaptığı deneylerin sonuçlarını yayınladı. Öğrenilen ve olabilir reaksiyonlar vardır. Burrhus F. Skinner: “Organizmaların Davranışları”nı yayınladı. Davranış görünümü inceledi.
41
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Karen Horney (Sosyokültürel Yaklaşım): Önyargılı ve güncel sosyokültürel yaklaşımlar ile Freud’un teorisini inceledi ve eleştirdi. Carl Rogers: “İnsan Olmak Üzerine”yi yayınladı ve Hasta Odaklı Terapi’yi geliştirdi. Erik Erikson: Çocukluk ve Toplum’u yayınladı. Abraham Maslow: Hümanistik yaklaşımı oluşturdu; İhtiyaçların Hiyerarşisi’ni oluşturdu. Albert Bandura: Önemi’ne değindi.
Gözlemsel
Öğrenmenin
Roger Wolcott Sperry: Zihinsel Araştırma eseri ile Nobel kazandı.
42
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Psikolojide İlk Düşünceler 1. Yapısalcılık: Aklın yapı veya temel unsurları üzerinde duruldu. William Wundt: Objektif inceleme ve kişinin duygu ve zihinsel aktivitelerinin sürecini inceleyen bir teknik geliştirdi. Edward Tichener: (Wundt’un Amerika’ya yapısalcılığı getirdi.
öğrencisi)
Margaret Washburn: Psikolojide Dr. ünvanını alan ilk kadın. Bilinçli deney analizinin temel bölümlerini oluşturdu: - Fiziksel Duyumlar - Sevgi ve Duygular - Hayal 2. İşlevselcilik: Zihnin insanların adapte olmasında, yaşamasında ve çalışmasındaki uyumu. Bilinçsel deneyimin karmaşık dünyaya alışmaktaki yardımı. William James: Metod: gözlem + giriş yöntemini benimsedi. 3. Davranışçılık: Gözlenebilir davranış bilimi. Doğrudan görülebilir veya ölçülebilir olmalıdır.
43
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
John B. Watson: Metod: Gözlem yöntemini kullandı. Yansımayı “aktarılabilir ya da öğrenilebilir” isimli Ivan Pavlov çalışmasına dayandırdı. Watson fobilerin öğrenildiğine inandı. “Küçük Albert” örneği beyaz sıçan korkusu öğretildi. 4. Psikoanaliz: Kişilik yapısalcılığa dayanır görüşünü savundu. Sigmund Freud: Erken yaş deneyimleri insanı şekillendirir. Metod: Serbest Çağrışım Bilinçsiz düşünce ve erken yaş aile deneyimleri gibi biyolojik içgüdü ve toplum talepleri arasındaki çatışmayı vurgulamıştır. Freud’un hastalarının yaşadığı sinir bozukluklarının herhangi bir fiziksel sebebi olmadığı kanıtlandı. Freud, tehdit dürtüsünün, arzu ve bastırılan duyguların bilinçsiz zihnin doğurduğu şeyler olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca bu bastırılmış dürtülerin, yüzüstüne çıkmaya çalışırken sinir bozuklukları yarattığına inanmıştır. 5. Gestalt Psikolojisi: Yapılandırma, kuruluş ve deneyim süresince algı yoluyla oluşan davranışları anmaya çalışır. Bütünün parçalara ayrıldığında farklı olduğuna çünkü bütünün parçalarla ilişkisinden doğduğunda anlam taşıdığına inanır. 44
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Gestalt: Psikolojide iyi bir figür. Algı ve his ile bir şey yapmak. Gestalt’ın fikirleri şu an bilişsel psikolojide yalnızca öğrenmenin değil, hafıza ve düşünce süreçlerinin de bir parçasıdır. 6. Hümanistik Perspektif: Felsefe alanından psikolojiye; Ben ötesi psikoloji - Kişinin bütün potansiyelini geliştirmek. İnsan potansiyelinin ve her insanın en iyisi olabilecek yeteneği olduğunu vurgular.
45
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Kişilik Çalışma Alanları: Kişilik Teorisi, Psikodinamik ve Neo-Analitik Modeller, Psikodinamik Terapiler. Horney’nin sosyal psikanaliz teorisi insan ilişkilerinin ve kültürler şartların kişilik oluşumunu nasıl etkilediğine odaklanır. Teori çocukluk tecrübelerinden doğan temel anksiyetelerin nevrotik, zorlayıcı ve katı kişilik tarzlarını nasıl desteklediğini açıklar: 1- Başkalarına Doğru Yönelim, 2- Başkalarından Kaçınım ve 3- Başkalarının Aleyhine Yönelim. Normal kişiliğin ayırt edici tarafları esneklik ve insanlar arası tarzlar içindeki dengedir. Ana Kavramlar - Temel Anskiyete - Dışa Vurma - İdealleştirilmiş Benlik - Nevroz - Nevrotik Eğilimler - Zafer Arayışı - Öz Fark Ediş (Self-Realization) - Gerekliliğin Tiranlığı 46
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Karen Horney (1885-1952), kariyerinin büyük kısmını kişilik düzenlerinin, özellikle nevrotik düzenlerin nasıl şekil aldığını; işlediğini ve bireysel potansiyeli artırmak adına nasıl değiştirilebilecğini anlamaya adamıştır. Sigmund Freud’un “insanların içgüdülere ve hazza göre hareket ettiği” fikrinin tam aksine Horney, insanların sosyal ilişkilerde emniyet ve tatmin amaçlı hareket ettiğini savunur. İnsan gelişimine dair iyimserliği bir yana; insanların kabul edildiği ve umursandığı bir ortamda öz fark edişe ya da potansiyellerine ulaşmaya doğru yöneldiklerine inanmıştır. Ancak eserlerinin neredeyse tamamı kişilik sorunlarına ve bunların çözümlerine yönelik kaleme alınmıştır. Kültürün Rolü Horney bireyleri ya da nevrozun mekanizmalarını (esnek olmayan davranışlar ve tepkiler, ya da kişinin potansiyeli ve başarımları arasındaki çelişki) bulundukları kültürel bağlamdan ayırarak anlamanın imkansız olduğunu savunur. Nevroz kültürden kültüre ve hatta aynı kültür içinde de değişim gösterir, sosyoekonomik sınıf, cinsiyet ve tarihi gelişim gibi unsurlar tarafından etkilenir. Mesela, “Çağımızın Nevrotik Kişiliği” adlı kitabında Horney, Batılı toplumlarda maaşına yapılan zammı reddeden bir kişinin nevrotik olarak kabul edileceğini, ancak benzer davranışın kızılderili kültüründe gayet normal karşılanacağını ifade etmiştir. 47
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Nevrotik birey, kültürün dayattığı sorunları abartılı bir şekilde yaşar. Batı toplumlarında rekabetçilik birçok nevrotik sorunu şekillendirir; çünkü ortak hareket etme fırsatlarını azaltır, ortamda güvensizlik ve düşmanlığı tetikler, özgüveni düşürür, izolasyonu artırır ve bireyleri kişisel amaçlara ulaşmaktan çok diğer kişilere karşı nasıl göründüklerine dair endişelere sürükler. Rekabetçilik dışardan gelen başarıya aşırı değer verilmesine yol açar, insanları şatafatlı bir üstün olma haline teşvik eder, ve insanlarda yoğunlaşmış bir onaylanma ihtiyacı geliştirirken sevginin de bozulmasına sebep olur. Ayrıca harici başarı ideali, tevazu ideali ile çelişir ve bu iç çatışmaya, birçok durumda da nevroza yol açar. Ailenin Rolü Kültürel kalıplar öncelikle aile ortamında aktarılır. İdeal olarak, bir aile çocukların kendilerine güvenen bireyler olarak hayata katılması için onlara fiziksel ve duygusal anlamda bakım sağlar. Fakat ebeveynlerin kültürel şartlar karşısında zorlanmaları çocuklarına karşı olan görevlerini aksatmalarına yol açabilir. Daha büyük toplumların yarışmacı anlayışı en ekstrem haliyle çocuk istismarına sebep olur; ayrıca ebeveynlerin kendi ihtiyaçlarıyla fazla meşgul olmaları, çocuklarına yeterince sevgi ve şefkat göstermemeleri ya da çocuklarını kendi uzantıları gibi algılamaları daha olasıdır. Rekabet, aşırı korumacılık, 48
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
çabuk öfkelenme, taraflılık, tutarsız davranışlar da ebeveynlik sorunlarının başka şekillerde kendilerini gösterdiği durumlardan bazılarıdır. Olumsuz bir çevre içindeki çocuklar öfke ve korku duyarlar, ayrıca daha güçlü yetişkinlerin yanında zayıf ve çaresiz hissederler. Doğrudan saldırganlık göstermenin tehlikeli olduğunu ve misillemeyle, sevgisizlikle sonuçlanabileceğini fark ederler. Sonuç olarak, çocuklar meşru öfkelerini bastırırlar ve bu öfkenin bilinçaltına sürülmesini sağlarlar. Tepki oluşumu adlı savunma mekanizmasını kullanarak, ebeveynlerine karşı öfkenin karşıtı duygular geliştirmeye başlarlar. Korku duydukları ebeveynler hayranlık duydukları kişilere dönüşür. Çocuklar farkında olmadan korku ve öfkelerini kendilerine yönlendirirler, bölyece öz benlikleriyle temasları yok olur. En nihayetinde çocuklarda temel anksiyete görülür, kendilerini “saldırgan bir dünyada” yalnız ve savunmasız hissetmeye başlarlar. Çocuklar hastalık, velayet, istismar, ebeveyn tutuklanması, ölüm, terk edilme gibi çeşitli sebepler dolayısı ile aile evinden alınıp yakınlarının evine yerleştirilebilirler. İçerisinde bir anketin de bulunduğu bir araştırmaya göre en az bir ebeveyn ya da aile yakını ile büyüyen çocukların, ruh sağlığı ve fiziksel anlamda sorun yaşama oranının daha fazla olduğu belirtilmiştir. Bu çocukların özel sağlık durumları olabileceğini, anksiyete, depresyon ve DEHB ile de savaşmak zorunda kaldıklarını belirtilmektedir. 49
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Kırık kalpli çocuklar genellikle sağlıklı ve mutlu ailelerde yaşayanlara göre daha fazla travma riski taşır. Bu çocuklar ile çalışmak yetişkinlik döneminde yaşayabilecekleri çalkantılı durumları durağan ve katlanılabilir hale getirmek için kilit noktası sayılır. Tek Ebeveynli Psikolojik Efektleri
Aile
Çocuğu
Olmanın
Tek ebeveynli ailede yetişmenin hem sizde hem de çocuğunuzun psikolojisinde olumlu ve olumsuz etkileri olabilir. Genellikle çocuklar aileleri ayrıldığında mutlu ya da kırgın hissedebilirler. Örneğin evde daha fazla tartışma olmaması onları mutlu ederken, bir yandan da “normal” diye adlandırılan, iki ebeveynin hüküm sürdüğü bir ailede olmamak onları mutsuz edebilir. Ancak, bu duyguların farkına varmak ve onlar hakkında konuşmak çoğu şeyi kolaylıkla yoluna koyabilir. Sorumluluğun Artması Yapılan araştırmalara göre tek ebeveynli ailenin çoğunlukla psikolojik olarak etkisi sorumluluğun artmasına sebep olmaktadır. Çocuklar evde daha fazla sorumluluk altına girmekte ve yaşadıkları aile ferdi ile daha yakın temasta olarak daha fazla efor sarf edip daha çok minnet duymaktadır. 50
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Çocuklarda bu sebepler dolayısıyla daha hızlı bir büyüme söz konusu olur. Bu da tek başına olan aile ferdinin, çocuğun bu yıllarını aktif geçirebilmesi için sporlara; yaz kamplarına ve okulda, arkadaşlar ile geçen faaliyetlere daha çok yönelttiklerini gösterir. Tartışma Kaynaklı Stres Tek ebeveynli bir ailede büyümüş çocuklar daha kalabalık ailelerde büyümüş olanlara göre okul ve sosyal hayatlarında daha başarılı olmaktadır. Psikolojik anlamda stres ve çaba ile yetişen çocuklar çok yönlü olurlar. Bir ev içerisindeki kavga ya da tartışma boşanma ya da ayrılma ile son buluyorsa, çocuk geleceği tahmin etme hislerini güçlendirir. Dargınlık Tek ebeveynli ailede yetişen çocuğun hayata karşı kırgınlıkları olabilir. Aile fertlerine kızgın olabilir, ayrılık dolayısıyla onları suçlayabilir. Diğer çocukların aile yaşantısı, güven hissi ve mutluluğu ile kendisininkini kıyaslayabilir. Bu tip durumlar söz konusu olduğunda evdeki bireyin çocukla konuşabilmesi çok önemlidir.
51
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
İlerlemiş Aile-Çocuk İlişkisi Tek başına çocuk yetiştiren aile fertleri ile birey ve çocuk arasındaki ilişki kuvvetlenebilir ve işlevsellik kazanabilir. Tek başına büyütülen bir ailedeki bir çocuğun diğerlerine göre daha sevgi ve arkadaşlık odaklı bir aile ilişkisi olabilme ihtimali daha kuvvetlidir. Ebeveyn ve çocuk birbirine daha odaklıdır ve çoğu durumda bu ilişki birbirini destekleyen ve sorunların konuşulabildiği bir ilişkidir. Tek Ebeveynli Aileden Olmanın Çocuğun Davranışlarında Yarattığı Etki İki ebeveyni olan çocukların finansal ve eğitimsel avantajları elbetteki diğerlerine göre daha fazla iken, tek ebeveynli çocukların ise davranışları hayatın her alanında; akademik başarı ve sosyal faaliyetler de dahil olmak üzere, daha ılımlı ve başarıya daha yakındır. Akademik Başarı Çoğu boşanmış ailede çocuk anne tarafında kalır ve çocuk genellikle babadan bir nebze yoksun denebilecek şekilde büyür. Bu ev gelirinin ve çocuğun okuldaki eğitim kalitesinin düşmesine yol açar. Babanın finansal destek vermemesi annenin gelirini hem 52
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
düşürmekte hem de daha çok çalışmasına sebep olmaktadır. Duygusal ve iletişim anlamında babanın desteğini alan her çocuğun okul hayatında daha başarılı olduğunu da belirlenmiştir. Olumlu Etkiler Tek ebeveyn ile yetişen çocuklarda belirli yetiştirme teknikleri ile kişilik gelişimi gibi olumlu etkiler de görelebilir. 12 ve 13 yaşında olan ve tek ebeveyn ile yetişen çocukların sosyal ve eğitim hayatlarında olumsuz bir etki görülmemektir. Buna ek olarak, daha fazla sorumluluk alabilen, aile görevleri konusunda daha bilinçli olan bireyler oldukları ve tek ebeveynli çocukların kendilerini yetiştiren aile ferdi ile daha yakın ilişkiler kurdukları belirtilmiştir. Aile İlişkileri Aile ilişkileri ailenin yeniden bir araya gelmesi ile ilerleyebilmektedir. Yani aile ilişkileri aile birleşmeleri doğrultusunda inşa edilebilir ve geliştirilebilir. Hayatlarımız ilişkiler üzerine kuruludur ve bu ilişkilerden en önemlilerinden bir tanesi ailemizdir. Ailelerimiz bizlere hayattaki en büyük mutlulukları getirebilir. Başarılı aile ilişkileri kolay değildir ve otomatik olarak gerçekleşmezler. Onlar çalışma, kararlılık, sevgi ve eyleme dökme gibi durumları gerektirir. Ve eğer bir 53
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ilişkiyi, faali bir biçimde inşa etmiyorsanız, o ilişki otomatik olarak yok olacaktır. Basitçe “ailenizi hatırlamak” ve onların da sizi hatırlamasına vesile olmak iyi bir başlangıçtır. Evin günlük işleri, belirli bir uyuma saati ve birlikte akşam yemeği yeme gibi düzenli aile rutinlerine dair sayısız örnek bulunmaktadır. Akraba ziyareti ve aile birleşmelerine katılım gibi aile gelenekleri kimlik, öz değer ve aidiyet duygusu inşa etmektedir. Aile bir toplumun en esas birimi oluşunun yanı sıra kültürün de köküdür. Aile, bir çocuğun çıkarsız sevgi ve kabul duygularının iç kaynağıdır ve başkalarıyla ömürboyu kurulacak bağlantıları desteklemektedir. Aile, sosyalleşmenin meydana geldiği ilk dekordur ve çocuk bu ortamda diğerlerine saygı duyarak ortak bir yaşam sürmeyi öğrenir. Aile bir çocuğun ilgi göstermeyi, sinirini kontrol etmeyi ve oyuncaklarını seçmeyi öğrendiği yerdir. En nihayetinde aile cesaretin, savunmanın, güvenliğin ve duygusal güçlenmenin, çocuğun daha büyük bir dünyaya güven içerisinde adım atarak olabileceği her şey olma yolunda ilerlediği yerdir.
54
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Nasıl daha sağlıklı aile ilişkileri oluşturulur? 1. Birlikte kaliteli zaman geçirin. 2. Pozitif iletişim kurun. 3. Takım olarak birlikte çalışın. 4. Birbirinizi takdir edin. Sağlıklı İlişkinin 5 Elementi Sizlerin güçlü aile ilişkileri kurmanıza da yardımcı olacaktır. 1. Tamamıyla adanmış olun. 2. Kişisel sorumluluk kabul edin. 3. Kendinize dikkat edin. 4. Doğruyu söyleyin. 5. İşlerde kendinize düşen bölümü yapın. Tüm insanlar arası ilişkiler sosyal ortaklığa, bağlantılara ve duygusal yakınlığa ihtiyaç duyar. Başka bir deyişle, güçlü bir aile eğlenceli aile toplantılarına ihtiyaç duyar. İyi niyet davranışları aile ilişkilerini ayakta tutmada da önemlidir ve çok kapsamlı faydalar sağlamaktadır. İyi Niyet şu anlama gelmektedir: 1. Nazik olun, birbirinizi sevin ve hem kendinize hem de başkalarınıza ilgi gösterin. 55
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
2. Davranışlarınızın başkalarını nasıl etkilediğine dikkat edin. 3. Kendi alışkanlığınızın olduğu davranışlarınızı gözden geçirin. 4. Kalbinizde “en iyiyi” barındırın. 5. Çıkmazlarınızdan bir şeyler öğrenmeye dikkat edin. 6. Kendi duygularınızın sorumluluklarını üstlenin. Eğer tüm diğerlerinde başarısız olursanız, altın kuralı uygulayın: Size nasıl davranılmasını istiyorsanı, başkalarına da öyle davranın. Ve ailenizin hayatınıza daha büyük bir mutluluk ve memnuniyet ekleyişini keyifle gözlemleyin. Savunma ve Başa Çıkma Stratejileri Temel anksiyeteyle başa çıkmak için bireyler ilave savunma stratejileri ya da nevrotik eğilimler geliştirir. Bunlar üç davranış şeklinde kendini gösterir: Başkalarından kaçınım, başkalarına doğru yönelim, başkalarının aleyhinde yönelim. Ek olarak, nevrotik bireyler kendilerini oldukları gibi kabul etmektense; gerçekçilikten uzak, idealize edilmiş bir öz benlik imajı geliştirirler. Gerçeklikten kopup bitmeyen bir zafer arayışına girişirler (idealize edilmiş benliğin taleplerini karşılamak için mecburi ve doymak bilmez bir çaba silsilesi).
56
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Başkalarına doğru yönelen kişi “eğer seni seversem ya da sana teslim olursam bana zarar vermezsin.” diye düşünür. Başkalarına karşı hareket eden kişi ise “eğer benim gücüm varsa, bana zarar veremezsin.” diye düşünür. Son olarak, başkalarından kaçınan kişi “eğer ben bağımsızsam ya da senden çekilebilirsem, bana zarar veremezsin.” diye düşünür. Başkalarına yönelen kişi bağımlı ya da itaatkâr bir başa çıkma yolu seçmiş demektir. Kişi şiddetli bir şekilde kabul edilme, sevilme ve onay alma ihtiyacı hisseder ve başkalarının beklentilerine cevap vermek adına aşırı düşünceli ve hatta teslimiyetçi davranışlarda bulunur. Kişi hayatta değer vermeye layık bir hedef olarak yalnızca sevgiyi görür ve kendisinin rekabetçi, saldırgan, öfkeli taraflarını bastırır. Başkalarının aleyhine hareket eden kişi agresif, sert ve başkalarını sömüren bir hayat tarzı benimsemiştir. Diğer herkesin saldırgan ve hayatın da bir mücadele olduğuna inanır; bu mücadelede hayatta kalmanın tek yolu ise üstün gelerek başkalarını kontrol etmektir. Bu kişi kendisinin güçlü ve azimli olduğunu düşünür, başkalarına karşı sevgisini ve güç kaybetme korkusunu bastırır. Son olarak, başkalarından uzaklaşan kişi hayattan kopar ve kendini izole eder. Kendisini tek başına yaşayabilen ve diğer insanlardan üstün bir birey olarak görür. Bu kişi kendisini başkalarına bağımlı hale getirebilecek her türlü etkinlikten kaçınır ve bu yöndeki duyguları bastırır. 57
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Horney’nin nevrotik yönelimler olarak bahsettiği insanlar arası düzenler, artık kişilik bozuklukları olarak nitelendirilmektedir . Horney’nin en başta bahsettiği gibi, kitapta da bu kategoriler duygusal sıkıntı ya da işlev bozukluğu ile sonuçlanan, belli ortamlarda ortaya çıkan katı ve uyumsuz düşünce-davranış düzenleri olarak tanımlanır. Psikanalizin Kullanımı Horney, psikanaliz uygulamalarında bilinçaltı materyallerini ortaya çıkarmak için serbest çağrışım ve rüya analizi tekniklerini kullanmıştır. Freud’un hastalara karşı daha pasif yaklaşımının aksine, bir psikanalistin sadece davranışları yorumlarken değil, verimsiz kalıpların devam etmesine yol açan davranışlara alternatif sunarken ve bireylerin değişim için enerjiyi mobilize etmelerine yardım ederken de aktif bir rol oynaması gerektiğine inanmıştır. Horney ayrıca psikanalizi sıradan insanlar için daha ulaşılabilir hale getirmiştir. Horney’nin bu açıdan tavsiyesi şöyledir: Kişi önce problemi net bir şekilde belirlemeli, sonrasında konu hakkında serbest çağrışım yapmalı, tecrübe ettiği şeyi üzerinde çok fazla durmadan düşünmeli ve son olarak sorunlu davranış kalıplarını değiştirecek belirli, basit tercihlerde bulunmalıdır. Ancak, uzun süredir devam eden karmaşık sorunlar profesyonel psikanalizle çözülmelidir. 58
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Etkileyenler Horney, Freud’un kadın psikolojisini ilk eleştirenlerdir. Freud’un içgüdü teorisinin tam aksine, Horney psikanalizin insani gelişimde daha çok sosyal ilişkiler ve kültürel şartlara odaklanan bir versiyonunu ortaya atmıştır. Freud’un id, ego ve superego bölümlemesini sorgulamış ve egoyu daha yapıcı, bireyin ilerlemesini sağlayan bir kuvvet olarak görmüştür. Horney’nin çalışmaları tıpkı kendisi gibi insanlar arası ilişkiler ve sosyo-kültürel unsurlara odaklanan ve aynı zamanda kendisinin de üye olduğu Amerikan Psikanaliz Enstitüsü’ne üye olan Harry Stack Sullivan, Clara Thompson ve Erich Fromm’la temasa geçince daha da zenginleşmiştir. Horney’nin çalışmaları Alfred Adler’in kişilik teorisiyle benzerlik gösterir. Horney’nin zafer arayışı ve idealize edilmiş benlik kavramları Adler’in üstünlük çabası ve üstünlük kompleksi kavramlarıyla örtüşmektedir. Ayrıca Adler’in yöneten kişi tipi başkalarının aleyhine hareket eden kişi tipine, sakınan kişi tipi ise başkalarından kaçınan kişi tipiyle benzerlikler taşır.
59
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Sonraki Katkılar Horney bilişsel, hümanist ve feminist kişilik teorisi ve psikoterapide birçok gelişmeyi öngürmüştü. Abraham Maslow ki Horney’den ilham almıştır, kendisine ait olan öz-gerçekleştirme kavramını Horney’nin bireylerin kendi kendilerine öz-farkedişe varabilecekleri düşüncesi üstüne kurmuştur. Carl Rogers ise problemlerin gerçek tecrübelerdeki saptırmalar ve ideal benlik ile gerçek benlik arasındaki çatışmalardan doğduğu fikri yine Horney’nin idealize edilmiş benlik ile gerçek benlik arasındaki çatışma fikriyle bağlantılıdır. Bilişsel psikoterapi alanında, Albert Ellis’in nevroz mekanizmalarına dair tanımlamaları Horney’nin açıklamalarıyla benzerlik gösterir. Ellis “gerekliliğin tiranlığı” sözünü Horney’den ödünç almıştır ve “gereklilik”lerin irrasyonel, bozulmuş düşünce kalıplarını nasıl etkilediğine vurgu yapmıştır. Son olarak Horney’ye ait olan, sorunların kültürel düzenler tarafından şekillendirildiği fikri bireysel sorunların çoğunlukla harici ve sosyal sorunların sonucu olduğuna inanan feminist psikoterapistlerin çalışmalarına yansımıştır.
60
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Konuşma Bozuklukları Çalışma Alanları: Davranışsal Bebeklik ve Çocukluk, Organik Bozukluklar.
Terapiler,
Konuşma bozuklukları organik kökenli ya da sonradan öğrenilmiş olabilir, genelde kişinin verimli şekilde iletişim kurmasını etkilerler. Konuşma bozukluğunun sonucu olarak kişide başkalarıyla konuşmaktan kaçınma ve özgüven düşüklüğü gibi durumlar gözlenebilir. Ana Kavramlar - İletişim - Özsaygı - Sosyal Etkileşim - Konuşma - Ses Telleri İletişim kurma becerisi insan olmanın en temel ayırıcı özelliklerindendir. İletişim; öğrenmenin, çalışmanın ve belki de en önemlisi sosyal etkileşimin olmazsa olmaz aracıdır. Normal iletişim, sesleri duyma, yorumlama, organize etme ve onlardan anlam çıkarmayı içerir. Kulak, sesleri alıp elektriksel uyarıya dönüştürür ve bunları beyne aktarır. Beyin bu uyarıları yorumlar, anlamlandırır ve bir karşılık hazırlar. Sonrasında bu karşılık kodlanıp kaslara, nefese, ses 61
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
tellerine, dile, çeneye, dudaklara ve daha fazlasına iletilir, bu işlem çok keskin bir koordinasyon eşliğinde yürür ve sonucunda anlaşılabilir konuşma üretilir. Amerikalıların yüzde beşi ile yüzde onu arasında kalan nüfus, konuşma bozuklukları olarak tanımlanan sorunları yaşamaktadır. Bu bireyler için üstte verilen normal iletişim sürecinde bir kopukluk oluşur. Konuşma bozukluğu olan kişilerde şunlardan bir ya da daha fazlası görülebilir: Anlaşılmaları zor olabilir, kelimeleri doğru kullanamazlar, dilbilgisi kurallarında sürekli yanılırlar, başkalarını tam olarak duyamazlar ya da anlayamazlar, sürekli çok gürültülü konuşurlar, tereddütlü bir konuşma şekli sergilerler ya da en basitinden hiç konuşamazlar. Konuşma bozuklukları üçe ayrılır: Söyleyiş bozuklukları, akıcı anlatım bozuklukları ya da ses bozuklukları. Söyleyiş bozuklukları, sesler bir araya gelip kelimeleri oluştururken yaşanan bozukluklardır. Akıcı anlatım bozuklukları, halk ağzında kekemelik olarak bilinir, konuşmanın ritminde ya da akışında olan kesintilerdir. Son olarak ses bozuklukları kişinin sesindeki kalite, perde ve gürlüğündeki bozulmalar olarak nitelenir. Konuşma Bozukluğu Çeşitleri Söyleyiş bozuklukları çocuklarda en sık rastlanan konuşma hatalarındandır. 62
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Söyleyiş hataları seslerin yerinin değiştirilmesi, tamamen yutulması ya da bozulması şeklinde görülebilir. Mesela “Murat” kelimesinin “Muyat” olarak telaffuz edilmesi yer değişikliğine bir örnektir. Sesin yutulmasına örnek olarak ise “uyku”nun “uku” olarak söylenmesi, son olarak ses bozulmasına örnek ise “gitme” kelimesinin “citme” şeklinde söylenmesi gösterilebilir. Kekemelik konuşma ritminin kesilmesi olarak tanımlanır. Kekemeliğin karakteristik özellikleri; tereddüt, duraklama, tekrarlama ya da belli söz, kelime, ses ya da hecelerin uzatılmasıdır. “İs-is-is-istiyorum” hece tekrarının bir örneğidir. Bir kelime ya da bir grup kelime cümlenin içine bozucu şekilde sokulduğunda buna duraklama denir. Mesela, “Ben ııı şunu hmm bilmeni istiyorum”da olduğu gibi, araya anlamlı ya da anlamsız kelimelerin sürekli bir şekilde girmesi de kekemelik sayılır. Ayrıca kekemelikle bağlantılı ikincil davranışlar da olabilir. Bir birey kekemelik yaptığını fark ederse o durumdan kurtulmak için ikincil davranışlara başvurabilir. Gözünü kırpmak, kafasını çevirmek, vücudunun herhangi bir yerine hafifçe vurmak veya araya giren başka davranışlarda bulunur. Terapide, ikincil davranışlar ortadan kaldırılması çok zor olan davranışlardandır. Söyleyiş bozuklukları ve kekemelik çocuklarda sıklıkla görülürken, ses bozulmaları yetişkinler arasında yaygındır.
63
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Ses bozuklukları; ses perdesi, genizden okunma, yoğunluk ve kalitede bozukluklar demektir kısaca. Ses perdesi bozukluğu olan kişiler çok alçak (ses perdesi) ya da çok yüksek (yoğunluk) sesle konuşuyor olabilir veya sürekli soğuk algınlığı varmış gibi de sesi çıkabilir (genizden okunma). En sık rastlanan ses bozukluğu kalite bozukluğudur. Buna örnek olarak sesin boğuk, nefesli, pürüzlü ya da sert çıkıyor olması gösterilebilir. Bu tür ses bozukluğu sesin aşırı kullanımından ötürü kaynaklanabilir ve şarkıcılarda, aktörlerde ya da öğretmenlerde görülür. Eğer bu durum (aşırı kullanım) devam ederse, ses tellerinde nodüller (nasır gibi) oluşabilir. Ses nodülleri ameliyatla alınabilir ve kişi uzun bir süre ses kullanımından sakındırılır. Konuşma bozuklukları birçok unsur tarafından tetiklenebilir. Fiziksel, sağlıksal ya da diğer sorunlar konuşma bozukluğuna yol açabilir. Ayrık dudak ve damak, hizası bozuk dişler, dil kontrolünde zorluk, kafa, boyun veya omurilik hasarı, işitme güçlüğü, zeka geriliği ve beyin felci gibi fiziksel sorunlar söyleyiş bozukluğuna yol açabilir. Kekemeliğin net sebepleri bilinmemekle birlikte; duygusal sıkıntılar, biyolojik kusurlar ve nörolojik sorunların yol açabileceği tahmin edilmektedir. Ses kalitesiyle ilgili sorunlar ise ses tellerinin fazla zorlanması, işitme kaybı, ses tellerinin iltihap kapması ya da büyümesi gibi şeylere bağlanabilir.
64
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Konuşma ve İletişim Konuşma, duyma ve anlama insan iletişimin olmazsa olmazlarıdır. Bunların bir ya da fazlasında yaşanan bozukluklar kişinin iletişim kapasitesini sınırlar. Sorunlu iletişim bir kişinin hayatını bütün açılardan etkileyebilir, kişiye birçok problem çıkarır. Konuşma bozukluklarından doğan davranışsal etkiler çocuklarda ve büyüklerde gözlemlenir. Konuşma bozukluğu olan çocuklar yeni şeyler öğrenmekte sıkıntı yaşayabilir ve başkalarıyla iletişim kurarken zorlanırlar. Yetişkinlerde ise sosyal etkileşimler büyük sekteye uğrar ve bu yüzden sıklıkla duygusal sorunlar baş gösterir. En nihayetinde bir yetişkin, geçimini sağlamakta bile zorlanabilir. Buraya kadar açıklanan bozukluklar bireyin ilişkilerini, bağımsızlığını, halini ve öğrenme yeteneğini kısıtlar. Düşüncelerini istedikleri gibi yansıtamayan insanlar başkalarıyla bağlantı kurarken sıkıntı yaşarlar ve bu da depresyon ve izolasyona yol açar. Ayrıca iş imkanları bu kişiler için çoğunlukla sınırlıdır. Yani kendi başlarına bağımsız ve tatminkar hayat kurmakta zorlanırlar. Konuşma bozukluğu olan bireylerde utanma, reddedilme veya zayıf öz-imgeden ötürü duygusal sorunlar görülebilir. Son olarak, bu tür kişiler için öğrenmek zor ve sıkıntı verici bir süreçtir. Okul ve iş hayatındaki performansları zarar görebilir.
65
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Başkalarıyla iletişim kurmaya çalışırken, konuşma bozukluğu olan kişiler yaşadıkları durumun sonucu olarak başka olumsuz davranışsal etkilerle karşı karşıya kalabilirler. Bu etkilerin içinde hayal kırıklığı, anksiyete, suçluluk hissi ve saldırganlık yer alır. Bu tür kişilerin duygusal tecrübeleri çoğunlukla başkalarıyla iletişim kurmaya çalışırken olan şeylerden kaynaklanır. Karşıdaki kişinin vereceği tepkiler engelli kişiyi etkiler ve bu tepkiler arasında utanma, suçluluk duygusu, hayal kırıklığı ve öfke yer alır. Bu tepkiler konuşma bozukluğu olan kişiyi çaresiz hissettirir ve kişi kendisini değersiz hisseder. Konuşma bozukluğu olan birçok kişi yaşadıkları soruna aşırı agresif davranarak, varlığını tamamen reddederek, karşısındaki kişilere tepkileri yansıtarak ya da gergin ve/veya utangaç davranarak yaklaşır. Tedavi ve Önleme Konuşma bozukluklarının tedavisi, sorunu tamamen ortadan kaldırmaya ya da asgariye indirmeye yöneliktir. Birçok profesyonel terapi, özel ekipman veya ameliyat seçeneği sunabilir. Terapide, uzmanlar hastalarına iletişimin daha verimli yollarını öğretir. Ayrıca ailelere de, konuşma bozukluğu olan kişilerle nasıl iletişime geçilmesi gerektiğini de anlatırlar. Terapide ayrıca, konuşma bozukluğunun olumsuz etkileriyle başa çıkmanın yollarına da değinilir. Bazı 66
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
durumlarda, ameliyat yapısal sorunları (ayrık damak veya hizası bozuk dişler) ortadan kaldırabilir. Söyleyiş bozuklukları olan çocuklar için terapi, farkındalık ve seslerin doğru çıkarılması eğitimiyle başlar. Farkındalık yerleştikten sonra, yeni seslerin çıkarılması öğretilir. Ses bozukluğu yaşayan bireyler için terapi bozukluğun sebebini bulmaya, o sebebi düzeltmeye ya da ortadan kaldırmaya ve bireyleri seslerini doğru kullanmaya teşvik etmeye yöneliktir. Ancak kekemeler için terapi tamamen farklı ilerler. Kekemeliğin tedavisi için birçok farklı yöntem mevcuttur. Bazıları “deva” olarak adlandırılırken bazıları hayata kekemelikle daha kolay devam etmelerini sağlamak için tasarlanmıştır. Ayrıca diğer kekemelik terapileri de kekemenin insanlarla iletişim korkusunu yenmesi ve daha normal nefes alma düzeni sağlanması odaklıdır. Konuşma bozukluklarını tedavi etmenin birçok yolu olsa bozuklukların önlenmesi çok daha önemlidir. Birçok konuşma bozukluğu belli şeyler yapılarak önlenebilir. Bunun için geliştirilen bütün yöntemler çocukluktaki konuşma bozukluklarını önlemeye yöneliktir. Çocuklar konuşmaya teşvik edilmeli, fakat buna itilmemelidirler. Bir çocuğu konuşmaya itmek, onun iletişim esnasında anksiyete ya da gerginlik hissetmesine yol açabilir. Bebekler en başta konuşamazlar; sesleriyle, dil ve dudaklarıyla denemeler yapma ihtiyacı duyarlar. Bu denemeler pek anlamlı sesler bütünü şeklinde kendini göstermez doğal olarak 67
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ve törpülenmemelidir. Zamanla bebeğe ya da artık çocuğa kelimeler tanıtılabilir ve doğru telaffuz için yardım edilebilir. Bunu yaparken yavaş ve doğal konuşmak, “bebek konuşması”ndan kaçınmak gerekir. Çocuklar gerçek konuşmayla “bebek konuşması” arasındaki farkı ayırt etmekte zorlanırlar. Çocuklara etrafındaki şeyleri gösterip ne olduklarını söylemek onların kendi çevrelerindeki şeyleri etiketlemesini sağlar. Bu etiketler arttıkça çocuğun iletişim kurabileceği konular da artar. Çocuğun ne dediğini anlamaya çalışmak, nasıl demesi gerektiğini söylemekten çok çok daha yararlı ve önemlidir. Bu tür önlem stratejilerinin, çocuğa iletişim eylemi adına olumlu davranışsal etkileri olur. Bu olumlu etkiler içinde kendi kendine yetme, bağımsızlık ve olumlu öz-imaj yer alır. Konuşma Dili Patolojisi Konuşma bozukluğunun erken teşhisi, tedavinin başarı şansını arttırır ve erken tedavi bu engelin hayat boyu sürmesini engelleyebilir. İletişim bozukluklarını teşhis ve tedavi eden profesyoneller, konuşma dili patolojisi alanında hazırlıklıdırlar. Bir konuşma dili patolojisti insan iletişimi, gelişimi ve bozuklukları alanında eğitim görmüştür. Çocukların ve yetişkinlerin konuşma ve dil becerilerini inceleyerek bir sorun olup olmadığına ve varsa bunun en uygun hangi yolla tedavi edilmesi gerektiğine karar verir. 68
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Konuşma dili patolojisi hizmetleri birçok kamu ve özel okulda, halk kliniklerinde, hastanelerde, rehabilitasyon merkezlerinde, özel kurumlarda, sağlık departmanlarında, kolej ve üniversitelerde ve başka hükümet kurumlarında sunulur. Bir konuşma dili patolojistinin sorumlulukları arasında değerlendirme ve teşhis, terapi, başka konuşma bozukluğu uzmanlarına yönlendirme yer alır. Arka plan bilgisi toplayarak ve doğrudan yapılan gözlem ve testler sayesinde patolojist, bozukluğun seviyesini ve muhtemel sebebini açığa çıkarabilir. Konuşma dili patolojisti iletişim sorununu tamamen ortadan kaldırmak ya da azaltmak amacıyla bir tedavi yolu seçer ve hastanın ve/veya ailesinin sorunu anlamasına yardımcı olur. Başka bir tedavi gerekise başka bir uzmana yönlendirilir. Odyologlar, özel eğitimciler, psikologlar, nörologlar, pediatrlar, kbb uzmanları ve başka tıbbi uzmanlar teşhis ve tedaviye dahil edilebilirler. Mesela psikologlar konuşma bozukluğunun davranışsal ve duygusal kısımlarına odaklanırken, kbb uzmanları kişinin ses bozukluğuyla ilgili çıkarımlarda bulunurlar. Odyologlar ise bireyin işitmesinin herhangi bir konuşma bozukluğuna yol açıp açmadığını belirler. Konuşma bozukluğu herkesi her an etkileyebilir. Aramızdan herhangi birinin bu bozukluğu yaşamış olması ya da böyle birinin yakınında bulunmuş olması pek muhtemeldir. İletişim hayatın öylesine yer kaplayan bir parçasıdır ki konuşma bozukluğu hafife alınamaz. Yararlı önlemler, erken teşhis ve tedavi sayesinde ömürboyu sürebilecek zorluklar ortadan kaldırılabilir. 69
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Stres Çalışma Alanları: Başa Çıkma, Strese Dair Kritik Konular, Stres ve Hastalık. Bir kişi stres yaşadığı sürece, birçok hastalıkla bağlantılı fiziksel tepkimeler ortaya çıkar. Stres-hastalık ilişkisini anlamak ve stres seviyesini düşürmek, sağlıklı bir hayat sürdürmek adına önemlidir. Ana Kavramlar - Biyolojik Geri Bildirim - Endorfin - Genel Uyum Sendromu - Kontrol Merkezi - Psikonöroimmünoloji - Rahatlama Tepkisi - Stres Tetikleyici - Tip A Kişiliği - Tip B Kişiliği - Bilişsel Değerlendirme - Duygu Odaklı Başa Çıkma - Öğrenilmiş Çaresizlik - Sorun Odaklı Başa Çıkma - Stres Tetikleyicisi 70
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Geçmişte stres kavramı hem uyarıcı unsur (baskı ya da kuvvet), hem de karşılık (dert, sıkıntı) anlamına gelirdi. Yakın geçmişte daha çok insanların rahat hallerini tehdit eden durumlar sırasında kişilerin yaşadığı bir dizi değişiklik olarak açıklanmıştır. Bu değişiklikler fizyolojik uyarım, rahatsızlık hissi ve aleni davranışları içerir. “Anksiyete” ve “Korku” kavramları da insanların başa çıkma enerjilerini tüketen durumlarla karşılaştıklarında yaşadıkları şeyi anlatmak için kullanılır. Strese sebep olan dış koşullara stres tetikleyicileri adı verilir. Tetikleyicilerin birçok maddi bileşeni mevcuttur. Bunlara maruz kalma durumu nispeten kısa olabilir, net bir başlangıç ve bitiş noktası söz konusuysa akut tetikleyiciler; kesin bir sınırı olmayan ve görece uzun bir sürece yayılan durumlarda ise kronik tetikleyicilerin etkinlikleri görülür. Tetikleyiciler insanları hayatlarının farklı dönemlerinde vurabilir, bazen “boş zaman”larında (kişisel ve toplumsal beklentilerle kişinin o anki durumunun pek uyumlu olmadığı zamanlar) ya da uygunsuz zamanlarda (başka tetikleyicilerin de aktif olduğu zamanlar) yakalanabilirler. Son olarak, stres denk gelinmesi muhtemel olan zararlı durumların öngörülmesinden de doğabilir veya çoktan rastlanmış olan tetikleyicilerin kötü etkileri de stresi yaratabilir. Bütün bu unsular insanların stresli olayları yorumlama biçimini, onlarla nasıl uğraştıklarını
71
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ve ne kadar verimli bir şekilde başa çıkıyor olduklarını etkiler. Her ne kadar; neredeyse herkesin ileri derecede stres oluşturduğu belli durumlar olsa da, insanların bu durumlara verdiği karşılıklar arasında farklar vardır. Yani, çoğu insan bir uçaktan paraşütle atlarken korku duyup çekinirken, azımsanmayacak sayıda kişiler bu etkinliğin çok eğlenceli ve heyecanlı olduğunu düşünür. Yine benzer bir örnekten yola çıkacak olursak; çoğu kişi yılanlardan kaçınır, fakat bazıları onları evcil hayvan olarak değerlendirir. Tersi bir örnek; arabalar, kuşlar ve derinden gelen sese sahip insanlar genelde stres oluşturması beklenen şeyler değildir, fakat bazıları bu tür şeylerden strese girip neredeyse paniğe kapılırlar. Bu konuya dair temel kavram bilişsel değerlendirmedir. Olaylar ancak kişi onları tehdit edici ya da tehlikeli olarak çözümlediği an stres tetikleyicisi haline gelirler. Walter D. Fenz ve Seymour Epstein’in paraşütçülere dair yaptığı çalışmada gösterdikleri gibi, stres değerlemesi tetikleyiciye maruz kalındığı süre boyunca belirgin şekilde değişebilir, ve stres uyarılma düzenleri tecrübe fonksiyonu rolü görebilir. Fenz ve Epstein tecrübeli atlayıcıların korku seviyelerinin atlayış sabahı en yüksek noktasına çıktığını ve son ana kadar giderek azaldığını, ancak yine de atlayıştan sonra iniş esnasında korkularının birazcık da olsa arttığını ortaya koydular. Çaylak atlayıcılarda ise atlama zamanı gelene kadar korkularının giderek arttığı, atlamadan çok kısa 72
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
bir süre öncesinden itibaren ise tam tersine, korkularının yavaş yavaş azaldığını keşfetmişlerdir. İki grup da en yüksek korku seviyesine tehlikede oldukları zamandan ziyade, öngörme süreci esnasında ulaşmışlardır. Stres terimi, psikoloji alanında kullanıldığı gibi zorlu veya kötücül bir durumla karşılaşıldığında kişinin yaşadığı fiziksel veya psikolojik rahatsızlık olarak tanımlanabilir. Bu tanıma ilişkin dört adet çıkarım yapacak olursak; stres, kişinin tecrübe ettiği şeydir, çevrenin yol açtığı şey değil. (1) Stresli durum/olay algısı kişiden kişiye değişir, bir kişinin çok fazla strese girdiği bir olay başka bir kişi için hiçbir stres yükü taşımayabilir. (2) Tıbbi cemiyeti ve kamuoyunu stres kavramı ve sonuçlarına dair herkesten daha çok bilgilendirmiş olan Hans Selye, bir sahilde hiçbirşey yapmadan harcanan bir günü inanılmaz stresli bir etkinlik olarak nitelemiştir. İnsanların algılarındaki bu fark olayların strese yol açmadığı görüşünü destekler. Aslında stres kişinin olayları yorumlamasından doğar. Stres olumsuz görülen olaylara karşı verilen karşılıkla doğar, fakat olumlu olarak nitelenen ama yine de zorlayıcı durumlarda da stres yaşanabilir. (3) Thomas Holmes ve Richard Hahe tarafından geliştirilen Sosyal Anlamda Yeniden Düzenlemeye Dair Puan Ölçeği (Social Readjustment Rating Scale) olumlu ve olumsuz olayları kapsar.
73
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Olumsuz bir olay (kardeşin ölümü) çok net bir şekilde stres kaynağıdır, fakat evlilik gibi genel anlamda olumlu bir olay da stres kaynağı olabilir. Stres tetikleyicileri psikolojik ve/veya fizyolojik stres bağlantılı rahatsızlıklara yol açabilir . (4) Psikolojik karşılığın öngörülmesi nispeten zordur. Belli bir stres unsuru bir kişide öfke uyandırırken, başka bir kişide depresyonla veya başarma azmiyle sonuçlanabilir. Genel Uyum Sendromu Fizyolojik karşılıklar daha kolay öngörülebilir. 1930’ların başında, Selye stres tetikleyicilerine verilen karşılıklarını incelemeye başlamıştır. Neticede fiziksek karşılıkarlın tipik düzenini tanımlamak için Genel Uyum Sendromu (GUS) terimini kullanmaya başladı. Selye GUS’u üç aşamaya ayırdı: Alarm, direniş ve tükeniş. İlk aşama kişinin dehşete düşmesiyle, gerilmesiyle veya sadece endişelenmesiyle başlar. Vücut stres tetikleyicisiyle başa çıkmak için bir dizi değişiklikten geçer. Metabolizma hızlanır. Solunum artar. Epinefrin, norepinefrin ve kortizol adlı hormonlar salgılanır. Şeker karaciğerden salınır. Kaslar gerilir. Kan iç organlardan kas sistemine geçiş yapar. Bu ve birçok başka dğeişiklik vücudun o anki durumla başa çıkması amacıyla gerçekleşir, fakat bu uyarım halinin bedeli baş ağrısı, mide ağrısı, uykusuzluk, yorgunluk, ishal ve iştah kaybı gibi bedelleri vardır. Vücutta enerji ve uyanıklık 74
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
halinin artışı hastalıklara azalmasına yol açar.
karşı
mukavemetin
İnsanlar bu alarm aşamasında çok fazla kalamazlar. Eğer stres unsuru ortadan kaldırılmazsa, vücut direniş aşamasına geçer. Bu aşama birkaç dakika da sürebilir, birkaç gün veya birkaç hafta da. Bu aşama esnasında vücut stres tetikleyicisine uyum sağlama amacı güder. Alarm aşamasındaki fiziksel değişikliklerde bir sakinleşme görülür. Hatta hastalıklara karşı olan direnç normalin üstüne çıkar. Ancak vücut hâlâ stres içinde olduğundan bu durumda uzun süre kalmak eninde sonunda fizyolojik ve psikolojik tükenişe yol açar. Selye hayat boyunca kişilerin ilk iki aşamadan birçok kez geçtiklerini belirtmiştir. Hayatın zorluklarına ve taleplerine uyum sağlamak için gerekli olan da budur. Asıl tehlike stres unsurunun ortadan kaldırılmamasıdır. Tükeniş aşamasında, vücut hastalıklara karşı savunmasız kalır ve ekstrem durumlarda bilinç kaybı, hatta ölüm görülebilir. Daha taze araştırmalar stres karşılığına dair ince ayrıntıları ve değişiklikleri ortaya çıkardıysa da, Selye’nin temel bulguları destek bulmaya devam etmiştir. Stresin vücut üzerindeki fiziksel anlamda doğrudan etkilerine ek olarak, dolaylı etkiler de hastalığa yol açabilir. Mesela, stres tütün ve alkol kullanımı, aşırı yeme gibi riskli davranışlara da sebep olabilir.
75
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Kalp Hastalıkları ve Bağışıklık Etkileri Stres belli hastalıklara sebep olabilir veya bunların şiddetlenmesine yol açabilir. Amerikanlar uzun süredir stres ve kalp kastalıkları arasındaki ilişkinin farkında olmuştur. Stresle bağlantılı biyokimyasal değişiklikler yüksek tansiyona, kalp atışının artmasına ve kan dolaşımına yağın dahil olmasına yol açar. Eğer yağ kaslar tarafından fiziksel aktivitelerle tüketilirse (bir kişinin kendini bir saldırgandan savunması) ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaz. Fakat kişi herhangi bri fiziksel etkinliğie girmeden stres yaşarsa (Batı toplumlarında daha sık görülen senaryo) yağ kan damarlarına aktarılır. Bu durum sürdükçe hayat da tehlike altına girer. Meyer Friedman ve Ray Rosenman adlı iki kardiyoloğun yaptığı çalışmalar, kalp hastalıkları ve stres konusuna gelince özel bir önem taşımaktadır. Friedman ve Rosenman önce kişisel gözlemlerine, sonra da klinik çalışmalara dayanarak kalp hastalığına meyilli bir kişilik tipi olduğunu iddia etmiştir. En büyük risk altındaki kişilik tipi sabırsız, saldırgan, hırslı ve rekabetçi bireylerden oluşur. Buna Tip A kişiliği adını verdiler. Tip B kişiliği ise sakin, sabırlı ve rahatlamış bireylerin kişilik tipini tanımlamak için kullanılmıştır. Tip A - Tip B kavramına dayanarak insan sağlığı birçok çalışma aracılığıyla incelemeye tabi tutulmuştur. Hemen hemen hepsi Friedman ve Rosenman’ın 76
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
çıkarımlarıyla uyumludur. Fakat çalışmalardan biri ve bu çalışmaya yönelik yapılan analizler göstermiştir ki, Tip A kişiliğinin sağlığa zararlı özellikleri arasında saldırganlık, şüphecilik ve sabırsızlık yer alırken, başarma hırsı yer almamıştır. Stresin hastalıklarla ilişkisini daha derinden inceleyen yeni bir araştırma alanı ise bağışıklık sistemini işin içine dahil etmiştir. Stresle birlikte fizyolojik değişiklikler olurken bağışıklık sistemi baskılanır. Bağışıklık sisteminin iki ana işlevi vardır: zararlı ve yabancı materyalleri (antijen) belirleyip yok etmek ve vücudun kötü huylu hale gelmiş kendine ait hücrelerini belirleyip yok etmek. Yani bağışıklık sistemi baskılanırsa, vücut hastalıklara sebep olan durumlara karşı daha savunmasız kalır. Laboratuvar fareleri üzerinde yapılan bir araştırma bu etkileri daha iyi göstermiştir. Öncelikle farelere tümör hücreleri verilmiş, sonra da bu farelerin bazıları stresli durumlara maruz bırakılmıştır. Bu farelerin kansere daha az dirençli olduğu, diğer “düşük stresli” farelerin tümörlerinin daha küçük kaldığı gözlemlenmiştir. Psikonöroimmünoloji adlı alanda yaşanan yeni gelişmeler vücut ve zihin arasındaki iletişimin kimyasal temellerine odaklanmıştır. Bu alandaki araştırmalar bağışıklık sisteminin stres sonucu oluşan psikolojik unsurlar tarafından etkilendiğini kanıtlamıştır. Mesela yapılan bir çalışmada sınav dönemi içindeki öğrencilerin enfeksiyonlarla savaşan antikor seviyeleri ölçülmüş ve epey düşük çıkmıştır. Yani en stresli oldukları dönemde hastalıklara dirençleri en düşük seviyeye iner. Sağlık 77
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
merkezleri öğrencilerin sınav dönemlerinde hastalanmaya daha çok meyilli olduklarını doğrulamıştır. Araştırma devam ettikçe, stresle bağlantılı hastalıkların sayısı artmaktadır. Yakın zamanda yapılan araştırmaların sonucunda stresle bağlantılı hastalıklar arasında akne, astım, kanser, soğuk alma, koroner tromboz, şeker hastalığı, gastrik ülser, uçuk (tip 1 ve 2), HIV enfeksiyonu, hiperlipidemi (kandaki yağ oranının yüksek olması), yüksek tansiyon, kısırlık, irritabl bağırsak sendromu, migren, MS, romatizma, streptokoksik enfeksiyon, felç, lupus ve verem yer alır. Araştırmalar stresin depresyona, uyku bozukluklarına, ovulasyona ve Alzheimer hastalığıyla bağlantılı beyin atrofisine de yol açabileceğini göstermiştir. Stresin mide ülserine sebep olmadığı ispatlanmıştır, ülsere sebep olan helicobacter adlı bakterinin keşfedilmesinin bunda büyük payı vardır. Fakat yine de stresin midede mukoz birikmesinde rol oynadığı, bu birikmenin de vücudu ülsere karşı daha savunmasız bir hale soktuğu tahmin edilmektedir. Bazı uzmanlar stres tarafından şöyle ya da böyle etkilenmeyecek bir hastalık olmadığını ileri sürmüşlerdir. Yukarıda sayılan rahatsızlıkların çok az bir kısmına stresin tek başına yol açtığı unutulmamalıdır. Genetik bileşim, cinsiyet, ırk, çevresel şartlar, beslenme ve bunun gibi birçok unsur hastalık riskini etkilemektedir. Yine de hastalıklara karşı direncin ve 78
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
hastalığın sonraki aşamalarının etkilendiği göz ardı edilemez.
stres
tarafından
Stres Azaltımı ve Başa Çıkma Neden hayatları stresle dolup taşıyor gibi gözüken bazı insanlar hiçbir şekilde hastalanmazlar? Bu soruya verilecek cevap sıradan insanların stres seviyelerini düşürmek için yapması gerekenleri bulmak adına çok önemlidir. Zihinsel unsurlar (iyimser, kötümser, kafaya takmayan, hırslı, dost canlısı, saldırgan, vs) kişinin stres seviyesini belirlemek adına çok önemlidir. Tip A - Tip B araştırması bu unsurların önemini gösteren güzel bir örnektir. İkizler hakkında yapılan bir araştırma mizacın doğuştan geldiğini göstermiştir; fakat herhangi biri daha iyimser, cömert ve sabırlı olmayı tercih edebilir. Norman Cousins hayatını sürdürmek adına hal ve gidişatını değiştiren kişilere bir örnek olarak gösterilir. Cousins, Selye’nin kaleme aldığı “The Stress of Life (Hayatın Stresi) (1956)” adlı olumsuz duyguların fiziksel stres ve hastalıklara yol açabileceğini öne süren kitabını okumuştur. Cousins nadir görülen ve iyileşme ihtimalinin düşük olduğu acı dolu bir hastalıktan muzdariptir. Kitabı okuduktan sonra olumsuz duygular hastalığa yol açıyorsa, olumlu duyguların da iyileşmeye katkı bulunmasının gerektiğini düşünmüş ve ona göre hareket etmeye başlamıştır.
79
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Cousins, hastane odasını daha hoş bir ortam için bıraktığını, yüksek dozda ilaçlar yerine yüksek dozda C vitamini almaya başladığını ve endişelenmekten vazgeçtiğini anlatmıştır. Hastalığıyla meşgul olan tıbbi ekibi de şaşırtarak iyileşmeye o anda başlamıştır. Her ne kadar artık klasik haline gelmiş bu örnek sadece kişisel bir tecrübeden ibaret olsa da, ruhsal durum ve stres temalı araştırmalar Cousins’in zihinsel yaklaşımını değiştirip endişelenmeyi bırakmasının (geleneksel tıbbi bakımı reddetmesini değil) bu alanda önemli etkisi olduğunu göstermiştir. Bu konuyla alakalı başka bir araştırma psikolojik dayanıklılığın strese direnmeye ne yönde katkı sağladığına dair yapılmıştır. Suzanne Kobasa ve meslektaşları hayatları stres dolu iş adamlarının hayatlarındaki stres tetikleyicilerini incelemiştir. Stres unsurlarıyla başa çıkabilen bu dayanıklı bireyleri o kadar da dayanıklı olmayan kişilerle kıyaslayınca iki grubun üç önemli fakat temel anlamda ayrıştığını ortaya koymuştur. İlki bağlılık. Strese dirençli yöneticiler net bir değerler bütünü taşımaktadırlar. Net amaçları ve bu amaçlara bağlılıkları söz konusudur. Daha az dayanıklı yöneticiler dışlanma hissi içindedirler. İkincisi zorluk. Dirençli yöneticiler zorlukları ve mücadeleleri memnuniyetle karşılamış ve düzenliliktense de değişikliği hayatlarının temeline oturtmuşlardır. Daha az dirençli meslektaşları değişikliğe korkuyla yaklaşmışlardır. 80
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Üçüncüsü kontrol. Dayanıklı yöneticiler hayatlarını kontrol ettiklerini hissetmektedirler. Araştırmanın bu kısmı 1960’larda “kontrol merkezi” adlı kavramla ilişkili bir araştırmayla örtüşür. Dahili bir kontrol merkezine sahip kişiler hayatlarını kontrol ederken güçlü olduklarını hissederler. Araştırmanın bu kısmı bu tarz inançlar beslemenin stresi azalttığını ortaya çıkarmıştır. Yıllar önce fiziksel kondisyon ile zihinsel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen binden fazla çalışma yapılmıştır. Bu bombardımana tutulmuş alandan çıkan sonuç şudur: Egzersiz stres seviyesini azaltabilir. Düzenli ve sürekli aerobik egzersiz savunulsa da, günde on dakikalık bir yürüyüşün bile ölçümlenebilir yararlı etkileri mevcuttur. Egzersiz esnasında endorfin adlı sinir taşıyıcıları dahil olmak üzere bazı kimyasal maddeler salgılanır. Endorfin acıyı azaltma ve mutluluk hissiyatı vermek için harekete geçer, bir nevi uyuşturucu gibi. Strese maruz kalmanın endorfinlerde artışa yol açtığı bilinir. Mesela koşuculara dair yapılan bir araştırmada bir gruba opiat engelleyici ilaç verilirken, diğer gruba plasebo verilmiştir. Yorucu koşuların ardından plasebo alan grup yoğun şekilde mutluluk hissederken diğer grup ise herhangi bir mutluluk hissetmemiştir. Egzersiz esnasında salgılanan başka kimyasallar da salgılanır, antidepresan olarak etkinleştiği düşünülen dopamin de dahil. Sonuç olarak egzersizin stres azaltıcı etkileri bu veriler ışığında kanıtlanmıştır. 81
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Stres azaltımına dair başka bir yaklaşım ise fiziksel bir “rahatlama tepkisi” hissettirmekle alakalıdır. Bu terim Herbert Benson tarafından bulunmuştur. Bazı kişilerin meditasyon aracılığıyla tansiyon, kalp atışı ve oksijen tüketimini bilinçli olarak azaltması ilgisini çekmiştir. Sonrasında bu sürecin herhangi bir mistik tarafının olmadığı ve kolaylıkla öğrenilebileceği kanısına varmıştır. Bu süreç rahat hale gelme, gözleri kapatma, derin nefes alma, kasları gevşetme ve zihni basit bir kelime veya kelime grubuna odaklamaktan ibarettir. Başkaları ise daha zor fark edilen fizyolojik değişiklikleri yakından takip eden elektronik bir aygıttan yardım alır. Bu değişiklikleri gözlemleyerek bir kişi kalp atışını azaltabilir. Buna biyolojik geri bildirim antrenmanı denir. Araştırmalardan yola çıkılarak geliştirilen başka teknikler sağduyunun da stresi azalttığını göstermiştir. Güçlü bir sosyal destek sisteminin önemi de keşfedilmiştir; kişinin kendi değerler sistemini ihlal ettiğinde kendisini disipline etmesi çok önemlidir. Sevgi ve şefkat ihtiyacı içindeki bir ev hayvanına sahiplik etmenin bile stresi azaltıcı etkileri olduğu ortaya konmuştur. Stres Ölçümü Stres tepkileri üç farklı şekilde ölçülür: Kişinin Kendi Beyanatına Dayalı Rapor, Davranışsal Gözlemleme Aracılığıyla Yapılan Ölçüm ve Fizyolojik Uyarım Temelli Ölçüm. 82
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Kişilerin kendi durumlarını bildirme yöntemi davranışsal bilim insanlarının en çok başvurduğu yöntemdir. Charles Spielberger’in geliştirdiği STAI’ye (State-Trait Anxiety Inventory) ait olan Anksiyete Ölçeği en çok kullanılan kendini bildirme yöntemlerindendir. Bu ölçekte “gerginim”, “endişeliyim” ve “memnunum” gibi durum bildirimleri yer alır. Kişiler kendilerine sunulan nesnelere göre nasıl hissetiklerini açıklarlar. Anksiyete ölçekleri kolaylıkla uygulanabilir ve puanlanabilir. Ayrıca tekrarlanmaları da kolaydır ve buna rağmen stres değişikliklerine dair sağlam veriler elde edilir. Fakat bazıları tarafından bu yöntem eleştirilmiştir; testin niyetinin gereğinden fazla aleni olduğu ve stres seviyelerini gizlemek niyetinde olan kişilerin bunu kolaylıkla yapabildikleri belirtilmiştir. Stresin aleni davranışsal ölçümü doğrudan ve dolaylı gözlemsel ölçümden ibarettir. Doğrudan ölçüm stres bağlantılı fizyolojik olarak gözlemlenebilen davranışlara (şiddetli nefes alma, ürperme ve terleme; tırnak yeme, sürekli göz kırpma; volta atma) odaklanır. Konuşma rahatsızlıkları, hem sözlü (tekrarlar, harflerin yutulması, eksik cümleler, dil sürçmeleri) ve hem sözsüz (duraklamalar ve el-kol hareketleri) derinlemesine analiz edilmiş, fakat tek bir ölçüm ya da düzen güvenilir bir stres işaretçisi olarak belirlenememiştir. Başka bir genel korku göstergesi de yüz ifadeleridir. Paul Ekman ve Wallace V. Friesen adlı psikologlar bu alanda çalışmalar yapmış ve korku esnasında kaşların (kalkık ve yakın), gözlerin (açık, 83
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
aşağı kapak gergin) ve dudakların (geriye çekilmiş) en belirgin işaretleri verdiği sonucuna varmışlardır. Dolaylı gözlemsel ölçümler insanların korkulan nesnelerden ne derece kaçındığına odaklıdır. Mesela, klinik psikologlar korku seviyesini ölçmek için yapılan bir testte, bireyden korku hissi uyaran şeye (yılan mesela) şeye yaklaşıp giderek artan bir şekilde etkileşime girmesi (kafese yakın mesafeden bakması, yılana dokunması, hatta eline alması) gibi şeyler istenmiştir. Bu testin altında yatan açıklama ise korku ne kadar çok açığa çıkarsa, testin başında kişi korkulan öğeden kaçınmaya çalışacaktır. Başka örneklerde ise klostrofobik kişilerden kapalı bir yerde ellerinden geldiğince uzun durmaları ya da yükseklik korkusu olan kişilerden bir merdivene çıkıp kendi durumlarını değerlendirmeleri istenmiştir. Fizyolojik uyarım strese verilen karşılığın bütünleyici bir parçasıdır. En sık gözlemlenen karşılık sistemi kardiyovasküler karşılıklar, elektrodurmal karşılıklar ve kas gerginliğidir. Bu ölçümler stres seviyesinin bağımsız anlamda göstergesi olabildikleri gibi, stres kaynaklı hastalıkları da işaret edebilir. Ülser ve Öğrenilmiş Çaresizlik Stres kavramı belli hastalıkların etiyolojisini (hastalıkların sebeplerini arama bilimi) anlamak için kullanılmıştır. Kısmen de olsa strese maruz kalmaktan doğan veya stresle başa çıkma sıkıntılarından doğan 84
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
hastalıklara Psiko-Fizyolojik Psikosomatik Bozukluklar denir.
Bozukluklar
veya
Ülser ve koroner kalp hastalığında psikolojik unsurlar diğer hastalıklara göre çok daha fazla etkili olabilmektedir. Joseph V. Brady’nin “yönetici maymun” adlı çalışmasında ülser hastalığında stresin rolüne odaklanılmıştır. Bu çalışmada, maymun çiftleri kısıtlayıcı bir aparatla birbirine bağlandıktan sonra maymunlara elektrik verilmeye başlanmıştır. Fakat maymun çiftlerinden birinin önünde şoku engelleyecek bir kol sabitlenmişken (yürütücü maymun) diğerine şoku engellemek için herhangi bir imkan sunulmamıştır. Yürütücü maymun için uyarı işareti mahiyetinde bir şok verildikten sonra o maymun ikisinin de iyiliğine dair karar verici konuma yükseltilmiştir. Yani yürütücü maymun kolu çekerse şok verilmeyecektir. Şoku durdurma imkanı olmayan pasif maymunlar hayatta kalırken, yürütücü maymunlar birkaç hafta sonra ülserden ölmeye başlamışlardır. Bu deney, tasarımından ötürü eleştirilmiş olsa da, hayati tehlike sunan fizyolojik süreçlere stresin ne derece etkili olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Her ne kadar sürekli karar alan yönetici konumunda olmak çok stresli olsa da, araştırmalar strese uzun süre maruz kalındığında ve stres kaynağını azaltma ya da ortadan kaldırma imkanı olmadığında stresin çok daha zararlı olduğunu ortaya koymuştur. İnsanlar ve hayvanların öğrenilmiş çaresizliği, herhangi bir kontrol imkanı bulunmayan itici bir duruma girdiklerinde tecrübe ettikleri söylenir. Bu kavram 85
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
psikolog Martin E. P. Seligman ve meslektaşları tarafından sunulmuştur. Fareler ve köpeklerle yapılan kontrollü bir araştırma, Seligman ve meslektaşları kontrol edilemeyen ve uzun döneme yayılmış stresin duygusal, motivasyonal ve bilişsel zararları olduğunu göstermiştir. Hayvanlar, depresyon ve içine kapanma işaretleri sergilemiş, çevrelerine hakim olma ve sorun çözme yetenekleri sekteye uğramıştır. Öğrenilmiş çaresizlik insanlarda da görülmüştür. Seligman, Bruno Bettelheim’in Nazi toplama kamplarındaki yaşadıkları inanılmaz vahşet ve durumlarındaki umutsuzluktan ötürü net bir fiziksel sebep olmadan hayatlarını kaybeden mahkumları örnek olarak göstermiştir. Belli kurumlara yerleştirilmiş (huzur evi, bakım evi vs.) hastalarda da bu durum gözlenmiştir. Çünkü çevre hakimiyetlerinin az olmasından dolayı stresli bir hayat sürdürmektedirler. Seligman bu tür hastaların sağlık durumlarının iyileştirilebileceğini, bunun da günlük yapılan sıradan işlere (kahvaltıda ne yeneceği, ne zaman yatıp ne zaman kalkılacağı vs.) dair ne kadar kontrol verilirse stresin de o kadar azalacağını önermiştir. Stres ve Kontrol Araştırma bulguları, Seligman’ın tavsiyelerini doğrular niteliktedir. Örnek olarak, Ellen Langer ve Judith Rodi adlı psikologlar huzur evinde kalan bir gruba odalarını istedikleri gibi düzenleyebileceklerini, 86
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
istedikleri zaman sinemaya gidebileceklerini ve istedikleri kişiyle etkileşime girebileceklerini söylemiştir. Başka bir grubu ise çalışanların inisiyatifine bırakıp, onları ellerinden geldiğince mutlu etmeye çalışmalarını salık vermişledir. İlk gruptaki kişiler ikinci gruba çok daha aktif ve mutlu olduklarını bildirmişlerdir. Ayrıca çevrelerine karşı daha açık ve farklı etkinliklerle daha içli dışlı oldukları gözlenmiştir. Bu 18 aylık süreç boyunca ilk grubun yüzde on beşi hayatını kaybederken, ikinci grupta ise bu rakam yüzde 30 olarak kaydedilmiştir. İnsanların kontrol ve öngörülebilirlik algılarını değiştirmek stresli geçiş dönemlerine uyum sağlamada yardımcı olabilir. Stephen Auerbach ve Suzanne Miller’ın yaptığı çalışmalar stresle etkin bir şekilde mücadele etmeyi seçen insanlar için (stresin kaynağından kaçınmak yerine), stresli ameliyatlar ve tanısal muayenelere dair ayrıntılı bilgi verilirse bu durumlara uyum sağlamak daha da kolaylaşır. Başka türlü kontrolün asgari seviyede olması beklenen bu tarz durumlarda, sunulan bilginin öngörülebilirlik ve kontrolü arttıracağı aşikârdır. Stres tetikleyicisini köreltmeyi seçen başkaları ise, bu tür durumlara ayrıntılı bilgi verilmediğinde daha çok uyum sağlarlar.
87
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Strese Verilen Tepki Fizyolog Walter B. Cannon insanların stresli durumlara nasıl tepki gösterdiklerini açıklayan ilk bilim insanlarındandır. Bir tehditle karşılaşıldığında, kişinin vücudu “kaçmaya ya da savaşmaya” yönelik hareketlenir. Nabız artar, terleme görülür, kaslar gerilir ve stresi yaratan durumla yüzleşmek ya da ortamdan uzaklaşmak için vücut kendini hazırlar. Hans Selye kaçma-savaşma tepkisini strese maruz bırakılan fareler aracılığıyla daha ayrıntılı incelemiştir. Strese verilen tepkiyi üç aşamaya bölmüştür ki buna da sonradan genel uyum sendromu (GAS) adını vermiştir. Bu aşamalar; alarm reaksiyonu, direnme aşaması ve tükeniş aşamasından ibarettir. Tükeniş aşaması uzun vadeli ve kesintisiz strese maruz kalmanın sonucudur ve geri döndürülemez fizyolojik zararlara yol açar. Selye ayrıca çok bariz şekilde olumsuz nitelikli olaylarla birlikte (ölüm, kovulma vs.) olumlu nitelikli olayların da stres kaynağı olabileceği, çünkü bu tür olayların insan hayatında temelden değişikliklere yol açtığına ve uyum sürecinin stresli geçebileceğine de değinmiştir. Yani olumlu olayların da tıpkı olumsuz olaylar gibi belirsiz fizyolojik stres karşılığı üreteceğini belirtmiştir. Bireyin herhangi bir olayı nasıl idrak ettiği olayın stres kaynağı olup olmayacağını en çok etkileyen 88
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
belirleyici unsurdur. Psikolog Richard Lazarus streslilik algısını ve insanların değerlemeleri nasıl değiştirdiğine dair üç bilişsel mekanizma ortaya atmıştır (birincil değerlemeler, ikincil değerlemeler, başa çıkma stratejileri). Birincil değerleme bir olayın nötr mü yoksa tehdit edici ya da potansiyel olarak zararlı olup olmadığını algılama aşamasıdır. Eğer olay tehdit edici olarak görüldüyse ikinci değerleme başa çıkma seçenekleri ve manevraları arasından ortaya çıkar. Asıl başa çıkma stratejileri sorun çözme odaklı (stresi oluşturan durumu değiştirme) veya duygu odaklı (stresi oluşturan durumun bilişsel belirleyicilerini ya da fiziksel uyarımı kısıtlama) olabilir. Psikologlar stres yönetim prosedürü gibi kavramları insanlara günlük hayatlarında yardım etmek amacıyla geliştirmişlerdir. “Stres” terimi insanların tehlikeli ya da tehdit edici olarak değerlendirdikleri ve başa çıkma yeteneklerini harekete geçiren durumlarla yüz yüze geldiklerinde nasıl davrandıklarını göstermek için kullanılır. Stresli olaylar (stres tetikleyicileri) insanlarda geniş çaplı karşılıklara sebep olur. Sadece fizyolojik değişikliklere yol açmakla kalmazlar, ayrıca kişinin duygusal durumunu, düşünsel yeteneklerini ve sorun çözmekteki etkinliğin ve sosyal davranışlarını da etkiler. Stres yaşarken, kişiler stres tetikleyicisine dair birşey yapmak ve o anki duygusal bozgun durumunu yönetmek için hareket ederler. Bu manevralara başa çıkma tepkileri adı verilir. Başa çıkmak stres sürecinin temel bir 89
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kavramıdır. Stres yönetiminde müdahele etme teknikleri insanlara günlük hayatlarında karşılaştıkları stres tetikleyicileriyle nasıl başa çıkmalarını öğretmek amacıyla tasarlanmıştır. Anksiyete ve Fobiler Stresin en çok etkilediği duygu durumu anksiyetedir. Aslında, “durum anksiyetesi” terimi, geçici olan duygusal bir reaksiyonu tehlikeli bir durum olarak belirtmek için “korku” ve “stres” terimleriyle değişmeli olarak kullanılır. Stres, korku, ve durum anksiyetesi, nispeten dengeli bir karakter hali olan sürekli anksiyeteden ayrılır. Psikolog Charles Spielberger’e göre, sürekli anksiyete ya da “kronik” anksiyetesi yüksek olan kişiler, düşük olan kişilere göre daha çok olayı, tehlikeli olarak algılar ve bu olaylara yoğun stres reaksiyonuyla (durum anksiyetesi) karşılık verir. Sürekli anksiyeteyi ölçmek için insanlara genelde nasıl hissettikleri sorulur ve böylece durumlara Sürekli anksiyetenin ölçümleri (STAI - Sürekli ve Durum Anksiyetesi Ölçeği’nde olduğu gibi) özsaygıya zarar verebilecek durumlarda yüksek seviyede stres yaşayıp yaşamadıklarını öngörmek için epey kullanışlıdır. Son zamanlarda geliştirilmiş olan iki boyutlu circumplex modeli duyguların stresle bağlantısını göstermek için tasarlanmıştır. Circumplex’in aktivasyon tarafı duygunun ne kadar uyanıklık, enerji ve hareketlilik tetiklediğini gösterirken deaktivasyon tarafı uyuşukluk 90
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
ve tembelliği ifade eder. Circumplex’in ikinci boyutu hoşnutluk/hoşnutsuzluk durumlarının duyguyla bağlantısını açıklar. Mesela, algılanan stres ve anksiyete hoşnutsuz aktivasyon olarak görülür. Fakat huzur ise hoşnut deaktivasyon kısmında yer alır. Richard Lazarus stresli bir olayın ilişkisel anlamı olayla bağlantılı duygunun ne olduğunu belirler. Örneğin, öfkenin ilişkisel anlamı “bana ve bana ait olan şeyleri alçaltıcı bir saldırı”dır. Anksiyetenin ilişkisel anlamı ise “belli olmayan veya varoluşsal bir tehditle yüze yüze gelmek”tir. Dehşetin ilişkisel anlamı “kesin, somut ve baskın bir fiziksel tehditle karşılaşmak”tır. O anki duygu halini değiştirmek için kişi sorunla iki türlü başa çıkabilir: Gerçekliği değiştirerek (sorun odaklı başa çıkma) ya da olayın yorumlanmasını değiştirerek (duygu odaklı başa çıkma). Ancak sık rastlanan fobi ve korkuların, özellikle algılanan tehdit fiziksel anlamda sağlam bir altyapısı varsa, sürekli anksiyete seviyesindeki bireysel farklarla bağlantısı yoktur. Yani sürekli anksiyete için kullanılan ölçüm teknikleri bir yılanla karşılaşan, ameliyat masasında bekleyen veya elektrik yeme riski taşıyan birinin durumunda pek işe yaramazlar. Bu tür korkuların ölçümü ancak o durumlar için özel olarak tasarlanan değerlendirme yöntemleriyle öngörülebilir. Geniş çaplı ayarlamalar gerektiren olaylar gibi, sürekli rahatsızlık teşkil eden ve kağıt üzerinde önemsiz gözüken olaylar da fazla stresli olabilir. Richard Lazarus ve Susan Folkman bu olaylara günlük sıkıntılar adını 91
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
takmıştır. Medya daha çok uçak kazaları, depremler ya da ilgi çekmesi muhtemel başka tür ürkütücü olaylara odaklanır. Fakat birçok insan için günün stresi daha çok iş sıkıntıları, başka insanlarla olan ilişkiler ve diğer günlük olaylarda yatar. Genelde insanlar korktukları şeylerden somut bir zarar veya rahatsızlık görmemişlerdir. Mesela uçak korkusu olan ya da bir nükleer santralin yakınında yaşayan insanların çoğu bu tür şeylerden herhangi bir zarar tecrübe etmemişlerdir. Her ne kadar insanlar ne kadar mantıklı olduklarıyla övünsler de, olayları değerlendirirken pek de rasyonel değillerdir. Mesela, nükleer santrallere yönelik genel bir endişe olsa da bu santraller yüzünden yaşanan ölümler pek azdır. Çocukluk Fobilerinden Kurtulmak Çocukluk fobisi küçük yaşta oluşan tehlike ve korku demektir. Çocukluk fobilerinin iki ayırt edici özelliği vardır; standart olanlar ve runofthe korkular. İlk korkular irrasyoneldir ve genellikle oluşma olasılıkları çok düşüktür. İkinciler ise çok güçlüdür ve günlük yaşamı etkileyebilecek kadar niteliklidirler. Çoğu korku çocukluk döneminde gelişmektedir ve tedavi olunmaması durumunda yetişkinlik döneminde de devam eder. Diğer korkular yetişkinlik döneminde gelişir ancak bu durum genellikle çok yaygın değildir. Nüfusun yaklaşık %10’unun hayatlarında en az
92
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
bir fobiye sahip olduğu tahmin edilmektedir. Genel fobilerin yer aldığı dört grup vardır; • Hayvanlar: Yılanlar, örümcekler, fareler, sıçanlar ve köpekler en çok görülen hayvan korkularıdır. • Doğal çevre: Bu korkular hava durumu, elementler ya da benzeri doğal çevre etkileridir. Bu grupta su, karanlığa yakın aydınlık, yükseklik ve ağaçlar da yer almaktadır. • Durumsal: Bu gruptaki korkular belirli durumlar ya da belirli tipteki insan davranışları dolayısıyla oluşmaktadır. Bazı durumsal fobilere örnek olarak uçmak, araba sürmek, asansör, doktor, saç kesimi ve kalabalık korkularını örnek verebiliriz. • Kan Enjeksiyon Yaralanmaları: Durum fobilerinin bir türüdür ve enjeksiyon korkusunu ifade eder. Kan, kemik kırılması, enjeksiyon, hasta düşmek ve körlük bunlara örnek gösterilebilir. Fobileri; hasta hâlâ çocukken tedavi etmek tercih edilir. Ancak çocukların tedavisinin yetişkin tedavisinden daha zor olduğu kanıtlanmıştır. Yetişkinler tedaviye çocuklardan daha çok cevap verirler. Bir yeni metod da maruz bırakma tedavisidir (MBT) ve % 80 oranla yetişkinlerde daha başarılıdır. MBT fobilerin tedavisinde kullanılan son tedavidir ve yetişkinlerdeki etkisi dolayısıyla, çocuklar için daha saf hale getirilmiştir. MBT değerlendirme ile başlar. Fobinin çeşitleri öncelikle belirlenmiş ve düzeyinin kriterlere uygun şekilde tedavisi sağlanmış olmalıdır. Sıkıntı birimleri (OST) genellikle kritere dayalı 93
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
verilmektedir. Örneğin, sinofobisi (köpek korkusu) olan bir insan televizyonda bir köpek gördüğümde 50 OST’a, canlı bir köpek gördüğünde ya da dokunduğunda korkusu 100 OST’a erişir. Değerlendirmenin ardından hasta ve terapistin anlaşarak karar verdiği bir anlaşmaya varılır. Pozlama çeşitli düzeylerde artırılır ve hatta normal süreci hızlandırmak için alışma sürecine hızlı geçilir. OST tedavisi gören çocuklar, koşullar boyunca destek görmeli ve bir daha aynı sıkıntıyı yaşamamak için yardım almalıdırlar. OST genellikle ebeveyn ya da aile desteği ile gerçekleşir. Ailesinin kendisine destek olduğu bir korkunun üstesinden gelmek, çocuk için daha kolaydır. Eğitim desteği ise çocuğa fobi ile başa çıkmak için becerilerini geliştirme fırsatı sunar. Şizofreni Şizofreni kelimesi ilk duyulduğunda birçok kişi aniden medyanın, halkın aklına soktuğu fikirlere dikkat etmeye ve varsayımlarda bulunmaya başladı. İnsanlar yalnızca şizofreniyi şiddet eğilimi olan hastalar olarak gördü, bu insanlar akıllarında sesler duyan ve diğer aşağılayıcı kalıplaşmış özelliklere sahip olan insanlarmış gibi düşünüldüler. Bunların bazıları doğru olabilir ancak şizofreni ile savaşan insanlar “deli” değildir. Psikoloji bilimi boyunca şizofreni hastaları daha çok yumuşak huylu ve provoke süreci boyunca şiddet eğilimi olmayan insanlar olarak 94
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
tanımlandılar. Psikoloji ayrıca şizofreninin tedavi edilemez olduğunu belirtse de hakimiyetinin sağlanabileceği metodların var olduğunu ve bunun doğuştan gelen bir fenomen olduğunu, ayrıca şizofreniye yol açabilecek beyin kimyası dışında faktörlerin de var olduğunu belirtir. Test, araştırma ve hastalarla iletişim boyunca pskikoloji, bu sıkıntıdan muzdarip birçok hastaya ciddi anlamda yardımcı olmuştur. Şizofreni her zaman “delilik” olarak ifade edilmiştir. Sosyal medyanın yardımı ile, şizofreni asla anlaşılmamıştır. Toplum yalnızca buna medyanın kendilerine yaptığı açıklamalar kadar inanmıştır. Bu sebeple de şizofreni hastaları yıllardır halka, şiddet eğilimi olan, yoktan sesler var eden ve deli gömleği giymek zorundaymışcasına empoze edildi. Psikolojinin yardımıyla insanlar artık şizofreni hastalarının deli olmadığını, yalnızca belli durumlarda ve nadir olarak bu durumları yaşadıklarını öğreniyor. Ayrıca hastaların normal bir hayata devam edemeyeceğine dair bir önyargı da var. Bu kesinlikle doğru değil; psikoloji hastalara normal hayatın herhangi bir tedavi söz konusu olmadan nasıl devam edebileceğini kanıtlamıştır. Psikoloji ayrıca şizofreni tedavisinde önemli bir rol oynar. Bilişsel Davranışçı Terapisi için çalışan Jennifer Gottlieb ve Corinne Cather gibi psikologlar şizofreninin güçlü savunucularındandır.
95
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
BDT şizofren hastalarında görülen işlevsiz duygular, davanış ve bilişleri çözmeyi amaçlamaktadır. Kısa vadelerde hastayla karşılıklı oturup shobet ederler. Araştırmanın gösterdiği gibi, BDT uyguladığı metodlarla çok başarılı olmuştur ve bu metodlar hastanın iyileşme sürecini hızlandırmıştır. Psikolojik tedavilerin diğer türleri aile terapisi, toplum tedavisi ve bilişsel iyileştirmeyi kapsar. Konuşma terapileri ayrıca uyuşturucu tedavilerinde de uygulanır. Psikoloji bilimi beyinde zedelenmeye sebep olan bu maddelerin bırakılması tedavisinde diğer ilaçların yardımcı olabileceğine inanıyor ve bu alanda da oldukça büyük bir başarı gösteriyor. Psikolojik araştırmada beyindeki dopamin ve şizofreni hastaları arasında bir ilişki bulunmaktadır. Yeni üretilen ilaçların yardımıyla düzenli ve işlevsel şekilde çalışmayan bu dopamin sinirlerinin düzelmesi umuluyor. Yeni psikoaktif ilaçlar ve konuşma terapileri şizofreni hastalarının daha iyi bir geleceğe sahip olmalarına yardımcı oluyor. Şizofreni genellikle kimyasal ve zihinsel fonksiyonların bozukluğu olarak düşünülmüştür ancak psikoloji araştormaları sayesinde bilim adamları çevresel faktörlerin de şizofreni hastalığında büyük bir rol oynadığını belirtmişlerdir. Bazı çevresel faktörler; sosyal yaşam, uyuşturucu kullanımı ve prenatal dönem bunlara örnek olabilir. Araştırmalar güvenilir olmayan mahallelerde gelişmiş ya da okul ve aile ortamında sık sık alay konusu olmuş çocukların şizofreni hastası olabildiği yönünde. Ayrıca anti-sosyal davranışlar gösteren çocukların da şizofreni başlangıcı 96
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
gösterebilmesi mümkündür. Uyuşturucu kullanımı aynı zamanda şizofrenin en büyük semptomlarından biridir. Fazla stres seviyeleri ve yeteriz beslenme de şizofreniye yol açabilir. Bütün bu çevresel faktörler psikolojik analiz ile keşfedilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, beyin kimyası beyin yapısı kadar önemli bir rol oynamaktadır. Araştırmaların gösterdiği gibi, fiziksel konuşma beynin frontal ve temporal loblarında ve hipokamusunda değişim gösterebilir. Dopamin seviyeleri, serotonin seviyeleri ve glumate seviyeleri şizofrenik beyinlerde farklılık gösterir. Şizofreni hem nörolojik hem de çevresel sebeplerle oluşur. Olumlu Stres İnsanlar stresi genel haliyle olumsuz bir şey olarak görürler, kaçınılması ya da en iyi ihtimalle en aza indirilmesi gereken birşey olarak algılanır. Carolyn Aldwin ve Daniel Stokols adlı psikologlar, hayvanlar ve insanların üstünde yapılan çalışmalara dayanarak stresin yararlı etkilerinin de olabileceğini işaret etmiştir. Fareler için insanlar tarafından idare edilmek stresli birşeydir, fakat yavru muamelesi gören fareler daha az korku duyarlar, etraflarını daha çok keşfetmeye meyillidirler, hızlı öğrenirler ve ileriki zamanlarda daha sağlam bir bağışıklık sistemine sahip olurlar. İnsanlarda ise çocukların stresle iç içe büyüdüğü (sünnet, dayak korkusu, ebeveynlerden ayrı uyuma) 97
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kültürlerdeki yetişkinlerin fiziksel yapısı çocukların daha az strese maruz bırakıldığı kültürlere nazaran daha gelişmiş olduğu gözlenmiştir. İşin içine beslenme, iklim ve diğer harici şartlar katıldığında bile durum böyledir. Her ne kadar stresli durumlarla başa çıkarken tecrübe edilen başarısızlıklar, kişinin ilerde stres altında işlev görme yeteneğine zarar verse de, başarı deneyimleri, sorun çözme ve başa çıkma yeteneklerinin gelişmesine imkan sunar. Bu imkanlar da ileride stresli durumlarla karşılaşıldığında kişiye yardımcı olur. Bu deneyimler ayrıca olumlu bir öz-algının gelişmesine ve kendine yetme hissinin doğmasına da sebep olur. Stephen Auerbach ve Sandra Gramling stresin tehditlere karşı normal ve uyumlu bir reaksiyon olduğunu belirtir. Tehlike işareti sunar ve insanları savunmaya yönelik hareket etmeye motive eder. Zamanla bireyler hangi başa çıkma stratejilerinin işe yaradığını öğrenir. Bunlar zihinsel büyüme ve olgunlaşmanın normal sürecinin bir kısmını oluşturur. Fakat, stres tetikleyicileri başa çıkma yeteneklerine baskın gelirse kişi stres yüzünden psikolojik problemler yaşayabilir. Sorunların altından kalkamama ve olayları kontrol edememe hali bir süre daha devam ederse, kişinin stres uyarı sistemi uyumlu bir şekilde çalışmamaya başlar. Tehditleri yanlış değerlendirir, onlara aşırı anlam yükler, yanlış başa çıkma stratejileri seçer ve sonunda etkisiz bir şekilde başa çıktığını fark eder. Artarak devam eden üzüntü ve verimsiz başa çıkma döngüsü ortaya çıkabilir. Uzun süreler boyunca yüksek seviyede stres yaşamış kişiler 98
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
ya da travmatik stres tetikleyicilerinin sonradan kalan etkileriyle cebelleşen bireyler, ekstrem bir sosyal hayattan alabildiğine kaçınıp duygusal işlevsizlik durumuna düşebilirler. Bu tür belirtilerin bir aydan fazla sürdüğü ağır vakalarda, travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) adı verilen psikolojik durum görülebilir. PTSD’nin sık rastlanan belirtileri arasında travmatik olayı tekrar tekrar yaşamak, olayı hatırlatan herşeyden kaçınmak, uykusuzluk, kabuslar, yorgunluk, düşük konsantrasyon, öfke patlamarıyla sonuçlanan kronik asabilik ve duyguların körelmesi durumu görülebilir. Duyguların körelmesi alexithymia olarak adlandırılır, kişinin kendisine ve başkalarına olan duygularını tanımlamakta ve ifade etmekte yaşadığı sıkıntıları ifade eder. James Pennebaker bu sıkıntıyı yaşayan kişilerin duygularını ifade edememelerine rağmen, bilinçaltı döngüsünde hâlâ var olduğuna, bu bastırma ve olumsuz düşüncelerin deviniminin psikolojik ve fizyolojik uyarımla bağlantılı olduğuna inanır. Yani bir kişinin duygularını kısıtlamak için birçok şeyin bir arada olması gerekir. Her ne kadar stresle en yakından bağlantılı olan duygu anksiyete olsa da, kronik stres saldırganlık ve depresyon gibi kronik olumsuz duygulara da yol açabilir. Kronik saldırganlık ve depresyonun sosyal ilişkilere ve fiziksel sağlığa zarar verdiği bilinen bir gerçektir. Kronik stresin fiziksel sonuçları arasında bağışıklık sisteminde görülen işlev bozukluğu, sağlıklı yaşam için gerekli 99
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
etkinliklere dahil olunmama (egzersizden kaçınma ve doktor tavsiyelerine uymama) ve en nihayetinde yaşam süresinin kısalması yer alır. İnsanlar başa çıkma mekanizmalarına fazla gelen stresli durumlarla karşılaştıklarında depresyon, mağlubiyet hissi ve çaresizlik gösterirler. Martin Seligman’a göre, öğrenilmiş çaresizlik kişinin durumunun yardım edilemez noktaya geldiğine inanmasının sonucudur ve genelde depresyona yol açar. Stresin Ölçümü ve Değerlendirilmesi Stresin hem olumlu hem olumsuz etkilerinin olması birçok şekilde örneklendirilebilir. Sosyal durumlarda stres, insanların en iyi ve en kötü hallerini ortaya çıkarır. İyilikseverlik ve işbirliğinin çok az, saldırganlığın çok daha fazla gözüktüğü olumsuz sosyal davranışlar genelde stresli durumlarda gözlenmiştir. Psikolog Kent Bailey öğrenmenin verdiği etkileri bir yana bırakırsak; stresin ayakta kalma durumuna tehdit içeren durumları işaret etmesi, insanlarda geri çekilip kendi çıkarına hizmet eden davranışları açığa çıkarttığına vurgu yapmıştır. 1964 yılında Queens, New York’ta işlenen “medyatik” Kitty Genovese cinayeti buna bir örnek teşkil eder. Bu cinayetin 38 tanığı (apartmanlarının güvenli ortamlarından tanıklık etmişlerdir) vardır ve kadının yardım çağrılarını görmezden gelmişlerdir. 100
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı boyunca birçok Avrupalı, yahudi komşularına yapılan baskı ve zulümlere karşı hiçbirşey yapmamışlardır. Ancak acil durumlarda da kendi hayatlarını riske atıp başkalarını kurtaran sıradan insanların hikayeleri herkes tarafından bilinir. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terörist saldırılardan sonra itfaiyeciler 200 meslektaşları arama kurtarma esnasında hayatlarını kaybetmiş olmasına rağmen insanları oradan kurtarmaya devam etmişlerdir. Ek olarak, işbirliğinin herkes için hayatta kalma değeri taşıdığı stresli durumlarda (deprem, sel, terörist saldırı vs.) yardım temelli etkinlikler ve kaynak paylaşımı en sık rastlanan kısa vadeli reaksiyonlardandır. Stres performansı olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Mesela, stres ve performans arasındaki ilişkinin ortaya konduğu Yerkes-Dodson ters U modelinde yüksek ve düşük seviyedeki uyarımın performansı düşürdüğü, orta seviyedeki uyarımın ise performansı arttırdığı varsayılmıştır. Her ne kadar, bu model su götürmez bir şekilde doğrulanmamış olsa da, en azından kısmi olarak doğru gözükmektedir ve bu doğruluk duruma bağlı olabilir. Bir tarafta, Gary Evans ve Sheldon Cohen öğrenim ve performans esnasında yüksek seviyede stres altında çalışanların hafıza kapasitesini kıstıladığını; ve anlık tespit, sürekli dikkat veya birden çok şeye odaklanma isteyen görevleri olumsuz etkilediği sonucuna varmıştır. Diğer tarafta ise psikolog Charles Spielberger nispeten daha basit 101
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
görevlerde, öğrenme süreci işledikçe yüksek seviye stresin performansı arttırabileceğini ortaya çıkarmıştır. Psikolog Irving Janis ameliyat olacak hastaların ameliyat öncesi stresle ve ameliyat sonrası zorluklarla nasıl başa çıktıklarını incelemiştir. Ameliyattan önce korku seviyesi ne çok ne de az olan hastaların, ameliyattan sonraki durumlarına daha iyi uyum sağladıkları sonucuna varmıştır. Makûl korku seviyesindeki hastaların durumu daha gerçekçi bir şekilde değerlendikleri ve iyileşme sürecinin stresli taraflarıyla nasıl başa çıkacaklarını önceden belirledikleri, ve böylece bu stres tetikleyicilerini daha iyi tolere ettikleri kanısındadır. Korku seviyesi düşük hastalar gerçekçi olmayan bir reddediş içine girmişler ve ameliyat sonrası kendilerinden istenen şeyler için hazırlıksız yakalanmışlardır. Öte yandan ameliyat öncesi çok fazla korkan hastalar aşırı endişeli bir hale bürünmüş ve bu hallerini iyileşme sürecine de taşıyarak yaşadıkları sıkıntılarla olması gerektiği gibi başa çıkamamışlardır. Janis ayrıca ameliyattan önce hastalara beklentilerinin ne olması gerektiğinin söylenmesini korku ve stres seviyesini azaltma ve ameliyat sonrası iyileşme adına yararlı bulmuştur.
102
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Kontrolün Yararları Janis’in çalışması geniş çaplı yankı uyandırdı çünkü psikologların stresli ve kontrollerinin çok az olduğu durumlara yaklaşan insanların bu stresle başa çıkmalarına nasıl yardım etmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Judith Rodin ve diğerlerinin yaptığı araştırma gösterdi ki; stresli bir olay üzerindeki öngörülebirliğin ve kontrol algısının artırılması stres ve sağlığı dramatik şekilde etkileyebilir. Bir kontrol arttırma müdahale çalışmasında, huzur evi sakinlerine hastane yöneticisi tarafından kendileri için sorumluluk almaları, hangi etkinliklere katılmak istediklerini bildirmeleri ve aldıkları kararlardan tamamen kendilerinin sorumlu olduklarını içeren bir duyuru yapılmıştır. Huzur evi sakinleri bu duyurudan sonra daha mutlu olduklarını bildirmiş ve sorumluluğun çalışanlara itildiği bir diğer huzur evine göre ölüm oranı yüzde 50 oranında daha azdır. Rodin’in çalışması diğer araştırmacılar tarafından kopyalanmıştır. Daha yoğun stres azaltım müdahaleleri meme kanseri hastalarında bile hayatta kalma oranını artırıcı etki yapmıştır. Thomas Strentz ve Stephen Auerbach’ın bulguları bu tür durumlardaki insanlara sorun odaklı başa çıkma stratejilerindense duygu odaklı başa çıkma stratejilerinin öğretilmesi gerektiğini göstermiştir. Gönüllülerin kaçırılıp rehin alındığı bir stres 103
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
simülasyonunda, duygu odaklı başa çıkma yöntemlerinin (derin nefes alma, kas gevşetme) öğretildiği rehineler sorun odaklı başa çıkma yöntemlerinin (sözsüz iletişim, kaçıranlarla nasıl etkileşime girilir, nasıl istihbarat toplanır) öğretildiği rehinelere göre ortama daha iyi uyum sağlamış ve stres seviyelerini düşük tutmayı başarmışlardır. Son olarak, bir dizi çalışma sonucunda Pennebaker ve diğerleri üç dört gün üstüste günde yirmi dakikayı hayatlarının en stresli deneyimlerini kağıda dökmeye ayıran kişilerin bundan aylar boyunca sürebilecek psikolojik yarar sağladığını ortaya çıkarmıştır. Başka bir çalışma serisinde ise yazmanın bağışıklık sistemini geliştirdiği, hastalıkları ve algılanan stresi azalttığı ve hatta öğrencilerin not ortalamalarını yükselttiği keşfedilmiştir. Pennebaker Geçmişte yaşanmış stresli olaylara dair birşeyler yazmanın insanlara kapalı kalmış duygularını açığa çıkartmakta yardımcı olduğuna inanmaktadır. Uyumlu ve Uyumsuz İşlevler Stresin birçok uyumlu işlevi vardır. Stres tecrübesi ve zorluklarla başa çıkmayı öğrenmek normal büyüme ve gelişimin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Belli durumlarda öğrenilen başa çıkma stratejileri genellenerek yeni durumlara uygulanmalıdır. Altından 104
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
kalkılamayan kronik stresin derin zararlı sonuçları olabilir. Hans Selye gibi önde gelen stres araştırmacıları kronik stresin sonucunda sindirimsel ülser, yüksek tansiyon ve kardiyovasküler hastalıklara katkıda bulunduğunu ortaya koymuştur. Thomas Holmes ve Richard Rahe’nin sonradan yaptığı araştırmalar nispeten fazla stresli olaya maruz kalmanın kanser ve psikiyatrik rahatsızlıkların başlangıç sebebi olabileceğine işaret etmiştir. Bu araştırmacıların yaptığı çalışmalar, psikologları stresle başa çıkma ve onu yönetme stratejilerinin en iyi nasıl bir şekilde öğretilmesi gerektiğini anlamaya itmiştir. Stresle başa çıkmayı öğrenmek karmaşık bir konudur çünkü Lazarus’un da vurguladığı gibi, olayların stres seviyesinin bilişsel algısı kişiden kişiye değişir. Ayrıca stresin kaynağı da bugünde, gelecekte veya geçmişte olabilir. Göz korkutan bir olayın yaklaşması yüksek seviye strese sebep olabilir, fakat insanlar geçmişteki utanç verici tecrübelerden veya o anki maruz kaldıkları tehditlerden de stres algılayabilir. Bazen insanlar geçmiş, gelecek ve bugünle aynı anda mücadele etmek durumunda kalır. Bu üç zaman diliminin stres tetikleyicileri arasına çizgi çekmek önemlidir, çünkü bunlara karşı verilen psikolojik ve davranışsal yanıtlar farklılık gösterir ve farklı başa çıkma stratejileri seçilmesi gerekliliği doğar. Mesela, belki de hiç olmayacak ama bucak bucak kaçılan stres tetikleyicilerinden (trafik kazası, kanser, yangın vs.) sıyrılmak için insanlar önleyici başa çıkma stratejileri kullanır, üstelik kişi herhangi bir yüksek 105
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
seviye anksiyete yaşamıyor olmasına rağmen. Bu tür bir durumda, bireyin anksiyete seviyesi başa çıkma davranışına motivasyon kaynağı sunsun diye yükseltilebilir. Bilinen stres tetikleyicileri yaklaşmak üzereyken (ertesi sabahki ameliyat), kişinin anksiyete seviyesini ortalara çekmesi tetikleyiciyle yüz yüze geldiğinde kişinin rahat işlev görmesi adına önemlidir. Fakat kişi eskiden olmuş fakat hâlâ duygusal rahatsızlık veren önemli bir stres tetikleyicisiyle başa çıkarken durum tamamen farklıdır. Bu tür stres kaynaklarıyla başa çıkmanın kritik tarafları, kişinin verdiği tepkiyi yetersiz veya “delilik” olarak değil de normal ve yeterli olarak algılaması, ve hayatını ve çevresini kontrol ettiği, o an gelişen olayların kölesi olmadığı inancına sahip olmaktır. Araştırma ve Gelecek Vücut ve zihin arasında bir ilişkinin olduğu fikri Eski Ahit’in yazıldığı zamanlar kadar köklüdür. Özdeyişler bölümünde şu kısım örnek gösterilebilir: “Neşeli bir kalp sağlık getirir, / fakat bozguna uğramış bir ruh kemikleri kurutur.” Hipokrat (M.Ö. 460-377), vücudun kendi kendini nasıl iyileştirebileceğini ve bu iyileşme sürecini nelerin yavaşlatacağını araştırmıştır. Fiziksel sağlık ve “stres” arasındaki ilişkiyi keşfetse de anlayışı epey sığ kalmıştır.
106
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
19. yüzyılın birçok fizyoloğu bu alana katkıda bulunmuş olsa da Walter B. Cannon’un klasik çalışmaları sayesinde aradaki bağ ilk kez bilimsel olarak ispatlanmıştır. Cannon ve öğrencisi Philip Bard duygunun fizyolojik uyarımdan sonra geldiği tezini çürütmek için stres ve fizyolojik uyarımlara dair analizlere başlamışlardır. Cannon adrenalin ve noradrenalin (daha uygun adlarıyla epinefrin ve norepinefrin) salgılanmasına yol açan bir dizi stres tetikleyicisi keşfetmiştir. Sıcak, soğuk, oksijen yoksunluğu ve dehşete düşme hormonal değişikliklere yol açtığı gibi ek fiziksel uyum sağlama çabalarına da sebep olur. Cannon vücudun strese yönelik uğradığı değişiklikleri keşfinden heyecan duymuştur. Bütün bu değişiklikler Cannon’un ortaya attığı “kaçma-savaşma” karşılığına hazırlık mahiyetindedir. Fakat Cannon’un çalışmalarının üstüne koyma görevi Selye’ye düşmüştür. Kendisine ait Genel Uyum Sendromu terimi ilk kez 1936’da bir bilimsel dergide görülmüştür. Strese dair bilgi yayıldıkça, bilimsel cemiyetin ve kamuoyunun konuya olan ilgisi de artmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarsında onbinlerce stres araştırması yürütülmüştür. Bunların en önemlisi, üç Amerikan bilim insanının yaptığı beynin morfine benzer anti-stres maddeleri ürettiğin keşfidir. Bu maddelerin keşfi ki sonradan endorfin adı verilmiştir, bu bilim insanlarına 1977 Nobel ödülünü kazandırmış ve yepyeni bir araştırma sahasının açılmasına sebep olmuştur. 107
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Araştırmalar ayrıca beyin tarafından üretilen nöropeptidlerin ayrıca makrofajlar (virüs ve bakterilere saldıran akyuvarlar) tarafından da üretilebileceğini göstermiştir. Çünkü bazı stres azaltma şekillerinin (rahatlama teknikleri vs.), nöropeptid üretimiyle sonuçlandığı ortaya çıkmıştır. Eğer beynin bu maddelerden daha fazla üretmesi sağlanırsa bağışıklık sistemi güçlenir. Gelecekte stresin sağlığa zararlı etkilerini azaltmak için endorfin tipi bir ilacın geliştirilmesine dair umut halen geçerliliğini korumaktadr. Fakat daha kaliteli ve uzun hayatlar bugün bile elde edilebilir, verilen bilgiler ışığında hayat tarzında yapılacak değişiklikler yürürlüğe konulduğu sürece elbette. Strese verilen tepki fizyolojik uyarılma, rahatsızlık hissi ve tehlikeli veya tehditkâr bir durumla karşı karşıya kalındığında insanların yaşadığı davranışsal değişiklikleri içerir. Ekstrem durumlardan doğan stres veya kronik stres duygusal rahatsızlığa ve fiziksel işlevsizliğe yol açabileceğinden başa çıkma stratejilerini öğrenmek önemlidir.
108
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Fizyolojik Tepkiler Çalışma Alanları: Stres Biyolojisi, Strese Dair Kritik Konular, Stres ve Hastalık. İnsan vücudu değişken durumlara uyum sağlaması için birçok düzenleyici mekanizmaya sahiptir. Stresli olaylar hayatta kalma ihtimalini artıran fizyolojik değişikliklere sebep olur. Bu değişiklikler bazen koruyucu işlevinin yerine sağlığa tehdit oluşturduklarından, araştırmacılar stres tetikleyicileri, bunların fizyolojik etkileri ve daha sonraki sağlık durumu arasındaki ilişkiyi netleştirmek arayışındadırlar. Ana Kavramlar - Kaçma-Savaşma Karşılığı - Genel Uyum Sendromu - Homeostaz - Parasempatik Sinir Sistemi - Stres Karşılığı - Stres Tetikleyicisi - Sempatik Sinir Sistemi Her ne kadar stres terimi bireylerin kendilerine yük olarak gördüğü olayları nitelemek için kullanılsa da, kavram çok daha fazlasını içerir. Yüzyıllar boyunca, bilimsel düşünürler ve filozoflar çevre (stresli olaylar), 109
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
duygular ve vücut arasındaki etkileşimin sırrını çözmek için uğraştılar. Keşfedilecek daha çok şey olsa da günümüzde bu etkileşime dair daha çok şey biliyoruz. Özellikle 20. Yüzyılın sonlarında, stresli olayların vücut etkinliğini (veya fizyoloji) nasıl etkilediği hiç olmadığı kadar keşfedildi. Mesela, stres tetikleyicilerine yönelik olan fiziksel tepkilerin kişinin birçok hastalığa karşı hassasiyetini arttırdığı ortaya çıkarıldı. Vücudun stresli olaylara verdiği karşılıkları anlamak için, olayların genel sırası ve çeşitli organ sistemlerinin belli karşılıkları göz önüne alınmalıdır. Kısmen de olsa, nerdeyse bütün vücut tepkileri merkezi sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Beyin, dış çevreden veya içeriden (vücudun geri kalanı) gelen bilgiyi alır, analiz eder, ve vücudun etkinliklerini hayatta kalma veya uyum sağlamaya yönelik şekilde düzenler. Beyin bir tehdit tespit ettiğinde, belli bir olaylar zinciri, vücudu kaçmaya ya da savaşmaya hazırlar. Walter B. Cannon, 20. Yüzyılın başlarında “kaçma-savaşma” karşılığını ilk kez tanımlayan kişidir. Bu karşılığın kendine has özellikleri genel fizyolojik aktivasyonda yatar. Nabız oranında, tansiyonda ve terlemede görülen artış, dokulara verilen oksijen artışının bir göstergesidir. Kan akışının dağılımı, kaçma-savaşma karşılığını en iyi şekilde kullanacak dokulara yönlendirilir: Kaslara, beyne ve deriye giden kan akışı artar, karın ve anlık hayatta kalmayla çok alakası olmayan organlara giden kan ise azalır. Kas gerginliği ve terleme vücut ısısını dengelemek ve hareketi kolaylaştırmak için kendini daha çok gösterir. Kan şekeri ve insülin de gerekli 110
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
enerjiyi sağlamak adına artırılır, bağışıklık işlevi bastırılır. Dışardan gelen bilgiye karşılık hassasiyetin artması adına beyin etkinliği de normalin üstüne çıkar. Hepsi bir araya getirilince, bu fizyolojik değişiklikler organizmayı korumak ve tehdite karşı hayatta kalmak için kişiyi harekete geçmeye hazırlar. Anlık gerçekleşirler ve bir dizi nörolojik ve hormonal olay aracılığıyla beyin tarafından kontrol edilirler. Beyin bir tehdit algıladığında, vücudun geri kalanına etkinleşme mesajını iki ana kanal aracılığıyla gönderir; sempatik sinir sistemi (SNS) ve hipofizadrenal aksı. SNS vücudun geri kalanına yaygın sinirsel bağlantılara sahip olan, sinir sisteminin bir parçasıdır. Kalp, karaciğer, kaslar ve diğer organlara etkinleştirici mesajları iletir. SNS ayrıca epinefrin ve norepinefrin (eski adıyla adrenalin ve noradrenalin) adlı iki hormonun salgılanması için böbrek üstü bezlerini harekete geçirir. Epinefrin ve norepinefrin kalbi, damarları, akciğerleri, terbezlerini ve diğer dokuları etkinleştirir. Beyin ayrıca hipotalamus aracılığıyla hipofiz bezine etkinleşmesi için mesaj gönderir. Bu mesaj hipofizin periferal (çevresel) dokulara uzanan kan dolaşımına hormonların bırakılmasını sağlar. Birincil “stres” hormonu adrenokortikotropik hormon (ACTH), böbrek üstü bezinin kortizol hormonunu salgılamasından sonra harekete geçer. Kortizolun diğer organlar üzerindeki eylemleri başka birçok tepkimeyle birlikte kan şekeri ve insülinin yükselmesine yol açar. 111
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
İzole eden birincil stres mekanizmalarına ek olarak, araştırmalar vücudun strese karşılık olarak bir çeşit doğal uyuşturucu (endorfin ve enkefalin) salgıladığını göstermiştir. Bu uyuşturucular (opiate) için mevcut olan alıcı sinirler vücudun her yerinde ve beyinde bulunur. İşlevleri tam olarak açıklanamamış olsa da, bazı araştırmalar SNS ve stres hormonlarının önleyici etkilerini yavaşlatma görevi gördüklerini keşfetmiştir. Genel Uyum Sendromu İnsan vücudunun hayatta kalma şansını artırmak adına, çok karışık mekanizmalar dizisi içerdiği görülmektedir. Stres tetikleyicileri ve sonra gelen fizyolojik değişiklikler kısa vadede uyumlu olsa da uzun vadeli sağlık riskleri taşırlar. Bu fikir 20. Yüzyılın ortalarında Hans Selye adlı fizyolog tarafından ayrıntısıyla incelenmiştir. Hans Selye “Genel Uyum Sendromu” terimini de vücudun strese karşı verdiği fizyolojik tepkilerin ve bu tepkileri oluşturan mekanizmaların hastalıkla sonuçlanabileceğini anlatmak için ortaya atmıştır. Selye’nin genel uyum sendromu üç fizyolojik aşamadan ibarettir: Alarm, direniş ve tükeniş. Alarm aşaması sırasında, organizma bir stres tetikleyicisi tespit eder, SNS ve hormonal etkinlik aracılığıyla karşılık verir. İkinci aşama, direniş, vücudun stres tetikleyicilerinin etkilerini nötralize etme çabasıdır. 112
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Bu teşebbüslerin vücudu homeostaz, veya denge durumuna sokması gerekir. (Homeostaz kavramı veya vücudun optimal uyumlu bir etkinlik seviyesine ulaşma eğilimi önceleri Walter Cannon tarafından geliştirilmiştir.) Son olarak, direniş aşaması uzun sürerse, hastalıkla sonuçlanabilen tükeniş aşamasına geçilir. Bu hastalıkların arasında; yüksek tansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, böbrek hastalığı, peptik ülser, hipertirodizim ve astım yer alır. Selye’nin genel uyum sendromu stres tetikleyicilerinin sağlık üzerinde etkisine bir altyapı oluşturması adına gözle görülür şekilde ilgi çekmiştir, fakat teoriyle ilgili bazı sorunlar mevcuttur. İlk olarak, bütün stres tetikleyicilerinin sadece süre ve yoğunlukta değişim gösteren karakteristik, geniş çaplı fizyolojik değişikliklere yol açtığı varsayılır. İkna edici delillere rağmen, farklı tipteki stres tetikleyicileri çok farklı sinirsel ve hormonal sonuçlara yol açar. Mesela bazı stres kaynakları kalp atışını artırırken, bazıları azaltabilir. Yani Selye’nin belirsiz stres karşılığı kavramı sorgulanmalıdır. Ayrıca, Selye’nin teorisi tehditlere verilen karşılıktaki bireysel farklılıkları da göz önüne almaz. 20. Yüzyılın sonlarında yapılan araştırmalar bireylerin aynı stres tetikleyicilerine verdikleri karşılıklar arasında gözle görülür çeşitlilik olduğunu saptamıştır. Bu tür farklar genetik veya çevresel etkilerden ortaya çıkmış olabilir. Örneğin yüksek tansiyon hastalarının çocukları, normal 113
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
tansiyonlu kişilerin çocuklarına göre kardiyovasküler hastalıklar anlamında stres tetikleyicilerine daha hassastırlar. Başta yüksek tansiyona yol açan şeyin genler olduğu öne sürülse de, bu çocukların strese karşı hassasiyetlerinin farklı tarzda sosyalleşmenin de etkisi olduğu ortaya konabilir. Hangi mekanizma olursa olsun, araştırmada vurgulanan nokta strese karşı verilen tepkinin kişiden kişiye ve hatta organ sisteminden organ sistemine değiştiğini gösterir. Stres ve Hastalık Bilimsel çevrenin stresli olayların fizyolojik etkilere yol açtığını kabul etmesiyle örtüşen bir şekilde, bu olaylarla belirli hastalıkların ortaya çıkışı arasındaki ilişki çok daha fazla ilgi uyandırmaya başlamıştır. Muhtemelen araştırmalar çoğunlukla kalp hastalıkları ve stres ilişkisine odaklanmıştır, çünkü ABD’deki bir numaralı ölüm sebebi kalp hastalıklarıdır. Diğer empirik çalışmalar ise mide ve bağırsak hastalıklarına, şeker hastalığına, ve ağrılara (baş ağrısı, kireçlenme) yer vermiştir. Araştırmacılar stres ve bağışıklık sistemi arasındaki bağlantıyı keşfetmektedirler. Bu tür çalışmaların bulaşıcı hastalıklara, kansere ve AIDS’e yönelik çalışmalara da etkisi olmuştur. Çeşitli tipteki araştırma paradigmaları stres tetikleyicilerinin insan sağlığına etkilerini incelemek için 114
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
devreye sokulmuştur. Derinlemesine yapılan çalışmalar hastalıkların şiddetlenmesine yol açan bazı çevresel stres tetikleyicilerini belirlemiştir. Başka uzun boylu çalışmalar ise, yüksek ses, kalabalık ve sosyoekonomik anlamda statü düşüklüğünün hastalıkları alevlendirmede önemli ölçüde etki ettiğini ortaya çıkarmıştır. Bu tür büyük araştırmaların en önemli olumsuz tarafı stres tetikleyicisinin hangi mekanizma aracılığıyla sağlığı etkilediğinin kesin olarak belirlenmesinin imkansızlığıdır. Alameda County çalışması göz önüne alındığında sosyal izolasyonun geçerli sebep olması muhtemelse de, izole olmuş insanların sağlıklı yaşam etkinliklerine (sağlıklı yemekler, egzersiz vs.) daha az meyil göstermelerinin de etkisi olmuş olabilir. Yani, diğer araştırma paradigmaları, hangi stres tetikleyicilerinin hangi hastalıkları etkilediği konusunu net bir şekilde belirlemek için kullanılmaktadır. Örneğin, laboratuar stres prosedürleri birçok bilim insanı tarafından nispeten kısa ve standardize edilmiş stres unsurlarının fizyolojiye etkisini anlamak için kullanılmaktadır. Bu tarz bir araştırma tekniğinin avantajı daha kolay kontrol edilebilir olmasıdır. Yani araştırmacı bir ya da birden fazla değişkeni yönlendirebilir ve fizyolojik etkilerini ölçebilir. Bu etkilerin genelde doğal ortamdaki fizyolojik etkileri taklit ettiği düşünülmektedir.
115
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Bu araştırma öncelikli olarak stres tetikleyicileri, fizyoloji ve sonraki sağlık durumu arasındaki ilişki hakkında temel sorular sorarak yönlendirilir. Önlem ve müdahale için bulgular kullanılır. Belirli bir stres unsuru belirli bir hastalığa dair riski artırdığı bulunduysa, bu stres unsuruna maruz kalan kişiler için önlem temalı bir çalışma geliştirilebilir. Önlem stratejileri stres tetikleyicisini değiştirme, insanlara nasıl karşılık vermeleri gerektiğini öğretme gibi şeylerden ibarettir. 20. yüzyılın son yirmi ya da otuz yılı boyunca, vücudun strese verdiği fizyolojik karşılıkları kontrol etmek için müdahale stratejileri geliştirilmeye çalışıldı. Bu çalışmalar belli stres yönetim stratejileri aracılığıyla fizyolojik hassasiyetin azaltılabileceğini gösterdi. Bu stratejilerin çoğu bireye bir çeşit rahatlama yöntemi (kas rahatlatma, biyolojik geri bildirim, hipnoz veya meditasyon) kullanmasını öğreten tarzda tasarlanmıştır ve bu çalışmanın çoğu stresle ilişkili hastalıkları olan kişilere yönelik hazırlanmıştır. (Biyolojik geri bildirim terapisinde hastalar kendi fizyolojik karşılıklarını gözlemlerler; tansiyon ve kalp atışı gibi.) Bu tekniklerin iki muhtemel mekanizma sayesinde etkilerini oluşturabileceği düşünülmüştür: Temel fizyolojik etkinliğin azaltılması (homeostazın ulaşıldığı seviyenin değişmesi) veya keskin stres unsurlarının fizyolojik etkilerini azaltmaya yönelik daha etkili bir karşılık verme stratejisi sunulması. Araştırma henüz bu mekanizmaların önemine dair net bir yorum 116
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
yapılacak kadar ilerlemedi. Hakikaten, birçok başarılı müdahale çalışamalarında hangi mekanizmanın etkin olduğu bile belli değildir. Araştırmalar rahatlama stratejilerinin stres kökenli hastalıkların belirtilerine iyi geldiğini gösterse de, bu tür tekniklerin sebepsel mekanizmaları henüz tam olarak açığa çıkarılamamıştır. Zihin-Vücut Bağlantısı Zihin ve vücudun bağlantılı olduğu fikri antik Yunan’dan beri mevcuttur. Hipokrat, davranışsal ve psikolojik karakteristikleri ayırırken dört vücutsal sıvıyı tarif etmiştir. Böylece, bilimsel düşünürler için çevre, psikolojik durum ve fizyolojik durum arasındaki ilişkileri ortaya çıkartmanın ilk adımları atılmıştır. Bu yöndeki araştırmalar 20. Yüzyılda hiç olmadığı kadar hızlanmıştır. Bilimsel metodoloji de bu değişkenler arasındaki ilişkinin incelenmesinde daha katı bir yol seçmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi 20. Yüzyılın başlarında “kaçma veya savaşma karşılığı”nı ilk ortaya atan kişi Cannon olmuştur. Cannon ayrıca tekrarlanmadığı veya uzatılmadığı sürece bu karşılığın uyumlu olacağı kanısındaydı. 1940’larda iki doktor tarafından yayınlanan bir ülser hastası üzerinde yaptıkları gözlemler Cannon’un yaptığı çıkarımlarla uyumluydu. Hasta gergin veya sinirli olduğunda mide asidi ve kanamanın arttığını; yani stres, 117
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
duygu ve fizyoloji arasındaki bağı belgelediklerini bildiriyorlardı. Bu çalışmanın yayınlanmasından kısa bir süre sonra Selye soğuk alma ve yorgunluğun farelere olan etkisini inceleyen deneylerini rapor etmeye başladı. Bahsedilen fiziksel stres unsurları böbrek üstü bezlerinin büyümesine, timus ve lenf bezlerinin (bağışıklık sisteminin parçaları) küçülmesine ve ülserin artmasına yol açmıştı. Psikiyatristler bu bilgilerle Sigmund Freud’un yazılarını birleştirip belli hastalık durumlarının belli kişilik tipleriyle bağlantılı olabileceğini iddia ettiler. Bu bağlantıyı gösterme çabaları psikosomatik tıp adı verilen bilim dalının ortaya çıkmasını sağladı. Fakat araştırmalar bu bilim dalının en temel kanununu, yani belli hastalıkların belli kişisel özelliklere bağlanabileceği fikrini desteklemedi. Bu yüzden psikosomatik tıp bilim çevresinden destek görememiştir. 20. Yüzyılın sonlarında stres ve fizyoloji arasındaki ilişkinin kavramsallaştırılmasıyla açılmıştır. Bunun en önemli sonucu, bireyin sağlık durumunu biyolojik hassasiyeti, psikolojik karakteristikleri ve sosyal-mesleksel çevrenin ilişkisi bağlamında inceleyen biopsikososyal modellerin birçok fiziksel hastalık için geliştirilmesi olmuştur. Strese verilen karşılıktaki bireysel farklara yönelik araştırmalar, stresin fizyoloji üzerindeki etki mekanizmalarını açığa çıkartacaktır. Bu mekanizmalar bir kez belirlendi mi, hastalar ve risk altındaki kişiler için önlem programları geliştirilip uygulanacaktır. Mesela 118
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
içsel rahatlatıcıların (opiate) stres karşılığındaki rolünün netleştirilmesi, stres tetikleyicileriyle bireysel anlamda başa çıkmayı çok daha kolaylaştıracaktır. Stres unsurlarının bağışıklık sistemine yaptığı etkilerin gelecekteki araştırmaları önlem ve müdahale açısından yeni kapılar açacaktır. İnsanların strese verdiği karşılıkların niye bu kadar farklılık gösterdiğini öğrenmemize daha var. Bu alandaki araştırma genlerin, çevrenin ve davranışın etkisini belirlemek için yapılacaktır. Bu sayede strese dayanıklı ve dayanıksız kişilerin arasındaki farkı da öğrenebileceğiz. Bu tür çalışmalar stres tetikleyicilerinin temel mekanizmalarına ışık tutacak ve heyecan uyandıran yeni önlem ve müdahale stratejilerine kapı açacaktır.
119
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Yapısalcılık ve İşlevselcilik Tarih: 1879-1913 Çalışma Alanları: Genel Eğilimler ve Konular. Yapısalcılık ve işlevselcilik psikolojinin ilk ekollerindendir. Yapısalcılar bilincin unsurlarını keşfetmeye odaklıyken işlevselciler psikolojinin merkezinde bilincin işlevselliğini ve kullanışlılığını anlamak olması gerektiğine inanmışlardır. Ana Kavramlar - Uygulamalı Psikoloji - Evrim - İmgesiz Düşünce - İçebakış - Uyarıcı Hatası - Bilinç Akışı - Gönüllülük Yapısalcılık ve işlevselcilik psikolojinin ilk ekollerindendir. Bu iki bakış açısını anlamak için filizlendikleri sosyo-tarihsel şartları göz önünde bulundurmak gerekir. Psikoloji, bağımsız bir bilim dalı olarak Wilhelm Wundt (1832-1920) tarafından 1879 yılında Leipzig Üniversitesi’nde kurulmuştur. Wundt, Leipzig’deki 120
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
filozofi bölümüne atanan tıbbi eğitim almış bir fizyologdu. 1879’da sadece psikolojik konulara adanmış ilk laboratuvarın temellerini attı. Alman Zeitgeist bu gelişmelere olanak sağlamıştır. Örneğin eğitim reformu hareketi üniversitelerdeki araştırma ve akademik özgürlüğünü teşvik etmiştir. Ayrıca, o zamanlarda yaşamış Alman bilim insanları Avrupa’nın geri kalanında yaşan meslektaşlarına göre bilimin daha geniş bir tanımını benimsemiştir. Wundt psikolojiyi bilinçli tecrübenin bilimsel araştırması olarak tanımlamış ve iki geniş alana bölmüştür: Deneysel Psikoloji (Duyu ve algılar, reaksiyon zamanı, dikkat, ve duyguların incelenmesi) ve Kültürel Psikoloji; dil, efsane ve geleneklerin incelenmesini) içerir. Wundt doğrudan ve dolaylı tecrübeler arasına net bir çizgi çekmiştir. Dolaylı tecrübeler algısal bir girdinin yorumuyken (“bir elma görüyorum”), doğrudan tecrübeler algısal girdilerin saf ve önyargısız halini içerir (“Gördüğüm şey, kırmızı yuvarlak bir nesnedir”). Wundt, bilincin esas bileşenlerini organize etme ve sentezleme eylemini daha yüksek seviyedeki düşüncelere çıkarmaya odaklanmıştı. Bu kavrama süreci gönüllü olarak yapılan bir eylem olduğu için, kendi sistemine genelde iradecilik adını vermiştir. Wundt’un öğrencilerinden olan ve 1892’de Wundt’un öğrencisiyken doktorasını tamamlayan Edward Bradford Titchener (1867-1927) adlı İngiliz, sonraları Cornell Üniversitesi’nde psikolojinin yapısal 121
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ekolünü kurarak öne çıkmıştır. İşlevselcilik de bundan kısa süre sonra yapısalcılığa muhalif bir ekol olarak kurulmuştur. Titchener yapısalcılığı Wundt’un çalışmalarıyla uyumlu ve bu çalışmaların daha rafine edilmiş bir uzantısı olarak görmekteydi. Titchener Wundt’un eserlerini İngilizceye çeviren bir numaralı tercüman olduğu için Wundt’un sisteminin sadık temsilcisi olarak görülmüştür; “yapısalcılık” terimi o zamanlar hem Titchener hem Wundt’un çalışmalarını belirtmek için de kullanılmıştır. Bu yorum hatası ki günümüzdeki bazı ders kitaplarında bile görülür, 1970’lerin ortasında Wundt’un ilk eserleri son ayrıntısına kadar incelenene dek fark edilmemişti. Titchener’ın yapısalcığı ile Wundt’un iradecilik sistemi arasında önemli farklar vardır. İlk olarak, Titchener kültürel psikoloji dalını reddetmiştir. İkinci olarak, yapısal psikoloji idrake dair çalışmaları bir kenara bırakmış ve nerdeyse tamamen bilincin unsurlarını belirlemeye odaklanmıştır. Son olarak, bir yapısalcı iskelette bilincin unsurları herşeyden önemliydi; dolaylı ve doğrudan tecrübeler farklı bakış açılarından görünen aynı şeyler olarak kabul edildi. Gönüllülük sürecine ihtiyaç yoktu.
122
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Yapısalcılık Titchener’e göre psikoloji bilincin incelenmesiydi. Fizik çevresel olayları objektif ve harici bir standarda göre incelemekle meşgulse, psikoloji de insanların böyle olayları nasıl tecrübe ettiğini subjektif bir şekilde anlamakla meşguldü. Mesela, sıkıcı bir konuşmaya harcanan bir saatle eğlenceli bir oyunu oynamaya harcanan bir saate kağıt üzerinde eşit süre harcanmıştır, fakat psikolojik olarak ikinci uğraşı daha çabuk geçer. Yapısalcılıkta bilinç, her an yaşanan tecrübelerin toplamı olarak tanımlanır. Zihin ise bir ömür boyu yaşanan tecrübelerin toplamıdır. Yapısalcılığa göre bilinci ve dolayısıyla zihni anlamak için psikoloji şu üç soruyla meşgul olmalıdır: (1) Bilincin en temel unsurları nedir? (2) Kimyagerlerin fiziksel maddeleri bileşenlerine ayırdığı gibi psikologlar da bilincin temel bileşenlerini belirlemelidir. Bir unsurun diğeriyle bağlantısı nedir? Yani, bu unsurlar ne şekilde bir araya gelip basit olmayan tecrübeleri oluştururlar? (3) Bu unsurların altında yatan psikolojik şartlar nedir? Titchener’ın çalışmalarının çoğu bilincin temel unsurlarını belirlemek etrafında döner. Bu amaca ulaşmak için kullandığı birincil metodoloji sistematik deneysel içebakıştır. 123
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
İçebakış Yapısalcılığın bir numaları hedefi bilincin temel unsurlarını ortaya çıkartmaktır. Titchener diğer bütün bilim dalları gibi psikolojinin de eldeki konuyu gözlemlemesi gerektiğini düşünmekteydi. Titchener’ın, savunusuna göre içebakış; bilincin yaşadığı tecrübelerin eğitimli araştırmacılar tarafından sistematik bir şekilde analiz edildikten sonra rapor edilmesinden ibarettir. Bu bireyler en basit duyusal deneyimleri bile rapor etmek ve algısal yorumları rapor etmekten (uyarıcı hatası) kaçınmak üzere eğitilmişlerdir. Mesela “bir elma”yı gördüğünü veya “bir baş ağrısı” çektiğini rapor etmek uyarıcı hatası olur. “Yuvarlak, kırmızı nesne” olarak rapor etmek veya “başın aşağı kısmında orta yoğunlukta zonklama hissi” olarak rapor etmek psikolojik anlamda daha isabetli olur. Bu metodoloji Wundt tarafından kullanılmıştır. Wundt niteliksel değerlendirmelere (uzunluk, ağırlık, yoğunluk vs.) daha çok ağırlık verirken Titchener’ın sistemi tanımlayıcı raporlara daha çok odaklanmıştır. İmajlar fikirler için inşaat malzemesidir ve önceki duyusal tecrübeleri yansıtırlar. Sadece duyuların belirli bir kombinasyonu sayesinde bir elma imajına sahip olmak mümkündür. Bütün duyguların kökeninde hoşnutluk veya hoşnutsuzluk taşıdığı düşünülmüştür. (Tam tersine Wundt, başka iki boyut olduğunu varsaymıştır: gerginlik/rahatlık ve heyecan/sakinlik.) 124
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Belli duyularla birleşince duygu karmaşık bir duygu durumuna yükselebilir, aşk, neşe, iğrenme veya korku gibi. Meslek hayatının ileriki safhasında Titchener, bilincin her unsurunun beş temel boyutla nitelendirebileceğini iddia etmiştir: nitelik, yoğunluk, müddet, temizlik ve genişlik. Nitelik duyuların farklı hallerine işaret eder (bir elma kırmızı veya yeşil olabilir, su soğuk ya da sıcak olabilir). Yoğunluk niteliğin boyutu veya gücü anlamına gelir (elmanın ne kadar kırmızı veya suyun ne kadar sıcak olduğu). Müddet duyusal deneyimlemenin süresini gösterir. Temizlik tecrübenin netliğine ve parlaklığına işaret eder, dikkat çekme sürecini ifade eder (duyular odak noktasındayken daha net olurlar). Bazı duyular, özellikle görsel ve dokunsal duyular genişlik anlamı da taşırlar (yani belli bir boşluk kaplarlar). Duygular sadece nitelik, yoğunluk ve müddet özellikleri taşırlar. Titchener duyguların odak noktasına geçtiğinde dağıldıklarına, bu yüzden net bir şekilde tecrübe edilemeyeceklerine inanmıştır. Değerlendirme Titchener’in 1927’de hayatını kaybetmesinden sonra yapısalcılık etkisini yitirmiştir. Ancak buna rağmen yapısalcılığın temel ilkeleri yıllardır eleştiri bombardımanına tutulmuştur. İlk olarak, bilimsel metodoloji açısından içebakış yönteminde ciddi 125
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
sıkıntılar mevcuttur. Bu tür çalışmaların sonuçlarına güvenilemez ve bir kişinin bilincinde olanları objektif olarak doğrulamanın herhangi bir yolu yoktur. İmajsız düşünme üzerinde dönen tartışma da mühimdir. Bir grup araştırmacı, aralarında Wundt’un izinden giden Oswald Külpe (1862-1915) de yer alır, Würzburg Üniversitesi’nde içebakış metodolojisini kullanarak herhangi bir zihinsel duyu ya da imajın yokluğunda bile bazı düşüncelerin kendini gösterdiğini keşfetmiştir. Bu, yapısalcılıkla taban tabana zıt bir görüşü ortaya koymuştur ve yapısalcı konumlarına bağlı araştırmacılar bulguları tekrarlayamadılar. Fakat Würzburg ekolüne sempatiyle yaklaşan araştırmacılar ise bunu başardılar. Elbette ki teorik bir önyargı sonuçlara hükmediyordu. En sonunda içebakışın bilimsel disiplini sağlamak adına yetersiz olduğu genel olarak kabul edildi. Yapısalcılar diğer metodolojilere itibar etmediler, çünkü kısmen de olsa bulundukları psikoloji alanının çerçevesi sınırlıydı. Sözün özü, yapısal psikoloji sağlıklı yetişkinlerin bilinçlerine ait unsurları incelemekten ibaretti. Denek olarak hayvanların kullanılmasına, çocuk psikolojisine yer verilmiyordu. Fiziksel ve ruhsal hastalık psikolojisiyle ilgilenmiyorlardı. Ek olarak Titchener uygulamalı psikolojiye, yani uygulamada yaşanan sorunları tekrar çözmek için araştırma yapmaya karşıydı. Bu tür uygulamaların araştırmacıyı objektiflikten uzaklaştıracağını, akademik araştırmacıların saf bilginin 126
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
geliştirilmesine odaklanmasını gerektiğini düşünüyordu. Son olarak, yapısalcılık bilincin bir bütün olarak işlediğini fena halda göz ardı ediyordu ve nerdeyse tamamen bilincin unsurlarına odaklanmıştı. Yapısalcılığın günümüz çalışmalarına iki büyük katkısı görülür. İlki Titchener ve takipçilerinin katı laboratuar çalışmalarını psikolojinin temeline oturtmalarıdır. Çağdaş psikologlar tarafından başka yöntemler kullanılsa da (saha araştırması ve örnek olay incelemesi gibi), uygulamada deney hâlâ büyük bir rol oynamaktadır. İkinci katkı ise yapısalcılık sınırları iyi çizilmiş bir düşünce dizisi ve ekolüdür. Başkalarının bu ekole karşı yeni şeyler geliştirmesi de başka düşünce ekollerinin doğmasına yol açmıştır. Yapısalcılığın en önde gelen rakibi işlevselciliktir. İşlevselcilik Yapısalcılığın aksine, işlevselcilik psikolojinin resmi bir ekolü değildi. Psikolojinin tutumuna dair bir dizi varsayımı kapsayan bir etiketten (ilk olarak Titchener tarafından kullanılmıştır) ibaretti. Bilinç psikolojisiyle ilgili aralarında gevşek bir bağ söz konusu olan bir dizi ilke olarak başladı denebilir. İşlevselcilik yapısalcılığa muhalif veya karşıt olarak tanımlanmıştır. Mesela işlevselciler psikolojinin zihinsel hayatın işlevlerine (esas unsurlara odaklanan yapısalcı düşüncenin aksine) odaklanması gerektiğine inanmıştı. Psikolojinin sorunlara pratik çözümler sunması gerektiğini 127
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
(yapısalcılar bu sorunlara en iyi halleriyle sadece kayıtsız kalmışlardı); sadece sağlıklı yetişkinlere yönelik değil hayvanlara, çocuklara ve sağlıksız bireylere yönelik olması gerektiğini; psikolojik konuları incelemek için geniş çaplı metodolojilere başvurması gerektiğini; bireysel farkları da göz ardı etmemesi gerektiğini savunmuşlardır. Kısacası yapısalcılara nerdeyse her açıdan karşıydılar. Yapısalcılık ABD’ye Almanya’da eğitim almış İngiliz bir bilim insanı tarafından tanıtılmışken, işlevselcilik kesin bir şekilde Amerikan üslubu taşır. O zamanların Amerikan Zeitgeistı faydacılık ve bireycilik odaklıydı. Bu tür nitelikler Amerikan psikologlarını özellikle Charles Darwin (1809-1882) çalışmalarına ve Herbert Spencer’ın (1820-1903) ileriki zamanlarda görülen eğitim, iş dünyası, devlet yönetimi ve diğer sosyal kurumlara yaptığı uygulamalara (sosyal darvinizm) daha meyilli kılmıştır. İşlevselciliği etkileyen diğer gelişmeler arasında Sir Francis Galton’ın (18221911) zihinsel yeteneklerdeki bireysel farklar ve George Romanes (1848-1894) ve C. Lloyd Morgan’ın (18521936) hayvan psikolojisine yönelik çalışmaları yer alır. William James William James (1842-1910) işlevselci psikolojinin ABD’deki en önemli temsilcilerinden ve yaşamış en seçkin psikologlardan biridir. James yüksek lisansı Harvard Üniversitesi’nde 1869 yılında yapmıştır ve 128
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
sonrasında psikolojiye özel bir ilgi duymuştur. Şiddetli depresyon ve başka büyük rahatsızlıklara rağmen 1872 yılında Harvard’da fizyoloji eğitimi vermek için görev almıştır. 1875’te ABD’dek ilk psikoloji dersini vermiş (Fizyoloji ve Psikoloji Arasındaki İlişki) ve sınıf/laboratuar demonstrasyonu başlatmıştır. James iki ciltlik (Psikolojinin İlkeleri) adlı kitabını 1890’da yayınlamıştır. Bu çalışması büyük yankı uyandırdı ve günümüzde modern psikoloji tarihinin en önemli eseri olarak kabul edilir. Kitabın geniş kapsamlı olması (1300 sayfa, 28 bölüm) tam olarak özetlemeyi imkansız kılsa da bazı başlıklarını sayabiliriz: Psikolojinin kapsamı, beynin işlevleri, alışkanlık, psikolojinin yöntemleri, hafıza, benliğin farkındalığı, duyu, algı, mantık, içgüdü, duygular, irade, ve hipnotizma. Bu kitapta James işlevselciliğin merkezinde olan fikirlere yer vermiştir. Kitapta duyuların en basit zihinsel unsurlar olduğu ve bu yüzden psikolojik çalışmaların çoğunlukla bu yönde olması gerektiğini savunan yapısalcı fikirleri eleştirir. James bu fikrin tam aksine bilinçli düşüncenin sürekli devam eden bir akış şeklinde deneyimlendiğini savunur, bir grup donmuş unsurun bir araya gelmesiyle değil. Yapısalcıların öne çıkardığı içebakış yöntemini eleştirirken James şunları ifade etmiştir: Düşüncenin hızı o kadar pervasızdır ki tam kavrayamadan bizi bir sonuca ulaştırır. Bu örneklerdeki içebakış analizi aslında sürekli dönen bir topun 129
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
hareketini anlamak için onu yakalamaya çalışmak, veya karanlığın nasıl gözüktüğünü anlamak için ışığı çabucak açmaya çalışmaya benziyor. Bilinci böylesine geniş çaplı bir şekilde kavramsallaştırarak James psikologların ufkunu açmıştır. İşlevselcilik ekollerinin önde gelen kampları Chicago Üniversitesi’nde ve Columbia Üniversitesi’nde mevcuttu. Chicago Ekolü İşlevselciliğin Chicago ekolünün temsilcileri John Dewey (1859-1952), James Rowland Angell (18691949), and Harvey A. Carr (1873-1954). İşlevselcilik Dewey’nin 1896 yılında Psikolojik İnceleme (Psychological Review) dergisinde yayınlanan “The Reflex Arc Concept in Psychology” (Psikolojide Refleks Arkı Kavramı) adlı makalesiyle başlamıştır. Bu makalesinde Dewey refleksif davranışların duyu uyarıcılarına, sinirsel etkinliğe ve motor karşılıklara binaen azaltılmasına karşı çıkmıştır. Aynı şekilde James bilinç analizinde indirgemeciliğe ve elementalizme karşı çıkmıştır, Dewey davranışa da böyle yaklaşmanın yapay ve isabetsiz olduğunu iddia etmiştir. Darwin’in doğal seçilim fikrinden etkilenen Dewey, reflekslerin bir bileşen olması açısından değil, organizma için ne işlev gördükleri açısından analiz edilmeleri gerektiğini ortaya koymuştur.
130
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Angell işlevsel ekole 1907’de Psikolojik İnceleme dergisinde yayınlanan (İşlevsel Psikoloji Alanı) adlı makalesiyle nihai şeklini vermiştir. Bu makalesinde işlevselciliğin üç ayırıcı özelliği şöyle belirlendi: İşlevsel psikoloji bilincin tipik hayat şartları altında nasıl işlediğini ayırt etmek ve tanımlamakla ilgilidir, bilincin unsurlara bölünmüş yapısını analiz etme ve tanımlamakla ilgili değildir. İşlevsel psikoloji bilincin temel yararlılıklarını keşfetmeye odaklanmıştır, yani organizmaların çevresine uyum sağlaması ve hayatta kalmasına zihinsel işlemlerin nasıl katkıda bulunduğunu anlamaya çalışır. Son olarak, işlevsel psikoloji zihinsel hayatın geniş çaplı olarak değer görmesi adına vücut-zihin ilişkisi üzerinde özellikle durur. Carr’ın 1925’de yazdığı Zihinsel Etkinliğin İncelenmesi kitabı, işlevselciliğin en parlak halini sunar. Kitabın adından da belli olacağı üzere Carr, hafıza, algı, duygular, hayal gücü, yargı, ve irade gibi psikoloji konularına yer vermiştir. Bu tür psikolojik süreçler dünyaya dair bilgileri alıp o bilgileri organize edip onları yorumlaması için organizmaya katkıda bulunduklarından işlevsel olarak nitelenirler. Başka bir deyişle bu süreçler çevrelerine uyum sağlasınlar diye organizmaya katkıda bulunur.
131
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Columbia Ekolü Columbia Üniversitesi’ndeki işlevselcilik ekolünün diğer önemli kampının temsilcileri arasında James Mckeen Cattell (1860-1944), Robert Sessions Woodworth (1869-1962) ve Edward Lee Thorndike (1874-1949) yer alır. İşlevselciliğin uygulamalı psikoloji ve bireysel farklara dair çalışmalarını benimsedikten sonra Cattell 1920’lerde ve çok ötesinde büyük yer edinecek olan psikolojik test hareketinin temellerini atmıştır. Galton’un etkisi altındaki Cattell geniş veri dizilerinin ve zihinsel yeteneklerin ölçümünün peşinden gitmiştir. Katılımcıların bir dizi uyarıcıyı sıraya dizdiği (mesela resimlerin görece çekiciliği veya bir grup bilim insanının görece seçkinliği) ve bunun sayesinde ortalama sıralamanın hesaplandığı yetenek metodolojisini geliştirmiştir. Woodworth dinamik psikoloji adını verdiği motivasyona odaklanmış olmasıyla tanınır. Bu sistemde Woodworth, çevresel uyarıcıların ve aleni karşılıkların önemini kabul etmiş fakat organizmayı (algılar, ihtiyaçlar ve tutkular) anlama ihtiyacı üzerinde durmuştur. Yani psikolojide uyarıcı-organizma tepki yaklaşımını (S-O-R) ilk temsil edenlerden biridir. Thorndike işlevsellikten davranışçılığa uzanan bir köprü gibidir. Davranışçılık John Broadus Watson (1878-1958) tarafından başlatılan bir düşünce ekolüdür. 132
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Thorndike, Darwin’in organizmalar arasındaki devamlılık kavramıyla benzeşen şekilde insan olmayan denekleri kullanmasıyla ünlüdür. Ayrıca kediler üzerinde araştırma yaparken kullandığı bulmaca kutusu da meşhurdur. Bu araştırma kendisine ait Etki Kanunu’yla sonuçlanmıştır. Bu kanuna göre bir bağlantının ardından tatmin edici bir ruh haline bürünülüyorsa, o bağlantı güçlenir. Bu işe yarayan şartlandırma araştırması ünlü davranışçı psikolog B. F. Skinner (1904-1990) tarafından genişletilerek sürdürülmüştür. Değerlendirme İşlevselcilik uygulamalı psikolojinin ve buna dahil olan psikolojik test, klinik psikoloji, okul psikolojisi, endüstriyel psikoloji ve organizasyon psikolojisinin önünü açmıştır. İşlevselcilik ayrıca psikolojik araştırmaların sağlıklı yetişkinlerden öte bebekler, çocuklar, zihinsel hastalar ve hayvanlar için de yapılmasını sağlamıştır. İşlevselci psikologlar içebakış, saha araştırması, anketler, zihinsel testler ve davranışsal gözlemlerin ötesine varan çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Bu gelişmeler kısmen ABD’nin 1920’lere doğru psikolojik çalışma merkezi halini almasıyla da alakalıdır. İşlevsel Psikoloji terimi ABD’deki neredeyse her psikoloğun zaten işlevselciliği benimsemesiyle kullanımını yitirmiştir. İşlevselciliğin körüklediği fikir değişimleri Amerikan psikolojisinin sonraki aşamasına, davranışçılığa zemin hazırlamıştır. 133
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Madde Kullanımı Bozuklukları Çalışma Alanları: Biyolojik Tedaviler, Başa Çıkma, Strese Dair Kritik Konular, Motivasyon Teorisi, Sinir Sistemi, Stres ve Hastalık, Madde Kullanımı. Madde kullanımı bozuklukları alkol ve reçeteli ilaçlar da dahil olmak üzere birçok uyuşturucu için resmi ve tıbbi madde bağımlılığı teşhisiyle başlar. Bu bozuklukların temel göstergeleri günlük hayatta kendini yineleyen sorunlar; madde bağımlılığından ötürü oluşan veya şiddetlenen fiziksel ve duygusal sıkıntılardır. Ana Kavramlar - Halüsinojenler - Solukla İçeri Çekilen İlaçlar (İnhalant) - Afyonlu İlaç - Psikolojik Bağımlılık - Sakinleştiriciler/Hipnotize Edici İlaçlar - Kişinin Kendisini İlaçla Tedavi Etmesi - Uyarıcılar - Tolerans - Çekilme Psikolojide madde kullanımı karakter, sosyal ve biyolojik açılardan incelenmiştir. Madde kullanımı bozukluğu olan kişilerde yapılan sosyal ve karakter incelemeleri çeşitli teorilerle sonuçlanımıştır. Bu teoriler; 134
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
stresi tolere etmekte zorlanan, hazzı erteleyemeyen, sosyal becerileri gelişmemiş ve izole/marjinalize olan, risk almaktan zevk alan ve kendi davranışını düzenlemekte güçlük çeken kişilerin bu ve bunun gibi durumlarına odaklanmıştır. Ek olarak, yoksulluk ve yüksek seviye stres gibi çevresel sıkıntılar da madde kullanımıyla ilişkilendirilmiştir. Bu bozuklukların biyolojik teorileri ise madde kullanımına yönelik genetik ve şartlandırılmış hassasiyetlerin bireyleri bu bozukluklara yatkın hale getirdiğini ortaya koymuştur. Örneğin, acıdan kaçınma ve sürekli zevk peşinde koşma ihtiyacı hisseden kişilerin bu tür sorunlar yaşaması daha muhtemeldir. Acı, herhangi bir rahatsızlık hissi (disfori) olarak geniş bir şekilde tanımlanmıştır. Acı ve yoğun mutluluk hali, psikosomatik ve diğer akıl/beden ilişkili olaylardan ötürü ortaya çıkabileceğinden, bu iki biyolojik kategori madde kullanımının biyolojik olmayan sebeplerinin çoğunu kapsar. Madde kullanımı ve bağımlılığın dahil olduğu birçok madde kullanımı bozukluğu şekli vardır. Bu bozuklukların normal denemelerden, sorunsuz kullanımlardan, psikiyatrik bozukluklardan çok o anki çevresel unsurlardan ötürü ortaya çıkan sorunlu ama kısıtlı kullanımlardan tamamen ayrı düşünülmesi gerekir. Madde kullanımının birçok tipi vardır ve bunlardan bazıları genel anlamda sorunlu olarak kabul edilmemişlerdir. En önemli kategoriler arasında alkol, sakinleştirici/hipnotize edici ilaçlar, nikotin, marijuana, afyonlu uyuşturucular (eroin vs.), uyarıcılar (amfetamin, 135
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kokain, kafein), içe çekilen maddeler (uhu, nitröz oksit (kahkaha gazı) ve ayakkabı boyası vs.), halüsinojenler (fensiklidin veya PCP veya “melek tozu”), LSD (“asit”), MDMA (amfetamine benzer halüsinojen etkileri olan bir ilaç, X veya ecstacy olarak da bilinir), anabolik streoidler, ve hatta bazı reçeteli ilaçlar yer alır. Madde kullanımı teşhisi yapılırken kullanılan maddeye göre teşhis yapılmalıdır. “Madde kullanımı” teşhisi gereğinden fazla geniş bir tanımlama olur, soruna sebep olan maddenin de ne olduğunu belirtmez. Bir maddeyle sorunu olan kişinin diğer bütün maddelerle de sorunu olacak diye bir şart yoktur. Yani madde kullanımı teşhisi madde özelinde yapılmalıdır; örnekler arasında alkol kullanımı, içe çekmeli madde kullanımı, marijuana bağmlılığı, kokain bağımlılığı sayılabilir. Madde kullanımı kategorisi için temel özellikler arasında ev, iş veya okul hayatında kendini tekrarlayan sorunlar; yasal durum; tehlikeli durumlarda madde kullanımı veya kişisel ilişkilere zarar verebilecek durumlarda madde kullanımı yer alır. Madde bağımlılığı kategorisinde ise; ev, iş veya okul hayatı dışındaki alanlarda kendini tekrarlayan sorunlar temel özellik olarak kabul edilir. Bağımlılık teşhisi tolerans, çekilme, kullanımdan ötürü kaynaklanan veya daha kötüleşen fiziksel veya duygusal sorunlar, madde kullanımında kontrol kaybı, bırakma isteğine rağmen bu yönde başarısızlıkla sonuçlanan çabalar, madde elde edimi, kullanımı ve iyileşmek için haddinden fazla harcanan 136
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
zaman, ve madde kullanımını sosyal veya iş hayatıyla ilgili durumların önüne koymaktır. Acı ve Yoğun Mutluluk Madde kullanımı sebepleri olarak yaşanan acılar veya yoğun mutluluk (öfori) arayışı fiziksel olarak ölçülebilir ya da kişi herhangi bir fiziksel işaret olmadan kendi kendine de fark edebilir. Madde kullanımı bozukluklarını belirlemek adına acı ve yoğun mutluluğun görece önemi şu beş davranışsal ve fiziksel durumu değerlendirmekte yatar: Genetik yatkınlık, kullanım gelişirken düzensizlik, hayatın herhangi bir anında görülmüş bir travmadan ötürü doğan düzensizlik, çevre, ve öğrenme. Bunlardan herhangi biri madde kullanımıyla sonuçlanacak şekilde acı veya yoğun mutluluk hislerinin doğmasına yol açabilir. Acı kaynaklı madde kullanımı bozukluklarının ortak noktası, organizmanın tolere edebileceğinden daha fazla acı tecrübe etmesidir. Acının genetik yatkınlıkları arasında normal acı eşiğini dğeiştiren kalıtsal hastalıklar ve durumlar yer alır. Gelişimsel düzensizlikler arasında fiziksel ve davranışsal kavramalar ve gelişimsel normlardan konuyla alakalı farklar yer alır. Fiziksel bir sakatlıktan veya çevresel şartlardan kaynaklanan travma veya acı ortaya çıkaran bir tepkinin de öğrenilmesi acıyla sonuçlanabilir.
137
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Acı temelli madde kullanımı bozukluklarına dair birçok teori, kişinin kendini tedavi etme teorileri olarak özetlenebilir. Fiziksel veya duygusal rahatsızlık veren bir durumu düzeltmek adına bireyler madde kullanımında yanlış yollara saparlar. Kendini tedavi etme teorileri kullanışlıdır çünkü organizmanın homeostatik (dengeye yönelen) doğasını ve acı temelli sorunlarda bireysel farkları hesaba katar. Sağlığa geri döndürülemez derecede zarar veren madde kullanımını sadece acıdan kaçınma temelinde irdeleyemeyiz. Yani mutluluk ve zevk gibi olumlu sonuçlara ulaşmak da madde kullanımı konusunda en az diğer motivasyon kaynakları kadar geçerlidir. Çağrışımsal şartlandırma ve işlemsel şartlandırma da önemli rol oynar. Madde kullanımının bu çeşidini acı temelli madde kullanımından ayıran nokta şudur: Kişi o zevk noktasına ulaşana dek madde kullanımına devam eder, yani sadece rahatlamak veya acıdan kaçınmak yetmez. Mutluluk temelli madde kullanımı ya da haz arayışı test edilen bütün canlı türlerinin karakteristik özelliğidir. Bazı teorisyenler haz arayışının doğuştan gelen bir güdü olduğunu ve toplumsal anlamda kabul edilir alternatiflerle bile kolaylıkla kontrol altında tutulamayacağını öne sürmüşlerdir. Diğer teorisyenler ise maddelerin olumlu taraflarının evrimsel baskı ve seçilim gibi biyolojik bir amaç geliştirdiğini öne sürmüştür. Örneğin çürümüş şeyleri yiyebilen organizmalar çoğalabilir ve hayatta kalabilirken, insanlarda kirli su yerine alkol alan insanlar 138
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
çoğalabilmiş, fakat kirli suyu tercih edenler hayatta kalamamıştır. Madde Araştırmalar
Kullanımı
Bozukluğuna
Yönelik
Madde kullanımı ve bağımlılığının biyolojik temellerini anlamaya yönelik araştırmalar klinik (insan) ve preklinik (hayvan) yaklaşımlar içerir. Araştırmalar göstermiştir ki beynin belli bölgeleri uyarıldığında yoğun mutluluk hissini tetikler. Yani beyin zevk almaya açık durumdadır. Hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırma, beynin MFB (medial forebrain bundle) adı verilen bölgesi doğrudan elektirikle uyarıldığında öylesine bağımlılık yapıcı davranışlar geliştirdiğini göstermiştir ki; hayvanlar yemek, içmek ve üremek gibi temel ihtiyaçlarını bile göz ardı edip bağımlılıklarının peşinden gitmişlerdir. Sonraki araştırmalar beynin sinirsel çevresine ait hayli bağımlılık yapıcı ağrı kesici ve euphoriant (yoğun mutluluğa sebep olan) kimyasalların varlığını da ortaya çıkarmıştır. Yani beyin acıyı rahatlatmak ve daha da ötesi yoğun mutluluk hissi vermeye yatkındır. Madde kullanımı, bağımlılığı ve diğer bağımlılık yapıcı davranışların birçok organizmada kolaylıkla gelişiyor olması pek de şaşırtıcı değildir. Bağımlılığa yol açan maddelerden bazılarının etkileri öngörülebilirdir. Alkol belli başlı davranışları sekteye uğratır. Tepkime zamanını, hareketi ve 139
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
düşünsel süreçleri yavaşlatır, REM uykusunu engeller. Uzun süre alkol kullanımına devam edenlerde fizyolojik bir bağımlılık (tolerans veya yoksunluğun olduğu durumlar) görülebilir ve tam bir alkol bağımlılığı teşhisi konulabilir. Ayrıca alkol yoksunluğunun belirtileri hayatı tehdit edecek seviyeye yükselebilir. Eroinin ağrı kesici ve yoğun mutluluk verici etkileri vardır. Aynı zamanda fena halde bağımlılık yapıcıdır, yoksunluğu bazen ölümle sonuçlanır. Marijuana, bazen sakinleştirici veya halüsinojen olarak nitelense de alkolün davranışsal etkilerine sahiptir. Uyarıcıların davranışlara yaptığı etkiler çok çeşitlidir. Hepsinin ortak noktası bir çeşit fizyolojik ve davranışsal uyarıma yol açmalarıdır. Bazıları (kokain ve amfetaminler, kristal meth) inanılmaz derecede bağımlılık yaparlar, hayatı tehdit ederler ve kişilerde şiddet meyline yol açarlar. Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Kriterleri Madde Bağımlılığı Uyum gösteremeyen madde kullanımı düzeni, klinik anlamda ciddi rahatsızlıklara ve sıkıntılara yol açar. Aşağıdakilerden üç ya da daha fazlasının 12 aylık süreç içerisinde herhangi bir zaman diliminde görülmesi şeklinde kendini gösterir. 140
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Tolerans, şu şekillerde tanımlanır: - Kendinden geçirecek ya da istenen etkiyi verecek kadar miktarda madde kullanımı ihtiyacı, - Devamlı kullanımda aynı miktardaki maddenin etkisinin önemli ölçüde azalması. Yoksunluk şu şekillerde kendini gösterir: - Karakteristik madde kullanımı yoksunluğu, aynı (veya yakın) maddenin yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırması için kullanımıdır. - Genellikle madde ya istenenden çok daha fazla miktarda veya çok daha uzun süreler boyunca kullanılır. - Madde kullanımını tamamen kesmek veya azaltmaya yönelik devamlı istek veya bu yönde başarısız denemeler, - Maddeleri elde etme, kullanma ve etkilerinden sıyrılmak için yüksek miktarlarda harcanan zaman, - Önemli sayılabilecek sosyal, mesleksel veya eğlendiren etkinliklerden madde kullanımı yüzünden tamamen veya çoğunlukla kaçınma, - Madde kullanımının yol açtığı veya şiddetlendirdiği fizyolojik veya psikolojik etkilerin biliniyor olmasına rağmen madde kullanımına devam edilmesi, Fizyolojik Bağımlılığın (tolerans veya yoksunluğa dair delil) olup olmadığının belirlenmesi - Gidişat etiketleri: Erken Tam Hafifleme; Erken Kısmen Hafifleme; Uzun Süreli Tam Hafifleme; Uzun Süreli Kısmen Hafifleme. 141
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Madde Kullanımı Uyum gösteremeyen madde kullanımı düzeni, klinik anlamda ciddi rahatsızlıklara ve sıkıntılara yol açar. Aşağıdakilerden bir ya da daha fazlasının 12 aylık süreç içerisinde herhangi bir zaman diliminde görülmesi şeklinde kendini gösterir: - Okul, iş ve ev sorumluluklarının yerine getirilmemesiyle sonuçlanan sürekli madde kullanımı, - Fiziksel anlamda tehlikeli durumlarda sürekli madde kullanımı. - Sürekli madde kullanımından kaynaklanan yasal sıkıntılar, - Madde kullanımının yol açtığı veya şiddetlendirdiği sürekli görülen sosyal ve insanlar arası sorunlara rağmen devamlı madde kullanımı, Madde Bağımlılığı Kriteri bu madde kullanımı sınıfı için yetersizdir. Halüsinojenler görsel, işitsel, dokunsal, koku ve tatma duyularına yönelik halüsinasyonlara yol açabilen maddelerdir, fakat çoğu insanda bu etkilere sebep olmazlar. Bazıları (PCP) şiddetli davranışlara meyil verirken bazıları (LSD) negatif duygusal patlamalara yol açmazlar. İçe çekilen maddeler genelde yoğun mutluluk hissi verirler ve genelde marijuana gibi uyuşturuculara parası yetmeyen ergenler tarafından kullanılırlar. 142
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Beyin Kimyası Farklı ilaçların yaptığı farmakolojik etkiler birbirine çok benzer. Marijuana ve alkol, beynin aynı biyokimyasal sistemlerini etkiler. Alkol bazı kimyasal dönüşümlerden sonra gelirse bir çeşit afyon görevi görebilir. Bu benzerlikler madde kullanımı alanında hâlâ sorulmakta olan eski bir soruyu gündeme getirir: Bütün insanlarda sadece ortaya çıkış şeklinde farklılık gösteren ortak bir bağımlılık yapıcı mekanizma var mıdır? Daha eski teoriler “bağımlılığa meyilli kişilik” fikrini, yani bireysel ve sosyal geçmişinden ötürü gelişigüzel bir şekilde bağımlılık kazanan kişi tipini ortaya atar. Nöroloji biliminde görülen gelişmeler sayesinde “bağımlı beyin” ihtimalini göz önünde bulunduran teoriler ortaya çıkmıştır. Bu teoriler uyuşturucular tarafından sağlanan sürekli bir düzenlenme halini işaret eden nörolojik bir durumu ifade eder. Bağımlı beynin göstergeleri arasında ağrı kesici veya mutluluk verici kimyasalların yeterince salgılanmaması gösterilebilir. Beynin ihtiyaç duyduğu kimyasal düzenleme dışardan yani madde kullanımı sayesinde edinilebilir. Yukarda da bahsedildiği gibi birçok alakasız uyuşturucu benzer kimyasal etkilerde bulunur. Yani madde seçimi beynin durumuna ve kişisel tecrübelere bağlı olduğu gibi kullanılan uyuşturucunun etkilerine ve eld edinim şartlarına da bağlıdır. Bağımlı 143
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
beyin örneği önlem ve müdahale adına madde kullanımı alanında zaten tartışılagelmiş iki seçenek sunar: Yeniden düzenleme ve alternatif sunma. Şu ana kadar, toplumsal anlamda kabul edilebilir alternatifler şöyle böyle işe yarasa da, asıl umut düzenden çıkmış beynin yeniden düzenlenmesinde yatar. Bu alternatifler arasında yine beyni rahatlatan etkileri olan sürekli egzersiz yer alır. Fakat bu tür bir alternatifin başarısı kontrol edilmesi ve öngörülmesi güç olan birçok değişkene bağlıdır. Alternatif sunma yeniden düzenlenmeyi gerektiği gibi sağlamayabilir, düzenlenme kalıcı olmayabilir ve bunlara karşı bir tolerans doğabilir. Gelecekteki İhtimaller Beyin ve ruh halini etkileyen maddelerin kullanımı tarihin başlangıcına ve hatta ötesine kadar uzanır. Tarihi kayıtlar göstermiştir ki aşırı kullanımı muhtemel maddeler dini, törensel veya tıbbi sebeplerle, ticari amaçlarla, eğlenceler esnasında mutluluk vermesi amacıyla, suçluyu suçsuzdan ayrıt etmek amacıyla kullanılmıştır. Madde kullanımı bozuklukları her kültür ve ülke için, kişisel ve toplumsal anlamda ağır bedeller ödenmesine yol açabilir. Hiç şüphe yok ki birçok toplum bu bozuklukları ortadan kaldırmak niyetindedir, ortaya çıkmalarını engellemek ve bu hastalıkları tedavi etmek için de yoğun çaba sarfedilmektedir. Madde kullanımı 144
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
bozukluklarına ve hatta madde kullanımını düzenleyen yasalara ekonomik şartlar kadar toplumslar şartların etkisi barizdir, ancak bazen bu şartlar bağımlılık ve aşırı kullanımı ortadan kaldırma amacını engelleyici durumlara sebep olurlar. Psikoloji alanında madde kullanımına yönelik çalışmaların kapsamı farmakoloji bilimi yükselişe geçtikçe ve uyuşturucu maddelere erişim arttıkça genişlemiştir. Ulusal Alkol Kullanımı ve Alkolizm Enstitüsü’nün ve Ulusal Uyuşturucu Kullanımı Enstitüsü’nün kurulması, 70’li yıllarda bu alandaki araştırmalara büyük katkı sağlamıştır. 80’ler ve 90’lar boyunca ise madde kullanımı bozukluklarının altında yatan mekanizmaların ve madde kullanımını önlemek ve tedavi etmek için farmakolojik müdahalelerde bulunmanın işe yaradığını gösteren çalışmalar ortaya çıkmıştır. 90’lar ayrıca bu bozuklukların tedavi ve müdahalesi adına yaş, cinsiyet, etnik köken gibi demografik özelliklere karşı olan farkındalığın arttığına da şahit olduğumuz dönemlerdir. Araştırmalar sürdükçe, bu unsurlar ve çevrenin davranışlara olan etkisi giderek çalışmaların odak noktası haline gelmektedir ve madde kullanımı bozukluğu teşhisine verilen önem artmaktadır. Madde kullanımı bozukluklarına yönelik gelecek araştırmalar tedavi ve müdahale çalışmalarına katkıda bulunması amacıyla büyük ihtimalle sorunun biyolojik kökenlerine, sorunun gelişmesini sağlayan çevresel şartlara, bu bozukluklarla alakalı kültür ve cinsiyet 145
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
etkileşimlerine, ve diğer zihinsel hastalıkların madde kullanımıyla nasıl birleşik etki yaptığına yönelik ilerleyecektir. Birçok insan, hatalı bir şekilde madde kullanımının biyolojik açıklamalarını sorunlu davranışlar için mazeret olarak kullanmaktadır. Aslında, bu tür davranışlarla alakalı sinirsel etkilerin keşfi ne tür terapilerin yararlı olacağına dair bir başlangıç noktası görevi görmektedir. Bozukluğun beyindeki temelini fark etmek terapistlerin daha işe yarayan tedavi yöntemleriyle iş görmelerini sağlayacaktır. Böylece bu bozuklukları sadece idare etmektense, ortaya çıkan sorunlar tam anlamıyla çözülecektir.
146
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
İntihar Çalışma Alanı: Depresyon. İntihar bir kişinin kendi hayatına bilerek son vermesidir. İntihar oranları erkeklerde daha yüksektir, yaşla doğru orantılı artar; ayrıca klinik depresyon da riski artıran önemli unsurlardan biridir, yani intihar herhangi bir psikolojik bozukluğun vahim sonuçlarından biri olarak görülebilir. Ana Kavramlar - Fedakâr İntihar - Gayesizlik - Egoist İntihar - Epidemiyolojik Araştırma - Psikolojik Otopsi - İntihara Yönelik Hareket İntihar bir kişinin kendi hayatına bilerek son vermesidir. Psikologlar intiharı anlamak, risk altındakileri belirlemek ve bunları engellemek için önemli çalışmalar yapmışlardır. Sosyolog Emile Durkheim herkes tarafından bilinen intihar tipi sınıflandırmasını ortaya atmıştır. Durkheim’a göre fedakâr intihar toplumsal/insanlar arası taleplere yönelik gerçekleşen (bir askerin arkadaşlarını 147
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kurtarmak için kendini feda etmesi) bir intihar tipidir. Egoist intiharlar ise birey toplumdan izole olduğunda ve hayatını devam ettirmek için yeterli seviyede toplumsal talep görmediğinde gerçekleşir. Üçüncü tip ise gayesizlik intiharıdır. Gayesizlik kişinin toplumsal ilişkilerinde gerçekleşen büyük bir değişiklikten (işten atılma, sevilen birinin ölmesi) sonra yaşanan dışlanma ve yolunu kaybetme halidir. Gayesizlik intiharı bu tür dramatik değişikliklerden sonra gelir. Araştırmalar Durkheim’ın intiharı sosyal izolasyon ve yakınların kaybıyla açıklamasını destekler niteliktedir. Ayrıca birçok başka değişkenin (demografik veya psikolojik) de intihara katkıda bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Sayılı araştırmalar göstermiştir ki cinsiyet, yaş, medeni hal, iş durumu, şehir vs köy hayatı, etnik köken gibi değişkenlerin de intihara etkisi mevcuttur. İntiharla ilgili epey ironik bir durum ise kadınların erkeklerden daha çok intihar teşebbüsünde bulunmalarına rağmen, kadınlara nazaran daha çok erkek intihar etmektedir. İki örnekte de oranlar üçe bir şeklindedir. Bu durumun açıklaması ise şu şekilde yapılmıştır: Erkekler kadınlara göre çok daha ölümcül ve geri döndürülümez yöntemlere (kendini asma, tabanca vs.) gibi yöntemlere başvururken kadınlar ise daha çok ilaçla intihar etme eğilimindedir. Yaş da intihara etki eden bir unsurdur. Genel anlamda, bir kişinin intihar etme riski yaşlandıkça artar. Her ne kadar yaşlı insanların intihar etmesi daha 148
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
olasıysa da, kişiler dikkatini daha çok ergenlerin ve çocukların intiharına yöneltmişlerdir. Bunu iki unsura bağlayabiliriz: İlki, 1960’dan beri 25 yaş altı kişilerin intihar oranı giderek artmaktadır. İkincisi, intihar 21 yaş altı kişilerde ölüm sebebi olarak birçok hastalığın önüne geçmiştir. Başka demografik değişkenler de intiharla bağlantılıdır. İntihar riski boşanmış insanlarda evli insanlara göre daha yüksektir. İşsizlerin iş sahibi kişilere göre intihar etmesi daha olasıdır. Şehirde yaşayan insanlar kırsal kesimde ikamet edenlere göre intihar etmeye daha yakındır. Beyazlarda Afrika kökenli Amerikanlara göre intihar etme oranı daha yüksektir. Bu demografik değişkenlere ek olarak, bazı psikolojik ve davranışsal değişkenlerin de intiharla bağlantısından söz etmek gerekir. Belki de intihar etmenin en önemli göstergesi intihar etme tehdididir. Birçok intihar eden kişi olayın öncesinde bir çeşit intihar tehdidinde (her zaman doğrudan bir tehdit olmaz, bazen kişi ölmeden önce yapacaklarını düzenler veya elinde ne varsa savurur) bulunmuştur. Bu sebeple, psikologlar bu tehditleri ciddiye alır. Tehditte bulunan kişi bunu yaparken ne kadar ayrıntılı bir betimlemede bulunuyorsa risk de o kadar büyüktür. Doğal olarak bu betimlemede bahsedilen yöntem daha ölümcül yöntemlerdense ve kişinin bu yönteme bir şekilde erişimi varsa risk de artar. Başka bir intihar göstergesi önceki intihar teşebbüsleridir. Kendi hayatını sonlandırmaya yönelik denemelerde bulunmuş kişilerin intihar etme riski böyle 149
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
bir denemede bulunmamış kişilere göre daha yüksektir. Önceki denemede kullanılan yöntemin ölümcüllüğü de önemli bir göstergedir. Eğer kişi gerçekten ölümcül sayılabilecek bir yöntem kullandıysa (tabanca) ve buna rağmen intihar gerçekleşmediyse kişi gerçekten büyük bir intihar riski altındadır. İntiharın bağlantılı olduğu diğer davranışsal ve psikolojik değişkenler şunlardır: Depresyon, izolasyon, stres, acı ve hastalık, sevdiklerinin ölümü, uyuşturucu veya alkol kullanımı. Bu unsurlar neden belli demografik değişkenlerin intiharla sonuçlandığını anlamamıza yardımcı olabilir. Mesela, işsiz kişiler çok daha stresli, depresif bir hayat sürdürürler ve toplumdan izole olurlar. Aynı şekilde boşanmış kişiler de evli insanlara göre daha mutsuz, daha yalnız bir duruma düşebilirler. Yaşlılar ise gençlere göre hastalıklarla, fiziksel sıkıntılarla daha çok uğraşırlar. Her ne kadar demografik ve psikolojik değişkenleri böyle özetlemiş olsak da intiharı öngörmek çok halen çok zordur. İntihar istatistiksel anlamda nadir görülen bir durumdur; temel olasılık kanunlarına göre bu kadar nadir durumları öngörmek çok zordur. İntiharı öngörme teşebbüslerinde olan şey şudur: Azınlığı, (intihar edecek olanları) çoğunluktan (intihar etmeye meyilli olsa da intihar etmeyecek kişiler) ayırma süreci.
150
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Araştırma ve Engelleme İntihar psikolojisini incelemek için birçok çalışma yapılmıştır. Epidemiyolojik (salgın hastalıklar bilimi) araştırmalar intihar etmiş kişilerin demografik özelliklerini belirlemiştir. Başka bir yöntem ise intihar teşebbüsünde bulunmuş kişileri incelemektir. Bu sayede psikologlar bu kişilerin psikolojik özelliklerini derinlemesine inceleyebilmişlerdir. Üçüncü bir yöntem ise intihar mektuplarını analiz etmektir. Son olarak psikolojik otopsi yönteminden de bahsetmek gerekir. Bu yöntem intihar eden kişinin arkadaşlarıyla ve ailesiyle konuşmak, kişinin hususi eşyalarını incelemekten ibarettir. (Günlükler, mektuplar vs.) Bu yaklaşımların hepsi geniş çaplı olarak kullanılmış olsa da, hepsinin ayrı ayrı kısıtları vardır. Epidemiyolojik yöntem demografik özelliklere odaklanırken psikolojik etkileri gözden kaçırabilir. İntihar teşebbüsü etmiş kişilerin durumunu incelemekle gerçekten intihar kurbanı olmuş kişileri incelemek arasında epey fark olabilir. Örneğin bazı intihar teşebbüsleri intihara yönelik hareketler veya “yardım çağrısı” olarak görülür, amaç hayata son vermek değil kişinin yardım istemek 151
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
amacıyla dikkati üstüne çekmeye çalışmasından ibarettir. Yani hayatta kalanlardan öğrenilebilecek şeyler intihar psikolojisinde genele vurulamaz. İntihar mektuplarının incelenmesindeki sıkıntı ise her zaman intihar notu diye birşeyin bırakılmıyor olmasıdır. Psikolojik otopsinin sınırı ise intihar eden kişinin yakınları ve maddi eşyalarının düşünsel süreçlere dair yeterli bilgi sunamama ihtimalidir. Başka çalışmalarla örtüşen bir şekilde, Hoberman ve Garfinkel intiharın yaş ve cinsiyetle alakalı olduğunu keşfetmişlerdir. Çalışmada kaydedilen intiharların yüzde 80’inin kurbanı erkektir. Yine aynı çalışmadaki intiharların yüzde 91’i 15 ve 19 yaş arası kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrıca intihar eden kişilerin yüzde 50’sinde bir veya daha fazla psikiyatrik bozukluk emaresi gözlemlenmiştir. Bu bozuklukların en sık görülenleri depresyon veya alkol/uyuşturucu bağımlılığıdır. Son olarak, Hoberman ve Garfinkel’in bulguları intihar kurbanlarının önemli bir kısmının “münzevi” kişiler olduğunu göstermiştir. Yani, yetişkin intiharlarında söz konusu olan göstergelerin ergen ve çocuk intiharlarında da etkin olduğu ortaya çıkmıştır.
152
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Risk Değerlendirmesi Psikiyatrist Aaron T. Beck ve meslektaşları 1974 yılında bireylerin kendilerine ve geleceklerine dair olumsuz düşüncelerini belirlemek adına Umutsuzluk Ölçeği’ni geliştirdiler. Birçok intihar teorisinde, bireyin çaresizlik hissinin intiharla bağlantılı olduğu belirtilmiştir. Beck ve diğerleri depresif hastalardaki umutsuzluğun önemli bir intihar göstergesi olduğunu ortaya koymuştur. Değerlendirilen diğer psikolojik değişkenler arasında, sadece Umutsuzluk Ölçeği ve kötümserlik ölçümü intihar kurbanları ve diğer hastalar arasındaki farkı ortaya koymuştur. İntihar eden hastaların diğer hastalara göre daha umutsuz ve kötümser olduğu gözlemlenmiştir. Beck ve meslektaşları Umutsuzluk Ölçeği’nin intihar edecekleri, etmeyecek kişilerden ayırmak konusunda en başarılı yöntemlerden biri olduğunu iddia etmiştir. Diğer zihinsel sağlık uzmanları intihar riski en büyük olan hastaları belirlemek için bu kıstası kullanabilirler. William Fremouw, Maria de Perczel ve Thomas Ellis adlı psikologlar intihar meyilli hastalarla çalışan kişiler için yararlı bir rehber yayınlamışlardır. Tavsiyeleri arasında intihar hakkında açık ve olgulara dayanan bir şekilde konuşmak, hastanın duygularını ve motivasyonlarını yargılayıcı veya alçaltıcı bir şekilde yok saymaktan kaçınmak, ve hastanın o anki sorununu 153
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
çözmek adına sorun çözücü bir yaklaşım edinmek yer alır. İntihar önleme programlarına dair bir değerlendirme yapmak zordur. Arayanlar kimliklerini açıklamaktan kaçınabilirler, yani sonradan intihar edip etmediklerini belirlemek güçleşir. Yine de, bu tür programların kullanışlı olduğu kabul edilmiş ve başka ülkelerde de buna benzer uygulamalara gidilmiştir. Sosyal ve Kültürel Bağlamlar İntihar bir psikoloğun yaşayabileceği en ekstrem ve şiddetli davranışlardan biridir. İntiharın vehametinden ötürü psikologlar intihar riskini belirlemek ve intiharı önlemek adına gözle görülür bir çaba içine girmişlerdir. Psikolojik çalışmalar intihar hakkında doğru bilinen birçok şeyin gerçeği yansıtmadığını ortaya koymuştur. Örneğin, insanlar intihar tehdidinde bulunan kişilerin asla intihar etmediğini, bütün intihar kurbanlarının ölmeyi gönülden istediğini, sadece zihinsel hastaların intihar ettiğini, intiharın aileden gelen birşey olduğunu, intihara meyilli bir kişiye yardım edilemeyeceğini düşünürler. Bu ve bunun gibi şehir efsaneleri yüzünden intihara dair yapılan psikolojik çalışmaların kamuya anlatılması çok önemlidir. İntihar riski klinik depresif bireylerde artar. İntihar riski bulunan depresif kişilerin çaresizlik hissettiği görülmüştür. Kişinin çaresizliği arttıkça, intihar riski de artar. 1970’lerden beri, Beck’in Umutsuzluk Ölçeği 154
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
depresif hastalar arasında intihar riskini öngörmek için kullanılmıştır. Bu sebeple, çocuklar ve ergenlerin intiharı konusu psikologların temel endişeleriden biri halini almıştır. 1970’lerden önce çocukluk depresyonu psikologlardan yeterince ilgi görmemişse de, o zamanlardan bu zamanlara bu konuya eğilmeye başlamışlardır. Psikologlar biyolojik, bilişsel ve davranışsal depresyon teorileriyle ve depresyon tedavileriyle ilgilenmiş, yetişkinlere uygulanan depresyon tedavisi yöntemlerinin çocuklara ve ergenlere yönelik olarak da uygulanabileceği düşünülmüştür. 1980’lerde psikologlar depresyon ve çaresizlik içinde olan ve dolayısıyla intihar etme ihtimali olan gençleri belirlemek adına yenilikçi programlar geliştirmişlerdir; bu programların değerlendirmeleri ve analizleri devam edecektir.
155
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Destek Grupları Çalışma Alanları: Hepsi. Destek Grupları, 1908’de Oxford Grubu’nun ve sonrasında gelen Adsız Alkolikler’in kurulmasıyla başlar. Destek grupları katılımcıların izolasyon duygularını azaltır, onlara bilgi ve umut verir, geri bildirim ve sosyal destek sağlar ve katılımcılara sosyal beceriler öğretir. 21. Yüzyılın başlarında da görüldüğü üzere, destek grupları vahim suçların kurbanı olan ve bu yüzden fiziksel ve psikolojik sıkıntılar çeken herkese katkıda bulunmaktadır. Ana Kavramlar - Uyuşma - Takas Teorisi - Grup Dinamikleri - Ağlar - Normlar - Roller - Sosyal Kolaylaştırma - Sosyal Ketleme - Sosyal Öğrenme - Sosyobiyoloji 156
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
İnsanlar sosyal hayvanlardır, yani gruplar halinde yaşarlar. İnsanlar arasındaki ağlar; davranışı, duyguları ve yargıları şekillendirmede büyük önem taşır. Gruplar şiddet ve öfke gibi yıkıcı davranışlara sebep olabileceği gibi (çete zihniyeti), sadakat, başkalarına yardım ve başarı gibi olumlu duyguların da filizlenmesine yol açabilir (hastalıklara dair destek grupları). Grupların insan davranışını nasıl etkilediğine yönelik araştırmalar 1898’de başlamıştır, fakat 1940 ve 50’li yıllara gelene kadar kayda değer bir seviyeye ulaşamamıştır. Grupların incelenmesi bilim insanlarının önem verdiği konulardan biridir. D. R. Forsyth grubu “sosyal etkileşim aracılığıyla birbirini etkileyen iki ya da daha fazla sayıda birey” olarak tanımlamıştır. Bir grup kalıcı ya da geçici, resmi ya da gayrıresmi, yapısal veya gevşek olabilir. Destek grupları da bu özellikleri taşıyabilir. İnsanlar neden grupların peşinden giderler? Sosyal öğrenme teorisyenleri insanların çoğunun destek gördükleri, onaylandıkları aile ortamında büyüdüğü için hayatlarının sonraki kısımlarında da başka insanlara dayanma ihtiyacı hissederler. Diğer yandan, takas teorileri ise grupların ödül (sevilme, onaylanma) ve maliyet (zaman, çaba) sunduğunu iddia etmiştir. Bir grubun ödülleri maliyetlerinden daha fazlaysa üye olan kişiler “kârlı” çıkacaktır. Sosyobiyologlar ise insanların grup oluşturmasının sebebini türün hayatta kalma içgüdüsüne bağlarlar. Ayrıca başkalarıyla 157
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
yakınlaşmanın genetik yatkınlığa bağlı olduğu hipotezini savunurlar. En güçlü grubun ayakta kalma ihtimali de en yüksek olur. Gruplar hangi sebeple şekillenirse şekillensin, destek gruplarını anlamamız için bütün grupların taşıdığı önemli özellikleri belirlememiz gerekir. İlk olarak, grubun boyutu önemlidir. Büyük gruplar kişiye daha çok özel alan sunarken, küçük gruplar iletişimi kolaylaştırır. Grup yapısı ise statü farkları, işleyiş normları, liderler ve takipçiler, ve altgruplar olarak ayrıştırılabilir. Bireyler kendilerine sosyal roller (kişinin gruptaki konumundan beklenen) biçerler. Grup içindeki roller davranışı etkilemesi açısından önemlidir çünkü bireyler kişisel çıkarları ve isteklerinin karşısında yer alan eylemlerde bulunabilirler. Bu rollerin derecesi gruptaki statüye, kimin daha çok itibar görüp görmediğine bağlıdır. Grupların alt grupları da olabilir; yaş, ikamet edilen yer, roller, çıkarlar ve diğer unsular alt grupların oluşumunu etkiler. Bu alt gruplar grubun tamamının başarısına katkıda bulunabildiği gibi hizipçilik gibi durumlar yüzünden grubun verimliliğini de baltalayabilir. Grupların çeşitli derecelerde uyum seviyesi de söz konusudur. Uyum grup içindeki bağların gücünü yansıtır. Uyum grup üyelerinin birbirinden ne kadar hoşlandığını gösteren bir unsur olabilirken, bazen ise grubun bir hedefe ulaşması için ihtiyaç duyulan bir unsur haline gelebilir. Bütün gruplarda iletişim ağı, veya 158
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
açık sözlülük düzeni ve üyeler arasındaki iletişim kısıtlamaları mevcuttur. Grup normları üyelerden beklenen tavır ve davranışları düzenler. Bu normlar grubun başarısı için gereklidir çünkü hayatı daha öngörülebilir kılar ve üyelerin verimini arttırır. Liderlik resmi veya gayrıresmi, ödev odaklı veya insan odaklı olabilir, zamanla kişiden kişiye geçebilir. Son olarak, gruplar nispeten öngörülebilir aşamalardan geçerler, işlerini bitirir ve nihayete ererler. Bir grubun nasıl işlediğini ifade etmek için “grup dinamikleri” terimi kullanılır. Gruplar Bireyleri Nasıl Etkiler? Araştırmacılar insanlar da dahil olmak üzere bütün hayvanlarda, aynı türün diğer üyeleriyle birlikte yapılan görevlerde yüksek performans gözlemlemiştir. Bu olguya sosyal kolaylaştırma denir. Ancak görevlerin karmaşıklığı artarsa başkalarının varlığı performansı düşürebilir. Buna da sosyal ketleme veya bozulma adı verilir. Bu olgunun sebebi netleştirilememiştir. Bireyin, başkalarının varlığından ötürü ceza veya ödül beklemesi ve bundan ötürü özbenliğe karşı güçlüklerin oluşması mı yoksa bireyin bilgiyi işleme yeteneğini etkilemesi mi, tam olarak bilinmemektedir. Birçok teorisyen grubun başarısı adına görevin doğasının önemli olduğunu belirtmiştir. Önreğin eldeki görev grup üyelerinin bireysel refahıyla bağlantılıysa başarı ihtimali de yüksek olur. 159
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Gruplar belli bir durumda uygun farzedilen davranışın modellemesini sağlarlar. Modellemeyi yapan bireylerle davranışı öğrenmek isteyen birey ne kadar yakın olursa, model de o kadar güçlü olur. Gruplar grup normlarına uyan davranışlarda bulunan üyeleri ödüllendirirken normlara veya standartlara uymayan bireyleri cezalandırır. Gruplar sosyal mukayeseye aracı olurlar, bir kişinin davranışını benzer durumdaki başka bir kişinin davranışıyla kıyaslar. Gruplar stresli zamanlarda önemli bir destek kaynağıdırlar. Bireylerin stresini azaltan grup özellikleri arasında bağlılık, somut yardım ve bütünlük yer alır. Bağlılık umursamaktır, grup üyelerine ilgi göstermektir. Rehberlik bilginin sunumudur veya tavsiye içerikli geri bildirimlerdir. Somut yardım finansal temelli de olabilir, başka bir hizmet içeriği de olabilir. Bütünlük ise bireyin gruba ait olduğu hissini vermektir. Bazı araştırmacılar güçlü bir grup düzeninin kişilerin bağışıklık sistemine katkıda bulunduğunu ortaya koymuştur. Adsız Alkolikler En çok bilinen destek grubu olan Adsız Alkolikler (AA), 1930’ların sonunda Akron, Ohio’da kurulmuştur. AA gruplarının günümüzde bütün dünyaya yayılmış onbinlerce şubesi vardır. Oxford Üniversitesi’nde 1908 yılında Hıristiyan öğrenci ve sporculara binaen kurulmuş Oxford Grubu, AA’nın başlangıç noktasıdır.
160
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Destek grupları, bağımlı bireyler için çok önemlidir. “Temiz ve ayık” kalma adına kişiye yakın destek sağlarlar. Madde kullanımına dönmeyi engellemek adına baskı yaparlar. Bağımlıların yalnız olmamasını garanti ederler. 12-adım gruplarındaki bağımlılar başkalarıyla duygusal bir seviyede etkileşime girmeyi öğrenirler. Daha önemlisi, AA ve diğer destek grupları bireyin zararlı davranışlarıyla yüzleşme ve işlevsel davranış modelleri sunma kabiliyetine sahiptir. AA’nın normu ayıklık, ve net istikametlerin desteklediği ayık ve temiz bir hayattır. AA’nın başka bir önemli kısmı ise geleceğe dair hiçbir umudu kalmamış kişilere umut vermesidir. Bu umut sadece bağımlılıktan kurtulmuş kişiler üzerinden verilmez, daha yüce bir güce bağlanmaya ve kişinin ruhani dünyasına vurgu yapılarak da umut verilir. Diğer Destek Grupları Destek grupları sadece bağımlılar için var olmamıştır. Evlat edinmiş ebeveynler, çocukken evlat edinilmiş yetişkinler, AIDS hastaları, Alzheimer hastalarının bakımını üstlenen kişiler ve birçokları için destek grupları mevcuttur. Bu gruplar neden bu kadar popüler? Bazı yazarlar geçmişte ulusal kafa yapısını belirleyen “katı bireycilik” fikrinden yüz çevrildiğini ve bu boşluğun diğer toplumlardaki devasa ailelerle benzeşen gruplarla doldurulmaya çalışıldığını öne sürmüştür. Ancak bu fikir destek gruplarının dünyanın geri 161
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kalanında neden popüler olduğunu açıklamıyor. Cevabı büyük ihtimalle grupların karakteristik özelliklerinde bulabiliriz. Destek grupları genelde hayatlarında benzer sorunlar yaşamış kişilerden oluşur. Bu sorunlarla bağlantılı olan tepkileri, sıkıntıları, çözümleri, duyguları, hayal kırıklıklarını, başarıları ve ihtiyaçları keşfetmek için, konuda eğitimli birinin aracılığıyla veya kendi kendilerine buluşurlar. Güven bağı kurarlar. Her bir üye diğerine şefkat gösterir. Gruplar manevi destek sağlarlar veya bireye yalnız olmadığını hatırlatırlar. Stresi en düşük seviyeye çekmek için birbirlerine yardım ederler. Sorunla başa çıkmak adına stratejiler hazırlanır. Bilgi sunulur. Üyelere ilgi gösterilir. Öğrenmenin yeni yolları tevşik edilir. Bu paylaşma sayesinde, her üye gelişir ve böylece grup da olgunlaşır. Destek grupları geleneksel anlamda yüzyüze yapılır fakat internet grupların çevrimiçi buluşmasına imkan sağlamıştır. Bu buluşmalar eş zamanlı veya eş zamanlı olmayan sohbet odaları, forumlar, başka kaynaklara yönlendiren linkler aracılığıyla da yapılabilir. Bu gruplar ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmamışlarsa da, yüzyüze ilerleyen destek gruplarıyla aynı amaca hizmet ederler. Ek olarak şöyle bir avantaj da sunarlar: İnternetteki anonimlik sayesinde gruplara katılmak istemeyen kişiler sadece gözlemleyerek de yarar elde edebilirler.
162
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Destek grupları bireysel sorunları çözmede yetersiz olabilir. Grup en etkin haline ancak bireyin yaşadığı sorunla yaptığı mücadalenin bir parçası olursa ulaşabilir, destek grupları tek başına ancak bir yere kadar yardım edebilir. Örneğin Alzhemir hastası birine bakıcılık yapan kişinin sosyal hizmetler desteğine, sorunlu davranışlara yönelik tıbbi yardıma, ve günlük sıkıntılarla başa çıkmak için ev sağlığı hizmetlerine ihtiyaç duyar. Destek grubu bu sayılan kaynaklara erişim sağlar ve ek olarak kişinin stresini azaltmak için yardımcı olur.
163
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Anket Araştırmaları Anket Formları ve Röportajlar Çalışma Alanları: Tanımlayıcı Metodolojiler, Deneysel Metodolojiler, Metodolojik Konular. Psikologlar anket formları ve röportaj gibi anket araştırma tekniklerini sosyal ve kişisel konulara dair yönelimleri birinci elden değerlendirmek için kullanırlar. Anket formları kendi kendine uygulanır ve yazılı haldedir. Röportajlarda ise psikolog karşısındaki kişiye bazı sorular yöneltir. Bu iki yöntemin avantajları olduğu gibi eksikleri de mevcuttur. Ana Kavramlar - Tavır - Demografikler - Röportaj - Nüfus - Anket Formu - Soru Sorulan Kişi - Örnek Anket araştırmaları bilimsel çevrelerde olduğu gibi günlük hayatta da yaygındır. Bugünün toplumunda hemen hemen herkes bir şekilde anket araştırmalarına 164
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
maruz kalmıştır. Araştırmacılar kişinin desteklediği siyasi parti, seyrettiği tv programları, içtiği meşrubatlar ve bunun gibi birçok konu hakkında karşısındaki kişiye sorular sorar. Toplumsal hayata dair veri toplamanın birçok yolu vardır; gözlemleme, saha çalışmaları ve deneyler bu yöntemlerden bazılarıdır. Anket formları ve röportajlar ise anket araştırma yöntemleri arasında yer alır. Yürütülen ve yayınlanan çoğu sosyal araştırma bu iki veri toplama yöntemi aracılığıyla yapılır. Bu tür yöntemleri kullanırken araştırmacı bilgiyi kişilerden direkt olarak alır; kişiye davranışları, demografik bilgileri (yaş, gelir etnik kimlik, medeni hal vs.), geçmiş tecrübeleri ve gelecek hedefleri hakkında sorular sorulur. Anket formlarında bu sorular yazılı halde verilir ve bireyler soruları kutu işaretleyerek veya doğrudan yazarak cevaplarlar. Röportajlarda birebir sözlü iletişim mevcuttur, yüz yüze veya telefonla da yapılabilir. İki teknik de gruba ve o anki duruma göre esnetilebilir. İkisi de katı bir şekilde yapılabildiği gibi daha yapısız, gevşek bir şekilde de sürdürülebilir. Avantajlar ve Kısıtlamalar Anket formları gruplar halinde veya birey temelli tamamlanabilir. Ayrıca kişilere postayla da gönderilebilir. Genelde röportajlara göre daha ucuz bir yöntemdir. Ayrıca kişilerin kimlik bilgilerini saklamaları 165
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
konusunda da yardımcı olur. Bu yöntemin bir olumsuz tarafı, soru sorulan kişinin soruları tam olarak anlayamama ihtimalidir. Ayrıca, bir motivasyon sorunu da ortaya çıkabilir, yani anket formunu dolduran kişiler sıkılıp baştan savma cevaplar verebilir. Anket araştırmacısı formların gereğinden fazla uzun veya karmaşık olmamasına dikkat etmelidir. Röportaj yönteminde ise araştırmacı ile sorulara cevap veren kişi arasında daha iyi bir iletişim kurulması muhtemeldir ve dolayısıyla soruların tamamı net bir şekilde anlatılabilir. Telefon aracılığıyla yapılan röportajlar yüzyüze yapılanlara göre daha ucuzdur. Röportaj sözlü iletişim temeli üzerine kurulmuştur. İki veri toplama yönteminin de artıları ve eksileri vardır. Hangi yöntemin seçileceği araştırmanın amacına, istenilen bilgiye, örneklemin büyüklüğüne (araştırmaya katılan kişi sayısı ve nüfusun ne kadarlık bir kısmını oluşturdukları), araştırmayı yürütmek için ayrılan kaynağa ve bazı başka değişkenlere bağlıdır. Genel olarak, röportaj daha esnek bir veri toplama yöntemi olarak görülür. Önyargısız Soru Hazırlamak Bir anket formu hazırlarken, araştırmacı belirli sorular üzerinde özellikle durmalıdır. Araştırmacılar önyargılı bir şekilde cevaplanacak veya yanlış yorumlanabilecek sorulardan kaçınmalıdır. Örneğin, “Devlet bütçesinin gereksiz harcamalarının kısılmasını 166
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
destekliyor musunuz?” ve “Devlet bütçesinin küçülmesini destekliyor musunuz?” gibi sorular cevap veren kişi aynı olsa da farklı cevaplara yol açabilir. Araştırmacının seçeneğine göre sorular ya ucu açık olur ya da olmaz. Ucu açık olmayan bir soruya verilebilecek cevap sayısı belirli ve kısıtlıdır. Ucu açık sorularda ise cevaplayan kişi istediği gibi cevaplayabilir. Yani, bir araştırmacı “Yüzme havuzunun nereye inşa edilmesini istersiniz?” diye de sorabilir, “Yüzme havuzunun şu bölgelerden hangisine inşa edilmesini istersiniz?” diye de sorabilir. İlk soru cevap veren kişiye herhangi bir cevap verme imkanı verirken, ikinci soruda bu imkan verilmez, sadece belirli seçenekler sunulur. Ucu açık olmayan sorularla hazırlanmış bir anket formu daha katı ve yapılı bir yaklaşımla hazırlanmış demektir, bu tarz bir yaklaşım analizi kolaylaştırır çünkü verilebilecek cevaplar herkes için aynıdır. Ucu açık soruların analizi daha uzun sürer yani maliyetleri daha yüksektir. Fakat bu tarz sorular bireylerin gerçekten ne düşündüğünü ortaya koyması adına değerlidir. Klinik Röportajlar Röportajın özel bir türü klinik, veya tedavi edici röportajdır. Klinik röportajın hedefi soruların sorulduğu kişinin durumuna ve ihtiyaçlarına göre değişir. Tedavi edici röportaj ile araştırma amaçlı yapılan röportaj birbirinden farklıdır. Tedavi edici röportaj aracılığıyla bilgi edinmek ve hastanın sorununu çözmek 167
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
amaçlanırken, araştırma amaçlı yapılan röportajda tek hedef geniş çaplı bir insan grubuna dair bilgi edinmektir. Klinik röportajın görece olarak gevşek bir yapıda olması, röportajın doğruluğunu ve çapını etkileyebilir. Hipotez doğrulama araştırmaları göstermiştir ki klinik röportajlar gibi gevşek yapılı çalışmalar aracılığıyla önyargısız ve geniş çaplı bilgi edinmek zordur. Klinik röportajlar bağlamında, araştırmacılar hastaya dair ilk izlenimlerini onaylayan bilgilerin peşinden farkında olmadan ilerlerler. Kendini doğrulayan kehanetlere dair yapılan araştırmalar ise bu tür röportajların uygulanabilirliğini kısıtlayan ikinci unsuru ortaya çıkarmıştır: Araştırmacının beklentileri karşısındaki kişinin davraşını etkileyebilir, dolayısıyla soruları cevaplayan kişiler araştırmacının beklentilerine karşılık vermek adına olduğundan farklı davranabilir ve soruları cevaplayabilir. Bilimsel Yöntemin Rolü Araştırmaya dair neye inanacağınız çoğunlukla bilimsel yöntemi anlamakla bağlantılıdır. Bilimsel yöntemi kullanan iki temel yaklaşım, tanımlayıcı ve deneysel araştırma yaklaşımları birbirinden ayrılır, çünkü ikisi de farklı tipte bilgilerin peşinden gider. Tanımlayıcı araştırma belli durumları tanımlamaya çalışır; deneysel araştırma sebep-sonuç ilişkilerini belirlemeye çalışır. Tanımlayıcı araştırmada bağımsız değişkenler manipüle edilmez. Bu yüzden bir 168
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
şeyin başka birşeye sebep olup olmadığını belirlemek imkansızdır. Fakat, anket araştırma yöntemleri, davranış veya tavırların birbiriyle bağlantılı olup olmadığını veya birbirlerinin öncülü olup olmadıklarını anlamamızı sağlayan korelasyon tekniklerine başvurur. Mesela, bir kişinin siyasi görüşlerinin ne kadar liberal olduğunu anlamak için o kişinin cinsellik hakkındaki fikirlerinden yola çıkabiliriz. Bu tür bir ilişki tanımlayıcı araştırma sayesinde ortaya çıkarılabilir. Genel anlamda tanımlayıcı bir teknikler arasında görülen anket araştırmaları, belli bir nüfusun arasından seçilmiş örnekleme sorular yönelterek standardize edilmiş bilgileri toplama yöntemi olarak tanımlanır. Bütün araştırmaların içinde öznelerin örneklendirilmesi yer alır. Yani, ister anket araştırması ister deney olsun bir araştırma yürütülürken ona dahil olacak öznelerin bulunması şarttır. Örnekleme anket araştırması yürütürken bilhassa önemlidir, çünkü amaç nüfusun görece küçük bir örneğinden yola çıkarak bütün nüfusun ne durumda olduğunu tanımlamaktan ibarettir. Kinsey Grup Araştırması 1930’ların ortasında Alfred Kinsey ve meslektaşları bir anket araştırmasında bulunmuşlardır. Kinsey cinsel davranışlar üzerinde çalışma yapmıştı. O zamana dek cinsel davranışlara dair bilinen şeyler 169
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
biyologların hayvan cinselliğinee dair bildikleri, antropologların batılı olmayan, sanayileşmemiş toplumların cinselliğine dair bilgileri, ve Freud’un duygusal anlamda rahatsız olan hastalarından cinsellik adına öğrendiklerinden ibaretti. Kinsey ve meslektaşları, Amerikan toplumunun temelinde yer alan kişiler arasındaki gönüllülerle cinsel davranışlar hakkında röportaj yapan ilk insanlardır. Araştırma siyasi soruşturmalar ve kanuni tehditlerle engellenmeye çalışılmıştır. Kinsey grubunun edindiği bulguların halka büyük yararı olmuştur. Sonuç olarak, Kinsey’nin röportaj yaptığı kişilerin çoğu belli zamanlarda mastürbasyon yaptıklarını (çoğunlukla erkekler) ifade etmiştir. Kinsey grubunun oral-genital sekse dair topladığı veriler, sonraki araştırmacıların oral-genital sekse yaklaşımın daha olumlu bir şekilde ilerlediğini keşfetmesini sağlamıştır. Kinsey’nin araştırması ayrıca gelinlerin çoğunun evlenirken bakire olmadığını göstermiştir. Bilimsel örnekleme teknikleri kullanıldığında, anket sonuçları bütün bir nüfusun isabetli temsili olarak görülebilir. Kinsey ve yardımcıları cinsel davranış ve yönelimler konusunda araştırma yapacak olan kişilerin önünü açmış olsa da kendi yaptığı araştırma genellenebilirlik konusunda sıkıntılıydı. Kinsey grubunun araştırması cinsel davranışlar üzerine yapılmış en geniş kapsamlı çalışmadır. On binden fazla kişiyle röportaj yapmış olmalarına rağmen, bu kişileri nüfusun belli temsil 170
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
gruplarından seçmemişlerdi. Yani aldıkları cevaplar orta sınıf iyi eğitimli Amerikan beyazlar tarafından verilmiş cevaplardı. Ayrıca soruların sorulduğu kişiler bilgi verirken bazı şeyleri unutmuş, bazı konularda ise çekinmiş veya abartarak cevap vermişlerdir. Bu sıkıntılara rağmen Kinsey ve yardımcılarının yaptığı çalışma, hem cinsellik çalışmaları adına hem de genel anlamda psikoloji adına çığır açmıştır. Örnekleme İşlemlerinin Önemi Araştırmanın amacı bir nüfusun belli bir açıdan ne durumda olduğunu göstermekse, özenli örnekleme sürecine başvurulmalıdır. Bunun için önce üzerinde araştırma yapılacak nüfus belirlenmeli ve kişiler rastgele seçilmelidir ki herhangi bir önyargı devreye giremesin. Yaşlı insanların tıbbi hizmetler hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için, yaşlı nüfusun özenle ve rastgele seçilmiş bir kısmına ihtiyaç vardır. Mesela, sadece huzurevi sakinleri arasından seçim yapmak araştırma sonuçlarının isabetsiz olmasına sebep olur. İlk Anket Yöntemleri Klinik röportaj, psikolojik bilgi edinmek amacıyla yapılan ilk tanımlayıcı tekniklerdendir. Bu röportajlar Sigmund Freud tarafından 1800’lerin sonunda, sorucevap formatında gerçekleştirilmiştir. Freud’un da 171
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
esasen doktor olduğu göz önüne alınırsa bu pek şaşırtıcı olmamıştır. Sonraları, Freud daha gevşek bir teknik olan serbest çağrışım yöntemine dayanmıştır. 1902’de Adolf Meyer hastanın zihinsel işlerliğini, hafızasını, dikkatini, konuşmasını, ve yargılamasını değerlendirmek amacıyla bir teknik geliştirmiştir. Tarzlarından bağımsız olarak ele alırsak, ilk klinik röportajların hepsi kişinin psikolojik portresini çizmek, sorunun kaynağını belirlemek, teşhis koymak, ve bir tedavi hazırlamak amacıyla yapılmıştır. 1940 ve 50’li yıllarda bu röportajlar üzerinde yapılan çalışmalar röportaj tarzları arasındaki farkı ve yapının gereklilik seviyesini belirlemek amacıyla yürütülmüştür. 1960’larda sıcaklık, olumlu yaklaşım ve samimiyet gibi unsurların tedavi edici ilişkinin gereklilikleri olduğunu savunan Carl Rogers’ın fikirleri sayesinde birçok yeni araştırma yapılmıştır. 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında, röportajlar korku, depresyon ve histeri gibi sorunları olan kişilere yardım eden psikologlar tarafından kullanılan bir yöntemdi. Aynı dönem esnasında, deneysel psikologlar henüz anket araştırma yöntemlerini kullanmıyorlardı. Onlar daha çok kendi düşünsel süreçlerini anlamak adına içebakış gibi yöntemlere başvuruyorlardı. Mesela, deneysel psikolog Hermann Ebbinghaus kendisi için bir grup anlamsız kelime listesi hazırlamış ve bunlar aracılığıyla hafızasını test etmiş, geliştirmeye çalışmıştır. Bu dönemde yaşamış olan birçok deneysel psikolog köpek ve laboratuar faresi gibi hayvanlar üzerinde de davranışsal araştırmalarda bulunmuştur. 172
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Anket Formlarının Evrimi Deneysel psikologların tavır ve davranışlar üzerinde röportaj aracılığıyla yaptıkları çalışmaların ilk örneği Kinsey grubunun 1930’larda yaptığı çalışmadır. Aynı dönemlerde, Louis Thurstone adlı bir deneysel sosyal psikolog, tavır ölçümü için ilk anket formu metodolojisini geliştirmiş ve popüler olmasını sağlamıştır. Thurstone yıllar boyunca geniş kitleler tarafından kullanılan anket formları ve ölçekler geliştirmiştir. Hatta birçok kişi tarafından tavır ölçeklendirmesinin kurucusu olarak kabul edilir. Bundan kısa süre sonra, Rensis Likert anket formu kullanımında büyük bir ilerleme kat ederek Likert ölçekleri adı verilen ölçeklendirme türünü geliştirmiştir. Likert tekniğini kullanırken cevaplayan kişi önceden belirlenmiş kategoriler arasından seçim yapar (“kesinlikle katılıyorum” ile “kesinlikle katılmıyorum” arasında yer alan kategoriler). Genelde bu teknik beş kategori üzerinden kullanılır: Kesinlikle katılıyorum, Katılıyorum, Belirsiz, Katılmıyorum, Kesinlikle katılmıyorum. Bu teknik kullanılarak sorulabilecek bir anket sorusu “Marijuana kullanıcılarının IQ seviyesi kullanmayanlara göre daha yüksektir.” olabilir. Bu soruyu cevaplayan kişi yukarıda adı geçen beş kategoriden birini seçerek cevaplar. Likert ölçeklerinin kullanım alanı inanılmaz geniştir ve insan davranış ve tavırları hakkında devasa seviyede bilgilerin elde edilmesine yol açmıştır. 173
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Susuzluk Çalışma Alanları: Endokrin Sistemi, Motivasyon Teorisi, Fiziksel Güdüler. Susuzluk açlıkla birlikte en temel biyolojik güdülerdendir. İnsanları hayatta kalmaları için birşeyler içmeye motive eder. Ana Kavramlar - Antidiüretik Hormon (ADH) - Hücresel Dehidratasyon Susuzluğu - Güdü - Hipotalamus - Hipovolemik Susuzluk - Motivasyon Davranışların kontrol edilmesine dair olan insan motivasyon çeşitleri epey geniştir. Motivasyon bir davranışı belirli bir şekilde hareket geçirip yönlendiren durum olarak tanımlanabilir. Motivasyonun farklı açıları içgüdüsel davranış düzenlerine, güdüleri törpüleme ihtiyacına veya öğrenilmiş tecrübelere bağlanabilir. Susuzluk biyolojik temelli motivasyon unsurlarından biridir; tıpkı yemek, hava, uyku, sıcaklık düzenlemesi ve acıdan kaçınma gibi şeylerle bağlantılı unsurlar gibi. Biyolojik temelli motivasyon unsurları 174
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
insanlara ve diğer organizmalara dengeli bir durumda olmalarını sağlamak için vardır. Buna homeostaz süreci denir. Açlık, aşırı su kaybı, ve acı gibi durumlarda organizma ne eksikse onun peşinden gitmeye çalışır. Susuzluk gibi biyolojik temelli motivasyon unsurları 1943 yılında Clark Hull’un güdü törpüleme hipotezinde açıklanmıştır. Bu tür bir unsurun (su veya yiyecek) eksikliği vücudun hoşnutsuzluk hissetmesine yol açar. Bu da kişiyi hoşnutsuzluğu törpüleme yolunda motive eder, güdü törpüleme kavramı bu şekilde ortaya çıkmıştır. Susuzluk temel güdülerden biri olarak görülmüştür. Açlık, susuzluk ve uykusuzluk gibi temel biyolojik ihtiyaçlarla bağlantılı olan bu güdüler, vücudu bu biyolojik ihtiyaçları gidermesi adına harekete geçirir ve motive eder, yani vücudun homeostaz durumuna geçmesine yardım ederler. İkincil güdüler herhangi bir biyolojik ihtiyacı tatmin etmezler. Bir kişinin susuzluk hissetmesine yol açan şey nedir veya bir kişi ne zaman yeterince içtiğini anlar? İnsan ağırlığının yüzde yetmiş beşi sudur. Su dengesinin sağlanması sürekli devam eden bir süreçtir. Sıradan bir günde, bir kişi yaklaşık olarak 2,5 litre su kaybeder; bunun yüzde 60’ı boşaltımla, yüzde 20’si terlemeyle ve geri kalanı ise dışkılama ve soluk alıp vermeyle gerçekleşir. Bu 2,5 litrelik kayıp karşılanmalıdır. Bir kişi susuz kaldığında onu içmeye iten uyarıcı nedir? Walter Cannon’ın 1934’te ortaya attığı hipotez ki 175
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
konuya dair en basit olanıdır, kuru ağız hipotezidir. Cannon’a göre, kişinin su içmesini sağlayan şey ağız kuruluğudur, su ihtiyacı değil. Bu hipotez pek destek görmemiştir. Araştırmalara göre tükürük bezlerinin alınması veya aşırı tükürüklenme köpeklerin düzenli su alımını değiştiren bir etkide bulunmamıştır. Çalışmalar tüketilen suyun vücut tarafından bir şekilde ölçüldüğünü ve organizmanın kaybettiği suyla bağlantılı olduğunu işaret etmiştir. Bu kişinin dokusunda ve hücrelerindeki suyun değişiminden bile önce olur. Yani, ağız kuruluğu su ihtiyacının bir belirtisidir. Su Düzenleme İşlemi Bir insanın su kaybı su alımından daha fazla olursa, iki fiziksel işlem harekete geçer. Birincisi, kişi susuzluk hisseder ve su içer (eğer mümkünse). İkincisi, böbrekler suyu tekrar çekerek tutmaya başlar. Yani böbrekler vücutta olan suyu muhafaza edebilir. Bu işlemler merkez sinir sistemi (MSS) tarafından harekete geçirilir. MSS iki adet temel fiziksel mekanizmaya karşılık verir. Birincisi hücresel dehidratasyon susuzluğu, ikincisi hipovolemik susuzluk (vücuttaki su seviyesinde görülen değişiklik). Bu mekanizmaları anlamak için vücudun iki ana su kaynağı olduğunu fark etmemiz gerekir. Birinci kaynak hücre içinde yer alan sıvılar, ikinci kaynak ise hücrelerin ve dokunun etrafını saran dolaşım sistemindeki sıvılar. Su bu iki alan arasında 176
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
ozmos (geçişim) adlı bir süreç vasıtasıyla hareket eder, bu hareket de suyun yüksek yoğunlaşma olan bölgeden düşük yoğunlaşma olan bölgeye aktarılmasını sağlar. Su yoksunluğu yaşayan bir kişi boşaltım ve terlemeden ötürü yaşanan su kaybından dolayı hücresel dehidratasyon susuzluğu yaşar. Bu hücre dışı sıvılarda tuz toplanmasına sebep olur, dolayısıyla su yoğunlaşması azalır. Yani hücreler etraflarını saran sıvıya karşı sahip oldukları suyu kaybederler. Artan tuz yoğunlaşması beynin hipolotamik bölgesinde yer alan ozmotik alıcı sinirlerini tetikler. Burada iki olay görülür: Birincisi, su içme teşvik edilir; ikincisi, antidiüretik hormon (ADH) beyinde yer alan hipofiz bezi tarafından salgılanır. ADH suyun böbrekler tarafından çekilmesini sağlar. İkinci tür susuzluk yani hipovolemik susuzluk; kanama, ishal veya kusma gibi sebeplerden ötürü hücre dışı sıvı seviyesinde azalma görüldüğünde ortaya çıkar. Bu hücre dışı sıvılarda tuz yoğunlaşmasına yol açar, sonrasında tansiyon düşer ve böbrek hücreleri bir kimyasal salgılar. Nihayetinde hipotolamustaki susuzluk alıcıları uyarılır; bu da organizmanın su tüketmesini sağlar. Ek olarak ADH de salgılanır ve vücuttaki su korunur. Yani insan vücudundaki su alımının düzenlenmesi birçok unsura bağlıdır ve epey karmaşık bir süreçtir. Her ne kadar hücresel dehidratasyon susuzluğu ve hipovolemik susuzluk önemli rol oynasa 177
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
da, ağız kuruluğu gibi çevresel unsurların daha büyük rol oynadığı gözlemlenmiştir. İnsanlar çabucak su içebilir, 24 saatlik su kaybını iki üç dakika içerisinde giderebilir. Bu da sekiz-on dakika süren hücresel sıvılardaki suyun yenilenmesinden önce gerçekleşir. Motivasyon Unsuru Susuzluk güçlü bir motivasyon unsurudur. Bir kişi bir ay boyunca yemek yemeden hayatta kalabilir fakat su içmeden en fazla birkaç gün dayanabilir. Bu su kaybının ne kadar önemli olduğunu vurgulayan bir olgudur. Görünüşe göre iki susuzluk süreci de kişiyi su içmeye teşvik eder. Araştırmacılar hücresel dehidratasyon susuzluğunun yüzde 65 ila 84, hipovolemik susuzluğun ise yüzde 5 ila 27 arasında su kaybına yol açtığını ortaya çıkarmıştır. İki tip susuzluk birbirinden bağımsız ilerler. İkisinin de alıcıları beynin hipotolamik bölgesinde olmasına rağmen yerleri farklıdır. Araştırmalar göstermiştir ki bu bölgelerden birinde yaşanan doku bozulması diğer bölgenin susuzluk düzenlemesine etki etmez. İnsanlardaki içme motivasyonu bilinçli ve çevresel unsurlar tarafından kontrol altında olsa da, bilinçaltı kontrolün de önemli ölçüde etkilediği görülmüştür. Hücresel dehidratasyon susuzluğuna dair keçiler üzerinde yapılan bir araştırmada, keçilerini ozmotik alıcı sinirlerine yüzde 0.9’dan daha fazla tuz 178
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
içeren maden tuzu solüsyonu enjekte edilmiş (tuz yoğunlaşmasının görüldüğü fiziksel sıvıların tuz oranı yüzde 0.9’dur) ve 60 saniye içinde keçiler su içmeye başlamışlardır. Benzer sonuçlar hipovolmeik susuzluğa dair yapılan çalışmalarda da görülmüştür; hipotolamusa enjekte edilen anjiyotensin II (kanda bulunan dönüştürülmüş bir protein) su içmeye yol açmıştır. Bu, susuzluğunu sonuna kadar gidermiş hayvanlarda bile gözlemlenmiştir. Hayvanlar enjekte edilen anjiyotensin II ile aynı oranda sıvı alımında bulunmuşlardır. Beslenme biçimi de insanlardaki su dengesine dramatik seviyede etki edebilir. Tuzlu gıdalar tüketmek yeterli sıvı seviyesine rağmen hücresel dehidratasyon susuzluğuna yol açar, çünkü su hücrelerden hücre dışı sıvılarına aktarılır. Tam tersine, tuzsuz yiyeceklerin tüketimi ise hipovolemik susuzluğa yol açar ve suyun hücrelere aktarılmasına sebep olur. Başka unsurlar da susuzluğa yol açabilir. Önceden de belirtildiği gibi ishal, kusma ve kan kaybı hipovolemik susuzluğu tetikler. Yani, önemli ölçüde kan kaybetmek kişinin susuzluk hissetmesini sağlar. Hastalıkların Etkisi Hastalıkların da susuzluğa etkisi olabilir. Şeker hastalığı ilginç bir örnektir. Şeker hastalığı vücudun kan şekerini işleyememesi durumudur. Sağlıksız rejimler veya ilaç kullanımı diyabetik ketoasidoz adlı glükoz ve keton cisimciklerinin (yağın yan ürünleri) artmasına yol 179
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
açan bir hastalığa sebep olabilir. Bu durum vücudun su dengesini altüst eder. Vücut hücrelerden kan dolaşımına dahil olur ve kan seviyesi artar. Bu fazladan sıvı (potasyum ve sodyumla birlikte) vücuttan idrar yoluyla atılır, dolayısıyla vücut su kaybeder ve yoğun bir susuzluk görülür. Hem hücrelerden hem de hücre dışı sıvılarından su kaybedildiği için iki tip susuzluk da aynı anda görülür. Aşırı susuzluk şeker hastalığının belirtilerindendir, fakat eğitim ve gelişmiş tedavi yöntemleri sayesinde artık nadir olarak görülür. Egzersiz Etkisi Susuzluk motivasyonu egzersiz esnasında da işlevini sürdürür. Kısa süreli egzersizlerde, susuzluk motivasyonu devreye girmez çünkü vücut genelde sıcaklığını muhafaza eder. Uzun süreli egzersizlerde ise aralarda su alımı vücut sıcaklığının korunmasını sağlar ve bu sayede üst seviyede performans sergilenebilir. Su içme motivasyonu vücuttaki tuz yoğunlaşmasını artıran terleme sayesinde görülür ki zaten bu durum hücresel dehidratasyon susuzluğuna da işaret eder. İlginç bir şekilde, gönüllü susuzluk ve çevresel unsurlar uzun süreli egzersiz esnasında kişiyi su içmeye motive etmez, ta ki çok geç olana kadar. Yani antrenörler sporcuları susuzluk hissetmeseler bile performans esnasında su içmeye teşvik etmelidirler.
180
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Düşünce Çalışmalar ve Ölçümlemeler Çalışma Alanları: Bilişsel İşlemler, Düşünce. Her ne kadar düşünce çalışmaları psikolojiyle başlamamış olsa da, Bilişsel Psikoloji öncelikli olarak düşünsel sürecin ölçümlenmesine ve incelenmesine odaklanmıştır. Ana Kavramlar - Bilişsel Psikoloji - Ebbinghaus Unutma Eğrisi - Gelişmiş Zihinsel İşlevler - Bilgi İşleme Modeli - Paralel İşleme - Yüzdelik Birikimler - Kişisel Denklem - Seri İşleme - Çıkarma Tekniği Bilişsel psikologlar insan doğasının ve günlük hayatının temel süreçlerini incelerler. Zihinsel süreçler insanların kim olduklarına, ne yaptıklarına ve nasıl hayatta kaldıklarına dair bilgilerin merkezinde yer alır. Bilişsel psikolojide, düşüncenin incelenmesi ölçümlenmesini gerekli kılmaktadır. Örneğin, bilişsel 181
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
psikolojide insnların nasıl düşündüklerini ve çevrelerinden aldıkları bilgiyi nasıl işlediklerini anlamak için büyük çaba sarf edilmiştir. Bu konuya dair popüler bir yaklaşım, bir bilgisayarla benzerlik gösterecek şekilde insanlardaki bilgi-işleme sistemi fikrinden yola çıkar. Bilgisayarlar çok net yönergeler aracılığıyla kendilerine verilen görevleri yerine getiren bilgi işleme cihazlarıdır. Bir bilgisayar girdiyi alır, alınan veride belli dahili operasyonlarda bulunur ve bir çıktı üretir. Bilişsel psikologlar bilgi-işleme metaforunu sıklıkla insani operasyonlar için kullanır. İnsanlar çevrelerinden “girdiyi” almak durumundadırlar; bu işlem duyusal ve algısal sistemleri, belli bilgi düzenlerini, ve odaklanma süreçlerini içerir. Bilgi “sistem”e girdikten sonra, sayısız operasyon gerçekleştirebilir. Bilişsel psikologlar genelde bu bilginin depolanmasına (hafızaya atılmasına) odaklanmıştır. Hafıza işlemleri antik çağlardan beri ilgi odağı olsa da; 1880’lerde bilim insanları, özellikle Hermann Ebbinghaus sistematik ve bilimsel anlamda hafızayı inceleyen ilk bilim insanı olmuştur. Bugünün bilim insanları hafıza hakkında konuşurken kısa vadeli ve uzun vadeli hafızadan bahsettikleri gibi olaylara dayanan ve anlamsal hafıza sistemleri gibi kavramlar da kullanırlar. Hafızanın işlevi insan düşüncesi için ve nihai anlamda düşüncenin ölçümlenmesi için olmazsa olmazdır.
182
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Alınan bilgiye ne olduğunu ölçümleme konusuna gelirsek, hafızaya atma aşamasından çok daha fazlası olur. İnsanlar bu veriyi manipüle ederler. Olan bilgiye dayanarak kararlar verirler ve insanları hayvanları birçok açıdan ayıran meziyetlere (sıklıkla gelişmiş zihinsel süreçler adı verilen) sahiptirler. Bu işlevlerin bazıları mantık kurma, sorun çözme, karar verme, dil gelişimi ve kullanımı gibi konulara yöneliktir. Bilgi-işleme benzetmesi, bilgi çıktısının alınmasıyla tamamlanır. Bir kişi soru sorduğunda verilen karşılık çıktıdır; hafızada saklanan bilgi temel alınarak verilmiştir, bu bilgi ister kişisel tecrübeler olsun ister kitaplardan edinilen şeyler olsun, veya toplumsal geleneklere karşı olan bir farkındalığın bir sonucu olsun, fark etmez. İnsanlar bunu gün boyunca o kadar rahat bir şekilde yaparlar ki, durup takdir etmek ve düşünsel sürecin nasıl yürüdüğünü idrak etmek gerçekten zordur. Psikologlar bu soruları yıllardır sormaktadır ve cevapları bulmaya yeni başlamışlardır. Düşüncelerin Ölçülmesi Düşüncenin incelenmesine ve ölçülmesine dair ilk sistematik çalışmalar psikoloji veya felsefe alanında değil, astronomi alanında yapılmıştır. Hollandalı fizyolog Frans C. Donders 19. Yüzyılın ortalarında özellikle bir dizi zihinsel süreci (düşünme) ölçümlemek amacıyla çalışmalarına başlamıştır. Zihinsel süreçlerin ne kadar zaman tükettiklerini ölçme açısından tekniği gayet basit 183
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ama bir o kadar da hoştur. Donders’in geliştirdiği bu tekniğe çıkarma tekniği adı verilir. Çıkarma tekniği basit bir işin zamanlama ve ölçümlemesiyle başlar. Örneğin, bir kişiden ses duyduğu an düğmeye basması istenir. Donders üzerinde çalıştığı kişilerin bu işi ne kadar çabuk yaptıklarını belirlemenin nispeten kolay olduğunu fark etmiştir. Bu iş esnasında iki bilişsel sürecin devrede olduğunu iddia etmiştir: Sesin algılanması ve düğmeye basmakla sonuçlanan motor karşılık. Bu işin ne kadar zamanda yapıldığı ortaya çıkarıldıktan sonra Donders bu görevi daha da zor hale getirirdi. Bir ayırt etme görevi eklendiğinde, görevi yapmak için harcanan zamanın artacağına inanmıştı. Mesela Donders kişiye düğmeye sadece ince bir ses duyduğunda basması gerektiğini söylemiştir. Donders bu ayırt etme aşamasıyla, bilgiyi işleme sürecinin çok daha fazla zaman ve çaba gerektirdiği düşüncesini doğrulamıştır. Daha da önemlisi, Donders artık karar vermeye harcanan fazladan düşünsel çabayı, basit iş ile ayırt etme işini birbirinden ayırarak (çıkararak) ölçümleyebiliyordu. Genel anlamda, Donders artık düşünceleri ölçmeye yarayan bir teknik geliştirmişti. Donders ayrıca düşünsel sürecin belli parçalarını manipüle ederek ölçebiliyordu. Bu görev dizisine seçim zamanı adını verdiği başka bir aşama daha ekledi. Örneğin, kişinin önünde artık iki düğme yer alıyordu; bu düğmelerden biri ince sesler için diğeri kalın sesler 184
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
içindi. Ayırt etme zamanını çıkararak seçim yapmanın düşünsel süreçte ne kadar zaman yediğini aşağı yukarı ölçebiliyordu. Bu ustaca yapılmış yöntemler aracılığıyla Donders, bilişsel psikolojide düşünmeye harcanan zaman konusunda birçok nesle ilham vermiştir. Ebbinghaus’un Öğrenmeye ve Unutmaya Dair Görüşleri Psikolojide düşünsel süreçlerin ölçülmesine dair ilk çalışma Hermann Ebbinghaus’un hafıza kapasitesi ve unutmaya dair yaptığı çalışmadır. 1880 yılında Ebbinghaus bağımsız olarak hafıza işlemlerini, özellikle unutmanın doğasını incelemeye başladı. Konuyu inceleyen ilk psikolog olduğu için herhangi bir öncülü yoktu, yani Ebbinghaus hafıza ölçümleri için prosedürler geliştirmek durumunda kaldı. Bu prosedürler o kadar iyi ki kullanımları günümüze kadar devam etmiştir. Hafıza ölçümlenmesine dair tanımlama yapmadan önce, hafıza incelemelerine dair iki önemli karar almıştır: İlki, sadece kendi hafızası üzerinde çalışmalar yapmak. Bu şekilde durumsal ve bağlamsal değişkenleri daha iyi kontrol edebileceğini düşünmüştür. İkincisi ise, hafıza çalışmalarında günlük kelimeleri kullanmamaya karar vermiştir. Çünkü bu kelimelerle yapılan çağrışımlar çalışmaları daha kolay hale getirirdi. Örneğin, bir kişi şiir ezberlerken, hikaye ve üslup hafızaya yardım edebilir, fakat Ebbinghaus sadece hafıza ve unutmaya dair saf ölçümlerin 185
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
peşindeydi. Bunu başarmak için, Ebbinghaus hiçbir anlamı olmayan kelime dizileri üretmeye başladı. Sessiz-sesli-sessiz harf şeklinde üç harfli kombinasyonlar uydurmaya başladı, bu şekilde kelimeler anlamsız olsa da telaffuz edilebilir halde olacaklardı. “Geb”, “fak”, “jit”, “zab” ve “buh” gibi anlamsız heceler kullanılmıştır. Ebbinghaus kendisine yoğun bir çalışma düzeni ve bir sürü anlamsız heceler listesi hazırlamıştır. Açıkçası, yeni ufuklar açan Über das Gedächtnis, sistematik olarak bir listeyi ezberledikten bir süre sonra aynı listeyle kendisini test ederek hafıza ölçümlemelerinde bulunmuştur. Hafıza için yüzdelik birikimler adını verdiği rakamsal bir hafıza ölçümlemesi tekniğini de kullanmıştır. Mesela, bir listeyi tamamen ezberlemesi on dakika sürüyordu. 48 saat geçtikten sonra, listeyi hatırlayıp hatırlamadığını test ediyordu. Doğal olarak listenin bazı kısımlarını unutuyordu. Sonrasında Ebbinghaus listenin orijinal halini tekrar ezberliyordu ki bu on dakikadan daha az sürüyordu. Bu devinim esnasında listeyi tekrar ezberlerken harcadığı süre giderek azalıyordu. Yani önceki tecrübelerinden bazı birikimler hafızada yer ediniyordu. Bu yüzdelik birikimler onun hafıza ölçütüydü. Birikimlerin yüzdesi ne kadar yüksek olursa, o kadar çok şey hatırlıyordu. Ebbinghaus sonraları listeyi ilk öğrenmeyle sonrasındaki hatırlama zamanlarını not aldı. Yüzdelik birikmelerin zamanla düştüğünü yani birşeyi hatırlamak için ne kadar beklerse önceki tecrübeden o kadar az 186
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
biriki olduğunu keşfetti. Ebbinghaus iki veya dokuz saat sonra yüzdelik birikimlerin yüksek olduğu sonucuna vardı, fakat iki ya da üç gün sonra bu birikimlerde dramatik düşüşler gözlemledi. Bu ilişki, grafik olarak aşağı doğru ilerleyen eğimli bir çizgi olarak gösterilir ve Ebbinghaus unutma eğrisi olarak adlandırılır. Basitçe anlatacak olursak, zaman geçtikte herhangi bir şeyin hafızadaki yeri azalır. Bu sonuç günümüz şartlarında çok şaşırtıcı gelmese de, Ebbinghaus bu olguyu deneysel olarak ortaya çıkartan ilk kişidir. Sternberg’ün Hıza Dair Görüşleri Bilişsel psikolojiye dair yapılan başka bir çalışma ise 1960’lı yıllarda Bell Laboratuarları’nda Saul Sternberg tarafından yapılmıştır. Sternberg hafızaya sonradan eklenen bilgilerin hafızada önceden yer almış bilgileri açığa çıkarmak için yürütülen zihinsel operasyonların hızını nasıl etkilediğini incelemiştir. Sternberg’in görevi nispeten basitti. Deneklere bir ve altı rakam arasında değişen bir rakam listesi verdi. Denekler ilk listeyi gördükten sonra, her birine bir rakam daha verildi. Deneklere bu rakamın listelerinde yer alıp almadığı soruldu. Mesela liste 2, 3, 9, ve 5 rakamlarından ibaretken sonradan verilen rakam 3 olabilirdi. Sternberg’ün asıl derdi listenin uzunluğunun gerekli kararı verme zamanını ne yönde etkilediğiydi. İnsanlar bu sorunu göz önünde bulundurduklarında iki 187
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ihtimal kendini gösterir. Seri işleme adı verilen kavrama göre sonradan verilen rakamla listeyi karşılaştırmak zaman alır, hatta listede ne kadar çok rakam varsa bu zaman da o kadar artar. Paralel işleme adı verilen başka bir kavrama göre ise insanların listedeki rakamları anlık olarak taradığı ve listenin uzunluğuyla sonradan verilen rakamı karşılaştırmanın birbiriyle bağlantılı olmadığı savunulur. Başka bir deyişle, listedeki maddeler paralel bir şekilde tek seferde taranır. Sternberg insanların seri işleme adı verilen teknikle hafızalarında arama yaptıklarını keşfetmiştir. Hatta, hafızaya eklenen her madde başına arama süresinin ne kadar arttığını hesaplayabilmiştir (38 milisanye - milisaniye saniyenin binde biridir). Bu araştırma biraz aceleye getirilmiş olsa da, üzerinde düşünülecek ne kadar çok şey varsa, düşünme süresi de o kadar artar. Bilişsel Psikoloji Düşünce üzerinde yapılan çalışmalar, özellikle düşünce ölçümü üzerinde yapılanlar görece olarak yeni gelişmelerdir. Yüzyıllar boyunca, insanların düşünsel süreçlerinin gizemli kavramlar olduğu ve bilimsel soruşturmaya yer bırakmadığı inancı hakimdi. Birçok filozof zihinle ve zihnin vücut veya dünyayla ilişkisiyle ilgiliydi, insanların nasıl düşündükleriyle ilgilenen pek kimse yoktu.
188
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Düşünce üzerindeki çalışmalar her ne kadar Yunan filozoflarla başlamış sayılsa da, astronomların “kişisel denklem” kavramının dikkat çekmesine kadar kendisine yeterince yer edinememiştir. Bu kavram sayesinde düşünsel süreçlerin isabetli bir şekilde ölçülebildiği ortaya çıkmıştır. Düşüncenin ilk ölçümlemeleri Nevil Maskelyne adlı astronom ve asistanı David Kinnebrook tarafından 1794 yılında yapılmıştır. O zamanın astronomları daha çok yıldız geçişleriyle (yıldızların gökyüzündeki hareketlerinin ölçülmesi) ilgiliydi. Teleskoplar ve özel teknikler aracılığıyla astronomlar, belli bir yıldızın teleskopik alan boyunca yaptığı hareketin ne kadar sürdüğünü ölçmeye çalışmışlardır. Astronomlar yıldızların geçiş sürelerini gökyüzünü gözlemlerken sarkaçlı saatin vurmasını dinleyerek isabetli bir şekilde hesaplayabiliyorlardı. Bu ölçümler özellikle önemliydi çünkü o dönemin saatleri yıldız geçişleri temel alınarak yapılmıştı. Maskelyne ve Kinnebrook yıldızların hareketini kaydetmek için genelde beraber çalışırlardı. 1795’ta Maskelyne Kinnebrook’un ölçümlerinin kendi ölçümlerinden yarım saniye kadar farklı olduğunu fark etti ki bu fark çok büyük bir fark olarak kabul ediliyordu. 1796’nın başlarında bu fark saniyenin sekizde birine yükseldi. Bu Maskelyne için affedilemez bir hataydı ve asistanı Kinnebrook’un işine son verdi. 20 yıl sonra, Friedrich Bessel adlı bir Alman astronom bu olayların kayıtlarını ve iki astronomun 189
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ölçümleri arasındaki farkı incelemeye başladı. Farklı ölçümlerin ikisi arasındaki bireysel farklara bağlanabileceğine ve bir hata olmayabileceğine inanıyordu. O dönemin en ünlü ve güvenilir astronomlarının ölçümleri arasında bile saniyenin onda ikisi gibi farklar olduğunu keşfetti. Maskelyne ve Kinnebrook arasında yaşanan bu olay ve Bessel’in sonraki incelemeleri bazı önemli çıkarımlara yol açtı. Birincisi, astronomi ölçümünü yapan kişinin hesaba katılması gerekti. Astronomlar kişisel denklem adı verilen kavramı geliştirmeye kadar ilerlediler. Kişisel denklem her astronomun yıldız hareketlerini ölçümlerken düşünsel süreçlerinin nasıl işlediğini gösteren doğrulanmış bir kavramdır. Esasında kişisel denklem bireyler arasındaki düşünsel sürecin farklarının kabul edilmesidir. İkinci olarak, eğer astronomlar düşünsel süreçlerde farklılık gösteriyorsa, diğer insanlar da kendi düşünsel süreçlerinde farklılık gösterir. Son olarak ve belki de en önemlisi, bu kavram düşüncenin isabetli bir şekilde ölçülebileceğini ve bu ölçümlerin olumlu anlamda kullanılabileceğini ispatlamıştır. Düşünmek bilim insanlarının üzerinde incelemeler yapamayacağı gizemli veya büyülü bir süreç olmaktan çıkmıştı. Bilişsel psikolojinin çıktığı tarihi bağlam budur. Bilişsel psikoloji düşünsel süreçlerle ve organizmanın bütün zihinsel işlemleriyle ilgilenir.
190
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Bilişsel psikoloğun ilgi alanları epey çeşitli olabilir: öğrenme, hafıza, sorun çözme, mantık kurma, karar verme, dil kullanımı, çocuklardaki bilişsel gelişim ve başka konular. Her konunun uzmanları insanların nasıl düşündüğünü tıpkı Donders, Ebbinghaus ve Sternberg gibi ilginç yötemler aracılığıyla ölçümlemektedirler. Düşüncenin ölçülmesi ve incelenmesi (daha genel tabiriyle, bilişsel psikoloji) önemli bir rol oynamaya devam edecektir. İnsan davranışlarını anlamak adına insanların nasıl düşündüğü, ne tür süreçlerin dahil olduğu ve araştırmacıların bu süreçleri nasıl ölçebileceği çok önemli rol oynamaktadır.
191
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Kadın Psikolojisi Carol Gilligan Çalışma Alanları: Ergenlik, Klasik Analitik Temalar ve Konular, Genel Yapılar ve Konular, Sosyal Güdüler. Gilligan’ın genç kızlara ve kadınlara dair geliştirdiği ahlaki ses ve gelişim teorileri birçok araştırmacıyı genç erkek ve kızlarda, erkek ve kadınlarda ahlakın nasıl geliştiğini incelemeye itmiştir, ve bu teoriler genç kızlar ve kadınların hayatlarının incelenmesinin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir. Ana Kavramlar - İlgi Etiği - Adalet Etiği - Ahlaki Oryantasyon - İlişkisel Öz Benlik - Ses Ahlak psikolojisi ve kadın psikolojisi alanlarında çalışan gelişimsel psikolog Carol Gilligan, ahlaki psikolojiyle ilgili birçok soru ortaya atmış ve genç kızların gelişimlerine yönelik birçok araştırma yapmıştır. 192
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Bu teori çocuk oyunlarında, çocukların konuşma şeklinde, yetişkin sohbetlerinde, akademik toplumda yer alan kadınlarda, liderlik tarzında, kariyer seçiminde, savaş ve barış çalışmalarında, hukuki mesleklerde, hemşirelik, öğretmenlikte ve kadınların epistemolojilerindeki cinsiyet farklılıklarını ortaya koymak amacıyla geliştirilmiştir. En başta Gilligan’ın çalışmaları ahlak psikolojisi alanında yer almıştı. Ahlaki gelişimle bilişsel gelişimi birbirine bağlayan ahlak filozoflarının ve sosyal bilim insanlarının yolundan gitmişti. Gilligan genç erkek ve erkeklerin ahlaki sorulara rasyonel, soyut veya objektif şekilde yaklaştıklarını; sonuç olarak da ahlaki konular hakkındaki fikirlerini ortaya dökerken adalet ilkesine bel bağlayacaklarını öne sürmüştür. Tam tersine genç kızlar ve kadınların insanlar arasındaki ilişkilere ve insanlara verilen potansiyel zararlara odaklanmasının daha muhtemel olduğunu iddia etmiştir. Bu düşünme tarzı ahlaki konulara uygulandığında, kadınların ilgi etiğine başvurduğunu düşünmektedir. Gilligan’ın iddiasına göre ilgi etiği, kadınların “farklı ses”ini yansıtır. Kendi kitabının 1993 baskısına yazdığı önsözde Gilligan, “ses”i öz benliğin çekirdeği olarak tanımlamıştır. Sesi “psikolojik anlamda iç ve dış dünyaları bağlayan güçlü bir araç ve kanaldır. İlişkilerin turnusol testi ve psikolojik sağlığın ölçütü.” olarak tanımlamıştır. Gilligan ve “Kadın Psikolojisi ve Genç Kızların Gelişimi” adlı Harvard projesinde yer alan meslektaşları ahlaki oryantasyon ve ses üzerinde çalışma yapmak için röportaj ve niteleyici puanlama 193
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
yöntemi tasarladılar. Röportajlar yaptılar, odak grupları topladılar, ve kadınlarda ergenlik ve yetişkinlik gelişimini incelemek için boşluk doldurmalı sorular sordular. Genç kızların “seslerini” ergenlik döneminde kaybettiklerini, öz benlikleriyle bağlantılarının koptuğunu ve bu kopuşun onlarda depresyon ve anksiyete gibi sonuçlara yol açtığını iddia ettiler. İlgi Etiğinin ve Sesin Geliştirilmesi Gilligan ilgi etiğinin ve kadınlardaki farklı sesin nasıl geliştiğine dair iki ayrı açıklamada bulunur. Birincisi Nancy Chodorow’un psikanalatik teorisinden yola çıkar. Chodorow’a göre, bebeklikten itibaren kızlar ve erkekler anneleriyle güçlü bir bağ kurarlar ki bu bağ da ilişkisel benliklerinin temelidir. Fakat, Oedipal periyodunda (beş yaş civarında) erkekler annelerinden ayrılıp kendi kendine yeten bir erkek kimliği geliştirmek zorunda kalırlar. Kızlar için bu kopuş gerekli değildir, annelerine olan bağlılıkları baskılanmaz ve ilişkisel benlikleri yerli yerinde durur. 1982’de yazdığı kitabında Gilligan, kürtaj kararıyla yüz yüze kalan kadınlar üzerinde yaptığı bir çalışmada gelişimsel bir düzene rastladığını öne sürmüştür. “Bireysel anlamda hayatta kalma olgusuna yönelik oryantasyon” adlı birinci seviye kişinin kendisiyle ilgilenmesinden ibarettir. “İyilik için fedakârlık” adlı ikinci seviye benliğe yönelik ilgidir. “Şiddetsizliğin ahlakı” adlı üçüncü seviye hem başkalarına hem benliğe yönelik 194
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
ilgidir. Gilligan’ın ortaya attığı bu seviyeler sonraki çalışmalarla doğrulanmamıştır, ilgi etiği kavramının gelişimsel anlamda bir yapı oluşturup oluşturmadığı hâlâ belirsizdir. Sosyalizasyon da kadınların benlik duygusunu ve sesin gelişimini etkileyen etkileyen unsurlardan biridir. Gilligan’a göre, toplum cinsiyet rollerini dayatır; genç erkek ve erkekleri kendi kendine yeten, bağımsız ve rasyonel oldukları için ödüllendirirken ilişkisel seslerini susturur. Ergenlik dönemindeki kızlar bir çatışma içine girdiğinde ise bağımsız ve otonom sesleri susturulur. Toplumsal sterotiplere uyup “iyi kadın”lar haline gelirlerse, kendi bağımsız benliklerini ve seslerini kaybetme riski ortaya çıkar. Fakat bu ideal kadınlık dayatan toplumsal baskılara direnirlerse başkalarıyla olan ilişkileri tehlikeye girer. Kızların çoğu direnmez ve sonrasında kendi öz benliklerinden şüphe duymaya başlarlar. Gilligan’ın Teorisinin Tarihi Bağlamı Gilligan’ın ahlaki gelişim teorisi kadınların tecrübelerini görmezden gelen ve kadınların ahlak psikolojisine yukarıdan bakan psikolojik teorileri düzeltme çabasından ibaretti. Mesela, Sigmund Freud (1856-1939) kadınların ve erkeklerin ahlaki kapasitelerinin farklı olduğunu çünkü genç kızların süperegolarının genç erkeklere daha az gelişmiş 195
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
olduğunu iddia etmiştir. Freud kadınların ahlakının erkeklerden daha düşük olduğunu düşünürken, Gilligan kadınların ahlaki düşünce yapısının erkeklerden farklı hatta daha üstün değilse bile yüksek seviyede ahlaki değer taşıdığını öne sürmüştür. Gilligan’ın teorisi Lawrence Kohlberg’ün (19271987) gelişimsel çalışmalarından elde edilmiş olsa da Gilligan Kohlberg’ün cinsiyet önyargısını düzelterek kendi teorisini ortaya koymuştur. Kohlberg’ün ahlaki gelişim teorisi olgunlaşma ve tecrübeye bağlı değişmez bir şekilde gelişen ahlaki düşüncenin altı aşaması temel alınarak inşa edilmiştir. 1969’da Kohlberg kadınların ve erkeklerin ahlaki muhakemelerini karşılaştırmış ve kadınların üçüncü aşamaya yani “karşılıklı insanlar arası beklentiler, ilişkiler, ve uyum” aşamasına, erkeklerin ise dördüncü aşamaya yani “toplumsal sistem ve vicdan sürdürümü” aşamasına geldiklerini bildirmiştir. Kohlberg’ün gelişimsel teorileri gibi olanları ileriki aşamaların daha üstün seviye olduğunu iddia etmiş, yani kadınların ahlaki muhakemelerinin erkeklerinkine göre daha düşük seviyede olduğu açık açık olmasa da ortaya konmuştur. Araştırmanın yapıldığı dönemde üzerinde çalıştığı erkek ve kadınların çok farklı hayat tecrübeleri olduğu ve bu farkların bulgulara da yansıdığı muhtemeldir. Gilligan, kadın ve erkek arasındaki psikolojik farkların az olduğunu ve bu farkların daha çok sosyalizasyon ve toplumdaki cinsiyet farklarından 196
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
kaynaklandığını iddia etmiştir. Eğer alakalı farklar söz konusu değilse, kadınları ve erkekleri farklı alanlara koymanın hiçbir temeli yoktur; cinsiyet kavramı kadınları eğitimden, siyasetten ve iş hayatından alıkoymak için kullanılamaz. 1960’larda ve 70’lerde çift cinsiyetlilik teorisyenleri cinsiyet farklarının kadınları eğitim ve iş hayatından uzaklaştıran özelliklerini ortadan kaldırmak amacıyla çalışmalar yapmışlardır. Cinsiyet rolü bağlamında düzgün bir şekilde yapılan sosyalizasyonun erkeklerin ve kadınların psikolojik anlamda eşit seviyede olacaklarını iddia etmişlerdir. Fakat 1970’lerin sonuna doğru feminist psikologlar çift cinsiyetlilik teorisinin içerdiği hataları işaret etmeye başladılar: Rekabetçilik, hırs, bağımsızlık ve otonomi gibi maskülen niteliklerin kadınlar ve hatta erkekler için bile ideal olmayabileceğini öne sürmüşlerdir. Jean Baker Miller gibi feminist psikologlar insani gelişime yeni bir norm katmak istediler. Buna göre başkalarına yönelik ilgi ve başkalarıyla güçlü iletişim kurma gibi kadınsı erdemler ön planda yer almalıydı. Bu dönemden sonra Gilligan’ın teorisi maskülenliği olması gereken olarak kaydeden psikolojik çalışmaları düzelten bir numaralı teori haline gelmiştir. Gilligan ergen kızların üzerinde yapılan incelemeler odaklanmış ve kadınların tecrübelerini temel alan ve onların farklı seslerini açığa çıkartmayı hedefleyen yeni bir teori geliştirmeye başlamıştır.
197
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Ahlaki Oryantasyon ve Ses Üzerine Yapılan Araştırmalar Ahlak psikoloji araştırmaları çocukların ahlaki konularla çok erken yaşlarda ilgili olduklarını göstermiştir. Neyin adil olup olmadığıyla ilgilenirler, birisi yaralandığında rahatsızlık duyarlar. Yani adalet ve ilgi oryantasyonları hayatın ilk aşamalarında belirlenebilir. Araştırmalar ayrıca batı toplumlarında genç kızlar ve kadınların ilişkilerle daha ilgili ve erkeklerle daha uyumlu olmaları beklendiğini göstermiştir. Fakat 1970’lerden beri yapılan araştırmalar, Gilligan’ın da iddia ettiği gibi genç kızlar ve erkeklerin ahlaki muhakeme konusunda o kadar da farklı olmadıklarını ortaya koymuştur. Kohlberg Ahlaki Yargı Mülakatı (MJI) aracılığıyla yapılan çalışmalar aynı yaş ve eğitim seviyesindeki erkek ve kadınların ahlaki ikilemleri adalet ilkelerine dayanarak çözebildiklerini göstermiştir. Ahlaki konulara dair tercihleri ve idraki ölçmede en çok kullanılan test olan DIT (Defining Issues Test, Değerlerin Belirlenmesi Testi) aracılığıyla yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. DIT puanları üzerinde yapılan meta-analiz de ilkeli ahlak muhakemesini belirlemede eğitimin cinsiyetten 250 kat daha güçlü olduğunu ortaya koymuştur. Derinlemesine yapılan çalışmalar da aynı eğitim seviyesindeki kadınların da Kohlberg’ün teorisindeki 198
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
gelişimsel düzende erkeklerden farksız bir şekilde ilerleyebileceğini göstermiştir. Yani erkeklerin kadınlara göre ahlaki muhakemede daha ilkeli olduğu, çelişen hak iddialarından ötürü çıkan uyuşmazlıklarla daha ilgili olduğu, veya ahlak muhakemesinde soyut adalet ilkelerini daha çok kullandıkları, herhangi bir delile dayandırılamamıştır. Ayrıca Kohlberg’ün ahlak muhakemesi ölçümünün genç kızlara veya kadınlara karşı önyargılı olduğu da delillendirilememiştir. Kadınlar erkeklerden daha ilgili mi veya ilişkilere daha mı odaklı? Erkeklere göre susturulmaları veya seslerini kaybetmeleri daha mı olası? Gilligan’ın kadın ahlakını veya sesini karakterize eden ilgi etiği teorisini destekleyecek veya çürütecek deliller bir sonuca vardırılamamıştır. Bunun kısmen de olsa sebebi şudur: İlgi ve sesin psikolojik yapılar olarak ölçülmesinin o kadar çok yolu vardır ki, dolayısıyla bu yapıları farklı şekilde yorumlayan çalışmalar arasında karşılaştırma yapmak çok zordur. Farklı araştırmacılar ilgi etiği kavramını bir ahlak teorisi, kişiler arası bir oryantasyon, idrakle ilgili odaklanma, veya epistemolojik bir teori olarak görmektedir. Ses ise benlik teorisi, ahlaki bakış açısı, veya savunma duruşu olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, Gilligan’ın genç kızlara dair yaptığı çalışmalar sadece o zamanın seslerini yansıtmaktadır, ve cinsiyet farkları test edilemez. İlgi etiğine dair araştırmalar insanların çoğunun ilgi ve adalet oryantasyonlarını kullanabildiğini göstermiştir. Özellikle Gilligan’ın niteleyici röportajlarını 199
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
kullanarak yapılan çalışmalar, ahlaki ikilemleri çözmek içinkadınların daha çok ilgi oryantasyonunu erkeklerin ise adalet oryantasyonunu kullandıklarını belirtmiştir. Bir yapıyı anlamak ve teoriyi geliştirmek için niteleyici araştırmalar çok önemli olsa da, belli hipotezleri (mesela “cinsiyet farkları seste görülür”) test etmek için niceliksel araştırmalar gereklidir. Bu tür çalışmaların çoğu Gilligan’ın ahlaki oryantasyonda cinsiyet farkları teorisini destekleyememiştir. Bazı araştırmacılar ilgi etiğinin veya adalet etiğinin kullanımının bulunulan ahlaki ikileme bağlı olduğunu keşfetmiştir. Lawrence J. Walker ve meslektaşları kadınların daha çok kişiler arası ikilemleri belirlediğini, erkeklerin ise kişisel olmayan (kişiler üstü) ikilemlerden bahsettiğini ortaya çıkarmıştır. Eğer katılımcılar kişilere ve aralarındaki ilişkilere (bir arkadaşına ihanet eden kişi) odaklandıysa, ilgi etiğinin ihlal edildiğini düşünüyor olmaları daha olasıdır. Fakat başkalarının hakları veya toplumsal kurallar çiğnendiyse, adaletle daha çok ilgilidirler. Kişiler arası çatışmalar ilgi oryantasyonuna sebep olurken, hakların çelişmesi hem kadınlarda hem erkeklerde adalet oryantasyonuna yol açar. Fakat konuyu başka bir açıdan ele almaları istendiğinde, iki taraf da başta seçtiği oryantasyondan vazgeçebilmiştir. Gilligan’ın ergen kızların seslerine dair kendi röportaj yöntemleri, odak grupları ve açık uçlu boşluk doldurma soruları aracılığıyla yaptığı çalışmalar; çelişkili bir ergenlik dönemi, sesin kaybedilmesi ve kızların 200
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
bildikleri şeylerden uzaklaşması gibi durumların varlığını göstermiştir. Bazı kızlar direnirken, çoğu ilişkilerini sürdürmek için çabalar ve böylece benlikleriyle bağı koparma pahasına başkalarını memnun etmenin yollarını ararlar. Susan Harter’ın daha standart ölçekler kullandığı ve daha büyük örneklemler seçtiği çalışmasında ergenliğin kızlar için zorlayıcı bir dönem olduğu ve kızların ilişikiler hakkında endişeler taşıdığı belirtilmiştir. Kızlar başkaları tarafından susturulduklarını hissederler ve hatta kendi kendilerini sustururlar, ama erkekler de bu konuda kızlardan farklı değildirler. Harter’ın ses kaybı çalışmaları bu konuda cinsiyet farklarının olmadığını işaret eder. Harter kızların ses seviyesinin erkeklerden daha düşük olmadığını ve sesin zamanla azalmadığını iddia eder. Cinsiyet Farkları Araştırması Cinsiyet farklarının farklı sosyalizasyona bağlanabildiği empirik sonuçlarla ispatlandığı halde neden bu iddialar hâlâ devam etmektedir? Cevap kısmen de olsa cinsiyet üzerine yapılan araştırmaların metodolojisinde yatar. Gilligan ve meslektaşlarının çalışmalarında niteliksel anlamda analiz edilmiş röportajlar kullanılmış ve bunlar aracılığıyla ahlaki konularda, düşünmede, duygusal tepkilerde ve ilişkilere kendilerini adamakta kızların ve erkeklerin çok farklı olduğu sonucuna 201
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
varılmıştır. Oysa ki daha standart ölçüm tekniklerinin kullanıldığı araştırmalar kadınların ve erkeklerin birbiriyle farktan çok benzerlik taşıdığını ortaya koymuştur. İki sonucun da önemli etkileri olmuştur. Rachel Hare-Mustin ve Jeanne Marecek sosyal bilimlerde yer alan bilgilerin her zaman eksik, olaylara ve hatta araştırma sonuçlarına yönelik yapılan yorumların her zaman önyargılı olduğunu iddia etmiştir. Cinsiyet farklarına dair inançların iki çeşit önyargı tarafından etkilendiğini belirtmişlerdir. Alfa önyargısı cinsiyet farkına vurgu yapma eğilimiyken; beta önyargısı cinsiyet benzerliğine vurgu yapma eğilimidir. Beta önyargısında cinsiyetler arasındaki farkların gözden kaçırılması kadın ve erkeklerin farklı kaynaklara yönelik ihtiyaçlarını görmezden gelmekle sonuçlanabilir. Alfa önyargısında ise, farklara gereğinden fazla anlam yüklemek kadınlara ve erkeklere farklı rollerin verilmesini savunmaya kadar varabilir. Eğer erkekler adalete daha meyillilerse, bütün yargıçlar erkek mi olmalıdır? Eğer kızlar ve erkekler arasında ahlaki oryantasyon anlamında hiçbir fark yoksa, bütün çocuklara aynı ilkeler mi öğretilmelidir? Adalet ve ilgi bütün yetişkinlerden mi beklenmelidir? Gilligan’ın Katkıları Gilligan ahlak psikolojisi alanında önemli sorular sormuş ve ilgi etiği kavramına dikkati çekmiştir. 202
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Başta iddia ettiği cinsiyet farkları doğrulanamamış olsa da çalışmaları genç kızlar ve kadınların yaşadığı tecrübelere değer vermesi adına önemlidir. Genç kızların hayatları üzerinde olduğu kadar genç erkeklerin hayatları üzerinde de çalışma yapma ısrarı bütün erkek ve kadınların refahını geliştirebilecek yeni araştırmalara olanak sağlamıştır. Karen Horney Çalışma Alanları: Klasik Analitik Temalar ve Konular, Kişilik Teorisi. Horney’nin teorileri kadınların karakter gelişimine yönelik kültürel etkilere odaklanmıştır. Bu teorilerle klasik psikoanalitik görüşler üzerinde bazı değişiklikler yapmış ve kadınların diğer kişilerle olan ilişkilerine dair yeni görüşler sunmuştur. Ana Kavramlar - Biyolojik Etkiler - Klasik Psikanaliz - Kültürel Etkiler - İçgüdü - Neo-Freudyenler - Cinsel İçgüdü - Bilinçaltı 203
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Karen Horney (1885-1952) insanların biyolojileri kadar çevrelerinin de bir ürünü olduğunu düşünmüştür. Kültürel etkilerin kadınlarda karakter gelişimini nasıl etkilediği üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu kültürel etkiler arasında kişiler arası ilişkiler ve toplumun kadına yönelik tavrı yer alır. Kültürel etkiler klasik psikanaliz (Freud’un doktrinleri üstüne kurulmuş bir psikoloji sistemi ve insan davranışlarının kökenini, bastırılmış güdülerin ve tecrübelerin yer aldığı ve bilincin farkında olmadığı bilinçaltında arama işlemi) tarafından yeterince önemli bulunmamıştır. Horney’ye göre bilinçaltından gelen motivasyon çatışmalar, özellikle cinsel çatışmalar kadınların gelişiminde önemli bir rol oynar. Kadınların erkek ağırlıklı bir dünyada erkekler tarafından erkek standartlarına göre yargılandığını düşünür. Böylece kadınlar bu standartların kendi doğalarını temsil ettiğine inanmaya başlamışlardır. Horney’ye göre, kadınlar kendi isteklerini gerçekleştirmek, ve toplumun kendilerine verdiği bu pasif görevi kabul ederek sevgi ihtiyaçlarını karşılamak arasında kalırlar. Bu durum da depresyon ve özgüven düşüklüğüne yol açar. Horney insanların başkalarıyla üç temel düzenle ilişki kurduğunu belirtmiştir: Başkalarına doğru yönelim (veya ağırbaşlılık), başkalarından kaçınım (veya mesafe koyma), ve başkalarına karşı yönelim (veya alan genişletme). Başkalarına doğru yönelim davranışı bağlılık ve başkalarıyla ilgilenmekten ibarettir, tıpkı ağırbaşlılık gibi. Kadınlar doğuştan beri bu davranış tipine şartlandırılmışlardır. 204
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Freudyen Teoriyle Bağlantı Horney’nin teorileri klasik psikanalist fikirlerinin modifiye edilmiş halidir. Onun teorileri ancak zamanında hüküm süren Freudyen kavramlarla bağlantı kurarak anlaşılabilir. Klasik psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud’e göre biyolojik etkiler insan davranışını belirler. Bu biyolojik unsurlardan olan cinsel içgüdüler insan davranışının en güçlü motivasyon kaynaklarıdır. Freud’a göre nevroz veya zihinsel bozukluk, çocuklukta başlayan bilinçaltında yer alan cinsel çatışmaların sonucudur. Horney’nin de temel çalışma alanı psikanaliz düşünmeydi ve Freud’un birçok kavramına katılıyordu. Fakat Freud’un yoğun cinsellik barındıran teorisine şiddetle karşı çıktı. Freudyen kavramlarından önemli kopuşu penis hasedi konusunda görülmüştür. Freud kadınlardaki bütün psikolojik problemleri şöyle veya böyle erkek olma isteğine bağlamıştır. Freud kızların doğuştan gelen bir kadınlık hissiyle doğmadıklarını, daha çok hadım edilmiş erkek çocukları gibi hissettiklerini ileri sürmüştür. Bu penis hasedinden ötürü dişi biyolojik düzeysizliğine isyan eder. Freud’a göre bunun sonucunda küskünlük, insanları” küçük görmek, karşı cinsi kıskanmak ve sürekli bir boşluk doldurma arayışı görülür. Horney, penis hasedinin biyolojik düşünceyle alakası olmadığını öne sürmüştür. Küçük kızların 205
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
içgüdüsel olarak dişiliklerinin farkında olduklarını iddia etmiştir. Yani, kızlar düşük seviye hissetmek için programlanmamıştırlar. Kadınlar erkeklerin özel ve mesleki hayatlarındaki gücü ve özgürlüğü kıskanıyor olabilir, fakat kesinlikle erkeklerin cinsel organlarını kıskanıyor değiller. Freud’un penis hasediyle bağlantı kurduğu davranışları (açgözlülük, kıskançlık ve hırs) Horney toplumun kadınların üstüne yıktığı kısıtlamalara bağlamıştır. Horney ayrıca cinsel soğukluk ve mazoşizmi kadının biyolojik doğasına ait parçalar olarak gören Freudyen teorisine de karşı çıkmıştır. Cinsel soğukluk, veya bir kadının cinsel arzular duyamaması durumu ne bir hastalıktır ne de kadın doğasının bir parçasıdır. Horney bunun altta yatan bir psikolojik rahatsızlığın (mesela kronik anksiyete) belirtisi olarak görmüştür. Cinsel soğukluğun sıklıkla görülen sebeplerinden biri evli çiftlerin arasındaki gerginliktir. Toplum baskısı bir kadının cinselliğini özgürce ifade etmesini kısıtlar. Gelenekler ve eğitim kadınlara yönelik sınırları inşa eder. Ayrıca erkeklerin eşlerini manevi partner (hayat arkadaşı) olarak görmeleri ve saygı duymadıkları başka kadınlarda (hayat kadınları vs.) cinsel heyecan aramaları da kadınlarda cinsel soğukluğa yol açabilir. Mazoşist eğilimler, yani bir kadının acıdan zevk alması ve özellikle cinsel hayatında acının peşinde gitmesi, nadir rastlanan toplumsal durumların sonucudur. Freudyen teoriye göre kadınlar biyolojik 206
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
olarak mazoşizme göre programlanmıştır, bunu da yine kadınların erkeklere göre “hadım edilerek” daha güçsüz kılınması fikrine bağlar Freud. Diğer yandan Horney ise toplumun kadınları mazoşizme ittiğini iddia etmiştir. Kadın sterotipi zayıf ve duygusaldır, birilerine bağlılıktan zevk alır ve bu bağlılık da erkek tarafından kadına ihsan edilir. Mazoşist eğilimler kadının güvenlik elde etme çabasıyl ve, biat etme ve ağırbaşlılık aracılığıyla tatmin olmasıyla bağlantılıdır. Karen Horney’nin teorileri kadınsılığın olumlu taraflarına vurgu yapar. Fikirleri geliştikçe, kendi zamanında yaşayan sosyal bilimlerle uğraşan kişilerin daha çok etkisinde kalmıştır. Kadınların duygularını, ilişkilerini ve rollerini anlamak için giderek daha çok kişiler arası ve toplumsal yönelimlere odaklanmıştır. Freudyen teorinin aksine kadın cinselliği üzerine yaptığı çalışmalarda çocuklardan çok ergenler üzerinde incelemeler yapmıştır. Horney’ye göre ergenler cinsel çatışmalarla başa çıkmak için belli tavırlar geliştirir ve bu tavırlar yetişkinlik dönemine taşınır. Kadın İlişkilerine Yeni Bir Yaklaşım Horney’nin teorileri kadınların kişiliklerini ve ilişkilerini anlama adına yeni kapılar açtı. 1984’te Alexandra Symonds’un kadınların ayrılık ve ölüm gibi durumlara verdiği tepkiler üzerine yaptığı bir çalışma Horney’nin teorilerini doğrular nitelikte sonuçlar vermiştir. 207
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Amerikan Psikanaliz Dergisi’nde (American Journal of Psychoanalysis) yer alan yazısında Symonds, ayrılık ve ölüme verilen tepkilerin kadınlar için sık rastlanan bir terapi sebebi olduğunu belirtmiştir. Tam tersine erkeklerin ise, eşlerinden veya sevgililerinden gelen baskıyla terapilere katıldığını not etmiştir. Symonds’a göre, kadınlar ilişki kurmaya daha heveslidirler ve ilişki bittiğinde daha yoğun duygular tecrübe ederler. Symonds bu davranışları Horney’nin tipik üç davranış tipi açısından incelemiştir. Symonds başkalarına doğru yönelimi sevgi veya bağlılık meyilli; başkalarından kaçınımı özgürlük meyilli; ve başkalarına karşı yönelimi güç meyilli davranışlar olarak nitelemiştir. Symonds’un görüşlerine, toplum sevgi eğilimli bağlılık düzenini kadınlara, güç veya özgürlük eğilimli düzenleri ise erkeklere tahsis eder. Başkalarından kaçınan veya genişlemeci, güce meyilli bir erkeğin ağırbaşlı, bağlılık ve sevgiye meyilli bir kadınla evlenmesinin çok sık rastlanan bir durum olduğunu belirtmiştir. İlişkiler genelde sessiz, içine kapanık erkeklerle sevgi dolu, bağlılık peşinde koşan ve hep duygularından bahsetmek isteyen kadınlar arasında gelişir. Kişilerde karakter düzenleri geliştikçe, iç çatışmalara yol açan duygular bastırılır, tıpkı sevgi eğilimli kişilerin öfke ve hırs gibi duyguları bastırması gibi. Tam tersine güç eğilimli kişiler ise bağlılık duygularını bastırır. Kişiler kendilerine ait değerleri mükemmelmiş gibi algırlarlar ve bastırdıkları duyguları 208
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
da küçük görürler, yani güç eğilimli bir kişi bağlılığı küçük görülmesi gereken zayıflık olarak görür. Bu küçük görme hissi bağlılık ihtiyaçlarını bastırmamış kişilerde de görülür. Sonrasında ise ilişki bitiminde kadınlar birine bu kadar ihtiyaç duyduğu için kendisinden nefret etmeye başlar ve anksiyete durumuna geçer. Aşırı bağlı ve ağırbaşlı kadınlar kötü hatta istismar içeren ilişkileri sürdürmeyi yalnız kalmaya tercih ederler. Bu kadınlar erkeğe bağlı olmayan kadınları bir hiç olarak gören kültürel yapının kurbanlarıdırlar. Symonds ayrıca bu kadınların iki tür gelişimsel altyapının ürünü olduğunu ortaya çıkarmıştır: Anne veya babanın çocukluk ve ergenlik döneminde baskıya maruz bırakıp sağlıklı bir gelişime mahal vermemesi; ve ebeveynlerinden olması gereken zamandan erken kopan ve kendi kendine yeterlik maskesi altında bir kadının derin bağlılık ihtiyaçları içinde bocalaması. Başarı Korkusunu Anlamak Horney’nin teorilerinde kadınların kendi hırslarına dair hissettikleri anksiyete ve kendi başarılarını sabote etme şekilleri de öngörülmüştür. Lerner çalışma kısıtlamalarının bir ilişkinin uyumunu sürdürmeye dair bilinçaltı çabaların ve kadınsılığın kayboluşu korkusunun ürünü olduğunu iddia eder. Kadınlar genelde başarı elde etmekten korkarlar çünkü elde ettikleri başarının bedelini ağır şekilde ödeyeceklerdir. Kadınlar sıklıkla başarı kavramını kadınsılığın veya 209
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
çekiciliğin kaybedilmesiyle, önemli ilişkilerin bitmesiyle, sağlık sorunlarıyla, hatta ölümle bağlantılarlar (ya da bunu arzularlar). Lerner’e göre depresyon ve anksiyete kadınların başarı elde etmelerine karşılık bir çeşit özür veya başarısızlığı garantileme yollarıdır. Kadınların kendilerini feda etmeleri veya sabote etmeleri, suçluluk hissinin ve başarılı olma anksiyetesinin yarattığı durumlardır. Lerner’e göre, kadınlar bir ilişkiyi devam ettirmek adına kendi benliklerinden fedakârlıkta bulunmak ile kendi benliklerini geliştirmek adına ilişkiyi riske atmak arasında kaldıklarında, genelde birinci seçeneği tercih ederler. Lerner, Horney’nin görüşlerine bir üniversiteye kaydolup meslek edinmek istediği için evliliğinde huzursuzluk meydana gelen 30 yaşında bir kadının terapisi için başvurmuştur. Lerner bu kadında evliliğini mahvetme korkusuyla beraber, nesilden nesile taşınan suçluluk duygusu da gözlemlemiştir. Kadının kocası üniversite planlarına karşı çıkmıştır. Ek olarak, sülalesinde bir yüksekokul eğitimi almak isteyen ilk kadın da kendisi olmuştur. Bu şartlar altında, ilişkilerindeki uyumu sürdürmek adına kendi isteklerini bir kenara itmek durumunda kalmıştır. Kadınların iş kısıtlamaları önceki nesillerin kadınlarının başaramadıklarını başarmaya çalışmaktan ötürü derin anksiyete ve suçluluk hissine de yol açar. İş kısıtlaması ayrıca kadının isteklerini “fazla maskülen” olarak görmeye başlamasıyla sonuçlanır, Lerner’e göre 210
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
bu çıkarım toplumun dikte ettiği çıkarımdır. “Maskülen” olarak etiketlenmek kadınlarda derin suçluluk hissini ve anksiyeteyi tetikler. Arka Plan ve Başarılar Horney’nin teorileri 13 yıllık bir periyod boyunca Freud’un kadın cinselliğine dair görüşlerine karşılık olarak yazdığı makalelerden beslenmiştir. Yayınlanan son makale Horney’nin ABD’ye iltica etmesinden sonra yayınlanmıştır ve bu noktada Horney kariyerinin en verimli dönemlerinden birini tecrübe etmektedir. Berlin’deki tıp fakültesine ilk kabul edilen kadınlardan biri olan Horney, psikiyatrik ve psikanalitik eğitimini 1913’te tamamlamıştır. Bu zamana kadar Freud en yaratıcı günlerini geride bırakmıştır. Horney Freud’den otuz yaş küçüktü ve 20. Yüzyıl insanıydı. 20. Yüzyılın görece açık olan bilimsel yapısıyla daha uyumlu görüşleri vardı. Horney zamanının sosyologları tarafından epey etkilenmiştir. Harry Stack Sullivan, Alfred Adler, ve Erich Fromm gibi neo-Freudyenler kişilik gelişiminde kültürel etkilere odaklanan ilk psikanalistlerdir. Horney’nin teorileri erkek psikolojisinden farklı olan kadın psikolojisi ihtiyacından ötürü gelişmiştir. Kadınların, erkekleri üstün gören erkek eğilimli psikolojiye göre incelenip analiz edildiğine inanmaktaydı. Kadın hastalarında veya kendi
211
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
tecrübelerinde bu rastlayamamıştır.
analizlerin
herhangi
bir
izine
Horney erkek teorisine meydan okuyan ilk kadın doktordur ve sonrasında psikanalit hareket içinde de önemli bir konum elde etmeyi başarmıştır. Böyle yaparak, genel ve profesyonel anlamda kadınlar için bir rol model halini almıştır. Tartışmalı bir figürdü, kariyeri oturmuş psikanalitik bilim dünyasında birçok tartışmalara yol açtı. O ve takipçileri nihayetinde bu bilim dünyası tarafından sürgün edilmiştir ve bir süreliğine psikanalitik çalışmalarda adı silinmiştir. Biyografisini hazırlayan kişiler bunu Freudyen’lerin Horney’nin fikirlerinden etkilenme korkusuna bağlamıştır. Günümüze Yansıyan Etkiler 1970’lerdeki kadın hareketi sayesinde Horney’nin çalışmalarına yönelik ilgi artmıştır. Kadın hareketi Horney’nin ismini literatüre geri kazandırmakla kalmamış, onu bir öncü olarak kabul etmiştir. Kadın terapisiyle ilgili kaynaklarda Horney’nin ismine daha çok rastlanmıştır. Kariyeri boyunca yazdığı kitaplar ilgi odağı olmuş ve halen de ders kitabı olarak kullanılmaktadır. Bağımsız bir düşünür olan Horney zamanının hep ötesinde işlere imza atmıştır. Çalışmalarında narsist kişiliğin tekrar ilgi odağı olacağını önceden öngörmüştür. 212
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Teorileri sayesinde psikolojinin popüler eğilimleri öngörülebilmiş olsa da, bundan ötürü hakkı teslim edilmemiştir. Bu eğilimlerden biri, duygusal rahatsızlıkların sebebi olarak toplumsal ve kültürel unsurları inceleme eğilimidir. Sistem Teorisi, Horney’nin kavramlarıyla bağlantılı başka bir popüler eğilimdir. İçinde aile terapisi adlı bir psikoloji tipinin de yer aldığı sistem teorisi; kültürel şartlar, kişiler arası bağlar ve kişinin içinde tecrübe ettiği duygular arasındaki etkileşime odaklanır. Sigmund Freud Psikoloji Tipi: Kişilik. Çalışma Alanları: Klasik Analitik Temalar ve Konular, Kişilik Teorisi. Kişiliğe dair geniş kapsamlı bir teoriyi ilk ortaya atan kişi olan Freud, kadınların kişilik gelişimleri esnasında farklı tecrübelere maruz kaldığını iddia etmiştir. Fallik dönemde (yaklaşık olarak üç ila beş yaş arası) yaşanan travmatik olayların normal kadınsı gelişimini baltaladığına ve hemcinsleriyle özdeşim kurmada ve süperego veya ahlaki kapasite geliştirmede sorunlara sebep olduğuna inanmaktaydı.
213
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Ana Kavramlar - Serbest Çağrışım - İd - Özdeşim kurma - İçgüdüler - Ödip Kompleksi - Penis Hasedi - Gelişimin Psikoseksüel Aşamaları - Süperego Sigmund Freud’un kişilik gelişimi teorisini destekleyen iki temel kavram vardır. Birincisi bilinçaltı fikri; ikincisi ise çocuk cinselliğinin oynadığı roldür. Freud bilincin tecrübelerin ayakta tuttuğu bir süreklilik hali olduğuna inanmıştır ve bu halin bir ayağı kişinin duygu, düşünce ve davranışlarına dair net bir farkındalık haliyken diğer ayağı duygu, düşünce ve isteklerin kişinin farkındalığının tamamen ötesinde yani bilinçaltında yer aldığı haldir. Bu iki ayağın ortasında bilinç öncesi yer alır. Freud’a göre bilinç öncesinde hem bilinçten hem bilinç altından maddi veya manevi hayat belirtileri yer aldığına inanmaktaydı, ve burada yer alan farkındalığın ötesindeki bilgilerin belli bir çaba harcanarak bilinç seviyesine çıkarılabileceğini düşünmekteydi. Freud zihinsel hayatın çoğunun bilinçaltı tarafından temsil edildiğini, bilinçli farkındalığın yalnızca “buzdağının görünen kısmı” olduğunu ifade etmiştir. 214
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
İd adı verilen kişilik yapısı bilinçaltının derinlerinde faaliyet gösterir ve bu faaliyetlerin temel amacı hazzın peşinden gidip, acıdan kaçınarak tamamen bencilce hedeflere ulaşmaktır. İd cinsel ve agresif içgüdüler de dahil olmak üzere, bütün psikolojik enerjinin kaynağıdır. Gelişim Teorisinin Psikoseksüel Aşamaları Freud cinsel içgüdülerin kritik önem ifade ettiğini ve kişiliğin bu içgüdülere verilen karşılıklar aracılığıyla geliştiği fikrini ortaya atmıştır. Belli sayıdaki içgüdülerin vücudun belli bölgelerinden doğduğunu iddia etmiştir. Bu içgüdüler organ hazzı adı verilen bir tatmini elde etmek için çabalar. Bu organların her biri gelişim aşamalarının belli odak noktalarında yer alır. İlk aşama oral aşamadır. Oral aşama doğumla başlar. Bebek ağzı aracılığıyla hazların peşinden gittikçe ağız da memnuniyet kaynağı olur. Annesinden emdiği veya biberondan içtiği süt ve sonrasında ağzına alabileceği diğer bütün nesneler bebek tarafından manipüle edilip keşfedilecektir. Çocuk aldığı şeylerle fiziksel olarak beslendiği gibi çok temel bir şekilde olsa da davranış, değer, inanç ve özdeşim temellerine de sahip olacaktır. Gelişimin ikinci psikoseksüel aşaması anal aşamadır. Freud’a göre bu aşama eliminasyonla bağlantılı bir haz etrafında döner. Hayatın ikinci yılında çocuk boşaltım yollarının kontrolünü ele alır ve bunları 215
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
ebeveynlerin ve toplumun koyduğu sınırlar içinde gerçekleştirmeye çalışır. Freud kız ve erkeklerin oral aşamadan aşağı yukarı aynı şekilde geçtiğine inanmaktaydı. İkisi için de anne birincil sevgi kaynağıydı. Fakat üçüncü yıldan itibaren cinsiyetler birbirinden ayrılmaya başlar. Gelişimin üçüncü ya da fallik aşamasında, kızlar ve erkekler cinsel organlarının haz alınabilir doğasını keşfederler. Erkekler için bu aşamanın merkezinde Ödip kompleksi yer alır. Bu komplekse göre annelerine yönelik yoğun cinsel duygular beslemeye başlarlar. Bu cinsel duygulara öfke ve kıskançlık gibi hisler de eşlik eder, ayrıca baba annenin sevgisi ve ilgisini elde etmede bir rakip olarak görülür. Cinsel arzular arttıkça, babasından rekabet ve saldırganlık duyguları almaya başlar. Tehlike hissi ise çocuğun annesi için beslediği duyguların fiziksel kaynağında yani peniste hissedilir, bunun sonucunda ise Freud’un hadım edilme anksiyetesi adını verdiği durum görülür (babanın misilleme yapacağı korkusu). Zaman içinde bu korkudan ötürü çocuk, anneyi bir sevgi kaynağı olarak görme durumundan vazgeçip babayla hemcins özdeşimine girmeye çalışır. Freud’a göre bu özdeşim süperegonun gelişimi için olmazsa olmazdır, sonrasında erkek güçlenir ve yaşadığı topluma önemli katkılarda bulunma imkanı elde eder. Erkek çocukların aksine, kızlar için fallik aşama bir travmayla başlar: Bir penise sahip olmadığını fark 216
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
eder. Genellikle bu fark edişi, kendi durumu için anneyi sorumlu tutma durumu takip eder. Bu noktada küçük kız birincil sevgi kaynağı olarak annesini terk eder ve hemcins özdeşimini sınırlayacak şekilde babasına yönelir. Düzeysizlik hisleri etrafını sarar ve penis hasedine kurban düşer. Freud bu travmadan ötürü kadın gelişiminin en iyi ihtimalle zor olacağını ve hemcins özdeşiminin gerçekleşmesinin de şüpehli olduğunu ifade etmiştir. Yani bu kızın hayatı artık alternatif bir penis arayışıyla geçer, çoğunlukla da bu arayış bir eş veya çocuk, mümkünse erkek çocukla sonuçlanır. Freud kadının hayatındaki en değerli ilişkinin oğluyla arasındaki ilişki olacağını, çünkü bu ilişkinin bütün çelişkilerden arınmış bir şekilde gerçekleşeceğini iddia eder. Freud kişiliğin temellerinin fallik aşamanın sonunda yerli yerine oturacağına inanmaktaydı. Ödipal periyodun sonu ve gizlilik sürecinin başı itibariyle çocuk, Ödipal periyodla ilgili bilinçaltında yer alan cinsel çatışmaları bastırmaya başlar. Bu dönemde kızlar daha pasif ve daha az agresif olurken, erkekler hemcinsleriyle oyun grupları peşinde koşar. Gelişimin son psikoseksüel aşaması genital aşamadır. Önceki aşamanın (haz ve tatmin odaklı aşama) aksine, genital aşama başkalarına duyulan cinsel çekimin başladığı ve evliliktense sosyal etkinliklerin ve kariyer hedeflerinin ön plana çıktığı bir dönemdir. Çocuk artık bir yetişkin olmuştur. Freud birçok kadın hastasında gözlemlediği üzere kadınlarda 217
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Ödip kompleksinin aşılamaması sonucunda nevroz ortaya çıkabilir. Ayrıca kadınların geleneksel anlamda erkeklere özgü işlerde başarılı olma çabalarını da bir tür erkeksilik kompleksine bağlamıştır (bu kompleksin kendi zamanındaki kadın analistlerin davranışlarında da görüldüğünü belirtmeden edememiştir). Freud kadının Ödipal dönemden sonraki özdeşimi gerçekleştirememesinin ve süperego kapasitesinin düşmesinin kadınlarda olumsuz karakter özelliklerine ve objektif adalet standartlarına uyamamakla sonuçlandığını iddia etmiştir. Eleştiriler Bazı kadın analistler de dahil olmak üzere Freud’un birçok çağdaşı, kadın psikolojisine dair bu görüşlere eleştiriler getirmiştir. Karen Horney, penis hasedi fikrinin normal kadın gelişiminin bir parçası olduğunu reddetmiştir. Fakat Freud’un klinik gözlemlerinin erkeklere yönelik imrenmeyi penis hasedine göre daha iyi açıkladığını kültürel bir açıdan olsa da kabul etmiştir. Ek olarak, birçok kadın hasta analizinden sonra Horney erkek hastaları da analiz etmeye başlamıştır. Gözlemlerinden çıkardığı sonuç şudur: Erkeklerin çoğu, hamileliği, doğum yapma ve anneliği, göğüslerin varlığını ve emzirmeyi şiddetli bir şekilde kıskanmaktadır.
218
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
Serbest Çağrışım ve Rüya Analizi Tarihi anlamda, psikanaliz bir tür psikolojik gözlem yöntemi, bir dizi teorik yapı veya fikirler, ve psikoterapiye yeni bir yaklaşım sunmuştur. Freud psikanalize başladığında, bu gözlemsel yöntemin amacı insan davranışına dair bilgileri genişletmekti. Bilinçaltının insan davranışı sorunlarını çözmede kritik bir rolü olduğunu düşünen Freud, bunu anlamak için iki çeşit süreçten yararlandı: Serbest çağrışım ve rüya analizi. Serbest çağrışım, akla gelen şeylerin makaslanmadan dile getirilmesidir. Bilinçaltının içeriğini ortaya çıkarmak adına önemli bir araçtır. Freud bütün düşüncelerin bir şekilde bağlantılı olduğunu ve hastanın spotane laflarının bilinçaltında yer alan bastırılmış olan şeylere dair önemli ipuçları taşıdığını düşünmekteydi. Freud ayrıca rüya analizinin de bilinçaltını netleştirmek için kullanılabileceğini iddia etmiştir. Bilinç tarafından kabul edilmeyen düşünce güdüler rüyalarda semboller aracılığıyla temsil edilir. 1964 yılında Calvin Hall, Freud’ün kadınlardaki zayıf süperego fikrini test etmek amacıyla yaptığı çalışmada da rüya analizi kullanılmıştır. Hall güçlü bir süperegoya sahip olan kişilerin dışardaki etkilerden muaf olacağı, oysa zayıf bir süperegosu olan bireylerin ise kendi suçlarını üstlenmeyip çevrelerindeki otorite figürlerini suçlayacakları sonucuna varmıştır. Hall ayrıca 219
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
rüyalarında bir öfkenin kurbanı olan kişilerin zayıf süperegosu olduğunu, fakat rüyalarında bir kaza kurbanı olan kişilerinse daha güçlü bir süperegoya sahip olduğunu ifade etmiştir. Genelde kadınlar rüyalarında bir saldırganlığa kurban giderken, erkekler ise kaza kurbanı olmaktadırlar. Genç yetişkinlerin anlattığı üç bin rüya üzerinde dikkatli bir analiz gerçekleştirilmiştir. Sonuçlar hipotezleri desteklese de Hall daha çok hipotezin teste tabi tutulması gerektiğini ve Freud’un erkek ve dişi süperego farkını ifade eden fikirlerini tamamen doğrulamak için daha geniş çaplı veriler elde edilmesi gerektiğini savunmuştur. Aktarım ve Bilinçaltı Freud aktarım kavramını (bir hastanın uzun ve samimi bir analiz süreci sonunda terapistine yönelik olumlu veya olumsuz duygular beslemeye başlaması) ilk fark eden ve tanımlayan kişidir. Bu duygular genelde hastanın hayatının önceki kısımlarında yer almış kişilere beslediği duygularla bağlantılıdır. Aktarım analizi neo-Freudyen analistler için özellikle kişilik bozukluklarını tedavi etmek adına hayati önem taşımaktadır. Freud’ün mirasının başka bir kısmı ise psikanalizin ürettiği teorik yapılardır. Bunlar arasında bilinçaltı kavramı yer alır. Freud dil sürçmesi gibi her gün yaşanabilecek olguların bilinçaltının işleyişinin delilleri olduğunu iddia etmiştir. Bu tür sürçmelerin, yeni 220
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
adıyla “Freudyen sürçmesi”nin tesadüfi olmadığını ve bilinçaltında yer alan istek, düşünce ve arzuları yansıttığını savunmuştur. Örneğin, evlilik yüzüğünü kaybeden bir kadın aslında o yüzüğü hiç istememiştir. Zihinsel Hastalık Terapisi Son olarak, psikanaliz Freud’un ve sonraki analistlerin de zihinsel hastalıkları tedavi etmek için kullandıkları bir yöntemi de temsil eder. Yıllar boyu edindiği tecrübeyle Freud tekniğini rafine etmeyi başarmıştır. Serbest çağrışım ve rüya analizi yöntemlerini kullanarak Freud, hastalarının bilinçaltı düzenlerini fark etmelerini ve günlük hayatı etkileyen bilinçaltı çatışmalarla mücadele etmelerini sağlamıştır. Freud’un hastalarının çoğu kadındı ve bu kadınların anıları sayesinde Freud, kadın gelişimine dair bir teori geliştirebilmiştir. Freud’a eleştiri getiren kişiler normal gelişime yönelik bir teoriyi anormal durumların gözlemi vasıtasıyla geliştirmenin uygunsuz bir kavram sıçraması olduğunu ifade etmişlerdir. Nevrozun Cinsel Temeli Yıllarca yaptığı analizler sayesinde Freud, nevrozun cinsel bir temeli olduğuna emin olmuştu.
221
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Ergenlikten önce yaşanan cinsel tecrübelerin bilinçaltında anı olarak saklandığını ve bu anıların sonradan nevrotik koşulları oluşturacak şekilde çatışma ürettiğini iddia etmiştir. Bu fikirler ki; çoğunlukla Freud’un baştan çıkarma teorisi olarak anılır: Felç, körlük, duyulan kelimeyi anlayamama durumu (algısal afazi), ve cinsel işlevsizlik gibi durumların altı ila sekiz yaş arasında görülen cinsel istismarın sonucu olduğunu ortaya koyar. Fakat belirtilmesi gereken önemli bir nokta daha var. Freud sonradan çocuk cinselliğine dair fikirlerini yeniden değerlendirmiş ve bireyin fikirleri veya psikolojik gerçekliğinin, olayların fiziksel gerçekliğine göre daha önemli olduğu sonucuna varmıştır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, bir kişi baştan çıkarma eyleminin hayalini kurabilir, bu hayali bilinçaltı hafızasında saklar (bastırır) ve sonrasında sanki bu hayal gerçekmiş gibi bundan ötürü nevroz haline girer. Freud’un günümüzdeki bazı muhalifleri, bu yeniden formüle etme işleminin cinsel tacizin önemini kavrayamamasının bir çeşit reddiyesi olduğunu iddia etmiştir. Freud’ün Arka Planı ve Yaptığı Etki 1856 yılında Musevi bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Freud, hayatının büyük bir kısmın Viyana’da geçirmiştir. 1881’de tıp fakültesinden mezun olmuş ve yıllarca klinik nörolog olarak çalışmıştır. Sonraları meslektaşı Josef Breuer’ün hastalarının 222
SOSYAL PSİKOLOJİ ve MODELLER
duygusal belirtileriyle başa çıkmak için geliştirdiği “konuşma şifası”yla ilgilenmeye başlamıştır. Freud’ün histeri ve histerinin cinsel kökenlerine dair kaleme aldığı yazılar ve verdiği dersler meslektaşları tarafından afaroz edilmesine yol açmıştır. Aldığı tıp eğitimi ve Charles Darwin’in çalışmalarından etkilenmesi, davranış temeli olarak cinsel ve agresif içgüdülere yönelmesine sebep olmuştur. Freud’ün teorisi önemliydi çünkü türünün ilk örneğiyidi, büyük tartışmalara ve kadın kişiliğine dair araştırmalara halen yol açmaktadır. Freudyen Teoriye Yönelik Eleştiriler Yıllar boyunca, Freudyen teorinin birçok kısmı eleştirilere maruz kalmıştır. Freud’ün penis hasedini kadın kişiliğinin birincil tetikleyicisi olarak gördüğü fikri Karen Horney tarafından eleştirilmiştir. Horney eğer kadınların bir kıskançlığı varsa bile bunun toplumdaki erkek egemen rolle bağlantılı olduğunu iddia etmiştir. Freud’ün klitoral orgazmın olgunlaşmamış olduğunu ve ergenlikte yerini vajinal orgazma bırakması gerektiği fikri William Masters ve Virginia Johson tarafından çürütülmüş ve orgazmın pelvik bölgenin tamamını kapsayan bir reaksiyon olduğu sonucuna varılmıştır. Freud’ün teorisi eleştirmenleri kişiliğe dair neyin benzersiz şekilde kadınsı olduğunu belirlemeleri yönüne itmiştir. 223
St. Clements University / Türkiye Enformasyon Ofisi
Miller duygusal yakınlığın kadınsal tecrübelerin merkezinde yer aldığını ve kadının kişiliğini geliştiren ve olgunlaştıran ilişkilere verilen karşılık olduğunu ifade etmiştir. Carol Gilligan, Freud’ün kadınların zayıf süperegoya sahip oldukları ve erkeklere göre daha zayıf bir adalet hissi taşıdıkları fikrine karşı çıkmıştır. Ahlakın özsel ihtiyaçlarla başkalarının ihtiyacı arasındaki bir denge gözetimi olduğunu; böylece kadınların adalet açısından ilkesiz olmadığını, içten ve dıştan gelen farklı taleplere göre farklı adalet algılarına sahip olduklarını iddia etmiştir. Freud tarafından yoğun şekilde etkilenmiş olan birçok nesne ilişkileri teorisyenleri, psikoterapi alanına, hayatının erken döneminde sorunlu ilişkiler geçirmiş hastalar aracılığıyla katkıda bulunmaktadırlar. Bu çalışmalar mahkemelerin, evlat edinme kurumlarının ve sosyal hizmet kurumlarının çocuklara dair verecekleri kararlara temel oluşturmaya devam edecektir. Freud’ün nevroza dair görüşleri de çoklu kişilik bozukluğunu ve kökeninde yer alan erken cinsel istismarı anlama konusunda hâlâ büyük rol oynamaktadır. Vücut hafızası kavramı (istismarın görüldüğü fiziksel hafıza), Freud’un bastırılmış psikolojik anılarla erken cinsel istismara dair bastırılmış gerçek anılar arasındaki boşluğu doldurabilir; bu hastalığın tedavi edilmesine yardımcı olabilir.
224