Toygun Atilla - İfşa

Page 1


Toygun Atilla Gazeteciliğe 1991 yılında Günaydın gazetesinde başladı. 1992 yılında Hürriyet gazetesine geçti. Organize suç örgütleri, terör ve istihbarat alanlarında uzmanlaştı. Atilla, 27 yıldırHürriyetgazetesinde muhabirolarakgörevyapıyor. Türkiye' de yakın geçmişte yaşanan hemen hemen tüm polisiye operasyonları, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Şike vb. kumpas davalarını takip eden Toygun Atilla, bu konularda pek çok ses getiren habere ve söyleşiye imza attı. 2011 yılında, Cumhuriyet gazetesi eski yazı işleri müdürü Bülent Dikmener anısına düzenlenen haber ödüllerinde Jüri Özel Ödülü 'nü kazandı. Toygun Atilla, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesinde öğretim görevlisi olarak da görev yapmaktadır.

-


Kırmızı Kedi Yayınevi: 1126 İnceleme: 91

İfşa

Toygun Atilla © Toygun Atilla, 2019 © Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019

Yayın Yönetmeni: Enis Batur Editör: Mehmet Ali Güller Son Okuma: Masum Gök Kapak Tasarımı: Cüneyt Çomoğlu Sayfa Tasarımı: Taylan Polat Tanıhm için yapılacak kısa alınhlar dışında, yaymanın yazılı izni alınmaksızın, hiçbir şekilde kopyalanamaz, elektronik veya mekanik yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. Birinci Basım: Haziran 2019, İstanbul Üçüncü Basım: Haziran 2019, İstanbul ISBN: 978-605-298-514-4 Kırmızı Kedi Sertifika No: 40620 Baskı: Optimum Basım Tevfikbey Mah. Dr. Ali Demir Cad. No: 51/134295 Küçükçekmece/ İSTANBUL Tel: 0212 463 71 25 Sertifika No: 41707 Kırmızı Kedi Yayınevi kirmizikedi@kirmizikedi.com / www.kirmizikedi.com facebook.com: kirmizikediyayinevi / twitter.com: krmzkedikitap instagram: kirmizikediyayinevi Ömer Avni Mah. Emektar Sok. No: 18 Gümüşsuyu 34427 İSTANBUL T: 0212 244 89 82 F: 0212 244 09 48


Toygun Atilla

İFŞA

-



İçindekiler

Teşekkür ............................................................................................. 7 Önsöz .................................................................................................. 9 Giriş .................................................................................................... 11 I. Bölüm: Süleyman Olabilme İhtimali ........................................ 17 il. Bölüm: 121 Soruşturma 114 Dava Açılan Gazeteci ............... 29 III. Bölüm: Zaman Makinesinde FETÖ Yolculuğu .................... 53 IV. Bölüm: İtirafçı ........................................................................... 91 V. Bölüm: MİT'teki Köstebekler ................................................. 141 VI. Bölüm: Fettah Tamince Konuşunca ..................................... 191 VII. Bölüm: Nurefşan .................................................................. 207 VIII. Bölüm: Takkeli Futbolcular ............................................... 217 IX. Bölüm: Yanına Bir Polis Gelirse "Eşim Polis" Deme ......... 243 Dizin ................................................................................................ 277



Teşekkür

Aylarca süren kitap yazma sürecimde kaprislerimi çeken, en bunaldığım anlarda verdiği destekle çalışma azmimi geri getiren ilham perime, eşim İdil'e ... Varlığıyla bana güç veren anacığıma, Aysel Atilla'ya... Kitap yazmam konusunda sürekli beni teşvik eden gazete­ ci dostlarım Engin Baş, İdris Saruhan, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'na... Her ne kadar şimdi çok uzaklarda, Avustralya'da olsa da, birlikte çalıştığımız yıllar boyunca gazetecilik adına bana çok şey katan değerli abim, meslektaştım, sırdaşım Necdet Açan'a ... Desteğini, dostluğunu hep yanımda hissettiğim, Kırmızı Kedi Yayınevinin kurucusu, sahibi Haluk Hepkon'a ... Kötülüğün failleriyle yıllardır mücadele eden, sayıları bir elin parmakları kadar az da olsa hala bu ülkenin geleceği için gecelerini gündüzlerine katan, hiçbir grubun, hizibin, siyasi bir aidiyetin içinde yer almayan, tüm bunları makam, mevki ve çıkar peşinde koşmadan yapan, güvenlik ve yargı bürokra­ sisindeki görünmeyen o gerçek vatanseverlere... Araştırmalarım sırasında görüştüğüm, sorularıma cevap veren, tüm açıklıkları, samimiyetleriyle yaşananları ve yaşa­ dıklarını anlatanlara... 7


Ve Körler ülkesinde "görebilen", "görmek" için mücadele ve­ ren, kıymetli okurlarıma... Binlerce teşekkürler...

8


Önsöz

Faili, korkunç suçları ve günahlarıyla karşılaştığımızda ta­ nırız. Oysaki ne bir anın ne de bir gecenin sonucudur işlediği suçlar... Adım adım o ana, o noktaya gelmiştir. Uzun bir sürecin sonucudur fail ve suçları tanıştığımız zaman dilimidir. O büyük suçları işlerkense hep aramızda, yanı başımız­ dadır. Bizden biridir. Kibar ve inandırıa olarak karışmıştır aramıza. Güç ve kötülüğün ayinlerinden uzaktır, sıradandır. Tıpkı bizler gibi... Suçlarını, günahlarını aramıza karışarak örter, yeni suçla­ rınıysa hep aramızdayken işler. Kimileri bu faillerin şeytani planlarını, işlediği suçları görür. Bağırır, yanındakileri uyar­ maya, toplumu uyandırmaya çalışır. Nafiledir... Körlük, kuşatmıştır bir toplumu. Körler ülkesinde failin yeni kurbanları olur görebilenler. Kimi zaman evinin önünde göz bebeğinden vurularak öldü­ rülen bir gazeteci olur kurban, kimi zaman kumpas kurularak cezaevinde çürümeye terk edilen bir başkası... Körler ülkesindeki büyük suçların, günahların faillerin­ den biri de Fetullahçılardı. Aramızda, yanı başımızdaydı­ lar. 40-50 yıllık bir günahın tohumlarıydılar. Son on yıllık 9


süreçteyse görünür olmaktan çekinmemişlerdi. Yine de on­ ları göremeyen, görmezden gelenler vardı. Failin, son hede­ fi olduklarında ancak görebileceklerdi "son körler" onları ... Oysaki ne bir anın ne de bir gecenin sonucuydu işlediği suçlar... Adım adım o noktaya gelmişlerdi. O halde, şimdi tüm bunların ve yeni körlüklerin, kötülük­ lerin "İfşa" olma zamanıdır... Toygun Atilla 9 Mayıs 2019 Küçükyalı / İST.

10


Giriş

Gazetecilik hayaliyle ... Hani küçüklere sorarlar ya; "Büyünce ne olacaksın evla­ dım" diye. Bu soruya verdiğim yanıt her seferinde "Gazeteci" olurdu. 70'li yılların başında Kars'ta geçen çocukluğumun en be­ lirgin hatırası evin mutfağında akşam saatlerinde ailece bir arada olduğumuz anlardı. Rahmetli dedem Kars'ta itfaiye amiriydi. Anneannemse okuma yazma bilmezdi. Çocuk yaşta ana babasını kaybetmiş, sonrasında dedemle hayatını birleştirmişti. İmkansızlıklar içinde dört çocuk büyütmüş, o günlerde de torununa bakma­ yı kendisine görev edinmişti. Babam astsubay, annem devlet memuruydu. İstanbul'day­ dılar. İkisi de çalıştıkları için anneannem, dedem, teyzem ve dayılarımla birlikte Kars'ta geçti çocukluk yıllarım. O yıllara ait gözümde canlanan en belirgin hatıra, akşam dedemin işten gelmesiyle birlikte mutfakta hep beraber ye­ mek masasına oturuşumuz ve sonrasındaki anlardı. Kars kalesinin altında, nehrin hemen kenarındaki Belediye lojmanlarının giriş katındaydı evimiz. Mutfak pencereleri çift camdan oluşurdu. Kars'ın soğuğu insanın içine işlerdi. Pence­ relerin çift camlı olması o yüzdendi. 11


Bakmayın akşam yemekleri için mutfakta toplaşıp yemek yediğimizi söylememe. Aslında günün büyük bölümü, her­ kes adeta mutfakta yaşardı. Yatmadan yatmaya herkes oda­ larına dağılırdı. Mutfak, evin en çok ısınan ve sıcacık olan tek yeriydi. Ancak misafir geleceği zaman salondaki soba yakılır­ dı. Mutfaktaki kuzineninse ateşi hiç sönmezdi. Cam kenarına doğru büyükçe bir sedir, önünde de yemek masası vardı. Anneannemin dediğine göre, dedem Kafkaslar­ dan göçerken getirmişti o masayı yanında. Cevizdendi, sağ­ lamdı. Aile yadigarıydı. Sedirin başköşesi dedeme aitti. Hemen yanı başıysa toru­ nu olarak benimdi. Teyzem, dayım ve anneannem sandalye­ de otururlardı. Yemek saatinde herkes yerini alır, gün içinde yaptıklarını konuşurlardı. Ta ki saat 20.00 oluncaya kadar. O saat, ajanslarda haber saatiydi. Dedem, "Hanım ajans başlı­ yor. Radyoyu aç" dediğinde bu, masanın etrafında bulunan herkes için aynı zamanda "Susun. Kimse konuşmasın" şek­ linde adı konmamış bir talimatı da içerirdi. Anneannem rad­ yonun düğmesini çevirir, cızırdayan sesiyle ilk sinyali veren radyonun dalgasını ayarlar ve gong sesiyle birlikte yaklaşık­ bir saat sürecek bir suskunluğa başlangıç yapardık. Pür dikkat ajans haberleri dinlenirdi. O sıralarda dedemi incelerdim. Kimi zaman kafasını sallar, kimi zaman endişe­ lenen bir yüz ifadesi takınır, kimi zaman da yüzünde bir gü­ lümseme belirirdi. Anneannem de zaman zaman lafa girerdi. Özellikle bir trafik kazası veya ölümle sonuçlanan bir haber dinlediğinde, çok üzülür, üzüntüsünü ifade eden sözler söy­ ler, kimi zaman da dualar ederdi. Haberlerle ilk tanışmam Kars' taki mutfaktaki radyo sa­ yesinde olmuştu. Gazetelerse dedemin elinde her akşam eve getirilirdi. Hoş o yıllarda gazeteler, Kars' a birkaç gün gecik­ meyle gelirdi. Ev halkının okuduğu haberler bayattı anlaya­ cağınız. Anneannemiyse sürekli teyzeme o haberleri okutmaya çalışırken anımsıyorum. Okuma yazma bilmediği halde me­ raklı bir kadıncağızdı. Sürekli bir şeyler okumaya, anlamaya 12


çalışırdı. Çocukluk aklımla, "Anneanne büyüyünce okuma yazma öğreneceğim ve ben sana bu haberleri okuyacağım" derdim. Çocukluk düşleri gerçek oluyor Çocukluk hayallerim gerçek olmuştu. Günaydın gazetesiy­ le meslek hayatıma ilk adımı atmıştım. Yıl 1991, aylardan Kasım'dı... Günaydın gazetesinin istihbarat servisinde başlamıştım. Polis muhabiri olacaktım. O dönemki İstihbarat Şefim Kasım Gence, "Polis muhabiri bu işin temelidir. Polis muhabirliği yapan diğer her şeyi yapar bu meslekte," demişti. Polis mu­ habirliğinin başlangıcıysa "hastane muhabirliğiydi." Polis muhabirliğini hastanede öğrenecektim! Erdem Öztürk' e emanet etti beni Kasım Gence. Erdem, benim başlamamla birlikte adliye muhabirliğine terfi edecek, deyim yerindeyse hastane muhabirliğinden kurtulacaktı. Ne­ şesi yerindeydi. Bir hafta hastanede bana eşlik edecek, orada­ ki diğer muhabirlerle tanıştıracak, işleyişi anlatacaktı. Çapa Hastanesine (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi) geldiğimizde direk acil servisin önüne doğru yöneldik. Has­ tanenin acil bölümünün olduğu yere hafif bir rampadan ini­ liyordu. Hastanenin girişiyle acil servis arası 100 metre civa­ rındaydı. Hastaneye adım attığımızda Erdem, "Bak aşağıdaki şu önünde taksinin durduğu yer esas sorumluluk bölgemiz" dedi. Acilin önünde bir taksi bekliyordu. Daha birkaç dakika önce bir yaralı getirmişti belli ki... Biz hastaneye doğru yürürken kornasını adeta yakarcası­ na bağırttıra bağırttıra yol alan taksiydi acilin kapısının önün­ deki de... Acilin kapısının önüne yaklaştıkçaysa da bir kadının ağıt ya­ karcasına ağlayan sesi daha da belirginleşmişti. Hastane önün­ de toplaşan kalabalığın merhamet ve acı dolu gözlerle izlediği ağlayan kadın 30 yaşlarındaydı. Başında düğümünü bile tam olarak bağlayamadığı, beyaz bir tülbent vardı. Saçlarının bir bö­ lümü tülbendin arasından savruluyordu. Hava serin olmasına 13


rağmen ayağında ne bir ayakkabı ne de çorap vardı. Ayakkabı­ sını bile giyemeden alelacele evden çıktığı belliydi. Terliğinin biri de ayağında değildi. Taksiden, henüz beş yaşındaki evla­ dım indirmeye çabalarken ayağından teki düşmüştü. Biz acilin önüne geldiğimiz sırada hasta yakını olduğunu düşündüğüm biri, kadına düşürdüğü terliği veriyordu. Kadın kendine uzatı­ lan terliğe aldırmadan ağlamaya devam ediyordu. Kalabalık, acil servisin girişinde elinde not defteriyle bilgi almaya çalışan hastane polisinin yanında birikmişti. Polis me­ murunun yanında, esmer, saçlarının üstü dökülmüş, kirli sa­ kallı, siyah olmasına rağmen rengi bozarmış haylice eski bir deri mont giyen 35'li yaşlarda bir adam vardı. Konuşuyorlardı. Erdem, hızlı adımlarla adeta beni de o yöne doğru sürük­ ledi. Kalabalığın arasına iliştiğimizde polisin bilgi almaya çalıştığı kişinin taksici olduğunu anladık. Acil serviste tedavi altına alınan beş yaşındaki çocuğu hastaneye getiren taksiciy­ di. Çocuğun annesi olduğunu öğrendiğimiz kadın, sinir krizi geçirdiği için polis taksiciden bilgi almaya çalışıyordu. Taksici, beş yaşındaki erkek çocuğunu ve annesini Esen­ ler' den getirmişti. Arabada kadının konuşmalarından an­ ladığı kadarıyla çocuk gecekondudaki sıvası kapatılmamış elektrik tesisatına elini sokunca çarpılmıştı. Kendinden geç­ miş haldeki çocuğu hastaneye zor yetiştirmişti. Bir taraftan polise olayı bildiği kadarıyla anlatmaya çalışırken bir yandan da "Bakın hele yavrucağa durumu nasıl, hele bir öğrenin. İn­ şallah yetiştirmişimdir" diye çevrede birikenlere soruyordu. Polis, taksicinin iletişim bilgilerini aldığı sırada, kalaba­ lığın arasında kiminin boynunda kiminiyse omuzunda asılı fotoğraf makinaları olduğu halde, avuç içlerine sığacak bo­ yuttaki defterlerine not almaya çalışan birileri daha vardı. Gazetecilerdi... Hastane bahçesi, evladı acil müdahale odasında tedavi al­ tına alınan annenin çığlıklarıyla yankılanıyordu. Çığlıkların olduğu yere kafamı çevirdiğimde, dudaklarının kenarında sigara, ellerinde fotoğraf makinaları olan birileri, kaldırım taşına bağdaş kurup çökmüş gözyaşları içindeki kadının fo14


toğraflarım çekmeye çalışıyorlardı. 20'li yaşlarının henüz baş­ larında iki gençti. Kadın, fotoğrafım çekenlere öfkelenmiş, çığlıkları daha da artmıştı. Oturduğu yerden kalkmadan, hemen yam başında duran ayağına giymediği terliğinin tekini fotoğraf çeken o iki gence fırlattı. Bir yandan da beddua ediyordu. Acil önündeki kalabalık, fotoğraf çekenlere homurdanma­ ya başlamıştı: "Koyun can derdinde, kasap et derdinde. Hele şunların yaptığına bak. İki dakika rahat bırakın yahu kadını." Hastanede bu tip olayların çıkmasına oldukça aşina oldu­ ğu her halinden belli olan polis, hemen devreye girdi. "Beyler sakin olun. Onlar da işlerini yapıyor. Kamu görevi o da. Bu­ rada akşama kadar yağmurda çamurda dikiliyorlar" diyerek kalabalığın homurdanmasını yatıştırırken diğer yandan da çaktırmadan göz kırptığı gazetecilere, "Hadi evladım. Rahat bırakın kadını. Yaptınız işinizi" dedi. Gazeteciler, fotoğraf makinalarım omuzlarına asmış, az Herdeki kafeteryaya doğru ilerlemeye başlamışlardı bile. Ben, olan biteni anlamaya, çevredekileri gözlemlemeye çalışırken Erdem, "Hadi gel birer çay içelim. Hem de seni çocuklarla tanıştırayım" dedi. İlk günümü paylaştığım hastane muhabirliği işte böyle bir şeydi. Trafik kazası, cinayet, silahlı çatışma, terör operas­ yonlarında yaralananlar, intihar, yanık vakaları, aklınıza ge­ lebilecek ne kadar adli olayda yaralananlar varsa hastaneye getirilirdi. Yaralıların ve orada bulunan yakınların fotoğrafım çeken hastane muhabirleri, yanlarındaki telsizlerinden veya anke­ sörlü telefonlardan gazetelerini yaralılardan ve olaydan ha­ berdar ederlerdi. Hemen hemen günler benzer geçerdi. Açık­ çası altı ay sonunda eğer hastane muhabirliğinden kurtula­ masaydım gazeteciliği o günlerde bırakacaktım. Çünkü hayalini kurduğum meslek hastane kapılarında ya­ ralı çekmek değildi. Ancak, o yıllarda hastanede yaşadığım bir tecrübe tüm meslek hayatıma ışık tutacak, her olaya farklı gözle her açıdan tekrar bakmam gerektiğini bana öğretecekti. 15



I. Bölüm

Süleyman Olabilme Ih ti mali



Süleyman, dört aydır hastanedeydi. Abisi trafik kazası ge­ çirmişti. Bitkisel hayattaydı. Her yeni güne bir umutla başlıyor, abisinin gözlerini açıp hayata merhaba demesini bekliyordu. Birbirlerinden başka tutunacak kimi kimseleri yoktu. İki kardeştiler. Süleyman, ana ve babasını da trafik kazasında kaybetmiş­ ti. Şimdi de abisi sona yakındı. Hastanede makineye bağlı olarak hayata tutunmaya çabalıyordu. Gözlerinin önünden yitip gidebilirdi. Yitmesindi be ... Allah abisini Süleyman'a bağışlasındı. Süleyman, ilaç ve doktor kontrollerinin dışında genelde bi­ zim yanımızda, yöremizdeydi. Hastane ortamında psikolojisi bozulmuştu. Sohbet etmek ona iyi geliyordu. Kah abisiyle eski günlerinden bahseder, kah abisi iyileştiğinde yeniden birlikte yapacakları şeylerin hayalini kurar, bizlerle paylaşırdı. Aylardır hastanede yatıp kalkan Süleyman son günlerde farklı bir eğlence bulmuştu kendine. Acil servise getirilen ya­ ralıları taşımak için hastabakıcıların getirdiği sedyelerin bir ucundan da Süleyman tutar olmuştu. Ancak Süleyman bir taraftan sedyeyi tutarken diğer yandan da gazetecilerin ob­ jektifine bakmayı ihmal etmezdi. Ertesi sabah hemen hemen bütün gazeteleri alır, teker te­ ker kontrol eder, sedye taşırken fotoğrafı çıkmışsa hemen gü­ lerek yanımıza gelirdi. Hastanedeki günleri boyunca en bü­ yük eğlencesi buydu. 19


Yine acilin önünde bekleştiğimiz bir gün gazetelerimizden hepimize telsizden bir anons geldi. Fındıkzade' de trafik ışık­ larına asılmış halde üzerinde bomba süsü verilmiş bir paket ve pankart vardı. Çapa Hastanesi Fındıkzade'ye çok yakın olduğu için gazetelerimiz olay yerine bizim gitmemizi isti­ yordu. Telsiz anonsuyla birlikte boynumuzda fotoğraf makina­ larımız, acilin önünden koşturmaya başladık. Rampa yukarı koşarken hastanenin kapısının önünde de Süleyman ters isti­ kamette aşağı doğru iniyordu. Bizi görünce, "Hayırdır beyler, nereye koşturuyorsunuz, olay mı var bir yerde" diye sordu. "İş var, iş var. Bombalı pankart var, oraya gidiyoruz" diye ce­ vap verirken bir yandan da hızla koşuyorduk. Fındıkzade' deki trafik ışıklarının bulunduğu yere nefes nefese ulaştık. Görünürlerde bomba süsü verilmiş paket falan da yoktu. Karşımızda, iplerinden biri koptuğu için rüzgarda savrulan, üzerinde yazan yazıları da okuyamadığımız bir pankart vardı. Pankartı tuttu, olanlar oldu Olay yerine henüz polis de gelmemişti. Birkaç kare fotoğ­ raf çektik ama pankart savrulduğu için ne yazdığını göremi­ yorduk. "Abi pankartı ben tutayım ucundan, siz de fotoğraf­ layın" diye bir ses duyduğumuzda Süleyman ile karşılaştık. Süleyman peşimize takılmış, bizle birlikte Fındıkzade ışık­ lara kadar gelmişti., Bu sefer, sedye değil, pankartın ucundan tutacaktı. Önce saçlarını, elleriyle hafifçe bir taradı. Biz, "Hadi Süley­ man süslenmeyi bırak da işimize bakalım" dediğimizde, "Fo­ toğrafta yakışıklı gözükeyim. Bu haber yarın gazetelerde çı­ kar. Görenler saçımıza sakalımıza laf etmesin" diye yanıtladı. Süleyman, pankartın yere düşen ucunu germiş halde tutu­ yordu. Yazılarını artık okunur hale gelmişti. YÖK'ü protesto eden bir pankarttı. Tam da bu sırada polis ekipleri sirenlerini çala çala olay yerine geldi. Polis minibü­ sünden telaşla inen birkaç polis, daha biz ne olduğunu bile 20


anlayamadan can havliyle pankartı tutan Süleyman' ı yaka paça gözaltına aldı. Polisler yoldan o sırada geçen kim varsa topluyordu. O sırada Fındıkzade ışıklardan geçen herkes ola­ ğan şüpheliydi. Karakol polisleri, hastaneye sürekli gidip geldikleri için bizi tanıyorlardı. Bize dokunmadılar ama olay yerinden uzaklaştırmak için bağırıp, çağırıyorlardı. Biz ise, polislerin bağırmasından ziyade, gözaltına alınan Süleyman'ın derdine düşmüştük. Süleyman, kapısı kilitli po­ lis minibüsünde, içeri doluşturulan diğer olağan şüphelilerle şaşkın ve çaresiz gözlerle olan biteni anlamaya çalışıyordu. Polis minibüsü hareket etmeden hep birlikte en sakin ve ma­ kul gözüken polisin yanına vardık. "Abi şurada en dipte oturan var ya." "He var." "O bizimleydi. Hasta refakatçisi o. Hastaneden bizimle birlikte geldi buraya. Pankart yere düştüğü için biz söyledik ona tutmasını." "Sahi mi diyorsunuz ulan." "Vallahi sahi... Billahi sahi." "Durun hele, ekip şefiyle konuşayım." Minibüse doğru yönelen polis memuru, kendisinden en az on yaş büyük gözüken kelli felli bir polis memuruyla ko­ nuşmaya başladı. Yaşlı olan polis memuru, tepki vermeden dinliyordu meslektaşını. Birden, elleri, kolları hiddetle hare­ ket etmeye başladı "ekip şefi" olduğu söylenen polisin, bizim polise bağırıp çağırıyordu. En son ağzından çıkan küfrü de duyunca bir şeylerin ters gittiğini anlamıştık. Süleyman için ekip şefiyle konuşmaya giden polis memu­ ru yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde yanımıza geldi. "Siktiğimin ibnesi, onun yüzünden tonla fırça yedim. Ne halt etmeye pankart tutuyormuş. Bir daha pankart tutmama­ yı öğrensin şerefsiz" diyerek o da minibüse bindi. Bizler hastanenin yolunu tutarken, Süleyman'ın içinde bu­ lunduğu polis minibüsü de içindeki diğer "şüphelilerle" bir­ likte karakola doğru seyrediyordu. 21


Hastaneye doğru giderken kendi aramızda konuşmaya başlamıştık bile ... "Oğlum aldılar ulan Süleyman'ı." "Ya vallahi sorma. Yok böyle bir şey. Bırak Süleyman'ı yol­ dan geçen kim var, kim yok götürdüler." "Ee ne olacak şimdi. Bırakırlar mı dersin Süleyman'ı?" "Bırakacaklar tabi oğlum naapacaklar. Anlatır şimdi derdini, abisinin hastanede olduğunu ispatlar. Bir-iki saat sonra gelir." "Bir daha da fotoğraf karesine girmez bundan sonra." Acil servisin önüne dönene kadar Süleyman'ın akıbetinin ne olacağı konusunda yorumlar yaptık. Aradan birkaç saat geçmesine rağmen Süleyman gelmemişti. Tam kendi aramız­ da "Ne oldu Süleyman'a" diye konuşurken gazete merkezle­ rinden gelen telsiz anonsu Fındıkzade karakoluna geçmemizi söylüyordu. Karakolda basın açıklaması olacaktı. Bilenler bilir, o yıllarda İstanbul' da hemen hemen her ka­ rakol yaptıkları icraatları basın açıklamasıyla duyururdu. Şüpheliler, karakoldaki bir masanın arkasına ip gibi dizilir, önlerinde duran masanın üzerinde de suçlarının nev'ine göre yakalanan ne varsa onlar koyulurdu. Hırsızsa çalıntı oto teybi, saat, ev eşyası, ziynet yaralama veya öldürmeye karışmışsa bıçak, tabanca uyuşturucu satıcı­ sıysa uyuşturucu masayı süslerdi. Gazeteciler de şüphelile­ rin fotoğrafını çeker, karakol amiri müsaade ederse de onlara soru sorarlardı. Şüpheliler genelde kafasını yerden kaldırma­ ya cesaret bile edemeden yarım ağızla sorulara cevap ver­ meye çalışırdı. Polislerin sorulmasından en çok memnuniyet duyduğu soru ise, şüpheliye yöneltilen "Pişman mısın?" so­ rusuydu. Karakolun önüne geldiğimizde, birkaç polis elinde çay bardaklarıyla sohbet ediyordu. Keyifleri yerinde, yüzleri gü­ lüyordu.

Selamın aleyküm, karakoldayız "Selamın aleyküm" dedik hep birlikte kapıda bekleşen po­ lislere, "Aleykümselam" diye yanıtladılar. Bu selamlaşma bi22


çimi polis muhabirleri için önemli bir racondu. İlk başladığım günlerde yalnız başıma bir karakola gittiğimde kapıdaki nö­ betçi polise, "Günaydın veya merhaba" dediğimde önce polis memurunun nemrut yüz ifadesi karşılardı insanı. İsteksizce bir "günaydın veya merhaba"dan sonraysa memurla aramız­ da kısa bir sorgulama yaşanırdı. "Neye geldin?" "Basın açıklaması varmış. Hırsızlar yakalanmış." "Hangi gazete?" Günaydın." "Kim çağırdı seni?" "Gazeteden söylediler, ben Çapa'da sabit hastane muhabiriyim." "Başkomiserin haberi var mı?" "Vardır herhalde, bilmiyorum." "Ne zamandır Günaydın'dasın?" "İki ay oldu." "Hımın... Geç içeri. Sağdaki ilk kapıdan gir. Dümdüz de­ vam et. Başka yere girme sakın ha." "Tamam abi." Sonradan öğrendim ki, karakoldan giriş için sihirli cümle "Selamın aleyküm" dü, bir nevi Ali Baba ve Kırk Haremiler masalındaki "Açıl susam açıl" gibi bir sözcüktü bu. Karako­ lun kapıları sorgusuz sualsiz açılırdı size ... Selamlaşma merasiminden sonra girdiğimiz karakolda düzenek hazırlanmıştı. Üç masa yan yana getirilmiş, üzerine de bir pankart serilmişti. Fındıkzade ışıklarda fotoğrafladığı­ mız pankarttı. Pankartın üzerinde de sıra sıra şüphelilere ait olduğunu düşündüğümüz nüfus cüzdanları vardı. Göz yor­ damıyla baktığımda 13-14 şüpheli gözüküyordu. O sırada, üstünde "Başkomiser" yazan kapı açıldığında Sami abi gözüktü. "Hoş geldiniz çocuklar. Gelin hele birer çay, kahve içelim. İçi­ niz ısınsın. O arada bizim çocuklar da şu şerefsizleri hazırlasın." Başkomiser Sami, güleç, iyi huylu, karakola ne zaman bir iş için gitsek bizi eli boş göndermemeye çalışan, yardımcı 11

23


olmaya çalışan biriydi. Saçları bembeyazdı. Emekliliğini çoktan hak etmesine rağmen ekonomik koşullar emekli olmasına şim­ dilik engeldi. Karakolun üstündeki lojmanda oturuyordu. Görev bilinci de çok yüksekti. Olay yerine hızla gitmesiyle tanınırdı. Bu yüzden mi yoksa başka bir sebepten mi bilmiyorum ama polisler arasındaki lakabı "Rüzgar" dı. "Rüzgar Sami" derlerdi ona.

Rüzgar Sami'nin eylemcileri Başkomiser odasına oturup çaylarımızı içmeye başlarken içeri bir polis memuru girdi. Elindeki A-4 kağıtları Rüzgar Sami'ye uzatarak, "Başkomiserim beş dakika sonra hazırız" dedi. Kafasıyla memurunu onaylayan Başkomiser Sami, bize üzerinde basın açıklaması başlıklı A-4 kağıtları uzattı. Okuduğum kağıtta, gözüme çarpan ilk ifade, "YÖK'ü pro­ testo etmek için pankart açan eylemcilerin hiçbiri üniversite öğrencisi çıkmadı" oldu. Devam eden cümledeyse yakala­ nan kişilerin provokatif amaçlı bu eylemi gerçekleştirdikleri, amaçlarınınsa üniversiteleri karıştırmak olduğu gibi cümleler yazılıydı. Eylemcilerin bağlı bulundukları yasadışı örgütse henüz tespit edilememişti. Basın açıklamasını okumaya çalıştığımız sırada, kapının ardından da sesler gelmeye başlamıştı. Polis memurları "tek sıra halinde yürüyün, geçin şuraya" gibi emir kipiyle sesleni­ yordu muhataplarına. Kapının ardındaki sesler azaldığında Rüzgar Sami, koltu­ ğundan doğruldu: "Hadi gençler, gidelim. Hazırlamıştır bi­ zimkiler" dedi. Başkomiserin odasından çıktığımızda bizi karşılayan boş alandaki sıra sıra dizilmiş masaların arkası eylemci olduğu varsayılan insanlarla dolmuştu. Ellerini karınlarının üzerinde birleştirmiş şüphelilerin başları da eğikti. Yere bakıyorlardı. Basın açıklamalarında alışık olduğumuz manzaraydı. Masanın ardında kaç şüpheli var diye saymaya başladı­ ğımda tam yedinciyi sayarken "Ulan bu bizim Süleyman" diye adeta bağırarak tepki verdim. Arkadaşlarla göz göze gelmiş, şaşkın gözlerle birbirimize bakıyorduk. 24


Süleyman da benim sesimden aldığı cesaretle yere eğik kafasını kaldırmış, göz teması kurmuştuk. Masanın başında duran polis anında müdahale etti: "İndir ulan kafanı." Bir şeyler ters gitmişti. Bizim bırakılacağını umduğumuz Süleyman zanlı olarak karşımızdaydı. Bütün arkadaşlar bir anda Rüzgar Sami' nin etrafına doluştuk. "Sami abi. Bu çocuk bizimle geldi olay yerine. Kendisi has­ ta refakatçısı, abisi trafik kazası geçirmiş, bitkisel hayatta. Bu garip de hastanede yatıp kalkıyor." "Aman çocuklar yanlışınız olmasın. Bu elebaşı. Pankartı tutarken yakalanmış bu." "Başkomiserim, pankartı tutmasını biz istedik. Hastane­ den bizimle gelmişti." "Yapma be, deme be ... Eyvahlar olsun. Biz bunu terör şu­ beye bildirdik. He m de mesajla, resmi yazışmayla bildirdik. Bırakamam ki ben şimdi bunu öylece." "Yapma Sami abi, sadece bu değil diğerleri de olayla ilgili adamlar değil. Onları da yoldan geçerken topladı seninkiler." Rüzgar Sami'nin adeta dünya başına yıkılmıştı. Olan bite­ ne çok üzüldüğüne şahittik, volta atar gibi karakolun içinde ileri geri yürümeye başladı. Bir yandan da kendi kendine ko­ nuşuyordu. Aniden durdu, yanımıza geldi. "Şimdi bu olayı şöyle çözeceğiz. Benim Terör Şube' de sağ­ lam bir devrem var. Ben olup biteni ona anlatacağım. Savcıy­ la da konuşuruz. Çocuğu ezdirmeyiz. Ama şimdi bir şey ol­ mamış gibi bırakamam. Yakalamasını yaptık, ceraim verdik. Ama çözeceğim siz merak etmeyin" dedi. Karakoldan çıkmıştık. Hepimiz gazetelerimizi telefonla arayıp basın açıklamasının haber değeri taşımadığını, yaka­ lanan insanların eylemci olmadığını, hatta birisinin bizimle birlikte gelen bir hasta refakatçısı olduğunu söyledik. Adam­ ların fotoğrafları gazetede çıkarsa mağdur olacaklarını anlat­ maya çalışıyorduk. Telefonda görüştüğümüz editörlerimiz veya kıdemli muhabirler de bu talebimizi makul karşıladı.

25


Süleyman hastaneye dönüyor

Şimdi geriye doğru dönüp bakıyorum da aslında man­ şetlik bir haberin tam ortasındaymışız da toy hastane mu­ habirleri olarak göz göre göre haberi atlamışız. Gözümüzün önünde şahitlik ettiğimiz eylemci olmayan kişilerin gözaltına alınmalarının hikayesini bile aktaramamışız. Ertesi gün hastaneye gittiğimde Süleyman'ı bankta tek başına otururken buldum. Sevinmiştim. Serbest bırakılmıştı. Yaşadıklarım bir çırpıda anlatıverdi. Biz gittikten sonra Sami Başkomiser çay ısmarlamış Süleyman'a. "Helalleşmişler." Yine de Terör Şube'ye gönderilmiş. "Kötüydü orası" dedi. Derin bir iç çekip anlattı. Önce terörist muamelesi görmüştü. Allah'tan bu muamele Sami Başkomiserin telefonundan sonra değişmişti. Süleyman'ın hikayesinin aslını öğrenen polisler, "Oğlum manyak mısın? Gazetede çıkacağım diye insan poz mu ve­ rir" diye önce zılgıt atmışlar, sonrasında da "Bu da salaklı­ ğının cezası" diye bir temiz dövmüşlerdi. Polislerin savcıyla görüşmesinden sonra da salıverilmişti. Unutmadan, serbest bırakmadan önce de Süleyman'a mükellef bir yemek ısmar­ lamışlar, "Hastanede bir şeye ihtiyacın olursa bizi mutlaka ara" diye de sıkı sıkı tembih etmişlerdi. Süleyman hikayesini anlattıktan sonra bana dönmüş ve "Bir daha fotoğraf çektirirsem s.ksinler beni" demişti. Masumiyet

Neden anlattım bütün bunları size ... Masumiyet karinesi, özetle "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz" demektir. Evrensel hukuk kuralıdır. Bence, insan olmanın da gerekliliğidir. Öte­ kini anlama mecburiyetidir. Maalesef hükümlerin peşin olarak kesildiği bir iklimde ve ülkede yaşıyoruz. Eğer bizden biri değilse karşımızdakinin "masum" olabilme ihtimali aklımızdan bile geçmiyor. Ülke26


nin her mahallesi dev bir arenaya dönmüş, gözü dönmüş, kan isteyen kalabalıklar doldurmuş tribünleri. Herkes, önüne atılan "suçluları" aslanlara yem ederken sadistçe kabaran iştahını besliyor. Dönemsel olarak bazen arenada kurbanın parçalanmasından keyif alan gözünü kan bürümüş izleyici, bir dönem sonra kendini aslanlara yem edilmek için çılgınca kalabalıkların "ölüm" haykırışlarının sardığı arenanın orta yerinde bulabiliyor kendisini. Kaç tane "Süleyman" var acaba bu ülkede, devletin suç­ lu diye basının önüne attığı; gazetecilerinse sorgulamadan "suçlu" diye ilan edip kamuoyunun önüne taşıdığı. .. Gözleri­ nizin önüne "Devlet pardon dedi" haberleri gelmiyor mu bu satırları okurken. Suçlu diye hapse atılıp, cezaevinde yıllarını geçirdikten sonra "pardon" denilen kaç ömür var bu ülkede. Çok değil yedi-sekiz yıl önce bavullarla servis edilen haber­ lerle "Taraf' adı verilen gazetede subaylar hapse tıkıldı; hayat­ ları, hatta babalık hakları ellerinden alındı. "Arenalar'' oluştu, gözünü kan bürümüş, vahşi kalabalıklar infazları alkışladı. Süleyman olayım tekrar bir de şu gözle düşünün: Olay 1991' de değil de 2019' da yaşansaydı... Şehrin her yeri MOBESE adı verilen kameralarla dolu bir şehirde yani. Olay yeri Fındık­ zade Işıklar olsaydı yine. Hayal edin önünüze gelecek fotoğra­ fı: MOBESE'nin kaydettiği görüntüde pankartı tutan biri var. Gazeteciler de pankartı tutan o kişiyi fotoğraflıyor. MOBESE kayıtta. "Delil" ortada. 2019' da A-4 kağıdın üstündeki basın açıklamasının yanında bir de fotoğraf karesi olacaktı. O fotoğ­ raf karesindeyse Süleyman'ın pankart tutarken fotoğrafı. Her­ kesin kolayca ikna olması için öylesine muhteşem bir delil! Ya Süleyman'ın o pankartı tutmadan beş dakika önceki anı. Hastaneye gireceği sırada gazetecileri görerek onlarla birlikte olay yerine gitmesi. Eylemci olmadığı gerçeği. O fotoğrafın beş dakika öncesine gidecek "gerçeğin" ortaya çıkartma sab­ rında ve yürekliliğinde kaçımız var? Yoksa önümüze koyulan fotoğrafla Süleyman'ı suçlu etme kolaycılığı mı işimize gelen? Kaç Süleyman vakası var bu ülkede. Ya Süleyman olabilme ihtimali? Ben Süleyman olabilme ihtimalini sevmedim ... Ya siz? 27



il. Bölüm

S o ru ş tu r m a 1 1 4 D ava A çılan G az e te c i 121



Mehmet Rıfat Bozkurt ... Gazetecilik yaparken herkes onu Mehmet Bozkurt olarak tanıyordu. Haberlerinin altına attığı imzası buydu. Ortadaki Rıfat'ı atmış, kullanmıyordu gerçek hayatında. Bir de bilinmeyen yönü vardı. Şiir yazıyordu. Şiirlerinin altındaysa Mehmet Rıfat imzasını kullanıyordu ... Bozkurt soyadının haberlerine güç kattığını, şiirlerinde tercih ettiği Rıfat'ınsa naif bir anlatım kattığını düşünüyordu. Tercihi böyleydi. Trakya Çorluluydu Mehmet ... Sarıya çalan saçları dalgalı, gözleri yeşildi. Zayıf, hatta o kadar zayıf bir vücut yapısı vardı ki, arkadaşları ona kendi aralarında Yaşar Kemal'in şahane yapıtındaki kahramanınla­ kabıyla "İnce Memed" olarak sesleniyorlardı. İşçi emeklisi bir baba ve ev kadını bir annenin iki çocuğu­ nun büyük olanıydı. Babası emekli olduktan sonra Çorlu'da çay ocağı işletmeye başlamıştı. O da okuldan vakit bulduğu ölçüde babasına yardım ediyordu. Çay servislerinin yanı sıra babasının umut arayışlarına da aracıydı. Ganyan bayiyle çay ocağı arasında mekik dokurdu. Babasının bir sonraki güne devir eden umut arayışları yü­ zünden evde çıkan huzursuzlukların da tanığıydı. Sekiz yaşında Uğur Mumcu'yu anma yürüyüşünde Mehmet'in ilerde kendisini gazeteciliğe götürecek yolu­ nun miladıysa 24 Ocak 1993 oldu. 31


Yani Uğur Mumcu'nun katledildiği gün ... Mehmet sekiz yaşında, ilkokul ikinci sınıftaydı. Doğup büyüdüğü Çorlu' da mahşeri bir kalabalık birikmişti. Veyahut... O kendi küçük, masum, çocuk dünyasında o günkü kala­ balığı küçücük yeşil gözlerinden alıp kendi dünyasında bü­ yütmüştü. Kalabalık Uğur Mumcu'nun öldürülmesini pro­ testo etmek için toplanmıştı. Uğur Mumcu' nun katledildiğini ilk olarak anne, babasın­ dan duymuştu. Uğur Mumcu gazeteciydi. Araştırırdı, gerçek­ leri yazardı. Kendileri gibi orta sınıf ve dar gelirleri ailelerin haklarını savunur, Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün Tür­ kiye'sinin değerlerine bayraktarlık ederdi. Anne ve babasının konuşmaları sırasında hafızasına kazınanlar bunlardı. Mehmet, ortaokula başladığında okul harçlıklarını çıkart­ mak için bir yandan da evlerinin karşısındaki markete çırak olarak girdi. Gazete okuma alışkanlığın da marketteki o boş zamanlarında edindi. Fırsat buldukça gazeteleri okur, haber­ lere bakardı. Markette çalıştığı bir gün okumak için eline aldığı Cumhu­ riyet gazetesinin arasında U ğur Mumcu'nun posteriyle kar­ şılaştı. Ölüm yıldönümü dolayısıyla verilen posterin ön yü­ zünde Mumcu'nun bir fotoğrafı, arkasındaysa "Vurulduk ey halkım unutma bizi" başlıklı yazısı vardı. Yazıyı baştan sona okudu. Etkilenmişti. Sekiz yaşında anne ve babasıyla birlikte öldürülmesini protesto etmek için toplanan kalabalığın içinde olan Mehmet, bu kez Uğur Mumcu' nun kim olduğunu bili­ yordu ... Akşam olduğunda posteri yanına aldı, eve götürdü. Dola­ bında sakladı. O günden sonra kitaplara ve okumaya "mer­ haba" dedi. Siyasetle tanışıyor

Dünya milenyuma girdiğinde Mehmet de 1 5 'ine basıyor­ du. Cebindeki harçlığından ilk defa kendi parasıyla Cumhuri­ yet gazetesi aldı. O gün Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm 32


yıldönümüydü. Gazetede Denizlerle ilgili yazı dizisi vardı. Onu okudu. O gün başka bir şey daha yaptı. Dolabında sakla­ dığı Uğur Mumcu posterini çıkarttı, çerçeveletti ve odasının duvarına astı. 2000' li yılların başlarına ekonomideki kriz damgasını vur­ muştu. Bülent Ecevit Başbakan' dı. Kahve köşelerinde, pazar­ da, sokakta, her yerde ekonomik kriz konuşuluyordu. Tele­ vizyonlardaki tartışma programlarının da gündemi siyaset ve ekonomik krizdi. Reha Muhtar'ın Ateş Hattı'nda, Ali Kırca'nın Siyaset Meydam'nda da ana başlık hep "krizdi." Siyasetçiler de bu programların demirbaşlarıydı. Bunlar­ dan biri de Doğu Perinçek' ti. Mehmet, Doğu Perinçek' in "Do­ lar yasaklansın, IMF' den borç alınmasın, üretim arttırılsın, işçinin, köylünün emeğine değer verilsin" şeklindeki söylem­ lerini kendince etkileyici buluyordu. 2001' de Doğu Perinçek'in "Ekonomik krize çözüm" baş­ lıklı bir konferans için Çorlu'ya geleceğini duvar afişleri sa­ yesinde öğrendi. Onu izlemeye gidecekti. Televizyonlarda beğeniyle izlediği Perinçek'i yakından görmek için konferans salonunun yolunu tuttu. Konuşmayı büyük bir heyecanla ta­ kip etti. Konferans bitiminde Perinçek, salonun bir köşesinde ki­ taplarım imzalıyordu. Mehmet de bir kenara ilişmiş o anları izliyordu. Salon boşalmış, birkaç partili, Perinçek ve bir ba­ şına izlemekle yetinen Mehmet dışında kimse kalmamıştı. Perinçek' in dikkatini Mehmet işte tam o anda çekti. Yanına çağırdı, adım sordu, konuşması hakkında fikrini söylemesini istedi. Aralarındaki bu küçük sohbet tamamlandıktan sonra ce­ binden çıkarttığı kartım verdi. Telefonunu gösterip, "Beni is­ tediğin zaman arayabilirsin" dedi. Mehmet, çok mutlu olmuştu. Hatta, günlerce o kartviziti gömlek cebinde taşıyıp, arkadaşlarına hava bile attı. Siyasete ilgisi o günden sonra daha da arttı. Perinçek'i ve İşçi Partisi'ni araştırmaya başladı. Okuduğu kitaplarda Deniz 33


Gezmiş'in arkadaşları arasında Doğu Perinçek'in de yer aldı­ ğını öğrenince beğenisi hepten artmıştı. Çorlu'da siyasete ilgi duyan dört arkadaştılar. Mehmet'in Doğu Perinçek hayranlığına rağmen önce dört kafadar, EMEP ve ÖDP'nin kapısını çaldı. Partililerle konuştular. Fakat ara­ dıklarını bulamamışlardı. İşçi Partisi'nin kendilerine daha ya­ kın olduğunu düşünmüşlerdi. Artık okuldan arta kalan zamanda partiye gidiyor, kitap okuyor, oradakilerle gündelik siyaseti tartışıyordu. Aynı gün­ lerde, Atatürkçü Düşünce Demeği'ne de gidip gelmeye baş­ lamıştı. 18 yaşına bastığındaysa artık İşçi Partisi'nin kayıtlı bir üyesiydi. İlk soruşturma: SEKA işçilerine destek Muğla' da üniversite okumaya başladığında İşçi Partisi'nin yayın organı Aydınlık'a da yazmaya başladı. 2004'te ilk habe­ ri yayınlandı. Bir yandan da üniversitede parti örgütlenmesi yürütüyor, öğrencilerin barınma sorunlarına dikkat çekmek adına protesto gösterilerine öncülük ediyordu. İlk soruşturmasını geçirmesi de bu dönemde oldu. 2005 yılıydı. Kampüste, SEKA kağıt fabrikasının özelleştirilmesini protesto eylemi düzenlediği için üniversite yönetiminin so­ ruşturmasına tabi tutuldu. 2006' daysa kurucuları arasında yer aldığı TGB'nin (Tür­ kiye Gençlik Birliği) organize ettiği yüzlerce öğrencinin Anıtkabir' e götürülmesinin öncüleri arasındaydı. Mehmet, gençlik örgütlenmelerinde aktif olarak eylemlerde rol alırken, partinin yayın organlarına da yazılar yazmaya başlamıştı. Önce Fetullahçıların coplarıyla tanıştı Ergenekon operasyonları dalga dalga başlamıştı. TGB'nin Kırmızı Beyaz adlı dergisindeyse "Fetullah sicilli Emniyet İs­ . tihbarat Daire Başkanı uyardı: TGB'ye dikkat" başlıklı bir yazı vardı. Yazının altındaki imza Mehmet Bozkurt' a aitti. Haberine konu olan kişi dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek'ti. 34


Yazıda Akyürek'in "Fetullahçı yapılanma"yla ilişkisine dikkat çekiliyordu. (Ramazan Akyürek FETÖ örgütü üyesi ol­ duğu, yasa dışı dinlemeler ve Hrant Dink cinayetindeki rolü nedeniyle halen tutuklu.) Fetullahçıların radarına bu haberle girmişti. Mehmet Bozkurt'un polis kayıtlarına "şüpheli" olarak ilk girişiyse 2009' du. Nisan 2009' da ABD Başkanı Barack Obama Türkiye'ye resmi bir ziyaret gerçekleştirecekti. Günler öncesin­ den de TGB'liler Obama'nın Türkiye'ye gelişini protesto etmek için eylem planlamaya başlamıştı. Ancak TGB'liler telefonları­ nın dinlendiklerini bilmiyorlardı. Polis onları izlemeye almıştı. Telefonu dinlenenlerden biri de Çağdaş Eğitim Vakfı'ndan üniversite yıllarında burs alan bir TGB'liydi. O TGB'li genç protesto eyleminden birkaç gün önce gözaltına alındı. Ken­ disine polis tarafından yöneltilen sorulardan biri de Mehmet Bozkurt ile yaptıkları telefon görüşmeleriydi. Bu görüşmeler­ de, Obama Türkiye'ye geldiğinde yapılacak protesto eylemi, eylem sırasında yapılacak konuşma ve polis içinde varlıkları artık tüm şiddetiyle hissedilen Fetullahçı polisler vard1 Polis gözaltındaki TGB'li gence hem o konuşmaların detayını hem de Mehmet Bozkurt'u soruyordu. Obama'nın Türkiye'ye geldiği gün TGB'liler de protesto eylemlerini düzenledi. Aniden polis eyleme müdahale etti. Hedeflerindeyse göstericilerin arasındaki Mehmet Bozkurt vardı. Bir polis amiri parmağıyla Bozkurt'u işaret etti: "Bunu alın." 40- 5 0 tane Çevik polisi amirlerinden gelen talimatla adeta Bozkurt'un üzerine çullandı. Vücudunun çeşitli yerlerine ye­ diği cop darbeleriyle birlikte yaka paça polis otobüsüne bin­ dirilmişti. Mehmet Bozkurt o gün neden polisin hedefi olduğunu uzun zaman anlayamadı. Halbuki telefon dinlemelerine takılmış, Fetullahçı yapı­ lanmayla ilgili ileri geri konuşmuştu! Bu, hedef olması için yeterliydi. Mehmet Bozkurt, Fetullahçıların hedefi olmanın 35


ne demek olduğunu birkaç yıl sonra daha iyi anlayacak, kim bilir hedef olmanın bedelinin birkaç cop darbesi olmasına o günlerde yeğ bile tutacaktı. 2010 yılının ocak ayında Aydınlık dergisinde profesyonel olarak tam zamanlı çalışmaya başladı. İlk büyük kapak habe­ ri, Ümraniye'de bir gecekonduda el bombalarının bulunma­ sıyla başlayan Ergenekon operasyonlarının perde arkasıydı. Mehmet Bozkurt, bombaları bulan polislerin karakolda kendi aralarında yaptıkları konuşmanın dökümünü ele geçirmişti. Polisler, Ergenekon'un düzmece olduğunu kendi arala­ rında konuşuyor, tutanağı nasıl yazacaklarını tartışıyorlardı. Gözaltına aldıkları / alacakları TSK mensuplarına da kendi aralarında küfrediyorlardı. Haber günün şartlarına göre çok önemliydi. Ancak o günlerde T ürk basınında "Taraf'ın bo­ rusu ötüyordu. Tarafın yazdıkları diğer gazeteler tarafından alıntılanıyor, köşe yazarları kendi gündemlerini oradan belir­ liyorlardı. Mehmet Bozkurt'un o gün yaptığı haber, sonrasın­ da yapacağı haberler gibi görmezden gelindi. Haberi dikkate alansa sadece Fetullahçılardı. Mehmet Bozkurt ismi merkez­ deki hedeflerin arasına girmişti.

25'inde sanık sandalyesinde Profesyonel anlamda gazeteciliğe başlamasının dördüncü ayında Mehmet Bozkurt kendisini savcının karşısında buldu. Savcılar için sorun olan haber, "Terfileri F savcıları belirliyor, Fetullah Hoca Askeri Şura'da" başlığı taşıyordu. Haberde ter­ fi alması gereken generallerin Balyoz soruşturmaları kapsa­ mında tutuklanmaları ve T SK'da terfi sistemini Fetullahçıla­ rın yönettiği vurgulanıyordu. Savcılığa şikayet bizzat Fetullah Gülen'in avukatı tarafın­ dan yapılmıştı. Mehmet Bozkurt, kendisini çağıran savcıya ifade verdi. Birkaç ay sonra iddianame hazırlandı. Bozkurt, hayatında ilk kez hakim karşısına ve sanık kürsüsüne Fetul­ lah Gülen'in bizzat açtığı dava yüzünden o gün çıktı. 25 ya­ şındaydı... Mahkeme aleyhine sonuçlandı. Hapis cezası aldı. Para cezasına çevrildi. 36


Zekeriya Öz'den talimat: "24 saat izleyin" 14 Şubat 2011' de Odatv'ye operasyon düzenlenmişti. Meh­ met Bozkurt da Odatv soruşturmalarının o günkü şüphelile­ rinden usta gazeteci Doğan Yurdakul'u aradı. Amacı, "Geç­ miş olsun" demek, olan biteni haberci olarak anlamaya çalış­ maktı. Bu, dönemin FETÖ' cü savcıları için büyük bir suçtu! Meh­ met Bozkurt şüpheliydi, ilişkileri araştırılmalıydı. Telefonlarının dinlenmesi için düğmeye meşhur savcı Zekeriya Öz (Halen FETÖ firarisi) bastı. Öz'ün talebi üzeri­ ne mahkeme kararıyla Mehmet Bozkurt'un telefonu 22 Mart 2011' de dinlenmeye başlandı. İzlenen sadece telefonları de­ ğildi. Polis, Mehmet Bozkurt'un attığı her adımı takip ediyor­ du. E-posta adresinin incelenmesinden tutun da fiziki takibe kadar. Fiziki takip, en az sekiz polis tarafından hedefteki şüpheli­ nin 24 saat adım adım takibine dayalı bir sistemdi. Şüphelinin gittiği, görüşme yaptığı her yer kayıt altına alınır, raporlanır, aynı zamanda fotoğraflanırdı da. 25 yaşındaki gazeteci Mehmet Bozkurt, azılı bir terörist­ mişçesine, adeta Usame Bin Ladin gibi izleniyordu. Bu takiplerin, izlenmelerin tabii ki bir sonucu da olmalıy­ dı. 19 Ağustos 2011' de sabah 05.00 sularında büyük bir gürül­ tüyle çalan kapıyı açtığında karşısında operasyon için gelen polis ekiplerini buldu. Ellerindeki uzun namlulu silahlarla eve dalan polisler, Ergenekon örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alın­ dığını söyledi. İki odalı bekar evine sayabildiği kadarıyla en az 20 polis girmişti. Kapının önünde de bir o kadarı vardı. Ellerinde, ancak Amerikan aksiyon filmlerinde görülen uzun namlulu silahlar, bazısının yüzündeyse maske vardı. Mehmet Bozkurt, o an pencereden gökyüzüne bakmak istedi. Polislere söylemedi ama içinden de şunu geçirmeden edemedi: "Acaba helikopterli polisler de var mı?" Öyle ya, maskeli uzun namlulu polisler varsa, operasyona destek veren helikopterli polisler de olabilirdi! 37


Evin aranmasından ve bilgisayarına el koyulmasından kısa bir süre sonra kendini, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdür­ lüğünün C Bloğundaki, mahzeni andıran, içine girdiğinizde kendinizi yerin yedi kat dibinde hissettiğiniz karanlık, kasvetli nezarethanesinde buldu. İki gün burada kaldı. Sorgulandı. Nezarethanede en çok dikkatini çeken şeyse ihtiyaç için gittikleri tuvalet olmuştu. Şüphelilerin gitmesi için izin veri­ len tuvaletin kapısının altı yarıya kadar kesikti. Bu güvenlik önlemi olarak yapılmış bir sistemdi. Şüpheli tuvalete girdi­ ğinde hareketlerinin bir anlamda kontrol altında tutulması için öngörülmüş bir sistemdi. İhtiyaç için tuvalete gitmek iste­ diğinizi söylediğinizde size bir polis memuru eşlik ediyordu. Polis memuru tuvaletten çıkana kadar sizi bekliyordu. Ancak sorun şuradaydı, alafranga tuvalete çömeldiğinizde kapının alt bölümü yarıya kadar kesik olduğundan her şeyinizle gö­ rünür haldeydiniz. Mehmet Bozkurt o anı unutamamıştı. İnsanı aşağılayan, muhatapları karşısında çıplak ve çaresiz olduğunu hissettiren bir duyguydu. Neyse ki, gözaltındaki iki günün ardından savcılığın tali­ matıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Serbest kalmasının ertesi günü hemen işe başladı, kaldığı yerden ha­ berciliğe devam etti. Silivri'de bir "terörist" 12 Haziran 2012' de Silivri'de Ergenekon mahkemesi sanık kürsüsündeydi ilk kez ... Karşısında Hasan Hüseyin Özese, Sedat Sami Haşıloğlu, Hüsnü Çalmuk'tan oluşan bir mahkeme heyeti vardı. Sav­ cıysa Mehmet Ali Pekgüzel' di. Mehmet Bozkurt o günkü sa­ vunmasının bir bölümünde karşısındaki "kanun adamlarına" kendi mesleğini tarif etmek için şu cümleyi kurdu: "Bizim mesleğimizin ölçüleri, gerçeğe bağlılık, mesleğe saygı ve ada­ let duygusunu gerektirir." 2013 Ağustos'unda mahkeme kararını açıkladı. Ergenekon Silahlı Terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla 9 yıl 4 ay 15 gün 38


hapis cezasına çaptırıldı. Mehmet, o gün altı ayla cezaevine girmekten paçayı yırttı. Mahkeme on yıl ve üstünde ceza alanların tutuklanmasına hükmetti. Artık ufukta Yargıtay süreci vardı. Yargıtay, Silivri mahke­ mesinin kararını onaylarsa tutuklanacaktı. Aydınlık ile ayrılan yollar Aydınlık gazetesinde habercilik yapmayı sürdüren Mehmet Bozkurt'a 2014 sonbaharında bir iş teklifi geldi. Kısa bir süre Aydınlık'ta aynı çalışma ortamında bulunduğu Eren Erdem, kendisine yeni kurulacak bir gazeteden bahsetmişti. Muhalif bir gazete olacaktı. Genel Yayın Yönetmenliğini Eren Erdem üstlenecekti. Mehmet Bozkurt'a Genel Yayın Yönetmenliği yardımcılığı teklif etti. Aydınlık'ta aldığı ücret düşüktü. Hem parti mensubu olması hem de ideallerinden dolayı bugüne kadar ses etmeden çalış­ mıştı. Gelen teklifse aldığı maaşın dört katının üzerindeydi. Teklifi düşünürken, vereceği kararda en çok Demokles'in kılıcı gibi başının üzerinde sallanan Yargıtay süreci vardı. Yolun sonu cezaevi gözüküyordu. FETÖ, Yargıtay' da çok güçlüydü. Mahkemenin verdiği kararı inceleyecek olan Yar­ gıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nin büyük çoğunluğunun ör­ güt mensubu olduğunu sokaktaki vatandaş bile biliyordu. Mahkemenin kararının değişmesi mümkün gözükmüyordu. Mehmet, "Yeni açılacak gazetede çalışabildiğim kadar çalı­ şırım, cezaevi sürecine kadar da belki biraz para biriktirmiş olurum" diye düşündü. Teklifi kabul etti. Aydınlık'taki arkadaşları, dostları Mehmet'in aldığı bu karara bozulmuşlardı. Mehmet Bozkurt, çocuk yaşta girdiği Aydınlık'tan ilk kez kopuyordu. Mehmet Bozkurt'un macera­ sıysa yeni başlıyordu... Karşı gazetesinde bir "Ergenekoncu" Karşı gazetesinin muhabir kadrosu genelde işsiz gazeteciler­ den seçildi. Çünkü kağıt üzerinde bir patron ve şeffaf olmayan bir finans kaynağı yapısı vardı. Çalışan gazeteciler için bu riskti. 39


Yine de, Karşı gazetesi medya dünyasına iddialı bir giriş yaptı. Haberleri, ülkedeki muhalifler tarafından ilgiyle kar­ şılandı. Sosyal medyada en çok konuşulan, tartışılan gazete haline geldi. Tüm bunlar, Mehmet Bozkurt'un Aydınlık'taki gazetecilik günlerine benzemiyordu. Daha farklı, tabiri yerindeyse daha janjanlıydı. FETÖ' cüler ve kendilerini liberal olarak tanım­ layanlar da sevmişe benziyordu Karşı gazetesini. O günlerin sosyal medyasının en popülerleri Twitter' da FETÖ propagan­ dası yapan "fuatavni" ve Karşı gazetesinin haberleriydi. Gizli dosyalar, telefon tapeleri, mahrem bilgiler... Hemen hemen her gün gazetede bu ve buna benzer haberler vardı. Adeta, Tarafın pabucu dama atılmış yerini Karşı almıştı. Mehmet Bozkurt ise yazı işleri toplantısında kimi haber­ lere direnmeye çalışıyordu. Haberlerin ardındaki operasyon kokusunu alıyordu. Ancak kendi ifadesine göre; bir yere ka­ dar direniyordu. Onu da şu sözlerle ifade ediyordu: "Muha­ bir, Başbakan'ın Yasin El Kadı ile Haliç Kongre Merkezi'nde buluştuğunu yazıp haber merkezine sunuyordu. Toplantıda fısıltıyla haber olmaz deyip, itiraz ediyordum. O gün o ha­ beri engelliyordum. Ertesi gün aynı muhabir Yasin El Kadı ile Başbakan'ın polis kamerasından çekilmiş fotoğrafını geti­ riyordu. Bu durum tüm yazı ışlerinde kabul görüyordu. Artık o dakikadan sonra söz hakkım kalmıyordu." Karşı gazetesi süreci başka bir kitap konusu ... Belki de orada çalışanların yazması gereken bir süreç. Onun için bu kısmı, 9 Şubat 2014'te yayın hayatına başla­ yan Karşı gazetesi 66 günlük macerasından sonra maddi imkansızlıkları gerekçe göstererek kapandığını söyleyerek noktalayalım. Polisler kapıda Mehmet işsiz kalmıştı. Karşı gazetesinde birlikte çalıştığı eski Hürriyet adliye muhabiri Murat Kazancı ile birlikte bir kitap projesine başladı. Ağustos ve Eylül' de Doğu ve Güney­ doğu Anadolu Bölgesi'nde 11 ili gezecek, "Çözüm süreci" adı 40


altında başlatılan sürecin bölgeye etkisini araştıracaklardı. Yaklaşık bir ay şehir şehir dolaştılar. Kazancı ile birlikte "Ya Kemik Ya Çilek" adlı bir kitaba imza attılar. Kitap çalışması için röportajlar yapmak için geldikleri Şanlıurfa'da bir otele yerleştiler. Odaya kayıt yaptırdıkları sı­ rada gazeteci arkadaşı Murat Kazancı Bozkurt' a, "Düşünsene bir de hakkımızda yakalama kararı oluyormuş, sabah polisler geliyormuş" diye espri yaptı. Birlikte güldüler... Sabaha karşı 05.00 sıralarında Mehmet Bozkurt'un kaldığı öğretmen evinin kapısı çalındı. Geçmişte yaşadığı gözaltı tec­ rübelerinden dolayı tedirgin bir halde yataktan kalktı. Kendine gelip kapıyı açmaya doğru yöneldiğinde otel odasında olduğunu anımsadı. "Yok canım, polisler değildir. Otele neden gelsinler ki" dedi kendi kendine. Kapıyı açtığın­ da üniformalı iki polis karşıladı kendisini. Allah'tan bu kez ellerinde uzun namlulu tüfekler, yüzlerinde maske yoktu. Karakol polisi oldukları belliydi. Polisler, "Hakkı­ nızda yakalama kararı var. Karakola gitmemiz gerekiyor" dedi. Karakola gittiklerinde durum anlaşıldı. Aydınlık gazetesin­ de sorumlu yazı işleri müdürlüğü yaptığı dönemden kalan basın davalarından birinde ifade vermediği için yakalama ka­ rarı verilmişti. Sabah adliyeye çıkartılacaktı. Nezarethaneye kondu. Yalnız bu kez kaldığı ortam diğerlerinden farklıydı. Kal­ dığı hücrede, 30 kadar IŞİD militanı vardı. Sekiz saat kadar onlarla aynı ortamda birlikte kaldı. IŞID'lilerin namaz kılmalarına, nezarethane içindeki rahat tavırlarına şahitlik etti. Haber bu kez adeta ayağına gelmişti. Sonrasında, polisler tarafından can güvenliği "tehdit altında olabilir" düşüncesiyle başka bir bölüme konuldu. Sabah adliyeye çıkartıldı. Serbest kaldı. İlk işi IŞİD'liler­ le aynı nezarethanede yaşadığı o sekiz saati yazmak oldu. Bozkurt' un yaşadıkları o günkü haber sitelerinde geniş yer buldu. Çünkü Türkiye'nin Musul Konsolosluğu basılmış, 49 vatandaşımız IŞİD tarafından rehin alınmıştı. Türkiye' de IŞİD'in varlığı en çok tartışılan konuydu. Bozkurt o günün 41


sonunda Murat Kazancı'ya şunu sordu, "Acaba birileri benim bu IŞİD'lileri görmemi mi istedi?" "Siz niye geldiniz ki, ben her gün emniyetteyim" İstanbul' a geldikten kısa süre sonra Mehmet Bozkurt yu­ vaya geri döndü. Aydınlık'ta tekrar başladı. İstanbul Emniyet Müdürlüğüne sıkça gidiyor, devlet içinde örgütlenen FETÖ yapılanmasına dair önemli haberlere imza atıyordu. 4 Nisan 2016, yani 15 Temmuz darbe girişiminden yalnız­ ca üç ay öncesi ... FETÖ'yle mücadelenin yoğun olarak sürdü­ rüldüğü günler. Sabah 06.00... Mehmet Bozkurt'un evinin kapısı yine çalınıyordu. "Hayırdır inşallah" diyerek yataktan hızla kalktı. 2011'de sabah 05.00'te polislerin evine baskın yapıp gözaltına alındığı günün travrnatik etkilerini atlatamamıştı. Sabah saatlerinde çalan kapı zili, dengesini bozuyordu. Kapıyı açtığında bu sefer karşısında sekiz polis buldu. Meh­ met kapıda gördüğü polislere gayriihtiyari, "Neden zahmet et­ tiniz. Ben zaten iki saat sonra emniyete gelecektim" dedi. Gerçekten de o günlerde sürekli emniyete gidiyor, haber­ leri takip ediyordu. Mehmet Bozkurt, Ergenekon' dan beş yıl sonra yeniden gözaltına alınmıştı. Emniyete götürüldüğünde hakkındaki suçlamayı öğrendi. Karşı gazetesi hakkında bir soruşturma yürütülüyordu ve bu bir FETÖ soruşturmasıydı. Kendisi de bu kapsamda gözaltına alınmıştı. Suçlamayı duyduğunda ağzından dökülen ilk cümle, "Nasıl yani? Bu kötü bir şaka mı? Ben bu örgütten şikayetçi olurum, şüpheli olmak da ne dernek?" olmuştu. Mehmet Bozkurt'un emniyet müdürlüğünde ve adliyede verdiği ifadeye Avukat Faik Işık eşlik etti. Faik Işık, ülkenin en önemli ceza avukatlarından biri olmasının yanı sıra, yakın tarihteki birçok önemli davada avukatlık yapmıştı. Daha da ötesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kısa zaman öncesine kadar da avukatı ve dostuydu. 42


Faik Işık, Mehmet Bozkurt'un gözaltına alınmasını duyar duymaz emniyete gitmişti. Faik Işık, inanmadığı davaya asla girmez, inandığı doğrular ve insanlar için de sonuna kadar savaşırdı. Mehmet Bozkurt'u da habercilik yaptığı günlerden tanımış, FETÖ'yle en ufak bir ilişkisi olmayacağını bildiği gibi, bilakis bu örgütün mağdurlarından olduğunun farkındaydı. Saatlerce süren polis ve savcılık sorgularında Mehmet Bozkurt'a eşlik etti. Sabaha karşı mahkeme karar verdiğinde Mehmet Bozkurt tutuksuz olarak yargılanmak için serbest bırakılmıştı. O gün evinde dinlendi. Ertesi gün yine haber­ ci olarak emniyetteydi. Nezarethanesinde "şüpheli" sıfatıyla sabahladığı Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlü­ ğüne, 24 saat sonra haberci olarak gitti. İşte, "Burası Türkiye'ydi ... " Boğaziçi köprüsünde ateş altında Haberciliğe kaldığı yerden devam etmeye çalışıyordu. Beş yılda üç defa gözaltına alınmış, nezarethanelerde kalmış, polis, savcı sorgularından geçmişti. Yaşadıkları kolay şeyler değildi. Son gözaltına alınmasının ardından üç ay geçmişti. Aydın­ lık gazetesinde çalışmaya devam ediyordu. 15 Temmuz 2016'da saat 20.00 sıralarında işten çıktı. Evi Anadolu yakasındaydı. Metrobüse bindi. Zincirlikuyu civa­ rında telefonu çaldı. Arayan gazetedeki şefiydi. "Boğaziçi Köprüsü'nde bir hareketlilikten bahsediliyor. Eğer köprüyü geçmediysen bakar mısın?" dedi. Şefinden gelen bu telefon üzerine, cep telefonundan haber sitelerini kontrol etti. Köprüde olan bitenlerle ilgili bir haber gö­ rebilmeyi umuyordu. Sadece IŞİD saldırısına karşı askerlerin köprüde önlem aldığına dair twitter'da yorumlar vardı. Birkaç arkadaşını aradı. Belki onlar olan bitenden haberdardır diye dü­ şündü. Onlar da "köprüde askerler" olduğunu, "garip" bir şey­ ler döndüğünü söylüyordu. Ne olduğunu bilen kimse yoktu. Metrobüsün ön kısımlarına doğru ilerledi. Şoföre, "Biraz­ dan askerler çıkacak karşımıza, silah doğrultup durdurabilir­ ler" dedi. Şoför, ona "deliymişçesine" baktı. 43


Birkaç dakika sonraysa Anadolu yakasından Avrupa ya­ kasına geçiş şeridinde askerleri gördüğünde metrobüs şoförü de şok olmuştu. Köprüdeki durakta indi. Fotoğraf çekmek için askerlerin bulunduğu tarafa doğru yöneldi. Bir polis me­ murunun, "Canına mı susadın, nereye gittiğini zannediyor­ sun? Ateş açıyorlar" uyarısıyla polislerin mevzilendiği yerde durdu. Polis memurunun o sözleriyle Fetullahçıların darbe yaptığını da anlamıştı. İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan da Boğaziçi köprüsündeydi. Bir yandan elindeki megafonla darbecileri teslim olmaları yönünde uyarıyor, diğer taraftan elindeki tel­ sizle İstanbul polisini yönlendirmeye çalışıyordu. Darbecilerinse gözü dönmüştü. Ateş açıyorlardı. Gecenin adı "kıyamet"ti. Darbecilerin açtığı ateşle Mustafa Çalışkan'ın koruma polisleri Mehmet Onay ve Münir Alkan vurulduğunda oradaydı. İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, kanlar içinde yerde yatan korumalarını gördüğünde, "Mehmet orada yatıyoı:; Münir orada yatıyor" diye haykırıyordu. Güçlükle bir otomobile bindirerek hastaneye gönderdikleri Münir Alkan' ın­ sa kısa bir süre sonra şehit olduğu haberi gelecekti. Bir müddet sonra köprüdeki kalabalık artmıştı. Ellerinde Türk bayraklarıyla vatandaşlar köprüye akın ediyordu. Dar­ becilerse kalabalığa ateş etmekte tereddüt bile etmiyordu. Mehmet Bozkurt, yanından geçen kurşunların sesini duyu­ yordu. Şehitler oldukça tekbir sesleri de yükseliyordu. Kalabalı­ ğın en önündeyse İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalış­ kan vardı. Korumalarıyla birlikte grubun önünde duruyor. Bir yan­ dan telsizle polisleri yönlendiriyor, telefonla görüşüyordu. Tarihe tanıklık eden gazeteciyse Mehmet Bozkurt'tu. Telefonla sürekli görüştüğü şefine yaşadığı o anları anlatır­ ken, "Ben bunları unutabilirim" diye saatlerce not yazdırmıştı. O gece Aydınlık, baskın ihtimaline karşı hızlıca gazete ha­ zırladı. Mehmet Bozkurt'un hayatını ortaya koyarak imza attığı haberin başlığı, "FETÖ' cü askerler halka ateş açtı" idi. 44


Bir gün sonraysa o gece yaşadıklarının en yalın hali Aydınlık'ın sürmanşetinde yer aldı: "Köprüde ateş altınday­ dıın." Mehmet Bozkurt'un 15 Temmuz 2016'da darbe girişimi sırasında çektiği fotoğraflar birçok belgesele konu oldu. İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan da Bozkurt' un o gece çektiği fotoğraflara kitabında yer verdi. "15 Temmuz Kıyam(et) gecesi ve Milli Vuruş" adlı kitabını da imzalı olarak Mehmet Bozkurt' a gönderdi. FETÖ aleyhinde yaptığı haberden cezaevine giriyor Darbe girişiminden sonra bir müddet her şey Mehmet Bozkurt için sessiz sakin gitti. Ta ki 31 Ocak 2017'ye kadar. Yakın bir akrabası ölmüştü. Cenaze için Mersin' e gitti. İstanbul' a dönüşte yolda polis çevirmesi vardı. Kimlik kontrolü yapıldı. Mehmet Bozkurt hakkında yine yakalama kararı vardı. Bir duruşmaya gitmediği gerekçesiyle hakkında yakalama kararı çıkartılmıştı. O geceyi Ulukışla Karakolu'nun nezarethanesinde geçirdi. Ertesi gün adliyeye çıkartıldığında asıl gerçek ortaya çıktı. Lütfen dikkat! Mehmet Bozkurt, FETÖ'nün finans örgütü TUSKON aleyhinde 2012'de bir haber yazmıştı. Haberde TUSKON'un FETÖ' yle organik ilişkisine dikkat çekiliyordu. Dernek o ta­ rihte bir tekzip kararı aldırmış, Aydınlık tekzibi yayınlama­ mıştı. Haberi yazan muhabir Mehmet Bozkurt olduğu için ve tekzip yayınlanmadığı için Bozkurt 5 0 bin lira ödemeye mahkum edilmişti. Kararın infazı kesinleşmişti. Tutuklandı, Niğde Cezaevi' ne konuldu. Gazeteciliğe başladığı ilk günden itibaren FETÖ yapılan­ ması hakkında haberler yazan, 15 Temmuz 2016 gecesi Boğa­ ziçi Köprüsü'nde tarihe tanıklık ederek FETÖ'cü askerlerin halka ateş açtığını kamuoyuna duyuran Mehmet Bozkurt, darbe girişiminden altı ay sonra FETÖ'nün finans yapılanma­ sı TUSKON aleyhinde haber yaptığı ve tekzip yayınlanmadığı 45


gerekçesiyle hapse girmişti. T üm bunlar, hem de kamuoyuna FETÖ'yle "mücadelenin" en yoğun yapıldığı söylenen dö­ nemde olmuştu! Yaşananlar böylesine "yaman bir çelişkiydi." Mehmet Bozkurt, Niğde Cezaevi'nde 24 saat geçirdi. 50 bin liralık cezanın ödenmesinden sonra serbest kaldı.

Bylockçu gazeteciler listesinde Mehmet Bozkurt'un yaşadıkları yaşayacakları bunun­ la kalsa iyi idi. En büyük darbe 12 Temmuz 2017' de geldi. Yani 15 Temmuz darbe girişiminden neredeyse tam bir yıl sonra. Bir internet sitesi "İşte Bylockçu gazeteciler" başlığıyla bir haber yayınlamıştı. Haberin ayrıntılarına bakıldığında, Bylock kullandığı tespit edilen gazetecilerin isim ve soyadları T.C. kimlik numaralarına kadar yazılıydı. Bylock FETÖ'nün gizli haberleşme sistemiydi. Sadece ken­ di mensupları arasında kullanılıyordu. Bylockçu gazeteciler listesinde onun da adı vardı. Yani, Mehmet Bozkurt'un... Listeyi gördüğünde başından aşağı kaynar sular döküldü. T.C. kimlik numarası tutuyordu. Bu işte bir yanlışlık olmalıy­ dı. Listede tanıdığı tek bir gazeteci vardı. O da Karşı gazete­ sinde birlikte çalıştığı, sonrasında kitap yazmak için Güney­ doğu ve Doğu Anadolu'ya gittiği Murat Kazancı. O gece sabaha kadar uyuyamadı. "Herhalde bir kabusun içindeyim" diye düşünüyordu. Sabah ilk işi avukatıyla birlikte Çağlayan'daki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gitmek oldu. Adliyeye gitmeden önce Murat Kazancı'yı da aramıştı. Ancak Murat Kazancı, daha sonra savcılığa gideceğini söylemişti. 13 Temmuz 2017' de hem Bylockçu listesindeki gazeteciler başlığıyla haber yapan İnternet sitesi hem de bu listeyi hazır­ layan kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu. Bylockçu gazeteciler listesi haberi kısa sürede yayılmıştı. Mehmet Bozkurt adeta vebalı muamelesi görmeye başladı. Çevresindeki herkes kaybolmuştu. 46


İnsanlar, telefonlarına dahi çıkmıyordu. Yanında sade­ ce Avukat Faik Işık, Aydınlık gazetesi ve Vatan Partisi'nden birkaç yönetici vardı. Aylarca yalnızlığı ve çaresizliği yaşadı. Yaşarken ölmek, diri diri toprağa gömülmek bu olsa gerekti.

Dost kazığı: Bylock 2018 Mayıs'ında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan arandı. Telefondaki ses İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Murat Çağlak'ın ifade için kendisini adliyeye acil olarak ça­ ğırdığını söyledi. Mehmet Bozkurt, avukatıyla adliyenin yo­ lunu tuttu. Adliyeye gitmeden önce Karşı gazetesiyle ilgili çağrıldığı­ m düşünüyordu. Oysa Mehmet Bozkurt'u büyük bir sürpriz bekliyordu. Başsavcı vekili Murat Çağlak'ın ilk sorusu şuydu: "Meh­ met Bey neyle suçlandığınızı biliyor musunuz? Neden bura­ dasınız, biliyor musunuz?" Mehmet Bozkurt yanıtı bilmedi­ ğini ifade etti. Savcı Çağlak yanıtladı: "Bylock kullanıcısı olduğunuz ve FETÖ örgütü üyesi olduğunuz gerekçesi ile... " Mehmet Bozkurt, o an ayağının altındaki zeminin kaydı­ ğını hissetti. Başı dönmeye başlamıştı. Sadece, "Siz ne diyor­ sunuz efendim" sözcükleri ağzından dökülebildi. Yüzü bem­ beyazdı. Savcı Murat Çağlak bir terslik olduğunu anlamıştı. "Mehmet Bey sakin olun lütfen" dedikten sonra mübaşirden su getirmesini istedi. Kitabı kaleme aldığım sırada görüştüğüm Mehmet Boz­ kurt o anları şu cümlelerle bana anlattı: "Bu nasıl bir kabustu ki benim yakamı bırakmıyordu. Savcılığa Bylock listesiyle ilgili yaptığım şikayetten sonra gerçeğin ortaya çıktığım, o haberin bir hata olduğunu düşünüyordum. Savcı Bylock ve FETÖ kelimelerini bir arada kullandığı an dünya başıma yı­ kıldı. Ölsem daha iyiydi ..." Su içtikten ve sandalyede oturduktan sonra biraz daha kendini iyi hissetmişti. Savcı Murat Çağlak'a kendini an­ latmaya başladı. Aydınlık gazetesi ve İşçi Partisi geçmişini, 47


FETÖ'nün en güçlü olduğu dönemde aleyhine yaptığı haber­ leri, FETÖ kumpası Ergenekon davasının sanıklarından biri olduğunu, hatta FETÖ'nün finansal kaynağı TUSKON'un aç­ tığı dava yüzünden bir gün cezaevine girdiğini, telefonlarının dinlendiğini, izlendiğini, hepsini hızlıca anlattı. "Sayın Savcım ben FETÖ' cüysem, bu ülkedeki herkes FETÖ'cü!" Ağzından bu cümleler çıkabildi. Savcı Murat Çağlak sükunetle dinliyordu. Mehmet Boz­ kurt büyük bir ıstırap içindeydi, dayanamadı, "Savcım Bylock kullandın diyorsunuz. O halde konuşmalarımı çıkartın" dedi. Savcı, "hakkında bir mesaj dökümü tespit edilemediğini an­ cak telefonundan binlerce kez bağlantı tespit ettiklerini" söy­ ledi. Mehmet Bozkurt bunun üzerine, "Peki, Bylock kullandıy­ sam ne zaman kullanmışım?" diye sordu. Savcı Murat Çağlak hemen cevabı verdi: "Ağustos-Eylül 2014 tarihleri arasında." Mehmet Bozkurt'un kafasında o anda şimşekler çaktı. O tarihte meslektaşı Murat Kazancı ile kitap yazmak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya gitmişlerdi. Bylock'un B'sinden bile haberi yoktu. Kitap yazmak için çalıştığı günlerdi. Mehmet Bozkurt rahatlamıştı. Tebessüm ederek, "Savcım ben o tarihlerde İstanbul'da bile değildim" dedi. Bu sefer gülme sırası savcı Murat Çağlak'taydı: "Biliyoruz Mehmet Bey. İlk kez Bylock'a Diyarbakır'dan daha sonra da Batman Öğretmenevinden bağlanmışsınız" dedi ve gün be gün tüm konakladıkları yeri, Bylock bağlantısı yaptıkları yer­ leri söyledi. Mehmet Bozkurt şaşkınlık içindeydi. "Savcım imkansız! Biz o tarihlerde meslektaşım Murat Kazancı ile birlikte kitap yazmak için Doğu ve Güneydoğu' daydık. Yani bütün bunlar imkansız," diyebildi. İşte tam bunun üzerine savcı Murat Çağlak'ın verdiği cevap denklemi çözdü: "Arkadaşınız Murat Kazancı' da da Bylock var. Kendisi de firari sanık olarak aranıyor. İstanbul' da 48


yaşadığı evi terk etmiş. Sakarya' daki ailesinin evindeyse yok" dedi. Mehmet Bozkurt uzunca bir süredir Murat Kazancı ile gö­ rüşmüyordu. Önceleri sık sık görüştüğü Murat Kazancı, in­ ternet sitesinde ikisinin de hakkında çıkan o haberden sonra ilişkiyi soğutmuş gözüküyordu. Mehmet Bozkurt ise bu du­ ruma anlam veremiyordu. Bir süre sonra Murat Kazancı'nın telefonu kapalı gözükmeye başlamıştı. Mehmet Bozkurt, Murat'ın telefonunu değiştirdiğini düşünmüştü. Mehmet Bozkurt, savcı Murat Çağlak'a o gün meslekta­ şı Murat Kazancı ile yaşadığı bu süreci anlattı. İfade alınma süreci bitmişti. Başsavcı vekili Murat Çağlak'ın ağzından şu cümleler çıktı: "Açıkçası buraya sizi çağırmadan önce ülke­ nin en kripto FETÖ' cüsünü yakaladığımızı düşünüyordum. Ancak anlattıklarınıza bakılırsa sizin durumunuzda başka bir şey olabilir. İncelemeye devam edeceğiz. Şimdilik serbestsi­ niz. Sizi mahkemeye sevk etmiyorum." Savcı Murat Çağlak'ın o gün Mehmet Bozkurt'la paylaş­ madığı bir şey daha vardı. FETÖ'yle mücadelenin İstanbul'daki en etkin isimlerin­ den ve darbecilerle ilgili verdiği yakalama kararlarıyla dar­ benin akamete uğratılmasında önemli rol oynayan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan, Mehmet Bozkurt'un du­ rumundan haberdardı. Başsavcı İrfan Fidan, Mehmet Bozkurt'un gazetecilik geç­ mişini de 15 Temmuz günü yaptığı haberleri de biliyordu. Mehmet Bozkurt ifadeye çağrılmadan önce Murat Çağlak'ı uyarmıştı: "Bu çocuğun FETÖ' cü olma ihtimali eşyanın tabia­ tına aykırı. Lütfen durumunu titizlikle inceleyelim. Günahsız birinin vebaline girmeyelim." Titiz bir incelemeden sonra gerçek anlaşıldı. Mehmet Boz­ kurt, hayatının hiçbir döneminde ne telefonuna Bylock yükle­ miş ne de Bylock kullanmıştı. Peki, öyleyse listede adı neden vardı. Bylock kullanıcısı ve FETÖ'cü olan Murat Kazancı' ydı. Mehmet Bozkurt'un telefon hattı faturalı olduğu için Murat Kazancı, kitap yazmak için gittikleri ve bir aya yakın 49


süren Doğu ve Güneydoğu seyahatlerinde, bu hattın interne­ tini ortak kullanmalarını istemişti. Bozkurt seyahat boyunca internetini Kazancı'mn kullanımına açmıştı. Murat Kazancı, Bozkurt'tan gizli kullandığı Bylock programım her açışında Mehmet Bozkurt'un hattından Bylock kullanılıyormuş gibi gözüküyordu. Bu da Bylock kullanıcısı olarak şüpheliler lis­ tesine girmesine sebep olmuştu. Pardon 2018 Ekim' inde Silivri Cezaevi kampüsünün içindeki du­ ruşma salonunda, Karşı gazetesi davasının duruşması vardı. Mehmet Bozkurt yine hakim karşısındaydı. 12 Haziran 2012' de aynı salonda "Ergenekoncu" olduğu iddiasıyla yargılanan ve 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasına çarp­ tırılan Mehmet Bozkurt, altı yıl sonra Ekim 2018' de bu sefer de FETÖ soruşturması kapsamında dava açılan Karşı gaze­ tesi çalışanı olduğu için yargılanıyordu. O gün duruşma sa­ lonunda oturduğu sanık sandalyesinde, tüm yaşadıkları bir film şeridi gibi aklından geçti. Yaşadıklarım tekrar anımsadı, duruşma salonuna tekrar döndü baktı. Karşı gazetesinde çalışan ve gerçekten FETÖ'cü olduk­ ları ortaya çıkan sanık pozisyonundakilerin hepsi kaçmıştı. Telefonunda Bylock çıkan ve FETÖ'cülüğünü yıllarca pro­ fesyonelce gizleyen Murat Kazancı da firardı. Bütün bunları düşünürken İsmet Özel'in o kitabını anımsadı ve dudakla­ rından şu cümle döküldü: "Waldo sen neden burada değil­ sin?" Karşı gazetesinin karar duruşması 1 Mart 2019' da Silivri' de İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Mehmet Bozkurt hakkındaki bütün suçlamalar düştü. Beraat etti. Mehmet Bozkurt'un şu an yargılandığı tek dava kaldı. O da "Ergenekon davası." Savcı mütalaasında, Mehmet Bozkurt hakkında beraat talep etti. Mahkeme de bu kararı uygun görürse Mehmet Bozkurt'un 2012'den beri süren kabusu sonlanacak. 50


Mehmet Bozkurt, Uğur Mumcu'yu kendisine örnek alarak gazeteciliğe başlamıştı. 2010' da gazeteciliğe başladı, 2018' e kadar düzenli olarak çalıştı. Bu sekiz yıl içinde hakkında 121 soruşturma, 114 dava açıldı. Tüm bu yaşananlardan sonra Mehmet Bozkurt gazetecili­ ğe bir nokta koymak zorunda kaldı. Kalemini elden bırakma­ dı hala ekmeğini kaleminden kazanıyor. Mehmet Bozkurt ismini ve yaşadıklarım birçoğunuz ilk kez duydu. Halbuki hakkında bu ülkede sadece hakaret vb. suçlamalarla basın davası açılan ve "kahraman" edasıyla do­ laşan, her gün yargılandıkları o basın davaları üzerinden po­ pülerliğini devam ettirme çabası içinde birçok gazeteci var. Onların isimlerini de hepimiz, hepiniz zaten ezbere biliyorsu­ nuz. Bense sizi, Mehmet Bozkurt ve hikayesiyle tanıştırmak istedim. Bylokçu gazeteci şimdi nerede? Mehmet Bozkurt'un haksız yere suçlanmasına neden olan Murat Kazancı'yı ilk tanıdığımda sanırım 2002 yılıydı. Hür­ riyet gazetesinde stajyer olarak işe başlamıştı. Mesai arkada­ şımdı. Efendi ve çalışkan bir gençti. İyi bir gazeteci olmak için öğrenme çabası içindeydi. Kısa sürede kadroya girdi. Onuncu yılın sonunda 2012' de istifa etti. 2014'te Karşı gazetesinde işe başladı. Mehmet Bozkurt ile orada çalışma arkadaşı oldu. Karşı gazetesi kapandıktan sonra işsiz kaldı. O işsiz gün­ lerinden birinde 12 Temmuz 2017' de Kadıköy' de birlikte çay içiyorduk. "Bylockçu gazeteciler listesi" İnternet sitesinde haber olduğunda ve ismi orda bulunduğunda karşımda otu­ ruyordu. Görür görmez haberi kendisine göstermiştim. İftira veya yanlışlık olduğunu söylüyordu. Açıkçası ben de o kana­ atteydim. Bugüne kadar kendisinin FETÖ'cü olabileceği yö­ nünde hiçbir şüphem olmamıştı. Ancak maalesef gerçek öyle değilmiş. Murat Kazancı azılı bir FETÖ' cüymüş. Kendisinde Bylock yüklü olduğu gibi Kablosuz Bağlantı Alanı'nı (Wi-Fi) kullanarak hayatının büyük çoğunluğun­ da FETÖ mağduriyeti yaşamış olan Mehmet Bozkurt'un da 51


Bylock kullanıcısı gibi gözükmesine, suçlanmasına neden ol­ muştu. Murat Kazancı'yı son görüşüm 12 Temmuz 2017 ta­ rihi oldu. Sonradan öğrendiğime göreyse diğer FETÖ'cüler gibi o da yasa dışı yollardan önce Yunanistan' a, ardından da Almanya'ya kaçmıştı.

52


111. Bölüm

Z am a n M a •k• i n e s i n d e

F E T O Yo l c u l u ğ u



Zaman yolculuğuna da, zaman makinesi fikrine de oldum olası ilgi duydum. Geleceğe Dönüş filmini de bu yüzden de­ falarca izledim. Kendimce bir zaman makinesi de icat ettim. Makinem, zaman ve mekan boyunca geriye ve ileriye doğru hareket edebiliyor. Kitap, dergi, gazete ve resmi belge arşivle­ rinden oluşuyor. Yolculuğa çıkmanız için gerekli olanlar; oku­ mak, analiz etmek, sonuçlar çıkarmak. Geçmiş şimdiki zama­ na, şimdiki zamansa geleceğe ışınlanmanıza neden oluyor. Teorimi sizlere ispatlayacağım. Sırrımı size ifşa edeceğim. Tek yapacağınız kendinize rahat bir okuma koltuğu seçme­ niz. İşte, şimdi zamanda yolculuğa başlıyoruz. Hazırsanız ilk durağımız seksenler... 12 Eylül 198 0 darbesi olduğunda devlet kayıtlarına göre, Fetullah Gülen dini bir örgütlenmenin lideri ve arananlar lis­ tesindeki bir isimdi. Ülkeye darbeyle el konulmasından sonra, terörü bıçak gibi 24 saat içinde kesen, çatışmalara son veren, terörü sonlandı­ ran askeri cunta o yıllarda Fetullah Gülen'i "arıyor'' ama bu­ lamıyordu! Askerler, Fetullah Gülen' i "arananlar'' listesinden çıkarmı­ yor, o da "kaçıyordu." Demokrasiye verilen üç yıllık aradan sonra 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlerin galibi Turgut Özal ve ANAP oldu. Fetullah Gülen ise "aranıyordu!" "Aranan" Fetullah Gülen, 12 Eylül 198 0 askeri darbesin­ den altı, Turgut Özal'ın Başbakan seçilmesinden üç yıl sonra 12 Ocak 1986'da Burdur' da "bulundu." 55


GATA'da Tabip Üsteğmen olarak çalışan Mustafa Sarsıl­ maz, Burdur 58. Topçu Er Eğitim Tugay Komutanlığında iki ay bedelli askerlik yapan Nuri Muhammed Sungur'u as­ keri birliğinden çarşı iznine çıkarmıştı. Üsteğmen Mustafa Sarsılmaz ve Nuri Muhammed Sungur önce birlikte yemek yedi, sonra çay içti. Bekledikleri biri vardı. O kişi Fetullah Gülen'di. Fetullah Gülen, TSK mensubu Tabip Üsteğmen Mustafa Sar­ sılmaz ve Said-i Nursi'nin talebelerinden Mustafa Sungur'un oğlu Nuri Muhammed Sungur, Burdur sokaklarındaydı. Bu üçlü, Antalya'ya doğru yola çıktı. Buluşma önceden organize edilmişti. Antalya'da yaşayan, o tarihlerde toptan lastik ayakkabı ticaretiyle uğraşan Nev­ zat Ayvacı'mn evinde toplanılacaktı. Antalya'da 30 Ağustos Caddesi'ndeki eve geldiklerinde Hakan Serbest, Naci Tosun, Behçet Akyar, Harun Tokak, Ahmet Kara, Gürbüz Dönmez, Mustafa Başarı, Murat Kırımkan, Barbaros Kocakurt, Bülent Olcay ve Nevzat Ayvacı sofrayı kurmuş, onları bekliyorlardı. Önce hep birlikte yemek yediler, çay içtiler, sonra uzun bir "sohbet" yaptılar. Toplantı sonlanmış, ayrılma vakti gelmişti. Üç ayrı otomobille yola çıktılar. Gürbüz Dönmez, Mustafa Başarı, Murat Kırımkan, Bülent Olcay ve Barbaros Kocakurt, 34 AE 306 plakalı Mercedes mar­ ka otomobile bindi. Isparta üzerinden İzmir'e gideceklerdi. Fetullah Gülen ise Hakan Serbest yönetimindeki Murat 131 marka otomobildeydi. Yanındaysa Naci Tosun, Nuri Muham­ med Sungur, Tabip Üsteğmen Mustafa Sarsılmaz vardı. Nuri Muhammed Sungur'u Burdur'daki birliğine bıraka­ cak, sonrasında İzmir' e ardından da İstanbul'a geçeceklerdi. Arkalarında onları takip eden 07 HY 811 plakalı Nevzat Ayvacı yönetimindeki Murat 131' deyse Behçet Akyar, Harun Tokak ve Ahmet Kara bulunuyordu. Onların güzergahı da Burdur, İzmir ve İstanbul' du. Böyle planlamışlardı... Fetullah Gülen'in içinde bulunduğu otomobil, Antalya'dan henüz çıkmıştı. Burdur girişine geldiklerinde tepe lambası 56


yanan iki polis otomobili, yolu sağlı ve sollu kesmişti. Resmi üniformalı altı polis yol kenarında bekliyordu. Hemen arka­ larında polis otosunu kendilerine siper eden, ellerinde uzun namlulu silahlarla sivil polisler de vardı. Fetullah Gülen ve beraberindekiler şehir girişinde yolu kesen polislerin rutin bir kimlik uygulaması yaptığım düşün­ dü. Daha önce de benzer uygulamalarda polisle karşı karşıya geldiği olmuştu. Her seferinde, kardeşi Seyfullah Gülen'e ait üzerine kendi fotoğrafım yapıştırdığı nüfus cüzdanım göste­ rerek kurtulmuştu. Otomobilin içindekilere, "Telaşlanmayın. Kimlik kontrolüdür" dedi. Oysaki polisler bu kez onun için gelmişti... Merkezin kendilerine bildirdiği otomobilin plakasını yol kenarında bekleyen polis memurlarından biri fark etti. "Geli­ yorlar" diye bağırdı. Bir tanesi elinde "Dur" levhasıyla yolun ortasına geçti. Kendilerine doğru gelen otomobilleri yolun sa­ ğına doğru çekmeleri için eliyle işaret yaptı. Hakan Serbest yönetimindeki içinde Fetullah Gülen'in bulunduğu otomobil­ le, Nevzat Ayvacı'mn kullandığı hemen arkalarındaki diğer otomobil birbirlerinin peşi sıra durdu. Murat 131 marka iki otomobil arka arkaya park etti. Üni­ formalı polisler park halindeki otomobillere doğru yönelir­ ken onlara ellerinde uzun namlulu silahlarıyla sivil polisler de eşlik ediyordu. Onlara yaklaştıkları anda bir polis memuru sert bir ses tonu ile, "Herkes arabadan insin. Elleriniz görünür bir şekilde aşağıya inin" dedi. Dokuz kişi komutlara uyarak otomobille­ rinden dışarı çıktı. Aynı polis, Arkanızı dönün ve elleriniz havada otomobile yaslanın" diye bağırdı. Fetullah Gülen, o an bunun rutin bir kimlik kontrolü olmadığım anladı. Ya­ nındaki Naci Tosun'a kaygılı gözlerle baktı. Polislerin duya­ mayacağı bir şekilde, fısıltıyla, "Beni tanımıyorsunuz" dedi. Naci Tosun mesajı almıştı. Polisler, sırtları kendilerine dönük halde otomobile yas­ lanmış şüphelilerin üzerini hızla aradı. Üzerlerinde silah yoktu. Şimdi sıra kimlik kontrolündeydi. Kimlikler teker 11

57


teker toplandı. Polis ekibinin başındaki amir, kendisine ve­ rilen kimlikleri kontrol etmeye başladı. Burdur'da ilk gözaltı Bingo! Fetullah Gülen ellerindeydi. Kendilerine daha önce yapılan ihbarda Seyfullah Gülen' e ait sahte nüfus cüzdanı kullandığı belirtilmişti. Dokuz kişi, arama yapıldığı sırada olay yerine gelen polis minibüsüne bindirildi. Aynı anda Isparta girişinde durdurulan otomobilin içindeki beş kişi de gözaltına alınmıştı. Yakalamayı yapan ekibin başındaki emniyet amiri, oto­ mobile yöneldi. Sağ kapısını açtığı arabanın torpidosundaki telsizi çıkardı, mandala bastı: "Merkez, malum şahıs ve bera­ berindekileri aldık. Şubeye geliyoruz." Polis şefinin telsizden ettiği anonsun sesi ve içeriğiyse da­ kikalar içinde Ankara'ya ulaşacak, "malum şahsın" yani Fe­ tullah Gülen'in gözaltına alındığı haberi duyulacaktı. Polisler, koltuk altından tuttukları şüphelileriyle Burdur Emniyet Müdürlüğünden içeri gururla girdi. Önemli bir ya­ kalama yaptıklarını düşünüyorlardı. Fetullah Gülen ve bera­ berindekilerin üst aramalarından ve otomobilden çıkanları tutanak yapıyorlardı. Henüz onları nezarethaneye bile koy­ mamışlardı. Gözaltıların ardından bir saat bile geçmiş değildi. Burdur Emniyet Müdürlüğünün telefonları çalmaya baş­ ladı. İçişleri Bakanlığından, Adalet Bakanlığından, Emniyet Genel Müdürlüğünden arıyorlardı. Milletvekilleri de cabasıy­ dı. Herkes Fetullah Gülen'i soruyordu. Neredeyse, yaptıkları yakalama için fırça yiyeceklerdi. O aşamaya gelinmişti. Biraz önce emniyet müdürlüğünün merdivenlerini gururla çıkan polisler, şimdi bu yakalamayı yaptıkları için "Nereye sürgün ediliriz?" diye kendi aralarında konuşmaya başlamıştı. Fetullah Gülen ve arkadaşlarının "ağır" misafir olduğu anlaşılmıştı. O halde, iyi ağırlanmaları gerekliydi. Nezaretha­ neden hemen çıkartıldılar. İki ayrı rütbelinin odası gözaltına alınanlara tahsis edildi. Biraz sonra kendilerine çay servisi bile yapılmaya başlanmıştı! 58


Saatler ilerledikçe durum belirginleşiyordu. Başbakan Tur­ gut Özal, Fetullah Gülen için devredeydi. Burdur Emniyet Müdürü, yaptığı telefon görüşmelerinden mesajı çok net bir şekilde almıştı. Terörle Mücadele Şube Müdürü'ne uygun bir lisanla durumu anlattı. En hafifinden bir sorgu yapıp, Fetullah Gülen ve arkadaşlarım bir an önce adliyeye göndermeliydiler. Fetullah Gülen ilk kez sorgulanıyor Burdur Emniyet Müdürlüğüne o gün o kadar telefon gel­ mişti ki, polisler ifade alma işlemine bir türlü başlayamıyor­ du. Hazırlanan sorular çıkartılıyor, değiştiriliyordu. Bu şart­ lar altında Gülen'in ifadesinin alınması ertesi güne yani 13 Ocak'a sarktı. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğündeki odada üç kişiy­ diler. Komiser Ramiz Külcü, polis memuru Naci Kayhan ve Fetullah Gülen. Polis memuru Naci Kayhan, daktilosunun başında iki nüsha olarak yapılacak ifade tutanağı için kağıtların arasına karbon kağıdı yerleştiriyordu. Komiser Ramiz Külcü ise dü­ şünceli bir şekilde volta atıyor, zaman zaman masanın üstün­ de duran çayından bir yudum alıyordu. İçlerinde en sakin ve rahatıysa Fetullah Gülen'di. Polis memuru Naci Kayhan, "Hazırım komiserim" dedi. İfadeye başlıyorlardı. Komiser Ramiz Külcü, ana, baba adı, doğum yeri, tarihi, mesleği, adres bilgileri gibi klasik soruları yönelttikten sonra Fetullah Gülen' den aldığı yanıtları ifade metnine şu şekilde geçirdi: "Aslen Erzurum İli Merkez Lalapaşa Mahallesi nüfusuna kayıtlı olup, halen İzmir Tepe Mahallesi Silim Matbaasının üstünde annesinin yanında kalır. Herhangi bir iş yapmadığı­ m beyan eden, İlkokul mezunu Ramiz ve Rabiye oğlu 1941 doğumlu Fetullah Gülen." İfade artık başlamıştı. Masanın üstünde duran çayından bir yudum aldıktan sonra ilk sorusunu yöneltti: "12 Eylül 1980 harekatından beri Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 59


tarafından arandığınızı bildiğiniz halde neden teslim olmadı­ nız?" Fetullah Gülen'in yanıtı kısa oldu: "Uzak ve yakından do­ laylı olarak yaptığım girişimler sonunda aranmadığım kana­ atine vardım. Bir müddet beklediğim takdirde arama kara­ rının kaldırılacağı düşüncesiyle güvenlik kuvvetlerine teslim olmadım." Komiser Ramiz Külcü, ikinci soruya geçmeden önce elin­ dekı sorulara bir kez daha baktı. Bu kadar baskıya rağmen yine de bazı soruların çıkartılmamasına sevinmişti. Şimdi soracağı soru da onlardan biriydi. "En azından Nurcu faali­ yetlerde bulunduğu ve stratejisinin farkında olduğumuzu bu şekilde resmi kayıtlara geçiriyoruz" diye düşünerek sorusu­ nu yöneltti: "Türkiye genelinde Fetullah Gülen'in grubu Nurcu kesi­ min lideri olarak bilinmektesiniz. Amacınızı ve ülkeyi kendi stratejiniz gereği kaç bölgeye ayırdığınızı anlatınız." Fetullah Gülen'in cevabı yine kısa ve inkar üzerine kuru­ luydu: "Bana isnat edilen Nurcu grubun lideri değilim. Böyle bir faaliyette de bulunmadığım kanaatindeyim. Ülkenin belli bölgelere ayrılması konusunda da herhangi bir bilgim bulun­ mamaktadır." Komiser Ramiz devam etti: "Beş yıldan uzun bir süredir aranmaktasınız. Bu süre zarfında nerelerde saklandınız, ba­ rındınız ve kimlerden himaye gördünüz?" "Ben arandığım süre zarfında herhangi bir kişi, gruptan yardım ve destek görmedim. Benim altı erkek iki kız olmak üzere sekiz kardeşim bulunmaktadır. Bunlardan dört tanesi Erzurum' da ikamet etmekte, Salih Gülen ismindeki kardeşim Gülen matbaası çalıştırmaktadır. Diğer üç kardeşim de aynı matbaaya ortaktırlar. İzmir' de Silim Matbaası sahibi olan kardeşim Mesih Gülen de meşkur ilde ikamet etmekte olup, zaman zaman bunların yanında da kalarak kardeşlerimden maddi yardım görmekteyim." Fetullah Gülen'in verdiği yanıt hem Komiser Ramiz Külcü'nün hem de ifadeyi daktiloya geçiren polis memuru 60


Naci Kayhan'ın sinirlerini alt üst etmişti. Göz göze geldiler. İkisi de aynı anda ceplerinden çıkardıkları Samsun sigarala­ rından yaktı. Yakalandığı andan itibaren bile siyasilerden ge­ len telefonlar nasıl himaye edildiğinin göstergesiydi. Kimdi bu Fetullah Gülen? İlkokul mezunu bir vaize devlet katındaki bu ilginin sebebi neydi? Bunun yanıtını ikisi de yıllar sonra ancak anlayabileceklerdi. Komiser Ramiz sormaya devam etti: "Burdur'a ne maksat­ la geldiniz? Antalya'ya gidiş nedeniniz ve Nevzat Ayvacı'yı nereden tanıdığınızı açıklayınız." "Suudi Arabistan'da görev yapmakta olan ve halen Bur­ dur 58. Er Eğitim Tugay Komutanlığı'nda kısa dönem bedel­ li askerliğini yapmakta olan ve daha önce de yetiştirdiğim talebelerimden olan Nuri Mehmet Sungur'u ziyaret etmek amacıyla Burdur'a 12 Ocak 1986 günü geldim. Adı geçen ere çarşı izni aldıktan sonra birlikte Antalya'ya daha önceden ta­ nımış olduğum Nevzat Ayvacı'yı ziyaret etmek ve anılan ili gezmek amacıyla gittik. Aynı gün akşamı saat 17.00 sıraların­ da Burdur'a giriş yapacağımız sırada güvenlik kuvvetlerince durdurulduk ve kimlik kontrolü sırasında benim aranan bir kişi olmam nedeniyle ben ve beraberimde bulunan arkadaş­ lar Nevzat Ayvacı, Behçet Akyar, Ahmet Kara, Harun Tokak, Hakan Serbest, Naci Tosun, Er Nuri Muhammed Sungur ve Üsteğmen Mustafa Sarsılmaz isimli kişiler yakalanmışlardır. Nevzat Ayvacı'yı daha önceki dönemlerde Antalya'ya sık sık vaaz etmek ve halka hitap etmek amacıyla gittiğim dönem­ den tanımaktayım ve yakın ilişki içindeyim." Elindeki soru metnine baktı. Üç soru daha kalmıştı. Bir an önce bitse de kurtulsak diye düşündü: "Kendi cemaatini­ ze hitap etmek ve onları etkilemek hatta halkın ilgisini daha fazla çekebilmek amacıyla çeşitli eserler ve videobantları dol­ durmakta olduğunuz bilinmektedir. Bu şekilde çalışmaktaki amacınız ve hedefiniz nedir? Ülkede uzun vadede ayrı bir yö­ netim gerçekleştirebilmeyi mi amaçlıyorsunuz?" "Halka irşade (hitap etme) Diyanet teşkilatında görev yap­ tığım dönemde başladım. Yapmış olduğum vaazlarımda ve 61


konuşmalarımda şahsi menfaat ve çıkar gözetmedim. Ancak beni sevenlerin çok olduğunu ve Türkiye genelinde geniş bir kitlenin bana karşı hayranlık duymuş olması mümkündür. Söz konusu kasetler ve videolar ben konuşmamı yaparken bana hayranlık duyan ve sesimi başka topluluklarda dinlet­ mek isteyen taraftarlarımca (cemaatçe) benim herhangi bir is­ teğim olmaksızın alınmaktadır. Bunlar bilahare benim bilgim dışında piyasada çoğaltılmakta ve halka satılmaktadır. Bu sa­ tışlardan benim herhangi bir gelirim yoktur." Fetullah Gülen'in cevaplarını daktilo eden polis memuru Naci Kayhan, kahkahasına engel olamadı. Gülen'in verdiği cevaplar sinirleri bozmuştu, gülmeye başladı. "Adamın söy­ lediği yalanları yazılı hale getiriyorum. Düştüğüm hale bak," diye düşündü, kendini hemen toparladı. "Yurtdışı ve özellikle Hollanda ve F. Almanya iltisağınız olduğu bilinmektedir. Bu konuda ayrıntılı bilgi veriniz." Fetullah Gülen kendisine sorulan sorulardan devletin ken­ disiyle ilgili nelerden haberdar olup olmadığını da anlıyordu. Ülkeyi, örgütün stratejileri doğrultusunda bölgelere ayırdığı­ nı biliyorlardı. Bunu daha önce sormuşlardı. Şimdi de Alman­ ya ve Hollanda'daki bağlantılarını soruyorlardı. Yanıtladı. "12 Eylül öncesi dönemde Almanya ve Avusturya gibi dış ülkelerden davet teklifleri aldım. Bilahare, Diyanet Teşkilatı tarafından F. Almanya'ya görevli olarak gönderildim. Bura­ da fazla kalamadım. Bir ay kadar kaldıktan sonra ülkeye geri döndüm. 12 Eylül sonrasındaki dönemdeyse dış ülkelerde belli bir adresimin de bulunmaması nedeniyle herhangi bir teklif almadım. Ancak özellikle F. Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde bizim ce maat mensubu arkadaşlarımız bulunmak­ ta olup, bunların Türkiye'ye gelişlerinde görüşmelerimiz olmuştur. İsim verecek olursam halen Hollanda' da çalışan Necdet Başaran'la aslen Ankara Şereflikoçhisarlı olan Mithat isimli kişileri söyleyebilirim." Artık son soruya gelmişlerdi. Fetullah Gülen'in yalanla­ rına daha fazla katlanmayacaklardı: "Lideri bulunduğunuz cemaatin Türkiye genelinde çok sayıda öğrenci yurdu, va62


kıf, özel koleji bulunduğu bilinmektedir. Özellikle eğitim kuruluşlarına yönelik bu şekilde çalışma tarzınızın amacı nedir?" "Başlangıçta söylediğim gibi herhangi bir cemaat lideri değilim. Ancak Türkiye' de eğitime yardımcı olmak gayesiyle muhtelif illerde öğrenci yurtları, özel kolejler ve dershaneler olduğunu biliyorum. Sayıları hususunda kesin bir şey söyle­ yemeyeceğim. Bu hususta bir diyeceğim yoktur." Gülen, kendisine sorulan soruyu da örgütün inkar ve ya­ lan stratejisine uygun olarak yanıtlamıştı. İfade alma işlemi böylece bitti. Adliyeye çıkartılan Fetullah Gülen ve arkadaş­ ları serbest bırakıldı. Artık aranmıyordu. Yazarın Değerlendirmesi ve notu: • Kendisine yöneltilen "neden teslim olmadın?" şeklin­ deki soruya Fetullah Gülen'in verdiği yanıt, birkaç saat son­ ra serbest kalacak olmasının da cevabıydı aslında. Gülen, "uzak" ve "yakından" yaptığı temaslar neticesinde "aranma­ dığı" kanaatine vardığını söylemişti. Kağıt üzerinde "aranı­ yor" ama mevcut siyasi irade açısından aranmıyordu. O gün Fetullah Gülen'in "yakalanması" ile birlikte kağıt üzerindeki "yakalanma" kararı da silinmiş oldu. • 32 yıl önce polislerin, Fetullah Gülen' e "Ülkeyi kendi stratejiniz gereği kaç bölgeye ayırdınız?" şeklindeki ikinci so­ rusuysa birçok şeyi açıklar nitelikteydi. Bu sorudan anlıyoruz ki, güvenlik güçleri o günlerde bile Fetullah Gülen'in ülkeyi bölgelere ayırarak bir yapılanma oluşturduğu konusunda bil­ gi sahibiydi. Gülen ise kendisinden beklendiği üzere bu iddi­ ayı kabul etmedi ve "ülkenin belli bölgelere ayrılması konu­ sunda bir bilgim bulunmamaktadır" yanıtını verdi. • 13 Ocak 1986'da Fetullah Gülen'e sorulan ve yanıtı alınamayan o soru 15 Temmuz 2016' daki darbe girişimin­ den sonra oluşturulan TBMM Darbe Girişimini Araştır­ ma Komisyonu'na MİT'in sunduğu raporla girdi. MİT, FETÖ'nün ülkeyi beş bölgeye ayırdığım 36 sayfalık rapo­ ruyla sundu. MİT'in raporuna göre, FETÖ / PDY ülkeyi beş 63


bölgeye ayırmıştı, İstanbul, İzmir, Ankara, Gaziantep ve Er­ zurum bu bölgelerdeki sorumlu illerdi. • "Ülkede uzun vadede ayrı bir yönetim gerçekleştire­ bilmeyi mi amaçlıyorsunuz?" sorusu, o yıllarda bile güven­ lik güçlerinin Gülen'in "niyetinden" haberdar oldukları ko­ nusunda ipucu verir nitelikteydi. Fetullah Gülen bu soruyu yanıt vermeden geçiştirdi. Yıllar yıllar sonraysa örgütün devletin tüm kadrolarının içine nüfuz ettiği ve devlet için­ de devlet tesis ederek kendi tarzıyla yönetme çabası ortaya çıktı. Firari gazeteciden manipülasyon ve Allah ile aldatmak Halen FETÖ firarisi olarak aranan "gazeteci" Faruk Mer­ can, Eylül 2008'de Doğan Kitap'tan çıkan "Fetullah Gülen, Gülen'in sıradışı hayatı, ABD'de geçirdiği dokuz yılın hikaye­ si ve Gülen'le son röportaj" adını taşıyan kitabında, 12 Ocak 1986' daki yakalanış hikayesine yer verdi. Tabi ki gerçeklerin üzerini örterek ve manipüle ederek olayları aktardı. Soruları ve cevapları değiştirdi. Gazetecilik sorumluluğu içinde ka­ muoyuna gerçekleri aktarma görevi yerine "Hoca efendisinin PR'ını, propagandasını yaptı. Gerçekle bağdaşmayan ifadele­ re kitabında yer verdi. Faruk Mercan, Fetullah Gülen'ın 1986' da kendisiyle birlik­ te 14 kişinin yakalandığı günü, kitabının 120-123 sayfalarında "Burdur' daki tatsız günün sonu" başlığıyla kaleme aldı. O anları şu satırlarla anlattı: • "O sabah Gülen sorguya alındı. Sorgucu, 'Sen Türkiye'ye şeriat getirme, Cumhuriyeti yıkma ve dini esaslar üzerine devlet kurma kararı içinde bulunan bir cemiyetin başındasın' dedi. Gülen, 'Ben senelerce devletin vaizi olarak cami kürsü­ lerinde Allah'ı ve Peygamberi anlattım. Fırsat olursa yine an­ latırım' dedi." (s.121) • "Başbakan Turgut Özal'ın olaya müdahale etmesiyle Gülen hücreden çıkartılmıştı ve bir odada sorgulanıyordu. Sorulardan biri, 'Niye teslim olmadınız?' şeklindeydi. Gü­ len, 'Kaldığım yerden ayrıldım, siz gelmişsiniz. Annemin 64


evine geldiğimde siz gitmişsiniz. Allah beni sizinle karşı­ laştırmadı. Ben de kendi irademle gelip teslim olmadım' ." (s.121) Oysaki Faruk Mercan'ın kitabında yer verdiği Fetullah Gülen'in bu cevaplarıyla orijinal sorgu tutanaklarındakilerin tek kelimesi bile birbirini tutmuyordu. Bunun dışında başka bir ayrıntı daha vardı. Fetullah Gülen, kendisine yöneltilen yedi soruya verdiği cevaplarda tek bir kez bile "Allah" ve "Peygamber" kelimelerini kullanmamıştı. Faruk Mercan ise kitabında yer verdiği iki sorunun cevabının içine, iki kez Al­ lah bir kez de Peygamber'i katmıştı. Sorguda "yalan", sosyal hayat içinde "yalan", gazetecilik­ te "yalan" ... Örgütün omurgası "yalan" üzerine kuruluydu. Örgütün gazetecisi de kendinden bekleneni yapmıştı. Fetul­ lah Gülen'in ifadesinde söylemediği sözleri söylemiş gibi ki­ tabında yer vermişti. Bunun nedeniyse açıktı. Gülen'in sonradan uydurulan aslında sorgusundan hiç söylemediği sözlerde "uhrevi" un­ surlar vardı. Allah yolunda vaaz eden bir din adamı imajı veriliyordu. Gözaltına alınmıştı ama bu onu yolundan geri çevirmeyecekti. Bir taraftan bu vurgulanırken diğer taraftan da "Niye teslim olmadınız?" şeklindeki soruya verdiği iddia edilen, "Kaldığım yerden ayrıldım, siz gelmişsiniz. Annemin evine geldiğimde siz gitmişsiniz. Allah beni sizinle karşılaştır­ madı. Ben de kendi irademle gelip teslim olmadım" yanıtıyla da kendine "özel" bir anlam kazandırıyor, paye veriyordu. "Allah, onu öylesine seviyordu ki, yakalanmasını bile engel­ liyordu!" Tamamen verilmek istenen imaj buydu. İşte, "Allah ile aldatmak" tam olarak buydu. Otomobildekilerden biri: Nevzat Ayvacı Nevzat Ayvacı, Fetullah Gülen'in ifadesinde "tanıdığını" inkar etmediği bir isimdi. Kimdi Nevzat Ayvacı? Poliste verdiği ifadeye göre o tarihlerde lastik ayakka­ bı toptancısıydı. Para işlerinden anlayan biriydi. İlerleyen 65


yıllarda örgütün finans sorumluluğu yöneticiliğine kadar geldi. Gülen'in çekirdek kadrosu içerisinde yer aldı. Nevzat Ayvacı, Fetullah Gülen'i İzmir ve Antalya'daki vaazlarından tanıdığını söyledi. Polis sorgusunda, kendisi­ ne yalnızca iki soru yöneltildi. Son soru, Nevzat Ayvacı'nın güvenlik güçleri için tanınan bir isim olduğunu, Nurcu fa­ aliyetlerde bulunduğu için geçmişte de gözaltına alındığını gösteriyordu. Nevzat Ayvacı'ya, Çamlıca Yurdu'nda yakalandığı hatırla­ tılarak, "Nurcu kesimin bölge sorumlusu durumunda bir fa­ aliyet içerisinde olduğunuz bilinmektedir. Konu hakkındaki izahatı yazınız" dendi. İfadesine, "Burdur ilinde Nurcu kesime ait olan Çamlıca Yurdu" diye başladı. Orada tanıdığı ve görüştüğü isimleri verdi Ancak ifadesinin başında söylediği cümleyi şöyle inkar etti: "Yukarıda yanlış bir ifade kullandım. Burdur' daki Çam­ lıca Yurdu'nun Nurcu kesime ait olup olmadığını tam olarak bilmiyorum" dedi. İfadesinde son sözleri bunlar oldu. Nevzat Ayvacı'nın polis sorgusunda, "Nurcu Çamlıca Yurdu'nda görüşüyordum" dediği isimler "Kazım Tekkoyun, İsmail Tüzün, Erdoğan Tüzün, Mehmet Öcal, Yusuf Kenan Karahan ve Haşım Keskin' di." Kollanan Nurcular 1986 yılında devlet arşivlerine giren bu isimler, sorunsuz­ ca, hatta kollanarak bir hayat sürdüler. Kazım Tekkoyun: Antalya İmam Hatip Lisesi'nden 1975'te mezun oldu. Aynı yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsüne girdi. Okula devam ettiği bu yıllarda aynı zamanda Bornova Müftülüğünde imam-ha­ tip olarak da çalışıyordu. 1979' da Yüksek İslam Enstitüsünden mezun oldu. İlk görev yeri doğduğu yer olan Denizli'nin Tavas ilçesiydi. Vaiz olarak göreve başladı. Yıl 1980'di. 1983-1985 yıl­ ları arasında Almanya' da din görevlisi olarak bulundu. Eğirdir vaizliği, Burdur Cezaevi vaizliği, Burdur İl Müftü Yardımcılığı, Isparta Atabey İlçe Müftülüğü, Isparta Eğirdir 66


İlçe Müftülüğü yaptı. Eğirdir Müftüsü iken Belçika'ya gitti. Brüksel Din Hizmetleri Müşavirliği nezdinde 2002-2005 arası üç yıl boyunca din görevlisi olarak çalıştı. Yurda döndüğünde önce Mardin Kızıltepe İlçe Müftüsü, ardından 2008'de Deniz­ li Müftü Yardımcılığına atandı. Yedi yıl burada görev yapan Kazım Tekkoyun, 14 Ekim 2 015'te Edirne İpsala İlçe Müftüsü oldu. Son görev yeri burası oldu. 15 Temmuz darbe girişiminden sadece yedi gün sonra yani 22 Temmuz 2016'da FET Ö / PDY örgütü kapsamında başlatılan soruşturmayla görevden alındı. Devletin resmi belgelerinde Nurcu ve Fetullahçı yapılanma içerisinde olduğu 1986'dan beri kayıt altında olan Kazım Tekkoyun' un görevden alınması ancak 15 Temmuz 2016' da, yani tam 30 yıl sonra mümkün olabildi. Sadece bu örnek bile aslında örgütün ne kadar göz önün­ de olup da herkesin "görmedim", "bilmedim", "duymadım" dercesine üç maymunu oynadığının göstergesiydi. Erdoğan Tüzün: Örgütün en yüksek karar merci olan Tayin ve İstişare Ku­ rulunda olduğunu kamuoyu ancak 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra öğrendi. Polis kayıtlarına göre, 1 Ekim 2015'te yurtdışma kaçtı. Halen yakalanamadı.

Şanssız damat 12 Ocak 1986'da Fetullah Gülen ile birlikte yakalananlar­ dan biri olan Nevzat Ayvacı da cemaatin FETÖ olmasıyla birlikte sırra kadem bastı. Tespitlere göre, 19 Kasım 2015'te yurtdışına kaçtı. Adalet Bakanlığı tarafından hakkında kırmı­ zı bülten çıkartıldı. Yakalanamadı. Nevzat Ayvacı, damadım da örgüt içinden seçmişti. Kızı Betül ile evlendirmişti. Damadı, iş insanı İzzet Bayar'dı. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkam'ydı. 2015 Nisan'ında Antalya'da yapılan FETÖ / PDY operas­ yonundan haberdar oldu, bir gün önce kayıplara karıştı. Dört ay boyunca izine rastlanmayan İzzet Bayar, 15 Temmuz dar­ be girişiminden sadece bir hafta sonra 22 Temmuz 2016' da 67


Antalya'nın Korkuteli ilçesinde firari kayınpederi Nevzat Ayvacı'ya ait yazlık evde yakalandı. Oldukça ilginçti. "Kaçak" biri, kendisi gibi aranan hem de kırmızı bültenle aranacak kadar önemli bir FETÖ mensubu olan, kayınpederinin evinde saklanması anlaşılır gibi değildi. Çünkü polis, normalde aranan kişilerin evini sürekli kontrol altında tutardı. Komşular da "aranan bir kişinin" evindeki hareketlilikten şüphelenebilir ve durumu polise bildirebilir­ lerdı. Ancak, polisin orayı kontrol etmediğinden emin olursa­ nız böyle bir evde saklanabilirdiniz. Polis, yargı mensupları, gazeteciler, kamuoyu İzzet Bayar'ın Nisan 2015'teki operasyondan nasıl haberdar oldu­ ğunu ve kaçtığını, dört ay boyunca nasıl gizlendiğini, giz­ lenmek için neden "aranır" durumdaki kayınpederi Nevzat Ayvacı'nın evini tercih ettiğini merak etmedi. Bugün bile bu konuyla ilgili resmi kayıtlarda en ufak bir bilgi yok. 15 Temmuz darbe girişiminden bir hafta sonra yakalanan ve gazete manşetlerinde yer alan İzzet Bayar, beş ay sonra yani 16 Aralık 2016'da tahliye edildi. Aylarca firari olarak dolaşan İzzet Bayar serbestti! Tahliye kararından sonra tekrar hakkında adli bir işlem yapılmayacağını düşünmüş olmalı ki, kaçmadı. Ancak bu kez yanılmıştı. İzzet Bayar, sekiz ay sonra tekrar gözaltına alındı, "Kim­ se Yok mu Derneği'ne üye" olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Mart 2018' de Antalya İkinci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı. Halen cezaevinde ... Fetullah Gülen ile birlikte yakalananlar kimdi, şimdi neredeler? Mustafa Sarsılmaz: 12 Ocak 1986' da Fetullah Gülen ile birlikte yakalandığında Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde anato­ mi asistanı doktor ve üsteğmendi. 27 yaşındaydı. İfadesi: Polis sorgusunda kendisine iki soru soruldu. Biri özgeçmi68


şi, diğeriyse Fetullah Gülen'i nereden tanıdığıydı. İfadesi bir sayfa tuttu. Mustafa Sarsılmaz Fetullah Gülen'i tanımadığını söyledi: "Bize kendisini Abdullah hoca diye tanıtan ve ismini sonradan Fetullah Gülen olarak öğrendiğim kişiyi daha ön­ ceden tanımıyorum. Kendisi bana tanışmamız sebebiyle bir adet Sızıntı dergisi hediye etti" Sonrası: 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat ettiği 17 Nisan 1993'te GATA'da nöbetçi subaydı. Özal'ın vücut bütünlüğü­ nü bozmadan kokmayı önlemek için vücut boşluğuna kimya­ sal madde enjekte eden ekipte yer aldı, cesedi yıkadı. Binbaşı rütbesiyle TSK'dan emekli oldu. Sonrasında Fetullah Gülen cemaatine ait Şifa Hastanesi'nde Dekan olarak görev yaptı. Bugün: Örgüt yöneticisi ve üyesi olduğu iddiasıyla aranıyor. T ürkiye'yi terk etti. Mustafa Sarsılmaz, T ürk yargı organları tarafından arananlar listesinde. 13 Temmuz 2018'de Anadolu Ajansı muhabiri tarafından ABD'de görüntülendi. Mustafa Sarsılmaz'ın Virginia eyaletindeki FETÖ bağlantılı Virginia International University bünyesinde görev yaptığı bu sayede ortaya çıktı. Mustafa Sarsılmaz, ailesiyle birlikte çalıştığı üniversiteye yakın villada yaşıyor. Çalıştığı üniversitede bir başka FETÖ firarisi eski polis ve Taraf gazetesi yazarı Emrullah Uslu ile FETÖ mensubu İsa Saraç da görev yapıyor.

Para kaynaklarının başındaki isim Naci Tosun: 12 Ocak 1986'da: Serbest mühendis ve müşavir olarak çalışıyordu. Eski­ şehir'de yaşıyordu. 36 yaşındaydı. İfadesi: "Bu şahsı hiç tanımam, ancak ismini duydum. Bir araya gelmediğimize göre tesadüf falan da söz konusu olamaz. Eşim hamileydi. Eskişehir' e acele dönmem gerekti. Antalya çıkışında yolun kenarında arıza yapmış bir taksi duruyordu. 69


Durumu anlattım. Uygun gördüler ve beni de aldılar. Araba­ da yolda gelirken hiçbir şeyden bahsetmediler." Sonrası: FETÖ'nün en önemli kurumsal şirketi Kaynak Holding'in kurucuları arasında yer aldı. Yıllarca yönetim kurulu başkanı olarak görev yaptı. Fetullah Gülen'in en önemli çekirdek kad­ rosu içinde yer aldı. Bugün: 6 Şubat 2014'te Türkiye'yi terk etti. Güney Afrika'da oldu­ ğu sanılıyor. Naci Tosun, örgüt için şüphesiz en önemli isimlerden bi­ riydi. Himmet, para kaynaklarının başında hep o vardı. Naci Tosun'u anlatırken yeğeni Utku Tosun'a değinmek gerekiyor. Her ikisinin de hem 1986'da hem de 2014'te kesişen bir yol hikayesi vardı. Aslında o yol hikayesi, Türkiye'nin Gülenciler tarafından nasıl kuşatıldığının da bir göstergesiydi. Amca Tosun Fetullah Gülen'in yanında, yeğen Tosun Kuleli Askeri Lisesi'nde yakalandı Naci Tosun, 12 Ocak 1986' da Fetullah Gülen ile aynı oto­ mobilin içinde gözaltına alınırken, aynı tarihte yani 1986' da, Fetullah Gülen cemaati mensuplarının askeri liselere sızdığı­ na dair bilgiler üzerine Kuleli Askeri Lisesi'nde soruşturma başlatılmıştı. Okul Komutanı Yaşar Büyükanıt'tı. 200'ün üzerinde askeri lise öğrencisi soruşturma geçirdi. O gün bazı öğrenciler askeri lisedeki cemaat yapılanmasıyla ilgili itiraflarda bulundu. Ko­ mutanlarına, askeri lisedeki cemaat yapılanmasına dair, bil­ giler, isimler verdi. İtiraflar sonunda ortaya çıkan isimlerden biri de, 4180 okul numaralı Utku Tosun' du. İtiraflarda yer alan bilgilere göre Utku Tosun, birkaç arka­ daşını Gülen örgütüyle ilk tanıştıran ve Işık Evleri'ne götüren isimdi. Askeri Disiplin Kurulu, Utku Tosun ve birçok öğrenci hakkında "askeri öğrenci ve subay olamaz" kararı verdi. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, o dönemde bu öğrencilerin bir kıs­ mı hakkında verilen kararı bozdu, "takip ve kontrol altında 70


tutulan askeri öğrenci statüsü" nde eğitime devam etmelerini sağladı. Ancak Utku Tosun, Kuleli Askeri Lisesi' nden atılan­ lar arasındaydı. Sivil hayata adım atan Utku Tosun, lise eğitiminin ard ından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Eko­ nomisi bölümünü bitirdi. ABD' deki Illinois Üniversitesi'nde ekonomi üzerine eğitimine devam etti. Türkiye'ye döndü­ ğünde Ege Bank ile ilgili soruşturmada görev alan üç Ban­ kacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) murakı­ bından biriydi. BDDK' da Denetim Daire Başkanlığına kadar yükseldi. Askeri Lise' den Fetullahçılık faaliyetinden dolayı atılmış olması kariyerinde olumsuz etki yaratmadı. Bilakis bu kariyer merdivenlerini hızla tırmanmasına yol açtı. Bank Asya soruşturmasını yürütecek murakıpların başındaki isim FETÖ'cü 17-25 Aralık 2013'te cemaat, hükümete yönelik en kap­ samlı operasyonunu yaptı. Kavga derin ve büyüktü, ortak­ lık bozuluyordu. Hükümetin örgüte yönelik olarak başlattığı mücadele yöntemlerinden biri de " para musluklarının kesil­ mesi" olarak belirlendi. Bank Asya'ya el koyulması gündeme geldi. Bankaya mu­ rakıplar atandı. Bu murakıpların yaptıkları çalışmayı değer­ lendirecek, en tepedeki isimse Utku Tosun olacaktı. Yani, Ku­ leli Askeri Lisesi'nden Fetullahçı olduğu gerekçesiyle atılan hem de örgütün tepe noktasındaki Naci Tosun'un yeğeni olan Utku Tosun. Bu durum, Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçaklık Daire Başkanlığında bir daire başkan yardımcısı emniyet müdürü­ nün dikkatini çekti. Emniyet, BDDK yönetimini Utku Tosun konusunda uyar­ dı. Mart 2014'te görevden alındı. Amca Naci Tosun ile yeğen Utku Tosun'un kaderleri 2014'te ikinci kez kesişmişti. Kaynak Holding'in eski Yöne­ tim Kurulu Başkanı, FETÖ'nün himmet paralarının sorum­ lusu Naci Tosun, yeğeninin BDDK' da görevden alındığı yıl, 71


6 Ağustos 2014'te yurtdışına kaçtı. Aynı yıl yeğen Utku To­ sun da firar etti. TSK'nın mahrem imamı Behçet Akyar: 12 Ocak 1 986' da: İstanbul' da yaşıyordu. Akel Kumaş şirketinin ortakların­ dandı. Olay tarihinde 31 yaşındaydı. İfadesi: "Fetullah Gülen isimli şahsı tanımıyorum, arandığını da bilmiyorum. Tanımadığım bir kişi hakkında herhangi bir bil­ gim olması mümkün değil. Antalya' da da hiçbir zaman ol­ madım. Bir yanlışlık olsa gerek veya benzetilmiş olabilirim." Sonrası: İlk kumaş mağazasını Fatih'te, ikincisiniyse Bakırköy'de açtı. 1 996' da Çorlu' da 70 bin metrekarelik bir alan üzerine kurduğu fabrikayla eşarp ve kadın dış giyimi üretimine geç­ ti. 2000'li yıllarla birlikte T ürkiye' de lO00'nin üzerinde satış noktasına ulaştı. Mağaza sayısı hızla arttı. Uluslararası mar­ kaların T ürkiye lisansörlüğünü aldı. Örgüt içinde bir dönem TSK mahrem imamlığı yaptı. Zaman gazetesi ve Samanyolu TV' de yöneticilik yaptı. Bank Asya'nın yönetim kurulu başkanlığı görevini üstlendi. Zaman gazetesinin hala firari olan eski Genel Yayın Yönet­ meni Ekrem Dumanlı, İzzet Akyar' ın kızıyla evliydi. Daha sonra boşandılar. Bugün: 1 5 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden sonra yakalama kararı çıkartıldı. Yurtdışına kaçtı. Halen firari. Yakalanamadı. İsrail imamı Harun Tokak: 12 Ocak 1 986' da: Antalya'da yaşıyordu, Kavaklımescit Camii' nin imamıy­ dı. Olay tarihinde 31 yaşındaydı. İfadesi: 72


"Bana sormuş olduğunuz şahsı (Fetullah Gülen) hiç ta­ nımam, onun için de bu şahıs hakkında hiçbir şey bilmiyo­ rum. Tanımadığım bir kişi hakkında ne bilebilirim ki. Aynı zamanda söz konusu şahısla Antalya' da hiç birlikte olmadık. Ben din görevlisiyim. Kanun kaçağı bir şahısla birlikte olmam veya faaliyetlerine katılmam mümkün değil." Sonrası: Uşak İmam Hatip Lisesi mezunu olan Harun Tokak, son­ rmnnda İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nü bitirdi. Antalya' daki imamlık günlerinden sonra öğretmenlik de yaptı. MEB eğitim uzmanlığına kadar yükseldi. 1 997-2008 yılları arasında Gülen örgütünün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanlığını yürüt­ tü. Abant ve Diyolog Avrasya platformunun oluşturulmasın­ da etkin rol oynadı. Örgütün çekirdek kadrosu içerisinde yer aldı. Emniyet kayıtlarına göre, örgüt hiyerarşisi içinde İsrail imamlığı görevi de yürüttü. Bugün: Polis kayıtlarına göre Harun Tokak, 28 Ağustos 2015-10 Eylül 2015 arasında mahkeme kararıyla FETÖ örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle takip altına alındı. Takip altındayken, 10 Ekim 2015 'te yurtdışına kaçtı. Bir süre İsrail' de yaşadığı tespit edildi. Firari, yakalanamadı. Kaynak Holding kurucusu Ahmet Kara: 12 Ocak 1986' da: İstanbul' da yaşıyordu. Fatih Erkek Lisesi'nde din dersi öğ­ retmeniydi. Olay tarihinde 28 yaşındaydı. İfadesi: "Bana sormuş olduğunuz Fetullah Gülen adındaki şahsı tanımıyorum. Tanımadığım bir kişi hakkında ne söyleyebili­ rim ki. Kanun kaçağı olduğunu ve niçin emniyete getirilmiş olduğumuzu da yeni öğreniyorum." Sonrası: FETÖ'nün Denizli' deki örgütlenmesinin ilk mimarla­ rından din hocası Mehmet Kara'nın oğluydu. Bu yüzden, 73


Ahmet Kara ilk gençlik yıllarından itibaren Fetullah Gülen' in en yakınındaki isimlerden biri oldu. Örgütün Manisa, Tur­ gutlu, Tavşanlı, Erzurum ve İstanbul imamlığını yaptı. İş adamlarıyla irtibatı koordine etti. Mali konularda etkindi. Kaynak Holding'in kurucuları arasında yer aldı. Bugün: 8 Ağustos 2014'te yurt dışına kaçtığı tespit edildi. Firari. Yakalanamadı. Fethullah Gülen'in Paşası Gürbüz Dönmez: 12 Ocak 1986: İzmir' de yaşıyordu. İlkokul mezunu olan Gürbüz Dön­ mez, o yıllarda mobilyacılık yapıyordu. 44 yaşındaydı. İfadesi: "Fetullah Gülen isimli şahsı tanımıyorum. Kanunsuz hiç­ bir şeyi sevmem. Yeni Mercedes marka bir araba aldım. Ar­ kadaşlar bana, 'sen arabayı yeni aldın. Gel biraz gezelim, Antalya'ya gidelim' dediler. Antalya' dan dönüşte de Isparta yolu üzerinden giderken polisler durdurdu. Niçin getirildiği­ miz hakkında bir bilgimiz yoktu. Benim bahsettiğiniz şahısla en ufak bir yakınlığım yok. Onun için Fetullah Gülen ile ilgili bir şey söylersem yalan olur. Çünkü hiç tanımıyorum." Sonrası: Örgütün İzmir' de gelişmesinde en aktif rol alan kişiler­ den biriydi. Hatta, Nurettin Veren' e göre Fetullah Gülen'in 1972' den itibaren hep yanında yer aldı. Örgüt içindeki kod adı "Paşa" idi. Bu isim bizzat Fetullah Gülen tarafından ve­ rilmişti. Esnaf yapılanmasına vaazları veren kişi de oydu. İzmir' de cemaate ait okulların açılmasında etkin rol oynadı. Bir dönem Özbekistan Cumhuriyetini Sevenler Demeği'nin başkanlığını da yaptı. Bugün: Emniyet kayıtlarına göre 15 Temmuz 2016'daki darbe giri­ şiminden soma yurtdışına kaçtı. Yakalanamadı. Aranıyor.

74


Zaman gazetesi genel müdürü Mustafa Başarı: 12 Ocak 1 986' da: İzmir' de yaşıyordu. O günlerde İzmir Özel Akyazılı Lisesi'nde din dersi öğretmenliği yapmasına rağmen aynı za­ manda İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde de üçüncü sınıf öğrencisiydi. 31 yaşındaydı. İfadesi: "Fetullah Gülen isimli şahsı tanımıyorum. Tanımadığım bir kişinin Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından arandığını da bilemem. Niçin yakalandığımız konusunu hiç anlamış deği­ lim." Sonrası: Örgütün eğitim ve himmet (para toplama) faaliyetlerinde etkin rol aldı. Bir dönem Zaman gazetesi genel müdürlüğü görevini üstlendi. Bugün: Yurtdışına kaçtı. Yakalanamadı. Kayıtlarda yok Murat Kırımkan: 12 Ocak 1 986' da: İzmir' de yaşıyordu. Koltuk imalatçılığı yapıyordu. Olay tarihinde 34 yaşındaydı. İfadesi: "Ben bir işadamıyım. Isparta iline vermiş olduğum işlerim var. Bu arada Gürbüz Dönmez ismindeki arkadaşım bir araba almıştı. Bu arabayı kutlayalım, hem de Antalya'daki işlerimi göreyim diye buraya geldim. Fetullah Gülen isimli şahsı tanı­ mıyorum. Tanımadığım bir şahısla Antalya' da nasıl bir arada olurum. Aynı zamanda tanımadığım bir şahıs hakkında bilgi sahibi olmam mümkün değildir." Sonrası: Murat Kırımkan hakkında o günden sonra resmi kayıtlar­ da bilgi yok. Örgütle ilişkisinin sonrasında ne düzeyde olup olmadığına ilişkin bir veri elde edilemedi. 75


Yamanlar Koleji müdürü Barbaros Kocakurt: 12 Ocak 1986'da: İzmir' de yaşıyordu, Özel Akyazı Lisesi'nde öğretmendi. 32 yaşındaydı. İfadesi: "Sormuş olduğunuz şahsı hiç tanımam. Tanımadığım bir şahsın ne gibi bir faaliyette bulunduğunu bilmem mümkün değil. Benim kanunlara saygım sonsuzdur." Sonrası: Örgütün çekirdek kadrosunda Gülen' e en yakın isimler­ den biriydi. Bütün büyük organizasyonları yönetti. İzmir' de Gülen yapılanmasının en meşhur eğitim kurumu Yamanlar Koleji'nin de müdürlüğü görevini yürüttü. Bir dönem İstan­ bul İmamlığı da yaptı. Bugün: 7 Ağustos 2014'te Türkiye' yi terk etti. Firari, aranıyor. Hakan Serbest: 12 Ocak 1986' da: İzmir doğumluydu. Ailesi İzmir' de yaşıyordu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisiy­ di Henüz 21 yaşındaydı. O gün yakalananlar arasında en genç olanıydı. Fetullah Gülen'in yakalandığı otomobili kullanıyordu. İfadesi: "Bizim genelde maddi durumumuz çok iyidir. İzmir' de mobilyacılık yaparız. Antalya' da Mehmet Bayındır diye bir arkadaşım vardı. Bu arkadaşım yeni evlendi. Onu tebrik et­ mek için Antalya'ya gittim. Antalya' dan dönmeden babamın samimi arkadaşı olan Fethi isimli bir şahsı gezerken gördüm. Kendisine sorduğumda, 'ben de İzmir' e gideceğim beraber gi­ delim' dedi. Bu durum üzerine arabaya aldım. Ayrıca İzmir' e Antalya' dan hareket ettiğimde il çıkışında yol kenarında iki kişi durmaktaydı. El tuttular. Bizim de arabamız biraz arıza­ lıydı. Tekleme yapıyordu. Biz de durduk. 'Biz Burdur' a gi­ deceğiz. Devlet memuruyuz, geç kaldık' diye söylediler. Bu 76


durum üzerine isimlerini şu an bile hatırlayamadığım iki kişiyi arabaya aldık. Burdur'a yaklaştığımızda emniyet gö­ revlileri arama yaptılar. Bizi de emniyete getirdiler. Yukarıda belirttiğim şahsın sıkıyönetim tarafından arandığı hususunda bilgim yoktu. Sadece babamın arkadaşı olması sebebiyle tanı­ maktayırn. Başka türlü herhangi bir faaliyetinin olup olmadı­ ğı hususunu bilmiyorum. Aynı zamanda bugüne kadar hiçbir şekilde ne adliyeye düştüm ne de emniyete. Benim kanunla­ rın yasak ettiği hususlara saygım sonsuzdur." Sonrası: Hakan Serbest'in ismi 1 5 Temmuz 2016' daki darbe girişi­ minden sonra ilk kez gündeme geldi. Akıncı üssünde Kemal Batmaz ve Adil Öksüz ile birlikte darbe girişimini yöneten Hakan Çiçek'in o gün V iber üzerinden Hakan Serbest ile mesajlaştığı tespit edildi. Hakan Çiçek'in aynı gün FaceTime uygulamasıyla Pensilvanya' da bulunan ve telefon rehberinde "Eczacı Abdi" olarak kayıtlı olan Abdullah Bayram ile üç da­ kika 51 saniye görüştüğü de belirlendi. Bugün: Hakan Serbest, yurt dışına kaçtı. Firari, aranıyor. Abdullah Gül kontenjanından Danıştay üyesi bir FETÖ'cü Bülent Olcay: 12 Ocak 1 986 : Mardinliydi. Eskişehir' de oturuyordu. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, hakimlik sınavını kazanmış, staj yapıyordu. 26 yaşındaydı. İfadesi: "Ben İzmir' den okul arkadaşım Mustafa Başarı ile birlik­ teydim. Bu şahıs benim Hukuk Fakültesi'nden arkadaşımdır. Fakülteden diplomamı almaya İzmir' e gittiğimde arkadaşım Mustafa'ya da uğradım. Bana Antalya'ya gideceğini söyledi. Onun arkadaşı bir şahıs araba almış. Hem onu kutlamak hem de 'Antalya' daki annemi göreyim' diye söyledi. Ben de uy­ gun gördüm. Böylece otomobilde beş kişi olduk. Bana sormuş 77


olduğunuz şahsı (Fetullah Gülen) hiç tanımam. Hiçbir yerde de görmedim. Görmediğim bir kimse hakkında herhangi bir bilgim olması mümkün değildir. Söz konusu şahısla ilgili en ufak bir fikrim yoktur. Ben de şu an bir devlet memuru sayı­ lırım. Böyle olunca herhangi bir hususu gizlemem mümkün olamaz. Şu anda tayin beklemekteyim. Başka bir işle meşgu­ liyetim yoktur." Sonrası: 1989- 1995 yılları arasında İngiltere' de diplomasi ala­ nında Birmingham Üniversitesi'nde Yüksek Lisans, Lei­ cester Üniversitesi'nde doktora yaptı. 1989 yılında Polis Akademisi'nde Yardımcı Doçent, 2003'teyse Hukuk (Uluslara­ rası Siyaset) alanında Doçent unvanı aldı. Nisan 2009' da Profe­ sör oldu. Güvenlik Bilimleri Fakültesi'nde kadrolu olarak çalış­ tı, Atılım Üniversitesi'nde Yüksek Lisans dersleri verdi. 2005-2009 arasında TÜBİTAK'ta Başkan Danışmanı olarak görev yaptı. Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Grubu'nun (SOBAG) yöneticiliğini yürüttü. Mart 2011'de dönemin Cum­ hurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Danıştay üyeliğine seçildi. 17-25 Aralık operasyonlarından sonra FETÖ'nün yargıda­ ki en etkin isimlerinden biri olduğu anlaşıldı! Danıştay penceresinde bir cüppe

2016 yılının ikinci yarısından itibaren yargı, emniyet ve T SK'ya sızan FETÖ' cülerin sistem dışına çıkartılması için mücadele veriliyordu. Bu kapsamda, 29 Haziran 2016' da TBMM' den Yargıtay ve Danıştay'ın yeniden yapılandırılma­ sına dair kanun çıktı. Bu yüksek yargıdaki cemaatçilerin tas­ fi yesi anlamına geliyordu. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Kanun teklifinin TBMM' den geçtiği o gün Ankaralılar, Danış­ tay binasındaki bir camın önüne asılmış cüppeyle karşılaştı. Bu durum, o günün hemen hemen tüm gazete haberlerine yansıdı. Ancak eylemi yapan Danıştay üyesinin kim olduğu belli değildi. Ta ki, 14 Temmuz 2016'ya yani darbe girişiminden bir gün öncesinde, Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk imzalı, "Danış78


tay üyesinden kapısına anlamlı mesaj" başlıklı haberin çıktığı güne kadar. Saygı Öztürk'ün haberinde, Danıştay üyesi Bülent Olcay'ın odasının bulunduğu ve isminin yer aldığı tabelanın altına as­ tığı, "Giderken odamı boşaltmayacağım. Hırsızlara her şey caiz" yazılı kağıt astığı vurgulanıyordu. Kağıdı kendisinin astığını söyleyen Bülent Olcay, 29 Hazi­ ran 2016' da Danıştay binasında pencereye asılan cüppenin de kendisine ait olduğunu açıklamıştı. Saygı Öztürk'ün "Niçin odanızın kapısının üzerine 'Gi­ derken odamı boşaltmayacağım. Hırsızlara her şey caiz' şek­ linde yazı astınız" şeklindeki sorusunaysa yanıtı şu olmuştu: "Odamda çok sayıda kitap var. Burada hayli zengin bir kütüphane bırakıyorum. Eğer o kitaplardan almak isteyenler varsa alsınlar diye kapımın önüne böyle bir not astım. Çün­ kü bazılarının dini hassasiyetleri nedeniyle giden bir üyenin odasında bıraktığı kitaplar alınır mı, alınmaz mı diye tered­ dütleri olur. Fetva makamı değilim ama bana göre alınabile­ ceğini belirtmek istedim." 15 Temmuz'un şifresi Danıştay' daki kapıda asılı notta gizli Danıştay üyesi Bülent Olcay, "Giderken odamı boşaltma­ yacağım. Hırsızlara her şey caiz" yazılı kağıdı Danış tay' daki odasının kapısının önüne 15 Temmuz darbe girişiminden 24 saat önce astı. Bu da, Saygı Öztürk tarafından aynı gün ha­ berleştirildi. Bülent Olcay, "Giderken odamı boşaltmayacağım" derken 24 saat sonra darbe olacağını biliyordu ve geri döneceğini mi varsayıyor ve söylüyordu? Ya peki, devamında yazdığı "Hırsızlara her şey caiz" cüm­ lesi... "Caiz" yapılmasında, işlenmesinde dince sakınca bulun­ mayan, mubah manasını içeriyor. Bu sözle de, bir gün sonra olacak olan darbeden haberdar olduğunu vurguluyor, yapıla­ bilecek her türlü kanlı girişime onay veriyordu. 79


Darbe girişimi şifreleri bu cümlelerde gizliydi. Çünkü Bülent Olcay basit bir cemaatçi, FETÖ' cü değildi. Fetullah Gülen'in 30 yılı aşkın yol arkadaşlarından, çekirdek kadroda bulunan, buna rağmen yüksek yargıda en üst nokta­ lara gelebilmiş isimlerinden biriydi. Bülent Olcay'ın o gün Danıştay' daki odasının kapısına as­ tığı, "Giderken odamı boşaltmayacağım. Hırsızlara her şey caiz" yazısının 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önceye denk gelmesi ve yukarıda söylediğim mesajları içerip içerme­ diği ne medyada, ne kamuoyunda ne de sonrasındaki yargı­ lamalar sırasında tartışıldı; gündeme bile gelmedi! Gülen'in yol arkadaşlarından tek tutuklanan isim Bülent Olcay, 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden iki gün sonra 17 Temmuz 2016'da Ankara polisi tarafından Danıştay lojmanındaki evinden gözaltına alındı. Olağanüstü şartlar nedeniyle gözaltı sürelerinin bir aya kadar uzatıldığı o günlerde Bülent Olcay'ın sorgusu üç gün sürdü. 20 Temmuz 2016' da tutuklandı. Sincan Cezaevi'ne koyulan Bülent Olcay' ın yargılamasıy­ sa Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi tarafından yapıldı. Ol­ cay hakkında hazırlanan iddianamenin hiçbir yerinde Danış­ tay' daki odasının kapısına astığı, "Giderken odamı boşaltma­ yacağım. Hırsızlara her şey caiz" şeklindeki yazının 15 Tem­ muz darbe girişiminden 24 saat önce asıldığına ve ne anlam içerdiğine ilişkin vurgu yapılmadı. Ancak yargılamalar sırasında bu yazıyı neden astığı ken­ disine soruldu. Bülent Olcay şöyle yanıtladı: "Bu yazıyı asmadan kısa süre önce dairenin yazı işleri müdürünün odasından altınları ça­ lınmıştı. Bu olayın üzerine gidilmemesi nedeniyle bunu pro­ testo amacıyla bu yazıyı astım." Bülent Olcay, tüm FETÖ' cülerin "inkar" ve "yalan" poli­ tikasını yüzü bile kızarmadan uygulamaya devam ediyordu. Tıpkı 33 yıl önce Burdur' da Fetullah Gülen ile birlikte yaka­ landığında, kendisini hiç tanımadığını söylediği gibi. Aslında 80


her FETÖ' cüden bekleneni yapmış, yalana ve inkara başvur­ muştu. Mahkemede sorulmayan sorular Ancak, bunun ötesinde vahim başka bir durum daha var­ dı. O da, FETÖ davalarının nasıl sürdürüldüğü ve ciddiye­ tiydi. Bülent Olcay'ın 14 Temmuz 2016'da Saygı Öztürk'e verdi­ ği röportajdan iddia makamının haberi dahi yoktu. Oysaki o röportajdan haberleri olsaydı, "Bülent Olcay, sa­ vunmanızda odanızın kapısına astığınız yazıyı, dairenin yazı işleri müdürünün çalınan altınlarının çalındığını, bu olayın üzerine gidilmediği için protesto maksadıyla astığınızı söy­ lüyorsunuz. Ancak 14 Temmuz 2016'da Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk'e verdiğiniz röporta jda, 'Odamda çok sayıda kitap var. Burada hayli zengin bir kütüphane bırakıyorum. Eğer o kitaplardan almak isteyenler varsa alsınlar diye kapı­ mın önüne böyle bir not astım. Çünkü bazılarının dini hassa­ siyetleri nedeniyle giden bir üyenin odasında bıraktığı kitap­ lar alınır mı, alınmaz mı diye tereddütleri olur. Fetva makamı değilim ama bana göre alınabileceğini belirtmek istedim' de­ mişsiniz. Ortadaki çelişkiyi nasıl açıklarsınız? Hangisi doğru veya hepsi mi yalan söylediklerinizin?" şeklinde bir soru yö­ neltebilirlerdi. Daha da vahimi, Bülent Olcay hakkında hazırlanan iddi­ anamede, 33 yıl önce Fetullah Gülen ile Burdur' da birlikte yakalandıklarının bilgisi de yoktu. Bu bilgi iddianamede yer almış olsa, hem Bülent Olcay'ın örgütsel geçmişi hakkında fikir sahibi olunabilir, hem de daha önce verdiği "yalan" ifa­ delerle, örgütün bu konudaki tutumu hakkında mahkeme ve kamuoyuna somut deliller sunulabilirdi. Hiçbiri yapılmadı. 14. yol arkadaşına da tahliye: Fetullah'ın otomobilinden tutuklu yok Peki, sonra ne oldu? 16 Ekim 2018' de Bülent Olcay tahliye oldu. 81


Bülent Olcay'ın tahliyesi, Anadolu Ajansı'nın o gün geçtiği haberlerde kısa, sıradan bir haber olarak yer aldı. Sanki Bü­ lent Olcay örgüt için önemsiz biriymiş gibi. Olcay'ın tahliye gerekçesiyse "sağlık sebepleriydi." Bülent Olcay "kanser mi olmuştu, ölümcül bir hastalığı mı vardı?" "Hayır." Bülent Olcay, cezaevinde sportif faaliyetler gerçekleştirir­ ken, "düşmüş", kolunu, bacağını ve kalçasını kırmıştı. Bülent Olcay, cezaevinde hangi sportif faaliyeti gerçekleştirirken düşmüştü de kolunu, bacağını ve kalçasını kırmıştı. Bunu bil­ miyoruz. Ama tahliye oldu. FETÖ'nün kumpasları Ergenekon, Balyoz vb. davalarda cezaevlerinde ölenler, ağır hasta olmalarına rağmen gözaltına alınanlar vardı. Silivri Cezaevi'nin kumpasla örülü taş du­ varlarında kansere yakalanan Kuddusi Okkır vardL Amansız hastalığına rağmen, FETÖ' cü savcı Zekeriya Öz tarafından ölüme terk edilmişti. Deniz Binbaşı Ali Tatar herkesin gözü önünde ölüme yol­ lanmıştı. MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu, Prof. Dr. Türkan Saylan, Deniz Albay Murat Özenalp, Albay Abdülkerim Kır­ cı ve nicelerinin hayatları FETÖ' cüler tarafından gasp edil­ mişti. Örgüt, sağlık sorunlarından dolayı hastanede "suçlu" ko­ ğuşunda tedavi görenlere bile katlanamıyordu. Fetullah Gü­ len, Ergenekon kumpasıyla atıldıkları cezaevinde, sağlık so­ runları yaşayanlar için "Bu işte bir GATAKULLİ var" diyerek dalga geçmekten çekinmiyordu. Şimdiyse bir FETÖ sanığı, hem de örgütün çekirdek kad­ rosundan bir isim olan Bülent Olcay, cezaevinde spor yaptığı sırada kolunu, bacağını kırdığı gerekçesiyle tahliye edilmişti. İşte tam da "Bu işte bir KATAKULLİ vardı." Ancak bundan kimsenin haberi dahi yoktu ... 33 yıl önce Fetullah Gülen ile birlikte yakalanan 14 kişiden biri olan Danıştay üyesi, o günden sonra yakalanan tek ki­ şiydi. Diğerlerinin hepsi önceden yurt dışına kaçmışh Bülent Olcay'ı da devlet bırakmıştı. 82


Tutuksuz yargılanan Bülent Olcay o günden sonra bir daha duruşmalara katılmadı. Ta ki mart ayındaki son duruşmaya kadar ... O gün tutuk­ landı. 13 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bülent Olcay'ın Fetullah Gülen ile birlikte yakalanması, resmi polis ifadeleri, tutanaklar ve mahkeme kayıtlarıyla ortadaydı. Bülent Olcay'ın Fetullah Gülen cemaati ve ya­ pısıyla 30 yılı aşkın beraberliği gün gibi açıktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, Bülent Olcay'ın geçmişiy­ le ilgili bilgiler devletin istihbarat kurumu MİT tarafından sunulmuşta. Buna rağmen mi Abdullah Gül, Bülent Olcay'ı Danıştay'a atamıştı. Yoksa, MİT böyle bir bilgiyi Abdullah Gül'e hiç sunmamış mıydı? Bu sorunun yanıtını kimse vermedi. Zaten, kimse bunun cevabını merak edip sormadı. 33 yıllık zaman makinası yolculuğumuz FETÖ konusunda başladığımız yerde olduğumuzu, en ufak bir mesafe alınama­ dığını gösteriyordu. Aklıma, çocukluğumuzda dinlediğimiz masallardaki te­ kerleme geldi, " Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Ça­ yır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, altı ayla bir güzde, bir arpa boyu yol gittim." Abdullah Gül'ün Danıştay'a atadığı üyelerden beşi FETÖ' cü çıktı Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 3 Mart 2011' de Danıştay'a 15 kişi atadı. Bunlar, "Çanakkale Valisi Abdulkadir Atalık, Yaşar Üni­ versitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ulusoy, Merkez Valisi Bülent Kılınç, Polis Akademisi Güvenlik Bilim­ leri üyesi Prof. Dr. Bülent Olcay, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Galip Tuncay Tutar, Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü Müşavir Avu­ katı Halide Esen, İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı Halil Yılmaz, eski Karayolları Genel Müdürü Hicabi Ece, Milli Eği­ tim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü İbrahim Er, Maliye 83


Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu eski Başkam Mahmut Vu­ ral, Merkez Valisi Mevlüt Atbaş, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mustafa Kökçam, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tev­ kifevleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman, Sağlık Bakan­ lığı Müsteşar Yardımcısı Yalçın Ekmekçi ve Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Zeki Yiğit'ti." 3 Mart 2011' de Abdullah Gül tarafından bizzat Damştay' a üye olarak atananlardan sadece Bülent Olcay FETÖ mensubu değildi. Başkaları da vardı. Kimler mi? Bülent Kılınç: Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Damştay'a üye olarak atandığında Merkez Valisi'ydi. 15 Tem­ muz 2016' daki darbe girişiminden sonra FETÖ' cü olduğu fark edildi! 1 Ağustos 2016' da tutuklandı. O da Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nde Bülent Olcay ile birlikte yargılandı. Hakkın­ da hazırlanan iddianamede, suç örgütü içerisinde yer aldığı, örgütün sivil imamlarıyla irtibahnın bulunduğu, böylelikle ör­ gütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu, örgütün stratejisi doğ­ rultusunda sıkı bir disiplinle hareket ettiği, örgütün imamlarıy­ la yurt dışı seyahatlere çıktığının tespit edildiği" öne sürüldü. Eski Danıştay üyesi Vahit Bektaş, pişmanlık yasası kap­ samında yaptığı itiraflarında Bülent Kılınç'ın örgüt mensu­ bu olduğunu itiraf etti. Vahit Bektaş'ın itirafçı olarak verdiği ifadelerinde FETÖ' cü olduğunu söyledikleri arasında, Bülent Olcay da vardı. Eski Adalet Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem de Bülent Kılınç hakkında örgüt üyesi olduğunu bildiği yö­ nünde ifadeler kullandı. Polis ifadelerinde Bülent Kılınç'ın FETÖ' cü olduğunu söy­ leyen itirafçılar, Danıştay eski üyesi Vahit Bektaş ile eski Ada­ let Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem, dava sırasında çark etti. Vahit Bektaş, poliste ve savcılıkta verdiği ifadeleri kabul etmeyerek, "Bülent Kılınç'ın yapıyla ilgili somut bir şeyini bilmiyorum. Daha önceki ifademde örgüt mensupları arasın11

84


da Bülent Kılınç'ın adı geçiyordu ama kendisinin adını yan­ lışlıkla söylemiş olmalıyım" dedi. Hatta daha da ileri giderek, Bülent Kılınç'ın cemaat lafı açıldığında bu yapının aleyhinde sözler söylediğini belirtti. Birol Erdem de, "Bülent Kılınç hakkında gıyabında maluma­ tım oldu. Kendisiyle ilgili özel bir bilgim yok" dedi. Bülent Kılınç da adaşı Bülent Okay gibi tahliye oldu. Ga lip Tuncay Tutar: Adalet Bakanlığı Müsteşar yardımcılığı görevini yürütür­ ken 3 Mart 2011' de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Danıştay üyeliğine atandı. 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminin hemen ardından gözaltına alındı. FETÖ' cü olduğu tespit edilebilmişti! 20 Tem­ muz 2016' da tutuklandı. Halen yargılamasına Yargıtay Doku­ zuncu Ceza Dairesi tarafından devam ediliyor. Hakkındaki iddialarsa oldukça önemliydi. Örgütün verdi­ ği talimatlar doğrultusunda örgütün amacına uygun olarak Danıştay'da alınan kararların ve hukuksuz tüm işlemlerin sorumluluğunda onun adı geçiyordu. Yönetici pozisyonunda olduğunun yanında, örgütün "Danıştay imamı" olduğu da en ciddi iddialar arasında yer alıyordu. Örgütün amacını gerçekleştirmek kastıyla kamuoyunda kumpas davaları olarak bilinen Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalara zemin hazırladığı, örgütün deşifre ol­ masını engellediği ve örgüt mensupları hakkındaki soruştur­ maları bertaraf ettiği de hakkında yöneltilen diğer suçlamalar arasındaydı. İddianamede yer alan bilgilere göre Galip Tuncay Tutar, Danıştay' a üye seçildikten sonra Fetullah Gülen' in ABD'ye git­ meden önce kaldığı Altunizade' deki FEM dershanesinin en üst katını da müze gibi gezmişti. Damştay Birinci Dairesine FETÖ' CÜ hakim atadılar! Galip Tuncay Tatar ismi etrafında gelişen olaylar, FETÖ'nün oyun içinde kurduğu oyunlara en güzel örnekti. 85


7 Şubat 2012' de Türkiye MİT kriziyle sarsıldı. İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet savcılığı, MİT Müsteşarı Hakan Fi­ dan ile önceki müsteşar Emre Taner' i, yardımcısı Afet Güneş'i ve iki MİT görevlisini "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağırdı. Kriz derinleşerek büyüdü. Hükümet, "jet hızıyla" yasa değiştirdi. MİT mensuplarının işlediği öne sürülen suçlar te­ rörle ilgili olsa bile Başbakan' ın iznine bağlandı. FETÖ'nün MİT kumpasından çıkış yolu aranıyordu. MİT yasasındaki 26. maddenin değiştirildiği 17 Şubat 2012'de eş zamanlı olarak Danıştay'da 32 üyenin de görev yeri değiştirildi. Bu değişikliklerdeyse gözler Danıştay Birinci Dairesindeydi. Bunun sebebi de, Danıştay Birinci Dairesi, Cumhuriyet Savcısı'nın kanaati yönünde karar verirse MİT Müsteşarına yargı yolu görünebilirdi. Onun için de bu karara bakacak da­ irede bir takım düzenlemeler yapıldı. Danıştay Birinci Dairesinin üye sayısı azaltıldı. Ahmet Başpınar, Abdullah Dörtlemez, Muzaffer Dilek görevlerinden alındı. Üçünün de ortak özelliği 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Danıştay' a atanmış olmalarıydı. Ata­ türk ilke ve devrimlerine bağlı, tarikat ve cemaatlerle uzaktan yakından ilişkisi olmayan Cumhuriyete bağlı insanlardı. "Daire Başkanı Osman Alpak, üyelerden Hicabi Ece, Fethi Aslan ve İbrahim Er yerlerini korumuştu. Yapılan yeni deği­ şiklikle daireye yeni atanan tek üye Galip Tuncay Tutar'dı. 7 Şubat MİT kriziyle karşı karşıya kalan hükümet tedbir almak istemişti. Ancak baltayı taşa vurmuştu. Atatürkçü ve tarikatlarla ilgisi olmayan üç üyenin yerini değiştirmiş yeri­ neyse militan bir FETÖ' cüyü getirmişti! O üye Galip Tuncay Tutar'dı. Medya Başbakan'ın teyzesinin oğluna takıldı, görmesi gerekenleri görmedi! 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra FETÖ'cü olduğu anlaşıldı, tutuklandı. İşin bir başka vahim tarafıysa "gazetecilik" açısındandı. 86


Yalnız burada gaflete düşen sadece hükümet değildi. Türk medyası da sınıfta kalmıştı. Görmeleri ve incelemeleri gereken daireye yeni atanan Galip Tuncay Tutar' dı. Onlar ise, eskiden beri Danıştay Birinci Dairesinde üye olan Başbakan Recep Tay­ yip Erdoğan'ın teyzesinin oğlu İbrahim Er'e takılmıştı. Saygı Öztürk yazısında, "Üyelerden birisi Başbakanın teyze oğlu" ara başlığı açarak verdi: "İsimlerden birisi tanıdık çıktı. Eğer, Başbakan MİT yöneticileri hakkında soruşturma izni ver­ mezse, Cumhuriyet Savcısı bunun kaldırılması için Danıştay'a başvurabilecek. Dosya da İbrahim Er'in de üyeleri arasında bulunduğu Danıştay Birinci Dairesi'nde incelenecek." Haberi Odatv 12 Mart 2012'de "Kritik göreve Başbakanın teyzesinin oğlu getirildi" başlığıyla, Milliyet gazetesi 13 Mart 2012'de "Danıştay atamalarında tesadüfün bu kadarı" başlı­ ğıyla sunuyordu. Gözler, Danıştay Birinci Dairesi'ndeki üye İbrahim Er'e çev­ rilmişti. Oysaki Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın teyzenin oğlu İbrahim Er, zaten o dairedeki mevcut üyelerden biriydi. Daireye atanan FETÖ'cü militan Galip Tuncay Atar, görev­ den alınanlarsa 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in göreve atadığı Ahmet Başpınar, Abdullah Dörtlemez, Muzaf­ fer Dilek'ti. FETÖ oyunu yine kendisi kurmuş ve kendisi oynamıştı. FETÖ, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski MİT Müsteşarı Emre Taner, yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT mensubunu tutuklamaya çalışmış, hükümetin Danıştay'da tedbir amaçlı yaptığı değişikliğe kendi adamı olan Galip Tuncay Atar'ın atanmasını sağlamıştı. Bu ismin kim olduğu medyada tartı­ şılmaz ve konuşulmazken ön plana zaten o dairede görev ya­ pan dönemin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın teyze oğlu İbrahim Er' in ismi çıkmıştı. Hükümet de, medya da uyumuştu.

Halide Esen: Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü Müşavir Avukatıyken 3 Mart 2011'de 87


dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Danış­ tay üyeliğine atandı. Kocası Kasım Esen de dönemin Başba­ kanı Recep Tayyip Erdoğan'ın memleketi Rize'nin valisiydi. 5 Temmuz 2013'te Ankara Gölbaşı Vilayet evlerinde oğlunu evlendirdiğinde tanıklardan biri dönemin Başbakan Yar­ dımcısı Bülent Arınç, diğeri de Danıştay Başkanvekili Zerrin Güngör'dü. Halide Esen'in FETÖ'cü olduğu 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin hemen ardından ortaya çıktı! Gözaltına alı­ nan Halide Esen, 20 Temmuz 2016' da tutuklandı. Yargılanma­ sına Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi tarafından başlandı. Hakkındaki iddialar arasında, İstanbul'daki evinin altındaki daireyi örgüt üyelerine misafirhane olarak tahsis etmek, eşi adına örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock'ta kay­ dı olmak, örgüt hiyerarşisi içinde olmak, vardı. Halide Esen, mahkemede tüm bu iddiaları diğer FETÖ mensupları gibi kabul etmedi. 21 Mart 2018' de tahliye edildi. Mustafa Kökçam: Mehmet Ali Şahin ve Sadullah Ergin'in Adalet Bakanlıkları dönemlerinde Bakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak görev yaptı. Mustafa Kökçam'ın adı ilk kez gündeme 2010'da Ada­ na Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak'ın görevden alınmasından bir gün önce yargıçlarla görüştüğü iddiasıyla gündeme geldi. MHP bu iddiaları TBMM gündemine taşıdı. Bakan Ergin iddiaları yalanladı, Mustafa Kökçam'ın tesadüf eseri Adana' da bulunduğunu söyledi. Konya Karaman'da Mustafa Kökçam'ın adına bir de cadde ismi verildi: "Müste­ şar Yardımcısı Mustafa Kökçam Caddesi." 3 Mart 2011' de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Danıştay' a üye olarak atandı. Ardından Danıştay Genel Sekreteri oldu. Onun da FETÖ' cü olduğu 15 Temmuz 2016' daki darbe gi­ rişiminden sonra ortaya çıktı! 20 Temmuz' da tutuklandı. Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nde yargılaması süren Mustafa Kökçam hakkında Danıştay Genel Sekreterliği döne88


nünde FETÖ mensuplarını genel sekreter yardımcılığıyla bi­ rinci başkanlık tetkik hakimleri olarak görevlendirdiği, böy­ lelikle örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu öne sürüldü. Örgütün sivil yargı imamlarıyla aynı yerlerde telefonun baz sinyali verdiği de iddialar arasında yer aldı. Bu iddiaları savunması sırasında kabul etmedi. Mustafa Kökçam da 18 Ocak 2018' de tahliye edildi. Cadde ismi mi? Onu soracak olursanız hala Karaman' da duruyor: "Müsteşar Yardımcısı Mustafa Kökçam Caddesi."

89



IV. B ö lü m

I t i r a fç ı



15 Temmuz 2016... İstanbul'da Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri kuşatılmış, Ankara' da Genelkurmay Başkanlığı basılmıştı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve kuvvet komutanları rehin alınmıştı. TRT FETÖ'cü askerlerin kontrolündeydi, darbeci askerler korsan bildirilerini canlı yayında silah zoruyla okutuyorlar­ dı. CNN Türk işgal edilmişti. Vatandaşların haber alma hakkı engelleniyordu. Ülkenin her yerinde hain kalkışmaya katılan FETÖ' cü askerler sokaktaydı. Tanklar caddelerde, F-16'lar, kobra helikopterler gökyü­ zündeydi. Acımasızca halka ateş açıyorlardı. Cumhurbaş­ kanlığı Külliyesi, TBMM, Ankara Gölbaşı'ndaki Özel Hare­ ket Merkezi bombaların hedefi oluyordu. Cumhurbaşkan­ lığı önünde 29, Ankara Gölbaşı'ndaki Özel Hareket Merke­ zi'ndeyse 56 şehidimiz vardı. Darbe girişimine karşıysa sağduyunun reaksiyonu gecik­ medi. TSK içindeki Atatürkçü, milliyetçi subaylar, astsubay­ lar, polis içinde ve yargı camiasında Cumhuriyete bağlı dev­ let görevlileri tek vücut olmuştu. Sokağa çıkan halksa hayat­ larını, bedenlerini ülkelerinin geleceğine sıkılan kurşunlara, bombalara karşı siper etmişlerdi. Bursa Garnizon Komutanlığı, saat 22.30 suları Darbecilerin görevlendirdiği uzman çavuş, Bursa Garni­ zon Komutanlığı'nın merdivenlerini koşar adımlarla çıktı. 93


Komutanın odasının önüne geldiğinde soluğuna hakim ol­ makta zorlanıyordu. Elindeki sarı zarf, avuçlarındaki terden nemlenmişti. O an bir öğürtü geldi, kusacak gibi oldu. Heye­ canı anksiyeteye yol açmıştı. En yakın pencereye koştu, başım dışarıya uzatarak derin bir nefes aldı. Şimdi daha iyi hissedi­ yordu. Camın kenarında soluklanıp, sakinleşmeye çalıştığı an, tarihi bir misyon üstlendiğini düşündü. 13 yaşındayken ta­ nıştığı "hizmet hareketi" bugün yönetime el koyuyordu. O da, bildiriyi Garnizon komutanına tebliğ etmekle görevliydi. Komutan, onlardan değildi. "Kim bilir okuduğunda neler dü­ şünecek" diye geçirdi içinden. Uzman çavuşun binaya girdiği andan itibaren bütün o hallerini izleyen komutanın emir eri, bir anormallik olduğu­ nu anlamıştı. Elindeki kağıt mendili uzman çavuşa uzatarak, "İyi misiniz uzman çavuşum" diye sordu. Uzman çavuş, ko­ mutanın odasının kapısının önündeki boy aynasında üstüne çeki düzen verdi, alnında biriken teri mendille sildi. Emir eri­ nin komutana haber vermesini beklemeden, sert bir şekilde kapıya vurduktan sonra içeri daldı. Bursa Garnizon Komutam T ümgeneral Seyfullah Saldık masasında oturuyordu. Karşısındaki televizyon açıktı. Son dakika olarak alt yazı şeklinde geçen haberlerde İstanbul Bo­ ğaziçi Köprüsü'nün askerler tarafından tek yönlü olarak tra­ fiğe kapatıldığı alt yazı olarak ekrandan geçiyordu. Bursa'da da kontrolü dışında bir hareketlenme başlamıştı. Güvendiği ve Fetullahçı olmadığım düşündüğü birkaç meslektaşıyla te­ lefonlaşmıştı. Korkulan oluyordu, Fetullahçılar harekete geç­ mişti. Bütün bunları düşündüğü sırada uzman çavuş odasına girdi. Alay Komutanlığından geliyordu, elindeki zarfı Tüm­ general Seyfullah Saldık'a uzattı. General Saldık'ın hızlıca açtığı zarf öfkeyle yumruk et­ tiği avucunda buruş buruş olmuş, kaşları çatılmıştı. Elinde tuttuğu A-4 boyutundaki kağıtta, ülke yönetimine el ko­ yulduğu ve Bursa Sıkıyönetim Komutanlığına İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Yurdakul Akkuş'un atandığı ya94


zıyordu. Metinde, General Seyfullah Saldık'ın emri yerine getirerek, Kurmay Albay Yurdakul Akkuş'un emrine girme­ si isteniyordu. Bildiriyi okumayı bitirir bitirmez, ani bir refleksle ayağa kalktı. Kendisine bildiriyi getiren uzman çavuşa, içinde biri­ ken öfkesiyle sert bir yumruk savurdu. Uzman çavuş elmacık kemiğine gelen darbeyle sendeledi. Böyle bir tepki beklemi­ yordu. Ne yapacağını bilemez bir halde kendini kapının dışı­ na attı. Koşar adımlarla geldiği Garnizon Komutanlığından aynı şekilde çıkarken General Seyfullah Saldık'ın öfkeyle ar­ kasından ettiği sözler, komutanlık binasında yankılanıyordu. Uzman çavuş, geldiği yere yani Alay Komutanlığına doğru yola koyuldu. General Saldık ise artık olan bitenin net olarak farkınday­ dı. Darbe oluyordu. Fetullahçılara yönetimi devretmek de­ mek, ülkeyi işgale bırakmak demekti Bunu yapmayacaktı, direnecekti. Hemen telefona sarıldı, Bursa Cumhuriyet Baş­ savcısını aradı. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 23. 30 sıralarında İl Jandar­ ma Komutanı Kurmay Albay Yurdakul Akkuş'un yakalan­ ması için gözaltı kararı çıkartmıştı bile ... Darbecinin oğlundan rütbe mesajı Saat 23.38 ... Bursa Askeri Lojmanlarında bir evdeyse lise öğrencisi bir genç Whatsapp grubundaki arkadaşlarına mesaj atarak "za­ ferlerini" duyuruyordu. O Yurdakul Akkuş'un oğlu M.M Akkuş'tan başkası değildi. M. M. Akkuş: Beyler kazandık, kazandık Ö. G: Altı gündür haber yokmuş diyorlar X: N' oldu sadece hükümet düştü, değil mi ? M. M. Akkuş: Hayır, daha hükümeti teslim almadılar, ba­ bam Ankara' da şu an, rütbe alacak. X: Ne rütbesi? M M. Akkuş: Generallik.

95


15 Temmuz'un ilk gözaltısı Bursa' da Bursa Başsavcılığının emriyle polis harekete geçti. Saat 01.00'i gösteriyordu. Fetullahçıların en çok örgütlendiği kurum her ne kadar polis teşkilatı da olsa, FETÖ'yle mücadele kap­ samında en hızlı reaksiyon yine de burada olmuştu. Fetullah­ çı polislerin önemli bölümü temizlenmişti. Onun içindir ki, o gece polisler darbe girişimini püskürtmede önemli rol oynadı. Başsavcılığın gözaltı kararını derhal uyguladılar. Bursa Terörle Mücadele Şubesi ekipleri, Kurmay Albay Yurdakul Akkuş'u gözaltına aldı. Bu 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin "ilk" gözaltısı olarak tarihe geçti. Makamında derdest edilen Yurdakul Akkuş, yakalanaca­ ğını aklından bile geçirmiyor, darbe girişimin başarıya ulaşa­ cağını düşünüyordu. Öyle olmasa içinde darbenin kodlarının gizli olduğu çantasını ortalık yerde, masanın üzerinde bırakır mıydı! Çantasının içindeki dokümanlarda, sıkıyönetim sırasında başa getirilecek 81 İl Valisi, askerler, THY, Ziraat ve Merkez bankalarının genel müdürleri, kritik komutanlıklar, yönetim plan şemaları, kamu kurum ve kuruluşların başına getirile­ cek isimler listelenmiş halde bulunuyordu. Listede 400 isim vardı. 15 Temmuz darbe girişiminin kırılma anlarından biri o gece yarısı Kurmay Albay Yurdakul Akkuş'un yakalanması oldu. Darbenin komuta kademesindeki isimlerin büyük bölümü ar­ tık biliniyordu. Sonrasında bu isimler gözaltına alındı... Darbe girişimin ardından tutuklanan Yurdakul Akkuş'un yargılaması Bursa 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapıldı. Yur­ dakul Akkuş, diğer militan örgüt mensuplarından farklı bir tavır sergilemedi. İnkar etti. Mahkemedeki savunmalarında, FETÖ/ PDY yapısı içinde hiç bulunmadığını, darbe girişimiyle uzaktan yakından ilgi­ si olmadığını söyledi. Bursa 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde­ ki yargılama 11 Temmuz 2018' de sonlandı. Yurdakul Akkuş, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

96


Dayı çocukları cemaate teslim O sırada Erzurum' da peynir, bal, tereyağı satan bir dükkanda Yunus Dolar, üzerindeki beyaz çalışma önlüğüy­ le tezgahın arkasında tek başınaydı. Oysaki bir yıl öncesine kadar polis şefiydi. Dayıoğlu Yurdakul Akkuş'un "müebbet hapis cezasına" çarptırılışını, Erzurum' da peynir, bal, tere­ yağı satan bir dükkanlarının içinde, akıllı telefonuna düşen "son dakika" haberinden öğrenmişti. Gözünden yaşlar süzüldü. 34 yıl öncesine, 1984'e, Erzu­ rum' daki zemheri kışa, çocukluğuna, kardeşleriyle birlikte cemaatle ilk tanıştığı güne gitti. Cemaatin gölgesinde haya­ tını nasıl tükettiğini düşündü. Gözünden süzülen yaşlar da­ yısının oğlu Yurdakul Akkuş için değil, kendisine, çalınan hayatına ve 240 şehideydi. Geçmiş gözünün önünde canlandı. .. Babası bakkal, annesi ev hanımıydı. İki kardeşi daha vardı: Osman ve Kadir. İlkokulu bitirdikten sonra Yakutiye Mahallesi'ndeki Şair Nefi Ortaokulu'na başladı. Kendi ha­ linde vasat bir öğrenciydi. Diğer tüm çocuklar gibi okuldan eve gelir gelmez çantasını bir köşeye atar, sokağa fırlar, top peşinde koştururdu. Kardeşleri de onun gibiydi. Hayatının akışını değiştirecek kırılma 1984 yılında ya­ şandı. Evlerine dayıoğlu Yurdakul Akkuş geldi. Yurdakul, kendisinden birkaç yaş büyüktü ama tüm ailesi tarafından önemsenirdi. Dersleri çok iyiydi, başarılı bir öğrenciydi, ai­ lenin büyüklerinin saygısını kazanmış bir gençti. Dolar kardeşlerin babasıyla konuştu. Söylediğine göre kendisini ders çalıştıran üniversite öğrencisi ahiler vardı. Yunus ve Osman'ı da onlarla tanıştırmak istiyor, derslerin­ de başarılı olmalarını arzuluyordu. "Sokakta haytalık yapa­ caklarına, derslerini çalışsınlar, adam gibi okusunlar" dedi. Onay verildi. Yunus ve Osman artık Yurdakul'a emanetti. Küçük kardeşleri Kadir de biraz yaşı büyüyünce abilerine dahil olacak, o da cemaate katılacaktı.

97


Baba Dolar' ın o gün masumca verdiği onay aslında ilerle­ yen yıllarda tüm çocuklarının ve ailesinin hatta Türkiye' nin kaderini etkileyecek bir dönemin başlangıcıydı. Anadolu' da birçok evde buna benzer hikayeler yaşanıyor­ du. Çocuklar, ailelerinden, ders çalıştırma, ülkeye ve millete faydalı bireyler yetiştirme gibi masumca vaatlerle kopartılıp birer kurşun askere, militana dönüştürülme projesinin gönül­ lü kobayları oluyordu. Hikayemizin kahramanları Osman, Yunus ile sonradan ağabeyleriyle aynı akıbeti paylaşacak olan Kadir de sadece bu örneklerden üçüydü. Bu proje, Fetullah Gülen'in 1980'lerde başlayan insan kay­ nağı oluşturma sürecinin en somut haliydi. Kağıt üzerinde Fetullah Gülen "Nurcu, yıkıcı, radikal din­ ci faaliyetlerden" dolayı 12 Eylül 1980' den beri hem Sıkıyöne­ tim Komutanlığı hem de Ege Ordu Komutanlığı tarafından aranıyordu. Yunus Dolar ve kardeşleriyse 1984' te Fetullah Gülen'in ce­ maatiyle tanışıyordu. O günün Türkiye'sinde "aranan" Fetullah Gülen, aslında tüm ülke sathında organizasyonunu kurmuş ve örgütü için in­ san kaynağı oluşturma faaliyetini rahat rahat sürdürüyordu. Örgütle ilk tanışma Erzurum' un bir ilçesinde ders çalışmak için götürüldük­ lerini düşündükleri "abilerin" bulunduğu ev, kendi evlerine yürüme mesafesinde 20 dakikaydı. Bu eve dayıoğlu Yurda­ kul ağabeyleriyle ilk gidişleriydi. Şaşkın, çekingen biraz da ürkeklerdi o ilk gün. Yaya olarak arşınladıkları yol boyunca nasıl bir yere gide­ ceklerini, kimlerle karşılaşacaklarım, "abileri" düşündüler. Yurdakul, dayı çocukları Osman ve Yunus' un tedirginlikle­ rini, suskunluğunu fark etmişti. Onları rahatlatmaya çalışır­ ken nasihat etmeyi de unutmadı. "Abiler" ne derse yapılacak, sözlerinden çıkılmayacak, dersler dikkatle dinlenecek, kendi­ lerine verilen ödevler aksatılmadan yapılacaktı. Hem sadece 98


ders yapılmıyordu evde, boş zamanlarda oyunlar da oynanı­ yordu. Futbol oynamak da serbestti. Osman ile Yunus bunu duyunca sevindi, biraz olsun rahatladılar. İşte, gelmişlerdi. İki katlı, etrafı çitle çevrili bir evdi. Evin, silik somon renkteki dış cephesi, adeta onu görünmez kılıyor­ du. Çitin küçük kapısını açıp eve doğru yaklaştıklarında yeni bir hayata adım attıklarının farkında değillerdi. Kapıyı çaldıklarında 20 yaşlarında bir "abi" karşıladı onları. Evde aynı yaşlarda iki "abi"yle kendi yaşıtları dört çocuk daha vardı. Ev sade döşenmişti. Hatta neredeyse eşya yok denecek kadar azdı. Bir çekyabn bulunduğu salonda, ikisi yan yana du­ ran koltukların çaprazında bir koltuk daha vardı. Odanın tam ortasındaki yer sofrasının üzerinde ders kitapları, defterler bulu­ nuyordu. Çevresindeki yastıklardan anlaşıldığı üzere biraz önce arda birileri ders yapmıştı. Yeni kömür atıldığı belli olan soba, gürül gürül yanıyor, üzerindeki çay dolu demlik fokurduyordu. Olağan ötesi bir güler yüz ve sevecenlikle karşılandı "Do­ lar" kardeşler. Yunus'un o güne ait ilk hatırladığı "ahilerin" birbirlerine ne kadar çok benzediğiydi. Boyları, kiloları bile aynıydı nere­ deyse. İkisi de kısa boylu, hafif tıknaz, çok da uzun olmayan saçları ortadan ayrıktı. Bir beden büyükmüşçesine bol olan pantolonları onları daha da kısa boylu ve şişman gösteriyor­ du. Kendi yaşıtları diğer dört çocukla da tanıştılar, hemen kaynaştılar. Yaşıtları, onları bahçede top oynamaya davet etti. Yarım saat kadar top oynadılar. Terden sırılsıklam oldukların­ da Yurdakul ağabeyleri, onları eve çağırdı. Yemek vaktiydi. İçeri girdiklerinde yer sofrası kurulmuştu. Erzurum'un meş­ hur çeçil peyniri, kaşar, bal, tereyağı, kaymak, lavaş ekmeği, pastırmalı yumurtadan oluşan mükellef bir sofra hazırdı. Ağabeyler çay içmeyi tercih ederken, çocuklara "Kola" ve "gazoz" verdiler. Yunus ve Osman meşrubatlarını yudumlar­ ken göz göze geldiler. Evde anne, babası çok içmelerini iste­ mezdi. Burada Cola da vardı. İki kardeş mutluydu. Yemekten sonra "ahiler" yarım saat kadar matematik çalıştırdı. İlk gün için bu kadar yeterdi. Evlerine mutlu bir şekilde döndüler. 99


"Ahilerle" geçirdikleri zaman ilerledikçe Dolar kardeşler­ deki değişim de dikkat çekici düzeye gelmişti. Okuldan gelir gelmez, çantalarını bir kenara atıp top peşinde koşturan, üst­ leri başları çamur içinde eve giren, diğer çocuklar gibi haylaz, haşarı, afacan çocuklar gitmiş yerlerine düzenli, tertipli, eve gelir gelmez derslerini çalışmaya başlayan efendi, uysal ço­ cuklar gelmişti. Namaz kılmaya da başlamışlardı. Anne, baba Dolar'lar çocuklarının bu halinden çok mut­ luydu. Ancak, göze çarpan bir donukluk ve suskunluk halleri de vardı. Zaman zaman dalıp uzaklara gidiyor, boş gözlerle adeta karşısındakinin içinden geçip gidiyorlardı. Aileleri de, arkadaşları da, okuldaki öğretmenleri de bu durumun farkın­ daydılar ancak bu değişimin adını koyamıyorlardı. Bir müd­ det sonra alıştılar bu hallerine "olgunlaşıyorlar" diye düşün­ düler. Halbuki Dolar kardeşler cemaatin büyüsüne, hipnozuna kapılmış, farklı bir hayat yolculuğuna dair yola çıkmışlardı bile. Ne ebeveynleri ne de okuldaki öğretmenleri bu gerçeğin ayırdında değildi. Ahilerle geçirdikleri ilk altı ay namaz kılıp ders çalışmak, çokça da hep birlikte sohbet etmek şeklinde geçti ... Sohbetler­ de, okulda olup bitenler de, aile içinde yaşananlar da, futbol da, arkadaşlık ilişkileri de konuşulurdu. Ama en çok "abiler" dini hikayelerden bahseder, sahabeleri ve hayatlarını anlatır­ lardı. Örgüt ikinci aşamaya geçiyor İlk altı ayın sonunda Dolar kardeşlere derslerin başka "abiler" tarafından başka bir evde verileceği söylendi. On­ lar henüz farkında değillerdi ama ikinci aşamaya gelinmişti. Körpecik beyinler, devşirilip dönüştürülmeye artık hazırdı. Götürüldükleri ikinci evin mesafesi evlerine biraz daha uzaktı. Bu örgüt tarafından bilinçli uygulanan bir yöntemdi. Bu şekilde çocuk yaştaki "şakirt" adı verilen müritlerin bağlı­ lıkları test ediliyor, koşullar zorlaşsa da örgüt için fedakarlık düzeyleri artırılıyordu. 100


Dolar kardeşler artık daha uzun bir mesafe yürüyerek yeni eve gidiyorlardı ama bundan mutsuz değillerdi. Hem yeni ar­ kadaşları hem de onları koruyup kollayan, sürekli yeni şey­ ler öğreten ahileri vardı. Bu ikinci evde diğerinden farklı olan esas şeyse Fetullah Gülen'in kitap ve vaaz kasetleriyle tanış­ maları oldu. Haftada en az beş günü "ahilerle" cemaat evinde geçiri­ yordu. Bu şekilde geçen 1 ,5 yıl sonunda Yunus Dolar ortaokul son sınıfa gelmişti. Yunus'un "abiler" nezdinde oluşturduğu intiba olumluydu. T üm testlerden geçmişti, aksatmadan ders­ lere geliyor, "ahilerin" her dediğini yapıyor, Fetullah Gülen videolarını pür dikkat izliyor, Risale-i Nur' da ezberler yapa­ biliyordu. Artık sır tutmayı da öğrenmişlerdi. En önemlisi de buydu, çaktırmadan yapılan "sır" testlerinden geçmişti.

Karar verildi: TSK'ya gireceksin Fetullah Gülen'in TSK'ya yerleştireceği "kurşun askerler" den biri olmaya uygun bir adaydı. Ortaokul son sınıfa başladığın­ da, "Sen Askeri Lise sınavlarına gireceksin" dendi. O gün evine döndüğünde ahilerin" kendisinin geleceği hakkında verdiği kararı ailesine açıkladı: Askeri lise sınavlarına gireceğim. Su­ bay olacağım." Anne ve babası bu karara çok sevinmişlerdi Yunus da, dayıoğlu Yurdakul Akkuş gibi üniforma giyecekti. Dolar kardeşleri cemaatle tanıştıran, evlere götüren dayı çocukları Yurdakul Akkuş iki yıl önce askeri lise sınavlarını kazanmış, eğitim görmeye başlamıştı. Her yıl yaz tatilinde askeri ünifor­ mayla Erzurum'a geldiğinde tüm aile onunla gurur duyardı. Şimdi Yunus'ları da asker olacaktı. Anne ve babası mutluydu. Yunus, sınavlara girmeden bir hafta önce "abiler" tarafın­ dan İstanbul'a götürüldü. İstanbul'a ilk kez gidiyordu. Doğu Ekspresi Haydarpaşa garına yanaştığında kendisini karşıla­ yan deniz , Yunus'u büyülemişti. Avrupa yakasına geçmek için vapura bindiklerinde, İstanbul'un etrafında dans eden martıları, boğazdaki balıkçı teknelerini hayranlıkla izledi. II

11

101


Sınav mizanseni Örgütün İstanbul'da da evleri vardı. O evlerden birine yerleştirildi. Kendisi gibi Askeri Lise sınavına girecek başka "şakirtlerde" evdeydi. Bir hafta boyunca mülakat mizanseni yapıldı. "Abiler" uygulamalı olarak kendilerine yöneltilecek soruları ve bunlara verecekleri yanıtları anlattı. Hangi gazeteyi okuyorsun diye sorulduğunda, "Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet" gibi gazetelerin adını vereceklerdi. Ay­ rıca, Atatürk'ten bahsederken "Ulu önder" diye söze başla­ nacaktı. Aile yaşantısının "muhafazakar" yönleri hakkında bilgi verilmeyecek, kendilerinin gittiği "ahilerin" bulunduğu evlerden de bahsedilemeyecekti. Sınava girdi, sonuç hüsrandı. Başarılı olamamıştı. Bu, "Abiler" , kendisi ve ailesi için büyük hayal kırıklığıydı. Erzurum'a döndü. Erzurum Lisesi'ne başladı. Birinci sınıftan itibaren "dershane" denilen evlere gitti. Cemaatle arasındaki bağ daha da sağlamlaşmıştı. Son sınıfa geldiğinde Fetullahçıların Erzurum' daki Nil dershanesine kayıt yaptırdı. Dönemin bitmesine az bir süre kala, "Abiler" Yunus' a, kaydını Nil dershanesinden aldır­ masını, cemaatçi olmayan Güneş dershanesinde devam et­ mesini istediler. Harp Okulları sınavına girdiğinde deşifre olmaması gerekliydi, "tedbir" için bu yapılmalıydı. "Ahi­ lerin" söylediğini yaptı, ce maatçi olmayan Güneş dersha­ nesine başladı. O yıl girdiği Harp Okulları sınavını yine kazanamadı. Ancak örgüt kararlıydı, Yunus Dolar mutlaka devlet içinde görev almalıydı. "Polis Akademisi sınavlarına gireceksin" dendi. Çalıntı sorularla açılan Polis Akademisi yolu Yıl: 1988 Yer: Ankara'da bir cemaat evi Evin iki odası da doluydu. Odalar küçük olduğu için üçer­ li olarak iki gruba ayrılmışlardı. Önlerindeki soru kitapçığın­ dan birbirilerine sorular sorup cevaplarını tekrarlıyorlardı. "Abiler" bu sefer işi şansa bırakmamıştı. 102


Polis Akademisi sınav sorularını ele geçirmişlerdi. Cemaat evindeki altı genç de soruları ezberliyor, adeta hatim ediyor­ lardı. Çalınmış soru kitapçığıyla sınava hazırlananlardan biri de Yunus Dolar' dı... O cemaat evindeki altı genç de Polis Akademisi'ni kazan­ dı. Yunus Dolar ve diğer cemaatçi gençler için Emniyet Mü­ dürlüğüne kadar yükselecekleri yol açılmıştı. Cemaat Akademide Polis Akademisi birinci sınıfa başladığında cemaat Yu­ nus Dolar'a sorumluluk verdi. Artık onun da "abilik" yap­ ma zamanı gelmişti. Normal lise eğitiminden sonra Polis Akademisi'ne gelen Fetullahçılardan sorumluydu. Ortaokul ve lise döneminde nasıl bir hayat yaşıyorsa Po­ lis Akademisi'nde de durum farklı değildi. Hafta sonları izne çıktığında cemaat evinde zaman geçirecekti. Gideceği ev ken­ disine gösterildi. Her hafta sonu kendisinin sorumluluğu altındaki Polis Akademisi öğrencileriyle o evde toplanmaları zorunluluktu. Kendileri gibi olmayan Polis Akademisi'ndeki arkadaşları hafta sonlarını kız arkadaşlarıyla, aileleriyle geçirip, gezip, dolaşıp, eğlenirken onlar cemaat evlerine gidiyorlardı. Bu evlerde her hafta sonu rutin olarak aynı şeyler yapı­ lırdı. Üçerli beşerli guruplar halinde eve gidilir, önce daha önceden kendileri için hazırlanmış yemekler yenir, Fetullah Gülen'in kitapları, Risale-i Nur okunur, Gülen'in sohbetleri yine videodan izlenirdi. O gün izledikleri bir vaaz videosunda Gülen şöyle diyor­ du: "Mevcudiyetimizi hissettirmeden çok ileri gitme, ta ile­ ri gitme böyle can damarları içinde dolaşma ve sonra eğer dönülüp gelinecekse yara alınmadan, hissedilmeden dönüp geriye gelme meselesi. Böyle bir dönemde tam özünüzü bu­ lacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güne ulaşacağınız ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar her adım erken sayılır. Her adım 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırmak 103


gibi bir şeydir, civcivleri terk eden kuluçka gibi civcivleri do­ luya, fırtınaya terk etmek gibi bir şeydir." Bu vaaz videosunu, Polis A kademisi'ndeki günlerinde sık aralıklarla izliyorlardı. Örgütün mahrem yapılanması için­ de yer alan unsurları, "dünyayı sırtlarına alıp taşıyacakları" güne hazırlanıyordu.

Polis Akademisini saran "Ahiler" Kolejde ve akademide her devrenin bir "abisi" vardı. Yu­ nus'ların devresinin "abisi" de Avni Usta'ydı. Kendilerinden birkaç yaş büyük olmasına rağmen, Avni Usta'ya kendi arala­ rında büyük bir saygı gösteriyorlardı. Avni Usta da örgütün kendisine verdiği bu sorumluluktan ötürü olsa gerek diğer­ lerine göre daha ağır başlı, olgundu. Bu duruşu da diğerleri arasındaki otoritesini güçlendiriyordu. Akademide ayrıca "sınıf komiseri" adı verilen bir sistem oluşturulmuştu. Bu komiserler, Akademi yönetimi tarafından atanmış gerçekten de komiser rütbesindeki polislerdi. Okul­ daki öğrencilerin disiplininden, hal ve davranışlarından so­ rumlulardı. Bu sınıf komiserlert Yunus gibi cemaatçi öğrencilerin za­ man zaman yaptıkları haşarılıkları, disiplinsiz davranışları görmezden gelirken, cemaatçi olmayan diğer polis akademisi öğrencilerineyse adeta hayatı cehenneme çeviriyorlardı. Dayak yiyen de, aldığı cezalar nedeniyle hafta sonu iznine çıkamayan da, oluşan baskıdan dolayı Polis Akademisi'nden ayrılmak zorunda kalanlar bile vardı bunlar içinde. Cemaatçi öğrencilereyse bu sınıf komiserleri büyük bir tolerans göste­ riyorlardı. Yunus, o gün Polis Akademisi'ndeki cemaatçilerin sayısının kendisinin tahminin çok daha üstünde olduğunu anladı. Cemaatçi komiser İstanbul Emniyeti'nde Akademi bitmiş, komiser yardımcısı olarak mezun olmuş­ tu. Kuralar çekildt Yunus'a İstanbul çıktı! Kuralarda nedense cemaatçilere genelde İstanbul, İzmir, Ankara gibi iller çıkıyor104


du. Göreve ilk kez başlayacak normal komiser adayları ve po­ lis memurları "Çevik Kuvvet'te" başlarken, cemaatçi olanlar genelde kritik birimlerde görevlendirildi. Bu kez de bu "tesa­ düf" değişmemişti! Yunus Dolar, İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğünde ko­ miser yardımcısı olarak göreve başladı. Güvenlik Şubesi, ce­ maatin en az İstihbarat, Terör ve Personel Şube Müdürlükleri kadar önem verdiği bir yerdi. Görev sahası çok genişti. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, siyasi seçimler, basın, matbaalar, sinema, müzik, fikri mülki­ yet, ülkemizde faaliyet gösteren yabancı kuruluşların terör kapsamı dışındaki kamu güvenliği aleyhine faaliyetlerinin takip edilmest bakanlıklar, kamu kurum kuruluşları, askeri, emniyet, istihbarat ve cezaevlerinde çalıştırılacak personel hakkında güvenlik soruşturmaları, arşiv taramaları, gayri Müslümanların faaliyetleri hep Güvenlik Şube Müdürlüğü­ nün çalışma sahasıydı. Mesleğe adımım ilk attığı andan itibaren "abiler" kendi­ siyle temasa geçti. Önce kendisine birlikte ev tutacağı cemaat­ çi meslektaşları söylendi. Dört arkadaş bir bekar evi tuttu. As­ lında burası tipik bir cemaat eviydi. Cemaatin taktiği şöyley­ di: Özellikle "mahrem" olarak tabir edilen birimlerde (TSK, emniyet, yargı) mensuplarının bekar olanları asla yalnız bıra­ kılmaz, mutlaka üçerli beşerli evlerde toplu olarak kalmaları sağlanırdı. Bu şekilde hem cemaatle aidiyetleri kopmaz hem de her bir cemaatçi diğerini kontrol etmiş olurdu. Döngü bo­ zulmazdı. "Abiler" örgütün İstanbul' daki imamım da tebliğ etmiş­ lerdi Yunus'a. O yıllarda komiser rütbesindeki emniyet mensubu olan Ahmet Akbal İstanbul' daki tüm polislerin "imamıydı." Cemaatçi polisler örgüt hiyerarşisi içinde ona karşı sorum­ luydu. Örgütten gelen talimatlarsa Ahmet Akbal aracılığıy­ la cemaatçi emniyet mensuplarına iletilir, davranış şekilleri, yapılacaklar, tayin ve terfilere kadar her şey ondan sorulurdu. Ahmet Akbal'dan sonraysa sırasıyla yine komiser olan 105


Abdullah Şahin, ardından da Mustafa Sağlam İstanbul' daki polislerin "imamlığını" yaptı. Cemaatte radikal dönüşüm Yıl: 1998 Bu tarihe kadar sadece örgütün Türkiye polis imamı sivil bir isimdi. Polis teşkilatı içindeki diğer "abiler" se meslek için­ den yani polisler arasından belirleniyordu. Artık sistem deği­ şecekti. Örgüt kendi içinde yeniden yapılanmaya gidecekti. Türkiye Emniyet imamı Kemalettin Özdemir, Fetullah Gülen'in talimatıyla görevinden alındı. Bu deprem etkisi ya­ rattı Radikal bir değişimdi. Dedikodular, söylentiler muhte­ lifti. Kimi, Kemalettin Özdemir'in görevden alınmasını evli bir kadınla yasak aşk yaşadığı iddialarına dayandırıyor, ki­ miyse polisler içinde yeterince otorite sahibi olamadığına ve yumuşak başlı oluşuna yorumluyordu. Bir başka görüşse ce­ maatin bundan sonra izleyeceği yol haritası konusunda fikir ayrılığına düşmüş olabileceğini değerlendiriyordu. Kemalettin Özdemir, Said'i Nursi'nin yakın talebelerinden Saadettin Özdemir'in oğluydu. İzmir Yüksek İslam Enstitüsü Mezunuydu. Yüksek lisansını tamamlamış, doktorasını ver­ mişti. Hem imam hatip liselerinde hem de Ankara İlahiyat Fakültesi'nde hadis dersleri veriyordu. İlerleyen yıllarda pro­ fesörlüğe kadar yükselecekti. Emniyette sivil imamlar devri başlıyor "İmamlar artık sivillerden. Abiliğinizi onlar yapacak Tüm talimatlar onlardan alınacak." Fetullah Gülen'in bu sözleri Kemalettin Özdemir 'in gö­ revden alınmasından da büyük bir etki yarattı. Kemalettin Özdemir'in yerine Kozanlı Ömer kod adlı Os­ man Hilmi Özdil atandı. Polislerin yeni imamı Kozanlı'ydı. Emniyetteki kadrolar, bu değişikliğe adapte olmaya henüz çalışırken daha büyük bir değişimin haberi geldi... Mahrem adı verilen hizmetlerde görevli (TSK, emniyet, yargı) cemaatçilerin, grup, birim, il, devre sorumluları, imam­ ları bundan sonra siviller olacaktı. 106


Derhal yeni uygulamaya geçildi. Bu o dönem TSK, emniyet ve yargıdaki cemaatçiler arasın­ da rahatsızlık yarattı, yeni oluşan durum tartışıldı. Ancak tartışmalar kısa sürede kesildi, "Hocaefendi böyle takdir görmüşse vardır bir hikmeti, vardır bir bildiği" denile­ rek tartışmalara son nokta koyuldu. Cemaatçiliğin birinci şartı da, kayıtsız şartsız kabul, itaat idi. Olması gereken buydu. Örgütün hedefi: Terör, İstihbarat, Personel ve Kaçakçılık Şu beleri 1998'deki bu değişimden sonra yeni gelen sivil "abiler," "imamlar" sürekli ders ve istişare toplantıları düzenlemeye başladı. Cemaatin belirlediği güvenli evlerde bu toplantılar ya­ pılıyordu. Yeni "imamların" üzerinde sürekli durdukları noktaysa cemaatçi emniyet mensuplarının, "Terör, İstihbarat, Perso­ ne l ve Kaçakçılık birimlerinde" görev alması yönündeydi. Hepsi buralarda çalışmaya teşvik ediliyor, yönlendiriliyor­ du. "Sivil imamların" liderlik ettiği "ders" adı verilen toplan­ tılarda, Risale-i Nur ve Fetullah Gülen'in kitapları okunuyor, Gülen vaaz kasetleri dinleniyordu. "İstişare" adı verilen top­ lantılardaysa herkes emniyet içinde çalıştığı birimlerde yap­ tığı işleri anlatıyor, cemaatten olmayanların cemaate bakışı, cemaate karşı olanların durumları değerlendiriliyor ve iş ye­ rinde karşılaşılacak problemlerde hareket tarzları konusunda fikir alışverişi yapılıyordu. İşte tam bu dönemde, Yunus Dolar askerlik görevini yeri­ ne getirmek için kısa dönem askere gitti. 1999' da vatani hiz­ metini tamamladı. İstanbul' da tekrar Güvenlik Şube Müdür­ lüğünde göreve başladı. Kod adı: Mehmet Ali Onu ilk kez asker dönüşü İstanbul' a ge ldiğinde tanıdı. Polis Akademisi'nde ki "abisi" Avni Usta ile Güvenlik Şube 107


Müdürlüğünde birlikte çalışıyorlardı. Avni Usta, Yunus Dolar' ı evindeki cemaat toplantısına çağırdı. O gün ilk kez polis teşkilatının "sivil imamı" yla tanış­ tı. Evde birçok sivil vardı. Orada bulunanlar, il, devre, grup imamlarıydı. Hepsi sivil kişilerden oluşuyordu. Marmara Bölgesi emniyet imamı da bunlardan biriydi. Orada bulunanlar arasında hiyerarşik olarak en üst seviye­ deki kişiydi. Kendisine karşı gösterilen saygılı ve özenli tavır­ dan bu hissediliyordu. Yunus Dolar ile tanıştırıldı. Kendisini Mehmet Ali ola­ rak tanıttı. Halbuki o kod ismiydi. Gerçek ismi Abdullatif Tapkan'dı. Yunus Dolar, Marmara Bölgesi' nin imamı olarak tanıdığı ve yıllarca emir aldığı, talimatlarını harfiyen uyguladığı ve is­ mini Mehmet Ali olarak bildiği Abdullatif Tapkan' ın gerçek ismini uzun süre bilmedi. Örgüt bu konuda kesin bir disiplin içinde hareket ederdi. "Ahilere" sadece kod ismiyle hitap edilir, gerçek isminin ne olduğunun sorulmaması gerektiğini de herkes bilirdi. Yunus Dolar da bu yüzden yıllarca örgütün Marmara Bölgesi ima­ mının gerçek isminden, kimliğinden habersizdi. Mehmet Ali kod isimli örgütün Marmara Bölge imamının gerçek isminin Abdullatif Tapkan olduğunu 17-25 Aralık ope­ rasyonlarının ardından başlatılan "FETÖ mücadelesinden" sonra bir gazete haberinden öğrendi. O günlerde, Sabah gazetesinden Abdurrahman Şimşek ve Ferhat Ünlü, FETÖ' nün imamlarını deşifre eden bir dizi ha­ bere imza atıyorlardı. Bunlardan biri de Abdullatif Tapkan ile ilgiliydi. Haberde, Kozanlı Ömer kod adlı Osman Hilmi Özdil' in yurt dışına kaçmasından sonra örgütün Türkiye imamlığına Abdullatif Tapkan' ın getirildiği yazıyordu. Yeni Türkiye imamı Tapkan' ın bir de fotoğrafı vardı ha­ berde. Yunus Dolar, ismini Mehmet Ali olarak bildiği imamın as­ lında Abdullatif Tapkan olduğunu 17 yıl sonra gazete habe­ rinden öğrenmişti. 108


Ergenekon kumpası başlıyor Televizyonlarda bir son dakika haberi: "Ümraniye' de bir gecekonduda 27 adet el bombası bulundu." 27 Haziran 2007' de Türkiye'nin gündemine düşen o haber aslında "Ergenekon" adı verilen ve aralarında iş insanları, sa­ natçı, hukukçu, asker, polis, yazar, akademisyen ve sendikacı­ ların bulunduğu yüzlerce kişinin tutuklanmasına gidecek bir sürecin artçısıydı. Yunus Dolar televizyonlardan flaş olarak verilen haberi şark görevi için geldiği Erzincan Polis Okulundaki makam odasında izliyordu. O günden sonra operasyonların ardı arkası kesilmedi. Med­ ya ilk kez operasyonlarla ilgili "Ergenekon" sözünü telaffuz ettiğinde, operasyonun arkasında cemaatin olduğunu anladı. Çünkü cemaatçi polisler, özellikle de İstihbaratçı olanlar "Ergenekon" lafını ağızlarından düşürmezlerdi. Süreci daha dikkatli izlemeye çalıştı. Gözlemleri, bu ope­ rasyonların hukuki bir alt yapıya dayanmadığı, suni, zorlama ve delil yerleştirmeye dayalı olduğu yönündeydi. İstanbul' dan operasyonlarda görevli birkaç meslektaşı Erzincan' a gelmişti. Merakını gidermek için onlara birkaç soru sordu. Aldığı yanıtlar onu tatmin etmedi. Değerlendir­ meler, varsayımlar ve kanaatler üzerineydi. Meslektaşların­ dan, suçlamalara ilişkin somut hiçbir olay duymadı. "Belki de operasyonlarla ilgili bilgi vermek istemiyorlar" diye düşündü. Yine de kendiyle baş başa kaldığında, gün aşırı denizden, toprağın altından silah ve mühimmat çıkması, çıkması değil adeta fışkırması, "vatansever subay" imzalı ihbar mektupları, dijital deliller aklına uygun gelmiyordu. Ama bu sorgulama­ larını çevresindeki hiçbir cemaatçiyle paylaşmadı. Başsavcı Cihaner'e makam odasında yaka paça gözaltı 16 Şubat 2010... Dört kişiydiler. Kapıyı bile çalmadan adeta odaya bodos­ lama daldılar. O sırada masasındaki evrakları inceleyen İlhan 109


Cihaner, bir anda odasına aniden girenlerin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onlardan biri, Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından kendisi hakkında Ergenekon Terör Örgütü üyeliği kapsamında gözalh kararı olduğunu söyledi. Birlikte emniye­ te gideceklerdi. Bunu söyleyen aslında Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal' dan başkası değildi ama kendisini tanıt­ ma gereği bile duymamıştı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in şaşkın­ lığının yerini öfke almışh. Polislere bunun kanunsuz olduğu­ nu, hukuk nezdinde kendisinin bu şekilde gözaltına alınama­ yacağını yüksek sesle ifade etti. Polisler kararlıydı, gerekirse zor kullanacaklardı. Etrafını çembere almışlardı. Biri, sol dirseğinden, diğeriyse sağ bile­ ğinden yakaladı. İlhan Cihaner ise polislere direnmeye çalı­ şıyordu. Kapının önünde duran bir polisse o anı fotoğraflıyordu. Bu, aslında cemaatin hukuk tanımazlığının ve kendilerine direnen tüm Cumhuriyetçileri alaşağı edişlerinin fotoğrafıy­ dı. AK Parti iktidar, Recep Tayyip Erdoğan ise Başbakandı. Türkiye bu olayı konuşuyordu. Medya soruşturmanın adını koymuştu: "Erzincan' daki Ergenekon." Yunus Dolar ise olan biteni "sessizce" izlemeye devam ediyordu. Bu kez operasyonlar kendi görev yaptığı şehre sıç­ ramıştı. Görev yeri Erzincan Polis Okulu'ydu, operasyonel birimlerde görev yapmıyordu. Onun için olan bitenden çokça haberdar değildi. Ta ki, Erzincan İl İmamı olan "Kemal" kod adlı kişiyle ko­ nuşuncaya kadar... İmamın ağzından dökülen İlhan Cihaner kumpası "Kemal" kod adlı Erzincan İl İmamı, Yunus Dolar' a Erzin­ can Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutukluluğuna kadar giden süreci anlattı: Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, göreve baş­ ladıktan kısa bir süre sonra makamına Erzincan Emniyeti' nde 110


görevli İstihbarat Şube Müdürü Mehmet Fecri Yıldız'ı, Terör­ le Mücadele Şube Müdürü Murat Günbeyi'ni ve Güvenlik Şube Müdürü Mustafa Pusat'ı çağırdı. İlhan Cihaner, şehirdeki "irticai" yapılanmalar hakkında polisin elinde ne bilgi olduğunu ve bugüne kadar bu konuda neler yapıldığım sordu. İlhan Cihaner'in o gün bilmediğiyse "irticai" yapılanma­ lar için bilgi almak, fikirlerine başvurmak için yanına çağırdı­ ğı polis müdürlerinin "cemaatçi" olduğuydu. Toplantıdan çıkar çıkmaz soluğu Erzincan İl İmamı "Ke­ mal" kod adlı kişinin yanında alan emniyet müdürleri, Er­ zincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in "cemaat" ve "tarikatlar" hakkında bilgi toplamak istediğint önümüzdeki günler için bir operasyon planladığım aktardılar. Kendilerine verilen talimat, "Bilgi paylaşmayın, ne yap­ mak istediğini anlamaya çalışın, takip edin" oldu. İlhan Cihaner toplantı yaptığı polis müdürlerinin "cema­ atçi" olduğunu bilmese de, ilerleyen günlerde bir aksilik ol­ duğunu anlayacaktı. Polisten kendisine en ufak bir bilgi gelmiyordu. Terör, İs­ tihbarat ve Güvenlik Şube Müdürleri sürekli kendisini oyalı­ yordu. Polisle bu soruşturmanın yürütülemeyeceğini düşünen İlhan Cihaner, Jandarma ve MİT mensuplarına yöneldi. Ancak attığı her adım "cemaat" tarafından izleniyordu. Kaldı ki, Jan­ darma ve MİT'de de cemaatin hatırı sayılır mensubu vardı. İstişareler ve toplantılardan sonra cemaat İlhan Cihaner'i Ergenekon çuvalına koymaya karar vermişti. Planlamalar, Ankara İstihbarat Şube Müdürü Zeki Güven ve İstihbarat Daire Başkanlığının desteğiyle yapıldı. 16 Şubat 2010'da İlhan Cihaner makam odasında yaka paça gözaltına alındı, tutuklandı. 4,5 ay cezaevinde kalan İl­ han Cihaner, Haziran 2010'da tahliye oldu. Yunus Dolar, Erzincan İl İmamı "Kemal" kod adlı kişiden operasyonun ayrıntılarım bu şekliyle dinlediğinde, operas­ yonlar hakkındaki şüphesinde haklı çıktığım anladı. Buna rağmen yine de sesiz kaldı. 111


"Hocaefendinin, cemaatin bir bildiği vardır" diye düşün­ dü. İçindeki yerleşik cemaat kültürüne karşı koyamadı. Hak­ sızlıklara, hukuksuzluklara, ses çıkartmamış / çıkartamamıştı. FETÖ kumpasçısı emniyet müdürü AKP'den milletvekili aday adayı Olan biteni suskunlukla izleyen, sessiz ve kaygısız kalan sa­ dece Yunus Dolar değildi. İktidar partisi AKP de, kendisini "ay­ dın'' ve "liberal" olarak nitelendirenler de hukuksuzluğa karşı tavır almadıkları gibi operasyonları destekliyorlardı. Hatta ce­ maatle AKP o yıllarda deyim yerindeyse et bmak gibi olmuştu. 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde milletvekilliğine aday­ lığını koyacağını ilan edenlerden biri de İlhan Cihaner oldu. Eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, siyasete atılmaya karar vermiş, CHP' den aday olacağını açıklamıştı. Aynı dönemde, AKP'den Erzurum aday adaylığını açık­ layanlardan biri de Murat Günbeyi oldu. Bu isim, İlhan Cihaner' e kurulan kumpasın mimarlarından Erzincan Terör­ le Mücadele Şube Müdürü'ydü. FETÖ' cü polis şefi Murat Günbeyi, AKP Erzurum millet­ vekilliği aday adaylığını şu sözlerle açıkladı: "2009-2010' da AK Parti ve Gülen hareketini yıpratmaya yönelik bir eylem planı vardı. Dursun Çiçek imzalı eylem planı, Erzincan' da hayata geçirilmeye çalışılmıştı. Yaptığı­ mız operasyonlarda bu eylem planını hayata geçirmeye çalı­ şan sanıklar gözaltına alınmıştı. Bunların yargılanması halen devam ediyor. Şu an Yargıtay'da. AK Parti'den aday adayı olmamın bir nedeni de bu. Çünkü Ergenekon davalarından sanık olan çoğu bilinen insanlar, milletvekili olup dokunul­ mazlık elde etme çabası içinde. Tabi bu kamu vicdanını ya­ ralıyor. İlhan Cihaner, yürüttüğüm tüm operasyonlar kapsa­ mında gözaltına aldığım yüzlerce şüpheliden biri. Onu diğer­ lerinden ayıran sadece mesleği. Ama benim adaylığım onlara rağmen bir adaylık değil. Çünkü eğitimim, siyasi anlayışım ve ilkelerim onlarla bağdaşmıyor. Ancak bu kadar Ergenekon sanığının mecliste olacak olması, bir terör uzmanın da meclis112


te olması kanaatini bende oluşturdu. Seçilir meclise girersem belki o yargılaması devam eden sanıkları kontrol altında tut­ ma adına ilginç bir şey olacak." Murat Günbeyi, kendisini asıl motive eden ve milletvekili aday adaylığına başvuru sürecine giden sürecin ardındaysa AK parti hükümetini ve kadrolarını beğenmesinin olduğu­ nun altını çizerek açıklamasına şöyle devam etmişti: "Ekonomi, sağlık, eğitim ve güvenlik alanında devrim ni­ telığinde değişikler oldu. İnsanlar artık yarına umutla bakı­ yor. On sene sonrasına dönük planlar yapabiliyoruz. Dolayı­ sıyla memlekete faydalı olmak isteyen ve bunu da gösteren bu kadro içinde yer almak istedim." 2011'de bu açıklamaları yapan Murat Günbeyi' nin ancak 2016' da FETÖ mensubu olduğu anlaşılabildi. Nisan 2016' da hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Fakat Murat Günbeyi çoktan ülkeyi terk etmişti. Halen firari sanık olarak aranıyor. Örgütün karargahı: İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yunus Dolar, 2010 yazında şark görevinin sonlanmasıyla birlikte tekrar İstanbul'a döndü. Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürü olarak göreve başladı. Kısa bir süre sonra da İstanbul Güvenlik Şube Müdürü oldu. Artık Ergenekon, Balyoz vb. operasyonların planlandı­ ğı, yapıldığı Vatan Caddesi' ndeki İstanbul Emniyet Müdürlü­ ğü yerleşkesindeydi. İstanbul Emniyet Müdürlüğünde operasyonel şube mü­ dürlerinin hepsi cemaat mensubuydu. Vatan Caddesi'nde "cemaatçi" olmayan bir emniyet müdürü neredeyse yoktu. Emniyet yerleşkesi "cemaatin karargahına" dönüşmüştü. Yunus Dolar' ın İstanbul'a dönüşü "cemaatçi polis müdür­ leri" tarafından sevinçle karşılanmıştı. İstihbarat Şube Müdü­ rü Erol Demirhan, Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Ata­ yün, Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdür Yardım­ cısı Tufan Ergüder, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdü­ rü Nazmi Ardıç, Narkotik Şube Müdürü Mahir Çakallı, Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı, Terörle Mücadele Şube Müdür 113


Yardımcısı Ömer Köse, Mali Şube'den Sorumlu Emniyet Mü­ dür Yardımcısı Hamza Tosun, İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Y ılmazer ile birlikte mesai saatleri içinde sık sık bir araya geliyorlardı. Bu isimlerin hepsi cemaatçiydi. 2010' da İstanbul Emniyet Müdürlüğünün en kritik, en operasyonel şubelerinin başındaki isimlerin hepsi çocuk yaş­ ta FETÖ'nün tornasından geçerek şekillendirdiği azılı cemaat militanlarıydı. Bu emniyet müdürleri sıkça makam odalarında bir araya geliyorlardı. Genelde İstihbarat veya Terörle Mücadele Şube Müdürünün makam odasında toplanırlardı. Bir araya geldikleri o zaman diliminde, İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan'ın elinde tablet bir bilgisayar olurdu. Sivil imamlardan aldığı talimatları ve kendi görüşlerini bir araya geldiği emniyet müdürlerine aktarırdı. Erol Demirhan'ın tablet bilgisayar üzerinde anlık talimat aldığı kişiyse örgütün o dönemki Marmara Bölgesi imamı Arif kod adlı kişiydi. Bu toplantıların en önemli gündem maddesiyse döne­ min İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın yapılması planlanan operasyonlara ikna edilme yöntemleri olurdu. Hüseyin Çapkın cemaatçi değildi, fakat cemaatçi emniyet­ çiler tarafından kuşatılmıştı. Hepsi her görüşmelerinde sanki ayrı bireyler gibi karşısına çıkıyor, kendi fikirleriymiş gibi ce­ maatin kararlarını Hüseyin Çapkın'a empoze ediyorlardı. Hüseyin Çapkın operasyonları yapmaya ikna oluyordu...

FETÖ gündemi: Gazeteciler Bu toplantılardan birinde konu yine "gazetecilerdi." İstihba­ rat Şube Müdürlüğünde görevli "cemaatçi" bir başkomiser su­ num yaptı. Hangi gazetecilerin cemaat tarafından yapılan Erge­ nekon, Balyoz vb. operasyonlara karşı olduğunu, hangilerininse bu operasyonları desteklediği yönünde üstlerini bilgilendirdi. Bu sunumun sonunda alınan karar şöyleydi: Operasyon­ lar hakkında "olumsuz" haber yazan gazeteciler zaman za114


man ziyaret edilecek, zaman zaman da emniyete çağrılarak çakhrmadan ikna edilecekti. Sunumu izleyenler arasında Yunus Dolar da vardı. İki gün önce İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan ile yaptığı gö­ rüşmeyi anımsadı. Devresi olan Erol Demirhan kendisini üç gazeteciyle ilgili uyarmıştı: "Hürriyet'ten Toygun Atilla, Milliyet'ten Erdal Kı­ lınç ve Habertürk'ten Nihat Uludağ." Bu isimler cemaatçi polislerin hedefiydi. Bu gazetecilerle asla görüşmemeliydi.

Talimat "ahilerden": "O gazeteci tutuklanmalı" 2011 Aralık ayının ilk günleriydi. Vatan Caddesi'ndeki bir grup cemaatçi emniyet müdürü yine bir araya gelmiş, oturu­ yor, konuşuyor, değerlendirmelerde bulunuyorlardı. Odada bulunanlardan İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan, cep telefonu çalınca konuşmak için dışarı çıktı. Odaya tekrar döndüğünde telaşlıydı. Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün'e dönerek, "Abiler aradı. Kandil, Fırat Haber Ajansı aracılığıyla Vatan gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus'tan Vatan Caddesi'ndeki Fetullahçı polislerin listesini istemiş. Bu gazetecinin acele tutuklanması gerekiyor." dedi. Bunun üzerine Yurt Atayün ve Erol Demirhan diğerlerini odada bırakarak dışarı çıktılar. Bu görüşmenin geçmesinden kısa bir süre sonra 24 Aralık 2011'de gazeteci Çağdaş Ulus tutuklandı. Türkiye'de bir gazetecinin tutuklanması cemaatçi bir polis şefinin veya onun imamının iki dudağının arasındaydı... FETÖ kumpasıyla tutuklanan Çağdaş Ulus, dokuz ay ce­ zaevinde kaldı, 13 Eylül 2012' de tahliye oldu. Caferi polise cemaat sürgünü Emniyetteki Fetullahçı polislerin hepsini "abiler" yani "si­ vil imamlar" yönetiyordu. Yunus Dolar'ın şark dönüşü geldiği İstanbul'da dikkatini en çok çeken bu olmuştu. 115


Sistematik ve son derece organize bir "sivil cemaat" ağı, emniyet müdürlerinin hiyerarşik olarak üzerlerindeydi; nihai kararlar, belirleyiciler onlardı. Sistem şöyle işliyordu: Emniyetçiler her hafta birinin evin­ de toplanıyorlar, dini içerikli dersler yapıyorlardı. Bu dersler­ de "grup abileri" İstanbul Emniyet İl İmamından aldığı not ve talimatları iletiyordu. Bu not ve talimatlar, "cemaatçi polis­ lerin davranış şekilleri, yapacakları operasyonlar, takip edil­ mesi gereken hedefler, bilgi toplanması istenen kişiler" gibi konuları içeriyordu. Yunus Dolar'ın her hafta toplandığı grup da emniyet mü­ dürleri Mehmet Aslancan, Şener Yılmaz, İrfan Mazlum Beka­ roğulları ve Abdullah Güler'den oluşuyordu. Yalnız şöyle bir ayrıntı daha vardı. İstihbarat, Terörle Mü­ cadele ve Kaçakçılık birimlerinde çalışan cemaatçi emniyet­ çiler kendi aralarında oluşturulan gruplarda ders yaparlardı. Onların gruplarına diğer şubelerde veya karakollarda görev yapanlar giremezdi. İstanbul İl Emniyet İmamı Mehmet kod adlı bir kişiydi ve her hafta bir grubun dersine mutlaka katılırdı. Marmara İl Emniyet İmamı Arif ise bu derslere gitmez, gruptakilerle muhatap olmazdı. Arif kod adlı Marmara Bölge İmamının İstanbul'da iki tane karargahı bulunuyordu. Bunlardan biri Bahçelievler' de, diğeriyse Fatih Kızılelma Caddesi'ndeki bir avukatlık ofisiy­ di. İstihbarat, Terör ve Kaçakçılık birimlerindeki cemaatçi emniyet müdürleriyle Bahçelievler'deki karargahında, di­ ğer birimlerde görevli emniyet müdürleriyle Fatih Kızılelma Caddesi'ndeki ofiste görüşürdü. Marmara Bölge Emniyet İmamı Arif kod adlı kişinin em­ niyet müdürlerini yanına çağırması demek, talimat vermesi anlamına gelirdi. Emniyet müdürlerine görev bölgelerinde yapması ge­ rekenlerden, şubeye alınacak, gönderilecek personele, şark görevlerine gitmesi gerekenlere, planlanması gereken operas­ yonlara kadar her şeyi talimat olarak verir, emniyet müdür116


lerinden de görev yaptıkları birimlerin çalışmalarıyla ilgili brifing alırdı. Fındıkzade Kızılelma Caddesi'nde bulunan ofisteki görüş­ melerin birinde Arif Kod adlı Marmara Emniyet İl İmamı, Yu­ nus Dolar' a Güvenlik Şube Müdürlüğünde çalışan bir polis memurunun Kars' a tayinini çıkarttığım ve bu polis memuru­ nun acilen şubeden ilişiğinin kesilmesini istedi. Polis memurunun çocuğu hastaydı ve İstanbul' da tedavi görüyordu. Eğer Kars' a tayin edilirse tedavisi yarım kalacak­ tı. Şube Müdürü Yunus Dolar da polis memurunun bu insani mazeretini haklı bulmuş ve Kars' a göndermemişti. Bu bir anlamda Marmara Bölge İmamının emrine itaatsiz­ likti. Bir sonraki görüşmelerinde Yunus Dolar ağır hakaretlere maruz kaldı. Gönderilmesi istenen polis memuru Caferi mezhebine mensuptu ve cemaatçi değildi. Yunus Dolar kimdi ki, bu emri sorgulamış ve çocuğu hasta diye polis memurunun tayinini durdurmuştu. Yunus Dolar, kendisine edilen hakaretleri sessizce dinledi, görev yeri olan Güvenlik Şube Müdürlüğüne geri döndüğün­ de "imamından" aldığı talimatı bu sefer yerine getirdi. İstenmeyen polis memuru şubeden gönderildi, Kars' a ta­ yin edildi. Tarafın "İşkenceci" polis şefi "Terör artık ' işkenceci' polise emanet." Taraf gazetesinin 22 Temmuz 2012' deki manşeti böyleydi. Haber, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki iki işkence vakasında T ürkiye'nin mahkum olmasına neden olduğu iddia edilen Sedat Selim Ay' ın İstanbul' da Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak atandığım konu alıyordu. Haberin ayrıntıları da çarpıcıydı. Sedat Selim Ay'ın 1997' de gözaltına alınan 15 kişiye işken­ ce yapılmasında adı geçiyordu. O gün gözaltına alınanlardan Asiye Zeybek Güzel de emniyette tecavüze uğradığım söyle­ yerek şikayetçi olanlardan biriydi. 117


Soruşturmaya takipsizlik kararı verilmiş, dava açılma­ mıştı. Ancak, 15 Mart 1996'da Atılım gazetesi Genel Yayın Yö­ netmeni İbrahim Çiçek'in aralarında bulunduğu sekiz kişiye işkence yaptıkları gerekçesiyle yargılanan beş polisten biri de Sedat Selim Ay' dı. Bu davadansa 14 ay hapis cezası al­ mıştı. Sedat Selim Ay' ın aldığı ceza ertelenmiş, hapse gir­ mekten kurtulmuştu. Mağdurlar AİHM' e başvurmuş, Strasbourg' daki mahke­ me "işkencenin saptanmasına karşın sorumluların cezalandı­ rılmadığı" gerekçesiyle Türkiye'yi mahkum etmişti. Taraf gazetesinin haberi Türkiye gündemini yine belirlemişti. Herkes "işkenceci" müdürün Terörle Mücadele Şube Mü­ dürlüğünden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı­ na atandığını konuşuyordu. Taraf gazetesi haberinin arkasında durdu. Neredeyse 15 gün boyunca her gün Sedat Selim Ay'la ilgili haberler man­ şetteydi. Bu öyle bir noktaya ulaştı ki, toplumsal tepkiyi de tetikledi. İnsan Hakları Örgütleri, barolar, sivil toplum kuruluşları protesto gösterileri yaptı, suç duyurusunda bulundu, imza kampanyaları başlatıldı. Hatta Sedat Selim Ay' ın görevden alınması için İstanbul Emniyet Müdürlüğünün önünde bile protesto gösterileri yapıldı. Sedat Selim Ay aleyhinde yapılan haberlerin birinin altın­ da da gazetenin "bavulcu" muhabiri Mehmet Baransu'nun imzası vardı. O da topa girmişti. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının haberleriyle gün­ dem belirleyen Tarafın hedefinde bu kez bir emniyet müdürü vardı. 2012, yani Sedat Selim Ay ile ilgili haberin yayınlandığı tarih, Taraf gazetesinin, Fetullah Gülen cemaatinin "sol" gö­ rünümlü yayın organı olduğu kanaatinin kamuoyunda artık konuşulur hale gelmeye başladığı bir dönemdi. Gazetenin yazarları arasında Emre (Emrullah) Uslu, Ön­ der Aytaç gibi hem Fetullahçı hem de polis kökenli yazarlar 118


vardı. Mehmet Baransu'nun cemaat geçmişi de herkesin ma­ lumuydu. İstanbul Emniyet Müdürlüğüyse cemaatçi emniyet mü­ dürlerinin kuşatması altındaydı. Bu yapıdan olmayan bir po­ lis şefinin Vatan Caddesi'ndeki Emniyet Müdürlüğü yerleş­ kesinde görev yapması imkansızdı. Düz mantıkla olan biteni değerlendirenler, Sedat Selim Ay'ın "cemaatçi" olmadığını, Terörle Mücadele Şube Müdür­ lüğünden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına atandığım, bu sebeple de hakkındaki eski dosyaların günde­ me getirildiğini düşünüyordu. Oysaki yanılıyorlardı. Sedat Selim Ay, sıkı bir Fetullah Gü­ len cemaati mensubuydu. Ancak, Sedat Selim Ay'ın bu özelliğini dışardan anlamak mümkün değildi. Laik, Atatürkçü, Cumhuriyet değerlerine bağlı bir imaj sergilerdi. Modern bir görüntüsü, hayat tarzı vardı. Ancak onun cemaatçi olduğunu bilenler bilirdi.

Cemaatçi müdür neden cemaatin hedefi oldu? O dönemde, Sedat Selim Ay'ın İstanbul Emniyet Müdür­ lüğüne atanmasının ardından Taraf gazetesi tarafından başla­ tılan kampanya sırasında kamuoyu çok basit bir soruyu sor­ madı/ soramadı. Sedat Selim Ay, dört yıl boyunca Diyarbakır Terörle Müca­ dele Şube Müdürlüğü yapmıştı. Sonrasında İstanbul'a atan­ mıştı. Diyarbakır'da görev yaptığı dönem boyunca yüzlerce operasyona imza atmıştı. Devletin, "işkenceci" bir müdürü Diyarbakır'da görevlen­ dirdiği dört yıl boyunca bu konuda tek bir haber çıkmamış, İstanbul'a atandığındaysa ortalık adeta yıkılmıştı. Bunda bir gariplik yok muydu? Taraf gazetesi dört yıl boyunca Diyarbakır Terörle Mücade­ le Şube Müdürlüğü görevini üstlenen Sedat Selim Ay'ın "iş­ kenceciliğini" neden haber yapmamış da İstanbul'a gelmesini beklemişti. Bu basit sorunun cevabını o gün kimse aramadı. Sormadı. 119


Bir kişi hariç: Yunus Dolar. Olan bitene anlam veremiyor­ du. Sessizce bu sorunun cevabını sorguluyordu. Yunus Dolar, Sedat Selim Ay'ın iyi bir cemaatçi olduğunu bilirdi. Onunla, hem Akademi yıllarından hem de İstanbul' da görev yaptığı dönemden beri arkadaştı. İkisi de sakin bir ka­ raktere sahipti. Birbirleriyle iyi anlaşırlardı. Sedat Selim Ay, Diyarbakır' daki şark görevinden İstanbul' a geri dönmüştü. Herkes Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardım­ cısı olmasını beklerken, Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğünden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı görevine atanmıştı. Ancak altı ay sonra İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olabilmişti. Sonrasında Taraf gazetesinde kampanya şeklinde "Sedat Selim Ay" aleyhinde her gün atılan manşetler şaşkınlık veri­ ciydi. Tarafı cemaatin yönlendirdiğini biliyordu. Sedat Selim Ay da "sadık" bir cemaatçiydi. O zaman bu aleyhindeki haberler de neyin nesiydi. Bazı cemaatçi meslektaşlarının da bu haberlerden dola­ yı memnuniyetini gözlemliyordu. Zaten cemaat sessizdi. Tarafın haberlerine müdahale etmiyorlardı. Bütün bunlarda bir gariplik vardı. T üm bunların cevabım alması çok uzun sürmedi... Manşetin ardındaki sır Diyarbakır' daki KCK operasyonunda gizli Tesadüf eseri Sultanahmet'te karşılaştılar. Birbirlerine sarıldılar. Uzun zamandır görüşmüyorlardı. İkisi de şark görevine gitmiş, neredeyse birbirlerini görmeyeli dört yıl geçmişti. Yunus Dolar'ın kafasındaki sorulara yanıt bulması için o günkü karşılaşma iyi bir fırsattı. Sedat Selim Ay biraz tedir­ gin, biraz gergin gözüküyordu. Arada sırada ani bir refleksle dönüp arkasına bakıyordu. Kim bilir belki de izlendiğini dü­ şünüyordu. 120


Yunus Dolar, bir an için olan biteni sorup sormamakta te­ reddüt etti. Arkadaşını, meslektaşını hiç bu kadar gergin gör­ memişti. Yine de dayanamayıp sordu: "Neler oluyor? Taraf gazetesi­ nin seninle ilgili yayınlarının arkasında ne var? Bilmediğimiz şeyler mi oluyor?" Sedat Selim Ay'ın o gün anlatacakları hem kumpasların arkasındaki cemaat elini hem de talimatları yerine getirme­ diği andan itibaren kendi adamlarına bile ne kadar acımasız olduklarının kanıhydı. Birlikte bir çay bahçesine oturdular. Sedat Selim Ay olan biteni anlatmaya başladı. Olayların başlangıcı, Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevini yürüttüğü döneme dayanıyordu. Sedat Selim Ay, PKK'nın şehir yapılanması KCK'ya ope­ rasyon yapılmasını planlıyordu. Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürlüğüyse bu operasyona sıcak bakmıyordu, kendisine destek vermiyordu. Sedat Selim Ay için bu operasyonun yapılması zorunlu­ luktu. Operasyon için Diyarbakır Kaçakçılık Şubesi'nden des­ tek almaya karar verdi. Operasyonun planları yapıldı, sav­ cılık bilgilendirildi. Artık sayılı günler vardı operasyon için. Tam da o dönemde, Diyarbakır'ın cemaatçi İstihbarat Şube Müdürü Mehmet Yılmaz "dehşet" bir teklif sundu Sedat Selim Ay' a. Madem operasyonu yapacakh, bir taşla iki kuş vursalardı. "İstihbarat daire başkanlığındaki cemaatçilerden olu­ şan özel bir ekip, hedef adreslere silah, bomba ve kroki yerleştirecek; bu sayede Ergenekon ile PKK birleştirilecek, irtibatlandırılacaktı. Ayrıca, kendi koydukları silah, bomba ve krokinin bulunmasından sonra dönemin Başbakan'ı Re­ cep Tayyip Erdoğan'a PKK ve Ergenekon'un suikast yapma hazırlığı içinde olduğu yalanı pompalanacaktı." Bunu merkez medyadan haber yapacak, kamuoyuna du­ yuracak gazeteciler bile isim isim belirlenmişti. Perde arkasında cemaatin istihbaratçıları tezgahı kurmuş, yeni bir kumpas hazırlığındaydı. Sedat Selim Ay, Diyarbakır 121


İstihbarat Şubesinin operasyona neden destek vermediğini şimdi anlamıştı. Demek ki, İstihbaratçıların düşündüğü KCK operasyo­ nunun başka hedefleri de vardı. Onun yaptığı operasyon planı, istihbaratçılarınkiyle örtüşmüyordu. Bu sebeple ope­ rasyonun kendi istedikleri biçimde olmasını istiyorlar, ona destek vermiyorlardı. Bütün bunları kafasında birkaç saniye içinde geçirdi. Kendisi gibi cemaatçi olan İstihbarat Müdürü Mehmet Yılmaz' dan gelen bu kumpas operasyon teklifine "Hayır" dedi. İstihbarat Daire Başkanlığında kumpas toplantısı KCK operasyonun son aşamasına gelinmişti. İstihbaratçılar da uzaktan Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün operasyon hazırlıklarını takip ediyor­ du. Sedat Selim Ay' ın kendi tekliflerini kabul etmeyerek ope­ rasyon yapacağını anlamışlardı. Artık İstihbarat Daire Başkanlığının devreye girmesinin zamanı gelmişti. Bu sayede Sedat Selim Ay da kendisine su­ nulan teklifin cemaatin istişaresi sonunda alınan bir karar ol­ duğunu anlayabilecekti. Ankara'ya, İstihbarat Daire Başkanlığına çağrıldı. İstihbarat Dairesi'ndeki bütün cemaatçi müdürler toplantı öncesi gergindi. Sedat Selim Ay' ın ikna edilmesi zorunluluk­ tu. Bunun için kendi aralarında Sedat Selim Ay ile yapacakları konuşmayı planladılar. Önce kendisine sakince ve iyi niyetle plan anlatılacak, en nihayetinde kendi hareketlerine, yani onların deyişiyle "Hiz­ met hareketine" karşı "sadakat" yeminleri hatırlatılacaktı. Bu cemaatin planıydı, nihai amaçları için operasyonun kendi istedikleri şekilde yapılması zorunluluktu. Sedat Selim Ay, "hizmet askerinin bir mensubuysa" bunu anlamalı ve sadakatle bağlı olduğu hareketin isteğine karşı koymamalıydı. Sedat Selim Ay ise İstihbarat Daire Başkanlığının merdi­ venlerini çıkarken Ankara'ya çağrılmasının nedenini düşü­ nüyordu. 122


Olağanüstü haller ve rutin terörle ilgili toplantılar dışında bir İl Terör Müdürü, İstihbarat Dairesine davet edilmezdi. Bu düşüncelerle, davet edildiği makarna, İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Recep Güven'in (daha sonra Diyarbakır Emniyet Müdürü oldu) odasına girdi. Odada Recep Güven'in dışında dört istihbaratçı daha var­ dı. Samimi ve sıcak bir karşılanma olmuştu. Odada oluşan samimi atmosfer Sedat Selim Ay'ın rahatlamasına sebep ol­ muştu. Çağrılmasının ardından olumsuz bir durum olmadı­ ğına kanaat getirdi. Oysaki bu sıcak karşılanma ritüeli bile önceden istihbarat­ çı cemaatçiler tarafından planlanmıştı. Daha önce kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda, ya­ pacakları sohbetin gidişatını, neler konuşacaklarını bile tasar­ lamışlardı. Akademi günlerinden anılarla sohbete girilecek, o yıllarda yaşadıkları tatlı acı günler konuşulacak, "hizmet hareketinin" kendilerine kattığı değerlerden dem vurulacaktı. Bu sayede Sedat Selim Ay' ın "sadakat" duygusu tekrar pe­ kiştirilecek ve itaat etmesi sağlanacaktı. Planlarını harfiyen uy­ guladılar. Oturdukları odada bulunan sehpaların üstünde kayısı, ku­ ruyerniş, meyve tabakları vardı. Çayların da gelmesiyle mu­ habbet başladı. Sohbeti önceden planladıkları şekilde yönlen­ dirdiler. Kolej, akademi yılları, hizmet hareketi derken konu Diyarbakır' da Sedat Selim Ay'ın yapmayı planladığı KCK operasyonuna geldi. Sedat Selim Ay, İstihbarat Daire Başkanlığına çağrılma nedenini anlamıştı. İstihbaratçılar, daha önce Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürü Mehmet Y ılmaz' ın kendisine söy­ lediği operasyon planının cemaatin istişaresi sonucu alınan bir karar olduğunu anlattı. Recep Güven ve diğer istihbaratçılar ısrarcıydı, PKK ve Ergenekon'u birbirine bağlamak için bu "kumpas" zorunlu­ luktu. Bu olayların sonucu cemaat için çok önemliydi. Baş­ bakan Erdoğan' a yönelik bir suikastın önlendiği haberinin 123


pompalanmasıyla hem Erdoğan ile güven tazeleyecekler, gö­ zünde nüfuzlarını arttıracaklar, daha da kritik noktalara bu sayede adam yerleştirebileceklerdi. Sedat Selim Ay, 3, 5 saat süren bu görüşmenin ardından kum­ pasa "Tamam" dedi. Kumpası kendi elleriyle uygulayacakh. Silah, kroki ve bombalar yerleştiriliyor O akşam, İstihbarat Daire Başkanlığının operasyon için görevlendirdiği özel bir ekiple birlikte Diyarbakır' a doğru yola çıktı. Kroki, silahlar ve bombalar kullandıkları otomobi­ lin bagajınaydı. Özel ekip, Diyarbakır' a indikleri andan itibaren çalışmaya başladı. Kroki, bomba ve silahlar hedef adreslere yerleştirildi. KCK operasyonu artık yapılabilirdi. Terör ve istihbarat timleri önceden belirlenen adreslere girdi. Y üzü aşkın KCK' lı gözaltına alındı, silahlar, bombalar ele geçirildi. Ancak operasyondaki en önemli detay, üç ayrı adreste bu­ lunan bomba, silah ve krokiyle birtakım notların ele geçiril­ miş olmasıydı! İstihbarat Daire Başkanlığından gelen ve varlığından Se­ dat Selim Ay dışında kimsenin haberdar olmadığı "özel eki­ bin" hedef adreslere yerleştirdiği silah, patlayıcı, kroki ve not­ ları bulan polisler bile bunlar karşısında şaşkındı. Ergenekon ve PKK arasındaki bağın en önemli delillerini elleriyle koymuş gibi bulmuşlardı! Ele geçirilen, silah, patla­ yıcı, kroki ve notlar tutanağa bağlanmıştı.

Vicdan cemaate karşı Operasyonun başındaki beş rütbeli emniyet mensubu bu önemli olayı arz etmek için, Terörle Mücadele Şube Müdürü Sedat Selim Ay'ın odasına geldi. Sedat Selim Ay, ele geçirilen malzemeleri, krokiyi ve not­ ları anlatan meslektaşlarını dinliyordu. Meslektaşlarının bü­ yük bir heyecan içinde nasıl bulduklarını anlattıkları "suç 124


delilleri" 24 saat önce İstihbarat Daire Başkanlığından ken­ disiyle birlikte Diyarbakır' a gelen özel ekibin yerleştirdiği delillerdi. Sedat Selim Ay, bir yandan heyecan içinde operasyonda ele geçirilenleri kendisine hararetle anlatan meslektaşlarını dinliyor, bir yandan da kendi iç sesini sorguluyordu. Suçsuz günahsız insanlara kumpas kurmuş, hayatlarını karartmak üzereydiler. Vicdanı, "cemaatin" sesine karşı direnişe geçmişti. Yaptıkları kumpası vicdanına anlatamıyordu. O an belki de hayatında ilk kez bağlı olduğu örgütün kararını kabullen­ meme kararı aldı. Hararetle operasyonu anlatan polise, eliyle "sus" işareti yaptı. Ne olduğunu anlayamayan polis, müdüründen gelen bu emirle konuşmasını kesti. Bir yandan odadaki polislere, "Bana doğru yaklaşın" derken diğer yandan yapacağı konuş­ mayı düşünüyordu. Gerçeği anlatmanın zamanı gelmişti. "Arkadaşlar bu suç materyallerinin bu hedef kişilerin evinde bulunması manasız. Operasyonun ana mantığıyla uyuşmuyor" dedi. Polisler şaşkın bir şekilde birbirlerine baktığı sırada Sedat Selim Ay tekrar konuşmaya başladı: "Bu tutanağı yeniden düzenleyin. Bomba, silah, kroki ve notları bu tutanaktan çı­ kartın. Bana güveniyorsanız böyle yapın" dedi. "Bana güve­ niyor musunuz?" diye sordu. Sedat Selim Ay, açık konuşmasa da odada bulunan herkes ne olup bittiğini anlamıştı. Polis jargonunda bazı şeyler açık açık söylenmezdi. Müdürleri o "delillerin" "yerleştirme" ol­ duğunu biliyordu ve "bunu yapmayalım, bu suça ortak olma­ yalım" diyordu. Konuşmanın tercümesi buydu. "Bana güveniyor musunuz?" sorusunun ardından beş rütbeli polisten üçü sert bir bakış atıp, hiçbir şey söylemeden hızla odayı terk etti. Bu üç rütbeli polis cemaatçiydi. Sedat Selim Ay'ın yanında sadece iki rütbeli polis kalmıştı. Bunlarsa cemaatle ilgileri olmayan "devletin" polisleriydi. 125


"Size güveniyoruz müdürüm" dedikten sonra önceden hazırladıkları tutanağı yırttılar, o "delilleri" çıkarttılar ve yeni bir tutanak hazırladılar.

Cemaatin "Sakıncalı" polis müdürü İşte ne olduysa o günden sonra oldu. Sedat Selim Ay o günden sonra çocukluk yıllarından beri itaat ettiği, bağlılık içinde olduğu örgütün gerçek yüzüyle karşı karşıya kaldı. Şark görevinin bitmesine, Diyarbakır' dan ayrılmasına kısa bir süre kala kendisine Sakarya Terörle Mücadele Şube Müdü­ rü olarak görevlendirmesinin yapılacağı söylendi. Sedat Selim Ay ise buna şiddetle karşı çıktı. Kendisinin İstanbul ve Diyar­ bakır gibi illerde yıllarca görev yaptığını, terör konusunda uz­ man olduğunu, Sakarya gibi küçük bir ilde birikimlerini saha­ ya yansıtamayacağını, bu görevi kabul etmeyeceğini söyledi. Ancak cemaatteki abiler bu konuda ısrarlıydı. Bu konuda geri adım atmamaya karar veren Sedat Selim Ay, kişisel bağ­ lantılarını kullanarak tayinini İstanbul'a yaptırdı. Bu cemaati ikinci kez karşısına alması anlamına geliyordu. İstanbul'a geldiğinde Terörle Mücadele Şube Müdürü ola­ cağım düşünen Sedat Selim Ay bunda yanılıyordu. Cemaat, Sedat Selim Ay'ı operasyonel birimlerden uzak tutmaya kararlıydı. Diyarbakır'da KCK operasyonları sıra­ sında yaptıkları ortadaydı, itaat etmemiş, söz dinlememiş, kumpasın parçası olmamıştı. İstanbul'da cemaatin yapmayı planladığı operasyonlar vardı, Sedat Selim Ay cemaat için riskti. Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğünden sorumlu İstanbul Em­ niyet Müdür Yardımcısı olarak göreve başladı. Dönemin İs­ tanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, Sedat Selim Ay'ı tanıdıkça sevmiş, çalışkan ve güvenilir bulmuştu. Kişisel soh­ betleri sırasında da Sedat Selim Ay'ın terör konusundaki yet­ kinliğini fark etmişti. Onu, Terörden Sorumlu Emniyet Mü­ dür Yardımcısı olarak atadı. Sedat Selim Ay, bu mücadeleden kazanarak çıktığım zannediyordu. 126


Maalesef yanılıyordu... Taraf gazetesinden "işkenceci ve tecavüzcü müdür" manşetleri Sedat Selim Ay'ın Terörden Sorumlu Emniyet Müdür Yar­ dımcısı olarak atanmasından günler sonra Temmuz 2012' de Taraf gazetesi Sedat Selim Ay'ı "İşkenceci ve tecavüzcü" polis müdürü olarak manşete taşıdı. Olay, 1 997'de gözaltına alınan 15 kişiye işkenceye yapıldı­ ğı ve bunlar arasında bulunan Asiye Zeybek Güzel' e polisler tarafından tecavüz edildiği iddialarını da içeriyordu. 1 5 yıl önce yaşanan ve yargı konusu olan bu olay Sedat Selim Ay'ın İstanbul'da Terörden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı olmasıyla gündeme taşınmıştı. Yayınlar günlerce sürdü. O günlerin popüler "gazetecisi" Mehmet Baransu bile Tarafta bu konuyu haber yaptı. Cemaat, kendi nüvesinden bir emniyet müdürüne eşi ben­ zeri görülmemiş aleyhte bir kampanya başlatmıştı. Yayınlar öylesine sürdü ki, İstanbul Emniyet Müdürlü­ ğünün önünde "Sedat Selim Ay'ın görevden alınması" için protesto gösterilerine, imza kampanyalarına kadar dönüştü. Cemaattense Sedat Selim Ay' a yönelik en ufak bir sahiplenme yoktu. Yunus Dolar, işte tüm bunlara anlam verememiş ve Sedat Selim Ay ile olan biteni konuşmak istemişti. Sedat Selim Ay'ın verdiği yanıtlarla olayın arkasını görmüştü. Sedat Selim Ay'a, cemaat çemberinden belirgin bir şekilde uzaklaşması için ilahi bir ceza olarak kabul edilen Zecr tokadı mı, çemberde tutunması için ilahi bir ikaz, şefkat tokadı mı atılmıştı? O müdür de, Diyarbakır'daki kumpas da buhar oldu Yunus Dolar da bu son sorunun cevabını bulamadı. Şöyle ki, günlerce cemaat tetikçisi Taraf gazetesi tarafından sürdürülen yayınlara, protesto gösterilerine, imza kampanya­ larına rağmen Sedat Selim Ay görevinden alınmadı. 127


Cemaat, İstanbul'da Terörle Mücadele Şubesi' nin sorum­ luluğunun Sedat Selim Ay'da bulunmasını istemiyordu ama yine de görevden almadı. Amaç hasıl olmuş muydu, Sedat Selim Ay etkisiz hale getirilmiş ve İstanbul'da sürdürülen kumpaslara kayıtsız kalması sağlanmış mıydı? Bunların yanıtı halen yok... Ancak 17-25 Aralık 2013 tarihleri arasında AKP'ye karşı gerçekleştirilen "yolsuzluk" soruşturmaları sırasında Sedat Selim Ay İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı konumundaydı. Cemaate karşı başlatılan mücadelenin ardından Sedat Se­ lim Ay da görevden alınanlar arasındaydı. Ancak sonrasıysa koca bir sırra dönüştü. Sedat Selim Ay adeta buhar oldu. Yunus Dolar da o günlerden sonra bir daha Sedat Selim Ay'dan hiç haber alamadı. Kendisini ne gördü, ne sesini duydu, ne de arandığına veya yakalandığına dair en ufak bir bilgi sahibi oldu. Yunus Dolar' ın Diyarbakır' da cemaat tarafından kuru­ lan ve Sedat Selim Ay' ın anlatımlarına dayanarak anlattı­ ğı kumpasa ilişkin ifadesiyse adliyelerdeki tozlu raflarda kaldı. Bugüne kadar henüz o kumpasın iç yüzünü ortaya çıkartan ne bir araştırma, ne bir soruşturma yapıldı. Failler yakalanmadı. Operasyonların talimatı Pensilvanya'dan Yunus Dolar'ın İstanbul' da görev yaptığı dönemde şahit olduğu olaylar sadece bunlarla sınırlı değildi. Aslında o gün­ lerde cemaat içinde bile Ergenekon vb. operasyonlarda yaşa­ nan hukuksuzluklar az da olsa tartışılmaya başlanmıştı. Ancak bu hukuksuzluklarda Fetullah Gülen'in dahli bu­ lunmadığı, cemaatin istihbaratçı polislerinin süreci yanlış yönlendirdiği dillendiriliyordu. Kimse Fetullah Gülen'e toz kondurmuyordu. Yunus Dolar da bunlardan biriydi. Ancak, şahit olduğu iki olay bu fikrinin değişmesine sebep olacaktı. 128


Bunlardan biri 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanması, diğeriyse 7 Şubat MİT krizi olarak bilinen 7 Şu­ bat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisinin ifadeye çağrılması olayıydı. Bu olayların perde arkasına şahit oldu­ ğunda Yunus Dolar'ın görüşleri değişti. "Bütün bu operasyonlar, tutuklamalar Fetullah Gülen'in bilgisi dahilinde ve onun talimatlarıyla yapılıyordu." Böyle düşünüyordu. Yunus Dolar bir akrabasının sağlık sorunlarından dola­ yı Ankara'ya gitti. Hastane ziyaretinden sonra Ankara' daki dostlarına da uğramayı ihmal etmedi. Bunlardan biri de Erzurum Lisesi'nde birlikte okurken cemaat evlerine gittiği, cemaatin yönlendirmesiyle GATA'yı kazanan ve GATA Üroloji bölümündeki Uzman Dr. Tabip Al­ bay Emin Aydur' du. Birlikte Kuğulu Park' a gittiler, bir kafeye oturdular. Hoşbeşten sonra gündemleri yine siyaset ve ope­ rasyonlardı. Tabip Albay Emin Aydur, "Hocaefendiyi kızdırdınız, Ge­ nelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'u neden tutuklatmadınız?" dedi. O günlerde henüz İlker Başbuğ ile ilgili bir soruşturma bile olduğuna dair haberler yoktu. Yunus Dolar şaşırmıştı, "Nasıl yani?" dedi. Bunun üzerine Emin Aydur, Fetullah Gülen'in bu yönde emniyetten talebi olduğunu, aradan ge­ çen belli bir süreye rağmen bu gerçekleşmeyince sitemkar bir mesaj gönderdiğini söyledi. Yunus Dolar'ın tüm bunlar­ dan haberi yoktu. Ancak, çok değil bu görüşmeden sadece iki ay sonra 6 Ocak 2012' de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklana­ caktı. Yunus Dolar, İlker Başbuğ tutuklandığı gün Ankara' da Tabip Albay Emin Aydur ile yaptığı konuşmayı anımsadı. İlker Başbuğ'un tutuklanmasının talimatı bizzat Fetullah Gülen' den gelmiş, deliller üretilmiş, basın yayın organları aracılığıyla kamuoyu hazırlanmış, en sonunda İlker Başbuğ tutuklanmıştı. 129


Fetullah Gülen hangi sözleri duyunca bayıldı Yunus Dolar'ın da anlattığı gibi cemaat içinde bir gö­ rüş Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Odatv, şike ve benzeri operasyonlarda örgütün hukuksuz operasyonlara imza attığı yönündeydi. Örgüt içinde bir grup insan, olan bitenden Fetullah Gülen'in haberi olmadığını, kendisinin bazı cemaatçi polis şefleri tarafından kandırıldığına inanı­ yorlardı. "Karıncayı bile incitmekten çekinen" Hocaefendi, insanla­ rın hayatına kastedilmesine nasıl göz yumabilirdi ki? Böyle düşünüyorlardı. Bu kitap için yaptığım araştırmalar sırasında Türkiye'nin çeşitli illerinde görev yapmış, önemli görevler üstlenmiş bir emniyetçinin ABD' de bizzat Fetullah Gülen ile yaşadığı bir olayı öğrendim. Sadece bu kişinin, İstanbul dahil olmak üzere Türkiye' nin çeşitli illerinde görev yapmış, önemli görevler üstlenmiş bir emniyetçi olduğunu söylemekle yetineceğim. Bu emniyet müdürü de "hocaefendinin" haksızlıklara ve hukuksuzluklara imza atmayacağına inanlardan biriydi. O da çocuk yaştan itibaren onun öğretileriyle büyümüştü. Ce­ maatin mahrem yapısı içinde önemli bir yer edinmişti. Cema­ atin en üst kademesinde de yakın akrabaları bulunuyordu. Hatta ABD' de yaşayan Fetullah Gülen'in çok yakınındaki isimlerden biri de akrabasıydı. Kendisi de daha önce Fetullah Gülen ile görüşmüştü. Bir kez daha görüşecekti, kararlıydı. Operasyonlardaki hu­ kuksuzlukları anlatacak, meslektaşları devrelerin kurduğu kumpasları kendisine izah edecekti. Operasyonların Fetul­ lah Gülen'in inisiyatifi dışında geliştiğini düşünüyordu. Randevu aldı, ABD'ye gitti. Hocaefendisinin karşısınday­ dı. Elini öptü. Anlatmaya başladı. Şahit olduğu kumpasları, hukuksuzlukları tek tek anlatıyordu. Fetullah Gülen ise ken­ disini tepki vermeden dinliyordu. Bir müddet sonra, sustu. Olan biten her şeyi anlatmıştı. Gülen'in bu hukuksuzlukları yapan polis şefleriyle ilgili 130


gereğinin yapılmasıyla ilgili talimatlar vereceğini, öfkelene­ ceğini öngörüyordu. Düşündüğü gibi olmadı. Fetullah Gülen konuşması biten cemaatçi polis şefine tek bir soru sordu: "Bu anlattıklarını bilen var mı?" Emniyet müdürü, "Bilmesi gerekenler bilgilendirildi ho­ cam. Bilgilendiriyoruz" dedi. Bu sözleri duyan Fetullah Gülen bayıldı. Çiftlik evindeki doktorun müdahalesiyle kendine getirildi. Polis şefi o gün ve sonrasında ABD' de geçirdiği iki gün boyunca bir daha Fetullah Gülen ile görüşemedi. Son görüş­ meleri bu oldu. Sonrasında bu görüşmeyi benimle paylaştığında şöyle yo­ rumluyordu: "Kumpasları anlattığımda ses çıkartmadan din­ ledi. Oysaki ben öfkeleneceğini düşünüyordum. Merak ettiği tek şey vardı, kurulan kumpasları başkalarının bilip bilmedi­ ğiydi. Bunun yanıtı 'evet' olunca. Bayıldı. O zaman anladım ki, her şeyden haberdardı. Önemsediği tek şey, bu kumpasla­ rın açığa çıkmamasıydı." 7 Şubat MİT kumpası talimatı "hocadan" 7 Şubat 2012 saat 21.30 sıralarında Hürriyet gazetesinin internet sitesine Arda Akın imzalı bir haber manşetten girdi. Flash olarak duyurulan haber, "İstanbul Cumhuriyet Başsav­ cılığı, MİT Müsteşarını şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırdı" baş­ lığını taşıyordu. Haberin içeriğinden soruşturma konusunun, MİT yetkili­ lerinin PKK'lılarla Oslo' da yaptıkları görüşmeye ait olduğu iddia edilen 47 dakikalık ses kaydıyla ilgili olduğu anlaşılı­ yordu. Haberde MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner, yardımcısı Afet Güneş'in "şüpheli" konumunda ifade­ ye çağrıldığına dikkat çekilirken, "Edinilen bilgiye göre Oslo görüşmelerine ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı. Savcılık bu bilgi­ lere istinaden Hakan Fidan, Emre Taner ve Afet Güneş'i ifa­ deye çağırdı" vurgusu yapılıyordu. 131


Bu vurgu önemliydi. Kumpası hazırlayanlar MİT Müsteşa­ rını ifadeye çağırmak için "gerekçe" de oluşturmuşlardı. Servis edilen haberde bu "yeni bilgiler" olarak açıklanmıştı. Neydi bu yeni bilgiler? Aslında gerekçede yazan "yeni bilgi" ifadesinin tek anlamı vardı. Yeni bir "kumpasın" manivelası, toplumu operasyona hazırlamak, sonrasında gelecek tutuklamaları nor­ malleştirmek için oluşturulan " psikolojik" ortamdı. Hep böyle yapılırdı. Operasyondan önce "yeni bilgiler, yeni deliller var, bilmediğiniz çok şey var" denir, kamuoyu susturulur, tutuklamalar yapılırdı. Bu sefer de plan buydu. Dönemin Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan ve hükürnetin direnmesi sonunda MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer gö­ revliler ifadeye gönderilmedi. Keşke aynı direnci "kumpas" kurulan diğer Türk subaylarına, gazetecilere, akademisyenle­ re, bürokratlara karşı da zamanında gösterselerdi. İşte tam da bu ortamda Yunus Dolar, "cemaatin" bu se­ fer ileriye gittiğini düşünmeye başladı. Hatta bu düşünce­ sini ve eleştirisini ilk kez sesli olarak dile getiriyordu. Yu­ nus Dolar'ın bu eleştirisiniyse görüştüğü diğer cemaatçiler, "Niye bu kadar dert ediyorsun. Bu konu ABD' de istişare edilmiş ve Fetullah Gülen tarafından da onaylanmış" şek­ linde yanıtlıyordu. Yine işin ucu Fetullah Gülen'e doğru gidiyordu. Operasyonlar, onun izni olmadan yapılmıyordu dernek ki. Yine de aklındaki bu şüpheyi Marmara Bölge Emniyet İmamı Arif" kod adlı kişiye sordu. Aldığı yanıt aynıydı. Fe­ tullah Gülen, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer MİT gö­ revlilerine operasyon yapılması onayı vermişti. II

MİT krizinden bir saat önce Samanyolu TV'de Fetullah'tan "Acil reçete" Yunus Dolar'ın bu tezini kuvvetlendirecek başka bir geliş­ me daha yaşanmıştı. Onun şifreleri de cemaatin yayın organı Samanyolu TV' deydi. 7 Şubat 2012' de saat 20.39' da Samanyolu TV' de ana haber bülteninde, Fetullah Gülen'in bir konuşması yayınlandı. Yani, 132


MİT Müsteşarının şüpheli olarak İstanbul Cumhuriyet Baş­ savcılığı tarafından ifadeye çağrıldığı" haberinin Hürriyet ga­ zetesi internet sitesinde yayınlanmasından tam bir saat önce. Fetullah Gülen'in "Müslümanlık kavramı" üzerine yaptı­ ğı konuşma "Hocaefendi' den acil reçete" başlığıyla izleyiciye sunuldu. Aslında bu konuşmada hem 7 Şubat MİT krizinin şifreleri hem de Fetullah Gülen'in dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan' a açtığı savaşın şifreleri vardı. Keza; "Güzel işleri" menfaatine kullanmak isteyen bazı siyasilerin, başkalarının hukukunu ihlal ettiğini söyleyerek, bu siyasilerin kendileri dışında kimseye alan bırakmama dü­ şüncesinde olduğunu, güç haline getirilenlerinse batırılmaya çalışıldığını ifade edecekti. Samanyolu 1V ana haber bülteninde yayınlanan Gülen'in konuşmasının satır başları şöyleydi: "Bu düşüncedeki siyasiler; 'İyisi mi bütün muhalifler yok olmalı. Allah' ım bütün muhaliflerimizi yok eyle bizi muhalifsiz bırak da ayıplarımızı mayıplarımızı yakın takibe alan insanlar bulunmasın' anlayışını savunmaktalar. Böyle kişilerin, esenlik vaat etmelerL selam insanı olmaları, selamın aleyküm ve rah­ metullahı berakatühü'ye bağlı yaşamaları mümkün değildir." Bu konuşmaların Samanyolu TV haber bülteninde yayın­ lanmasından tam bir saat sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer MİT mensuplarının ifadeye çağrılması haberi günde­ me "bomba" gibi düşecekti. Cemaat karargahından uzaklaştırma Yunus Dolar ilk kez eleştirilerini açık açık yapmaya baş­ ladı. İstanbul Emniyeti'nde masum insanlara kurulan birçok kumpasa öyle veya böyle tanıklık eden ancak sessiz kalan Yunus Dolar ilk kez sözlü olarak bu operasyonu eleştirmişti, eleştirmeye de devam ediyordu. Bu durum, İstanbul Emniyeti Vatan Caddesi yerleşkesin­ deki "cemaatçi" diğer emniyet müdürlerini rahatsız etti. Yunus Dolar' ın operasyonel bir birimde çalışma isteği kabul görmedi. Hatta Güvenlik Şube Müdürlüğünden de 133


uzaklaştırıldı. Anadolu yakasında birkaç ilçeden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına atandı. FETÖ'nün Vatan Caddesi'ndeki stratejik karargahından aforoz edildi. 2013' te yapılan 17-25 Aralık operasyonlarını karargahtan ayrıldığı için uzaktan izlemekle yetinmişti. Sonrasında, 2014 Temmuz'unda Bilecik Polis Meslek Y üksekokulu'na tayini çıktı. 2015 Haziran'ındaysa Bilecik Emniyet Müdür Yardım­ cısı olarak göreve başladı. Bilecik'te devresi Hayati Akça da görev yapıyordu. Aka­ demiden beri tanışıyorlardı, o da cemaatçiydi. Bir araya gel­ diler. Hayati Akça, sivil imamlaryla İnternet üzerinden Tango diye bir program üzerinden görüştüklerini, Bilecik Emniyet imamınınsa bir öğretmen olduğunu söyledi. Bilecik'te de dü­ zen devam ediyordu. 17-25 Aralık'tan sonra da cemaatçi müdürler iş başında 7 Şubat 2012'deki MİT krizi yaşanmış, 17-25 Aralık2013'te hükümete yönelik operasyonları olmuş, FETÖ' yle "mücade­ lenin" başlamasının ardından en az üç yıl geçmişti. Ancak Bilecik'te Polis Akademisi yıllarından beri cemaat içinde olan Yunus Dolar ve Hayati Akça gibi emniyet müdür­ leri görev yapıyor, hatta örgütün sivil imamları çalışmaları­ na tüm hızıyla devam ediyordu. Yine dikkat çekici bir diğer konu, sivil imamlarla cemaatçi polis şefleri önlem olarak yüz yüze gelme yerine, İnternet üzerinden programla görüşmeye bu süreçte başlamışlardı. Cemaat, 7 Şubat 2012' deki MİT kri­ zinden ve 17-25 Aralık 2013' teki operasyonlardan sonra bile devlet kurumlarında varlığını sürdürüyordu. İşte tam bu günlerde Yunus Dolar cemaatle arasına mesafe koymaya, kopmaya karar verdi. Devresi Hayati Akça, cema­ atin kendi arasında ve sivil imamlarla görüşmeyi tercih ettiği Tango adlı programla görüşmeyi bıraktığını, yeni bir İnternet programıyla görüştüklerini söyledi. Bu programın özelliğiyse kaydedilemiyor ve izlenemiyordu. Deşifre olmamak için ce­ maat bu yöntemi seçmişti. 134


Yunus Dolar' aysa kimse bu programı yüklememiş, varlı­ ğından bile bahsetmemişti. İlk kez devresi Hayati Akça söy­ lüyordu. Demek ki, 7 Şubat MİT krizinin ardından yaptığı eleştirilerin ardından cemaat kendisiyle arasına bir mesafe koymuştu. Tüm bunları 1,5 ay boyunca düşünme fırsatı bul­ du. Kararını vermişti. Bunları devlete açıklayacaktı. Bilecik İstihbarat Müdürü'ne gitti Örgütün haberleşme yöntemleriyle ilgili bildiklerini anlattı. 2015 Ağustosundaysa bu sefer Ankara' da İstihbarat Daire Başkanlığındaydı. Burada FETÖ'yle mücadele için kurulan birimin başındaki emniyet müdürüne 2,5 saat kadar örgütün son durumuyla ilgili bilgiler aktardı. Söylediklerinin arasında en çarpıcı olansa o dönem emni­ yette uygulanan emeklilik ve ihraçlaryla birlikte bilgi alabi­ lecek birimlerde çalışan rütbeli personelin giderek azaldığı, örgüt tarafından sosyal medyada yönetilen Fuat Avni adlı he­ sabın arkasında askeri kaynakların olabileceği yönündeydi. TSK' da örgüt yapısına dokunulamamıştı. Sapasağlam bir şekilde duruyorlardı. Bu görüşmeden yaklaşık bir yıl sonra 15 Temmuz 2016' da darbe girişimi oldu. Yunus Dolar'ın örgüt içinde askerlerin varlığını koruduğu yönünde İstihbarat Daire Başkanlığında FETÖ masasından sorumlu emniyet müdürüne anlattıkları doğru çıkmıştı. İtirafçı oluyor 22 Ağustos 2016' da Erzurum' daki evinin kapısı sabahın erken saatlerinde çalındığında kendisini gözaltına almak için geldiklerini anladı. Darbe girişiminden beri Erzurum' daki evinde bugünü bekliyordu. Yıllarca rütbeli bir emniyet mensubu olarak girdiği Em­ niyet Müdürlüğü kapısından bu kez FETÖ mensubu olarak elleri kelepçeli olarak geçti Sorguya başlandığı ilk andan iti­ baren etkin pişmanlık yasasından faydalanmak istediğini ve itirafçı olmak istediğini söyledi Cemaatle gönül bağı uzun 135


zamandır kopmuş, İstihbarat Daire Başkanlığı ve Bilecik İs­ tihbarat Şube Müdürlüğünde de daha önce cemaat hakkında beyanlarda bulunmuştu. Kendisini sorgulayacak olan polisle­ re bunu belirtti, bunun teyit edilmesini istedi. Telefona sarılan polisler Yunus Dolar'ın söylediklerini doğrulamıştı. 15 Temmuz darbe girişiminde 240 şehit, binlerce gazi var­ dı. Halkının üzerine mermi sıkan, bomba atanlarla aynı saf­ larda olamazdı. Yunus Dolar ifadesinde, cemaate ilk girişinden, meslek ha­ yatına, yaşadıklarına, kurulduğuna şahit olduğu kumpaslara, örgüt içinde olduğunu bildiği rütbeli polislere, sivil imamla­ ra, askerlere kadar birçok bilgiyi paylaştı. O tarih itibariyle Yunus Dolar 'ın verdiği bilgilerle örgütün özellikle polis ka­ nadına dair çok önemli veriler elde edildi. Savcılık ve mahkeme de bu şekilde düşündü. Yunus Dolar'ın "etkin pişmanlık" yasasından faydalanması sağlan­ dı, serbest bırakıldı. Üç itirafçı kardeş Yunus Dolar o gün gözaltına alındığında yalnız değildi. Kardeşleri Osman ve Kadir de gözaltındaydı. Yunus Dolar gözaltı sırasında kardeşlerini "itirafçı" olmaları yönünde uyardı. Onlar iş insanıydı, ticaret yapıyorlardı. Belki onlar ku­ rulan kumpaslardan, hayatları karartılan insanlardan kendisi kadar haberdar değildi. Bunları kendilerine anlattı, "Bildikle­ rinizi anlatın" şeklinde telkinde bulundu. Kardeşleri de Yunus Dolar' ın sözünü dinledi. İtirafçı oldular. Osman Dolar, Erzurum' un hatırı sayılır iş insanlarından biriydi. Örgütün Doğu Anadolu Sanayici ve İş Adamları Federasyonu'nun başkanıydı. Aynı zamanda örgüte ait Akif Eğitim Yayın ve Ticaret Limited Şirketi'nin ortaklarındandı. İtiraflarında, Erzurum'daki 76 örgüt mensubunun ismini ver­ di. Bunların hiçbiri devletin kayıtlarında olmayan, bilinmeyen isimlerdi. Bu kişilerin örgüt mensubu olduğunun tespit edil­ mesinden sonra tutukluluğuna son verildi, tahliye edildi. Kad­ ri Dolar da "pişmanlık yasasından" faydalanarak serbest kaldı. 136


Yunus Dolar, elindeki akıllı telefona tekrar baktı. Yurdakul Akkuş'un müebbet hapis cezasına çarptırıldığına dair son da­ kika haberi telefonun ekranına açıktı. Gözündeki yaşları sildi. 34 yıllık tüm hayatı gözünün önünden geçip gitmişti. Kendilerini örgütle tanıştıran dayı oğlu Yurdakul Akkuş müebbet hapis cezasına çarptırılmış, o ise kardeşleri Osman ve Kadir ile birlikte adeta yeni bir hayata başlangıç yapmış, hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Tanıdığım Yunus Dolar Yunus Dolar'ı İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şubesi'nde başkomiser olduğu yıllarda tanıdım. Muhafazakar bir kimliğe sahipti. Buna rağmen benim haberci, onunsa polis şefi olarak karşı karşıya geldiğimiz zamanlarda sorgulayan bir tarafının olduğunu fark etmiştim. Bu sebeple Fetullahçı olduğunu düşündüğüm emniyet mensuplarından biri değil­ di. Hatta Ergenekon vb. operasyon süreçlerinden sonra emni­ yet içinde "istenmeyen gazetecilerden" biri olarak ilan edil­ diğimde ve hedefe koyulduğumda benimle görüşen ender birkaç emniyet mensubundan biriydi. Kendisinin Fetullahçı kimliğini bilmediğim için yanında yaptığım Fetullahçı polislerin operasyonuyla ilgili eleştirileri­ me de zaman zaman hak verirdi, bunu sorguladığım söylerdi. Bunda ne kadar samimiydi? Bilemiyorum. Kim bilir belki de ağzımızdan laf almak için bunu yapı­ yordu. Ancak, itirafçı olduğu dönemde polise verdiği ifadesinde "Erol Demirhan benim komiser yardımcılığımdan beri ta­ nıştığım ve polis muhabirleri olan gazeteciler Nihat Uludağ, Toygun Atilla ve Erdal Kılınç'ın Ergenekon operasyonlarıyla ilgili olumsuz haber yaptıkları için görüşmememi, bu şahısla­ rın kendilerinin hedefleri konumunda olduğunu söyleyince operasyonlaryla ilgili kuşkularım iyice arttı" ifadelerini kul­ lanmıştı. O dönemi hatırlıyorum da bu beyanlarıyla bize söyledik­ leri birbiriyle örtüşüyordu. Yunus Dolar, Ergenekon, Balyoz 137


vb. operasyonlarda hukukun dışına çıkıldığını, sessizce ve aramızda kalma şartıyla çok kez benimle paylaşmıştı. Zombilikten insanlığa Yunus Dolar ile itirafçı olmasından sonra birçok kez bir araya geldim. Bu kitabın yazılması sürecinde de kendisiyle görüştüm. Şu anda Erzurum' da kardeşleriyle süt ürünleri satan şir­ ketleriyle hayatlarına devam ediyor. Cemaatle geçen kosko­ caman bir 35 yılın izi, hayatının her yerine sinmiş. Koskoca­ man bir boşluk ve kara delik kaplamış tüm benliğini. Hayatının her anını kolaylaştıran "ahileri", örgütdaşları artık yok FETÖ'cüler, "itirafçı" olduğu için diğerleriyse eski FETÖ'cü olduğu için iletişim kurmuyor. Yaşadıklarının zor olduğunu, önünde daha da zor bir sürecin olduğunu biliyor. Bütün bunlara rağmen artık kendisini "arınmış" ve "hu­ zur" bulmuş hissettiğini paylaştı benimle. İlk defa birey ol­ duğunu, yanlış da olsa doğru da olsa verdiği tüm kararları kendi benliğiyle vermenin garip bir iç huzuruyla tanışmıştı 35 yıl sonra. "İlk önceleri bir çocuktan farksızdım" dedi. Çocukluğun­ dan kendisine hatıra kalan 13 yaşından önce kardeşleriyle top, misket oynadığı haylazlık ettiği günlerdi. Hayal, meyal hatırlıyordu. Cemaate adım atmasıyla birlikte çocukluğuna ait tüm anılar da silinmişti belleğinden. "İtiraflarından" sonraysa çocukluk anıları yavaş yavaş belirmeye başlamıştı. Konuşmalarımızda hafızama kazınan cümlesiyse şu oldu: "Biliyor musun, ilk defa insan olduğumu hissediyorum. Belki sana garip gelebilir ama ben bu duygu­ yu yeni keşfediyorum. Hatalarım da sevaplarım da bana ait. Cemaat tarafından 'özel' biri olduğum kafama nakış gibi iş­ lenmişti. Sevaplarım da günahlarım da, bulunduğum makam da, hayatım da bana ait değildi. Hizmet için seçilmiş 'özel' biri, cemaatin hizmet eriydim. Artık ben sadece normal bir insanım. Ve bu o kadar kıymetli ki sana anlatamam." 138


Kitabı yazma aşamasında, yaptığım görüşmeler sırasında en çok etkilendiğim anlardan biri buydu. Karşımda normal bir insan olduğunu, 40'lı yaşlarının sonlarında keşfetmiş biri vardı. Umalım ki o ve bu süreçten bu şekilde çıkanlar hep insan olarak hayatlarını sürdürür ve sadece birey olarak kalırlar.

139



V. B ö l ü m

M I T ' teki K ö s tebekler



"Gizlenme onların ana ilkesidir" Darbe girişiminden 73 gün sonra... Tarih: 27 Eylül 2016 Yer: İsviçre- Cenevre T ürkiye' deki darbe girişimini dünyaya anlatmaya çalışan T ürk ekibinden, Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mehmet Ferden Çarıkçı, FETÖ' yü "Gizlenme onların ana ilkesidir" diye tarif etti. Bu konuşmayı yaptığı sırada, hemen yanı başında oturan kişinin kripto bir FETÖ' cü olduğunun farkında bile değildi. Konferansta, 15 Temmuz gecesinin "Hain bir FETÖ kal­ kışması" olduğunu anlatanlar arasında yer alan T ürkiye'nin Bern Büyükelçiliği Geçici Maslahatgüzarı Volkan Karagöz, aslında kripto bir FETÖ' cüydü. Bu gerçek ise, konferanstan yaklaşık bir yıl sonra ortaya çıktı. FE1Ö' cü olduğu anlaşılan Volkan Karagöz, yurda çağrıl­ dığında İsviçre'ye sığınma başvurusu yaptı... Karagöz ailesinden FETÖ' cü olan sadece Volkan Karagöz değildi. Milli İstihbarat Teşkilatında çalışan ağabeyi İdris Ka­ ragöz de örgütün önemli bir mensubuydu. O da bir dönem MİT Müsteşarı Hakan Fidan' ın özel kalem müdürlüğü görevini üstlenmişti. Karagöz kardeşler, örgütün devletin kılcal damarlarına kadar sızmasının, kendisini son ana kadar saklamasının ve örgütle yapıldığı iddia edilen mücadelenin ne düzeyde oldu­ ğunu göstermesi açısından çok çarpıcı bir örnek. .. 143


Darbeyi dünyaya anlatan Türk heyetindeki FETÖ' cü İsviçre' nin Cenevre şehrinde 27 Eylül 2016' da düzenlenen "Türk demokrasisi darbeden daha güçlü" başlıklı konferans, 15 Temmuz darbe girişimini anlatan tanıtım filmiyle başladı. Konferansı, İnsan Hakları ve Gelişiminde Uluslararası İşbirliği (International Alliance for Human Rights and Deve­ lopment) örgütü organize etti. FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi dünyaya anlatılacaktı. Konuşmacılar, Türkiye' nin Birleşmiş Milletler (BM) Ce­ nevre Ofisi nezdindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mehmet Ferden Çarıkçı, Türkiye' nin Bern Büyükelçiliği Geçici Masla­ hatgüzarı Volkan Karagöz, Türkiye' nin Cenevre Başkonsolo­ su Hüseyin Barbaros Dicle, Dünya Ticaret Örgütü nezdinde­ ki Türkiye Daimi Temsilcisi Mehmet Haluk Ilıcak ve Dünya Türk-İş Konseyi (DTİK) Yönetim Kurulu Üyesi ve Avrupa Bölgesi Komite Başkam Suat Şahin, Anadolu Ajansı Avrupa Haberleri Editörü Yusuf Kaya, Anadolu Ajansı Cenevre Mu­ habiri Fatih Erel' di. İlk sözü, Türkiye' nin Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nez­ dindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mehmet Ferden Çarıkçı aldı. Çarıkçı' nın hedefinde uluslararası medya kuruluşları ve onların 15 Temmuz darbe girişimine bakışı vardı. Çarıkçı'ya göre, uluslararası medya, kanlı darbe girişimi­ nin büyüklüğü ve şiddetini görmek yerine, yanlış algı oluştu­ ruyordu. "Bir an için düşünün, kendi ülkenizde böyle bir ola­ yın yaşanıyor olmasını hayal edebiliyor musunuz?" diyerek sözlerine devam etti. Büyükelçi Çarıkçı, konuşmasının son bölümünde, FETÖ'nün yapısına dikkat çekti, nevi şahsına münhasır bir suç örgütü olduğunu vurgulayarak, "Gizlenme onların ana ilkesidir" ifadelerini kullandı. Konferansta söz sırası Türkiye' nin Bern Büyükelçiliği Ge­ çici Maslahatgüzarı Volkan Karagöz' deydi. Darbe girişimin engellenmesinde Türk medyasının kilit rol oynadığım vurgu­ layarak, 7 Ağustos Yenikapı mitingine değişik siyasi görüşle­ re mensup beş milyon kişinin katıldığını anımsattı. 144


"Türkiye, şimdi Cumhuriyet'in kurulduğundan bu yana ta­ nık olunmayan bir ruhla birleşti. Bu elbette, başarısız darbe gi­ rişiminin arkasındaki faillerin beklediği bir resim değildi" dedi. MİT mensubu ağabey sorguda Tarih: 24 Ağustos 2016. Yer: Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı sorgu odası. Saat:14.50. Darbe girişiminden 39 gün sonra... Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı polisleri 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bel­ ki de FETÖ konusundaki en büyük operasyonlardan birini yapmış, Milli İstihbarat Teşkilatı içine sızan FETÖ mensupla­ rını gözaltına almıştı. Gözaltına alınanların bir bölümü itirafçı oldu, MİT içindeki FETÖ mensuplarının ismini verdi. İtirafçıların verdiği isimler MİT' deki "sırrı" deşifre edi­ yordu. Örgüt mensubiyeti ortaya çıkanlardan biri de İdris Karagöz' dü. İdris Karagöz' ün özelliği sadece MİT mensubu olması de­ ğildi. Hakan Fidan, 2010' da MİT Müsteşarlığına getirildiğin­ de bizzat Fidan'ın yaptığı mülakatla kendisinin özel kalem müdürlüğünü de yapmış bir isim olmasıydı. Sorgucular, karşılarında oturan kişinin kim olduğunun ve örgüt içinde ne derece öneminin bulunduğunun farkında de­ ğildi. Kaçakçılık Daire Başkanlığının sorgu odasının cam bölme­ sinin ardında da izleyiciler vardı. Bunların arasında MİT men­ supları da bulunuyordu. Teşkilat içinde bunca yıl FETÖ'cü kimliğini gizleyebilmiş İdris Karagöz'ün sorguda ne söyleye­ ceğini merak ediyorlardı. Odada bir emniyet müdürü, emniyet amiri, komiser ve polis memuru vardı. Polis memuru bilgisayarın başındaydı. İfadeyi yazılı hale getirmekle görevliydi. Emniyet müdürü odanın başında ayakta duruyor, gözaltındaki İdris Karagöz'ü inceliyordu. 145


Karagöz sakin ve kendinden emin gözüküyordu. Ayrıca küstahh da, birkaç kez nezarethaneden geçerken, "Benim kim olduğumu biliyor musunuz" der gibi üstten bakışlarına da şahit olunmuştu. Polis memurlarına da "Fetullahçı" olmadı­ ğını söylüyordu. Örgüte derinden bağlı, körü körüne inanmış bir militan olduğu belliydi. İşlerinin zor olduğunu düşündü. Sorgu odasındaki tavrı da buna delaletti. Oldukça rahattı. Yü­ zünde en ufak bir pişmanlık ifadesi gözükmüyordu. Emniyet müdürü tüm bunları düşündüğü sırada kapı açıldı. İçeri gi­ ren, İdris Karagöz'ün avukatıydı. Artık sorgu başlayabilirdi. Galatasaray Lisesi mezunu MİT'çi Sorgucuların ilk sorusu, "Kısaca öz geçmişinizi anlatın" oldu. 1971' de İstanbul' da dünyaya gelmişti. İşçi emeklisi Şeref Karagöz ile ev kadım Hafize Karagöz çiftinin ilk evladıydı. Kardeşi Volkan Karagöz ise 1977 doğumluydu. İdris Karagöz, İlkokula, İstanbul Merter' deki 5 0. Yıl Ah­ met Merter İlkokulu'nda başladı. dördüncü sınıftan sonra ai­ lece Fatih' e taşındıkları için beşinci sınıfı Koca Mustafa Paşa İlkokulu'nda okudu, buradan mezun oldu. Çalışkan, zeki, derslerinde başarılı bir öğrenciydi. Galata­ saray Lisesini kazandı. Orta ve Lise eğitimini Mekteb-i Sulta­ niyede tamamladı. 1990' da mezun olduğunda Ankara Üni­ versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü kazanmıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a FETÖ' cü özel kalem müdürü 1995 ' te üniversite eğitimini tamamladıktan bir yıl sonray­ sa Ekim 1996' da iş başvurusu yaptığı Milli İstihbarat Teşkila­ tında göreve başladı. İlk altı aylık kursiyer döneminden sonra ilk görev yeri MİT İstanbul Bölge Başkanlığı oldu. Aday memurdu artık. 2002'ye kadar burada görev yaptı. Sonraki dört yılsa Paris 146


Büyükelçiliğinde meslek memuru olarak yurtdışı görevin­ deydi. 2006'da T ürkiye'ye döndüğünde MİT Kars Bölge Baş­ kanlığında İstihbarata Karşı Koyma (İKK) Şube Müdürlüğü bünyesinde çalıştı. 2009 Ocak ayındaysa MİT Ardahan Bölge Müdürü oldu. Mesleki kariyerinde yükselme dönemi başla­ mıştı, aynı yıl Temmuz ayında MİT İstanbul Bölge Başkanlı­ ğına şube müdürü olarak atandı. 17 Nisan 2009'da Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşar Yar­ dımcısı olarak atanan Hakan Fidan, 25 Mayıs 2010'da Emre Taner'in yerine 25 Mayıs 2010'da MİT Müsteşarı oldu. Fidan, göreve geldikten sonra Müsteşarlık özel kaleminde değişik­ liğe gitti. Bizzat yaptığı mülakatlarla özel kalemine teşkilat içinden yeni isimler getirmeyi tercih etti. Bunlardan biri de İdris Karagöz oldu. Karagöz, bizzat Hakan Fidan'ın yaptığı mülakatla Aralık 2010'da MİT Müsteşarının özel kalem müdürlüğünde göreve başladı. Bir yıl burada aralıksız çalışan Karagöz, 2011 Ağus­ tos'unda tekrar İstanbul'a MİT Bölge Başkanlığına Bölgeler Üstü Konular Şube Müdürlüğüne şube müdürü olarak dön­ dü. 2012-2015 arası üç yıl süreyle Tunus Büyükelçiliğinde yurt dışı görevindeydi. 2015 Ağustos'unda yurda döndüğündeyse yeni görev yeri MİT Sinyal İstihbarat Daire Başkanlığı Şube Müdürlüğüydü.

MİT'in FETÖ tedbiri: Pasif görev MİT Sinyal İstihbarat Daire Başkanlığı, teşkilat içinde pasif görev olarak nitelendirilen bir birim. Hatta, Milli İstihbarat Teşkilatında FETÖ'cü olduğundan şüphelenilen MİT men­ suplarının pasifize edilmek için gönderildiği, görevlendirildi­ ği bir yerdi. Bütün bunlardan çıkan sonuç şu ki; MİT özellikle2014'ten sonra kendi içinde FETÖ'yle yaptığı mücadele, bu yapının üyesi olduğunu düşündüğü teşkilat mensuplarım pasif gö­ revlere atamış, konuyu adli bir tahkikata dönüştürmemişti! İdris Karagöz örneği de tam bunun sağlamasıydı. 15 Temmuz 2016' daki darbeden iki gün sonra yani 17 Temmuz 147


2016' da açığa alınmış, 2 Ağustos 2016' da meslekten ihraç edil­ mişti. 24 Ağustos 2016'daysa sorgudaydı. Buradan da anlaşı­ lıyor ki, MİT İdris Karagöz'ün FETÖ'cü olduğunu biliyordu ve sadece pasifize etmekle yetinmişti. Sorguda çözülmedi Sorguyu bir kenarda sessizce izleyen emniyet müdürünün korktuğu gibi olmuştu. İdris Karagöz, FETÖ mensubiyetini inkar ediyordu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında çalışan eşi Hafize Karagöz de FETÖ'nün 201 0' da sızdırdığı KPSS sınavı soruları sonunda yüksek puan alanlardan biriydi. O da şüpheliler ara­ sındaydı. Bu soru bile kendine yöneltildiğinde inkar etmişti. Tipik bir militan cemaatçi tavrındaydı. Örgüte olan inancı ve iradesi sağlam bir FETÖ' cüydü. Kendisine sorulan her so­ ruyu yalanlıyor, inkar ediyor, örgüt mensubiyeti olmadığını söylüyordu. Sorgucu polislerin elinde artık tek bir koz kalmıştı. O da MİT mensubu FETÖ'cülerin itirafçı olduktan sonra verdiği ifadeler. O ifadeler karşısına çıktığında İdris Karagöz çözüle­ bilirdi. Tek umut artık buydu. Teşkilatın kıdemli FETÖ'cüleri deşifre oluyor FETÖ'nün MİT yapılanmasına karşı gerçekleştirilen ope­ rasyonlarda gözaltına alınanlardan MİT mensubu Selman F.'nin ifadesi bu açıdan önemliydi. Pişmanlık yasası hükümlerinden yararlanmak istediğini söyleyerek "itirafçı" olmuştu. İtirafları, örgütün MİT içine sızan kadrolarının şifrelerini çözebilirdi. F.'nin FETÖ'nün MİT'teki yapılanma içinde yer aldığını söylediği isimlerden biri de İdris Karagöz' dü. Selman F. ifadesinde bu durumu şöyle anlattı: "1 5 Temmuz darbe girişiminden 11 gün sonra 26 Temmuz 2016'da Ankara Çayyolu'nda bir kafedeydik. Yanımda, MİT mensupları Günay Çoşkun ve İdris Karagöz vardı. Çayyo­ lu'ndaki Beğendik isimli kafede oturduk. Üçümüz de FETÖ 148


mensubiyetimizden dolayı açığa alınmıştık. Kendimize bir yol haritası belirlemek için buluşmuştuk."

Fetullah Gülen'den MİT kimliklerine dua seansı O gün Çayyolu'ndaki Beğendik kafede buluşan MİT men­ subu FETÖ'cülerden İdris Karagöz 1996'da, Günay Coşkun da 1997'de MİT'e girmişlerdi. Aralarında altı ay vardı, devre sayılırlardı. Selman F. ise 2011'de teşkilatta başlamıştı. Onlara göre hem yaşça genç hem de kıdem olarak çok yeniydi. Açığa alınma sü­ recinden sonra oluşan yeni durum ve şartları kendi aralarında bir süre değerlendirdiler. Sonrasında Günay Coşkun ve İdris Karagöz geçmiş günlere geri gitti, anılarım paylaşmaya başladı. O anılardan biri de Selman F.'nin poliste verdiği ifadesine göre, Günay Coşkun ve İdris Karagöz'ün mesleğe ilk adım atıp, İstanbul Altunizade'deki FEM Dershanesinin en üst katında kendine ayrılan yerde hayatım sürdüren Fetullah Gülen'e ziyarete gittikleri gündü. İkisi de ayrı ayrı zaman dilimleri içerisinde Fetullah Gülen'in yanına gitmiş, MİT kimlik kartlarım ona sunmuşlar­ dı. Gülen, müritlerinin MİT kimliklerine dua okumuş, öpüp başına koymuş, sonra da onlara iade etmişti. Törensel bir havada geçen bu seremoninin tüm ayrıntıları her ikisinin de hafızasında tüm canlılığım koruyordu. Çayyo­ lu'ndaki kafede buluştukları gün, bu anılarım Selman F.'nin yanında anlatmaktan kaçınmamışlardı. Nasıl olsa o da örgüt mensubuydu. Ancak, Selman F. sorguda çözüldü. İki kıdemli MİT men­ subundan dinlediği o anıyı polislere anlattı ... Sorgucu polisler son bir umutla Selman F.'nin itirafları sı­ rasında söylediklerini İdris Karagöz'e soru olarak yöneltti. Artık ellerindeki tek umut Selman F.'nin itiraflarında söyledi­ ği bu cümlelerdi. Bunlar, İdris Karagöz'e soruldu. İnkar etti. Günay Coşkun ile aralarında asla böyle bir konuşma geç­ memişti. T üm iddialar, asılsız ve gerçek dışıydı. Fetullah 149


Gülen'i hayatında hiç görmemişti, Gülen yapılanmasıyla il­ gili hiçbir şey bilmiyordu. Sorgusunu bu sözlerle noktaladı.

Diplomat kardeşten İsviçre'ye sığınma talebi İdris Karagöz, 24 Ağustos 2016'da şüpheli olarak ifade verir­ ken kardeşi Volkan Karagöz İsviçre'nin Bern Büyükelçiliğinde geçici maslahatgüzar olarak halen Türkiye'yi temsil ediyordu. Ağabeyinin gözaltına alınmasından 33 gün sonra 27 Eylül 2016'da FETÖ'nün darbe girişimindeki rolünü dünyaya anla­ tan Türkiye heyetinde yer aldı. FETÖ'yle mücadele eden kurumlar Volkan Karagöz'ün, ağabeyi İdris Karagöz gibi FETÖ mensubu olduğunu anlama­ mış, şüphe dahi etmemişlerdi. Öylesine şüphe etmemişlerdi ki, T ürkiye'yi temsilen dünyaya FETÖ'nün darbe girişimin­ deki rolünü anlatacak ekipte yer almasına onay vermişlerdi. Örgütle "inlerine gireceğiz, girdik" sloganlarıyla mücade­ le eden devlet, yanı başındaki FETÖ' cülerden habersizdi. Bern Büyükelçiliği geçici Maslahatgüzarı Volkan Karagöz'ün FETÖ'cü olduğu fark edildiğindeyse iş işten geçmişti. Şubat 2017'de Volkan Karagöz, iltica talebi için İsviçre ma­ kamlarına talepte bulunmuştu bile... "İstihbaratta gaye, doğru haber almak ve devleti sürprizle karşı karşıya bırakmamaktır" Milli İstihbarat Teşkilatı'nın www.mit.gov:.tr internet adre­ sine girdiğinizde, sizi Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Biz, bütün T ürk milletinin hizmetkarıyız" şeklindeki sözü karşılar. İlk giriş sayfasındaki "Başkanlık Hakkında" başlıklı bölümdeyse şu ifade yer alır: "'İstihbaratta gaye, doğru haber almak ve devleti bir sürprizle karşı karşıya bırakmamaktadır' ilkesini sürdürmekteyiz." Milli İstihbarat Teşkilatının görev tanımındaysa özetle şunlar belirtilir: "Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü­ ne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücüne getirilen bütün unsurlarına karşı içten ve dış150


tan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbarahnı devlet çapında oluşturmak ve bu istih­ baratı Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteriyle gerekli kuruluşlara ulaşhrmak." MİT görev tanımından da anlaşılacağı ve ülkede yaşayan yurttaşların da bildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti'nin "gü­ venlik" anlamında belki de en kritik ve en çok sorumluluk taşıyan kurumlarının başında gelmekte. Ancak "doğru haber almak ve devleti bir sürprizle karşı karşıya bırakmamak" ilkesini istihbarahn gayesi olarak açık­ layan Milli İstihbarat Teşkilah maalesef kendi içine dahi sızan FETÖ' cülerden haberdar olamamıştı. 17 MİT mensubu gözaltında 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminin ardından geçen çok kısa bir sürede, teşkilat içindeki FETÖ' cüler önce açığa alınıp uzaklaştırıldı, sonra da gözaltına alındı. Hain darbe girişiminin ardından MİT içinde en kapsamlı FETÖ operasyonları 2016 yılının Temmuz ve Eylül ayları içe­ risinde gerçekleştirildi. Bunların en önemlilerinden biri de 17 MİT mensubunun FETÖ'cü olduğu öne sürülerek gözaltına alınıp sorgulanmasıydı. Bedrettin Ö., Canan Aygül, Fatih Özcan, Fatma Sekman, Rıza Sekman, Fethullah Yıldız, Günay Çoşkun, Hasan Ka­ rabacak, İbrahim Karakuş, İbrahim K., İdris Karagöz, Melih Pamukoğlu, Selman F., Serkan B., Turgay Kaya, Yusuf Yalçın, Zülküf Bayındır teşkilat içine sızdığı iddia edilen FETÖ men­ suplarıydı. Bu isimlerden onu suçlamaları kabul etmezken yedisiyse itirafçı oldu. Teşkilattaki karı koca FETÖ'cüler Gözaltına alınan MİT mensupları arasında bir de karı-koca vardı. MİT'te göreve başlamalarının ardından, bir yıl içinde hayatlarını birleştirmişlerdi. Gözaltına alınanlar arasındaki o çift Fatma ve Rıza Sek­ man'dı. Her ikisi de FETÖ mensubuydu. 151


Fatına Sekman, örgüt tarafından Çin'e gönderilmişti. Teşki­ lata girişinin önünün açılması için Çince öğrenmesi sağlanmışh. Gözaltında dört gün kaldılar. Bu süre sonunda, Fatma Sekman yapılan sorguda örgüt mensubiyetini kabul etti. Eşi Rıza Sekman ise tüm suçlama­ ları reddetti. Rıza Sekman, 1985 Malatya doğumluydu. Malatya Fen Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Mü­ hendisliği bölümünden 2009'da mezun oldu. 2010'da girdi­ ği KPSS (örgütün sınav sorularını çaldığı belgelenen yıl) 90 puan aldı. O yıl, Van'da Doğu Anadolu Kalkınma Ajansına yerleşti. 2011 Mayıs'ındaysa MİTin sınavlarına girdi. Başarılı oldu. Kendisiyle aynı dönem MİTte başlayan Fatma Sekman ile de, ifadesine göre burada tanıştı. Haziran 2012'de evlendi. Görünürde artık teşkilat mensubuydu. Ancak aidiyeti cema­ ateydi. Örgüte olan aidiyetiyse devlet tarafından ancak 15 Tem­ muz 2016' dan sonra anlaşılabildi. 28 Temmuz'da açığa alındı.

Sorgu başlıyor Kan-koca Sekman'lar, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının ayrı nezarethanelerinde sorgu için sıralarım bekliyorlardı. 4 Ağustos 2016'dan beri nezarethanedeydiler. Sorgu sırası dört gün sonra onlara geldi. 8 Ağustos 2016'da ilk olarak saat 17.40'da Rıza Sekman'ın ifadesi alınmaya başlandı. Rıza Sekman'ın ismi itirafçıların verdiği ifadelerde geçi­ yordu. Gözaltındaki MİT mensupları Serkan B. ve Selman F., Sek­ man çiftinin örgüt mensubiyetlerini ifadelerinde detaylarıyle anlatmıştı. Rıza Sekman'ın MİT'e girmeden önce kaldığı cemaat evle­ rinden çalışma gruplarına ve orada birlikte kaldığı diğer ce­ maatçi öğrencilere kadar tüm detayları itirafçı MİT mensup­ larının ifadelerinde mevcuttu. 152


FE1Ö mensubu olduğuna ilişkin suçlamaları kabul etmedi. Örgütle uzaktan yakından ilgisi olmadığını, cemaat evle­ rinde kaldığı iddiasınınsa iftira olduğunu söyledi. İfadesinde, Ankara MİT Bölge Başkanlığında görevli ol­ duğu 2012 yılı içinde Radikal Örgütler kısmında çalıştığını, o zamanlar "cemaat" olarak anılan örgütün de kendi çalış­ ma sahasında olduğunu söyledi. MİTin FETÖ'yle mücadele eden biriminde görevliydi. "Ben örgütle mücadele ediyorum. FETÖ'cü olmam mümkün değil" dedi. Sorgudaki polisler şaşkındı. Örgütün teşkilata sızdırdığı Rıza Sekman'a FETÖ'yle mü­ cadele biriminde görev verilmişti!

Kocası sustu karısı konuştu: FETÖ'cüyüz Sorgu sırası eşi Fatma Sekman' daydı. Polislerin ilk kana­ ati Fatma Sekman'ın da konuşmayacağı yönündeydi. Karı koca cemaatçi olduklarına göre örgüte sıkı sıkıya bağlı ol­ malıydılar. Saat 19.40 sıralarında ifadesi alınmaya başlandı. Fatma Sekman polisleri yanılttı. Eşinin aksine örgütle kendi ilişkisini anlattığı gibi, eşinin de örgütsel bağını ortaya koydu. Ama daha da önemlisi ör­ gütün Çin'de açtığı örgüt evini, MİT'e yerleştirmek için Çin'e gönderdiği cemaat mensubu kadınları da deşifre etmesiydi ... Üç çocuklu muhafazakar bir ailenin kızı olan Fatma, or­ tanca çocuktu. İlköğretimini tamamlamasının ardından Kay­ seri Alparslan ilçesindeki Ali Rıza Özderici Anadolu İmam Hatip Lisesine başladı. Cemaatle tanışması da bu dönemdi. Lise ikinci sınıfa geçtiğinde Kayseri'deki Serhat Dershane­ sine kayıt yaptırdı. Dershanenin Gülen cemaatine ait olduğu herkesin malumuydu, ancak o yıllarda cemaat dershaneleri popüler ve revaçtaydı. Okullar kapandıktan sonra yaz tati­ linde de dershanenin öğrenci yurdunda oluşturulan kampa katıldı, ders çalışma grupları içerisinde yer aldı. Örgütün ağına düşmüştü. 153


Normal derslerle ilgili eğitimler bir süre sonra yerini ri­ sale okuma, sohbet programları ve Fetullah Gülen'in vaaz kasetlerini dinlemeye bırakmıştı. Cemaat içinde yavaş ya­ vaş istenen seviyeye geldiğini edebiyat öğretmeni anlamıştı. Onu, daha rahat ders çalışma ortamı bulacağı vaadiyle öğ­ renci evlerine yönlendirdi. Dershanedeki dört arkadaşıyla birlikte artık öğrenci evindeydi. Burada eğitimlerinden so­ rumlu "ablaları" vardı. "Ablalar", İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu ve katsayı probleminden dolayı istediği bölümü kazanamayacağı yö­ nünde telkinler yapıyordu. Bu telkinlerin yerini bir süre son­ ra, ülke dışında üniversiteler olduğu, cemaatin buralarda ev­ leri olduğu, masraflarının karşılanacağı ve güvenli bir şekilde eğitimini sürdüreceği şeklinde yönlendirmeler aldı.

MİT' e sızmanın adresi Çin Cemaatin Çin'de bile evleri vardı. Burada pekala eğitim görebilir, iyi bir üniversite bitirebilirdi. Fatma ikna olmuştu, sıra ailesindeydi. Ailesi de bu teklifi kabul etti. Kızları ce­ maatin kanatları arasında, güvenli evlerde ve masrafsız bir şekilde okuyacaktı. Örgüt, bir mensubunu herhangi bir şekilde sıradışı bir eğitim veya sıradışı herhangi bir konuya yönlendiriyorsa mutlaka bir ni­ hai amacı ve sonucu vardı. O dönem, örgütün ağına takılan genç kızların Çin'e yönlendirilmesinin de bir amacı bulunuyordu. FETÖ, MİT'e sızan ve burada çalışan örgüt mensupları aracılığıyla ilerleyen yıllarda Çince bilen personel alımları ya­ pılacağı haberini almıştı. Çin'de eğitime gönderilecek ve bu ülkede yabancı dil öğrenecek örgütün kadınları MİT e kolay­ lıkla yerleştirebilirdi. Nihai amaç buydu. Kayseri'den Çin'deki cemaat evine İşçi emeklisi bir babayla ev hanımı bir annenin kızları olan Kayserili Fatma, 2006' da dünyanın bir ucunda, Çin'deydi. Uçaktan indiğinde, kendisi de öğrenci olan cemaatçi bir kadın tarafından karşılandı. 154


Pekin'de Bejing Shıfan Dawue Üniversitesinin Çin Dili ve Edebiyatı bölümünde yabancı öğrenci statüsünde eğitim görecekti. Okula yakın kalburüstü bir semtteki eve yerleşti. Evde, Renmin Minzu Üniversitesinde Sosyoloji okuyan ve Uluslararası Ekonomi Üniversitesinde Ekonomi öğrenimi gö­ ren iki genç kadın daha vardı. Cemaat evinin sorumluluğuy­ sa kendisini havalimanında karşılayan kadındaydı. Çin'deki cemaat evinin T ürkiye'dekilerden bir farkı yok­ tu. Okul derslerine çalışmayla başlanır, Fetullah Gülen'e ait kitaplar okunur, yorumlanır, dini sohbetlerle sürer giderdi. Cemaat evinin günlük rutini böyleydi. Fatma Sekman, 8 Ağustos 2016'daki polis sorgusunda Çin'de gördüğü üniversite öğretiminin üçüncü yılında cema­ at evinden ayrılmaya karar verdiğini söyledi. Bunun gerekçesi de, hareketlerinin sürekli kontrol edilmesi, giyim kuşamı, eve geliş gidiş saatleri dahil tüm hayatının göz altına alınmasıy­ dı. Cemaat, senelik üç bin beş yüz dolar tutan okul parasını karşılıyordu. Ailesi, Fatma Sekman'ın cemaat evinden ayrılma kararını öğrendiğinde "İdare et kızım" demiş, o da evden ay­ rılmaktan vazgeçmişti. Polis ifadesindeki sözleri bu şekildeydi. 2010 yılında üniversite eğitimini tamamlayarak T ürkiye'ye döndü. Aylardan Ağustos'tu. Cep telefonu çaldı. Arayan kişi kendisini cemaat mensubu ve ismini de Betül olarak tanıttı. Telefon numarasını Pekin'de­ ki ev arkadaşlarından aldığını söyledi. Kendisi de Çin'de Gu­ angjhov şehrindeki üniversitede öğrenciydi. T ürkiye'deki Wushu Federasyonu'nda Çince tercümanlık işi önerdi. Fatma Sekman bu öneriyi kabul etti, tercüman olarak işe başladı. Te­ lefonla tanıştığı Betül adlı kadınla da sonrasında Ankara'da yüz yüze birkaç kez görüştü. Cemaat, yatırım yaptığı, çocukluğundan itibaren alıp ye­ tiştirdiği bir gencin asla peşini bırakmazdı. Fatma Sekman ile de irtibatı kesmemiş, Türkiye'ye döndü­ ğü an iş bulmuşlardı. Fatma Sekman ile ilgili nihai amaçlarıy­ sa MİT e girmesini sağlamaktı. 155


Öncesinde buldukları bu iş, sırf cemaatle bağlarının kop­ masını engellemek ve kendilerine olan bağımlılığı güçlendir­ mekten başka bir şey değildi aslında... FETÖ'cülere MİT referansı Başbakan danışmanlarından 2011 Mart'ında MİT 'te sınavlar açılmıştı. Çince bilen per­ sonel alınacaktı. Fatma Sekman yazılı sınava gittiğinde ken­ disine Wushu Federasyonu' nda Çince tercümanlık işi bulma­ sında aracılık eden Betül adlı kadım da gördü. O da MİT sı­ navlarına girmişti. Fatma Sekman sınavları yüksek bir puanla kazanarak teşkilata girerken, Betül elenmişti. Fatma Sekman' ın kayıtlara giren polis ifadesine göre, MİT' e girişindeki referanslarıysa dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmam Taha Genç ve Muharrem Çığlık'tı. 2011 Ekim'inde Ankara MİT Müsteşarlığı Yenimahalle yerleşkesindeki Açık Kaynaklar Daire Başkanlığı İç Medya İzleme Şubesinde Çince mütercim tercüman olarak göreve başladı. A ym dönem MİT' e başladıkları Rıza Sekman ile 2 Hazi­ ran 2012' de hayatlarını birleştirdiler. Kendi anlatımına göre mesleki kurs ve eğitimler sırasında tanışmışlar ve birbirlerini severek evlenmeye karar vermişlerdi. Birbirlerinin cemaatle olan ilişkilerini biliyorlardı. Fatma Sekman, karşısındaki polislere eşinin cemaat iliş­ kisini anlatacaktı. Bunda kararlıydı. Artık gemileri yakmıştı. Onun sorguda ne söyleyip söylemediğini umursamıyordu bile. Hayatlarına karabasan gibi çöken cemaat yükünden kur­ tulmalıydı. Konuşmaya başladı: "Evlendikten sonra eşim, öğrenciyken akrabalarından ve çevresinden himmet adı altında kurban parası topladığını, Za­ man gazetesini ima ederek gazete parası topladığını, cemaat evlerinde düzenli olarak kaldığını, cemaat toplantılarına ka­ tıldığım söylüyordu. Hatta evlendikten sonra benim cemaate kızgınlığımdan dolayı FETÖ / POY mensuplarıyla bekarken olduğu kadar olmasa da bağlantısının olduğunu söylemişti." 156


Van'a sürgün Haziran 2014' te Sekman çiftinin tayinleri Van'a çıktı. Nor­ mal atama süreleri dolmamıştı. Bu ani bir tayindi. Sürgün ka­ bul edilen bir atamaydı. Anlaşılan o ki, 17-25 Aralık 2013' teki FETÖ'nün hükümete yönelik soruşturmasından sonra MİT Selman çiftini merkezden uzaklaştırma kararı almıştı. Ancak Rıza Sekman bu tayinin sebebini eşine farklı yan­ sıttı, "17-25 Aralık süreci sonrasında kendimi cemaatten ko­ parmaya çalıştığımdan, cemaat bizi cezalandırmak için Van' a sürdü" dedi. Kan-koca Van' da göreve başlamalarının ardından Rıza Sekman eşine, birkaç kez örgüt tarafından sürekli arandığım ve sürece dahil olunmasının kendisinden istendiğini söyledi. Bu şekilde 15 Temmuz 2016'daki hain darbe girişimine ka­ dar gelindi. İkisi de darbe girişimini Van' da karşıladı. Hatta Rıza Sekman kendi ifadesine göre o gün sabaha kadar görev başındaydı. Darbeden 13 gün sonra MİT, Rıza Sekman'ı FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle açığa aldı, aynı gün eşi Fatma Sekman'ın tayini de Ankara Etlik'teki eski görev yerine çıktı. Önce Malatya' ya ailelerinin yanına, sonrasında da Ankara' ya gittiler. Aile boyu cemaatçiler 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden sonra gözaltın­ da Rıza ve Fatma Sekman' ın ailelerinde kendileri gibi başka örgüt mensupları da bulunuyordu. Fatma Sekman'ın ablası Ayşe Akay'da Kıbrıs'ta üniver­ site eğitimi gördüğü yıllarda cemaat evlerinde kalmıştı. Eşi Hakim Üsteğmen Rıdvan Akay da örgütün bir parçasıydı. Hakim Üsteğmen Rıdvan Akay'ın adı, darbecilerin "Sıkıyö­ netim Mahkemelerine atanacaklar" listesindeydi. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra açığa alındı, tutuklandı. Ne boşanabildi, ne de kocasını cemaatten kopartabildi Fatma Sekman' ın 8 Ağustos 2016' da saat 19.40' da başla­ yan sorgusu yaklaşık 2, 5 saat sürdü. 157


Saat 22.05' e geliyordu. Fatma Sekman, ifadesindeki son sözlerinde eşini suçlayacaktı. "Bu benim samimi ikrarımdır. FETÖ /POY örgütüyle ilgili öğrencilikten evlilik ve iş süreci de dahil tüm bildiklerimi açık yüreklilikle, tüm samimiyetimle ve tüm pişmanlığımla anlat­ tım. Ben zaten üniversite eğitimim sonrası FETÖ/ POY örgü­ tünden kendi isteğimle ayrıldı m. Kader eşimle karşılaştırdı. Kendisi FETÖ/ POY örgütü üyesiymiş. Kendisinden ayrıla­ madım. Cemaatten de kendisini kopartamadım. Bu noktaya gelmemdeki neden eşim Rıza Sekman' dır. Kendisi bana 17 25 Aralık sürecinden sonra cemaatten bağlarını koparttığını, bana hak verdiğini söylüyordu. Maaş hesabımızı biliyordum. Himmet parasının gitmediğini gördüğümden dolayı da eşi­ min FETÖ /POY örgütünden ayrıldığını düşündüm. Mutlu oldum. Hatta bu süreçten, yani 17-25 Aralık komplolarından sonra eşim cemaatten ayrıldığını söylediğinde kendisine gü­ venim daha da arttı ve çocuk yapmaya karar verdik. Şuan 18 aylık halen süt emen bir bebeğim vardır. Tekrar ederim ki ben üniversite sürecim sonrasında FETÖ /POY örgütünden kop­ hım. Şahsi olarak hiçbir bağım yoktur." Katalog evlilikler Fatma ve Rıza Sekman çiftinin öyküsünü sonlandırmadan önce cemaatin katalog evlilikleri konusuna dikkat çekmek is­ tiyorum. Emniyet raporlarına, iddianamelere giren bilgilere göre, FETÖ, müritlerinin sosyal hayatlarını kontrol altında tutmak için "evlilik müessesini" denetim altına alıyordu. Bunun için de örgütte "izdivaç mesulü" adlı kişiler görevlendiriliyordu. Bunlar ise, örgüt elemanlarına "eş" adayı bulmaktan, evliliğe kadar bütün süreci kontrol ediyorlardı. Örgüte yapılan operasyonlar, tanık ve itirafçı anlatımların­ dan çıkanlara göre örgüt, "Neden biz evlendirmeliyiz?" , "Ne zaman evlendirmeli", "Öğrenci evliliğinde izlenecek yol", "Yeni gelen adaylara evlilik konusunda bilgilendirme yapıl­ malı", "Evlilik konusunda okutulacak kitaplar", "Öğrenci ta158


nıma, seminer verme", "Evlilikle ilgili öğrencilerin taleplerini alma", "Genel izdivaç mesulüne talep bildirme", "Genel iz­ divaç mesulü abiden aday alma", "Öğrencimize aday takdim etme", "Görüşme semineri verme", "Sonuna kadar süreci kontrol etme", "Evlilik ve Düğün", "Adayların alınması ve takibinde izlenecek yol", "İl ablalarıyla istişare", "Ön görüş­ me ve mülakat", "Problemler" gibi ana başlıklar altında tüm bunları etüd etmiş ve şu sonuçlara varmıştı: "Arkadaşlarımızın ahiretini muhafaza için onları Saliha bacılarımızla evlendirmeliyiz." "Yıllarca çekilen sıkıntılar ve emekler, arkadaşları evlilik konusunda kendi hallerine bırakarak zayi edilmemeli ve her arkadaşı mutlaka biz evlendirmeliyiz." "Hizmet dışı evlilikler grup yapılarına da zarar vermekte­ dir. Kamp programlarında sıkıntı oluşturmakta, programlara gidiş-gelişlerde, himmet konusunda sıkıntılar yaşanmakta­ dır. Ehli dünya yaşantısının etkisiyle ya hizmetten kaymalar ya da boşanmalar olmaktadır." "Arkadaşlarımızı evlendirme bizim her zaman hedefimiz­ de olmalı, eğer öğrenci arkadaşlarımızın ciddi bir manisi yok­ sa hemen evlendirilmelidir. (Maddi problem, evliliğe hazır olmama, önünde abisinin olmaması gibi)" FETÖ'ye göre, evlilikte izlenecek yolun 12 maddesiyse şöyle: 1- Yeni gelen adaylara evlilik konusunda bilgilendirme yapılmalı 2- Öğrencimizi tanıma ve seminer verme 3- Evlilikle ilgili talepleri alma 4- Genel izdivaç mesulüne talep bildirme 5- İzdivaç mesulü abiden aday alma 6- Arkadaşa aday tanıtma 7- Görüşme semineri verme 8- Görüşme yaptırma 9- Görüştürme sonrası dikkat edilecek hususlar 10- Aile süreci 11- Sonuna kadar süreci kontrol etme 12- Evlilik ve düğün 159


Kader mi ağlarını örüyordu, yoksa FETÖ mü? Örgütte tesadüfe, şansa ye r yoktu. Her FETÖ mensubu satranç masasında bir taş gibiydi. Hepsinin istikameti, gide­ ceği yollar ve yapacakları belliydi. Tıpkı Çince öğrenmeleri için bu ülkeye eğitime gönderilenlerin, döndüklerinde MİT' e yerleştirilecekleri gibi . .. Fatma Sekman ile Canan Aygül'ün yaşadıkları neredeyse birbirinin kopyasıydı. İkisi de çocuk yaşta cemaatle tanışmış­ lardı. Biri Kayseri' den diğeriyse Ankara' dan geldiği Çin' de aynı cemaat evini paylaşmıştı. Her ikisi de döndüklerinde MİT'te çalışmaya başladı. Teşkilata girmelerinin birinci yılında her ikisi de hayat arkadaşlarını MİT'te buldu. İkisinin kocası da kendileri gibi FETÖ' cüydü. Kader mi ağlarını örüyordu, yoksa FETÖ mü? Bu kez de yolları Ankara' da Kaçakçılık Daire Başkanlığı­ nın nezarethanesinde birleşmişti. Fatma Sekman gibi Canan Aygül de gözaltındaydı. Çin' deki cemaat evinden MİT' e ikinci transfer 1986 Ankara doğumlu Canan' ın kızlık soyadı Cam­ kıran' dı. Dört çocuklu bir ailenin çocuğuydu. Çin' de aynı evi paylaştığı Fatma Sekman itiraflarında onun adını ver­ mişti. O ise bunu ret etti. İfadesinde, aynı evi paylaştıkla­ rını kabul etti ancak kaldıkları evin cemaat evi olmadığını savundu. Sorgucuların önüne koyduğu tüm suçlamaları reddedi­ yordu. Çin' de yaşadığı evde ne Fetullah Gülen kitapları, ne vaaz kasetleri, ne sohbet, ne yorumlar ne de benzer bir faali­ yete tanıklık etmişti. Kendi ifadesine göre, zaten üçüncü yılın sonunda bu ev­ deki şartlardan sıkılmış ve ayrılmaya karar vermişti. Ev arka­ daşlarıyla anlaşamıyordu, bunun sebebiyse açık giyinmesi ve eve geç gelmesiydi. Ne hikmetse Fatma Sekman da üçüncü yılında evden "cemaat baskısı" yüzünden sıkıldığını ve ayrıl­ mak istediğini dile getirmişti! 160


Bu da bir tesadüf müydü, yoksa ifadeleri bile kendilerine öncesinde örgüt tarafından dikte mi ettiriliyordu? Yoksa tüm bunların ayrı bir nedeni mi vardı? Canan Aygül, üniversite eğitiminin üçüncü sınıfında ger­ çekten de cemaat evinden ayrıldı. Üniversitenin yurduna yer­ leşti. Öğreniminin son yılındaysa Pekin' deki Türk Büyükelçi­ liğinde yerel personel olarak işe girdi, çalışmaya başladı. Aslında bu da bir cemaat taktiğiydi. Türk Büyükelçiliğin­ de işe gireceği için cemaat evinden "tedbir" amaçlı çıkartıl­ mış, bir yıl üniversitenin yurdunda kalarak cemaat izleri silinmişti. Türkiye dönüşünde ona çizilen kariyer planında MİT vardı. Öncesinde Pekin Büyükelçiliğinde işe başlamış ol­ ması MİT' e girişinin önünü açacaktı. Cemaat, "tedbiri" her ne şartta olursa olsun elden bırak­ mazdı. Canan Aygül de tam olarak cemaat metodolojisine uygun davranmıştı. 2011'de MİT' e Çince bilen personel alınacağı açıklandığın­ da, Canan Aygül de diğer ev arkadaşları gibi Türkiye'nin yo­ lunu tuttu. FETÖ'cüye MİT referansı Beşir Atalay' dan Sınavdan önce referans olarak ablası Aynur Fırat'ın üni­ versiteden arkadaşı Tuğba Atalay'ın o dönem bakan olan ba­ bası Beşir Atalay'ı gösterdi Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığındaki ifadesine bu bölüm şu söz­ leriyle kayıtlara geçti: "Referansım ablam Aynur Fırat'ın üniversite arkadaşı olan Tuğba Atalay'ın o dönem bakan olduğunu bildiğim babası Beşir Atalay' dı. Bildiğim kadarıyla direkt olarak MİT Müste­ şarı Hakan Fidan'ı arayarak bilgi vermiş. Ancak ben sınavları kimsenin etkisi ve tesiri olmadan kendi bilgi ve becerimle ka­ zanmıştım." Canan Aygül'ün de referansı, Fatma Sekman gibi hü­ kümetin içinde yer alan bir isimdi. Bu da örgütün aslında bilindik bir yöntemiydi. FETÖ mensupları bir yere sıza­ caklarsa asla kendilerinden olan bir ismi referans vermez, 161


bilakis kendilerine uzak, ancak o kurum ve kuruluşlarda kabul gören isimleri tercih ederlerdi. Şuna emin olun ki, eğer bu insanlar solcuların, sosyalist­ lerin, milliyetçilerin veya Atatürkçülerin ağırlıklı olduğu bir kuruma başvuracak olsalar ne yapar eder mutlaka bu çevre­ lerden bir ismi kendilerine referans bulurlardı. Sorgunun sonlarında hafızası yerine geldi İfadesinin başında Çin' de kaldığı evin FETÖ evi olmadığı­ nı söyleyen, cemaat sohbetlerine tanıklık etmediğini, Fetullah Gülen' in kitaplarını görmediğini belirten Canan Aygül' ün ha­ fızası sorgunun sonlarına doğru yerine geldi. Fatma Sekman' ın verdiği ifadelerin kendisine soru olarak sorulması, Canan Aygül'ün hafızasını yerine getirmişti. Canan Aygün, Çin'de kaldığı evin cemaat evi olduğunu sonradan fark ettiğini, evde Fetullah Gülen kitapları okundu­ ğunu, vaaz kasetleri dinlendiğini ve sohbetler yapıldığını polis ifadesine geçirdi. Ancak yine de cemaatle olan bağını inkar etti. Sadece üniversiteye hazırlanırken Ankara' da "ucuz" ol­ duğundan ötürü cemaat dershanelerine gitmişti. Cemaatle tek bağı buydu! Oysaki Çin' de aynı evde kaldığı Fatma Sekman'ın dışında dört kadın da MİT sınavlarına girmiş, üçü MİT' e girmeye hak kazanmıştı. Bütün bunları tesadüf olarak açıklamak ve inkar etmek, yalana sığınmak FETÖ' cülüğün en büyük deliliydi. Canan Aygül cemaatle bağını reddederken bunun bilincinde değildi. TSK "abiliğinden" MİT'e transfer Üniversiteden mezuniyetinin ardından 2006' da Muğla SGK' da sıradan bir memur olarak meslek hayatına atılan Sel­ man F., 2010' da Kamu Güvenliği Müsteşarlığına, 2011' deyse MİT' e girmişti. Beş yıl içinde böylesine bir kariyer ancak bir FETÖ mensubuna nasip olabilirdi. O da öyleydi ... 6 Ağustos 2016 'daysa Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının sorgu odasında ifade 162


veriyordu. 24 yılı cemaat içinde geçmişti. 1992' de henüz or­ taokul birinci sınıf öğrencisiyken tanıştığı cemaatle bu sefer sorgu odasında yüzleşiyordu. Selman F., örgüt için önemli bir isimdi. Yüzlerce subay, MİT mensubu onun elinden geçmişti. Yetiştirdiği öğrencilerin hepsi T SK' da, MİT içinde aktif birer FETÖ militan ıydı. Sorgu odasına girdiğinde hepsi gözünün önüne geldi. Polisler, Selman F.'nin örgüt için önemli bir isim olduğunu bilıyor, bu yüzden sorgu sırasında zorlanacakların ı düşünü­ yorlardı. Oysaki Selman F. "itiraflar" için hazırdı. Pişman lık yasasından yararlanmak istediğini söylediğinde odada bulunan polislerin adrenalini yükselmişti. Hemen to­ parlanan polis memurlarından biri aceleyle sorgu odasından ayrıldı. Üstlerine durumu bildirdi, F.'nin "pişman lık yasa­ sından" faydalanarak itirafçı olmak istediğini söyledi. On lar da bunun olabileceğine ihtimal vermiyordu. Emniyettekiler heyecan içindeydi. Emniyet müdürüyle yardımcısı sorgusu odasına doğru hızlı adımlarla yöneldi. Selman F., İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi mezunuy­ du. Üniversite eğitiminin tamamlanmasının ardından örgüt ta­ rafından kendisine Deniz Harp Okullu son sınıf öğrencilerinin "ahiliği" görevi verilmişti. Kod adı Fatih'ti. Deniz Harp Okulu 236. Dönem öğrencilerinin birçoğunu bizzat o yetiştirmişti. İfadesinin en başında bu isimlerin hepsini verebileceğini söyledi. İsimleri saymaya başladı. Bilgisayarın başında otu­ ran polis memuru Selman F.'n in verdiği isimleri kayıt altına alıyordu. Erdem Menteş: İstanbul Yeni Bosna' da o dönem ailesiyle otu­ ruyordu. Bir kardeşi vardı, babasının iş kazası neticesinde ra­ hatsızlığı mevcuttu. İlk görev yeri olarak bir fırkateyne atandı. Bülent Mutlu: Bulgar göçmeni ailesi Çorlu' da ikamet edi­ yordu. Anne ve babası birbirinden ayrıydı. İlk ataması mayın filosuydu. Emre Bayraktar: Pendik U ğur Mumcu sitesinde o dönem ailesiyle oturuyordu. 163


Adnan Kaya: Bir kız kardeşi vardı. İlk görev yeri Mudanya'da bulunan küçük hücum botlarından biriydi. Recep Çakır: Bayrampaşa bölgesinde o dönem ailesiyle otu­ ruyordu. İlk ataması Yavuz Fırkateyni idi. İbrahim Özbilenler: Yenibosna'da ailesiyle oturuyordu. Bir kardeşi var. Babası okul servisçiliği yapar. İlk ataması Ak­ saz'daki fırkateynlerden biriydi. Serdar Döner: Selanik göçmeni. İstanbul Küçükçekmece'de ailesiyle oturuyordu. İlk ataması Giresun adlı fırkateyne çık­ mıştı. Kardeşi de cemaat vasıtasıyla askeri okula girmiş ve ay­ rılmış, sonrasında Trakya Üniversitesini kazanmıştı. Metin Demir: İstanbul Küçükçekmece' de ailesiyle oturu­ yordu. Evli abisi küçük bir iş kazası geçirmiş ve fizik tedavisi görüyordu. İlk ataması İzmir merkezdeki hücum botlarından bir tanesineydi. Erhan Yıldız: Balıkesir Susurluklu. İstanbul Küçükçek­ mece'de ailesiyle oturuyordu. İzmir merkezdeki hücum bot­ larından bir tanesine atandı. Erkan Şirin: Küçükçekmece' de ailesiyle oturuyordu. İlk ataması Gölcük'tü. Ragıp Urhan: İzmir merkeze bağlı bir kasaba veya köyde ailesiyle ikamet ediyordu. İlk ataması Gölcük'tü. Mustafa Yaba: İzmir'de ailesiyle ikamet ediyordu. İlk atama­ sı İzmir merkezde bulunan hücum botlarından birine çıkmıştı. Bedir Yiğit: İstanbul Güngören'de ailesiyle birlikte oturu­ yordu. İlk ataması Gölcük'e bağlı muhabere gemisiydi. Ali Osman Şen: Annesi vefat etmişti, babası ikinci bir ev­ lilik yapmıştı. İlk ataması Foça'da bulunan çıkarma filosuna olmuştu. Suat Halat: Yozgat ilinin Çayıralan ilçesindendi. İstanbul Büyükçekmece'de ailesiyle oturuyordu. İlk ataması Göl­ cük'teki gemilerden biriydi. Engin Cimbat: Şirinevler'de ailesiyle oturuyordu. İlk ata­ ması Erdek mayın filosuydu. Hakan Ç: Bu şahıs İzmirliydi. Cemaat tarafından bana ve­ rilen isim listesinde vardı. Ama kendisi Deniz Lisesinden beri 164


cemaatle irtibatı koparmış bir şahıstı. Hiçbir toplantıya katıl­ madı.1 Hüseyin D.: Bu şahıs da İzmirliydi. Cemaat tarafından bana verilen isim listesinde vardı. Ancak kendisi Deniz Lisesinden beri cemaatle irtibatı koparmış bir şahıstı. Hiçbir toplantıya ka­ tılmadı. Saim Kaya: Bağlar İlköğretim Okulu mezunu. Kuleli Askeri Lisesi'nde okudu. O dönem Şirinevler Mahmutbey Caddesi üzerinde ailesiyle oturuyordu. Halit Yıldız: Bağlar İlköğretim Okulu mezunu. Ailesi aslen Mardinli Maltepe Askeri Lisesi'nde okudu. Yakup Karaçelik: Bağlar İlköğretim Okulu mezunu. Kayse­ rili. Işıklar Askeri Lisesi'nde okudu. Mücahit Akpınar: Bağlar İlköğretim Okulu mezunu. Bolu­ lu, Beylerbeyi Deniz Astsubay Okulunda okudu. Rüştü Göker: Isparta Yalvaçlı. O zaman ailesi İstanbul Yayla semtinde oturuyordu. Maltepe Askeri Lisesinde okudu. Yasin Ertuğrul: Ailesi aslen Diyarbakırlı. İstanbul Güngö­ ren' de o dönem ailesiyle ikamet ediyordu. Hava Harp Okulun­ da okudu. Ümit Gürkan Güngör: Ailesi aslen Ardahanlı. Hava Harp Okulunda okudu. Selman F. kendisine zimmetli olan TSK içinde "abiliğini" yaptığı FETÖ' cülerin isimlerini, ailelerini, kişisel özelliklerini, doğum yerine kadar saydığında sorgu odasında bulunan her­ kes şoktaydı. F.'nin avukatı bile şaşırmıştı. Bunca yıllık avu­ kattı, böylesine bir hafızayla karşılaşmamıştı. Sorguya katılan bir emniyet müdürüyse olan bitenin far­ kındaydı. Örgütte "abilik", "imamlık" yapanların hafızaları çok iyiydi. Herhangi bir operasyon tehlikesine karşı tedbir amaçlı olarak yazılı not almazlardı. FETÖ imamlarının arşivleri, beyinlerindeydi. Muğla SGK' da memur olarak çalıştığı 2006 yılındaki ce­ maat günlerini konuşmaya karar verdi. Bir an için sorgu 1 Yazar notu: Cemaatle irtibatını koparttığı düşünülenlerin soyadı açık olarak yazılmadı. 165


odasındaki beyaz ışığıyla odayı aydınlatan floresana takıldı gözü. Küçük bir kelebek ışığın etrafında kanat çırpıyordu. Polis­ ler ve avukatı sessizce onu izliyordu. Kısa bir müddet sonra anlatmaya başladı. Evlilik şartı: Cemaati bırak Muğla' da bir yandan devlet memuru olarak çalışıyor, di­ ğer yandan deniz subaylarına "abilik" yapıyordu. Ege' nin bu güzel şehrinde günleri böyle geçiyordu. Ta ki, daha sonra eşi olacak olan B.A ile tanışana kadar. B.A ile birbirlerini sevmiş­ lerdi Örgüt bu ilişkiyi fark etmiş, Selman F.'yi bu ilişkiden uzak­ laştırmaya çalışmıştı. Bunun için kendisini örgüt mensubu bir kadınla tanıştırdılar. B.A ile ilişkisini sonlandırmasını, kendisi için bulunan uygun eş adayıyla hayatını birleştirmesini telkin ettiler. Bulunan "uygun" eş adayıyla görüşmeliydi. Talimat buydu. Selman F., bir yandan örgütün kendisi için bulduğu kadın­ la diğer yandan da B.A ile görüşmeyi sürdürdü. Kararını ver­ di, tercihini sevdiği kadından yana yaptı. B.A ile evlenecekti. Müstakbel eşi B.A'ya evlilik teklifini ettikten sonra cema­ atle ilişkisini anlatmaya karar verdi. Öyle ya, bir ömür geçire­ ceklerdi, eşinden kendi gerçeğini gizleyemezdi. B.A ise evlilik şartı olarak, cemaatten kopmasını istiyordu. Söz verdi, cemaatle ilişkisini sonlandıracaktı. Evlendiler, ancak sözünü tutmadı. Cemaatle ilişkisini sür­ dürmeye devam etti Polis ifadesinde, 2006-2010 yılları arasında örgütle bağla­ rını sırf eşinin cemaatten kopmasını istediği için asgari sevi­ yeye indirdiğini söyledi. Zaman zaman cemaat sohbetlerine katıldığını ancak "abilik" görevi üstlenmediğini söyledi. Bu sözleri, sorgucu polisler için bir anlam içermiyordu. "Örgütle bağlarımı zayıflattığım" dediği yıllar örgütün artık Türk toplumu içinde belirginleşmeye başladığı dönemdi. Ör­ gütün operasyonel gücü de en üst seviyedeydi. Cemaat altın 166


çağını yaşıyordu. Selman F. ise bu dönemde örgütle ilişkisini zayıflathğını söylüyordu. Bu konuda anlattıkları polislere inandırıcı gelmemişti. Önce Kamu Güvenliği Müsteşarlığı sonra MİT 2010' da Muğla SGK'da sıradan bir memurken 2010' da Kamu Güvenliği Müsteşarlığına geçti. O yıl, bu müsteşarlık ilk kez kurulmuştu. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı güvenlik bürokrasisinde "yeni" ve "önemsenen" bir kurumdu. İçişleri Bakanlığına bağlı mahalli istihbarat örgütüydü. Müsteşarlığın görev tanımı şöyle ifade ediliyordu: Terö­ rizmle mücadele için ilgili kurum ve kuruluşlar arasında ko­ ordinasyonu sağlamak, bu konuda politika ve strateji geliştir­ mekle yükümlüydü. Fetullah Gülen de cemaati de istihbarata hep ilgi duyardı. Devletin istihbaratla ilgili kurulan tüm birimlerine sızma­ yı kendisine görev edinmiş bir yapıydı. Bu bağlamda, 2010' da kurulan ve İçişleri Bakanlığına bağlı mahalli bir istihbarat teşkilatı olan Kamu Güvenliği Müsteşarlığına Selman F.'nin kuruluş aşamasıyla birlikte geçmiş olması tesadüf olarak de­ ğerlendirilemezdi. Örgütün amaçları ve hedefleri doğrultusunda Kamu Gü­ venliği Müsteşarlığına memur olarak geçmesi öngörülmüştü. Bunun için de örgüte aidiyeti ve inancından şüphe duyulma­ yan Selman F. seçilmişti. O, örgüte binlerce TSK mensubu kazandırmıştı. Onlara "abilik" yapmıştı. Kamu Güvenliği Müsteşarlığındaki 11. ayının sonunda MİT'e geçmek için başvurdu. FETÖ'nün geleneksel takti­ ğiydi. Örgüt üyesi önce bir devlet dairesinde işe başlardı. Burada çalıştığı dönemde, uyumlu, siyasetten uzak, çağdaş bir görüntü sunardı. Amaç cemaat izlerini yok etmekti. Ar­ dından da MİT gibi "sızmak" için öncelikli kurumlara yer­ leştirilirlerdi. Selman F. de tüm gereklilikleri yerine getir­ mişti. 167


MİT' e başvuru yaptığı dönemde Selman F ., pek tabi cema­ atten destek gördü. Kendisine yardımcı olanlarsa o dönem­ de Adalet Bakanlığı bünyesinde tetkik hakimi olan Mustafa Babayiğit (sonrasında Adalet Bakanlığı Personel Genel Mü­ dürlüğü Daire Başkanlığına kadar yükseldi) ve örgütün MİT mensuplarıyla ilgili faaliyetlerini yürüten "imamı" yine bir tetkik hakimi olan Ahmet Akbaba'ydı. Bu iki isim, Selman F.'yi Yunus Akyol'a yönlendirdi. Bun­ dan sonra F.'nin MİT' e giriş süreci ve sonrasındaki gelişme­ lerle Yunus Akyol ilgilenecekti. Yunus Akyol'un örgütteki kod adı Emre' ydi. Sayıştay' da baş denetçiydi. Örgüt devletin her yerindeydi. Selman F.'nin MİT' e başvurusu olumlu sonuçlandı. 30 Mayıs 2011 ' de MİT' te göreve başladı. İfadesinde eşinin cemaatçi olmamasından ötürü cemaatle ilişkisini azalttığım söyleyen Selman F., aslında cemaatin önem­ li isimlerinin kontrolünde planlı bir şekilde MİT' e girmişti. Teşkilatta göreve başlamasının ardından Yunus Akyol ile gö­ rüşmelerini düzenli olarak sürdürdü. Bu görüşmeler genellikle Yunus Akyol'un Ankara' daki Sayıştay lojmanlarındaki evinde gerçekleşiyordu. Buluşmalardan birinde Yunus Akyol, kendisini teşkilat içindeki cemaatçilerden Serkan B. ve Fethullah Yıldız ile de tanıştırdı. Artık görüşmelerini hep birlikte sürdürüyorlardı. Küresel güç koalisyon hükümetleri istiyor Bu görüşmelere örgüt içinde Osman kod adıyla bilinen Su­ nay Elmas da dahil olmuştu. Örgütte MİT' in Türkiye imamı­ na en yakın isimlerden biriydi. 17-25 Aralık 2013' te hükümete karşı FETÖ' nün yaptığı operasyonların ardından bir araya gelerek değerlendirmede bulundular. MİT mensubu FETÖ' cü Fethullah Yıldız'ın evin­ de buluşmuşlardı. O gün Sunay Elmas, evde bulunan Fethullah Yıldız, Ser­ kan B. ve Selman F.'ye hitaben şu değerlendirmeyi yaptı: "Küresel güç artık Türkiye' de tek parti iktidarı istemiyor. Ko­ alisyon hükümetleriyle ülkenin yönetilmesini istiyor." 168


Teşkilat köstebekleri fark ediyor FETÖ'ye karşı "mücadele" sürecinin miladı olarak kabul edilen bu dönemde ortalıkta dikkat çekmek istemeyenlerden biri de Selman F.'ydi. Teşkilatın yurt dışı dil eğitim imkanını kullanmaya karar verdi. Ortalık sakinleşinceye kadar dil eği­ timi bahanesiyle yurtdışına gidecekti. Bütün bunlar tedbir amaçlıydı. Belarus'a Minsk Deblet Üniversitesine dil eğitimi için gitti. Bir yıl kaldığı Belarus'tan 28 Şubat 2015'te yurda döndü. Bir süre yurtdışı bölümünde beklemeye alındı. Kendisine gö­ rev verilmemişti. Haziran dönemindeyse Sinyal İstihbaratı Başkanlığına araştırmacı olarak atandı. Bu pasif görevdi. Pa­ sif olmasının da ötesinde MİT'teki cemaatçilerin büyük bölü­ münün ataması buraya yapılmıştı. Dernek ki, MİT bu süreç içinde kendi içindeki FETÖ' cü­ lerin bir bölümünün varlığını fark etmiş ve pasif görev yeri olan Sinyal İstihbaratı Daire Başkanlığına atamıştı. Herkes bu kişilerle ilgili "gizli" bir soruşturma yapıldığı­ m düşünüyordu ancak adli bir soruşturma aşamasına geçil­ memişti. İşte 15 Temmuz 2016 darbe girişimine bu şartlar altında gelinecekti. Üst düzey MİT "abisine" gözaltı Bu dönem zarfında örgüt, güvenlik önlemlerini yoğunlaş­ tırdı. Viber, Tango, Kakao Talk, Bylock, Eagle gibi internet üze­ rinden haberleşme yöntemlerinin yam sıra e-postalarındaki taslaklarının üzerinden de haberleşiyorlardı. Gizlilik en üst seviyeye çıkartılmıştı. Bütün bunlara rağmen 2016 Şubat ayında örgütün MİT imamına en yakın isimlerden Osman kod adlı Sunay Elmas, Ankara polisi tarafından yakalandı. FETÖ' cüler için çember daralıyordu. Selman F. ise normal hayatına devam etmeye çalışıyor­ du.

169


Ajanların randevusu 23 Nisan 2016' da "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" kutlama törenleri için oğlunun okuluna gitti. Bir kenarda te­ bessümle gösterileri izliyordu. Bu sırada yanında top sakallı, kasketli biri belirdi. İlk ba­ kışta tanıyamamıştı. Dikkatli bakınca, sessizce yanına gelen bu kişinin, Emre kod adlı Yunus Akyol olduğunu anladı. Yani, MİT'e giriş sürecinde kendisiyle ilgilenen "abisi" top sakal bırakmıştı. Onu ilk tanıdığı günden çok farklı gözükü­ yordu. Tedirgin bir ifadesi vardı. Selman F.'nin kulağına doğru eğildi ve "Okulun içine gire­ ceğim. Beni takip et. Orada görüşelim" dedi. Birbirlerinin peşi sıra 15' er adım aralıkla okula girdiler. Dar bir koridora doğru yöneldiler. Casusluk filmlerini arat­ mayacak bir andı. Okul bahçesi cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle 23 Nisan gösterile­ ri sunan çocuklarla dolu olduğu halde onlar boş okulun dar koridorundaydılar. Yunus Akyol, bir öğrenci dolabına doğru kendini siper edercesine yaslandı. "Anlatacaklarım önemli. Şimdi beni iyi dinle" diye söze başladı. Selman F.'nin pasif göreve yani Sinyal İstihbaratı Daire Başkanlığına atanması iyiye işaret değildi. MİT, cemaatle olan bağlarını anlamış olmalıydı. MİT içine sızmış ve hala örgüt mensubiyeti tespit edileme­ miş "kripto" elemanlarından gelen bilgi bu yöndeydi. Örgüt bağı anlaşılan MİT'çiler pasif görevlere atanıyordu. Aynı tehlike Selman F. için de geçerliydi. Yunus Akyol, sessiz ama hızla anlatıyordu. Daha da kötü bir gelişme var­ dı. Osman kod adlı Sunay Elmas yakalanmıştı. Onun yaka­ lanmış olması örgütün MİT içinde çözülmesine yol açabi­ lirdi. "MİT içinde seni mülakata çağırabilirler. Önüne Sunay Elmas'ın fotoğrafını koyarak tepkini ölçebilir, kendisini tanı­ yıp tanımadığını sorabilirler. Böyle bir şey olursa inkar ede­ ceksin. Hiçbir şeyi kabul etmeyeceksin." 170


Bunlar son sözleri oldu. Birbirlerini bir daha görmediler. 1 5 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden sonra ikisi de yakalandı. MİT' deki "FETÖ'yle mücadele" masasında görevli FETÖ'cü Yıllar önce kendisini İzmir Otogarında karşılayan, İstanbul' a getirip cemaat evine yerleştiren, sonrasında MİT' te birlikte çalıştığı Selman F.' nin 54 gün önce sorgulandığı oda­ da bu kez Bedrettin Ö. vardı. 6 Ağustos 2016' da Selman F. itirafçı olmuş, MİT'teki FETÖ yapılanmasını anlatmıştı. 29 Eylül 2016' da ifade verdiğinde Bedrettin Ö. de itirafçı olacaktı. MİT İstihbarat Uzmanı Bedrettin Ö., darbe girişiminden dört gün sonra 19 Temmuz 2019' da açığa alındı. FETÖ men­ subu olduğu iddia ediliyordu. Oysaki görevden alındığı güne kadar son dört yılda MİT'te FETÖ'yle mücadele eden masada görevliydi! 25 Eylül 2016' da Erzincan' da gözaltına alındı. Ankara' da­ ki Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Daire Başkanlı­ ğına getirildi. Nezarethanede kaldığı dört gün boyunca, kendisiyle he­ saplaştı. Aslında bu hesaplaşma o gün başlamamıştı. Açığa alındığında da, hatta daha öncesinde de örgütü sorgulamaya başlamıştı. Nezarethanede polislerden kağıt kalem istedi, el yazısıyla itiraflarım yazdı. 29 Eylül 2016' da avukatı eşliğinde ifadesi alınmadan önce polislere itirafnamesini verdi. Örgütteki geçmişini an­ latacaktı. Onun da örgütle tanışıklığı aslında diğer örgüt mensupla­ rından farklı değildi. Üniversiteye hazırlık için dershane seçi­ mi sırasında o da örgütün ağına takılanlardan sadece biriydi. 1998-1999 eğitim döneminde henüz lise son sınıf öğren­ ciydi. Kendine iyi bir gelecek hazırlamak istiyordu. Başarılı bir öğrenciydi. Dershaneler deneme sınavları düzenliyordu. Bunlardan biri de Körfez Dershanesiydi. Burası FETÖ' cülere 171


aitti. Üç-dört kez bu dershanenin düzenlediği deneme sınav­ larına katıldı. 1999' da üniversite imtihanlarının sonucu açıklandığında İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü kazanmıştı. Sonuçlar henüz açıklanmıştı ki, ilk tebrik telefonu Körfez Dershanesinden geldi. Bedrettin Ö.'yü arayan bir dershane yetkilisi kendisini teb­ rik etti, üniversiteye kayıt ve kalacak yer konusunda kendisi­ ne yardımcı olabileceklerini söyledi. Örgütün genç beyinleri ağına düşürmek için kullandığı yöntemlerden biri her zaman böyleydi. Evinden ailesinden uzak bir şehre okumaya gidecek olan üniversite öğrencisi aday genç tebrik etme bahanesiyle aranır, sonrasında kendi­ sine kalacak yer ve kayıt işlemleri konusunda yardımcı olu­ nacağı söylenirdi. Tabi bütün bunların kendisinin çok başarılı bir öğrenci olmasından ötürü yapıldığı da eklenirdi. Av ola­ rak görülen gencin egosu da şişirilirdi. O gün de öyle olmuş­ tu. Bedrettin Ö. örgütün ağına takılan on binlerce, yüz binlerce gençten biriydi. İstanbul' da ailesinden ve tanıdıklarından kimse yaşamı­ yordu. Teklifi kabul etti. Bundan sonra yapması gereken ba­ sitti. Telefonda kendisine söylendiği talimatlara uyacaktı. Bedrettin Ö., kendisine söyleneni yaptı. İzmir Otogarında daha önceden söylenen firmanın önüne, verilen gün ve saatte geldi. Onu, İstanbul' a götürecek olan otobüsün bulunduğu peronda kendi yaşlarında birçok genç daha bekliyordu. Aralarına karıştığı anda iki kişi tarafından karşılandı. On­ lar; Selman F.2 ile Mustafa Babayiğit'ti3• 2 İzmir Otogarında yolları kesişen Bedrettin Ö. ve Selman F.'nin yolları ilerleyen yıllarda MİT'te de birleşti. Örgüt tarafından ikisi de teşkilat içine yerleştirdi. Sonrasında ikisi de gözaltına alındı, itirafçı oldu. 3 İzmir Otogarında karşılamaya gelenlerden Mustafa Babayiğit ise AKP ikti­ darında Sadullah Ergin'in Bakanlığı döneminde Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığına kadar yükseldi. Darbe girişiminden sonra örgüt bağı deşifre edilen isimlerden biri olan Mustafa Babayiğit'in, ken­ disi gibi yargı camiasında olan hakim eşi Songül Babayiğit ile birlikte Bylock kullanıcısı olduğu ortaya çıkh. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Mustafa Babayiğit hakkında üç kez ağırlaştırılmış müebbet ve 15 yıldan 22 yıla kadar hapis cezası istendi. 172


Her yıl ayrı bir cemaat evi İstanbul'a gelen bir otobüs dolusu FETÖ'nün "avladığı gençlerin" bir bölümü Anadolu yakasındaki Harem Otoga­ rında "abiler" tarafından karşılanmıştı. Bedrettin Ö. ise Esenler Otogarında, yani Avrupa yakasın­ da karşılanacak ve oradaki "ahilere" teslim edilecek gençler arasındaydı. Bahçelievler Yayla Camii'nin hemen karşısında bulunan cemaate ait bir eve götürüldü. İstanbul' a geldiği ilk günü ken­ disi gibi üç cemaatçi gençle birlikte bu evde geçirdi. Sabah uyandığında ilk işi üniversitesine giderek kayıt yaptırmak oldu. Akşam saat 17.00 sıralarında cemaat evine geri döndüğünde Selman F. ve Mustafa Babayiğit' i kendisi­ ni beklerken buldu. Onlar da İstanbul' a gelmişti. Kendisine, okullar açıldığında tekrar bu eve gelmesi, sonrasında kalaca­ ğı evin ayarlanacağı söylendi. Bedrettin Ö. o günün gecesi ilk otobüsle İzmir' e ailesinin yanına döndü. Okullar açılıp da İstanbul'a ikinci kez geldiğindeyse Bed­ rettin Ö. için artık yeni bir hayat, cemaat yolu açılmıştı. Yenibosna' daki bir eve götürüldü. Kendisiyle birlikte dört genç daha vardı. Evin sorumlusu ve gençlerin "abisi" yse Sel­ man F.' ydi. Standart bir cemaat eviydi. Günlük rutin, ders çalışma, Fetullah Gülen kitapları ve vaaz kasetleri dinleme, Risale-i Nur okuma, bütün bunlar üzerine sohbet etmekten ibaretti. Bu gençlerin hipnozdan uyanmaması için sürekli tek­ rar edilen metot buydu. Bir müddet sonra bu gençlere sorumluluk da verilmeye başlanırdı. Bedrettin Ö. için de bu yapıldı. Hafta sonları eve gelecek liseli gençlere "abilik" yaptı. İstanbul' daki ilk yılı böyle geçti. Üniversite eğitimindeki ikinci yılında kalacağı ev değişti­ rildi. Artık Bahçelievler Siyavuşpaşa Mahallesi'ndeki bir baş­ ka evdeydi. Birlikte aynı ortamı paylaştığı kişiler de değiş­ mişti. Burada farklı dört kişi vardı. Evin "abisi" yse İstanbul Üniversitesinde öğrenim gören Murat isminde biriydi. Bir müddet sonra yine ev değiştirildi. 173


Bu kez Kocasinan Mahallesi'ndeki başka bir evdeydi. Evler, ortamlar, içindeki öğrenciler değişiyordu ama uygu­ lanan yöntemler hiç değişmiyordu: Ders çalışma, Fetullah Gülen kitapları okuma, vaaz kasetleri dinleme, Risale-i Nur okuma ve sohbet etme. Üniversite eğitimi bitene kadar üç kez daha ev değiştirdi. Örgüt ev değiştirme yöntemini birkaç sebepten uyguluyor­ du. Bunlardan en önemlisi güvenlik sebebiyleydi. Evlerde kalan öğrenciler mahalle sakinleri, komşular tarafından ta­ nınmamalıydı. Ayrıca öğrencilerin oralarda kurabileceği yeni dostluklar, fikirlerinde sapmalara sebep olabilirdi. Bir diğer nedense, evlerde sürekli aynı ritüeller tekrarlanıyordu. Bu da, genç beyinleri bir müddet sonra sıkabilirdi. Fiziki şartlar ve beraber ders yaptıkları öğrenciler sürekli değiştiriliyor, onla­ rın sıkılmamaları sağlanıyordu. Hedefteki kurum: MİT Üniversite dördüncü sınıfa geldiğinde Bedrettin Ö. için bundan sonraki hedef belli olmuştu. MİT' e girecekti. "Hiz­ met hareketi"ne burada katkı sağlayacaktı. Örgüt içine gir­ dikleri ilk günden beri, "Dışişleri, MİT gibi yerlerde mon­ şerler, masonlar, beyaz Türkler görev alıyor. Bizler gibi Ana­ dolu çocuklarına görev verilmiyor. Bu düzenin içinde artık bizler de olmalıyız" şeklinde motive ediliyordu. Bu söyleme inanmıştı. MİT' e girme fikrini "Recep" kod adlı bir cemaat imamına açtı. "İmam Recep" bu düşüncesinden dolayı kutladı, "As­ kerden sonra MİT' e başvuracağın zaman seninle irtibat ku­ rarız" dedi. 2005'te askerden döndüğünde kendisini ilk arayan Recep kod adlı imam oldu. İstanbul'a yanına çağırdı. Yüz yüze yap­ tıkları görüşmede, KPSS imtihanlarına hazırlanması ve MİT' e giriş sürecinde çalışabilmesi ve hazırlanabilmesi için kendisi­ ne Ankara' da ev ayarlandığını söyledi. 2006 Ocak ayının başlarında Bedrettin Ö. Ankara' daydı. Recep kod adlı "imam" tarafından Keçiören' de bir cemaat 174


evine yerleştirildi. Burada kendisiyle birlikte beş cemaatçilerdi. Hepsi KPSS' ye hazırlanıyorlardı. Günde ortalama sekiz saat ders çalışmak zorunluydu. Haf­ tada bir gün bir bakanlıkta uzman olarak görev yapan zayıf, orta boylu, kumral tenli Adem kod adlı bir kişi eve geliyordu. Bu kişi, evde kalan öğrencilerin hangi dersleri ne kadar ça­ lıştığı bilgisini alır, onları kontrol eder, sonra da giderdi. Eve başka hiç kimse gelip gitmiyordu. KPSS sınavına girmesinin ardından 2006 Temmuz so­ nunda İzmir ' de ailesinin yanına gitti. Birkaç hafta ailesiyle zaman geçirdikten sonra Keçiören' deki cemaat evine geri dönmüştü. 2006' nın Aralık ayında "imamlar" kendisiyle irtibata geçti. MİT' e başvurusunun ne aşamada oldu ğunu soruyorlardı. As­ kerden geldikten sonra başvuru yaptığını ancak henüz cevap verilmediğini söyledi. "İmamlar", yakın zaman içinde MİT' e personel alımı ola­ cağım, bunun duyurusunun da İnternet üzerinden yapılaca­ ğını söyledi. Şimdi yapması gereken İzmir' e ailesinin yanına geri dönmek, başvuruyu oradan tekrarlamaktı. MİT'e başvuru öncesi ilk kural: Cemaat izlerini sil Yapması gerekenlerse sadece bununla sınırlı değildi. MİT' e başvuracak olan Bedrettin Ö., örgütle ilişkisinin tespit edilememesi için birtakım önlemler almalıydı. İlk iş, cep telefonunu ve numarasını değiştirmekti. Bu şe­ kilde geçmişte kimlerle görüşme yaptığının izi sürülemeye­ cekti. Bu yeni telefon numarasıyla asla cemaatten herhangi biriyle görüşmeyecekti. Örgütle yapacağı tüm görüşmeler ankesörlü veya kontör­ lü telefonlarla yapılacaktı. 2007 Şubat' ın da MİT sınavı için Ankara'ya çağrıldı. Sınav çıkışında kendisine daha önce numarası verilen "Halit" kod adlı imamı ankesörlü telefondan aradı. "İmamın" verdiği adrese gitti. Görüştüler. "İmam", MİT sınav sürecinin uzun aşamalı olduğunu, birkaç kez daha 175


Ankara'ya çağrılacağını, her gelişinde mutlaka kendisini ankesörlü telefonla aramasını ve buluşmalarını salık verdi. Gerçekten de sınav süreci başladığında birkaç kez çeşitli mülakatlar için MİT 'e çağrıldı. Son olarak mülakatın ardından Halit kod adlı "imamı" aradı. Buluştuklarında "imam" artık MİT' e girişinin olumlu sonuçlanacağım söyledi. "İşe başladığında mutlaka benimle irtibat kur" dedi. "İmamın" dediği gerçekten olmuştu. 9 Temmuz 2007'de Ankara MİT Bölge Başkanlığında aday memurdu.

Şarj edilme seansları MİT içinde bulunan misafirhanede kalıyordu. Halit kod adlı imamla irtibatı ilk kez MİT'te çalışmaya başladıktan 1,5 ay sonra kurdu. Tandoğan'da buluştular, birlikte bir cemaat evine gittiler. Kısa bir hal hatır sorma faslından sonra hemen birlik­ te önce Fetullah Gülen, sonrasında da Risale-i Nur kitapları okudular. Sonrasında yine bu kitaplardaki sözler üzerine soh­ bet ettiler. MİT mensubu bir kişi, Ankara'mn göbeğinde bir evde "imamıyla" birlikte Fetullah Gülen ve Risale-i Nur okuyup, sonrasında bu konuda sohbet ediyordu. Bütün bunlar bilinçli ve sistematik bir yöntemdi. Amaç MİT 'e giren mensuplarının örgütle aidiyet bağım tazelemek, şarj olmasını sağlamak ve öğrenci olduğunu ha­ tırlatmaktı. Kendisi aslında bir hiçti. Onun yolunu belirleyen imamları ve abileri vardı. O abiler ve imamlar da istikametlerini Fetullah Gülen'den alan kişilerdi. Bilinçaltına yerleştirilen duygu buydu. Kendi başına bir hiç ol­ duğu ve cemaat abilerinin, imamlarının yol göstericiliğine muh­ taç olduğu şırınga ediliyordu. O gün Ankara' da o cemaat evine getirilişinin amacı da buydu. Cemaatten 1,5 ay uzak kalmıştı. Şarj edilmesi gerekliydi. Şarj edildi. 176


Ankara' da görev yaptığı süre içinde "Halit" kod adlı imamla üç-dört kez daha aynı evde buluştular. Son görüşme­ leriyse 2007' de Aralık ayının başındaydı. Bedrettin Ö .' nün tayini İstanbul' a çıkmıştı. "Abiler, İstanbul' a gittiğinde seni benim selamımla araya­ caklar." "Halit" kod adlı imamın son sözleriydi... Her şehirde ayrı "imam", ayrı "abi" Ümraniye' de Çamlık Mahallesi'nde bir ev tutmuştu. İstanbul'a geleli henüz 2-2,5 ay olmuştu. 2008 Şubat'ıydı. Gerçekten de İstanbul' a taşınmasından çok kısa bir süre sonra "abiler" temasa geçmişti. Telefonun ucundaki ses "Halit'in selamıyla sizi arıyorum" dediğinde Bedrettin Ö., karşısındakinin yeni abisi olduğunu anlamıştı. Randevulaştılar. Birkaç gün sonra Ümraniye' de bir çay bahçesinde buluştular. Hafif kilolu, 40 yaşlarında, esmer, gözlüklü, siyah saçlı ve şivesi düzgündü. Kod adı Cüneyt'ti. İlk sorusu MİT içerisin­ de hangi şubeye verildiğiydi. Bedrettin Ö.' den "İrtica" cevabını alınca gülümsedi. Bir süre oturdukları çay bahçesinden Bedrettin Ö.'nün evine geçtiler. Evde, dini konulardan sohbet edip, Fetullah Gülen'in kitaplarından bölüm okudular. Gece yarısına doğru evden ayrılan Cüneyt kod adlı imam, arada sırada eve uğrayacağını söyledi. Bedrettin Ö.'nün eline bir telefon numarası tutuşturdu. "Acil durumlarda beni bu numaradan ara. Aramaları sa­ dece ankesörlü telefonlardan yap" dedi. Cüneyt kod adlı imamla görüşmeleri iki yıl boyunca dü­ zenli olarak devam etti. Buluşmalar, Bedrettin Ö.'nün evinde yapılıyordu. Bu görüşmelerden birinde Cüneyt kod adlı imam, evlen­ me fikrine nasıl baktığını sordu. Bedrettin Ö. bu konuya sı­ caktı. Uygun bir aday olursa evlenebilirdi. Ancak, sonrasında "abisinden" bir ses çıkmadı. 177


Aşk cemaati yener mi?

Bu konuşmadan çok değil, birkaç hafta sonra Bedrettin Ö., Beşiktaş'takiAlkım Kitabevi'ndeydi. Reyonları inceliyor, yeni çıkan kitaplara bakıyordu. Bu sırada, sonrasında eşi olacak N. ile karşılaştı. İkisi de dış politika konularına meraklıydı. Yolları aynı re­ yonda kesişmişti. Bedrettin Ö.'nün gözü bir an için N.'ye takıl­ dı. Kitap raflarında incelediği kitaplar, kıym etli eserlerdi. Doğ­ ru tercihler yapıyordu. Genç kadın, incelediği bir kitabı raftaki yerine koyacağı sırada Bedrettin Ö. müdahale etti. "Daha önce okuduğum bir kitap. Bence almaya değer. Öneririm." N. gülümseyerek kitabı tekrar eline aldı. Teşekkür etti. Ayak üstü kitaplardan, dış politikadan konuştular. Sohbetleri, Beşiktaş sahilindeki bir çay bahçesine taştı. İkisi de birbirinden etkilenmişti. Telefon numaralarını kar­ şılıklı birbirlerine vermişlerdi. Görüşeceklerdi. Haftada en az iki kez buluşuyorlardı. Bedrettin Ö.'nün bir taraftan yoğun mesaisi diğer yandan da cemaat sohbetleri ve dersleri nedeniyle daha çok görüşemeye fırsatları olmuyordu. Bedrettin Ö., "abilerine" "imamına" evlilik kararını aça­ caktı. N. cemaatçi değildi. Bu bir sorun olur muydu? Ahiler ne derdi? Bedrettin Ö.'nün kafası bu sorularla meşguldü. Ce­ maat abisiyle bir sonraki görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyordu. Cüneyt kod adlı imam Ümraniye' deki evine geldiğinde, ev­ lenme kararını ve müstakbel eşinin cemaatçi olmadığını söyledi. "Cemaat dışından biriyle evlenmek ilerleyen dönemler­ de sorun yaratabilir. Eşinden saklaman gereken bir hayatın olacak. Bunu kaldırabilecek misin? Biraz bekle ve biz doğru adayı buluruz sana." "İmamın" sözleriyle yıkılmıştı. Örgüt, katalog evliliklerle elemanlarını birbirleriyle evlen­ dirirdi. Örgütteki herkesin, hobilerinden zaaflarına, eğitim durumlarından kişilik özelliklerine dair detaylı bilgiler not edilirdi. Evlilik döneminde "izdivaç" sorumluları d evreye girer, katalogda belirlenen seçenekleri, örgüt elemanın önü178


ne getirirdi. Örgüt cemaatçi kadın ve erkeklerin birbirleriy­ le evlenmelerini tercih ederdi. Bunun hem güvenlik hem de örgütsel hayatlarından kopmamaları için bir zorunluluk ol­ duğu düşünülürdü. Sık olmasa da cemaat dışından evlenme istekleri olabiliyordu. Bu durumda örgüt, öncelikle elamanı bu fikrinden vazgeçirmeye çalışır, eğer kararlılığını görürse ses çıkartmazdı. Bedrettin Ö. her şeyi göze almıştı. N. ile evlenecekti. Gere­ kirse cemaatle köprüleri atabilirdi. Bu kararlılığı, cemaatteki "abisinin" de dikkatini çekti. Öncesinde karşı çıktıkları evli­ liğe, Bedrettin Ö.'nün kararlılığını görünce ses çıkartmadılar. Ona yıllardır yatırım yapmış, MİT'e yerleştirmişlerdi. Böyle bir eleman kaybedilemezdi. Evlilik kararına karşı koymaya­ rak, üstü kapalı onay verdiler. 2010 Nisan'ında N. ile evlendi. Bu dönemde Bedrettin Ö.'nün abisi de değişmişti. Artık kendisiyle görüşmeleri Se­ lim kod adlı imam yapıyordu. FETÖ'den sorumlu kişi FETÖ'cü! Bedrettin Ö.'nün eşinin cemaatçi olmamasından ötürü görüşmeler Selim kod adlı imamın Maltepe' deki evinde ger­ çekleşiyordu. Haftada iki-üç gün yapılan görüşmeler üç-dört saat sürüyordu. Selim kod adlı imam MİT'te olan biten ve yapılan çalışmalarla ilgili bütün bilgileri öğrenmek istiyordu. Bedrettin Ö. teşkilatta olan biteni raporluyordu. 2012' de Erzincan MİT Bölge Müdürlüğüne tayini çıktı. Eşi de bir devlet okulunda İngilizce öğretmeni olarak çalışı­ yordu. Erzincan' da göreve başlamasından bir ay geçmemişti ki, Aydın kod adlı imam kendisiyle temasa geçti. Buluştular. Görüşmeleri, şehir küçük olduğundan ve dikkat çekebile­ cekleri ihtimali nedeniyle Bedrettin Ö.'nün evinde yapıyor­ lardı. Cemaat imamını, eşi N.'ye iş yerinden arkadaşı olarak tanıtmıştı. Evin içinde bir odaya kapanarak saatlerce konu­ şuyorlardı. 17-25 Aralık 2013'te cemaatin hükümete karşı yaptığı ope­ rasyonlar sonrasında savaş başlamıştı. AK Parti hükümeti 179


"cemaat" gerçeğiyle yüzleşmişti. Cemaat önce "Paralel Dev­ let Yapılanması" ardından da FETÖ olarak anılmaya başladı. Erzincan'da MİT Bölge Müdürlüğünde FETÖ'yle ilgili başlatılan çalışmanın başındaki isimse çocuk yaştan itibaren cemaat evlerinde yetişmiş, düzenli olarak imamların kontro­ lünde bulunmuş, MİT'e girişinin ardından da sürekli olarak bu görüşmeleri sürdürmüş olan Bedrettin Ö.'ydü!

"Maddi imkansızlıklardan dolayı cemaate mecbur kaldım" Bedrettin Ö .'nün 29 Eylül 2016'da Ankara Kaçakçılık ve Or­ ganize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığındaki sorgusu saat 16.40'da başladı. Sorgu dokuz saat sürdü. İfadesinin altını im­ zaladığında takvim 30 Temmuz'u, saatse 01.30'u gösteriyordu. Yazılı ifadesindeki son cümlelerse şöyleydi: "Öğrencilik yıllarımda cemaat evlerinden ve cemaatten sürekli ayrılmayı düşünüyordum. Ancak maddi imkansız­ lıklardan ötürü bu hedefimi gerçekleştiremedim. Cemaatin bana vermiş olduğu ve dayattığı yaşam tarzı benim ve aile­ min yaşam tarzına tamamıyla tersti. Ailem cemaat evlerinde kaldığımı kısmen bilmekteydt onlar da aslında kalmamı iste­ miyordu. Ancak dediğim gibi maddi imkansızlıklardan do­ layı cemaate mecbur kaldım. Keşke okurken devletim bana eğitim sırasındaki tüm ihtiyaçlarımı karşılayacak ve cemaate muhtaç bırakmayacak imkanları sağlayabilseydi." MİT'i kibrit kutusuyla dinledi Sabah uyanır uyanmaz ilk işi ceketinin iç cebine koyduğu kibrit kutusu büyüklüğündeki ve kibrit şeklindeki dinleme ci­ hazıydı. Koyduğu yerdeydi. Eline aldı, inceledi. Ortalık yere koysa bile kimse şüphelenmezdi. Ama yine de "dikkatli olma­ lıyım" diye düşündü. Bugün teşkilattaki konuşmaları o kibrit şeklinde dizayn edilmiş cihazla kayda alacaktı. Ankara'da Mil­ li Kütüphanede çalıştığı Hakan kod adlı imamı ona bu görevi vermişti. Üzerini giydt kahvaltı bile yapmadan kendini soka­ ğa attı. Serkan B., teşkilata doğru yola koyuldu... 180


Otomobilinin kontak anahtarım çevirdiğinde babası ve çocukluğu aklına geldi. Babası dolmuş şoförüydü. O henüz okula gitmeden önce sabahın ilk ışıklarıyla çoluğunun çocu­ ğunun rızkı için yollara düşerdi. Evlerinin kapısının önünde­ ki eski model arabası kontağı çevirdiği anda büyük bir gürül­ tüyle çalışırdı. Çoğu sabah babasının arabasının motor sesiyle gözlerini açardı. İstanbul'da kıt kanaat hayat mücadelesi ve­ ren dar gelirli bir ailenin çocuğuydu. Şimdiyse ülkenin en önemli kurumlarından Milli İstihba­ rat Teşkilatında çalışıyordu. Ailesi onunla gurur duyuyordu. Ama onun için daha da önemlisi örgüte olan aidiyetiydi. Bu­ günkü pozisyonu cemaatin kendisine yaptığı yatırımın sonu­ cuydu. Oysaki, henüz ortaokula gittiğinde okul birincisiydi. Ce­ maat gibi bir yapıya hiç ihtiyacı olmayacak kadar zeki, parlak bir çocuktu. Ama o da binlercesi gibi cemaatin ağına takıla­ cak, kurşun asker olacaktı. Büyüdüğünde, kendisine verilen dinleme cihazıyla mes­ lektaşlarının konuşmalarım kayıt altına almaktan, örgüte ak­ tarmaktan çekinmeyecek, kendisine verilen emri sorgulama­ yacaktı bile. Aynı cemaat evindeki üç kişiden ikisi MİT'çi oldu İzmir 9 Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunuydu. Zeki, çalışkan ve çabuk öğrenen bir yapısı ol­ duğu için ortaokul döneminde tanıştığı örgütte sorumluluk yüklenmesi gerekliliği düşünülen mürit seviyesine getirildi. Cemaatin "mahrem" yapılanması içinde askeri lise ve polis okulu öğrencilerinin uzun süre abiliğini yaptı. 2010' da Ankara Batıkent İlkyerleşim Mahallesi'nde bir çalışma evine yerleştirildi. Çalışma evleri, cemaatin sadece ders çalışmak ve sınavlara hazırlamak için kullandığı ev­ lerdi. Buraya yerleştirilen öğrencileri, örgütün sızmak için önem verdiği devlet kurumlarının sınavlarına hazırlanmala­ rı için oluşturulan evlerdi. Buralara yerleştirilen öğrenciler asla rahatsız edilmezdi. 181


Örgüt, MİT'e eleman yerleştirecekti. Onların arasında Ser­ kan B. de vardı. O gün birlikte aynı "çalışma evini" paylaştığı üç kişiden ikisi daha sonra MİTte Serkan B.'nin mesai arka­ daşı oldu. 2010' da KPSS sınavına girip yüksek bir not aldığında, ce­ maat abileri İstanbul'a ailesinin yanına dönmesini ve MİT başvurusunu yapacağı güne kadar burada kalmasını söyle­ di. Tabii ki uygulaması gereken şeyler vardı: Telefonunu de­ ğiştirecek, konuştuklarına dikkat edecek ve sosyal çevresini genişletecekti. Bu dönemde cemaatçilerle bir araya gelmeye­ cekti. Abilerinin" söylediklerini uyguladı. MİT sınavlarım kazandı. Ocak 2012'de teşkilattaydı. 11

Evde de mesaide de beraberler Ankara MİT Bölge Başkanlığında göreve başladığının ikin­ ci ayında kendisiyle Emre kod adlı bir cemaat imamı bağlantı kurdu. İmam, cemaatçi MİT mensubu İbrahim K. ile aynı evi paylaşmalarını salık verdi. Ancak burada şöyle bir detay vardı. Teşkilat içinde daha önceden birbirlerini tanıdıklarının bilinmesi sakıncalıydı. Bu yüzden bir senaryo kurulmalıydı. Teşkilatta herkesin bulun­ duğu bir ortamda ev kiralarından yakınacaklar, sonra ikisi de ayrı bekar evlerinde oturduklarım söyleyecek, birbirleriyle aynı evde oturmaya karar kılacaklardı. Bu konuşmayı da her­ kesin önünde yapacaklardı. Amaç tesadüf eseri tanıştıkları ve ihtiyaçtan dolayı aynı evi paylaşmak zorunda kaldıkları izlenimi yaratmaktı. Öyle de yaptılar. Bir müddet sonra aynı evi paylaşıyorlardı. Emre kod adlı imamları on günde bir eve geliyordu. Cemaat rutini olan Fetullah Gülen kitapları okunuyor, vaaz kasetleri din­ leniyor ardından teşkilatla ilgili konuşmalar başlıyordu. "imam" onlara teşkilat içinde kendileri gibi cemaatçi olan üst devreleri­ nin kimler olduğunu söylediği gibi bu yapıya uzak olan ve "düş­ man" olarak gördükleri isimleri de söylüyordu. Onlardansa teş­ kilatın gündem maddelerini, çalışma konularını öğreniyordu.

182


Teşkilatın köstebeklerinden IŞİD ve PKK raporu Bir müddet sonra Emre kod adlı imamın yerini Hakan kod adlı Milli Kütüphanede çalışan biri aldı. Her görüşmelerinde IŞİD ve PKK ile ilgili analizleri soruyor, MİTin çalışmalarım, he­ deflerini, incelediği konulan öğreniyor, not alıyor ve gidiyordu. Serkan B. ve İbrahim K. bekar evini birlikte paylaşmışlardı. Evlendikten sonra da birbirlerinden ayrılmadılar. "Ahilerle" tüm görüşmelerini birlikte yaptılar. Yollan 17-25 Aralık 2013'te örgütün hükümete karşı yaptığı operasyondan sonraysa koptu. İbrahim K. örgütten ayrılmaya karar verirken, Serkan B. örgütle yolunu devam ettirdi. Ancak her ikisi de sonrasında gözaltına alındı ve itirafçı oldu. Gözaltına alınmadan önce itirafnamesini teşkilata veren MİT'çi MİT'e girdikten sonra Serkan B. ile aynı evi paylaşan İbrahim K., 4 Ağustos 2016' da Mardin Nusaybin' de gözaltına alındı. 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden sadece üç gün önce 12 Temmuz 2016' da Ankara Yenimahalle' deki MİT yer­ leşkesinden Nusaybin' e tayini çıkmıştı. İbrahim K., Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mü­ cadele Daire Başkanlığı tarafından gözaltına alınmadan önce 27-28-29 Temmuz 2016'da teşkilatına gitmiş, FETÖ mensubu olduğunu itiraf etmişti. Üç gün boyunca MİT yetkililerine örgüt ve kendi geçmi­ şiyle ilgili bilgiler vermişti. Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığındaki sorgusunda bunu bir kez daha pekiştirmiş olacaktı. İbrahim K.'nın örgüte katılma serüveni diğer okuduğu­ nuz örneklerden çok farklı değil. Tabii ki, dar gelirli bir aile­ nin derslerinde üstün başarılı bir evladıydı. Bu özelliklerin­ den ötürü cemaat tarafından fark edilmesi çok uzun sürmedi. Gaziantep Ayten Kemal Akınal Anadolu Lisesi son sınıf öğ­ rencisiyken, cemaat dershanesinden aldığı yüzde yüz bursla örgüte kazandırıldı. 183


2005 'te ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü­ nü kazandı. Örgütün gözbebeği olarak değerlendirdiği men­ suplarındandı. Çalışkan, zeki olmasının yanında prezantabl da bir gençti. Ayrıca ülkenin önemli üniversitelerinden birini kazanmıştı. Örgütün nihai hedefleri açısından bütün bunlar ehemmiyet arz ediyordu. Üniversite öğrenimi ıçın memleketi Gaziantep'ten Ankara'ya geldiğinde ilk olarak Ayrancı semtinde bir eve yer­ leştirildi. Cemaatin tedbir politikası gereği, öğrenim gördüğü beş yıl boyunca dört ya da beş kez başka evlere taşındı. Örgüt kıymet verdiği, ilerde devlet içinde önemli kurum­ larda yüksek mevkilere ulaşabilecek mensuplarını genelde bir arada bulunduruyordu. İbrahim K., Ankara' da ikinci ce­ maat evine taşındığında evin abisi Hakan Semerci olmuştu. Aslında "bölge abisi" olan Hakan Semerci örgüt için "özel" statüdeki bu gençlere "abilik" ediyordu. Aynı cemaat evinden üç MİT'çi, bir Kaymakam, bir polis müdürü çıktı İbrahim K.' nın üniversite yıllarındaki üçüncü cemaat evinde de örgütün kaymak tabakasındaki isimler vardı. Bunlar, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci olan Muhammed Yasin Kırcı, ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bö­ lümü öğrencisi Ömer Faruk Çelik, Gazi Üniversitesi Maliye Bölümünde okuyan Fatih Özcan, Hacettepe Üniversitesi Je­ oloji Fakültesinden Mustafa Taştan, Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Bölümü Elektrik Öğretmenliği öğrencilerinden Mus­ tafa Ergüven, ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bö­ lümünden Hasan Duman ile üniversite öğrencileri İbrahim Karakuş ve Suat Güder' di. İbrahim K.' nın üniversite öğrenimi döneminde aynı cema­ at evini paylaşan sekiz kişiden Fatih Özcan ve İbrahim Kara­ kuş ev arkadaşları İbrahim K. gibi MİT mensubu oldu. Muhammed Yasin Kırcı ise Kaymakam oldu. 15 Temmuz 2016' daki darbe girişimi sırasında Burdur Gölhisar Kaymakamı olan Muhammed Yasin Kırcı, sonrasında KHK ile açığa alındı. 184


İbrahim K., 12 Ağustos 2016'da poliste verdiği ifadesin­ de aynı evi paylaştığı Muhammed Yasin Kırcı ile ilgili ola­ rak, "Kütahyalı Muhammed Yasin Kırcı, üniversitelilerden sorumlu abi konumundaydı. Ben kendisinin daha sonradan Kaymakam olduğunu duymuştum" dedi. Ev arkadaşlarından ODT Ü Elektrik ve Elektronik Mühen­ disliği Bölümü mezunu Hasan Duman ise eğitimini gördüğü mesleği yapmayı tercih etmedi. Ülkenin en prestijli üniversi­ telerden birinden hem de elektrik ve elektronik mühendisliği bölümünden mezun olan Hasan Duman polis oldu. Örgü­ tün ona emniyet teşkilatında ihtiyacı vardı. Sorgusuz sualsiz kabul etti. İstihbarat Daire Başkanlığına yerleştirildi. İyi bir elektronikçiydi, yasadışı dinlemeler, kaset kumpaslarında gö­ rev aldı. Aynı cemaat evinden üç MİT mensubu, bir kaymakam, bir de istihbaratçı polis yetişmişti.

Ankesörlü telefonlarla görüşme İbrahim K., 31 Mayıs 2011' de MİT'te göreve başladı. An­ kara'daydı. Teşkilata girişinden birkaç hafta sonra ankesörlü bir telefon numarasından arandı. Arayan, Emre kod adlı Yu­ nus Akyol'du. Normal hayatında Sayıştay Başdenetçisi, örgü­ tünse Ankara'da belli bir grup MİT mensubundan sorumlu "imamı" ve abisiydi. Aynı dönem içinde MİT'e giren ve Ankara'da göreve baş­ layan örgüt mensuplarıyla teker teker görüşüyordu. İbrahim K.'dan önce Serkan B. ile de görüşmüştü. Her ikisi de bekar olduğu için birlikte ev tutmalarını salık vermişti. Her ikisi de uzunca bir süre görüşmelerini Emre kod adlı Yunus Akyol ile yaptı, sonrasında "abileri" değişti. Örgütle ilişkisini kopartıyor 17-25 Aralık 2013'teki hükümete yönelik operasyonlardan sonra cemaat artık hedefteydi. İlk kez cemaatin geçmişte yap­ tığı kumpaslar sesli halde anlatılıyor, eleştiriliyordu. İbrahim K., olan bitenden etkilenmeye başlamıştı. Cemaatten ayrılma 185


zamanı geldiğini sık sık düşünür olmuştu. Uzun zaman iç dünyasında bunu sorguladı. Artık zamanı gelmişti. Cemaatle ilişkisini koparmaya kararlıydı. Örgüt imamlarından Feyyaz kod adlı Alaattin Tabak'ı evi­ ne çağırdı. Örgüt tarafından sadece "imamlarla" görüşmesi için kendisine verilen bilgisayarı, Wi-Fi cihazını ve aparatları kendisine teslim etti. Artık ne cemaat içinde olmak ne de onlardan biriyle gö­ rüşmek istemiyordu. Alaattin Tabak, sakince dinlediği İbrahim K.'ya bu düşün­ cesinin nedenini sordu. İbrahim K., bunun yüz tane nedeni olduğunu belirterek, "Hepsini sayarım ama sen hepsine bir bahane üretir, kılıf uydu­ rursun. Ne bahane ne de beni ikna etmeni istemiyorum" dedi. "İmam" Alaattin Tabak, "Başına bir iş gelirse veya kötü bir yere tayinin çıkarsa bunu bizden bilir misin?" diye sordu. İbrahim K., üstü kapalı olarak tehdit edildiğini anlamıştı. Tepkisi sert oldu: "Bana zarar verilirse bildiğim her şeyi anla­ tır, hepinizi yakarım." Bu cevap karşısında Alaattin Tabak geri adım attı. Yanlış anlaşıldığım, onu yalnız bırakmak istemediklerini, dini ola­ rak kendini koruyamayacağından dolayı endişe ettiklerini ifade etti. İbrahim K., bir daha evine gelirse polise haber vereceğini söyledi. Artık cemaatle birlikte olmayacaktı. Bu görüşmeden on gün sonra bu kez kapısını çalan MİT 'teki ilk yıllarında aynı bekar evini paylaştıkları Serkan B.' di. Serkan B., "abiler" tarafından İbrahim K.'yı ikna için gö­ revlendirilmişti. K., ev arkadaşım da geri çevirdi. İbrahim K., tüm bunları Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığındaki sorgusu sırasında anlattı. Örgütten kopuşuna ait yaşadığı süreç kendi beyanlarından ibaret. Ancak İbrahim K.'nın örgütten ayrıldığına ilişkin bilgiler sadece kendi anlatımlarıyla sınırlı değil. FE1Ö kapsamında gözaltına alınan Serkan B. ve Selman F. de İbrahim K.'mn ör186


gütten ayrılışını doğrulayan ifadeler verdi. Bütün bunların ötesinde İbrahim K.'nın henüz kendisiyle ilgili açığa alma veya gözaltı kararı yokken 27-28-29 Temmuz 2016'da MİTe gidip örgüt hakkında üç gün boyunca bilgi vermiş olması da örgütten ayrıldığını doğrulayan bir gösterge. İbrahim K.'nın itirafçılıkla sonlandırdığı sorgusunda MİT içindeki cemaat yapılanmasına dair kayıtlara geçen son cüm­ leleriyse şunlar oldu: "Cemaat içerisinde bulunan üst konumdaki 'abiler' ku­ ruma (MİT ) sızarak, kurum çalışanlarından ikili gruplar oluşturuyorlar. Bu gruplar, iki kurum çalışanı ve bir abi şeklinde oluyor. Bu gruplarla da en az iki haftada bir olmak üzere belirledikleri cemaat veya şahsi evlerde sohbetler ya­ pılarak cemaatle ilişkiler sıcak tutulmaya çalışılıyor. Böyle­ ce gerek cemaat mensuplarının çalışmış oldukları kurum­ lara bağlı bilgileri ele geçiriyorlar, gerekse kendilerinden himmet adı altında maddi destek sağlıyorlar. T üm bunları yaparken de gizliliğe azami özen gösteriyorlar. T üm resmi kurumlara sızdıklarından dolayı bu gücü de kullanarak ya­ pıdan ayrılmak isteyenlere müsaade etmiyorlar. Buna rağ­ men ayrılmak isteyenlere de tehdit, kumpas ve iftiralarla zor durumda bırakabildiklerini, baskı altına aldıklarını dü­ şünüyorum."

MİT'te nasıl kollandılar? Firari FETÖ'cü "gazeteci" Faruk Mercan anlatıyor MİT 'teki FETÖ sızıntısının geçmişi en az 25 yıllık bir süreci içinde barındırıyor. 1990'lu yıllardan itibaren örgütün teşkilat içine girmeye başladığı bir vaka ... Ancak sızıntının en yoğun olduğu dönem 2008 ve sonra­ sıydı. Örgüt bu dönemde adeta elini kolunu sallayarak teşki­ lata girmişti. Örgüt, T ürkiye Cumhuriyeti'nin en önemli istihbarat ku­ ruluşuna yani MİT e nasıl sızmıştı? Bunun yanıtı firardaki FE1Ö'cü "gazeteci" Faruk Mercan'ın 2008'de Doğan Kitap'tan çıkan "Fetullah Gülen" adlı kitabının sayfaları arasındaydı. 187


Faruk Mercan'ın kitabının 298 ve 299 sayfasındaki "İki MİT yöneticisinin sözleri" başlıklı bölümde yazdıkları, MİT' e FETÖ'nün nasıl sızdığının, sızmasına nasıl göz yumulduğu­ nun tarihi bir belgesi niteliğindeydi. İşte, FETÖ' cü Faruk Mercan'ın kitabındaki o sözleri: "Nuh Mete Yüksel'in Gülen aleyhine davayı açmasından sadece iki ay sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Şenkal Atasagun, dört büyük gazetenin Ankara temsilcisini MİT'in An­ kara'daki merkezine çağırıp röportaj verdi. MİT Müsteşarı şöyle diyordu: 'Muhtelif hesaplamalara göre Türkiye'deki şeriat isteyen kişilerin oranı yüzde beş-sekiz arasında. Türkiye'de bir şeriat dev­ leti kurulmasının başarı şansıysa yüzde s�fır.' "Müsteşarın bu sözleri o dönemde Hürriyet gazetesi Ankara tem­ silcisi olan Sedat Ergin'in 28 Kasım 2000 tarihli köşesinde yer aldı. "2000 yılı itibariyle devletin istihbarat organı, 'Türkiye'de bir din devleti kurulması ihtimali yüzde sıfı r' diyordu. Türkiye'nin önde gelen birkaç üniversitesinden biri olan Bilkent'te Fetullah Gülen araştırması, 'Fetullah Gülen'in görüşleri Türkiye'de de­ mokrasinin yerleşmesine destek veriyor' sonucunu vermişti. Bo­ ğaziçi'ndeki tez de aynı sonucu vermişti. "Demek ki, üniversite ve MİT bulgularıyla Savcı Yüksel 'in id­ diaları örtüşmüyordu. "Halen görevde olan bir üst düzey MİT yöneticisi, Ankara'da görüştüğü gazetecilere şunları söyledi: 'Fetullah Gülen grubu Doğu'da, Güneydoğu'da köy köy dolaşıp insanlara kurban eti veriyor, insanların sağlık sorunlarıyla ilgileniyor. Terör sorunu böyle çözülür. Ne Fetullah Gülen'in aleyhinde olmaya ne de onun samimiyetini sorgulamaya hakkımız var. '" Bundan 11 yıl önce Eylül 2008' de Doğan Kitap tarafın­ dan basılan, Faruk Mercan'ın kaleminden Fetullah Gülen'in hayatının anlatıldığı kitapta aynen bu ifadeler kullanılmıştı. MİT içindeki FETÖ yapılanmasının bugünlere nasıl ulaştığı­ nın çarpıcı yanıtı bu satırlardaydı. Keza; dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, savcı Nuh Mete Y üksel'in Fetullah Gülen'e dava açmasından iki ay sonra gazetecileri toplayarak, "Türkiye' de bir şeriat dev188


leti kurulması şansı yüzde sıfır" diye beyanat verdiği gün başında bulunduğu teşkilata sızan FETÖ'cülerin varlığın­ dan haberdar olmadığım mı anlamamız gerekiyor. Yoksa, Şenkal Atasagun, teşkilat içindeki FETÖ'cülerden haberdardı da onları tehlike olarak mı görmüyordu? Yoksa, Fetullah Gülen'e dava açılmasından iki ay sonra gazetecileri etrafına toplayıp, bu beyanatı vererek Fetullah Gülen'e destek mi veriyordu? Ya peki, FETÖ'cü Faruk Mercan'ın kitabında adı geçen üniversitelere, "Fetullah Gülen'in görüşlerinin ülke demok­ rasisine katkı sunduğu" yönünde raporlar yayınlayan bu eğitim kurumları 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra Fetullah Gülen'in ülke demokrasisine ve ülkeye verdi­ ği tahribat konusunda bir rapor yayınladılar mı, yayınlamayı düşünüyorlar mı? Mercan'ın kitabında dikkat çekici bir anekdotsa bir MİT mensubuna aitti. Kitapta yer alan bilgilere göre, üst düzey MİT mensubu, 2008'de faal olarak teşkilattaydı. Ve gazeteci­ lere, isminin açıklanmaması şartıyla "Ne Fetullah Gülen'in aleyhinde olmaya ne de onun samimiyetini sorgulamaya hakkımız var" demişti. İsmini açıklamayan ve gazetecilere bu beyanatı veren MİT mensubu kimdi? O da, FETÖ'cüler tarafından kandırılmış mıydı, yoksa kendisi de mi bir FETÖ'cüydü? Sorular muhtelifti ve bugüne kadar yanıtsız kaldı. O halde bu bölümü, MİT'in internet sayfasında yer alan şu sözü hatır­ latarak kapatalım. "İstihbaratta gaye, doğru haber almak ve devleti bir sürp­ rizle karşı karşıya bırakmamaktadır."

189



VI . B ö l ü m

Fe ttah Tam i n c e Ko n u ş u n c a



Fetullah Gülen artık "İdolü" değil! Cemaatle olan ilişkisi herkesin malumu olan, Fetullah Gülen'e olan sempatisi ve sevgisiniyse geçmişteki röportajla­ rında beyanat olarak vermekten kaçınmayan Fettah Tamince, FETÖ soruşturmalarından birer birer aklanıyordu. Kitabımı yazma sürecinde en çok görüşmek istediğim kişilerden biri de kendisiydi. Cemaat geçmişini, FETÖ soruşturmalarından ardı ardına takipsizlik kararı almasının ardındaki sırrı, 17-25 Aralık sürecinde cemaat ve hükümet arasında yaşananları, FETÖ'ye şu anki bakış açısını anlamak bilmek istiyordum. Avukatı aracılığıyla görüşme isteğimi ilettim. Kabul etti. İş insanı Fettah Tamince'nin Taksim'deki Rixos Pera Oteli' nin bahçesindeydik. 1 5 yıl önce Hürriyet gazetesinde yayımlanan rahmetli Ye­ ner Süsoy'un imzasını taşıyan röportajındaki şu sözlerini ha­ tırlattım. "Fethullah Hoca benim için bir değerdir, bir idoldür; sık sık Amerika 'ya gidip ziyaret ediyorum. 12 yaşımdayken Van'da onun misyonunu temsil eden insanlarla görüşmeye başladım. Lisedeyken vaazlarını dinlemek için Antalya'dan İzmir'e giderdim. Annem, babam hacıdır, her ikisi de Fethullah Hoca'ya, Said-i Nursi'ye sem­ pati duyar. Hoca Efendi bize inanılmaz boyutta insan sevgisi aşı­ ladı, ortaya koyduğu misyonu sonuna kadar destekliyorum. Hoca Efendi'nin önderlik ettiği, aslında Rus-Türk dostluk derneği olan Tolerans Eğitim Vakfi'nın kurucularındanım. Bu vakfın Rusya'daki okullarına gönülden destek oluyorum. 193


"Tayyip Erdoğan'ın adamı mıyım, evet adamıyım, çünkü çok doğru işler yapıyor. Ben de bu ülkenin başında doğru işler yapan bir insanın adamı olmaktan gurur duyuyorum. Kendisiyle ilk kez geçen yıl Kazakistan, Azerbaycan gezilerinde tanıştım, muhabbet ettik. Tanıyınca da aşık oldum, çünkü çok mütevazı, tipik bir Ana­ dolu insanı. Sizi dinliyor,fikrinize değer veriyor, asla dikte etmiyor, etrafında duvarlar yok. Yaptıklarımı takip ediyor, bana destek olu­ yor, Türkiye aşığı bir adam Tayyip Bey. Tanıdığım ilk günden beri haftanın üç-dört günü onu rüyamda görüyorum. "Atatürk'ün bu ulus, bu vatan için yaptıklarını görmemek için kör olmak lazım. On sene önce fikrim böyle değildi, her geçen gün Atatürk'e sevgim, saygım artıyor. Laikliği savunuyorum ama ne yazık ki hala Türkiye'de baskı gören de var, baskı yapan da." Fetullah Gülen hala idolü müydü? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hala rüyasında görüyor muydu? Aşkı de­ vam ediyor muydu? Mustafa Kemal Atatürk ve Said-i Nurs-i sevgisi aynı cümle içinde nasıl buluşmuştu. Türkiye' deki ne­ redeyse tüm güç dengelerini temsil eden isimlere atıfta bu­ lunmuştu. Tüm dengeleri arkasına almak, güce yaslanmak için mi bu isimlerden bahsetmişti. Sordum. Yanıtladı. .. "Fetullah Gülen için 'İdolüm' demedim. İyi bir proje dedim. Neden idolüm olsun ki. Röportajdaki o cümle bana ait bir cümle değil Ben gücün peşinde koşmadım. Doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri yaptım. Said-i Nursi de bizim bölgemizin insanı. Bugün de kendisi için aynı sözleri söylerim. Atatürk ile ilgili olarak da o yaş kemale erdikçe Atatürk'ün bu ülke için ne fedakarlıklar yaptığını söylemişim. Bunu anladığımı söylemişim. Bu bir realite. Bugün bile artık birçok insan bunu kabul ediyor. Bunları söylemiş olmam güçle ilgili bir durum değil. Tam tersi. O günlerde toplum, Atatürkçü­ lük, Kürtçülük, dindarlık diye bölünmüştü. Ben de bunların hepsini üzerimde toplamışım. Yıllar sonra bunlar karşıma çıkacak diye ko­ nuşmadım. Neye inandıysam onu söyledim." Fettah Tamince, Recep Tayyip Erdoğan'a olan "aşkına" da açıklık getirdi: 194


"Yener bey bana sordu: 'Başbakanla tanışıyor musun ? ' 'Evet' dedim. Devamında, 'nasıl biri? ' diye sordu. Ben de, 'Gördüğüm Re­ cep Tayyip Erdoğan etrafında duvarları olmayan bir insan' dedim. Çünkü benin gözümde devlet soğuk, mesafeli duran bir yapıdır. Baş­ bakan böyle biri değildi. Etrafında duvarları yoktu, açıktı, samimiy­ di, başarıyı takdir eden bir insandı. Ben bundan çok etkilenmiştim. Bunları söyledim. Hatta ironi olarak, 'Ara sıra rüyama bile giriyor' dedim. Gazeteci bu cümlelerimi, 'üç-dört günde bir rüyasında görü­ yor. Kendisine aşık' diye yazmış. Olayın aslı şudur, Tayyip bey hala benim elime dokununca beni etkiliyor. Ben Başbakanı tanıdığımda 30 yaşında bir adamdım. Çalışmalarımızı takdir etti, 'senin gibi iş insanlarına ihtiyacım var. Çalışın sizi destekleyeyim' dedi. Bugüne kadar namusuyla çalışan hangi insan, 'hükümet önüme bir engel koydu' diyebilir. Başbakanın çalışan insanlara destek olmak gibi bir yapısı var. Ben bunları anlattım ama Yener Bey o şekilde yazdı. Ben şimdi ne diyeyim." Yener Süsoy, 31 Aralık 2006'da hayatım kaybetti. Artık aramızda değil. Dolayısıyla Fettah Tamince'nin "Ben Fetullah Gülen için idolüm cümlesini kullanmadım" şeklindeki sözle­ rini Yener Süsoy'a sorma şansımız yok. Ancak, bu röportaj­ dan geçen 15 yıl boyunca, Fettah Tamince'nin 28 Nisan 2004'te Hürriyet'te yayımlanan o röportajdaki sözlerini tekzip eden bir mahkeme kararı veya bunu bugüne kadar yalanladığı bir beyanatına rastlamadığımızı buraya not düşelim. "Buraya girersek, çıkamayız" Van'ın Çaldıran ilçesinde dünyaya gelmişti. Dokuz ço­ cuklu bir ailede büyümüştü. Ortaokula kadar Çaldıran'da okumuş, Lise yıllarında Antalya'ya dayısının yanına gelmiş­ ti. Hem çalışmış hem okumuştu. Otuzlu yaşlarında, 2000'li yılların başında iş dünyasında kendisine önemli bir yer edin­ mişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ulaşabilen iş insan­ larındandı. Rixos otelleri ismiyle marka yaratmıştı. Sadece T ürkiye'de değil, Avrupa'da, dünyada tanınıyordu. Cemaatle ilişkisini, cemaatçi yönünü bilmeyen yoktu. Kendisi de bunu gizlememişti. Peki cemaatle ilk tanışması 195


nasıl olmuştu? İmamları, ahileri var mıydı? Cemaat evlerin­ deki günleri nasıl geçmişti? Cemaatin ağına nasıl düşmüştü? Bu soruların yanıtını kendisinden alamadım. Tek söylediği lise öğrenimi için dayısının yanına Antalya'ya geldiğinde ce­ maatle tanışıklığının o yıllara rastladığı oldu. Altı ay cemaat yurtlarında kalmıştı. O günlerin ayrıntısına girmek istemedi: "Buraya girersek, çıkamayız" dedi. Kendi anlatımına göre, cemaat yurtlarında kaldığı altı ayın dışında, ne okullarına ne de dershanelerine gitti. Cemaatle olan bağınıysa şu sözlerle aktardı: "Yılda bir kez ABD'ye gitmişimdir ama onlar için değil. Ama gittiğimde, iki yılda bir onlara da uğramışımdır. Bana ilgi duy­ maları hükümetle ilişkilerimin gelişmesiyle başladı. Ne zamanki Türkiye'de popülaritem arttı, ne zamanki hükümetle ilişkilerim ge­ lişti, işte o zaman bana yakınlaşmaya başladılar." Karşımdaki Fettah Tamince, kendisini, kuru kuruya bir inanca veya kişiye bağlı olamayacak derecede "özgür" bir in­ san olarak tanımlıyordu. Ona göre, mükemmel bir insan veya bir yapı yok. Her insanın ve her toplumsal yapının, yanlışı ve eksiği vardı. Cemaatin yanlış yolda olduğunu ne zaman fark etti? Peki, Fettah Tamince cemaatin yanlış yaptığını ne zaman fark etmişti? Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Oda TV vb. davalarında mı? Yoksa bir dönem sahibi olduğu Star gazetesi bu operasyonları desteklediğinde mi? İnsanların özel hayatla­ rı cemaatin internet sitelerinde deşifre edildiğinde mi? FETÖ askeri okullara, polis kolejlerine sızdığında mı? Hangi dönem cemaatin yanlış yaptığını fark etmişti Fettah Tamince .. . Yanıt bunların hiç biri değildi. Fettah Tamince cemaatin yanlış bir yolda olduğunu kendi tanımlamasına göre, ilk kez 15 Kasım 2013'te "fark etti!" 15 Kasım 2013'te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Er­ doğan Diyarbakır' daydı. On binlerce insan Diyarbakır mey­ danında toplanmıştı. Sahnede yanında eşi Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kürdistan Bölgesel Y öne196


timi Başkanı Mesud Barzani, İbrahim Tatlıses ve Şivan Per­ ver de vardı. Başbakan Erdoğan, "Kürt kardeşim, Türk karde­ şim, Zaza kardeşim, bu cumhuriyet senin cumhuriyetindir, artık bu ülkede asimilasyon olmayacak" diyordu. Erdoğan sözlerine, "Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun bir, beraber olduğu, yeni Türkiye olduklarını göreceğiz" diye de­ vam ediyordu. Çözüm süreci gündeminin en yoğun olduğu günlerdi. O günün akşamı Fettah Tamince telefonla Başbakan Re­ cep Tayyip Erdoğan'a ulaştı. Kendisi de bir Kürt'tü. Çözüm sürecinden duyduğu memnuniyeti ve Erdoğan'ın Diyarba­ kır' daki konuşması sırasında duyduğu heyecanı kendisiyle paylaşmak istiyordu. Telefonda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan' a, "Bu ülkede bu sorunu ancak siz çözersiniz. Size minnettarız" dedi. Ancak Başbakan' dan kendisinin bu sözlerine dönüş farklı olmuştu. Recep Tayyip Erdoğan, cemaatin yayın organların­ da çıkan haberlerden rahatsızdı. Kendisiyle bir araya geldik­ lerinde açılım sürecini destekleyen sözler eden Fetullahçılar, yayın organlarındaysa tam tersi istikamette haberler yapıyor­ lardı. Örgüt, her olayda olduğu gibi yalan, riya ve ikiyüzlü bir politika izliyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bunu artık fark ediyordu. O gün yaptıkları telefon konuşmasından sonra Fettah Tamince de olayları farklı bir gözle sorgulamaya başladı. "En fazla bizi terör örgütü ilan ederler" Başbakan'ın rahatsızlığını cemaate hemen bildirmeyi dü­ şündü. İlk önce aklından Zaman gazetesi Genel Yayın Yönet­ meni Ekrem Dumanlı' yla konuşmak geçti. Ancak bu görüşme faydasızdı. Ekrem Dumanlı daha önce birkaç defa benzer ko­ nulardaki farklı aramalarını, "Bu konular beni aşıyor" diyerek geri çevirmişti. Bunun üzerine, İzmir' de yaşayan soyadım bilmediğini söylediği Barbaros adlı cemaatin önde gelenle­ rinden birini aramaya karar verdi. 197


Aradı. "Türkiye'de bir sürü iyi şey oluyor. STV ve Zaman bu işi çokfarklı yere götürüyor. Başbakan'a, hükümete neden vuruyor­ sunuz. Kendisi de bunlardan rahatsız. Bu yayın politikasını değiş­ tirmek lazım" dedi. Bu konuşmadan dört-beş saat sonra Barbaros telefonla döndü. "Ben ulaşmam gereken yerleri aradım. Burada bir sıkıntı yok. Biz beyefendiyi (Recep Tayyip Erdoğan) seviyoruz. Yarın bir seçim olursa yine onu destekleriz" dedi. Telefondaki bu diyaloga rağmen, cemaatin yayın organ­ larının tavırlarında en ufak bir değişiklik olmamıştı. Hatta olumsuz haberlerin dozu artmıştı. Fettah Tamince kendi ifadesine göre olan bitene anlam veremiyordu. İşte tam da o günlerde Samanyolu Yayın Gru­ bu Genel Müdürü Hidayet Karaca'ya ziyarete gitti. Hidayet Karaca ayağım kırmıştı, "geçmiş olsun" ziyaretiydi. Kısa bir hoşbeşten sonra Hidayet Karaca direk konuya girdi: "Sen oraya buraya ulaşmaya çalışıyorsun. Bizim yayınlarımızın sert olduğunu düşünüyorsun. Ama senin o teşebbüslerinden sonra hocaefendi (Fetullah Gülen), 'Bu Fettah saftır. O anlamaz bu işler­ den. Siz bu yayınları on kat aleyhte arttırın' dedi. Onun için sen boyunu aşan işlere karışma kardeşim." Ben de bunun üzerine, "Bu kavgadan ülkeye hayır gelmez. Bunu neden yapıyorsunuz, başınıza iş gelir" dedim. Bana Hida­ yet Karaca' nın cevabı şu oldu: "Neden korkacağız. En fazla bizi terör örgütü ilan eder!" Bu son sözler Fettah Tamince' yi sarsmıştı. Anlatımına göre, donup kalmış, eli ayağı titremişti. Kendini toparladık­ tan sonra ise, "Bundan sonra seninle işim olmaz" diyerek Hida­ yet Karaca'nın yanından ayrıldı. "Türkçe Olimpiyatları'ndan iğreniyordum" Fettah Tamince' nin "Kürt açılımı" dışında cemaati eleştirdi­ ği bir konu da Türkçe Olimpiyatları'ydı. Kendi ifadesine göre, son yıllarda Türkçe Olimpiyatları'ndan adeta "iğreniyordu." Oysaki "iğreniyorum" dediği T ürkçe Olimpiyatları'nda üç-dört kez bulunmuş, konuşmalar yapmıştı. 198


Fettah Tamince' nin son yıllarda bu organizasyonlardan "iğrenmesinin" en öne mli sebeplerinden biri yapılan gövde gösterisiydi. Her yıl en az 25-30 şehirde yapılan Türkçe Olim­ piyatları ülkenin en önemli konusu gibi tartışılıyordu. Bu bir toplumu yönlendirme, toplumu dönüştürme projesi haline gelmişti. Masum bir şey değildi. Olimpiyatlar dört yılda bir yapılırdı. Türkçe Olim­ piyatları' ysa her yıl oluyordu. Ce maatin ileri gelenlerine bu organizasyonları dört yılda bir yapmayı teklif etti. Aldığı ya­ nıt ise, "Sen çok biliyorsun" oldu. Operasyonu duydu, Abdullah Gül'e gitti Bu şekilde 17-25 Aralık 2013'e gelindi. Ce maatin hüküme­ te yönelik operasyonu Türkiye' nin günde mine bomba gibi düşmüştü. Bakanlar, bürokratlar, bakan çocukları, belediye başkanları şüpheliler arasındaydı. 17-25 Aralık operasyonlarını ce maatin yaptığını anlamıştı. İleri gelen ce maat mensuplarının aylar önceki tavırlarından hükümete yönelik bir hamlenin gelebileceğini hissediyordu. Operasyonları Antalya' da bulunduğu sırada öğrendi. 1725 Aralık sadece bir yolsuzluk operasyonu değil, aynı zaman­ da seçilmiş bir hükümetin devrilmeye çalışıldığı bir süreçti. Tanıdığı ce maat yapısının tavrı buydu. Kendince olaylara müdahale etmesi gerektiğini düşündü. Soluğu Ankara' da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül' ün yanında aldı. Operasyonların ardında cemaatin ol­ duğunu söyleyerek, "Bu olaya müdahale edin. Pensilvanya'ya hocayla görüşmeye birini gönderin. Ancak o kişi ben almamayım" dedi. Aslında bu sözler, gazeteci Fehmi Koru'nun o günlerde gerçekleşen "kuryeliğinin" nasıl gerçekleştiğinin de perde ar­ kasını yansıtıyordu. Fettah Tamince' nin Fetullah Gülen' e gönderilmesini öner­ diği "elçi" Abdullah Gül tarafından Fehmi Koru olarak belir­ lenmişti. Fehmi Koru' da 21 Aralık 2015 ' te Habertürk'te yayım­ lanan yazısında o güne ait ayrıntıları şöyle anlatmıştı: 199


'"Hayır' diyorlar, 'Bu bir kumpastı. ' İddiaya göre, ben, iyi ni­ yetli bir barış misyonunun değil, kötü niyetli bir çabanın piyonu olmuşum. İyi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e hitaben yazılan 'mektup'la sonlanan girişim Pensilvanya'dan başlamadı ki. . . 1 7 Aralık'taki ilk saldından itibaren yazdıklarım ve söylediklerim arşivde. Ertesi akşam (18 Aralık) Ankara'da Çankaya Köşkü'nde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşürken rahatsızlığını fark ettim. Çok kızgındı. Tapelerin sağlıklı olduğuna inanmıyor, bütün belirtiler aynı kaynağa işaret ettiği halde, cemaatin böyle bir fesadı yapmış olabileceğine akıl erdiremiyordu. Benim Pensilvanya'ya gitmem düşüncesi de o görüşmede doğdu. Ertesi sabah (19 Aralık), bu defa İstanbul'da Kısıklı'daki evinde o zaman Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bulu­ şup aynı konuyu etraflıca görüştüm. Üzüntülüydü. Aynı hassasiyet­ leri paylaşıyor ve rahatsızlığının karşı tarafa aktarılmasını istiyordu. Görüşmeler sırasında konunun aciliyeti sebebiyle devletin uça­ ğının tahsisi teki�{ edildi; reddettim. Kendi aldığım biletle gidip gel­ dim, otel paramı da kendim ödedim. Hemen o gün yola çıkmamamın sebebi, zaman farkı sebebiyle ilettiğim görüşme talebinin kabulü bilgisinin akşam saatlerinde bana ulaşmasıdır. Yola ertesi gün (21 Aralık) çıktım. 'Beddua' seansı ben yolday­ ken görüntülü yayınlanmış . . . Pensilvanya'daki görüşme ertesi gün (22 Aralık) gerçekleşti. Mektubun yazılmasını beklemeden oradan ayrıldım; mektup bir gün sonra New York'ta kaldığım otele ulaştırıldı. New York'tan 23 Aralık'ta ayrıldım ve ertesi gün (24 Aralık) Türkiye'ye gelir gelmez, geç vakit, Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaş­ kanı Gül'e mektubu teslim ettim. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakanlık resmi konutunda gö­ rüşmem, sürecin ikinci büyük darbesinin gerçekleştiği gün (25 Ara­ lık) öğleden sonra gerçekleşti. Her ikisine de izlenimlerimi aktardım. Getirdiğim izlenimle ikin­ ci darbenin çelişkisi meydandaydı. Buna rağmen, Tayyip Erdoğan, benimle görüşmesinin akabinde mektubu okumak için Çankaya'ya çıktı. 200


Tamamıyla bir rahatsızlığın duyurulması için katlandığım bir seyahatten ibarettir olay. Ankara'da başlamış ve Ankara'da nihayete ermiştir. Şimdi biri­ leri, 'Pensilvanya kumpası' diyorlar ya, kavganın şiddeti arttığında, aynı tespitin bu defa 'Ankara'nın kumpası' diye Pensilvanya'da dil­ lendirildiği kulağıma gelmişti. İkisi de doğru değildir. İyi niyetli bir girişim, kötü niyetliler ta­ rafından başarısızlığa uğratılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Cumhurbaşkanı Gül de gerçeğin anlattığım gibi olduğunu biliyor. Bu yazı tarihin kafası karıştırılmasın diye yazıldı. " "Hükümetler geçici, biz kalıcıyız" Fehmi Koru'nun Pensilvanya ziyaretinden birkaç gün sonra kendi inisiyatifiyle FettahTamince de ABD'nin, Pensilvanya'nın yolunu tuttu. Olan biteni anlamak, hükümetle cemaat arasın­ daki kavganın bitmesine kendince aracılık etmek istiyordu. ABD'de Pensilvanya'daki çiftlikte Fetullah Gülen'in karşı­ sındaydı. Operasyonu konuşmaya başladılar. Fetullah Gülen ilk başta 'operasyonun arkasında kendilerinin olmadığını' söyledi. Ancak biraz sonra konuşmanın çerçevesi değişmişti. Fetullah Gülen, "Beni sevenlere neden dokunuyor. Yerlerinden alı­ yor" demeye başlamıştı. Konuşmanın son kısmındaysa çerçeve iyice netleşmişti. Fettah Tamince'nin hissettiğine ve anladığına göre, Fetullah Gülen ' devletin sahibi olarak' kendi hareketini görüyordu. "Hükümetler gelip geçici, kendileriyse kalıcıydı." Ayrıca, örgüt kendini iktidarın mutlak sahibi olarak nitelendiriyordu. Fettah Tamince'nin bu izlenimleri "birileri" tarafından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a anlatıldı. Fettah Tamince'nin o güne ait yaşadığı duygularıysa şun­ lardı: "17-25 Aralık 2013'te amaçlarının yolsuzluk meselesi değil Türkiye'de seçilmiş hükümeti devirmek olduğuna adımın Fettah ol­ duğuna inandığım kadar inanıyorum. Hayatım boyunca da, insa­ nın para pul makam için vazgeçmeyeceği şeyleri var. Namusudur, 201


kişiliğidir, milliyetçiliğidir. Ben bunların üstüne bir de demokratlığımı koyuyorum. Bizim bu adamlara yaklaşmamızın sebeplerinden biri de ülkedeki eğitim konusunda gösterdikleri hassasiyet, 'ülkede herkes söz hakkına sahip olacak' şeklindeki söylemleriydi. Çünkü bu ülkede de­ mokrasi on yılda bir sekteye uğramıştı. Biz bunların hepsini okuduk. Biz sadece parayla uğraşan insanlar değiliz. Dünyanın en açık, en de­ mokrat toplum olmasını isteyen bir yapıya sahibiz. Onu istiyoruz." Cemaatten "tweet at" baskısı Fettah Tamince, 17-25 Aralık sürecinde cemaatin yanında açık tavır almayınca Mustafa Günay ve Mustafa Yeşil gibi üst düzey cemaatçiler tarafından taciz edildiğini de söylüyordu. Whatsapp'tan, Twitter'dan hükümet aleyhine mesaj atması yönünde bu kişilerden kendisine telkinler geliyordu. O ise bu telkinleri, "Hükümetin aleyhine neden tweet atayım" diyerek ge­ çiştiriyordu. Baskılara dayanamayınca da Whastapp'tan ken­ disine mesaj atan bu isimleri engellemişti. Bunun üzerine Mustafa Yeşil kendisine Twitter'dan DM üzerinden mesaj atarak ulaşmıştı. Açık açık tehdit edilmişti. Mesajda, "ilerleyen günlerde yalnız kalacağı, her şeyini kay­ bedeceği, cemaate tekrar geri dönmek isteyeceği ancak o gün geldiğinde kendisinin kabul edilmeyeceği" yazılıydı. Twitter üzerinden kendisine iletilen bu mesajı savcılıkta ifadesi alın­ dığında da "delil" olarak vermişti. Bu süreçte, yine üst düzey bir cemaatçi tarafından kendi­ sine Fetullah Gülen'den gelen sözlü bir mesaj da iletilmişti. O mesaja göre Fetullah Gülen, Fettah Tamince'yi sırtlarından hançerlemiş bir hain olarak görüyordu. Süreçte hükümet aleyhine tweet atmamış, hükümete yaklaşmıştı. "Zaman gazetesinin hisselerini yayınları etkilemek için aldım" Fettah Tamince bütün bunları anlatıyordu ama 17-25 Ara­ lık 2013'ten 13 gün sonra 12 Ocak 2014'te Zaman gazetesinin hisselerinin yüzde onunu almıştı. Bu hisseleriyse ancak 12 Mayıs 2014'te devretmişti. Bu ne anlama geliyordu. 202


Amacı Zaman gazetesinin hisselerini alarak, yayınlara mü­ dahale edebilmekti. Müdahale edemediğini anlayınca da his­ selerini dört ay sonra satmıştı. Sonrasında da hükümete gazete ve televizyonlar üzerin­ den açık destek veren iş insanları arasında yer almıştı. 17-25 Aralık sürecinde hükümetin yanında olması Fettah Tamince'nin "cemaatçiliğinin" üzerine örtü çekmişti. Hükü­ metin o süreçte sadece kendisine değil, tüm cemaatçilere şans tanıdığım söyledi. "Benim bildiklerim var. Belli işadamlarını hükümet müteakip defalar uyardı. 'Yapmayın, etmeyin, bizimle oynamayın, biz bun­ larla kavgaya gireceğiz, siz evinize, işinize gücünüze bakın' dediler. Ben buna uydum. Eğer uymasaydım ne olurdu, hükümetin önüne koyarlardı, yargının önüne koyarlardı. Polisin önüne koyarlardı."

Akın İpek ile arasındaki fark Halen firari durumda olan Akın İpek'le arasındaki temel farklardan biri buydu. Fettah Tamince hükümetin çağrısına uymuş, Akın İpek ise uymamıştı. Başka farklar da vardı. O da bir dönem sahibi olduğu Star gazetesi ve Kanal 24'tü. Bu medya grubunun hisselerini aldığında, cemaatin önde gelen­ leri rahatsız olmuş "senden başka alacak adam yok mu orayı?" demişti. "Ben onlar adına bir medya satın alıp onların silahşorluğunu yapmadım. Akın, bunu yaptı. Ben hükümete yakındım ve sahibi ol­ duğum gazete ve televizyonda hükümetin propagandasını yaptım. Ayrıca benim cemaatin üst düzeyinde bir durumum yoktu. Ben ne zamanki işlerimi büyüttüm, hükümetle ilişkilerim iyi oldu; 'Cemaat o zaman peşime düştü. Onların prensi falan değildim. O hiyerarşi içinden gelen biri de değilim. Öyle olsaydı, Bylock'u bana da yük­ lerlerdi." "Devletin sözünü dinledim, üniversiteyi temizledim" Uluslararası Antalya Üniversitesi 2012 yılında kurulmuş­ tu. Üniversitenin cemaatle olan ilişkisi biliniyordu, mütevel­ li heyeti başkam da Fettah Tamince'ydi. Hakkındaki FETÖ 203


soruşturmalarından teker teker takipsizlik kararı alan Fettah Tamince'nin üniversitesinin 1 7-25 Aralık sürecinden sonra mütevelli heyeti de değişmişti. Cumhurbaşkanı Recep Tay­ yip Erdoğan'ın avukatları Ahmet Özel ile Mustafa Doğan İnal da yeni oluşturulan mütevelli heyetinde yer almıştı. Di­ ğer FETÖ üniversitelerine devlet tarafından el koyulurken, Uluslararası Antalya Üniversitesi Fettah Tamince'nin elin­ de kalmıştı. Bu duruma, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu Kırmızı Kedi yayınlarından çıkan Metastaz adlı kitaplarında dikkat çekmişti. Fettah Tamince üniversitesine Cumhurbaşkanı Recep Tay­ yip Erdoğan'ın avukatlarının mütevelli heyeti olarak atanma­ sını ve süreci kendi penceresinden şu sözlerle anlattı: "O dönem bu yapıya ait 13 üniversite vardı. Devlet, bu 13 üni­ versitenin 13 'ünü de uyardı. Dedi ki, 'Bu adamlardan (FETÖ'cü­ lerden) temizleyin üniversitelerinizi. ' Ben de devlete dedim ki, 'Bana altı ay müsaade edin ve rektörü de siz atayın. Ben, bunlardan altı ay bir yıl içinde burayı temizlerim. Burayı da kuruluş amacı olan eğitimle devam ederiz. Ya da ben istifa edeyim. Siz ne istiyorsanız onu yapın' dedim. "Devlet bana, 'Bu bir yatırım. Bu birfedakarlık. Biz de sana des­ tek verelim. Sen buraya hakim ol. ' Ben de o zaman dedim ki, 'Ben şimdi dışardan kendi arkadaşlarımı çağırsam, belki orayla iniltili olan insanlar çıkabilir. Siz kime güveniyorsanız siz söyleyin, onları mütevelli yapalım. ' "Söylediğimin arkasında durdum. Gün be gün, devleti bilgilen­ dirdim. İlk günlerim, mütevelli heyetindeki arkadaşları ist�faya ikna edebilmekle geçti. Onlara diyordum ki, 'İst�fa edin. Burayı çatışma ortamı haline getirmeyelim. Çocukların geleceği söz konusu. ' "Önce, 'Evet' diyorlar, gece diğer telefondan telefon geliyor bunlara, 'Fettah, üniversiteyi ele geçirmek istiyor. İstifa etmeyin deniyor' Adamlar istifa etmiyordu. Altı ay bir yıl böyle geçti. Tek tek bunlarla uğraştım. Amacım okulu kurtarmaktı. Kurtardık da. Bu mütevelli heyeti değişince de yerine devlet, güvendiği insanları atadı. Bunların arasında da Sayın Cumhurbaşkanı'nın avukatları vardı. Bunda yanlış olan ne var? O insanlar buradan tek kuruş para 204


kazanmadılar. Üstüne üstlük zamanlarından, işlerinden güçlerin­ den fedakiirlık yaptılar. Hep birlikte bir ilim yuvasını kurtardık." Örgüt lideri Fetullah Gülen Fettah Tanıince, çocuk yaşta tanıştığı cemaat yapılanması hakkında, "Devlet terör örgütü ilan etmiş. Devletin dediğinin dı­ şında artık ben ne söyleyebilirim" ifadesini kullandı. Görüşmemizin sonunda sorduğum, "Fetullah Gülen ile ilgili ne düşünüyorsunuz. Fetullah Gülen size ne ifade edi­ yor?" şeklindeki soruma yanıtı şu oldu: "Birincisi, bu milleti aldattı. İkincisi, bu ülkedeki yüzbinlerce kendisine inanmış insanın mağdur olmasına sebep oldu. Bu ülkede darbe teşebbüsünün başı olmuş, paralel devlet yapılanmasının başı­ nı çekmiş biri. Örgüt lideri."

205



VII . Bölüm

N u r e fş a n



Kız kardeşinin kaldığı cemaat yurdunu telefonla aradı. Günlerden Cumartesiydi. Abi kardeş, dolaşacaklardı. Bu haf­ taki planlarında Anadoluhisarı' na gitmek, boğazda, karşılıklı kahve içmek vardı. Telefondaki muhatabına kardeşinin ismini söylüyor, an­ cak yurtta bu isimde birinin olmadığı yanıtını alıyordu. Kar­ şısındakinin ısrarlı cevapları karşısında, kız kardeşini fiziksel özellikleriyle tarif etmeye başladı. Herkesin dikkatini çekecek belirgin bir fiziksel özelliği vardı çünkü. Telefondaki ses, "Siz, Nurefşan' dan bahsediyorsunuz. Biz ona burada o isimle hi­ tap ediyoruz. Hemen çağırıyorum" dedi. Nurefşan da kimdi ki? Ağabeyi şaşırmıştı. Ona neden is­ miyle hitap etmiyorlar da "Nurefşan" diyorlardı ki? Kız kar­ deşinin telefondaki sesini duyunca rahatladı. "Ne zamandan beri Nurefşan oldun sen?" diye sordu. Abisinden gelen yanıtı gülerek geçiştirdi genç kadın, "Aman abi, bi sürü kızmışsın zaten bizim ablalara. Burada bana öyle hitap ediyorlar. Hem seviyorum ben o ismi." Kız kardeşine isminin koyulduğu an hep hafıza­ sındaydı.1973'te İç Anadolu bölgesinin hem sanayi hem de ticaretiyle bilinen bir şehrinde, dar gelirli bir ailenin üçüncü evladı dünyaya geleli henüz iki gün olmuştu. Anne lohusa yatağında, bebeğiyse yam başındaydı. Odada iki küçük çocuk daha vardı. Biri beş yaşında, diğeriyse yedi yaşındaydı. İki gün önce hayata gözlerini açan kız bebeğin, abi ve ablalarıydı. Kendi aralarında kardeşlerine isim koymaca oynuyorlar­ dı. Biri, adı "Arı" olsun, diğeri "böcek" olsun diyordu. Sonra 209


bunları beğenmiyor, "eşek" olsun, "hayır zürafa olsun adı" diye isimler takıp gülüşüyorlardı. Yatağında çocuklarının kardeşlerine isim koyma oyununu tebessüm ederek izleyen anneleri, sancısına aldırış etmeden doğruldu, kardeşlerinin isminin ne olacağım söyledi. Anasının, kız kardeşine isim koyduğu gün bile dün gibi hafızasındaydı. Ama yıllar önce cemaat yurdunda kız kar­ deşine cemaat ablalarının "Nurefşan" ismini koyduğunu öğ­ rendiğinde bunun ne anlama geldiğini aslında kız kardeşinin ismiyle kimliğinin, kişiliğinin de elinden alındığım fark etme­ mişti. Eğer o gün bunun ne anlama geldiğine aysa, o gün kız kardeşini cemaatin elinden çekip alırdı. Oysaki, kız kardeşi cemaatle ilişkisini hiç kopartmayacak hatta özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra sıkça anılan bir "soyadı"yla karşımıza çıkacaktı. Sadece ismi değil artık soyadı da değişmişti ve o soyadı neredeyse darbeyle ce­ maatle özdeşleşmiş bir soyadıydı. Önce anasının koyduğu isim elinden alınmış, geçmişi si­ linmiş, aile bağları zayıflatılmış, cemaat aidiyeti ön plana ko­ yulmuştu. Bu sistematik beyin yıkama, programlama işlemi aslında örgütün insan devşirmesinin en temel delillerinden biriydi. Erkek cemaatçilere peygamberimizin sahabelerinin isimleri verilir, hem onlara farklı özel bir kişilik kazandırılır, hem de bağlı bulundukları cemaatin aslında ne denli kutsal bir yapı olduğu bilinç altına nakşedilirdi. Kadınlarda da du­ rum farklı değildi. Onlara da benzer dini isimler koyulurdu. "Ona" da aynı yöntemi uygulamışlardı. "Kız kardeşim FETÖ'cü" Onu tanımam benimle ilk kez Twitter üzerinden temas kurmasıyla oldu. 2018 Temmuz'unun son günleriydi. Ken­ disini tanıttı, anlatacakları olduğunu söyledi. 15 Temmuz darbe girişimini yöneten bizzat Akıncılar'daki üste bulunan FETÖ'nün en önemli ve ismi en çok bilinen imamıyla kız kar­ deşi aynı soy ismi paylaşıyordu. 1 Ağustos'ta görüşmek üzere sözleştik. Mecidiyeköy'deki bir alışveriş merkezindeki kaf ede buluştuk. 210


İki saate yakın bir süre konuştuk. Hem onu hem de kız kardeşini sorularımla tanımaya çalıştım. O da başlarından ge­ lip geçeni ilk buluşmamızda bile oldukça açık yüreklilikle ya­ nıtladı. Yedi kardeştiler. Beşi erkek ikisiyse kızdı. Hikayemize konu olacak kadınsa en küçük kardeşten bir öncekiydi. Gö­ rüşmeyi yaptığım kişiyse ondan beş yaş büyük olan abisiydi. Kız kardeşi çok ünlü bir FETÖ imamının soyadım taşıyor­ du ama FE1Ö' cü müydü? "Evet" diyerek yanıtladı. "Kız kar­ deşim FETÖ' cü."

İsimsizlerin gerçek öyküsü 1,5 yıl içinde dört-beş kez yüz yüze, birçok kez telefonda görüştük. En son görüşmemizi de bu kitabı yazma sürecinin son dönemi içerisinde gerçekleştirdik. Kız kardeşinin hikaye­ sini kitapta yayınlamak istiyordum. Kabul etti. Ses kayıt ciha­ zımı açtım. Görüşmeleri onun da rızasıyla kayıt altına aldım. Akşam eve dönmek üzereyken telefonuma şöyle bir mesaj düştü: "Toygun Bey yazamıyoruz." "Neden?" diye sordum. "Bahsettiğim sebeplerden olabilecekler konusunda cesaretim yok diyelim. Vaktinizi aldığım için üzgünüm" diyordu. Bu mesajdan sonra, etik olarak, bu yaşanmış gerçek hikayede isim vermeme kararı aldım. Gerçek kimliklerini belirtmesem de bunun yaşadıklarının değerini düşürmeye­ ceğini düşündüm. Onun ve ağabeyin yaşadığı olayların ben­ zerlert T ürkiye' de binlerce evde, ailede yaşanmıştı. Onlar, FETÖ'nün ağına takılan sayısız kurbanlarla ortak kaderi ya­ şayanlardandı. Hikayeleri "isimsiz" de olsa bilinmeliydi. Yetim büyüdüler Orta Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Akdeniz bölgelerinin birleştiği noktada yer alan bir şehirde dünyaya geldi. 70'li yılların ilk yarısıydı. yedi çocuklu bir ailede büyü­ dü. Kardeşlerin en büyüğü olan ablasından sonra tek kız oydu. Çocuk denecek yaşta babası trafik kazasında öldü. Yedi kar­ deşyetimkalmıştı.Aileninerkekevlatlarıhemçalıştıhemokudu. Çocuk yaşta amelelik de dahil en ağır işlerde çalışarak hayatta 211


kalma mücadelesi verdi. O ise ilkokulu bitirdikten sonra İmam Hatip Lisesi'ne yazıldı. Cemaatle tanışması da tam o dönemlerde oldu. Hemen hemen bütün hikayelerde olduğu gibi üniversiteye hazırlık dönemi, burslu dershane süreci der­ ken ailesinin elinden kayıp gitti, cemaatin ağına takıldı.

Cemaatin prensi gazeteciyle nişanlıydı Üniversite imtihanında çok yüksek bir puan almıştı. Ül­ kedeki tüm T ıp Fakültelerine girebilirdi. Ancak cemaatin ona biçtiği rol farklıydı. İlahiyatçı olacaktı. İstanbul'a ilahiyat oku­ maya gitti. O dönemde abisi de (görüşmeleri yaptığım kişi) İstanbul'da üniversite okuyordu. Fatih'te birlikte ev tuttular. Birkaç yıl birlikte yaşadılar. Sonrasında abisinden koptu, ce­ maatin yurdunda kaldı. Üniversitenin son yıllarında evlilik hazırlığı yapıyordu. Nişanlanmıştı. Sevdiği, hayat kurmayı planladığı kişi de ce­ maat mensubuydu. Hatta genç yaşta yeteneklerinden ve pre­ zantabl olmasından dolayı cemaatin "prenslerinden" olarak kabul ediliyordu. T ürkiye'deki eğitiminin ardından yurtdı­ şında da yüksek lisans yapacaktı. Sonrasında evlenmeyi plan­ lıyorlardı. Ancak hiçbir şey düşündüğü gibi olmadı. Genç adam yurtdışındaki üniversite tahsilini tamamlayıp yurda döndüğünde, ayrılma kararı almıştı. Nişan bozuldu. Kısa bir süre sonra eski nişanlısının sansasyonel bir evlilik yaptığı haberini aldı. Zaten o artık ünlü bir gazeteciydi. Bir daha hiç görüşmediler. Ama o, eski nişanlısının yazılarını ga­ zeteden okuyor, T V'ye çıktığı zaman izliyordu. Ünlü imamın gelini Bir süre sonra "O" da bir evlilik yaptı. Evlendiği adam ör­ gütün yayın organlarından birinde üst düzey yönetici konu­ mundaydı. İlk evliliğinden üç yaşında bir kız çocuğu vardı. Eşi bir süre önce ölmüştü. Hayatını bu kişiyle birleştirdi. Evlendiği kişi cemaatte saygı duyulan bir isimdi. Ancak bu saygının temelinde ağabeyinin örgüt içindeki konumu ya­ tıyordu. Ağabeyi, Fetullah Gülen ile bizzat görüşen, sık sık 212


ziyaretine giden ve ülke çapında örgüt adına "imamlık" göre­ vini yürüten isimlerden biriydi. İstanbul'un Anadolu yakasında aileye ait beş katlı bir bi­ nada yaşıyorlardı. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Akdeniz Bölgesindeki illerimizden birinde yayladaydı. Darbe girişimi haberini ilk kez o sırada Yunanistan'da tatil yapan abisinden öğrendi. Ko­ casıyla de son kez o gün haberleşti. Darbe girişiminden birkaç gün sonra olaylar netleştiğinde, darbe girişiminin aktörleri ortaya çıkmaya başladığında Ak­ deniz Bölgesindeki yayladaki evin kapısında polisler vardı. Darbe girişimini yöneten imamların bir kısmı kaçmıştı. Ka­ çanların arasında kaymbiraderi de eşi de vardı. Polisin elinde sadece aynı soyadlı kişiler kalmıştı. Büyük sansasyonel bir yakalama yapılmış gibi basma sunuldu. Darbeyi yönetenler kaçmış ama aynı soyadım taşıyan birileri yakalanmıştı işte. 30 gün gözaltında kaldı. İfadesinde suçlamaları reddetti. Tutuklandı. İddianamesi 1,5 yıl sonra çıktı. "Örgüt yöneticili­ ği", "Hükümeti ortadan kaldırma" "Anayasal düzeni yıkma" iddialarıyla yargılandı. Dava sonunda geriye sadece "örgüt üyeliği" kaldı. Altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı. Hüküm giydi. Ağabeyine göre, kardeşi "FETÖ'cüydü" ama dosyada delil yoktu. Sadece "soyadmdan" dolayı mı hüküm giymişti?

Kocası arkasına bile bakmadan kaçtı Kocası, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir daha or­ taya çıkmadı. Firardı. Geride bıraktıklarıysa cezaevindeki eşi ve henüz 13 yaşındaki kızıydı. Kızı da bir zamanlar sahipleri oldukları apartmana devlet tarafından el konulduğu için aynı apartmanın kapıcı dairesinde S0'li yaşlarındaki ninesiyle ya­ şıyordu. Cemaatin yayın organlarından birinin üst düzey yöneti­ cilerinden olan "kocası" hem 13 yaşındaki kızım hem de "o" nu ardında bırakmış ve kaçmıştı. Karısı cezaevinde kızıysa 80 yaşındaki ninesinin yanında bir başınaydı. O kız çocuğu da 213


ilkokulu cemaat okulunda bitirmiş, darbe girişiminden sonra normal devlet okuluna yazılmıştı. İlk günlerde soyadı yüzün­ den diğer çocuklar tarafından dışlanıyordu. Arkasına bile bakmadan kaçan bir FETÖ'cü baba ve eş. Hizmet ettiği o iblis yapı ailesinden bile kıymetliydi. Örgütün tüm sırlarıyla kayıplara karıştı. FETÖ'nün günahları, artık he­ pimizin malumu ... Ancak ya bizlerin günahları? "Bugüne kadar rehberlik hizmeti sunan bir devlet görevli­ si, psikolog o küçük kız çocuğuyla görüşmeye gelmiş miydi?" Sordum. Yanıt, maalesef "Hayır" idi.

13 yaşındaki o çocuğu kurtaramaz mıyız? Toplum olarak 13 yaşındaki bir kız çocuğuna da soy ismi­ nin bedelini mi ödetiyoruz? FETÖ'yle mücadelenin neden sosyolojik veya psikolojik bir temeli, stratejisi yok mu? Bütün bu stratejiden uzak "akıl" bu mücadeleyi başarılı kılabilecek mi? 13 yaşındaki bir kız ço­ cuğuna neden sahip çıkılmaz, rehabilite edilmez? Bu çocuk bu toplumda yaşıyor ve muhtemel ki burada yaşayacak. Onu yokmuş gibi varsaymak, ötelemek, onu FETÖ'cülerin yanına itmez mi? Neden, devlet devletliğini göstermez ve babası firari, an­ nesi cezaevinde olan bu çocuğa psikologlar eşliğinde destek olup onun da benzer kaderi yaşamasına engel olmaz? Sorular ve sorunlar o kadar çoktu ki... FETÖ'yle mücadele zemini sadece polisiye operasyonlar mıdır? FETÖ'yle mücadele tanımın sadece polisiye ve yargıyla temellendirilmesinin önemli bir eksiklik olduğunu düşünü­ yorum. FETÖ'nün 40 yılı aşkın bir süredir bu topraklarda nasıl yeşerdiğini, hangi şartların onu beslediğini, çocukların aile­ lerinden kopartılarak örgüte nasıl ve neden kazandırıldığının kamuoyunda yeterince tartışıldığını, irdelendiğini hiç görme­ dim. 214


Tutuklanan FETÖ'cüler örgüte olan aidiyetlerinden vaz­ geçtiler mi? FETÖ veya benzeri örgütlerin dar gelirli ailelerin çocuklarını eğitim vb. ihtiyaçlarını karşılama vaadiyle kendi­ lerine kazandırabilecekleri ortam ortadan kaldırılabildi mi? Bu çocukların yarın örgütlerin tuzağına düşmeyeceği bir sis­ tem yaratılabildi mi? Maalesef bu soruların hepsinin yanıtı, hayır! FETÖ'yle mücadele sadece polisiye ve yargı zeminiyle sı­ nırlı kalmayacak düzeyde ciddi bir iş. Kötü tecrübeleri tekrar tekrar yaşamamak adına başta devleti yönetenlerle birlikte kamuoyunun bu konuda hassasiyet göstermesiyse zorunlu­ luk. "O" kadının hikayesini ağabeyinden dinlerken aklımdan bunlar geçiyordu.

Tribünlere yönelik şovla geçen mücadele Ağabeyin kafasında başka sorular da vardı. Bunlardan biri de 30 gün sorgulanan kardeşinden adliyeye intikal eden dos­ yada hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey yok derken ne örgüt yapı­ sına ilişkin itiraf, ne eşinin ve kayınbiraderinin örgüt içinde­ ki mensubiyetleri, görevleri ne de şahit olduğu olaylar. Ona göre dosya bomboştu. İddianameyi, ifadeleri, soruşturma dosyasını okumuştu. Gördükleri; basma kalıp, özensiz hazırlanmış sorularla alınan üç-beş sayfalık bir ifade, delilsiz bir iddianameydi. Halbuki ciddi bir soruşturmayla kız kardeşini ve onun gibi binlercesini ailelerinden çalan örgütün iç yüzünü ifşa etmek mümkündü. Hayatının uzun bir zaman dilimini, cemaatin en üst düzey yöneticisinin gelini olarak geçiren kız kardeşinin anlatımlarıyla birçok bilinmez ortaya çıkartılabilirdi. Tabii ki bu hem "hukuksal" hem "sosyolojik" hem de "psi­ kolojik" bir mücadeleyle olabilirdi. Sorguladığınız kişi de si­ zin mücadelenize inanmalı ve ikna olmalıydı. Tabii ki bütün bunlar yapılmamıştı. Örgütle mücadele adına, ellerinden göz göre göre "kaçırdıkları" imamın yerine, aynı soyadım taşıyan birilerini yakalamaktı. Bu göz boyamaktan başka bir şey değil miydi? 215


Gözaltına alındığında medyada çıkan haberler örgüt ele­ başının yakalanmışçasına verildi. Birileri, filmin esas oğla­ nını (örgütün önemli imamı olan kayınbiraderi) ellerinden kaçırmış, bize aynı soyadı taşıyan yengesini allayıp, pullayıp "büyük operasyon" olarak sunuyorlardı. Halbuki, kocası da, kayınbiraderi de çoktan kaçmıştı. Elde yenge kalmıştı... FETÖ'yle mücadele sayfasında tutuklanan ve hüküm giyen­ ler istatistiğine bir kişi daha eklenmişti.

Cezaevinden kendi ismiyle yoksa cemaatin koyduğu "Nurefşan" ismiyle mi çıkacak? 011 yargılandığı davada örgüt üyeliğinden altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı. Karar, istinaf mahkemesinde de gö­ rüşülecek. Eğer bu şekilde onaylanırsa 1,5 yıl içinde cezaevin­ den çıkacak. Peki cezaevinden kendi olarak mı çıkacak, yoksa oraya girdiği gibi FETÖ'cü kimliğiyle mi çıkacak. Bu sorunun yanıtını ağabeyiyle yaptığım görüşmelerdeki bir anekdotta gizli. Kız kardeşi ilk gözaltına alındığında ve sonrasında cezae­ vine ilk girdiği dönemde örgütü kafasında sorgulamaya baş­ lamıştı. Bunu abisi hissediyordu ve bundan mutluydu. Hatta kardeşi, cemaatte geçen yıllarını ve özeleştirisini cezaevinden yazacağı mektupla abisine anlatacaktı. Kendi aralarında böy­ le anlaşmışlardı. Ancak birkaç ay sonra cezaevindeki kız kar­ deş eski FETÖ'cü kimliğine geri dönmüştü. Bir dahaki görüş­ te abisine yazdığı mektupları yırtıp attığını söyledi. Muhte­ meldi ki, cezaevi içinde FETÖ'cüler birbirlerine umut aşılıyor, örgütsel kimliklerini koruyorlardı. Örgüt 40 yıl emek verdiği yapıdan vazgeçmiyordu. Söylemiştim, 011 birçokları gibi 1,5 yıl sonra cezaevinden tahliye olacak ve aramıza katılacak. Cezaevinden kendisi olarak mı, yoksa örgütün ona verdiği ismiyle ve kimliğiyle Fetullahçı Nurefşan olarak mı çıkacak? 11

11

216


V I I I. B ö l ü m

Ta k k e l i F u tb o l c u l ar



Fetullah futbolu keşfediyor Fenerbahçe Stadyumu, 17 yıl süren inşaat ve yenileme sü­ recinden sonra kapılarını 19 Eylül 1982'de Fenerbahçe-Altay maçıyla futbol tutkunlarına açmışh. O yıllarda ne kombine sistemi ne de önceden satışa sunu­ lan biletler vardı. Maçlar genelde öğleden sonra 14.00-15.00 gibi oynanırdı. Taraftarların stadyuma girebilme macerası günün ilk ışıklarıyla başlardı. Saat 06.00'dan itibaren stad­ yum kapılarının önü taraftarlarla dolmaya başlardı. Hele bir de o gün, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında der­ bi mücadelesi varsa, gece yarısından itibaren futbolseverler stadyumun önünde kuyruğa girerdi. İşte tam da o dönemde, 1984'te... Kadıköy Kızıltoprak'taki Fenerbahçe Stadyumu'nun önünden içinde dört kişinin bu­ lunduğu bir otomobil geçiyordu. O otomobildekilerden biri Fetullah Gülen, diğeriyse Nu­ rettin Veren'di. Fetullah Gülen'in Sıkıyönetim ve Ege Ordu Komutanlığı tarafından "arandığı" yıllardı. Güvenlik açısın­ dan sık sık yer değiştiriyor, bir yerden bir yere geçiyordu. Yine o günlerden biriydi. Otomobilin içindekiler, Fenerbahçe Stadyumu'nun önün­ den geçtikleri sırada kalabalık bir insan topluluğuyla karşı­ laştılar. Kısa bir tedirginliğin ardından Fenerbahçe'nin maçı olduğunu anladılar. Fetullah Gülen ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra "Bu insanlara bu saatte kalkın namaz kılın desek kalkmazlar. Biz bufutbol konusunu 219


bilmiyoruz, eksik olduğumuz bir alan" dedi. O anların şahidi, bir zamanlar yol arkadaşlığı yaptığı Nurettin Veren' di. Fetullah Gülen'in futbolun toplum hayatındaki gücünü anlayıp, örgütün bu alana da yönelmesi gerektiğine dair ilk kararı o gün verdi. Futbol, Sirnon Kuper'in unutulmaz kitabının başlığı gibi Futbol Asla Sadece Futbol Değildi. Futbol, popülerlik, imaj, si­ yaset aynı zamanda insan kaynağı dernekti. Fetullah Gülen bunu keşfetmişti. Yıllar içinde toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi futbol dünyasının içinde de yer aldı. Futbol dünyasının ilk FETÖ'cüleri FETÖ ve futbol dendiğinde akla ilk gelen isimler Galatasa­ raylı eski futbolcular Hakan Şükür, Arif Erdem, İsmail Demi­ riz ve Beşiktaş' ın eski yöneticisi, iş adamı İhsan Kalkavan' dır. İhsan Kalkavan, 1 5 Temmuz darbe girişiminden son­ ra www.denizhaber.com adlı İnternet sitesinden Recep Canpolat'a ABD'nin Miarni şehrinde verdiği röportajda ör­ gütle 1991-1992 yılları arasında tanıştığını söyledi. İhsan Kalkavan, o yıllarda Beşiktaş Futbol takımının şube sorumlusuydu. Üç yıl üst üste şampiyon olan bir futbol takı­ mının yöneticisiydi. Cemaatin yayın organı Zaman gazetesi Yılın Spor Adamı İhsan Kalkavan'a, Yılın Futbol Takımı ödü­ lünüyse Beşiktaş' a vermişti. Ödül töreni için takımla birlikte sahneye çıktıklarında alkış tufanı koptu. Az sonraysa sahnede Galatasaray Kulübü ve İs­ mail Demiriz vardı. Beşiktaş' a yapılan alkış ve tezahüratın mis­ liyle fazlası onlara yapılmıştı. Duruma şaşıran İhsan Kalkavan yanında bulunan Galatasaraylı futbolcu İsmail Demiriz' e dö­ nerek, "İsmail, Galatasaray taraftarını salona mı getirdin" diye ta­ kıldı. İsmail Demiriz, tebessüm etmekle yetindi. Oysaki İsmail Demiriz cernaatçiydi ve salonda bulunanların büyük çoğunlu­ ğu da öyleydi. Kendi mensuplarına destek veriyorlardı. İhsan Kalkavan bu gerçeği birkaç yıl sonra öğrenecekti. İhsan Kalkavan, cemaatle bu ilk tanışıklığının ardından 1 994'te de Fetullah Gülen ile İzrnir'de bir araya geldi. O gün220


den sonra İhsan Kalkavan, Fetullah Gülen' e olan yakınlığını ve sempatisini söylemekten kaçınmadı. Artık o da "hizmetin" önemli bir parçasıydı. İhsan Kalkavan örneği aslında cemaat yapısı için bir is­ tisnaydı. Cemaat, genelde k üçük yaştan itibaren çocukları devşirerek örgüte kazandırırdı. İhsan Kalkavan gibi ilerleyen yaşlarda örgütün içinde yer alanların bulunması pek nadir olarak görülürdü. Bu dönemin sonrası ise, İhsan Kalkavan'ın futbol dünyası içinde, bağlı bulunduğu cemaat yapısı için yeni projeler üret­ meye başladığı bir dönem oldu. Şeref tribünündeki Fetullah Gülen ve yanındakiler Futbol üzerinden açılım da devam eden günlerde geldi. Cemaatin bir uzantısı olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 1995'te Dünya Yıldızlar Karması'yla Türkiye Yıldızlar Kar­ ması arasında bir futbol maçı organizasyonu yapacağını du­ yurdu. Bu organizasyonun amacının Bosna yararına olduğu açık­ landı. Gerçek ise, Fetullah G ülen'in toplumdaki geniş kitle­ lerle tanıştırılması, PR çalışması, gövde gösterisi ve "futbolda bizde varız" denmesiydi. Organizasyonun en temel amaçla­ rından biri de, örgütün yurtdışında yayılmasına katkıda bu­ lunmak, okullar açmasına olanak sağlamaktı. Bunun ipuçları da örgütün Fetullah Gülen adına kurduğu internet sitesinde bu organizasyonla ilgili yazdıklarındaydı. "1 995 Eylül'üne gelinmişti. Herkes bir şeyler yapıyordu. Kimi­ leri de bir şeyler yapar gözüküyordu. Ama Bosna'da kan ve kin der­ yası canlar almaya devam ediyordu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, bu konuda üzerine düşeni, farklı bir açıdan yapmak istedi. Futbo­ lun devleri İstanbul'da Bosna için oynadı. O akşam, Ali Sami Yen Stadı'nı dolduran on binlerin ve naklen yayından maçı seyreden milyonlarca kişinin yüreği Bosnalı çocuklar için çarpıyor ve 'Her şey Bosna'lı Çocuklar İçin' diyordu. Bu muhteşem futbol şölenin­ den elde edilen hasılatla Bosna Hersek'te Saraybosnalı çocuklar için

güzel bir kolej hizmete girdi. " . 221


Süslü cümlelerin ardından gelen son cümle cemaatin ger­ çek niyetini ortaya koyuyordu. O gece elde edilen gelirle, Bosna'da bir cemaat koleji hizmete girmişti. Amaç Bosnalı çocuklar değildi. Amaç, kolej açtıkları her Müslüman üçüncü dünya ülkesinde olduğunun aynısıydı. "O ülkenin elit çocuk­ larını cemaat okullarında okutmak, cemaate sıcak bakmasını sağlamak, ilerde ülkelerinde üst düzey yönetici konumuna gelecek bu çocuklardan faydalanmaktı." Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen Dün­ ya Yıldızlar Karması'yla Türkiye Yıldızlar Karması arasında­ ki futbol maçı 19 Eylül 1995'te Ali Sami Yen Stadyumu'nda oynandı. Protokol tribününde Fetullah Gülen yerini almış, ilk kez geniş kitlelere boy göstermişti. Hem de ne boy gös­ termek! Ülkenin siyaset sahnesinde devrinin en etkin isimleri kimlerse onlarla yan yanaydı. Kimler mi vardı? Başbakan Tansu Çiller, Bosna Cumhurbaşkanı Aliya İzzet Begoviç, eşi Halije, Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, Dev­ let Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Yıldırım Aktuna, Devlet Ba­ kanı Esat Kıratlıoğlu, Spor Bakanı Şükrü Erdem, İstanbul Va­ lisi Hayri Kozakçıoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek... Şeref tribününde Fetullah Gülen'in yanında dünyaca ünlü bir konuk daha vardı. O da menajer Bayram Tutumlu4 ile bir­ likte stadyumda yerini alan Maradona'ydı. Maçı hakem Ahmet Çakar yönetti. Yardımcılıklarınıysa Maksut Balta ve Mehmet Kaya yaptı. Hava oldukça soğuk, yağışlıydı, hafta içiydi. Buna rağmen stadyum neredeyse do­ luydu. Hatta ertesi gün maçı yorumlayan köşe yazarları da bu şartlarda oynanan maça olan ilginin yüksekliğine dikkat çekiyorlardı. Maçı izlemeye gelenlerin büyük çoğunluğu ce­ maat mensuplarıydı. 4 Menajer Bayram Tutumlu futbolda FETÖ soruşturması kapsamında ilerle­ yen yıllarda soruşturma geçirdi. https: / / www.yenisafak.com/gundem/ fotografin-mimari-da-fetocu-cikti-267 5527

222


Nişantaşıspor'a cemaat eli Fetullah Gülen'in futbol sahalarındaki boy göstermesinin üzerinden henüz bir yıl geçmemişti. 27 Ağustos 1996' da Hürriyet gazetesinin spor sayfasında yer alan haberin başlığı "Nişantaşı Kalkavan'ı istiyor" idi. Muhabir imzasının yer almadığı haberde ikinci lig birinci grupta yer alan Nişantaşıspor'un başkanı Şev­ ket Gedikli'nin açıklamalarına yer verilmişti. Başkan Gedikli, Beşiktaş'ın eski yöneticisi İhsan Kalkavan'a kendi kulüplerinde yöneticilik yapması için teklifte bulunduklarını ifade ediyordu. Bu küçük haberin altındaki sırsa birkaç ay sonra 22 Ekim 1996' da yine Hürriyet gazetesinde yer alan Celal Demirbilek imzası taşıyan "Fetullah Gülen spora el attı" başlığıyla yer alan haberle açığa çıktı. Haberin devam sayfasındaki başlığıysa "Türk sporunda muhteşem proje. Fetullah Gülen eğitimden sonra spora da el attı" idi. Beş kıtada, 200 binin üzerinde yetenekli gencin T ür kiye'de özel bir okulla spora kazandırılacağı vurgulanıyor, bu spor­ cuların proje kapsamında 16 branşta Nişantaşı Kulübünün bünyesinde lisanslı olacağı ifade ediliyordu. Projenin başındaki isim olan İhsan Kalkavan şunları söy­ lüyordu: "Gönül birliğiyle bu büyük projeyi gerçekleştirip Nişantaşı Ku­ lübünü bir dünya kulübü yapacağız. Nişantaşı'nı, Osmanlıca bir kelime olduğu için adını kesinlikle değiştirmeyi düşünmüyoruz. Ku­ lüp onların malı, şanı şerefiyse Türk milletinin olacaktır. Bize sadece itimat etsinler. Şimdiye kadar birkaç yüz bin dolar harcama yaptık. Bu para sezon sonunda iki milyon doları bulacak. Nişantaşı Kulübü bundan sonra kamplarını dünyada beş kıtada yapacak. Taraftar sayı­ mız söz konusu değil. Dünyanın her tarafında taraftarlarımız bulun­ maktadır. Galatasaray'ı Moldava'da bizim okulumuzun öğrencileri karşılamıştır. Nişantaşı artık bir dünya kulübü olmuştur. " Cemaate direnen efsane başkan: Süleyman Seba Bu proje cemaatin öngördüğü ölçüde başarılı olmadı. Ni­ şantaşı Kulübü onca yatırıma rağmen başarılı olamadı. Ligde 223


istenilen sonuçlar alınamadı. Bunun üzerine cemaat ve İhsan Kalkavan, kulüple ilişkisini bir yıl içinde sonlandırdı. Artık daha öne mli bir projeleri vardı. Beşiktaş'ı yönetmek... 1998'deki Beşiktaş başkanlık seçimlerinde efsane başkan Süleyman Seba'nın karşısında sürpriz bir aday vardı: İhsan Kalkavan... Yıllarca Süleyman Seba'nın başkanlıklarında yönetici ola­ rak başarılara imza atan İhsan Kalkavan bu kez Seba'ya rakip olmuştu. İhsan Kalkavan'ın seçim sloganı "Değişim ve Çağ­ daş Yapı" oldu. Kalkavan, gazetelere verdiği beyanatlarda "Değişim ve çağdaş yapıyı kurmak için harekete geçmeliyiz. Beşiktaş' ın kaybedecek bir dakikası dahi yok" diyordu. Türkiye'nin asırlık futbol kulübü Beşiktaş' ın en olaylı kongresi 1998'de yaşandı. Efsane başkan Süleyman Seba'nın bu kez rakibi güçlüydü. Karşısında, "cemaat" vardı. Ancak o yıllarda henüz T ürkiye tam bir cemaat kuşatması altında değildi. Cumhuriyet değerlerine sahip olan kitleler, sivil toplum kuruluşları, seslerini cemaate karşı çıkartabiliyorlardı. Onlardan biri de (STKB) Sivil Toplum Kuruluşları Birliği'ydi. 29 Mart 1998' deki seçimlerden dört gün önce STKB yöne­ ticileri Beşiktaş Başkanı Süleyman Seba'yı ziyaret etti. Basın mensupları da kulüp binasındaydı. STKB yetkilileri, Beşiktaş Kulübünün, "tarikat ve çete" işbirliğinin hedefi haline geldi­ ğini söyledi. O gün, STKB adına tarihi bir açıklamanın altına imza atan Haşim Atahan şu önemli uyarıları yapacaktı: "Türkiye'de en büyük ve en etkili durumda bulunan bir tarikat, bir kumarhane kralının mutemediyle, Susurluk olayları adıyla bili­ nen çetelerle bağlantılı olarak Beşiktaş kongresini etkilemek istiyor. Fetullah Gülen isimli bir tarikat liderinin sağ kolu olan Asya Finans isimli İslami sermaye şirketinin başında bulunan İhsan Kalkavan, spora dini sokuyor. Yapılacak seçim bir BJK Başkanlığı seçimi değil­ dir. Seçim ülkemizde çağdaş, demokratik ve laik bir cumhuriyetten yana olma, ya da tarikatlara, takunyacılara, çetelerefırsat ve olanak tanınmasından yana olma seçimidir. " 224


Bu şartlar albnda gerçekleştirilen Beşiktaş Kongresinde 125 0'ye karşı 25 00 oyla Süleyman Seba tekrar başkan seçildi. İlk defa bir aday Süleyman Seba'ya karşı bu kadar oy alabilmişti. İhsan Kalkavan'ın Beşiktaş Kulübüne başkan olmak için aday olduğu kongrede yanında yer alan ve Süleyman Seba'ya karşı bayrak açan isimlerse iş dünyasının önde gelenleri Nev­ zat Demir, Turgay Ciner ve Ce mil Kazancı'ydı. Eğer o gün kongreden İhsan Kalkavan galip çıksaydı, Türk sporuna, futboluna ve Beşiktaş'a Fetullah Gülen'in etki­ si ne derece tesir ederdi, bilemiyoruz. Ancak 13 Ekim 2008' de www.maraton.com.tr'den Burak Özsoy'a röportaj veren İh­ san Kalkavan, o gün seçimleri kendisinin değil Beşiktaş' ın kaybettiğine vurgu yaparak şunları söyledi: "Beşiktaş camiası o günkü genel kurulda beni ve yönetimdeki arkadaşlarımı tercih etmeyerek büyük bir ivmenin önüne geçmiştir. Süleyman Abi'ye karşı aldığımız oy az değildi. O gün yönetime ta­ lip olan arkadaşlarımın her biri bugün ülke yönetimine talip olabi­ lecek kadar önemli insanlar olarak Türkiye ekonomisinde yer almak­ talar. Bu kadar elit bir kesimi bir yönetim içerisinde oluşturmak bir daha Beşiktaş camiasına kesinlikle nasip olamayacağını düşünüyo­ rum. Hiçbir kulübe nasip olamazdı. O gün öyle denk geldi. Bugün her biri, yedek üyeler dahi rahatlıkla başkan adayı olsa bile herkesin üstüne üşüşeceği isimlerdi. O günkü kadro dolayısıyla çok ciddi ra­ kamlar taahhüt etmişti. O gün hesaplar Beşiktaş 'ın Türkiye'de bir marka değil, dünya markası olması ve Barcelona'ya, PSV'ye, Ajax'a rakip olabilecek plan ve proje yapılmıştı. Camia zaten o seçimde ver­ diği kararla Beşiktaş 'ı bir ölçüde de duraklama veya gerileme döne­ mine sokmuştu. O günkü genel kurul Beşiktaş'ın kaderiyle oynadı. Ben onun için zaten biraz kırgınım ve küskünüm. Biz o gün çok ciddi fedakarlıklarla, çok ciddi taahhütlerle ortaya çıktık. Bizler daha önce hepimiz o günkü yönetimdeki arkadaşların hepsi kendisini bu kulüpte ispat etmiş, tanınmış isimlerdi. Kulübün çok büyük başa­ rılarına imzasını koymuş insanlardı. Benim de konumum belliydi. Ben de üç şampiyonlukta bulunmuş bir isimdim ve bu kadar bili­ nen, bu kadar müspet insanların bir araya geldiği halde Beşiktaş ca­ miası delegeleri bunu idrak edememekle Beşiktaş'ın makus talihinin 225


kararını verdiler. Ben o gün kazansaydım belki ben çok şey kaybede­ cektim ama Beşiktaş çok şey kazanacaktı. Seçimleri kaybedince ben çok şey kazandım, Beşiktaş çok şey kaybetti. " Cemaat o gün için belki kongreyi kazanamamıştı ama iler­ leyen yıllarda futbol dünyası içinde önemli kazanımlara sa­ hip olacaktı. Bank Asya, birinci lig sponsoru Birinci ligin 2008' deki sponsoru Bank Asya oldu. Erge­ nekon operasyonlarının tüm hızıyla devam ettiği o yıllarda Bank Asya Birinci Futbol Ligine adını verecek, 2012'ye kadar bu şekilde devam edecekti. İlerleyen yıllarda Cemaat tehlikesi keşfedildiğinde, Bank Asya' da hesabın bulunması örgüt üyeliğinin delili kabul edi­ lecekti. Ancak kimse Bank Asya ismini Türkiye Birinci Futbol Ligine adını verenlere en ufak bir soru sormayacaktı! Örgüt yıllar içinde sadece futbolcular içinde değil Futbol Federasyonu içine de girerek etkinlik alanlarını genişletti. Bunlardan biri de Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu üyesi seçilen hukukçu Osman Karakuş' du. Osman Karakuş'un kızı Fetullah Gülen'in kardeşi Mesih Gülen ile evliydi. Emniyet Genel Müdürlüğü Birinci Hukuk Müşavirliği görevini yürütmüş, teşkilat içindeki örgütlenme­ nin elebaşlarından biriydi. Aynı zamanda FETÖ'nün yüksek yargıdaki imamlarındandı. 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden sonra futbol dünyasının FETÖ'yle ilişkisi de tartışılmaya başlandı. Ancak atı alan Üsküdar'ı geçmişti. Futbol dünyasındaki ünlü isim­ lerden bir dönem AKP milletvekilliği yapan Hakan Şükür, Galatasaraylı eski futbolcu Arif Erdem, Beşiktaş'ın eski yö­ neticisi İhsan Kalkavan, Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu üyesi Osman Karakuş, kaçmışlardı. Gülen'in dizinin dibindeki futbolcular Futbol dünyası ve örgüt arasındaki ilişkinin konuşuldu­ ğu günlerde Fetullah Gülen ile eski futbolcuların bir arada 226


bulunduğu videolar da teker teker ortaya çıkmaya başladı. Fetullah Gülen'in dizinin dibinde oturan ve sessizce onu din­ leyenler arasında kimler yoktu ki! Hakan Şükür, Hakan Ün­ sal, İsmail Demiriz, Tugay Kerimoğlu, Mert Korkmaz, Uğur Tütüneker, Arif Erdem... Hepsi oradaydı. Bir de o futbolcular arasında yer almayanlar vardı. Onlar­ dan ikisi bir dönem Galatasaray' da top koşturan Evren Nuri Turhan ile Mustafa Kocabey' di. Her ne kadar Evren Nuri Tur­ han bir kez takım arkadaşı Mert Korkmaz' ın kendisini davet etmesiyle toplantılardan birine gitse de, o yapı içine dahil ol­ mamıştı. Evren Nuri Turhan da, Mustafa Kocabey de İstanbul Cum­ huriyet Başsavcılığının yürüttüğü "Futbolda FETÖ" soruş­ turması kapsamında bu yapıyla ilgili gördüklerini ve bildik­ lerini paylaştı. Eski Galatasaraylı Evren, FETÖ' cüleri anlatıyor "Sabah bir yer var. Oraya gel. Seni bekliyoruz. Sürpriz birisiyle tanıştıracağım seni." Telefonuna gece yarısı düşen bu mesaj, Kocaelispor' da birlikte oynadığı Mert Korkmaz' dan gelmişti. Kendi kendine "kim bu sürpriz kişi, nereye gideceğiz?" gibi sorulara cevap ararken telefonuna ikinci bir mesaj daha düştü. Mert Kork­ maz, buluşacakları yerin adresini atmıştı: "Altunizade FEM Dershanesi." 1997-1998 futbol sezonuydu. Evren Nuri Turhan henüz 23 yaşındaydı. Ertesi gün, takım arkadaşı Mert'in gönderdiği adresin yolunu tuttu. Altunizade' deki dershaneye geldiğinde kapıda karşılandı. Binanın üst katlarındaki bir odaya girdi­ ğinde, Hakan Şükür, İsmail Demiriz, Arif Erdem, Uğur Tütü­ neker, Mert Korkmaz, Ertuğrul Sağlam, Mutlu Topçu, Hakan Ünsal ve Okan Buruk'u gördü. Futbol dünyasından başka isimler de vardı. Genişçe bir odada hepsi sıra sıra sandalye­ lere, koltuklara oturmuşlardı. Evren Nuri Turhan gibi odada bulunan bazıları da ilk kez oradaydı. Kiminle tanışacaklarını bilmiyorlardı. 227


Birkaç dakikalık bu meraklı bekleyiş sırasında Evren Nuri Turhan'ın gözüne odadaki kameralar takıldı. Üç ayrı yerde kameralar vardı. Tedirgin olmuştu. "Bu kameralar da neyin nesi" diye düşündü kendi kendine... Bu sırada odaya 5 5-6 0 yaşlarında biri girdi. Kafasında tak­ ke, üstünde hakim yaka bir gömlek vardı. Gömleğinin üstün­ deyse dizlerine kadar uzanan bir yelek. Ağır adamlarla ve odadakileri başıyla selamlayarak içeri girdi. Onun içeri girmesiyle birlikte odadaki atmosfer değişmişti. Herkes kendine çeki düzen veriyordu. Odaya hakim konum­ daki koltuğuna oturmasının ardından bazı futbolcular yanına giderek elini öptü. Neredeyse yerlere kadar eğilmişlerdi. Evren Nuri Turhan olan biteni şaşkınlıkla izliyordu. "Ünlü futbolcu­ ların saygıda kusur etmediği, neredeyse yerlere kadar eğildikleri bu adam da kimdi?" Olan biteni meraklı gözlerle izlediği o anda ya­ nındaki futbolcular, "Bizim abimiz" dedi. O, Fetullah Gülen'di. Konuşmaya başladığı andan itibaren odada çıt çıkmıyor­ du. "Saygı ve sevgi" üzerine bir konuşma yaptı. 15 dakika olmuş ya da olmamıştı, bir telefon geldi. Fetullah Gülen'in Papa ile randevusu vardı. Konuklarının yanından ayrılması gerekiyordu. Evren Nuri Turhan'ın şaşkınlığı ve tedirginliği daha da artmıştı. "Böyle bir adamın Papa ile ne işi olabilirdi?" Dışarı çıktıklarında arkadaşlarına, "Biz buraya neden gel­ dik? Bir daha böyle bir şeye gelmem. Beni sakın çağırmayın" dedi. Fetullah Gülen'i ilk ve son kez görüşü oldu. O günden sonra bir daha cemaat toplantılarına gitmedi. Arkadaşları da onu çağırmadı. Evren Nuri Turhan yaşadığı bu deneyimyle futbol dünya­ sındaki cemaat yapısının gücünü, etkisini fark etmişti. Artık futbol dünyasında yaşananları bu gözle izliyordu. Yöneticiler Fetullahçı futbolcuları kolluyordu. Transfer taksitleri bu futbolculara el altından önceden veriliyordu. Futbol takımlarındaki cemaatçi futbolcuların hegemonya­ sıysa günden güne artıyordu. Bir takımda onlar ne diyorsa o oluyordu. Kadroya girecekler, transfer edilecekler, takımdan gönderilecekler onların denetimindeydi. 228


Ezilen ve Fetullahçıların gucunu gören futbolcuların önünde iki seçenek kalıyordu. Ya onlar gibi olacak ya da dire­ neceklerdi. Kimi direnmeyi kimiyse onlarla gözükmeyi, siste­ min çarkları arasına girmeyi seçti. Evren Nuri Turhan bir müddet sonra sistemi iyice çözmüş­ tü. Transfer olduğu her takımda cemaatçilerin taktiği aynıy­ dı. Yeni gelen futbolcularla temas kuruyor, toplantılarına ça­ ğıyorlardı. Futbolcu, toplantılara gitmezse kurban parası adı altında "himmet" vermesi zorunluluktu. Yoksa takımda yer bulamazdı. Amerika'ya Fetullah Gülen'in ziyaretine gidenlerinse fut­ bol kariyerlerinde önleri açıktı. Oraya giderek himmet veren­ ler kariyer basamaklarını hızla tırmanıyordu. Evren Nuri Turhan futbol kariyerinin sonuna gelmişti. Memleketi olan Kayseri' de futbola son noktayı koymaya ka­ rar verdi. 2008-2009 futbol sezonunda Kayseri Erciyesspor' a transfer oldu. Futbol hayatının o son yıllarında, cemaatin fut­ boldaki gücünün nerelere geldiğini de gözlemlemesine ne­ den oldu. Evren Nuri Turhan, İstanbul Cumhuriyet Savcılığında ver­ diği ifadesinde o günleri şöyle anlattı: "Kayseri Erciyesspor'da 1 5-16 futbolcu Fetullahçıydı. Benden çekindikleri için toplantıları kendi aralarında gizli gizli yapıyorlar­ dı. Bunu fark ediyordum. Bir baktım transferlere karışıyorlar, prim­ lerden zorla kesinti yapıyorlardı. Kendilerinden olmayan oyuncu­ lara selam bile vermiyorlardı. Ben kendilerinden olmadığım için bırakın selam vermeyi, pas bile atmadılar. Beni oynatmamak için her şeyi yaptılar. Benim gibi dört-beş futbolcu daha vardı. Aynı du­ rumdaydık. Bir gün bu Fetullahçılar kulüp başkanına gidip, 'Biz, Evren ahiyi takımda istemiyoruz' diyorlar. Tabi o zaman beni takım­ dan gönderemediler ama pas�fize ettiler. Daha sonra bunların içinde yöneticilerin de olduğunu hissettim. Bu yöneticiler, kendi adamları­ nın taksitlerini önceden gizlice el altından ödüyordu. Onlara uygun teknik direktör getirdiler. Beni sistem dışı bıraktılar. Kendi memle­ ketimin takımında bunları çektim. "

229


Cemaat kurbanı Papen Mustafa Galatasaray alt yapısında oynuyordu. İsmi Galatasaray ile özdeşleşen efsane golcü Metin Oktay onun için, "Benden sonra gelecek en önemli golcülerden biri olacak, yeter ki arkası kollansın" diyordu. Onun golcü yeteneğini gören sadece Metin Oktay olma­ mıştı. 1992-1993 sezonun başında henüz 18 yaşındayken Ga­ latasaray A takımın başında bulunan Alman teknik direktör Karl Heinz Feldkamp'ın da dikkatini çekti. Oyun stili Alman­ ların unutulmaz golcüsü Gerd Müller' e benziyordu. Golü çok iyi kokluyor, ceza sahası içinde buluştuğu meşin yuvarlağı tek vuruşla filelere gönderiyordu. Karl Heinz Feldkamp, "Bu çocuk bundan sonra A takım­ da bizimle olacak" dedi. O genç futbolcunun adı Mustafa Kocabey' di. A takımdaki ilk maçına 12 Eylül 1992'de Ali Sami Yen Stadyumunda çıktı. Rakip, Aydınspor' du. Maç hızlı başla­ mıştı. Her iki takımda karşılıklı ataklarla birbirinin kalesini yokluyordu. Mustafa Kocabey, Galatasaray seyircisiyle ilk ta­ nıştığı o gün neredeyse yüzde yüz gollük iki pozisyonda topu ağlarla buluşturamadı. Ancak hocası Feldkamp ona güveni­ yordu. Güveni boşa çıkmayacaktı. Maçın 74. dakikasında Mustafa Kocabey'in golüyle Gala­ tasaray, Aydınspor karşısında öne geçti. Ali Sami Yen Stad­ yumu "Gol" sesiyle yıkılıyordu. Mustafa Kocabey, A takımla çıktığı ilk resmi maçında golle buluşmuştu. Galatasaray' ın 1992-1993 futbol sezonunda UEFA kupasın­ daki rakibi İtalyanların önemli takımlarından AS Roma'ydı. İlk maç İtalya' da oynanmış ve Galatasaray 3- 1 kaybetmişti. Rövanş günü gelmişti. Ali Sami Yen Stadyumu' nu taraftar­ lar tıklım tıklım doldurmuştu. Maç saati geldiğinde takımda sürpriz bir isim vardı: Mustafa Kocabey. Alman teknik adam Feldkamp, Mustafa'ya yine güven­ miş, UEFA kupasının rövanş maçında ilk 11'de şans vermişti. Mustafa Kocabey o gün yine hocasını mahcup etmedi. Galata­ saray, Roma'yı 3-2 mağlup ederken, takımının attığı üç golün 230


ikisinde Mustafa Kocabey'in imzası vardı. Mustafa, Avrupa liglerinde de golle tanışmıştı. Galatasaray taraftarının gönlünde yerini almıştı. 18 yaşın­ daki bu genç futbolcu takımın geleceği olarak görünüyordu. Artık ismi Fransızların ünlü golcüsü Jean-Pierre Papin ile anı­ lıyordu. Herkes ona "Papen Mustafa" diyordu. Bir sonraki sezonsa artık takımda Mustafa Kocabey'e yer yoktu. Takımın golcüsü Hakan Şükür olacaktı. Dönemin fut­ bol şube sorumlusu Adnan Polat'ın "Bir sene Kocaeli'de ki­ ralık oyna, gelecek yıl seni geri alacağız, bekle" sözlerinden sonra Kocaelispor' a transfer oldu. Bir daha Galatasaray'a geri dönemedi. Futbol hayatına Anadolu takımlarında devam eden ve ka­ riyeri boyunca 309 gol atan Mustafa Kocabey, 2015'te Sabah gazetesine verdiği röportajda sarı kırmızılı takımdan gön­ derilmesinde payı olduğu gerekçesiyle Hakan Şükür ve Arif Erdem'i suçluyor, "Ahirette hesaplaşacağız" diyordu. Mustafa Kocabey'in takımdan kendisini gönderttikle­ rini söylediği Hakan Şükür de, Arif Erdem de cemaatçiydi. Mustafa Kocabey cemaati mi işaret ediyordu? Spor kamuoyu bunları tartışırken Mustafa Kocabey, Sabah gazetesine verdiği röportajı yalanladı, söylemediği sözlerin gazete sütunlarına taşındığım açıkladı. Aslında Mustafa Kocabey röportajda o sözleri söylemiş­ ti. Ancak cemaat baskısı nedeniyle o gün bunları yalanlamak zorunda kalmıştı. Bu gerçek, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılı­ ğına v�rdiği ifade sonrasında ortaya çıktı; "2015 yılında Sabah gazetesine vermiş olduğum , 'Hakan Şükür'e hakkımı helal etmiyorum' adı altındaki röportajdan hemen sonraki günlerde Zaman gazetesinin İstanbul Yenibosna'daki binasında Ak­ siyon dergisinde yazan Behram Kılıç ile görüştüm. Hem yüz yüze hem de telefonla görüştüğümüzde baskı ve tacize uğradım. Benim, Hakan Şükür için verdiğim röportajı yalanlamam ve tekzip ettirmem konusunda sürekli baskı gördüm. Hatta mahkeme masraflarının ken­ dileri tarafından karşılanacağı yönünde bir sürü öneride bulundular. Hatta dava açıp kazanmam durumunda mahkemeden kazanacağım 231


maddi ve manevi tazminatı bile ödeyebileceklerini, o zamanki parayla 100 bin TL tutarında bir parayı kazanabileceğimi söylediler." Mustafa Kocabey'in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifade sadece bununla sınırlı değildi. Kariyeri boyunca 309 gol atan, Metin Oktay'ın varisi olarak tanımlanan golcü, A milli takımlar düzeyinde hiç milli olamamıştı. Kendi iddi­ asına göre, bunun tek sebebi cemaatti. Onlar gibi olmadığı ve bu yapıya ters düştüğü gerekçesiyle futbol dünyasından dış­ lanmıştı. Mustafa Kocabey, Galatasaray'da ve sonrasında tanık ol­ duğu futbol dünyasındaki cemaat yapılanmasını ifadesinde şu sözlerle anlattı: "Galatasaray'da futbol oynadığım dönemde benim cemaat adı altında bildiğim ilk şahıs İsmail Demiriz'di. Daha sonra İsmail De­ miriz, Uğur Tütüneker'in de bu yapıya dahil olmasında etkili oldu. Bunlardan sonraysa Cihat Arslan ile Hakan Şükür bu yapıya da­ hil oldular. Yine aynı dönemde cemaat tarafından futbol camiasına yerleştirilen hocalar, (teknik direktör, antrenör) menajerler, Futbol Federasyonu içinde özellikle Tahkim Kuruluna konuşlandırılan çok sayıda bu yapıdan insan bulunuyordu. Cemaatin yönlendirmesiyle teknik direktör ve antrenör olarak da artık görev alıyorlardı. Bu sü­ reç, Kasımpaşaspor'da Uğur Tütüneker ve yardımcısı olarak görev yapan Cihat Arslan ile başlayan bir süreçti. "Galatasaray'da yüzlerce oyuncu değişti ama Hakan Şükür ile Arif Erdem hiç değişmedi. Zaten takım içinde çok yetenekli oyun­ cular bulunsa da cemaate yakın değillerse takımda yer bulmaları mümkün değildi. Takımdan ayrıldıktan sonra Hakan Şükür, Arif Erdem, Cihat Arslan, Okan Buruk, Emre Belezoğlu'nun artık ce­ maat adına diğerfutbolcuları tesir altında bırakarak cemaatin sohbet evi adı verilen evlerine gidip gelmelerinin arttığını duyuyordum. " Güdük kalan soruşturma Futboldaki cemaat yapılanmasına ilişkin soruşturmalarda elbette ki örgütün futbol dünyasındaki etkinliğint gücünü bilenlerin Evren Nuri Turhan ve Mustafa Kocabey ile sınırlı olduğu düşünülemezdi. Ancak savcılık soruşturmalarında 232


resmi kayıtlara giren, bu konudaki bilgilerini paylaşan sade­ ce bu iki futbolcu oldu. Savcılık soruşturması yüzeysel ve güdük kalırken, futbol dünyasının içindeki FETÖ gerçeğini bilenlerse konuşmayı tercih etmedi. İlk ünlü FETÖ' cü futbolcu Galatasaray'da Bu soruşturmalarda gözaltına alınan, itirafçı olan, tutukla­ nan ve ceza alanlar da oldu. Bunlardan biri de Galatasaraylı eski futbolcu İsmail Demiriz'di. Futbol dünyasının bilinen ilk Fetullahçı ünlü futbolcusuydu. Futbola İzmirspor altyapısında başlamışh. Sağ bek oy­ nuyordu. 1984-1985 futbol sezonunda Gençlerbirliği'nden Galatasaray'a transfer oldu. Saha içindeki ve saha dışındaki tavırlarıyla örnek gösterilen futbolculardan biriydi. Galatasa­ ray camiasında tutuluyordu. Taraftar arasında sarı saçlarından ötürü "Sarı İsmail" veya top kontrolünün zayıflığından dolayı "Tıtrek İsmail" olarak anıldı. Futbolu bırakhğı 1993 yılına ka­ dar aralıksız olarak dokuz yıl sarı kırmızılı formayı giydi. İsmail Demiriz'in Fetullah Gülen'e olan sempatisi hem Galatasaray camiasında hem de futbol camiasında bilinirdi. Hatta özellikle Galatasaray'daki cemaatçi futbolcuların diğer takımlara oranla daha fazla olmasının sebebi olarak da İsmail Demiriz gösterilirdi. Futbola Almanya'nın Bayern Munich takımın altyapı­ sında başlayan ve 1986'da Galatasaray'a transfer olan Uğur Tütüneker'in cemaat saflarına katılmasını da sağlayanın İs­ mail Demiriz olduğu, camiada hemen hemen herkes tarafın­ dan bilinirdi. Futbolu bıraktıktan sonra yine bu dünyanın içinde yer aldı. 1995'te Kasımpaşa'nın teknik direktörlüğünü 1999'day­ sa Siirtspor'un yardımcı antrenörlüğünü yaptı. İsmail Demiriz, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden 38 gün sonra 23 Ağustos 2016'da Büyükçekmece' deki evin­ de gözaltına alındı. Mahkeme kararıyla evi arandı. Polislerin gözüne çarpan ilk şey, salondaki dolabın vitrininde duran iki 233


fotoğrafh Fetullah Gülen ile birlikte farklı zamanlarda çektirdi­ ği fotoğraflan çerçeveli halde duruyordu. Soruşturmayı yürü­ ten sava Mehmet Şenay Baygın'ın itirazı üzerine çıkarlılan ya­ kalama kararının ardındansa 22 Eylül 2016' da tutuklandı. Daha sonra tahliye edildi. Tutuksuz olarak yargılandı, örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle allı yıl üç ay hapis cezasına çarplırıldı. Polis sorgusunda, savcılıkta ve mahkemede verdiği ifade­ lere göre, İsmail Demiriz cemaatle 1991' de tamşmışlı. Kendi söylemlerine göre, kötü bir hayalı vardı ve bunu değiştirmek istiyordu. O yıllarda dindar biri olmaya karar verdi Önce Ka­ ragümrük' teki bir Mevlevihane'ye gidip geldi. Sonrasında bir maç için gittikleri Adıyaman' da Menzil tarikalıyla tanıştı. Onlar­ la dini konularda sohbetler yaptı. İstanbul' daki hayatında artık gece hayatından uzak durup dindar kişilerle oturup kalkmayı yeğliyordu. Bakırköy' de böyle dini sohbetler ettiği bir arkadaş grubuna katılmıştı. O sohbetlerden birinin sonrasında, Harun isimli bir kişinin vasıtasıyla Fetullah Gülen ve cemaatiyle tanıştı. İsmail Demiriz, hayatında kırılma noktası teşkil edecek Fe­ tullah Gülen ile tanıştığı o günü poliste ve savcılıkta verdiği ifadesinde şöyle anlattı: "1991 yılında sabah namazı için Süleymaniye Camisine gittim. Fetullah Gülen burada bir vaaz verdi. Ancak kendisiyle tanışma fırsatım olmadı. Bunun üzerine Harun isimli kişi beni Çamlıca Tepesi'nde bulunan Çamlıca Kuran Kursuna götürdü. Fetullah Gülen ile burada tanıştım. Merhabalaştık, bana, 'Hoş geldin' dedi. Birlikte yemek yedik. Hz. Hamza ile ilgili bir anekdot anlattı. " İsmail Demiriz devam eden günlerde cemaatin sohbetle­ rine katıldL Risale-i Nurlar okudu, sohbetler yaph Artık hiz­ metin neferiydi! 2013' te gittiği ABD' de "hocasını" da ziyaret etti. Dört gün Pensilvanya' daki çiftlik evinde kaldı. Türkiye'ye dönmeden önce Fetullah Gülen, üzerinde isminin baş harflerinin işlemeli olduğu M.F.G. (Muhammed Fetullah Gülen) gömleğini İsma­ il Demiriz'e hediye etti. Türk futbolunun bilinen ilk Fetullahçısı İsmail Demiriz, polis ve savcılık sorgusunda kendisine yöneltilen suçlamaları 234


kabul etmedi, Galatasaray' daki FETÖ' cü yapılanmayla ilgisi olmadığını savundu. Gerçekleri anlatmamıştı. Futbolda FETÖ operasyonları çerçevesinde gözaltına alı­ nan futbolculardan Bekir İrtegün, Ömer Çatkıç ve Uğur Boral itirafçı oldu. Pişmanlık yasası hükümlerinden yararlanarak cezaevine girmekten kurtuldular. Bekir İrtegün'ün son pişmanlığı Bekir İrtegün, profesyonel futbol hayatına adım attığı Gaziantepspor' da Fetullah Gülen cemaatiyle tanıştı. Takım içinde Fetullahçı futbolcular vardı. Kamplarda birlikte kalır, dışarda birlikte gezerlerdi. Takım üzerinde ağırlıkları vardı. Kadroya girebilmenin yolu da onlardan geçerdi. Genç futbol­ cu Bekir İrtegün, onların gücünden etkilenmişti. Onların soh­ bet adı altındaki toplantı davetlerini geri çevirmedi. Toplantılara abilik" , "imamlık" eden Ahmet isminde bi­ riydi. Cemaatin okullarından birinin müdürüydü. Toplantı­ lar genelde onun evinde, kimi zaman da futbolcuların evin­ de yapılıyordu. Gaziantep'in o yıllardaki file bekçisi Ömer Çatkıç ile futbolcu Barış Durmaz da sohbetlerin değişmez isimlerindendi. On yıl düzenli olarak oynadığı Gaziantepspor' dan 2009' da Fenerbahçe'ye transfer oldu. Artık büyük takımdaydı. Hayal­ leri gerçek olmuştu. Gaziantep'teki hayatını geride bırakıp, İstanbul' a geldi. Kısa zaman içinde kadroda yer buldu. Stoper mevkiinde oynuyordu. Takım arkadaşlarıyla da kısa sürede kaynaşmış­ tı. Tam o günlerde bir telefon geldi. Arayan, Gaziantep' teki "imamı" , abisi" Ahmet'ti. "Hayırlı olsun" diyerek telefonu açtıktan sonra "İstanbul'da bizim arkadaşlardan biri benim refe­ ransımla seni arayacak. Görüşürsünüz" dedi. Bekir İrtegün takım ve şehir değiştirmişti ama hayatı de­ ğişmemişti. Cemaat peşindeydi. Bir müddet sonra İstanbul'daki "imamdan" beklediği te­ lefon geldi. Kendisini Ali Şenel olarak tanıttı; "Bir ara görü­ şelim" dedi. II

11

235


Her şey Gaziantep'teki hayatının bire bir kopyası gibiydi. Cemaatçi futbolcular, sohbetler, toplantılar, abiler, imamlar Fenerbahçe'de de vardı. Kah Ali Şenel'in kah bir futbolcunun evinde toplanarak Risale-i Nur okuyor, Fetullah Gülen'in vaaz kasetlerini dinliyorlardı. Kimler yoktu ki o toplantılarda... Adeta yıldızlar karması gibiydi. Emre Belezoğlu, Uğur Boral, Ertuğrul Taşkıran, Alper Potuk, Orhan Şam, Gökhan Gönül, Mehmet Topal. .. Hepsi sohbetlerde vardı. Bekir İrtegün savcılıktaki sorgusunda verdiği ifadesinde o sohbet toplantılarım şöyle anlatıyordu: "Toplantılarımız genelde Anadolu yakasında bu yapıya ait okul­ larda oluyordu. Hatırladığım kadarıyla Ataşehir'de, Ümraniye'de bu yapıya ait okullarda toplantılar yaptık. Toplantılar genelde kah­ valtı yapmak için buluşup, Cuma günüyse toplantı sonrasında birlikte Cuma namazına giderdik veya bir sabah namazı için veya kandil gecelerinde buluşurduk. Toplantılarda yine yaptığımız iş­ ten dolayı düzenli olmazdı. Hatırladığım kadarıyla Çamlıca'da ev yemekleri yapan bir yerde de buluştuğumuz olmuştu. Ayrıca yine hatırladığım kadarıyla birkaç kez Emre Belözoğlu 'nun evinde de bu­ luşmuştuk. " Bekir İrtegün'ün cep telefonuna 2014 yılında "imamı" Ali Şenel tarafından örgütün gizli haberleşme programı Bylock da yüklenmişti. Kullanıcı adım forma numarası olan dörtten "Bekir4" olarak oluşturdu. Kendi ifadesine göre, bu program aracılığıyla sadece Ali Şenel ile dini içerikli sohbetler yaptı, örgütsel bir iletişim için kullanmadı. 2015-2016 sezonu başladığında artık yeni takımı Başakşehir' di. Futbol hayatında yeni bir sayfa açılmıştı. An­ cak normal hayatında her şey birbirinin tekrarıydı. Ali Şenel kendisini aramış ve yeni takımında kendisiyle başka bir "ahi­ nin" ilgileneceğini söylemişti. Bekir İrtegün, polis ve savcılık ifadesinde bu isteği geri çevirdiğini, cemaatle ilişkisini o dö­ nemde koparmaya çalıştığını söyleyecekti. 8 Temmuz 2017' de yeni takımı Başakşehir ile birlikte yurt­ dışı kampına gitmek için havalimamna gittiğinde geçmişiyle 236


yüzleşti. Pasaport kontrolü sırasında pasaportuna tedbir ko­ yulduğunu öğrendi. Yurtdışına çıkamayacaktı. Bylock kulla­ nıcısı olduğu tespit edilmişti. Futbol hayatı o gün bitti. Gözaltına alındı, itirafçı oldu. Fenerbahçe'deki FETÖ' CÜ futbolcuların ismi Uğur Boral' dan Bekir İrtegün' ün verdiği ifadeler sonunda, örgütün sohbet toplantılarına katılan isimlerden birinin de eski Fenerbahçeli futbolcu Uğur Boral olduğu ortaya çıktı. Kasım 2017'de gö­ zaltına alındı. Pişmanlık yasasından faydalanmak istediğini söyleyerek itirafçı oldu. Futbola Karadenizspor' un altyapısında adım atan sol ka­ nat oyuncusu Uğur Boral, cemaatle 2003'te transfer olduğu Gençlerbirliği Kulübünde tanıştı. 21 yaşındaydı. Gençlerbirliği'nde o yıllarda cemaatçi futbolcular yoğunluk­ taydı. Bunların başındaysa takımın kaptanı Ümit Bozkurt geli­ yordu. Takıma transfer olan her yeni gelen futbolcuyla o ilgilenir, cemaate kazandırmaya çalı şırdı. Uğur Boral da onlardan biriydi. Kaptan Ümit Bozkurt, Uğur Boral' ı da takıma yeni katılan genç futbolcularla birlikte yemeğe götürmüştü. O yemekte onlarla "Halil" isminde bir "abi" tanıştırıldı. Genç oyuncular yaşantılarına dikkat etmeli, gece hayatıyla futbol kariyerleri­ nin sonunu getirmemeliydi. Sohbetler din üzerineydi. Ayrıca cemaat içinde yer alan futbolcuların takım içinde kollandığı da gerçekti. Uğur Boral da cemaatin ağına takılmıştı. Devam eden günlerde sohbetleri aksatmadan sürdürdü. Ankara' da cemaat abisine ait bir evde toplanıyorlardı. Ta­ kım arkadaşları Ümit Bozkurt, Sedat Yeşilkaya, Erkan Özbey, Ali Cansun ve hatta Tunuslu Sammy Gtary bile bu sohbetlere geliyordu. Yemekler yeniyor, Risale-i Nur okunuyor, Fetullah Gülen'in vaaz kasetleri dinleniyordu. Örgütün tüm yapıların­ da tekrar eden sistem futbolcular için de geçerliydi. 2006-2007 futbol sezonunda Fenerbahçe'ye transfer oldu­ ğunda "cemaat abisi" de değişti. Tıpkı Bekir İrtegün' de oldu­ ğu gibi onu da Ali Şenel aradı. Yeni "imamı" artık oydu. 237


Uğur Boral, Fenerbahçe' deki cemaat günlerini emniyette verdiği ifadesinde şu sözlerle anlattı: "Fenerbahçe'den takım arkadaşlarım Tuncay Şanlı, Serdar Kulbil­ ge, Kerim Zengin, Bekir İrtegün, Emre Belewğlu, Orhan Şam, Gök­ han Gönül ile birlikte değişik zamanlar ve değişik gruplar halinde bu sohbetlere katıldım. Tuncay Şanlı, Kerim Zengin ve Serdar Kulbilge ile çokfazla vakit geçirmediğim için ne sıklıklarla sohbetlere gittikleri­ ni bilmiyorum. Tuncay Şanlı, bir yıl sonra İngiltere'ye transfer oldu. Gökhan Gönül de bu sohbetlere sık gelenlerden değildi." Uğur Boral'ın itirafları savcılık ve mahkeme tarafından samimi bulundu. Pişmanlık yasası hükümlerinden faydala­ nabileceği değerlendirildi. Adli kontrol şartıyla tutuksuz yar­ gılanmak üzere serbest bırakıldı. Cezaevine girdikten sonra itirafçı oldu Bekir İrtegün'ün itirafları sonunda gözaltına alınanlardan biri de eski file bekçisi Ömer Çatkıç oldu. Savcılığın yaptığı tespit sonunda örgütün gizli haberleşme programı Bylock kullanıcısı olduğu da tespit edilmişti. 22 Ağustos 2017' de gö­ zaltına alındı. Suçlamaları reddetti, örgütle olan ilişkisini an­ latmadı. 28 Ağustos 2017' de tutuklandı. Silivri Cezaevine girmesinden çok kısa bir süre sonra "itirafçı" olmaya karar verdi. Pişmandı, örgüt içinde ya­ şadığı günleri anlatacaktı, futbolcular arasında bu yapıy­ la ilişkisi olanların ismini verecekti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na dilekçe yazdı. 15 Eylül 2017'de Çağlayan' daki İstanbul Adliyesinde savcının karşısındaydı. Futbola Eskişehirspor' da başlayan Ömer Çatkıç, cemaatle ilk birlikteliğine Gaziantepspor' a transfer olmasıyla adım at­ mıştı. Ömer Çatkıç' ı örgütle tanıştıransa aynı takımda oyna­ dığı arkadaşları Cihat Arslan ve Mehmet Ali'ydi. Ömer Çatkıç birer yıl arayla babasını ve ablasını kaybet­ mişti. Takım arkadaşları ona, "Kafan dağılır. Manevi boşluğunu doldurur" diyerek sohbetlere katılmaya ikna etmişti. Hayatı­ nın bundan sonraki tüm yıllarını etkileyecek olan cemaatle yolları bu şekilde kesişti. İfadesinde o günleri şöyle anlattı: 238


"Sohbetlerde Kur'an okunuyor, Risale-i Nur okunuyor, namaz kılınıyordu. 2004 yılına kadar Gaziantep'tefutbol oynamaya devam ettim ve düzenli olarak sohbetlere katıldım. Hatırladığım kadarıyla sohbetleri veren Gaffur, Mustafa isimli şahıslardı. Mustafa bir ca­ mide imamdı, Gaffur ise esnaftı. Sohbetlere futbolcu arkadaşlarım Erkan Özbey, Gökhan Tokgöz, Mehmet Çakır geliyordu. " Ömer Çatkıç'ın Gaziantepspor'dan sonraki durağıysa Bursaspor'du. Orada da kendisi gibi cemaatçi olan takım arka­ daşı Zafer Biryol vardı. Sohbetlere onun vasıtasıyla devam etti. Bursaspor'dan ayrıldığında cemaatle ilk tamşhğı Gaziantepspor'a geri dönmüştü. Takımda genç cemaatçi futbolcular vardı. Bekir İrtegün, Barış Durmaz sohbetlerin değişmez isimleriydi. Ömer Çatkıç son transferini 2009'da Antalyaspor' a gide­ rek yaptı. Faal olarak sohbetlere devam etti. "İmamları"ysa Toros Koleji öğretmenlerinden Uğur Kepir'di. Sohbetler de kolejde oluyordu. Ömer Çatkıç'ın savcılıkta verdiği itirafları­ na göre, takım arkadaşları Uğur Kavuk, Hakan Özmert, Or­ han Ak, Emrah Başsan bu sohbetlerde bulunan isimlerdi. Ömer Çatkıç, futbol hayatına son noktayı 2012'de Antalyaspor'da koydu. İstanbul'a yerleşti. 2014'te ailesiyle İstanbul'da bir AVM'de dolaşhğında Bursaspor' dan takım ve cemaat arkadaşı Zafer Biryol ile karşılaştı. Zafer Biryol, eski ce­ maatçi futbolcularla zaman zaman toplanarak görüştüklerini, sohbetler yaptıklarını söyledi. O günden sonra Ömer Çatkıç, cemaat sohbetlerine İstanbul'da da devam etmeye başlamıştı. Sohbetlerden birinde "imamları" tarafından telefonlarına ör­ gütün gizli haberleşme programı Bylock yüklendi. Savcılığa ikinci kez kendi isteğiyle "pişmanlık yasası hü­ kümlerinden" faydalanabilmek için geldiğinde bunları anlat­ h. Savcılık, Ömer Çatkıç'ın ifadelerini "samimi" buldu. Adli kontrol şarhyla serbest bırakıldı. Adı geçen futbolculara soruşturma yok Futbolda FE1Ö soruşturmasının tek tutuklu sanığıysa ör­ gütün gizli haberleşme programı Bylock kullanıcısı da oldu­ ğu tespit edilen eski futbolcu Zafer Biryol'du. 239


İtirafçı futbolcular Ömer Çatkıç, Bekir İrtegün ve Uğur Boral'ın verdikleri ifadeler sonunda örgüt yapılanmasına dahil olduklarını söyledikleri onlarca futbolcu ismi ortaya çıktı. Bunlar; "Emre Belezoğlu, Ümit Bozkurt, Cihat Ars­ lan, Alper Potuk, Orhan Şam, Tuncay Şanlı, Gökhan Gönül, Mehmet Topal, Gökhan Tokgöz, Mehmet Çakır, Uğur Ka­ vuk, Sedat Yeşilkaya, Alicansun Begeçarslan, Serdar Kulbil­ ge, Kerim Zengin, Barış Durmaz, Ertuğrul Taşkıran, Ertuğ­ rul Sağlam'dı." Hemen hemen her ifadede ise, Emre Belezoğlu, Ümit Boz­ kurt ve Cihat Arslan'ın isimleri mutlaka geçiyordu. Hatta Ümit Bozkurt ile Cihat Arslan'ın takıma yeni gelen futbolcu­ ları cemaat yapılanmanın içine kazandıran isimler oldukları öne sürülüyordu. Adı geçen bu futbolculardan sadece Emre Belezoğlu ile ilgi­ li halen FETÖ soruşturması sürdürülüyor. Bir yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen savcılık hala Emre Belezoğlu'nun hu­ kuksal durumuyla ilgili bir kanaat oluşturamadı. İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesine 10 Ocak 2019'da sav­ cılık tarafından gönderilen resmi yazı sonundaysa "Alper Potuk, Orhan Şam, Tuncay Şanlı, Gökhan Gönül ve Mehmet Topal" hakkında takipsizlik kararı verildiği anlaşıldı. İtirafçı futbolcuların ifadelerinde adı geçen Gökhan Tok­ göz, Ümit Bozkurt, Mehmet Çakır, Uğur Kavuk, Hakan Öz­ mert, Orhan Ak, Emrah Başsan, Cihat Arslan, Sedat Yeşilka­ ya, Alicansun Begeçarslan, Serdar Kulbilge, Kerim Zengin, Barış Durmaz ve Ertuğrul Taşkıran hakkındaysa herhangi bir soruşturma bulunmadığı anlaşıldı!

Şıracının şahidi bozacı! Hakkında soruşturma dahi yapılmayan Gençlerbirliği'nin eski takım kaptanı Ümit Bozkurt, "şüpheli" her futbolcunun ismini verdiği, takımdaki cemaat yapılanmasını organize et­ tiği, sohbetlere futbolcu götürdüğünü iddia ettiği bir isimdi. Onca ifadeye rağmen hakkında FE1Ö soruşturması açıl­ mayan Ümit Bozkurt, karşımıza Ankara İkinci Ağır Ceza 240


Mahkemesinde devam eden bir FETÖ soruşturmasında "ta­ nık" olarak çıktı. Sanık değil, tanıktı! Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen "Him­ met" adı altında FETÖ'ye kaynak aktardıkları gerekçesiyle sekizi tutuklu 11 sanıklı davada Ümit Bozkurt tanıktı. Şıracı­ nın şahidi bozacıydı! 29 Kasım 2016' da Ankara' daki mahkemeye tanık sıfatıyla katılan Ümit Bozkurt, yargılanan sanıklardan Erkan Şenol ile ilgili şunları söyledi: "Gençlerbirliği'nde oynarken Şenol ile tanış­ tık ve yardıma muhtaç olduğu için yardımcı oldum. Ben o dönemde çok para kazanıp, çok para kaybettim. Yardım amaçlı da para dağıt­ tım. Erkan'ın da yardıma ihtiyacı olduğu için borç para verip geri aldım. Erkan'ın Fetullah Gülen cemaatiyle bir bağlantısı olduğunu görmedim." Ümit Bozkurt da olduğu gibi hemen her futbolcunun ifa­ desinde adı geçen Cihat Arslan da soruşturma geçirmemiş­ ti! Cihat Arslan, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Tür­ kiye' deki teknik direktörlük kariyerini sürdürdü. O tarihten 2019'a kadar Akhisar Belediye, Karşıyaka, Adanaspor gibi takımları çalıştırdı. Cihat Arslan, 2019 futbol sezonundaysa Bosna Hersek ekibi NK Celik Zenica ile anlaştı. Artık, kariye­ rini yurtdışına taşımıştı.

241



I X . B öl ü m

Yan ı n a B i r Po l i s G e l i r s e " E ş im Po l i s " D eme



TSK' da açığa çıkan FETÖ' cüler darbe yapar Şubedeki masasının üzerinde balya balya duran günlük gazeteleri bir kenara koydu. Okuduğu son gazeteyi de henüz bitirmişti. Birkaç gazete, FETÖ soruşturmalarında üst rütbeli mu­ vazzaf subayların ifadeye çağrıldığını yazıyordu. Ancak bu subaylar "sağlık raporu" almış, ifadeye gitmemişlerdi. Soruş­ turmanın merkezi İzmir' di. İzmir polisi ve Cumhuriyet Başsavcılığı, TSK'daki sayıla­ rı bini bulan FETÖ' cü subayları isim isim belirlemişti. Liste, TSK'nın komuta kademesine gönderilmişti. Ancak bir türlü "gereği" yapılamıyordu. İfade için İzmir Cumhuriyet Başsav­ cılığına çağrılan subaylar bile toplu halde "hasta olmuştu." Adliyeye gitmemek için direniyorlardı. "Bir şeyler oluyor, olacak" diye düşündü. Tam o sırada cep telefonu çaldı. Arayan HSYK üyelerinden Ramazan Kaya'ydı. Hemşerisiydi. O da Kayseriliydi. Uzun zamandır tanışıyorlardı. Zaman zaman siyasi konulardan, memleket meselelerinden uzun sohbetler ederlerdi. Özellikle de Fetullahçıların devlet içindeki yapılanmalarından, yaptık­ ları kumpaslardan konuşurlardı. HSYK üyesi Ramazan Kaya'nın "Fatih, müsaitsen seni da­ ireye bekliyorum, laflarız" sözleri üzerine şubeden ayrıldı. Günlerden Cuma, saat 14.30 sularıydı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Balgat'taki bi­ nasında, hemşerisi, dostu Ramazan Kaya'nın odasındaydı. 245


Odada, yüksek yargı mensubu birkaç kişi daha vardı. Hal hatır ve hoşbeşten sonra HSYK üyesi Ramazan Kaya direk mevzuya girdi: "Ne olacak bu gidişin sonu Fatih müdürüm. Bu FETÖ be­ lasında son durum nedir? Nereye gidiyor ülke?" Ramazan Kaya, hemşerisi Emniyet Müdürü Fatih Eryılmaz' ı FETÖ konusunda "bilirkişi" gibi görürdü. Öğrencilik yılları dahil 28 yıldır emniyet teşkilatındaydı, FETÖ' cülerin gerçek yüzünü en iyi bilenlerden biriydi. Daha önce bu yapı hakkın­ da söylediği her şey çıkmıştı. Ona güvenirdi. Fatih Eryılmaz yanıtladı: "Darbe olur." Odada buz gibi bir hava esti. Az önce koltuklarında rahat bir şekilde oturan yüksek yargıçlar tedirgin olmuş, endişeli gözlerle Emniyet Müdürü Fatih Eryılmaz' a bakıyorlardı. Fatih Eryılmaz'ın sözlerine şaşırmayan tek kişiyse HSYK üyesi Ra­ mazan Kaya'ydı. Daha önce defalarca Fatih Eryılmaz'dan FE­ TÖ' cülerin darbe yapacağına ilişkin teorisini dinlemişti. O gün de onu bu teorisini meslektaşlarına anlatması için çağırmıştı. "Bu teorini açsana, dinleyelim" dedi. "Kemalist görünümlü Gülenist bir darbe" bekliyorum diye başladı sözlerine Fatih Eryılmaz. "Hem halkın hem de dünyanın desteğini almak için bu yöntemi seçecekler. Ata­ türkçü, Kemalist bir görüntü altında darbeyi gerçekleştire­ cekler. Örgüt her kaba, her şekle girer. Bu sefer de aynı yönte­ mi kullanacaklar." "Gülenciler darbe mi yapacak diyorsun müdür bey. TSK' da o kadar güçlüler mi? Yapmayın o kadar da değil?" diye konuştu odadaki yüksek yargıçlardan biri. Ülkenin yüksek yargısındaki makam sahibi insanlar bile FETÖ'nün nasıl bir güce sahip olduğunun farkında değildi. TSK'nın hala Atatürkçü bir yapıda, Cumhuriyet değerlerine sahip subay ve astsubaylardan oluştuğunu zannediyorlardı. Oysa ki, 40 yıldır örgüt her kademeye adım adım sızmış, dev­ letin kılcal damarlarına yerleşmişti. Derin bir nefes aldı. İçinden de "Yine meczup, deli mu­ amelesi yapacaklar" diye geçirdi. Son on yılda önüne gelen 246


herkese FETÖ tehlikesini ve gidişatı anlatıyordu. Bir şeyler yapılmazsa ülke elden gidecekti. Önce insanlar ilgiyle dinli­ yor, sonra da onun "takıntılı" olduğunu düşünüyorlardı. Bu sefer de aynısı olacaktı. Olsun. Anlatacaktı. "Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk operasyonları döne­ mini düşünün. İnsanlar sahte ihbarlarla, haklarında ufacık bir delil bile olmadan gözaltına alındılar, tutuklandılar. T SK, su­ bay ve astsubaylarını gözü kapalı yargıya teslim etti. Şimdiyse FETÖ' cü oldukları delillerle sabit subay ve astsubaylar ifadeye bile gitmiyor. Genelkurmay sessiz. FETÖ' cüler direniyor" dedi. Odadaki yargıçlardan biri Fatih Eryılmaz'ın tespitlerini onayladı. Ancak yine de "Tespitleriniz yerinde. Ama bununla olacağını iddia ettiğiniz darbenin ne ilgisi var?" diye sordu. "40 yıldır ülkenin en kritik birimlerine nüfuz etmiş bir ya­ pıdan bahsediyoruz. En önemli silahlı güçlerinin olduğu stra­ tejik yerleriyse TSK'ydı. Burada açığa çıktılar. Afişe oldular. Bu gücü kaybetmek istemeyeceklerdir. Bunun da tek yolu bu saatten sonra yönetime el koymaları ve harekete geçmeleri." Fatih Eryılmaz cümlelerini "Bugün yarın darbeyi bekliyo­ rum" sözleriyle noktaladı. F-16'lar Ankara semalarında HSYK' dan ayrıldığında saat 17.45' e geliyordu. "Bugün eve erken gideyim, hatun sevinsin, akşam yemeğini birlikte yeriz" diye düşündü. Eşine "hatun" diye hitap ederdi. Po­ lislerin mesai mefhumu yoktu. Geceleri gündüzleri belli de­ ğildi. Bu durumda en çok onların eş ve çocukları için zordu. Fatih Eryılmaz'ın eşi de yıllardır, tek kelime etmeden sabırla bu duruma katlanmış, ona en ufak bir eleştiride dahi bulun­ mamıştı. Müşfik ve fedakardı. Bunları düşünerek evin kapısının zilini çaldığı anda cep telefonuna da bir çağrı geldi. Arayan hukukçu dostu Elvan Keçelioğlu'ydu. Göksu'da balık yemeğe davet ediyordu. As­ lında Elvan Keçelioğlu da o gün Fatih Eryılmaz' dan darbe tez­ lerini dinlemek istiyordu. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden yakın dostu bir profesör, Elvan Keçelioğlu'nun misafiriydi. Konu 247


darbelerden açılmış, profesör dostu, "Türkiye' de darbe falan olmaz. O günler geride kaldı. Darbe zemini de yok" diyordu. Elvan Keçelioğlu da birkaç gün önce Fatih Eryılmaz' dan dar­ be tezlerini dinlemişti. Hep birlikte beyin fırtınası yapmak için onu da davet etmişti. Fatih Eryılmaz, eve geldiğini söyleyerek nazikçe Elvan Keçelioğlu'nun davetini geri çevirdi. Akşam yemeğinde ailece birlikteydiler. Eşi ve çocuklarıyla sohbet etti. Günlük olan biteni konuştular. Yemekten sonra balkona çıktı. Güzel bir Temmuz akşamıydı. O gün 15 Temmuz' du. Saat 21.30 civarında evin balkonunda, çayım yudumluyor, sigarasını içiyordu. Evde olduğu akşamlar yemekten sonra hep böyle yapardı. Biraz sonra balkona, eşi de geldi. Ona eş­ lik ediyordu. Sohbetlerini gök gürültüsüne benzer bir ses bozdu. Fatih Eryılmaz başım gökyüzüne doğru kaldırdığında bu sesin al­ çaktan uçan bir F-16 olduğunu gördü. Yoksa korktuğu oluyor muydu? Fatih Eryılmaz'ın uzun zamandır sesli olarak dillendirdiği Kemalist görünümlü Gülenist darbe başlamış mıydı? Boğaz Köprüsü'nün üzerinde askerler, yollarda tanklar vardı. Ne oluyordu? Telefonları ardı ardına çalmaya başladı. Herkes olan bite­ nin yanıtım ona soruyordu. Fetullahçılar ilk kez tartıya çıkıyor Arayanlardan biri de İstanbul Terörle Mücadele Şube Mü­ dürü Kayhan Ay'dı. İkisi devreydi. Kolej ve Akademi yılla­ rından beri dostlardı. Devresi Kayhan Ay' dan İstanbul' daki durumu öğrendikten sonra ilk sözleri şu oldu: "Direnç göste­ rin. Cumhurbaşkanı' na ulaşın ve halkı sokağa çağırması ge­ rektiğini ifade edin. Fetullahçılar darbe yapıyor." Kendisinin de sokağa çıkması gerekiyordu. Gelen tele­ fonlar, Ankara Emniyet Müdürlüğünün de kuşatılmasının an meselesi olduğu yönündeydi. Hemen silahım, şarjörünü kontrol etti. Yedek mermileri aldı. 248


Eşi, 13 yaşındaki oğlunu hemen yanı başına almış, endişeli gözlerle onu izliyordu, "Ne olur kendine dikkat et. Sana bir zarar vermelerine izin verme" dedi. Onun da babası Kıbrıs Ga­ zisiydi. Babası Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Gazi olarak eve döndüğünde o da yanı başında duran oğlu gibi 13 yaşındaydı... Fatih Eryılmaz, eşine ve çocuklarına sarıldı. Helalleşti. Kim bilir, belki de "gitmek var dönmek yoktu." Sokağa adımını attığında, 30 yıldır bu anı, örgütle hesap­ laşma için bugünü beklediğini düşündü. Fetullahçılar ilk defa tartıya çıkıyordu. Ağırlıkları da boylarının ölçüsü de ortaya çıkacaktı. Ankara Emniyeti'nde darbeye karşı etten duvar Ankara Emniyet Müdürlüğüne geldiğinde kaosla kar­ şılaştı. Ortalık ana baba günüydü. Polisler ne yapacaklarını bilemez bir şekilde sağa sola koşuşuyor, bir yandan da silah ve mühimmatları hazırlıyorlardı. Emniyet Müdürlüğünün hemen önünde tanklar ve askerler belirmeye başlamıştı. Al­ çak uçuş yapan F-16' ların gökyüzünü delercesine boşluğa bıraktığı bombaya benzer sesi, kaotik ortamı daha da derin­ leştiriyordu. Darbecilerin helikopterleri de Ankara Emniyet Müdürlüğünün semalarına tanklara destek için gelmişti. Bu şartlar altında polisler direniş için hazırlık yapıyor­ lardı. Ancak yine de "Kendi askerimize silah mı çekeceğiz?" diye konuşan polisler de vardı emniyet müdürlüğünün bah­ çesinde. Fatih Eryılmaz için bu seslerin sahibi belliydi: "FE­ TÖ' cülerdi." Tek tük de olsa aralarında FETÖ' cü polislerin olduğunu anladı. Direnişi kırmak için bu şekilde konuşup meslektaşlarını tereddütte bırakmak istiyorlardı. Emniyet Müdürlüğü bahçesindeki polislerin bir an önce organize olması gerekliydi. Hep birlikte "canlı kalkan olmalı­ yız" diye düşündü. Dakikalar içinde organize olmuşlardı. Kol kola giren polisler emniyetin bahçesinden "Tekbir" sesleriyle caddeye çıktı. Tanklarla aralarındaki mesafe 25 0-300 metre ci­ varındaydı. Darbecilerin bulunduğu tanklara yürümeye baş­ ladılar. 249


Uyarı atışları geldi. Polislerin kol kola etten duvar halinde kendilerine doğru yürümeye başladığım gören darbeciler ate­ şe başladı. İlk anda mermilerin hedefi polisler değildi. Asfalta ateş ediyorlardı. Bu, sadece bir uyarıydı. Direnişi kırmaları için gözdağıydı. Polislerse kararlıydı. Darbecilere teslim olmayacaklardı. Kararlı bir şekilde ağır adımlarla tanklara doğru yürümeye devam ettiler. Aslında polislerin etten duvar örmelerindeki başlıca neden zaman kazanmaktı. Halkın da kendilerine katı­ lacağını umarak süre kazanmak istiyorlardı. Ankara Emniyet Müdürlüğü işgal edilmemeliydi. Polislerin, direnişteki kararlılığını anlayan darbecilerin uya­ rı ateşinin yerini artık hedef gözeterek yapılan atışlar almıştı. Tankların üzerinden yapılan silah atışlarıyla vurulanlar oldu. Yaralılar, meslektaşları tarafından kaldırıma taşınıyor, hastaneye götürülmeye uğraşılıyordu. Kimisiyse oracıkta şehit oluyordu. Mermilerin hedefi oldu, yaralandı Fatih Eryılmaz, yanındaki polis memurunun açılan ateş sonucu sendeleyerek yere düştüğünü gördü. Ona doğru eğil­ diği sırada kendi de hedef olmuştu. Karnındaki sıcaklığı he­ men hissetti. Elini sıcaklığın olduğu yere götürdüğünde kur­ şun yarasıyla açılan sırtındaki boşluğu fark etti. Mermi kar­ nından girmiş, sırtından çıkmıştı. Kan kaybediyordu. Kendi kendine "Kan kaybından ölmemem için 1, 5 dakika zamanım var" diye düşündü. Sürüne sürüne kaldırıma doğru yöneldi. Kenarda duran bir otomobile kendini siper etmişti. Bu sırada gözünün önündeki her şey yeşile büründü. Her­ halde "cennete" gidiyorum. "Şehitlik yaklaşıyor" diye düşün­ dü. Ama bu çok kısa sürdü. Her yer artık zifiri karanlıktı. Ken­ dinden geçmeye başlamıştı. Gök gürültüsüne benzer bir sesle kendine geldi. Yakınlarda bir yere F-16'lar bomba atmıştı. Gö­ zünü açtığında yaşadığını anladı. O sırada kendisine doğru iki kişinin yöneldiğini gördü. Vatandaşlar, yaralı olduğunu fark etmişlerdi. Kucaklarına aldılar, bir otomobile bindirdiler. Bir tanesi üstündeki gömleği çıkartıp, yarasına tampon yapıyordu. 250


Ankara Numune Hastanesi acil servisine ulaşmaları beş dakika sürdü. Hastaneye götürüldüğünde tek yaralı kendi­ siydi. Doktorlar ilk müdahaleyi yaptı. Kan kaybı durdu. Bayıl­ mıştı. Gözlerini açtığında hastanenin her köşesinde yaralılar vardı. Doktorlar bir o yaralıya, bir beridekine müdahale etme­ ye çalışıyorlardı.

Yaralı halde sosyal medyadan çağrı: "Direnin. Bu vatan, memleket meselesidir" Yaralı olduğunu öğrenen birkaç arkadaşı hastaneye koş­ muştu. Bunlardan biri de Okan Tosun'du. Haberlerde, sosyal medyada hala FETÖ'cülerin "Terör saldırısı var. Asker onun için sokakta" şeklinde kara propaganda yaptıklarını, darbe­ nin üzerini karartmaya çalıştıklarını söyledi. Cep telefonun­ dan kendisini videoya çekerek olan biteni anlatmasını istedi. Fatih Eryılmaz, yaralı halde yattığı sedyeden, sosyal med­ ya üzerinden halka seslendi: "Herkes sokağa çıksın. Darbeci­ lere dirensin. Bu, vatan, memleket, devlet meselesidir. Parti meselesi değildir" dedi. Bu video, o gece arkadaşları tarafın­ dan sosyal medyada paylaşıldı. Kan kaybı durdurulmuş, hayati tehlikeyi atlatmıştı. An­ cak, Ankara Numune Hastanesi'nde onlarca yaralı vardı. Durumları daha ağır olan yaralılar ameliyata alınmıştı. Fatih Eryılmaz sedyede bekliyordu. Arkadaşları onu başka bir has­ taneye yetiştirdi. Ameliyat masasına alındığında doktorların kendi araların­ daki konuşmalarını dinliyordu. Kurşun bir cm. sağ taraftan vü­ cuduna isabet etmiş olsa, şimdi hayatta olmayacağını anladı. "Allah çocuklarına, eşine bağışlamıştı." Narkoz etkisini gösterdiğinde kendinden geçti. O uyku halindeyse gözünün önünde çocukluğu belirdi. 1988 yılına, 15 yaşında Polis Kolejine ilk adım attığı günlere gitti. Her şey film şeridi gibi gözünün önünden akıyordu. Kayseri'de Polis Koleji Polis Koleji Kayseri'ye açılmıştı. Evleriyle arasındaki mesafe bir km. ya vardı ya da yoktu. Hedefi, ortaokulu bitir251


dikten sonra Polis Kolejine başlamaktı. İlkokul öğretmeni ba­ bası da bunu istiyordu. Tek maaşla dört çocuğunu büyütmeye çalışan emekçi bir eğitmendi. Fatih, polis kolejinde okursa en azından bir ölçüde yükleri de hafiflerdi. Orada, yemeden, iç­ meye, barınmaya kadar her ihtiyaçlarını devlet karşılıyordu. Fatih Eryılmaz, 1988' de Kayseri Polis Kolejinden ilk adı­ mını attığında hayallerine kavuşmuştu. İlk yıl hazırlık okuya­ caktı. Haftada 33 saat İngilizce eğitim görecekti. Polis Kolejinde, Türkiye'nin dört bir köşesinden gelen ya­ şıtları vardı. Hemen hemen hepsi de dar gelirli, orta sınıf ai­ lelerin çocuklarıydı. Kısa sürede hepsi kaynaşmışlar, arkadaş olmuşlardı. Okulun imkanları da kendi yaşadıkları hayata göre olduk­ ça iyiydi. Birçoğu banyodan sonra üstlerine giydikleri bor­ nozla ilk defa kolejde tanışmıştı. Hatta bunlardan bir tanesi yaşadığı köyde, banyodan sonra anasının kendisini şeker çu­ valıyla kuruladığını anlatmıştı. O çocuklar için bornoz o ka­ dar lükstü ki... Kolejin kütüphanesi, spor salonları, sosyal ortamları hep­ si mevcuttu. Devlet, geleceğin emniyet müdürü adayları için güzel bir ortam yaratmıştı. Fatih Eryılmaz kolejdeki çocuk­ lardan biraz daha şanslıydı. Çünkü hafta sonları okulun he­ men dibindeki evine gidebiliyordu. Hatta bahçeye çıktığında balkondaki anasını, sabah sporuna çıktıklarındaysa namaz­ dan dönen babasını görebiliyordu. Diğer çocukların böyle bir şansı yoktu. Onlar, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinden okumak için Kayseri'ye, Polis Kolejine gelmişlerdi. Polis Kolejindeki o ilk hazırlık sınıfı yılı Fatih Eryılmaz için olağanüstü geçmişti. Okula da arkadaşlarına da ısınmıştı. Hazırlık sınıfında fişleme Cemaat mı? Cemaatin C'si bile yoktu okuldaki o yıl. Bu­ nun bir sebebi vardı. Polis Kolejinde hazırlık sınıfı dernek; oradaki öğrenci profilinin röntgeninin çekildiği yıl dernekti. Koleje başlayanların yüzde 50' sini cemaat tarafından Polis Kolejine gönderilmiş çocuklar oluşturuyordu. Sınıf komiser252


lerinin de hemen hemen hepsi cemaatçiydi. Hazırlık sınıfında hepsinin bir görevi vardı. Cemaatçi olmayan diğer çocukların kişiliklerini, aile yapılarını, zaaflarını, ilgi alanlarını, ekono­ mik durumlarını vb. her şeyi öğrenir, rapor ederlerdi. Hazır­ lık sınıfları, cemaat için kendilerinden olmayanların istihba­ ratının yapıldığı dönemdi. Polis Koleji öğrencileri sabah sporu için okul bahçesinde ol­ duğu saatlerde, Fatih Eryılmaz'ın babası da okulun önünden namaz için camiye giderdi. Okuldaki hemen hemen tüm öğren­ ciler bunu bilirdi. Hafta sonları da bir çoğu Fatih Eryılmaz'ın evinde olurdu. Anası onlara yemek pişirir, çay demlerdi. Fatih Eryılmaz'ın aile yapısı muhafazakardı. Babası mil­ liyetçi, hem de namazında niyazında bir insandı. Annesi ba­ şörtülü, Anadolu kadınıydı. Tüm bunlar, yaşıtı cemaatçi arka­ daşları tarafından aslında örgüte, yani cemaat abilerine rapor edilmişti. Fatih Eryılmaz bunların yanında okumaya düşkün bir öğ­ renciydi. Kütüphaneden çıkmazdı. Hatta derslerde bile kitap okurdu. Zeki, çalışkan, öğrenmeyi seven bir öğrenciydi. T üm bunlar, cemaat için önemli unsurlardı. Onu örgüte kazandıra­ bilirlerdi. İdeal bir cemaatçi adayıydı. Hazırlık sınıflarındaki "cemaat fişlemesi" bittikten sonra Polis Kolejinin birinci sınıfından itibaren örgüte kazandırıl­ maya çalışılan öğrenciler üzerinde çalışmaya başlanırdı. Bir taraftan da örgüte zararı dokunabileceklerin Polis Kolejinden yollarının ayrılması için önlerine engel çıkartılırdı. Cemaat zimmeti Fatih Eryılmaz, örgüte kazandırılması planlanan Polis Ko­ leji öğrencilerinden biriydi. Fatih'in sınıfta çok samimi oldu­ ğu iki arkadaşı vardı. Biriyle aynı sırayı paylaştığı iki arkadaşı da cemaatçiydi. Polis Kolejine cemaat tarafından yerleştiril­ mişlerdi. Fatih'inse bundan haberi yoktu. Hazırlık sınıfı bitmiş, birinci sınıfa başlamışlardı. Fatih, örgüt tarafından samimi olduğu arkadaşlarından birine zimmetlen­ mişti. Aynı sırayı paylaştığı cemaatçi arkadaşı da bu durumdan 253


haberdardı. Fatih'i ona zimmetlemedikleri için bu duruma bo­ zuluyordu. Polis kolejinde cemaatçi olmayan bir öğrencinin cemaatçi bir öğrenciye zimmetlenmesi şu anlama geliyordu. Devşiril­ mesi düşünülen öğrencinin her attığı adım bilenecek, birlikte vakit geçirilecek, harçlığı bittiğinde harçlık verilecek, zaman zaman meşrubat, çikolata vs. gibi şeyler ısmarlanacaktı. Bu sayede güveni ve gönlü kazanılacaktı. Yavaş yavaş cemaate hazırlanacaktı. Örgütün hedeflerinden biri de Fatih Eryılmaz' dı... Bütün bunlardan habersiz, cemaat tarafından zimmetlen­ diğini bilmediği arkadaşıyla ders saatleri dışında kalan tüm zamanını geçiriyordu. Devşirme taktikleri Yorucu bir hafta geride kalmıştı. Ertesi günü hafta sonuy­ du. İki gün izinlilerdi. Cemaatçi arkadaşı Fatih Eryılmaz' a, "Hafta sonu halamın oğlunun evine gidelim mi? Üniversite öğrencisidir. Hem bir şeyler yer içeriz. Hem de atari oyna­ rız" dedi. Güzel fikirdi, atari salonlarına her hafta sonu bütün harçlıklarını veriyorlardı. Fatih, "Gideriz tabi" dedi. Cumartesi günü Kayseri Sivas Caddesi'ndeki bir eve gel­ mişlerdi. Onları sarışın, uzun boylu 23 yaşlarında bir genç karşıladı. Onun adı Hakan' dı. Yani kendisini öyle tanıtmıştı. Oysa ki, bu kod adıydı. Ayrıca, en yakın arkadaşının halası­ nın oğlu da değildi. O cemaat abisiydi. Abartılı bir sevinçle karşıladı onları. O kadar sıcak ve se­ vecen bir karşılamaydı ki, Fatih Eryılmaz mahcup olmuştu. Hakan abi hemen atariyi kurdu. Onlar atari oynarken bir yan­ dan da demlediği çayı getirdi. Çayın yanında neler yoktu ki, börekler, pastalar... Karşısında kendilerinden yedi-sekiz yaş büyük biri onlara sürekli hizmet ediyor, diğer yandan da "Sizler bu ülke için çok önemlisiniz. Ülkenin geleceğisiniz. Memleketin bekası si­ zin ellerinizde" diyordu. 254


Bir yandan karınları, diğer yandan egoları doyuyordu. Geldikleri ev de son derece lükstü, modern döşenmiş bü­ yükçe bir salonu vardı. Yerler parkeydi. Fatih Eryılmaz o ya­ şına kadar hiç parke döşeli bir ev görmemişti. Atari oynamaları bittikten sonra sohbet etmeye başladılar. Arkadaşının halasının oğlu zannettiği Hakan, kitaplardan söz açmıştı. Bu, Fatih'in en büyük ilgi alanıydı. Bir süre kitaplar­ dan konuştular. Artık ayrılma vakti gelmişti. Saat ilerlemişti. Evden mutlu bir şekilde ayrıldılar. Devam eden beş-altı ay boyunca hemen hemen iki haftada bir hafta sonları "Hakan abi" yle görüşmeleri devam etti. Kimi zaman eve gidip atari oynuyorlar, kimi zaman da hep birlikte bir pastanede buluşuyorlardı. Yine bu buluşmalarında bir gün, hep birlikte kitapçıya girdiler. "Hakan abi" , Vehbi Vakkasoğlu'nun "Öğretmenin not defteri" adlı kitabını Fatih' e hediye etti. Bu kitap, cemaa­ tin çocuk yaştaki şakirtlerine veya şakirt adaylarına okuttu­ ğu bir kitaptı. Anlamlandıramadığı şüphe Ancak bu görüşmeler sırasında Fatih Eryılmaz'ı rahatsız eden ancak adını koyamadığı bir şey vardı. "Hakan abi" onun hakkında hemen hemen her şeyi biliyordu. Okuduğu kitap­ ları, hobilerini, öğretmenleriyle tartıştığı konuları, başarılı ol­ duğu dersleri hatta aile fertlerini bile. Bütün bunları nasıl bi­ lebiliyordu ki? Bu kafasını kurcalıyordu, yanıt bulamıyordu. Polis Kolejinin birinci sınıfının ikinci döneminde anlam­ landıramadığı bir şey daha vardı. Okulda sınıf mümessili veya benzer seçimlerde belli öğrenciler, belli isimler üzerinde hemen mutabakat sağlıyorlardı. Onların belirlediği aday se­ çimleri kazanıyordu. Bu mutabakatın içinde en samimi arka­ daşları da vardı. Öncesinde kendisinin hiçbir şeyden haberi bile olmuyordu. Olan biteni anlamıyordu. Çünkü onlar Fetullahçı'ydı ve hep birlikte hareket ediyor­ lardı.

255


Tedbir ne? Hocaefendi kim? Kolejdeki bir gün ilginç bir olay yaşandı. Fatih Eryılmaz, Kolej kütüphanesinden okumak için Necip Fazıl Kısakürek'in "Son devrin din mazlumları" adlı kitabını al­ mıştı. Kitabın içinde Said-i Nursi ile ilgili bir bölüm de vardı. O sayfayı okumaya başlayacağı sırada bir arkadaşı çağırdı. Kitabı, sınıftaki sırasında o sayfası açık halde bıraktı. Arkadaşıyla bah­ çeye çıktı. Dönüşte sınıfa geldiğinde kitabı kapalı halde buldu. Öğle yemeği için yemekhaneye gideceği sırada koluna sıra arkadaşı girdi. Kitabı o kapatıp, sıranın altına gizlemişti. Ki­ taptaki Said-i Nursi sayfasını açık görünce, cemaate katıldığı­ m, diğerlerinin ona bu konuyu açtığını düşünmüştü. Tedbiri elden bıraktığım düşünerek, onu uyarmaya karar verdi. "Kitabı neden açık bırakıp gidiyorsun. Hocaefendi tedbir konusunda çok hassastır" diye konuştu. Fatih Eryılmaz, sıra arkadaşının dediklerinden hiçbir şey anlamamıştı. Çünkü, cemaatten henüz haberi yoktu, diğerleri ona daha bu konu­ da açılmamıştı. Polis Kolejinin kütüphanesindeki bir kitabı almış, okuyordu. Hepsi buydu. Arkadaşının telaşının sebebi neydi? Hocaefendi de kimdi? Tedbir ne dernekti? Bunları ardı ardına sorunca sıra arkadaşı, henüz diğerlerinin Fatih'e açılrnadığuu anladı. Gaf yapmıştı, sorulan geçiştirdi. Kütüphanedeki hayalet Bu dönemde Fatih'in okul içinde adlandıramadığı garip­ liklere yenileri de eklendi. Arkadaşları onu kütüphaneden "dini" kitaplar almaması konusunda uyarıyordu. Neden, diye sorduğunda ise, "Kütüphane fişine aldığın kitabın ismini yazdığında istihbarat seninle ilgili bilgi toplu­ yor" demişlerdi. Fatih, yatakhanede herkesin gözü önünde namaz kılardı. Bu da diğerlerinin tepkisini çekiyordu. Onlar, okulda namaz kılmazlardı. Okuldaki ankesörlü telefonla ailelerini arayan bu arka­ daşları, telefon kartlarında son bir iki kontur kaldığındaysa o kartı kırıp atıyorlardı. Bunun sebebini diğerlerine sorduğun256


da ise, "MİT aradığımız numaraları kontrol ediyor. Onun için kartları kırıyoruz" demişlerdi. Fatih Eryılmaz olan biteni anlamıyordu. İstihbarat, MİT neden onları takip etsindi ki? Aradıkları numara bilinse ne olacaktı. Sonuçta ailelerini, arkadaşlarını aramıyorlar mıydı? Bütün bu gizlilik nedendi? Diğerlerinin bildiği, kendisinin bilmediği neydi? Kafası karışmıştı. Hafta sonları kolejdeki en yakın arkadaşının halasının oğlu zannettiği "Hakan abi"yle görüşmeye devam ediyorlar­ dı. "Hakan abi" onu, okuduğu kitaplar konusunda uyarıyor­ du. "Her kitabı okuma kafan karışır" diyordu. Fatih Eryılmaz son dönemde, T ürk tarihine ve felsefeye merak sarmıştı. Okul kütüphanesinden sürekli bu konularla ilgili kitaplar alıp okuyordu. Cemaate devşirilmeye çalışılan Fatih Eryılmaz'ın farklı kitaplar okuması, yeni şeyler öğren­ mesi sürece zarar verebilirdi. Sorar, sorgular, sistemin dişli­ lerine zarar verebilirdi. Onun için bu kitaplardan uzak dur­ ması gerekiyordu. Fatih'in körpe beyni, cemaatin okunmasını istediği kitaplarla doldurulup, ona göre programlanmalıydı. T ıpkı diğerleri gibi... Fatih Eryılmaz'ın cemaatle yüzleşme günü gelmişti. Tabi bundan kendisinin henüz haberi yoktu. O, yine bir hafta sonu "Hakan abinin" evinde arkadaşlarıyla atari oynamaya gittiği­ ni zannediyordu.

Fetullah Gülen'in kitabındaki sözlere güldüğü an hayatı değişti Polis Koleji öğrencisi dört arkadaş "Hakan abinin" evine git­ mişti. Diğer üçü cemaatçiydi. Fatih'in o gün cemaate katılması, kendisinin "hocaefendinin" kitaplarıyla tanıştırılması planlan­ mıştı. Bütün bu olacaklardan bir tek Fatih'in haberi yoktu. Her zamanki gibi atari oynadılar, meşrubatlarını içip pasta yediler. Kendi aralarında salonda oturup konuşuyorlardı ki, içeri "Hakan abi" girdi. "Hadi çocuklar ders yapalım" dedi. Diğerleri hemen bu çağrıya uyup masanın başındaki sandalyelere dizildi. Fatih 257


Eryılmaz afallamıştı. Yine ondan başka şaşıran yoktu. İlk defa ders yapacaklardı. Arkadaşları hemen çağrıya uymuş masaya oturmuşlardı bile. Fatih düşünceli bir şekilde yavaş adımlarla sandalyesine yerleşti. "Hakan abin" elindeki üzeri kaplı kitabı açarak sesli oku­ maya başladı. Fatih, arkadaşlarının büyülenmiş bir şekilde, başları öne eğik okuyucuyu dinlediklerini gözlemledi. Hip­ noz seansı gibiydi. "Hakan abi" okuyordu: "Babam bütün köyden alakasını kesmişti. Fazla imkanları da kalmamıştı. O kadar çocuğun içinde bana bir ekmek parasını ancak verebiliyordu. Ve ben onu harçlık olarak kullanıyordum. Çok sıkın­ tılı günler geçirdim ... "Sadi Efendi'nin yanından ayrılınca Kemhan Caminin yanın­ daki medreseye gittim. Zaten eşya olarak sadece bir sandığım vardı. Bu medresede isimleri aklımda kalan bir Halis'le Muhyiddin var. Halis bize çok iyiliği dokunan Alvar ağalarından birinin oğluydu. Yine beş-altı arkadaş kalıyorduk. Eğer birinin misafiri gelirse, ya­ tacak yerimiz kalmazdı. Çok dar bir yerdi. Burada unutamadığım hatıratım şudur: "Yatmak istediğimde baktım ayağımı arkadaşlardan birine doğ­ ru uzatmam gerekiyor; saygısızlık olur düşüncesiyle ona doğru aya­ ğımı uzatmadım. Diğer tarafta kitaplarımız duruyordu. Kitaplara doğru da ayaklarımı uzatmam mümkün değildi. Beri taraf kıbleye denk geliyordu. Ayağımı uzatabileceğim tek yön vardı; orası da Ko­ rucuk istikametini gösteriyordu. Ve ben babam Korucuk'ta olabilir ve ona karşı saygısızlık etmiş olurum düşüncesiyle o tarafa da aya­ ğımı uzatamadım. Birkaç gece böylece hiç uyamadan oturdum. Bu daracık yerde altı ay kadar kaldık. " Kitaptaki bu bölüm okunduğunda Fatih Eryılmaz kahka­ hayla yüksek sesle gülmeye başladı. Odadaki ruhani hava bir anda bozulmuş, adeta hipnoz seansındaki arkadaşları uyan­ mıştı. "Hakan abi" sordu: "Fatih, ne oldu? Neden güldün?" "Okuduğunuza gülüyorum. Bir tarafta kitaplaı:; arkadaşı di­ ğer tarafta köy ve kıble var. Yani iki sabit, iki de seyyar var. Ki258


tapları alıp, sabitlerin yani köy veya kıblenin olduğu yere koysa rahat rahat uyurmuş. Uykusuz da kalmazmış. Ona gülüyorum." Fatih'in yanıtı, odada buz gibi bir hava esmesine neden olmuştu. Ders bitmişti. O günden sonra, Fatih'i cemaate dev­ şirme seansları bekleme sürecine alındı. "Soran, sorgulayan bir yapısı vardı. Bu cemaate zarar verebilirdi." Bir süre evlere getirilmeme kararı alındı.

Suskunluğun yükü Polis Kolejinde birinci sınıf da bitmişti. Yaz tatili başlamıştı. Aynı sınıfta birlikte okudukları M. de Kayseriliydi. Aynı mahal­ lede oturuyorlardı. Zaman zaman birlikte şehre iniyor, geziyor­ lardı. O gün yine buluşacaklardı. Otobüs durağına geldiğinde M.'yi yumruklarım sıkmış, gözleri dolu dolu olmuş bir şekilde buldu. M.' de bir gariplik vardı. "İyi misin, ne oldu?" diye sor­ du. M, "Allahu ekber" diye bağırmaya başladı. Duraktaki her­ kes onlara bakıyordu. Fatih ise atlattığı şaşkınlığıyla arkadaşına sarıldı. M., hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Susmuyordu. Fatih, karşı kaldırımdaki bakkala doğru koştu. Aldığı pet şişe suyu arkadaşının yüzüne boca etti. Sinir krizi geçiren ar­ kadaşı biraz olsun sakinlemişti. Ancak otobüs gecikmeye baş­ layınca, "Allah bizi sevmiyor. Bak otobüste gelmiyor" diye konuşmaya başladı. Fatih, arkadaşını teskin etmeye çalışıyor, otobüsün geleceğini söylüyordu. O ise sürekli, "Allah bizi sevmiyor. Çok günahımız var. Otobüs bile gelmiyor" diye ko­ nuşmayı sürdürüyordu. Biraz sonra gelen otobüse bindiklerinde, daha da tuhaflaş­ mıştı. Fatih'in gözbebeklerine kafasını yanaştırmış, sesli ola­ rak dualar okuyordu. Herkes onlara bakıyordu. Otobüsten indiklerinde de durum değişmedi. M. yüksek sesle dua okuyordu. Fatih arkadaşını ailesine, eve götürmeye karar verdi. Ters giden bir şeyler vardı. Arkadaşı "delirmişti." Öyle düşündü. "Eve gidiyoruz" dediğinde M., "Beni abime götür" dedi. Abisinden kastı öz abisi değildi, cemaat abisiydi. Fatih'inse o ana kadar bundan haberi yoktu. "Tamam işte eve gidiyoruz. 259


Abin de evde" dedi. "Hayır o değil. Benim başka bir abim var. Ona gidelim" dedi. İşler iyice Arap saçına dönmüştü. Birkaç kilometre yürü­ düler. Şehir merkezindeki bir mahalledeydiler. Dört katlı bir binanın önünde durdular. M. dış kapıdaki en üstten ikinci zili çaldı. Kapı açılmadı. Belli ki evde kimse yoktu. M. "Şimdi Ayetül-el Kürsü okuyacağım. Kapıdan görün­ mez olup geçeceğiz" dedi. Fatih, arkadaşının bu son sözlerinden sonra artık iyice ürkmüştü. Yoldan geçen bir taksiyi durdurdu. M.'yi ailesine teslim etti. Eve getirildiğinde de sinir krizleri devam eden M. aile­ si tarafından Kayseri'de bir hastanenin psikiyatri servisine yatırıldı. Üç-beş gün sonra Fatih, hastaneye arkadaşını ziyarete git­ ti. Doktorlardan görüş için müsaade aldı. Kaldığı koğuşa gir­ diğinde, onu yatağında uzanmış, gözlerini camdan dışarıya doğru yöneltmiş olarak buldu. Yarı uykulu bir haldeydi. Sakinleşmişti. Fatih'i görünce te­ bessüm etti. Onu gördüğüne sevinmişti. Ağzından cümleler dökülmeye başladığındaysa M.'nin henüz düzelmediği anla­ şılacaktı. İlk sorusu "Abiler gelmedi mi?" oldu. Fatih, "Ne abisi, abiler kim?" diye sorduğunda kafasını yine cama doğru çe­ virmişti. "Bana dua okuyorlardır şimdi. Gelmeseler de dua okuyorlardır" dedi. Fatih bu sefer anlamaya kararlıydı. Bu gizemli "ahilerin" sırrını öğrenmeliydi. Arkadaşına ısrarla soruyordu. Fatih'in soruları adeta bir duvara çarpıp geri dönüyordu. M. yataktan doğruldu, yarı oturur bir hale geçti. Gözlerini Fatih'e dikerek, "Hocaefendiden ders almak zorundayız" dedi. Fatih Eryılmaz, bir yıl içinde "hocaefendi"yle üçüncü kez karşılaşıyordu. Polis Kolejindeki arkadaşlarının bildiği, ancak onun bilmediği bir "hocaefendi" vardı. Kimdi? Ne yapıyor­ lardı? Okulda anlam veremediği olayların ardındaki güç "ho­ caefendi" miydi? 260


O gün bu soruların yanıtını arkadaşı M.'den alamadı. An­ cak arkadaşı sağlığına kavuşarak hastaneden birkaç ay sonra çıktığında ona her şeyi anlatacaktı. M. eve döneli birkaç gün olmuştu. Fatih ziyaretine gitti. Eskisinden çok daha iyi gözüküyordu. Hipnozdan uyanmıştı. Okuldaki cemaat yapılanmasını kendi bildiği ölçüde Fatih'e anlattı. "Abileri", "Hocaefendiyi", "dersleri" ve "kolejdeki gruplarım" hatta Fatih'in devşirilmek için arkadaşlarına zim­ metlendiğini bile anlatmıştı. Fatih, duydukları karşısında dehşete kapılmıştı. Henüz 15-16 yaşındaydılar. Kendini bir korku filminin i çinde gibi hissetti. M. suskunluğun yükünü taşıyamamıştı. Cemaat, onların kirlenmemiş, küçücük beyinlerine sürekli "gizlenmeyi", "ya­ lanı", "istihbaratı" yüklüyordu. Bu yük M.'ye ağır gelmişti. Bu yaşananlardan sonra ailesi onu Polis Koleji'nden aldı. Cemaatle bağlarım kopardı. M. ilerleyen yıllarda mimar oldu.

Polis Koleji'nde Ülkücüler örgütleniyor Fatih Eryılmaz, Polis Kolejindeki ikinci yılına bütün bun­ ları bilerek başladı. Artık cemaatin farkındaydı. Onlardan uzak duruyordu. Cemaat bunu görüyordu. Fatih Eryılmaz'ı devşiremeyeceklerini anlamışlardı. O yıl Polis Kolejinde "ülkücü" fikirlerde bir grup oluştu­ ran 10-15 öğrenci arasında Fatih Eryılmaz'da vardı. Polis Ko­ lejindeki örgütlü cemaat yapısına karşı onlar da ayrı bir grup oluşturmuşlardı. Bununsa bir bedeli olacaktı. İncir çekirdeğini bile doldurmayacak şeylerden ceza alma­ ya başladı. Hafta sonu evci izinlerine çıkamaz oldu. Bir km. mesafedeki evine, ailesini görmeye bile gidemiyordu. Cezalar katlanılmaz hale geldi. Henüz 16 yaşında saçı dökülmeye baş­ ladı. Polis Koleji bu şartlar altında bitti. Babasına, Polis Akade­ misine gitmek istemediğini, hukuk okumak istediğini söyle­ di. Tekrar aynı kabusu yaşamak istemiyordu 261


Ekonomik durumlarıysa akademiden ayrılarak hukuk fakültesinde öğrenim görmesine uygun değildi. Öğretmen olan babası oğluna tüm açıklığıyla durumu anlattı. Yine de tercihi Fatih'e bıraktı. Polis Akademisine devam etme kararı aldı. Akademide cemaatçi hoca kuşatması Akademi Ankara'daydı. Tüm illerdeki Polis Kolejlerinden öğrenciler akademiye toplanmıştı. Kolejde sayıları 91 iken şimdi aynı devreden 750 kişiydiler. Kalabalık olmaları, ül­ kenin başkentinde okumaları, akademideki cemaat baskısını azaltıyordu. Kolejdeki gibi örgütlü şekilde hareket edemiyor, kendilerinden olmayan öğrencileri canları istediği şekilde ce­ zalandıramıyorlardı. Tabi ki baskı vardı ama Polis Kolejine göre Polis Akademisi "cennetti." 1994-1995 öğretim yılıyla birlikte, yurtdışında yüksek li­ sans ve doktora için bulunan 40 kişilik bir eğitmen kadrosu Polis Akademisine dahil oldu. Kimler yoktu ki bunların için­ de? Önder Aytaç, Bedrettin Eryılmaz, İhsan Bal... Hepsi ka­ tıksız Fetullahçıydı. Polis Akademisi artık cemaat tarafından zapturapt altına alınmıştı. Fatih Eryılmaz akademide ülkücü öğrencilerle birlikte za­ manını geçiriyordu. "Ülkücü" olarak bilinenlerdendi. O dönemde akademideki bu grupların yanına İskender Evrenesoğlu tarikatının bir türevi gibi anılan Abdurrahim Reyhani' ciler eklendi. Polis Akademisi siyaset, tarikat yu­ vası halindeydi. Az sayıda Milli Görüşçü ve Menzilciler de vardı. Tabi ki ağırlık ve etkinlik Fetullahçılarındı. Fatih Eryılmaz, akademi yıllarında BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile de tanışmıştı. Bir süre sonra samimi olmuşlardı. Fatih Eryılmaz o günlerde Fetullahçıların Polis Koleji ve Polis Akademisindeki etkinliklerinden, gücünden bahsediyordu.

262


Cemaatçiler terör ve istihbarata, diğerleri karakol ve Çevik Kuvvete 1996' da mesleğe ilk adımını atacaktı. Kuralar çekildi. İz­ mir çıkmıştı. O ise Ankara'yı istiyordu. İzmir' de çalışmak is­ teyen bir meslektaşıyla yerlerini değiş tokuş etti. İlk görev yeri Ankara Kavaklıdere Karakolu oldu. Kara­ kolun bölgesi, gece hayatının yoğun yaşandığı bir bölgeydi. Mesleğe adım attığı ilk yıllarda, cemaatçi devrelerinin terör, istihbarat, kaçakçılık ve personel gibi şubelerde çalış­ tığını fark etti. Onlardan olmayanlarsa karakollarda, çevik kuvvette veya asayiş şubesinde görevlendiriliyorlardı. Ce­ maat tüm kritik noktalara kendi adamlarım yerleştiriyordu. Bu gibi şubelerde onlardan olmayanların çalışması imkansı­ za yakındı. Hablemitoğlu cinayeti soruşturmasının başına Fetullahçı polis şefi Fatih Eryılmaz 2000'de Ankara Asayiş Şube Müdürlüğü Ci­ nayet Büro Amirliğinde göreve başladı. İki yıl kadar burada görev yaptı. Sonrasında yine Ankara'da Esat Karakolundaydı. 18 Aralık 2002' de Akademisyen Necip Hablemitoğlu evinin önünde katledildi. Hablemitoğlu, cemaatin hedefin­ deki bir isimdi. Televizyonlarda, açık oturumlarda anlattık­ larıyla tepki çekmiş, hedef olmuştu. Bir süredir de örgütün iç yüzünü anlatan Köstebek adlı bir kitap kaleme aldığı bili­ niyordu. Fatih Eryılmaz, Necip Hablemitoğlu öldürülmeden birkaç ay önce Asayiş Şube Müdürlüğünden müdürüyle tartışmış ve Esat Karakoluna tayini çıkmıştı. Fatih Eryılmaz, yaşarken tanıdığı, fikirlerine saygı duydu­ ğu, zaman zaman görüştüğü Necip Hablemitoğlu'nun cinaye­ tini araştırmak istiyordu. Bunu da çevresinde dillendiriyordu. Arkadaşları asayiş, terör ve istihbarat şubeleri tarafından cinayeti araştırması için "özel bir ekibin" kurulacağım, ken­ disinin de "faili meçhul" olayları çözme konusundaki başarı­ sından ötürü bu ekibin başına getirilebileceğini söyledi. 263


Fatih Eryılmaz arkadaşlarının bu sözlerine acı acı gülüm­ seyerek, "Beni asla oraya vermezler. O birimin başına Akın'ı getirirler" dedi. Fatih Eryılmaz'ın Akın dediği kişi Akın Güneri'ydi. Anka­ ra Asayiş Şube Müdürlüğündeki en hatırı sayılır cemaatçiydi. Örgüt, kurulan "özel ekibin" başına onun atanmasını sağlar­ dı. Düşüncesi buydu. Haklı çıktı. Necip Hablemitoğlu cinayetini araştırmak için kurulan "özel ekibin" başına Fetullahçı Akın Güneri atan­ mıştı. Arkadaşları, Akın Güneri ismini daha önceden nasıl tahmin ettiğini sorduğunda ise, "Cinayeti çözmek için değil, çözmemek için uğraşıyorlar. Onun için de kendi adamlarım işin başına getirdiler" dedi. Akın Güneri, yıllar sonra 15 Temmuz 2016' daki darbe giri­ şiminden sonra tutuklanacaktı. Alkol bile kullanmamıştı ama uyuşturucudan gözaltı 2005 ' te Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde İç Hiz­ metler Büro Amirliğinde göreve başladı. 2007'nin son ayla­ rına kadar burada görev yaptı. Ardından tayini Mamak İlçe Emniyet Müdürlüğüne çıktı. O yıllarda Ergenekon operasyonları dalga dalga yapılı­ yordu. Fatih Eryılmaz ise Mamak İlçe Emniyet Müdürlü­ ğünde emniyet amiri rütbesiyle göreve başlamıştı. Bütün operasyonların cemaat tarafından yapıldığının farkındaydı. Tanıdığı, tanımadığı herkese operasyonların kumpas oldu­ ğunu, ce maatin ülkeyi ele geçirme operasyonuna başladığı­ nı anlatıyordu. Mamak Denizlibahçe' deki evlerinin bulunduğu sokakta ev sahibiyle karşılaştı. Sokakta sohbet ediyorlardı. Caddedey­ se birileri küfürler ederek, naralar atarak yürüyordu. Belli ki sarhoştular. Küfürlerden onlar da nasibini aldı. Fatih Eryılmaz önce sözle uyarmaya çalıştı. Fayda etmedi. Küfürler daha da şiddetlendi. Birbirlerine girdiler. İki sarhoş, ağızları burunları kan içinde yerdeydi. Fatih Eryılmaz' ınsa sol eli davul gibi şişmişti. Kendi görev yaptığı Mamak İlçe 264


Emniyet Müdürlüğünü aradı, ekip çağırdı. Adamları karako­ la gönderirken kendisi de eve gitti. Ertesi sabah şiş elinin sızısıyla uyandı. Daha da şişmiş­ ti. İzinliydi, kahvaltıdan sonra Bahçelievler ' deki pastaneye gidecekti. Dostlarıyla izinli olduğu günlerde orada vakit ge­ çirirdi. Kahvaltısını henüz bitirmişti ki telefonu çaldı. Arayan Ma­ makİlçe Emniyet Müdürü'ydü. Müdüriyete yanına çağırıyordu. Kendi kendine, "herhalde dün karakola gönderdiğim iki sarhoş­ la ilgili çağırıyor müdür bey" diye düşünerek yola koyuldu. İlçe Emniyet Müdürü'nün odasına girdiğinde, karşılıklı otururken gördüğü iki kişiyi hemen tamdı. İçinden, "Ne işi var bu Fetullahçıların burada" diye geçirdi. Onlar, meslektaşları Ankara Narkotik Şube Büro Amiri Adem Yalçınkaya ile Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Mü­ dür Yardımcısı Yurt Atayün'dü. İlçe Emniyet Müdürü'nün sıkıntılı bir hali vardı, morali bozuktu. Fatih Eryılmaz' a oturması için gözüyle işaret ettikten son­ ra ilk cümlesi, "Abilerini tanıyor musun?" oldu. Fatih Eryılmaz imalı bir şekilde gülümseyerek, "Tanımaz olur muyum 'abileri'. İyi tanırım kendilerini" dedi. Adem Yalçınkaya ve Yurt Atayün, Fatih Eryılmaz'ın ne kast ettiğini anlamışlardı. Ancak, Fatih Eryılmaz artık ellerin­ deydi. Hiç uzatmadan lafa girdi Yurt Atayün: "İl Emniyet Müdü­ rümüzün talimatıyla gözaltındasın." Fatih Eryılmaz, "Konu ne?" diye soracak olsa da "Onu da şubede öğrenirsin" diyerek susturdular. İlçe Emniyet Müdür­ lüğünün kapısında KOM Şube'nin bir ekibi bekliyordu. Fa­ tih Eryılmaz önce o ekibin nezaretinde Adli Tıpa götürülerek sağlık muayenesinden geçirildi. İkinci bir test daha yapıla­ caktı. O da vücudunda uyuşturucu olup olmadığının tespiti için kan ve kıl testiydi. Hayatında o tarihe kadar bira bile iç­ memişti. Uyuşturucu testi de neydi ki? Şubeye geldiklerinde durum anlaşıldı. Fatih Eryılmaz'ı Narkotik Şube Büro Amiri Adem Yalçınkaya'mn odasına 265


aldılar. Kendisine gösterilen koltuğa oturdu. Odada bir komiser ve başkomiser de vardı. Ade m Yalçınkaya masa­ sında önündeki evraklarla ilgileniyordu. O sırada içeri şube müdürü Yurt Atayün girdi. Fatih Eryılmaz'ın karşısındaki koltuğa oturdu. Psikolojik savaş başlıyordu. Yurt Atayün karşısındaki koltuğa oturduğu an Fatih Eryıl­ maz bacak bacak üstüne attı. Kendisi emniyet amiri, Yurt Ata­ yün ise emniyet müdürüydü. Şu anda karşısında "şüpheli" sıfatıyla oturuyordu. Buna rağmen bacak bacak üstüne atarak, "Sizden korkmuyorum. Kim olduğunuzu biliyorum. Kumpas kurduğunuzun farkındayım" mesajım veriyordu. Yurt Atayün de geri kalmamış o da bacak bacak üstüne atmıştı. Teşkilat içinde jargonlar bilinirdi. O da mesajı almıştı. Karşılık verdi. Fakat yine de serinkanlılığı elden bırakmak istemiyordu. İyi polisi oynayacaklardı. Kendi aralarında öyle karar almış­ lardı. Fatih Eryılmaz deli dolu bir polisti. Ne yapıp ne yap­ mayacağı belli değildi. Onun için sakin olmak ve iyi polisi oynamak düşüncesindeydi. "Hiçbir arkadaşımızı, meslektaşımızı bu şekilde görmek istemiyiz. Neden burada olduğunu, niye getirildiğini biliyor­ sun" diye başladı söze. "Niye geldim ulan!" Fatih Eryılmaz'ın bu cevabı Narkotik Büro Amirinin odasın­ da yankılanırken Yurt Atayün ürkmüş, oturduğu koltukta ge­ riye doğru yaslanmıştı. "Yanlış anlıyorsun. Sakin ol" diyebildi. Fatih Eryılmaz geri adım atmamaya kararlıydı. "Neyi yan­ lış anlıyorum ulan? Yanlış anladığım şey ne? Ne anladığımı söylemedim ki, yanlış anlıyorsun diyorsun!" Yurt Atayün'ün "yanlış anlıyorsun" sözlerinin ardında as­ lında bilinçaltı gizliydi. Bunu da bu sözlerle dışa vurmuştu. Odadan çıkıp gitti. "Yanına bir polis yanaşırsa, 'eşim polis' deme" Yurt Atayün üç-dört saat sonra Fatih Eryılmaz'ın bulun­ duğu odaya tekrar "iyi polisi" oynamak için geldi. "Arka266


daşımıza gerekli özeni gösterin. Eşini getirin, kendisiyle görüştürün" dedi. Bu sözler Fatih Eryılmaz'ı çıldırtmıştı. Yurt Atayün'ün ne yapmaya çalıştığının farkındaydı. Eşini emniyete getirerek hem onun üzülmesini sağlayacak, hem de Fatih Eryılmaz'ın psikolojik olarak direncini kıracaktı. "Eşim asla emniyete gelmeyecek" dedi. Fatih Eryılmaz'ın sözleri odada bulunan polisleri bir kez daha şaşırtmıştı. "Beni eşimin çalıştığı iş yerine götüreceksiniz. Ben orada eşimle gö­ rüşeceğim" dedi. Yaklaşık üç-dört saat Fatih Eryılmaz' ı ikna etmeye çabaladılar. Sonunda eşinin çalıştığı iş yerinde görüştürmeye ikna oldular. Eryılmaz'ın eşi bir hastanede elektronik mühendisiydi. Eşini dışarı çağırttı. Biraz sonra birlikte hastane bahçesindey­ diler. Birkaç metre ötelerinde dört tane polis duruyordu. Karı koca bir banka oturdu. Eşinin hemen ötedeki polislere baktı­ ğını gören Fatih Eryılmaz durumu açıkladı. "Sana hep bir günden bahsediyordum ya. O gün bugün. Bugünden sonra eğer yolda kaybolursan ve sana bir polis yardımcı olmak için yanına yanaşırsa, ona asla 'eşim polis' deme. Seni yanlış yola gönderirler." Eşi olan biteni bu sözlerle anlamıştı. Kocası, yıllardır emni­ yet teşkilatındaki Fetullahçı yapılanmayı kendisine anlatıyor­ du. Kolej yıllarından beri onlarla mücadele ediyordu. Artık cemaat çok güçlüydü. Kendisine de kumpas kurulacağı gün­ ler yakındı. Eşinden hep bu sözleri duymuştu. Fatih Eryılmaz, eşine gözaltında olduğunu kimlere haber edeceğini söyledi. Kardeşi Oğuz ve can dostları Hakan ile Mehmet Ali. Birbirleriyle vedalaşırken karısına son sözleri, "Emniyete asla gelme. Korkma, Allah'ın dediği olur. Üzülerek düşmanı sevindirme" oldu. Fatih Eryılmaz emniyete getirildiğinde nezarethaneye koyuldu. Dört gün gözaltında kalacaktı. Gözünü uyku tut­ muyordu. Fetullahçıların onu Ergenekon soruşturmalarına dahil edeceğini düşünüyordu. Beklediği buydu. Uyuşturucu 267


soruşturmasında "şüpheli" olabileceği aklından bile geçme­ mişti. Hayatında alkol dahi almamıştı. Uyuşturucu suçlama­ sı, hukukçuların tabiriyle "eşyanın tabiatına aykırıydı." "Demek ki Fetullahçılar gözü karartmış. Alçaklık eşikleri benim tahminimin de üzerindeymiş" diye düşündü. Gözaltındaki son gününde ifade için sorgu odasınday­ dı. Dosyada 30 şüpheli vardı. Suçlama uyuşturucu madde ticaretiydi. Yakalanan miktarsa şüphelilerden birinden ele geçirilen 0,6 gram esrardı. Fatih Eryılmaz gözaltına alınanlardan iki kişiyi tanıyordu. Onlar da "rent a car" işletmecisi, aynı zamanda otomobil ga­ lerisi sahibiydi. Altı ay önce otomobilini onlara satmıştı. Ara­ daki bu para ilişkisi meslektaşları için kum pas hazırlığındaki "polisler" için yeterliydi. Suçlu olup olmadığı önemli değildi. Meslekte bir kere lekelendi mi iflah olmazdı. Beraat etse bile amaç hasıl olacaktı nasılsa... Sabah 08.00'de Fatih Eryılmaz' ın ifadesi tamamlandı. Ka­ çakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğün­ den sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Cihangir Çelik ifa­ deden memnun kalmamıştı. Kendisi de sorular ekledi, ek ifa­ de alınmasını istedi. Tekrar başlanan sorgu saat 14.00'te bitti. Mahkemeye çıkartılacağını düşünürken hakkında bir baş­ ka soruşturma daha olduğunu öğrendi. Ankara Asayiş Şube Müdürlüğünde "otomobil sigorta dolandırıcılığı" suçlama­ sıyla 40- 5 0 kişilik bir grup gözaltındaydı. Fatih Eryılmaz da o soruşturmanın içindeydi! Asayiş Şube Müdürlüğüne getirildiğinde durumu anladı. Bu soruşturma da aynı kumpasın devamıydı. Uyuşturucu soruşturmasında da bulunan otomobilini sattığı galericilerle olan telefon görüşmesi gözaltına alınmasına neden olmuştu. Aslında kendisine yöneltilen bir suçlama dahi yoktu ama gö­ zaltındaydı. Bir sayfa ifade verdi. Mahkemeye çıkartıldı. Tu­ tuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Adliyeden çıktığında kaldırıma oturdu. Bir başına ağladı. Otomobilinin kapısını bile açacak gücü kalmamıştı. Tükendi­ ğini, bittiğini hissediyordu. 268


Serbest kalmıştı ama amaç hasıl olmuştu. Fatih Eryılmaz açı­ ğa alınmıştı. Çete ve uyuşturucu yaftası boynuna asılmıştı. Gö­ revdeyken hiç susmayan telefonları, artık çalmıyordu bile. O ise her sabah mesaiye gider gibi evden çıkıyor, akşam bir saatte dö­ nüyordu. Bunu yapmaktaki amacı ailesinin, çocuklarının olan bitenden mümkün olduğunca etkilenmemesini sağlamaktı. Hayatın normal seyrinde devam ettiğini düşünsünler istiyordu. O günlerde yanında az sayıda dostu vardı. Bunlardan biri de esnaf Malik Karahan' dı. Kendisinden yaşça epey büyüktü. O günlerde 5 5 yaşlarındaydı. Fatih Eryılmaz' ın tükenmişliği­ ni, üzüntüsünü görüyordu. Elinden geldiği kadar teselli edi­ yor, gün aşırı arayarak destek oluyordu. Yine o günlerden birinde, "Fatih, bırak bu mesleği. Sen ay­ rılmadığın sürece bu Fetullahçılar senin peşini bırakmayacak. Kumpas kurmaya devam edecekler" dedi. Fatih Eryılmaz' ın cevabı şuydu: "Ben bugün ayrılırsam hep suçlu damgasıyla yaşayacağım. Onları sevindireceğim. Hem bu davaları bitireceğim hem de cemaati bitireceğim. On­ dan sonra emekli olacağım inşallah." Bir süre sonra uyuşturucu davasından beraat ettiği haberi geldi. "Otomobil sigorta dolandırıcılığı" suçlamasıyla yargı­ landığı davaysa devam ediyordu. Açık kararı kalkıyor, Ağrı'ya tayin 31 Temmuz 2009'da Mamak İlçe Emniyet Müdürü Mu­ rat Şahin aradı. "Gözün aydın Fatih, açık kararı kaldırıldı" dedi. Şaşırmıştı. FETÖ' cülerin en güçlü olduğu dönemde bu kararın kalkması normal değildi. Araştırdığında, o yıllarda Ankara Emniyet Müdürü olan Orhan Özdemir 'in tasarru­ fuyla açık" kararının kaldırıldığını öğrendi. Bu kendisine özel bir durum değildi. Cemaatle sürtüşme içine giren An­ kara Emniyet Müdür Orhan Özdemir, Ankara' da çok sayıda açığa alınmış personel olduğunu fark etmişti. Bunların bir­ çoğunun FETÖ kumpasıyla açıkta olduğunu biliyordu. "So­ kakta boş boşa gezeceklerine, çalışsınlar. Sonrasında ihraç edileceklerse zaten edilirler" demişti. Bunun üzerine de çok II

269


ağır suçlamalar dışında kalan personelin açık kararı kaldı­ rılmıştı. Fatih Eryılmaz' ın açığa alınma kararı, uyuşturucu suçlamasından olmuştu. O davadan da beraat etmişti. Mes­ leğe geri dönüş yolu açılmıştı. Birkaç hafta sonra özlük işlemlerini halletmek için gittiği Ankara Emniyet Müdürlüğü Personel Şube Müdürlüğünde, tayinin şark hizmeti için Ağrı'ya çıktığını öğrendi. Emniyette sistem şöyleydi: Önce açık kararı kaldırılır, açık kararı kaldırılan personel doğu illerinden birine gönderilir, kısa bir süre sonra da ihraç edilirdi. Kendisini de böyle bir akıbet beklediğini düşündü. "Çoluğu, çocuğu perişan etme­ yeyim. Düzenlerini bozmayayım" diye düşündü. Ağrı' ya tek başına gidecekti. Ağrı'ya gitmeden önce hakkındaki dedikodular şehre ulaşmıştı. Emniyet Müdürlüğüne girdiği andan itibaren mes­ lektaşlarının şüpheli bakışlarını, kendisihakkında fısıldaşma­ larını gördü. Cemaatin "yaftası" boynundaydı. "Ne cemaati kardeşim, çık odadan" Dönemin Ağrı İl Emniyet Müdürü Naci Kuru'nun maka­ mına çıktı. Göreve başlayacaktı. Naci Kuru cemaatçi değildi. Ancak deve kuşu gibi başım kurna gömen, cemaatin emniyet teşkilatı içindeki varlığını görmezden gelen biriydi. Makam odasına girdiğinde Emniyet Müdürü Naci Kuru'yu masasının başında dosyasını incelerken buldu. "Hoş geldin, Fatih otur" dedi, özel kalemine çay servisi yapmalarım söyledi. Fatih Eryılmaz kendisine gösterilen koltukta otururken, Emniyet Müdürü Naci Kuru hala onun özlük dosyasını in­ celiyordu. Bir yandan da önündeki kağıda bir takım notlar alıyordu. "Fatih, dosyan kalabalık. Bunlar nedir böyle?" dedi. "Teşkilatın içinde cemaatçiler var biliyorsunuz müdürüm. Onların yaptığı kumpaslar, işler. Dosyamdaki kalabalığın se­ bebi cemaat, sayın müdürüm." Emniyet Müdürü Naci Kuru bu cevabı beklemiyordu. Kar­ şısındaki bu emniyet amiri kendini ne zannediyordu, başına 270


onca şey gelmiş hala dikleniyordu. Şimdi buralarda da cema­ at falan lafları ederek kendisinin de başına iş açacakh. Zaten emekliliğine birkaç yıl kalmıştı. Cemaat, karşısına almak iste­ diği en son yapıydı. Çayların bile gelmesini beklemedi. "Çık kardeşim odadan. Personel şubeye git. Görev yerini sana tebliğ edecekler" dedi. Personel Şube Müdürlüğüne gittiğinde yeni görev yerinin Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü olduğunu öğrendi. Ağrı' da neredeyse birinci yılını doldurmuştu. Çevik Kuv­ vetteydi. Şehirdeki toplumsal olaylara müdahalede görev alı­ yordu.

PKK'nın hedefindeki karakola tayin Tam da o günlerde, Ağrı Valiliğinde bir toplantı yapıldı. Toplantıya, Ağrı Valisi, İl Emniyet Müdürü, İl Jandarma Ko­ mutanı ve Cumhuriyet Başsavcısı katılmıştı. Toplantının konusu, PKK'nın Hamur İlçesine sızma yapa­ cağı, Jandarma ve Polis karakoluna saldırı düzenleneceği istih­ baratıydı. Van Jandarma İl Alay Komutanlığına bu şekilde bir bilgi ulaşmıştı. Bu konuyla ilgili alınacak önlemler görüşüldü. Toplantı bitiminden birkaç saat sonra Fatih Eryılmaz, Perso­ nel Şube Müdürlüğü tarafından arandı. Tayini, Hamur İlçe Em­ niyet Amirliğine çıkmıştı. Yani, PKK'nın hedefindeki ilçeye ... Şehrin emniyet müdürü de o günlerde değişecekti. 2011' de Ağrı İl Emniyet Müdürlüğüne Halil Karataş atandı. Kolej ve akademi yıllarından beri cemaatçi olduğu bilenen bir isimdi. Fatih Eryılmaz da kendisini gıyabında tanıyor, geçmişini ve cemaatçiliğini biliyordu. Tayin olduğu Ağrı'nın Hamur İlçesi, Ağrı merkeze 12 kilo­ metre uzaklıktaydı. Ağrı' daki polis evinde kalan Fatih Eryıl­ maz, arabayla altı ile sekiz dakika içinde ilçeye ulaşabilecekti. Görev yerine ilk gittiğinde karşısında tek katlı bir ba­ raka görünümündeki İlçe Emniyet Amirliği binasıyla kar­ şılaştı. Harabe halinde bir binaydı. Bahçesinde tavşanlar, tavuklar geziyordu. Binanın çevresindeki tel örgüler nere­ deyse delik deşikti. Nöbetçi kulübesine kulübe demeyeyse 271


bin şahit isterdi. Camlarının birkaç tanesi kırılmış, demir kapısınınsa menteşeleri yuvasından çıkmıştı. Yarı aralık duruyordu. Kısacası İlçe Emniyet Amirliği binası açık hedefti. İlk iş olarak binanın dış güvenliğini sağlamak gerekiyor­ du. Karakolda kendisi de dahil 21 kişiydiler. Bunlardan ikisi kadın polis, üçüyse bekçiydi. Hep birlikte işe koyuldular. Bir süre sonra delik deşik tellerin yerini dikenli teller aldı. Nöbetçi kulübesi onarıldı. Dikenli tellerle etraf çevrildi, ka­ rakolun içinde siperler, mevziler kazıldı. Bir de kurt köpeği almışlardı. Kısa bir sürede karakol, kalekol haline dönüştü­ rüldü. Alınan bu önlemler Hamur İlçe Emniyet Amirliği binasını PKK saldırısından uzak tuttu. Ancak bu sefer, 20 km. ötede­ ki Tutak İlçe Emniyet Amirliği hedef oldu. Örgüt, roketatarla karakola saldırmıştı. Allah' tan şehit yoktu. Tutak İlçe Emniyet Amirliğine yapılan saldırının ertesi günü Fatih Eryılmaz' a tayininin Tutak'a çıktığı haberi verildi. Fatih Ery ılmaz'ın Ağrı' daki son görev yeri Tutak İlçe Em­ niyet Amirliği oldu. Bir yıl bir ay burada görev yaptı. İlçe­ ye gelir gelmez ilk yaptığı iş, Hamur İlçe Emniyet Amirliği binasında aldığı tedbirleri bu ilçede de uygulamak oldu. İki ay içinde bu karakol yenilenmişti. İlçe Kaymakamı Fatih Eryılmaz'ın çalışmalarından memnundu. Bir yıl içinde üç kez takdirname, bir kez de üstün başarı belgesiyle ödüllen­ dirdi. Şark görevi bittiğinde tekrar Ankara'ya tayini çıktı. Anka­ ra Yavuz Selim Karakolu'nda göreve başladı. Bu karakola po­ lisler kendi aralarında "Çöplük karakolu" derlerdi. Mamak çöplüğünün bulunduğu bölgedeydi. Hükümetin cemaatle kavgasının başladığı 17-25 Aralık 2013'teki sürece kadar bu karakolda çalıştı. 17-25 Aralık'tan sonra Özel Güvenlik Şube Müdürlüğüne atandı. Burası da pasif görev yeri olarak kabul edilirdi ama "Çöplük karakolundan" daha iyiydi.

272


Fatih'e terfi yok O yıl rütbe alması gerekiyordu. Emniyet Müdürlüğü­ ne terfi zamanı gelmişti. Emniyet Genel Müdürlüğü ter­ fileri açıkladığında rütbe alamadığını gördü. Gerekçe "liyakatsızlık"tı. Halbuki üç kez takdirname, bir kez de üs­ tün başarı belgesiyle ödüllendirilmesinin ardından henüz ıki ay bile geçmemişti. Emniyet Genel Müdürlüğünün terfi değerlendirmesine itiraz etti. Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme­ den çıkan sonuç aleyhineydi. Çünkü mahkemenin hakimleri de cemaatçiydi. Devreleri emniyet müdürü rütbesine yükse­ lirken Fatih Eryılmaz hala emniyet amiriydi. FETÖ'nün hükümete yönelik olarak yaptığı operasyon­ lardan sonra artık cemaat nihayet tehdit olarak algılanmaya başlanmıştı. Ancak, aslında değişen çok da bir şey yoktu. Bi­ rileri görevden alınıyor, birileri yerlerine getiriliyordu. Med­ ya, hemen hemen her gün "İstanbul Emniyeti Müdürlüğünde deprem", "Ankara Emniyet Müdürlüğünde deprem" başlık­ larıyla verdiği haberlerde emniyetteki görevden almaları du­ yuruyordu. Vatandaş mücadele yapıldığını zannediyordu, belki siyasiler de öyle zannediyordu. Ancak gerçek hiç de göründüğü gibi değildi. Gönderilen FETÖ' cülerin yerini bir diğer FETÖ' cü dolduruyordu. İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün gö­ revinden alınmış, pasif bir birime atanmıştı. Yerine getirilen Ömer Köse de cemaatçiydi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü için Düzce Emniyet Müdürü Ayhan Buran'ın adı geçiyordu. O da cemaatçiydi. İzmir İl Emniyet Müdürü Ali Bilkay'ın yerineyse 8 Ocak 2014'te Kastamonu Emniyet Müdürü Sami Uslu atan­ dı. Tabi ki o da cemaatçiydi. 32 gün sonra görevden alındı. Herkes devletin artık Sami Uslu'nun cemaatçi olduğunu anladığını düşünüyordu. Oysa ki Sami Uslu'nun yeni görev yeri Pasaport Daire Başkanlığıydı. Bu birim, yani Pasaport Daire Başkanlığı o kadar hassas ve önemli bir birimdi ki, FETÖ mensupları o dönem teker teker yurdu terk ediyordu. Pasaport Daire Başkanlığının başındaysa cemaatçi Sami Uslu 273


vardı. Nihayet, dört ay sonra "yasadışı telefon dinlemeleri" soruşturması kapsamında Sami Uslu tutuklandı. Olanı biteni görenlerden biri de Fatih Eryılmaz'dı. "Müca­ dele" adı altında yapılanlarda bir tuhaflık olduğunu görüyor­ du. Cemaatçiler mevzileri terk etmiyordu. Kendi gibi yıllarca cemaatin mağduru olan, onlarla güçleri yettiğince savaşan emniyetçilerse aktif görevlere atanmıyordu. Görev yerleri değiştirilen FETÖ'cülerin yerine ya başka bir FETÖ' cü, ya geçmişte onlarla birlikte olmuş sonrasında yolları ayrılmış FETÖ artıkları, ya da başka tarikat, cema­ at mensupları getiriliyordu. Durum buydu. 15 Temmuz 2016' daki darbe girişimi sürecine bu şartlar altında geline­ cekti. Bunun en somut örneklerinden biri de İstihbarat Daire Başkanlığında yaşananlardı. 17-25 Aralık 2013'teki FETÖ'nün hükümete yönelik ope­ rasyonlarından sonra İstihbarat Daire Başkanlığında elektro­ nik mühendisi olarak görev yapan yedi sivil memur görev­ den alındı. Yerlerine 13 kişi getirildi. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra bu mühendislerin 12'si görevden alındı. FETÖ'yle ilişkisi olmayan sadece bir kişi vardı. Fatih Eryılmaz içinse tek olumlu gelişme gasp edilen rütbesinin kendisine verilmesi oldu. Artık emniyet müdü­ rü olmuştu. Ankara Genel Denetleme ve Disiplin Şube Mü­ dürü oldu. Burası da pasif bir birimdi. FET Ö'yle mücade­ lede yer alan hemen hemen tüm birimler Fatih Eryılmaz ile görüşüp cemaat yapısı ve mücadele yöntemleri hakkında görüş alıyordu. Ancak kimse kendisini bu birimlere atamı­ yordu. 2010 yılında Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesine gir­ mişti. Uğradığı kumpastan sonra bu kararı almıştı. 2015'te hukukçu olarak mezun oldu. Emekli olduğunda avukatlık yapmayı düşünüyordu.

"Allah'ın dediği olur demiştim" Anestezi sırasında kendinden geçtiğinde, tüm hayatı da gözlerinin önünden akmıştı. 274


Gözlerini araladığında, karşısında eşi ve çocuklarım gör­ dü. Elleri, eşinin avuçlarının içindeydi. O an, darbenin başarı­ sız olduğunu anladı. T am tersi olsa eşi, çocukları yanında ol­ mazdı. "Korkma ben saydım üç tane daha canım var. Allah'ın dediği olur demiştim sana hatun" dedi.

İddianamelerde adını gördüm, telefonla tanıştık Fatih Eryılmaz ismiyle ilk karşılaşmam FETÖ davalarım takip etmem, iddianameleri incelemem, örgütü araştırmam sırasında oldu. Onun hikayesine eski İstihbarat Daire Başkam Ramazan Akyürek'in iddianamesinde rastladım. Uğradığı kumpaslar arasında neler yoktu ki, uyuşturucu ve çete üyeliğinin dışında Ergenekon-Odatv soruşturması kapsamında da takibat altındaydı. Bunun dışında 2008'de te­ lefonları "Yılmaz Fatih Er" sahte ismiyle radikal dinci örgüt İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) üyesi olduğu iddiasıyla yasawdışı olarak dinlenmişti. FETÖ bu adı sam hiç bilinmeyen, kamuoyu tarafından tanınmayan emniyet amiriyle neden bu kadar uğraşmıştı? Kumpasların bir sebebi olmalıydı. Bütün bu soruların ceva­ bım bulmak için kendisini telefonla aradım. Sonrasında ta­ nıştık. FETÖ'nün polis okullarındaki yapılanmasının 30 yıllık geçmişinin tanıklığını bizzat kendisinden dinledim. Dost ve arkadaş olduğum Fatih Eryılmaz, yaklaşık 12 yıl­ dır FETÖ konusunda yaptığım araştırmalarda tanıştığım, ör­ gütle mücadele konusunda en analitik düşünen, yapıyı tanı­ yan, yöntemlerini bilen, öngörü sahibi birkaç vasıflı emniyet ve yargı mensuplarından biriydi. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında Ankara Em­ niyet Müdürlüğünün önündeki direniş sırasında vuruldu. Gazi oldu. Bir yıl kadar mesleğine devam etti. Emniyet teş­ kilatının onun birikimlerinden faydalanmayacağını anladı. Kendi isteğiyle gazi olarak emekli oldu. Mücadelesini siya­ sette sürdürmeye karar verdi. İyi Parti kurucuları arasında yer aldı. 24 Haziran 2018'daki genel seçimlerde partisinin ikinci sıradan Kayseri milletvekili adayı oldu. Seçilemedi. 275


Siyasetin kendisine göre olmadığına karar verdi. Kurucuları arasında yer aldığı partiden istifa etti. İstifa kararınıysa kamuoyuna şu sözlere duyuracaktı: "Genel başkan çevresinde ve katında bulunan, resmi bir s1fatı ol­ mayan, adını, sanını bilmediğimiz Ancak ortaya koydukları veriler­ den bizim dilimize yabancı olan ve dünya tasavvurumuzu paylaşma­ dıkları anlaşılan kişilerin söylemleri, erken seçim kararı alınmasından itibaren partiye hakim olmuş partiyi kendi doğal ve milli çizgisinden çıkarmış, üzerinde yükseldiği tabanına yabancılaştırmıştır. Kendileri sütre gerisinde olan ancakfikirleri partiye hakim olan bu muhayyel grup parti yetkili organlarını ve teşkilatlarını sadece birfon olarak görmüşlerdir. Ne acıdır ki sorumluluk mevkiinde bulunanlar buna ses çıkarmadıkları gibi bu grupla yakınlaşmayı siyasi ikballeri­ ni garantiye almanın garantisi olarak görmüşlerdir. Coğrafyamızın bu kadar ısındığı bir dönemde milletin önüne bir alternat�f koymak, milli bir tercih inşa etmek için yola çıktığını iddia edenlerin önce ken­ di ortaya koydukları ilkelere sadık olmak zorundadırlar. Kem aletle kemalat olmaz. Ortaya koydukları ilkeleri ilk kendileri çiğneyenler, çiğnedikleri ilkelerle beraber, ülkenin her yerinde bu harekete umut bağlayan masum insanları umutlarını da yok etmişlerdir. Söylemlerin ve eylemlerin taban tabana zıt bir hale geldiği bu tabloda ahlaklı ve ilkeli siyaset yapmanın imkansız olduğunu üzüle­ rek gördüm ve İYİ Parti üyeliği, kurucular kurulu üyeliği ve genel idare kurulu üyeliklerinden, istifa ettim. Yüce Türk milleti; Bu mevzide senin adına tuttuğum nöbetim sona erdi. Bu mev­ zide bulunduğum müddetçe daima senin menfaatlerini düşündüm ve kavganı verdim. Şimdiye kadar bu uğurda verdiğim mücadelem, Allah ömür verdiği müddetçe kesintisiz devam edecektir. Bunun için bütün meşru vasıtaları sonuna kadar kullandım ve kullanaca­ ğım. Bu vaz�fenin gereğini elimden geldiğince yerine getirmek için zerre kadar tereddüt etmedim ve etmeyeceğim. Kısa süren siyasi hayatımda Anadolu'nun her yerinden, hiçbir karşılık beklemeden fedakarca çalışan tertemiz insanlar tanıdım. Kısa süren siyaset maceramın tek kazancı ve tesellisi budur." O artık avukat... 276


Dizin

A

Abdullah Dörtlemez 86, 87 Abdullah Gül 77, 78, 83, 84, 85, 88, 199, 200 Abdullah Güler 116 Abdullatif Tapkan 108, 109 Abdülkerim Kırcı 82 Adem Yalçınkaya 265 Adnan Polat 231 Afet Güneş 86, 87, 129, 132 AhmetAkbal 105, 106 Ahmet Başpınar 86, 87 Ahmet Çakar 222 Ahmet Kara 56, 61, 73 Ahmet Necdet Sezer 86, 87 Ahmet Özel 204 Akın Güneri 263, 264 Akın İpek 203 Ali Cansun 237 Alicansun Begeçarslan 240 Ali Fuat Yılmazer 114 Ali Kırca 33 Ali Şenel 235, 236, 237 Ali Tatar 82

Ali Ulusoy 83 Aliya İzzet Begoviç 222 Alper Potuk 236, 240 Arif Erdem 220, 226, 227, 231, 232 Asiye Zeybek Güzel 118, 127 Avni Usta 104, 108 Aysel Atilla 7 Aytaç Durak 88 B Barbaros Kocakurt 56, 76 Barış Durmaz 235, 239, 240 Barış Pehlivan 7, 204 Barış Terkoğlu 7, 204 Bayram Tutumlu 222 Behçet Akyar 56, 61, 72 Bekir İrtegün 235, 236, 237, 238, 239, 240 Birol Erdem 84, 85 Burak Özsoy 225 Bülent Arınç 88, 196 Bülent Kılınç 83, 84, 85 Bülent Olcay 56, 77, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85 277


C Canan Aygül 151, 160, 161, 162 Celal Demirbilek 223 Cemil Kazancı 225 Cihat Arslan 232, 238, 240, 241

ç Çağdaş Ulus 115, 116 D Deniz Gezmiş 32, 33 Doğu Perinçek 33, 34 Dursun Çiçek 112 E Ekrem Dumanlı 72, 197 Elvan Keçelioğlu 247, 248 Emin Aydur 129, 130 Emine Erdoğan 196 Emrah Başsan 239, 240 Emre Belezoğlu 232, 236, 238, 240 Emre Taner 86, 87, 129, 132, 147 Emrullah Uslu 69 Engin Baş 7 Erdal Kılınç 115, 138 Erdem Öztürk 13 Erdoğan Tüzün 66, 67 Eren Erdem 39 Erkan Özbey 237, 239 Erol Demirhan 114, 115, 137 Ertuğrul Sağlam 227, 240 Ertuğrul Taşkıran 236, 240 Esat Kıratlıoğlu 222 Evren Nuri Turhan 227, 228, 229, 232 F Faik Işık 42, 43, 47 Faruk Mercan 64, 65, 187, 188, 189 278

Fatih Erel 144 Fatih Eryılmaz 246, 247, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 274, 275 Fatih Özcan 151, 184 Fatma Sekman 151, 152, 153, 155, 156, 157, 158, 160, 161, 162 Fehmi Koru 199, 201 Fethi Aslan 86 Fethullah Yıldız 151, 168 Fettah Tamince 5, 191, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 201, 202, 203, 204, 205 Fetullah Gülen 36, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 70, 72, 73, 74, 75, 76, 78, 80, 81, 82, 83, 85, 98, 101, 103, 106, 107, 119, 129, 130, 131, 132, 133, 149, 150, 154, 155, 160, 162, 167, 173, 174, 176, 177, 182, 187, 188, 189, 193, 194, 195, 198, 199, 201, 202, 205, 212, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 233, 234, 235, 236, 237, 241, 257

G Galip Tuncay Tutar 83, 85, 86, 87 Gerd Müller 230 Gökhan Gönül 236, 238, 240 Gökhan Tokgöz 239, 240 Günay Çoşkun 148, 149, 151 Gürbüz Dönmez 56, 74, 75 H Hafize Karagöz 146, 148 Hakan Çiçek 77


Hakan Fidan 86, 87, 129, 132, 133, 143, 145, 146, 147, 161 Hakan Özmert 239, 240 Hakan Serbest 56, 57, 61, 76, 77 Hakan Şükür 220, 226, 227, 231, 232 Hakan Ünsal 227 Halide Esen 83, 87, 88 Halil Karataş 271 Halil Yılmaz 83 Haluk Hepkon 7 Hamza Tosun 114 Harun Tokak 56, 61, 72, 73 Hasan Hüseyin Özese 38 Hasan Karabacak 151 Haşım Keskin 66 Hayati Akça 134, 135 Hayri Kozakçıoğlu 222 Hicabi Ece 83, 86 Hidayet Karaca 198 Hikmet Çetin 222 Hulusi Akar 93 Hüseyin Barbaros Dicle 144 Hüseyin Çapkın 114, 127 Hüsnü Çalmuk 38

i İbrahim Çiçek 118 İbrahim Er 83, 86, 87 İbrahim Karakuş 151, 184 İbrahim Tatlıses 197 İdris Karagöz 143, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151 İdris Saruhan 7 İhsan Kalkavan 220, 221, 223, 224, 225, 226 İlhan Cihaner 110, 111, 112, 113 İlker Başbuğ 129, 130 İrfan Fidan 49 İrfan Mazlum Bekaroğulları 116 İsa Saraç 69

İsmail Demiriz 220, 227, 232, 233, 234 İsmail Tüzün 66 İsmet Özel 50 İzzet Bayar 67, 68

J Jean-Pierre Papin 231 K Karl Heinz Feldkamp 230 Kasım Gence 13 Kaşif Kozinoğlu 82 Kayhan Ay 248 Kazım Tekkoyun 66, 67 Kemalettin Özdemir 106 Kerim Zengin 238, 240 Kuddusi Okkır 82 M Mahir Çakallı 114 Mahmut Vural 84 Maksut Balta 222 Malik Karahan 269 Maradona 222 Mehmet Ali Pekgüzel 38 Mehmet Ali Şahin 88 Mehmet Aslancan 116 Mehmet Baransu 118, 119, 127 Mehmet Bozkurt 31, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51 Mehmet Çakır 239, 240 Mehmet Fecri Yıldız 111 Mehmet Haluk Ilıcak 144 Mehmet Kara 73 Mehmet Kaya 222 Mehmet Onay 44 Mehmet Öcal 66 Mehmet Topal 236, 240 Mehmet Yılmaz 121, 122, 124 279


Melih Gökçek 222 Melih Pamukoğlu 151 Mert Korkmaz 227 Mesih Gülen 60, 226 Mesud Barzani 197 Metin Oktay 230, 232 Mevlüt Atbaş 84 Murat Çağlak 47, 48, 49 Murat Günbeyi 111, 112, 113 Murat Kazancı 40, 41, 42, 46, 48, 49, 50, 51, 52 Murat Kınmkan 56, 75 Murat Özenalp 82 Mustafa Başarı 56, 75, 77 Mustafa Çalışkan 44, 45 Mustafa Doğan İnal 204 Mustafa Günay 202 Mustafa Kocabey 227, 230, 231, 232 Mustafa Kökçam 84, 88, 89 Mustafa Pusat 111 Mustafa Sarsılmaz 56, 61, 68, 69 Mustafa Yeşil 202 Mutlu Topçu 227 Muzaffer Dilek 86, 87 Münir Alkan 44 N Naci Kayhan 59, 61, 62 Naci Kuru 270 Naci Tosun 56, 57, 61, 69, 70, 71 Nazmi Ardıç 114 Necdet Açan 7 Necdet Başaran 62 Necdet Menzir 222 Necip Hablemitoğlu 263, 264 Nevzat Ayvacı 56, 57, 61, 65, 66, 67, 68 Nevzat Demir 225 Nihat Uludağ 115, 137 Nizamettin Kalaman 84 280

Nurettin Veren 74, 219, 220 Nuri Muhammed Sungur 56, 61

o Okan Buruk 227, 232 Orhan Ak 239, 240 Orhan Özdemir 269 Orhan Şam 236, 238, 240 Osman Alpak 86 Osman Dolar 136 Osman Hilmi Özdil 106, 108 Osman Karakuş 226

ö Ömer Çatkıç 235, 238, 239, 240 Ömer Köse 114, 273 R Ramazan Akyürek 34, 35, 275 Ramazan Kaya 245, 246 Ramiz Külcü 59, 60 Recep Canpolat 220 Recep Güven 123, 124 Recep Tayyip Erdoğan 42, 87, 88, 110, 122, 132, 133, 156, 194, 195, 196, 197, 198, 200, 201, 204, 222 Reha Muhtar 33 Rıza Sekman 151, 152, 153, 156, 157, 158

s Sadullah Ergin 88, 1 72 Said'i Nursi 106 Salih Gülen 60 Sami Uslu 273 Sammy Gtary 237 Saygı Öztürk 78, 79, 81, 87 Sedat Selim Ay 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128


Sedat Yeşilkaya 237, 240 Serdar Kulbilge 238, 240 Seyfullah Saldık 94, 95 Suat Şahin 144 Süleyman Seba 223, 224, 225 Sedat Sami Haşıloğlu 38

ş Şener Yılmaz 116 Şivan Perver 197 Şükrü Erdem 222 T Tansu Çiller 222 Tufan Ergüder 114 Tugay Kerimoğlu 227 Tuncay Şanlı 238, 240 Turgay Kaya 151 Turgay Ciner 225 Turgut Özal 55, 59, 64, 69 Türkan Saylan 82

u Uğur Bora! 235, 236, 237, 238, 240 Uğur Kavuk 239, 240 Uğur Tütüneker 227, 232, 233 Usame Bin Ladin 37 Utku Tosun 70, 71, 72 Uğur Mumcu 31, 32, 33, 51, 163

Yasin El Kadı 40 Yener Süsoy 193, 195 Yıldırım Aktuna 222 Yunus Dolar 97, 98, 101, 102, 103, 105, 1 07, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 120, 121, 127, 128, 129, 130, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138 Yurdakul Akkuş 94, 95, 96, 97, 101, 137 Yurt Atayün 114, 115, 265, 266, 273 Yusuf Kaya 144 Yusuf Kenan Karahan 66 Yusuf Yalçın 151

z Zafer Biryol 239 Zekeriya Öz 37, 82 Zeki Güven 111 Zeki Yiğit 84 Zerrin Güngör 88 Zülküf Bayındır 151

Ü Ümit Bozkurt 237, 240, 241 V Vahit Bektaş 84 Volkan Karagöz 143, 144, 146, 150 y Yakup Saygılı 114 Yalçın Ekmekçi 84

281




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.