Doğa İçin Buluşuyoruz

Page 1

DOĞA İÇİN yoruz Buluşu



www.dogaicin.com


Editör

Mutlu Gürler Yayına Hazırlayanlar Doğuş Erdal, Gizem Karslı, Zihni Başsaray Kapak Tasarım ve Mizanpaj

Relaks Reklam Organizasyon Ltd. Şti. Baskı: Haziran 2013 - İstanbul Ege Reklam Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti. Esatpaşa Mahallesi, Ziyapaşa Caddesi No: 4 Ataşehir, İstanbul Tel: 0 216 470 44 70 Faks: 0 216 472 84 05 Matbaa Sertifika No: 12468 Kitapta kullanılan tüm fotoğraf ve illüstrasyonların telif hakları ödenmiştir.

ISBN 978-605-85968-0-1

9 786058 596801


İÇİNDEKİLER Gürsel TEKİN................................................................................................................................. 5 Şafak PAVEY................................................................................................................................. 7 Şükrü GENÇ................................................................................................................................. 10 KATILIMCILAR (Alfabetik olarak).............................................................................................. 13 Ayşe Nedret AKOVA.................................................................................................................. 15 Sedat AYANOĞLU...................................................................................................................... 19 Aynur BAŞARDI.......................................................................................................................... 25 Zihni BAŞSARAY......................................................................................................................... 31 Cemal BEŞKARDEŞ...................................................................................................................... 35 Abdülkadir BİLGİ........................................................................................................................ 38 Semra ÇETİNSOY........................................................................................................................ 42 Mehmet DİRİBAŞ........................................................................................................................ 47 Hüsne GÖLBAŞI.......................................................................................................................... 50 Hediye GÜLDÜR.......................................................................................................................... 53 Mutlu GÜRLER............................................................................................................................ 59 Nuriye KAZANER........................................................................................................................ 65 Emre KÖPRÜLÜ........................................................................................................................... 67 Özgül ERDEMLİ MUTLU............................................................................................................. 77 Gizem ALTIN NENS..................................................................................................................... 85 Hüsrev ÖZKARA.......................................................................................................................... 91 Selin PEKER................................................................................................................................. 99 Serdar SERHATOĞLU................................................................................................................ 105 Yücel SÖNMEZ.......................................................................................................................... 109 Ahmet ŞENPOLAT..................................................................................................................... 111 Fotoğraflar................................................................................................................................ 116 Notlar........................................................................................................................................ 118 Proje Grubu.............................................................................................................................. 120


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

4


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

Değerli Doğa Dostları, Siyasetler üstü ortak duyarlılığımız olan doğa için sizlerle bir araya gelip, bir asıra yaklaşan örgütlü bir aklın organizasyonu olan Cumhuriyet Halk Partisi olarak, doğa koruma çalışmalarımızda, çağımızın bilgisi ışığında yeni bir yaklaşıma gerek duyulduğunun altını çizerek, gerekli ilk adımı attık. Türkiye coğrafyasının dört bir köşesinden gelen siz değerli sivil toplum örgütlerinin bizlere aktardığı bilgi ve deneyimleriyle, doğa değerlerimize sahip çıkmak için izlenmesi gereken politikaların temel başlıklarını tartıştık. İklimsel değişiklikler, nüfus artışları ve doğal

Saygı ve Sevgilerimle, Gürsel TEKİN CHP Genel Başkan Yardımcısı

afetlerin yol açtığı yıkımlar yetmezmiş gibi, doğa duyarlılığı olmayan, saydamlık ve hesap verebilirlikten uzak kentsel dönüşüm projelerinin dar çemberindeki doğamızın bir anlayış değişikliğine ihtiyaç duyduğunun altını hep birlikte önemle çizdik. Doğa haklarına saygılı, barış ve dayanışma kültürünün hüküm süreceği, çocuk, genç, kadın, engelli tüm dostlarımızın bu toplumsal yaşamda eşit olarak yer alacağı bir toplumun, bir yaşam alanının inşasına katkıları için Genel Başkan Yardımcımız Şafak Pavey’e ve siz değerli sivil toplum örgütleri temsilcilerimize yürekten teşekkür ediyorum.

5


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

6


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

Okumakta Olduğunuz Kitap Neden Çok Önemlidir? Elinizdeki kitap ülkemize ve dünyaya karşı olan sorumluluklarımızı hatırlattığı için çok değerlidir. İçinden geçtiğimiz çağda bizi; nükleer değişim tarafından üretilen, rüzgârımıza, suyumuza, toprağımıza işleyen ölümcül zehirler, doğmamış kuşaklarımızdan çalınmış doğa hakları, su ve gıda yoksulluğunun yol açacağı çatışmalar bekliyor. İnsan, ancak doğa ile barıştığında birbiri ile barışabilir. Silahlara ayırdığımız paraları cehalet, yoksulluk, hastalıkla mücadele ve doğayı yeniden yaşanır kılmak için ayırdığımızda dünya için daha iyi bir şey yapacağımızdan kimsenin kuşkusu yok. Ama bunu nasıl gerçekleştireceğimize dair yolları henüz bulamıyoruz. Yaşadığımız ülke başkasının tüketemediğini tüketmemize çok değer veriyor. İçinde boğulmak üzere olduğumuz araba ve beton denizi, atalarımızın fosillerinden yakıt tüketimi, ihtiyacın çok ötesinde inşaat alanları. Doğayı istila da bu doyumsuz iştah; gelecek

kuşaklara miras olarak dev bir çöp yığını bırakmamızla sonuçlanacak. Dünyanın en güzel topraklarında yaşadığımızdan kimsenin kuşkusu yok. Ancak bu toprakların hak ettiği özeni yeterince gösterdiğimiz konusunda kaygılıyız. CHP, doğamız için endişelenenler için; onun bizim var oluş servetimiz olduğunu düşünenlerin sunduğu sorunlar ve çözümleri elinizdeki metinde topladı. Amacımız sorunları doğru tanımlayıp, sahici ve uzlaşılabilir bir çözüm programı hazırlamak. Tanımlardan çarelere uzanan sabırlı bir çalışmayı kültürel olarak hayatımıza sokmak… CHP’sinin gelecek kuşaklara karşı sorumluluklarını tanımlamak. Umuyoruz ki, bu yüksek hedefimize ulaştığımızda, insanımız, toprağımız, ağacımız, ırmağımız, denizimiz hak ettikleri geleceğe yol alacaktır. Ekolojik anayasalara sahip ülkelerde bolca rastladığımız Doğa Hakkı ülkemize aşina bir

7


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ kavram değil. Bugüne kadar doğa ile ilgili çalışmalar “çevre politikaları” başlığında değerlendirildi. Bu söylemi sahiplendiğimizde neyin çevresi olduğunu da belirtmemiz gerekir. Bu sorunun cevabı tüm çevrelerde “insan” olarak veriliyor. Ancak doğanın sorunlarına insan merkezli söylemle yaklaşmak kendimizi kısıtlamak ve bakış açımızı eksiltmektir. İnsan doğanın merkezinde değil, di-

8


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ ğer tüm bileşenler gibi eksenindedir. İnsan doğanın bir parçasıdır ve diğer tüm canlılar kadar doğaya aittir. Doğanın da kendi hakları vardır. Bu haklar, doğal olarak insanların da özlük haklarını oluşturur. Doğal dengenin dışında bir türün, bir diğer tür üzerinde ölümcül etkide bulunması kabul edilemez. Kalkınma ya da başka bir söylem bu kuralı bozacak güce sahip değildir. Nefes alınamayan, su içilemeyen bir dünyada hiçbir üst yapı kavramından söz edemeyiz. İnsanlığın tüm politikalarının bu eksende yeniden şekillendirilmesi gerektiği inancını taşıyorum. Aksi halde bizi iyi günler beklemiyor. Artık doğaya verdiğimiz zararın kırmızı çizgilerini çoktan aşmış durumdayız. İmkânları sonlu gezegenimizde sonsuza kadar har vurup harman savuramayız. Toplum ile doğa birbirlerinin ayrılmaz parçasıdır. Doğaya ne kadar kötü davranırsak aslında kendimize o kadar kötü davrandığımızı henüz okuma yazma öğrenen çocuklarımız bile fark ediyorlar. Eşsiz bir değeri olan doğa bizim işimize ne

Saygılarımla, Şafak PAVEY CHP Genel Başkan Yardımcısı

kadar yaradığına bağlı olarak algılanamaz. Eğer bugüne kadar neyi kaybettiğimizi anlamayıp bu tahripkâr yaklaşıma devam ettiysek, şimdi vazgeçmenin tam zamanıdır. İnsanlığın doğa dair saygı bilincini ne zaman kaybettiği benim merakımın başında geliyor. Bir zamanlar her kültürün ortak havuzunda doğa insanın vazgeçilmez bir parçası olarak algılanıyordu. O kültürü yeniden hatırlamak, hatırlatmak hızla yol aldığımız uçurumun kıyısından dönmemize yardımcı olacaktır. CHP olarak görevimiz, doğaya emek veren her görüşü toplayarak, bu bilincin yol haritasını sunmak ve her sorumlu yurttaşımıza yapacakları hakkında fikir vermektir. Bu süreçte doğa buluşmamıza büyük bir sabır ve ilgi ile katılan İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan, toplantımıza ev sahipliği yapan Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, bütün sürecin titiz takipçisi Mutlu Gürler, küçük, çalışkan ekibimiz Doğuş Erdal, Gizem Karslı ve Zihni Başsaray’a yürekten teşekkür ediyorum.

9


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Doğayı koruma amacıyla yıllardır büyük mücadele veren doğa savunucularının düzenlediği “Doğa İçin Buluşuyoruz” seminerine, Cumhuriyet Halk Partisi ile birlikte ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyorum. Sarıyer’de göreve geldiğimiz günden itibaren çağdaş, sürdürülebilir yeni bir yerel yönetim anlayışı oluşturmaya çalıştık. Bu doğrultuda hazırladığımız Sarıyer Kalkınma Eylem Planı (SKEP) çerçevesinde sistemli bir belediyecilik anlayışı hedefledik. Bu anlayış ile yaşamın her alanına dokunmaya çalışıyoruz. Çünkü biz yerel yöneticilerin görevi sa-

10

dece yol, kaldırım ve asfalt yapmak değil... Biz klasik belediyecilik anlayışını ileriye taşımak için buradayız. Modern ve farklı bir belediyecilik gayreti içindeyiz. Öncelikli hedeflerimizden biri de gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmaktır. Kızılderililerin bir sözü var: Biz


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ dünyayı ödünç aldık. Aynı şekilde, biz de ödünç aldığımız bu dünyayı en iyi şekilde teslim etmemiz gerekiyor. Temiz bir çevre sağlamak bir başlangıç. Bugün biliyoruz ki toplumdaki gelişmişlik düzeyi çevresine verdiği değerle doğru orantılı. Nasıl zaman geri dönmüyorsa, bozulan çevrenin de kolay kolay geri dönmeyeceğini unutmamak gerek. Unutmamız gerekiyor ki, çevreyi sadece temizlemek yetmez. Tekrar kirlenmesini önlemek amacıyla, yapılan temizliğin sürdürülebilirliğini sağlayacak bir sistem kurmak da projenin bir parçası, belki de en önemlisi… İşte uluslararası sertifika kurumu BREEAM’in kriterlerine göre inşa edilmeye başlanan dünyanın ilk sertifikalı Yeşil Kamu Hizmet Binası’nın yapımı bu anlayışın bir parçası.

nedenlerle Sarıyer Belediye Meclisi, üçüncü köprü yapımının yanlışlığını gerekçeleriyle belirtmiş ve ilgili mercilere sunmuştur. Ben bir yerel yönetici olarak bunun acısını duyuyorum… Ama benim duymam yetmez… Toplumsal bilinci geliştirmeliyiz.

Doğayı sadece temizlik olarak almak da yanlış… Doğa dostuyum diyebilmemiz için yaşayan her varlığa saygı duymak zorundayız. Örneğin biliyorsunuz Sarıyer, dünyanın en önemli göç yollarından biri ve yüzlerce kuş türü buradan geçiş yapıyor. Ancak yine bildiğiniz gibi burası, üçüncü köprünün ve otobanların yapılacağı güzergâh. Üçüncü köprünün geri dönülmez tahribatlara ve doğa felaketlerine yol açması kaçınılmaz. Bu

Çevrenin korunması ve geliştirilmesi konusunda gösterilen çabaların kalıcı olması konusunda kamuoyunun mutlaka bilinçlendirilmesi, çevre ve temizlik bilincinin tüm toplumda benimsenmesi gerekmektedir. Yarınımız olan çocuklarımıza temiz bir çevre bilincini aşılarsak ancak o zaman hedefe ulaşabiliriz. Çünkü bu ülke hepimizin… Hepimiz üzerimize düşen görevi yapmalı, sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız…

Şükrü GENÇ Sarıyer Belediye Başkanı

11


Katılımcı STK ve Doğa Savunucuları

12


Antalya Nükleer Karşıtı Platformu Av.Ayşe Nedret Akova Bakırtepe Çevre Platformu Belgrad Ormanı Koruma Gönüllüleri Derneği Boğaziçi Dernekler Platformu Buğday Derneği Caretta Reklam Çeşme Doğa ve Hayvan Severler Koruma Derneği Doğa Derneği Doğa ve Çevre Derneği Emre Köprülü (TBMM CHP Çevre Komisyonu Adına) Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) IBC Solar İstanbul Barosu Çevre Komisyonu İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü kadınelisiyaset.com Kangal Dernekler Federasyonu Kocaeli Çevre Eğitimi ve Koruma Derneği Mehmet Diribaş MyClimate Sarıyer Pazar Platformu Sedat Ayanoğlu Şişli Hayvan Hakları Platformu TEMA Vakfı TURMEPA Deniz Temiz Derneği Türkiye Orman Derneği Türkiye Ormancılar Derneği

13

Alfabetik sıralanmıştır.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

14


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

AV. AYŞE NEDRET AKOVA Türkiye’de bulunan toplam 41 adet milli parkın ikisi Balıkesir ili sınırları içerisindedir. Ayrıca Balıkesir’de bir tabiat parkı, bir tabiatı koruma alanı, bir de yaban hayatını geliştirme sahası bulunmaktadır. Bakanlar Kurulu’nca 12.3.1993 tarihinde 93/4243 Karar Sayısı ile Balıkesir ili, Edremit İlçesi sınırları içerisinde bulunan Kaz Dağı yöresinin belirli bir kısmı Milli Park olarak belirlenmiştir. Kaz Dağları olarak nitelendirdiğimiz bölgede, 2 milyon 580 bin dönüm orman arazi bulunmaktadır. Bu denli büyük bir coğrafyada, sadece, Edremit ilçesi sınırları içinde 214 630 dönümlük bir alan “Kazdağı Milli Parkı” ve 2 bin 400 dönümlük bir alan “Kazdağı Göknarı Tabiatı Koruma Alanı” olarak tescil edilerek koruma statüsüne kavuşturulmuştur. Kaz Dağlarının koruma alanı dışındaki diğer bölgeleri 6831 sayılı Orman Kanunu’na göre yönetilmektedir. Ancak, Kaz Dağları ekolojik özellik-

leri nedeni ile bir bütünlük oluşturmaktadır. Kaz Dağlarının Avrupa Bitki Birliğince “Önemli Bitki Alanı” olarak kabul edilen ve Çanakkale ve Balıkesir ili sınırları içerisinde kalan ve de Kazdağı Milli Parkı ile organik bütünlüğünü sağlayan alanlarının da milli park sınırları içine alınması zorunluluktur. Kaz Dağlarında çok fazla maden arama izni verilmiş olup; halen yapılan maden aramalarında çevre ve doğal doku tahrip edilmekte ve uzun dönemde de insan ve hayvan sağlığı tehdit altında bırakılmaktadır. Çevreye zarar verecek şekilde arama ve üretim yapan madencilikten elde edilecek kısa dönemli gelir ile uzun dönemli çevre, insan ve hayvan sağlığına verilen zarar düşünüldüğünde, çok fazla miktarda maden arama ve çıkartma ruhsatının verilmesini kabul etmek mümkün değildir. Uzun dönemde maden şirketleri zenginleşmiş; bölgenin doğal

15


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ kaynakları tüketilmiş; geriye kirletilmiş, tahrip edilmiş doğa kalmaktadır. Madenler çıkartıldıktan sonra, geriye kalan zehirli atıklara yöremizden önemli bir örnek Balya Maden ocaklarının durumudur. Çok eski tarihlerden bu yana işletilen Balya Kurşun Madeni, özellikle 1839’dan bu yana yabancı sermayeli şirketlerce ve o günün teknolojileri kullanılarak işletilmiştir. Bunun karşılığında milyonlarca ton zehirli atık da Balya çevresinde Maden Deresi’nin kıyısında, neredeyse bir asırdır durmakta-

16

dır. Balya’nın nüfusu yıllar itibariyle sürekli azalmakta olup; ormanlık alanı kurumuş, havası toprağı zehirlenmiş durumdadır. Dağların içi oyularak maden araması ve siyanürlü yöntemle çıkartılması hem çevrenin doğal güzelliğini tahrip etmekte, hem de uzun dönemli olarak çevreyi zehirlemektedir. Bilindiği üzere bir sene önce Kütahya gümüş madeninde siyanür Havuzu çökünce, çevre köyler tahliye edilmek zorunda kalınmış; çevreye verilen zarar ise henüz açıklanmamıştır.

Balıkesir İlinde Bulunan Korunan Alanlar ve Özellikleri İlan Tarihi

Alanı(ha)

Önemli Özellikleri

Kuş Cenneti Milli Parkı

1959

264

Zengin ve çeşitli kuş toplulukları, tabii bitki toplulukları, kuş gözlemleme mekânı, eğitim, turizm

Kazdağı Milli Parkı

1994

21.450

Bitki örtüsü, biyolojik çeşitlilik ve fauna zenginliği, turizm çeşitliliği, eğitim

Ayvalık Adaları Tabiat Parkı

1995

17.950

Denizaltı topografyası, tarihi nitelikte kilise ve manastırlar

Kazdağı Göknarı Tabiatı Koruma Alanı

1988

240

Endemik ve nesli tehlikede Kazdağı Göknarı, zengin yaban hayatı ve ekosistem

Balıkesir İli Yaban Hayatını Geliştirme Sahası

-

3.560

Geyik türü koruma altına alınmıştır.

Korunan Alan

Kaynak: Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Kaz Dağlarının başta altın madeni arayıcıları olmak üzere maden arama şirketleri kuşatması ile karşı karşıya kalması endişe vericidir. Doğal dengeye geri döndürülemeyecek şekilde zarar veren madencilik faaliyetlerinin engellenmesi için güç birliği yapılması gereklidir. Bu bağlamda doğa haklarının korunabilmesi amacıyla yapılması gereken çalışmalar ve önerilerimiz şu şekildedir:

san yaşamına verilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. • ÇED toplantılarında önceliğin doğa ve insan yaşamı olması için çalışılmalıdır. • Dağlarımızdaki, vadilerimizdeki, akarsularımızdaki, ormanlarımızdaki her türlü talana dur demek için kampanyalar yapılmalıdır.

• Kaz Dağlarının ekolojik bütünlüğünün korunması için Kazdağı Milli Park alanı genişletilmesi için kampanyalar ve etkinlikler yapılmalıdır.

• Maden işletme sahalarında bulunan maden atıklarının çevreye verdiği zararın derecesini ölçmek ve bu zararların etkilerini ortadan kaldırmak konusunda çalışmalar yapılmalıdır.

• Kısa dönemli gelir sağlayan madenciliğin, uzun dönemde vereceği zararlardan korunmak amacıyla, maden arama ve çıkartma ruhsatı verilmesinde önceliğin doğa ve in-

• Maden çıkarma faaliyeti sonucu oluşan doğa tahribatının düzeltilmesi ve tahrip olmuş doğanın iyileştirilmesi için kampanyalar yapılmalıdır.

Av. Ayşe Nedret AKOVA Balıkesir Milletvekili

17


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

18


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

SEDAT AYANOĞLU Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benim konuşmam, 6292 sayılı son 2B arazilerinin değerlendirilmesi hakkında kanunla ilgiliydi. Ama bu çok geniş bir konu olduğu için bunun sadece önemli noktalarına değindikten sonra bu konuda atılan adımların bir bütün olarak algılanması gerektiğini, düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunun için de kentsel dönüşüm yasası, yabancılara arazi satışı hakkında kanun gibi kanunların birlikte düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. 3. köprü meselesini de bir iki şeyle değerlendirmek istiyorum. Ve son olarak 3. Havaalanı, orman meselesi ve park orman ve oynanan trajedinin Belgrad Ormanı’nda tekrarlanması tehlikesine dikkatinizi çekmek istiyorum. 6292 sayılı yasa bugüne kadar orman kanunları hükümlerine göre orman sınırları dışına çıkarılmış 470 bin hektar civarındaki

arazinin değerlendirilmesine dair yasadır. AKP hükümeti 2002 yılından itibaren bu konuda yoğun bir çaba sarf etmeye başladı. Çünkü buradan 25 milyar dolarlık bir gelir bekliyordu ve büyük bir oy potansiyeli olduğunu gördü. Bu konuyu sürekli islemeye ve hakikaten çözmeye çalıştı. Bunun için anayasa değişikliğinin şart olduğunu çevre kuruluşları olarak, üniversiteler olarak sürekli tekrarladığımız için anayasa değişikliği girişimlerini yaptı, gerçekleştirdi. Bunlara Sayın Ahmet Necdet Sezer’in o zamanki Cumhurbaşkanımızın dirayeti, dik duruşu sayesinde mani olabildik ve kendisini informe ettik. Bu görüşler doğrultusunda hazırlanan anayasa değişiklikleri meclise yeniden görüşülmek üzere iade edildi, yani kısaca veto edildi. Bundan sonra gidilecek yol referandumdu. Referandumu o gün için göze alamadılar. Bugün de göze alabileceklerini sanmıyorum. Bu nedenle de kestirme bir yolla me-

19


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ seleyi halletmeye kalktılar. 6292 sayılı yasa o şekilde karşımıza çıktı. Bu yasada eski düzenlemelere göre anayasanın 170. maddesi “orman dışına çıkarılan alanlar devlet eliyle imar ve ihya edilerek orman içinden göçürülecek orman köylülerine tahsis edilir ”bu husus bir kanunla düzenlenir der. 2924 sayılı yasayla da gereken düzenlemeler yapılmıştır. ANAP döneminde İstanbul Beykoz’da uygulamaları gerçekleştirilmiş, vatandaşlara tapuları dağıtılmıştır.

20

Daha sonraki gelişmelerde anayasa mahkemesi bu düzenlemeleri birkaç kez iptal etti. En azından 3 – 4 tane 2B alanlarının satışına ilişkin düzenlemelerin veya bu alanlara ilişkin başka düzenlemelerin iptaline dair anayasa mahkemesi kararları vardır. 1983 – 85 imar aflarında bile orman içindeki 2B alanlarıyla ilgili bu tür düzenlemeler söz konusuydu. 1987’de 3402 sayılı kadastro kanununun 45. Maddesinde benzer düzenlemeler vardı. Gene anayasa mahkemesi iptal etti. Bundan sonra 4706 sayılı KDV’ye ilişkin bir yasaya eklenerek çözülmeye kalkışıldı. AKP hükümetinden önceki koalisyon dönemiydi. Bu düzenleme de anayasa mahkemesinden geri döndü ve anayasa mahkemesi bu konuda son noktayı koydu. Anayasaya göre bu alanlar ancak orman içinden orman köylülerine tahsis edilebilir. Onlara dahi satılamaz. Bu konuda yasal düzenlemede yapılamaz şeklinde son noktayı koymuş oldu. Şimdi bu noktada anayasa mahkemesinden

bu işin geçmeyeceği anlaşılınca bu şekilde bir yasa çıktı ve eski düzenlemelerden çok daha geniş düzenlemeler yapılarak uygulamaya sokuldu. Bu kanunda öncelikle dikkat etmemiz gereken şey hak sahipliği meselesi. Ne orman köylüsü olmaya gerek var, 2924 sayılı yasada ne de son 5 yılda o köyde ikamet etme şartı var. Bunlar tamamen kaldırıldı. Sadece eylemli olarak burasını elinde bulundurmak ve kadastro tutanağının beyanlar hanesine şunun işgalindedir yazılması, yani şadil olarak yazılmak yeterli kabul edildi bu yasa ile. Arazi konusunda sürekli sınırlamalar öneriyorduk biz bu meselenin çözümünde. Diyelim ki, bir insanın ne kadarlık bir arsaya ihtiyacı vardır? Oradaki imar durumuna göre 300 m2 değil mi? Bu kadar yerini kesin, rant yaratmayın şeklinde öneriler vardı. Bu önerileri de kulak arkası ettiler ve hiçbir sınırlama yok şu anda. 500 dönümse 500 dönüm 2B arazisini satın alabilirsiniz. Eğer parayı bulabilirseniz tabi. 2A’ya ilişkin düzenlemeler yaptılar. Şimdi biz hep 2B’yi biliyoruz. 2A, orman içinden göçürülecek orman köylüleri için orman olarak korunmasında kesin yarar bulunmayan, aksine tarım alanına dönüştürülmesinde kesin yarar bulunan yerlerin ve bozuk orman alanlarının, makiliklerin orman sınırları dışına çıkarılmasına ilişkin fıkradır. Orman kanununun ikinci maddesinin A bendidir. 2A’dan hiç söz yok. Burada 2A’nında genişletildiğini görüyoruz. Nasıl genişletildi? Tabii afetler kanununun ek 10. maddesi yanılmı-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ yorsam. O maddede anayasa aykırı olduğu halde orman alanlarına depremzedelerin yerleştirilmesine dair bir düzenleme yapıldı ve 99 depreminde Adapazarı civarında bunun uygulamaları da yapıldı. Yani anayasaya aykırı yasa çıktı, kimse sesini çıkarmadı, uygulaması da yapıldı. Bunu bu yasaya soktuğunu görüyoruz. Yani orman köylüleri arasına depremzedeleri soktuğunu görüyoruz. Şimdi buna belki kimse itiraz etmeyecektir, o bir milli felaket, onun çözümünde bir parça orman tahsis edilmiş tamam feda olsun diyebilirsiniz. Ama buna askeri yasak bölgelerde su havzalarının mutlak koruma bantları içinde bulunan ve kesinlikle mülkiyeti devredilemeyecek veya herhangi bir tasarrufta bulunamayacak alanlardaki insanların da dahil edildiğini görüyoruz. Şimdi bu alanlar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı planlar geliştirecek. Bu alanları talep edecek Orman Genel Müdürlüğü’nden. Orman Genel Müdürlüğü derhal buraları orman dışına çıkaracak. İtiraz süreleri çok kısa, yanılmıyorsam bir hafta. Bu şekilde bir düzenleme getirildiğini görüyoruz. 2B konusunda bedeli emlakçılara telefon ederek tespit ettiler. Hala da tam olarak açıklayabilmiş değiller. Hala bir karmaşa var. Bu para nereden bulunacak, nasıl bulunacak ben de merak ediyorum. Yani bu yasanın işleyip işlemeyeceğini merakla bekliyorum. Bedele itiraz yok. Bedele itiraz nasıl olmaz? Yani anayasanın 125. maddesi idarenin her türlü eylem ve işlevi yargı de-

netimine tabidir kuralını koyuyor. Siz bir idari tasarrufta bulunuyorsunuz, bedel takdir ediyorsunuz veya başka bir tasarrufta bulunuyorsunuz ve yargıya gitme hakkınız yok, bu hakkı tanımıyorsunuz. Bir taraftan hukuk devleti, demokrasi nutukları atılıyor, bir taraftan yapılan düzenleme bu tür düzenlemeler içeriyor. Bu yasa en azından 4 – 5 maddesi açısından anayasanın hem 170. maddesine, hem 169. maddesine kesinlikle aykırıdır. Anayasa mahkemesinin bu konuda vermiş olduğu 4-5 tane karara kesinlikle aykırıdır. Ancak ana muhalefet partimiz konuyu maalesef anayasa mahkemesine götürmedi galiba. Artık iş işlemler sırasında kişilerin anayasaya aykırılık iddiasında bulunmaları ve mahkemenin bunu ciddiye alarak anayasa mahkemesine olayı götürmesine kaldı kaldı diye düşünüyorum. Bu sadece 2B alanlarıyla da sınırlı değil. Aslında bu bir paket, bir bütün. Kentsel dönüşüm yasasında da gene 2B alanlarıyla veya 2A alanlarıyla ilgili bir takım yetkiler, düzenlemeler olduğunu görüyoruz. Aynı tarihlerde yabancılara mülk satışı hakkındaki kanunda ciddi değişiklikler yapıldı. Bazı bu noktalarda tavizler verildi ve yabancıların mülk edinmesi kolaylaştırılarak yabancı sermaye ülkeye daha fazla çekilmeye çalışıldı. Bütün bunlar çevre için, ormanlar için, su kaynaklarımız için açık ve kesin bir tehlike oluşturuyor.

21


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

22

3. köprü; bu konuda Sarıyer Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç burada, kendisine destekleri için belediye meclisi kararı için son derece müteşekkiriz. Fakat maalesef hükümet gene kendi yöntemleriyle, yeni yöntemler geliştirdi. Mesela bir idari işlem yapmıyor. Neden yapmıyor? İdari işlem yaparsa yargıya gidecek çünkü. İlgili kurumlar, meslek odaları, üniversiteler veya belediyeler meseleyi yargıya götürecekler. Bu nedenle idari bir işlem tesis etmeden kapkaç usulüyle işleri yürütüyor. Bu noktalar son derece vahim. Hele bir hukuk devletinde veya demokrasi iddiasında bulunanlar için son derece vahim girişimler.

şünülen büyük planın bir parçasıdır, bir kilit noktasıdır. Nasıl bir kemerin en son ortadaki taşı kilit taşı olarak adlandırılıyorsa 3. Köprü de bu kemerin İstanbul’un iki yakasında düşünülen iki tane uydu kenti birbirine bağlayan kemerin son yapı taşıdır ve bu taş yerine konmuştur. Bunun altyapısı zaten yıllar öncesinden başlamıştır. Yaklaşma yolları vs. çoktan karayolları bölge müdürlüğünce başlatılmıştır. Bugün 3. Köprü’nün üstlendiği görev bu. Bunun İstanbul trafiğine, İstanbulluya hiçbir yararı yok. Aksine kuzeyde yer alan ormanlarımıza, su kaynaklarımıza ve yaban hayatına yönelik çok ciddi tehditler oluşturuyor.

Şimdi 3. Köprü olayı sadece İstanbul için dü-

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Sedat AYANOĞLU İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Fakültesi Orman ve Çevre Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

23


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

24


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

AYNUR BAŞARDI Onların duaları hep sizinle olacak, destek vermeniz için YALVARIYORUZ… Biz Osmanlı’dan beri evcil hayvanlar olan kedi, köpeklerle iç içe yaşayan bir toplumuz; hayvan sevmek ve beslemek bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Bugün bile birçok tarihi yapıda ve özellikle Osmanlı Camilerinde kuş evleri görülür. Daha Avrupa’nın ‘’Hayvan Haklarının’’ ne olduğunu bilmediği tarihlerde, bizim Atalarımız yurdun çeşitli yerlerinde Hayvan Hastaneleri kuruyor, hayvanlara Vakfiyelerde para ayırıyorlardı. Örneğin birçok belgede adı geçen Bursa Leylek Hastanesini, Dolmabahçe’de bir zamanlar bulunan Kuş Ameliyathanesini, Üsküdar’da bulunan Kedi Hastanesini hangi batılı biliyor ki? Osmanlı’nın Anadolu Topraklarındaki hayvan sevgisi, çağımız Batılı Hayvan severlerin çok çok üzerinde bir sevgi olup, onlara örnek olacak niteliktedir. Osmanlı Toplumunda yaşayan insanlar ya-

kın zamana kadar insan – hayvan arasındaki dostane ilişkiyi en güzel biçimde sürdürmüşlerdir. Hayvanında bir can taşıdığı ve onların canlarının Kutsal olduğu henüz İslamiyet kabul edilmeden önceki dönemlerde kabul edilmiştir. Evcil hayvanlar olan kediler ve köpekler insansız, doğal ortamlarda asla yaşayamazlar. Onlar bizsiz, biz onlarsız olamayız. Bir zamanlar Van kedilerin türleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya geldiğinde koruma altına alma amaçlı, barınağa alındılar. Ancak bulundukları ortamdan alınan kediler, alıştıkları ortamın dışına çıkınca, doğaları gereği çok agresifleştiler, yemek yemediler, viral hastalıklara çok yatkın olan kediler arasında korkunç salgın baş gösterdi, çoğu hayatlarını kaybettiler. Bunun sonucunda yetkililer çareyi barınaktan vazgeçmekte buldular. Kedileri her ay

25


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ 50 Lira ödeme yapılması karşılığında, evlere sahiplendirerek, büyük bir yanlıştan dönerek, türlerini koruma altına alabildiler. Kediler alıştıkları kendi ortamlarında bakımı çok kolay, ama alıştıkları ortam dışına çıkarılıp, başka kedilerle bir araya getirildiklerinde, insanların el süremeyeceği şekilde korkunç yabani olan canlılardır. Yani toplu kedi barınağı kesinlikle imkânsızdır.

26

Kedilerin bulundukları mahallelerden alınması demek; meydanların, kentsel dönüşüm sebebi ile yıkılmakta olan eski evlerde, yuvaları bozulan sıçanlara ve akreplere kalması demektir. Yani ekolojik dengeye yapılan böyle bir müdahale, insan sağlığını da tehlikeye sokması kaçınılmaz olacaktır. Köpeklere gelince; köpekler evcil hayvanlar oldukları için mutlaka insana gereksinme duyarlar. Aynı insanlar gibi kimi munis, kimi baskın karakterlidir. Maalesef baskın karakterde olanlar barınaklarda munis yapıda olanlara yaşam şansı vermezler… Yemek yedirmezler… Her gün barınaktan parçalanmış cansız bedenler çıkar… Köpeklerde tehlikeli ırk diye bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Örneğin tehlikeli ırk olarak görülen pitbullar insanlarla, özellikle çocuklarla çok iyi iletişim kuran cinsler içinde yer almaktadır. Diğer cinslere göre daha acıya dayanıklı olması, çenesinin güçlü olması sebebi ile kötü niyetli kişilerin elinde dövüş köpeği olarak kullanılmasından dola-

yı halk arasında tehlikeli olarak bilinmektedir. Oysaki bilinenin aksine çok cana yakın bir ırktır. Burada ceza alması gereken, onları dövüştürerek, saldırganlaştıran sahipleri olmalıdır. Kanun taslağında öngörülen, Doğal Yaşam Alanları adı altında; bazı kötü niyetli belediyelerin, hayvanlarımızı ormanın derinliklerine, ölüme yollayacakları aşikârdır. Ormanlara atılarak, kaderlerine terk edilen evcil köpeklerin ve kedilerin buralarda kuduz taşıyıcısı yarasa, kurt, çakal gibi hayvanlar tarafından ısırılarak, kuduzla enfekte olabilecekleri gibi büyük tehlikeler de akıllardan çıkartılmamalıdır. Bu evcil hayvanlar aç kaldıklarında ait oldukları insanların yanına yani şehre gelmeye çalışacaklardır. Barınaklar ve çoklu hayvan bakım evleri bulaşıcı viral hastalıkların çok kolay yayıldığı alanlardır. Tedavileri de son derece maliyetli ve çoğunlukla da başarısız olmaktadır. Evlerde bakılan hayvan sayısına sınır getirmek konusuna gelince; çoklu hayvan bakmak zorunda kalmamızın sebebi, yıllardır ciddi bir şekilde kısırlaştırmaya önem vermeyip, görev ihlali yapan belediyelerdir. Evlerimizde çevreye rahatsızlık vermeden baktığımız hayvanlarımızı barınaklara teslim etmemiz mümkün değildir. Onlar bizim emek verdiğimiz, çok sevdiğimiz, gönülden bağlandığımız evlatlarımızdır. Evlerimizde ve sokaklarımızda yıllardır bak-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ makta olduğumuz hayvanlarımızın, alınıp barınağa götürülmesi demek; Çocuk Esirgeme Kurumundan evlat edindiğimiz, sevgi ile büyüttüğümüz, emek verdiğimiz, kendi doğurduğumuz çocuğumuzdan ayırmadığımız, bağlandığımız yavrumuzun elimizden alınarak, Çocuk Esirgeme Kurumuna götürülmek istenmesine eşdeğerdir. En fanatik grup dendiğinde, insanların akıllarına hemen hayvan severler gelmektedir. Fanatik olarak görülmemizin sebebi, kendimizi gerçek anne, baba gibi hissedip, evlat olarak gördüğümüz hayvanlarımız için endişe duymamız, onları canımızı verecek kadar çok sevmemizden ileri gelmektedir. Sonuç olarak; Müslüman ülke olarak; hayvanlarımızı ait oldukları yerlerden kopartarak, sürerek süründürerek, uzun soluklu ölüme yollamak, insanlarla bağını kesmek, hem dinimizce kabul görmeyecek bir günah olacak, hem de toplumda tahminlerin üzerinde korkunç infial yaratacaktır. Toplumun her kesiminden olan vatandaşlarınızın sizden ricası; mevcut yasa tasarısını geri çekerek, çevre bilimcilerden, sosyologlardan, hayvan psikolojisi ile ilgili hocalarımızdan, hayvan hakları derneklerinden oluşan bir heyet oluşturarak, ortak mutabakata varıp sizlere yakışacak, tarihe altın harflerle geçeceğiniz hayvanların yaşam haklarına saygılı, Türk toplumunda kabul görecek yeni bir yasa tasarısı hazırlanmasına yar-

dımcı olmanızdır. Sokaktaki evlatlarımızın yaşam hakları için tam destek vereceğinize tüm kalbimizle inanıyoruz. SOKAK HAYVANLARI SORUNU ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ 1 – Çoğu kayıt dışı olan köpek üretim çiftlikleri yıllardır denetlenmemektedir. Birçok ırkın yanı sıra, tehlikeli ırk sayılan köpek cinsleri buralarda harıl harıl üretilmektedir. Bu yasa dışı çiftliklerin tespit edilerek, derhal ceza uygulanarak kapatılması, kayıtlı üretim çiftliklerin de ise 10 yıl süre ile köpek üretiminin durdurulması gerekmektedir. 2 – Çeşitli ülkelerden kaçak olarak çuvallarla, çantalarla hayvan getirenlere ciddi cezai uygulamalar gerekmektedir. Ayrıca bu yollarla getirilen, değişik ölümcül virüs taşıyan hasta hayvanların, ülkemize girişi, hayvanlarımızın sağlığı açısından çok önemlidir. 3 – Pet shoplarda, çoğunluğu kayıt dışı olan hayvan satışlarının mutlaka 10 yıl süre ile yasaklanması gerekmektedir. Bu sürenin bitiminde mevcut duruma bakılarak bu süre uzatılabilir veya kaldırılabilir. 4 – Cins kedi, köpek gibi hayvanların ithalatına ağır vergi uygulamaları getirilerek; mevcutta barınaklarımızda oldukça fazla bulunan cins ve melez hayvanların sahiplendirilmesi cazip hale getirilmelidir.

27


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ 5 – Barınaklardan chiplenerek, kayıt altına alınarak sahiplendirilmiş hayvanlara, Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri tarafından ömür boyu aşı ve sağlık hizmeti verilerek, barınaktan sahiplenmek cazip hale getirilip, böylelikle barınakların boşalması sağlanmalıdır. 6 – Chiplenerek, kayıt altına alınan, sahipli hayvanın terk edilmesi halinde, sahibinin siciline işleyecek ceza uygulanmalı; bu kişi ve ailesinin 5 yıl süre ile hayvan sahiplenmesine yasak getirilmelidir.

28

7 – Türkiye genelinde bütün belediyelerde eş zamanlı olarak, ciddi bir şekilde büyük bir kedi, köpek kısırlaştırma kampanyası düzenlenmeli; tüm sahipsiz hayvanların kısırlaştırılması ve aşılanması sağlanmalıdır. Ayrıca 10 yıl süre ile sahipli hayvanların da kısırlaştırılıp, chiplenip, kayıt altına alınarak, nüfuslarının kontrol altına alınması gerekmektedir. 8 – Sonuç olarak, bütün Türkiye’de eş zamanlı olarak, ciddi ve sağlıklı biçimde sokak hayvanlarını kısırlaştırarak nüfuslarını

Saygılarımla, Aynur BAŞARDI Bağımsız Hayvan Hakları Platformu

kontrol altına almadan, çoğunun kayıt dışı olduğu üretim çiftliklerinin faaliyetlerini yasaklamadan, pet shoplardan 10 yıl süre ile hayvan satışlarını engellemeden, cins kedi, köpek ithalatına ağır vergi yükü getirmeden, 10 yıl süre ile hayvan ithalatını yasaklamadan, ilk etapta sahipli hayvanlar da dahil olmak üzere, sahipli veya sahipsiz kedi, köpekleri kısırlaştırarak, köpekleri chipleyerek kayıt altına almadan, sahipli hayvanını terk edene ceza uygulaması yaparak ve 5 yıl süre ile hayvan sahiplenmesine izin vermeyerek, hayvana tecavüz, hayvana işkence, hayvan öldürmeye hapis cezası getirmeden, deney amacı ile etik kurallara uymadan hayvanlara deney yapılmasına yasak getirilmeden, yani asıl çözüm için gerekli adımlar atılmadan, mahallelerimiz ve sokaklarımızdaki kedi ve köpeklerimizin toplanarak yok edilmeleri veya barınaklara götürülmeleri hem ekolojik denge, hem kültürümüz, hem de dinimiz açısından talep görmeyecektir. 9 – Ciddi, gerçekçi, çözüm odaklı projelerle soruna yaklaşılmadığı sürece her seferinde başa dönmek kaçınılmaz olacaktır.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

29


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

30


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

ZİHNİ BAŞSARAY Bir doğa politikası belirlenirken, tekil başlıkları ayrı olarak değerlendirip bütünsel bir vizyon olmadan çözümler üretmeye kalkmak, kurumları çözümsüzlüğe götürür. Doğa sorunları tekil olarak bakıldığında çok farklı olarak da görülse, yaklaşım açısından bütünsel bir bilinç gerektirir. Peki bu vizyon, nasıl ilkeler üzerine temellenmelidir? Nobel ödülünün üzerinden Vergil’in “Sanatla güzelleşen dünyamız, bırakın bilimle genişlesin.” sözü yer almaktadır. Biz, doğa bilimini bu sözün dışında tutuyoruz çünkü doğa bilimi Dünya’yı genişletmez, var eder. Doğa bilimi, Dünya’nın ve canlı yaşamının var oluşunun bilimidir. Doğa, bilinen tüm siyasal paradigmaların üzerindedir. Bunu anlamanın en kolay yolu siyasi haritalar ve ekolojik haritalar arasındaki farklılığın iyi okunmasıdır. Bir coğrafi kesitte kaç ülkenin toprakları bulunursa bulunsun, eğer ortak bir havzadan bahsediyorsak bu, bir ülkeden kaynaklanan kirliliğin diğer ülkeleri de aynı ölçüde etkileyebileceğinin de farkında olmalıyız. Yani siyasi sınırlar nasıl çizilmiş olursa olsun doğa kendi yolunu takip eder. Dolayısıyla siyasi-

ler de verdikleri tüm kararlarda bu gerçeğin farkında olmalı ve doğa haklarını öndelik sırasının en üzerine konumlandırmalıdırlar. Tarih boyunca toplumlar doğa koşullarına göre reflex göstermişlerdir. Bilhassa su kıtlığı sebebiyle Orta Asya’dan göç eden kavimler, doğa koşullarının toplumsal anlamda ne kadar önemli olduğunun kanıtıdır. Doğa biliminin diğer bilimlerle arasında ilkesel olarak farklılıklar mevcuttur. Doğa hakları dendiği zaman, “para ile satın alınamayacak” kavramlardan bahsediyoruz demektir. Örneğin Dünya’nın sıcaklığı 4 derece daha artarsa ve denizlerdeki su seviyesi gerçekten 7 metre yükselirse, ne kadar para verirsek verelim geri dönüşü olmayan bir yola girmiş olacağız. Doğa haklarının bir de zor yönleri var. Prensipte karşıtsızlık bunlardan biri. En büyük doğa katili bile prensipte “ben doğayı katletmek istiyorum ve doğa haklarını kesinlikle tanımıyorum” demez. Dolayısıyla bireylerin ya da kurumların doğaya yaklaşımlarını rasyonel olarak çözümleyebilmek için iyi bir süreç ve sonuç analizi yapmak gerekir.

31


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Doğa hakları, neredeyse tüm din ve ideolojilerin üzerinde ortak bir karara vardığı nadir değerlerdendir. Tüm ilahi dinlerde kutsal görülen doğa, ideolojilerin tümü için de ayrı bir öneme sahiptir. Örneğin Marxizm doğa haklarına temelden bir değer verirken, kapitalizm de zenginliğini ve üretimi sürdürmek amacıyla doğayı korumakla mükelleftir.

32

Peki, doğanın bilimsel analizi yapılabilir mi? Evet. Doğa, analitik bir düzlem olarak ele alınıp bilimsel bir analiz yapılabilir. Risk analizleri ve life cycle assessment yöntemleri ile doğa bilimsel olarak analiz edilebilir. Ancak tabi ki bu tip çalışmalarda doğanın kendine has karakter özelliklerinin göz önünde bulundurulup bir sistematik oluşturulması gerekmektedir. Burada da hatırlanması gereken en önemli unsur, doğanın canlı bir organizma olduğudur. Ne yapmalı sorusuna verilecek ilk cevap, interdisipliner bir bilim heyetinin oluşmasıdır. Bu şekilde, çok farklı alanlardan oluşan doğa hakları konusundaki her olay ve durumda konusunda uzman bilim insanlarından doğru bilgi alınıp doğru söylem üretilebilir. Bu şekilde alınacak geri bildirimlerin yanı sıra ileri dönük bilgilendirme ve donanım Zihni BAŞSARAY İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğrencisi

sayesinde doğru bir doğa vizyonunun oluşması da mümkün olabilir. Cumhuriyet Halk Partisi günümüzde var olan sosyolojik ara yüzleri mümkün olan en iyi şekilde kullanmalıdır. Çağımızın en önemli iletişim alternatiflerinden biri olan sosyal medya gibi önemli bir ara yüz varken, bu ara yüzün göz ardı edilmesi son derece yanlış bir tavır olur. Sosyal medya bileşenlerinin de kitle ve kullanım analizleri yapılmadan bu mecralarda yer edinmek puan kazandırmadığı gibi puan da kaybettirebilir. Son olarak şu anda ülkemizin her yerinde bulunan doğa direnişlerine tam ve samimi destek verilmelidir. Yaşadıkları yerlerin ellerinden alınmasına, yaşam alanlarının tahrip edilmesine, doğanın katledilmesine karşı direnenler haklarını aradıkları için cezalara çarptırılmaktadır. Yerellerdeki insanlarımız için Cumhuriyet Halk Partisi’nin desteği yüksek öneme sahiptir. Bu sağlayabilmek için de Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi yerel örgütlerinin de harekete geçmesi gerekir. Sistematik bir eğitim ve görevlendirme sonucu Türkiye çapında oluşturulacak bir ağ, en iyi çalışma sistemi örneğini oluşturabilir. Bizlere burada fikirlerimizi sunma şansını verdiğiniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

33


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

34


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

CEMAL BEŞKARDEŞ Değerli CHP temsilcileri, değerli konuklar, Boğaziçi Dernekler Platformu denilen oluşumun yaptığı önemli bir doğa, kültür projesini tanıtmak ve özellikle bugünün ana muhalefet, yarının iktidarı olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne siyaset oluşumunda destek vermek için bulunuyorum. Boğaziçi dediğimiz bütünüyle bir yöre, bir iklim, bir havza olan ve bu bölgeyi koruyan Boğaziçi İmar Yasası -ki bu fikir, benim de içinde bulunduğu bir Türkiye Turing Otomobil Kurumu ve onun efsanevi başkanı rahmetli Çelik Gülersoy ile birlikte bugün yargılanmakta olan Kenan Evren Paşa’nın Milli Güvenlik Komitesi olarak bize yaptığı bir ziyarette ortaya çıkmıştı -, 1983’te uygulamaya konuldu ve bugüne kadar boğazda ön görünümde ne kaldıysa O’nun sayesinde kalabildi. Ama şimdi bir torba yasa var mecliste.

nın, Kuleli Askeri Lisesi’nin, kıyı şeridinin 50 metresinin 10 metreye indirilmesinin, bütün ormanlık bölgelerin kiralanması, satılması, Belgrad Ormanları’nın içine maden açılması, Belgrad Ormanları’nın içine 40-50 tane su sondaj bölgesi verilmesi, dolayısıyla sayın ormancılarımızın, uzmanlarımızın da kabul edeceği gibi o ormanın yok oluşunun hazırlanması var. Böyle bir yasayla, böyle bir yok oluşla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bütün doğal varlıklarının HES’lerle tehdit altında olduğunu söylemeyeceğim çünkü zaten söylendi. Boğaziçi, Boğaziçi yöresi, Belgrad Ormanı, Riva, Şile ormanları ile bir bütün ve İstanbul dediğimiz, dünyada eşi benzeri olmayan, içinden okyanus geçen, dünyada kuş göçlerinin en önemli yeri, balık göçlerinin en önemli yeri. İçinden okyanus geçen şehir burası ve bu şehri yönetenler bunun farkında değil.

Şu anda gündeme gelen o torba yasanın içinde ne var? Beykoz’un askeri alanları-

Boğaziçi’ni ve İstanbul’u yitirmek üzereyiz. Ben burada doğdum, burada büyüdüm,

35


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ burada yaşıyorum ve Sarıyer Belediyesi’ni CHP’nin kazanması için sonuna kadar çalıştım, yine de çalışacağım. İlçe Belediye Başkanlığı’nde komisyonlarda derneklerimizle çalışıyoruz ki, seçimleri alalım, siyaset yapalım. Ancak bizim siyasetimiz çevre siyaseti, STK siyaseti. Bizim siyasetimiz, birilerini kötülemek değil, çözüm üretmek. Çözüm üretmek için 9 tane çevre derneği kurduk. İstanbul tarihin ve doğanın beşiği. Burası kuş göçlerinin yeri. İnsanlar yurt dışından gelip burada ender kuşları izler. Eskiden 200 kadar balık çeşidi vardı ancak 5 çeşit kaldı. Lüferi kurtarmak için biz uğraşıyoruz, sivil toplum uğraşıyor. 36

Peki İstanbul’u nasıl kurtarırız? İstanbul’u eğer Dünya Doğa ve Kültür Mirası listesine kaydettirip bir yönetim planına bağlayabilirsek İstanbul’u kurtarabiliriz. Bu amaç Saygılarımla. Cemal BEŞKARDEŞ Boğaziçi Dernekler Platformu

doğrultusunda bir akım başlattık. Sn. Sarıyer Belediye Başkanımız bu müracaatı yaptı. Kültür Bakanlığı sürecinden geçti, Kültür Bakanlığı onaylıyordu ancak kanun değişti, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işin çevre kısmını üzerine aldı, tekrar müracaat etmemiz lazım. Bu konuda partimizden de destek bekliyoruz çünkü Sn. Şafak Pavey, siz UNESCO’da bulundunuz keza Genel Başkan Yardımcımız Sn. Faruk Loğoğlu da destek vereceğini söyledi. Biz konuyu UNESCO Türkiye Heyeti ile de konuyu görüştük. Bu müracaatı hazırlayacağız fakat bu zor bir süreç. Şu anda İstanbul’da Tarihi Yarımada da 1984’te başlatılmış bir Dünya Mirası listesi kaydı var. Daha sonra Haliç ve Kâğıthane eklendi. Biz de taktik ve teknik olarak Boğaziçi’ni de o listeye ekleyeceğiz. Bunun çalışması ve heyecanı içindeyiz, siyasi ve bilimsel desteklerinizi bekliyoruz.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

37


38

ABDÜLKADİR BİLGİ Yöresel olarak Belgrad ormanlarından bahsedeceğim. Çok konu vardı ama bu konu bilhassa bu son işte Ağaoğlu hadisesi dolayısıyla gündeme geldi ve herkesin doğaya olan ilgisi de artmaya başladı. Bundan dolayı da Ağaoğlu’na aslında teşekkür ediyorum. Niye? Herkes “ya ne oluyor?” dedi. Şimdi biz Belgrad Ormanları’nı çok rahat olarak görüyorduk ve bu zamana kadar Belgrad Ormanları’nın içerisinde en ufak bir tahribat yapılmadı ve ya orman olarak başka bir gecekonduluk bir konu geçmedi. Bunun tek


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ sebebi Belgrad Ormanları’nın koruma ormanı olması ve muhafaza ormanı olması idi. Maalesef son yasalara göre tabiat kanunu farkları neticesinde bu ormanı darmadağın etme pozisyonuna girdiler. Biz defalarca yazdık, çizdik. Dedik ki, bu tabiat kanunu son derece yanlış. Çünkü içeriğini açıp okuduğumuz zaman turizm tesisleri, oteller, işletmeler, küçük küçük şeyler hep böyle küçük küçük parçalar halinde özel müsaadeler alınarak konuyor. Bunun son örneğini gördük Ağaoğlu tesislerinde. Şimdi bu sistem içerisinde Belgrad Ormanları’nda bazı sorunlar var. Ben kısa kısa onlardan bahsedeyim. Şimdi bizim tarihi bentlerimiz var. Belgrad Ormanı’nın içerisindeki tarihi bentler 3 yıl önce İSKİ tarafından ve Teknik Üniversite’den heyetler getirilerek incelemeye alındı. Bu incelemenin neticesinde görüldü ki, Belgrad Ormanı’nın içerisindeki bu bentlerin ömrü 30 yıl. 30 yılın içerisinde bu bentlerimiz yok olacak. Bentler, 1475 yılından hatta daha önce Bizans suyollarının Bizans’a varması dolayısıyla ve bugüne kadar tek bir şey, faal olan tek suyolu. Bu tek suyolu dünya mirasının içerisine girmesi lazım. Unesco’nun içerisine bentlerin girmesi lazım. Hatta 2010 yılı İstanbul Kültür Başkenti dolayısıyla biz bunu devreye sokmak istedik. Belediyelerle, Sarıyer Belediyesi’yle çalışma yapmak istedik ama biz maalesef kurula giremedik. Yani bu

projemizi kurula götüremedik. Bunun 3 tane ayağı var. Tabiat varlığı, Kültür Bakanlığı’na ait. Yer, Orman Bakanlığı’na ait, kullanan İSKİ. 3 ayak maalesef bugüne kadar bunun tamiratını yapamadılar. İSKİ bu konuda hazır. Diyor ki, benim altyapım hazır. Çünkü O, bunları kullanmak istiyor. 365 günün içerisindeki bir gün bu bentlerimiz İstanbul’un Rumeli tarafının suyunun ihtiyacını karşılıyor. Bu kadar önemli. Şimdi bu önem içerisinde bu bentler nasıl göz ardı edilir onu bilemiyorum. İkinci konu; 3. Havaalanıyla ilgili. 6 Kasım’da Tayakadın köyünde bir ÇED toplantısı yapıldı. Bu Tayakadın’daki toplantının amacı bir göz boyamaydı sadece. Gördük ki orada hiçbir ÇED çalışması yapılmadan doğrudan bu adrese havaalanını yapacaksınız, burada olacak emriyle yapılan bir olay. Burası dünyanın 3. Kuş yollarının merkezi. İki; bir su havzası var. 2,5 km uzaklığı var. Nasıl bir havaalanı yapılır? Benim 3. Köprünün yapılması konusunda da son bazı endişelerim var. Çünkü burada yaşayan insanlar Karadeniz’den esen rüzgârın nasıl bir etkisi olduğunu gayet iyi bilirler. Kuzeyden gelen rüzgârların havaalanından kalkıp inip kalkan uçakların ne türde etkisi olacak? Veya 3. köprü nasıl sallanacak beşik gibi? Bunun hiç farkında değiller. Sadece diyorlar ki, bu noktaya bu köprüyü yapacağız. Şimdi burada çok önemli bir konuya değin-

39


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ mek istiyorum. Bizim çalışmalarımız tamamen ilmi olmalı. Şimdi burada “doğa için” dediğimiz zaman bunun adresi İstanbul’daki Orman Fakültesi olmalı. Şimdi fakültenin içerisinde bizim derneğimizin yönetiminde birçok arkadaşımız var öğretim görevlisi olarak. Bu arkadaşlardan biz ilmi olarak faydalanıyoruz. Ne olacak, ne bitecek diye soruyoruz. Şimdi ormanın içerisinde onlarca su kuyuları açılmaya başlandı. Buradaki Orman Çevre Müdürü’ne soruyoruz, diyoruz ki, bu su kuyuları nasıl açılıyor? Taban suyu ölçümleri yapılmadan bu su nasıl müsaade edilir diyor cevap yok. Sadece şunu söylüyorlar: izin verildi, açıldı. 40

Bir konu daha var. Bu konu sağlıkla ilgili. Benim mesleğimle ilgili bir konu. Şimdi İstanbul’da iki tane büyük ormanımız var. Belgrad ormanları ve Beykoz ormanları. Şimdi bu iki orman Allah’ın bize lütfettiği bir şey. Doğal jeneratör, hava jeneratörü bunlara bağlanmış ve İstanbul’u temizliyor. Şimdi Google’dan incelemeye bakıyoruz. Keşke ben daha önce hazırlıklı gelseydim Google’daki kuzey bölgelerinin yeşil ve sarısını görecektiniz. 10’ar yıllık arayla Google bunu tespit etmiş. İnanın yok denecek kadar az yeşilimiz kaldı. Şimdi bundan sonra 10’lu yıllarda İstanbul’un içerisinde kanser son derece artacaktır. Bunu yazın. Buradaki hastanelerin bu kadar çok açması, her mahallenin içerisinde bir hastanenin olması buna bir örnek göstermiyor mu? Bizim en değerli şeyimiz sağlığımız. Suyumuz ve ha-

vamız temiz olduktan sonra biz yasarız. Şimdi burada tabiat park kanununun tamamen değişmesini istiyoruz bir. İkincisi; gayri sıhhi müesseseler kanununun süratle değişmesi gerekir. Çünkü bu gayri sıhhi müesseseler kanununu açıp okuduğumuz zaman göreceksiniz ki, doğanın tahribatında en büyük sorun burada. Fabrikalara deniyor ki, işte atıklarınızı şu şekilde bertaraf edeceksiniz. İki gün sonra bir bakıyorsunuz ki, vanaları kapatıyorlar ve bütün hava tekrar yeniden kirleniyor. Sularımız tekrar kirleniyor. Bunun önünün alınabilmesi için gayri sıhhi müesseseler kanununa muhakkak suretle el atılması lazım. Bu doğayı temizlemenin birinci temeli bu. Gelelim ormanımızdaki hayvanlarımızla ilgili yasamıza. Belgrad ormanımızda 10 bin tane köpek var. Beykoz ormanlarında 15 bin tane köpeğimiz var. Bu köpeklerimiz maalesef bugün tamamen yabanileşmiş̧ vaziyette. İnsanlar yaklaşamıyor bu köpeklere. Kısırlaştırma da söz konusu değil ve bunda yaban hayvanı kürsüsü hocalarımız bizim çok yakın devamlı ilişki içerisinde olduğumuz insanlar. Ormanın içerisinde yaban hayvanı kalmadı. Şimdi burada ben hayvan severlere soruyorum. Şimdi bu ormanın sahibi olan yaban hayvanları mı, dışarıdan getirilen, bunları atılan köpeklerimiz mi? Şimdi bunlar canlı, biz hepimiz can taşıyoruz. Bunların en iyi


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ şekilde bir rehabilite edilmesi lazım. Ama bu rehabilite nasıl yapılmalı? Şimdi sadece İstanbul’un içerisinde Beykoz ve Belgrad ormanlarında 25 bin köpek var. Hangi belediye bunları rehabilite edebilir veya bunları muhafaza altına alabilir? Ben simdi hayvan sever derneklerindeki arkadaşlarıma soruyorum. Buradaki yaban hayvanlarımız son süratle yok olurken geliyor misafir köpeklerimiz ormanın içerisinde bunları katlediyor. Bunun çaresi ne? Şimdi kısırlaştırma, siz buradaki 25 bin köpeği kısırlaştıramazsınız. Şimdi ben burada sadece bize gelen şeyleri söylüyorum. Biz Belgrad ormanlarıyla sorumluyuz. İçerideki yaban hayvanları, orman içerisindeki yaban hayvanlarını da koruyalım. Şimdi milletvekillerimiz burada. Taksim’deki eylemden sonra bazı düzenlemeler tekrar geriye çekildi. Hâlbuki bu yasanın daha düzgün, daha ılımlı bir sekle getirilmesi lazım. Ne yapılması lazım? Önden çip çalışması yapılması lazım. Petlerin yasaklanması lazım. Gelelim Atatürk Arberetumu diye bir değerimiz var bizim. Yani bitki müzemiz. Bu bitki müzemiz son algılarımıza göre burası

Abdülkadir BİLGİ Belgrad Ormanı Koruma Gönüllüleri Derneği

çay bahçesi haline dönüştürülmek isteniyor. Bununla da ilgili lütfen notumuzu alalım. Bizim 6 ay önce bir çalışmamız başladı. Marmara Belediyeler Birliği ile Belgrad ormanlarını temizlemeye başladık. Buradaki gördük ki, Belgrad ormanı tamam temizlenecek, çöplerden şuradan, buradan arınacak. Ama bizim esas kapıları temizlememiz lazım. Burada suna karar verdik. Bizim dernek olarak çevre ve doğa sorumluluğunu geliştirici çalışmalar yapmamız lazım. Genç çocuklarımıza ve genç nesle. Bununla ilgilide yasa tasarısının gelmesi gerek. Bu yasa tasarısı ile de aynen trafik kanunu gibi doğa ve çevre sorumluluğunu geliştirici derslerin konulması lazım okullara. Bunu göreceğiz ki 20 yıl sonra çocuklarımız yerlere bir şey atmayacaklar. Çevreyi daha temiz tutacaklar. Daha uzun soluklu çalışma yapabilmemiz için bu kanunun muhakkak getirilmesi gerekir. Dünyanın başka bir yedeği yok. Bu dünyayı yeşile ve temiz bir dünya yaratmak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Hepinize çok teşekkür ederim.

41


SEMRA ÇETİNSOY

42

Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanarak Başbakanlık’a sunulan “hayvanları koruma kanununda ve bazı kanun ve kanun hükmündeki kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanunun tasarısının” beraberinde pek çok hak ihlali karsımıza çıkmaktadır. Şöyle ki, hayvan haklarıyla ilgili Türkiye’de yürürlüğe giren tüm mevzuatlar hayvanları değil, insanları korumakta ve insan merkezci bir düşünce yapısıyla hazırlanmaktadır. Bu nedenle maksat yine hayvanları korumak değil, hayvan refahı adı altında göz boyamak ve hayvanlara uygulanan zulmü, katliamı, işkenceyi devam ettirmektir. Bu benim bulunduğum derneğin de içinde olduğu 38 dernek tarafından deklare edilmiş ve konu hakkında 100 binlere yakın imza toplanmıştır. Gerek anayasa, gerekse ulusal ve uluslararası mevzuatla güvence altına alınmış mülkiyet hakkının, özel hayatın dokunulmazlığının ihlal edilerek değiştirilmek istenen kanunda, evlerdeki hayvan


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ sayısına dair belli bir sınırlama getirilmesi, evlerde kaç hayvan bulundurulacağı, hayvanlara işkence yapan kişinin sadece 750 liralık para cezasıyla kurtulabileceği, yasanın sadece kedi, köpek gibi evcil hayvanları kapsaması, av, sirk, çiftlik ve mezbahadaki hayvanların haklarının yasada yer verilmemesi, ilaç endüstrisinin çıkarları için sokak hayvanlarının deneyde kullanılmasının yolunun açılması, hayvanların uygun olmayan koşullarda kısırlaştırılmaya çalışılması ve hayvanlardan kaynaklanabilecek sorunlara dair tedbirleri öldürme, toplu imha, izolasyon gibi konularında diğer bakanlıklarla birlikte belirlenmesi, hayvanların öldürülmesine olanak sağlayan 5996 sayılı veteriner hizmetleri, bitki sağlığı, gıda ve yem kanunu ile çok eski 1930 tarihli 1593 sayılı umumu hıfzıssıhha kanununda yeni yasada yer alması, asıl amacının hayvanı korumak ve hayvan haklarını gözetmek olmadığını açıkça göstermektedir. İlgili komisyonlarda bekleyen tekliflerden 2/366 numaralı olan yasa tasarısı ve haberlere konu olan son tasarı hayvanları koruma kanunu ruhuna tamamen aykırı maddeler taşımaktadır ve aşağıdaki gerekçelerle kabul edilmesi mümkün değildir. Öldürmenin uyutma seklinde yasaya girmesi ve meşrulaştırılması kabul edilemez. Hayvanları yaşatmak yerine ne şekilde öldürüleceğinin tanımlandığı bir yasayı kabul etmemiz hiçbir suretle mümkün değil. Şehirdeki tüm hayvanlar “doğal yaşam parkı” diye adlandırı-

lan bir meçhule götürülecekler, yani artık şehirde bir tek canlı hayvan göremeyeceğiz. Bu, Samsun’da yapıldı ve doğal yaşam alanı diye hayvanlar toplandı. Samsun Belediye Başkanı tarafından şehirde hiçbir hayvan bulunmayacağı da açıkça deklare edilmiştir. Böyle ne olacak? Bu doğallaşan hayvanlar orman alanına konacakları için eninde sonunda aç kalacaklar, birbirini yiyecekler. Hem hayvanlar itilaf olacak, hem doğa bozulacak. Acaba 50, 100, 200 hayvanlık barınakla rehabilitasyon yapamayan belediyeler, sorumlu merciler binlerce hayvanın bakımının yapılması öngörülen bu alanları nasıl finanse edip yasamı için, yiyecek, su, tedavisi için veteriner hekimi bulacaktır. Ormanların öz Türkçe açılımı hayvanların gizli itilafıdır. Hiçbir suretle kabul edilmesi söz konusu değildir. Asıl olan belediyelerin kısırlaştırmayı acil olarak başlatıp bunun yaygınlaşmasının temini ve yapılan bu kısırlaştırılıp doğayı aldığı yere, yani eski yasaya göre aldığı yere bırakılan hayvanların kayıt altına alınmasıdır. Ama bu çiple olur, çip pahalı gelebilir, kulağının kesilmesiyle olur, damgalanmakla olur. Pek çok yolu var kayıt altına almanın. Kısırlaştırmayı tarım bakanlığının sorumluluğuna vermiştir bu yasa önerisi. Belediyelerle diyalog kurup talepleri yerine getirilemezken bakanlıkla bu iletişimi biz nasıl kuracağız ve nasıl böyle bir bakanlık üzerinde etkili olacağız bu da çok ayrı bir sorun.

43


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ 5199’in eski haliyle ilgili şikâyet olunan en önemli eksiklik her türlü sorumluluğun belediyelere verilmiş olmasına rağmen görevini yapmayan belediyelere herhangi bir yaptırım getirilmemiş olmasıdır. Bu yasayla temin edildiği ve yasada tanımlandığı anda sorun ortadan kalkacaktır. Yine pet shoplarla ilgili herhangi bir yaptırım yoktur. Hayvan ithali ve pet shoplarla satışı önlenemez ise sorunun gene çözümsüzlüğü devam edecektir.

44

Tecavüz, işkence gibi hayvana karsı her türlü muamelenin iki sene hapis cezasıyla sınırlandırılması, alınabilecek cezaların para cezasına döndürülebilecek olması cezaların ağırlaştırılmasının asıl amacı olan suçu engellemenin önüne geçemeyecektir. Hayvanların işkence cezası, sadece 750 liralık bir idari para cezasını devlete ödeyerek devam edilen bir suç halini alacaktır. Hiçbir caydırıcılığı yoktur. Tüm hayvan hakları komisyonlarının ortak yapılacak çalışmalarıyla, bunların sabah Ahmet Kemal Şenpolat’ında belirttiği gibi suç haline getirilmesi ve adli sicillerine işlenmesi de belki bir anlamda çözüm olacak. Bu yasayla getirilen bir başka konu olan “evlerde kaç hayvan bulundurulacağının izne tabi olması ve hayvan sahiplerinin eğitime tabi tutulması” çok ucu açık bir tanımlamadır. İllerde hayvan korumacının hak ihlaline kadar varabileceği ve belki de bir hayvan sahibi olmakla sınırlandırılmaya kadar gide-

bileceği için bu tanımlama bu şekilde tasarıda yer alamaz. Şu anda benim evimde 2 kör, 2 tane ayağı olmayan, bir tanede beyin özürlü 5 tane kedi var. 5 tane de köpek var. Peki, ben simdi bunları ne yapacağım böyle bir şey çıkarsa? Diğer bir önemli tartışma konusunu da hayvanların ırklarına göre sınıflandırılıp sahipleriyle birlikte yaşam haklarının ellerinden alınması oluşturuyor. Pitbullar gibi bazı ırkların dövüşçü ya da bahisçi sahiplerine yönelik önlemler almak yerine ırkları cezalandırmak kabul edilemezdir ve merdiven altı üretime sebep olacaktır. Bu yasa teklif önerisinde “Tehlikeli ırklar bu yeni yasa teklifine göre 3 ay içerisinde bakımevlerine bırakılacaktır” ibaresi vardır. Bunun hiçbir zaman için böyle bir kanun içerisinde yer almaması gerekir. “5996 sayılı veteriner hizmetleri, bitki sağlığı, gıda ve yem kanunu” ile 24.4.1930 tarihli 1593 sayılı hıfzıssıhha kanununun yeni tasarıda yer alması da asla kabul edilemez. Hayvan deneylerindeki denetimlerin keyfiyete bağlanması kabul edilemeyeceği gibi hayvanları koruma kanununun içinde hayvanların yaşam hakkını hiçe sayan deneylerin yer alması da kabul edilemez. Ayrıca acısız kesimin hayata geçirilmesi için de bir çalışma yok. Daha önce bunun gerçekleştirilmesi için kanun hükmünde kararname çıkmıştı ama ya da rafa kaldırıldı. Bu konuda da bir çalışma yapılması mutlaka gereklidir.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Mobil kısırlaştırmanın meşrulaştırılması bir yandan iyi gibi görünse de olması gereken esas önlem belediyelerin kendi veteriner hekim kadrolarının oluşturulmasıdır. Belediyelerimizde bir kadro kısıtlamasına gidildiği zaman ilk önce çıkardıkları personel veteriner hekimlerdir ne hikmetse. Mobil kısırlaştırmayla ilgili Veteriner Hekimler Odası tarafından açılmış bir dava mevcutken kısırlaştırmayı yasalaştırma çabası çok doğru görünmemektedir. Ayrıca ben İzmir Valiliği Ilı Hayvan Koruma Kolu üyesiyim. İl Hayvan Koruma Kurulu dediğimiz zaman da değiştirilmesi gereken bir başka konuda İl Hayvan Koruma Kurulu’nun

teşkili hayvan severler adına çok hatalıdır. Şöyle ki, biz 13 tane kamuya karşı iki tane sivil toplum kuruluşu olarak zaten doğal olarak girmekteyiz o kurula. Ama İzmir adına daha bugüne kadar kötü bir şey çıkarmadık. Ama bu her şehir için böyle değil. Çoğu İl Kurulu’ndan hayvana zarar dokunacak kararlar çıktığı da bilgilerimiz içinde. Bu şu şekilde değiştirilebilir. Ya her ilçeden bir tane STK üyesiyle, bunların katılımıyla olabilir veya her ilçede kaymakamın başkanlığında bu kurullar kurulabilir. Herkese saygılarımı sunuyor teşekkür ediyorum. 45

Semra ÇETİNSOY Çeşme Doğa ve Hayvan Severler Koruma Derneği


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

46


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

MEHMET DİRİBAŞ Bugüne değin var olan siyasal yaklaşımlarda hiç olmayanı, kararlılıkla ortaya koyan CHP; ‘çevre Sorunları’nın ötesinde ‘Doğa Hakları’ perspektifinde yaşadığımız hayat ve doğa’ya sahip çıkıyor. Çevre sorunlarını; çevre duyarlılığının ötesinde ele almanın gereğini ortaya koyuyor.

kaynaklardan sağlanabilmesi durumunu, küresel ısınmanın ve iklim değişiminin süreç içerinde varacağı çizgiye, doğa ve yaşam tehditlerine planlı, programlı bir dur deyişin yol haritasını ortaya koymak için ‘DOĞA HAKLARI VE SOSYAL POLİTİKALAR’ oluşturulmaktadır.

İnsan hakları ile doğa haklarının eşdüşümünü, her canlının yaşam hakkını, bunu farkındalığı üst seviyede, insan odaklı sosyal politikaları oluştururken doğanın vazgeçilmezi oluşunu ortaya koymaya çalışıyor.

Tekelci kapitalist düzenin, petrol imparatorluklarının, sanayileşmiş ülkelerin doğa’ya kattığı olumsuzlukları, gelecek kuşaklara karşı sorumluluklarımızı göz önüne alarak ortadan kaldırmak adına mücadele etmenin yol haritasını bu anlayış dahilinde oluşturacağımız politikalarla ortaya koyuyoruz.

Yaşamın iktisadını sağlıklı bir şekilde ortaya koyabilmek için, organik, sürdürülebilir bir öğreti olarak yaşam koşullarımızı yeniden yapılandırmak ve çağdaş bir dünya ya pozitif katkı vermek istiyor. İnsan faaliyetlerinin ekolojik çevreye ve biyolojik çeşitliliğe karşı yarattığı tehdit ve sorunları, enerji ihtiyaçlarının alternatif

Biliyoruz ki, Sürdürülebilir bir yaşamın ve gelişmenin temel dayanağı bizleri tümüyle kavrayan doğa’nın; suyun, ormanın, toprağın, çevrenin ve biyoçeşitliliğin korunmasından geçmektedir. Hayatın her alanındaki sorunlara sağlıklı ve

47


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ sürdürülebilir çözüm önerileri getiren CHP; suyu, toprağı, ormanı, bereketli, üretken, artı değer yaratan ve ekonomisi güçlü daha çok gülen insanımızın olduğu mutlu bir Türkiye için çalışmayı görev sayıyor. Yaşadığımız dünya da var olurken, problemlere rantsal çözümler değil de, insana odaklı çözümler getirmenin önemine inanıyoruz. Kanal İstanbul’un, 3. Boğaz Köprüsünün, Haydarpaşa’ya yapılacak olan Olimpik tesisin getireceği sorunları görüyor ve yok etmeden, koruyarak, yaşadığımız kente ve hayata sahip çıkmayı görev sayıyoruz.

48

Siyasal iktidarın, kendisine ayak bağı olarak gördüğü ve yasal düzenlemelerle etkisizleştirdiği ÇED sürecinin etkin bir hale getirilmesini önemsiyoruz.

Saygılarımla, Mehmet DİRİBAŞ CHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı

Doğa hakları; kadın haklarından, çocuk haklarından, suyun özgürce doğa da var olmasından, nitelikli soluk alabilme hakkından ayrı olmayacak bütünleşik bir yaşam felsefesi. Birisi olmadan diğerinin sağlıklı sürdürülemeyeceği karşılıklı etkileşimle var olan bir yapı. Gülümseyen bir Türkiye fotoğrafı elde edebilmek için tüm bu bileşkenleri sağlıklı bir şekilde korumalıyız. Bu felsefeyi yaşam felsefemiz haline getirmeliyiz. Doğa ile ilgili çalışmak ve hayatın her alanına üretken ve sürdürülebilir katkı vermek için tüm doğaseverleri CHP İstanbul il örgütüne bekliyoruz. Doğa’ya duyarlılık, çağdaşlıktır.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

49


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

HÜSNE GÖLBAŞI

50

Öncelikle sorunumuzu bu zemine taşımaya katkı sunan herkese teşekkür ederek başlamak istiyorum. Ben, bugün burada, Bakırtepe Çevre Platformu adına buradayım.

adeta peşkeş çekmekte, temel insan hakkı olan “sağlıklı çevrede yaşama hakkının en büyük ihlalcisi olmaktadır. İşte sorunumuz da, bu kapsam içindedir.

Hepinizin bildiği bir şeyi tekrarlayarak başlamak isterim. Hükümet, rant adına, Anadolu’nun taşını, toprağını, suyunu, havasını, ormanını, denizini, börtü böceğini

Sorun demeye dilim varmıyor ya, Bakırtepe, Sivas’ın güneydoğusunda, Kangal ilçesi sınırlarında, doruğunda küçük bir göl olan, 1500 metre rakımında sönmüş bir volkandır.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Bakırtepe, kadim bir mekândır. Bakırtepe, bir yandan jeolojik özellikleri, diğer yandan yöre halkının inançsal değerleri açısından kutsal saydıkları, binlerce yıldır kurban adadıkları, dilek tuttukları, kültürel yaşantının merkezinde olan mekândır. Bakırtepe, şu günlerde hiç olmayacak bir tehditle karşı karşıyadır. MTA bölgede altın aramış, bulmuş ve işletmesini Demir Export firmasına devretmiş. Şimdi Bakırtepe kazınacak, delinecek, un ufak edilecek, yerle bir edilecek; birkaç gram, birkaç kilo veya birkaç ton altın siyanürle elde edilecek. Ama ne pahasına? ÇED raporu hala yayınlanmamış, fakat bölgemizde 8 köyün boşaltılacağı ve yaşanmaz hale geleceği öngörülmektedir. Maden arama/işletme ruhsatları, siyanürle altın arama/ işletme ruhsatları uluslararası hiçbir norm ve kurallara uyulmadan yandaşlara peşkeş çekilmekte; daha çok kar, daha çok para hırsı sonucu, toprağımız, suyumuz, havamız kirletilmekte; dolayısıyla, hemen şu an görünür olmasa da süreç içinde cinayetler işlenmektedir. Hüsne Gölbaşı Bakırtepe Çevre Platformu

Bu uygulamaların şu günlerde ulaştığı yer, bizim güzel Bakırtepe’mizdir. Bergama, Kütahya, Balıkesir, Uşak, İzmir, Gümüşhane, Erzincan’ın gözyaşları kurumadan, binlerce insanımızım siyanür zehir etkileşimi dinmeden, bu kez yeni zehir ateşi evimize, Bakırtepe’ye düşmüştür. Günümüzde, temiz bir çevreyi savunmak, hayatı savunmaktır. Hiçbir altın kütlesi, ağırlığı ne olursa olsun, bir tek candan bile daha kıymetli değildir. Köylerimiz, toprağımız, tarlalarımız, çeşmelerimiz, meralarımız, derelerimiz, mezarlarımız, anılarımız, hayatlarımız, düşlerimiz ne satılıktır, ne de kiralık. Çevre Bakanlığı’ndan bu projeyi iptal etmesini, doğamızı biz sahiplerine bırakmasını sağlamak için çeşitli eylem biçimlerini hayata geçirmeye başlıyor, bu uzun yolda, siz duyarlı ve değerli dostların katkılarını bekliyor, şimdiden teşekkür ediyoruz.

51


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

52


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

HEDİYE GÜLDÜR Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyor ve size Akdeniz’den, Antalya’dan, dağlarımızdan, çiçeklerimizden getirdiğim kucak dolusu selamları da sizlere iletiyorum. Size çantamızda çok ağırlığı olan 6 konu ile geldik. Antalya Türkiye’nin bir örneğidir. Dolayısıyla bu sorun 6 değil 600 hatta 6000 bile diyebilirsiniz. Biz size küçük bir örnekleme yapacağız 1) Çıralı Sorunu Çıralı deyince hepinizin müthiş bir tatil özleminde olduğunuzu seziyorum. Portakalların altında, bungalovların içinde, deniz, orman, dinginlik… Ama işte carettaların yumurtladığı şu alanı tahsis ettiler. Antalya’nın birinci temel sorunlarından biri bu. Halk tepki gösterdi, yürüdü, sahilde yattı ve Çıralı’yı ancak kendi gücüyle kurtardı. Beş gün çadırda bekledik. Sabah akşam bütün köylü masaları yan yana dizdi ve gençlerimiz, ga-

zeteci, muhabir, fotoğrafçı, televizyoncu, halkla ilişkiler bu görevleri yaptı sorunumuzu Türkiye’ye anlattık. Ancak buradan bir çözüme gelmemiz gerekir. Artık Türkiye’nin bize yani çevreye dar. Bu gömlek bize yetmiyor. Bunu anlamak için Hindistan’ın nerdeyse tamamı selin altında kalmıştı. Dünyanın en önemli 26 bölgesinden biri olan Türkiye’yi kaybedince mi anlayacağız bazı şeyleri. Bu gömleği biz ‘Ekolojik Anayasa’ ile kazanabiliriz. Başta da söylediğim 6000 olabilecek sorunu aşacak bir tek çıkış yolu var; biz bir ağacın doğma, büyüme, yaşama ve soyunu devam ettirebilme hakkını bu ağaca veremiyorsak biz hiçbir şeyi başaramayız. Bunun yolu da ekolojik anayasadan geçiyor. Ekvator başardı, Türkiye mi başaramayacak. Hele ki CHP gibi tabanı, hitap ettiği kitle aydınlarla dolu olan bir parti mi başaramayacak? CHP bu gücü kullanarak ilk seçimde yapması gereken ilk şey ‘Ekolojik Anayasa’yı birinci sıraya koymaktır çünkü toplum bunu

53


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ talep ediyor. Ekolojik yaşam isteyenler, ekolojik tarım yapmak isteyenler, eko-turizm isteyenler Çıralı ’ya yerleşiyor. Bu bölge bir örnektir ve CHP buraya özel ilgi gösterip tüm Türkiye ve dünyaya ‘Hem carettaları koruyorum hem de geleceğin yaşam biçimini oluşturuyorum’ demelidir. 2) Göller Yöresi Sorunu

54

Antalya göller yöresinin bir parçasıdır ve göller yöresini küçüklüğümüzde radyo hava durumlarından hatırlarız. ‘Göller yöresi bugün yağmurlu, göller yöresi bugün bulutlu’ gibi haberler verilirdi. Göller yöresinin adı bugün anılmıyor. Bu yöre artık sadece haritada var. Neden biliyor musunuz; dağ gölleri hariç 65 göl var ve bunların 35’i artık yok. Devlet 1965’den itibaren bunları sıtma ile mücadele adı altında, tarım toprağı elde etmek amacıyla kurutuyor, bu yasayla da uyanık köy ağaları imzalar topluyor, bakanlığa gidiyor ve gölleri kurutturuyor. Bu nedenle göller yöresinde şuan su yok, 145 metreden su çıkıyor ve her iki senede bir bölgedeki kasabaların içme suyu çıkarmak için kullandığı motorlar yanıyor. Bize bir gün köylüler bir tomar imza ile geldi ve ‘Başbakanlığa 3500 adet imza ile dilekçe yolladık. Bize yardım edin’ dediler. Biz önce Avlan Gölü’nde çalışmalarımızı başlattık. ‘Avlan Gölü’nü geri istiyoruz’ dedik. Biz Avlan Gölü’nde çalışmaya başladıktan sonra Kestel’den haber geldi, Manay’dan haber geldi, Girdev’den haber geldi. Bir duyduk

ki her yer kurumuş. Kampanyamızı ‘Göllerimizi Geri İstiyoruz’ olarak revizyon ettik ve böylece bir ilke imza atarak, Türkiye’nin mücadele ile geri kazanılan ilk gölü olan Avlan Gölü’nü geri kazandık. Şuan Avlan Gölüsedir ağaçlarının gölgesinde kuşlarını konuk ediyor. Çevredeki ağaçlar yeniden meyve vermeye başladı. Buğday üreticileri mutlu, köylüler çevrede üzüm bağları oluşturdu hem pekmezini hem şarabını üretiyor. ‘Göllerimizi Geri İstiyoruz’ kampanyamız sürüyor. Bunun için bir şeyler yapmamız gerekiyor; derneğimizin hukukçuları naçizane bir çalışma yaptı, bir örnek hazırladık ve köylüleri küstürmeden, onları kazanarak göllerimizi nasıl kurtarırız adına projelerimizi ilgili bakanlıklara yolladık. Ancak bunların yasalaşması gerekiyor. Sıtma ile mücadele yasası ne yazık ki hala duruyor ve bu yasanın acilen değişmesi gerekiyor. 3) Taş Ocakları Sorunu Hükümet 2003-2004 yıllarında üç önemli değişiklik yaptı. Hükümet Antalya Rixos Otel’de yaptığı şura ile Maden Yasası’nın 7.maddesi, Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği ve Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’ni değiştirdi. Biz özellikle çevreciler olarak, dinamik olduğumuz için iki komisyona 5-6 arkadaş aynı anda gittik. Hem enerji komisyonuna hem de başkanlığına kendilerinin atadığı kişinin olduğu ÇED komisyonuna katıldık. Şuranın asıl amacı her iki komisyon ile yukarıda saydı-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ ğım yönetmelikleri değiştirmekti. Bu yönetmeliklerin içini boşaltarak halkı devre dışı bıraktılar. Yani bu demek oldu ki kapımızın önüne nükleer santral yapılsa itiraz hakkımız yok. Halkın bu hakkı elinden alındı. Bizler göstermelik olarak yasal prosedürün tamamlayıcısı olduk. İşin hazin kısmı ise bu şura sonunda Sağlık, Orman, Enerji bakanlıkları dâhil 16 bakanlığa soruldu ve tüm bakanlıklar bu kararlara ‘evet’ dedi! 4) HES’lerden Kaynaklı Sorunlar Daha önce yürürlükte olan ÇED Kanunu’nda tek bir vatandaş bile muhalefet etse gerekli araştırma yapılmadan çevreye zarar verecek faaliyet yapılamıyordu. Dolayısıyla bu yönetmeliklerin içerisi boşaltılarak, HES’lerin, taş ocaklarının, termik santrallerin, nükleer santrallerin hepsinin kapısını açtılar ve böylece Türkiye’de 85.000 taş ocağına ruhsat verildi. Bunların 1627 tanesi Antalya’da tahsis olunca biz ve köylüler buna itiraz ettik. Kurşunlu’da köylü kadınlar ormanlarını muharebeye girer gibi korudu ve 11 taş ocağı tahsisini iptal ettirmeyi başardık. Mahkemeyi kazanmamıza rağmen dayak yedik ancak faaliyetleri durdurduk. Şuan Muğla-Antalya bölgesinde 350 taş ocağı işletiliyor. Bunlardan 35’i de dünyada tek olan Toros sediri ormanı Çıplıkara Orman’ında. Dünyanın en endamlı ağaçlarını barındıran ormanlarımız taş ocaklarıyla yok oluyor. 806 bitkinin 193’ü sadece bu bölgede yaşıyor. Başka yerde yaşaması mümkün değil. Bunlardan 14’ü tehlike altında. Yine kuşlar, özellikle va-

şak… Vaşağın fotoğrafı çekildi. Sadece bu ormanlarda yaşıyor. Yine ardıç ağacı… Cirit kuşları bunları yer, çekirdeği dışkısı olarak çıkar ve ardıçlar böyle çıkar. Başka yolu yok. Peki, ne yapılmalı? Maden yasası değişmeli! Bu anayasa bize dar. Bir kere şunu anlamamız lazım; yeryüzü yeraltından daha güzel. Maden yasası en güzel varlığın yeryüzünde olduğunu kabul etmelidir ve bunu da anayasaya yazmalıdır. ÇED yönetmeliği değişmeli ve ormanların taş ocaklarına tahsisine son verilmelidir. Biz Antalya olarak bunu bir kez başardık. Belek’te golf sahası yapımı için 500.000 fıstık ağacının kesilmesini Antalya Barosu’nun hukuk mücadelesiyle engelledik. Tüm taş ocağı tahsisleri iptal edilmelidir. Bilim insanlarının uygun göreceği, çevreye zarar vermeyen bölgelerde taş ocağı işletmelerine izin verilmelidir. HES’ler… HES demek suyun paralı hale gelmesi demektir. Antalya köylüleri HES’lere izin vermedi. Sizler de vermeyin. 5) Hava Kirliliği Sorunu Bir sorun da Antalya’nın hava kirliliği. Nüfus arttı, şehir betonlaştı ve hükümet buralara kömür dağıtıyor. Ancak mahalle çevre kurulu karar alıyor; 7000 kalorilik kömür yerine 5000 kalorilik kömürü kabul ediyor. Bu ne

55


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ demektir biliyor musunuz, bu Antalya’nın nefes alamaması demektir. Neredeyse kışın sokağa çıkılamaz hale gelindi. 6) Nükleer Santral Tehtidi Sorunu Antalya Türkiye’nin nükleer faaliyet alanı olarak belirlendi. Hükümet 3 santral yapacağım diyor. İlki Antalya’nın komşusu olan Akkuyu.

56

Antalya’ya 80 km uzaklıkta olan Akkuyu’ya santral yapılırsa soğutma amacıyla Akdeniz’den su alacaklar. Saniyede 30-40 ton soğutma suyu çekilecek. Saatte 120 bin ton su demektir ki 4 reaktör için saatte 500.000 ton su Akdeniz’den çekilecek anlamına geliyor! Saatte 500.000 ton suyun alınıp tekrar denize sıcak su olarak verilmesi demek Hatay-İskenderun-Antalya kıyılarınSaygılarımla, Hediye GÜLDÜR Antalya Nükleer Karşıtı Platformu

da deniz suyunun sıcaklığının 32-35 santigrat dereceye çıkması demektir. 1 derecelik ısınmada dahi deniz ekosistemi alt üst olurken bu denli bir sıcaklık artışı deniz canlı hayatını sudaki radyonla birlikte bitirecektir. Bu kirlilik ve ekosistem değişikliği neleri etkileyecek; Anamur muzunu, portakalı, narı, salatalığı, domatesi etkileyecek, tatil yaptığımız Belek’i, Alanya’yı, Kemer’i etkileyecek diğer cennet kıyılarımızı etkileyecek. Akdeniz’e kıyı 21 ülkenin hiç birinde Akdeniz yakınında nükleer santral yok. Lütfen bize destek olun ve Türkiye’de de olmasın. Bu güzellikler yok olmasın.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

57


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

58


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

MUTLU GÜRLER Doğal çevrenin korunması ve iyileştirilmesi çalışmalarında; kırsal ve kentsel alanda doğal kaynakların ekosistem bütünlüğü gözetilmek kaydı ile korunması, ülkenin doğal bitki ve hayvan kaynakları ile doğal zenginliklerinin, en uygun ve verimli şekilde kullanılması geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi temel yaklaşım olmalıdır. Türkiye’de Çevrenin Genel Görünümü: Türkiye’nin, AB’ye girişi için kritik ön koşullardan olan, AB çevre müktesebatının uyumlaştırılması da dahil olmak üzere, çevre hizmetlerinin sağlıklı olarak yerine getirilmesi amacıyla, Türkiye’deki çevre politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması için genel bir koordinasyon sağlamalı ve çok genel olarak çevreyi korumaya ve kirliliği önlemeye ve azaltmaya ilişkin politika ve esasları belirlemek için ilgili mevzuatı düzenlemek ve uygulanmasını sağlamak zorundayız.

Doğanın ve doğal kaynakların aşırı istismar edilmesi ile oluşan hava, su, deniz ve toprak kirliliği ile insanın psikolojik yapısını yakından ilgilendiren gürültü; kentleşme ve sanayileşme sonucu ortaya çıkan olumsuz unsurlarıdır. 1990 yılı rakamlarına göre yüzde 51,2 olan kentleşme oranı, 2000 yılında yüzde 61,3’e ulaşmıştır. Kentleşme hızı aynı şekilde devam ederse; 2015 yılında Türkiye kentli nüfus oranı, Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasına yaklaşmış olacaktır. Ülke nüfusunun, kentleşmenin ve sanayileşmenin hızla artmasına rağmen, ihtiyacı karşılayacak su kaynaklarının sınırlı olması sebebiyle, yakın dönemde gerekli önlemler alınmadığı takdirde; su sıkıntısına ilişkin sorunların artacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Yeraltı suyundaki aşırı ve yasadışı çekimler, denetleme ve yaptırımdaki yetersizlikler, pestisit ve gübrelerden kaynaklanan su kirliliği yeraltı su kaynaklarının korunmasını

59


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ zorunlu kılmaktadır. Atıksuların bertaraf edilmesinde özellikle büyük kentlerde bazı adımlar atılmış olsa da, alınan önlemler sanayileşme ve kentleşmenin hızına yetişemediğinden sorunlar giderek büyümeye devam etmiştir.

60

Türkiye genelinde nüfus yoğunluğunun km2’de 73 kişi olmasına karşılık kıyı illerinde bu yoğunluk dönemsel olarak 127 kişidir. Ayrıca, tüm sanayi ürünlerinin yüzde 70-80’i kıyı illerinden sağlanmaktadır. Türkiye, 8.333 km.lik kıyı şeridi uzunluğu ile Avrupa’nın en uzun kıyı şeridine sahip ülkelerinden birisidir. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz denizleri kirlilik tehlikesiyle karşı karşıyadır. Denizlerimizdeki kirlilikte kara kökenli olduğu kadar deniz araçlarından kaynaklanan kirliliğin de payı bulunmaktadır. Türkiye’de katı atık sorununa çözüm olarak en sık başvurulan yöntem, çöplerin uygun görülen bir alanda düzensiz olarak depolanmasıdır. Düzenli depolama, kompostlaştırma, yakma ya da geri kazanma yöntemleri yaygın değildir. Çöp depolama alanları için yer seçimi de önemli sorunlardan biri olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca tehlikeli atıklar, tıbbi atıkları ve özel nitelikli katı atıklar da sorunun bir başka önemli boyutunu oluşturmaktadır. Türkiye’de yoğun kentleşme, hızlı nüfus artısı ve sanayileşme, jeolojik, topoğrafik ve

meteorolojik şartlara göre şehirlerin yanlış yerleşmesi ile birlikte düşük vasıflı kalitesiz yakıtların kullanımı hava kirliliğinin oluşmasına neden olmaktadır. Kış aylarında ısınmadan kaynaklanan hava kirliliğinin temel sebepleri; ısınmada düşük vasıflı yakıtların iyileştirilme işlemine tabi tutulmadan kullanılması, yanlış yakma tekniklerinin uygulanması ve kullanılan kazanların işletme bakımlarının düzenli olarak yapılmaması şeklinde sıralanabilir. Türkiye’de toprak kaynaklarını tehdit eden önemli unsurlar erozyon, organik madde azalması, toprak kirlenmesi ve hidrojeolojik riskler, tuzlulaşma, biyoçeşitlilik ve arazi kaybı olarak sıralanabilir. Çevre Korumada Yaşanılan Darboğazlar: Anayasamıza göre; çevreyi geliştirmek, çevre kirliliğini önlemek ve çevreyi korumak tüm kamu kurum ve kuruluşları ile vatandaşların ödevidir. Anayasanın bu hükmü gereği, hiçbir kişi kurum ve kuruluş çevre ile ilgisi olmadığını söyleyemez. Konuya kamu kuruluşları ve devletin organları açısından yaklaştığımızda; devletin temel işlevlerini yerine getiren yasama, yürütme, yargı organlarının çevre konusunda yetkili ve sorumlu olduğu görülmektedir. Özellikle izin, izleme, denetim ve yaptırımlarda aynı işin farklı kurumlar tarafından mükerrer yürütülmesi nedeniyle çevre konusunda ülke genelinde sağlıklı bir çevre


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ yönetim planı uygulanamamaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurumsal altyapısı, özellikle izin, izleme, denetleme, raporlama ve uygulama kapasitesi geliştirilmelidir. Mevzuattaki örtüşmeler iş, zaman ve maliyet kaybına neden olmakta ve verimliliği azaltmaktadır. Orta ve küçük ölçekli belediyelerin finansman ve kurumsal kapasite açısından yetersiz olmaları özellikle su ve atık sektörü açısından çözümü zorlaştırmaktadır. Tarife düzeylerinin yeterli olmayışı, toplanan gelirlerin yine aynı hizmetlere yeterince yönlendirilememesi ve kurumsal kapasite yetersizliği, yerel idarelerin uygun yasal ve teknik araçlarla desteklenmesi ve güçlendirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Çevresel izinlerde sadece tesis çıkışına ait çözümlerin istenmesi temiz üretim yaklaşımıyla örtüşmemektedir. Özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından denetleme ve yaptırımın yanı sıra uygun teknolojilerin belirlenmesi ve kullanılması yönünde uygulamalara hız verilmelidir. Gerek atıksu ve gerek atık yönetimi konusunda, kirliliği kaynağında azaltma, geri kazanım, temiz üretim ve ölçek ekonomisinin kullanılarak sistem çözümü yaklaşımlarına uygulamada yer verilmelidir. Çevre konusunda yürürlükte olan tüm yasal düzenlemelerde yasalara aykırı durumda uygulanacak cezai işlemler tanımlanmıştır.

Ancak, çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla teşvik gibi ekonomik araçlara gereği gibi yer verilmemiştir. Kirlilik izleme ağının yetersizliği, standartların ve akreditasyonun sağlanamaması, verilerin çevresel göstergeleri elde edilecek şekilde derlenememesi ve sayısal ortamın çevresel veriye ulaşmada yetersiz olması nedeniyle, hem çözüm önerilerinin oluşturulmasında hem de uygulamada sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Çevre sektöründe hizmet veren mühendislik-müşavirlik firmalarının, çevre sorunlarının çözümünde daha fazla rol ve sorumluluk verilerek daha aktif ve etkin hale gelmeleri fayda sağlayacaktır. Mevzuat ve uygulama döngüsünü güçlendirmek, kurumsal çerçeveyi geliştirmek, gerekli kapasiteyi oluşturmak, nitelikli personel istihdamı ve ekipman tedarikini sağlamak Ulusal Çevre Stratejisi’nin uygulanma başarısını artıracaktır. Çevreye İlişkin Genel Değerlendirme: AB direktifleriyle birlikte ülkemizde yeterli olmayan izleme, izin, değerlendirme ve raporlama konularında kurumsal yapılanma ve güçlendirmelere gereksinim vardır. Entegre bir izin ve denetim sisteminin kurulma ihtiyacı duyulduğundan bu kapsamda yukarda bahsedilen işlevlerin, Çevre ve

61


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Şehircilik Bakanlığına bağlı ayrı bir kurum tarafından yapılması gereklidir. Politika belirleyici ve karar vericilere destek sağlayacak çevresel bilgiye erişim altyapısının tamamlanarak uygulamaya geçmelidir. Kirliliğin kaynağında azaltılması, kirliliği en aza indirecek temiz üretim teknolojilerinin, kullanılması, atıkların geri kazanılmasını destekleyecek kurumsal yapılanma ve faaliyetlere öncelik verilmelidir.

62

Su yönetimi ile ilgili politika ve öncelikleri belirleyecek uygulamanın daha etkin ve verimli yürütülmesi bu süreçte öncelik verilmesi gereken bir başka önemli başlık olarak önümüzde durmaktadır. Bunun için kaynaklarının sürdürülebilir şekilde korunması, kullanılması, iyileştirilmesi, geliştirilmesi maksadıyla havza bazında yönetimi ve planlı bir tahsis yönetimini esas alan, suyun miktar ve kalite açısından etkin yönetimine olanak verecek kapsamlı bir Su Kanunu bir an önce çıkartılmalıdır. Çevre ile ilgili politikaların uygulanmasında ekonomik araçların rolünün daha fazla arttırılması, kullanıcı ücretlerinin yanı sıra vergiler, sübvansiyonlar ve teşvikler uygula-

Mutlu GÜRLER Doğa ve Çevre Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

mada yerini gereği gibi almalıdır. Özellikle kamu sektörünün yatırımlarının finanse edilebilmesi için, ulusal ve uluslararası, hibelerin ve kredilerin, belirlenen öncelik kriterlerine göre seçilmiş projelere kullandırılması ve projelerden özellikle belediye alt yapı yatırımlarına ait olanların İller Bankası kanalıyla gerçekleştirilmesi için gerekli çalışma ve düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Avrupa Birliğine uyum sürecinde yapılacak çalışmalarda personel sayısının artırılması ve mevcut personele yönelik eğitim programının oluşturulması son derece önemlidir. Kurumsal görev tanımları ve iş bölümü eksikliklerini belirli oranda da olsa giderebilecek ilgili personel eğitimi çalışmaları, sertifika programları ve uzmanlık kapsamlarını belirleyecek yönergelerin temel çerçevesini belirleyecek biçimde düzenlenmelidir. Çevre için kamu yatırım harcamaları geçmişteki eğilimler doğrultusunda devam ettirilmeli, Yeni Orta Avrupa ülkeleri ile benzer geçiş süreleri sağlanmalıdır. Yeni üye ülkelere sağlanan ISPA ve yapısal fonlar ve krediler Türkiye’ye de benzer şartlarda uygulanması sağlanmalıdır.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

63


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

64


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

NURİYE KAZANER Kocaeli sanayi bölgesi olduğu için çevre kirliliklerinin tüm olumsuzluklarını yaşayan bir kent. Sanayinin her çeşitline ev sahipliği yapmaktayız ve sanayinin tüm kazançlarına rağmen sağlığımızı elimizden almasına izin veriyoruz. Ne yazık ki yüzölçümümüz küçük olmasına rağmen 16 organize sanayi bölgesi var. Fakat yöneticiler yetkilerini kullanamadığından o sanayi bölgelerine de çoğu sanayi tesislerini taşıyamıyor. İlimizdeki sanayi tesislerinin arıtma tesisleri doğru çalışmadığı yıllardır biliniyor ancak hiç bir yetkili bunu kabul etmiyor. Atık sulardan alınan örnekler üzerinde yapılan incelemeler çevreye zararlı değerlerde olduğu görüldü. Bu konuyla ilgili yaptığımız başvurularda bir imdat kolu olarak Avrupa Birliği fonları çıktı karşımıza. Yaptığımız araştırmalar sonucunda fabrikalarda ara eleman açığı olduğu gerçeğini gördük. Çünkü sanayiler ya çevre mühendisi ya da kimya mühendisi alıyor ancak ara eleman olmadığından deşarj noktalarından ne varsa çevreye salıyorlar. Ara eleman sayımızı

Nuriye KAZANER Kocaeli Çevre Eğitim ve Koruma Derneği

projemizde 100 olarak belirlemiştik. Meslek edindirdiğimiz ve 220 saat teorik ve pratik eğitimi alan meslek elemanlar ülkemizin çeşitli yerlerinde iş bulmaktadır. Dilovası kanser ovasıdır. Şimdide kömür tozu ovasına dönüldü. Ne yazık ki hiç bir yönetici yetkisini ya kullanmıyor ya da kullandırılmıyor. Birçok insanın kanser olduğu çeşitli il sağlık raporları ve ölüm raporlarıyla ifade edilmesine rağmen maalesef TBMM’de bu yeterli ilgiyi görmedi. Bu konularda bizlere destek olmanızı istiyoruz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın başına getirilen kişi ülkeyi betonlaştıran kişidir. Çevre Bakanlığı, başlı başına ayrı bir bakanlık olmalıdır. Anayasa’nın 56. Maddesine göre herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Ancak ne yazık ki biz Kocaeli halkı olarak bu hakka sahip değiliz. O bölgede halk ne yazık ki haklarını savunamıyor. Sizden haklarımızı savunmanızı talep ediyoruz.

65


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

66


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

EMRE KÖPRÜLÜ Türkiye Büyük Millet Meclisi CHP Çevre Komisyonu Üyeleri; Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü, Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, Çanakkale Milletvekili M. Serdar Soydan, Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli, İstanbul Milletvekili Melda Onur, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan’dan oluşan bir heyetle Tekirdağ ilimizde yaşanan çevre sorunlarına ilişkin yerinde inceleme ve araştırmalarda bulunmak üzere iki günlük bir ziyaret gerçekleştirdik. Tekirdağ ilimiz Türkiye için önemli bir sanayi ve tarım kentidir. Artan nüfusu ile büyükşehir olacak iller arasında yerini almıştır. Tarım ve sanayi merkezli yapısı sebebiyle de birçok çevre sorunuyla yüz yüze bırakılmış kentimiz, yıllardır çözülememiş ve giderek büyüyen sorunlara sahne olmaya devam etmektedir. Tekirdağ iline yaptığımız ziyaret kapsamında ilk olarak 18 Ekim 2012 Perşembe günü CHP Çorlu İlçe Başkanlığını ziyaret ederek Çorlu’daki temaslarımıza başladık. Çevre Komisyonu üyesi vekiller olarak gezimizin ilk ayağı Tekirdağ ilimizde yıllardır en

büyük çevre sorununa yol açan YakupluŞahpaz köylerinde bulunan Türkiye’nin en büyük hayvan çiftliğinde (Angus Çiftliği) incelemelerde bulunduk. TÜRKİYENİN EN BÜYÜK ANGUS ÇİFTLİĞİNDE (ŞAHPAZ-YAKUPLU) KÖYÜNDE İNCELEME Tarafımıza gelen şikayetler ve kamuoyunda konu ile ilgili çıkan haberler neticesinde ziyaret kararı aldığımız angus çiftliği, öncelikle Türkiye’nin en büyük canlı hayvan çiftliği olarak bilinmektedir. Çiftliğin kapasitesi yaklaşık 100.000 baş hayvandır. Ancak mevcut hayvan sayısı dönem içerisinde değişiklikler göstermekle birlikte ortalama 60.000 civarındadır. Bu çiftlik; 2010 yılında Tekirdağ Marmara Ereğlisi ilçesine bağlı Yakuplu köyü sınırları içerisinde kalan 200 dönüm arazi üzerine kurulmuş bir çiftliktir. Çiftliğin inşaatı sırasında ruhsatsız olduğu, bununla ilgili olarak İl Özel İdaresince müteaddit seferler cezalar uygulandığı görülmüştür. Öğrenildiği üzere çiftlik hala kanuni şartları yerine getirememiştir.

67


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Çiftlik şehirleşmenin çok yoğun olduğu bir yerde kurulmuştur. Çevresinde yaklaşık 300.000 nüfuslu Çorlu ilçesi, 25.000 nüfuslu Marmara Ereğlisi İlçesi, Yeniçiftlik ve Sultanköy Beldeleri ile Şahpaz – Yakuplu – Seymen – Türkmenli – Çeşmeli – Önerler – Türkgücü Köyleri bulunmaktadır. Burası nüfusun yoğun olduğu bir yerleşim alanıdır. Dolayısıyla çok açık olarak ortadadır ki Angus çiftliğinin seçim yeri yanlıştır.

68

Yapılan incelemeler göstermiştir ki; burası tam bir çiftlik değildir. Çiftlikte üretim yapılmamaktadır. Getirilen hayvanlar üreme kabiliyetleri ortadan kaldırılmış hayvanlardır. Tesis ithal edilen sığırların ve küçükbaş hayvanların bekletildiği, büyük marketlere ve et piyasasına arz edildiği, bir tür toplama kampı izlenimi yaratmaktadır. Çiftliğin bu denli büyük olması sebebiyle oradan yayılan koku bütün bölgeyi olduğu gibi etkisi altına almaktadır. Bölgede yaşayan tüm insanların ortak derdi bu çiftlikten çevreye yayılan kötü kokudur. Vatandaşların anlatımına göre bu artık katlanılmaz bir boyuttadır. Şu anki mevsim koşullarında bile bu derece ağır bir kokunun Marmara sahil şeridi, belde ve köyleri etkisi altına aldığı düşünüldüğünde yaz aylarında özellikle tesise yakın yerleşim yerlerinin nasıl bir çevre felaketine maruz kaldığı tahmin edilmektedir. Kokunun kilometrelerce uzaktan gelmesi ve bütün bölgeyi etkisi altına alması bu çiftliğin her anlamda sorgu-

lanmasını gerektirmektedir. Biz Çevre Komisyonu Üyeleri olarak yaptığımız tespit ve gözlemler sonucu bu çiftliğin, hem binlerce vatandaşın sağlığını ciddi anlamda tehdit ettiğini, hem de şehrin havasını kirlettiği görüşündeyiz. Ayrıca kapasitesi bu kadar yüksek çiftliklerin, yerleşim alanlarının bu kadar yakınına kurulması sonucunda ne yapılırsa yapılsın ne kadar ıslah ve iyileştirme yapılırsa yapılsın, kokunun da kent halkının şikayetlerinin de hiçbir zaman bitmeyeceği düşüncelerimiz arasındadır. Çünkü yanlış olan çiftliğin yeridir. Başka bir dikkat çekici mesele de, çiftlikte bu kadar çok hayvanın dışkılarının depolandığı ve imha edildiği bir tesisin bulunmamasıdır. Tesiste ki yetkililerin beyanlarında bu yönde çalışmalar yapıldığı söylense de fiili durum ve geçmişte yapılan tespitlerde hayvan dışkılarının gelişi güzel çevreye saçıldığı, tesisin yakınında vahşi olarak depolandığı noktasındadır. Bu durum çevresel olarak büyük bir kayıp ve aynı zamanda da kokuyu arttırıcı bir durumdur. Tüm bunların dışında da, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarında barınma ve beslenme durumları dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bu konu uzman ekipler tarafından incelenmelidir. Angus çiftliğinde ki durum bu ziyarette her ne kadar çevresel olarak ele alınmış olsa da açık olarak görünen Türkiye’de ki hayvan-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ cılığın geldiği noktadır. Söz konusu çiftlik Türk hayvancılığı ve besiciliğinin desteklenmediği ancak ithalatın teşvik edildiği sürecin doğal bir sonucudur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi çiftlik bir üretim tesisi olmayıp bir depolama alanıdır. Türkiye’de yerli hayvancılık desteklense, yerli besicilik desteklense bugün bu koşullar zaten hiç yaşanmayacaktır. ŞAHPAZ KÖYLÜLERİ İLE BULUŞMA Angus çiftliklerinde ki incelemenin ardından bu kötü kokuya maruz kalan angus çiftliklerinin neden olduğu çevre kirliliğinin en yakın tanıkları çevre sakinleri ile bir araya geldik. Burada köylülerin aktardıkları bilgiler ve bizlerin çevre komisyonu üyeleri olarak yaptığımız incelemelerden çıkan sonuç bire bir örtüşmektedir. Köylüler evlerinin hemen yanına kurulan bu çiftlik sebebiyle camlarını açamadıklarını, özellikle yaz aylarında büyük sıkıntı yaşadıklarını belirtmişlerdir. Çiftlik hakkında birçok rahatsızlık dile getirilse de öncelikli olarak çevreye yaydığı koku ve buradaki hayvanların dışkıları sebebiyle yaşanan sorun vatandaşları endişelendirmektedir. ÇORLU BELEDİYE KÜLTÜR MERKEZİNDE STK VE DERNEKLERLE TOPLANTI Çorlu’da Belediye Kültür Merkezi’nde çeşitli sivil toplum kuruluşları (Ziraat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları, Mimar ve Mühendis Odaları, Tekirdağ Barosu, Tabip Odası, Çorlu Kent Konseyi, Ergene İnsiyatifi, Ata-

türkçü Düşünce Derneği ve çevre mücadelesi yürüten diğer sivil toplum kuruluşları) ile bir araya gelindi. Yaptığımız toplantıda bölgede yaşanan çevre sorunları hakkında bilgi aldık ve yapılması gerekenlere ilişkin fikir alışverişinde bulunduk. Başta Angus Çiftliği olmak üzere Çorlu’da kurulması düşünülen Karatepe Katı Atık Bertaraf Tesisi konularında görüş bildiren uzmanlar Çevre Komisyonu üyelerine aydınlatıcı bilgiler vermişlerdir. Angus çiftlikleri ile ilgili çeşitli eylemler yapıldığı, çiftliğin kapanması adına imza kampanyası başlatıldığı ve binlerce vatandaşın sağlığını ilgilendiren bu problemin sadece Çorlu’yu değil Tekirdağ ilinin tamamını ilgilendirdiğine dikkat çekmişlerdir. Temiz çevre hakkının gasp edilmemesi içinde belde ve köylerin tamamını etkileyen bu sorunun TBMM nezdinde çözülmesini talep etmişlerdir. En verimli tarım arazileri üzerinde termik santral kurulmasına karşı olduklarını belirten uzmanlar, Karatepe Katı Atık Bertaraf Tesisinin Çorlu’da yapılmasının hukuki yanlışlıklarını anlatmış ve kamu yararına aykırı bir yapı olduğunu ifade etmişlerdir. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgiyi aşağıda detaylı olarak verdik. Toplantıya katılan bütün STK temsilcilerinin ortak görüşü; bahsedilen hiçbir konuda kendilerine ve de konunun uzmanı kişilere

69


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ danışılmadan fikir alınmadan bu sürecin yönetildiğini belirtmişlerdir. ÇORLU KARATEPE BÖLGESİNDE YAPILMASI PLANLANAN “KATI ATIK BERTARAF TESİSİ”NDE İNCELEME Tekirdağ İli, Çorlu İlçesi, Karatepe Mevkiinde Çorlu şehir merkezine 1.5 km mesafede yapılması planlanan tesis Türkiye’nin en büyük Katı Atık Bertaraf Tesisidir. Söz konusu projeye insan sağlığını tehdit etmesi ve çevreye olası zararlarından dolayı başta Çorlu halkı, bilim adamları, çevre kuruluşları yaptıkları araştırmalar ve ortaya koydukları raporlar neticesinde - karşı çıkmaktadırlar. 70

Öncelikle belirtmek gerekirse tesisin kapasitesi yıllık 850.000 ton gibi çok yüksek bir miktardadır. Bu kadar yüksek kapasiteli bir tesisi kentin bu derece yakınına kurmak Tekirdağ için büyük bir tehdit unsurudur. Dahası kurulması planlanan tesis her ne kadar taş ocaklarına yakın olsa da tarım arazilerinin tam ortasındadır. Tesis her türlü tehlikeli ya da tehlikesiz atığın toplanacağı bir tesistir. Konunun idari boyutuyla ilgili olarak ise şöyle bir durum söz konusudur: 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun 13. Maddesi tarım arazilerinin amaç dışı kullanımını yasaklamaktadır. Ancak adı geçen madde de sayılan bazı istisnalarla amaç dışı kullanıma izin verilmiştir. Bunlardan bir tanesi de yenilenebilir enerji üretimidir. Bu

kapsamda bu faaliyette bulunmak isteyen firma EPDK’ ya müracaat ederek çöp gazından elektrik üretmek (yenilenebilir enerji üretmek) için lisans almıştır. Amaç ve faaliyet alanı bu olmasına rağmen bölge için EPDK tarafından verilen elektrik üretim ruhsatı ve izni zamanın Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından bütün tehlikeli atıklarda dahil, biyodizel üretimi, tehlikeli varil yıkama ve daha birçok elektrik üretiminin dışındaki faaliyeti kapsar bir faaliyet alanına dönüşmüş ve bu ruhsat dışı faaliyetlere de Bakanlık tarafından 29.06.2010 tarihinde Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu verilmiş ve onaylanmıştır. Tesisin lisans belgesi ile faaliyet alanı arasında da açık çelişki olması sebebiyle mevzuata ve yasalara aykırı bu duruma rağmen ÇED olumlu belgesini veriyor. ÇED raporundan bir kaç bölüm; elektrik üretmek üzere kurulan tesisin faaliyet alanları şu şekilde: Yılda 60.000. Tehlikeli varilin temizlenmesi, Bitkisel atık yağ geri kazanım, Tıbbi atıkların gömülerek depolanması, Akü ve pil atıklarının gömülerek depolanması, Ömrünü tamamlamış her türlü lastik atıklarının geri dönüşümü ve daha bir sürü tehlikeli atıkların depolanması. Bu faaliyetlerin hiçbirinin elektrik üretmekle bir ilgisi yok ama bakanlık bu faaliyetlerin tümüne ÇED olumlu belgesi veriyor.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Firma, Çorlu Belediyesi’ne faaliyetlerine başlamak için imar değişikliği yapılması noktasında müracaat etmiş. Çorlu Belediyesi de Belediye Meclisi’nin aldığı kararla bu talebi reddetmiştir. Ancak sonrasında KHK ile kurulan ve yine KHK ile yerel yönetimlerin yerine geçerek karar alma yetkisi tanınan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; yerel yönetimin aksi kararına rağmen 17 Şubat 2012 tarihinde imar değişikliğini yapmış ve tesis için izin vermiştir. Onaylanan plan hakkında STK’lar tarafından gerekli yasal itirazlar yapılmıştır. Yerinde yaptığımız incelemede görülmüştür ki; söz konusu tesis için yapılan 1/5000 plan değişikliğinin onayı; kesinleşmediği halde tesisin yapımına başlanmıştır. Ancak Çorlu Belediye Meclis kararlarında da “ imar alanına 400 m mesafede bulunan tesisle ilgili inşaat ruhsatının reddine” kararı verilmiştir. Fakat tüm bunlara rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gerekli izinleri ve plan değişiklerini yapmıştır. Sonuç olarak; her şeyden önce Çorlu merkeze çok az bir uzaklıkta bu kadar yakın yere böyle bir tesis yapılması doğru değildir. Yapılması planlanan yer, verimli tarım alanının ortasında olması ve yerleşim alanlarına yakınlığı nedeni ile bu tesis için uygun bir alan değildir. Tarımsal niteliği korunması gereken bir araziye inşa edilecek tesisin, kapasitesinin neredeyse bütün Türkiye’nin tehlikeli atıklarının Çorlu’ya dolayısıyla

Trakya’ya taşınmasına yol açacağı görülmektedir. Tesis için ayrıntılı inceleme yapılmaması, bölgenin demografik yapısının ve deprem kuşağı üzerinde yer almasının yaratacağı sonuçlar dikkate alınmadan, tesisin şehir merkezine bu derecede yakın mesafede ve birinci sınıf tarım arazilerinin içinde bir yere kurulacak olması, kaygı verici bir durumdur. Tesisi yapacak firmanın kayıtlarda tarla olarak geçen birinci sınıf tarım arazisi olarak belirtilen 160 dönümlük araziyi 49 yıllığına hazineden kiraladığı ifade edilmektedir. Devreye girdikten sonra kapasitesi yıllık 850.000 tona ulaşması planlanan tesis Çorlu’da yaşanacak bir felakete merkez olacaktır. Hiç kimse atıkta tesisleşmeye karşı değildir. Vahşi depolama terk edilmelidir. Ancak şehrin dibinde bir tesisin faaliyete geçmesi ile Trakya, Balkanlar ve buradan Ortadoğu’ya kadar olan bölgede Çorlu ve Tekirdağ’ı atık sektörünün odağı haline getirecektir. Tesisin bacalarından ve depolanmak için bekletilen ya da depolanan çöplerden gelen pis koku ve zehirli sızıntılar ölümcül risk oluşturacaktır. Tesisin planlanan kapasitesi göz önüne alındığında hizmet alanındaki yerleşim yerleri ve sanayi kuruluşlarından yüklenen atıkların getirilmesi binlerce kamyonluk bir trafik riski oluşturacaktır. Bütün bu tespitler ışığında Çorlu’ya yapıl-

71


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ mak istenen tesisin; planlanan yerde ve kapasitede olması doğru değildir. ŞARKÖY KIZILCA TERZİ KÖYÜNDE YAPILMASI PLANLANAN TERMİK SANTRAL BÖLGESİNDE İNCELEME

72

Şarköy, Tekirdağ ilinin ve Trakya’nın tarım ve turizm potansiyeli olan önemli bir yerleşim alanıdır. Sağlıkçılar tarafından astım hastalarına ilaç olarak tavsiye edilen temiz bir havaya sahiptir. Temiz denizi, plajları ile turizm mevsiminde yaklaşık 150 bin kişiye ev sahipliği yapmaktadır. Şarköy şaraplık, sofralık üzüm, zeytin üreten bölge olarak bilinmekte iken bu günlerde Şarköy ilçemiz gündeme yapılması planlanan termik santral ile gelmeye başlamıştır. Söz konusu santral Kızılcaterzi Köyü, Deredoğan mevkiinde bulunan ve Marmara Denizi’ne 300 metre mesafedeki TürkiyeYunanistan Doğalgaz Pik Hattı’na 100 metre uzaklıkta kurulması düşünülen santralde yılda 7 GW saat elektrik üretilmesi planlanmaktadır. Tesisin kurulması planlanan bölge ise orman arazisinin hemen yanıdır. Mavi bayraklı denizin dibidir. Santral kurulması planlanan araziye komşu binlerce yazlık ev bulunmaktadır. Birkaç yüz metre uzaklıkta elektrik üreten rüzgar tribünleri bulunmaktadır. ŞARKÖY BELEDİYE DÜĞÜN SALONUNDA HALKA VE STK’LARLA YAPILAN TOPLANTI

Tekirdağ’ın en önemli turizm ve tarım bölgesi olan Şarköy ilçesinde yaptığımız incelemeler sonucu bir araya geldiğimiz vatandaşlar ve STK temsilcileri bölgede yapılmak istenen termik santralden duydukları kaygıları dile getirmişlerdir. Edindiğimiz bilgiye göre; Sivil Toplum kuruluşlarının Santral ile ilgili ÇED iptal davası açtıkları anlaşılmıştır. Santrale bölge halkı tamamen karşı çıkmaktadır ve bu bağlamda 13.000 karşı imza toplanıp yetkililere teslim edilmiştir. Tarım arazilerinin ve bölgelerinin zarar göreceğini düşünen vatandaşlar termik santralin kurulmaması için ellerinden geleni yapacaklarını belirtmişlerdir. Çok önemlidir ki söz konusu saha 1/100.000 ölçekli üst planlarda “tarımsal niteliği korunacak saha ve orman arazisi” olarak geçmektedir. İmar değişikliği talebi kendisine intikal eden Tekirdağ İl Genel Meclisi imar değişikliği talebini reddetmiştir. Tekirdağ ilinin Şarköy ilçesi doğanın yaşam ile iç içe geçtiği, tabiatın bugüne kadar en iyi korunduğu, denizi ve ormanları ile birçok turisti kendisine çeken bir bölgedir. Toprakları verimlidir. Üzüm ve zeytinin dışında birçok mahsul buğday ve ayçiçeği başta olmak üzere burada yetişmektedir. Bölge halkı da Şarköy ilçesinin bu doğal güzelliği ile gurur duymakta ve korumaya çalışmaktadır. Kızılcaterzi Köyü bölgesi de doğanın en güzel olduğu yerlerden biridir. Doğal olarak yapılması planlanan tesis halkın tep-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ kisi ile karşılaşmıştır. Santralin yapılacağı yeri gören herkesin ortak söylemi buranın santral için son derece yanlış bir yer olacağıdır. Konu zaten 1/100.000 ölçekli planlarda da ayrıntılı olarak belirtildiği gibi tarımsal niteliğinin korunacağı saha ve orman arazisidir. Hazırlanan ve yürürlükte ki planın değiştirilmesi doğru değildir. Zaten söz konusu imar değişikliği talebi de Tekirdağ İl Genel Meclisi’nde reddedilmiştir. Aynı bölgede doğa ile uyumlu rüzgar tribünleri bulunmaktadır. STK’lar ve halk doğaya tabiata zarar vermeyen bu işletmelere hiçbir tepki koymamaktadırlar.

yayan ve içinde canlı türü barınmayan Çorlu Deresi, Tekirdağ için en büyük çevre sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Açık bir kanalizasyon olarak nitelenen derenin insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştırmak ve tespit etmek üzere Trakya Üniversitesi tarafından yapılan bilimsel çalışma sonuçları da Çorlu’da özellikle sağlık mahallesinin içinden geçen Çorlu deresinin etrafında oturan insanlarda, kanser vakalarının ve başka hastalıkların arttığını ortaya koymuştur. Bilhassa yaklaşık 70 bin kişinin yaşadığı Sağlık mahallesinde oturan insanların sağlığı büyük tehlikededir.

Bugün itibariyle konu Tekirdağ İl Genel Meclis tarafında reddedilmiş olmasına rağmen bölge halkının korkuları bulunmaktadır. O korku da Çorlu Katı Atık Bertaraf Tesisinde olduğu gibi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın tepeden inme imar değişikliği yaparak kimseye sormadan Santrale izin vermesidir.

MURATLI İLÇESİ ERGENE NEHRİNDE İNCELEME

ÇORLU SAĞLIK MAHALLESİ ÇORLU DERESİNDE İNCELEME Çorlu Deresi’nden akan su, Karadeniz kıyısındaki Yıldız Dağları’ndan doğan ve Pehlivanköy, Babaeski, Lüleburgaz ve Uzunköprü’den geçtikten sonra Saroz körfezine boşalan Ergene Nehri’ne dökülmektedir. Fabrikaların bıraktığı kimyasal atıklar nedeniyle simsiyah akan, çevresine ağır kokular

Yıldız dağlarından doğup Meriç nehrine kadar yaklaşık 300 km boyunca bütün Trakya’yı kapsayan Ergene nehri Tekirdağ, Kırklareli, Edirne illeri ve bunlara bağlı ilçelere ait yerleşim alanlarını kapsayan bölgede yer alan ve çevresinde 1 milyonu aşkın insanın yaşadığı Türkiye’nin en kirli nehridir. Ergene nehrinin; içinde dördüncü sınıf çok kirli su bulunduğu ilgili bakanlıkça da tespit edilmiş ancak şu ana kadar kesin bir çözüm üretilememiştir. Nehrin içinde ki ağır metaller, bu suya temas eden ve içen hayvanlara, bitkilere ve insanlara geçmekte, insanlarda da kansere neden olmaktadır. Ergene de kurşun, civa, kadmiyum, kobalt, bakır, gibi ağır metaller ve arsenik gibi sa-

73


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ yısız kimyasal maddelerin bulunduğu tespit edilmiştir. Binden fazla fabrikanın çevrelediği Trakya’ya hayat veren Ergene nehri, artık kendi renginde akmadığı gibi zehir saçmaktadır. Özellikle hükümet Ergene havza koruma planı ile acil önlem alındığını ve işin çözülme noktasında ilerlediğini söylüyor. Ancak bugün yaşadığımız tablo ortada. Derenin hemen 20-30 metre uzağında evler var. İnsanların yaşadığı yerin ortasından bu nehir

akıyor. Bahsedilen havza koruma planının ne aşamada olduğunu yerinde tespit ettik. Büyük vaatlerle ortaya konulan Ergeneyi temizliyoruz denilen tablo içler acısı bir durumdadır. Süreç daha hızlı işletilmeli ve sorun acilen çözülmelidir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak ilimizde ki duyarlı ve yetkili tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde yaşamış olduğumuz çevre sorunlarına ilişkin her türlü platformda çözüm yolları geliştirmeye devam edeceğiz.

74 Saygılarımızla, TBMM CHP Çevre Komisyonu adına Emre KÖPRÜLÜ Tekirdağ Milletvekili

(*) TBMM CHP Çevre Komisyonu - Ekim 2012 Mustafa Serdar SOYDAN - Çanakkale Milletvekili Kemal DEĞİRMENDERELİ – Edirne Milletvekili Melda ONUR – İstanbul Milletvekili Mehmet Hilal KAPLAN – Kocaeli Milletvekili Salih FIRAT - Adıyaman Milletvekili


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

75


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

76


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

ÖZGÜL ERDEMLİ MUTLU Bizim öncelikli olarak CHP’den beklentimiz Anayasa Mahkemelerine açılan davalarla ilgili. Gördüğümüz kadarıyla bu anlamda sivil toplum desteğinden uzakta duruyor. Şu an yaşadığımız çevre krizlerine çözüm bulabilmek için ayrı ayrı değil, yeri geldiğinde birlikte mücadele etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bunun için CHP’nin çevre davaları ve çevre problemlerine dair söylemlerinde sivil toplum ile daha yakın çalışmasını arzuluyoruz. Bu durum belki birbirinden sürekli haberdar olan bir ağ seklinde de örgütlenebilir. Bu ağ öncelikli olarak şuan mevcut mevzuatın taranmasını ve sorunlu noktaların tespit edilmesini sağlayabilir. Ardından mevzuatlarla ilgili itirazlar birlikte takip edilebilir. Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu tasarısıyla başladık. Buna zaten çok detaylı girmeyeceğim. Tema Vakfı ve Tabiat Kanunu izleme girişiminin de bir üyesi ve izleme girişiminin sözcüsü Hüsrev Bey bizden önceki sunumda detaylı olarak bilgilendirme yapmaya çalıştı. Biz de TEMA

olarak mevcut tasarının bu şekilde yasalaşması durumunda ülkemizdeki doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin kaybedileceğinden ötürü oldukça endişeliyiz. Bu yasa tasarısının, koruma misyonundan uzak, adeta doğa koruma alanlarını kullanıma açmanın yollarını tanımlamak için hazırlanmış olduğunu düşünüyoruz. Tasarı bu şekilde yasalaşırsa ülkemizin doğasını çok kısa bir süre içerisinde geri dönüsü olmayacak şekilde yok edecektir. Bu yüzden CHP’nin bu yasa tasarısını gündemden düşürmemesini arzu ediyoruz. Bu çerçevede mücadele eden tabiat kanununu izleme girişiminin isteklerini dinlemeli ve bu istekleri kendi parti politikalarıyla birleştirerek sivil toplum mücadelesini sahiplenmelidir. Ulusal mevzuata dair başka bir çözüm önerimiz de 648 sayılı kanun hükmünde kararnameyle ilgili. 2011 yılında yayınlanan 648 sayılı kanun hükmünde kararnameyle 2863 sayılı kanuna doğal sit tanımı eklen-

77


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

78

miştir. Bununla beraber Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetkisinde olan 2661 adet doğal sit alanı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetkisine devredilmiş ve bu sit alanlarının yeniden değerlendirilerek hangi yeni statüye kavuşturulacağı veya koruma dışına bırakılacağıyla ilgili süreç başlamıştır. Doğal sit tanımı ve yaşanan bu süreç jeolojik devirlere ait olmayan oluşumların sit alanı olarak sayılmaması riskini ortaya çıkarmaktadır. Örneğin bir jeolojik devirlere ait olmayan ulaşımlarla ilgili neyi demek istiyoruz? Örneğin 8 bin yıllık İstanbul Boğazı Sit alanı olmaktan çıkarılmakta ve bu gibi durumlar doğal alanlarımızın korunması için büyük bir risk yaratmaktadır. Yeri gelmişken bu arada Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bir arada olmasının da sakıncaları hakkında sadece biz değil, eminim ki pek çok doğa kurumu da. CHP’nin bu konuyla ilgili olarak da çalışma yapmasını arzu ediyoruz. Yani hem çevre, hem şehirciliğin aynı bakanlık altında olması bu 648 sayılı kanun hükmünde kararname örneğinde gördüğümüz gibi daha benzer ve daha olumsuz şeyler de ortaya çıkarabilecek. Ulusal mevzuata dair başka bir çözüm önerimiz de “su yasasıyla” ilgili. Sunumdan sonra Tema Vakfı’nın su kanunuyla ilgili önerilerini de paylaşacağım sizlerle kitapçık olarak. Tema Vakfı olarak aslında 1,5 senelik bir çalışma sonucunda “Su Kanun Tasarısı Taslağı” oluşturduk ve bunu CHP dâhil bütün partilerimizle paylaştık. Şu anda da

bizim tasarımızdan ayrı olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir su kanunu tasarısı gündemde. Bununla ilgili olarak CHP’nin ilgili heyetlerinin, ilgili çalışanların Tema’nın su kanun tasarısını incelemesini arzu ediyoruz. Biz temelde suyu bir kaynak olarak değil, bir doğal varlık olarak nitelendiriyoruz ama bunu CHP’nin de bu söylemi sahiplenmesini ve bu söylemi bu şekilde kullanmasını arzuluyoruz. Yeterli miktarda ve kalitede suya erişim hem insanlar, hem de eko sistemler için temel bir hak olarak kabul edilmelidir. Su yönetiminde koruma ve iyileştirmenin öncelikli hedefler olması, kullanımın ikincil gözükmesi önemli. Bunun da altını çizmek istiyoruz. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın tasarısında yer alan suyun korunması ve iyileştirilmesi kavramları önemli. Ancak yetersiz. Koruma ve iyileştirmenin somut olarak nasıl yapılacağı belirtilmelidir. CHP’nin bunun da takipçisi olmasını ve gündeme getirmesini arzuluyoruz. Özellikle tarımsal sulamada korumacılık ve yönetim konularına ayrı birer baslık altında yer verilmesi gerekiyor. Yine su yasasıyla ilgili önerilerimize devam etmek gerekirse, bütünleşik havza yönetiminden bahsedebiliriz. Bu önemli bir konu. Bütünleşik havza yönetimi, su yasasının temelinde yer almalıdır. Örneğin HES’ler üzerinden gidecek olursak; o dereye özel, o derenin içerisinde bulunduğu bütün havza bazında bütünsel entegre bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Su varlık ve potansiyel-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ lerinin havza bazında belirlenmesi ve yine havza bazında geliştirme, koruma, tahsis, kullanım, izleme ve denetim izleri takip edilmelidir. Su yönetiminde doğrudan katılım ve su varlıklarının yöneti ilkesi esas alınmalıdır. İklim değişikliği olgusuyla beraber su, bugünün ve geleceğin Türkiye’sinin en önemli konularından biridir. CHP de bu konuya, bu yaşamı temel alan eksende yaklaşmalı. Ulusal mevzuata dair çözüm önerilerimizden sonra anayasamıza dair çözüm önerilerimizden kısaca bahsetmek istiyorum. Eko siyaseti merkeze alan bir anayasa arzuluyoruz. Bu anlamda da 2011 seçimlerinden önce hazırladığımız “Eko Siyaset Bildirgesi” çerçevesinde, doğayı ve yaşamı merkeze alan politikaları CHP programında görmek istiyoruz. Yeni anayasa sürecinde “ekosistemlerin yaşam hakkı” ve “eko sistemlerin korunmasını isteme hakkı” mutlaka olmalıdır. Bu hak, çevre hakkından daha geniş, daha kapsayıcı ve daha güçlü olmalıdır. Ekosistem odaklı bakmaya başlamamız gerekiyor. Bunun için de CHP’nin öncelikle konuyu bu şekilde kendi gündemine almasını ve kullanmasını arzu ediyoruz. Temel hak ve özgürlüklerde 1982 anayasasının mutlaka üzerine çıkılmalı. Karar alma süreçlerine doğrudan katılım, sözde kalmayan katılımcı demokrasiyi temel alan bir hak olmalıdır. Yine Hüsrev Bey önceki sunumda bahsetti, tabiatı koruma biyolojik çeşitlilik kanunu ile ilgili olarak neden rahatsız olduğumuzu,

nasıl katılımcılıktan uzak olduğunu. Bunun genel olarak bütün temel hak ve özgürlüklere uyarlanmasını istiyoruz. Mevcut anayasada 166. madde de yer alan planlamaya katılım ve 169. Madde de yer alan ormanların koruma ve geliştirilmesini isteme hakkı da temel haklar içine katılmalıdır. Mevcut politikalara dair çözüm önerilerimizle devam etmek gerekirse, bir soruyla başladık sunumumuza. Yasam mı, kalkınma mı? Kalkınmanın temel özelliği, doğayı maalesef bir kaynak deposu olarak görmesidir. Bu nedenle yaşam ikinci plana atılıyor. Sürdürülebilir kalkınma da bu anlamda son derece sorunlu bir gösterge. CHP, klasik kalkınmadı paradigma ve söylemlerin iflasını açıklamalı. Bu anlamda malumun ilanını yapmalıdır. Örneğin 2B konusunda CHP büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Bunu da burada tekrar paylaşmak istiyoruz. Meselenin özünün kavranması anlamında gerçekten uzak kaldı CHP. CHP’nin insan merkezci ve kalkınmadı bir paradigmadan, eko merkezci ve yaşamının sürdürülebilirliğini ilke alan bir paradigmaya geçmesi bir gereklilik. Bu anlamda yaşam mı, kalkınma mı? Tabi ki yaşam. Ama bununla ilgili somut adımlar bekliyoruz. Toprak politikaları. Biliyorsunuz Tema Vakfı’nın öncelikli çalışma alanı toprak. Erozyonla mücadele. Bu anlamda teraslama çalışmalarına öncelik verilmesini önemsiyoruz. Teraslama aslında sadece toprak açı-

79


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

80

sından değil, su açısından da önemli. Hep suyun önemini vurguluyoruz. Suyu tutma anlamında dahi teraslama çalışmalarının önemi var. Türkiye’nin büyük ovalarının sit ilan edilmesi için gerekli çalışmalara başlanması gerekiyor. Bu anlamda da adım bekliyoruz. Ülke genelinde fiziki planlara temel olacak şekilde arazi kullanım planlamaları yapılmalıdır. Toprak politikalarıyla devam edersek, toprak neden önemli? Pek çok açıdan önemli. Mera, meralarımız hem erozyon önleyici, hem iklim değişikliğinde bir karbon yutağı, hem de yeraltı sularının beslenmesi ve yüzey sularında da su rejimi açısından düzenleyici bir niteliğe sahip. Ayrıca biyolojik çeşitliliğin oluşumu açısından da kritik bir önem teşkil ediyor. Bu nedenle meraların amaç dışı kullanımının engellenmesi, meralarımızın korunması için her türlü tedbirin alınması gerekiyor. Müşterekler sistemine de dâhil olan meraların ıslah edilmesi, karbon yutak potansiyellerinin geliştirilmesi, biyolojik çeşitliliklerin korunması, su tutma potansiyellerinin geliştirilmesi, verimliliklerinin yükseltilmesi ve bu sayede ülke ekonomilere katkıda bulunmalarını sağlamak için mutlaka yerel paydaşları da temel alan bütüncül bir ortak yönetim planı hazırlanmalıdır. Meralarımızdan çevre düzeni planlarına geçmek istiyorum. Son dönemde hazırlanan 1/100 bin ölçekli çevre düzeni planlarında benimsenen “tarımsal organize bölgeler” tob diye kullanılıyor. Tarımsal alt bölgeler “tab” ve organize hayvancılık bölgeleri tarım sektörü açısından

endişe verici. Bu tip uygulamalar nedeniyle hayvanlar doğal yem deposu olan meralardan koparılmakta, büyük işletmelere yönelik entansif hayvancılık teşvik edilmektedir. İnsan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin yanında entansif hayvancılık, küçük işletmenin sürekliliğini de olumsuz yönde etkilemekte ve yerel halkın işsiz kalmasına neden olarak kırdan kente göçü artırmaktadır. Kırsal Kalkınma Politikaları da bu anlamda çok önemli. Devamlı şehre, şehirleşmeye ikinci, üçüncü İstanbullara öncelik vermek yerine biz gerçekten kırsalda kalkınmanın altının çizilmesi gerektiğine inanıyoruz. Entansif hayvancılığı destekleyen bu uygulamalara karşı çıkılmalı ve geleneksel hayvancılık desteklenmelidir. Buradan yola çıkarak iklimle ilgili konulara kısaca değinmek istiyorum. Türkiye’nin iklim karnesi maalesef hiç başarılı değil. Sizinle bir haberi paylaşmak istiyorum. Muhtemelen önümüzdeki günlerde zaten Doha’da gerçekleşecek olan “BM İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nda” da gündeme gelecektir. Türkiye sera gazı salınımlarını 1990’a göre 2010 yılında %115 artırdı. Bu haliyle sera gazı salınımlarını 1990’a göre en fazla artıran ülke oldu. Dünyada en fazla ayrıca kömür yatırımı yapan 4. ülkeyiz. Dolayısıyla Türkiye sera gazı salınım azaltım hedefini somut bir şekilde ve acilen belirlemelidir ve bu hedefi enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji hedefleriyle destekleyerek bu alanlardaki yatırımları arttırmalı-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ dır. CHP’nin iklim raporunda yer verdiği konularda samimi olduğunu görmek istiyoruz. Onun için de bu hedefleri gündeme sık sık getirmesini ve bunun takipçisi olmasını arzu ediyoruz. Türkiye’nin iklim karnesine devam edelim. 2010 yılında iklim değişikliği bağlantılı doğal felaketlerden 2,5 milyon kişi etkilendi ülkemizde. Ve 35 bin kişi bu felaketler sonucunda hayatını kaybetti. Türkiye’nin tüm su ve kömür kaynaklarını 2023’e kadar kullanma politikası ve bin günde bin gölet gibi projeler, iklim değişikliğiyle uyumu imkânsız hale getirmektedir. CHP iklim raporunda yer verdiği uyum politikalarında samimi olduğunu göstererek, uyumu imkânsızlaştıran projelerle ilgili hukuki mücadelede önderlik edebilir. Bunun üstün kamu yararı ve hatta yeni üstün eko sistem yararı ilkelerini öne çıkartarak sürdürebilir. Nükleer enerji politikasıyla da ilgili bir iki şey söyleyip arazi kamu politikasına geçeceğim. CHP iklim raporunda nükleer enerjinin iklim değişikliğine çözüm olmadığını belirtmişti. Ancak Akkuyu’da yapılacak santralin çekinceleri sürerken Sinop nükleer santrali için bu yılın sonuna kadar karar verilmesi bekleniyor. Bir yandan da İğneada’ya nükleer santral yapılmasıyla ilgili iddialar devam ediyor. Dolayısıyla ana muhalefet partisinden nükleer santraller ve nükleer enerjiyle ilgili olarak daha güçlü bir ses bekliyoruz. Yani bir yandan böyle yeni haber-

ler, olumsuz haberler gelirken bu alanda da öncülük etmesini bekliyoruz. İğneada için verilen meclis araştırması genişletilmeli ve şu an Akkuyu için sürekli gerçekleşen ihale iptalleri gibi konular da araştırılmalıdır. Türkiye halkının %64’ü nükleer enerji istemiyor. %86’sı nükleer santrale yakın bir yerde yaşamak istemiyor. Durum bu şekildeyken ana muhalefet partisinin daha fazla ses çıkarmasını bekliyoruz. Arazi kullanım politikalarında da havza esaslı doğal varlık yönetimi ve su havzalarının makro ve mikro düzeyde korunmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. İçinde yaşadığımız kentimizle ilgili bir örnek vermek gerekirse, en az tahrip edilmiş havza olan Bima havzasından en fazla tahrip edilmiş olan Küçükçekmece havzasına kadar tüm havzaların korunması, sorunlarına yönelik çözüm önerileri geliştirilmesi ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına yönelik parti programının oluşturulması gerektiğine inanıyoruz. Ağaçlandırılan alanlar ile doğal ormanların birbirinden çok farklı olduğu, ormanın sadece ağaç topluluğu olmadığı, tüm flora ve faunasıyla birlikte büyük bir karasal ekosistem olduğu gerçekleri sıklıkla gündeme getirilmeli ve mevcut ormanlarımızın etkin bir şekilde korunmasına yönelik politikalar geliştirilmelidir. Arazi kullanım politikalarına devam edersek, gene İstanbul üzerinden örnek vereceğim. Her ne kadar ülke genelinde otoyol

81


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

82

çalışmaları, havalimanı gibi çalışmalar olsa da Gebze - İzmir otoyolu, 3. Köprü, 3. Havalimanı gibi büyük projeler İstanbul’u da etkiliyor. İşte bunlar hayata geçirilirken üst ölçekli planlar işlevsiz bırakılmakta, doğal değerlerin kaybı pahasına bu tip projeler uygulanmaya başlanmaktadır. Çevresel etkileri geniş yatırımlar ve projelerin uygulanmasında üst ölçekli fiziki planlama esas alınmalı ve stratejik ÇED sürecinin hayata geçirilmesi için girişimlerde bulunulmalıdır. Özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarının mevcut Durumu göz önünde bulundurulduğunda, “turizm yatırımları” adı altında doğal varlıkların tahrip edilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Çimento fabrikaları gibi çevresel tahribatı yüksek sanayi yatırımlarının ve vahşi madenciliğin yasamı yok etmesine şiddetle karsı çıkılmalıdır. Son olarak birçok not, bir iki de hatırlatma yapıp sözlerime son vermek istiyorum. Biliyorsunuz şu aşamada bir torba yasa gündemde. Yani gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla tabi ki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı ve bütçe görüşmelerinden sonra meclise getirilmesi beklenen bu 68 maddelik torba yasa hakikaten çok

Özgül ERDEMLİ MUTLU TEMA Vakfı

endişe verici. Kıyı alanlar, nükleer enerji gibi ulaşım ve enerji yatırımlarına açılabilecek. Mera alanları kentsel dönüşüme açılacak. Meraların neden önemli olduğunu kısaca anlatmaya çalışmıştım. Yani bunun önü açılacak. Buna şimdiden karşı çıkmak için bununla ilgili ortak tavır oluşturulmalı ve meclise daha gelmeden onunla ilgili adımlar atılmalı diye düşünüyor, sizlerden öncülük ve liderlik bekliyoruz. Başka bir örnek olarak, CHP’nin daha katılımcı, daha yerelde de aktif olmasıyla ilgili olarak her mahalle ve yerleşim biriminin çevre sorunları oranın yerel yasayanlarıyla birlikte belirlenebilir. CHP, yerel halkın örgütlenmelerine ve konuyu yasal boyuta taşımaları konusunda da yine öncülük edebilir, destek verebilir. Dolayısıyla makro ölçekle mikro ölçeği bir arada götürmek önemli. Bu da sadece bir öneri. “Karar halkın” gibi bir slogan kullanarak çevre sorunlarını yerel halka sorarak yine onların katılımcılığını sağlayarak çözüme öncülük edilebilir. Sözlerime burada son vermek istiyoruz. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

83


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

84


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

GİZEM ALTIN NENS Merhabalar, müsaade ederseniz ben öncelikle biraz Buğday Derneği’nden bahsetmek istiyorum. Çünkü çok içten, çok önemli ve en temel konulardan biri olan gıda konusu üzerine çalışıyoruz. Şehirde yaşayan kesim gıda konusundan o kadar koptu ki gıdanın, tohumun sadece çiftçilerle ve kırsalda yaşayan insanlarla alakalı bir olguymuş gibi düşünüyoruz. O yüzden yasa değişikliği ve mevzuatla ilgili önerilerimizden önce yapmış olduğumuz çalışmalardan bahsettiğim takdirde önerilerimizin daha iyi anlaşılabileceğine inanıyorum. Bizler temelde, şehirde yaşayan insanla kırsalda yaşayan insan arasında kopan bağı, orada yıkılan köprüyü bir şekilde onarmaya çalışıyoruz ve bunun için modern projeler gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yani öyle bir proje ki biz bunu mesela Kaz Dağı’nın önündeki kırsal merkezimizde de uygulayabiliriz ama Kars’ta başka bir yerde de uygulayabiliriz. Dolayısıyla bu bilgiyi de yaygınlaştırmak içinde çalışmalar yapıyoruz. Mesela bu projeler nasıl proje-

ler? Örneğin ekolojik çiftlik ağımız. Bütün Türkiye’de 78 çiftlikten oluşan bir ekolojik çiftlik ağımız var. Siz eğer bu çiftliklerden herhangi birine gidip orada katılımcı olarak çiftçiyle beraber herhangi bir şey yapabiliyor ve ekolojik üretim ağına dâhil olabiliyorsunuz. Eğer süt sağılıyorsa süt sağıyor, domates yetiştiriliyorsa domates yetiştiriyor, salça yapılıyorsa salça yapıyorsunuz. Böyle bir çiftlik ağı. 78 çiftlik. Sadece Türkiye’den değil, yurtdışından insanların da gelip gönüllü olarak çalışabilecekleri bir çiftlik. Siz gidiyorsunuz, çevreyle ilgili üretime dâhil olduğunuz bir haftadan sonra ne yediğiniz yiyecek, ne de kaldığınız yer için herhangi bir ücret ödemeden sadece çiftçinin elini sıkarak oradan ayrılıyorsunuz. Ben 5 senedir buğday derneğinde çalışıyorum. Buğday derneğinde de iletişimcisiyim. Her zaman projelerini anlattım. Ama inanın ben Buğday Derneği’nin ne yaptığını projelerde bir çiftlikte gidip elimle o böcekleri

85


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ topladıktan sonra, elime çapa alıp oradaki otları yolduktan sonra anladım. Ondan sonra zaten gıdanın aslında bizim zannettiğimiz ve hep sorguladığımız gibi pahalı değil, aslında olması gerekenden ucuz bir şey olduğunu da öğreniyorsunuz aslında. Dolayısıyla bu gibi projelerde mesela bir çevreyle ilgili evin sıvasını ayaklarınızla ezerek yaptığınızda resmin bütününü çok daha iyi anlıyorsunuz. O ekolojik ev, yaşayan bir varlık aynı zamanda. Hem size yaşam katıyor, hem siz ona yaşam katıyorsunuz. Bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum.

86

Buğday Derneği’ni daha çok ekolojik pazarlarla tanırsınız. İstanbul’da 4 tane, Konya’da 1 tane olmak üzere şu anda 5 tane ekolojik pazarımız var. Başka ekolojik pazarların başka ilçelerde, başka şehirlerde açılması içinde kendilerine çeşitli bilgiler veriyoruz. Bilgi akısında bulunuyoruz. %100 ekolojik pazarlar, adı üstünde sadece ekolojik, yani organik gıdaların satıldığı yerlerdir. Sadece gıda değil, tekstil ürünleri, kozmetik vs. gibi ekolojik yasamla ilgili her şeyi satın alabileceğiniz bir yer. Ama sadece bir pazarda değil, sadece paranın geçtiği bir yerde değil. Orada da biraz önce anlattığım Ekolojik Çiftlik Ağı Projesindeki gibi bu üreticilerle konuşabildiğiniz, elini sıkıp teşekkür ederim, benim için bu maydanozu toplamışsınız, siz yetişmişsiniz ve bu sabah toplayıp getirmişsiniz diyebileceğiniz ender mekânlardan bir tanesi. Bir markette bunu yapamazsınız. Bu durum aslında çok ufak

bir ayrıntı gibi görünse de aslında masaya koyduğumuz gıdayı yetiştiren insanın elini sıkabilmek kadar insanı mutlu eden bir şey yok. Bunu da yapabilmenizi gerçekten çok umuyorum. Hepinizi ekolojik pazarlara davet ediyorum. Diğer projelerimizden çok fazla bahsetmeyeceğim. Biraz önce söylediğim gibi model projelerimizden bahsediyoruz. Son zamanlarda belki tohum takas ağımızı kurduğumuzu duymuşsunuzdur. Çünkü gerçek tohumlarımız, yerel tohumlarımız, evladiyelik tohumlarımız, yani bir domates ekersiniz, o domatesi hasat edersiniz tohumlarını saklarsınız ertesi sene tekrar ekersiniz. Anadolu’da yüzyıllar boyunca yapılan tarım sekli, bizim geleneksel tarımımız bu şekildedir. Ama şu anda bu şekilde yapılan tarım inanılmaz derecede düşmüş durumda. Yani %20 - %25 gibi rakamlar telaffuz ediliyor. İnanın bundan çok daha az. Şu anda piyasada gerçek tohum bulmanız o kadar zor ki, zümrüt değerinde bir şeydir aslında gerçek tohum. Tohum takas ağı projesi de, bunu bir şekilde değiştirmeye çalışan bir proje. Biz tohum takas ağında toplanan paralarla 27 çiftlikte 42 türden 155 çeşit tohumun ekimini yaptık. Bu tohumları ziraat mühendislerimiz köy köy dolaşarak Anadolu’da buldular, topladılar, bu ekolojik çiftliklere dağıttılar, hasadını yaptılar ve bunları çeşitli festivallerle dağıtacağız. Çok basit bir örnek vermek istiyorum. Çün-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ kü sivil toplum kuruluşlarının nasıl yasadıklarını da anlamamız gerektiğine inanıyoruz. Özellikle Sayın politikacılar olarak sizlerin bilmesi gerektiği inancındayım. Biz bu kadar önemli bir projenin devamını şu şekilde sağlıyoruz. Adım adım koşucuları biz, siz, onlar. Biz çeşitli koşularda, maratonlarda koşuyoruz. Etrafımıza diyoruz ki, ben tohum için koşuyorum lütfen beni destekleyin. Siz 5 lira veriyorsunuz, başkası 10 lira veriyor, annem 20 lira veriyor. Buradan toplanan paralarla biz bu projeleri gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Çünkü inanın Türkiye’de bir çevre derneğinin sürdürülebilirliğini sağlaması ve bu tip projeler yapabilmesi için tek bir kaynaktan gelen bir defalık fonlar yeterli olmuyor. Dolayısıyla kökten gelen bütün herkesi kucaklayan projeler olması gerekiyor. İletişim çalışmaları bizim için çok önemli. Peki, biz ne yapalım o zaman? Ortada böyle bir sorun var. Hepimizin bildiği gibi, biraz önce anlattığım gibi tohumlarımız yok oluyor, küçük çiftçi, Tema’nın da biraz önce altını çizdiği gibi, son derece zor bir durumda. İntensif tarım politikaları ve mono kültür çalışmaları nedeniyle köyden şehre inanılmaz bir göç var. Şu anda bir köye gittiğimiz zaman göreceksiniz ki nüfus yaslı, kalanlar da istemedikleri bir sebepten dolayı köyde kalmışlar, en küçük fırsat ortaya çıktığı zaman şehre gidecekler. Hatta oturup konuştuğunuz zaman şunu da anlıyorsunuz; orada bir çiftçi olmak, üretim yapmak, gıda yetiştir-

mek, oradaki insan için bir başarısızlık. Yani sadece başka bir şey yapamayan insanların çiftçi olduğuna dair bir görüş yaygınlaşmış durumda. Şu anda 20 milyonluk bir şehirde yasıyoruz. Düşünün ki sizin masaya koyduğunuz gıdaları yetiştiren insanlar şu anda bu hisler içerisindeler. Peki neden? Çünkü mevcut politikalar şu anda Türkiye’de mono kültür ve intensif tarım tekniklerini destekliyor, küçük çiftçiye hiçbir şekilde yaşam alanı bırakmıyor. Bunun için neler yapılabilir kısmına çok kısa gireceğim. Biraz önce bahsettiğim yerel tohum ve yerli ırka destek kesinlikle start. Bizim yaptığımız projeler, bunun sadece ufak bir kısmı. 155 çeşit tohum, inanılmaz büyük bir tohum potansiyelinin son derece ufak bir kısmı. Bu bizim bir sivil toplum kurulusu olarak yapabildiğimiz bir model proje. Bunun devlet eliyle desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor. Aynı şekilde biraz önce bahsettiğim gibi küçük çiftçilere destek çok önemli. Arazisi 5 hektardan az olan küçük çiftçilere şu anda Türkiye’de hiçbir destek yok. Ama son derece büyük çiftliklere, mono kültür yapılan çiftliklere çok büyük teşvikle destek var. Bu da küçük çiftçinin giderek daha fazla ezilmesini ve SSK’sız çalışan bir ucuz iş gücü olarak şehre gelmesine sebep oluyor. GDO’lu ürünlere yasak ve etkiletme. Şu anda GDO’lu ürünlerin Türkiye’de yetiştirilmesi yasak. Ancak hayvan yemi olarak ithalatına izin var. Gönül ister ki aslında ta-

87


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

88

mamen yasaklansın ve ya eğer bu uygulanamıyorsa o zaman ben bir tüketici olarak yani bu hayvanların etini yiyen, sütünü içen insan olarak gıdamın üretildiği kaynağın hangi yemlerle beslendiğini bilme hakkına sahip olmalıyım. Tüketici olarak bu benim hakkımdır. Ama Türkiye’deki şu anda var olan yasa bunun etiketlenmesini engelliyor. Ben bu yasağın her şeyden önce bir tüketici olarak ve bir anne olarak değişmesini istiyorum. Kızımı bu sütlerden yapılan yoğurtlarla beslemek istemiyorum. Geleneksel ürünlerin korunması. Bu da biraz önce bahsettiğim küçük çiftçilerin aslında yaşatılması için gerekli olan şeylerden bir tanesi. Çünkü eskiden köyde yapılan tarhanaları siz bulabilirdiniz, köyde yapılan salçaları bulabiGizem ALTIN NENS Buğday Derneği

lirdiniz. Bunları satın alabilirdiniz. Şu anda hijyenik olmadıkları için bunlar piyasadan kaldırılmış durumda. Çok büyük yaptırımları ve cezaları var. Bu noktada tabii ki denetimler olabilir ancak tüketicinin inisiyatifine bırakılmalıdır. Kendi geleneksel ürünlerine sahip çıkan pek çok ülkede de zaten bu şekilde yapılır. Ben tüketiciyim ne yazık ki. Bir yandan da üretimde çalışıyorum ama şehirde yasadığım için çok büyük bir oranda tüketiciyim. Ben, seçme şansının benim sahsımda ve hepimizin adına bize verilmesini istiyorum, talep ediyorum, rica ediyorum ve böyle bir fırsat verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

89


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

90


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

HÜSREV ÖZKARA Tüm katılımcıları bir doğasever olarak gördüğüm için hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum. Değerli katılımcılar, doğa koruma konusu 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren gündeme hızla yerleşmiş, özellikle sanayileşmenin etkisiyle gündemi oluşturmuş bir konudur. Bu konuda gerçekten çok ciddi anlamda ulusal ölçekte, uluslararası ölçekte ciddi değerlendirmeler yapılarak günümüze kadar gelinmiştir. Biliyorsunuz nüfus artısı en önemli parametrelerden biri. Endüstriyel atıklar, kimyasal gübre kullanılan tesisler ister istemez doğal kaynaklar üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturmaktadır ve çevre sorunları yaratmaktadır. Bu nedenle bu çevre sorunlarıyla mücadele etmek ve çevrenin üzerinde oluşan bu olumsuzlukları gidermek için ilk olarak 1911 yılında Belçika’da uluslararası bir sanat kongresinde doğayı korumakla ilgili olarak bitki ve hayvan türlerinin korunması

için bir uluslararası çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır. Daha sonra 1969 yılında Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin oluşturduğu bir uluslararası platformda doğanın korunması konusunun temel baslığını oluşturan statüleri ve milli parkları özellikle tanımlamak dünyanın gündemini koruma felsefesini bu alanlar üzerinde taşımak için ciddi anlamda bir düzenek oluşturulmuştur. Peki, nedir milli park dediğimiz zaman hepimiz biliyoruz ki bir ülke açısından değil, uluslararası alanda önem arz eden, kendine özgü, özelliği bozulmamış birden çok mikro sistemin bir arada olduğu bilimsel ve estetik değerlere sahip doğal, kültürel kaynak değerlerini ifade eden rekreasyonal amaçları taşıyan bir alandır, bir tabiat parçasıdır. Bu nedenle bu alanları koruyabilmek, bu alanlar içerisindeki biyolojik çeşitliliği koruyabilmek temel hedeftir. Diğer bir önemli boyutu da işin ciddiyetini gösterebilmek için en üst organ olarak ifa-

91


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ de edilen, örneğin ABD’de kongre kararıyla yasaklar ve kısıtlayıcı önemler alınmakta, işin mahiyetini göstermek açısından o sahalar ilan edilmektedir. Diğer taraftan 1971 yılında İran’ın Ramsar ilinde sulak alanlarla ilgili düzenlenen bir uluslararası toplantıda durumun önemini ortaya koyacak şekilde yürütülmüş olan ve o anlamda alınmış olan kararlar vardır. Amaç biyoçeşitliliği korumaktır.

92

Yine 1992 Haziran’ında Rio De Jenerio’da düzenlenen BM Çevre Kalkınma Konferansında 5 temel belge esas alınmıştır. Rio Deklarasyonu 27 maddeden oluşmaktadır. Gündem 21, orman prensipleri, iklim değişikliği sözleşmeleri ve biyolojik çeşitlilik sözleşmesi. Yine dünyada 14 ana ekosistemden bahsedilmektedir. Ana ekosistem. Bunları şöyle kısaca sıralamak istiyorum. Kutuplar, okyanustan kıyı boyları, bataklıklar, ılımlı ormanlar yani stepler. Ilımlı ormanlar, yağmur ormanları, dağlar, akarsular, göller, çöller, maki alanları, mercanlık alanlar. Bu kısaca dünyadan hızla bugüne kadar yasadığımız süreçle ilgili bilgi vermek istedim. Ülkemize geldiğimizde ise ilk defa doğa koruma konusunda İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinde Prof.Dr. Selahattin İnan hocamızın tabiatı koruma konusunda “Biz ve Ormancılığımız” adlı eserinde milli parklar konusuna yer vermiştir. Yine 1956 yılında çıkarılan 6831 sayılı orman kanununun 25. Maddesinde milli parklar ifadesi ilk defa girmiştir. O yıldan 1983 yılına kadar yürütülen çalış-

malar orman rejimini almak suretiyle doğa koruma alanlarını ilan etme yolunda mesafe kat etmiştir. 1983 yılında 2870 sayılı milli parklar kanununun çıkarılmasıyla birlikte milli parklar, tabiat parkları, tabiatı koruma alanları ve tabiat anıtları dediğimiz 4 tane temel statü ortaya konmuş ve günümüze kadar bu şekilde geçerliliğini korumuştur. Diğer taraftan yine 1983 yılında 2860 sayılı yasa çerçevesinde kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu da çıkarılmış bu alanda arkeolojik ve tarihsel sitler ilan edilmiştir ve yine aynı süreç halen devam etmektedir. Yine 1989 yılında özel çevre koruma alanları ilan edilmiş ve ülkemizde bu yöndeki çalışmalar yine aynen devam etmektedir. Dolayısıyla bu kısaca bir değerlendirme yaptıktan sonra şunu söylemek istiyorum. Ülkemizdeki sahip olduğumuz biyolojik çeşitliliğin gerçekten Avrupa’yla mukayese edilecek bir düzeyde olmasına rağmen, yani bitki türleri açısından Avrupa’da bulunan yaklaşık 13 bin türün 10 bin 660’ı ülkemizde tespit edilmiş, kuş türlerinin 550 civarındaki kuş türünün 454’ü ülkemizde tespit edilmişken, burada bir parantez açmak istiyorum Sayın Başkan’a (Sarıyer Belediye Başkanı Sn. Şükrü Genç) da teşekkür edeceğim. Göç yolları konusunda iki tane önemli göç yolumuz var. Birisi İstanbul’dan, diğeri de Çoruh havzasından geçerek Belen boğazından Afrika’ya yönelmektedir. Bu hava koridorları son derece önemli koridorlardır. Ve bu anlamda Sayın Başkan’ın ilgisine gerçekten


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ bir taraftan sasırdım bir belediye başkanımızın bu şekilde önem vermesine, bir taraftan da mutlu oldum. Kendisine teşekkür ediyorum. Doğal olarak bu çalışmaları yürütürken sahip olduğumuz memeliler, sürüngenler ve yine balık türleri açısından da aynı şekilde son derece zengin bir ülkeyiz ve Avrupa kıtası için biyolojik çeşitlilik anlamında gerçekten çok büyük önem arz ediyor. Hani AB’ye girmekten bahsediyoruz, işte Türkiye’nin de size katkı sağlayacağı değerleri var diyoruz. Şuna inanın en fazla katkı sağlayacağı değer biyolojik çeşitlilik. Biz AB’ye girdiğimizde neredeyse Avrupa’ya yakın ve bunun üçte biri endimik olan biyolojik çeşitliliğimizle katkı sağlayacağız. Diğer taraftan ülkemizin içinde bulunduğu ve bugüne kadar yapmış olduğumuz çalışmalarla ülke yüzölçümünün yaklaşık %3,5’ini koruma altına almışız. Biraz önce bahsetmiş olduğum statüleri hayata geçirmişiz. Ülkemiz homojen bir yapıya sahip bir ülke değil. Çok farklı eko sistemlerin olduğu bir ülke. Siz böyle bir ülkede koruma alanlarını en az %10’larla ifade edebilmelisiniz. Ben bunu bir bilimsel çalışmanın sonucu olarak da söylüyorum. Bu %20’lere yakın bir rakam. Çok çeşitli koşulları da dikkate alarak en az %10 olması gereken bu alan şuanda %3,5’tir. Ve son derece yetersizdir. Bunları vurgulamamın nedeni biraz sonra bahsedeceğim yasayla ne kadar bir samimiyet ifade ediliyor sorusunun cevabını vermektir.

Dolayısıyla günümüze geliyorum. 2000’li yıllarda geçici projesi çerçevesinde yürütülen tabiat ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunun asıl altlığını oluşturan ve o günlerdeki değerlendirmemiz bu dağınıklığı nasıl gideceğiz, yetki çatışmalarını nasıl gidereceğiz, birden farklı statünün değişik bakanlıklarda olmasını nasıl gidereceğiz gibi soruları çözümleyebilmek üzerineydi. Bununla ilgili çok ciddi çalışmalar yaptık. Yani bu yasanın özellikle temel gerekçelerinden biri dağınıklığın giderilmesi. Ve bu anlamda da yürütülen çalışmaların gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve bizde böyle bir yasanın çıkması için uğraş verdik. Ve bu söz konusu çalışmalar sivil toplum örgütlerinin de desteğini alarak, onlarında görüsünü alarak sürdürüldü. Tabi daha sonraki süreçte maalesef AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte bu yasayla ilgili çalışmalar bir süre durduruldu. Ta ki, 2010 yılının başlarında İkizdere Vadisinin sit alanı ilan edilmesiyle birlikte acaba biz hesleri hayata geçiremeyecek miyiz kaygısı hükümette tekrar depreşince, “ya biz biran önce bu yasayı da bahane edip çıkaralım, neticede bu yasayla birlikte önümüzdeki engelleri de nasıl olsa yasanın adı da koruma kanunu diyoruz ama içeriğinde istediğimiz gibi kullanma esaslarını getiririz, bizim de önümüzü açarız ve böyle bir yasayı da biran önce hayata geçirelim” diye 2010 yılında hükümetin böyle bir çalışma başlattığı döneme girdik. O dönemde ülkemizdeki 70’in üzerinde sivil toplum örgütü ile Tabiat Kanunu İzleme Grubu ola-

93


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

94

rak bir araya geldik. Ben o grubun sözcüsü olarak hala devam ediyorum bu çalışmaya. Yapmış olduğumuz çalışmada madem bir yasa çıkaracağız, madem elzem, bunu biran önce toparlayalım, hayata geçirelim düşüncesiyle biz sonuna kadar masada kalmaya karar verdik. İnanır mısınız madde madde yazdık. Yani işin kolayına da kaçmadık. Çünkü genelde şöyle bir tavır gösterilir yasalarla ilgili olarak. Efendim işte biz karsıyız, işte şu nedenle karsıyız, şu temel gerekçeyle karsıyız. Ama somut olarak gitmediğiniz zaman karşınızdaki insanı etkileyemezsiniz. Ben o gün için daha makul olduğunu düşündüğüm Haluk Özdalga’nın Çevre Komisyon Başkanı olduğu süreçte ve orada belli ölçülerde anlaşma sağladık. Doğrudur, iyi yaptık anlamında söyleyemem sonuçlarını ama belli ölçülerde anlaşma sağladık. Arkadaşlar, o hazırlanan tasarı 2010 yılındaki tasarı aynen öyle kaldı. Sanki başka bir hükümet gelmiş gibi şu anda hazırlanan tasarıda, benim biraz önce özellikle vurgulamış olduğum aslında en az %10 olması gereken bu koruma alanlarının %3,5 olan halinde dahi ciddi olumsuz sonuçlar doğuracak bir yasal düzenleme ortaya kondu. Şu anda bu tasarı mecliste, yani meclisin gündeminde. Komisyonlardan geçti. Şimdi o yasanın kritik maddelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Arkadaşlar, söz konusu bu yasayla birlikte maddeleri göz önüne aldığımız zaman size somut anlamda şunu söylemek istiyorum. Bakın, bu bir

koruma kanunu kapsam maddesinin çok kısa bir kısmını okuyorum. “Bu koruma değerleriyle ilgili, alanlarla ilgili her türlü izni kapsar” diyor. Bu bir koruma kanunu ve her türlü izinden bahsediyoruz. İkinci madde de, mutlak koruma bölgesi tanımı yapıyor. Bakın mutlak koruma bölgesi demek hiçbir insan müdahalesinin olmaması demek. Şu ifadeye bakın, “insan faaliyetlerine kısıtlı alanları” diyor. Kusura bakmayın ama siz bir kullanma ya da sınırlı kullanım zorunluluğundan bahsetmiyorsunuz. Mutlak koruma zorunluluğundan bahsediyorsunuz. Bu bir tanım maddesinde bu şekilde yer alıyorsa büyük bir tehlikedir. Yine çok önemli bir nokta; bahsetmiş olduğum önceki süreçte hazırladığımız yani belli ölçülerde anlaşmış olduğumuz yasada katılımcılık yaklaşımı var. Çok önemli bir yaklaşım. Ulusal ölçekte bir birim oluşturuyordunuz, danışma birimi, mali ölçekte oluşturuyordunuz, bir de bilim kurulu oluşturuyordunuz. Buralarda bir sivil toplum örgütü olarak böyle %50 falan temsil edilmiyordu. 3 üye 5 üyeyle temsil ediliyordu ama bir anlamı vardı. Neden? Bu çalışmaları yerinde değerlendirecek, izleyecek ve bu konuda görüşlerini kamuoyuyla paylaşacak, yani bir otokontrol sistemiydi bu. Maalesef bu yasada bu 3 birim de kalkmıştır. Çok önemli olduğu için söylüyorum. Şimdi söz konusu alanlarda iki baslığın, bakın gerekçesini de açıkladım. Benim de çalıştığım dönemde hakikaten aynı alanda turizm bakanlığının, kültür bakanlığının, çevre bakanlığının, hepsinin yetkileri var.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Bu doğru bir olay değil. Çok başlılığı oluşturuyor. Güya gerekçede bundan bahsedildi. Bakın, 5. maddede yapılaşma hadisesiyle ilgili bir düzenleme var. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndaki koruma statülerini alıyoruz, bu konuda o alanın sınırını belirleme, o alanla ilgili ilan yapabilme konusundaki yetkiyi Şehircilik Bakanlığı’na veriyoruz. Bu ne demek biliyor musunuz? Siz istediğiniz kadar biyolojik çeşitlilik açısından bu alan önemlidir deyin, ben bildiğimi okurum demek. Dolayısıyla biz gerçekten biyolojik çeşitlilik açısından önemli alanları mı ilan edeceğiz, yoksa bu söylediğimiz anlamdaki bir denetimle yapılaşmanın önünü mü açacağız? Diğer bir madde 6, yeniden değerlendirme. Şimdi arkadaşlar, bugüne kadar emek verdiğimiz %3,5 üzerinden uygulayarak söyledim. Bu %3,5’luk alanı siz koruyamıyorsunuz, üzerine yeni alanları, en az %10 olması gereken alanları ilave edemiyorsunuz. Şimdi yeniden değerlendirme diye bir madde kondu. Hatta ilan edilen alanlara son verebilecek. Çok kritik bir madde bu da. Yani siz bu maddeyle birlikte burası artık milli park değildir diyebileceksiniz. Çünkü bu yetkiyi veriyorsunuz yasayla. Ekolojik etki değerlendirmesi ve üstün kamu yararı konusuna geçiyorum. Madde 8’de ekolojik etki değerlendirmesiyle ilgili bir alanda “ya burada çevreye zarar verir, insan sağlığına zarar verir” dediniz ve bir ekolojik etki değerlendirmesi yaptınız. Ama ben bu alanı üstün kamu yararı adı altında kullanacağım dendi. Bunu tırnak içerisinde

söylüyorum bu sübjektif bir tanımdır. Her yere çekebilirsiniz. İstediğiniz bir gerekçeyle o alanın özelliğini dikkate almadan çok rahatlıkla Bu alanı başka bir amaç için kullanabileceksiniz. Yani yapmış olduğunuz ekolojik etki değerlendirmesinin hiçbir anlamı olmayacak. Yine iradeye böyle bir keyfiyet veriyor. 10. madde ’ye geçiyorum; yasadığım bir süreç olduğu için söylüyorum. Bu korunan alanların yönetilmesi, bu alanlarla ilgili işletme yetkisini İl Özel İdarelerine, Belediyelere vereceğini söylüyor. Hakikaten demokratik bir toplumda, bu tür anlayışların yerleştiği bir toplumda böyle bir işbirliğinin sivil toplum örgütleriyle yapılmasının doğru olduğuna inanıyorum. Abant Gölü’nün tabiat parkı olduğunu duymuşsunuzdur. Valiliğe verildi burası. İnanır mısınız içler acısı. Orayı bir belediye parkı gibi düşünerek etrafında 20 metrelik yol açtılar. Oradaki bütün kirlilik geldi gölün içerisine doldu. Aşağıdaki havzayı besleyen gölcük önü kapatıldı ki efendim yeni bir otel yeri yaratıyorlar. Şimdi bu mantık içerisindeki bir İl Özel İdaresine, bu mantık içerisindeki kurum ve kuruluşlara nasıl güveneceksiniz? Geçiyorum izin irtifak haklarına. Madde 14. Irzın irtifak haklarıyla ilgili de yine bu %3,5’luk alan, yani Türkiye’nin her türlü alanı bitti sıra buraya geldi. Burayla ilgili öyle bir düzenleme yapıyor ki 29 yıllığına, hatta uzatarak da 49 yıla kadar bu izinleri verebilecekler. Bakın benim görev yaptığım dönemde 18 tabiat parkı vardı, şu son yılda

95


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ 182’ye çıktı. Niye 182’ye çıktı? Bu 2, 3 hektarlık alanları, burada da örnekleri olduğu için biliyorum. Turizm bakanlığına vermeden buna biz muvazaalı bir çözüm diyoruz. Orada otel yapılmasına izin veriliyor. Ve şu anda çok kritik bir dönemdeyiz. Bunu arkadaşlarımız da biliyor. İstanbul’un kalbi olan, İstanbul’un oksijen deposu olan ve İstanbul’un her şeyi olan Belgrad ormanları Bakanlar Kurulu kararıyla muhafaza ormanı ilan edilmişti. Ama maalesef şu anda bu alan muhafaza ormanı niteliğinden çıkarılıyor. Tabiat parkı ilan ediliyor, aynı tehlike orayı da bekliyor. Ve İstanbul için çok

96

Hüsrev ÖZKARA Türkiye Ormancılar Derneği 2.Başkanı

önemli düşünebiliyor musunuz? Yani böyle bir alanı kaybedeceğiz. Diğer detaylara girmeden sözlerimi tamamlamak istiyorum. Arkadaşlar çok kötü bir yasa, katılımcı olmayan, sürdürülebilirliği olmayan, biyolojik çeşitliliğine sahip çıkmayan, sözde adı koruma olan ama özdeşi kullanma olan bir yasayla karsı karsıyayız. Hepinizi bu yasayla ilgili mücadeleye davet ediyorum ve çalışmalarımızın inşallah başarılı olmasını diliyorum. Teşekkür ederim.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

97


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

98


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

SELİN PEKER Öncelikle CHP’ye böyle güzel bir buluşma düzenlediği için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Her gün şu tarz cümleler duyuyoruz: İklim değişikliği sadece bir teori, ilkim değişikliği batı ülkelerinin ülkemizin büyümesine karşı bir plan vs. Bunlar bir palavra. Ben daha önceki bir toplantıda yüzüme karşı duyduğum için sizinle paylaşıyorum. İklim değişikliğinin etkisi Türkiye’ye farklı olacak, bu nasıl ısınma geçen kış çok sert geçti gibi ifadelerle karşılaşıyoruz. Ama şöyle bir gerçek var ki iklim değişikliği bir realite, bir gerçek ve bu realitenin gelişiminin nasıl ilerlediğini, nasıl sürdüğünü bizim aslında ne kadar zamanımız kaldığına bir göz atalım: Baktığımızda dünya son yüzyılda 0,6 derece gibi bir ısınma yaşadı. Bu oldukça önemli bir artış. 0,6 derecelik artış demek yazlarımızın 30 derece değil 30,6 derece olarak geçeceği anlamına gelmiyor. İklim değişikliğini bir domino

etkisi olarak düşünebiliriz. İlk başta buzullar erimeye başladı, çünkü ilk dünyanın soğuk noktaları ısınıyor. Ancak bu sadece bir başlangıç. Küresel ısınma dediğimiz şey iklim değişikliğinin ilk adımı. Arkasından başımıza gelecek olanlar aşırı kuraklıklar, seller, bir okyanus ülkesi olmasak da dünyadaki kasırgaların eskiye oranla çok ama çok fazla artacağı ve biyolojik çeşitliliğin azalması... Peki, ne yapılabilir? Şu anki durumumuz şu ki 0,6 derece ısındık ve 2 dereceye doğru ilerliyoruz. Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporlarına baktığımızda amacımızın 2 derecede kalmak olduğunu görüyoruz. Ancak söyle bir durum var ki zamanımız çok az! En son geçen yıl Uluslararası Enerji Ajansı’nın yayınladığı raporda 2017’ye kadar global olarak azalttım için (ölçüm için demiyorum çünkü Türkiye daha ölçüm aşamasında!) harekete geçilmezse 2 derece sınırı aşılıyor. Bununla birlikte as-

99


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

100

lında bu zaman seviyesini biraz daha ileri atmak için yapılması gereken ilk şey enerji verimliliği. Eğer enerji verimliliği çalışmalarını arttırırsak, ama bu global olarak yapılması gereken bir hareket, o zaman bu sınırı 2020’ye öteleyebiliyoruz. Aynı zamanda bu hedef için 2050 yılına kadar kanıtlanmış fosil yakıtların sadece 1/3’ünün çıkarılması gerekiyor. Yani fosil yakıt kullanımımızı da azaltıyor olmamız gerekiyor.

sonra bizim Karbon Eğitim Hizmetleri dediğimiz karbon ayak izinin belirlenmesi çalışmalarımız ve en sonda karbon denkleştirme yani karbon nötr olmak dediğimiz sistem üzerinde çalışıyoruz. Karbon nötr olmak ne demek peki? Karbon nötr olmak, sizin karbon ayak izinizi karbonun emisyonunu azalttığını kanıtlamayan projelerle karbonun nötürlenmesi demek. Peki, Türkiye’de neler yapılıyor?

Öncelikle biz Myclimate olarak neler yapıyoruz ondan bahsetmek istiyorum. Myclimate Zürih merkezli bir vakıf ve sürdürülebilir kalınma için çalışıyoruz. Sürdürülebilir kalkınma noktasında mottomuz ‘Ölç, azalt, denkleştir. Bu ne anlama geliyor; etkimizi bilmeden iklim değişikliğine karşı herhangi bir adım atmamız beklenemez. Bu nedenle öncelikle etkimizi ölçmemiz gerekiyor. Yani karbon ayak izimizin ne olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Ardından azaltım tedbirleri almamız gerekiyor. En son aşamada denkleştirme çalışmaları yani karbon nötr noktasına ulaşmamız gerekiyor. Myclimate’ın bir yönetim kurulu var bir de liderler komitemiz var. Liderler komitemiz dünyada sürdürülebilir kalkınma dediğimiz konularda önemli işler yapıyor. Biz iklim değişikliğiyle şu şekilde mücadele ediyoruz: ilk önce eğitim. İklim eğitimleri verilmeli. Daha önce bildiğiniz gibi bilmediğimiz bir şeye karşı mücadele etmemiz beklenemez. Şuanda bizim Türkiye’de yapmaya çalıştığımızda bu algıyı arttırmak, bilinci arttırmak. Daha

Birleşmiş Milletler BMIBCS’ye bizim üye olmamız 2004’te gerçekleşiyor. Aslında bu anlaşma 1994 yılında imzalandı. Biz önce unexpire ülkesinde yer aldık. Unexpire ülkesinde yar almamız bizim için bir hataydı çünkü unexpire ülkelerine zorunluluk getirildi. Biz unexpire 2 ülkeleri gibi zorunluluk kapsamında olmamak için şuan BM’de bu anlaşmanın altında sadece Türkiye için yanında yıldızlı bir ifade var ve ‘Türkiye herhangi bir emisyon azaltımı zorunluluğuna şuan tabi değiştir.’ yazıyor. Daha sonra Kyoto Protokolü var. Kyoto Protokolü 1997 yılında imzalanan ve yine bizim emisyon azaltım zorunluluğu altına girmemek ve büyüdüğümüzü öne sürerek 2009 yılında imzaladık ama imzalamamıza rağmen herhangi bir zorunluluk altında değiliz. Şu anki hükümet 2010 yılında Ulusal İklim Değişikli Stratejisi’ni ortaya koydu. Bu strateji altında İklim Değişikliği ile Mücadele Planlaması dediği projeyi yayınladı. Bu projeye bakıldığında Türkiye’de bu proble-


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ mi yine Avrupa Birliği’ndeki gibi sektörlere ayırarak çözüm önerileri sunuyor. Enerji sektörü, ulaşım sektörü, inşaat sektörü gibi. Bu şekilde farklı farklı departmanlara ayırmış durumda. Yalnız bu proje ile ilgili bizim gördüğümüz en büyük sorunlardan biri her zaman zaman planlamasını 2023’e göre yapması! Konuşmamın başında da belirttiğim gibi Dünya’nın 2023’ü bekleyecek lüksü yok. Biz her ne kadar gelişmekte olan bir ülke olsak da sürdürülebilir kalkınma ile devam etmek zorundayız. Aksi halde dünya üzerinde yaşamamız söz konusu olmayacak. Bu bağlamda hükümet 2012 yılında sera gazı emisyon takibi ile ilgili bir yönetmelik yayınladı. Sera gazı emisyon takibi ile ilgili yönetmelik aslında Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi’ne entegre olmamızın bir parçası olarak yayınlandı ve bununla da demek istedikleri Türkiye’de emisyonu en yoğun bir olan sektör bakanlığa raporlayacak ve bunu da 2016’nın başına kadar yapmak zorunda. Biz 2016’larda daha raporlamaları yapalım diye konuşuyoruz ama dünyanın sınırı 2017’de. Avrupa Birliği kendine 20-20-20 diye hedefler koymuş durumda. Yani Türkiye aslında global akışa yetişmekte geri kalıyor. 2012 Kyoto sonrası bu belirsizliği olabildiğince ben yasaları çıkarmayayım şeklinde devam ettiriyor. 2023 hedeflerimizden biri de yenilenebilir enerji üretim payını %30’a çıkarmak. Aslında bunu burada söylememizin nedeni bizim gördüğümüz hükümetin İklim Değişikliği ile Mücadele Planı’nda yüzdeler koymaktan

kaçınıyor olması. Ancak yüzdeler yani reel hedefler koymazsak, enerji verimliliği arttıracağız ama ne kadar arttıracağız, ya da sadece kamu kurumlarında mı arttıracağız gibi sorular havada kalıyor. Kamu kurumları ufak bir bölümü kapsıyı asıl hedef bunu özel sektöre yayabilmek olmalıdır. Biraz da Türkiye’nin gerçeklerinden bahsetmek istiyorum. Türkiye’de sadece karbon ayak izi problemi yok. Bir de ekolojik ayak izi problemi var. Ekolojik ayak izi dediğimiz aslında doğanın hepsini kapsayan bir üst kümesi oluyor. Türkiye’nin toplam ekolojik ayak izinin 2007 ile 2023 arasında %7 artış göstermesi bekleniyor. Türkiye’nin ekolojik ayak izi küresel biyolojik kapasiteye aştığı oran %50.Yani bizim 1 Türkiye’miz var ancak biz 1,5 Türkiye kadar tüketiyoruz. Bu rakamlar WWF’in geçen yılki Türkiye raporundan alındı. Baktığınızda şuan Akdeniz Havzası’nda kendine yetebilen hiç bir ülke de kalmamış durumda. Bir diğer problem ise en yüksek gelir grubunun ekolojik ayak izinin en düşük gelir grubuna göre 3 katı daha fazla tüketiyor olması. Yani bizim gelir düzeyimizdeki eşitsizlik tüketimimizdeki eşitsizliğe de yansıyor. Yine karbon ayak izinin Türkiye’deki toplam ekolojik ayak izine katkısı da %46 olarak gözüküyor. Aynı şekilde karbon ayak izindeki en büyük payında elektrik tüketiminden geliyor. Çünkü biz elektriğimizin çoğunu maalesef doğalgazdan üretiyoruz.

101


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ Yani yine fosil yakıt kullanmış oluyoruz. Maalesef böyle bir sarmalın içerisindeyiz. Peki, dünya nerede, biraz da buna bakalım.

102

Dünyada karbon ayak izi dediğimiz zaman bununla mücadelede en etken rol Avrupa Birliği’nde. Kyoto Protokolü imzalandıktan sonra ABD’nin de, Avustralya’nın da, Kanada’nın da aslında hepsinin azaltım yükümlülüklerini üzerine alması gerekiyordu. Ama ya imzalamadı ya da ABD gibi imzalayıp kendi federal hükümetinden onay alamadı. Çünkü her hangi bir azaltım tedbiri altına girmek istemiyor. Bu nedenle bizim kendimize örnek almamız gereken rol model Avrupa Birliği olmalıdır. Avrupa Birliği Çevre Ajansı‘nın (EA) bu konuda önemli çalışmaları var. 2009-2013 yılları arasında bir strateji oluşturmuş durumdalar. Bu stratejide ‘biz sürdürülebilirlik dediğimizde çevre, sosyoloji ve ekonomi olarak üçe ayırdığımızda çevreyi diğer ikisi içine de entegre edeceğiz’ diyor. Bu demektir ki her politikayı, ekonomik politikalar da sosyal politikalarda da çevreyi göz ardı ederek oluşturacağım. Ayrıca tüm AB üye ülkelerinin çevre konusunda politikalarını paylaştığı tartıştığı bir yapı oluşturdular. Böylece iklim değişikliğiyle ilgili alınan ülke kararları diğer üye ülkelerle anında paylaşılıyor ve gelişimi sağlanıyor. Tabi AB’nin toplam sera gazı üretim oranı %22 gibi bir rakam ve bu çok yüksek bir değer. Diğer yandan da AB içerisindeki insanların bu seviyeyi düşürmek

için bilim ve eğitim seviyeleri çok yüksek. Şuan Avrupa’ya gittiğinizde göreceksiniz ki insanlar iklim değişikliğiyle mücadele için arabalarını zorda kalmadıkça kullanamayıp bisikletlerine biniyor, tren ve toplu taşımayı tercih ediyor. Böyle bilinçli bir yaşam biçimi var şuan. Dünya tabi ki Avrupa’dan ibaret değil. Önümüzde Çin, Hindistan ve Amerika gibi örnekler de var. Çin’in karbon emisyonları 2035’de Amerika’yı geçecek gibi gözüküyor. Buda Kyoto’nun geçerliliğinin çok önemli olmayacağının göstergesi. Peki, CHP Ne yapmalı? Öncelikle en önemli problem eğitimsizlik. Eğitime önem verilmeli ve toplumda çevre algısı oluşturulmalı. Bu nedenle iklim değişikliği konusu okullarda müfredata konulmalı. Sonuçta hepimiz biliyoruz ki ağaç yaşken eğilir. Myclimate Türkiye olarak bir projemiz var. Her yıl 5 ile gitmek üzere ilkokul öğrencilerine, ev hanımlarına ve halk eğitim öğretmenlerine iklim değişikliğiyle ilgili bilgiler vereceğiz. Ancak bu devlet kanalıyla yapılmadığı sürece tüm ülkeye nüfuz etmesi imkânsız olacaktır. İkincisi hedeflerin 2023 perspektifinden çıkarılıp dünyaya ayak uydurmamız gerekiyor. Evet, 2023 yılı Türkiye’nin 100.yılı olacak ancak şuan Türkiye karbon emisyonu Çin’den sonra en hızlı artan ülke. Bu oranı azaltmak içinde net ve açık hedeflerle


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ ilerlemeliyiz. Türkiye enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji çalışmaları için Dünya Bankası’ndan fonlar alınıyor. Ancak bunların çok yeterli olduğunu da düşünmüyoruz. Bunun yerine önerimiz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir fonlama kurulu kurulabilir. Bunun örnekleri için ABD’ye bakılabilir. Bu kurul devletin aslında bir yerden sonra enerji verimliliği ihtiyacı olan kurumlara hibe ve teşvikler verilebilir. Bunun için de bir puanlama sistemi oluşturulur ve başvuran kurumların ihtiyaçları oranında bu hibe ve teşvikler verilebilir. Türkiye’de sera gazı emisyonu ölçüm zorunluluğu altında şuan 10 tane sektör açıklandı. Bu 10 sektör en çok emisyona sahip sektörlerdir. Bunların içinde çimento, demir-çelik, cam, seramik gibi sektörler var. Ancak bunlarla sınırlı kalmak iklim değişikSelin PEKER Myclimate

liği konusunda ülkemizi geride bırakan nedenlerdendir. Bu nedenle 10 sektörle sınırlı kalınmamalı, 2017’ye kadar çok daha fazla sektörün kendini takip edip, ölçümlemesi adına devlete raporlama yapması sağlanmalıdır. En son olarak da ölçüm ve raporlama için yaptırımların olması gerekiyor. Evet, hükümet bir yönetmelik yayınladı ancak bu yönetmeliğin yaptırımı ne? Yönetmeliği ve tebliğleri yayınlıyorsunuz, kuralları ve kırmızı hatları çiziyorsunuz ancak uygulamayanlara bir yaptırım uygulamadığınızda kurumlar bunları son safhaya kadar gerekli işlemleri yapmayacaklardır. Bu realiteyi göz önünde tutarsak yaptırım olmadan şirketler veya sektörlerden reel sonuçlar almak güçleşecektir. Myclimate olarak CHP başta olmak üzere tüm doğaseverlere teşekkür ediyoruz.

103


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

104


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

SERDAR SERHATOĞLU Bu iki ekonomi arasındaki en önemli fark negatif dışsallık. Negatif dışsallık da aslında burada konuşmakta olduğumuz kirlenme ve insan hayatına negatif etkiler anlamına geliyor. Materyal ekonomisinde kaynak edinimi, üretim, dağıtım, tüketim, atık yönetimi ve bir çözüm önerisi olarak düşük karbon ekonomisi. Aslına bakılırsa burada temel tartışılan sorun kaynak edinimi. Temel nokta “ihtiyacımız olan kaynaklar”. Biz eğer bir buçuk Türkiye kadar tüketiyorsak, tabii ki daha fazla kaynağa ihtiyacımız var. Bu kaynakların nerede olduğu da çok önemli. Bir kısmını biz kendimiz alıyoruz ama bir kısmını da dışarıdan, yani Güney Afrika gibi bölgelerden getiriyoruz. Bu, bizim satın aldığımız üretimin maliyetini gösteren bir şey. Düşünün ki Güney Afrika’dan bir kaynak getiriyoruz. Onun dağıtımını yapıyoruz, üretime çeviriyoruz, tekrar dağıtıyoruz, satımını yapıyoruz. Bu 5 liraya mal oluyor. Bu normal şartlar altında mümkün değil. Yani biz aldığımız ürünün maliyetini ödemiyoruz. Bu noktada da negatif dışsallıklar

bizim ödemediğimiz maliyetler oluyor. Bu maliyetleri de ne yazık ki o bölgedeki halk ödüyor. Etkisi test edilmemiş sentetik kimyasallar konusu var. Kullandığımız ürünlerin çoğunda aslında hiç test edilmemiş sentetik kimyasallar ve bize doğrudan etkisi olmasa bile daha sonra anne sütünde birikerek çocuklarımıza geçen pek çok kimyasallar mevcut. Bu da besin zinciriyle bir sonraki nesle aktardığımız kirlilik oluyor. Fabrikaların gelişmekte olan ülkelere taşınması –ki bunun en büyük örneği Çin’dir- Avrupa’daki birçok firmanın maliyetlerini düşürmek istemesinden kaynaklanıyor. Bütün bu süreç içerisinde, Avrupa’da çıkan madeni Çin’de üretip, petrolü de Irak’tan aldığımız zaman bu inanılmaz bir maliyete sebep oluyor. Ancak bu süreçte de negatif dışsallıklar maliyetin içerisine girmiyor. Düşük karbon ekonomisinde ise bütün olay, negatif dışsallıkların maliyetin içerisine girmesi. Yenilenebilir enerjinin pahalı olmasının sebebi de bu. Ne-

105


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ gatif dışsallıklar, yenilenebilir enerjide maliyetin içerisine giriyor. Hayattaki her üretim süreci gibi yenilenebilir enerji de çevreyi kirletiyor. Esasen bizden istenen tüketmemiz. ABD 2. Dünya Savaşı sırasında ekonominin gelişebilmesi için çok hızlı bir şekilde tüketim istedi.

106

Çöp dediğimiz şey de bizim satın aldığımız ürünler aslında. Çimento fabrikalarında bu atıkların bir kısmı yakılıyor. Gerçi ülkemizde belediyeler “düzenli atık sahaları” oluşturmaya başladılar. Bu düzenli atık sahalarında metan oluşturularak elektrik de üretilebiliyor. Bu çok önemli bir şey. Geri dönüşümde de ilk baştaki kaynak edinim baskısını azaltan bir unsur. Ne yazık ki bu sistemler ülkemizde henüz tam olarak oturmadı. Ülkemizde birçok ürün, geri dönüşüme uygun da tasarlanmıyor. Ancak eski sistemi insanlar yaptı ve biz de insan olduğumuza göre biz de yeni sistemi yaratabiliriz. Düşük karbon ekonomisinde en önemli unsur yerinde üretim, tüketim ve artı değer yaratmak. Biz eğer burada binanın tepesine güneş panelleri koyarsak, elektriğimizi burada üretmiş oluruz ve Keban’dan bu elektriği taşımamış oluruz. Türkiye’de herkesin bu kadar bahsetmesine rağmen yenilenebilir enerji kavramı hala Serdar SERHATOĞLU IBC Solar

birçok bilinmezlik barındırıyor. Ayrıca birçok insan tarafından sevilirken yine birçok insan tarafından da sevilmeyen bir enerji türü. Güneş enerjisi de bu sınıfta. Güneş enerjisinin en büyük özelliği üretildiği yerde tüketilebilmesi. Burada üretilen enerjiyi devlet satın aldığı takdirde para da kazanmış oluyorsunuz. Burada söz konusu olan bireysel üretim. Almanya’da bu sistem mevcut. Ancak ülkemizde devlet buna pek sıcak bakmıyor. Burada güneş Keban’ları oluşturulmak isteniyor. Tek bir alanda büyük tesisler kurulsun, bireyler bu işin içine girmesin, başımız çok ağrımasın anlayışı mevcut. Bu arada Almanya’nın Euro krizinden etkilenmemesinin sebebi de bahsetmiş olduğum yerinde üretim modeli. Peki, gerçek maliyet ne? Gerçek soru bu. Eğer ürünlere gerçek maliyeti verirsek kirliliği azaltmış oluruz. Peki, temiz enerji kaynakları dost mu düşman mı? Bu da önemli bir soru. Paramız Avrupa’ya gidiyor şeklinde eleştiriler yapılıyor ancak aslına bakarsanız enerji kaynaklarımız olmadığından dolayı paramız her şekilde yurt dışına gidiyor. Ancak önemli olan şu ki her ne olursa olsun yenilenebilir enerji kaynakları yerinde kalıyor. Değişken maliyeti yok ve sürekli olarak bir dış ülkeden bir şey almanıza gerek yok. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

107


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

108


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

YÜCEL SÖNMEZ Elliden fazla yerli ve yabancı bilim insanı ile bir harita hazırladık. Bu harita doğa korumada dünyaca kabul gören önemli doğa alanları yaklaşımı metodolojisi ile belirlenmiş bir haritadır. Bu haritada 305 adet kahverengi alan vardır ve bunlar Türkiye’nin önemli doğa alanlarıdır ve aynı zamanda natura 2000 özelliği taşıyan bu alanlardır yüzölçümü olarak Türkiye coğrafyasının %26’sını kaplar ancak biyolojik çeşitliliğinin %90’ını barındırır. Bir diğer haritamız ise HES ve barajlar haritasıdır, ayrıca son 5 yılda 45.000 maden ruhsatı verildi ve bu alanlarda haritada işaretli. Bu haritaya bakınca CHP ne görmeli? Temel beklentimiz yaklaşık 2 milyon insanın yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kaldığının görülmesi. Bu haritalara bakınca CHP, İstanbul’a yapılacak 3. köprüden ziyade 4. hatta 5. köprü ihtiyacı olacağını görmeli. Bu haritaya bakınca CHP, Anadolu topraklarının insansızlaştığını görmeli. Bu haritaya bakınca CHP, tohumların sahipsiz kaldığını görmeli. Anadolu coğrafyasının sahipsiz kaldığını görmeli. Çok basit bir örnek verYücel SÖNMEZ Doğa Derneği

mek gerekirse; Hasankeyf’i yok edecek olan Ilısı Barajı 50.000 kişinin yerlerinden, topraklarından uzaklaşmasını sağlayacak ki bu insanlar sadece ekip biçerek hayatını sürdüren insanlar ve bu insanlar şehirlere göç etmek zorunda kalacak. Sonuç olarak Doğa Derneği adına 3 temel beklentimiz var: 1) Yasal süreçlere dâhil olmak: Örneğin dünyada ilk kez Ekvador ‘Doğa Anayasası’nı hazırladı. O anayasaya danışmanlık yapan Kanada’daki avukatlar grubu bu konuda çok ileri bir noktadalar ve bu ekiple iletişime geçilebilir. 2) Çevre ve doğayı insandan bağımsız değil insanla beraber el almak gerekiyor. Sadece kurumsal olarak TBMM’de değil kendi tabanı ve geniş kitlelere de yaymak gibi bir sorumluluk edinilmeli. 3) CHP’nin elinde bulunan belediyeler var. Bu belediyelerde mutlaka CHP’nin vizyonunu yansıtan, doğaya katkı sağlayan projeleri olmalı ve uygulanmalı.

109


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

110


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

AHMET ŞENPOLAT Hepinize merhabalar. Öncelikle HAYTAP’ın ne olduğunu açıklamak istiyorum. HAYTAP, Hayvan Hakları Federasyonu anlamına geliyor. Hayvan Hakları konusunda konuşmaya öncelikle hukuki bakış açısıyla başlamak istiyorum. Günlük yaşamda müziğin sesini fazla açtığınız için mahkemeye çıkmazsınız. Kimseye suç duyurusunda bulunamazsınız ve hâkim de bu konuda bir yargılama yapmaz. Çünkü bu tip durumlar hukuken suç değil, kabahat olarak kabul edilir. Yani para cezasını ödediğiniz sürece aynısını her gün tekrarlayabilirsiniz. İşte hayvanlara karşı gösterilen davranışlarda da aynı durum var. Örneğin bir birey hayvanlara cinsel istismarda bulunuyor, şiddet uyguluyor. Bu durumda yakalandığı takdirde suçlar kanununa göre değil, kabahatler kanununa göre işlem görüyor. Yani para cezası veriliyor ve dediğim gibi devlete irat kaydediliyor. Aslında

tam bu noktada dikkat çekmek istediğimiz bir başka konu da var. Hayvanlara her türlü şiddeti uygulamaya meyilli bir kimsenin aslında canlılara her türlü şiddeti uygulamaya meyilli olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda aslında toplumun içinde ben potansiyel suçlu olacağım diyen, ne yapacağını kestiremediğiniz bir kimsenin sabıka kaydına baktığınızda herhangi bir suç göremiyorsunuz. Çünkü kendisinin hayvanlara uyguladığı her türlü şiddet tespit edilse bile suç değil kabahat olarak kabul edilip sabıka kaydına geçilmemiş. Yani bir işe alınırken CV’sine bakılacaktı ve durum fark edilecekti. Ancak bu kişi uygulayabileceği en küçük canlıya şiddet uyguladı. Belki bir hayvana tecavüz etti, bir hayvanı öldürdü ancak artık iş yerinizde berabersiniz çünkü bu yaşananların hiçbiri kişinin adli sicil kaydında yok. Örneği biraz daha abartayım mı? Gittiniz lokantada yemek yediniz. Size servis yapan

111


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

112

garsonun iki gün önce benzer bir suçu, kabahati islemediğini nereden bileceksiniz? Ve siz o insanın elinden esasında servis alıyorsunuz. Çünkü kabahatler kanununda olduğu için siz bu insanın sabıkasına hayvana kötü muamele etmiştir diye işletemediniz. Para cezasıyla saldınız. Bunun zaten bir hastalık ve sapkınlık olduğunu düşünelim. Ertesi gün ya da ertesi ay ancak belli ki bu kişi bu isi bir daha yapacak. Amerika’da hapishanelerde yapılan istatistiklerde şöyle bir şey gözlemlenmiştir; insanlara kötü muamele yapan suçlular bunun ilk deneyimlerini hayvanlar üzerinde yapıyorlar. Bütün işkenceleri önce hayvanlar üzerinde deniyorlar. Sonra da sıra kadınlara, çocuklara vs. geliyor. Biz bugünlerde ne yapıyoruz? Kadına şiddeti tartışıyoruz. Neden arttı diyoruz. Liselere şiddet niye geldi diyoruz. Esasında domino taşının ilk başındaki kısmı görmek istemiyoruz. Kadına şiddet arttı. Durup dururken artmadı. Esasında biraz incelense o insan ben eminim ondan 3 – 5 yıl önce kesinlikle bir sokak kedisine, köpeğine şiddette bulundu. Biz kadın kısmına geldiği zaman işi görmeye çalışıyoruz. Her zaman olduğu gibi domino taşının başını görmek istemiyoruz. Ve dediğim nedenden dolayı da bu insanlar mahkemede yargılanamıyorlar. Ve hayvan işkence çekiyor. Hayvanın işkence çekmesiyle beraber genelde de bunu anlatamıyor, Ahmet, Mehmet yaptı diye. Devlet de bu durumdan para kazanıyor. İşin komik tarafı ne? Diyelim ki adamı suç üzerinde buldunuz. Bulma olasılığınız zaten

%10. Hayvan da anlatamıyor tabii bunu, bunu yaptı diye. Kameraları da buldunuz, İl Çevre Müdürlüğü’ne gittiniz. Zaten İl Çevre Müdürlüğü’nü ikna edemediniz. Git başımdan dedi. Seninle mi uğraşacağım dedi. Bu arada bu kişilerin görevleri zaten bu işi yapmak. Bu arada İstanbul’u da hatırlatayım il çevre müdürlüğünde çalışan insan sayısı 2 olduğu için yetki devri yapıldı belediyelere bununla ilgili. Ve siz bu kişiyi cezalandırmaya çalıştığınız zaman da velev ki buldunuz, hani %10 olasılıkla buldunuz. Adama da söyle bir teklifte bulunuyorsunuz. İdari para cezası ya bu. Sana pesin fiyatına 4 taksit yaparım diyor devlet. 400 lira para cezası kesti ya, sen istersen bunu 100, 100 4’er 4’er öde. Peşin fiyatına taksitle. Kişi hem hayvana her türlü şiddette bulundu, hem potansiyel suçluyum diye bağırdı. Devlet bir de ona kolaylık sağladı. Peşin fiyatına 4 taksit. Bizim yapmış olduğumuz mücadele, yasa değişikliği teklifindeki esas yapmış olduğumuz değişiklik, bu işin kabahatler kanunundan çıkıp ceza kanununa girmesi. Sağ olsun şu anda CHP’nin vermiş olduğu teklifte bizim istemiş olduğumuz cezalarda hayvanlara kötü muamele en az 3 yıldan başlıyor. Bu bizim Türkiye’ye özgün olarak istemiş olduğumuz bir şey değil. Amerika’da, Almanya’da, Avrupa’da gelişmiş ülkelerde bunu devamlı yapıyorlar. Hayvan haklarından öte insan haklarını savunmak açısından da önemli. Mevcut durumda da hâkimlerimiz, savcılarımız çok iyi bir hayvan sever olsalar dâhil bu


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ kişilerin maalesef gözleri değil fakat elleri bağlı durumda. Yani yasayla onlara bir yetki vermiyoruz. Bir de bazı teknik kelimelerde takılıyoruz. “Sokak hayvanları sorunu” olarak anlatılıyor bu. Sokak hayvanları sorunu kelimesi bence insan açısından bir bakış. Bizim burada vurgulamamız gereken “sokak hayvanlarının sorunu” seklinde yaklaşmamız gerekliliği. Eğer hepimiz bu şekilde yaklaşırsak onların bir sorunu olduğunu kabul edebilmiş oluruz. Sokak hayvanları sorunu dendiği zaman onları bizzat bir sorun, bir problem, yok edilmesi, işte bir şekilde çözülmesi gereken bir olgu olarak algılayabiliriz. Örneğin ben barınak kelimesini de kullanmak istemiyorum. Barınak dediğiniz zaman hemen bizim Anadolu’daki ya da genel olarak belediye başkanlarının kafasındaki şu; fayansı döşe, üstünü kapat, minnacık yere tık. Adeta Silivri’deki gibi bir hücre yarat, hayvanlar orada dursunlar. Bu değil. Bunun adı bakım evi olması lazım. Niye bakımevi? Bakımevi dediğiniz zaman kelime olarak ne içeriyor biliyor musunuz? Bir ev bakılacakken, veteriner teşkilatı, veteriner ofisi, ilaç, mama, yardım yani bir darülaceze, yani kendini idame ettiremeyen hayvanların bulunduğu yer. Barınak dediğiniz zaman sağım hayvanını bile oraya tıkıyorsunuz esasında. Buradaki en önemli şeyimiz; popülasyon kontrolü. Tabi klasik olarak hepimizin bildiği şey kısırlaştırma yapalım vs. Hayır, kısırlaştırma değil. Ben size söyleyeyim kısırlaştırma neden değil? Kısırlaştırma 4. sırada

geliyor. Çünkü dün örneğin, Kadıköy belediyesi çok güzel bir adım attı. Bugüne kadar bize yapılmaması gerekenleri anlattı. Burada adım adım yapılması gereken beş şey var. Bir; petşopları ve üretim çiftliklerini durduramadığınız sürece istediğiniz kadar kısırlaştırma yapın sonunu alamazsınız bunun. Şu anda yurtdışından, Kapıkuleden, gümrükten, Azerbaycan tarafından, Ermenistan tarafından torbalar içinde giriyor bunlar. Ve maalesef bizim belediye sınırlarımız içinde büyük alışveriş merkezlerinde, Mısır çarsısında bunlar satılıyorlar. Çünkü Moldova’da, Bulgaristan’da bu hayvanlar 50 dolar, 50 Euro, 30euro gibi küçük rakamlarla üretiliyorlar. Tıpkı Çin malının Türkiye’ye ucuza girmesi gibi. Sonra burada çiftleştiriliyor, üretiliyor, sokak hayvanlarıyla çiftleşiyor. Siz istediğiniz kadar kısırlaştırma yapın başa çıkamazsanız. Yukarıdan su akıyor, biz hep beraber yeri temizliyoruz. Yeri temizlemek sahiplendirmek olabilir, bakım evine almak olabilir, zehirlemek olabilir. Ama bugüne kadar bununla başa çıkamadık. Pet shopları durdurmamız gerekiyor ki, dün Kadıköy Belediyesi Türkiye’de bir ilk adım attı ve pet shoplarda hayvan satışını yasakladı. Ben buradan rica ediyorum. Bütün CHP’li belediye başkanlarından il sınırları içindeki pet shopların hayvan satışını durdurmalarını istiyoruz. Bu kadar barınaklarda, bakımevlerinde cins hayvan terk edilmişken sen daha hala kalkıp bin dolara, iki bin dolara AK merkezden alışveriş yapıyorsan, Mısır çarsısından alışveriş yapıyorsan bu Türkiye’nin ayıbıdır

113


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ ve bu sorunu asla çözemeyiz. Kayıtsız hayvan satışı yapan internet siteleri var. Biraz bakanlıkla ilgili. Bunlar sadece dükkânlarda satılmıyor, internete girin yasak olan pitbullarından bilmem hangi hayvana kadar hepsini bulabiliyorsunuz. Yurda kaçak girişlerin durdurulması çok önemli. Az önce bahsettim. Ki siz bugün İngiltere’ye, Almanya’ya sokamazsınız kendi hayvanınızı bile. İnsan sağlığı açısından mikroçip ister, sağlık karnesi ister, veteriner kontrolü ister. 6 aylık karantinada tutar

114

Ahmet ŞENPOLAT HAYTAP

ondan sonra alır. Bizim ülkemize 20’şerli, 30’arlı paketler arasında geliyor bu hayvanlar. Halkla ilişkiler çalışmaları. Az önce bahsettiğim filmler, broşürler çalışmaları ve ondan sonra kısırlaştırma. Kısırlaştırmayı siz başından yapın, bunun sonunu alamayacaksınız. İlk 4 madde yapılmadığı sürece enerji boşa gidecek. Biz buna suyun tavandan akması diyoruz. İşte musluğu vanadan kapatmadığınız sürece, yani sivrisinekleri öldürmeniz için bataklığı kurutmanız lazım. Buna lütfen dikkat çekelim.


DOĞA İÇİN BULUŞUYORUZ

115


116


117


NOTLAR

118


NOTLAR

119


DOĞA İÇİN oruz Buluşuy

www.dogaicin.com

Koordinasyon : Mutlu GÜRLER mutlugurler@gmail.com

Sekreterya

: Doğuş ERDAL

dogus.erdal@chp.org.tr Gizem KARSLI ggizemkarsli@gmail.com Eren EROĞLU ereneroglu@gmail.com Zihni BAŞSARAY

CHP Genel Merkez Anadolu Bulvarı No: 12 Söğütözü, Ankara Telefon : (+90) 312 207 40 00 Faks : (+90) 312 207 40 39 E-posta : bilgi@dogaicin.com

bassaray@outlook.com

Kitap üretiminde %100 geri dönüşümle elde edilmiş kağıt kullanılmıştır.



Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkez

Anadolu Bulvarı No: 12 Söğütözü, Ankara Telefon : (+90) 312 207 40 00 Faks : (+90) 312 207 40 39 www.chp.org.tr | chp@chp.org.tr

www.dogaicin.com

ISBN 978-605-85968-0-1

Kitap üretiminde %100 geri dönüşümle elde edilmiş kağıt kullanılmıştır.

9 786058 596801


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.