Enis Batur / Amerika büyük bir şaka, sevgili Frank ama ona ne kadar gülebiliriz?

Page 1


SEÇME YAPITLAR (1973-2013) Nil (1975, 5. b.) İblise Göre İncil (1979, 5. b.) Kandil, Meseller Kitabı (1981, 5. b.) Sarnıç (1985, 5.b.) Koma Provaları (1990, 3. b.) Sütte Ne Çok Kan (1998, 2. b.) Abdal Düşü (2003, 3. b.)

Başkalaşımlar XXI-XXX (2009)

Merak Cemiyeti Tutanakları (2013)

Bir Varmış, Bir Okmuş (2002) Plati (2006) Mekik (2009) Mumya Köpek (2011) Geronimo’nun Ölümü (2012)

Opera 1-4004 (1996, 2. b. ) Altın Portakal Ödülü

Yazının Ucu (1993, 2. b.) E/Babil Yazıları (1995, 2. b.) Aciz Çağ, Faltaşları (1998, 2. b.) Smokinli Berduş / şiir yazıları (2001, 2. b.) İmgeleri Kim Dinler? (2004) Okuma Lâmbası (2004) Hurufî Gözüyle Büyü Kutusu / sinema yazıları (2007) Pervasız Pertavsız (2009) Ölesiye Sanat (2013)

Otuz Kuş Birden Olmak (1987, 3. b.) Söz’lük (1990) Seyrüsefer Defteri (1997, 2. b.) Öteki Prova (2007) Işık (2013) Hepsi (2013)

Tuğralar (1985, 5. b.) Perişey (1992, 5. b.) Cemal Süreya Ödülü Kanat Hareketleri (2000, 3. b.) Zirvedekiler Ödülü Neyin Nesisin Sen (2007) Behçet Necatigil Ödülü Doğu-Batı Divanı I (1996, 5. b.) Doğu-Batı Divanı II (1996, 4. b.) Doğu-Batı Divanı III (2010) Uç Şiirler (2011) Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları (1995, 2. b.) Papirüs, Mürekkep, Tüy / Seçme Şiirler (2002) Eros ve Hgades (1973) Bir Ortaçağ Yalnızlığı (1973) Acı Bilgi (2000, 3. b.) Elma (2001, 3. b.)İfade Özgürlüğü Ödülü Kravat (2003, 3. b.) Sır, bir oynaşı (2009, 2. b.) Başka Yollar (2002, 2. b.) Mürekkep Zaman (2004) Rakım Sıfır (2012) Bu Kalem Bukalemun (1988, 3. b.) Bu Kalem Melûn (1997, 2. b.) Bu Kalem Un(ufak) (2004) Cep Meşkleri (2005) 60 mm (2011) Bu Kalem Unkudi (2013)

Şiir ve İdeoloji (1979, 3. b.) Türk Dil Kurumu Ödülü Râbia Hâtun: Tuhaf Bir Kıyâmet (2000) İlhan Berk: Mağara Ressamı, Sapkın Nakkaş, Nâmahrem Kalem (2000) Patates (2003) Kulak (2009) Tilki (2011) Kediler Krallara Bakabilir (1990, 4. b.) Gönderen: Enis Batur (1991, 3. b.) Kırkpare (1992, 2.b.) Su, Tüyün Üzerinde Bekler (1999, 2. b.) Kurşunkalem Portreler (1999, 2. b.) Yazboz (2001) Gövde’m (2007, 2. b.) Hâneberduş (2010)

Yolcu (1996, 2. b.) Issız Dönme Dolap (1998) Kum Saatından Harfler (2001) Bekçi (2003) Suya Seng (2008) Başkalaşımlar I-X (1992, 3. b.) Noksan (2010) Başkalaşımlar XI-XX (2000, Şehir Meydanında Fıçı 2. b.) Yuvarlamak (2012)

2

Kesif (1996) İki Deniz Arası Siyah Topraklar (1997, 2. b.) Amerika Büyük Bir Şaka (1999, 3. b.) Şehren’is (2002) Paris, ecekent (2003, 4. b.) Bulutlardan Yontma Kayalar (2005) Pasaport Damgaları (2008) Ada Defterleri (2008) Alternatif: Aydın (1985, gnş. 3. b. 2013) Saatsız Maarif Takvimi (1995) Türkiye’nin Üçlemi (1998) Fatma Tülin – Bir(iki) Sergi Öncesinden Tablolar (1999) İstanbul des Djinns (2002) Mazruf (2003) Ottomanes (2006) Eyfel (2006) Ziyaret (2008) Hayalet (2011) Kara Mizah Antolojisi (1987, 3. b.) Modern Dünya Edebiyatı Antolojisi (1988) Ahmet Hamdi Tanpınar / Seçmeler (1992) Gütenberg Gökadasına Gezi (1992, 3. b.) Unutulmuş Şiirler Antolojisi (1994) Modernizmin Serüveni (1997, 7. b.) Avrupa Güneşinin Doğduğu Yere Yolculuk (2001) Sahici Trenler için OyuncakKitap (2003)


ENİS BATUR

AMERİKA büyük bir şaka, sevgili Frank ama ona ne kadar gülebiliriz? New York Seyâhatı

Remzi Kitabevi 3


amerika büyük bir şaka… / Enis Batur © Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Eylül Duru Kapak: Ömer Erduran

ısbn 978-975-14-1614-8 birinci-üçüncü basım: YKY, Kasım 2003-Şubat 2004 dördüncü basım: Remzi Kitabevi, Nisan 2014 Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Sertifika no: 10705 Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul Sertifika no: 10648

4


İçindekiler

I. 1998

9. Brahms’tan sonra Haydn’ın “Nocturne”leri, 41 Yeni “İyi” Titreşim, 42

yılının Temmuz ayında, 9

1. Yola çıkmama 42 saat kaldı, 11 Yola Düşen Yazı, 11

IV. Geronimo’dan,

Sacco ve Vanzetti’den, Rosenberg’lerden, 43

2. 30 Temmuz gününü, 16 Uçak Sineği, 18

10. İki gecedir, Beşinci Cadde’nin doğusuna gidiyoruz, 45 Amerikanca, 47

3. Belli ki iki “yer”e bölünecek, 19 The Algonquin, 19

11. Gece, dönerken, taksinin arka penceresinden bakıyordum, 48 Yangın Merdiveni, 48

II. Durduğu, yaşadığı yerden yerküreyi

düşünen kişi, 23 4. Oda, derken, bütün otel odalarından, 25 Arka Pencere, 25

12. Sanat etkinlikleri açısından canlanan kentler var, 50 Faytonlu Şehirler, 50

5. Gece 00.30 sularında yattım, 28 Hot Dog, 28

V. İmgelemimizdeki

iki Amerika’dan

biri, 54

6. Schiff / Oppitz ikilisinden, 32 Beşinci Cadde, 34

13. Tül’ün önerisi doğrultusunda Chinatown’a indik dün öğlen, 55 Frozen Margerita, 57

III. Bu

birikimi yedekleyen bir başka, yan birikim, 35

14. MOMA’nın çağdaş resim koleksiyonu, 59 Vuillard Houses, 60

7. Bugünü, bir bakıma dünü tamamlamaya ayırdım, 37 No Smoking Area, 37

15. Bir seyahatnâme metnini, her durumda, 62 Satılık Dağlar, 62

8. Akşamüstü odadan çıkarken, 39 Anı Toplamak, 39

5


27. Rehber eşliğinde dört saatlık bir Brooklyn gezisi, 109 Coney Island’da Yaz, 113

VI. Öbür

Amerika kentlere, geniş caddelere, 67

16. Le Corbusier’nin New York’la ilgili irikıyım cümlelerine, 68 Gökdelen, 69

hayatıma 1956’da girdi Amerika, 120

X. Benim

28. Bir seferde gezilebilecek müzelerden sayamayız MET’i, 122 Tekboynuzlu’ya Dair, 123

17. Geçen gece televizyonda, 72 Susturucu, 73 18. Gezmenliğin enayilikleri saymakla bitmez, 75 Kentler ve Sular, 75 VII. Biliyorum,

29. MET çıkışı, binanın arkasına yönelerek Central Park’a girdik, 126 Dikilitaş, wip, 126

abartılı bulunacak, 80

19. Dün, New York’ta geçireceğimiz sürenin yarısını tamamladık, 82 Elma, 82

30. New York caddelerini şemsiyeler doldurdu bugün, 129 Gabriel’in Arkadaşı Bill, 129

20. Yaklaşık üç saatlık, kesintisiz bir yürüyüş yaptım dün, 86 Limousine, 87

XI. “Dünya Büyük Bir Mağazadır”, 131

31. Gece Balthazar’a gittik, 133 Yol Kafesi, 133

21. Doğrusunu söylemekten niye kaçınayım, 88 Motosiklet, 90 VIII. Gerçek-lik

32. New York’un İstanbul’u anıştıran özellikleri, 135 Polis, 136

ile kurmacanın, 93

22. Dün, Guggenheim çıkışında, 94 Buz, 94

33. Son günler, tempo ister istemez biraz düşüyor, 139 Hurda Star İmparatorluğu, 140

23. Aşağı Manhattan’ın ucundaki Battery Park’a, 96 Şehir Heykelleri, 96

XII. Bu

velinimet, üretim temposunu hızlı tüketim temposuna, 143

24. Bugün, kadın çamaşırları satan bir dükkânın, 100 New York Berduşları, 101

34. Son iki günde, benim abartılı boyutlar alan yürüme, 145 Seferî arkitektoni, 145

IX. Amerika’nın

35. Kavramsal Sanat’ın durumu konusundaki karamsar, 149 Kutu (:) İçindekiler, 149

somut adımlarla hayatımıza girişinin, 102

25. İnsafsız yürüyüşlerimden birini yaptım dün, 104 PP için Küçük Çıkma, 105

36. Morningside Heights’e çıktım dün taksiyle, 153 Aya/k Basmak, 153

26. Onbeş gün doldu New York’ta, 107 Dolap, 107

SON. Babam

aktardıydı – 1942 ya da 1943 yılının kışında, 159

6


ALTI EK DUVAR

I. Bir

V. An

geldi: Duvarlar, cepheler, satıhlar müdahaleye açıldı, 171

alerjinin hikâyesi, 163

II. Yeniliklerin

peşpeşe delip geçtiği,

VI. Lichtenstein’ın

başyapıtı üzerine daha önce yazdıklarımı, 173

165 III. Pek

çok açıdan hısımlık, kardeşlik, koşutluk barındırıyor, 167

VII. Neden

IV. Hanson’ın

birebir yapıtlarında bir eleştirel okuma olduğu, 169

7

Sonra, 175


8


I

1998 yılının Temmuz ayında, Türkiye basını, televizyon kanalları ve gazeteleri dergileriyle, her zamanki gibi geçici bir süre için, İstanbul’un tarihi yarımadasındaki bir kazı noktası üzerinde yoğunlaştı. Şimdi otel olarak kullanılan eski Sultanahmet Cezaevi’nin altındaki eski bir sarnıçtan başlayarak, Ayasofya’nın Cankurtaran’a dönük cephesindeki boş bir arsaya uzanan kesitte nicedir yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkan mekânların Eski Saray’ın kalıntıları olup olmadığı henüz kesinleşmedi. Tartışmalar sürdüğü sırada, bir cumartesi günü, özel izin alarak yeraltına indik Samih Rifat’la, fotoğraf çektik. Yukarıda ekibiyle çalışan İTÜ jeoloji bölümü öğretim üyelerinden Ahmet Ercan beyle söyleştik uzun uzun, kullandıkları aygıtlar aracılığıyla, kazma vurmadan, yukarıdan aşağıyı nasıl okuduklarını öğrendik. Odaları, duvarları, dolguları kömür kalemlerle işaretliyorlar, “metal” keşfettiklerinde belirtiyorlardı. Çoktandır; sanırım İskenderiye nekropolü bir otoyol çalışması sırasında ortaya çıkalı beri, kat kat yerin altında bekleyen eski kent kesitleri üzerinde zonkluyordu imgelemim. İlkyaz sonunda Roma’da, Forum dolaylarında aynı soruları evirip çevirmiştim zihnimde, Troya’dan İstanbul’a giden bir zaman/mekân çekirgesine binmiştim –konuya o sıralarda İTÜ’den çağrı alarak gittiğim bir oturumda değindiydim. New York yolculuğunun içhazırlıkları o kavşakta başladı. Bu yıl, Amerikalıların deyişiyle “büyük New York”un 100. yaşgünü (yaşı) kutlanıyor topu topu, gerçi; yaşlı ya da eskil kentlerle bu bağlamda karşılaştırılması yadırgatıcı gelecektir pek çok kişiye; gelgelelim, yeryüzünün en genç kentleri arasında yer almasına karşın, New York’un aşağıdan yukarı kesitinin yabana atılamayacak özellikleri olduğunu düşünüyorum ben. Bunu söylerken, yalnızca kentin karmaşık yeraltı düzenine gönderme yapıyor değilim; yüzyıllık geçmişinde ağır ve kanlı bir panorama oluşturan yer­

9


altı hayatının efsanesiyle de kısıtlamıyorum kendimi; bütün bunları elbette unutmaksızın, o “tabaka”ların kent tarihi açısından altında kalmış öncülerini anımsatmak istiyorum. Bu satırları bir odasında yazdığım, 44. sokaktaki The Algonquin Oteli, aynı sokakta, iki adım ötede yer alan The Iroquois binası, şüphe yok ki “yağmur bulutları”nın ardında kalmış bir çağa selâm gönderen bir simge hepsi hepsi. Gelgelelim, bir yandan da, ne denli silinmiş olursa olsun, iki bin yıl önce birkaç yüz farklı dil konuşan bir kavimler topluluğunun bölgede yaşadığı gerçeğini anımsatıyor bize o işaretler. Hiç değilse, bundan tam iki yüzyıl önce “Bu diyarı, beldeyi satmak mı! Neden havayı, büyük denizi, yeryüzünü de satmayalım ki?” (1810) diyen Tecumseh’in sözlerinde olanca yoğunluğuyla varlığını korumuyor mu o uzak geçmiş? Amerika’nın yerli dönemine, Avrupalıların beş yüzyıl önce “Yeni Dünya”ya ayak basışlarını önceleyen geniş zamanlara bir sefer düzenlemek değil niyetim. Diyorum ki, bir noktanın, onca adadan oluşan New York’un ulaşılabilen en alt noktasıyla, Manhattan’ın gökdelenlerinin doruk noktası arasında oluşan öncelikle bir imge’dir – gerçeklik sonra gelir.

10


1 29 Temmuz 1998, İstanbul

Yola çıkmama 42 saat kaldı. Herşey yolunda giderse, perşembe gecesi 03.45’te evden çıkılacak; Frankfurt uçağı 06.00’da, yerel saatla 08.05’te orada olunacak; New York uçağı 10.05’te kalkıyor, aynı gün yerel saatla 12.25’te tekerlekler Amerika’ya değecek, sekiz saat onbeş dakikalık ikinci uçuştan sonra. Pasaport kontrolu, bagajlar, gümrük, taksi, otele ulaşasıya iki saat daha eklemek gerekir: Demek, evden otele 17 saat 45 dakika sürecek yolculuk – dediğim gibi, bir aksilik çıkmazsa.* Hazırlıklarımı epeydir sürdürüyorum. Bir, pratik yakası var hazırlıklarımın: Bavulu son gece doldursam bile, üç haftalık süre için gereksineceklerimi önceden saptıyorum birçok kişi gibi. Mevsim yaz, giysiler daha az, hafif dolayısıyla. Erkek yolcu, kadın yolcudan ayrılıyor genellikle: Ayrıntıya girmiyor pek, işin kolayına kaçıyor, özel bir işi yoksa gezide rahatına sığınıyor. Benim durumumda, gene de özel bir işten sözedilebilir sanırım: Defter, kâğıt, kalem, mürekkep, post-it, not kâğıtları, makas türü kırtasiye malzemesi; siyah-beyaz, diapozitif fotoğraf filimleri, şimdi bir de DVD filimler eklendi onlara; kamera ve donanımı, fotoğraf makinası ve objektifler, filtreler – bu sefer yanımda özel bir çanta da olacak.

* Yola Düşen Yazı

“Gezmenlik Antropolojisi”, insanoğlunun hareket felsefesine yakından bakma gereksinmesinden doğdu. Kitlesel, örgütlü, planlanmış yer-değiştirmelerin mantığı gelişirken, bir yandan da gezmen tipolojisi oluştu ve anahatlarına oturdu. Büyük para hareketlerine de yol açan bu süreçte önce Doğa’nın, sonra Kültür’ün yenik düşeceği, en hafifinden yıpranacağı, yorgun bir çehreye bürüneceği ikinci, koşut bir süreç daha belirdi: Broşürler, kılavuz kitaplar, ayrıntılı gezi haritaları, otel ve lokanta rehberleri, alternatif araçlar ve yöntemler o noktada devreye girdiler. Onları okumak değilse bile, gerçekliklerini keşfetmek, bakış açılarını konumlamak vakit alacaktı.

11


Bitti mi, hayır: Orada okumayı tasarladığım metinlerin fotokopileri (ki işimi bitirince onları atabileyim, gerisin geri buraya getirmek zorunda kalmayayım), iki-üç rehber kitap, bir-iki harita, üç kitap: “American Culture” (bir temel metinler derlemesi), Truman Capote ve Hulki Aktunç’un Güz Her Şeyi Bilir’i. Sonra: CD-player, birkaç CD (yenilerini alacağımı öngörerek az CD ile yetiniyorum), el radyosu. Az daha unutuyordum: Bir cep sözlüğü. Diller-Scofidio ikilisinin yayına hazırladığı Back to the Front: Tourisms of War’u Gün armağan ettiydi. Giriş bölümünde, yanılmıyorsam Valene Smith’in “The Anthropology of Tourism’inden (1977) alınma bir fotoğraf var: Açılmış bir gezmen çantası. O nomenklatura denemesi, bir tür araç gereç envanteri sunuyor. Her gezmen için uygulanabilecek bir röntgen uygulaması. Kendimi, yalnızca bavulumla, çantamla değil, sokağa çıkarken seçtiğim gündelik giysilerle de açmak isterim: Üst baş dökümüyle. Bu tür yolculuklarda, neredeyse canyeleği işlevi gören iki-üç yeleğim var – son yıllarda. Onları bir İngiliz dükkânında keşfettim iki yıl önce; hem kışlık (kalın kadife), hem de yazlık (hafif keten) versiyonlarını edindim. Anımsıyorum, bir vakitler Mengü böyle yelekler diktirirdi, sonra başkalarına da bulaşmıştı o moda. Hollington’un kendi tasarımı bu yelekler. İçinde ve dışında toplam yirmi ayrı cebi, ayrıca sekiz kalemlik cebi var. Boyutları farklı o ceplerin: Yatay geniş, yatay dar, dikey dar, dikey geniş değişkenleri soldan sağa, yukarıdan aşağıya, içte ve dışta dev bir cephanelik oluşturuyor. Başkalarını bilemem, ben sokağa çıkarken, özellikle gezilerde, aşırı yüklü oluyorum: Cüzdan, okuma ve güneş gözlükleri, anahtarlar, en az iki paket sigara ve çakmak, kalemler ve küçük bir defter, harita, yedek filim, bazen kâğıt mendil. Sokaktan eve ya da otele döndüğümde çıkarıyorum yeleği, üzerimde ne denli ağır bir yük taşıdığımı o zaman daha iyi anlıyorum. Bütün bunları bir çantada taşımak da var şüphesiz; yeleğin avantajı elleri boş, özgür bırakması. İnsan kafasında neler taşıyor – üzerindekiler birşey mi? *** Böyle yolculuklarda, asıl zihinsel hazırlık vakit ve emek gerektiriyor. Böyle yolculuklar – çok kısa sayılamayacak bir süreye yayılan, herhangi bir “görev” ile delinmeyen, keşif duygularını kamçılayan, çünkü zen-

12


13


gin bir bilinmeyenler toplamıyla önümüzde biçimden biçime giren her yolculuk öntasarısı imgelemde uzun uzun çalışır. Yalnızca hayal gücüne bırakılmış bir alan değildir bu: Yolculuk öncesinde, bir o kadar da verilere yaklaşılır. Diyar, ülke ya da kent; dağ, orman ya da deniz – gitmeden öğrenmekte yarar gördüklerimizle ilgili olarak, uzunlu kısalı tanıma, tanışma evreleri katederiz. Önhazırlıksız bir gezinin keyiflerini yadsımıyorum, rizikolarını görüyorum: Süre sınırlıysa, hedef yoğunsa, hazırlıksızlığın yol açabileceği kayıplar kazanımları gölgede bırakabilir. Diller-Scofidio ikilisi, gezmenlikle bağlantılı çarpıcı bir ölçütü kurcalıyorlar, yayına hazırladıkları seçkinin sonsözünde: Her yolculuğu “ilk” kapsamına giren karşılaşmalar dürtükler, diyorlar. Şüphesiz doğru bu gözlem: Bir araca ilk kez biniyorsak, bir ülkeye ilk kez gidiyorsak, ilk kez göğüsleyeceğimiz nokta sayısı ciddî bir yükseklik eğrisi gösteriyorsa, bütün bu “ilk”ler hem gövdemizin kimyasını etkiler, hem de zihnimizi boğacak ölçüde yükleme yaratır. Hazırlığın önemi işte burada: Kesif keşif alanı için sağlam yön bilgileri edinmek ruhumuzdaki kayboluş dozunu düşürebilir. Yoksa, elde midir kaybolmamak? Keşif alanının kesifliğiyse, New York’tan korkutucu harita olmasın. Her yıl, milyonlarca gezmeni bekleyen yazgıdır: Karşınızda, sizi “ilk an”dan başlayarak içine alan, orada bir çırpıda soğuran ve “son an”da posanızı iade eden, kıvıl kıvıl, hemşerisinin bile eline avucuna almayı, zaptetmeyi başaramadığı bir bünye durur. Durmadan çarpacağınız uçsuz bucaksız cam duvarlı bir labirent. Pusulanız sizi bu koşuldan nereye kadar koruyabilir? Keşif alanı keşfedilebilir mi? Hep onu düşündüm, dile getirdim: Bir ülkeyi, kenti, noktayı tanımak için orada yaşamak gerekir. Gezmen, topu topu tanışır. Bir sınırı vardır tanışıklığın, gezmenden gezmene değişen, bu sınırların iç sınırlarını genişletme becerisidir sonuçta. Gezgin başka, demiştim: Gezginlik ayrı bir haldir, onu gezmenlikle çatıştırmak hepten yanılmak olur. Gezgin yazısını, ondandır, gezmen yazısıyla karşılaştırmaktan kaçınmak en iyisi. Oysa karşılaştırır, karıştırırız bu ikisini, genellikle: İki koşulun temel farkları üzerinde kafa yormadığımız için. Yolculuğa, yolcu-olma durumuna gelince: O bunları öteleyen bir seçime dayanır, daha önce bu konuda yazdıklarıma yeniden dönecek değilim.

14


Dönmek istemiyorum, çünkü, özellikle “Tozan”da (Yolcu, 1996) dile getirdiklerimi yinelemektense, burada o 33 parçalık yekmetini sürdürmek istiyorum – demek ki, şu yazmakta olduğum, yazılmaya koyulduğum metin, şu yazmakta olduğum metin derken gerçekten de yazmakta olduğum, yazmaya koyulduğum metin önündeki okur, henüz başlangıçta, “Tozan”ı okumuş olmaya, yeniden okumaya, ilk kez okumaya çağrılıyor tarafımdan, demek ki, vurguluyorum. Bendeki Yolcu, kendisini kemiren gezmenden, ayağına durmadan dolaşan gezginden sonunda ayrılsın.

15


2 31 Temmuz – 1 Ağustos 1998

30 Temmuz gününü, başta Bizans toplantısı olmak üzere oldukça yoğun bir tempoda geçirdikten sonra (öyle ki Elif’in, Memet Fuat’ın, Yaşar Kemal’in telefonlarına yanıt veremedim, vicdan azabı içinde kıvranıyorum şimdi), gece bavul hazırladım, saat 01.00’de yatıp iki saat uyudum. 03.45’te çıktık evden, Yeşilköy’de ilk tokat indi: Lufthansa uçağı bir saat onbeş dakika gecikmeliydi. Sonuç: Frankfurt-New York bağlantısı koptu, bir sonraki uçağa kaldık. Fazladan iki saat, sevimsiz Frankfurt havaalanındaki bir kahvede oyalandık. Hangar-uçaklardan biri bekliyordu bizi, görkemli görünüşü gene de güven duygusu uyandırmadı bende, tersine bir türlü kalkamazmış, kalkamayacakmış gibi geldi başlangıçta, bilmiyorum neydi, neyin nesiydi, belki bir air-bus uçağıydı, sözümona pilot çocuğuyum, hiçbir bok anlamıyorum o iri kuşlardan. Sekiz saat on dakika sürdü yolculuk, Avrupa saatıyla 13.50’de kalktık, New York saatıyla 17.00’de Newark havaalanına indik. Pek çok kişiyi çarpan jetlag’in yerini bende lang-lag diye adlandırdığım (herhalde bana özgü bir kayma olmasa gerek bu, bir adı vardır sanırım, dönünce araştıracağım) bir illet alıyor: Kim hangi dili konuşursa konuşsun, bir parça uzağımdaysa, Türkçe konuşuluyor izlenimine kapılıyorum. Şaşırıp kulak kesiliyorum: Hayır, Almanca ya da Felemenkçe, İngilizce ya da Lehçe konuşuluyor düpedüz. New York’a varasıya bu sanrı eksilmedi kulaklarımdan. Amerika gibiydi uçağın içi: Bariz Amerikalılarla, bariz olmayan Amerikalılardan oluşan bir Nuh’un gemisi. O karmayı ele avuca almak kolay değil öyle: Önümde vejetaryen bir Paki; onun yanında ağır entelektüel, Sontag’ın annesini çağrıştıran (bunu sanki onu tanıyormuşum gibi söylüyor olmam gülünç tabiî) yaşlı bir Greenwich Villageoise (bu da varsayım elbette); onun yanında İngilizce bir dosyayı durmadan kateden sinir bir Japon; yanda dört fırlama sevimli çocuğuyla dev bir zenci kadın; öbür yanda bir gezmen

16


17



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.