Kuzular Vadisi / Üstün Dökmen

Page 1


PROF. DR. ÜSTÜN DÖKMEN, 1954 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Erzurum’da, liseyi Ankara’da bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bö­lümü’nden lisans ve yüksek lisans derecesi aldı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde Psi­kolojik Danışma ve Reh­berlik Bölümü’nde profesör olarak görev yapmakta olan Dökmen, 2005’te, Süleyman Hece­bil’le birlikte Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim, Eğitim ve Danışmanlık Akademisi’ni kurdu. Şiir kitapları da bulunan Dök­­men’in diğer yapıtları şunlardır: Roman: Miyase’nin Kuzuları; Ladesçi, Kelebekler ve İnsanlar. Oyun: Komşu Köyün Delisi / Nokta Nokta Hanım’ın Hayatı; Otoyalda Piknik / Padişah-ı Hali Osman/Uluğ Bey; Pusulamı Ayarlar mısınız? / Depremzâdeler Mahallesi. Bi­limsel yayınları: İletişim Çatış­maları ve Empati; Varolmak Geliş­mek Uzlaşmak; Küçük Şeyler 1 – Deniz Kabukları; Küçük Şeyler 2 – Suflörlü Yaşamlar, Tulumbacı Sendromu, Psi­kolojik Dü­ğümler; Küçük Şeyler 3 – Yaşama Yerleş­mek; Küçük Şeyler 4 – Eşit­ler Evi; İnsanın Korunakları-1: Deriden Kültüre; İnsanın Korunakları-2: Mimari (Selcan Dökmen ile).

__03


ÜSTÜN DÖKMEN

Kuzular Vadisi

İyi İnsanlara İlişkin Bir Roman…


KUZULAR VADİSİ / Üstün Dökmen

© Remzi Kitabevi, 2012 Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Neclâ Feroğlu Kapak: Murat Özgül

ısbn 978-975-14-1522-6 birinci basım: Eylül 2012 Kitabın basımı 5000 adet olarak yapılmıştır. Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul

KUZULAR VADISI _Üstün Dökmen_03


B

u romanı –ya da senaryo taslağını– yazma konusunda beni yüreklendiren, her gün yeniden yenilenen Tiyatro Yeniden’in Sanat Yönetmeni Dersu Yavuz Altun’a ve tüm oyuncularına ithaf ediyorum ve Zehra’ya tabii. “Zehra Dökmen’in konuyla ne ilgisi var?” diyebilirsiniz. Zehra Dökmen sevgilimdir ve eşimdir, tüm konuların onunla ilgisi vardır.


KUZULAR VADISI _Üstün Dökmen_03


1

2

5

3

4

6

Bu romandaki bütün olaylar ve karakterler gerçektir. İroni/iğne, özellikle öküz altında kurbağa aranmaması rica olunur.


KUZULAR VADISI _Üstün Dökmen_03


1

Yurda Dönüş

U

zun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra ülkeme döndüğümde her şey çok değişmişti; ülkem adeta tanınmaz olmuştu. İnanmak güç biliyorum ama tüm değişiklikler olumlu yöndeydi. Herkes, her şey değişmişti. Acaba ben de değiştim mi diye aynaya baktığımda, içim rahatladı. Eskisi gibiydim, bende herhangi bir değişiklik yoktu. (Değişmemek, bazı insanlara özgü, ender rastlanan bir özelliktir. Sanırım ben bu gruptandım.) Ben değişmemiştim. Çünkü Avrupa’da kaldığım uzun yıllar boyunca, değişmemek, kimliğimi kaybetmemek için kimliğime, pasaportuma dört elle, dört gözle sarılmıştım.


Pasaportumu, annemin fanilamın içine diktiği gizli cepte taşırdım. Kimliğimi kaybetmek, Avrupalılara benzemek en bü10 yük korkumdu. Bu korkudan ötürü, yaşadığım şehirlerde, hiçbir müzeye, konser salonuna, tarihi meydana gitmedim; doktora ödevlerini, tezimi yaparken, şehrin meydanlarına ilişkin internetten resimler indirip bunları benim çektiğim havası yarattım. (Ben de çeksem aynısı olacaktı zaten.) Çok okudum, çok çalıştım; üniversitenin kütüphanesinde uyuyakaldığım çok oldu. Doktoramı bitirince işe girdim, çalışmaya başladım. Okurken ve çalışırken günlerim, okulla ve işyerimle Türk mahallesi arasında geçti. Mahallemizde, Türk manav, Türk bakkal, Türk berber, bir de helal et satan Türk kasap vardı; yani cemiyet yeterliydi. Dilim domuz etine, elim boyalı kadınlara bulanmadan, yirmi yıl yaşayıp ayrıldım Avrupa’dan. Kimliğimi kaybetmemek için evime, içime kapanıp kaldım. Şimdiki aklımla anlıyorum ki, kimliğimi kaybetmedim ama gelişmedim de. Oysa bu süre içinde ülkemin insanları çok değişmişti, gelişmişti. İlk şoku valizlere yaklaştığımda yaşadım. Herkesin sakin beklediğini, hiçbir izdiham olmadığını gördüm. Erkekler geride durmuşlardı, hanımlar önde bekliyorlardı. Bir kadın veya yaşlı bir erkek valizini görüp de hamle yaptığında, hemen arkadaki genç erkeklerden biri öne çıkıp valizi banttan alıyor, onların arabasına yerleştiriyordu. Sonra, el arabaları için 2 Euro alınmıyordu. Daha da ilginci, görevliler valizleri kulplarından tutup banda atı atı vermiyor, iki elleriyle saygılı bir tebessümle, adeta beşiğe be-

KUZULAR VADISI _Üstün Dökmen_03


bek yerleştiren bir anne dikkatiyle bandın üzerine koyuyorlardı. Hepsinden öte, reklam panoları Türkçeydi. Gözlerime inanamadım; kendimi Türkiye’de sandım. (Aslında gerçek- 11 ten Türkiye’deydim.) Yirmi yıl önce böyle değildi, ülkem çok değişmişti. İkinci şoku takside yaşadım.


2

Taksicinin Taksiratı

E

skiden ülkemin taksi şoförleri zorlu insanlardı; müşteriye kan kustururlardı. Taksilerinde, müşteri yokmuş gibi bangır bangır arabesk müzik çalar, sigara içerken kış vakti arabanın camını sonuna kadar açarlardı. Daha da kötüsü, hepsi değilse bile bir kısmı, yolu bilmeyen müşteriyi iki kilometrelik adrese, yolu uzata uzata, döndüre dolaştıra, on kilometre kat ettikten sonra ulaştırırlardı. Yine hepsi değilse de bazısı, öfkeli ve kaba olur, burnundan solurdu. Taksi şoförlerinin mafyayla ilişkisi vardı galiba. Kim demişti, hatırlamıyorum, büyük bir filozof şöyle demişti:

KUZULAR VADISI _Üstün Dökmen_03


“Bazıları asker olmak ister, olamazsa casus olur; bazıları sanatçı olmak ister, olamazsa eleştirmen olur.” Eğer bu filozof hayatta olsaydı muhtemelen şöyle derdi: “Bazıları mafya fedaisi olmak ister, olamazsa siyah takım 13 giyer, siyah gözlük takar, bar fedaisi ya da özel koruma olur. Hiçbirini olamazsa taksi şoförü olur.” Kafamdaki bu düşüncelerle taksiye binince şoke oldum. Taksinin radyosu açıktı. Taksici, “Günaydın efendim,” dedikten sonra hemen ekledi: “Rahatsız ediyorsa müziği kapatabilirim.” Radyoda Beethoven’in Ay Işığı Sonatı çalıyordu. Bilirim ama pek dinlemem. Taksiciye hayretle bakarak, “Lütfen kapatmayın, çalsın,” dedim. “Herkes klasik Batı müziği sevmiyor da o yüzden sordum,” diye cevap verdi. “New Age seven var, Klasik Türk Müziği seven var… Berlin Filarmoni’nin ve New York Senfoni’nin son CD’leri var, eğer isterseniz internetten başka şeyler de indirebilirim.” “Yok, sağ olun, ben Beethoven Bey’i severim.” “Geçen ay bir konağın tavanarasında Münir Nurettin üstadın, bilinmeyen bir taş plağı bulundu. İnanır mısınız, dinlerken ağladım.” Bu kültür bombardımanı karşısında ezildim. Ben de ağlamaklı oldum. Ben yurtdışındayken ülkem inanılmaz gelişmişti. Sokakta modern kıyafetli kadınlar ve erkekler, güçlü ve zarif adımlarla, birbirlerine yol vere vere yürüyorlardı. Taksi şoförü, bütün kırmızı ışıklarda durdu, sarı ışıkta bile durdu. Bütün trafik kurallarına uydu; ‘kimseye korna çalmadı’ başkaları da ona çalmadı.


Bunca yıldır yazları memlekete gelince, hep ailemin yanına, yazlıktaki evimize gitmiştim. İstanbul sokaklarını yıllar sonra ilk kez görüyordum. Taksici, kaldırımda bekleyen yaşlıca bir erkeğe yol ver14 dikten sonra, sola döndük ve dar bir sokağa girdik. Sokakta, yol boyunca eski İstanbul’un ahşap evleri uzanıyordu. Hepsi restore edilmişti, pırıl pırıldı. Önlerine çamaşır asılmamıştı. Kaldırımlar tertemizdi. Kendimi rüyada zannettim. Ama her şey gerçekti. Ülkem değişmişti; İstanbul o günlerden bu günlere gelmişti. Taksi normal hızla seyrediyordu ama ben sevinçten uçuyordum. Bir anlamda taksiyle aramda bir hız, bir zaman farkı oluştu. Hani ne derler, zaman görecelidir diye. Şöyle: İçinde bulunduğum taksi ve şoförü, eski taksilerden çok ileriydi, bu yüzden hızlı gitmiyordu. Aynı anda ben adeta eski günlerin taksi şoförlerinin hızıyla uçuyordum. Kafam karıştı. Karışmasının sebebi, resmen taksiciydi, gayriresmi olarak bendim. Bence taksicinin taksiratı (günahı) büyüktü; ben günahsızdım, suçsuzdum. Galiba bu suç konusu da görecelidir; eski çağlardan bu yana, görünen ya da görünmeyen bir olaydan ötürü suçlanmayagör, göreceli olarak nice suç sana yüklenir. Bizim bir Ahmet Ağabey vardı, çok okurdu, göreceli olarak bilgiliydi. Derdi ki: “Kim ki en masumdur, engizisyon onu cehenneme odun yapar; kim ki en suçludur, taksiratı çoktur, engizisyon onu stajyer alır.” Ahmet Ağabey bu sözüyle ne demek isterdi, anlamazdım.

KUZULAR VADISI _Üstün Dökmen_03


Az önce, “Taksicilerin taksiratı büyüktür” derken, toplumun, istemeden ikiyüzlü davrandığını kastettim. Kendileri trafikte sayısız hata yapanlar, taksicinin bir tek hatasını gördüklerinde, “Sallandıracaksın bunları!” diye engizisyon yar- 15 gıcı kesilirler. Eğer bir taksirat varsa bu, taksicilerin değil, cümlemizin taksiratıdır maalesef. Taksici tekrar sordu: “Aracın ısısı nasıl, azaltmamı veya artırmamı ister misiniz?” “Teşekkür ederim,” dedim. Bu soru bile rahatsız ediciydi. Eskiden çok az taksici bu türden sorular sorardı. Ülkem gerçekten gelişmişti. Alışmak zordu. Verdiğim adrese doğru yola çıktık. İstanbul’da bir gece kaldıktan sonra, ailemin yaşadığı kıyı kasabasına gidecektim. Buralara gelip beni karşılamalarını istememiştim. Havaalanından şehre yönelmiş, gecekondu mahallesinden geçiyorduk. Az önce kulaklarıma inanamamıştım, şimdi de gözlerime inanamıyordum. Tüm evlere sıva, badana yapılmıştı. Eskiden bu yolda, tuğlasına sıva çekilmemiş çirkin evler vardı. Şimdi hepsi pırıl pırıldı, balkonlarında çamaşır yoktu. Bunda da bir hayır vardır deyip, tevekkülle sustum. İstediğim adrese ulaştık; taksimetre 80’i gösteriyordu, borcum 80 lira idi. Yüz lira uzattım, taksici kırk lira geri verdi. Bu durumda altmış lira ödemiş oluyordum. “Fazla verdiniz, taksimetre seksen lira yazıyor, yirmi lira iade etmeniz gerekiyordu,” dedim. Taksici olgun bir tebessümle baktı: “Taksimetre seksen yazıyor ama navigasyonum bozuk,



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.