Var Olmak Cesaret İster / A. Kadir Özer

Page 1


2

VAR OLMAK CESARET İSTER


A. KADİR ÖZER

VAR OLMAK CESARET İSTER

3


4

VAR OLMAK CESARET İSTER

var olmak cesaret ister / A. Kadir Özer Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Eylül Duru Kapak: Murat Özgül

ısbn 978-975-14-1549-3 birinci basım: Şubat 2013 Bu kitabın basımı 2000 adet yapılmıştır. Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul


5

Canım anacığım Fikriye’ye, kardeşim Müzeyyen Özer’e ve dayıcığım Mustafa Gelener’e… Mutluluklarına vesile olabildiysem ne mutlu bana.


6

VAR OLMAK CESARET İSTER


İçindekiler

Teşekkür.......................................................................................9 Önsöz.........................................................................................11 I. BÖLÜM BİLİŞSEL SEÇENEKLİLİK Varoluşta Bireysel Sorumluluk...................................................17 Bireysel Sorumluluğun Ne Kadar Farkındayız?.........................21 Dış Çevrenin Hiç mi Önemi Yok?..............................................26 Kazanılmış Beceriler Olarak Duygular.......................................30 Olayların Bir Anlamı Yoktur, Anlam Yüklemedikçe....................34 Her Duygu “Mantıklı”dır…..........................................................40 Mantıksallık ve Duygusallık........................................................45 Uyuyan ve Yaşayan Mantıklar....................................................49 Uyuyan ve Yaşayan Psikoterapiler............................................54 Gövde ve Dal Yorumlar..............................................................60 Gövdeden Dala Bir Başka Örnek...............................................65 Değişim: Uyuyan Mantık Nasıl Uyanacak?................................71 “İşleyen Demir Işıldar”: Davranışsal Hareketlenme...................76 “Korkunun Üstüne Gitmek”: Maruz Kalma................................83 II. BÖLÜM BİREYLERARASI SEÇENEKLİLİK Olasılıkla Tanışıklık.....................................................................93 Kafada “Raylaşma”....................................................................97 “Bilme”nin Tehlikesi.................................................................102

7


8

VAR OLMAK CESARET İSTER

Planlar Dünyayı Değil, Bireyi Bağlar........................................106 Yaşam Formülleri - I.................................................................110 Yaşam Formülleri - II................................................................114 Mahkeme Salonunda Yaşamak...............................................118 “Öfke Baldan Tatlıdır”..............................................................122 Karar.........................................................................................126 Bireysel Tarihle Kavga ve Barış...............................................130 Üç Gözlü İnsan.........................................................................135 Geleceğin Belirsizliğine Bir Teşekkür… ..................................141 III. BÖLÜM BİREYİÇİ SEÇENEKLILIK Ne Ölçülebilir, Ne Ölçülemez?.................................................149 Kaç Kişiyiz?..............................................................................153 İstisnalar Kaideyi Bozar............................................................158 Sanal İnsan Borsası.................................................................163 Kişilikli / Kişiliksiz Olma............................................................167 Etiket Hapsi: “Güçlü” İnsan Koğuşu........................................171 “Güç Budalası”.........................................................................177 Etiket Hapsi: “Başarılı” İnsan Koğuşu......................................183 Etiket Hapsi: Bir Koğuştan Diğerine........................................189 “ ‘Sen’ Çok Değiştin”................................................................194 Neden Çok “Ben”liyiz? / Yaşamsal Devamlılık........................199 Neden Çok “Ben”liyiz? / Yaşamsal Anlamlılık.........................204 Etiket Hapsinden Beraat..........................................................208 Bitirirken…................................................................................213


Teşekkür

9

Teşekkür

Öncelikle bana onca yıl acılarıyla gelip yardım isteyen, yaşam öykülerini paylaşan, varoluşlarına dokunmama izin veren ve değişim için kaybettikleri cesareti bulan binlerce insana gönülden gelen minnet duygularımı sunarım. Onlara, varoluşlarımızın buluşması ile benim varoluşumun gelişmesindeki katkılarından dolayı çok teşekkür ederim. Son sekiz yılımın çok önemli bir bölümünü klinik psikoloji alanında uzmanlık eğitimine ayırdım. Sekiz yıl içinde birlikte çalıştığım yüksek lisans öğrencilerimin katılımları, önerileri ve sorgulamalarını, Bilişsel Varoluş Terapi yaklaşımımın kafamda daha da olgunlaşmasına vesile ettim. Onların bu yaklaşımı sahiplenişine tanık oldum. Bu benim için büyük bir armağandır. Hepsine buradan içtenlikle teşekkür ederim. Kendimi mesleğimin ilk ayağı olan Hacettepe Psikoloji Bö­ lümü’nün bir mezunu olarak (1971-1975) hep şanslı görmüşümdür. Özellikle Doğan Cüceloğlu Hoca’mın o dönemlerde yaptığı akademik ve insani modellik benim için bir mihenk taşı olmuştur. Onca zaman sonra bile Hoca’mın bu kitabın taslak kopyasını okuması, bunun ötesinde yazım organizasyonuyla ilgili öneriler getirmesi ve kitabı el üstünde tutması benim için unutulmaz ve minnet duyulacak bir dokunuştur. Bir öğrenci olarak ona layık olduysam ne mutlu bana. Kitabın adını seçme konusunda katkılarından dolayı sevgili Yıldız Hacıevliyagil’e ayrıca teşekkür etmek isterim.


10

VAR OLMAK CESARET İSTER

Son olarak, meslektaşım, eşim ve dostum Serap Özer’i sakin ve teşvik edici var olma halleri, kızım Olcay ve oğlum Yalın’ı var­ oluşlarında gerçekleştirdikleri gelişimlere tanıklık etmeme olanak sağladıkları için sevgilerimle kucaklarım.


Önsöz

11

Önsöz

Bir klinik psikolog olarak bu mesleğin en temel yetkinliği olan psikoterapi çalışmalarımı otuz yılı aşkın bir süredir devam ettirmekteyim. Canı yanan insanlarla on sekiz bin saatin üzerinde psikoterapi çalışması yapmak, aslında aynı zamanda, onların kendilerini mutsuz ederken ne gibi temalardan hareket ettiklerine, varoluşlarına kaygıları, öfkeleri, yılgınlığı, çökkünlüğü nasıl faturaladıklarına hüzünlü bir tanıklıktır. İşte bu kitabı, bu tanıklık çerçevesinde insanların kendilerine hangi zihinsel temalarla mutsuzluklar yaşattığını paylaşma niyetiyle kaleme aldım. Psikoterapi çalışmalarımda sahiplendiğim yaklaşımın temel ekseninde, tüm duygu ve eylemleriyle varoluşun, bireyin sözel olan ve olmayan boyutlarıyla “zihinsel” altyapı çalışmalarının bir ürünü olduğu kabulü ve bireye bu bağlamdaki kaçınılmaz sorumluluğunu hatırlatma amacı yatar. Bu kitap, “bilişsel varoluş” terapi yaklaşımım çerçevesinde mutsuzlukların zihinsel altyapıda yer etmiş temalarına nasıl yaklaşılabileceğine ışık tutmak amacıyla da kaleme alınmıştır. Bilişsel Varoluş Terapisi şu üç temel saptamadan yola çıkar: 1. Birey, yorum yapar ve ona göre davranır. 2. Bireyler, aynı olay karşısında farklı yorumlar yaparlar ve ona göre davranırlar. 3. Birey, zamana ve duruma göre farklı yorumlar yapar ve ona göre davranır. Yukarıdaki tanımlar, araştırma gerektirmeyen üç temel insan gerçeğini yansıtır. Ömür dediğimiz o zaman diliminin ne ölçüde


12

VAR OLMAK CESARET İSTER

“zorlukla” yaşanıp yaşanmayacağı, bireyin bu temel insan gerçekleriyle bağlantısıyla ve bunları sahiplenme düzeyiyle yakından ilgilidir. “Beni üzdün” gibi bir cümleye hem başkalarında, hem de kendimizde binlerce kez tanıklık etmişizdir. Böyle bir cümleyi yadırgamaz, sorgulamayız. Cümlenin mantığı, üzüntü duygusuna bir başkasının neden ve sorumlu olduğu önermesini yansıtır. Aynı zamanda “üzülmeme”nin ancak ve ancak karşımızdakinin değişimine koşullu olduğunu varsayar. Oysa bu önerme yukarıda belirtilen birinci saptamayla çelişiktir; bireyin bir başkasının tutum ve davranışı karşısında yorum yaptığı ve duygusunun bu yorumun rengine göre yapılandığı gerçeğini tümüyle atlar. Duygu renginin yorumun rengine bağımlı olması, bireyin olaylar karşısında yorum seçeneğine ve dolayısıyla duygularıyla ilgili kaçınılmaz bir sorumluluk sahibi olduğuna işaret eder. Kitabın birinci kısmında yer alan bölümlerde, duyguların oluşumunda ve değişiminde sahip olunan bu “bireysel sorumluluk” gerçeğini yok saymanın ve duyguların sorumluluğunu çevreye atfetmenin birey yaşamına yüklediği ağır duygusal faturaları işlenmektedir. “Böyle yapmamalısın!” “Yanlış düşünüyorsun!” “Şimdi doğruyu buldun!” “Bunu bana yapamazsın!” Her ne kadar günlük dilimizin demirbaşları arasında yer alan, çok aşina olduğumuz ve katiyen yadırgamadığımız türden cümleler olsa da, insanlar arası ilişkilerin tartışma götürmez gerçeğini yansıtan ikinci saptamayla hiç bağdaşmazlar. Bireyler aynı olay karşısında, üstelik kendi içinde tutarlı yorumlar yaparlar ve her biri kendi yorumunu aynı ölçüde sahiplenir. Yani bir olaya birçok açıdan bakılabilir. Her bir açı bir diğeri kadar olabilir bir “seçenek”tir. Yukarıdaki örnekler insanlar arası ilişkilere egemen olan bu olabilirliği yok varsayan mantıklar üzerine kurulmuştur. Bu cümlelerin altyapısında yatan önermelere göre “olasılık/seçenek” yoktur. Bir olay karşısında duran iki insanın kendi açıları çerçevesinde geliştirdikleri yorumu “doğru” kabul etmeleri, karşı açının yorum mantığını “yanlış” ilan etmeleri anlamına gele-


Önsöz

13

cektir. Özüne bireysel farklılıklar gerçeğinin böylesine sinmiş olduğu bir yaşamda, farklılıkları “yanlışlıklar”, “olmaması gerekenler” ya da “haksızlıklar” olarak tercüme ederek ve yanılarak yaşamanın somutlaştırdığı insan hikâyelerine kitabın ikinci bölümünde yer verilmiştir. Yaşama faturaları en ağır olan yanılgı üçüncü saptamayla ilgili olandır. Her bireyin tarihine bakıldığında farklı zaman dilimlerinde, ortamlarda ve anlarda farklı yorumlar doğrultusunda farklı duygular içine girdiği ve davrandığı, yani farklı bir “kişiliğinin” yaşam bulduğu gözlenecektir. Her bireyin yaşamsal tarihinde, örneğin dürüstlük, yalancılık, başarı, başarısızlık, korkaklık, cesaret, duyarlılık, duyarsızlık, güçsüzlük, güçlülük, kabalık, kibarlık vb. olarak nitelendirilebilecek nice davranışın kayıtlara geçtiği görülecektir. Bu saptama bireysel varoluşun zamanın değişkenliğine ve dinamizmine ayak uyduran, seçeneklilik içeren bir kişilikler ailesine sahip olduğuna işaret eder. Bireyiçi seçeneklili­ği /farklılığı yansıtan bu aileyi ne ölçüde sahiplenerek yaşamaktayız? Kitabın üçüncü kısmında çoklu kişilik gerçeğine rağmen, tek kişiymiş gibi yaşamanın faturalarına yer verilmiştir. Hiçbir bölüm birebir çalışmış olduğum herhangi bir kişinin hikâyesi değildir. Bölümlerde yer alan diyaloglar belirli bir bilişsel temanın tipik olarak nasıl işlenebileceğinin örneklemeleridir. Hiçbiri gerçekte yer almış birebir diyalogları yansıtmaz. Zaman zaman kullanılan isimler de diyalogları oluşturmak adına rastgele seçilmiştir. Bu kitapta, tanıklık ettiğim nice insanlık halini sizinle paylaşmak istedim. Dileğim, bu paylaşımların sizin yaşam öykünüzde daha fazla iç huzur ve barışınıza vesile edebilmesidir. 2 Ağustos 2012 / İstanbul


14

VAR OLMAK CESARET İSTER


Önsöz

I. BÖLÜM

BİLİŞSEL SEÇENEKLİLİK

15


16

VAR OLMAK CESARET İSTER


Varoluşta Bireysel Sorumluluk

17

1 Varoluşta Bireysel Sorumluluk

Randevulaştığım danışanla buluşmadan önce görüşme odamdaki havayı temizleyen makineyi çalıştırdım. Makine çalıştığında bir köşesinde kırmızı bir ışık yanar. Mevsim bahardır. Kış veda etmeye başlamıştır, yaz uzaktan görünmektedir. Hatta gündüzleri artık kaloriferler bile yakılmaz. Danışanla ilk görüşmeyi yapmak üzere görüşme odasına geçtik. Danışana nasıl yardımcı olabileceğimi anlama gayreti içine girdim. Henüz 15-20 dakika geçmişti. Danışanın yüzünün al al olduğunu, hatta alnında ter tanecikleri oluştuğunu fark ettim. Ben bu fiziksel belirtileri konuşulanlarla ilgili bir sıkıntı hali olarak yorumlama eğilimi içine girerken, danışan bana dönüp, çekingence “Isıtıcıyı kapatabilir misiniz, çok sıcak oldu,” der! Gözlerimin önünde somutlaşan bir fiziksel “bunalma” halini ben konuşulan konuların zorluğuna yorarken, danışan da hava temizleme cihazını, ısıtıcı zannedermiş… Yukarıdaki olayı daha sonra dönmek üzere şimdilik bir kenara koyarken, bazı kavramlara açıklık getirmek yerinde olacaktır. Günlük dildeki kullanımında, “sorumluluk” sözcüğü genellikle öğrenilmiş, üstlenilmiş, alınmış veya verilmiş davranış biçimlerini yansıtır. İşteki, evdeki, ilişkilerdeki sorumluluklar gibi. Örneğin bir sorumluluğu yerine getirme ya da getirmeme ifadesinde, belirli bir davranışın yapılıp yapılmamasının bireyin tercihine bağlı olduğu anlamı yatar. Oysa bu yazıda işlemeye çalışacağım “sorumluluk” kavramıyla böyle bir tercihi kastetmiyorum. Burada, “nörolojik”, öyle olduVOC 2


18

VAR OLMAK CESARET İSTER

ğu için de “kaçınılmaz” ve insan yapısında öğrenmeye gerek kalmadan zaten var olan bir “sorumluluk” durumunu vurgulamak istiyorum. Ne demek “nörolojik sorumluluk” hatta “zorunluluk”? Düşünmek, başkalarının yaptıklarına anlam yüklemek, olayları yorumlamak, “beyni” olan her insan için kaçınılmaz, adeta otomatiğe bağlanmış zihinsel süreçlerdir. Her insanın, uyku sürecinde rüya görmesi, sadece uyanıkken değil uyku halindeyken de düşünce süreçlerinin aktif olduğuna işaret etmektedir. İnsan çevresine, başkalarının ve kendisinin yaptıklarına anlam vermek, yorum getirmek ve düşünmek zorundadır. Bu süreçler olmazsa olmaz nörolojik zorunluluklardır. Bu pencereden bakıldığında yaşanan nice duygunun, yaşamın kendisinden ziyade, yaşama yüklenen anlamların ve yorumların sonuçları olduğu açıktır. İnsan beyninin en temel ve biricik özelliklerinden biri “dü­ şünmek”tir. Eğer beyin bir olay karşısında bir seferinde olumlu yorumlar yapıp, bir başka sefer aynı olayla ilgili olumsuz yorum geliştirebiliyorsa; beynin söz konusu olayla ilgili olarak yorumları değiştikçe duyguların rengi de karadan pembeye veya pembeden karaya dönüşüyorsa, o zaman yaşanan duyguyla ilgili temel neden ve gerekçe yürütülen yorumun içinde yatacaktır. Söylemek istediğim şudur ki, duyguların yaşanması, devam ettirilmesi ve değiştirilmesi bireyin dış çevresinde değil iç çevresinde, beynin nörolojik bahçesinde oluşan yorumlama ve anlam yükleme süreçlerine koşulludur. Şöyle ki duygunun nedeni, beynin düşünsel faaliyetlerindedir. Bir başka deyişle, insan düşüncelerinden ve o düşünceler üzerine inşa ettiği duygularından sorumludur. Şimdi, girişte anlattığım öyküyü hatırlayın: O bunaltının nedeni nerede aranacaktır? O bunaltının sorumluluğu nerededir? Danışanın zannında mı, cihazda mı? Elbette zannında. Peki, o zannı üreten kimdir?


Varoluşta Bireysel Sorumluluk

19

Tabii ki danışanın beynidir. Çünkü beyin zan üretir, yorum yapar, anlam yükler… O bir yorum fabrikası gibidir. Verin bir metal levha, yorumlarıyla buzdolabı üretsin veya bir araba kasası veya bir çamaşır makinesi. İş metal levhada değil, onun fabrikada işleniş mantığındadır. Sorumluluk o levhada değil, metali işleyen yorumun mantığındadır. Danışanın cihazı kapatma ricası karşısında duraladım. Bir an danışana cihazın sadece havayı temizlediğini, ısı üretmediğini söylemek istedim. Böylelikle ona düşünce süreçlerinin duygular üzerinde ne denli güçlü bir etkisi olduğunu somut bir yaşantıyla göstermiş olabilirdim. Ancak, danışan bu yanılgısını anladıktan sonra bunu bir utanma duygusuna dönüştürebilecek yorumlara sapabilir düşüncesiyle vazgeçtim. Sadece, tabii, diyerek gidip cihazı kapattım. Kapattıktan sonra danışanda açık seçik ve oldukça hızlı bir rahatlama gözledim. Peki, bu rahatlamanın sorumluluğu veya nedeni neydi? Ci­ hazın kapanması mı, yoksa kapatıldıktan sonra danışanın bu kez aklından geçen “oh neyse kapandı da rahatladım” zannı mı? Aslında görünen köy kılavuz istemez… Yaşanan çoğu duygunun gerisinde ve özünde, bu duyguların değişiminde, bilişsel süreçler ve onlarda gerçekleştirdiğimiz değişimler yatar. Bu süreçlerin doğduğu, geliştiği ve değiştiği topraklar beynin nörolojik altyapısı ise, birey yaşamında somutlaştırdığı duyguların ve davranışların sorumluluğuna kaçınılmaz olarak sahiptir. Başlıkta yer alan “bireysel sorumluluk”tan kastedilen işte böylesi kaçınılmaz, tercihe açık olmayan, bireyin seçimine kalmamış, doğuşta altyapımızla birlikte gelmiş bir sorumluluktur. Psikoloji bilimi aslında nörolojik altyapımızın duygusal ve davranışsal dışavurumlarını anlamayı amaç edinmiş bir bilim dalıdır. Özellikle klinik psikoloji (psikolojinin duygusal ve davranışsal sorunları anlamayı ve gidermeyi amaç edinmiş uzmanlık alanı) son otuz-kırk yıldan bu yana, “bilişsel bir devrim” yaşamaktadır. Yani, bireyin bilişsel süreçlerinin duygu ve davranışlarla ilişkisinin kurulmasına yönelik çalışmalarda önemli artışlar ve saptamalar ya-


20

VAR OLMAK CESARET İSTER

pılmaya başlanmıştır. Genel olarak bakıldığında araştırmalardan edinilen bilgi birikimi, “düşünme biçimleri”nin duyguları şekillendirmedeki birincil rolleri konusunda ve bu yazıda işlenen bireyin duyguları bağlamında sahip olduğu kaçınılmaz sorumluluğa kuşku duyulmaz bir şekilde işaret etmektedir.


Bireysel Sorumluluğun Ne Kadar Farkındayız?

21

2 Bireysel Sorumluluğun Ne Kadar Farkındayız?

Yaz tatili için gittiğim plajlar, sahil kıyıları ve oteller önemli gözlemler yapabildiğim yaşamsal laboratuvarlardır. Oralarda çiftleri, ailenin tümünü, insanların birbirleriyle, doğayla, suyla ilişkilerini toplu olarak gözlemleyebilirsiniz. Bu olanağı yaşamın bir başka kesitinde böyle topluca gözlemek çok enderdir. Bir seferinde denize girmek üzere iskeleye doğru yürüdüm. İskelenin sağı ve solu sığ olduğu için anne ve babalar çocuklarıyla orada denize girmeyi tercih ediyorlardı. Orada durup çocukları, anneleri, babaları gözlemledim. Dikkatimi belki beş yaşlarında bir erkek çocuğu ve ebeveynleri çekti. Çocuk denize girmek istemiyordu. Onun gönlü sanki daha çok kumda oynamak istiyordu. Anne ısrarla onu denize girmeye davet ediyordu. Çocuk ise seçici bir sağırlıkla onu hiç duymuyor gibiydi. Anne ısrarların işe yaramadığı sonucuna varmış olmalı ki başka bir frekansa geçti. Çocuğa, “Ama beni çok üzüyorsun”, “Kalbimi kırıyorsun” gibi bir yetişkin olarak yaşadıklarının sorumluluğunu çocuğa yükleyen (çevresel sorumluluk) cümleler kurmaya başladı. Baktı bu da olmuyor, kocasına dönüp “Öyle duracağına bir şeyler yapsana,” diyerek serzenişte bulundu. Bunun üzerine baba çocuğun üzerine hışımla gidip “Bana bak, kafamın tasını attırıyorsun, çabuk gel buraya,” diye çıkıştı. Çocuk babasının ifade-


22

VAR OLMAK CESARET İSTER

sinden “onu kızdırdığını” düşünmüş olsa gerek (baba, tasının atma nedenini çocuğun denize girmeyi reddetmesi olarak ilan etmişti zaten), şöyle bir duraladı ve tahminim geçmişte babanın tasının atması sonunda neler yaptığını hatırlayarak, mutsuz bir şekilde ve isteksizce denize, anne ve babanın yanına doğru yürüdü. Genelde, duygu ve davranışlarla ilgili kaçınılmaz sorumluluğun çok az farkında olunduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Bireylerin kendilerine yaşattıkları mutsuzluğu değiştirmek için kendi yorum bahçelerini değil de, çevreye bakıp orayı değiştirme gibi bir imkânsızlığa soyunduklarını en net biçimde çift ve aile terapisine gelen çiftlerde görmek mümkündür. Çiftler klinik psikoloğa mutsuz oldukları için gelirler. Her birey neden mutsuzluk yaşadığına ilişkin net bir yoruma sahiptir: Eşinin yaptıkları veya yapmadıkları. Her biri şu varsayımdan hareket eder; eşi şöyle değil de böyle yapsa veya şu yaptığını yapmasa veya şunu daha fazla yapsa bu kadar mutsuzluk yaşanmayacaktır. Her biri karşısındaki eşin değişmesi gerektiğine inanır. O değişmedikçe mutsuzluk devam eder. Ettikçe suçlama artar. Dolayısıyla iki tane değişim bekleyen, iki tane suçlayan ve iki tane de mutsuz ve kızgın insan vardır karşınızda. Çiftlerde görülen bu “çevresel sorumluluk” inancı –“mutsuzluğumuzun nedeni eşimdir”– dikkati eşin ne yapıp yapmadığına yoğunlaştırır. O ne yaptı? Yine yaptı. Bak yine yapıyor. Gördün mü yapmaya devam ediyor… Dikkat hep karşısındaki eşin aldığı kararlar ve sergilediği davranışlardadır. Çevresel sorumluluk, yaşanan duygunun nedenini dışarıda arayan öğrenilmiş bir yorum kalıbıdır. Haliyle çalıştığım çiftlerde sıklıkla bu nedenselliği yansıtan “senin yüzünden”, “beni çok kırdın”, “beni sanki özellikle mutsuz ediyorsun”, “sen öyle yaptıkça biz mutlu olamayız” gibi cümlelere tanıklık ederim. Çiftler bir psikoloğa “bireysel sorumluluk” gerçeğini hatırlamak için gelmezler. Aslında bunu hiç ummazlar. Onlar birbirlerini değiştiremedikleri gerçeğini görmüşlerdir. Her bir eş, karşı-


Bireysel Sorumluluğun Ne Kadar Farkındayız?

23

sındakinin değişmesi gerektiğine inanmıştır. Ama karşısındakini inandıramamıştır. Bir uzmana gitme gerekçeleri asıl burada yatar. Uzman onları bir “hâkim” veya “hakem” gibi dinleyecek ve onlara hangisinin değişmesi gerektiğine karar verecektir! Karar öncesi her biri yırtınarak “hâkimi” kendi haklılığı, yani eşinin değişmesi gerektiği konusunda ikna monologları yaparlar. Monologlar eşin yaptıklarını değiştirmesi ve kararlarını gözden geçirmesi gerekliliği üzerine kurgulanmıştır. Aslında tam bir kördüğümdür ve kilitlenme halidir sergilenen. Her iki taraf da mutluluğun yolunun açılması için karşısındakinin değişmesine koşullanmıştır. Tam bir değişmezlik, imkânsızlık ve seçeneksizlik tablosu söz konusudur. Neden imkânsızdır karşındakini değiştirmek? Çünkü her birey kendi nörolojik bahçesinin tek sahibidir. Orada ne yorum yapılacağı, bir yoruma ne kadar sahip çıkılacağı, yorumun nasıl ve ne şekilde değiştirileceği gibi konular daha önceki bölümde sözü edilen ve sadece ona bahşedilmiş “bireysel sorumluluğunun” tekelindedir. Tek söz sahibi bireydir. O karar vermedikçe hiçbir karar, tercih, yorum değişmez. Bu temel insan gerçeğini çoğu birey görmezden gelir. Bu gerekçeyle her bir eşin “karşısındakini değiştirebileceği”ne olan inancı, her bireyin kendi duygu ve davranışlarıyla ilgili sahip olduğu “sorumluluk” gerçeğiyle tümüyle çelişiktir. Daha net bir ifadeyle, bir başkasını, o “öyle karar vermedikçe” değiştirmek imkânsızdır. Mutluluğu eşin değişimine koşullamak neden seçeneksizliktir? Şu cümleye bakalım: “Sen böyle davrandığın sürece bizim mutlu olmamız mümkün değil.” İfade, iki hidrojen bir oksijenle bütünleşmedikçe su olması mümkün değildir cümlesinin altyapısında yatan mantıktan hiç de farklı değildir. Bu olmazsa olmaz mantığıdır. Ya olacak, ya olacak… Bu, başka bir seçenek öngörmeyen, seçeneksizlik yansıtan bir mantıktır.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.