Türkiye de müzelerde bilgi yöntemi uygulamaları

Page 1

T.C. ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ BİLGİ VE BELGE YÖNETİMİ BÖLÜMÜ

SEMİNER Türkiye’de Müzelerde Bilgi Yöntemi Uygulamaları

Hazırlayan: Sadet DOĞAN 110217022 Tuğba ÖZTÜRK 110217042 Serkan ORMAN 110217004 Tülay COŞMAN 110217015 Akif DURSUN 110217010

DERS SORUMLUSU Arş.Gör. Burcu AYDEMİR ŞENAY

ERZURUM 2014

İÇİNDEKİLER

1


1.BÖLÜM: GİRİŞ 1.1.KONU Görsel sanatlar eğitimi günlük yaşantımızın her alanında karşımıza çıkan ve bireyi etkileyen, bireye şekil veren vazgeçilmez bir alan olarak tüm eğitim sistemi içinde özel bir yere sahiptir. Bu alanın en önemli araştırma ve uygulama mekânlarını müzeler ve galeriler oluşturmaktadır. Müzelerin topluma ulaşılabilirliği, gerçekleştirdiği çalışmaların kimlere, nasıl ve ne ölçüde ulaştığı ile değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmeler iletişim alanında müzelerle ilgili çalışmaların artmasıyla 20.yüzyılda başlamıştır (Uralman, 2000, s. 108). Çağdaş müzecilik anlayışında tüm müzelerin ortak amacı, iletişim sürecinde toplumun gelişimine katkıda bulunmak ve içinde bulunduğu toplumun göstergesi olmaktır. Bu ortak özellik, Uluslararası Müzeler Birliği (International Council of Museums-ICOM) tarafından yapılan müze tanımında belirtilmektedir. Bu tanıma göre müze; “eğitim ve eğlence amacıyla koleksiyon oluşturan, koruyan, araştıran, iletişim kuran ve sergileyen, toplumun ve gelişiminin hizmetinde olan, kar amacı gütmeyen sürekliliğe sahip bir kuruluş olup, insanoğlunun ve çevresinin soyut ve somut bir göstergesi şeklinde tanımlanmaktadır (ICOM 2004). Bu tanımın yanında Allan müzeyi “eşya koleksiyonlarını inceleme, araştırma ve 2


yerleştirmek için düşünülmüş bir bina şeklinde tanımlamaktadır (Önder, Abacı ve Kamaraj s. 107). Müzeler toplumu geliştirme ve toplumun bir göstergesi olabilmek için hizmet sunan kuruluşlardır. Endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde bilgi yönetimi pek çok kurum gibi müzeleri de ilgilendirmiştir. Müzelerde bilgi yönetimi sadece nesnelerin toplanıp depolanmasını değil, toplumun gelişimine katkıda bulunan hizmetlerin geliştirilmesini desteklemektedir. Müzelerin bilgi kurumu olarak örgütlenmeleri, bilgi hizmetlerini geliştirmeleri ve bunun sonucunda toplumun gelişimine katkıda bulunmaları kütüphane ve arşiv çalışmalarından, araştırma birimlerinden, yürütülen projelerin niteliklerinden, belgeleme ve koruma faaliyetleri toplumun gelişimine katkıda bulunmaktadır. Eğitim çalışmaları, yayınlar, bilgi-belge merkezleri, gösteriler, toplantılar, söyleşiler ve kurslar müzelerin toplumla yakınlaşmasını sağlayan en yaygın hizmetler olarak bilinmektedir. Müzedeki hizmetler nesne odaklı hizmetler, nesne odaklı bilgi hizmetleri ve bilgi hizmetleri olarak gruplandırılmaktadır. Nesne odaklı hizmetler veren müzelerde bilgi sunulan nesnelerle sınırlıdır ve ziyaretçiye ulaşma kaygısından çok bir gösteriş ögesi olarak algılanmaktadır. Nesne odaklı bilgi hizmeti veren müzeler de nesneye sahip olmanın önemi devam eder ancak, nesneler bilgilerle desteklenerek halka sunulmaktadır. Bilgi odaklı hizmetler veren müzeler de bilgi toplumunun çerçevesinde gerçekleşmektedir (Uralman, 2000, s. 120). Müzeye gelen ziyaretçilerin müzeyi etkin olarak kullanabilmeleri için bu konuda bilinçli olmaları gerekmektedir. Bu bağlamda da müze eğitimi öne çıkmaktadır. Bilgi yönetimi (information management; IM) her türlü örgütün etkin olarak işletilmesiyle ilgili bilginin sağlanması, düzenlenmesi, denetimi, yayımı ve kullanımına yönetim ilkelerinin uygulanmasıdır. Bilgi terimi burada örgüt içinde ya da dışında yaratılmış değerli bilgileri (üretim verileri, personel kayıtları ya da dosyaları, pazar araştırması verileri, çeşitli kaynaklardan toplanan rekabetçi bilgi) kapsamaktadır. Bilgi yönetimi örgütsel performans bağlamında bu bilginin değeri, kalitesi, sahipliği, kullanımı ve güvenliğiyle ilgilidir. Bilgi yönetimi terimi “doğru karar vermek için doğru formda, doğru kişiye, doğru maliyetle,

doğru

zamanda,

doğru

yerde,

doğru

bilgiyi

sağlamak”

olarak

tanımlanmıştır(Tonta,s.3). Müze eğitimi ile müzeciliğin tarihi, türleri, amaçları ve işlevleri ile ilgili bilgiler edinme, müzeleri eğitim amaçlı kullanabilme alışkanlığı edinme, müzelerde yer alan farklı kültürlere ait sanat eserleri ve tarihi eserlerdeki benzerlik ve farklılıkları fark edebilme gibi özellikler amaçlanmıştır (Buyurgan, Mercin ve Özsoy, 2005, s. 129). 3


Araştırmanın konusunu Türkiye’deki müzelerde bilgi yönetimi, müzenin önemi ve gerekliliği oluşturmaktadır. 1.2. Araştırmanın Amacı Atagök ve diğerlerine göre (1985), “müze, toplumun bilimsel ve kültürel geçmişini yansıtan ve geleceğini biçimleyecek öğeleri araştıran, toplayan ve koruyan, sergileyen, belgeleyen, yaşatan ve yönlendiren yaygın bir eğitim kurumudur.” Bu tanımdan yola çıkarak müzelerin toplumun her alanında bir eğitim kurumu olarak kullanıldığı görülmektedir. Tarih boyunca bütün müzeler geçmiş hakkında gerek işitsel gerekse görsel materyaller açısından zengin bir koleksiyona sahiptirler. Müzeler bulundukları çevrenin geçmişine kaynaklık edecek her türlü malzemeyi toplayarak, koruyarak, saklayarak ve bunları toplumun yararına sunarak gelecek nesillere aktarmakta önemli rol oynamaktadır. Müzeler kaynakları belirli aşamalardan geçerek eskimeden, yıpranmadan, hiçbir kayba ve zarara uğramadan korunmasına önem gösteren bir kurumdur. Bu bakımdan müzelerde belirli önlemler alınması başta gelen amaçlarındandır. Ziyaretçiler müzeye girdiklerinde görevliler tarafından bu önlemler için bilgilendirilmektedir. Aynı zamanda ziyaretçilerin daha iyi şekilde bilgilenmesi amacıyla rehberler görsel materyallerin hangi amaçla, ne zaman, nerede ve niçin kullanıldıkları hakkında bilgi vermektedirler. Bilgi yönetimi, kurumların bilgi organizasyonlarına dönüşerek güçlenmesini sağlar. Bilgi organizasyonu olabilmek için altı temel yeteneğe sahip olunması gerektiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bunlar: üretebilme yeteneği, cevap verebilme yeteneği, öngörebilme yeteneği, yaratma yeteneği, öğrenme yeteneği, dayanma ve ayakta durma yeteneği olarak ifade edilmiştir (Uralman,s.112). Müzeler, bir yandan konusu gereği topladığı, depoladığı, arşivlediği, koruduğu eserlerle kültür ortamı olma amacını gerçekleştirirken, diğer yandan sergileme ve uygulama çalışmaları gibi yollarla eğitim amacını da gerçekleştirerek bir bütün olma özelliğine ulaşmaktadır. Bu bağlamda araştırmamızın amaçları aşağıdaki gibidir;  Müzeciliğin tarihi, amaçları, işlevleri ve müze türleriyle ilgili bilgiler edindirme  Kültür ve uygarlıklar, müze ve sanat, müze ve eğitim, müze ve toplum konularında bilgiler edindirme  Müzeleri sanat eğitimi amaçlı kullanabilme alışkanlığı kazandırma

4


 Müzelerde yer alan farklı kültürlere ait eserlerdeki benzerlikleri görme ve farklılıkları ayırt edebilmeyi kazandırma  Müzede yapılan sanat eğitimi aracılığıyla sanat eserlerine ilgi duymayı ve değer vermeyi sağlama, eserleri koruma bilinci kazandırma  Müzede yapılan sanat eğitimi aracılığıyla bireylerin sanat eserleriyle karşı karşıya gelmelerini

sağlayarak

onlara

uygulama

çalışması

ve

eser

eleştirisi

yaptırabilmelerini sağlama (Denizci ve Mirza, 2012, s. 70). Bu amaçlar doğrultusunda Türkiye’deki müzelerde bilgi yönetimi ve önemi araştırmak hedeflenmiştir. Yukarıda yer alan maddelerin dışında araştırmanın asıl amacı Türkiye’deki müzelere bilgi yönetiminin nasıl yansıdığını ölçmek oluşturmaktadır. 1.3.Araştırmanın Önemi Müzeler, her yaş ve özellikteki birey için tarihsel mirası tanıyarak, bu mirası sahiplenme, koruma, geliştirme, üst düzey bir kültürel bilgi birikimi sağlama açısından son derece önemli kurumlardır. Günümüz koşullarının, nasıl bir geçmişten etkilenerek oluştuğunu anlamak, geleceği yapılandırırken daha zengin ve bilinçli bir düşünce yapısına sahip olunmasını sağlar. Müzeler, tarihin en alt dönemlerinden kalan kültürel değerleri, objeleri, koleksiyonları ve milletlerin tarihini yansıtan en önemli kurumlardan birisidir. Geçmişimize sahip çıkmak, koruma altına almak için günümüzde müzelerin önemi artmaktadır. Müzelerdeki koleksiyonlardan geçmişin nasıl yorumlandığı anlaşılarak hayatımıza büyük katkı sağlayarak tarih bilinci uyandırmaktadır. Kısaca geçmişe ışık tutması bağlamında müzeler büyük önem taşımaktadır. Günümüzde, müzeler farklı eğitim ortamı olarak çağdaş eğitimi önemseyen ülkelerin en çok yararlandığı kurumlar olmuştur. Müzelerin geçmişine bakılacak olursa, altında koleksiyonculuğun yattığı görülür. Günümüze dek değişik coğrafyalarda ve dönemlerde var olan uygarlıkların oluşturdukları kültürlerin özelliklerini yansıtan, ait oldukları uygarlığın yaşam biçiminin önemli kanıtları olan ve ait olduğu dönemin estetik beğenisini yansıtan özenle toplanmış nesnelerin, bir zaman sonra belirli bir yapı içinde korunma gereksinimi ortaya çıkmıştır (Önder, Abacı ve Kamaraj s. 104). Müzeleri önemli kılan özellikler aşağıdaki gibi sıralanacak olunursa;  Halkı müzelerdeki materyalleri koruma açısından bilinçlendirmek  Materyallerin

geçmişte

hangi

bilgilendirmek 5

koşullarda,

nasıl

kullanıldığı

hakkında


 Geçmişle gelecek arasında ilişki kurmak  Müzelere gitmenin insanlığa yararlı olunacağı hakkında bilgi sağlamak  Yaratıcı düşünme, estetik, mantık, problem çözme gibi faaliyetlerde yarar sağlamak  Görsel algılama bilinci aşılamak  Yer alan sanat eserlerini koruma, değer verme, ilgi bilinci geliştirmelerini sağlamak. Bu özelliklerden hareketle müzeler, nesne odaklı olmaktan çıkıp bilgi odaklı bir bilgi kurumu haline gelmiştir. Araştırmamızın önemi Türkiye’deki müzelerde bilgi yönetiminin nasıl ele alındığını ortaya koymak oluşturmaktadır. 1.4. Araştırmanın Yöntemi 1.4.1. Kavramsal Çerçeve Literatürde müze konusunda çok sayıda yayın hazırlanmıştır. Söz konusu olan yayınlarda müzeler ve müzelerin önemli sorunları halk açısından önemi ve bu konuya ilişkin sorunlar incelenmiştir. Akademisyenlerin konu hakkında hazırladıkları araştırmalar ve bu araştırmaların özellikleri şu şekilde sıralanabilir: Hanzade Uralman, “Müzelerin Topluma Ulaşabilirliğinde Bilgi Yönetimi” adlı çalışmasında çağdaş müzecilik anlayışında tüm müzelerin ortak amacının, bu iletişim sürecinde toplumun gelişimine katkıda bulunmak ve içinde bulunduğu toplumun bir göstergesi olmak olduğunu belirterek kültürel değerleri halka ulaştırmada bilgiyi yönetmenin önemine vurgu yapmıştır (Uralman, 2006, s. 108). Yine Hanzade Uralmanın , “Müzelerin Topluma Ulaşabilirliği Bilgi Yönetimi” adlı çalışmasında müzeleri ilgilendiren standartları izleyerek bunlara katılmak, aktivitelerin devamını ve gelişimini sağlamak için değişik kaynaklar elde etmek ve sunmak; müzelerin ziyaretçi tipini, bir kerelik ziyaretçiden devamlı ziyaretçiye dönüştürmek için çalışmak; bilimsel ilerlemeyi desteklemek nesneyle doğrudan ilgili olmayan müzeciliğin yeni gelişen alanları olmuştur. Ayrıca yeni bir araç olan elektronik ortamda, nesnenin aslı değil, bilgisi ön plandadır ve günümüzde nesnelerin görüntüsü elektronik ortama aktarılmakta ve belgeye dönüştürülmektedir (2006, s. 112).

6


Yaşar Tonta ,” Bilgi Yönetiminin Kavramsal Tanımı ve Uygulama Alanları” adlı çalışmasında bilgi yönetiminin her türlü örgütün etkin olarak işletilmesiyle ilgili bilginin sağlanması, düzenlenmesi, denetimi, yayımı ve kullanımına yönetim ilkelerinin uygulanması şeklinde ifade etmiştir. Özgür Selvi, ” Bilgi Toplumu, Bilgi yönetimi ve Halkla İlişkiler” adlı çalışmasında bilgi

yönetimine , organizasyonel amaçların daha iyi bir şekilde gerçekleştirilmesi için

bireylere, takımlara ve bütün organizasyona bilginin kolektif ve sistematik olarak elde edilmesi, paylaşılması ve uygulanmasına olanak sağlayan yeni bir disiplindir şeklinde değinmiştir(2012,s.2001). Müzelerin eğitim ve öğretimde kullanılmasına ilişkin ulusal ve uluslararası çeşitli araştırmalar yapıldığından bahseden Kaya

Yılmaz

ve

Mustafa

Şeker,

“İlköğretim

Öğrencilerinin Müze Gezilerine ve Müzelerin Sosyal Bilgiler Öğretiminde Kullanılmasına İlişkin Görüşlerinin İncelenmesi” adlı çalışmasında bu araştırmalardan elde edilen bulguları kısaca şöyle özetlemiştir; Müzelerin insanların geçmişle günümüz arasındaki ilişkiyi görmelerini sağlama açısından tarih kitaplarından ve okullardaki geleneksel tarih öğretiminden daha etkili olduğu; müzelerin lise tarih öğretmenlerinden, üniversite profesörlerinden ve tarih kitaplarından daha güvenilir tarihsel bilgi kaynağı olarak görüldüğü; insanların geçmişten kalan gerçek nesneleri barındıran müzelerdeki tarihi sevdikleri ama ezber gerektiren okullardaki tarihi sevmedikleri belirlenmiştir (2012, s. 24). Bozkurt

“İletişim Bağlamında Müze Teknolojileri ve Müzelerde Enformasyon adlı

çalışmasında her geçen gün topluma biraz daha yaklaşan müzeler elde ettikleri verileri, araştırma sonuçlarını ve bilimsel bulguları kamuya sundukları gibi, eğlence ve keyifli vakit geçirme amacıyla oluşturdukları alt yapılar yardımıyla da ziyaretçi- müze ilişkisine yeni bir boyut kazandırmayı hedeflediğini belirtmektedir (2012, s. 23-25). Yine Bozkurt “İletişim Bağlamında Müze Teknolojileri ve Müzelerde Enformasyon adlı çalışmasında günümüz toplumlarının sosyolojik, teknolojik ve algısal olarak bir dönüşüm süreci içinde olduğunu düşündüğümüzde, topluma dönük hizmetlerde de bir değişim gelişim süreci olduğunu ifade etmiş. Toplum hizmetinde olan kurumlar olarak müzeler iletişime, iletişimin temel öğelerine ve bu kavramları çıkış noktası olarak kullanan halkla ilişkiler olgusuna hakim olabilirse, toplumsal ve bireysel dönüşüme yön veren ya da referans noktası olabilen bir yapı kazanabileceklerini ifade etmiştir (2012, s. 25). 7


Kuruoğlu” Müzelerin Eğitim Ortamı Olarak Kullanımı” adlı çalışmasında müzelerin eğitim işlevini belirli programlar hazırlayarak ya da okulların hazırladığı programlara yardımcı olarak doğrudan gerçekleştirmeleri gerektiğini açıklamıştır. Bunun için, hedef kitlesine göre çocuklar, gençler, yetişkinler için ayrı ayrı programların uygulanması gerektiğini ifade etmiştir (2002, s. 278). Türkiye’ de yapılan diğer bir çalışma Mustafa Serdar Sezer’e aittir. “Türkiye Turizm Sektöründe Müze Turizminin Payının Değerlendirilmesi” adlı yüksek lisans tezinde müzeleri kullananlar üzerinde durarak, dünyanın en nadide eserlerini içinde barındıran müzenin ziyaretçisi olmadan bir hiç olacağını belirtmiştir (2010, s. 18). Literatür araştırmasından da anlaşılacağı üzere kullanıcıların müzelere olan tutumunu ele alan çalışmalar yetersizdir. Çalışma, literatüre kaynak sağlaması açısından önem arz etmektedir. 1.5. Araştırmanın Gözlem Tekniği Bu araştırmada öncelikle dolaylı gözlem(veri toplama) yöntemiyle kaynak taraması yapılmıştır. Dolaylı gözlem(veri toplama) yöntemi: Araştırma ile ilgili veriler, doğrudan gözlemlenecek birey ve objeden alınması yerine, konu ile ilgili yayımlanmış her türlü kaynağın taranması ile elde edilir şeklinde tanımlanmıştır (Aziz, 2008, s. 73). Dolaylı veri toplama ve gözlem tekniğinin uygulanmasında uyulması gereken biçimsel özellikler vardır. Bu biçimsel özellikler, araştırmanın kaynak taramasının hem çabuk, hem güvenilir olmasını sağlamaktadır (Aziz, 2008, s. 73). 1.6. Zamanlama Araştırma 15.11.2014 tarihinde başlayıp, 27.12.2014 tarihinde bitecek şekilde yaklaşık 4 haftalık sürede tamamlanacaktır. Bu süre içerisinde yapılan işlemler aşağıda sıralanmaktadır: Kaynak araştırması

2 hafta

Kaynakların okunması

2 hafta

Araştırma metninin yazılması

2 hafta

Toplam

6 hafta

8


II. BÖLÜM: II. 1. BİLGİ MERKEZLERİ II.1. 1. Müze Sözcüğünün Kökeni ve Anlamı Günlük yaşantımızda görsel sanatlar eğitimi her alanda karşımıza çıkmakta ve günden güne artarak bireylerin gereksinimlerini karşılamaktadır. Bu alanda en önemli araştırma ve uygulama mekânlarını ise müzeler oluşturmaktadır. Müze, bir düşünce olarak insanların güzel sanatlara olan düşkünlüğü ve eser biriktirme eğiliminden doğmuştur. “Müze” sözcüğünün kökeni Grekçede kullanılan “mouseion” (museyon)a dayanır. Bu kelime Yunan mitolojisinde ilham perileri olan “Musalar” adındaki tanrıçalara adanan tapınak ve Atina’da bu tanrıçalara ayrılan tepe anlamındadır (Denizci ve Mirza, 2012, s. 14). Önemli kültür kuramlarının başında gelen müzelerin oluşumunu sağlayan en Önemli etken, şüphesiz eski eserlere veya sanat eserlerine duyulan ilginin sonucu oluşturulan koleksiyonlardır. . Latince toplamak anlamında "colligere" fiilinden türetilen koleksiyon sözcüğü, bir sanat terimi olarak "sanat yapıtlarını kişisel bir merak ve ilgi nedeniyle toplama işi" şeklinde tanımlanmaktadır (SÖzen-Tanyeli 1996, 134). Müze sözcüğü Latince, Mousa’lar (esin perileri) tapınağı demek olan “museum” ve Eski Yunanca “mouseion”dan gelir. Antikçağ’da İskenderiye’de I. Ptolemaios’un Müz’lere adadığı Mouseion isimli bir tapınak yaptırmış olması ve bu tapınakta ünlü İskenderiye Kütüphanesinin

bulunuşu,

aynı

zamanda

tapınağın,

bilginlerin

istediği

kadar

konaklayabileceği, eğitim verebileceği, araştırma yapabileceği bir bilim merkezi oluşu “müze” kavramının ve müzenin niteliğinin ne olduğu konusunda ilk ipuçlarını vermektedir (Karabıyık, 2007: 3). Eski çağlarda ilk koleksiyonların tanrı ve tanrıçalara adanmak amacıyla tapınaklarda saklanan çeşitli eşyalardan oluştuğu görülür. Antik Yunan’da sanatların koruyucusu olan “Musalar”a adanan eşya ve yazıtlar buna örnek olarak gösterilebilir (Uralman, 2006, s. 22).

9


Sanat eseri toplama eğiliminin çok eskilere dayandığı bilinmektedir. MÖ 12. yy. da Elam kralının Mezopotamya’ya yaptığı seferlerde ele geçirdiği birtakım ganimetleri alıp sarayına götürdüğü ve burada sergilediği sanılmaktadır. MÖ 9. yy.da Asurlular da bazı savaş ganimetlerini Asur şehrine getirip çeşitli yerlerde sergilemişlerdir. Bulunan eserleri sergileme geleneği Batı’da da gelişme göstermiştir. Roma İmparatorluğu’nun şaşaalı döneminde zenginlerin çeşitli koleksiyonlar yaptıkları, bazı zenginlerin evlerini halktan kişilere de gezdirdikleri bilinmektedir. Erken Rönesans Döneminde de derebeyleri, bilginler ve halk bu geleneği sürdürerek tabloları, heykelleri, değerli eşyaları toplamışlardır. Tüm bu gelişmeler koleksiyonculuğun başlamasını, bunun sonucu olarak müzeciliğin ortaya çıkmasını sağlamıştır (Denizci ve Mirza, 2012, s. 16). II.1. 2. Müzenin Tanımı Müze; Icom’un 1995de Hollanda’da toplanan 18. Genel Kurul sonuç bildirgesinin İkinci maddesinde müze tanımı içerisine; ‘’Toplumun ve gelişimin hizmetinde olan, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye dair tanıklık eden malzemelerin üzerinde araştırma yapan, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda inceleme, eğitim ve zevk alma doğrultusunda sergileyen, kar düşüncesinden bağımsız sürekliliği olan bir kurumdur.’’ Şeklinde tanımlamıştır (Atagök ve diğerleri, 1999, s. 6). Bu konuda söz sahibi başka bir birlik olan Amerikan Müzeler Birliği’nin tanımına göre; Müze, topluma açık, toplum çıkarları çerçevesinde yönetilen, federal ve eyalet vergilerinden muaf olan sanatsal, bilimsel, tarihsel ve teknolojik materyaller de dahil olmak üzere eğitimsel ve kültürel değerlere sahip nesne ve örnekleri koruyan, muhafaza eden, inceleyen, yorumlayan, bir araya getiren ve toplumun öğrenmesi ve eğlenmesi için sergileyen, kar amacı gütmeyen daimi bir kurumdur (Demir, 1998, s. 5). Bu tanımlamaya botanik bahçeleri, zooloji parkları, akvaryumlar, planetaryumlar, tarihi kuruluş ve evleri de kapsamaktadır, ancak burada önemli olan tanımlamada daha öncede belirtilen kar amacı gütmeyen kuruluşlar açıklamasıdır. İngiltere Müzeler Birliği’nin tanımına göre de Müze, kamu yararı için maddi kanıtları ve kanıtlarla ilgili bilgileri toplayan, belgeleyen, muhafaza eden, sergileyen ve yorumlayan bir kurumdur (Demir, 1998, s. 5). Ayrıca müze tanımı içerisine; I- Toplum ve çevresi ile ilgili malzemeyi sunan, koruyan, toplayan müze karakterindeki sit alanları, sit alanları ve tarihi anıtlar, doğal, arkeolojik ve etnografik anıtlar ve sitler, II- Yaşayan bitki ve hayvan türleri ile ilgili koleksiyonları bünyesinde barındıran botanik ve zoolojik bahçeler, akvaryumlar ve vivariumlar gibi kuruluşlar III- Bilim merkezleri ve planeteryumlar 10


IV- Arşiv merkezleri ve kütüphaneler tarafından sürekli tutulan sergilemeler ve koruma enstitüleri V- Doğal rezerv alanları VI- Müzelerden sorumlu uluslararası, ulusal, bölgesel yada yerel organizasyonlar, idari birimler VII- Müzeler ve müzeoloji ile ilişkin araştırma, eğitim, belgeleme ve diğer etkinlikleri yürüten kazanç sağlama endişesinden uzak kurum ve kuruluşlar dahil edilmişlerdir (Atagök ve diğerleri 1999, s. 8). Müzeler İç Hizmet Yönetmeliği’nde ise müze; “Kültür varlıklarını tespit eden, ilmi metotlarla açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, halkın kültür ve tabiat varlıkları konusundaki eğitimini, bedii zevkini yükselten, dünya görüşünü geliştirmede tesirli olan daimi kuruluştur” şeklinde tanımlanmaktadır. Günümüzde müzelerin toplama, koruma, belgeleme, sergileme ve eğitim gibi asıl amaçlarının yanında, diğer birçok kullanım içerisinde de gerekli mekansal ortamı yarattığı görülmektedir. Bugünümüzün müzeleri;  Çevreyi gezme, görme ve turizm,  Eğitim,  Tarihi mekan ziyaretlerinde,  Eğlence,  Hediye satın alma,  Yeme-içme,  Akademik ve amatör araştırma,  Derleme ve kaydetme,  Sosyal ve toplumsal çalışma,  Kişisel, politik ve sosyal amaçların gerçekleştirilmesi,  Materyal ödünç verme,  İstihdamın yaratılması,  Gönüllülerin istihdam edilmesi,  Yerel, bölgesel veya ulusal imaj oluşturma,  Televizyon, radyo, film gibi kullanımlarda alan çalışması,  Ürün tanıtımı,  Beceri ve sanat eğitimi,  Eğlence ve özel etkinlikler için bir mekan oluşturmaktadırlar.

11


Başka bir deyişle, müzeler sahip oldukları mekansal özellikleri ve işlevleri ile yukarda sayılan birçok etkinlik için gerekli mekansal gereksinimi karşılayabilmektedirler (Boyar, 2006: 8-9). Müzelerin yukarıda değinilen işlevlerinin gün geçtikçe artmasıyla birlikte müze türleri de gün geçtikçe artmaktadır. Neredeyse her konuda herhangi bir yerde bir müze kurulabilmektedir. Gerçi bunlara müze demenin ne derece doğru olduğu da tartışma konusudur. Eğlence ve seyahat sektörünün hızla gelişmesiyle birlikte müzeler de kendilerine olan ilgiyi canlı tutabilmek amacıyla değişime gitmektedirler. Müzeler gitgide ticari girişimlere benzetilmektedir. Bu durum müzelere ticari bir işletmeden farklı kimlik kazandırmaya çalışan müze çalışanları açısından hoş karşılanmamaktadır. Müzelerin doğasında gözle görülür bir değişim gerçekleşmektedir. Artık ziyaretçilerden müzedeki eserlere huşu içerisinde bakmaları beklenmemektedir. Ziyaretçi katılımına daha fazla vurgu yapılmaktadır. “Yaşayan müzeler” “ölü müzeler”in yerini almaktadır (Urry, 2009: 208, 210, 215). II.1. 3. Müzenin Amaç ve Görevleri Müze ICOM 1995 bildirgesinde toplumun hizmetinde olan, halka açık, insan ve yaşadığı çevreye dair tanıklık eden malzemelerin üzerinde araştırma yapan, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda inceleyen, eğitim, zevk alma doğrultusunda sergileyen, kar düşüncesinden bağımsız, sürekliliği olan kuruluş olarak tanıtıldı. Beş temel sorumluluk alanları içerisinde Toplama, Koruma, Araştırma, Sergileme ve Eğitim bulunmaktadır. Müzelerin asıl çıkış noktası henüz tam olarak saptanmış değildir, nedenleri ve nasılları arasında bir çok teori üretilmiş bunların arasına bazı romantik mitolojik efsaneler bile yerleştirilmiştir, ilkel kabilelerde bile, ki bu toplayıcı ve avcı topluluklarında içerisine alır, kişiler ve topluluklar tabiat veya düşmanlarına karşı olan başarılarını sergilemek amacı ile başlatmış dahi olabilirler. Müzelerin sanat ve bilim adamlarına tetkik ettikleri konular üzerinde malzeme sağlamak, halkın kültürünün artmasına yardımcı olmak gibi görevleri bulunmaktadır. Bu görevlerin yanında yine müzelerin okullara materyaller ödünç verme, sınıf dışı sunum olanakları sağlama ve öğretmenlerin mesleki gelişimlerine katkıda bulunma gibi görevleri de bulunmaktadır. Müzelere gelen ziyaretçilerin ve müzelerin amaçları farklıdır. Ziyaretçiler açısında bu amaçları şu şekilde ifade edebiliriz:  Diğer insanlarla birlikte olmak ya da sosyal etkileşim, 12


 Değerli bir şeyler yapmak,  Yeni yaşantılar geçirmek,  Öğrenme fırsatı yakalamak,  Aktif katılım,  Huzurlu bir ortamda kendini rahat hissetmek gibi çeşitli sebepler içermektedir (Altın ve Oruç, 2007, s. 128). Müzelerin amaçlarını da farklı fikir ve duyguları bir araya getirmek, kültürel farklılıkların anlaşılmasına yardımcı olmak, ziyaretçilerin ilgilerini ve meraklarını desteklemek, özgüven uyandırmak ve yeni öğrenmelere devam etmeyi sürdürmek gibi amaçları bulunmaktadır. İnsanın en önemi özelliklerinden biriside sahip olma içgüdüsüdür, bu bazı kişilerde hiçbir şeyi atamama gibi ciddi psikolojik sorunlara sahip olabiliyorlar. Bu toplama ve sahip olma içgüdüsü zamanla orta çağda zenginliklerin sergilenmesi ve bir çeşit güç gösterisi haline geldi, zaman içerisinde bu sergilenme işlevi müzeciliğe dönüştü. Şu anda içinde yaşadığımız çağda müzeler, toplumun bilimsel ve kültürel geçmişini yansıtan ve geleceğini biçimleyecek öğeleri araştıran, toplayan, koruyan, sergileyen, belgeleyen, yaşatan ve yönlendiren yaygın bir eğitim kurumudur (Atagök ve diğerleri 1999, s.70). II.1. 4. Bilgi Merkezlerinde Bilgi Hizmetleri Müzeler, insanlığın geçmişine ait materyalleri ve bulunduğu çevreyi araştırır, korur. Elde edilenleri halka sunarak halkı eğitmeyi, eğlendirmeyi geliştirmeyi amaçlar. Müzeler, toplumun hizmetinde sürekli ve kalıcı olan, kâr amacı gütmeyen kurumlardır. Müze işlevleri, eser edinme, konservasyon, bakım, restorasyon, belgeleme, sergileme ve eğitim hatta eğlendirmedir. Günümüzde müze ulusların kendi kültür, sanat değerlerinin bir yerde toplanarak sergileme, muhafaza etme amacını geçmiştir. Toplumun gelişmesinde, modernleşmesinde kullanılan önemli bir araç görevini de üstlenmiştir. Bazı geleneksel müzeler sosyo-ekonomik konuları yansıtırken, çoğu müze mevcut olan durumu, başarılarının ve gurur duydukları askeri zaferleri yansıtmıştır. İnsanlığın en büyük sorusu nereden gelindiği üzerinedir, bu geçmişin devamlı sorgulanmasına, geçmiş ile ilgili materyallerin değer kazanmasına sebep olmuştur. Günümüz dönemi, kimliğine dair belli bir geçmişi temelinde yaratır, geçmiş, kimliğin hem temellerini oluşturur, hem de asıl kimliğe yön verir, dolayısı ile evrimsel gelişimi doğruya bilecek bir zemin işlevi görür. Müzeler geçmişin en fazla sergilendiği ve bilimsel bir açıklama arayan kurumlar olarak önemli rol oynarlar (Tüzün, 2010, s.7).

13


Tüm bunların yanında müzelerin başlıca işlevlerinin arasında sanat kalitesini geliştirmeye yönelik, görgü, eğitim ve araştırma alanı oluşturmak da bulunmaktadır. II. 1. 4. 1. Müzelerde Eser Sağlama Müzelerin eserleri bir çatı altında toplama isteği, onların zaman ve mekânda dağınık bir takım nesnelerin kolaylıkla izlenmesini sağlama amacından kaynaklanmaktadır. Müzeler, eskiden olduğu gibi günümüzde de işlevsel amaçlarından biri olan toplama görevini farklı bir biçimde yerine getirmektedirler. Müzeler toplama işlevlerini, Satın alma, zor alım ( kaçak kazılarda yakalanan mallara el konulması), bağış, hibe ve değiş tokuş yoluyla yerine getirirler. Hemen her müze bu toplama işlevini, müzenin niteliğine, politikalarına, programlarına ve fiziki altyapılarına uygun olarak kendi personeli aracılığı ile yapar. Müzelerin en sık başvurdukları toplama yöntemi satın almaktır, ancak Türkiye’de müzelerin kısıtlı imkânları buna pek uygun değildir. Bu sorun son zamanlarda tüm dünyadaki müzelerde en önemli sorun haline gelmiştir. Bir müze yönetimi bünyesinde bulunan eserleri çok iyi tanımalıdır, bu bilgileri yeni koleksiyon alımlarında yetersiz mali yapının yerinde ve lüzumunda kullanılması açısından çok önemlidir. Ayrıca müzeler temin edecekleri eserlerin kalitesi konusunda da çok dikkatli olmalıdırlar. Toplama işlevi müzelerin en önemli işlevidir. Bunun için müze personeli ve idarecileri, uzmanlar müzenin amacına uygun doğru eserlerin nerede, kimlerde olduğunu çok iyi takip etmeleri ve bunların müzelerine nasıl kazandırılacağını çok iyi bilmelidirler. Müzeler kaynak bulma sıkıntılarını devlet desteği olmadan gideremezler, bunun fon idaresi ve satın alma yöntemlerinde yeni uygulamalar esastır (Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 57). II. 1. 4. 2. Müzelerde Sergileme Sergileme müzelerin varoluş sebepleridir, eserlerini gösterme, insanları etkileme, eğitme, eğlendirme bölümüdür. Müzeler yaşamak, varlıklarını sürdürebilmek için ziyaretçiye ihtiyaçları vardır, ve ziyaretçinin bir müzeyi en iyi değerlendireceği yer sergi salonlarıdır. Salonların fiziki özellikleri yükseklikleri, ısıları, aydınlatılmaları, vitrinlerinin temizlikleri, görevlilerin davranışları müzenin bütünü bu sergileme işlevi içindir. İyi bir müze yönetimi sahip olduğu eserleri iyice planlamalı, estetik açıdan en güzel bir şekilde alıcılara yani ziyaretçilere sunmalıdır. Sunum çok önemlidir, Eserlerin tasnifi, belli bir sırayı takip etmesi, yerleştirilmeleri çok önemlidir, yan yana duran eserler bir bütünlük sağladıkları gibi birbirlerini de fazla etkilememelidirler. Objelerin bir albenisi olmalıdır ziyaretçiyi kendisine çekebilmeli, etrafında yeterli alan olmalıdır, eser ile ilgili detaylı bilgiler eserin hemen yanında, küçük çocukların da 14


okuyabilecekleri yükseklikte veya yaşlılarında iyice seçecekleri büyüklükte yazılar halinde olmalıdırlar (Tüzün, 2010, s. 7). II. 1. 4. 3. Müzelerde Restorasyon Müzelerin koruma işlevi en önemli fonksiyonlarıdır, eserler doğal olarak eski, yıpranmış belki de hasarlıdır, eşyanın tabiatı gereği zaman içerisinde madde eskir, yıpranır, küflenir ve bozulur. Müzeler eserleri korumak için ciddi bir uğraş vermeleri gerekebilir, bunun için ön araştırma, sırayla belgelendirme, tedavi ve sağlamlaştırma yapmaları gerekir. Eserlerin bulundukları yerin nemi, ısısı, ışığı, havanın kalitesi çok önem arz eder. Hangi eserin neden yapıldığı ona ne tür zararların gelebileceği son derece önemli ve ihtisas isteyen bir iştir. Nem, sıcaklık, kirlilik, ışık ve etraftaki canlılar (buna ziyaretçiler dahildir)en çok kontrol edilmesi gereken ve eserleri en çok etkileyen etkenlerdir. İtalya Floransa’da bulunan ünlü Ufizzi müzesinde eserlerin tadilatlarının yapımları halkında açıkça görebileceği bir camlı mekânda yapılmaktadır, böylelikle teşhirde olmayan eserlerin nerede olduğu, nasıl zor işlemlerden geçtiği izleyici kitlesine bir mesajla iletilmekte, aynı özen izleyici kitlesinden de beklenilmektedir. Bunu sağlamak içinde ihtisas sahibi çalışanlara, Teknik donanıma, zamana ve finansmana ihtiyaç vardır. Müzelerde koruma işlevi üç kısıma ayrılır, Konservasyon, Restorasyon, Depolama. Müzenin en önemli işlevi korumaktır. II. 1. 4. 4. Müzelerde Depolama Müzeler tüm sahip oldukları materyalleri kayıt altına almak zorundadırlar, Bunu için satın aldıkları, hibe yoluyla gelen veya alıkonulan materyallerin fiziki özelliklerine göre uygun

ortamlarda

koruma

amaçlı

olarak

depolayabilirler.

Müzelerin

bu

işlevi,

koleksiyonlarındaki eserlerin hem kolayca bulunabilmeleri, hem de kaybolmamalarını sağlamak içindir. Depolanan eserlerinde belgelenmeleri gerekir. Belgelemede farklı yöntemler kullanılabilinir. Yapılacak belgelemeler eserlerin kronolojik sıralamasına olabileceği gibi, belli dönemlere ait olarak da tespit edilebilirler (Tüzün, 2010, s. 8). Şuan yapılan uygulama materyallerin envanter defterine envanter numarası ile kayıt yapılarak depoda veya teşhirde tutularak saklama şeklindedir. II.1. 5. Müzelerde Eğitim Eğitimin hayatımızdaki yeri ve önemi oldukça büyüktür. Bütün alanlarda önemli bir yeri olan eğitim müzelerde de olmazsa olmazlar arasında yer almaktadır.

15


Müzeler eskiden var olan sorumluluklarının yanında, bugün çok önemli bir misyonu, eğitim misyonunu üstlenmişlerdir. Çünkü müze ziyaretlerinin sürekli olması, kültürlerarası iletişimin canlı tutulabilmesi ve eğitim süreci içerisinde önemli bir rolü olduğunu benimsetebilmek için eğitsel misyonunu yerine getirmek zorundadır (Altın ve Oruç, 2007, s. 127). Eğitim sadece okullarla sınırlı kalamaz, müzelerde verilen eğitim çocukların varlıklarını sorgulayabilecekleri, değişik zaman birimleri hakkında yorum yapabilecekleri, düşünce tarzlarına değişik boyutlar kazandırabilecekleri mekânlardır. “Müzelere ziyaret, bireye sanat eseri, sanatçı, akım hakkında bilgi vermekle kalmıyor, ona üst düzeyde bir yaşanmışlık ortamı sunarak onu dürtülüyor, onun insan olarak yaşam düzeyini geliştiriyor ve sadece bireyin değil aynı zamanda toplumdaki çoğu bireylerin estetik ve düşünce düzeyinde buluşmasına, toplum olarak gelişmişlik düzeyinin yükselmesine neden olmaktadır’’(Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 61). Yirmi birinci yüzyılın başlarında, müzelerin sayısında ve çeşidinde olan artış ve gelişme, toplumların sanata ve kültüre olan ilgisini yansıtır. bunun içinde müzeler bu değerli eserleri koruma, sergileme ve gelecek kuşaklara aktarma görevleri vardır. Bu görevi hakkıyla yapabilmesi içinde bir eğitim kurumu gibi çalışmak zorundadır (Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 62). Avrupa müzelerinin ve sanat galerilerinin kökeni 16. yüzyılın sonlarına gitmektedir. 16. yüzyılda Rönesans Avrupasında ortaya çıkan “nadir eser kabineleri” 1 kavramı koleksiyonların konulduğu odayı anlatmaktadır. Bu odalardaki sergiler imparatorluğun gücünü ve görkemini özellikle yabancı konuklara göstermeye yarıyordu. Müzelerin öncüleri sayılan bu odalarda doğa tarihi, jeoloji, etnografi, arkeoloji nesneleri, sanat eserleri, tarihsel kalıntılar, dinsel eserler, armağanlar saklanıyordu. 17.yüzyılda koleksiyon yapma modası İngiltere’ye ulaştı ve hem eğitimli orta sınıfta hem de varlıklı soylular arasında yaygınlaştı. Örneğin John Evelyn’in antika dolabı bugün Shoreditch’deki Geffrye Müzesînde görülebilir. Koleksiyonlar büyüdükçe daha geniş yerlere gereksinme duyuldu. 18. yüzyıla kadar “müze” sözcüğü henüz modern anlamda kullanılmıyordu. Londra’da ilk halk müzesi John Tradescant’ın dünya gezilerinde topladığı “nadir nesneler”le kuruldu. 1628’de açılan müze “Tradescant Arkı” adını aldı. Tradescant öldüğünde koleksiyon Elias Ashmole’e geçti, o da koleksiyonu Ox- ford’a verdi. 1679’da üniversitenin bir parçası olarak ilk kez müze amaçlı bir bina inşa edildi. Bu müze günümüzde Bilim Tarihi Müzesi adıyla işlevini sürdürmektedir. İngiltere’de okul yöneticilerinin bu tür koleksiyonları “eğitsel kaynaklar” olarak görmeleri Ark’ın kurulmasından hemen sonra başladı. Unesco 1979’u Uluslararası Çocuk Yılı ilan ettiğinde 16


aynı yıl bir de “çocuk ve müze” kitabı yayımlamıştır. Söz konusu kitapta 14 ülkenin (Cezayir, Belçika, Bost- vana, Kanada, Doğu Almanya, İran, Mali, Meksika, Nijerya, Portekiz, Tayland, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri) müzelerindeki eğitim ve çocuk çalışmaları ülkelerin yazarlarınca İncelenmektedir. Kitabın girişini yazan editör Olofsson (1979) müzelerin içinde bulundukları toplumlar için gitgide daha fazla “kültür merkezi” olduğunu belirtmektedir. Olofsson’un verdiği bilgiye göre, ICOM’un (International Council of Museums) 1971’de Paris’te yaptığı dokuzuncu genel konferansta müzenin güçlü bir eğitim aracı olduğu vurgulanmış; CECA’nm (Committee for Education and Cultural Action) yıllık kongrelerinde müze eğitiminin çeşitli yönleri ele alınmıştır. CECA’nın 1976’da İsveç’te yaptığı kongrede bölge müzelerinin eğitimdeki rolü tartışılmıştır. Böylece 70’li yılların müze eğitiminde önemli bir dönüm noktası olduğu anlaşılmaktadır. Unesco 1979’u Uluslararası Çocuk Yılı ilan ettiğinde aynı yıl bir de “çocuk ve müze” kitabı yayımlamıştır. Söz konusu kitapta 14 ülkenin (Cezayir, Belçika, Bost- vana, Kanada, Doğu Almanya, İran, Mali, Meksika, Nijerya, Portekiz, Tayland, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri) müzelerindeki eğitim ve çocuk çalışmaları ülkelerin yazarlarınca İncelenmektedir. Kitabın girişini yazan editör Olofsson (1979) müzelerin içinde bulundukları toplumlar için gitgide daha fazla “kültür merkezi” olduğunu belirtmektedir. Olofsson’un verdiği bilgiye göre, ICOM’un (International Council of Mu- seums) 1971’de Paris’te yaptığı dokuzuncu genel konferansta müzenin güçlü bir eğitim aracı olduğu vurgulanmış; CECA’nm (Committee for Education and Cultural Action) yıllık kongrelerinde müze eğitiminin çeşitli yönleri ele alınmıştır. CECA’nın 1976’da İsveç’te yaptığı kongrede bölge müzelerinin eğitimdeki rolü tartışılmıştır. Böylece 70’li yılların müze eğitiminde önemli bir dönüm noktası olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Olofsson bu gelişmenin hiç de kolay olmadığını söylemektedir: “Genel olarak müzelerde eğitim etkinliklerine 1970’ler- de öncelik verilmeye başlandı, ama durum her zaman böyle değildi. Müze eğitimi alanında çalışan kişiler, diğer müze etkinliklerini (toplama, koruma, araştırma yapma) daha temel işlevler olarak gören meslektaşlarıyla mücadele etmek zorunda kaldılar.” Amerikalı filozof ve eğitimci John Dewey (1859- 1952) yaşamı boyunca müzeleri sık sık ziyaret eden ve müzenin eğitim değerini kabul eden bir kişidir.1 Dewey | kendi eğitim kuramında deneyimin tamamlayıcı parçası olarak müzeyi görmüş ve 1896’da Chicago Üniversite- f si’nde kurduğu “Laboratuvar Okul”da öğrencilere yoğun müze ziyaretleri yaptırmıştır. Hein’e (2004) göre, erken 20. yüzyıl müze eğitimcileri ve yöneticileri Dewey’in fikirlerini uygulamışlar ve ilerlemeci eğitim hareketine dayanan bir müze eğitimi felsefesini savunmuşlardır. Dewey’in 1899’da üniversitede verdiği konferanslardan oluşan “Okul ve Toplum” (1900) adlı eseri onun müzelerin eğitimdeki rolüne 17


ilişkin görüşlerini ilk kez sistemli biçimde ortaya koymaktadır. Hein’e göre, Dewey yaşam deneyimleri ile okuldaki eğitsel etkinlikleri bütünleştirmeye çalışırken, müze eğitimi de Amerikan müzelerinin aktif bir bileşeni olarak gelişiyordu. Örneğin 1899’da Brooklyn Çocuk Müzesi kurulmuştu. 1909’da Newark Müzesi kurulmuş, seçkin- ci müzeciliğe karşı çıkan J.C. Dana 1929’a kadar müzenin müdürlüğünü yapmıştı. Böylece 20. yüzyılın başlarında müzenin eğitsel ve toplumsal rolü geliliyordu. Brooklyn Çocuk Müzesi’nin ilerlemeci eğitim çabaları diğer müzelerin eğitim bölümlerini de etkiledi. Müzelerin eğitim sisteminde önemli bir rol oynayabileceği görüşü hızla yayıldı. Dewey ve Dana’nın benzer görüşler ileri sürmeleri ilerlemeci ilkelere bağlı olmalanndan geliyordu. 20. yüzyılın başlarında ilerlemeci hareket sadece eğitim alanıyla ilgili değildi; kentleşme, sanayileşme, göç gibi daha geniş toplumsal sorunlarla uğraşıyordu. Dolayısıyla müzelerin eğitim sisteminde oynayabileceği role ilişkin görüşler sadece Dewey ve Dana’ya özgü değildi, erken 20. yüzyılın ortak görüşüydü. Ancak Hein, Dewey’in katkısının hâlâ önemli olduğu kanısındadır (Hein, 2004). Ancak Tran, müzelerin okulu tamamlayan bir kaynak olarak kullanılmasına ilişkin araştırmaların genellikle öğretmen ve öğrencilerin bakış açılarından yapıldığını, müzedeki etkinliklerde müzecilerin ve müze eğitimcilerinin payının ihmal edildiğini ileri sürmektedir. Tran’a göre müze eğitimcilerinin öğretim uygulamalarını araştırmanın iki temeli vardır. Birincisi, müze gezileri okulun alışılmış günlük programına bir aravermedir ve öğrenciler için yeni alanlarda yapılır. Müze eğitimcileri ve öğrenme çevresi öğrenciler için yenidir, ilgiyi ve merakı uyandıracak bir gücü vardır. İkincisi, öğrencilerin ve öğretmenlerin öğrencinin öğrenme kazanından üzerinde, müze gezisi öncesinde, gezi sırasında ve gezi sonrasındaki etkinlikler yoluyla önemli bir etkisi vardır. Öğretmenler müze gezisini planlamada ve sürdürmede acemidirler; buna karşılık eğitimciler kendi kuramlarındaki programın eğitsel potansiyelleri konusunda uzmandırlar. Tran’a göre müzeler öğrenme ve öğretme çevreleridir; bu çevrelerin özgür seçime ve değerlendirme yapmaya dayanan doğası öğrenmeyi desteklemekte ve geliştirmektedir. İnsanlar ve özellikle çocuklar doğuştan öğrenme isteğine sahiptirler, müze gibi informal çevreleri belirleyen özellikler öğrenmeye yönelik içsel güdüyü beslerler. Araştırmaların müzedeki deneyimlerin değerine gösterdikleri ilginin özellikle öğrenmenin süreçlerine ve ürünlerine yönelik olması ve buna bağlı olarak ziyaretçiyi vurgulaması şaşırtıcı değildir. II. 1. 6. Müze ve Sürdürülebilirlik Sutter ve Worts’a göre müzeciler sürdürülebilirlik ile gitgide daha fazla ilgilenmektedir. Fakat müzelerin şimdi olduğu gibi sürdürülebilir olduğunu kanıtlamaya 18


çalışan bir “sürdürülebilirlik” kampanyası vardır; kanıtları da reddedilemez biçimde iyi müzelerin var olduğudur. Oysa sürdürülebilirlik, müze çalışmalarının ilk ilkelerini gözden geçirmeyi,

toplulukların

kültürel

gereksinmelerini

ve

olanaklarını

değerlendirmeyi,

(kuruluşların bu kültürel durumlara ne kadar yöneldiğini incelemeyi içerir. Müzeler sürdürülebilirliğe formal-olmayan bir eğitim sistemi aracılığıyla yöneldiklerinde, yerel ve bölgesel düzeyde toplumsal değişimi kolaylaştırıcı çok daha geniş bir rol de üstlenirler. Sürdürülebilirlik karmaşık, dinamik sistemlere, ekosantrik (ekoloji merkezli) bir dünya görüşünün geliştirilmesine yoğunlaşmayı gerektirir. Sürdürülebilirlik ile kültürün ve müzelerin toplumsal değişim potansiyeli arasındaki ilişkilerin araştırılmasında zorunluluk vardır. Sürdürülebilirlik ya da sürdürülemezlik konuları aslında kültürel sorunlardır; kültür ise insanı dünyaya bağlayan sayısız yol içerir. Sutter ve Worts, kültürün, bireyleri ve grupları kendi ekosistemlerine bağlayan karmaşık değerler ve eylemler düzenine dayandığını ya da onlara yanıt verdiğini kabul etmektedir. Müzeler, bireyleri insanlar arasında iletişim kurmaya cesaretlendiren yaşamsal ve yeni bir rol -kültürel “kolaylaştırıcı” rolü- oynamak için çok büyük bir olanağa sahiptir. Daha ilerleyici olmaya karar veren müzeler esin perilerinin (Müz’ler) yeni düşünceler sezdirdiği müze kavramına daha yakın olacaktır. Bu müzeler kişiselleşmiş, informal eğitimi, toplumun gereksinmelerine yanıt veren etkinlikleri vurgulayan temel bir görev üstlenmiş olacaklardır. II. 1. 7. Müzecilikte Yeni Yönelimler Dikkate alınması gereken ikinci değişim toplumsal alanda ortaya çıkmaktadır. Sözgelimi, boş zamanlan değerlendirme alışkanlıklarındaki değişim aileleri müze ziyaretçileri içinde ilk sıraya getirmiştir. Yaşlı insanların daha çok boş zamanı vardır. Ailelere ve yaşlılara verilen hizmetler bu insanları müzenin dünyasına katmaktadır. Müzelerin yaşlılara, bebekli ailelere birtakım kolaylıklar (tekerlekli sandalye, bez değiştirme odası, vb.) sağlaması gündemdedir. Yeni müze binaları birçok yeni hizmeti (alışveriş, yemek yeme, müzik dinleme, vb.) verebilecek şekilde planlanmaktadır. Bu çabanın nedeni eğitimin ancak rahat koşullarda yapıldığı takdirde yararlı ve etkili olabileceği bilgisidir. Öte yandan, diğer boş zaman etkinliklerinden farklı olarak, pek çok kişi için müze deneyiminin belirsiz ve bulanık olması önemli bir sorundur. Buna karşılık kimileri de müze hakkında olumlu bir imgeye sahiptir. Toplum içinde olumlu bir müze algısının oluşması büyük ölçüde müzenin çabaları (sergiler, eğitim programları, çalıştaylar, vb.) ile olanaklıdır. Toplumsal değişimin müze ve onun eğitim işlevi için önemli bir yönü de bilgi teknolojisinde ortaya çıkan ilerlemelerdir. Ancak bilgi teknolojilerinin hızındaki ve hacmindeki aşırı artış birçok olumsuz sonucu da birlikte 19


getirmektedir. Mesajın tek yönlü olması, alıcının yanıt verememesi gerçeğin kavranmasını da kısıtlar. Oysa müze, gerçek nesneler içermesi nedeniyle, kişiye yeni yorumlar yapma, kendi anlamlarını üretme olanağını verir. Bu aktif anlam ve yorum olanağı müze ve müze eğitimi için son derece önemlidir II. 1. 7. 1. Hooper-Greenghill’e (1992) göre Hooper-Greenhill (1992), müze eğitiminin müzenin koleksiyonları ile ziyaretçilerin ilgileri arasında ilişki kurma süreci olarak tanımlanabileceğini belirtmektedir. Bu eğitsel amaç her zaman müzenin başlıca işlevlerinden biri olmuştur, günümüzde de artarak sürmektedir. Boş zamanı değerlendirme endüstrisinin gelişmesiyle birlikte müzeler de eğitim ile boş zaman arasında denge kurmuşlar, böylece hem zevkli hem değerli deneyimler ve fırsatlar yaratma potansiyeli sağlamışlardır. Hooper-Greenghill’e (1992) göre, “müzelerdeki eğitim yaşamboyu, aktif, canlı, katılımcı ve yenilikçidir.” (6). Ziyaretçiler müzedeki nesnelere dokunabilmeli, bir kalenin ya da tarihsel evin bahçelerini ve binalarını keş- fedebilmeli, müzecilerle eski bir tablonun nasıl korunduğu hakkında konuşabilmelidirler. Müze eğitimi yapmanın tek bir yolu yoktur, her müze kendi yöntemini bulmak ve uygulamak zorundadır. Müze eğitiminin doğasını etkileyen pek çok etken vardır: müzenin koleksiyonları, değişik ziyaretçiler (öğrenciler, çocuklar, yetişkinler, aileler), eğitim yöntemleri (sergiler, drama, dokunma oturumları, konferanslar, gösteriler vb.). Her müze bu etkenlerin özel bir karışımı ile hareket etmek durumundadır. “Müzeler, dikkatli bir planlama ile, uygun koleksiyonlar, olanaklar ve hizmetler yoluyla okullara doğal çevre konusunda öğretim yapmak için yardımcı olmakta önemli bir rol oynayabilirler” (10) demektedir. Hatta müzeler başka yerlerde bulunamayacak olanaklar da sunabilirler. Örneğin birçok müze yerel çevre kayıt merkezi olarak işlev görmektedir. Özellikle bilgisayar teknolojisi çevreye ilişkin bilgiler için bir ağ oluşturduğu gibi ekosistem modelleri de yaratabilmektedir; böy- lece öğrenciler önemli ekoloji sorunları hakkında simülasyon yoluyla bilgi sahibi olabilmekte ve çözülm düşü- nülebilmektedirler. Üstelik öğrenme etkinlikleri okul gruplarıyla da sınırlı değildir. Birçok müze yetişkinler ve aile grupları için de çevre hakkında eğitim olanakları sağlamaktadır. Tarihsel nesnelerden öğrenme konusuna gelince, Durbin (1989) tarihsel nesneleri geçmişte yapılmış herhangi bir madde olarak tanımlamakta, bunların çok eski olması, nadir olması, hatta tam olması gerekmediğini vurgulamaktadır. Önemli olan bize geçmiş hakkında bilgi vermeleridir. Durbin, tarihsel nesnelerin öğretimde sıklıkla kullanıldığını, ama bu kullanımın değerlendirilmesinin ihmal edildiğini belirtmektedir. Başka bir deyişle, nesnelerden öğrenmenin doğası hakkında 20


araştırmalara gereksinme vardır. Tarih öğretimi alanında yapılmış bazı araştırmalar, 7 yaşında ve daha büyük çocukların nesneleri kullanma yoluyla tarih ve kronoloji kavramlarını kavradıklarını göstermiştir. Tarihsel nesnelerin değeri sadece tarih öğretimiyle de sınırlı değildir. Nesneler dikkati çekme ve uyarma özelliğine sahiptir. Öte yandan, müzenin nesne koleksiyonlarından ibaret olmadığı görüşü müzecilikteki en önemli değişim sayılabilir. King (2001) günümüzde sadece koleksiyonların bir yeri müze haline getirmeyeceğini belirtmekte- ’ dir. Geleneksel tanımıyla müze, koleksiyonları olan, onları gelecek için koruyan ve ziyaretçileri için yorumlayan bir kuruluştu. 19. yüzyılda müzeler görevlerinin yorumcu yönünü, yani bilginin yaratılması ve iletilmesi işlevini vurgulamaya başladılar. Son yıllarda ise müzelerin sorumlulukları konusunda önemli değişimler oldu. Müzelerin öncelikle koleksiyonlarını korumak ve onlar hakkında bilgi yaratmak için var oldukları düşüncesi müzelerde hâlâ egemen olmakla birlikte ziyaretçilere doğru önemli bir değişim yaşandı. King, görev anlayışındaki değişimi göstermek için önce 1940’lardan -sanat müzeleriyle ilgili- şu tanımı getiriyor: “Müzenin görevi geçmişin güzel nesnelerini gelecek için korumak, bu sırada halk için eğitim ve eğlence sağlamaktır.” Başka bir örnek: “Müzenin görevi Amerikan sanatlarını toplamayı, korumayı, araştırmayı, sergilemeyi ve yayımlamayı desteklemektir.” Günümüzdeki görev tanımı örneği ise şöyledir: “Müzenin görevi olabildiğince geniş bir ziyaretçi kitlesini önemli sanat çalışmalarını toplayarak, koruyarak, sergileyerek ve yorumlayarak eğitmektir.” King, 1994’teki kendi tanımlarını da vermektedir: “Minnesota Üniversitesindeki Frederick R. Weisman Sanat Müzesi, sanatı bütün yönleriyle keşfetmek anlamak ve haz al mak için dinamik ve uyumlu bir mekânda üniversitenin eğitim göreviyle ve Minnesota’nın kültürel yaşamıyla bağlar kuran bir eğitim müzesidir.” King müzelerin kendi görevlerini dile getirmelerinde önemli bir değişim olduğunu vurgulamaktadır: “Daha eski önermeler müzenin görevinin toplamak ve korumak olduğunu söylerken, daha yeni önermeler önce eğitimden ve ziyaretçinin deneyiminden söz ediyorlar. Koleksiyondan söz ederken de basitçe eğitim amacının bir aracı olarak söz ediyorlar, çoğu zaman başka birçok ardcın yanında. Araştırma ise müzenin görevler bütününün bir parçası olarak hemen hemen hiç belirtilmiyor -eski önermelerin anahtar kavramı olduğu halde. Washington’daki Hirschorn Müzesinin uzun yıllar müdürü olan ve müzecilik hakkında ders veren ve yayım yapan Steven Weil bu değişimi ‘bir şeyler hakkında olmaktan birileri için olmaya’ doğru diye tanımlamaktadır.” Müzelerin bize “doğru” bilgiler verdiğini (başka bir değişle yalan söylemediğini) kabul etmekle birlikte, belleğe dayalı etkinliklerde müzelerin yanıltıcı olabileceği ileri sürülmektedir. Crane (1997), yakın yıllarda müzelerdeki tarih tasarımlarına ilişkin karşıt görüşlerin ortaya çıkmaya başladığını söylemektedir. Ulusal 21


tarihlerin ve kişisel belleklerin çoğu zaman birbiriyle uyuşmadığı görülmektedir. Geçmişe ilişkin genel bilgiler ile kişisel ilgiler tartışmalı hale gelmektedir. Crane’a göre, halkın geçmişe ilişkin anıları ile müze deneyiminden beklentileri birbiriyle çakışmayınca bir tür “sapma” ortaya çıkmaktadır. Kişisel bellek ile müzedeki tarihe ilişkin sapma, yoruma bağlı olmaktan çok, kişisel deneyim ve beklenti ile geçmişin kurumsal tasarımı arasındaki uyum yokluğuna bağlıdır. Bu nedenle kişisel bellek ile çağdaş müzelerde yaşanan tarih arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanması gerekmektedir. II. 1. 7. 2. Seidel (1999) göre Seidel (1999) özellikle tarih müzelerine özgü bu sapmanın bir örneğini İsveç’ten vermektedir: “Stockholm’deki Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi’nde pek çok İsveçli okul çocuğunun tarih ders kitaplarında gördüğü bir yağlıboya tablo vardır. Bu tablo 1632’de Lützen savaşında Gustavus Adolfus’un ölümünü göstermektedir. Fakat bu tablo gerçekten tarihsel bir olguyu mu göstermektedir? Düşmanlar kana susamış barbarlar olarak gösterilirken, isveçlilerin portresi asil kahramanlar olarak yapılmıştır. İsveç kralının giysileri lekesizdir ve asil kanından bir damla görünmektedir.” (33). Seidel, Avrupa Konseyi tarafından 1997 yılında tarih öğretmenleri için düzenlenen seminerin adı geçen müzede yapılan bölümünün “Tarihsel Yalanlar” başlığını taşıdığını belirtmektedir. Aynı müzenin bir yıl önce “yabancı düşmanlığı” üzerine açtığı resim sergisi İsveç’in yüzyıllarca diğer ulusları nasıl gördüğü konusunda ziyaretçileri bilinçlendirme amacını taşıyordu. II. 1. 7. 3. Foley ve McPherson’a göre Modern müzenin eğitim işlevinin öne çıkarılması geniş bir kabul görmekle birlikte bu görüşe karşı çıkanlar da yok değildir. Foley ve McPherson (2000) postmo- dern müzenin tümüyle eğitime yönelmekten çok, boş zaman etkinliklerini vurguladığı görüşündedir. Bu görüşün temelinde eğitim ile boş zaman kavramlarının birbirine karşıt ve birbiriyle bağdaşmaz kavramlar olmadığı anlayışı vardır. fazla etkili olmaktadırlar. Böylece eğitsel, boş zamana ilişkin ve ticari yönelimler arasındaki ayırıcı çizgiler gitgide bulanıklaşmaktadır. Foley ve McPherson’a göre boş zaman pazarlama ve yönetimi müzelerin geleceği açısından önemlidir. II. 1. 7. 4. Lord’ a göre Lord, müzelerin karakteristik özelliğinin üç boyutlu uzam olduğunu, bu özelliğin de müzeleri tek ve benzersiz bir iletişim aracı yaptığını söylemektedir. Müzeler üç boyutlu nesneler içeren üç boyutlu uzamlardır. Dünyamız bilbordlar, posterler, dev televizyon 22


ekranları, logolar, imgeler gibi iki boyutlu bir çevre ile kuşatılmış iken, müzeler bize üç boyutlu bir çevre sunmaktadır. Böylece müzeler öğrenme ve katılma etkinlikleri için en uygun ortamlar olmaktadır. Lord, sosyolog Robert Putnam’a dayanarak, kültürel etkinliklere katılımın uygar bir toplum yaratmada en etkili araçlardan biri olduğunu; bu yolla insanların sorunları birlikte çözmek ve bilgi yaratmak için çalıştıkları bir toplum kurulabileceğini vurgulamaktadır. II. 1. 8. Müze Çeşitleri Ülkemizde çeşitli kurumlara bağlı olarak faaliyetlerini devam ettiren müzeler bulunmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere diğer Bakanlıklara ait müzeler, TBMM'ye bağlı saray müzeleri, vakıflara ait müzeler bu kapsamda değerlendirilmektedir. 2011 yılı Ekim ayı itibariyle, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde müzecilik faaliyetlerini yürüten 189 müze ve bu müzelerde 3.106.066 eser bulunmaktadır. Bakanlığımız denetimindeki özel müze sayısı ise 155 olup, bu müzelerde bulunan eser sayısı 285.627 adettir (Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012, s. 31). Müzelerimiz ağırlıklı olarak arkeoloji ve etnografya müzeleri olarak çeşitlenmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, modern müzecilik anlayışına uygun ülkemiz müzelerinin yenilenmesi, bakım ve onarımlarının yapılması, yeni müzelerin açılması adına belli programlar yürütmektedir. Gaziantep Zeugma Müzesi, Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi bu anlayışa uygun olarak ziyaretçiye açılan müzeler şeklinde açıklanmıştır (Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012, s. 31). Müzeler çeşitli alanlarda gruplandırılmıştır. Bu gruplandırma müzenin cinsine, statüsüne, bağlı olduğu kuruma göre farklılık göstermektedir. En iyi gruplandırmayı müzelerin içerdiği koleksiyonlara göre yapılan gruplandırma oluşturmaktadır. Bu bağlamda müze çeşitleri şu başlıklar altında ele alınmaktadır. Koleksiyonlarına Göre Müzeler · Genel Müzeler · Arkeoloji müzeleri · Sanat müzeleri · Tarih müzeleri · Doğa tarihi müzeleri · Etnografya müzeleri · Jeoloji müzeleri · Bilim müzeleri · Askeri müzeler · Endüstri müzeleri 23


· Ulaşım müzeleri · Anı müzeleri Bağlı Bulundukları İdari Birime Göre Müzeler · Devlet müzeleri · Yerel yönetim müzeleri · Üniversite müzeleri · Askeri müzeler · Bağımsız veya özel müzeler · Ticari kuruluş müzeler Hitap Ettikleri Kitleye Göre Müzeler · Eğitici Müzeler · Uzmanlaşmış müzeler · Genel toplum müzeleridir. Hizmet Ettikleri Bölgeye Göre Müzeler · Ulusal Müzeler · Bölgesel Müzeler · Yerel Müzeler · Kent Müzeleri Koleksiyonlarını Sergileme Yöntemlerine Göre Müzeler · Geleneksel Müzeler · Açık Hava Müzeleri · Anıt Müzeler II. 1. 9. Türkiye’ de Müzecilik II. 1. 9. 1. Batılılaşma Öncesi Osmanlı ' da Toplama ve Sergileme Faaliyetleri Anadolu'nun zengin bir tarihi geçmişine ve bu geçmişin bize bıraktığı kültürel mirasa karşılık, bu kültürel değerlerimizin ortaya çıkarılmasını ve korunarak gelecek nesillere ulaşmasını sağlayacak müzecilik çalışmaları, ülkemizde ciddî anlamda 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlamıştır. Bununla birlikte Batı’da olduğu gibi ülkemizde de müzelerin halka açık kurumlar hâline gelmesine kadar geçen süre zarfında, eski eserler çeşitli nedenlerle toplanmış ve teşhir edilmiştir. Anadolu Türk çağında eski eserlerin toplanması ve ilk teşhir denemesini Selçuklu Dönemi’ne kadar indirmek mümkündür. Selçuklular Konya'nın ortasında bulunan höyüğün etrafını sur duvarı ile çevirerek çeşitli dönemlere ait her tür işlenmiş taşı sur duvarlarının görünür yerlerine yerleştirmişlerdir. Selçukluların bu uygulaması yanında Türk mimarî eserlerinde önceki medeniyetlere ait parçaların görünecek biçimde kullanılmasının da müzecilik anlayışı içinde değerlendirilebileceği belirtilmektedir. (Eyice 1989-1990,5) Osmanh'da eski eserlere ilginin arttığı Batılılaşma dönemi öncesinde konuyla ilgili karşılaştığımız en erken isim Fatih Sultan Mehmet’tir. Fatih Sultan Mehmet’in bir Bizans kilisesinin yerine yapılan Fatih Camii’nin inşası sırasında ele geçirilen İmparator lâhitleri yanında, Hipodrom’daki sütun ve sütun başlıkları gibi Bizans eserlerini Topkapı Sarayı'nın II. 24


avlusunda toplaması, bilinçli bir koleksiyon oluşturma girişimi olarak nitelendirilebilir (Pasinli 1992, 147). Yavuz Sultan Selim de içlerinde kıymetli çinilerin de olduğu belirtilen kıymetli eşyaları Yedikule Hisarı'nda saklamış, bunlar III. Murat zamanında saraya getirilmiştir (Benhan 1934, 428). Bunlarla

birlikte

Osmanlı'da

müze

kurma

faaliyetleri

öncesinde

eserlerin

korunmasında ve daha önemlisi sonradan açılacak müzelerin koleksiyonlarının oluşmasında geleneklerin de etkisi büyüktür. Örneğin değerli savaş araç ve gereçlerinin toplandığı ve hazine adı verilen devlet geleneği Fatih tarafından da benimsenmiş ve İstanbul’un fethinden sonra Topkapı Sarayı'mn birinci avlusunda bulunan Hagia Eirene Kilisesi’ne "cebehane" adı verilerek kıymetli askeri araç ve gereç burada muhafaza edilmeye başlanmıştır. Fatih'ten sonra da devam eden bu gelenek Askerî Müze'nin de ilk temellerini oluşturmuştur (Kibiroğlu 1994, 67). Bu konuya verilebilecek bir diğer örnek de günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’nin tekstil koleksiyonunun oluşumuna etken olan, padişahların ölümü ardından üzerindeki kıyafetler ve ona ait diğer kıyafetlerin hazırlanıp bohçalanması ve üzerine etiketler yazılarak sarayın hâzinesinde saklanması geleneğidir. Yine Osmanlıda önemli kişilerin ölümlerinden sonra kaftanı, hançeri, kılıcı ve kavuğunun türbe içinde sandukasının üzerine konulması da türbeleri küçük bir müze haline getirmiştir. Aynı zamanda bohçalar içindeki kaftanlar 1850'lerden sonra mankenler üzerine giydirilerek vitrinler içinde sarayın hazine bölümünde teşhir edilmeye başlanmıştır. (Tezcan 2002, 63,64) II. 1. 9. 2. Osmanlı’da "Müze” Düşüncesinin Ortaya Çıkışı ve İlk Girişimler Osmanlı İmparatorluğu'nda çeşitli eserlerin bir binada toplanarak teşhir edilmesi düşüncesinin Batılılaşma hareketlerinin başlamasıyla birlikte ortaya çıktığı görülmektedir. Bu amaçla 1726 tarihinde eski silâhların toplandığı Hagia Eirene Kilisesi'ndeki Cebehane yeniden düzenlenerek "Dar-ül Esliha" olarak adlandırılmıştır1 (Kibiroğlu 1994, 67). Yalnızca savaş araç ve gereçlerini değil, Vaftizci Yahya'nın altın kılıf içinde saklanan kaval kemiği ile kafatası kemiği gibi Hıristiyanlara ve Müslümanlara ait önemli kutsal emanetleri de barındıran bu mekânm görülebilmesi ise, sadece seçkin, Özellikle de yabancı ziyaretçilere verilen sınırlı izinle mümkündür (Shaw 2004, 21-24). Shaw, Osmanlı Müzeciliği adlı eserinde Dar-ül Esliha'da bulunan koleksiyonun, bir binanın, nesnelerin korunması ve teşhir edilmesi amacıyla kullanılmış olması açısından müzenin habercisi sayılabileceğini, fakat bu koleksiyonları

insanların

belki

de

hiç

görememelerinden

ve

bu

nesnelerin

sınıflandırılmalarının yapılmamasmdan dolayı müze olarak nitelendirilemeyeceğinin altını çizmektedir (Shaw 2004, 26).

25


Osmanh'da ilk müzenin kurulmasında ise, Sultan Abdülmecit'in 1845 yılında Yalova civarına yaptığı gezide üzerinde İmparator Konstantin'in adının yazılı olduğu taşları İstanbul'a göndertmesinin etkisine değinilmektedir (Atagök 2000, 212; Atasoy 1983, 1458). 1840’larda bütün vilâyetlerdeki yöneticilere, bölgelerindeki eski eserleri arayıp belirlemeleri ve değerlilerini İstanbul'a göndermeleri veya mahallinde müze kurmalarım bildiren yazıların gönderilmiş olması (Ortaylı 1992, 129), bu yıllarda konunun ciddî anlamda ele ahûdığmm diğer göstergeleridir. Söz konusu müzenin kurulması ise Tophanç-i Âmire Müşiri Fethi Ahmet Paşa'mn katkılarıyla gerçekleşmiştir. Fethi Ahmet Paşa İmparatorluğun çeşitli vilâyetlerinden gelen eserleri, o yıllarda Harbiye Ambarı olarak isimlendirilen Hagia Eirene Kilisesi’nde toplamı^ bu eserleri 1846 yılında Mecmua-i Âsâr-ı Âîika (eski eser koleksiyonu) ve Mecmua-i Esliha~ı Âtika (eski silâh koleksiyonu) olarak iki bölüm hâlinde, düzenleyerek imparatorluk koleksiyonlarının bilinçli ve özenli ilk müzeolojik sunumunu gerçekleştirmiştir (Shaw 2004, 43). II. 1. 9. 3. Osman Hamdi Bey Dönemi(1881-1910) Aynı zamanda ilk Türk müze müdürü olan Osman Hamdi Bey döneminin devlet adamlarından İbrahim Edhem Paşa’mn dört oğlundan en büyüğü olarak 1842 yılında İstanbul'da doğmuştur. Babası tarafından 1860 yılında hukuk eğitimi için Paris'e gönderilmişse de, burada kaldığı süre zarfında önemli ressamların atöl-yelerinde çalışmayı ve arkeoloji derslerine devam etmeyi tercih etmiştir (Uzunçarşılı 1948, 70). Osman Hamdi Bey’in müze müdürlüğü dönemi toplu olarak değerlendirildiğinde Müze-i Hümâyûn’un her anlamda çağdaş bir yapıya kavuştuğu açıkça görülür. Şüphesiz Osman Hamdi Bey'in Avrupa'da yaşamış bir Osmanlı olması dışında, buradaki sanat ortamı içinde bizzat bulunmuş bir kişi olarak edindiği kültürel birikim, onun başarılarında önemli bir unsurdur. Bununla birlikte Paris'ten döndükten sonra görev aldığı kimi işlerin ona kazandırdığı tecrübelerin etkisi de göz ardı edilmemelidir. Böyle bir alt yapıyla 1881 yılında getirildiği müze müdürlüğü görevini 1910 yılında ölümüne kadar sürdürecek olan Osman Hamdi Bey, bu süre zarfında pek çok başarıya imza atmıştır. Göreve geldiği ilk yıllarda Çinili Köşk'te bazı düzenlemeler gerçekleştirmiş, eserleri, eserler hakkında bilgi verecek biçimde yeniden düzenlemiştir (Shaw 2004, 210). 5 Kasım 1922 tarihinde Atatürk'ün emriyle dönemin Millî Eğitim Bakam, İsmail Safa, "Müzeler ve Âsâr- ı Âtika Hakkında Talimat" adı ile müze müdürleri ve memurlarının görev ve sorumluluklarını açıklayan, arkeoloji ve etnoloji ile ilgili eserlerin derlenmesi, envanter lenmesi, korunması ve yeni müzeler kurulmasını isteyen bir genelge yayınlayarak illere göndermiştir. Atatürk, 1 Mart 1923 tarihli T.B.M.M. açılış konuşmasında "işleyen ve kapsamlı 26


bir maarif için " türlü kurumlar arasında müzelerin kurulmasını vurgulamış (Atagök 2000, 214), 14 Ağustos 1923 tarihinde okunan Hükümet programında yapılacak işler arasında yeni müzelerin açılmasıda yer almıştır.(Kantarcıoğlu,1988,33). II. 1. 9. 4. Cumhuriyet Döneminde Açılan Müzeler 1921 senesinde Ankara Kalesi’nde bir Hars Müzesi kurulmuş, fakat bu müze gelişme kaydetmemiştir (Benhan 1934 18,430). Daha sonra Atatürk'ün Ankara'da bir Hitit Müzesi'nin açılmasını istemesi üzerine, 15. yüzyıl yapıları olan Kurşun Han ve Mahmut Paşa Bedesteni 1923 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından onarılarak ilk Ankara Arkeoloji Müzesi adı ile açılmış, 1930 yılında Hitit Müzesi adını almıştır. 1967 yılında müzedeki eserlerin çeşitliliği göz

önünde

bulundurularak

müzenin

adı Anadolu

Medeniyetleri

Müzesi

olarak

değiştirilmiştir. . Genel olarak Anadolu'nun tarih öncesi çağlarından itibaren Demir Çağı'nm sonuna kadar önemli sanat eserlerinin teşhir edildiği Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 1997 yılında Avrupa Konseyi ödülünü almıştır. Günümüzün önemli müzelerinden olan Topkapı Sarayı da 1 Nisan 1924 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiştir. Bu kararın ardından Saray'da başlayan onarım, eserlerin tasnif ve düzenleme çalışmalarının son- rasında Saray, 1927 yılında ziyarete açılmıştır. Atatürk, Topkapı Sarayı'nı 1 Temmuz 1927, 9 Haziran 1928, 7 Eylül 1929, 10 Eylül 1929, 10 Şubat 1933 ve 1934 tarihlerinde ziyaret etmiş ve incelemelerde bulunmuştur (Orgun 1981). Bu ziyaretlerinin ilkinde yaşanan Orgun' un aktardığı şu anekdot, Topkapı Sarayı'nda müzecilik çalışmalarının nasıl bir ortamda yürütüldüğü yanında, sarayın ziyarete açık bölümleri hakkında da bilgi vermektedir. Atatürk 7 Eylül 1929 tarihinde Sultanahmet Camii'nde ve Ayasofya'da yaptığı incelemeler sırasında bakımsız, içinde güvercinlerin uçtuğu, avlusunun kahvehane olarak kullanıldığım gördüğü Ayasofya'nm, Vakıflardan alınıp Millî Eğitim'e bağlı bir kurum olmasına karar vermiştir (Orgun, 1981, 31-32). 19. yüzyılın ortalarında kurumlaşan ve 20. yüzyılın ortalarına kadar gelen modern müzecilik, nesneleri toplama ve sergileme temeline dayanıyordu. Ülkemizde de 19.’ yy. da başlayan

müze

kurma

faaliyetleri,

Cumhuriyet

döneminde

hızlanmıştır.

Müzeler

kuruluşlarında önceleri tüm eserleri barındırırken zamanla yeni bir ayrıma gidilmiş sergilenen eserlerin niteliğine göre sınıflandırılmaya başlanmıştır, ancak Türkiye’de devlet müzelerinde genelde karma eserler mevcuttur, bugün her türden eserini aynı teşhirde yapan müzelerimiz olduğu gibi sadece bir eser grubuna hitap eden müzelerimiz de mevcuttur (Tüzün, 2010, s. 18). 27


Türkiye’de müzecilik sistemi merkezi bir yapıdadır. Türkiye’de eser toplamak, korumak ve değerlendirmek genel olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kontrolündedir. Bakanlık bu görevi Kültür vakıfları ve Müzeler genel müdürlüğü kanalı ile yürütmektedir. Tarih, kültür ve tabiat varlıkları, taşınır taşınmaz tüm eski eseler, anıt ve kalıntıları tespit ve tescil etmek, korunmalarını sağlamak, cami, medrese, mescit, han, kervansaray, gibi tarihi eserlerin onarımını yapmak, tasnif etmek, kayıt altına almak, bunları müzelerde depolamak, korumak, teşhir etmek Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün görevidir (Gerçek, 1999, s. 137). II. 1. 9. 5. Türk Müzeciliğinin Sorunları Atatürk "Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür" diyerek kültür varlıklarının korunduğu müzelere verdiği önemi belirtmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye Büyük Milet Meclisi kürsüsünden Türk Tarih Kurumu arkeoloji kazılarından söz ederken; "yurt içindeki kazılar ve ortaya çıkarılan eserler bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya başlamıştır." diyerek bu konudaki görüşlerini en açık biçimde dile getirmiştir. Cumhuriyet döneminde Türk ve yabancı arkeologların yapmış oldukları kazılar sonunda müzelerdeki eser sayısında büyük bir çoğalma olmuştur. Ancak çağdaş müzecilik görüşüne uyum sağlamaya çalışan müzelerimizde zaman zaman aksamalar olduğu da gözden kaçmamıştır. Nitekim ICOM Türkiye Milli Komitesi Başkanı H. Zübeyr Koşay/ 18.5.1959 günü yapılan ICOM genel kurul toplantısında bazı eksiklikleri dile getirmekten kaçınmamıştır. "Türkiye'de ilim ve fen müzelerinin kurulmayışı halkının büyük ekseriyeti çiftçi olduğu halde ziraat müzesinin, münakala vasıtaları müzesinin ve pedagoji müzelerinin vazifelerine uygun şekilde geliştirilmemiş olması birer eksiktir. H. Zübeyr Koşay'ın günümüzden 35 yıl önceki bu dileği bugün daha gerçekleşmezken Londra'da iki büyük oyuncak müzesinin açıldığım duymak gerçekten çok ilginçtir. Oysa İngiltere müzeciliği bununla da yetinmemiş "Bebek Müzesi", "Model Tren Müzesi", "Oyuncak Ayı Müzesi", "Kukla Müzesi" gibi konularda uzmanlaşmış müzeleri peş peşe kurmuştur. İtalya'da "Ayakkabı" ile “Tarak" müzeleri de onlara katılmakta gecikmemiştir. Batı dünyasının arkeoloji ve etnoğrafya müzelerinin çoğunda da küçük yaştaki çocuklar için oyuncak müzeleri kurulmuştur’. Çocuk gelişim ve eğitiminde müzelerin büyük payı olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Toplumun müzelere olan ilgisini küçük yaşlardan itibaren aşılamakta büyük yarar vardır. Nitekim Amerika'da "The Bro- okly Children's Museum"un 1988-1989 yıllarındaki ziyaretçi sayısının % 16'sim çocukların oluşturduğunu duymak onların yönünden sevinçle, bizim yönümüzden de üzüntü ile karşılanmalıdır. 28


Kültür varlıklarının korunduğu, sergilendiği müzelerin en önemli görevlerinin başında da kuşkusuz toplumun kültür düzeyinin yükselmesinde yardımcı olmak gelmektedir. Günümüz müzeciliğinde, bazı müzelerimizin büyük bir gelişim gösterdiği de inkâr edilmemelidir. Ne yazık ki, bu gelişim yalnızca o müzelerin yöne- * ficilerinden ve uzmanlarından kaynaklanmaktadır. Bugün müzelerimizin büyük çoğunluğu objelerin toplandığı, saklandığı, sergilendiği ve fırsat bulunduğunda da temizlendiği yerler olmaktan çıkmıştır. Belirli eğitim düzenine erişmiş uzmanların da onların koruyucusu olduğu düşüncesinden de uzaklaşılmıştır. Günümüzde müzelerin düzenlenmesi, eserlerin korunması ve sergilenmesi artık başlı başına bilimsel bir konu olmuştur. Müze-bilim olarak tanımlayacağım bu konunun ilgili kurumlar tarafından yeterince önemsenmediğini düşünmektedir. Çağdaş müzecilik kavramı dünyada her geçen gün biraz daha gelişip yepyeni boyutlara ulaşırken Türk müzeciliği de güç koşullara karşılık yine de onlardan geri kalmamaya çalışmaktadır. Son yıllarda Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Efes Müzesi, Antalya Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi çağdaş müzeciliğin ön gördüğü koşullarda çalışmalarını sürdürmektedir. Bu arada Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün her yıl düzenlediği Müze Kurtarma Kazılan, Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumlarından bütün güçlüklere karşı Türk müzecileri yine de özveriyle yaptıkları çalışmaları ortaya koyuyorlar ve bilimsel çevrelerde de bunlar beğeni ile izleniyor. Ancak Türk müzeciliğinin gerçek anlamda çağdaş düzeye ulaşabilmesi de Kültür Bakanlığının bazı sorunları çözebilmesine bağlıdır. Öncelikle müzecilerin kişisel çabalarıyla yaptıkları çalışmalar Kültür Bakanlığınca programlanıp desteklenmelidir. Müzecilerin kendi başlarına düzenledikleri kültürel etkinliklerin açılışlarını yapan "üst düzey yetkililer"! müze müdürlerinin verdikleri bilgileri topluma, açılış konuşmalarında yansıtırlarken bunları Bakanlığın yaptığını imâ etmeleri oldukça tuhaftır! Bakanlık yöneticileri Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün kültürel ağırlıklı sempozyumlarını, konferanslarını baştan sonuna kadar izlemiş olsalar pek çok sorun kendiliğinden çözümlenecektir. Müzecilerin yeterli bilgilerle donatılıp, donatılmadığını, yaptıkları atamaların yerinde olup olmadığını da görmüş olacaklardır. Müzelerimizde görev yapan yönetici veya uzman personelin yeterli olup olmadıkları çoğu kez tartışılmaktadır. Müzelerimizde "Müze Araştırmacısı" ismi altında görev yapan uzmanlar, Üniversitelerimizin arkeoloji, sanat tarihi, önasya arkeolojisi, prehis- torya, klasik filoloji ve tarih bölümlerinde öğrenimlerini tamamlayarak müzelerde görev almışlardır. Bu kültürü severek, isteyerek seçmiş olanların yanı sıra, YÖK sistemi sonucunda üniversiteye girenler, sonra da müzelerde 29


görev alanlar vardır. Çağdaş müzecilik görüşü doğrultusunda bu uzmanlar kendi başlarına bırakılmamalıdırlar. Mesleki bilgilerini arttıracak kurslar, seminerler düzenlenmeli, dil okullarıyla, kurslarla bu konudaki bilgilerini arttıracak olanaklar sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra belli konularda uzmanlaştırılmalı, yabancı ülkelerdeki müzeleri, konservasyon ve kazı çalışmalarını görebilmelidirler. Ayrıca bu uzmanların belli dönemlerde yayın yapmaları, söyleşi düzenlemeleri, bilimsel kongrelere tebliğ ile katılmaları istenmelidir. II. 1. 10. Orta Çağ’ da Müze Orta Çağ Avrupa'sında bugünkü anlamda bir müze kurma ve eser sergileme düşüncesi bulunmuyordu. Yalnızca kilise ve manastırlarda dinsel eşyalardan oluşmuş, her geçen gün biraz daha çoğalan koleksiyonları vardı. Asillerin öncülüğü ile başlanan eser toplama çalışmalarında sikkeler, madalyonlar ve değerli taşlar ön sırayı alıyordu. Gün geçtikçe her türlü sanat değeri olan eserlere ilgi artmış ve Rönesansla birlikte daha da hız kazanmıştır. Böyle- ce ileride kurulacak olan Avrupa müzelerinin de temelleri atılmıştır. Bu arada toplanan eserlerin halkın görüşüne sunabilme çabaları da dikkati çekmiştir. XI. yüzyılda ise onlara ressamların çizimleri, eskizleri de katılmıştır. İtalyan hekim Ulisse Aldrovandi (1522-1605) doğadan seçtiği örneklerle ilk kez ciddi ve bilimsel sergileme girişiminde bulunmuştur. Onıin peşi sıra Toscana Grandükü I. Cosimo'nun adına yönetim yapısı olarak yapılmış, Uffizi Galerisi'nde yeni bir sergileme yapılmıştır. Bu sergilemeyi yapan Vasarı, zemin kata çalışma odalarını, birinci kata da galeriyi yerleştirmiştir. Müze görünümündeki bu sergilemede san'at ile bilimin dayanışmaları incelenmiş, insan ve evrenin ilişkisi başlı başına bir araştırma konusu yapılmıştır. Burada ilk defa alkol içerisinde hayvanlar konulmuş, vitrinlerde, kutularda sergilemeler, sınıflandırmalar yapılmıştır. Böylece sınıflandırma, koleksiyon teknikleri ve araçların düzenlenmesiyle önemli adımlar atılmıştır. Avrupa'da müzecilik yönünden böylece ilk adımlar atılırken Bavyera Düka- sının yanında çalışan Samuel Van Quichberg isimli bilgin ilk kez 1665'de örnek bir müzenin nasıl kurulabileceği konusunu içeren "Inscription" isimli bir kitap yazmıştırlS.V. Quichberg bu kitabında belirli kurallara göre toplanan eserlerin nasıl sınıflandınlacağı konusunda bazı ilkeler ortaya koymuştur. Onun ardından C. F. Neickliuş da müzeciliğin el kitabı olarak nitelenen Museograp- hia'yı yayınlamıştır. Müzelere eser toplamanın kuralları bu kitapta ele alınarak geliştirilmiş ve san'at severlerce ilgi ile karşılanmıştır. Bundan böyle de Avrupa'da koleksiyonerliğin yanı sıra müze düşüncesi de yerleşmeye başlamıştır.

30


II. 1. 11. İtalya’ da Müze İtalyan toplumunda eser toplama bir tutku olarak yerleşmiştir. Özellikle Medici, Este, Gonzage, Farnese gibi İtalya'nın soylu aileleri özel koleksiyonları ile isimlerini tüm Avrupa'ya duyurmuşlardır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Pompei ile Herculani- um'un bulunuşu arkeolojiye olan ilginin artmasına neden olmuştur. İtalya kentlerinin antik ve rönesans yapıtlarıyla bezeli oluşu toplumun müze düşüncesine daha yakın oluşunu sağlamıştır. Marigy Markisi'nin 1750-1785 yıllarında Luxemburg Sarayı'nda açtığı müzenin kısa bir süre de kapanmış oluşuna karşılık yenileri peş peşe birbirini izlemiştir. Özellikle Floransa, Milanb, Napoli, Roma, Torino ve Venedik gibi ünlü kentlerde müzeler kurulmuştur. Milano'da Brera, Cenova'da Palazzo Bianco, Milano'daki Castello Sforzesco galerilerinde yepyeni bir düzenleme ile resim ve heykeller sergilenmiştir. İtalya'daki kilise ve katedrallerin başlı başına birer müze konumunda oluşları bu memlekette müzeciliğin çok kısa sürede gelişmesine neden olmuştur. II. 1. 12. Fransa’ da Müze Fransa'da müzecilik çalışmaları, önceleri Paris çevresinde başlamıştır. Fransız devriminin (1789) müzecilik anlayışını topluma kazandırdığı söylenirse de gerçekte bu olgu çok daha önce başlamıştır. I. Francoise ve XIV. Louis gibi Fransa krallarının ve saraya yakın soyluların koleksiyonlarına devrimden hemen sonra el konulmuş ve bunlar başta Louvre olmak üzere daha sonra kurulacak olan Fransız müzelerinin kaynağını oluşturmuştur. Gerçekte toplanan bu malzemenin en azından 250 yıllık bir geçmişi vardır. Bu koleksiyonların başlangıcı I. Francoise'e (1515-1547) kadar inmektedir. Bunun yanı sıra İtalyan Rönesansmın diğer sanatçılarından resimler satın alınmıştır. IV. Henry'in eşi Maria de Mecidi de Rubens'e 21 yapıt ısmarlamıştır. XIII. LoUis, Louvre Sarayının yapımını tamamlayarak Fransız saray geleneğini sürdürmüştür. XIII. Louis döneminde Kardinal Richellev 1636'da kendisinin topladığı eserler ile sarayını krala bırakmıştır. Böylece Fransa Krallık koleksiyonunun daha zenginleşmesinde katkısı olmuştur. Onun yerine geçen Kardinal Mazarin de banker Jabach aracılığı ile İngiltere Kralı Charles I, Cronwell'in satışa çıkardığı koleksiyonları almıştır. Onun ölümünden sonra XIV. Louis bunları satın alarak krallık koleksiyonlarını çoğaltmıştır. Fransa'nın diğer ülkelerle olan diplomatik ilişkiler nedeniyle ve ayrıca hediye edilen çeşitli eserlerle koleksiyonlar çok daha zenginleşmiştir. II. 1. 13. İngiltere’ de Müze İngiltere müzecilik çalışmalarına Avrupa'nın diğer ülkelerinden çok daha önce başlamıştır. Avrupa'da koleksiyonlara eser toplama çalışmaları sürerken 1638'de Londra 31


Oxford Üniversite si'nde çağın tanınmış tarihçi ve koleksiyonerlerinden Elias Ashmole (16171692) isimli bir antika meraklısının topladıklarından yararlanılarak ilk müze kurulmuştur. Elias Ashmole Eski Yu- nan, Roma ve doğu uygarlıklarına ait eserlerden oluşturduğu koleksiyonunu haftanın belirli günlerinde topluma açmıştır. Onun ardından İngiliz Parlementosu 20.000 İngiliz lirasına Dr. Hans Sloane'nin (1660-1753) sikke, madalyon, araç, gereç, bitki, kitap ve resim koleksiyonlarını satın almıştır. Bunun ardından bu eserler 10.250 İngiliz lirasına satın alman "Mantaque House"a yerleştirilmiş ve böylece British Museum'un temelleri atılmıştır. Ardından Cotton el yazmaları, Kral III. George'nin kütüphanesi başta olmak üzere çeşitli koleksiyonlarla zenginleştirilerek 1759'da halka açılmıştır. British Museum 1823-1847 arasında Robert'Smirke tarafından Russell Square yakınında yapılan saraya taşınmıştır. Müzedeki belli başlı koleksiyonları Yunan, Roma heykelleri, Efes Artemis mabedi kalıntıları ile Asurlulara ait eserler oluşturmuştur. Ayrıca kral kütüphanesi, Oranville kütüphanesi, el yazmaları, desen koleksiyonları ile çinilerle madenler de onları tamamlamıştır. İngiltere'de British Museum'un ardından Londra'da "Victoria and Albert Museum", Cambridge'de "Fritz VVilliam Museum", Cardiffde "National William Museum", "National Galeri" ve "Tate Gallery" kurulmuştur. II. 1. 14. Almanya’ da Müze Almanya'daki müzeciliğin temellerini XVII.-XVIII. yüzyıl'da Alman saraylarında toplanan koleksiyonlar oluşturmuştur. Bu koleksiyonlarda Yunan, Roma heykelleri, sikkeler, madalyonlar, başlangıcı Rönesansa kadar inen resimler, kitaplar, gravürler ile günlük yaşantıda kullanılan araç ve gereçler bulunuyordu. Özellikle Avrupa'nın tarihi kentlerinden Münih ile Berlin'de toplanmış olan antika koleksiyonlarının kaynağını Anadolu, Suriye ve Irak'da yapılan kazılardan getirilen eserler oluşturmuştur. Bergama'dan getirilen Zeus sunağı ile Athena mabedi ise başlı başına birer müze konumundadır. Almanya'da müzelerin önemli bir bölümünün bulunduğu Münih'de kentin gelişimiyle birlikte müzelerde kurulmuştur. Münih 1830 yılında kent olarak gelişimini tam anlamıyla yapamamakla beraber orada bir heykel müzesinin olduğunu ve ayrıca bir sanat galerisinin yapımına başlandığını öğreniyoruz. Münih'de onarımları ve yeni yapılanmayı başlatan Veliaht I. Ludwig, Paris'de bulunduğu sırada mimar Leo Von Klenzo ile tanışmış ve sonra da onu Münih'in tüm yapı ve sanatsal işleriyle görevlendirmiştir. I. Ludwig'in kral oluşundan sonra 1826'da Pinakothek olarak isimlendirilen müzenin yapımına başlanmıştır. Bugün Alte Pinakothek (1825-1836) olarak bilinen müzede XIX. yüzyıl öncesine ait eserler sergilenmektedir. V. Vilhelm Von Bode de 1903'de Kaiser Friedrick Museumu açmış, onun ardından da Almanya'nın diğer büyük 32


kentlerinde müzeler peş peşe kurulmaya başlamıştır. Bunlar arasında Berlin'de dünyanın sayılı resim koleksiyonlarının bulunduğu Kaiser Friedrich Museum, Münih'de Yunan ve Roma dönemi heykellerinin bulunduğu Glyptothek München<7>, Yunan, Roma ve Orta Çağ Avrupa sanatı heykel ve kabartmaların bulunduğu Frankfurt Musem Alter Plastik1®, Yunan keramiklerinin ve vazolarının yer aldığı Die Antikensammlungen am Königsplatz™, mitolojik konuların, madeni eserlerin işlendiği Berlin Staatliche Museen 110’, Kaiser Friedrich Museum ve Berlin'de Dahlem Museum öncelikle akla gelen isimler olmuştur. II. 1. 15. Amerika’ da Müze XIX.yüzyılın ikinci yansında Amerika'da müzecilik çalışmaları yoğunluk kazanmıştır. Amerikalılar başlangıçta bu konuya bir eğitim kurumu olarak bakmışlar ve kısa zamanda da büyük bir gelişim göstermişlerdir. Kısa bir süre sonra da Avrupa'dan daha ileri bir düzeye ulaşmışlardır. Üniversitelerle yakın bir işbirliğine girişilmiş, ayrıca özel vakıf düzenine göre yönetilmişlerdir. Belki de bu yönetim düzeni müzeciliğin daha da gelişmesinde pay sahibi olmuştur. Bu arada müzelerin kuruluş ve gelişiminde halkın maddi katkısının da büyük payı olmuştur. Koleksiyon sahipleri de eserlerini müzelere bağışlama yerine onları yöneten vakıf yönetimine bırakmalarının da bu gelişimde katkısının olduğu sanılmaktadır. Amerika'da Parthenon, Tennesee Eyaleti Nashville kentinde 1897'de ahşap ve alçıdan yapılmışsa da 1920'de dökülmeye yüz tutmuştu. Bunun üzerine tümüyle mermerden, dayanıklı malzemelerle 1922'de yeniden yapımına başlanmış, 21 Mayıs 1931'de ziyarete açılmıştır. II. 1. 16. Avrupa’ nın Diğer Ülkelerinde Müzecilik Avrupa'daki müzecilik çalışmalarına İspanya, Prado, Barcelona ve Toledo müzeleri ile kaülmıştır. Madrit'de kutsal Hieronymos Parkından ismini alan Prado Müzesinin kuruluşunda (1785), kral III. Carlos'un koleksiyonlarından yararlanılmıştır. Kral III. Fernando ise El Greco, Velasquez, Goya gibi ünlü İspanyol ressamlarının eserlerinin yer aldığı bu müzeyi yeni baştan düzenlemiş ve 1868'de Resim ve Heykel Müzesi olarak ziyarete açmıştır. Rus ihtilalinin hemen ardından kurulan Sovyetler Birliği müzeleri başlangıçta devletin siyasi görüşleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürmüştür. Kısa bir süre sonra da evrensel boyutlarda müze- bilime yönelmiştir. Bunun sonucu olarak da Ermitage Müzesi yalnızca Rusya'nın değil dünyanın sayılı müzelerinden biri konumuna gelmiştir. Orta Asya kültürlerinin, Hun sanatının en değerli eserlerinin, kurganlardan çıkan buluntuların yer aldığı bu müzenin kuruluşuna Büyük Pedro zamanında (1239-1285) başlanmıştır. Çariçe II. Katerina da (1729-1796) 1764'de Fransız mimarı Vallin de Mothe'ye yeni bir müze binası yaptırmıştır. 33


Çar I. Nikolay (1796- 1855) bu müzeyi biraz daha genişleterek yeni baştan düzenlemiş ve 1852'de ziyarete açmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında müzenin içerisindeki eserler Moskova'da koruma altına alınmış, savaşın bitiminden sonra yeniden eski yerine götürülmüştür. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'da müzecilik çalışmaları daha yaygınlaşmış, çeşitli ülkelerdeki müzelerin sayısında büyük bir artış görülmüştür. Atina Ulusal Müzesi (1866-1899), Atina Akropolündeki Akropol Müzesi (1878), Hollanda'da Rizksy Muse- um (1808), Belçika'da Anvers, Bruges, Bruxelles, Ghent, Liege Müzeleri, Avusturya'da Viyana, Graz, Innsbruck, Linz, Klagen- furt, Salzburg, İsveç'de Stockholm'de Nardiska Museum (1873), Skunsen Müzesi (1891) ile Danimarka Kopenhag Glyptothek (1879) müzeleri bunların belli başlılarıdır. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında büyük bir aşama gösteren, bilimsel yöntemlerini belirleyen müzeler arasında belirgin farklar görülmeye başlanmıştır. Örneğin, Kopenhag Etnografya Müzesi (1849) budun-bilimin, Nürnberg Germen Ulusal Müzesi (1852) kültür-tarih müzelerine örnek olmuştur. Onların yanı sıra Mainz'daki Roma-Germen Müzesi de yöresel arkeoloji ve restorasyon merkezlerine gösterilecek en tipik örnek konumuna bürünmüştür. Londra Victoria and Albert Museum ise çağın en önemli sanat müzelerinin başında gelmektedir. II. 2. VERİ, ENFORMASYON VE BİLGİNİN TANIMI Enformasyon ve verinin temelini oluşturan bilgi, günümüze kadar her geçen gün popülerliği artmış ve geçmişten günümüze kadar tanımlanmaya çalışılmıştır. Enformasyon, veri ve bilgi kavramlarından birinin ne olduğunu anlayabilmek için birbiri ile ilişkili olan diğer kavramların da ne olduğunun bilinmesi gerekmektedir; çünkü bu kavramlar birbirleriyle doğrudan ilişkilidir ve açıklanması gerekmektedir. Bu ilişkiler kapsamında açıklanacak olunursa, “enformasyon yaratmak için veriyi bir formül içerisinde düzenlemek gerekir. Öte yandan bilgi yaratma ise, belli bir içeriğe sahip verimli veya üretken bir amaç için enformasyonu kullanmadır… Bu doğrultuda üç farklı kavramla karşılaşırız bunlar; veri, enformasyon ve bilgi kavramlarıdır. Ayrıca iki dönüşüm süreci vardır; birincisi, verinin belli bir formülle düzenlenerek enformasyona dönüştürülmesi; ikincisi ise, bilginin enformasyona dönüştürüldüğü dönüşüm sürecidir” (Jensen, 2005: 54). Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere bu üç kavram birbiri ile ilişkilidir fakat ayırt edici özellikleri de bulunmaktadır. Kısacası veriye, iki durum arasındaki farklılık; diğer bir kavram olan enformasyona ise, fark yaratan farklılık denilebilir.

34


Ackoff (2008) “verinin, objeleri, olayları veya onların özelliklerini temsil eden sembolleri içerdiğini” şeklinde tanımlamaktadır. Kalseth ve Cummings (2001: 166)’e göre “veri, özetleme, düzeltme, hesaplama, sınıflandırma ve içerik işlemleri aracılığıyla değer eklenmesiyle enformasyona dönüştürülmektedir. Veri, yorumsuz ve içeriksiz şekiller ve/veya olgulardır”. Bu açıklamalar doğrultusunda verilerin anlam kazanmasıyla veya anlamlar yüklenmesiyle enformasyon kavramı ortaya çıkar. Bu bağlamda verilere enformasyonun temel taşlarıdır denilebilir. Türkçe literatürde yukarıda belirtilen kavaramlar genellikle tek bir kavram olan bilgi ile ifade edilmiştir. Oysaki bu kavramlar birbiri ile ilişkili olmasına karşın farklı anlamlara ve farklı olgulara işaret etmektedir. Davenport ve Prusak (2001: 21) “bilgi, veri ya da enformasyon demek değildir; her ne kadar bu ikisiyle yakın ilişki içinde olsa da” şeklinde bir ifade kullanarak bu kullanılan kavramların birbirlerinden farklı olduğunu dile getirmişlerdir. Bu açıklamalar doğrultusunda bilgi kavramı üzerine farklı tanımlamalar yapılmıştır. Literatürde de bu tanımlamalara rastlamak mümkündür. Barutçugil (2002: 10) bilgiyi, “insanın etrafında olup bitenleri tam ve doğru olarak kavramasını sağlayan kişiselleştirilmiş enformasyon” şeklinde, Celep ve Çetin (2003: 7) ise “bilgiyi, veri ya da enformasyondan ayrı olarak incelemek önemlidir. Veriler ham gerçeklerdir (raw facts). Bazen çok az miktarda olan veri de yararlıdır. Veri sadece sınıflandırıldığında, özetlendiğinde, aktarıldığında ya da düzeltildiğinde değer kazanarak enformasyona dönüşür” şeklinde tanımlayarak bilginin birden çok tanımın bulunduğunu göstermektedirler. Belirtilen üç kavram arasında en çok birbiri yerine kullanılan kavramlar bilgi ve enformasyon kavramlarıdır. Fakat bahsi geçen bu kavramlar arsındaki fark yukarıda belirtilmiştir. Brown ve Duguid (2001: 107) bilgi ve enformasyon arasındaki farkı “Enformasyon, insanların derlediği, sahip olduğu, aktardığı, bir veri tabanına koyduğu, bulduğu, kaydettiği, biriktirdiği, saydığı, kıyasladığı vs. bir şeydir. Buna karşılık bilgi, sevkiyat, teslimat ve sayım gibi fikirlere pek uygun düşmez. Bilgiyi toplamak ya da transfer etmek zordur. Sözgelimi birinden sahip olduğu enformasyonu size göndermesini ya da göstermesini isteyebilirsiniz; ama aynı şeyi bilgi için yapamazsınız” şeklinde belirtmiştir. Bu bağlamda yapılan açıklamaya bakılarak enformasyonun somut, bilginin ise enformasyonun aksine soyut bir kavram olduğu şeklinde yorum yapılabilir. II. 3. BİLGİ ÇAĞI Bilgi ve enformasyon alanında meydana gelen teknolojik gelişmeler bu kavramı ortaya çıkarmıştır. “Enformasyon çağı”, “küreselleşme çağı”, “sanayi ötesi çağ” gibi farklı adlarla da 35


anılmıştır bilgi çağı. Bunlar arasından en çok kabul gören ve sıklıkla kullanılan, ‘bilgi çağı’, yerine aynı anlama gelen ve 20. yy’ ın ikinci yarısında ortaya çıkan ‘bilgi toplumu’ kavramı da kullanılmaktadır. İfade edilen bu isimlerin hepsi sonuç itibari ile bilginin hâkim olduğu bilgi toplumunu tanımlamak için kullanılmaktadır (Yılmaz, 1998:147). Bilgi toplumu, her türlü bilginin yeni iletişim teknolojileri vasıtasıyla kişilerin bu teknolojilere ulaşabilme ve bu teknolojileri kullanabilme imkânının sağlandığı toplumdur. Her tür malumatın, çok geniş ve zengin teknolojiler ile elde edilme olasılığı kendiliğinden bilgi toplumunu meydana getirmez. Bilgilerin toplumu oluşturan bireylerin bilgi dağarcığından geçirilip yorumlanması ve günlük yaşamın organik bir parçası haline gelmesi ile sağlanabilir (Gürol, 1995: 229). Bilgi toplumunun insanı; tahlil, sentez, araştırıcılık müteşebbislik, objektiflik, pratik üretken düşünce, problem çözme ve karar verme, hüner ve teknikleri, gerektiğine grup çalışmasına adapte olabilme, etkili konuşma, etkin takdim, rapor yazma ve sunma

tekniklerini

çok

iyi

bilen

insanların

özellikleri

(http://ekutup.dpt.gov.tr/bilim/yucelih/biltek03.pdf.15.07.2011) şeklinde tanımlanmaktadır. Bilgi toplumunun özellikleri hakkında kısaca bilgi verilecek olunursa; bilgi toplumuna giden yolda öncelikle bilginin üretilmesi ve paylaşılması esastır. Çünkü üretilip paylaşılan bilgi insanlar tarafından kullanılarak farklı bilgilere ve buluşlara ulaşılmayı sağlamaktadır. Yüzyıllardır doğuda ve batıda kullanıldığı bilinen hatta kapitalizm ve sanayi devriminin de kaynağını oluşturan bilgi, ilk zamanlarda yazının keşfedilmesi ile birlikte yukarı doğru büyük bir sıçrama yaparken, ikinci büyük sıçramasını 15. Yüzyılda matbaanın bulunması ile yapmıştır. Ancak asıl büyük yükselişini ikinci dünya savaşı sonrasında 1950’lerde bilgisayarın bulunması ve günlük hayatta kullanılması ile yapmıştır(Selvi, 2012: 10). Tarıma dayalı geleneksel toplum yapısından sanayi toplumuna geçiş ve toplum yapısının kurumsallaşması uzun zaman almıştır. Sanayi devriminin neden olduğu köklü değişim ve dönüşüm, tarıma dayalı geleneksel toplum yapısını geride bırakırken; teknoloji, ekonomi, sosyal ve kültürel yapılarıyla eskisinden tümüyle ayrı bir toplu yapısı meydana getirmiştir. Aynı biçimde sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde köklü toplumsal değişim ve dönüşümler meydana gelmektedir. Bununla birlikte yeni teknolojilerin, sanayi devrimi şartlarına nazaran daha hızlı üretim yapılmasını sağlaması ve yaşam koşullarını etkilemesi, sanayi toplumunun daha hızlı ve daha az zamanda bir dönüşüm geçirmesini ve bilgi toplumuna yönelmesini sağlamıştır (Sümer, 2007:5).

36


II. 4. BİLGİ YÖNETİMİ Bilgi yönetimi kavramının geçmişi yeni olmakla birlikte bilginin yönetilmesiyle ilgili çalışmalar insanlıkla birlikte ortaya çıkmıştır denilebilir. Çünkü direk olarak bu konuda olmasa da genel anlamda yapılan, özellikle arkeolojik çalışmalar paralelinde gerçekleşen kazılarda çıkan dokümanlar, belgeler, objelerden insanların her tarihi dönem içerisinde bilgiyi kullanarak en iyiye en doğruya ulaşmak açısından yeni açılımlar gerçekleştirmeye çalıştıkları görülmektedir. Özellikle dini ve felsefi konuları işleyen kaynaklarda hem bilginin kendisi yani tanımı hem de bilginin üretilmesinden saklanıp yeniden kullanılmasına kadar uygulanan yöntemler, hatta modern anlamda diyebileceğimiz sistematik açılımlar getirmişlerdir. Bilgi yönetimindeki gelişimin üç farklı aşamada ele alınması mümkündür. Bunlarda ilki akademik ve teorik çalışmalardan bağımsız olarak gerçekleşen ve bir başlık altında toplanmayan çeşitli firma uygulamalarıdır. Bu uygulamalar organizasyon içinde bilgi paylaşımını kolaylaştırıcı tedbirlerin alınması ve gerekli adımların atılması ile ön plana çıkmıştır. İkinci aşama, bilgi yönetimi ile ilgili uygulamalı ve teorik çalışmaların daha sistematik biçimde ancak farklı başlıklar altında yapıldığı dönemdir. Bu devrede akademisyenlerin konuya ilgisinin arttığı görülür. Akademisyenler özellikle entelektüel sermaye kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Entelektüel sermaye strateji ve ölçüm olguları kapsamında ele alınmıştır. Nihayet üçüncü ve son aşama ise bilgi yönetiminin başlı başına bir saha olarak ele alındığı devredir. Bu son devre içerisinde bilginin üretilmesi, paylaşılması, geliştirilmesi,

kullanılması

ve

muhafaza

edilmesi

konularına

yoğunlaşmalar

olmuştur(Şentürk,2008,s. 19-28). Bilgi yönetimi içinde bulunduğumuz bilgi çağında eğitimden, bilime, sanayiye, tüm disiplinlerde ve uygulama alanlarında kullanılmaktadır. Aynı şekilde hem ülkemize hem uluslararası literatüre bakıldığında bilgi yönetimi hakkında farklı disiplinlere ait çok sayıda yayın dikkati çekmektedir. Üzerinde fazlasıyla durulması ve yayın yapılmasına rağmen bilgi yönetimi hakkında uluslararası alanda kabul görmüş tek ve açık bir tanım bulunduğunu söylenemez. Bunun sebepleri ise; bilgi yönetimi yaklaşımının diğer disiplinlere göre yeni ortaya çıkması, birçok disiplinle iç içe bir oluşumunun olması, çok yönlü bir idari yönetim anlayışına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeplerin de etkileriyle her alan kendine göre bir tanımlamaya gitmektedir. Yapılan tanımlarda ise bilgi yönetiminin ne olduğundan ziyade, ona ihtiyaç duyanlar ve onu kullananlar için ne anlama geldiğini açıklayan ifadelere rastlanmaktadır. Bilgi yönetimi; bir organizasyonda genel olarak depolanmış enformasyon ve veri (açık bilgi) kadar, özellikle bireylerce bilinen enformasyon ve verinin (örtük bilgi) toplanması, organizasyonu, depolanması ve kullanılması işlemidir. Bu işlem, elektronik 37


depolama ve erişime dayanmaktadır. Bilgi yönetimi; kurum ve kuruluşlarda kişisel, yapılandırılmamış örtük bilgi ile kurum faaliyetleri sonucunda oluşan açık ve yapılandırılmış bilginin üretimini, depolama ve erişimini, paylaşımını ve kullanımını sağlayan kurumsal sistemin kurulmasıdır” şeklinde bir tanımlama yapılmıştır. Çapar’ın tanımlarında görülen, bilgi hizmeti veren organların (kütüphane, arşiv veya dokümantasyon) bilgi gereksinimi duyan kullanıcıya verdiği veya vermek için bilgiyi organize ettiği işlemler ve bu işlemler sürecinin ifade edilmesidir.(Şentürk,2008,s. 16-20). Başka bir tanıma göre “ bilgi yönetimi” (information management; IM) her türlü örgütün etkin olarak işletilmesiyle ilgili bilginin sağlanması, düzenlenmesi, denetimi, yayımı ve kullanımına yönetim ilkelerinin uygulanmasıdır. Bilgi terimi burada örgüt içinde ya da dışında yaratılmış değerli bilgileri (üretim verileri, personel kayıtları ya da dosyaları, pazar araştırması verileri, çeşitli kaynaklardan toplanan rekabetçi bilgi) kapsamaktadır. Bilgi yönetimi örgütsel performans bağlamında bu bilginin değeri, kalitesi, sahipliği, kullanımı ve güvenliğiyle ilgilidir .Bilgi yönetimi terimi “doğru karar vermek için doğru formda, doğru kişiye, doğru maliyetle, doğru zamanda, doğru yerde, doğru bilgiyi sağlamak” olarak tanımlanmıştır. (Tonta,s.3-4). Bilgiye yönetimle anlatılmak istenen bilgiye erişim, bilginin üretilmesi, bilginin değerlendirilmesi, bilginin organize edilmesidir. İnsanlık tarihi boyunca bilgi sürekli üretilmiş ve muhafaza edilmiştir. Fakat bilgi üretiminde bugünkü manada kullanılan sistematik bir yaklaşım olmamıştır. Eski çağlarda bilge insanlar hikâyelerle bilgi aktarımını sağlarlarmış. 12. Yüzyıl sonrasında üniversiteler bilgi aktarımında ön plana çıkmışlardır. “Olağan Bilgi Yönetimi” diyebileceğimiz yapının oluştuğu, bu dönemde bilgi aktarımı için kitaplar yazılmış ve kullanıcının bilgi erişimini kolaylaştırmak için kütüphaneler ve arşivler oluşturulmuştur. Günümüzde ise “Olağan Üstü Bilgi Yönetimi” olarak adlandırabileceğimiz sistematik bir yapılanma vardır. Bu yapıda öne çıkan; teknolojik gelişmeler ve kolektif yaklaşımlar yeni bir kültür ortaya çıkarmıştır. Organizasyonel yapılar içerisinde bilginin üretilmesi, düzenlenmesi, tanımlanması, muhafazası ve nihayetinde iletilmesini amaçlayan bilgi yönetimi, sistematiğin diğer ilgili olgularla ilişkilendirilmesinden ortaya çıkan matematiksel bir sonuçtur.( Şentürk,2008,s.30-32).

38


Bilgi yönetimi modelleri bilgi eksikliğinin belirlenmesi, bilgi geliştirmek/satın almak, bilgi paylaşımı ve bilginin değerlendirilmesi şeklinde ele alınmıştır(Şentürk ,2008,s.45-46).

II. 5. MÜZELERDE BİLGİ YÖNETİMİ Bilgi toplumuna geçişle birlikte kuruluşlar; bilgiyi depolamak, kullanmak ve iletmek zorunda olduklarının farkına vararak, örgütsel yapıları üzerine yeniden düşünmeye başlamış ve yaşamlarını sürdürüp gelişmeleri için gerekli olan teknolojik yenilikleri uygulamaktan öteye gitmişlerdir. 1990’ların sonunda dünya genelinde toplumlar, kendilerini hem teknolojik açıdan hem de sistemden bağımsız ham şekilde bulunan veriler açısından bir bilgi devriminin ortasında bulmuştur. Daha önce iş dünyasında değişimlere hızlı bir biçimde karşılık verilirken, artık hayatta kalmak için daha farklı bir değişimin yani bilgi çağına uyumun sağlanması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu konuda çözüm üreten alanlardan biri de “bilgi yönetimi” olmuştur. Bilgi

yönetimi,

kurumların

bilgi

organizasyonlarına

sağlamaktadır. Bilgi organizasyonu olabilmek için altı temel

dönüşerek

güçlenmesini

yeteneğe sahip olunması

gerektiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bunlar: üretebilme yeteneği, cevap verebilme yeteneği, öngörebilme yeteneği, yaratma yeteneği, öğrenme yeteneği, dayanma ve ayakta durma yeteneği şeklinde ifade edilmiştir. Kuruluşların bilgilerini yönetebilmeleri için neyi amaçladıklarını bilmeleri gerekmektedir. “Bilgiye bakışın dar kapsamdan kurtulmak için 39


kuruluşların kendilerine şu soruyu sormaları gerekmektedir: Gelişmek ve hayatta kalmak için neyi bilmek istiyoruz. Bu tür sorularla ortaya konmak istenen amaçlar, bilgi yönetimin uygulama aşamalarında birinci sırayı almaktadır. Bu aşamaları şu şekilde ifade edilmiştir:  Bilgi yönetimini işletme amaçlarıyla ilişkilendirmek,  Çekirdek bilgi yönetimi takımını oluşturmak,  Kritik bilgi varlıklarını tanımlamak,  Bilgi yönetiminin paylaşılan değerlerini, vizyonunu, amaçlarını geliştirmek,  Yeni bilgi yönetimi yapısını, sistemlerini, süreçlerini,  teknolojilerini, rollerini, sorumluluklarını ve ödüllerini yaratmak,  Bilgi yönetimine uygun kurumsal kültürü oluşturmak ve sürdürmektir. Bilginin kurumlar tarafından bir ihtiyaç olarak görülmesi ile başlayan bilgi yönetiminin uygulama aşamaları, verimliliği artırmak üzere bilgilerin ortaya çıkarılması ve etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamaktadır. Kâr amacı güden kurumlarda bilgi yönetimi uygulamalarının en önemli sonucu verimliliğin artması olmuştur. Müzelerdeki bu artış, verilen hizmetlerin toplumun gelişimine katkısının ölçülmesi şeklinde ifade edilmiştir (Uralman, 112-113).

3. BÖLÜM: SONUÇ VE ÖNERİLER 3. 1. SONUÇLAR Müzeler geçmiş ile gelecek arasında bağ kurarak köprü vazifesi işlemini üstlenmektedir. Her geçen gün müzelere olan ilgi ve saygınlığın gösterilmemesi sebebiyle müzelerin verimliliği gün geçtikçe zedelenmektedir. Türkiye’ de bulunan halkın müze kullanım bilinci yeterli düzeye erişmemiştir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenlerin başında kültürel eksiklik gelmektedir Ayrıca bilgi 40


toplumu aşamasından uzak olmamız ve ziyaretçilerin müzeleri sadece gezip, görülecek mekanlar olarak görmeleri, müzelerin sıradan bir kurum olarak algılanması bilgi merkezi olarak düşünülmesini engellemiştir. Toplum tarafından müzelerden yararlanma bilincinin oluşturulması için müzeler hakkında halkın bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’ de yapılan bazı çalışmalara göre:  Okullarda verilen müze eğitiminden sonra yapılan müze ziyaretleri müzelerin giderek kullanılmaya başlandığını göstermektedir.  Müzelerde yapılan çeşitli programlar sayesinde halkın müzeyi ziyaret etme isteği öne çıkmaktadır. Halkın, çeşitli aktivitelere ilgisi çekilebilmektedir. Bu sayede müze kullanımı giderek artmaktadır.  Kullanıcılar müzeleri en önemli kurumlar arasında görmemektedir ancak; yapılan bazı çalışmalar sonucu kullanıcılara bu müze kullanım bilinci yerleştirilmekte ve müzelerden yararlanan şahısların her geçen gün arttığı bilinmektedir.  Günümüzdeki kullanıcıların da müzeleri de kütüphaneler gibi bilgi merkezleri arasında görüp yararlanma bilinci, her geçen gün artmaktadır.  Müzelerden elde edilen bilgi, hem geçmişimizi aydınlatmakta hem de geleceğimize şekil vermektedir. 

Müzeler geçmişi bugünle tanıştırmış ve geçmişin yarınlara taşınmasında etkili olan kurumlar olmuştur.

 Müzelerin gelişen teknoloji ile birlikte kullanımı daha da artmıştır.

3. 2. ÖNERİLER Diğer kurumlarda da olduğu gibi müzeler de günümüzdeki gelişmiş teknolojiye ayak uydurmak zorundadır. Gelişen teknoloji sayesinde müzelerdeki eserlerin korunması ve bunun sonucunda kültür aktarımının sağlıklı bir şekilde yapılması gerekmektedir. Toplumun müze kullanımını arttırmaya yönelik çalışmalar yapılması ve müzelerin sıradan bir kurum olmadığını, uzmanlık ve beceri isteyen bir bilgi merkezi olduğunu topluma benimsetilmesi için genel anlamda aşağıdaki önerilerin yapılması gereklidir:  Müzelere gereken önem verilmeli ve bu kurumun toplum için gerekliliği her platformda ifade edilmelidir.  Müzelerden elde edilecek bilgilerin toplum açsından çok yararlı olacağı bilinci uzman kişiler tarafından oluşturulmalıdır.  Kullanıcılara uzman kişiler tarafından müzelerin kullanımı ile ilgili eğitim verilmelidir. 41


 Kültür kaybını önlemek için ebeveynlere müzelerden elde edilecek bilgilerin yararlı olacağı fikri aşılanmalı ve bu fikrin gelecek kuşaklara aktarılması bilinci oluşturulmalıdır.  Günümüz kullanıcıları müze kullanımına teşvik etmek için çeşitli sosyal aktiviteler düzenlenmelidir.  Müzelerdeki

eserlerin

korunması,

bakımı

ve

onarımı

için

gelişen

teknolojilerden yararlanmalıdır.  Müzelerde sergilenen eserler kullanıcıların eğitimini destekleyici nitelikte olmalıdır. Eğitim veren kuruluşlar, müzelerden elde edilecek bilginin yararlı olacağı konusunda eğitim vermeli ve bu bilgilerin hem geçmiş için hem de gelecek için yararlı olacağı konusunda çeşitli çalışmalar yapmalıdır.

KAYNAKÇA Ackoff, Russell. On Learning and Systems That Facilitate It. 11 Aralık 2014 tarihinde http://cqmextra.cqm.org/cqmjournal.nsf/reprints/rp07300 adresinden erişildi. Altın, B. N. ve Oruç, S. (2007). Tarih ve Coğrafya Eğitiminde Müze Eğitimi ve Yaratıcı Drama. I. Ulusal İlköğretim Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur. Hacettepe Üniversitesi, Ankara. Altun, A. (2007). Türkiye'de Müzecilik. İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Atagök, Tomur ve diğerleri (1999), Yeniden Müzeciliği Düşünmek, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Aziz, A. (2008). Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri ve teknikleri. Ankara: Nobel Yayınevi. Barutçugil, İsmet. (2002). Bilgi Yönetimi. İstanbul: Kariyer Yayıncılık.

42


Boyar, H. (2006). Bilgi Toplumu Oluşumu ve Küreselleşmenin Kentsel Mekana Etkilerinde Müzeler Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, Ankara. Boyraz. B. (2013). Müze Teknolojileri ve Sergileme Farklılıkları. İdil Dergisi,2,115-125. Brown, John Seely ve Paul Duguid. (2001). Enformasyonun Sosyal Yaşamı. (Çev. İbrahim Bingöl). İstanbul: Türk Henkel Dergisi Yayınları. Buyurgan, S., Mercin, L. ve Özsoy V. (Ed). (2005). Görsel Sanatlar Eğitiminde Müze Eğitimi ve Uygulamaları. Ankara: Görsel Sanatlar Eğitimi Derneği Yayınları. Celep, Cevat ve Buket Çetin. (2003). Bilgi Yönetimi. Ankara: Anı Yayıncılık. Davenport, Thomas H. ve Laurence Prusak. (2001). İş Dünyasında Bilgi Yönetimi: Kuruluşlar Ellerindeki Bilgiyi Nasıl Yönetirler. (Çev. Günhan Günay). İstanbul: Rota Yayınları. Demir, Canan 1998 Müzelerde Pazarlama: Müze-Ziyaretçi İlişkilerinde Çağdaş Pazarlama Yaklaşımı, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Denizci, A. ve Mirza, H. (2012). Müze eğitimi. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı. Dervişoğlu, G. (2004). Stratejik Bilgi Yönetimi. İstanbul: Dışbank Yayınları. Erbay, M. (2011). Müzelerde Sergileme ve Sunum Tekniklerinin Planlanması. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş. Gerçek, Ferruh, Türk Müzeciliği, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999. İlhan, A., Artar, M., Okvuran, A. ve Karadeniz, C. (2011). Müze Eğitim Modülü. Ankara: MDGF-UNICEF Yayını. Jensen, Povl Erik. (2005). “A Contextual Theory of Learning and the Learning Organization”, Knowledge and Process Management 12 (1):53–64. Kalseth, Karl and Sarah Cummings. (2001). “Knowledge Management: Development Strategy or Business Strategy?”. Information Development 17 (3):163–172. Karabıyık, Ayfer,

"Çağdaş

Sanat

Müzeciliği

Kapsamında Türkiye'deki

Müzecilik

Hareketlerine Bir Bakış", Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. Kuroğlu, N. (2002). Müzelerin Eğitim Ortamı Olarak Kullanımı. Eğitim Fakültesi Dergisi,1,275-281. Öğüt, A. (2012). Bilgi Çağında Yönetim. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık Tic.LTD.ŞTİ. Önder, A., Abacı, O.ve Kamaraj, I. (2009). Müzelerin eğitim amaçlı kullanımı. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 25, 17-20.

43


Selvi, Özgül(2012). “Bilgi Toplumu, Bilgi Yönetimi ve Halkla İlişkiler”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Sayı: 3 Serdar, S, S. (2010). Türkiye Turizm Sektöründe Müze Sektöründe Müze Turizminin Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.4-44. Sümer, Beyza, (2007). “Bilgi Toplumuna Dönüşüm Sürecinin Avrupa ve Türkiye’de İstihdam Yaratmaya Etkisi”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi, S.B.E. Şentürk, Bilal, (2008). “ Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bilgi yönetimi anlayışı ve belge yönetimi”

11

Aralık

2014

tarihinde

http://bbytezarsivi.hacettepe.edu.tr/jspui/handle/2062/93 adresinden erişildi. Şimşek, M., & Çelik, A. (2011). Yönetim ve Organizasyon. Konya: Eğitim Akademi Yayınları. Tomur, & Atagök. (1999). Yeniden Müzeciliği Düşünmek. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Basım-Yayın Merkezi. Tonta, Yaşar(2004). “Bilgi Yönetiminin Kavramsal Tanıtımı ve Uygulama Alanları” Ankara. Tüzün, A. B. (2010). Modern Müze İşletmeciliği. Yayınlanmış yüksek lisans tezi, Çukurova Üniversitesi, Adana. Uralman,

H.

(2006).

Müzelerin

topluma

ulaşılabilirliğinde

bilgi

yönetimi.

Türk

Kütüphaneciliği, 12-18. Uralman, H. (2006). 21.yüzyıla girerken bir bilgi kurumu olarak müze. Bilgi Dünyası, 2, 250266. Urry, J. (2009) Turist Bakışı (E. Tataroğlu, İ. Yıldız, Çev.) Ankara: Bilgesu Yayıncılık. Yılmaz, Bülent, (1998). ‘Bilgi Toplumu: eleştirel bir yaklaşım’, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 15 / Sayı: 1 / ss.147–158.

44


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.