AYLIK ULUSAL EDEBİYAT KÜLTÜR SANAT DERGİSİ
Resim: Ölümünden önce Aşık Sefil selimi Sabit İnce ile / Nazende İnce YIL : 1 FİYATI: 2 YTL SAYI : 8,9,10
BU SAYIMIZDA:
Nesteren Fincancı Gazioğlu, Mustafa Ceylan, Ömer Sedat Topal, Dursun Elmas, Erol Ayyıldız Rasim Köroğlu, Melih Cevdet Anday, Azmi, Halide Nusret Zorlutuna, Haberler, Edebi Akımlar, M.Nihat Malkoç, Selçuk Bekar, Yusuf Ter, Süleyman Taşçı, Mikdat Bal, Hasan Geneyikli, Orhan Veli Kanık, Aşık Çağlari, Mehmet Aktarlı, Temel Kurt, Bekir Salim, Mehmet Turan, Arif Eren, Emine Ömer,
1
ANADOLU SEVDASI ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ AYLIK ULUSAL EDEBİYATKÜLTÜR SANAT DERGİSİ EYLÜL-EKİM-KASIM : 2005 YIL: 1 SAYI: 8,9,10 (2 YTL)
ISSN: 1303-5496
Sahibi ve Yayın yönetmeni: Sabit İNCE Yazı İşleri Müdürü : Nazende İnce İdare-Abone-Reklam: Muhammed İnce TEMSİLCİLERİMİZ:
Türk dünyası temsilcisi: Şemsettin Kuzeci Ankara: Ali Gündüz İstanbul: Zehra Birsen Yamak Eskişehir: M. Ali Kalkan Antalya: Mustafa Ceylan Isparta: Melahat Ecevit Hollanda:Güner Kaymakmuammer Çalar İzmir: Mehmet Turan Kütahya : Alaattin Uygun Ceyhan: Baki Yıldırım Edirne : Sevgi Yavuz Avustralya: Mehmet Sarı İsviçre: Yusuf Ter Burdur : Durmuş Öcal Almanya: Harun Yiğit, Lütfullah Çetin, Mehmet Işıkoğlu Tunçbilek: Şahin Ertürk Baskı-cilt:Han Ajans Tel: 0312 3845563 ANKARA
Yazışma Adresi: P.K. 10 Gar- Kayseri Fuzuli Cad. 75/A kocasinan 38020 Kayseri Tel: 0352 2355750-2338802 www.anadolusevdasi.8m.com anadolusevdasi@hotmail.com Yayın Danışmanları: Mustafa Ceylan-Muharrem KubatŞemsettin Kuzeci- Zehra B.Yamak, Rasim Köroğlu YILLIK ABONE BEDELİ:
2
BU SAYIMIZ Sabit İNCE Sevgili dostlar Bu sayımızda sizlerin karşısında 32 sayfa olarak ikinci kez beraber olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Belki sizlerle her ay yerine biraz aralıklı olarak buluşabiliyoruz ama olsun ne yapalım dergi çıkarmak ve devam ettirmek biliyorsunuz kolay bir iş değil. Bir başka mutluluk kaynağımızda abone sayımızın çığ gibi büyümesi ve dergimizin yaşaması için bütün Anadolu Sevdalılarının fahri birer temsilci gibi çalışmaya başlamaları ve özellikle yurt dışından yoğun taleplerin gelmesidir. Yeni abone olan dostlarımıza anasan Yayınlarınca yayınlanmış Anadolu Şiir Antolojisinden bir kitap veya abonemizin kitabı var ise kitabının tanıtımını hiçbir bedel talep etmeden yapmaya devam ediyoruz. Daha önce söz verdiğimiz gibi yayın ilkemiz olan yeni şair ve yazarlara yer vermeye devam ettik ve devam edeceğiz de. Çünkü yazı ve şiirlerini hiçbir yerde, hiçbir dergi de okuyucularıyla paylaşma imkanı bulamayan şair ve yazarlarımıza kapımızı sonuna kadar açtığımızı bu sayımızdaki imzalardan da göreceksiniz. Daha sonraki sayılarımızda da yurt dışında kalan şair ve yazarlarımıza yoğun olarak yer vereceğimizi de belirtmek istiyorum. Elbette ekonomik sorunlarımızı çözmüş değiliz ve sizlerin abone desteklerinizle dergimiz daha iyiye ve güzele ulaşmak amacını hep taşıyacaktır. İnternet web sayfamızda açılmış olup yazı ve şiirlerinizi oradan bize ulaştırabileceksiniz. Bu arada yazı işleri müdürümüz Nazende İnce şubat ayında bir trafik kazası ile ağır şekilde yaralandı ve yapılan bir ameliyat sonucu en az 2 ay daha yatakta olacak ama buna şükrediyoruz. Bizlere geçmiş olsun dileklerini sunan, telefon ve mesajlarla acımıza ortak olan tüm dostlara da teşekkür ediyoruz.Bu arada Kayseri Deniz Postası gazetesinde de günlük olarak yazılarımız yayınlanmaya başlamış olup, www.denizpostasi.com adresinden dostlarımız bize ulaşabilirler.Yakın bir zamanda da bu gazetede Kültür sanat sayfamız inşallah hazırlanmaya başlanacaktır. Sizlerin dergisi sizlerin desteklerinizle yaşayacaktır. Yeniden buluşmak üzere…
Yurt içi: 20 YTL Yurtdışı: 30 Euro Hesap No: İş bankası Sivas Cad. Şubesi Kayseri 5304SEVDASI 0098113 YTL ANADOLU 3 Yazı işleri müdürümüz Nazende İnce bir trafik 5304 0229747 Euro Hesabı ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ kazasında yaralandı ve yapılan bir ameliyatla Posta çeki: Sabit İnce 254991 sağlığına kavuştu. Kendisine geçmiş olsun diyor, Dergimize gönderilen yazılar ziyaret eden, telefon ve çiçeklerle geçmiş olsun yayınlansın yayınlanmasın iade edilmez. Yazı ve şiirlerin sorumluluğu yazarına dileklerini sunan dostlara teşekkür ederiz. aittir. Telif ücreti olarak dergi
gönderilir.
2
ele alıp hoşsohbet bir dille sergiliyordu… O günlerden bu günlere dostluğumuz ilerledi. Çoğu illerimizde yapılan şiir etkinliklerimizde beraber olduk. O’ nun geniş kültüründen ve samimi-sıcak-candan dostluğundan çok *********************************************** istifade ettim. Sonra “Körün Taşı” isimli Türk Edebiyatımızın önemli sahalarından birisi de eserini yayınladı. O eser Köroğlu adının “hiciv”, “taşlama”, “yergi” vb isimler verdiğimiz, edebiyat dünyamızda iz bırakan şairler bana göre “iğneleme” alanıdır. Bu alan, edebiyat arasında yer alacağının ilk habercisiydi. Şimdi, tarihimizde sayısız ve güzel örneklerle karşımızda yıllar süren dostluğumuzu antoloji. Com’ un dururken, maalesef bugün, günümüz şiir bu sanal imkânları arasında GÜLLÜK dünyasında özellikle genç neslin bu alandan grubumuzda sürdürmenin hazzını ve haberdar olmadığını üzülerek görmekteyim. mutluluğunu yaşıyorum. Yorumumuza Oysa bu sahada kalem oynatan şairlerimiz, üstadın kitabına da adını veren Körün Taşı yüreklerini ve akıllarını tellerinin, mızraplarının başlıklı tek bir dörtlükten oluşan eserinden arasından seslendiren ozanlarımız, yaşadıkları örnek sunarak başlayalım, olmaz mı? Dörtlük döneme iz bırakmakla kalmamışlar, döneme şekil şöyle: “Körün Taşı ve düzen vermişler ve o “iğneleyici” eserleriyle Sanmayın ki felek hoş tuttu beni, asırları aşa aşa günümüze kadar gelmişlerdir. Ne doldurdu ne de boş tuttu beni, Şiirin efsanevi gücü, taşlama-hiciv-mizah metodu Düşmanın attığı değmeden geçti, ile doruk noktalara çıkmış ve sadece kendini değil, Hep kendi attığım taş tuttu beni.” kutlu kanatları-mübarek sırtıyla şairini de zamanın İşte bu dörtlük, Köroğlu ustanın bütün şiir korkunç kıskacından kurtararak yüzyıllar ötesine anlayışının temeli… Öz bu… Özün özü bu… taşımıştır. Gerçekten üzülüyorum, genç neslin hiciv-mizah yolunda eser vermemesine… Düşmanın attığı taş değil, kendi attığı taşın Rasim Köroğlu gibi günümüzün “hece” şiiriningene kendisine gelmesiyle yaralanan bir yürek. taşlama-mizah şiirinin ustası olan bir şairin sadece Felekle başı derttedir. “Zaman ve zamane” antoloji. Com sitesindeki şiirlerini incelerken onun mücadele verdiği en mühim gördüm ki, çok az kişi okumuş ve şiir altlarına rakibidir.”Felek beni hoş tuttu sanmayın” yorum yazmış… üzüntüm ondan… Söyler misiniz derken de bunu söylemektedir usta. bana, kaç kişi şu güzelim “araba” şiirini yazabilir? Köroğlu, hem aruz hem de hece de ustadır. Rasim Köroğlu, taşlamalarında asık surat ve Onunla yaptığım röportajdan da görüleceği küfürbaz değildir. Güleryüzlü ve hoşsohbet bir gibi, Türk Halk Şiirine sevdalı, ozanlık tutum izler. Mizah sanatını taşlamayla geleneğinin geleceğinden de kaygılıdır. İster ki bütünleştirip, kendince ve günün motiflerini de bu şiir ve bu gelenek sonsuza dek yaşasın. ekleyerek akan bir su misali şiirini sunar. Çabası onadır ustanın, kederi ondan… Ben, Köroğlu üstadı bundan yıllar önce Ankara’ da Rasim Köroğlu, hece’ nin her türlü kalıbıyla Feyzi Halıcı üstadın “Fasılbar” da düzenlediği şiir yazar, amma en çok 6+5=11’ lik ölçüde çok etkinliklerinde tanıdım. O yıllarda Eskişehir’ den başarılı olduğunu görmekteyiz. kalkıp Ankara’ ya gelirdi. Bekir Salim’ le Kafiyelerini asla “ek”ten değil, “kök” ten atışmalarını hatırlıyorum. Rahmetli Halil Soyuer yapar. Mısraların birbiriyle uyumuna çok sağdı. Cemal Safi, Ayhan İnal, Yahya Akengin, dikkat eder. Mısralar birbirini bir dörtlükte Abdullah Satoğlu, manevi babam Ahmet Tufan adeta son dizeye-ayak-uyak’a el ele taşır Şentürk ve daha bir çok usta ve benim gibi genç gibidir. Bu durumu usta olmayan her hece şairlerin katıldığı “Fasılbar” şiir etkinliklerinin şairi beceremez. Şiirinin başlangıcı, ortası ve tadını unutmuş değilim. sonu konudan ve özden kopmaz. Konunun Rasim Köroğlu, Türk Halk Şiirinin “ayak-uyak” etrafında her dolanışında bir mizah ve bir iğne larıyla eski obje ve imgelere kaçmadan, kendi görürsünüz. Görürsünüz de çoğu şiirinde her yaşantısından, toplumun güleceği-eğleneceğikıta sonunda gülmekten karnınız yarılır… düşüneceği-iğneleyip yereceği konuları teker teker Kendini tutamazsınız. Çünkü çok ”etkili ve
RASİM KÖROĞLU’nun ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
3
vurucu” sözlerini her kıtanın son iki mısrasına saklamıştır. İlk iki mısrada sizi o vurucu ve etkileyici söyleme hazırlar ve son iki mısrada kovada ne varsa döküverir baştan aşağıya… Rasim Köroğlu, “araba” şiirine dikkat§ edilirse “Biz de bir araba almadan önce / Özenir herkese bakar giderdik.” Sözleriyle başlıyor. Evet, araba almadan önce herkese özenen şair, kıt kanaat aile bütçesinden artırdıklarıyla bir araba almıştır ama, başına da gelmedik kalmamıştır. Burada şiirin girişine dikkatinizi çekmek istiyorum. Araba almaya herkes özenebilir, herkes heves edebilir; ancak alınan arabanın nasıl olduğuna dikkat etmek gerekir. Zira, bütçe imkanlarıyla alınan bir araba, üstadın başına gelenler gibi sizin de başınıza gelebilir. Şiirin giriş kısmını teşkil eden ilk dörtlüğünde şair okuyucuyu konuya hazırlamaktadır. Sonra bu dörtlüğün üçüncü ve dördüncü mısrasında, bundan sonra gelecek dörtlüklerde ele alacağı konunun- söylem biçiminin haberini vermektedir. Diyor ki; ”Kim derdi ki hemen alıverince, Garip başımızı yakar giderdik.” Garip başımızı diyor, başımı demiyor. Neden? Çünkü, bu hevesle alınan, herkesin var bizim niye olmasın diyerek alınan araba, sadece kendi başını değil, cümle aile bireylerinin başını da yakacaktır. O sebeple “başımız” demektedir. Nitekim 2. dörtlükte bunu açıkça da söylüyor.: ”Çocuklar itirir, hanım çekerdi, Konu komşu çıkar, seyre bakardı,” Sonra, usta başlıyor, aile bireylerinin tümüne dert olan arabayı anlatmaya: ”Benzini bitince yağı yakardı, Dumanı havaya diker giderdik.” Bunu, şiirin bütünselliği ve konuya hakimiyet açısından dikkatiniz çekmek için ifade etmeye çalışıyorum. Mizah, çoğu kere “hazır cevap” lık demektir. Anında verilen cevabın etkisini yaşatmaktır ustalık. Anında cevap vermek de konudan kopmamakla mümkün olur. Şair bu şiirinde kullandığı “çeker giderdik/yakar giderdik/yıkar giderdik…vb” ana çizgisinde “giderdik” deyişi ile kişisellikten meseleyi çıkarıp, “giderdim” demeden, tüm ailesini de aynı çile içine katmaktadır ki, işte her kıtadaki son iki dizede “vurucu-etkin-iz bırakan” söylemi toplumla da paylaşmak arzusundandır… Taşlama ve mizah kişisel olabilir, ama önemli olan bu kişiselliği toplumla paylaşabilecek usül ve metodun
yakalanmasıdır. Tiyatro sanatında “komedi” lerin başarısı da bu noktada görülebilir. Bu şiirde taktik şu, ilk iki dizede araba, son iki dizede bu arabanın çilesini çeken aile… Bu şiirde ve Rasim Hoca’ nın bundan sonra inceleyeceğimiz şiirlerinde ve hattâ tüm şiirlerinde gördüğüm bir özelliği daha işaret etmek isterim. Mısra sonlarındaki kafiyelerinin % 85’ i hep sesli harfle bitmektedir. Alfabemiz 29 harftir ve sadece 8 sesli harfimiz vardır. Köroğlu, bu sesli harflerle yüklü şiir dokusunu etkili olabilmek için ve özellikle sahnede-dinleyenlere seslendirerek sunmakzihinlerde hoşça bir iz bırakmak için kullanmıştır, ama bana göre, bu tutkudan ustanın sıyrılması da gerekmektedir. Alfabemizin sessiz harflerinden bir kaçını, n-tk-r-m-n harflerini kullanmıştır kafiyelerinin sonunda… sesli harfler vurgunun yanı sıra durum-yer-hal bildirmede çoklukla kullanıldığından mizah-hiciv sanatında bel ki kurtuluş yoktur bu harflerden ama, benim bu tesbitimi kendisinin de bir gözden geçirmesini arzularım.. Bu fiziksel bakış açımı üstadın kayda değer bulacağını umarım. Rasim Köroğlu’ nun şimdi de “nazlı yârini” arayışını anlattığı bir şiirine göz atalım olur mu? Şiir şöyle: “Tükettim ayları, bitirdim günü, Yıllarda aradım nazlı yar seni, Kaybettim kendimi, şaşırdım yönü, Yollarda aradım nazlı yar seni. Rasim Köroğlu’ nun yârini arayışının şiirini okuduk. Bu şiirin teknik analizinde Köroğlu’ nun yeni bir mısra cambazlığını görmekteyiz. Şair, deyim ve düşüncelerini her bir kıta içinde ilk mısra ile şiirin şah beyiti-uyak arasında gayet mahirane bir şekilde dokumuştur. Şiirinde her hangi bir aksama ve sekme bulunmayışı, örgüsünün sağlam oluşu da bundandır. Zira, 1. Kıtada: Tükettim ayları- yıllarda aradım nazlı yâr seni (Neyi sorumuza: ayları tüketip, günü bitirmekte) : Kaybettim – Yollarda aradım nazlı yâr seni (Neyi sorumuza: Kendimi demektedir. Kendini kaybeden ne yapar? Yönü şaşırır değil mi? Yönü- şaşıran tek bir yola düşmez aramak için, cümle yollara bakar bulmak için sevgilisini) 2. Kıtada: Gözümün – çöllerde (bu iki kelime arasında ne, neden, nasıl, ne kadar, niçin, ne
4
zaman gibi soruları sorarak; cevaplarını sıralamış; yani bu iki sözcük arasına şiirin sağlam duvarını örmüştür. Aynen öyle de; 3. Kıtada: Dışıma-Küllerde 4. Kıtada:Güllerin-Güllerde 5. Kıtada:Kandırdın-Tellerde sözcükleri arasında dans eden, kozasını ören bir ipek böceği gibidir. Özellikle genç şairlerimize demem o ki, bu dokuya iyi bakmalarıdır. Mısraların birbiriyle uyumu ve bir kıtanın girişi ile bitişi arasında ki örgünün
gitmiştir. Ama ya kalan? Çocuklarıyla geride kalan eş de ölmüştür aslında. “Tabut seni değil beni götürdü” demiyor mu şairimiz de? Yuvayı dişi kuş yapar demişler. Gerçekten de eşlerden annenin vefatı ile babanın çocuklarla geride kalması zor bir olaydır. Anne olsa, en azından çocuklara “analık” yapar… Hele sağlamlığına dikkat etmeleri hususudur. hele bir de evlâtlar arasında kız çocuk Üstad Rasim Köroğlu’ nun çok sevdiği eşi varsa babanın işi biraz daha zor rahmetli olunca, üstadın neşesi kaçmış, olmaktadır. Bu bizim aile yapımızdan eskiden gülen-güldüren-şen şakrak Köroğlu kaynaklanmaktadır. Köroğlu’ da acı yüklü yerine hüzün dolu bir Köroğlu gelmiştir. bu şiirinde çocuklar konusuna hususiyetle İsterseniz önce Köroğlu’ nun rahmetli eşine değinmektedir. Üstad, yıllarca eşinin vefatı yazdığı şiirini bir okuyalım: sebebiyle çocuklarına hem analık ve hem “Çekilir mi sensiz hayatın zoru. de babalık yapmak durumunda kalmıştır. Derdimi ortadan bölenim benim. O neşeli-cıvıl cıvıl-cevval Köroğlu gitmiş, Yüreği tertemiz, gözleri duru, yerine düşünen, hüzün dolu bir Köroğlu Baktıkça yüzüme gülenim benim. gelmiştir. Daha önceki yıllarda “velet”, ……… “futbol” gibi eğlendiren-güldüren şiirleri Rasim’de yanmadık yürek mi kaldı, kaleme almıştı. Bunlardan birisinde Dünyayı tutacak direk mi kaldı, diyordu ki: Bilmem başka söze gerek mi kaldı, “Hiç gelecek halim yoktu vallahi, İçimden geçeni bilenim benim.” Sizleri burada gördüm de geldim. Görüyorsunuz değil mi yürek sızını, acıyı, İzinsiz çıkamam, salmaz billahi, elemi… Mizah adamının gülüşü ne kadar Hanıma tekmili verdim de geldim. büyükse, acısı da ondan daha büyük oluyor. Derken, eşinin vefatından sonra, dümeni Aslında, onların iğneleyen dillerinin – elem okyanusuna, deli tayı keder güldüren dudaklarının arkasında hüngür yokuşuna sürer olmuştur. Şimdi hüngür ağlayan, gerçeğin katı aynasında ıstırap okuduğunuz şiirde gördüğünüz gibi yumağına dönmüş yürekleri vardır. Siz “kılıbık” denilen bir “eş” motifini sahnede, ekranda, şiirlerinin içinde rahatlıkla sergilemekte idi. Hani diyordu güldüklerine- güldürdüklerine bakmayın. ya “Körün Taşı” dörtlüğünde “kendi Onları dışardan alaycı yada vurdumduymaz attığım taş yaralıyor beni” diye. Hah işte sanırsınız, ama onlar çok duygusal ve çok o… Eleştirmen mizahçı-hicivci önce kılıcı narin bir yapıya sahiptirler… kendine çalmakta, taş yağmuru altında Köroğlu’ nın eşini kaybetmesi üzerine yazdığı kendi başını tutmaktadır. Taşlama-hicivbu şiirde, bozulan-yıkılan bir aile-öksüz kalan mizah edebiyatımızda bu çok görülen bir çocuklarla yalnız kalan bir babanın arşı tutan olaydır. Kendine söylemenin anlamı da, elemini ve hıçkırıklarını hissetmekteyiz… “kızım sana söylüyorum, gelinim sen “Tabut seni değil beni götürdü, anla” mânasındadır. Bu günü, yarını, dünü götürdü, Gülen önce kendi gülmeli, ağlayan acıyı Bedenim içinden canı götürdü, önce kendi canında hissetmeli ki, sahnede Şimdi neye yarar kalanım benim.” rolünü başarıyla oynasın. Şair de başarıyla Evet, ölen ölmüş, Hakk’ın çağrısına uymuş, şiirini yazsın… Kendinde konusunu imanı ve inancı bütün olduğu için de Cennete yaşayamamış şairin şiirinin içi boş, şiiri de
5
yavan olur elbette… Evet dostlar, demiştik ki, his, bir duygu işi değil midir? Kelimelerle şair şiirinin konusunu yaşamışsa, içi boş, duyguyu nakış nakış işlemek değil midir? mısraları yavan olmaz… Bazılarınız benim bu Öyleyse, yaşayanın işlemesi bir başka olur görüşüme katılmayabilirsiniz. Ona da saygı her haldeDEVAMI GELECEK SAYIDA duyarım. Ama, eli yanan bir insanın acısını en iyi o elin sahibi hisseder, değil mi? Şiir de bir Yalan Yuxular ---------Sakın karagözlüm,kendini sakın Lay Lay Lay Lay Görme her güleni kendine yakın Darıxma deyirem Hatta gerekirse boş tavır takın Sene nağıl deiyeciyem: Sonra kıskanırda korkulan olur... Sami ARSLAN-İZMİR Biri var idi ÖMÜR DEDİĞİNİZ NE Biri yox idi Özüm özüme deyirem, Ömür dediğiniz ne ?Hemen eridi bitti. Lay Lay Lay Lay Eylül kızıllığında tutuştu ,yandı gitti. Eski anılarımla sanki çocuğum hala, Allah`dan başqa Ama artık ensemde her gün bin kez Kimse yox idi musalla... Bir Adilşah Var idi... Hele dillerde yorgun cümleler,kelimeler Ağaran saç,kırışan ellerde tirtremeler. Kırpıklerim ağırlaşırlar Toparlanman gerekir birşey anlamasan da Gözlerimden yuxu yağır Aynalara bakmasan,çığlık dinlemesen Lay Lay Lay Lay. de... Eyvahlar tipi ,boran,sağnak sağnak Xoruz banlayır yağacak, Ayaq qabılarımı Hesabın günü doğup,vuslat günü Telesek geyirem ağacak... Qapını açıram. Çam gölgesiydi sanki,bir dinlenmelik zaman Her şey yerindedir Dolup dolup boşaldı,dinler mi hiç el Yuxularım aman Yalan imişlar . Edaletin qapısı bağlıdır. Hala ilk günkü gibi dünya durur yerinde Ahmed Hani AZERBAYCAN Zerre kadarık fani,kök salmaz üzerinde. OLUR GÜZELİM Bir nefesle gelindi,yine öyle gidilir, Gösterme yüzünü başkalarına Neye faydası varmış,?boşa tamah edilir.... Güzel gözlerine kapılan olur. CEMİLE DÜZGÜN-2003 Ekim Kulağının zarif halkalarına DÖRT YÜZ AŞIK SAYDIM Kaptırıp gönlünü kapılan olur... Boyun fidan gibi yürüyüşün hoş Benim kalbim dolu başkasında boş Gönül değil mi bu bir başka sarhoş Kapılıp ardınca sarkıtan olur...
Dört yüz aşık bundan önce söyledim Daha söylenecek çokları vardır Nice zelil sefil ezgin perişan İçlerinde tek-tük tokları vardır
6
Bazısı muhterem bazısı veli Bazısı vardır ki delidir deli Bazısı muzırdır kimi müdavi Akıl fikir ermez halleri vardır
Aşık Güneşloğlu,Aşık Haki’yi Kars ilinden Şevki Dizdaroğlu’yu Aşık Seyyit Osman Cingözoğlu’yu Erzurum’dan Aşık Erbabi vardır
Fakirlikten gelen vardır alışık Sılasın terk edip olurlar aşık Padişah kızını seçerler maşuk Bülbül gibi hoşça dilleri vardır
Aşık Ziya Şahin,Sorgun’lu Nazi Aşık Şehrubanu,Silleli Zehri İstanbul ilinden Aşık Şiiri Erzurun Tortum’dan Ruhani vardır
Kimisi rızkını arar bulamaz Kimisi sevdiği kızı alamaz Kimisi saz çalar kimi çalamaz Cangır cungur öter telleri vardır
Temeşvar’lı Aşık Hasan,Kul Çulha Mehmet Dervişoğlu,Aşık Aşkiya Şuuri’nin memleketi Adana Elbistan’dan Aşık Yeksani vardır
Aşık Hasreti’le,Aşık Mahrumi Aşık Gülhani’le,Aşık Davudi Aşık Kulgazi’le,Aşık Yemini Artvin’li Şamili,Feyyadi vardır
Divrikli’dir Deli Derviş pek yaman Aşık Ahmet Gurbi gelmiş Bosna’dan Mustafa Karaoluk Karaburna dan Birde Çiçekdağlı Vahdeti vardır
Uruşlu Şefkati,Aşık Balasan Aşık Nurşah,Aşık Salman,Nuri Can Aşık Bengi,Basri Baba,Dalışman Galip Kurdoğlu’yla Fenayi vardır
Ali Yılmaz Aşık İlham,Ruşeni Aşık Zari,Aşık Künci,Kul Şükrü Aşık Kavli,Aşık Kalbi,Makbuli Bir de Edirne’li Behişti vardır
Aşık Orhan Karaaslan,İsmeti Ali Akçeken,Temel Turabi Davutoğlu,Demiroğlu,Tornacı Kars’lı Aşık Mehmet Divani vardır
Çankırı’lı Kadri,Aşık Kerimi Aşık Ali Nutki,Aşık Devami Aşık Dertli Katip,Aşık İmdadi Birde Darende’li Mecruhi vardır
Aşık Dertli Kazım,Avşar Ozan’ı Aşık Halil Güler,Aşık Şahmedi Aşık Bekir Yalçın,Aşık Hadi’yi Aşık Deli Boran,Deryabi vardır
Genç Abdal’la Merzifonlu İzni’yi Yeşil Abdal,Pir Muhammed,Fenni’yi Ankara’lı Cevdet,Aşık Dürri’yi Aşık Galip Güler Cefai vardır
Darendeli Remzi,Yaşar Avadan Garip İsmail’le,Aşık Gariban Tekirdağ’lı Zikri,Aşık Lamekan Kayseri’li Aşık Kaşifi vardır
Yakup Ali Aslan,Aşık Vebali Lütfi Topaloğlu,Aşık Güzini Aşık Sarıcakız,Aşık Fakiri Vasfi Taşyürekle,Feymani vardır
Aşık Yanık Umman,Aşık Haydari Abdüllatif Dede,Ali Askeri Sivaslı Behçeti,Aşık Helaki Tokat’ın Zile’den Talibi vardır
Arguvanlı Aşık Bektaş,Uzleti Kararsız Veli’yle Aşık Kanberi Aşık Üsküdari,Posuflu Şemsi Maraş Elbistanlı Hakiri vardır
7
Amasyalı Aşık Elvan Çelebi Elbistan’lı Aşık Esat Yükseli Kırşehir’den Aşık Baba Fehmiyi Aşık Ziya Elgin,Kusuri vardır Kalender Abdal’la Aşık Kelami Aşık Keşfi,Aşık Kalbi,Vuslati Muharrem Kubat’la,Aşık Zamani Kağızman’lı Aşık Sezai vardır YUNUS KARACA -ANKARA
Yalan Melih Cevdet Anday Ben güzel günlerin şairiyim Saadetten alıyorum ilhamımı Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum Mahpuslara affı umumiden... Çocuklara müjdeler veriyorum Babası cephede kalan çocuklara... Fakat güç oluyor bu işler Güç oluyor yalan söylemek...
BEN TÜRKÜM Toprak damlı,taş duvarlı bir evde Torosların bir köyünde,doğmuşum Halı-kilim,dokunurmuş her evde Çıralıktan, fitilmişim yağmışım Anam beni,toprak ile,bellermiş Babam sever,şahbaz olsun,dilermiş Vatan-millet,sevdasıyla,bilermiş Hep başımı,saygı ile,eğmişim Bebeklikte,bıkılmayan nazmışım Tez konuşmuş,okumuşum,yazmışım Doğruları,belleğime,kazmışım Fırıl-fırıl,kirlenmişim,iğmişim Dedem Korkut masalları okumuş Kahramanlık türküleri şakımış Tezgahında çileleri dokumuş Türk-İslam'la mayalanmış beğmişim Oğuz Kağan,düşlerimi süslemiş
Bilge Kağan,tarihlerden seslemiş Karacoğlan,Dadaloğlu beslemiş Yeseviyle pişirmişler çiğmişim Kür-Şad Han'la,Çin seddini aşmışım Malazgirt'de Alp-Arslan'la coşmuşum Selçuk Bey'e Osman Bey'e şaşmışım Fatih Han'ın getirdiği çağmışım Mehmet Bey'le sarılmışım dilime Farabi'yle yönelmişim ilime İbn-i Sina rehber olmuş bilime Geçmişimle koparılmaz bağmışım İmrenmişim,Pir-i Reis uluma Kanuni'yle yol katmışım yoluma Yavuz Han'ım kuvvet vermiş koluma Kafirlerin kellesini yığmışım Feyz almışım,Hacı Bektaş,Yunus'tan Kurtulmuşum,bilgilerle,fanusdan İran-Irak,Cezayir-Fas,Tunus'dan Endülüs'e,Viyana'ya değmişim Rus harbinde,Baltacı'yla öğünmüş İstanbul'un işgalinde döğünmüş Girit-Kıbrıs,bir-bir gitmiş güğünmüş Anadolu Trakya'ya sığmışım Kurtuluşda yeni baştan dirilen Bozkurt gibi ok-yay gibi gerilen Kısa günde toparlanıp derilen Atatürk'e kuvvet veren çığmışım Milletiyle gurur duyan Türk'üm ben Başbuğuma hizmet veren çarkım ben Avşaroğlu çağlayanım arkım ben Türk elini türkülerle öğmüşüm
ERDAL ÖZKAN (Merhum şairin anısına saygı ile… SEVMEK İLAÇTIR Sevgiye doymayan kişi Demek ki sevgiye açtır Sevenin sevmekse işi Hayati bir ihtiyaçtır Aşkın derince dalmak Gelsin diye haber salmak Gönülden bir buse almak Yerine göre ilaçtır
8
Kucak açar neden sana Aşkı meftun eden sana Der bilirim giden sana Sürmeli göz siyah saçtır Gözü düşmedi gözünden Mana çıkardı sözünden Öptü okşadı yüzünden
Sordu kıza yaşın kaçtır Sevgi süreç aşk sonuçtur Aşk ki sevgide son uçtur Sonrası ihanet suçtur sevmek yoksa yaşam hiçtir AHMET CANBABA-ANKARA
9
ANADOLU SEVDASI HABERLER HABERLER HABERLER ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬
ANADOLU ŞİİR ANTOLOJİSİ-5ÇIKIYOR SİZ DE YERİNİZİ ALDINIZ MI?
KATILMA ŞARTLARI: 1-Antoloji 14*20 cm boyutlarında renkli ofset kapak 1.hamur kağıda 1000 adet basılacaktır.Antoloji ANASAN YAYINLARI olarak yayınlanacaktır. 2-katılımcılar 10 satırlık özgeçmiş, adres, telefon ve e mail adreslerini ve şiirlerini internetten sabitince@hotmail.com adresine göndereceklerdir. İnternetden gönderme imkanı olmayanlarda P.K. 10 Gar Kayseri veya F.çakmak Bozantı cad. 128/25 Kayseri adreslerine posta ve kargo ile gönderebileceklerdir. 3-katılım ücreti 254991 nolu sabit ince posta çeki hesabına ücretsiz olarak veya 5304 0098113 nolu işbankası sivas cad. şubesi kayseri banka hesabına, yurt dışından katılacaklar da işbankası sivas cad. şubesi 5304 0229747 euro hesabına euro olarak gönderebileceklerdir. 4-Katılımcı sayısı sınırlı olacağından kayıt ve ücret ödeme sırasına göre kabul edilecektir. 5. ciltin hazırlıkları başlamış olup, 5. ciltle ilgili ayrıca duyuru yapılacaktır. 5-Katılım ücreti 2 sayfa için 35 milyon+10 kitap, 4 sayfa için 70 milyon+15 kitap, 6 sayfa için 105 milyon+20 kitap, 8 sayfa için 140 milyon+25 kitap, 10 sayfa katılacaklar için 175 milyon+35 kitap verilecektir. 10 sayfadan fazla katılacaklar için her sayfa için 17,5 milyon ilave edilecektir. 6-Sadece iki sayfa katılacakların şiirlerinin birisi en fazla 12 satırlık, diğeri de 20 satırı geçmeyecektir. Çünkü ilk sayfaya 10 satırlık özgeçmiş yazılıp, altına 10 satırlık kısa şiiri konulacaktır.
SABİT İNCE 2006 EDEBİYAT ÖDÜLÜ KATILIM ŞARTLARI Son katılım 15 Temmuz 2006 Şair, Yazar, Bestekar, Araştırmacı Sabit İnce adına dostları ve Isıpen Pvc Panjur sanayi firması Sabit ince'nin 38.sanat yılı için 4.Kez yarışma düzenlemişlerdir. Sabit İnce edebiyat Ödülü’ne aday eserlerde Sabit İnce'nin edebiyat anlayışı göz önüne alınarak, çağdaş bir dünya görüşü ve Türkçe dil bilinci temel ölçüt olacak. Ödül, tek bir esere (kitap ya da kitap bütünlüğü taşıyan şiir, roman, anı, deneme, hikaye ve röportaj dallarında) verilecek.1 Ocak 1993 - 15 Haziran 2006 tarihleri arasında yayımlanan bütün kitaplar ve kitap bütünlüğündeki eserler (yurt dışında yayınlanan veya Türk dünyası yazarlarının Türkçe yayınlanmış eserleri de dahil) yarışmaya katılabilecektir. Ayrıca, Ödül Yazmanlığı, bu kitaplar arasından çeşitli nedenlerle katılamayan kimi yapıtları da ödüle aday gösterebilecektir. Kitap halinde basılmamış, ancak kitap bütünlüğü taşıyan eserlerle de ödüle aday olunabilecektir. Ödül kazanan yapıtlar, Sabit İnce'nin Doğum yıldönümü olan 28 Ağustos 2005 tarihinde açıklanacak. Ödüle son katılma ve aday gösterilme tarihi ise 15 Temmuz 2006. ödülün parasal değerinin 2006 yılı için 300 YTL olarak belirlendiği kaydedildi. ödüle maddi katkıda bulunmak ve sponsor olmak isteyen kişi ve kuruluşların da aşağıdaki telefonlarla irtibata geçerek katkıda ulunabilecekleri belirtildi. . Katkıda bulunan ve Sponsor kişi ve kuruluşlar ayrıca ilan edilecek ve plaket verilecektir. Ödüle aday olacak eserlerde, yazarın adı, açık adresi ve kısa hayat hikayesi ile 1 adet fotografla birlikte 5 adet kitap ya da 5 kopya dosyayla Postayla gönderecekler P.K. 10 Gar/Kayseri’ adresine, kargo ile
9
gönderecekler de Fuzuli Cad. 75/A Kayseri adresine gönderilmesi gerekiyor.Katılacak kişi ve kuruluşların posta, haberleşme ve diğer giderler için her bir eser için 20 milyon lira katılım paylarını da PTT ile 0254991 nolu posta çeki hesabına ücretsiz olarak veya T.İş Bankası Sivas Cad. şubesi Kayseri 5304 0098113 nolu banka hesabına yatırmaları gerekmektedir. Bir başka uyarı da yapıtların sahiplerine iade edilmeyeceği ve ilk beş arasına giren eserlerin basımı konusunda telif hakkı sahipleriyle görüşmeler yapılarak eserlerin basılmasına yardımcı olunacağı belirtilmektedir. Başvuru Adresi ve detaylı bilgi: P.K. 10 Gar/kayseri Nazende İnce Şair-Mühendis Ödül Yazmanı 0 505 3926707- 0352 2355750
SABİT İNCE 2005 EDEBİYAT ÖDÜLÜNÜ KAZANANLAR AÇIKLANDI Şair, Yazar, Bestekar, Araştırmacı Sabit İnce adına dostları ve Isıpen Pvc Panjur sanayi firması tarafından Sabit ince'nin 37.sanat yılı için düzenlenen edebiyat ödülünü kazananlar belli oldu. Şiir, roman, anı, deneme,fıkra ve hikaye dalında yarışmaya katılan eserler arasından: Roman dalında birincilik ve ikinciliğe değer eser bulunamadığından Nurettin Kocabıyık'ın suzan adlı romanına üçüncülük ödülü verilmiştir. Anı dalında birincilik, ikinciliğe layık bir eser bulunamadığından Neşet Tınaztepe'nin Köye Doğru eseri üçüncülük ödülü almıştır. Deneme dalında birinciliğe layık eser bulunamadığından birincilik ödülü verilememiş olup, Nesrin Özyaycı'nın Kanka adlı kitabı ikincilik ödülüne, Şemsettin Kuzeci'nin Türkmeneli Edebiyatı adlı eseri Üçüncülük ödülüne layık görülmüştür. Fıkra dalında birinciliğe layık eser bulunamadığından birincilik ödülü verilememiş olup, Galip Kurdoğlu'nun Temel Oğli Temel adlı Karadeniz fıkraları kitabı ikinciliğe layık görülmüştür. Hikaye dalında birinciliğe değer eser bulunamadığından Merih s. Günay'ın Pabuçlarımın yazarı kitabına ikincilik ödülü, Sevgi Koyuncu'nun Gelincikler Geceye Düşer Hikaye kitabına üçüncülük ödülü ve Ahmet Canbaba'nın Cennette Seninleyim adlı eserine Jüri özel ödülü verilmiştir. Şiir dalında Birincilik ödülüne layık eser bulunamadığından İkincilik ödülüne Almanya'dan Harun Yiğit'in eseri Duy Yunus Emre kitabı layık görülmüştür. Üçüncülük ödülüne Almanya'dan Mehmet Işıkoğlu'nun Gönül Şelalesi adlı eseri layık görülmüştür. Orhan Karahan'ın Eylül ve gül kitabı Birinci Mansiyon, Gaziantep'den Ahmet Ayaz'ın Sızı adlı şiir kitabı ikinci mansiyon, Eşref Karadağ'ın Çıkınımdaki Azıklar adlı eseri üçüncü mansiyon ödülüne layık görülmüştür. Ankara'dan Eda Keskin'in Susuzluğun Kıyısında, Antalya'dan Şükrü Erciyeslioğlu'nun Sırlı Geceler, Hakan Kılıç'ın Duygularım, Dr. Abdullah Çelik'in Bizim Canlar,Ebru Nil Özüdoğru'nun Laf Aramızda, Süheyl Türkoğlu'nun Her yağmur ertesi Nusret Turan'ın Para ve Ölü Aşklar Derneğinin Ölü Aşklar şiir antolojisi adlı şiir kitapları ise Jüri özel ödülüne layık görülmüştür. Ayrıca Türk Edebiyatına Hizmetlerinden dolayı Ali Göndüz, Cengiz Ekrem Teymur, Anar, Ekber Koşalı M. Fatin Baki, Mehmet Turan, ve Zehra Birsen Yamak'a Onur ödülleri verilmesine karar verilmiştir. 1 Ocak 1993 - 1 Temmuz 2004 tarihleri arasında yayımlanan bütün kitaplar yarışmaya katılmıştır. Ayrıca, Ödül Yazmanlığı, bu kitaplar arasından çeşitli nedenlerle katılamayan kimi kitapları da ödüle aday göstermiştir. Ödül kazanan yapıtların, ödül töreni 11-12 Eylül 2005 Tarihinde Antalya'da yapılacak 1. Antalya Akdeniz Şiir Şöleni Buluşmasında
10
yapılacağından ödül kazanan eser sahiplerine ayrıca yazılı bildirim yapılma zamanı kısaldığından Ödül kazananlara telefon ve e mail ile ulaşılarak bilgi verilmeye çalışılacaktır. Ayrıca ulaşılamayan eser sahiplerine de bu duyurunun ulaştırılmasının da sizler tarafından ulaştırılacağına güvenerek kamuoyuna ve ilgililere saygı ile duyuruyoruz. 2006 yılında 4. düzenlenecek Sabit ince edebiyat ödülü ile ilgili geniş bilgi aşagıdaki adresden, telefon ve e maillerden alınabilir. Başvuru Adresi ve detaylı bilgi: ÖDÜL YAZMANI P.K. 10 Gar/kayseri Nazende İnce 0 505 3926707 Şair-Mühendis Akşam: 0352 2360763 sabitince@hotmail.com, Nazendeince@mynet.com www.sabit.freeservers.com/yeni.html İZMİR KARŞIYAKA BELEDİYESİ 1-4 EYLÜL ETKİNLİKLERİNDE ŞAİRLER DE VAR :Karşıyaka Belediyesince 4 gün boyunca yapılacak etkinliklerde İbrahim Tatlıses, Sertap Erener, Grup laçin gibi sanatçıların yanında Ataol Behramoğlu ve Pen yazarlar derneğince düzenlenecek şiir etkinlikleri de yer alıyor. Tanpınar ödülü hikâye dalında Ahmet Hamdi Tanpınar Ödülü bu yıl 'hikâye' dalında verilecek. yarışmaya katılım tek eserle sınırlı. Ancak sayfa sayısı ve konuda bir sınırlamanın olmadığı yarışmada seçici kurulun yanı sıra bir de Yürütme Kurulu oluşturuldu. Katılım için son tarihin 2 Aralık olduğu yarışmanın sonuçları 24 Aralık'ta açıklanacak. Ödüller sahiplerine Tanpınar'ın ölüm yıldönümü olan 24 Ocak'ta verilecek. Tel: 0224 270 70 41 (Kültür Sanat)
ANADOLU SEVDASI EDEBİ AKIMLAR 11 ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ EDEBİ AKIMLARIN TANIMI
SÜRREALİZM Avrupa’da 1. ve 2. Dünya Savaşları arasında gelişen edebi akım.Bu akım temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadacıların eserlerinden alır. 1924’te "Manifeste du Surrealisme"i (Gerçeküstülük Bildirgesi) hazırlayan şair Andre Breton’a göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Ve bu bütünleşme içinde düşsel dünya ile gerçek yaşam "mutlak gerçek" ya da "gerçeküstü" anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud’un kuramlarından etkilenin Breton için, bilinçdışı, düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneği idi.Breton’un yanısıra Louis Aragon ve Benjamen Peret otomatik yazı yöntemleri üzerinde deneyler yaptılar. Kendi deyimleriyle, "gerçeküstü dünyanın düşsel imgelerini geliştirmeye" başladılar. Bu şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemek yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya geldiği için insanı irkiltiyordu. Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor, insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu.1925’ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ama resimden, sinemaya, tiyatroya kadar bir çok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton’un yanısıra P. J. Jouve, Pierre Reverdy, Robert Desnos, Louis Aragon, Paul Eluard, Antonin Arnaud, Raymond Queneau, Philippe Soupault, Arthur Cravan ve Rene Char gerçeküstücülük akımının önemli isimleridir. DADAİZM : Bir edebi akım.Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı cafe’de toplandı. Fransızca’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi
11
olarak seçildi. Bildirisi de burada açıklandı.Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1. Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, Kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı Litterature'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe yöneldi. KİŞİSELCİLİK : Bir edebi akım olarak kişiselcilik (personalizm), soyut düşüncülükle özdekçiliğin karşısına tinsel gerçekliği, sözü geçen iki bakış açısının da parçalara böldüğü birliği yeniden yaratacak sürekli çabayı koyar. Kişiselcilik, Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım" (Cogito ergo sum) geleneği içinde yer alır. Kişiselciliğin ana yapısı şöyle özetlenebilir: Kişilik, bilinç, kendi yargısını özgürce belirleme, amaçlara yönelme, zamanın akışına karşı öz kimliğini sürdürme ve değerlere bağlanma gibi temel özellikleri nedeniyle, bütün gerçekliğin dokusunu oluşturur. ABDÜLKADİR GÜLER 1946 Kızıltepe doğumludur. Bir süre ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra E. Enstitüsü Türkçe bölümünden mezun oldu. 1992 de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik, Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı. 1962’den beri Anadolu’nun değişik dergi ve gazetelerinde şiir, folklor, deneme ve yazıları ile göründü. Bir çok ödülleri bulunan Güler, 1998 yılı Türk folklorüne hizmet ödülünü de aldı. Dicle köprüsü, Harran da Atatürk çiçeği, söke şairler antolojisi,bir başka Türkü, Yunus Emre, konulara göre manilerimiz, Çamaş notları, Mardin Folklorü, Sökeli şair ve yazarlar güldestesi, Sökeli bir güzel adam Ahmet Güçsav adlı eserleri yayınlandı. Oldukça üretken bir şair ve yazar olan Güler Halen Söke’de yaşamakta ve yeni eserler vermeye devam etmektedir. ŞİRLERİNDEN BAZI ÖRNEKLER ANALAR Rahmetli Halide Nusret Zorlutuna’ya-
Bal özünde petek ak-pak durusun. İyilik perisi Pamuk Prenses, Seni kem gözlerden Allah korusun.
Analar, analar şefkat dolusun, Barışta yağmur, savaş da dolusun. Kimsede bulunmaz sendeki sevgi, Benim gözlerimde Anadolu’sun.
Analar, analar sevgi dolusun, Benim gözlerimde Anadolu’sun.
Ayşe’sin, Fatma’sın, Nenehatun’sun,
TÜRKMEN KIZI
12
Çadırlarda, obalarda, Yaylalarda, ovalarda, Taş yapılı odalarda, Gördüm seni Türkmen kızı.
Dağlamalı kaşıklarda, Saz ozanı aşıklarda, Çiçek çiçek saksılarda, Gördüm seni Türkmen kızı. Tarihlerde geçmiş adın, Harpde erkek, evde kadın. Koca yurdu sarmış yadın, Gördüm seni Türkmen kızı. Binbir renkli halılarda, Çam kokulu yalılarda, Ne yazık ki çalılarda, Gördüm seni Türkmen Kızı. Nakış nakış çinilerde, Nar tanesi sinilerde, Ağıt ağıt ninnilerde, Gördüm seni Türkmen Kızı. Türkmen kızının sazı var, Aslı kadar bir nazı var. Şu dünyada pek azı var, Gördüm seni Türkmen Kızı. ABDÜLKADİR GÜLER
Protex sabunu ile yıkandı Hugo Boss'la kurulanıp bakındı Bill's gömleğe joop kravat takındı Lipton çayı içti vadandaş Osman Citizen kol saatini takındı Gitmek için vakit artık yakındı Ailesine 'Çav' deyip yekindi Hyundai'yle kaçtı vatandaş Osman Mega Center'deki ofise geldi Ağzına bir Polo şekeri aldı Blaupunkt radyoda rok müzik buldu Dans ederek coştu vatandaş Osman Casper Pc'sini eğilip açtı Microsoft Excel'e hızlıca geçti Ismarladığı Nes Cafe'yi içti Tadına hep şaştı vatandaş Osman Ordan ''Wimpy's Fast Food'' kafeye gitti Coco Cola içip Hamburger yuttu West cigarasını Zippo'yla yaktı Duman duman uçtu vatandaş Osman Karısının siparişin almaya Spreit gazoz ile johnson kolanya Çıktı Persil ile Ace bulmaya Market market koştu vatandaş Osman
ANADOLU SEVDASI 13 ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ Palmolıve sampuanı bulunca Gala WC kağıdını alınca NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE Alışveriş arabası dolunca (Vatandaş Osman) Bonnus kartla şişti vatandaş Osman Casio markalı saat sesiyle Akşamdan Image Bar'a takıldı Gözlerini açtı vatandaş Osman Votka Cola içip yere yıkıldı Puffy yorganını fırlattı yana Yakın dostu tarafından ekildi Gülücükler saçtı vatandaş Osman Yalnız yollar aştı vatandaş Osman Adidas terlikle gitti çişine Hafta sonu Schowroom'ları dolaştı Colgate macununu sürdü dişine Üç alana birisi de beleşti Clear şampuanı döktü başına Markacılık hepimize bulaştı Banyosuna geçti vatandaş Osman
13
Borçla dolup taştı vatandaş Osman
Rahmetliden, örnek alabilirim
Evde Sony TV sini açarak Paparazi, First Class, dan geçerek Türk dilinden zaplayıp da uçarak Kanalları deşti vatandaş Osman
Ölüm mukadderdir, az daha kalsa. Şu son şiirinden, okuyan alsa “Sevgi iksirinden ilacım olsa. Kim bilir, belki de bulabilirim...”
''Ne Mutlu Türküm''ü övgüyle dedi Ecnebice marka giyinip yedi Oğlunun adını arapça kodu Marka ile pişti vatandaş Osman Yerli malı kullanmaya erindi Yorgunluktan kollarıyla gerindi Yiğit'imin uykusu çok derindi Artık yorgun düştü vatandaş Osman... Harun Yiğit -ALMANYA 03.06.2005 GİTTİLER BUGÜN
'Olabilirim' ’di şiirin ismi Ruhu bizimledir, göç etti cismi Her mısrası sevgi. sevgi her kısmi Okudukça sevgi, dolabilirim Bu şiiri yazdım, aklımda ölüm Dünyada kimseye, etmeyin zulüm İsterim kalplerde, yeşersin gülüm Bir varmış bir yokmuş, solabilirim Mikdat der rahmetle analım onu Bir yandan ağlarken, yazdım ben bunu Allah nasip etsin hayırlı sonu O takdir ederse kalabilirim.
Mikdat BAL
YAŞAMAK Güzellik, kıymettir, Gönlün açarsa Gönül bağımdan bülbüller uçtu gittiler bugünFırsattan yararlan, gelmez kaçarsa Bir vefasız yar yüzünden göçtü gittiler bugün.Mutluluk emanet, durmaz uçarsa Tutunacak dal kalmamış nere elim uzattımsa,Tatmayı, tutmayı, bilmek yaşamak
Kapanmış yaralarım açtı gittiler bugün.
Rüyayı, hayali, gerçek yapana Meydan okumayı, kıstır kapana Her insan aynı sanırdım eyler idim muhabbet,Arkadan vuranı, koyup sapana Bir zalime sevdalandım terk eyledi muhannet,Sallayıp, sallayıp, atmak yaşamak
Duy sesimi dergahında ya Resul Nur Görevin tamamla, pes edip yılma Muhammed, Ümmetin sırt çevirdiler kaçtı gittiler bugün. Servetindir koru, batsan yıkılma
Oyunda cıllıma, oyna sıkılma Aşktır sevgilidir, tattır yaşamak
Vah Süleyman nedir bu kader elinden çektiğin, Yetmedi mi yıllar boyu kula boyun büktüğün,Kıymetli Kurudular birer birer göz yaşınla diktiğin, Verilmiş Sık, sık Fidanların yaprağını saçtı gittiler bugün. Gönlünce Süleyman Taşçı- KAYSERİ ****************************** Zamanın, AHMET TUFAN ŞENTÜRK ANISINA Ahmet Tufan Şentürk göçtü buradan Bir gün onun gibi, olabilirim Cennetine koysun onu Yaratan Ancak hayır düa salabilirim Ben de öleceğim günün birinde Keşke şimdi olsam, onun yerinde Sevgiyi işledi son şiirinde
mahvetme, şansını kullan sözündür, allanıp pullan gül,gülerken, sevgiyle çullan eğlenip, gülmek yaşamak
mekanın, bul mayasını En iyiyi bulan, germez kasını Hüzünleri aşan, çekmez yasını Uğruna savaşa, girme yaşamak İsteği sebebe, katmayı bilmek Sebepsiz bulmayı, akıldan silmek Çocuk tarafından, sayıp, sevilmek Geneyikli başka, nedir yaşamak
Hasan Geneyikli –Gaziantep
14
YAŞAMAK Biliyorum, kolay değil yaşamak, Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne; Yıldız ışığında dolaşıp geceleri, Gündüzleri gün ışığında ısınmak; Şöyle bir fırsat bulup yarım gün, Yan gelebilmek Çamlıca tepesine... -Bin türlü mavi akar Boğaz'danHer şeyi unutabilmek maviler içinde. Biliyorum, kolay değil yaşamak; Ama işte bir ölünün hâlâ yatağı sıcak, Birinin saati işliyor kolunda. Yaşamak kolay değil ya kardeşler, Ölmek de kolay değil; Kolay değil bu dünyadan ayrılmak
ORHAN VELİ KANIK OTANTİK YÜZLÜ SEVGİLİYE.. Ve Ben gidiyorum. Otantik yüzlü Mini etekli sevgilim. Son dansımızı ediyoruz, Düşsel yolculukta. Hüzünlü selamlarımla Şişiriyorum yelkenleri.. Oysa Ne şiirsel sevişmelerimiz vardı. Öykü kokardı bakışlarımız. NEYİN NESİ Bir ihtiyar gördüm, nurdan halkolmuş, "Al, şu bade senin, iç!" dedi bana. Beş güzel gösterdi, serpilmiş, dolmuş, "Kendine sevgili seç!" dedi bana. Baktım birisine, gözüm kamaştı. Gönlümün ırmağı köpürdü, taştı. İhtiyar bir hızlı tepeyi aştı. Uzaktan, "İşin çok güç!" dedi bana. Gördüğüm pir değil, şeytandı herhal, Silkindim; ardına koyuldum derhal,
Sayfa sayfa dizilmişti sevdamız, Usta romancıların mürekkep kokan kalemlerinden. Ey otantik yüzlü, Mini etekli sevgilim. Alnımdan, avuçlarıma düşen Kan ve terden doğurmuştum seni.. Her öğün yediğim bulgur kokardın Çekerdim içime sigarasız günlerimde. Arada bir gelen dostlardı, Bize bayram ettiren Zifiri, kurşun gibi yalnızlığımıza.. Nice şairlere ilham olmuştu, İsyan şiirlerinde. Türkülere motiftik Bağlamanın teline değen, Her bir mızrabın vuruşunda. Ey otantik yüzlü Mini etekli sevgilim. Düzenin çarkı, Cehenneme de sıçramış. Gayya kuyularından firar etmiş ayrılık. Ramak kalmışken giymeye, Gelinlik ve damatlıklarımızı… Parçaladılar şiir ve türküden alyanslarımızı. Ah can ah can yoldaşım…
Mehmet Aktarlı -ANTALYA AGESAN Antalya Genç Sanatçılar Derneği Başkanı Belki inanmazsın, çok garip bir hâl, Aynı ses meçhulden "Üç!" dedi bana. Aradım yarimi, buldum şubatta, Yüksel apartmanı, "Üçüncü" katta, Sarıldı boynuma, hatta ve hatta, "Sevgilim, odama geç!" dedi bana. Aşık SALİM aman bu neyin nesi, Kimin aldatması, kimin hilesi, Kulağımı yırttı teğmenin sesi, "Uyan, heeey, gözünü aç!" dedi bana.
BEKİR SALİM
15
▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ ŞİİR ŞİİR ŞİİR Alışamadım Anam !.. "ölümünün 2.yılında annemin anısına" canım anam nerdesin... sensiz bayramlara alışamadım bugün hesapladım dört bayram, tam iki yıl oldu anam ellerinden öpüp alnıma koyamadım sana sarılamadım senin mübarek kokunu koklayamadım alışamadım anam alışamadım mübarek elini öptüğümde, -çok yaşa evladım... der, hayır dualar ederdin... acelen neydi be anam böyle zamansız ve apansız gittin... senin o meşhur sofralarına -ye çocum.. deyip yedirdiğin leziz yemeklerinden sonra mübarek ellerinle pişirdiğin bol telveli Türk kahvesini yudumlayamadım sensiz .. sessiz... öksüz geçen bu bayramlara alışamadım... bayramlarda koştuğum tek kapımdın nazımı çeken tek kadındın dizinde ağladığımdın dert ortağım son güne kadar saçımı okşayandın sen anamdın, arkadaşımdın, kutsaldın bayramlar artık sensiz... sensiz bayramlarda,
AYNA FALI
Ben Telefatı adiyeden Paşabahçeli Sadri Alışık Babam kaptan Rafet Anam zavallı Saffet Duman kirine is denir Mısır tanrısına Ra Karakter ıra Dili Hint olana da bilesiniz Ari
hatta bu baharlarda yaşamakta.. çekilmiyor.. çekilmiyor anam. toprağın bol, mekanın cennet olsun canım anam...
Şubat 2004
Mehmet Turan-İzmir
***************************
GÖZ BAHÇESİNDE SEYRAN Gözlerin kadehlerinde, dudak testisinde Havva' dan kalma sevda şarabı Ölçüsüz bakış ve gülmelerde Bir değişiklik olur İnsan yüreğinde Dolu tüfek gibidir güzellik Ona duyulan ihtiyaç kadar Kullanmasını da bilmeli sahip olanlar Güzel'e şans tanımaz tedbirsizlik Göz bahçesinin söz salıncağında Hep senin sallanmanı isterler Sallanırken eser bir deli rüzgâr Hüzün yankılanır çığlıklarında Aynadaki seni evde bırakıp Huy güzelliğinle çıkmalısın seyrana Mevsimlere tahammülsüz sulara inat Ne azalıp nede taşmaktır murat Bu şiir, küpe olsun kulaklarına Arif EREN-KAHRAMANMARAŞ ******************************** Çok iyi bulmaca çözerim Benim işim bu Ben telefatı adiyeden Elli yıllık bir sinema çöpü Artık çöpler denize dökülmüyor yasak Acaba sarımsaklasak da mı saklasak Sarımsaklamasak da mı Yoksa bu telefatı adiyeyi Hiç mi hiç hatırlamasak... S A D R İ A L I Ş I K
16
DOSTLARA MEKTUP -Mehmet Nacar'aBen ölürsem, Rasim Köroğlu duysun, Yaz ki, çömezlerden biri göçtü de. Cenazemde o da imama uysun, Seyahatta o tarafı seçti de. . Belki birgün yadeder de yadımı, Cemal Safi böyle duyar adımı, Bekir Sıtkı gönlümdedir kadimi, Ömrü Abuşoğlu ile geçti de. . Yaşamak uğruna zaman kolladı. Vahittin'i acılarla yolladı. Satoğlu'nu çok allayıp pulladı. Dost olmaya bir Ceylan'ı seçti de. . Dert küpüyüm, dökemedim içimi, Onun için sarfeyledim saçımı, Asla unutamam Karakoç'umu, Sohbetinde sözü ondan açtı de.. . Geç tanıdım, Sabit İnce dostumu, Dosta seremedim, kendi postumu. Mermer taşla kapamayın üstümü, Başucuna bir tek ''Selvi'' seçti de. . Ayaz'ım ben, geleneği aşmadım. Bana göre doğrulardan şaşmadım. Dost bildiğim dosttan ayrı düşmedim. Benim ile gezdi, yedi, içti de...
Ahmet Ayaz-Gaziantep
Sayın dergi sahibine ve ziyaretçilere selam ve hürmetlerimi sunarım.Ben Tomarza İlçesi Şıhbarak köyündenim.İstanbul Ataşehirde oğlumun yanına ziyarete geldim. Emekliyim. Bazen duygulanınca şiir yazıyorum.Site adresinizi bana Murat Atik isminde bir arkadaş şiir yazdığım sitede şiirlerimi görmüş sizi salık verdi. Kendisini de tanımam.selamlar. O TOPRAKLAR Sevdim o toprakları canımdan öte/ Sanki kokusunu alır gibiyim /Değişmem bir gününü bin gurbete/ Eğilip o toprakları öper gibiyim/ Razıyım oranın çamuruna tozuna/
Doyulmuyor baharına yazına/ Geceleri bakarım gök yüzüne/ Sanki yıldızları duyar gibiyim/ Bizler o topraklarda doğup büyüdük/ İşledik toprakları mahsulün yedik /Bazen güler bazen ise ağlardık/ Düşündükçe o günleri yaşar gibiyim./ Balık gölünde büyürmüş derler/ Tütüyor burnuma canım bozkırlar /Yalın ayak koşup oynadığım o yerler/ Sanki oralarda koşar gibiyim /Biliyorum dokunsalar ağlarım /Bir kibritte çıra gibi yanarım /Mahmut ümitliyim belki dönerim Ufukta ışık görmüş gibiyim. MAHMUT ZAMANTIOĞLU-İSTANBUL
BEN ÖLÜNCE DOĞARIM Ben ölünce doğarım, bu hal ben kadar kesin. Nasıl kesin olmasın? Aksiyim ulvî sesin. Dünya bana bir köprü, oturup kalktığım han. Bir gün göçer giderim, sabah kızarınca tan.
Gülşeni mesken tuttum, sohbetteyim bir gülle Gönlümde sonsuz sevgi, yıkamaz beni gülle. Komşu olmak isterim o dâreyn serverine. Kabul etsin beni kaş olurum kemerine.
Ben ölünce doğarım, berzah çocukluk çağım. Mezarımda çiçekler, bahçeler de kucağım. Salih amel yoldaşım, cennetler de sırdaşım. Yüreğim sevenlerle, sevgi benim kardaşım. Mahşer benim gençliğim, gerçi ilgisiz yaşla. Orda herkes tedirgin, başlar figan telaşla. Ben ölünce doğarım, bir kelebek; tırtılım. Dünya bana bir koza, yüksek uçan kartalım. 16 Haziran 2004 Çarşamba, Danimarka-Køge NECMİ ÜNSAL
ANTALYA 2.AKDENİZ ŞİİR ŞÖLENİ VE NOTLARIM Antalya ikinci akdeniz şiir şöleni için elbette yazılacak çok şeyler var. Eleştiriler de olacak, haklı eleştiriler yanında haksız eleştiriler ve abartılar da olacaktır. Ancak ben kendi bildiklerime göre bildiğim gerçekleri yazmayı da bir görev sayıyorum. Çünkü bizim bir güzel sözümüz vardır. 'Bana Eşekten düşeni getir' derler Anadolu da. Çünkü eşekten düşmeyi ancak eşekten düşenler bilir de ondan. Bendeniz Sevgili Mustafa Ceylan'ı Anasam Meslek Birliğini kurduğum yıllarda tanıdım ve Anasam Akdeniz Bölge başkanlığımızı uzun süre şerefle ve hakkıyla yürüttü. Ama ne yaparsınız ki nasıl bazıları Mustafa Ceylanların kıymetini bilmediler ve bilmiyorlar ise, Türkiye ve Kayseri de Anasam'ın kıymetini bilemedi ve maalesef Bu büyük Birlik bir mahkeme kararı ile kapandı. Şimdi buradan şuna gelmek istiyorum. O gün konuşmamda da bunu söyledim Türkiye'de Mustafa Ceylanlar, Rasim Köroğlular ve benzeri insanlar çok azdır veya yoktur. Neden derseniz bu bir
17
sevdadır ve sevdalı insanlar da sevdalarından ve aşklarından dolayı hata yapmaya her zaman müsaittirler. Çünkü sevenin gözü sevdiğinden başkasını ve başka şeyleri görmez de ondan. Bendeniz Ceylan'ın bu yıl yalnız kalacağını desteklerinin çok azaldığını günler hatta aylar öncesinden görüyordum. Eğer yola çıkmamış olsaydı da gel şunu yapmaktan vazgeç diyecektim ama dönülmez bir yola girilmişti bir defa. Çünkü ödüller belirlenmiş yarışmalar ilan edilmiş ve bir yıl öncesinden ikincisi yapılacak diye sözler verilmişti zaten. Artık geri dönülemez hale gelinmişti. Peki ne oldu da böyle oldu diyeceksiniz. Elbette neler olduğunu ben Ceylan kardeşim ve organizasyondakiler kadar bilemem ama sezdiklerimi ve tahminlerimi burada yazmak boynumun borcudur. Bir defa geçen yılki şölen sadece Ceylan başkanlığında yürütülmüştü bu yıl Anşoyad derneği de bu organizasyonda vardı. Bendeniz hayatımda ve özellikle edebiyat dünyasında paylaşımcılığı sevmeme rağmen gördüm ve tecrübe edindim ki iki başlılıkla bir yere varılmıyor tek kişi ile çok şeyler yapılıyor. Neden derseniz birinin Ak dediğini öbürü Ak olduğunu bilse bile kara demekten başka bir şey yapmıyor. İşte bu yüzden bir iş yapılmıyor iki kişi olunca mutlaka tartışmaktan iş yapılamaz hale geliyor. İkinci tespitim de geçen yıl organizasyonda görevlilerin büyük bir bölümü bu yıl yoktu ve bana göre Ceylan sadece yalnız başına kaptanlık yapıyor ama tayfalık da yapmak durumunda kalıyordu. İşte sıkıntı da buradaydı. Çünkü geçen yılın tecrübeli ekibi her nedense bu yıl görev almamış, bu yıl görev alan arkadaşlarımız da yeni ve bu işleri hiç yapmadıklarından ancak bu kadar çalışabilmişlerdi. Bir de yılların tecrübesine rağmen ve edebiyat dünyasını ve şairleri çok iyi tanımasına rağmen Ceylan'ın rezervasyon işini Cengiz bey ile halletmeye kalkışması ve önceden katılacakların katılım bedellerini istemeyişinden kaynaklanan bir problem de ortaya çıktı bu yılın organizasyonunda. Çünkü Cengiz bey'in ifadesine ve mantığına göre doğruydu. 150 kişilik yer ayrılmış ve herkesin iki gece kalacağı belirtilmişse gelmeyenlerin yerleri de boş bile olsa bunun bedeli ödenecekti. Çünkü o yatak o kişiye tahsis edilmişti ve başka birine de verilemeyeceğine göre o bedel pansiyoncu tarafından elbette istenecekti. Peki gelmeyen arkadaşlarımız da ortada yoktu Ceylan ve ekibi ne yapacaktı, Pansiyoncular ne yapacaklardı. Hadi ayıklayın bakalım pirincin taşını.Tabii bunlar organizasyonun bir yönü. Gelelim asıl çoğu arkadaşlarımızın şikayetçi oldukları öbür yönüne. Sevgili Ceylan da bu yıl sunumu iki radyoya veya bir radyoya bırakarak hayatının bir yenisini daha denedi ama bana göre hiç de iyi bir deneme olmadı. Çünkü bilmeliydi ki, bir radyo veya sunucuları o sunumu yaparken elbette kendi radyolarının reklamını yapacaklardı ve bundan da diğer rakip radyo ve yöneticileri de elbette rahatsızlık duyacaklardı. İşte ceylan bunu düşünemedi bana göre. İkinci ve bence de en önemli husus lüzumsuz ve zaman alıcı konuşmalardan dolayı Van'dan veya başka uzak yerlerden Kanada ve Almanya gibi uzaklardan gelenlere bir şiir veya Türkü söyleme imkanının verilmemesi de çok büyük bir hataydı. Çünkü bu insanlar o kadar yoldan orada alkış çalmak için değil de mutlaka sanatlarını veya şiirlerini okumak paylaşmak için o kadar yolu tepmişlerdi. Ama şunu da kabul etmek lazım ki ceylan o hengamede bunlardan habersizdi ve bir kastı da olamazdı, ancak buna bir ihmal denebilirdi de bana göre de affedilemeyecek bir ihmaldi bu. Ama her şeye rağmen bu ihmallerle insanları hak etmedikleri şekilde suçlamak ve bir şeyler yapan insanları bir daha bir şey yapmamaya yemin ettirecek kadar da insafsız ve ketum olmamalıyız diye de düşünüyorum. Ancak elbette tartışmalar eleştiriler yapılacaktır, yapılmalıdır da. Ama ölçü ve insaf, saygı ve sevgi kuralları unutulmadan, Ustalara saygıda kusur etmeden gerçeklerin söylenmesi de üslubuyla elbette bir zorunluluktur. Bendeniz de bunun için yazıyorum. aslında başka şekilde yazmayı düşünüyordum ama konu buraya doğru çekip getirdi bendenizi. Şimdi isterseniz öbür yönüne doğru gidelim mi biraz. Çoğu arkadaşların da dediği gibi bu tür şölen ve etkinlikler birbirlerini tanımayan şairlerin tanışmasını, konuşmasını, dostluklar kurmasını sağladığı gibi daha önce tanışanların da birkaç yıllık hasretlerini gidermesine vesile olmaktadır. Bana göre en önemli yönü de burasıdır. Şu anda isimleri tek tek saymam mümkün değil ama çoğu dostları bu şölende yeni tanıdım, daha önce tanıdıklarımın büyük bir bölümü ile hasretlikleri giderdim. Bunlardan hemen aklımda kalanları yazmam gerekirse Şemsettin Kuzeci, Yunus Kulak, Gülseren Onay, Halit Kaçar, Asım Yapıcı, Ahmet Erdem, Özgen Kılıçaslan, Ali Gündüz, Aşık Çağları, Orhan Demirtaş, Ali İrşadi, Zehra Birsen Yamak ve kızı Harun yiğit ve eşi Rabia hanım ve dostları Ferit bey, Rasim Köroğlu, Abdullah Satoğlu, İsa Kayacan, Nevin Kurular, Enver Demirel Rabia Barış gibi dostlarımızla hasretler giderdik. Bunun yanında gıyaben tanıdığımız ama şahsen tanışma imkanını bu şölende bulduğumuz dostlarımız da vardı tabii. Arif
18
Eren Ahmet Turan altunsu, Fuat Arpa, Ümit Kayaçelebi, Ali ve Tülin Şen altınlı, Oflu Faruk ülker, Turhan Toy, Bülent, aynur İlkay, Mehmet Turan, Mehmet Işıkoğlu, İlyas özmen Esat Korkmaz, Halil Başar, Ahmet Ayaz, Nadire Sönmez, Barış Aluk, Umut İlbey, Türker koluman, Özlem Torkul ve daha adlarını şu an hatırlayamadığım şair dostlarımızla da yüz yüze tanışma ve konuşma şerefine nail olduk. Bendeniz için en büyük kazançlardan biri de budur sizleri bilmem ama. Şu da bir gerçek ki bu tür toplantılar olmasa bu kadar şair, yazar, ozan nasıl bir araya gelip, böyle güzel günleri nasıl yaşacaklar. Elbette bir iş yapılan yerde mutlaka eksik ve kusurlar olacaktır. Olmaması mümkün değildir. Kusursuz olması için hiçbir işin yapılmaması gerekir ki o zaman da ne olur bilirsiniz. Şimdi hayatım boyunca çoğu yerlerde bu tür toplantılara katıldım ama hiç birinde özellikle kusur aramadım, gördüğüm kusurları örtmeye ve olmamış saymaya çalıştım, dertlenen ve şikayet edenleri de olur böyle şeyler bunlar olacak gibi teselli edici ve yatıştırıcı sözlerle konunun kapanmasına yardımcı oldum. Ama şunu da biliyor ve görüyorum ki, o hiçbir zaman tatmin olmayan, hep kusur ve eksik aramak düşüncesinde olan insanlara da ne yapsanız mutlaka bir kusur ve eksik bulacaklardır, çünkü onların dünyaya kusur aramak ve menfilik yapmak için geldiklerine inanıyorum Şimdi asıl kendi notlarıma gelmeme müsaade ederseniz Bendeniz bir gün önce anjiyo olup bir gün hastanede yatıp kalkıp geldim sırf söz verdim benim de sorumluluklarım var diye ama bir hatamı da burada belirtmek istiyorum Daha önce Sabit İnce 2005 edebiyat ödüllerinin de bu şölende verileceğini ilan etmiş olmama rağmen rahatsızlığımdan dolayı ödül belgelerini gelirken unutmuştum ve Antalya da yapılacak bir şey de yoktu. Çünkü belgeler yanımda değildi. Fakat buna rağmen ödül alan bazı arkadaşlarım Ahmet Ayaz gibi taa Gazianteplerden çıkıp gelmişlerdi ama ben çok üzülerek belirtiyorum ki onları hayal kırıklığına uğratmıştım. Ayaz gibi samimi bulduğum bazı dostlarıma bunu izah ettim ama kendimi ne kadar affettirdim bilemiyorum. Fakat o karışıklık ve uzayan konuşmalar arasında da böyle bir açıklama yapamamanın üzüntüsünü hala yaşadığımı da sizlerle paylaşmak ve itiraf etmek zorundayım. Bunu elbette ödül belgelerini ve hediyelerini kargo ile göndererek telafi etmeye çalışacağım ama ne yazık ki olan olmuştu bir kere. Ve inanın Ceylan hocanın o acınacak hali karşısında da böyle bir açıklama bile yapamadan Antalya'dan dönmek zorunda kaldım beni bağışlasın ödül almak için oraya gelen dostlarım lütfen. Bunların yanında mutlu olduğum, beni çok mutlu eden, elbette sizleri de mutlu eden olaylar da yaşanmadı mı elbette yaşandı. Bendeniz kendi mutluluklarımı burada belirtmeyi de başınızı ağrıtsam da bir görev olarak yazmak durumundayım. Yukarı da da belirttiğim gibi ismini unutsam da çoğu dostlarımı yıllar sonra tekrar görmek, onlara sarılmak, halleşmek, merhabalaşmak mutluluğunu tattım. Kimileri ile de şakalaşmak, kimileri ile de ilk defa tanışmanın mutluluğunu da saymadan geçemem. Bunların başında Sevgili Mehmet Işıkoğlu, Aynur İlkay, Arif Eren hocam, A.Turan Altunsu, Oflu, İlyas özmen, Almanyadan Ferit bey, Rabia Yiğit, Turhan Toy, Bülent, Barış Aluk ve şu anda isimleri aklıma gelmeyen dostlarımı da ilk defa tanımanın şerefine nail oldum. Sevgili Ali Gündüz'ün herzamanki o çalışma ve çırpınışlarını da, Anadolu Sevdası dergimizin çoğu dostlara bizzat elden ulaşmasını sağlamanın mutluluğunu da bu şölen de yaşadım. Ama beni kahreden bir olayı da burada belirtmek zorundayım. Mustafa Ceylan'ın o canlı cenaze hali de gözlerimin önünden hiç gitmeyecek ve onu bu organizasyonda desteksiz bırakanları da hiç unutmayacağımı da yazmak durumundayım. O'na destek olan tüm görevli arkadaşlarıma da isimlerini ayrı ayrı sayamasam da hepsine teşekkür ediyorum. Bir teşekkür de Pansiyoncu Cengiz bey'e borçluyum ve borçluyuz diye düşünüyorum. Çünkü herkesle tek tek ilgilenip pansiyonlarına götürmesi ve elinden gelen her desteği vermesi de unutulmayacak anılardır. Tabii burada isimlerini yazıyı yazarken unuttuğum dostlarım da olacaktır, lütfen bana kırılmasınlar 51 yaşında ve binlerce insanı tanıyan bir kişi olarak elbette bazı isimleri yazıyı yazarken unutmuşumdur bu doğaldır herhalde. Ama Radyo bölümünde Arzu Altunçiçek, Sabahattin Abi, Nisan Murat Serapoğlu ve Mehmet Turan ile Radyo Türk'ü de unuttuğumu sanmayın ama radyo bölümünde bunlardan ayrıca bahsedeceğim. Selam ve sevgilerimle. SABİT İNCE
SİZDEN GELENLER SİZDEN GELENLER SİZDEN Sayın Kıymetli Kardeşim SABİT İNCE
19
Dergideki ve her türlü sanat çalışmalarınızı takdir ediyor başarılar diliyorum. Eğer yapabilirsem size bu yolla bir çalışmamı göndermek niyetindeyim. Cemile Düzgün ORDU Merhaba sevgili dostum, Şiirin ve insanileşmenin güzelliği için verdiğiniz çabayı ve bu güzelliğin sofrasına, bizleri de ortak etme eyleminizden doğan sevincimi, memnuniyetimi sözcüklerle ifade edemem. Biliyoruz ki, şiir en eski ve en geçerli duygularını ifade etme sanatıdır. İyiliklerin, inceliklerin, dostlukların öz kaynağıdır. Sizinde bu görevi en iyi biçimde şiirlerinizle yerine getirdiğinize inanıyor ve size doruksal başarılar ilhamlar diliyorum.Nuri Can şair, Ressam, Yazar Hollanda Sizin eller bizim eller ikisi de ayni eller geleneklerimiz örf adetlerimiz galiba ayni bizde de her gelen misafiri hızır bilirler Biz Çocukken bize misafir gelsin diye dua ederdik çünkü misafire özel yemekler hazırlanırdı ömrümüzde yemediğimiz yemekleri sağ olsunlar onlardan muhakkak artardı biz de sayelerinde bayram ederdik sizi tebrik ederim bütün şiirlerinizi okumaya çalışacağım selamlar saygılar Guner Kaymak/Amsterdam Sevgili Sabit Ince, 35. Sanat yilinizi en icten duygularimla kutluyorum. asagida ayrinti'ya gectiginiz duyuruyu, önümüzdeki olay ileti'de duyuralim. ancak, katilimcilar acisindan, Juri üyelerinin isimlerinin de verilmesi üslup olarak gerekirdi, diye düsünüyorum. cünkü, sizin de bildiginiz gibi, sececek insanlarin edebi-estetik -sanatsal kimligi, yazarlarin dikkat ettigi bir yöndür.bu konuda kisa bir aciklama yapardaniz sevinirim.sevgilerimle... engin korelli-Almanya Hocam beni cok mutlu ettiniz. Nazik iltifatlariniz icin de ayrica tesekkürler. Sizin gibi büyüklerimizden ögrendikce bir seyler karalamaya calisiyoruz. Ben kendime sair diyemiyorum henüz, yazdiklarim siir denemeleri. Simdilik cikmis bir kitabim yok. Insallah ilerde bir kitap tutacak icime de sinmis siirim oldugu takdirde ilk sizin kapinizi calacagim. Tekrar tekrar tesekkürler. Ellerinizden öperim, selam ile... Vedat Şahin Hamburg Sayin sabit bey bana gelen siirlerinizi bir zevkle okuyorum cok güzel siirleriniz var bazen ozan Armutcu ile atismanizi da okudum ikinizde cok iyi seyler yaziyorsunuz sizlere basarilar ve sagliklar diliyorum -Ömer kurtar Almanya Ben Trabzondan Resul Hamza EMİN sizin adresinizi.antoloji.com’dan buldum.Benim en çok sevdiğim şiir tarzı Anadolu aşıklık şiir tarzıdır..ama bu sitede aradığımızı bulmak çok zor.sizin sitenizi çok sevdim. Acaba Feyzi Halıcı’nın "aşıklık geleneği ve günümüz halk şairleri antolojisi" gibi bir site yapamaz mısınız..Bizlerde halk şiirinin ustalıklarını geleneklerini ve de halk ozanlarını daha iyi tanırız.Ya da düzenlenen şiir şölenlerini illerde olan "aşıklar kahvesi" ni ya da aşıklar hakkında haber verirseniz çok sevinirim çalışmalarınızda başarılar diler saygılar sunarım.
DİLEK TAŞI
alınımda kırlangıç lekesi sevmeler.
Seni tanımakla başlayan
Düşlerimin yedi veren rengi beyazdan kırmızıya antik
20
zamanlarda. Sahipsiz bir erguvan gülümsemesi gökyüzünün al yanaklarında adın. Kül grisi, rüzgar kanatlı anka. Mavi gözlerinde yeniden ve yeniden kendini yaratan. Seninle şekil bulan su gibiyim toprak testilerde zaman kokan yada eski bir para gibi eski kralların, eski zamanların damgasını taşıyan Seninle içim bir yıldız kayması dilek taşıdır geceye çocukların fırlattığı...
Temel Kurt KOCAELİ SON ABONELERİMİZ : Murat Atik, Nadire Sönmez, kazım Poyraz, Ahmet Ayaz, Mustafa Yalçın, Sami Arslan, Nemci Ünsal OKUYUNUZ, OKUTUNUZ….
Umudumu Yitirmedim merak icinde bıraktın beni, özlüyorum tenini – bedenini, nasılda sevmişim ben seni, bırakamam asla ellerini. umudumu asla yitirmedim, ne olduysa hep seni sevdim, sevdiğim gibi terkedildim, ama umudumu yitirmedim. Sezen AKOLUK 2005-06-22 / 22:20 – 22:27
GEL ENGİNE Yükseklerin dumanı var Gel engine dost engine Düz ovanın gülleri var Gel engine dost engine Bahçıvan ol güller bitir Dost yolundan emek arttır Engin olan yolcu haktır Gel engine dost engine Kar kış olur aşamazsın Ham kalırsın pişemezsin Hedefe ulaşamazsın Gel engine dost engine Gül gülistan bahçen olsun Veysel ol bir akçan olsun Gözün gönlün haklan dolsun Gel engine dost engine Hüseyin yolun engine Dost gerek dengi dengine Boyandık aşkın rengine Gel engine dost engine 12.03.1989 Küçük Hüseyin DEMİRCİ KAYSERİ ANASAN YAYINLARI ŞAİR VE YAZARLARIN HİZMETİNDEDİR. BİZİMLE GÖRÜŞMEDEN KİTAP BASTIRMAYINIZ.. Sazımın teli sırmadan ince, Gönül gözünden sözüm inceden ince, Hepimiz gideceğiz vakit gelince, Söz Sabit öz yanar inceden İnce. Fuat Gürsoy 6.6.2002 Aydın
21
BİR ATIŞMA ÖRNEĞİ DOSTLARLA OLURUM, ****** Sabit İnce Durmadan düşünür kafa yorarım, Dostlarla olurum, dostça olurum. Olmadı dünyada zerre zararım, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Aşık Çağlari Düş düşünce olmalı'ki aşk olsun Aşk olmayan gönül'de meşk olmaz.. Aşk aşikar olmalı'ki aşk olsun Aşksız yaşam nafile şevk olmaz.. ****** Sabit İnce Güzeli düşünür, güzel ararım, Her fırsatta dostlarımı sorarım, İnsanlara olsun küçük yararım, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Aşık Çağlari Arılar çiçeğe hayran, bülbüler güle Gül güzeldir kaktus ağacında bile Kalırsa geride namı san kalır nafile Dostluktan uzak yaşamın zevki olmaz.. ****** Sabit İnce Ne şeref ararım, ne şöhret bildim, Canını, tenimi bir hadim kıldım, Sevgiyi saygıyı sizlerden aldım, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Aşık Çağlari Yunus himmetini buğdaya değişti Fark edince nefsi ile döğüştü Dünyadan geçip aşk peşine düştü Himmetsiz hırkasız yol mevki olmaz ****** Sabit İnce Dost Çağlari bizi anmış da yazmış, Anadan doğalı gurbetler gezmiş, Niyetimiz halis hemence sezmiş, Dostlarla olurum, dostça ararım. ****** Aşık Çağlari Emrah'ı,Seyrani'yi gördüm sizde Anadolum inliyor dertli deyişlerinizde İnsan sevgisi hizmet aşkı gönlünüzde insana kıymet verenle vermeyen denk olmaz ****** Sabit İnce Yetiş diyen dosta koşar gelirim, Feyizi ilhamı sizden alırım, Dostlarım olmasa yolda kalırım, Dostlarla olurum, dostça ararım. ****** Aşık Çağlari
Bir işaret yeter gel etmeye dostu Serilidir gönül köşkünde postu Gel edende sadık dost karlı dağı aştı Sadakatsız aşktan aşk Ahenk olmaz.. ****** Sabit İnce Himmetiniz varsa gelmek borcumuz, Sevgi ile yoğurulmuş harcımız, İnşallah kullara yoktur borcumuz, Dostlarla olurum, dostça ararım. ****** Aşık Çağlari Haşa himmetimiz alıc Armuttur Takdir Rahman Mevla'nın Mabud'dur Himmet ehli Hacı bektaş,Mevlana tabtuktur Refakatsız dervişin mekanı bent olmaz.. ****** Sabit İnce Bizden selam olsun dosta, yarene, Ne mutlu sevgide sırra erene, Şükürler olsun ki bize verene, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Aşık Çağlari Selamını aldım başım gözüm üstüne Söz söylemek ne haddime sözün üstüne Küllenen narım kor tuttu közün üztüne Şefakatsız memişin merdinden sert olmaz.. ****** Sabit İnce Emret üstadım da koşup geleyim, Dostları tanıyıp, bir bir bileyim, Dostların yoluna bin kez öleyim, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Aşık Çağlari Üstadlardan olsa isdirhamım olur Arar deli gönül belki yarin bulur Umarımki surci lisanımız af olur Kul garib Çağlari'den hest olmaz.. ****** Sabit İnce Mektup yazmış Çağlari’mde acize, Ulaştırdı teknolojik mucize, Varım, yoğum kurban olsun hep size, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Sabit İnce Yeter ince gel bentleri taşırma, Zerrecik aklın var aman şaşırma, Aşkın yemeğini su da pişirme, Dostlarla olurum, dostça olurum. ****** Aşık Çağlari Üstadım eledin inceden inceye Zorladın baş vurdum bozuk heceye Dilerseniz atın dilerseniz koyun köşeye
22
Fıtnat) olarak da isim yapmıştır. Ancak söyledikleri şiir, kısmen Mihrî hariç tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek 27.09.2002 Kayseri Sabit İnce duyguların ifadesi olmaktan ziyade dönem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla Çoğu ilmiye sınıfına mensup babaların terennüm edilen bir erkek kalbinin kızı olarak müreffeh bir aile yapısı içinde yansımalarını verir. Rağbet ettikleri şiir türünün daha ziyade gazeller, en çok da dünyaya gelen, konak veya yalılarda nazireler olduğu düşünülürse, Geleneksel Osmanlı teşrifatının kendine özgü dönemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı büyüsünü teneffüs ederek büyüyen bu kızlar, kız çocuklarının eğitimi hususunda etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gösteremedikleri fark edilir. toplumun genel anlamda “yeterli” bulduğu tahsil tanımı ile yetinmeyen babalarının teşviki ve programı doğrultusunda, Osmanlı eğitiminin SENİNLE BİR TREN YOLCULUĞU önemli bir kısmını teşkil eden “konak 16 Ağustos 2003 / İzmir-Ankara Mavi eğitimi” ile evde ve özel hocalar elinde Tren Tık tık tık... Tıkı tıkı tıkı... Tık! yetişmişlerdir. Bazılarının bizatihi ilk Kulağımda yer etmeye başlayan bu seslerin hocaları babalarıdır. Daha az sayıda arasına itinayla yerleşiyor yüzüne ait her olmak üzere ağabey ve eş ikliminden nokta. Dudak kenarlarındaki kıvrımlar bilgi devşirdikleri de görülür. Bu eğitim geride bıraktığım deniz gibi sakin ve genellikle dinî bilgiler ile Arapça ve dalgalı. Göz çukurların benim saklı gamzem Farsça çevresinde genişletilen edebî bir gibi ve göz kapaklarını süsleyen, zeytin program takip eder. (Yenileşme etkisine gözlerini ince bir hüzünle gölgelendiren giren ailelerin kızlarına tedris ettirdikleri kirpiklerin taş çıkartıyor benimkilere. programda ise Fransızca baş köşeye Kıskanmıyorum. Uyudum, uyandım. Kaç oturacaktır). zaman olmuş derken, yerinde saydığını Geleneksel dönemde kadın şairlerin bir görüyorum zaman dilimlerinin tüm kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat çeker. Bir adlarının. Bir ileri, iki geri. İki ileri, bir geri. kısmı Mevlevî (Leylâ), Kadirî (Sırrî) veya Her seferinde bir pişman oluştur yaşadığı Nakşî (Âdile Sultan)’dirler. Aynı anda zamanın. Bense dönüp dururken kendi birden fazla tarike intisabı bulunanlarla da eksenimde, bilmem kaç türlü şey dönüyor karşılaşılır (Şeref, Mahşah). Bu intisab beynimde alakalı alakasız. Bir değiyor onlara şiir söylemek hususunda daha kuyrukları her bir tilkinin birbirine, bir bereketli ve özgür bir ortam sağlamıştır. dağlar beliriveriyor aralarında, aşılmaz. Sosyal yapılanma itibarıyle devrinin Hayal mi, gerçek mi bilemiyorum. üzerinde yer alan ailelerin ikliminde yetişen Bilemiyorum bu kaçıncı girişin bu kadınlar, çocukluk ve gençlik yıllarından uykusuzluğuma. Gerçek olan hangisi? itibaren aile çevresinde gerçekleşen şiirKapatmalı mıyım dersin yine gözlerimi edebiyat sohbetlerine, meclislere, sanat yeniden? Peki beynimdekileri kim silecek çevrelerine katılma imkânı bulmuşlar, ha, karalayıp karalayıp da üzerini kurşun böylece kültürel anlamda hemcinslerinin kalemle, her seferinde tekrar tekrar önüne geçebilmişlerdir. yazdığım; her seferinde başka sözcükler Evlilik hayatlarında çoğunun mutlu kullanıp, devirip cümleleri de hep aynı olamadığı dikkat çeker. Kimi hiç anlamları barındırdığım? Kim ayıracak bu evlenmemiş (Mihrî, Nakıye), kimi boşanmış tilkileri birbirinden, söylesene bu kocaman ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş dağları kim yıkacak ha?! Gözlerim kapalı, (Leylâ, Trabzonlu Fıtnat), kimi de çok soğuk burası. Tilkileri vur! Dağları del kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği geç de, gel hadi! Tık tıkı tık... Yokmuş sürdürmüşlerdir (Fıtnat). Şiir onlar için bir aslında bu sesler, hiç yokmuş. Duymamak bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem için sessiz sesimi uydurduğum bir yalan, neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur. hayatımda yer etmemiş. Kulaklarımda Bir kısmı güzel sanatların birkaç dalına uğuldayan bu sesler bozar sanmıştım aynı anda ilgi göstermiş, şairliğin yanı sıra yaşamla aramızdaki kahrolası çığlıkları. musıkişinas ya da bestekâr (Leylâ, Zeynep, Böyle sessiz, böyle kimsesiz kalmam Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu sanmıştım. Yanılmışım, yine sevgisizim!
Ölçüsüz vezinsiz şiirden şerit olmaz..
23
Yine bir kandırmacaya karıştırıp benliğimi yok saymışım her şeyi, var sanmışım olmayanları. Kulaklarımda yankılananlar beynimden sekip vuruyor camlara sonunda. Canım yanıyor anlasana! Kanım donmuş, tuz buz tüm camlar, tüm yürekler paramparça, beynim darmadağın. Ve yankılar... Yankılar yalan, kendimce uydurduğum.
Düşler de yalan, saçma sapan. Tık tıkı tık... Yalan! Bir felaketi hazırladığım ellerimle ve oyaladığımdır her birinizi kandırmacalarımla, kendim gibi. Budur işte gerçek olan! Gerisi yalan! Felaketim, felaketinizdir. Affola... SEVCAN KOYUNCU
EDEBİYATIMIZDAKİ İLKLER *İlk noktalama işaretini kullanan, Şinasi 'Şair Evlenmesi'nde *İlk yerli tiyatro eseri:Şinasi / Şair Evlenmesi /1859 *İlk yerli roman:Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat *Batılı tekniğe uygun ilk roman:Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu *İlk çeviri roman:Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859 *İlk köy romanı:Nabizade Nazım / Karabibik/*İlk psikolojik roman:Mehmet Rauf / Eylül /*İlk realist roman:Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası *İlk resmi Türkçe gazete:Takvim –i Vakayi /*İlk yarı gazete:Ceride-i Havadis /*İlk tarihi roman:Namık Kemal / Cezmi, A. Mithat / Yeniçeri *İlk özel gazete:Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi *İlk pastoral şiir:A.Hamit Tarhan /Sahra /*İlk şiir çevirisini yapan,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci:Şinasi /*Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan:A.Hamit /Eşber veya Sardanapal /*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri:A.Hamit/Nesteren *İlk bibliyografya:Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi /*İlk hatıra kitabı:Babürşah /Babürname /*İlk hamse yazarı:Ali Şir Nevai/*İlk tezkire:Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais /*İlk antolojisi:Ziya paşa /Harabat /*İlk atasözleri kitabı:Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye /*İlk mizah dergisi:Diyojen /Teodor Kasap /*İlk hikaye kitabı:A:Mithat /Letaif-i Rivayet /*İlk fıkra yazarı:Ahmet Rasim /*İlk Türkçe yazılan kitap: Kutadgu Bilig *İlk siyasetname: Kutadgu Bilig /İlk mensur şiir örneklerini veren: Halit Ziya /*Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan:Mehmet Emin Yurdakul *Dünya edebiyatındaki ilk modern roman:Cervantes/Don Kişot *İlk makale:Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi /*İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk:Fecr-i Ati /*Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser: KUTADGU BİLİG *İlk seyahatname: MİR’ATÜL MEMALİK / SEYDİ ALİ REİS /*İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi /*Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü /*Dünya edebiyatındaki ilk hikayeci ve eseri: Boccaio Decamkeron /*Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre /*Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: TEVFİK FİKRET /*Türkçe’nin ilk dil bilgisi kitabı: Süleyman paşa / SARF-ı TÜRKİ /*İlk naturalist eserimizin yazarı Nabızade Nazım / Zehra /*Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim *Şarkıyı icat eden: NEDİM /*İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi: Kamus'ul Alam /*İlk sözlüğümüz:Divan-ı Lügat-it Türk /*İlk Türkçe sözlük:Şemsettin Sami:Kamus-ı Türki /*İlk özdeyiş örneklerini veren: Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık /*İlk didaktik şiir örneğimiz ve aruzla yazılan ilk serimiz:Kutadgu Bilig /*Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin:Orhun Abideleri /Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan: R. Mahmut Ekrem/*Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: Mehmet Emin Yurdakul /*Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı: Ömer Seyfettin /*Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan:A. Hamit / Validem *İlk köy şiiri: Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı /*İlk alfabemiz:Göktürk Alfabesi/*Tekke şiirinin babası: Ahmet Yesevi *İlk Türk destanı:Alp Er Tunga Destanı /*Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan:Namık Kemal/*Bizde epik tiyatro türünün kurucusu: Haldun Taner /*İlk kadın romancımız:Fatma Aliye Hanım /*Süslü nesrin ilk temsilcisi: Sinan Paşa /*Dünyanın bilinen ilk destanı:Sümerlerin Gılgamış Destanı /*Dünyanın halen yaşayan,en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı:
24
Kırgızların Manas Destanı /*Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan: Şinasi *Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman:Ateşten Gömlek /*Komedi türünün ilk büyük ustası: Aristofanas /*Trajedi türünün ilk büyük ustası:Aiskylos *İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı: A.Vefik paşa /*Deneme türünün kurucusu: Montaigne /*İlk divan şairi:Hoca Dehhani /*Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadolu'yu işleyen: Refik Halit Karay /*En başarılı psikolojik roman yazarımız: P.Sefa / 9.Hariciye koğuşu /*İlk çocuk şiirlerini yazan: Tevfik Fikret / Şermin /*Dilde sadeleşmeyi savunan ilk yayın organı: Genç Kalemler KAYNAK:http://www.adaminsitesi.com/edebiyatimizda_ilkler.htm
YUNUS EMRE On üçüncü yüzyıl tasavvuf ehli halk şairi. Hayatı hakkında kesin bilgiler yoktur. Şiirleri, asırlar boyu büyük bir zevk ve beğeni ile okunmuş, sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada ilgi görmüştür. Bazı kayıtlarda 1240 yılında doğduğu, 80 yıl yaşadığı, Eskişehir’in Mihalıççık kazasında 1320 yılında öldüğü yazılıdır. Çocukluk dönemine ait bilgiler yoktur. Gençliğinde bir işaretle Tapduk Emre’nin yanına gittiği bilinmektedir. Burada otuz yıldan fazla hizmette bulunur, feyz alır. Hatta bazı kaynaklarda Tapduk Emre’nin kızı ile evlendiği de kaydedilmektedir. Yunus Emre, Tapduk Emre’nin hizmetinde bulunurken, manevi aleminde bir ilerleme olmadığı düşüncesiyle, üzülerek dağlara çıkar. Yolculuğunda bir gün iki arkadaşla tanışır. Onlarla yol arkadaşı olur. Her öğün bunlardan biri dua eder, duanın bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. Dua sırası Yunus Emre’ye gelince ne diyeceğini bilemez, ancak “Allah’ım benim yüzümü kara çıkarma! Arkadaşlarım kimin hürmetine dua ettilerse onun hürmetine duamı kabul et” der. Dua bitince iki sofra birden gelir. Arkadaşları ne adına dua ettiğini sorarlar. O da önce kendilerinin söylemesini ister. Arkadaşları Yunus Emre hürmetine dua ettik deyince, Yunus Emre durumu anlar. Tekrar Tapduk Emre dergahına gider, basını eşiğe koyar. Ama olan Tapduk Emre eve gireceği zaman ayağı Yunus Emre’ye takılır. Hanımına “bu kim” diye sorar. Hanımı Yunus cevabını verince, “bizim Yunus mu” diye sorar. Bu soru Yunus Emre’yi dergaha kabul ettiği anlamındadır. Yunus Emre Hizmet ettiği Şeyhinin dergahına bir kere eğri odun getirmediği yazılıdır. Sorulduğunda “bu kapıya eğri odun yakışmaz” derdi. Anadolu ve diğer Türk illerinde çok sevilen Yunus milletimizi birbirine bağlayan manevi bir toplayıcıdır. Onda toplumumuzun iç yapısındaki aynı hisler, değer yargıları bulunmaktadır. Unutulmamasının sebebi bu olsa gerekir. Yunus Emre şiirlerini halk diliyle, hece ölçüsüyle yazmıştır. Şiirleri açık ve çok samimidir. Şiirlerinde aşk, varlık, yokluk, hayat, ölüm, dünyanın faniliği işlenmiştir. Yunus Emre adını kullanan şairler de görülmüştür. Bunların bilinenleri “Derviş Yunus” ve “Aşık Yunus’tur”. Yunus Emre Mevlana’nın sohbetlerinde bulunduğu bu sohbetlerin onun yetişmesinde büyük rol oynadığı kaynaklarda vardır. Yunus Emre’de günübirlik. Ailevi sorunlar, evlat acısı, geçim sıkıntısı gibi konulara rastlanmaz. Her yerde, her renkte, her seste, her zaman Allah’ın varlığını idrak eden Yunus bu dilsiz varlığın, gizli dilin hayranıdır. Hz. Peygamberin, onun soyundan gelenlerin, dört halifenin, bütün İslam alimlerinin aşığıdır Hiçbir batıl cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında gerçek tasavvufu koruyan kültür
25
ve sanat setti olmuştur. Yunus Emre için dervişlik herkese faydalı olma ülküsüdür. Bu şiirleri incelendiğinde açıkça görülmektedir. Şeriat, tarikat yoldur varana, Hakikat, marifet andan içeri. Diyerek bunu gösterir. Avusturyalı tarihçi Hammer, Yunus Emre’nin şiirlerini işlemiş, Yunus Emre adı batı ülkelerinde çok yaygınlaşmıştır. Yunus Emre’nin bilinen “Risaletün Nushiyye” ve “Divan”ı olmak üzere iki eseri vardır. Yunus Emre divanı Anadolu’da başlayan Türk edebiyatının ilk divanı durumundadır
Zülfikar Yapar KALELİ GÜMÜŞHANE
TÜRK EDEBİYATINDA DESTAN, AĞIT VE MESNEVİ Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. Bilinen Türk destanları arasında en eskisi Yaratılış Destanı’dır. Altay Türkleri arasında söylenmektedir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Saka Destanı, İskit Türkleri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde Alp Er Tunga ve Şu parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmud’u Divanü Lugati-t-Türk adlı eserinde yer almıştır. Oğuz Kağan Destanı 14’üncü yüzyılda derlenmiş özet nitelikte bir metindir. Oğuz Kağan’ın doğumu ve üstün nitelikleri, askeri başarıları ve ülkeyi oğulları arasında pay edişi anlatılır. Oğuz Türkleri’nden günümüze gelen tek destan metni ise Dede Korkut Kitabı’dır. Bayındır Han soyundan geldikleri sanılan Akkoyunlular’ın egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu’daki olaylar ve Müslüman Oğuzlar’ın yaşamı anlatılır. Göktürk Destanları çeşitli parçalardan oluşmuştur. Bozkurt parçasında Göktürkler’in bir boz kurdun soyundan geldikleri, Ergenekon parçasında ise Ergenkon’a sığınmaları, çoğalıp buraya sığmayınca dağı eriterek dış dünyaya çıkmaları anlatılır. Köroğlu parçasında, göçebe Oğuzlar’ın Horasan ve Hazar’da İranlılarla savaşlarından sözedilir. Manas Destanı’nda Kırgız Türkleri'nin putperest Kalmuk ve Çinliler’le savaşları vardır. Cengiz Han Destanı, Moğol istilasından sonra Kıpçak bozkırlarında ve eski Uygurların yaşadığı bölgelerdeki olayları anlatır. Timur Destanı, Timur’un savaşları ve kişiliğine yer verir. Danişmend Gazi Destanı’nda Türklerin Anadolu’yu ele geçirmeleri anlatılır. Battal Gazi Destanı’nda da Anadolu’daki Türk-Bizans savaşları yer alır. AĞIT Genellikle bir ölünün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsü. Ağıtlar, başından acı bir olay geçen ya da ölen kişinin iyiliklerinden, yiğitçe davranışlarından ve yaşamındaki önemli olaylardan söz eder. Belli geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyaklarla söylenir. Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçe’de 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. MESNEVİ
26
Özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan şiir biçimidir. Arapça’da "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10’uncu yüzyılda İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatına girişi 11’inci yüzyılda Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar. Her beytinin ayrı uyaklı olması yazma kolaylığı sağlar. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır. Mesnevi bir eser başlıca tevhid, münacat, na’t, miraciye bölümlerinden oluşur. Mesneviler aşk mesnevileri, dinsel-tasavvufi mesneviler, ahlaksal ve öğretici mesneviler, savaş ve kahramanlık konusunu işleyen gazavatnameler, bir kentin güzelliklerini anlatan şehrengizler ve mizahi mesneviler diye ayrılabilir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin altı ciltlik tasavvufi yapıtı da "Mesnevi" adını taşımaktadır. Kaynak:edebiyatturk.com
ANADOLUSEVDASI 28 ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ YOLLARDA VE ARAÇLARDA DAVRANIŞLAR Muhsin DURUCAN “ Eğitim, ekmek ve sudan sonra halkın en zorunlu gereksinimidir. ” Danton. Günümüz Türkiye’sinde her gün karşımıza çıkan birçok sorun ve aksaklıklar var. Bu sorunların çözüme ulaşmaması, artarak daha da büyümesine yol açar. Çoğu zaman belleğimize önemli bir gerçek gelir: “Benim burnumun bittiği yerde başkasının özgürlüğü başlar.” Tüm düzensizlikler kişilerin yaşamını çok zor duruma sokar. Oysa insan her konuda düzenli olursa yaşamı kolaylaşır, her şeye zamanı olur, hiçbir şeyi aksatmaz, yaşamdan zevk alır, yaşamın tadını çıkarır, kendine, arkadaşlarına ve yakınlarına daha çok zaman ayırır. Düzensiz insanlar hiçbir zaman başarılı olamazlar. Çünkü belli bir izlenceleri olmaz, her akıllarına geleni yaparlar. Olumlu ve hümanist düşünemezler.Yaşantılarımızı allak bullak eden içimizde yaratıklar vardır. Kimi durumlarda zora düştüğümüzde ve kendimiz bir karar vermemiz gerektiğinde bu yaratıklar ortaya çıkar ve bizi bir anda öyle zor duruma düşürürler ki ne yapacağımızı kestiremeyiz. Öyle şaşıp kalakalırız. Bunlar içimizdeki farklı düşüncelerdir. Bireyin sağduyulu davranarak bunlara egemen olması gerekir.Toplu taşım, çoğumuzun yaşamındaki yer tutan gereksinimlerdendir. Üstelik büyük kentlerin önemli sorunudur. Çalışan insanların çoğu çalıştıkları yerlere bu yolu kullanarak ulaşır. Öğrencilerin büyük bir bölümü de bu ulaşım yolunu seçerler. İstanbul gibi nüfusun yoğun, araçların çok olduğu bir kentte trafik yoğunluğu bireyi gerileme de sokar!. Toplu taşımla ilgili kimi gözlemlerimizi aktarmaya çalışalım. Tramvay, tren, vapur, otobüs, dolmuş gibi araçlarla yapılan taşınmaya toplu taşım denilmektedir. İnsanların büyük bir bölümü bu yolu seçtiğinden duraklarda uzun kuyruklar da oluşur. Bu durum , ayrıca zaman yitimine de neden olur. Başka bir sorun , çok eski ya da onarıma gereksinimi olan araçlar... Bu tür araçlar, hem ses kirliliğinin hem de hava kirliliğinin nedenidir. Buna koşut davranış kirliliği olmakta. Büyük Eğitimci ve gerçek yol gösterici M. Kemal Atatürk: “ Bir ulusun yaşlı yurttaşlarına ya da emeği geçmişlerine karşı tutumu, o ulusun kudretinin en önemli ölçüsüdür. ” demekte. Minibüsçüler, daha çok kazanç uğruna, aracın içini adım atılamayacak sayıda doldurarak, insan yaşamını tehlikeye atıyorlar. Sürücüler, bu yetmezmiş gibi bir de hız kurallarına uymuyorlar. Ses kirliliği yapıyorlar. Sonucunda; küçük kazalarda bile, çok denebilecek ölü-yaralı sayısının olması kaçınılmazdır. Bunlar, kaza riskini arttıran önemli etkenlerdir. Yanlış sürücülerde mi? Hayır!.. Elbette yayaların da kusurları var. Araçlara ben bineceğim, diye yola atlayarak hem kendinin hem de karşısındakinin yaşamını tehlikeye atanlar, kaldırımdan değil yoldan yürüyenler, araçta yer olmadığı için yolcu almayan sürücülerin arkasından kızgınlık davranışında bulunanlar oldukça çoktur. Bunlar, toplumun öncelikli sorunlarıdır. Bu sorunların tek çözümü, toplumu bu konularda eğitmektir. Aristo’nun dediği gibi: “Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır.” Eğitilen insanlar bu yanlışları yinelemezler. Eğer bunları yoluna koyarsak, uygarlaşma yolunda bir adım daha atmış oluruz, düşüncesindeyim. Tüm bu aktardıklarımız sonrasında somut olarak “ peki ne yapmalı ? ” sorusu akla gelebilir. İşte saptamalarımız sonrasında başlıca akla gelebilenleri şöyle sıralayabiliriz:
27
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦ ♦
İlkin, kuralları bilen değil uygulayan bireyler olmalı. Yayalar, kaldırımdan yürümeyi alışkanlık haline getirmeli. Yolun bir tarafından öteki tarafına geçişlerde trafikçe belirlenen kurallara kesinkes uyulmalı. Yolu kapatmayıp inip bineceklere ve geçip arka tarafa gideceklere yol vermeli. Sırt ve el çantalarının başkalarına dokunmamasına özen göstermeli. Yolcular; iniş, biniş ve araç içinde kendisinden büyüklere yer verme inceliğini göstermeli. Toplum içinde nasıl davranış gösterileceğini bilmeli.Yolcular; araçlarda yüksek sesle konuşmamalı, esnerken ağzını kapatmalı, koltukların uygun yerine oturmalı, başkalarını rahatsız edebilecek davranışlardan sakınmalı.Yolcular, sadece duraklarda inip binileceğini bilmeli. Zaman kaybını önlemek için, ücretini ya da ücret yerine geçecek bilet ya da akbil önceden hazırlamalı. Yürürken, iniş binişlerde ve dönüşlerde dikkati seferber etmeli. Araç sürücüsü, temiz giyimli ve görünümlü olmalı.Davranışlarında kibar ve nazik olmak,ön plana çıkmalı.Aracın ses ve görüntü aygıtından yayılan ses kimseyi rahatsız etmemeli. Sürücü, para hırsını aklın önüne geçirmeyerek, araca belirlenen sayının üstünde yolcu almamalı. Sollama yasağına kesin uymalı.Sürücü, yolcuların önerilerine ya da düşüncelerine saygılı davranmalı.Yayanın mağdur olduğu düşüncesinden hareketle; sürücü yayalara karşı hoşgörülü olmalı...Saymalar çoğaltılabilir. Önemli olan güzel ya da olumlu davranışları çoğaltmaktır. İşte o zaman insanlar, daha mutlu yaşarlar...
BİZE GELEN KİTAPLAR BİZE GELEN KİTAPLAR BİZE GELEN KİTAP
r PERİHAN DİRİCAN
MEHMET IŞIKOĞLU
Öğretmen Yazar Perihan DİRİCAN Eğitici ve Öğretici Nefis Masallar Bu kitap içinde yer alan masallarımız 1-GELİNCİK KIZ Bu güzel hikâye ile masallar dünyasında hoş bir yolculuk yapacaksınız. Güzel bir sevgi masalı Şiir okur gibi
zevk alacaksınız. 2- BEKÇİ İLE KUNDUZLAR Orman hayatının tadına varacaksınız. Kunduzların macerasına bayılacaksınız. Bir Kunduz, insan yavrusunu emzirip büyütebilir mi? Merak ediyorsanız, bu masalı okuyun. 3- KARINCA ÖZÜ
DR. ABDULLAH ÇELİK Karınca özü nedir biliyor musunuz?Karıncaların dünyasında yaşamak
istiyorsanız, bu masalı okuyun. Güzel bir sevgi hikâyesi sizi bekliyor. 18 Mayıs 1939 tarihinde Hatay/Erzin'de doğdu. İlkokulu Kuzuculu'da okudu, ortaokulu
28
dörtyol'da, Sanat Enstitüsünü Adana'da bitirdi. Askerliği yedek subay olarak yaptı.1962 yılında Almanya'ya geldi. Mülheim Ruhr, Essen gibi kentlerde Siemens, Krupp, Phoer gibi fabrikalarda tercümanlık yaptı. Wuppertal de makina mühendisliği tahsili yaptı. Almanya da birçok sosyal hizmetlerde bulundu. İlk işçi şirketlerinin ve Türk derneklerinin kuruluşunda öncüluk etti. Değişik şehirlerde büro hizmetleri verdi.1985 senesinden bu yana Köln de teknik, sosyal danışmanlık ve turizm hizmetleri vermektedir. Vatan aşkı, sıla özlemi ve yar aşkı yürek potasında eriterek kalıplara döktü ve eseri
şekillendirdi. Eserin yayına hazırlanmasında, Sayın Şair Ruhi Türkyılmaz, Şair Cemal Safi ve Prof. Dr. Tahsin Aktaş beylerin yardımlarından istifade etti. Almanya' da yaşayan birinci neslin kültür halkasını oluşturarak gelecek nesillere aktarmanın gururu ile küçük eseri sizlere takdim etti.
Haksızlık ve zorbalık, günlük yaşamın hangi noktasında olursa olsun, yürğin suskunluğuna neden olmamalıdır. İnsanın yüreğini tersyüz etmek, ancak eğitimli zorbaların işidir. Bu tür kişiler hiç mi hiç işsiz kalmazlar... Bir
kimseden beklentimiz, herhangi bir yiğitlik değil; yeter ki maşa konumunda bulunmasın. Gel gör ki, başkalarının paltosunu tutmaya alışkanlık edinenler, kendi paltolarını giymeyi bile akıl edemiyorlar; zannediyorlar ki, paltolar başkalarınca tutularak giyilir. Haksızlık ve zorbalık, günlük yaşamın hangi noktasında olursa olsun, yürğin suskunluğuna neden olmamalıdır. İnsanın yüreğini tersyüz etmek, ancak eğitimli zorbaların işidir.
İSMAİL BEY GASPIRALI (GASPRİNSKİY) (1851 - 1914 )
İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy) 21 (eski takvime göre, 8)
Mart 1851'de Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy'de doğdu. Annesi Fatme Sultan köklü bir mirza ailesinin kızıydı. Babası Mustafa Alioğlu Gasprinskiy de Çarlık ordusundan emekli teğmen rütbesini taşıdığı için küçük İsmail zadegân sınıfına mensuptu. Öğrenim hayatına mahallî Müslüman mektebinde başlayan İsmail, tahsilini bir Rus okulu olan Akmescit Erkek Gimnazyumu'nda sürdürdü. Bunu müteakip, önce Voronej'deki, daha sonra da Moskova'daki Harbokulu'na kaydoldu. Özellikle Moskova'daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını buldu. Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası'nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurdu. O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geçmeye teşebbüs ettiyse de, Odesa'dayken yakalandı. Çarlık Rusyası'ndaki askerî talebelik kariyeri bu şekilde sona eren Gaspıralı, 1868'de Bahçesaray'a dönerek, buradaki ünlü Zincirli Medrese'de Rusça muallimliğine başladı. Bu arada kendisini yoğun bir şekilde Rus edebî ve felsefî eserlerini okumaya verdi. 1872'de Kırım'dan ayrılan Gaspıralı İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris'e gitti. Paris'de geçirdiği iki yıl içinde ünlü Rus yazarı İvan Turgenyev'e asistanlık yapmak da dahil çeşitli işlerle hayatını kazandı. 1874'de öteden beri içinde yatan Osmanlı zâbiti olma arzusuyla İstanbul'a geldi. Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamadı ve tekrar Kırım'a döndü. 1878'de Bahçesaray Belediye Başkan Yardımcısı seçilen İsmail Bey, ertesi yıl Belediye Başkanlığı'na getirildi ve 1884 yılına kadar bu görevde kaldı. Gaspıralı'nın gerek Kırım'da, gerekse çeşitli dış ülkelerde geçirdiği yıllar ona büyük çoğunluğu kabuğuna çekilmiş bir halde yaşayan diğer Kırım Tatarlarından çok farklı tecrübeler kazandırmıştı. Mevcut problemleri yakından müşahede ettiğinden, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların seslerini duyurmak arzusuyla yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi. İlk teşebbüs olarak, Akmescit'de çıkan Rusça Tavrida gazetesinde "Rus İslâmı" (Russkoe Musulmastvo) başlıklı sonradan risale olarak da
29
yayınlanan bir dizi yazı yazdı. Burada, Rusya ile onun Müslüman tebası arasındaki ilişkilere değinerek, bu kadar çok sayıda Müslümanı içinde bulunduran Rusya'nın bir Ortodoks Hristiyan devleti olduğu kadar aynı bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru olacağını savundu. Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi tanımalı ve Ruslar çağa uygun bir maarif sisteminden ve bilimden mahrum bir halde bulunan Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı.Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak Rusya hükûmeti karşıya alınmadığı takdirde gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Müslümanlar üzerindeki Rusya hakimiyeti bu insanların içinde bulundukları geri kalmışlık ve ezilmişlik şartları altında değiştirilmesi mümkün olmayan bir vakıa idi. Zamansız ve maceracı hareketler ise Gaspıralı'ya göre ancak felâketle sonuçlanabilirdi. Öncelikle Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman cehalet ve ekonomik çöküş durumundan kurtulmalı, tecrid olunmuş cemaatlerden birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler. Hepsi Müslüman oldukları için İslâm'ın özünde mevcut olan temel dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu itibarıyla da (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde bütünleşmeleri gerekliydi. Tek tek ele alındığında mevcut meselelerle başa çıkabilmelerine ihtimal verilemeyen bu Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel meydana getirebilirlerdi.
♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥
BU SAYIMIZ İNCE EMLAK MÜLK OFİSİ KAYSERİ KATKILARIYLA YAYINLANMIŞTIR. TEŞEKKÜR EDERİZ.
EDEBİYATIMIZA HİZMET EDENLER
Neyzen Tevfik
HAYATI 1879-1953 24 Mart 1879'da Bodrum'da doğdu, 28 Ocak 1953 'de İstanbul'da öldü. Babasının görevleri bulunduğu Urla kasabasında amatör bir neyzenden nota ve usul bilgileri öğrenerek başladığı ney çalışmalarını kendi kendine ilerletti. İzmir İdadisi'ne girdiyse de bitirmeden ayrıldı. Bu arada gene kendi kendine Farsça öğrendi. İzmir Mevlevi hanesi'ne girdi. Daha sonra İstanbul'a yerleşerek Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanelerine devam etti. 1902'de Bektaşi tarikatından nasip alarak Bektaşi dervişi oldu. Bir yandan da şiirle ilgileniyordu. Eşref'le ve Mehmet Akif'le tanıştı ve şiir konusunda her ikisinden de etkilendi. 1908'den sonra bir süre Mısır'da bulundu 1913'te İstanbul'a döndü. Neyzen Tevfik genellikle toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürmüştür. Sazını bir geçim kapısı haline geçirmemek için direnmiş, yalnızca içinden geldiği zaman ney üflemiştir. Neyzenliğini geliştirmek
30
kaygısı duymamış, sanat değeri kalıcı bir müzikçi olmak için uğraşmamıştır. Neydeki başlıca ustalığı sazı iyi üflemesiydi. Belirli müzik kurallarının dışına çıkar, ama hep duyarak çalar ve dinleyenleri etkilerdi. Kendi açıklamasına göre yüze yakın plak doldurmuştur. Neyzenliğinin yanı sıra adını yergi ve taşlamaları ile de duyurmuştur. Kimi eleştirmenleri göre bu türün Nef'î ve Eşref'ten sonra üçüncü önemli temsilcisi sayılır. Ününün yaygınlaşmasında halk tarafından çok sevilmesinin de çok büyük payı vardır. Ancak oldukça eski bir dil kullanması nedeniyle güç anlaşılan ve biçimsel açıdan yetersiz kalan bu şiirleri pek kalıcı olmamıştır. Yergilerini genellikle siyasal ve dinsel baskıya, çıkarcılığa yöneltmiş, toplumdaki tüm haksızlıkları çekinmeden dile getirmiştir. ESERLERİ : Şiir Kitabı: Hiç, 1919; Azab-ı Mukaddes, 1949. Beste: Nihavent Saz Semaisi; Şehnaz buselik Saz Semaisi; Taksimler, taş plak.
Su-i tedbirimle ya hu öyle .oklaştı ki işim hem ağzıma .ıçtı felek hem de ..ildi geçmişim NEYZEN TEVFİK
BİR ROMANCININ İTİRAFLARI
ATTİLÂ İLHAN
O günlerde İpek Film’e senaryolar yazıyorum. İhsan İpekçi bir gün dedi ki, "Bir de İstiklal Savaşı filmi yapsaydık, şöyle kostümlü filan..." Tasarıyı hemen benimsedim, o sıra yakın tarihimize merak sardırmışım ki, elime ne geçerse harıl harıl okuyorum, bu okumaların taze izlenimlerine dayanarak "esaslı" bir Kuvayı Milliye senaryosu çıkarmaktan iyisi mi olur? Önce adını yakıştırdım: "Barut Ekmeği" Ardından kahramanlarını oluşturdum: Filistin Cephesi’nde savaşıp Mütareke ile İstanbul’a dönmüş olan Yüzbaşı Ferit Bey ile iki gözü kör bir Abdülhamit paşasının evlatlığı Ruhsar Hanım! Yanlış aklımda kalmadıysa, film öyküsünü tamamlamış, asıl senaryoya geçmeyi planlıyordum, o iş "yattı". İşte sonradan Aynanın İçindekiler serüvenine atılmama neden olacak ilk adım budur. Kurtlar Sofrası’nı henüz bitirmiştim, (ya da bitirmek üzereydim) kolay kolay yayımlanabilecek gibi görünmüyordu, "Barut Ekmeği" tasarısından yeni ve boyutları geniş tutulmaş bir romana gitmek için ne zaman müsaitti ne zemin, gel gör ki Yüzbaşı Ferit Bey’den de kurtulamıyordum, sevgilisi Ruhsar Hanım’dan da! Sonunda bu iş "Mahur Sevişmek" diye bir şiire bağlandı. "Mahur Sevişmek"te hem bir bölüm hem bir şiir adıdır bu, şiirde açıkça Yüzbaşı Ferit’ten söz edilmiştir, Üsküdar’daki sevgilisinden de! Henüz Yeşilçam’daki umutlarım kırılmamıştı, bir dengine getirir, aklı başında bir film çıkartabilirim sanıyordum, "Barut Ekmeği" başka firmaların yüz vermeyeceği derecede "pahalı" bir yapım tasarısı olduğundan, onu bir kenara bırakıp başka senaryolara daldım. Yıl ya 1959 olacak, ya 1958!
31
Tasarı olgunlaşıyor... Tasarı 1960 içinde kafamda olgunlaştı. Herkes gibi 27 Mayıs’ı ben de önce "istibdatta kurtuluş" gibi almıştım. Düşündükçe yakın tarihimiz içindeki asıl anlamını kavramaya yöneldim, çetrefil bir şeydi bu, bana öyle geliyordu ki Osmanlı’nın çöküşünden başlayıp 27 Mayıs’a kadar birbirini izleyen olayların bir iç diyalektiği vardır, bir de dış diyalektiği, bunların gelişim ve etkileşim süreçlerini bir roman içinde toparlamak ilginç olabilir. 1961’in ikinci yarısında yeni bir Paris yolculuğuna karar vermiştim. Uzunca bir süre orada kalmak, hem memlekete uzaktan bakmak, hem dünyada olup bitenleri iyice algılamak istiyordum. Şişli’de Şafak Sokağı’nda bir apartmanda otururdum, bir akşam yazı masama oturup beş ciltlik bir romanın şemasını çatır çatır çiziverdiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bir de değişiklik uygulayacaktım bu romanda, olaylar 27 Mayıs’la Mütareke arasındaki süreyi kapsayacak, çıkış noktası daima 27 Mayıs olacaktı, geçmişi flash-back kullanarak verecektim, ayrıca kitabın her cildinde hem bağımsız bir roman, hem de aynı olayların kahramanlardan birisinin açısından yansıtılması gerçekleştirilmiş olacaktı. O ilk şemayı çoktan kaybettim. Ne var ki Paris’te ilk kitabın yazılışına başladığım sırada, onu belleğime geçirmiş olduğumu gördüm. Her romanımda böyle olmaz mı, ilkin ya olaylar ya kahramanlarla ilgili birkaç not alır, bir iki dosya düzenlemeye kalkışırım, arkasından bunlar belleğime geçer, ne notlara el sürerim, ne de dosyalara, romanı "kafadan" yazarım, resmen! Zaten zamanla notlar da yiter, dosyalar da. Yalnız Paris’e hareket edeceğim günlerde, romanın iskeletini kurmuştum. Belki Şükran (Kurdakul) da hatırlayacak, kitaplarımı o tarihte yayımlayan onun yayınevi olduğu için, giderayak sık sık buluşuyorduk, son buluşmalarımızdan birine gitmeden Bıçağın Ucu’nun "mekan" olarak içine oturacağı Kuledibi çevresinde uzun süre dolaşmıştım, Ataç Yayınevi’ne vardığımda bunun izlenimleriyle doluydum, bir süre oturup Şükran’la birlikte çıktık, Köprü’den Karaköy’e geçerken ona Kuledibi’ni gösterip yazacağım yeni romanlardan söz ettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Kahramanların çoğu hanidir benimle yaşıyorlardı. Gerçek, tasarımı aşar... Benim romancılığımda bu "kahraman" işi çok önemli! Nasıl oluyor bilmiyorum, çeşitli kişilerden toparlanmış izlenimler zamanla bir bileşim oluşturuyor, bu bileşim giderek "fizik" bir nitelik kazanıyor, o kadar ki oluşma süreci tamamlandıktan sonra o kahraman benimle birlikte bir gelişme sürecini yaşamaya koyuluyor. Evet, her kahraman tanışılmış, birlikte yaşanmış birkaç tipin bileşkesidir, birisinin sınıfsal konumu, ötekisinin cinsel diyalektiği, berikinin fizik nitelikleri bu bileşkenin içinde erimiş, yeni bir kişiliğin doğmasına neden olmuştur, ama bir kere bu oldu mu, o kişiler yiter artık, yaşamaya başlayan kişi kendi kişiliğini ve "biyografisi"ni sürdürür. "Aynanın İçindekiler"deki kahramanlardan ilk doğan elbette sonradan kitapta miralay rütbesiyle görünecek olan Ferit Bey’dir, bir de Ruhsar Hanım. Yalnız en çok dikkati çeken, çoklarınca gerçekte olmayacak, ya da yazarın imgeleminde uydurulmuş abartma bir tip sanılan Hayrun’un beş ciltlik roman içindeki tek gerçekten alınma kişi olmasına ne buyrulur? Kahramanların hepsi çeşitli tiplerden bileşimler ya, Hayrun bunun dışında kalıyor, zira böyle bir insan İstanbul’da gerçekten yaşadı. KAYNAK: edebiyattürk.com
32