sacayak
BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
BU SAYIDA: Ahmet Koçak - Esen Uslu - Merhaba Canlar Esen Uslu - Yöneticilerin Örgüte Sadakati Olmazsa Olmaz Ahmet Koçak - Eğitim Dosyası Laik Demokratik Eğitim için Laik Demokratik Devlet Mahir Ulus - Eğitimin Sorunları Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu ile Söyleştik - Bireyi Güçsüzleştiren Eğitim Sistemi Türkiye Sakatlar Derneği - MEB’den Engellilere Ayrımcılık Tevhid-i Tedrisat Kanunu - Laik Eğitim Getirdi mi? Demir Küçükaydın - Tarih ve Demokrasi Ahmet Koçak - ABF’de Siyasi Parti Tartışmaları Dosyası ABF’de Parti Tartışmaları Yeniden Başladı Ali Balkız - ABF Dayanışma Yemeğinde Konuşma Ali Kenonoğlu - Alevi Örgütlülüğü Aktif Rol Alabilmeli - Söyleşi Nedim Kanoğlu - Aynaya Baktım ki Biz Neymişiz
Demokratlığın Ölçütü, “AKP’li Vali” İstememek Değil, Osmanlı Artığı “Valili Yönetim” İstememektir
ISSN 1308-7967
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: sacayak@yahoo.com.tr Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı türü: Yerel - Süreli
Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / €
1
Mart 2009 / Sayı:
SACAYAK
Sayı 1
Melikoff’un kızları anma töreninde konuşurken
Prof. Dr. İrène Mélikoff Anıldı
O
cak ayı içinde kaybettiğimiz İrene Mélikoff’un anısına Alevi Bektaşi Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun birlikte düzenlediği anma toplantısı ve kırk yemeği 28 Şubat, Cumartesi günü Karacaahmet Sultan Dergâhı’nda yapıldı. Toplantının sunumunu Mélikoff’un yoldaşı Feyzullah Çınar’ın kızı Hüsniye Çınar yaptı. Saygı duruşunun ardından canlar Mélikoff anısına Semah döndü. Toplantıya mihmandar olan Muharrem Ercan dede konuklara kısa bir konuşma yaptı. Ardından AABK adına Servet Demir ve ABF adına Kazım Genç konuştular. Katılan canlara seslenen Mélikoff’un üç kızının ardından Yaşar Kemal, Rasih Nuri İleri, İlber Ortaylı, Emre Gönen ve Esat Korkmaz söz aldı ve Mélikoff’la ilgili anılarını anlattı. Toplantıya katılamayan Server Tanilli’nin mesajını ise Ali Kenanoğlu okudu. Nurdan Arca’nın Mélikof’u tanıtan “Uyanış” adlı sinevizyon gösterisinin ardından tören dağıtılan kırk yemeği ile son buldu. KALAN MÜZİK tarafından yeni yayınlanan “Kızılbaş” albümünde Alevi-Bektaşi deyiş ve nefesleri Türkçe, Kürtçe ve Zazaca okunmuş. Albüm, Alevi-Bektaşi şiirinin farklı dönemlerinde yaşamış büyük ozanlarının nefeslerinden yapılan seçkilerden oluşmuş. Albüme Sabahat Akkiraz, Cengiz Özkan, Muharrem Temiz, Erdal Erzincan, Erkan Oğur – İsmail Hakkı Demircioğlu, Emekçi, Musa Eroğlu, Dertli Divani, Ulaş Özdemir, Hüseyin – Ali Rıza Albayrak, Mikail Aslan, Lütfü – Emre Gültekin, Metin – Kemal Kahraman, Özlem Taner, Cemil Koçgün ve Mazlum Çimen’den oluşan sanatçılar sesi ve sazıyla katılmışlar.
Kalan Müzik İMÇ 6. Blok No: 6608, Unkapanı, İstanbul Tel: 0212 512 35 13, www.kalan.com
2
Mart 2009
SACAYAK
Merhaba Canlar Ahmet Koçak - Esen Uslu
S
ACAYAK yayına başlıyor. Neden derginin adını “Sacayak” koydunuz diye soracak olursanız, ocaktaki narın, üstünde kaynayan karakazanın, içinde pişen aşın başında yıllarca dikilmiş kadın analar, ne demek istediğimizi bilir. Ateşin sönmemesi ve dibinin delinmemesi için kazan ateşin üzerine oturtulmaz, ateşten uygun bir yükseklikte durmalıdır. Koca kepçeyle karıştırılırken kazan sallanmamalı, devrilmemelidir. Bu zorlu, ama önemli görevi her gün tekrar tekrar yerine getiren basit, ama yararlı bir araçtır sacayak. Sacayak deyip geçmeyin canlar. Ayakları ateşin içine basar, hep harın içindedir, ama erimez. Üstündeki ağır karakazanı içindekilerle birlikte taşır, ama sağa-sola dingildemez. Sacayağın dengeli olmasının sebebi çelik bir çembere bağlı üç ayaktan oluşmasıdır. Geometri bunun açıklamasını yapar: “Üç nokta daima bir düzlem üzerindedir.” der. Yani, eğri bile dursa dengelidir sacayak. Ustalık ocağın pirindedir. Gözüyle süzdü mü hangisinin düz, hangisinin eğri durduğunu görür ve bir hamlede düzeltir. Günümüz Kazanında Pişen Alevilik Bugün Alevilik-Bektaşilik bir sınavdan geçmektedir. Alevilik sınıflı kapitalist toplum denilen kazanda, ortamı cehenneme çeviren işçileşme, göç ve kentleşme ateşinde kaynamaktadır. Alevilik bu ateşten kaçamaz. Pişmek zorunda olduğu bu cehennem narında ve içinde kaynadığı bu kazanda, kıvamında pişip işe yarar bir aş mı olacak? Yoksa taşıp, suyu buharlaşıp, dibini tutup, yanmış, acı bir hatıra mı olarak kalacak ya da devrilip ocakları mı söndürecek? Başta Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy olmak üzere nice ocakların pirleri bu narı, kazanı ve Alevilerin halini dikkatle gözlemektedir. Göz ucuyla bile baksalar eğrilikleri hemen görmekteler, ancak durum kazanın altındaki bir iki taşı oynatarak kolayca düzelecek gibi görünmüyor. Sağlam bir sacayak belki burada bir işe yarar diye düşündük. Emek-sermaye çelişkisiyle beslenen kapitalizm çağının harlı narında kaynayan işçi, köylü, emekçi Kızılbaşların yola hizmet eder bir aş olması için bu kazanın altına bir sacayak gerek dedik. Bizce modern kapitalizm çağında, günümüzün bu cehennem narında kaynayan karakazandaki Alevi-Bektaşilerin doğru yolda pişmesine destek olacak üç ayak vardır. Birincisi, dünden güne taşınan işçi, emekçi Alevi-Bektaşi halkımızın gönlünde yatan Alevi-Bektaşi inancı ve felsefesidir. Bu inanç ve felsefe ne kadar çekiştirilirse çekiştirilsin gericileştirilemez, unutturulamaz, söndürülemez bir cevherdir. İkincisi, içinde yaşadığımız toplumda ezilen, horlanan, ayrımcılıkla karşı karşıya kalan, ama “böyle gelmiş böyle gitmez” diyen 3
SACAYAK
Sayı 1
işçi ve emekçi Alevi canların kendi girişimleri ve kendi aydınlarının öncülüğüyle kurduğu demokratik örgütlerdir. Alevi emekçilerin sorunlarını kendi girişim güçleriyle çözmek için kurduğu bu örgütler günümüzde binbir sorunla boğuşmaktadır. Bu örgütler, 9 Kasım 2008 Ankara mitinginin de gösterdiği gibi Alevilerin demoratik istemleri için derlenip, yola düzüldü mü ülkemizde kapsamlı demokrasi kavgasında da önemli bir yer tutmaya adaydır. Ne yazık ki demokratik Alevi-Bektaşi örgütleri, altta yanan cehennem narı ve içine düştükleri kazandan kötü etkilenmektedir. Üçüncüsü, modern çağda Alevilik gibi düzenden şikayetçi ve düzene muhalif, ama gözü geriye, geçmişe bakan emekçilerin görüş ve düşüncelerinin içinde aktığı ve başarıya ulaşcağı kanal olan modern işçi sınıfı ve onun yeni bir dünya için ileriye bakan görüşüdür. Ne var ki bu yanda da sorunlar tepeleme yığılıdır. Umulmadık zamanda, beklenmedik biçimde içine düşülen son ekonomik ve düşünsel kriz, geçen selin ardında bıraktığı molozlarla tıkanmış bu kanalın yeniden açılacağının işaretlerini taşımaktadır. Bu üç ayağı tepede birleştiren ve kazanın yükünü sırtlayan çember ise Hünkâr Hacı Bektaş Dergâhı’ndan başkası olamaz. Sacayak dergisi, bu üç ayağın, o tek çember altında birleşmesine ve sağlam bir yapı olarak Alevi-Bektaşi emekçilere hizmet etmesine karınca kaderince yardım etmeye niyetlidir. Söz bizden, gayret yoldaşlardan ola.
Yöneticilerin Örgüte Sadakati Olmazsa Olmaz Esen Uslu
S
erçeşme dergisinin 47. sayısında Ankara ve Adana mitinglerinden sonra, demokratik Alevi örgütlerine “Türkiye’nin en büyük Alevi kenti İstanbul’da laiklik ve demokrasi istemli bir sokak etkinliği konusunda hızla karar verilmeli ve hemen hazırlığına başlanmaladır” önerisinde bulunmuştum. Bize, “artık seçim ortamına girildi, muhalefetin oylarını bölmeyelim, gericiliğe gerekçe vermeyelim” yollu yanıtlar verildi ve örgütler, tüm halkın siyasete ilgisinin yoğunlaştığı ve demokratik istemlere duyarlı olduğu bu dönemde eylemsiz kalmayı tercih etti. Derginin 48. ve son sayısındaki yazımda, “Ne yazık ki demokratik Alevi Hareketinin ünlenmiş bazı isimleri sol toplumsal muhalefete katılmak yerine yaklaşan yerel seçimlerde yine gözlerini CHP’den seçilmeye dikmiş durumda [...] Bu nafile bir çabadan ileri gitmeyecektir.” tespitini yapmıştım. Tüm bu dönem boyunca bağımsız eylemi ve diğer demokratik örgütlerle birlikte eylemi gündemine almayan Alevi-Bektaşi örgütlerinin yöneticileri boş durmamış. Ne mi yapmışlar? Kendi ağızlarından dinleyelim. İstanbul’da yapılan dayanışma yemeğinde ABF Genel Başkanı bakın neler diyor: 4
Mart 2009
SACAYAK
“Bu yerel seçim döneminde de CHP’yle Federasyon olarak gittik, görüştük. Bölgelerden, illerden gelen arkadaşlarımızın kefil oldukları, bizim bildiğimiz, tanıdığımız (...) arkasında durabileceğimiz, kefil olabileceğimiz birçok ismi CHP’ye aktardık (...) Ve (...) adaylar belli olduktan sonra bir kez daha anladık ki biz hayal kuruyoruz. (...) Soru şu: Biz hep hayal kırıklığı mı yaşayacağız? Biz hep birilerinin kapısının önünde önümüzü ilikleyip bizi ne zaman içeriye alacaklarını mı bekleyeceğiz? Hani biz Pir Sultan’ın çocuklarıydık?” Karar ve Yetki Başkana sormalı: ABF adına bu görüşmeleri yapmak ve CHP’ye önerilecek kişileri “belirlemek” üzere nerede, hangi organda karar aldınız? Bu kararı, federasyonun karar defterinize yazdınız ve altını imzaladınız mı? Bu toplantının gündemini ne zaman ve nasıl belirlediniz? Niye bu gündemi üyelere danışmadınız ve duyurmadınız? CHP ile siyasi görüşme yapacağınızı duyurmadan, önerilecek isimleri örgüte açıklamadan nasıl kapalı kapılar ardında görüşürsünüz? Şimdi demokratik iç işleyişlere aykırı bir densizliği marifetmiş gibi bize anlatıyorsunuz. Yoksa yaptığınızı tüzüğe, demokratik iç işleyişe aykırı görmüyor musunuz? Yoksa bu işleri karar almaya gerek duymadan mı yaptınız? Örgütün adını ve unvanınızı kullanarak keyfinize uygun siyasi işler yapmak demokratik bir Alevi-Bektaşi kurumunun yöneticisine yakışır iş midir? Siz, başkan olarak ya da yönetim kurulu olarak kendinizi üye tabanınızdan üstün, keyfine göre davranabilir, “Kadir-i mutlak” yetkileri olan bir seçkinler zümresi mi sayıyorsunuz? Örgütleri Yeniden Siyasi Oyunlara Alet Etme Niyeti Peki, şimdi niye ağlaşıyor ve kendinizi bize şikayet ediyorsunuz? Önünüzü iliklemeden, boynunuzu kırmadan devlet partisi CHP’nin kapısından girilmeyeceğini kırk kere denemeyip, öğrenmediniz mi? Siz bu kadar basiretsiz ve öngörüden yoksun musunuz? Yoksa bugün önümüzde ağlaşmanız, örgüt saygınlığını yerlerde çiğneten bu girişiminizin sonuçsuz kalmasından yararlanmak, yeni bir siyasi maceraya girişmek üzere zemin yoklamak mıdır? Niyetinizi açık söyleyin, ağlaşmayı ve ince hesapları bir yana bırakın. İkrarınızda kaviyseniz mürşidiniz önünde dâr’a durup bu davranışınızın hesabını verin. Yok, biz demokratik örgüt yöneticileri olarak buna gerek görmeyiz diyorsanız, açıkça ve namusluca bir aydına yakışır biçimde özeleştiri yapın! Sizi bu örgütlerin başına geçirenler, sizin en başta bu örgütlere, Alevi-Bektaşi emekçilerin temel demokratik istemlerine ve bir arada çalışmanın demokratik biçimine sadık olmanızı bekliyor. Örgüte, tüzüğe ve tabana sadakatiniz yoksa hiç olmazsa Buyruk’a göre nasıl bir önderin “Yediği haram, yuduğu murdar, tacı delik, kendi murtad” sayıldığını bir kere daha hatırlayın. 5
SACAYAK
Sayı 1
Laik-Demokratik Eğitim için Laik-Demokratik Devlet Ahmet Koçak - Esen Uslu
T
ürkiye’nin eğitim sistemi kanayan yaralarımızdan biridir. Eğitim sistemi demokratik Alevi-Bektaşi hareketinin gündeminde “zorunlu din dersleri kaldırılmalı” istemi ile yer alır. Ancak AleviBektaşilerin eğitim sorununun önemini ve kapsamını yeterince kavradığı söylenemez. Örneğin, demokratik Kürt hareketinin “Ana Dilde Eğitim Hakkı” istemi yoğun tartışılmaktadır. Ne var ki demokratik Alevi örgütlerinin “Zorunlu Din Derslerinin Kaldırılması” istemi ile yürüttüğü kampanya ise yıllardır sonuçsuz kalmıştır. Eğitimin uygulayıcısı öğretmenlerin ve eğitimin kurbanı olan öğrencilerin sorunları durumun ağırlığını gösteriyor. Öğretmen sendika ve dernekleri sorunu, “devlet memuru öğretmen” çerçevesi dışına çıkmayan bir bakış açısıyla ele alıyor. Öğrenci örgütlenmesinin önündeki binlerce engel, onların eğitim sisteminin sorunları üzerine yoğunlaşmasını, tartışmasını önlüyor. Demokratik Alevi örgütlerinin eğitim konusundaki hedeflerini “zorunlu din dersleri kaldırılsın” istemi ile sınırlaması, ama ırkçımilliyetçi-yabancı düşmanı eğitim içeriğine hiç sesini çıkarmaması önemli bir eksikliktir. Ayrıca demokratik Kürt hareketinin “ana dilde eğitim” istemine, eğitimci sendikalarınının ve öğrencilerin istemlerine sahip çıkmaması da önemli bir eksikliktir. Bu eksiklikler demokratik Alevi-Bektaşi hareketinin, kapsamlı demokrasi için demokratik Kürt hareketi, sendikal hareket ve öğrenci gençlik hareketiyle birlikte yürüyememesine yol açmaktadır. Eğitim sorunu, kapsamlı demokrasi mücadelesinde önemli bir yer tutuyor. Demokratik Alevi hareketinini önündeki görev, eğitim sistemindeki can alıcı ortak sorunları belirlemek ve hep birlikte kampanya yürütmek için öneriler getirmek ve tartışmaktır. Devletin Eğitim Politikası İktidara gelen partilerin hepsi eğitim sistemiyle oynamışlar, müfredatı, yani ders programını, siyasal görüşleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Müfredat aşırı milliyetçi-ırkçı-yabancı düşmanı-faşist görüşler içerir. Eğitim sistemi, ırk-dil-din ayrımcılığını yapar. Giderek artan ölçüde bilim-dışı dini doğmalar, bilim-düşmanı hurafeler doldurulmaktadır. Eğitim diye, dini inanç ve anlayışın temellerini sarsan bilime saldırı yürütülmektedir. Bu müfredat, cins ayrımcılığını, kadınlara toplumda ikincil rol biçilmesini süregen kılmayı amaçlayan bir içeriğe sahiptir. Bu sistemde, öğretmenlerin, velilerin ve öğrencilerin hiçbir söz ve karar hakkı yoktur. Bu sistemde parası olmayan velinin ya da öğrencinin her hangi bir seçim hakkı yoktur. Bu sistemde, bir yörede yaşayan6
Demokratik Alevi örgütlerinin eğitim konusundaki hedeflerini “zorunlu din dersleri kaldırılsın” istemi ile sınırlaması, ama ırkçımilliyetçiyabancı düşmanı eğitim içeriğine hiç sesini çıkarmaması önemli bir eksikliktir.
Mart 2009
Diller yok edilirse, etnik azınlıkların yok edilebileceği yanılgısı, “ülkesi ve milletiyle bölünmez Türk devleti” kurmanın temel siyaseti haline gelmiştir. Benzer bir yanılgı, merkezi bürokrasinin beğenisine uygun bir Sünni İslamı zorla dayatarak “diniyle de bölünmez bir Türk devleti” yaratma çabasının temel siyaseti olmuştur.
SACAYAK
ların kendi okullarındaki eğitim üzerine, eğitimciler üzerine, eğitim kalitesi üzerine ve eğitime ayrılacak kaynaklar üzerine söz ve karar hakkı yoktur. Kısacası tüm devlet kuruluşları gibi eğitim sistemimiz de halkın denetimi dışındadır. Halka hesap verme gereği duymayan merkezi devlet bürokrasisi ve siyasetçiler tarafından elbirliği-işbirliği içinde anti-demok ratik olarak yönetilmektedir. Bu sistemin temeli, 1924 yılında “Eğitim Birliği” yasası ile atılmıştır. Merkezi bürokrasinin tam egemenliği altına sokulan eğitim, tek dilde eğitim yaparak, Lozan Anlaşması’nda sayılmayan, ama Türkiye’de konuşulan tüm farklı dilleri yok etmeye girişmiştir. Bu diller yok edilirse, etnik azınlıkların yok edilebileceği yanılgısı, “ülkesi ve milletiyle bölünmez Türk devleti” kurmanın temel siyaseti haline gelmiştir. Benzer bir yanılgı, merkezi bürokrasinin beğenisine uygun bir Sünni İslamı zorla dayatarak “diniyle de bölünmez bir Türk devleti” yaratma çabasının temel siyaseti olmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin devleti tüm laiklik söylemine karşın laik değildir. Bu nedenle Türkiye’nin devlet eğitimi demokratiklaik-bilimsel-evrensel demokrasi kültürünü öne çıkaran bir eğitim değildir. Günümüzde devlet, süregiden direniş karşısında Avrupa Birliği’ne uyum süreci ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çerçevesinde ana dilde eğitim ve zorunlu din dersi konularında bazı geri adımlar atmıştır. Ancak temel siyasetini değiştirmiş değildir. Bu nedenle yapılan “reform”lar sonuç vermez. Türkiye’de bir dönem en azından sözde benimsenmiş olan 19. yüzyıl demokrasilerinin “eşit-bedava-zorunlu eğitim” anlayışı yerine, artık eğitimden para kazanmanın kırk bin yolunu bulmakta usta dershane-özel okul bezirgânlarının eğitim anlayışı geçmiştir. Parası olan seçkinlerin ulaşabildiği eğitim kalitesinin yanına bile yanaşamayan ikinci, üçüncü kalite, daha doğrusu kalitesiz bir eğitim halk çocuklarına reva görülmektedir. Müfredat adı altında insanlığa aykırı, hatta insanlık suçu sayılan görüşlerin aktarılması süregitmektedir. Zorunlu eğitimi bitiren genci, erişilmez bir üniversite eğitimi için birbiriyle yarışmaya sokan, ama yaşamda, işinde kullanabileceği hiç bir bilgi vermeden sokağa salan bir sistem yürümektedir. Ders Kitapları ve İnsan Hakları Tarih Vakfı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 2002–5 yılları arasında “Ders Kitaplarında İnsan Hakları” adlı bir araştırma yaptı. Bu araştırmanın bazı sonuçlar şöyle: “Farklı olanı görmezden gelmek, görünmez kılmak da bir insan hakları ihlali olarak değerlendirilmelidir. Ders kitaplarında tek bir gayrimüslim yurttaş adına rastlanamaması, ‘Ali’nin topu hiç Agop’a atmaması’, Çerkes sözcüğünün geç7
SACAYAK
Sayı 1
tiği neredeyse tek yerin ‘Çerkes Ethem’in ihaneti’, Kürt sözcüğünün geçtiği tek konunun ‘zararlı cemiyetler’ olması, din dersi kitaplarında Alevilik ve diğer Anadolu inançlarından söz edilmemesi, bir çok durumda ‘kadının adının olmaması’, tek bir ‘işçi ailesi’ örneğine rastlanamaması, vb., ayrımcılık örnekleri olarak düşünülmelidir…(…) Özellikle sosyal bilim kitaplarında, metinlerin içerdikleri kadar dışarıda bıraktıklarında da kendini gösteren ve en belirgin özelliği yoğun bir ‘milliyetçilik’ olan bir eğitim anlayışı ile karşılaşıyoruz.” Taranan ders kitaplarında bulunan etni, dini inanış, kültürel kimlik, cinsiyet, dil ve siyasal görüş temelinde ayrımcılık yapan yerler hükümete bildirildi. Peki, hükümet ne yaptı? Hükümet, 2004 yılında Ders Kitapları Yönetmeliği’nde değişiklik yapılmasına karar verdi: “Temel insan haklarına aykırılık taşımaz. Cinsiyet, ırk, din, dil, renk, siyasî düşünce, felsefî inanç, mezhep ve benzeri ayrımcılık içermez.” Aynı Vakıflar bu yılın başında, aynı konuda yaptığı ikinci araştırmanın sonuçlarını yayınladı. Bu sonuçlar, iş uygulamaya geldiğinde, geçen sürede değişen hiç bir şey olmadığını gösteriyor. Çalışmanın, “2009 Tavsiyeler Raporu” bölümünde şunlar var: “Ders kitaplarında verilen örneklerin referans çerçevesi genişletilmelidir. Her konu ve her bilgi alanı, öğrenciye sürekli Kurtuluş Savaşı, bayrak, Atatürk ve benzeri ‘milli değer’ aşılama vesilesine indirgenmemelidir. (…) Eğitim hakkının içeriği bağlamında, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 29. ve 30 maddelerine Türkiye tarafından konulan çekinceler kaldırılarak farklı grupların kültürel, dinsel ve ana dilde eğitim haklarından yararlanmalarının yolu açılmalıdır. Dünyada benzeri pek görülmeyen Milli Güvenlik dersi müfredattan çıkarılmalı ve tüm ders kitapları ‘sivilleşmeli’dir. Şiddeti ve ölümü yücelten ifadeler ve imgeler ders kitaplarından ayıklanmalıdır. (…) ‘Din kültürü’ dersiyle Sünni İslam inanışının belletilmesinden vazgeçilmeli, dersin içeriği, dersin başlığının çağrıştırdığı şekilde ‘dinler tarihi ve kültürü’nü kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Tüm bunlar yapılamıyorsa, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin müfredattan çıkarılması için gerekli adımlar atılmalıdır. Biyoloji derslerinde yaradılış görüşünün bilimsel bir kurammış gibi okutulmasından vazgeçilmelidir. (…) Ders kitaplarındaki cinsiyet temelli ayrımcılığın azalması ve giderek ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır.” Belli ki iktidar, kendi kararını bile uygulamaya koymuyor. Mevzuat değişikliği, AB’ye uyum sürecini atlatmak, ama uygulanmamak üzere yapılmış. 8
Mart 2009
SACAYAK Demokratik Eğitim Birlikte Mücadele İster
Demokratik Alevi hareketinin önünde duran en önemli sorunlardan biri eğitim konusunda kendi haklı istemini savunurken, diğer toplumsal kesimlerin eğitim konusundaki istemlerine yeterince sahip çıkmamaktır. Böyle içe kapalı bir mücadele anlayışı yerine bu kesimlerle birlikte, ortak mücadele anlayışı geliştirilmelidir. Örneğin, Kürt demokrasi hareketinin, “ana dilde eğitim” istemi ile ilgili olarak demokratik eğitimin içeriği konusunda Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun benimsediği “Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirisi’ şöyle diyor: “Devletler ülkelerinde yer alan azınlıkların varlığını ve ulusal ya da etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerini koruyacak ve kimliğin geliştirilmesi koşullarını destekleyecektir.” Bu düzeyde önemli bir isteme sahip çıkmak, bunu öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin istemleriyle birleştirmek, kendi haklı istemlerini bu çerçeve içinde savunmak demokratik Alevi hareketinin önünde duran görevdir. Eğitimin ve Devletin Demokratikleştirilmesi Sendikalar, öğrenci gençlik örgütlenmeleri, Kürt demokrasi hareketi ve demokratik Alevi hareketi “demokratik eğitim” istemlerini gerçekleştirmek istiyorsa kapsamlı demokrasi istemini savunan tüm kesimlerle birlikte ve ortak bir hedefe yönelmelidir. Bu ortak hedef, eski devletin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak demokratik bir Anayasa istemidir.
Sendikaların istemlerinde öne çıkan ana konu örgütlenme özgürlüğü olmayan “ayrıcalıklı” memur statüsüdür. Bu statüdeki öğretmenler, siyasetçilerin ve bürokratların keyfi atama ve sürgün uygulamalarının kurbanıdır. Bunun temel nedeni devletin, yönetim biçiminin demokrasi olduğunu iddia etmesine karşın, Osmanlı artığı merkezi bürokrasiyi temel güç olarak görmesidir. Yukarıdan aşağıya atamayla gelen ve her şeyi yöneten asıl yetkili bu asker-sivil bürokrasidir. Yerel yönetimler, valilik bürokrasisi ile merkezi devletin denetimi altında boğulmuştur. Bu ikili yönetim, yani bir yanda “seçilmiş” yönetim, öte yanda onun üzerinde yetkili ve ayrıcalıklı “atanmış” bürokrasi Türkiye’de demokrasinin önündeki engellerden biridir. O zaman sendikalar, öğrenci gençlik örgütlenmeleri, Kürt demokrasi hareketi ve demokratik Alevi hareketi “demokratik eğitim” istemlerini gerçekleştirmek istiyorsa Türkiye’de kapsamlı demokrasi istemini savunan tüm kesimlerle birlikte ve ortak bir hedefe yönelmelidir. Bu ortak hedef, eski devletin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak demokratik bir Anayasa istemidir. Sorun şu ya da bu parti, AKP ya da CHP sorunu değildir. Sorun, Türkiye’de demokrasi sorunudur. Türkiye’de demokrasi demek, var olan devleti değiştirmek demektir. Evet, bunlar yok sayamayacağımız bugünkü gerçekliğimize karşı dillendirdiğimiz temel demokratik istemlerdir. Bu istemler toplumun tümünü ilgilendirmektedir. Bu istemler, günümüzde demokrasi mücadelesinin temel odaklarıdır. 9
SACAYAK
Sayı 1
Her yerde, her işte halkın söz ve karar sahibi olacağı meclisler. Böyle meclislerde ya da dolaysız olarak halk tarafından seçilmiş, kendilerini seçenlere hesap veren, önlerine konan görevi layıkıyla yerine getirmediği zaman kendilerini seçenlerin kararıyla görevden alınan kamu yöneticileri. Hiç bir yasal ayrıcalığı olmayan bu kamu yöneticilerine ortalama nitelikli işçi ücretini aşmayan maaş. Eğitim alanında her yörede okul kurma, kapatma, derslik sayıları, eğitim araçları gibi tüm alanlarda söz ve karar sahibi olan meclisler. Tüm ülke çapında eğitimin sorunlarını tartışan geniş katılımlı ve temsili kongreler. Tüm sendikal haklarla donatılmış, yani örgütlenme ve grev hakkına sahip konusunda yetkin öğretmenler. İşe alınma, işini yapma ve işten el çektirme konularında nesnel ve önceden belirli kurallar. Bu kurallar çerçevesinde çalışanların eşit söz ve karar hakkı olan disiplin kurulları. Belirli çalışma saatleri; “ağır işte aşırı çalışma” demek olan zorunlu fazla mesai ya da mesai sonrası çalışma zorunluluğunun kaldırılması. Kadın yönetici ve öğretmenlerin özel olarak teşviki. Dayak ve zor yerine öğrencinin eğitiminde pedagojik yanaşımın ön plana alınması. Eğitimin üretimle bütünleştirilmesi, gençlerin düşünmeye, sorgulamaya, araştırmaya yönlendirilmesi. Yasakçılık, ezbercilik ve rekabetin eğitimden kaldırılması. Eğitimin ve devletin demokratikleştirilmesi sorununun daha geniş tartışılması için konu üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bu konuda görüş belirtmek isteyenlere sayfalarımız açık olacaktır.
TÜBİTAK Darwin’e Karşı UNESCO ünlü bilim adamı Charles Darwin’in doğumunun iki yüzüncü yılı ve çığır açan Türlerin Kökeni adlı kitabının yüz ellinci yıl dönümü olması nedeniyle 2009 yılını Darvin Yılı ilan etti. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) aylık yayınlanan Bilim ve Teknik dergisinin yöneticileri de bu nedenle Mart sayısını Darwin’e ve onun kuramına ayırmaya karar vermiş. Dergi yayına hazırlanmış, ancak Kurum’un üst yönetiminden gelen ani bir kararla basılmış dergilerin dağıtımı durdurulmuş. Dergiler çöpe atılmış, Darwin’i işlemeyen, başka bir konuyu öne çıkaran yeni bir sayı basılmış. Darwin ve Evrim Teorisi dünyanın her yerinde dinci gericiliğin saldırısına uğramaktadır. TÜBİTAK’ın bu uygunsuz davranışının ortaya çıkması, Türkiye eğitim sisteminde ve siyasi İslamcıların tüm düşün dünyasında, devletinde ve bilimsel kurumlarında Evrim Teorisi’ne düşman olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Darwin’in evrimi kuramına karşı “akıllı tasarım” adı altında din kitaplarının “yaradılış” hurafesini eğitime sokmaya çalışan siyasi islam yanlıları, yasakçılıkla bilimi dışlıyor. Darwin üzerine bir yazıyı gelecek sayımızda okuyabilirisiniz. 10
Farkı farkedin, aynı sayı biri eski biri yeni
Mart 2009
SACAYAK
Ege bölgesinde öğretmen hareketinde yer almış Mahir Ulus’tan eğitimin sorunlarını özetlemesini istedik
Eğitimin Sorunları
T
ürkiye’de eğitim kangren olmuş durumdadır. Her geçen gün sorunlar büyümektedir. Devletin, eğitimin ve eğitimcilerin sorunlarını çözer gibi yaparak attığı her adım, eğitimi daha da sorunlu hale getirmektedir. Demokratik olmayan Eğitim Şuraları, sorunları çözmekten çok iktidarların halk desteğini arttırmaya yönelik çabalardan başka bir şey değildir. 2007 yılındaki Eğitim Şurası hatırlanırsa hiçbir soruna cevap aranma çabasının olmadığı görülür. Günümüzde eğitim sistemi, TV dizilerinin işlevine benzer bir işlev yapmaktadır. Bu eğitimin hedefi, ‘Düzene uygun kafalar nasıl yetiştirilir?’ sorusuna cevap vermektedir. Dikkat Yazılı Var kitabı eğitimin içinde bulunduğu duruma iyi bir örnektir. Bu sorun nasıl çözülür derseniz, oldukça basit: Eğitimin özneleri bir araya gelecek, veliler, eğitimciler, eğitim sendikaları sorunu tartışacaklar; alınan kararları bakanlık 3–5 yıl içinde uygulamak zorunda olacak. Kaynak aslında hazırdır: Eğitime Katkı Vergisi. Eğitimin genel sorunlarına ana başlıklarıyla değinmek istiyorum. Eğitimin İşleyişi Anti-Demokratiktir Eğitimin işleyişinde demokrasi yoktur. En basit toplantıları “yönetici” yönetir, gündemi o belirler. Adı “öğretmenler kurulu” olan toplantılarda idare öğretmenlerden isteklerini belirtir. Kurullarda veli ve öğrenciler temsil edilmezler. Kurullara seçim yapılmaz; iktidarın yöneticileri ataması gibi kurul atamalarını da idareci yapar. Öğretmen sicilleri gizlidir; öğretmen ancak kendisine verilen notu öğrenebilir. Verilen notun detayını ancak iş mahkemeye yansırsa öğrenebilir. Okul müdürü istemediği bir öğretmenle en fazla iki yıl çalışır. İki yıl olumsuz rapor verilen öğretmen bir başka kuruma nakledilir. Bu aslında sürgündür. Çözüm basittir: Okul müdürleri seçimle gelmelidir. Her yılın sonunda güven talep edilmelidir. Güven varsa idareci devam etmelidir. Her gelen iktidar Milli Eğitim Bakanlığında kadrolaşır. Eğitim çalışanlarının kulakları, özellikle de yöneticilerin kulakları, siyasilerin elindedir. Bu öğretmen ve yöneticilerin kişiliklerinde çarpılma yaratmaktadır. Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu gibi, ama ondan daha demokratik bir eğitimciler kurulu seçimle oluşturulmalı, tüm eğitimcilerin özlük hakları buradan yürütülmeli, atamaları bu kurulca yapılmalıdır. 11
SACAYAK
Sayı 1
Eğitimin Kaynak Sorunu Eğitim baştan sona parasız hale getirilmelidir. Her okulun bütçesi olmalıdır. Velilerden yardım, vb. adı altında para talep edilmemelidir. Tüm ders araç ve gereçleri devletçe karşılanmalıdır. Bütçeden daha fazla pay ayrılmalı, eğitim vergileri bu kalem için kullanılmalıdır. Müfredat Yeniden Düzenlenmelidir Amaç, araştıran sorgulayan vatandaş yetiştirme olmalıdır. Okumayazma öğretiminde tekrar tümdengelim metoduna dönülmelidir. Ders kitapları; ırkçı, şoven, cins, din, mezhep ayrımcı öğelerden arındırılmalıdır. Din dersleri kaldırılmalı, bunun yerine dinler tarihi, dinler felsefesi gibi dersler konmalıdır. Bina Sorunu Yıllardır yapılan okullar sağlıksızdır. Okul bahçeleri yetersizdir. Yeni tip okul yapımına geçilmelidir. Okullar ikili üçlü eğitimden çıkarılmalıdır. Eğitimci Yetiştirme Politikası Değişmelidir Öğretmen açıkları hızla kapatılmalı, sözleşmeli, ücretli, 4/B’li çalışan istihdam edilmemelidir. Meslek içi eğitimler çalışanların ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. Farklı alanlardan gelerek öğretmenliğe atanmış olanlar yeniden pedagojik eğitimden geçirilmelidir. Eğitimcilere, insan hakları ve çocuk hakları eğitimi, demokratik sınıf nasıl olmalıdır eğitimleri verilmelidir. Her okulda herkesin göreceği boyutlarda insan hakları sözleşmesi ve çocuk hakları sözleşmesi asılmalıdır. Zorunlu Eğitim, İlk İki Yılı Kreş Olarak 12 Yıl Olmalıdır Bugün yetmişten fazla lise türü vardır. Bunlar çok programlı liselere dönüştürülmelidir. Gençleri yönlendirme işi ciddiye alınmalı, objektif olarak yapılmalı, ama veliye de söz ve karar hakkı tanınmalıdır. Okul rehberlik kurulları amaca hizmet edecek şekilde yeniden, ama demokratik şekilde örgütlenmelidir. Yüksek Eğitim Üniversitelere giriş sınavsız ve parasız olmalı. Üniversiteler özerk ve demokratik kuruluşlar haline getirilmeli. Öğrenciler üniversite ve fakülte yönetiminde söz ve oy hakkı sahibi olmalıdır. Üniversite öğrencilerinin burs ve yurt sorunu kalmamalıdır. 12
SACAYAK
Mart 2009
Doçent Firdevs Gümüşoğlu ile Eğitim Sorunları Üzerine Söyleştik
Bireyi Güçsüzleştiren Eğitim Sistemi Önce bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Sosyoloji doçentiyim. 1990’lardan beri bilimsel çalışma yapıyorum. Sistematik çalışma alanlarım, Cumhuriyet dönemi siyasal toplumsallaşma, eğitim, özellikle kadın eğitimi. Çeşitli siyasal dönemlerde eğitimde kadın-erkek ilişkileri ders kitaplarına nasıl yansıdı. Her yıl ders kitaplarını kadın erkek rolleri ve eğitim politikaları açısından yeniden inceliyorum. Cumhuriyet tarihi boyunca cinsiyet ayrımcılığı, kadın ve erkek rolleri ders kitaplarına nasıl yansıdı, bu konuda uzman oldum. Ders kitapları, eğitim politikaları benim çalışma alanım. Özellikle 1930’lu yıllarda kurulan Halkevleri ilgi alanıma giriyor. Halkevleri’nin merkezi yayın organı olan ve Ankara’da yayınlanan “Ülkü Dergisi” vardı. Bu dergide “Kemalist Toplum Modeli” nasıl ele alınıyordu sorusundan hareketle dergiyi inceledim. Kemalist toplum modeli nasıl kurgulandı, nasıl bir toplum modeli uygun görüyorlardı ve o toplum modeli 1932’den 1950’ye kadar nasıl bir değişim gösterdi, bu konuda yazdım. Eğitim nedir? Ne olmalıdır?
3 Mart 1924’te laik eğitimi getiriyor Öğretim Birliği Yasası. “Her bireyin yurttaş olarak kabul edildiği ve eğitim hakkı olduğunu kabul eden” bir yasa. Dolayısıyla da din temelli eğitimi meşru görmeyen bir süreç başlıyor.
Eğitim terbiye etmektir. Aslında “eğitim nedir” sorusunun yanıtını vermekten çok nasıl bir eğitim olmalıdır sorusunu yanıtlamak belki daha doğru. Eğitim aslında bireyi güçlendiren bir süreç olurken bireyi güçsüzleştiren bir araç haline de gelebilir. Günümüzde bankacı eğitim sistemi var. Aileler -devlet de öyleçocuğu bir yatırım aracı olarak görür ve o yatırımın belli bir zaman sonra maddi bir karşılığa dönüşmesini bekler. Bu eğitim sistemi aslında bireyi güçsüzleştiren bir eğitim sistemidir. Oysa eğitim süreci bireyin çok boyutlu olmasını sağlamaya hizmet etmeli. Düşünmeye, tartışmaya, araştırmaya, sorgulamaya ve sorgularken kendi alternatiflerini üretmeye hizmet edecek çok boyutlu insanı yetiştirmesi gerekiyor. Ne yazık ki günümüzde böyle değil. Türkiye’de böyle bir sürecin yaşandığını belgelerle ortaya koydum. Özellikle 1930’lu yıllardaki laik-bilimsel eğitim. 1930’lu yılları biraz anlatır mısınız? 1920’li ve 1930’lu yıllara baktığımız zaman devlet, var oluşunu Osmanlı’ya karşı konumlandırmış durumda. Osmanlı’daki eğitime alternatif bir eğitim yaratmaya çalışıyor. Ne yapıyor? Öğretim Birliği Yasası, 3 Mart 1924’te laik eğitimi getiriyor. “Her bireyin yurttaş olarak kabul edildiği ve eğitim hakkı olduğunu kabul eden” bir yasa. Dolayısıyla da din temelli eğitimi meşru görmeyen bir süreç başlıyor 3 Mart’ta. Cumhuriyet eğitimi, o ilk yıllardaki eğitim, Osmanlı’ya karşı, Osmanlı’nın din temelli eğitimine karşı. Hasan 13
SACAYAK
Sayı 1
Ali Yücel’in çok güzel bir lafı var, “İki türlü eğitim, iki türlü insan yetiştirir” diyor. 1930’lu yıllardaki eğitim anlayışı devletin ilk milli eğitim politikası aynı zamanda, değil mi? Milli eğitim politikası aslında süreç içinde oluşuyor. 1920’lerde, Latin harfleri gelene kadar olan süreçte, sürekli eğitimin biçimini tartışıyorlar. Eğitim tarihimizde son derece önemli bir insan olan Mustafa Necati 1925 yılında “Maarif Vekili” oluyor. İlk defa öğretmene değer verilmeye başlanıyor. Bir öğretmen politikası oluşturuluyor. Öğretmen bu süreçte, protokolde mülki amirden sonra yerini alıyor. Önce vali veya kaymakam, ardından öğretmen resmi toplantılarda yerini alıyor. Öğretmen maaşları iyileştiriliyor, vb. Köylü çocuğun eğitimine son derece önem veriliyor. Köylü çocuğunun eğitiminde, gündelik hayatında kullanabileceği bilgileri vermeye yönelik eğitim kurumları, köy yatı mektepleri kuruluyor. Saffet Arıkan zamanında 1936’da eğitmen kursları kuruluyor. Bu denemenin başarılı olmasıyla 1940’ta Köy Enstitüleri kuruluyor. Köy Enstitüleri bugün bizim için hala efsane. UNESCO’nun da dünyada başarılı bir model olarak sunduğu Köy Enstitüleri modeli aslında 1920’li yılların ikinci yarısından itibaren atılan tohumların başarılı bir ürün vermesi sonucudur. O modelin başarısı kişiyi, birey olarak yetiştirmesinden mi kaynaklanıyor? O kısım çok önemli. Cılavuz Köy Enstitüsü, Kars’ın bir köyünde, Doğu Anadolu’da açılan ilk köy enstitüsüdür. Cılavuz Köy Enstitüsü mezunlarıyla sözlü tarih yöntemiyle görüşmeler yaptım. Anadolu’nun en ücra köşesi Cılavuz denen yer, şu anda Susuz kasabası. Dağ başında koskoca bir bina. İnsanlar, “Burada bir zamanlar Enstitü vardı” diyor. 1930’ların eğitim modeli, o unutulmuş olan, kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere modern eğitim kurumları açıyor. Cılavuz Köy Enstitüsü’nde piyano, saz, keman, müzik odası var. Gidip gördüm, şimdi harabe halinde ama… Oradan mezun olanlarla konuştuğumuz zaman onlar hem birey hem kolektifin bir parçası… Yani kolektif içinde birey olmak son derece önemli! Şimdiki eğitim sistemi sadece birey yetiştiriyor. “Her koyun kendi bacağından asılır, sen de kendi bacağından asıl ve köşeyi dön” diyor. “Arkadaşından daha fazla puan yap ki kazanasın”. Arkadaşını rakip gösteren bir model! Oysa Köy Enstitüsü modeli gerçekten topluluk duygusu yaratıyor. Topluluğa ait hissediyorsunuz kendinizi, o topluluk içinde üretirken birey oluyorsunuz, kişi oluyorsunuz. 12 Eylül’le birlikte Türkiye yeni bir yola girmiştir. O süreçte etnisite meseleleri Türkiye’nin gündemini işgal etmiştir. Din önemli bir faktör olarak hayatımıza girmiştir. Ve bunlar devlet eliyle yapılmıştır. 1980 askeri darbesini gerçekleştiren güçlerle 1930’lardaki güçler arasında çok ciddi farklar var.
14
Aileler -devlet de öyleçocuğu bir yatırım aracı olarak görür ve belli bir zaman sonra, maddi bir karşılığa dönüşmesini bekler. Bu eğitim sistemi aslında bireyi güçsüzleştiren bir eğitim sistemidir.
Mart 2009
SACAYAK
1930’larda bilimsel düşünce egemen kılınmaya çalışılıyor. “Yağmur duası yerine, alın teriyle çalışmak, fabrika açmak, kuyu kazmak, ağaç dikmek” deniyor. Bilim, dinsel düşüncenin yerine geçiyor 1930’lu yıllarda. Din, bireyin vicdanıyla ilgili bir mesele olarak görülüyor. Devletin din eğitimi vermeyeceği okullarda öğretilir. Dinler sosyolojik olarak ele alınır. Türkiye’de 1930’lu yıllarla 1950’ler, 1960’lar, 1970’ler aynı değil. Ne yazık ki günümüzde üniversiteler de içinde olmak üzere 1930’lu yılların içi dolu, bilimsel eğitimine yaklaşmış değiliz. Eğitim politikası ne olmalıdır? Eğitim devlet tarafından yapılmalıdır. Parasız olmalıdır. Her aşamada, anaokulundan üniversiteye kadar, hatta lisansüstüne kadar her düzeyde eğitim parasız olmalıdır. Eğitim, vakıflara, özel kişilere terk edilmemelidir. Şu anda bir tarafta din eğitimi alan kitleler; öte tarafta parası olup özel okullarda din eğitimi verilen kitleler; bir tarafta devlet okullarında parasız sayılan, ama aslında para ödeyerek içeriği tamamen boş, dershanelerle eğitim gören kitleler; bazı seçkin özel okulların, geleceğin seçkinlerini yetiştirdiği çok dilli-çok kültürlü, küreselleşme sürecine entegre olabilecek gençleri yetiştirdiği bir eğitim sistemi var. Bu durum gerçekten çok tehlikeli! Eğitim politikası, her hükümete göre oluşturulan bir politika olmaktan çıkmak zorunda. Eğitim politikası kalıcı ve uzun vadeli olmalı. Yirmi, otuz yıllık politikalar oluşturulmalı. Yoksa bir hükümetin kendi adamlarından oluşturduğu kurullarda hazırlanan eğitim politikalarının durumu vahimdir. Böyle gitmeyecek mi yani?
Eğitim devlet tarafından yapılmalıdır. Her aşamada parasız olmalıdır. Eğitim, vakıflara, özel kişilere terk edilmemelidir.
Böyle olmuştur. Ütopyamızı ve olması gerekeni konuşuyorsak, böyle olmaması gerekir. Eğitimde her düzeyde uzmanlığın etkin olduğu, hatta velilerin de düşüncelerinin alındığı bir yapılanma. Ama bu şu demek değildir: Eğitim, velilere ya da şirketlere bırakılamaz. Elbette velilerin düşünceleri alınmalı, ama eğitim merkezi bir planlamayla gerçekleşmeli. Merkezi planlama da her kesimden insanın düşüncesinin alındığı, ama yönünün laik ve bilimsel içerikli eğitim olduğu; uzmanların planladığı ve bölgesel özellikler ile gereksinimlerin belirlendiği bir yapılanma olmalı. “Herkes” dediğiniz zaman, bir tarikatın, bir cemaatin fikrinin alınması ya da demokratik katılımı olacak diye onların da bu sürece dâhil edilmesi söz konusu bile olamaz. Çünkü eğitimin içeriğinin gerçekten bilimsel olması, bilimsel düşünceyi çocuğa, gence verebilecek bir yapılanma olması lazım. Sıkıntı yöntemden mi kaynaklanıyor? Sıkıntı yöntemden değil, bakış açısından kaynaklanıyor. Günümüzde “Nasıl bir eğitim?” sorusunun yanıtı yok. Eğitim, bireyi güçlendirici, üretime, bilimsel düşünceye katkıda bulunacak ve 15
SACAYAK
Sayı 1
hayatı sorgulayacak sorular oluşturacak ve cevaplar bulabilecek bir donanımla mı oluşturuluyor? Yoksa tersine boyun eğmeci, tartışmayan, düşünmeyen, bireyci insanlar mı yetişiyor… Bunun için eğitimin esas olarak kapsayıcı bir planlama dâhilinde gerçekleşmesi gerekiyor. Bu da doğal olarak imamlarla, vb., olacak iş değil. Laikliği savunmakla eğitimdeki demokratikleşme sağlanabilir mi? Laik devlet din eğitimi vermez. Laik devlet din eğitimini okullara sokmaz. Ama laik devlet ne yapar? Dinler tarihini çocuklara, gençlere öğretir. Dinlere sosyolojik olarak yaklaşır. “Musevilik, Hıristiyanlık şöyledir, Müslümanlık böyledir” diyerek dinlerin bütün tarihsel sürecini verir. Bir dinden yana olmaz laik devlet. Laik devletin inancı olmaz. Dinin siyasete alet edilmesi ve dinin toplumun dokusunda bireylerin vicdanıyla ilgili bir olgu olarak görülmekten çıkarılması laik devletten uzaklaşıldığını gösteriyor. Laik toplumsal formasyondan uzaklaşılıyor, her türlü hurafeye açık bir toplum haline geliniyor. Elli yıldır bunu yapıyor Türkiye. Okullarında din dersi, din eğitimi meşrulaştırılmıştır Türkiye’de. Oysa laik devlet din eğitimi yapmaz. Alevilik ya da diğer inançlar temelinde baktığımız zaman, Sünniliğin öğretilmesinin alternatifi Alevi kültürünün öğretilmesi değildir. Zannediyorum Alevi cemaatinin talebi okullarda Alevilik de öğretilsin biçiminde. Alternatif olarak bunun yapılması doğru değildir. Bir kesimin böyle bir talebi var. Mesele şudur: Okullarda bütünün öğretilmesi ve tarafsız bir şekilde öğretilmesi. Bu da dini sosyolojik bir olgu olarak ele alan bir eğitim politikasıyla mümkündür, başka türlü olamaz. Alevi kültürü ders kitabına girse Türkiye daha mı laik olacak? Alevilikle ilgili ön yargılar kırılacak, Kahramanmaraş, Çorum, vb., katliamlar önlenecek mi? Bu mümkün mü? Mesele işin özüdür. Özü, Türkiye’de bozulmuştur. Hiçbir şekilde laik bir eğitim verilmiyor Türkiye’de. O yüzden Alevilik de girse eğitime laik biçimde verilmeyecektir. İçeriktir önemli olan. Orada temel olarak Aleviliğin de öğretilmesi değil, Aleviliğin bütün dinlerin ya da inançların sosyolojik kaynaklarıyla öğretilmesi önemlidir. Yani toplumların hangi dönemlerinde dinlere ihtiyaç duyulmuştu? İlkel insanın dini var mı? Ateşin etrafında, mağarada yaşayan insanın dini var mı? Dinlere böyle bakan, toplumların belli gelişme aşamalarında belli ihtiyaçlara yanıt veren, belki belli bir aşamasında ortadan kalkacak olan bir biçim olarak anlatılması gerekir. Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü öğretim üyesidir. Kendisinin çok sayıda kitabı, çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlamış makalesi bulunmaktadır.
16
Okullarda din dersi, din eğitimi meşrulaştırıl mıştır Türkiye’de. Oysa laik devlet din eğitimi yapmaz.
Sünniliğin öğretilmesinin alternatifi Alevi kültürünün öğretilmesi değildir. Alevi kültürü ders kitabına girse Türkiye daha mı laik olacak? Bütün dinlerin ya da inançların sosyolojik kaynaklarıyla öğretilmesi önemlidir.
Mart 2009
SACAYAK
Milli Eğitim Bakanlığından Engellilere Ayrımcılık
Ö
zel Yabancı Ortaöğretim Okulları Sınav Yürütme Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı internet sitesinde yayınlanan “özel okullar sınavıyla ilgili” bir duyuruda “okullarımızda, özel eğitim alması gereken öğrenciler ile bedensel engelli öğrencilere hizmet verme olanağımız bulunmamaktadır” deme pervasızlığını gösterdi. Türkiye Sakatlar Derneği Genel Başkanı Şükrü Boyraz 20 Mart’ta bir basın açıklamasıyla kamuoyunu bilgilendirdi: Türkiye Sakatlar Derneği Müdürü Ergün İşeri
“Okulların engellilere uygun olmadığını gerekçe göstererek okula kabul edilmeyeceklerini ve sınava alınmayacaklarını söylemek açık biçimde engellilere yapılmış ayrımcılıktır. (...) Milli Eğitim Bakanlığı bu duyuru ile kendi temel yasasına, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne aykırı bir uygulamaya gitmiştir. (...) Bu duyurunun derhal iptal edilerek, engelli çocuklarımızın sınava ve okullara girişlerinin önündeki engel kaldırılmalıdır.” Bu açıklama basında yer aldıktan sonra ailelerin baskısı ile Bakanlık duyuruyu internet sitesinden kaldırdı. TSD’ye göre resmi bir açıklama yapmayan Bakanlık, “kısa bir süre içerisinde düzeltilmiş metni internet sitesine koyacaklarını” söylemiş. Devletin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapmış olduğu bu ayrımcı, aşağılayıcı tavrı Sakatlar Derneği Müdürü Ergün İşeri’ne sorduk: “Milli Eğitim temel kanunu dördüncü ve sekizinci maddeleri diyor ki: ‘Herkese eşit olarak eğitim imkânı sağlanır.’ Bunu yapmakla görevli olan da anayasaya göre devlettir, devletin bakanlığıdır. Bu bir yükümlülük devlet açısından! Karşımıza en çok çıkan sorunlardan birisi, eski okulların fiziki yapıları uygun değil. Bunun dönüşümüyle ilgili 2005 yılında çıkartılmış bir yasa var, (...) ama henüz bunlar dönüştürülmüş değil. (...) Eğitim öğretim kadrosunda eksiklikler var. (...) Hem fiziki koşulların uygun olmaması hem de yeterince kadrosunun olmaması milli eğitime bağlı okullardaki engellilerin yararlanma olanaklarını ortadan kaldırıyor büyük bir oranda. Özel okulların aslında böyle bir şey söylemesi akla mantığa aykırı gelen bir şey. Neden diyeceksiniz? Çünkü bu okullar zaten yüksek gelirler elde ediyorlar. Dolayısıyla maddi imkânsızlıkları yok. (...) Burada sorumluluk kime ait? Yine Milli Eğitim Bakanlığı’nın… Çünkü denetlemesi, teşvik etmesi, hatta hızlı dönüşümü sağlamaları için bastırması lazım.” 17
SACAYAK
Sayı 1
Tevhid-i Tedrisat Kanunu Tarihi: 3 Mart 1340 - Numarası : 430 Madde 1: Türkiye dâhilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaleti’ne merbuttur. Madde 2: Şer’iye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devir ve raptedilmiştir. Madde 3: Şer’iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ maarif bütçesine nakledilecektir. Madde 4: Maarif Vekâleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünun’da bir ilahiyat fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de aynı mektepler küşat edecektir. Madde 5: Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve tedrisatı umumiye ile müştegil olup şimdiye kadar Müdafaa-i Milliye’ye merbut olan askeri Rüştiye ve İdadilerle Sıhhiye Vekâleti’ne merbut olan darüleytamlar, bütçeleri ve heyet-i talimiyeleri ile beraber Maarif Vekâleti’ne raptolunmuştur. Mezkür rüşti ve idadilerde bulunan heyet-i talimiyelerin ciheti irtibatları atiyen ait olduğu Vekâletler arasında tahvil ve tanzim edilecek ve o zamana kadar orduya mensup olan muallimler orduya nispetlerini muhafaza edecektir. (Ek: 22/4/1341-637/1 md.) Mekteb-i Harbiye’den menşe teşkil eden askeri liseler bütçe ve kadrolarıyla Müdafaa-i Milliye Vekaleti’ne devrolunmuştur. Madde 6: İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir. Madde 7: İşbu kanunun icrayı ahkâmına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu Cumhuriyet Aydınlarının Sandığı Gibi Laik Eğitim Getirmedi Esen Uslu Yukarıda aslını ve yeni dile çevrilmiş halini okuduğunuz Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) bir çok cumhuriyet aydınını ezberinin tersine laiklik ya da laik eğitim getirmemiştir. Savaşın bitmesinin hemen ardından yeni cumhuriyet, bu tarihte bir yandan 18
Hilafeti kaldırırken, öte yandan savaş içindeyken kendi kurduğu ve Meclise karşı sorumluluk taşıyan Şeriye ve Evkaf Vekaleti ile Erkan-ı Harbiyyi Umumiye Vekaleti’ni de kaldırmıştır. Yerlerine sözde Başbakanlığa bağlı, özde tam bağımsız iki kurum, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Genel Kurmay Başkanlığı kurulmuştur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu aynı düşünce çerçevesinin ürünüdür. Aynı gün çıkan ve eğitim sistemi üzerinde Osmanlı artığı İstanbul merkezli ulemanın gücünü kırmayı amaçlayan bu yasa, tüm eğitim kurumları üzerinde yeni devletin
SACAYAK
Mart 2009
Öğretimi Birleştirme Yasası Tarihi: 3 Mart 1924 - Sayısı: 430 Madde 1: Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. Madde 2: Şeriata Uygunluk ve Vakıflar Bakanlığı ya da özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medrese ve okullar Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş ve bağlanmıştır. Madde 3: Şeriata Uygunluk ve Vakıflar Bakanlığı bütçesinde okullara ve medreselere ayrılan tutarlar, Eğitim Bakanlığı bütçesine aktarılacaktır. Madde 4: Eğitim Bakanlığı, yüksek din bilgisi uzmanları yetiştirilmek üzere Üniversite’de bir İlahiyat Fakültesi kuracak ve imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin yapılması göreviyle sorumlu memurlar yetiştirilmesi için benzer okullar açacaktır. Madde 5: Bu yasanın yayım tarihinden başlayarak genel eğitim ve öğretimle uğraşıp, şimdiye kadar Milli Savunma’ya bağlı olan askeri ortaokul ve liseler ile Sağlık Bakanlığı’na bağlı olan yetim yurtları, bütçeleri ve öğretim kurulu ile birlikte Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Adı geçen ortaokul ve liselerde bulunan öğretim kurulları daha sonra bağlantı yönünden ait oldukları bakanlıklar arasında aktarılacak ve düzenlenecek ve o zamana kadar orduya bağlı olan öğretmenler orduya bağlılıklarını sürdüreceklerdir. (Ek: 22/4/13415 637/1 Md.) [2 Nisan 1925] Harp Okulu’na kaynak oluşturan askeri liseler bütçe ve kadrolarıyla Milli Savunma Bakanlığı’na devredilmiştir. Madde 6: Bu yasa yayımı tarihinden geçerlidir Madde 7: Bu yasanın yürütme hükümlerine Yürütme Bakanları Kurulu sorumludur. egemenliğini kurmaya yöneliktir. Yeni devlet herşeyi denetimine sokmaktadır. Bu arada yasada “Müdafaa-i Milliye”, yani Milli Savunma’dan bahsedilirken, “Maarif Vekaleti”, yani Eğitim Bakanlığı adının kullanılması dikkate değerdir. Yeni cumhuriyet henüz herşeyin başına “Milli” sıfatını geçirmeye başlamamıştır. Bu uygulama, bir yıl sonra patlayacak Kürt İsyanı ve ardından gelen Takrir-i Sükun Kanunu’yla başlayan devlet terörünün ardından gelecektir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu aynı zamanda din hizmetlerinin devlet memurları eliyle yürütülmesini ve
onların eğitiminin de devlet tekeline alınmasını öngörmektedir. Bunun için imam-hatip okulları kurulacağını baştan belirtmektedir. Bu yasadan aldığı yetkiyle Eğitim Bakanlığı on gün içinde medreseleri kapatmıştır. Ne var ki Nisan ayında kabul edilecek yeni anayasa resmen “Devletin dini islamdır” diyecektir. Resmi dini olan devletin, din hizmetlerini ve eğitimini de üstlendiği rejime “laik” demek dar kafalılığı ise İkinci Dünya Savaşı sonrası yitirdikleri Tek Parti Rejimini özlemekten gözleri kararan “cumhuriyet aydınlarına” özgü bir yanılsamadır. 19
SACAYAK
Sayı 1
Tarih ve Demokrasi Demir Küçükaydın
T
arih’in geçmişle değil bugünle ilgili olduğu; Tarih üzerine tartışmaların aslında geçmiş üzerine değil bu güne ve geleceğe ilişkin programlarla ve tasavvurlarla, dolayısıyla da bu program ve tasavvurları şekillendiren, onların ardındaki sınıfsal konum ve çıkarlarla ilgili olduğu bir “Lapalis hakikati”dir.[1] Ama sadece bu kadarı eksik bir doğrudur. Bunun daha da doğrusu, bugünün ve geleceğin aslında geçmişte şekillendirildiğidir. Geçmişi başka türlü ele alıp anlatmayan hiçbir hareket bugünün mücadelelerini ve geleceği başka türlü şekillendirememiştir ve şekillendiremez. Bu geçmişte böyleydi, bugün de böyledir ve gelecekte de böyle olacaktır. Her mitolojik hikâye bir tarihtir. Ve bugün bilinen bütün mitolojiler, aslında artık bilinmeyen veya unutulmuş tarihlerin yerine başka bir tarih yazımlarından başka bir şey değildir. Örneğin Kadınların ezilmesi için önce tarih yeniden yazılmıştır; ana tanrıçalar birer meduza[2] yapılmıştır. Tanrıların kavgaları ve ilişkileri toplulukların ve toplumsal sınıfların kavgaları ve ilişkilerinden başka bir şey değildir. Akdeniz ve Ortadoğu havzasında, dünyanın en elverişli ulaşım koşulu olan denizin (Akdeniz) sağladığı müthiş ticaret olanağının mümkün ve gerekli kıldığı tek tanrılı dinlerin kitapları, aslında, aydınlanma tarihçiliğince mitoloji diye tanımlanacak, tarihlere karşı başka bir tarih yazımından, dolayısıyla başka toplumsal ilişkilerin örgütlenmesinden başka bir şey değildi. Klasik Akdeniz uygarlığının tek tanrılı dinleri, önceki tarihleri (“mitolojileri”) yok edip, örneğin “klasik Greko Romen mitolojisinin”, yani tarihinin yerine “Peygamberler Tarihi”ni; Kaos, Kozmos, Kronos,[3] vb. yerine Allah, Âdem ve Havva’yı; Tanrılar yerine Peygamberleri anlatırken sadece başka bir tarih yazmıyor; bu tarih aracılığıyla başka bir topluluk tanımlıyor, başka bir toplumsal düzen kuruyor, yani geleceği geçmiş aracılığıyla şekillendiriyordu. Aydınlanma da, yani şu modern toplumun din olmadığını söyleyen dini de, kutsal kitapların tarihine karşı kendi tarihini yazdı. Bu tarihi yazarken kutsal kitapların anlattığı tarihi “inanç” sorunu olarak akıl dışına sürdü ve karanlık bir ortaçağ kavramıyla bu tarihi cehenneme yolladı. Sosyalist hareket de bu yasanın dışında değildi, daha doğarken, aslında farklı bir tarih anlayışını taslaklaştırarak (Tarihsel maddecilik) geleceği şekillendirmeyi deniyordu. O geleceğe ilişkin bir program olarak aslında başka bir tarih anlatarak yola çıktı. Aydınlanma hümanizmi karşısında ulus gericiliği de aynı şekilde tarihi birer uluslar tarihi olarak yazarak ulusları kurdu ve gele20
Mart 2009
Türkiye’nin demokratları, Türkiye’nin laikleri gibidirler. Laikler nasıl Diyanet İşleri, İmam hatipler, din dersleri vb. gibi gerici ve anti-laik kurumların varlığı ile laiklik arasında bir sorun görmeyen ve hatta bunu laiklik olarak tanımlayan anti-laiklerse; Türkiye’nin demokratları da ulusun ve devletin, Türklük ile tanımlan masında, resmi dilinin Türkçe olmasında, Türk tarihi okutulmasında sorun görmeyen kendini Demokrat sanan anti demokratik Türklerdir.
SACAYAK
ceği şekillendirebildi. Örneğin bir Türk Tarihi yazılmadan bir Türk Devleti ve Türk Ulusu olamazdı. O halde, Türkiye’de demokratik hareket eğer gelişmek ve bir başarı kazanmak, bu günü ve geleceği şekillendirmek istiyorsa, önce demokratik bir tarih yazmak zorundadır. Tarih demokratik olmadan bugün ve gelecek demokratik olamaz. Demokratik hareketin zayıflığı aynı zamanda demokratik bir tarih olmamasında yankısını bulmaktadır ya da tersinden demokratik bir tarihçiliğin yokluğu demokratik hareketin zayıflığının en önemli nedenlerinden biridir. *** Demokratik bir tarihi yazabilmeye en yatkın güçlerin işçi hareketi ve sosyalist hareket olması gerekir. Ama bu hareketler demokratik bir tarih yazmamışlar ve yazamamışlardır. Bırakalım demokratik tarihi kendi sosyalist tarihlerini bile Türk ulusçuluğunun tarih kavramı içinde tanımlamışlar; Türk Tarihi ile bir mücadeleye girmemişlerdir. Örneğin Türkiye sosyalist hareketi ve işçi hareketi hep Müslümanlarla ve Türklerle başlatılmıştır. İstisnasız Türkiye’deki bütün sosyalist akımlar, Türkiye’de sosyalist hareketi TKP ve onun Bakü Kongresiyle başlatırlar. Osmanlıdaki sosyalist akımlar ve hareketler birer tarih öncesi olarak bile pek ele alınmaz. Bunlar birkaç akademisyenin ilgi alanı dışında yer bulamazlar. Türkçeyle ve Türklükle tanımlanmış bir ulusla kendini başlatan bir sosyalist hareket, en gerici ulusçuluğu yeniden üretmekten başka bir şey yapamazdı. Bırakalım sosyalisti bir yana, demokratik bir tarihçilik ise, bu tarihi ulusu Türklük, vb., ile tanımlayan tarihçiliklere karşı hareketlerle tanımlar ve başlatırdı. Örneğin, Türkiye Komünist Partisi’nin Bakü Kongresi değil, Komünist Manifesto’nun ilk Ermeniceye çevrilişi bu modern sosyalist hareketin başlangıç noktası olurdu. Böyle bir başlangıç noktasının kendisi bile var olan Türk devletine ve ulusçuluğuna karşı bir mücadele anlamı taşır; sosyalistler gerici ulusçuluğun yeniden üreticileri olmazlardı. En tutarlı demokrat olan ya da olması gereken sosyalist ve işçi hareketi, demokratik tarihi de örneğin Mithat Paşa veya İkinci Meşrutiyet ile değil; Selanikli işçilerle, Balkanlardaki devrimci demokrat ve sosyalist akımlarla ve köylü çetelerle, Ermeni sosyalist hareketiyle, Velestinli Rigas’la, Tigran Zaven’le, Tevfik Fikret ile başlatırdı.[4] Böyle bir tarihe dayanan bir sosyalist ve demokratik hareket, mitinglerde, anma toplantılarında, bu cılız ama nitelik bakımdan son derece önemli demokratik öncülerin isimlerini ve resimlerini taşır, onların unutulmasına karşı anmalar yapardı. Bu takdirde anma toplantıları birer Pazar vaazı, birer ruhsuz seremoni olmaktan çıkar her biri demokrasi mücadelesinin bir savaşı olurdu. Böyle bir tarih, Balkan uluslarının kuruluşunu, Ermeni katliamlarını, mübadeleleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu birer 21
SACAYAK
Sayı 1
“ilerici” demokratik dönüşüm veya devrim değil, aydınlanmanın demokratik ideallerinin terki ve gerici ve karşı devrimci hareketler olarak anlatırdı. Böyle bir tarih içinde, Mustafa Suphi’lerin kurduğu Türkiye Komünist Partisi, ulusu Türklükle tanımlayan bu gericiliğin ve karşı devrimciliğin sosyalist harekete sızması ve ele geçirmesi olarak görülürdü. Böyle bir tarih, İkinci Meşrutiyet için yapılan askeri ayaklanmayı, Osmanlı devlet sınıflarının demokratik harekete karşı bir manevrası; bütün balkanları sarmış devrimi bastırmak için onun başına geçme ve daha sonraki İttihat Terakki’nin darbesini bunun sonuca ulaşması ve karşı devrim olarak anlatırdı. Sosyalist ve Demokratik hareketin böyle bir geleneğe dayandığı yerde, Kürtler üzerindeki baskıya karşı demokratik ve devrimci direniş, devrimci ikonografisini, Ergenekon benzeri Kava efsaneleriyle değil, bu topraklardaki Demokratik mücadelenin ilk başlatıcılarıyla, yani Velensinli Rigas’larla, Tigran Zaven’lerle kurardı. (Kürt hareketi zaten Kemal Pir’ler aracılığıyla bu eksikliği bir parça olsun gidermeye çalışmaktadır ve bu çabalar o demokratik karakterin bir yansımasıdır.) Bir insan hem demokrat hem de Türk, Kürt, vb., olamaz. Demokrat her şeyden önce, bir ulusun bir dille, bir tarihle, bir soyla, bir etniyle tanımlanmasını reddeden; bunların bütünüyle özele ilişkin olmasını savunan olabilir. Türkiye’nin demokratları, Türkiye’nin laikleri gibidirler. Laikler nasıl Diyanet İşleri, İmam Hatipler, din dersleri, vb., gibi gerici ve anti laik bir kurumların varlığı ile laiklik arasında bir sorun görmeyen ve hatta bunu laiklik olarak tanımlayan anti laiklerse; Türkiye’nin demokratları da ulusun ve devletin, Türklük ile tanımlanmasında, resmi dilinin Türkçe olmasında, Türk tarihi okutulmasında sorun görmeyen kendini Demokrat sanan anti demokratik Türklerdir. Türklüğü (ya da Kürtlüğü veya başka bir soyu, tarihi, dili vb.) kişinin bütünüyle özel sorunu yapmayı hedeflemeyen, ulusu bir dil, bir tarih, bir din, bir etni, vb., ile tanımlamayı reddetmeyen bir demokratik hareket olamaz. Demokratik bir devlet Türk Devletinin, Demokratik bir ulusçuluk gerici ulusçuluğun yerini; demokratik bir ulus Türk ve Kürt uluslarının yerini ancak, tarihi Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin değil; demokratlarla Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin mücadelesinin tarihi olarak yazdığında, alabilir. Bunun haricindeki bütün değişimler, demokrasi değil, bugünkü gericiliğin kendini zamana uydurmasından ve ömrünü uzatmasından başka bir anlama gelmez. 17 Mart 2009, Salı SACAYAK’IN NOTLARI: [1] Lapalis Hakikati: Mantıkta her koşulda doğru olan bir önermeyi anlatmak için kullanılan bir deyimdir. Deyim 1500’lü yıllarda yaşamış bir Fransız asilzade ve komutan olan Jacques de la Pallice
22
Mart 2009
SACAYAK
Serçeşme Yazıları Veliyettin Ulusoy İstanbul, 2009 ISBN 978-975-335-053-2 13 x 19 cm boyutunda 206 sayfa, 10 TL Alev Yayınları, Tel: 0212.519 56 35 / E-posta: alevyay@e-kolay.net
Alev Yayınları, Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy’un Serçeşme dergisinde basılmış yazıları, söyleşileri ve konuşmalarını bir kitap olarak yayınladı. Ahmet Koçak’ın yayına hazırladığı kitap, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın farklı konulardaki görüşlerini derli toplu olarak ortaya koymaktadır. Veliyettin Ulusoy’un 2007 yılı sonunda AKP Hükümeti’nin “Alevi Açılımı” üzerine yaptığı değerlendirme ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması istemiyle demokrasiden yana aldığı net tavır, Alevi Bektaşi toplumunun son yıllarda yaşadığı önemli ilerlemeyi gözler önüne sermiştir. Alevi-Bektaşi toplumunun sorunlarından biri parçalanmışlıktır. Çelebi, Dedegân ve Babagân olmak üzere üç kol vardır. Çelebi ve Dedegân kolları yol ve sürek açısından birbirlerine yakındır. Babagân kolu ise sürek farklılığı gösterir. Bu farklılıkların nedeni Osmanlının böl-yönet taktiğidir. Veliyettin Ulusoy’un bu konudaki toparlayıcı ve birleştirici görüşleri, çözüm önerileri ve olumlu tutumu Alevi-Bektaşiler için çok önemlidir. Alevi toplumu yol, erkân konusunda da sıkıntılar yaşıyor. Yetişkin, çağın bilgisiyle donanmış dede ihtiyacı önemli bir sorun olarak toplumun ve dergâhın önünde durmaktadır. Dergâh bu konuda hangi çözümleri düşünüyor, bu kitapta bunların yanıtlarını birinci ağızdan okumak olanaklıdır. için askerlerinin yazdığı methiyedeki bir beyitten gelir: “Ölmeden on beş dakika önce hala canlıydı.” [2] Meduza: Grek ve Roma mitolojisinde, daha önceki inançların tanrıçasının çarpıtılıp, saçları yılandan korkunç bir canavara dönüştürülmüş halidir. [3] Kaos: Grek mitolojisinde ilk tanrı ve tanrıçaların içinden doğduğu boşluk. Kozmos: Kaos’tan sonra gelen düzenli ve iç uyumlu evren. Kronos: Üç başlı (erkek, boğa ve aslan başları) bir yılan olarak tanımlanan ve eşi ile birlikte sarmaladıkları dünya yumurtasını çatlatıp içinden kara, deniz ve gökyüzünden oluşan düzenli evreni doğuran zaman. [4] Velestinli Rigas (1757-1798) Yunanistan’ın Osmanlıan bağımsızlığı için dağa çıkan devrimci şair. Yakalanıp İstanbul’a gönderilirken yolda arkadaşı Pazvanoğlu Osman tarafından kurtarımmasın diye boğdurulmuş ve cesedi Tuna nehrine atılmıştır. Rigas’ın Atina Tigran (Dikran) Zaven: Sivas doğumlu Ermeni devrimci. Ermeni Üniversitesi sorununun Osmanlı’daki bütün ezilen halkların birleşik bir cephe önündeki heykeli oluşturmasıyla çözülebileceğini savunuyordu.
23
SACAYAK
Sayı 1
ABF İstanbul Dayanışma Yemeğinin Ardından
Parti Tartışmaları Yeniden Başladı Ahmet Koçak
A
levi Bektaşi Federasyonu İstanbul, Ataköy Marina’da bir Dayanışma Yemeği düzenledi. 20 Şubat Cuma gecesi Varan’s Restaurant’da yapılan etkinliğe ABF’ye bağlı derneklerin yanında birçok kurum ve kuruluş katıldı. DTP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Akın Birdal başta olmak üzere siyasi parti temsilcileri, belediye başkan ve meclis adayları, muhtar adayları, yöre dernekleri de dayanışma yemeğine katıldı. Sunuculuğunu Hüseyin Kelleci’nin yaptığı etkinlikte Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Semah Ekibi, Hubyar Semahı döndü. ABF adına Hatice Köse konukları selamladıktan sonra, Genel Başkan Ali Balkız’a söz verdi. Ardından sahneye çıkan sanatçı Erdal Akkaya deyiş ve türkülerle canları coşturdu. Balkız’ın konuşmasında en dikkat çeken bölümü, 29 Mart yerel seçimlerinden sonra Alevilerin yapması gerekenler üzerine söyledikleri oldu. Bu sözler Alevilerin tartışma gündemini “Aleviler parti mi kuruyor?” zeminine çekti. Alevi Haber Ajansı, 9 Mart’ta “Flaş Haber, Özel Haber” olarak şunları yazdı: “Balkız, Alevilerin seçimlerden sonra yeni bir yol haritası çizeceğini belirterek ilk kez ‘yeni bir parti kurulacağı sinyalini’ verdi.” Bunun üzerine ABF Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu 12 Mart’ta bir basın açıklaması yaptı ve şöyle dedi: “Alevilerin ve ABF’nin 29 Mart seçimleri sonrasında bir değerlendirme yapması ve siyasi tavır konusunda yeni bir yol haritası çizmesi gerekecektir. Fakat bundan ‘Yeni bir parti kurulacağı’ sinyali çıkartılmamalıdır. ABF’nin bu yönde alınmış bir kararı bulunmamaktadır.” Balkız’ın konuşması dikkatle okunduğunda parti konusunda adım atılacağı tespitinin doğru olduğunu söylemek mümkündür. Ancak acayip olan internet gazeteciliğ yapan Alevi Haber Ajansı’nın bu haberi tutması ve yaklaşık üç hafta sonra yayınlanmasıydı. Yapılan etkinliğe biz de katılmış ve konuşmayı dinleyince benzer bir izlenim edinmiştik. Konuyla ilgili kişilerle yaptığımız görüşmelerde ise “Bizi izlemeye devam edin” yollu iki ucu açık sözlerle karşılaşmıştık. Bu nedenle haberini ve konu hakkında tespitlerimizi Ali Kenanoğlu’na sorduk. Ali Balkız’ın konuşmasından bölümleri ve Ali Kenanoğlu’nun yanıtlarını aşağıda okuyacaksınız. 24
Mart 2009
SACAYAK
Ali Balkız’ın Konuşmasından
B
iliyorsunuz önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimlere doğru giderken Türkiye’nin gündemine baktığımızda ne işsizlik tartışılıyor, ne yoksulluk tartışılıyor, ne üniversite sorunları tartışılıyor, ne Tuzla Tersaneleri tartışılıyor, ne gecekondulardaki boş tencereler tartışılıyor, ne emperyalizm tartışılıyor bölgemizdeki… Ama tartışılan tek şey diyebiliriz ki benim kasetim senin elinde, eğer senin kasetin de benim elimde ise… Siyasi partilerin halkımıza bu dönemde söyleyebildikleri en önemli şey, ne yazık ki, bundan ibaret. Kasetler savaşı, dosyalar savaşı… Oysa biz –Türkiye’de demokrasi yolunda hiç kuşkusuz bir adımdır yerel seçimler– ülkemizin sorunlarının, işçilerimizin sorunlarının, Alevi sorununun, Kürt sorununun, emekçilerin sorunlarının, demokrasi sorununun ve laiklik sorununun, kalkınmaya dair, sağlığa dair, bayındırlığa dair sorunların tartışılmasını; bunlara göre seçmenlerin bilgilendirilmesini, bunlara göre siyasi partilerin projeler üretmesini, bunlara göre halktan oy istemesini; halkın da anlatılanlara, aktarılanlara bakarak, ciddiyet arayarak, biraz da geçmişlerine bakarak bu partilerin ve adayların oy verecekleri, verebilecekleri bir ortamın yaratılmasını çok arzu ederdik. Demek ki hâlâ o olgun düzeye ulaşamamışız. 9 Kasım mitingimiz, diye başladım sevgili canlar. [...] Bütün istemlerimizin, çok net söylenmiş, çok net ifade edilmiş olmasına karşın neyi neden istemediğimiz, yerine neyi önerdiğimiz, bütün siyasi partilerimize, özellikle de hükümet partisi AKP tarafından biliniyor olmasına karşın, devamedegelen süreçte istemlerimizin içinin boşaltıldığını, sulandırıldığını, adeta tanınmaz hale getirildiğini, üstelik federasyonumuzun muhatap alınmadan sahte muhataplar yaratılarak onlar üzerinden büyük bir operasyon çekilmeye çalışıldığı gerçeğini gördük biz. Biz, “Madımak Müze Olsun” diye başladık diyelim, ama onlar Madımak’ın çiçekçi, böcekçi, kitapçı dükkânı olmasını algıladılar. 25
SACAYAK
Sayı 1
Biz “Zorunlu Din Dersi olmasın” arzu ettik, “Bakın işte onu da okutuyoruz ya, bunla niye yetinmiyorsunuz!” dediler. Biz, “Alevi köylerine cami yapılmasın” dedik; onlar, “Biz yapmıyoruz ki, Alevi halkı köylüleri, muhtarları, azaları kendileri istiyor zaten!” dediler. Diğer bütün istemlerimizde de benzer tavırlar takındılar. Onlardan beklediğimiz çok farklı şeyler yoktu. Ama ya kayırmamızdaki ana muhalefet partisi? Onun, ne söyledik ve ne algıladı konusuna baktığımız zaman da benzer bir gerçekle karşı karşıyayız. Biz 9 Kasım’da, yıllardır dillendirdiğimiz taleplerimizi bir kez daha yinelerken, Türkiye’de laiklik adına, demokrasi adına, insan hakları adına, eşitlik ve özgürlük adına, inanç özgürlüğü adına, düşünce ve ifade özgürlüğü adına çok temel şeyler söyledik. Bütün ülkemiz için söyledik. Barış istedik. Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi talebini bir kez daha haykırdık. Yurtta sulh, cihanda sulh diye nitelendirdik. Bir kez daha yineledik, tekrarladık. Ama ana muhalefet partisi ne anladı bundan? [...] Biz, “Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın” dedik, laiklik anlayışımız nedeniyle. CHP’nin programlarında, daha önceki programlarında, konuya dair “Bu geleceğin sorunudur ve süreç içerisinde çözülecektir” gibi bir madde olmasına karşın CHP’nin parti programında, hemen bizim mitingimizin arkasından yaptıkları Tüzük Kurultayı’nda konuyu gündemlerine aldılar. Tartıştılar, karar ürettiler parti programlarına ilave etmek üzere. O karar şu oldu: “Diyanet İşleri Başkanlığı kalsın, ama Aleviler de orda temsil edilsin.” Biz ne söyledik, CHP ne anladı? Keza zorunlu din dersleriyle ilgili, yine laiklik anlayışımız nedeniyle, “Bu ders bir zulümdür ve insan haklarına aykırıdır, kaldırılmalıdır tümüyle” demiş olmamıza karşın ve CHP’nin parti programlarında daha önceki yıllarda konuya dair, “Bu ders seçmeli olmalıdır” biçiminde bir önerileri, öngörüleri var iken, yine o kurultaydan çıkardıkları kararla bunu, “Zorunlu Din Dersleri kalsın, ama Alevilik de öğretilsin” biçimine dönüştürdüler. Çarşaf açılımı, türban açılımı, her mahalleye bir Kuran Kursu açılımı, tarikat şeyhleriyle birlikte gözükme konularına hiç girmeyeyim. [...] Bir başka şey; biz Aleviler yıllardır sorunlarımızın siyasi olduğu, siyasetin sorunlarımızı çözeceği, parlamentoda bu sorunlarımızın çözüleceği bilinci ile hareket ettik hep. Bunu aktardık, bunu dillendirdik, bunu düşündük ve bunu söyledik, yazdık, konuştuk. Bu konu da da en çok CHP’ye gittik. Çünkü Aleviler 60’lı yıllardan bu yana yoğun olarak bu partiye oy verirler. Alevilerin yüzde 90-95’i bu partiye oy verirler. CHP’nin aldığı oyların yüzde 70’e yakını bu oylardan oluşur. Ve hep şikâyet ederiz: Biz hep seçeriz, ama bir türlü seçilen olamıyoruz. Bir sürü platformda bunu dillendirdik. Belki bizim beceriksizliğimiz, belki CHP’nin becerisi ile biz, ne yazık ki, hep seçer olduk, seçilen olmayı bir türlü beceremedik!
26
Biz, “Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın” dedik. CHP Tüzük Kurultayı “Diyanet İşleri Başkanlığı kalsın, ama Aleviler de orda temsil edilsin.” dedi. Biz ne söyledik, CHP ne anladı?
Mart 2009
Zorunlu din dersleriyle ilgili olarak “Bu ders bir zulümdür ve insan haklarına aykırıdır, tümüyle kaldırılmalıdır” dedik. CHP Tüzük Kurultayı “Zorunlu Din Dersleri kalsın, ama Alevilik de öğretilsin” dedi.
Bu yerel seçimde CHP’yle Federasyon olarak görüştük. Bölgelerden, illerden gelen arkadaşlarımızın kefil oldukları, bizim bildiğimiz, tanıdığımız demokrasiye inanmış, insan haklarına inanmış, özgürlüğe inanmış, arkasında durabileceğimiz birçok ismi CHP’ye aktardık.
SACAYAK
Bu yerel seçim döneminde de CHP’yle Federasyon olarak gittik, görüştük. Bölgelerden, illerden gelen arkadaşlarımızın kefil oldukları, bizim bildiğimiz, tanıdığımız demokrasiye inanmış, insan haklarına inanmış, özgürlüğe inanmış, CHP’nin Tüzük’üne ve Program’ına, hadi diyelim ki inanmış, arkasında durabileceğimiz, kefil olabileceğimiz birçok ismi CHP’ye aktardık ve “Lütfen bunları değerlendiriniz, değerlendirme hakkı sizindir.” dedik. Ve sonuçları beklemeye başladık. Ve gördük ki bütün Türkiye çapında hele de bütün adaylar resmiyet kazandıktan sonra, İl Genel Meclis ve Belediye Encümen adayları da belli olduktan sonra bir kez daha anladık ki biz hayal kuruyoruz. Aleviler arasında bu sonuç tam bir hayal kırıklığı yarattı. Soru şu: Biz hep hayal kırıklığı mı yaşayacağız? Biz hep birilerinin kapısının önünde önümüzü ilikleyip bizi ne zaman içeriye alacaklarını mı bekleyeceğiz? Hani biz Pir Sultan’ın çocuklarıydık? Hani biz siyasete inanıyorduk? Siyasetin sorunlarımızı çözeceğine inanıyorduk ki hala o inançtayız. Bir kez daha gördük ki maalesef bize “sadece ve sadece seçmen sıfatıyla yetinin” diyorlar. Ama herhalde Aleviler gerçeği bir kez daha görmüş olmalılar yerel seçimler nedeniyle. Bu arada, Ankara’da Sayın Karayalçın’ı, İstanbul’da Sayın Kılıçdaroğlu’nu, İzmir’de Sayın Kocaoğlu’nu destekleyeceğimize söz verdik, ant içtik ve 9 Kasım mitinginde bütün dünyaya ilan ettik. ‘AKP’yi Ankara Çayı’na süpüreceğiz!’ dedik. “O çayda lahanayla ıspanak bile yetişmez!” dedik. O sözümüzün eriyiz ve arkasındayız. Ama her halde 30 Mart tarihinden itibaren başta federasyonumuz olmak üzere, federasyonumuza üye olan olmayan başka Alevi örgütler, yurt dışındaki örgütlerimiz, federasyonlarımız ve konfederasyonlarımız başta olmak üzere her halde Aleviler “Biz ne yaptık, biz ne istedik, bize ne verdiler, neyle yetinmemiz isteniyor?” sorularını soracaklar. Biz nasıl kendi başımıza kendi rotamızı çizebiliriz? Dostlarımızı nasıl arayabiliriz? Müttefiklerimizi nasıl bulabiliriz? Türkiye’yi gerçekten laik, demokrat, özgür kimsenin kökeninden, dininden, dilinden, cinsiyetinden, sınıfsal konumundan dolayı farklı muameleye tabi tutulmadığı bir ülkeyi, bir Türkiye’yi nasıl yaratabiliriz sorusunu soracaklar, sormalılar; tartışacaklar, tartışmalılar ve buradan çıkaracakları sonuçları bütün kamuoyuyla paylaşarak, ortaklaşarak, musahipçe, yoldaşça, yol arkadaşlığıyla paylaşarak oradakilere ulaşmanın yolunun ne olduğunu arayıp bulmalılardır. Bunu Aleviler başlatmalıdır. Aleviler belirleyici olmalıdır. Buna yetecek akılları, fikirleri, deneyimleri var, ruhları da var. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den, Yunus’tan ve Pir Sultan Abdal’dan aldıkları güç de var, Mahzuni’nin sazı ve sözü de var, Deniz Gezmiş’in zafer işareti de var burada. Bu duygularla bir kez daha, gerçekten hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, bizi mutlu ettiniz. [...] İyi akşamlar diliyorum... 27
SACAYAK
Sayı 1
ABF Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu ile Söyleşi
Alevi Örgütlülüğü Aktif Rol Alabilmeli İnternet sayfalarında 29 Mart yerel seçimlerinden sonra ABF’nin bir parti kuracağı tartışmaları var. Bu tartışma nereden çıktı? Türkiye’de son dönemlerde bu tür tartışmaların, yani siyasi tartışmalar ve siyasi oluşumların bütün kaynağı Avrupa’daki kurumun yöneticilerinden kaynaklanıyor. 2006 yılında ABF’nin içerisinde ciddi bir yarılma olmuştu. Bu yarılmanın sebebi Avrupa Konfederasyonu’nun “Türkiye’de siyasete müdahale edeceğiz” söylemiydi. Bu söyleme karşı çıkan ekip ile bu söylemin kuyruğuna takılan ekip arasında bir çekişme meydana gelmiş ve bir yarılma olmuştu. Bugün benzer bir durumla karşı karşıyayız. Yarılma anlamında söylemiyorum, ama bu “parti kuracağız” 2006’da başlayan bir söylemdir. Düşünülen, 7-8 kişinin CHP’den milletvekili adayı olması ve seçilmesi üzerine kurulmuş bir hesaptı. Bu, Avrupa, Turgut’lar tarafından dile getirilen söylemdi. Neticede onlar bizi üç oyla tasfiye etti ve kendi siyasetlerini yürüttü. Belirledikleri isimler CHP’den aday adayı oldu. Fakat CHP onları sıralamaya bile koymadı, aday göstermedi. Seçimler biter bitmez, daha doğrusu onların adayları CHP listesine alınmayınca söylem değişti: “Bu böyle olmuyor, Aleviler parti kurmalı!” Bu o zaman çıkan bir sözdür, bugün oluşan bir şey değildir. Turgut Bey ve arkadaşları tarafından dillendirilen, o günden itibaren başlayan bir sözdür. ABF’nin 9 Kasım Mitingi ile gücünü ve rüştünü ispat etmesiyle birlikte, “Bunu ABF üzerinden nasıl yürütebiliriz?” hesaplarını yapıyor arkadaşlar. ABF gündeminde Alevi Partisi kurmak gibi bir şey yok, öyle mi? Bu, ABF’nin gündemine hiçbir zaman gelmedi. Hiçbir toplantısında gündem maddesi bile olmadı. ABF’nin bileşenleri tarafından hiçbir zaman tartışılmadı. ABF yönetim kurulunda da hiç konuşulmadı. ABF’nin bu yönde alınmış bir kararı yoktur. Ali Balkız yerel seçimden sonra siyasi açılımlardan bahsetti. Benzer şeyleri bir televizyon söyleşinde sen de ifade ettin. 29 Mart’tan sonrası için düşünülen nedir? Biz şuna inanıyoruz: Alevi toplumunun haklarının elde edilmesi, taleplerinin dile getirilmesi, bunların vücut bulması demokratik mücadeleyle olur. Bu demokratik mücadele de solla birlikte yapılabilir. Sol yelpaze içerisindeki sosyal demokrat, gerçek anlamda 28
2006 yılında ABF’nin içerisinde ciddi bir yarılma olmuştu. Bu yarılmanın sebebi Avrupa Konfederas yonu’nun “Türkiye’de siyasete müdahale edeceğiz” söylemiydi.
Mart 2009
Gelişmiş demokrasilerde ABF gibi kurumlar lobicilik yaparlar. Alevi hareketi, bir siyasi parti süreci oluşturacak bir hareket değildir.
SACAYAK
solu gündemine almış bir parti ile olabilir. Bunun parlamentoya yansımasıyla birlikte olabilir. Dediğimiz şudur: 29 Mart seçimlerinden sonra mevcut siyasi par tileri ve bazı hareketleri yakın takip edip bu konuda aktif rol oynayacağız. Çatı Partisi tartışmaları var, 10 Aralık Hareketi’nin partileşme tartışmaları var. Bununla birlikte CHP, DSP, ÖDP gibi tüm partilerde bir hareketlilik ve mevcut durumla gitmeyeceği konusunda ortak bir görüş var aslında. Her partinin kendi içinde de benzer bu konuda sıkıntılar var. Solun birlikteliği açısından bir şeyler oluşturulması gerektiğinin bir sıkıntısı var. ABF olarak biz, 29 Mart seçimlerinden sonra bu tür hareketlenmeler içerisinde aktif rol oynayalım tarzında bir tartışma yürütüyoruz. Bu solun birlikteliğiyle oluşturulacak yeni bir parti mi olur? Mevcut partilerde bütünleşme mi olur? Çatı Partisi denilen sistemde birleşme mi olur? Bu ucu açık bir tartışma. Aktörü sadece biz değiliz. Bizimle birlikte solda yer alan sosyalist, sosyal demokrat partilerin aktörleriyle birlikte oluşturulacak bir zemin ve sonuçtur bu. O nedenle biz parti kurmak, solu birleştirmek, yeni bir oluşum içerisinde yer almaktan öte, bu konuda kesin ihtiyaç olduğunu dile getiren partilerle, gruplarla, sendikalarla, sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelinmesi konusunda aktif rol oynayarak bu süreci hızlandırmak istiyoruz. Bizim şu an gündemimizde tartıştığımız konu budur. Bu aktifliğin boyutu tartışılabilir. İşin başında da olabilirsin, bir araya getirilmesi konusunda ev sahipliği yapabilirsin, aracılık yapabilirsin. Bunlar şu anda bizim tartıştığımız konulardır. Yani nasıl olması gerektiği… Ama bu bir parti kurmaya yönelik bir şey değil. Birlik Partisi, Barış Partisi deneyimlerine benzer bir siyasi oluşum düşünülmüyor anladığım kadarıyla. Evet. ABF’nin şu ana kadar ne Genel Başkanı’nın ne de yöneticilerinin bu yönde bir sözü ve söylemi olmamıştır. Söyledikleri söz de bunu ifade etmemektedir. ABF’nin yönetim kurulunda bu konu kesinlikle tartışılmamıştır, böyle bir karar alınmamıştır, böyle bir niyet de yoktur ayrıca. Bir parti, Barış Partisi ya da Birlik Partisi kurma gibi de bir niyet yoktur. Konuyla ilgili söylemek istediğiniz başka bir şey var mı? Alevi partisi sürecini değerlendirmek gerekir. Birlik Partisi, yüzde on barajının olmadığı bir zamanda yaşanmış bir süreçtir. O zamanki siyasi partiler yasası içerisinde kendince başarılı olmuştur. Önemli olan parlamentoya milletvekili gönderebilmek, sözünü kürsüden söyleyebilmektir. Birlik Partisi bunu yapabilmiştir. Ama bugün böyle bir şans yoktur. Yüzde on barajının olduğu bir ortamda, ben bir parti kurup iki tane milletvekili çıkarayım, göndereyim, hiç olmazsa onlar benim taleplerimi kürsüden dile getirsinler, böyle bir şey yok. Alevi hareketinin ve siyasi partilerin ayakla29
SACAYAK
Sayı 1
rını yere basması gerekiyor. Artık Alevi toplumunun ayakları yere basmayan projelerin peşinde koşmaya niyeti yok. Doğru da değil. Alevilerin kazanımları, diğer sol partiler içerisinde yer alarak, o mücadeleyi birlikte yaparak olmalıdır ve olacaktır. Bir Alevi partisinin oluşturulması bizim açımızdan doğru bir şey de değil. Sen o zaman AKP’ye niye dini parti diyorsun? Saadet Partisi’ne niye laf söylüyorsun? Öbürü de çıkar Nakşibendî partisi kurar, bir başkası da Hizbullah partisi kurar falan. Böyle inanç ve kimlik temelindeki partilere pirim vermemek gerektiğini düşünüyorum. O anlamda da Alevilerin böyle bir girişimin içerisinde olmaması gerektiğine inanıyorum. Fakat Avrupa’daki arkadaşlarımız, maalesef, sadece “kendi ekranları” dediğimiz televizyon ekranından gördükleriyle Türkiye’yi algılayıp, anlamaya çalışıyorlar. Ya da onun üzerinde politikalar geliştirmeye çalışıyorlar. Kendilerine gelen on tane telefonu Türkiye’nin düşüncesi gibi algılıyorlar. Ama Türkiye öyle düşünmüyor, Aleviler de öyle düşünmüyor. ABF’nin bundan sonra gündeminde neler olacak ya da neler olmalı? ABF neleri tartışmalı? Demokratik mücadeleyi nasıl verecek? Gelişmiş demokrasilerde ABF gibi kurumlar lobicilik yaparlar. Gelişmiş demokrasilerdeki karşılığı budur. Alevi hareketi, bir siyasi parti süreci oluşturacak bir hareket değildir. Bir öğretinin, bir inancın, kültürün, adına ne diyorsak diyelim, bunun Türkiye’deki kazanımları, anayasal hak ve talepleri konusunda mücadele veren bir harekettir. O açıdan Aleviler, bu ülkenin demokratikleşmesi ve gerçek anlamda laik bir devlete kavuşması konusunda demokratik güçlerle işbirliği yapmalı ve onlara bu konularda destek sunarak çalışmalıdır. Diğer taraftan da partiler üstü bir konumda olmalı. Şöyle bir gerçek var: Şu anda AKP iktidarda! Bugün Alevi açılımı lafları ediyor. Diyelim ki bu hakikaten meclisin gündemine gelse; ABF olarak biz bunun taraflarından ve muhataplarından biriyiz. Bu taraf ve muhatap olmamız durumunda kiminle görüşeceğiz? AKP ile hükümetle oturup görüşeceğiz. Dolayısıyla bizim bir parti mensubu değil, partiler üstü bir kurum olmamız gerekiyor. Kendi davasının mücadelesini veren bir yapı olmamız gerekiyor. Yeri gelir AKP’yle, CHP’yle, bir sosyalist partiyle masaya otururuz. Sorunumuzun çözümü nerede olacaksa o masaya otururuz. Biz parti kurmuş olsak bunu yapabilir miyiz? AKP diyecek ki “O zaman git, kendi partinde ne yapıyorsan yap kardeşim, bana ne!” O anlamda gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi bir lobi hareketi, bir toplumsal baskı unsuru oluşturacak şekilde çalışma yapmalı. 9 Kasım bunların en büyük örneğiydi.
30
Dediğimiz şudur: 29 Mart seçimlerinden sonra mevcut siyasi par tileri ve bazı hareketleri yakın takip edip bu konuda aktif rol oynayacağız.
SACAYAK
Mart 2009
Aynaya Baktım ki Biz Neymişiz! Nedim Kanoğlu
Y
akınmalar ve suçlamaların bize katkı sağlamadığını, yıprattığını görmüş olmalıyız. Şapkamızı önümüze koymadan, başımızı eğmeden kendimizle yüzleşelim. Uğruna canlar verilen değerlerimiz nasıl oluyor da paramparça oluyor? Sermayenin hangi sihirli değneği bu değerlerimize yüz çevirtiyor! Bunlar düşmanın gücü. Düşmanın gücünü abartmak yerine, kendi örgütlü mücadele biçimimizi ve bireysel-toplumsal donanımımızı güçlü tutalım. Kendimizle yüzleşelim. Kendimize ayna tutabilmeliyiz. Bu nasıl olacak sorusunu bir kez daha kendimize soralım. Birçok cephelerde mücadele verildiği mutlak, ancak sanat cephesinden yeterince yaklaşılmadığı düşüncesindeyim. Ayna tutmak deyince aklıma ilk gelen tiyatro sanatıdır. Benim de bu konuda söyleyecek sözüm var. Hele söz konusu toplumsal değişim için önemli görevler üstlenmiş, sınıfsal sorumluluk gerektiren, emeği ve insan onurunu en yüce değer sayan, insanla kucaklaşarak nefes nefese iletişim kurup estetiksel anlatma biçimi olan devrimci amatör tiyatro sanatı olunca.
Amatörlük deyince, az bilmek, iyi becerememek, boş zamanı doldurmak gibi önyargılar vardır. Bu, bazı alanlar için doğru olabilir. Ama sanatta amatörlük, özellikle de tiyatro sanatında amatörlük hiç de böyle değildir. Amatör, yani para kazanma amacı olmayan, bu işi meslek edinmeyen kişilerce yapılan tiyatro, tiyatronun kökleri kadar uzun bir geçmişe sahiptir. İşçi tiyatroları olarak gelişme gösterip, uyarma ve propaganda tiyatroları olarak kendi kültürünü yaratmıştır. Bu anlamda sokak tiyatrosu, eylem tiyatrosu, işçi-köylü tiyatrosu siyasal amatör tiyatro örnekleridir. Bu tür amatör tiyatroların etkinlikleri gerek siyasal, gerek sanatsal ve kültürel yönelimleri, profesyonel tiyatrolara karşı etkin bir alternatif oluşturmaktadır. Ekonomik, kişisel çıkar veya hiyerarşik anlamda bağımlılık ve kariyer kaygısı gütmeden, toplumsal sorumluluk, duyarlılık ile siyasal bilinci harmanlayarak özveriyle tiyatral alandan özgürlük mücadelesine katkı sunmak tiyatro sanatındaki amatörlüğün tam tanımıdır. 6 Mart 2009
SACAYAK Derginize Abone Olun
Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40 Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın: Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd Şti. Posta Çeki Hesabına (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı olarak yazın ve ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35
31
SACAYAK Âşık Daylemî (Haşim Kutlu)
Sayı 1, Mart 2009
UBAT ayının 14’ünden itibaren Hızır günlerine girmiş bulunmaktayız. Kadîm Kızılbaş yolağında Hızır, bir yılın bitimi yeni bir doğum yılının başlaması anlamına gelir. Hızır kutsallığının temelini, kadîm kökleri bağlamında, beslenme-barınma ve doğum oluşturur. Dört hafta sürecek olan Hızır günleri ayın 14’ünde üç günlük oruç ile başlamış oldu. Bu haftadan itibaren dört hafta boyunca perşembeleri de tutulacak bir oruç ile Newroz’a ulaşılır. Şimdilerde bilinmeyen,
ama uygulandığı zamanlarda, Newroz’dan bir önceki Çarşamba günü Yol insanı için en kutsal kabul edilen ve sadece Müsahipli, ama ehl-i kamil olanların katıldıkları bir cem ayini yapılırdı. Buna zahiren “Newroz Cem Ayini”, batınen ise “Üryan Cem Ayini” denirdi. Vesselam şimdilerde cümlesi sırra kadem bastı!.. Niyetlenen cümle canların niyetlerinin kabul ve makbul olmasını diliyorum. Bozatlı Hızır ile gelen yılın mazlumlar için özgürlüğün, kardeşliğin ve eşitliğin doğum yılı olmasını aşk ile niyaz ediyorum.
Geldim – I
Geldim – II
Ettiler beni pare pare Buldular her pareme çare Yönüm döndüm ol Hünkâr’a Dar görüp didara geldim
Kurulmuş yüceye sarayın köşkün (Hü!) Tartıya konmuyor terazim düşkün (Hü!) Kusursuz Meydanı gezinme şaşkın (Hü!) Tartımın ölçüsün almaya geldim (Hü!)
Alırlar meydana bülbülü Söyledirler bin bir dili Öğretirler zorlu yolu Döndüm didara yola geldim
*** Serim cahil idi beyhude koştum (Hü!) Doğru işleğini yanlışa koştum (Hü!) Attılar kazana kaynadım piştim (Hü!) Sultanıma lokma olmaya geldim (Hü!)
Ş
Bir söyledim bin dinledim Ört eteğin ben görmedim Sır içinde sır söyledim Erenler sırrına haldaşa geldim Bilmeyene bilmez dedin Bilen de söylemez dedin Kırkına bir lokma verdin Yol yokuştur zora geldim Kovulsam da kapındayım Didar gördüm Dar’ındayım Sorgu sual harındayım Yanıp tutuşmaya geldim Hasret çeker hasretliğim Vuslatına kahrettiğim Yol yorgunu zahmetliğim Ol canana kurbana geldim Aldılar beni meydana Dört kapılı bir hana Yazdılar defter-i divana Katıl dedin katara geldim Salın da gel ey sultanım Şenolsun bağım bostanım Ten tercüman can kurbanım Daylemi’den sormaya geldim
*** Açıldı meydan (Hü!) Görüldü rahman (Hü!) Tenim terceman (Hü!) Huzura geldim (Hü!) Elverdi Hünkâr’ım (Hü!) Hazıra geldim (Hü!) Bütün yolların (Hü! Sultana çıkar (Hü!) Destur deyip (Hü!) Hızır’a Geldim (Hü!) Ya Hızır! dedim (Hü!) Meydana geldim (Hü!) Meydan kabul etti (Hü!) Hazıra geldim (Hü!) *** Ben sana hayranım sense sultanım (Hü!) Daylemi kapında kurbana geldim (Hü!) Yüzüm yerde tenim terceman (Hü!) Göster didarını seyrana geldim (Hü!) Ya Hızır! dedim elaman Meydana geldim (Hü!) Gerçekler demine aşk ile!...