Sercesme-05

Page 1

SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

TARÝHÝMÝZÝ UNUTMAYALIM

BU SAYIDA VELÝYETTÝN ULUSOY Alevi-Bektaþi Yolunda Sürek Farklýlýðý

FÝKRET OTYAM Aleviler ve Dahi Aczmendiler ESAT KORKMAZ Aleviliðin Felsefe Boyutu - II ÝSMAÝL KAYGUSUZ Þemseddin Tebrizi - II ALÝ BALKIZ Toplumsal Barýþ Nasýl Saðlanýr CENGÝZ YILDIRIM ‘Raymond” ve “Kýzýlbaþlýk” ÝSMAÝL ÖZMEN Tasavvuf - II AHMET TAÞÐIN Ayetten Nefese AHMET KOÇAK Yaser Arafat’ý Yitirdik ÖLÜMÜNÜN 3. YILDONÜMÜ ESEN USLU Yitirdiðimizin Kýymetini Bilmek RIZA YÜRÜKOÐLU Alevi Toplumunun Derleniþ Yollarý LÜTFÝ KALELÝ Aleviler Diyanette Yer Almalý mý? BURHAN KOCADAÐ Lolanlarýn Tarihçesi - I MUHARREM TEMÝZ ile Söyleþtik MEHMET TURAN Yola Birlikte Gidilir AYHAN AYDIN Anadolu Erenlerinin Dergâhlarýnda ESAT KORKMAZ Niçin Eðitim, Nasýl Eðitim ESAT KORKMAZ Bedreddin’in Toplumsal Kimliði

AYLIK DERGÝ Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baský: Mart Matbaacýlýk, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe, Kaðýthane, Ýstanbul - 0212.321 2300 Yayýn Türü: Yerel - Süreli

FÝYATI: TL 3M / € 3 / £ 3 ARALIK 2004 SAYI: ISSN 1304-986

9 771304 986000

5

Aleviler-Bektaþiler tarihlerine bireysel, ötesinde toplumsal “katýlým” saðlamak istiyorlarsa “geçmiþi þimdinin bilincinde” yoðurmalarý gerekir. Ancak o zaman Alevi-Bektaþi bilinci, henüz “gerçek olmayan gerçeðe” uzanabilir, yani tarihi “aþabilir”.

Kahramanmaraþ Can Kýyýmý Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni Baðlarbaþý Camii imamý Mustafa Yýldýz cemaate þöyle sesleniyordu: “Oruç tutmak namaz kýlmakla hacý olunmaz, bir Alevi öldüren beþ sefer hacca gitmiþ gibi sevap kazanýr.” 1978’in son ayýna girilirken “ortalýk”, þeriat özlemi çeken köktendincilerin, “Türk-Ýslam Sentezi”ne “yatýrým” yapan ve devleti ele geçirmek isteyen faþistlerin, bunlarý yönlendiren ve güden CÝA ajanlarýnýn, MÝT ve Kontrgerilla görevlilerinin kitle katliamlarýna “gebe” idi. Bu noktaya “dün”den gelmiþtik; uzak geleceðe umutla bakmakla birlikte yakýn “gelecek” için ayný þeyi söylemekte zorlandýðýmýz da bir gerçekti. Menemen’de Kubilay’ýn kör bir testereyle þehit edilmesi; emperyalizme karþý ulusal kurtuluþu gerçekleþtiren Kemalistlere, Kemalistlerin yaþama geçirmeye çalýþtýðý “demokratik devrime” karþý, hukuk yaný geçersiz kýlýnarak vicdanlara itilen/sýkýþtýrýlan, iktidardan alaþaðý edilen köktendinciliðin, yani þeriatýn, umutsuz bir “kalkýþmasý”ydý. Egemenliðin Tanrý’dan alýnarak halka verildiði süreci tersine çevirmek isteyen köktendinci bir “cüret”ti. Cumhuriyeti kuranlar Menemen’de; “ahlak ve öte dünya öðretisi” olarak “hapsedildiði” vicdanlara “dar gelerek” sokaklara taþan þeriatçý þiddete, kurulan ve yaþatýlmak istenen demokrasinin gereði, devrimci þiddet uyguladý; onu, yeniden olmasý gereken yere, “vicdanlara” itti. Çünkü yaþama geçirilmeye çalýþýlan demokratik devrim, feodal bir rejim yýkýlarak, ona son verilerek, emperyalizmin egemenliði kýrýlarak gerçekleþtirilmiþti. Sokaða taþan þeriat yoluyla Ortaçað’ýn yeniden hortlatýlmasýna; gericiliðe ve gerici þiddete izin vermek, ona özgürlük tanýmak devrimin boðulmasý demekti. Demokrasi, Ortaçað gericiliðinin tasfiyesi temelinde ve egemenliðin halkta olduðu; bireyin ulaþamadýðý/bilemediði/bilemeyeceði ilahi bir gücün tartýþýlamaz/esnetilemez buyruklarý yerine kendi özgür iradesinin seçeneklerine göre davrandýðý bir zeminde kurulur/boy atar/yapýlanýrdý; toplumsal-ekonomik, siyasal ve kültürel bir devrim olarak kendini örgütlerdi. Bu yolla, feodal siyasal egemenlik sistemini kýrar; feodal iktidarýn temelini oluþturan iliþkileri çözer/daðýtýr/temizler; emekçiyi/üreteni, topraða ve dinsel kurumlara baðýmlýlýktan kurtarýr; ruhbanlýðýn zincirlerini parçalar; feodal baðýmlýlýklarý, Ortaçað deðerlerini yeniden üreterek Ortodoks dinin deðerlerini toplumun düþüncesine katan, giderek ilahi bir toplumsal bilinç oluþturma yoluna giren þeriatçý ideolojiyi kökünden kazýrdý. Ýþte özgürlük denilen þey, böylesi bir mücadelenin, kan akýtýlarak, bedel ödenerek verilen bir kavganýn yol açtýðý toplumsal düzeydeki devrimci deðiþmenin/dönüþmenin ürünü olabilirdi. Eðer Ortaçað gericiliði tasfiye edilemezse, günümüze uzanan Ortaçað deðerleri kýrýlamazsa özgürlük de, özgür birey de olamaz. Kul zemininde ve kaderin, tevekkülün belirleyiciliðinde adým adým bireyin/topluluðun/toplumun tavrýna, ilahi bir ideolojinin “dikte ettirdiði” bir süreç egemen olmaya baþlar. Özgürlüðün boy vereceði, özgür bireyin doðacaðý/yetiþeceði/devineceði alanlar daralýr ya da ortadan kalkar. Sonuçta öyle oldu: Ortadan kalktý. Anadolu topraðýnda bu hesaplaþma süreci bir türlü yaratýlamadý. Oradan buraya uzanan tarihe baktýðýmýzda, devrimin/demokrasinin “boðazlanmasýný” izliyoruz; kýyýmlarý, katliamlarý yaþýyoruz. Kahramanmaraþ can kýyýmý bunun en çarpýcý örneklerinden biri durumundadýr. Koþullar CIA Ajaný Peck’in kitle katliamlarý yaratma planýnýn “kanalýna oturduðunu” gösteriyordu: 19 Aralýk 1978 günü, Kahramanmaraþ’ta, bir ülkücü, saat 21 sularýnda Çiçek sinemasýný bombaladý; bombalama olayý, katliama giden olaylar zincirinin ilk adýmý oldu. Sinemada o anda “Güneþ Ne Zaman Doðacak” adlý “Sovyetler Birliði’nde komünist zulmü” (Devamý Sayfa 2’de.)


(Baþtarafý 1. sayfada)

Kahramanmaraþ Can Kýyýmý anlatan bir film oynuyordu; bombanýn atýlmasýyla birlikte, Türkoðlu ilçesinden gelen bir grup faþist, “Kanýmýz Aksa da Zafer Ýslam’ýn”, “Ya tam susturacaðýz, ya kan kusturacaðýz”; “Müslüman Türkiye”, vb., sloganlar atarak seyirci kitlesini galeyana getirdi; harekete geçen kitle CHP il binasýna saldýrdý. Ýzleyen gün, Kahramanmaraþ’ta, Alevilere ait bir kýraathane bombalandý. 21 Aralýk’ta, Kahramanmaraþ’ta, iki TÖB-DER’li öðretmen öldürüldü. Ertesi gün, öldürülen öðretmenlerin cenazesini taþýyan kalabalýða faþistlerin yönlendirdiði bir topluluk, “Komünistlerin, Alevilerin cenaze namazý kýlýnmaz” diyerek saldýrýya geçti. Gerilimin çatýþmaya dönüþmesi üzerine törene katýlanlar daðýlýnca cenazeler ortada kaldý. Güvenlik güçlerinin herhangi bir müdahalesiyle karþýlaþmayan saldýrgan kitle, kent çarþýsýna yöneldi: Alevilere ve CHP’lilere ait birçok iþyeri tahrip edildi; 3 kiþi öldürüldü. Ayný günün gecesi, faþist ajitatörler kent sokaklarýnda dolaþarak “Solcu Alevilerin silahlý saldýrý yapacaðýný” yayarak herkesin silahlanmasýný saðladýlar. Aralýðýn 23’ünde, Kahramanmaraþ’taki olaylar karþýlýklý çatýþma boyutunu aþarak solculara ve Alevilere yönelik tek yönlü bir katliama dönüþtü: Henüz kente askeri güç sevk edilmemiþti. Saldýrýlarýn yer yer polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine “polis-halk çatýþmasýný önleme” gerekçesiyle sabah saatlerinde kentteki tüm polisler görev dýþý býrakýldý. Ýzleyen gün, Kahramanmaraþ’ta sokaða çýkma yasaðý ilan edildi: Sokaða çýkma yasaðý vardý ama buna görev dýþý býrakýlan “güvenlik güçleri dýþýnda uyan” da pek yoktu. Faþistlerin çevre köy ve ilçelerden taþýdýðý silahlý gruplarýn da takviyesiyle iyice azgýnlaþan saldýrganlar, “Komünistleri býrakmayalým, Allah yoluna kesin, Sütçü Ýmam aþkýna vurun”, “Bugün cihad günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri öldürelim, memleketten temizleyelim, “Alevileri öldürün, þahit kalmasýn” naralarýyla Alevilerin yaþadýðý Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Maðaralý, Karamaraþ mahallelerine saldýrýya geçti; sokak sokak tarandý, bombalandý; önceden iþaretlenen Alevi evleri özel olarak kundaklandý; “Alevilerin dinsiz ve sünnetsiz olduðu” yayýldýðýndan erkeklerin pantolonlarý indirilerek sünnetli olup olmadýðý kontrol edildi; ölülerin ve yaralýlarýn taþýnmasý engellendi; tedavi edilmesin diye hastaneler kuþatýldý; insanlar kadýn-erkek, hamile, çocuk-yaþlý, hasta, yaralý ayrýmý yapýlmadan katledildi. Kayseri’den getirilen Hava Ýndirme Birlikleri, Gaziantep’ten getirilen jandarma, gökte uçan uçaklar bile olaylarý önleyemedi; sözde kent havadan kontrol ediliyordu; yerde ise eli kanlý faþistler ve provokatörler Alevi caný, devrimci caný “alýyorlardý.” Aralýðýn 25’inde akþama doðru Kahramanmaraþ olaylarý yatýþtý: Resmi rakamlara göre 111 kiþi öldü; yüzlerce kiþi yaralandý; 210 ev ve 70 iþyeri yakýlýp yýkýldý. Katliamýn ardýndan Alevilerin büyük bir çoðunluðu kenti terk etti. Ertesi gün, Kahramanmaraþ olaylarý nedeniyle 13 ilde sýkýyönetim ilan edildi. Ð

2

DÝYANET ÝÞLERÝ SAYIN BAÞKANI, BUNLAR ARASINDA TEK BENZERLÝK ÝKÝSÝNÝN DE (A) HARFÝ ÝLE BAÞLAMASIDIR EFENDÝM, ARZ EDERÝM!

“Aleviler ve Dahi Aczmendiler!” Fikret Otyam DIYANET Ýþleri Baþkaný Sayýn Prof. Dr. Bardakoðlu, Alevilerin azýnlýk deðil Ýslam’ýn alt inanç grubu olduðunu söyledi ve ekledi: “Alt gruplarýn taleplerine göre hizmet oluþturduðumuz taktirde sorun çýkar. Ýki gün sonra Aczmendiler talep getirdikleri taktirde o vakit ne olur? Bir baþka kültürel tarikatýmsý örgütler talepte bulunabilirler!” Yýllar önce Ýran toraklarýnda Çetin Altan ile yürürken bir kadýn elini uzatmýþ, gözleri gözlerimizde sesleniyordu: “Öksüzem..Fakirem..Naçizem!.” Hiç çýkmaz kulaðýmdan bu sözcükler ve avucunu uzatmýþ kadýnýn bu sesleniþi. El uzatsýn/uzatmasýn, öksüzlere/fakirlere ve hele hele naçizlere yardým etmek bir insanlýk borcudur; sizler þu yazýmý okurken 79 yaþýma basmýþ olacaðým, bildim bileli bu insanlýk borcumu yerine getirmeye çalýþtým elimden geldiðince. Ol nedenle Diyanet Ýþleri Baþkaný sayýn Prof. Dr. Bardakoðlu olaylar karþýsýnda “naçiz” ki, “Ýki gün sonra Aczmendiler talep getirdikleri vakit ne olur?”, diye sýzlanýyor! Bakýn bay Baþkan, insanlýk ölmedi, “naçiz”lere yardým insanlýk borcudur dedik, yardým etmek istiyorum efendim, Aczmendiler talep getirdikleri taktirde “Aidiyeti mucibince Fadime’ye” havale edersiniz olur biter!. Böylelikle, tek benzerliði adlarýnýn (A) harfiyle baþlamasýndan gayrý hiç, ama hiç ortak bir yaný olmayan ve olmayacaklarý ayný torbaya koymak gaflet, delâlet hatta sürç-ü lisandan kurtulmuþ olursunuz. Þu dünya’ya geldim gidiyorum, hep merak etmiþimdir okumaya baþladýðýmdan bu yana; diyelim ki Þeyh-ül Ýslam Ebussuut efendi hazretlerinden bu yana, bu makama gelenler yani “Diyanet Ýþleri Reisleri” son deyimle baþkanlarý, neden neden hep “üst inanç”lýlar ve milyonlarca baþka inançlarý hep “alt inanç” grubu olarak görmüþler ve iþlerini hep alt/üst etmiþlerdir, etmedeler? Aleviler, bu zat-ý muhteremlere göre Ýslam’ýn “alt inanç grubu” dur ve böyle olduðundan naþi, Bardakoðlu da ayný cübbenin okumuþ bir fendi olarak çok haklý talepleri olan bu ülkede yaþayan milyonlarca Alevinin haklý isteklerine deðinerek “Her gruba hizmet götüremeyiz. Ýlerde Aczmendiler isterse ne olur?” diyebiliyor! Kimse alýnýp darýlmasýn ve asla ve kat’a gönül komasýn, þu ahir ömürde deðil bir Baþkan Profesörü, zýr deliyi bile kýrmak istemiyorum; istemiyorum ama, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na kadar yükselmiþ, üstelik minaresi kýrýk Etyemez Camii’nin ilkokul mezunu imamýna bile yakýþmayacak þu benzetmeyi/örneði Profesör bir adama yakýþtýramýyorum.

Unutulmaz Elli/Parmaklý Ey Eski Ustalar! ÝSLAM’DA resim yasak olduðundan, çizme haklarý olan inanmýþlar, bu bu yasaðý minyatürlerle ve hat ve taþ kabartmalarla delmiþler, dünya güzellikleri yaratmýþlardýr asýrlardan beri ne güzel, ve sürmektedir hünerli el ve parmaklarla ve yüreklerle!.. Yýllardan bu yana incelerim bu usta iþlerini, hele birisindeki o müthiþ, seyri doyumsuz çizgileri, biçimleri unutmam; hep gözümün önündedir Arapça bu hat, ne mi bu güzel çizimdeki sözcük? Okudu yaþlý dostum: “Edep yahu!” Eminim sizlerde görmüþsünüzdür bu levhayý ya da benzerini… Þu yaþadýðým zamanda bu levhayý çok kiþi hak ediyor neyleyim.

“Alevilik Tartýþmasý” ÝZMIR’DE bir yurttaþýmýz kimliðine “Ýslam” yerine “Alevilik” yazýlmasý isteminde bulunmuþ; acýdýr, reddedilmiþ bu isteði! Alevi Bektaþi Kuruluþlarý Birliði Federasyonu Genel Baþkaný Sayýn Ali Doðan, konuya deðinerek Aleviliðin Ýslam’ýn bir mezhebi deðil, dinlerden etkilenen bir yaþam biçimi olduðunu söyledi, “Tek ortak noktamýz ‘Allah/Muhammed/Ali’ üçlemesidir”, dedi. Alevilik “Ýnsaný, merkezine koyan Anadolu’ya özgü, eþi ve benzeri olmayan bir felsefe/bir Ýnanç/bir yaþam biçimi/bir kültür/bir öðreti ve hatta bunlarýn tümünü de aþan bir toplumsal olgu” sözleriyle tanýmlayan Ali Doðan bu özellikleriyle Ýslam’dan farklý bir yerde durduðunu belirtti.

Can Dostum/Iþýðým/Aydýnlatýcým Nejat Birdoðan Caný/Özlemle Anýyorum HEYECANLA açmýþtým gönderdiði paketi, içinde, yýllarca uðraþýp/araþtýrýp kafa yorup, ince eleyip sýk dokuduðu o kitabý vardý: “Anadolu Aleviliði’nde Yol Ayrýmý/Ýçerik-Köken” Ýthafý mý? O, ayný zamanda bir ozandý, yazývermiþ bir dörtlüðünü: “Fikret Aðabey, Hû dost!.. Varayým mý bir gönülde dergâha? Gideyim mi güzel gözlü bir þaha? Hak yoluna engel koyan Allah’a Kýlýç çekip çalayým mý, ne dersin? Ellerinden öperim. Güzel insan büyük dost..10/12/1995”

Sayý 5


Mozaik yayýnlarý arasýnda çýkan bu kitap 660 sayfa. 656-57-58-59-60. sayfalar Kaynakça. (Metin içerisinde gösterilenden baþka) A’dan baþlýyor Z’de sonlanýyor ki tastamam 132 kitap! Onca kitaptan alýntý/belgeler/bilgiler/yorumlar/iddialardan özetin özeti þu çýkýyordu ortaya: “Alevilik Ýslam dýþýdýr.” Kýlý kýrk yararcasýna okunmasý gerekli bir kitap Birdoðan canýn çok kapsamlý bu çalýþmasý. Ne ki haftalýk bir dergi, Nejat’ýn demecinin/anlattýklarýnýn sadece “Alevilik Ýslam dýþýdýr”ýný alýp karýþtýrmaya çalýþmýþtý ortalýðý! Tepkiler gördü azýcýk ve gelip geçti, küfürler kaldý yadigâr!.. Almanya’da bir Alevi–Bektaþi toplantýsýndan önce konuk olduðumuz altý bin kiþilik salonun bir odasýnda canlarla söyleþiyoruz, beþ dakika sonra hýnca hýnç dolu salonun sahnesine sýralanacaðýz söyleþi için. Odaya bazý canlar gelmiþti, kimileri dede imiþ, bu konu tartýþýldý, özetin özeti aðýr tehditler oldu, ucunda “ölüm” bile olan! Nejat can hepsine yanýt verdi o sakin haliyle ve “sakinlik” aðýr basmýþtý. Kitabýn 13. bölümü: “Ýslam Kurallarýnda Güzel Sanatlara Çizilen Sýnýrlar ve Anadolu Aleviliðinin Güzsel Sanat Anlayýþlarý.”

Bu Can “Yaratýklarýn En Kötüsü” Sýnýfýndandýr! ULU KITABA göre “...Allah, kýyamette bir resim yapandan ceza olarak yarattýðý þeye yaþam vermesini isteyecektir. Ancak, o , bunda asla baþarýlý olamayacaktýr:”1 “Bu resimleri denilerek cezalandýrýlacaktýr.”2 “Allah’ýn kýyamet gününde en þiddetle cezalandýracaklarý, Allah’ýn yarattýklarýný taklit edenlerdir.”3 Bu can, 1944 yýlýndan bu yana “yaratýklarýn en kötüsü” sýnýfýna dahildir ve sizler bu satýrlarý okurken bu kötülüðün 60. yýlýný kutlamaktadýr. Ankara TESK Sanat Galerisi’nde açtýðý “Boyalarla 60. Yýl Sergisi,” Keza Filiz Hatun da yoldaþýmdýr. O da “Fotoðrafta 30. Tezgâh’ta 25. Yýl” yapýtlarýyla! Yani gitmiþiz gayyanýn dibine ey canlar, bir zahmet arkamýzdan azýcýk aðlar mýsýnýz, ricam olacak!

Anadolu Alevisi BIRDOÐAN’ÝN kitabýnýn 268. sayfasýndaki “Ýslam Kurallarýnda Güzel Sanatlara çizilen Sýnýrlar ve Aleviliðin Güzel Sanat Anlayýþlarý” bölümü þöyle bitiyor: “Olgular þunu göstermektedir. Anadolu Alevi’si, sanata küsmeyen ve onda tehlike görmeyen eski inanç ve geleneklerini sürdürmektedir. Ne denli yadsýnýrsa yadsýnsýn Aleviliðin Ýslam’la bir ilgisi olmadýðýna belirgin bir kanýt da burada yatmaktadýr. Aklýný ve özgürlüðünü kullanan Alevi, sanata kutsal bir görev ve ilaç gibi bakmaktadýr.”

Þu Bektaþi Denen Canlar ÞU, BEKTAÞI hat ustasý denen canlarýn en güzel yazdýklarý da “Edep Yahu” dur dedik ki “valla” doðrudur, yani gerçeðe Hû!

Alevilik Tartýþmasý SN. ALI DOÐAN can, Alevi/Bektaþi Kuruluþlarý Birliði Federasyonu Genel Baþkaný’dýr... Yani nice Alevi/Bektaþi kuruluþlarý birlik olmuþ, olunca da federasyona kadar ulaþmýþ, birilerinin “elindeki kaðýdý okumaktan aciz” dediði bu caný, binlerce kiþi oy verip o makama uygun/lâyýk görmüþler. Aleviliðin “Ýslam’ýn bir mezhebi deðil, bütün dinlerden etkilenen bir yaþam biçimi olduðunu” söyleyince en aðýr/en çirkin/en yakýþýksýz/en haksýz/en hazmý güç/Alevi-Bektaþi topluluðunun vazgeçilmez hoþgörüsünden nasipsiz yani yoksun saldýrý yine bir profesörden geldi! “Bu iddiayý savunmak zýr cahilliktir” sözleriyle baþlayan ve baþkalarý: “Alevi-Sünni çatýþmasýna çanak tutmak..”, “Diyanet ajanlýðý” ve burada tekrarlamaktan resmen ve alenen “hicap duyduðum” akýl almaz suçlamalar ve sevgisizlik/saygýsýzlýk! Diyanet Ýþleri Baþkaný Sayýn Bardakoðlu için söylediklerimi yineliyorum, bu sözleri söyleyen kiþi Minaresi kýrýk Etyemez Camii imamýna bile yakýþmayacak “zýr cahillik” suçlamalarýyla baþlayan çirkin suçlamalar/yakýþtýrmalar ayný inançta olan (öyle sandýðým) bir bilim adamýndan gelmesi, inanmanýzý isterim bu satýrlarýn yazarýný iyice düþ kýrýklýðýna uðrattý! Ne oldu, evet ne oldu o câným “hoþgörü/sevgi/saygý/inanç birliði/dirliði?” Þu Bektaþi dediðimiz elleriyle/dilleriyle marifetli hat ustalarýnýn yazdýðý “Edep Yahu” levhalarý bazý evlere lâzým, hem de çok lâzým! Not: Eti sizin, kemiði benim efendim!... Tabii tam “sünnet” hariç...

NOTLAR 1 2 3

Buhari, Buyu / Bab 104 Müslim, Libas, Hadis 100. Buhari, Tevhid-bab s.56. Ahmet bin Hambel VI, s.36.

ÖZÜR: Fikret Otyam’ýn 4. sayýmýzda yayýmlanan “Küçüktüm, Nereden Bileyim Yezid de Kim?” adlý yazýsýnda 4. paragraf, satýr 5’te “Ýsraili”, “Ýsrailli”; satýr 7’de “imam nikahý”, “nikah”; satýr 8’de “bilenler”, “bilmeyenler”, paragraf 5, satýr 4’te “Yemen çöllerinde”, “Yemen köylerinde”, paragraf 7, satýr 2’de “bizim saatle”, “bizim saatler” biçiminde yazýlmýþ. Düzeltir, özür dileriz.

Aralýk 2004

Serçeþme 2005 Takvimi Fikret Otyam’ýn yayýn hakkýný baðýþladýðý birbirinden güzel renkli resimleriyle hazýrlanan Serçeþme’nin 2005 yýlý takvimi çýktý. Edinmek isteyen canlar, telefon, faks ya da e-postayla yönetim yerimize baþvurabilir.

Tel/Faks: +90.(0)212.519 56 35 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com

Duyuru Genel Yayýn Yönetmenimiz Esat Korkmaz’ý Cuma akþamlarý saat 21:00-22:00 arasýnda YAÞAM RADYO’da (87.5 FM) “Dört Kapý” programýnda dinleyebilirsiniz.

3


Aleviliðin Felsefe Boyutu - Bölüm III Esat Korkmaz Bu yazýnýn ikinci bölümü dergimizin Kasým ayýnda çýkan 4. sayýsýnda yayýmlanmýþtýr

Tüm evren, gizil nesnellik durumunda tanrýsal güçlerle dolu olduðundan, duyu organlarýyla algýlanýr nesneler de ruhlar kadar ruhsaldýrlar.

B

âtýni hareketlere gelinceye deðin “akýlcý felsefe”nin konusu, “metafizik ve doða bilimleri” idi: Bâtýni hareketlerle birlikte felsefe, “toplum ve toplum sorunlarýyla” ilgilenmeye baþladý. Bu anlayýþ üzerine bir toplum felsefesi yapýlanýp biçimlendi. Alevilik-Bektaþiliðin özgünlüðü, söylencelerinin bolluðunda deðil, “organik ve toplumsal doðalarý”ndadýr: Bu baðlamda her Alevi-Bektaþi, sözcüðün gerçek anlamýyla “inançlý”dýr; inanç, tüm doðasal süreçlere, tüm bireysel ve toplumsal davranýþlara “sinmiþ” durumdadýr; çünkü, varoluþun bile “büyülü” olarak ortaya çýktýðý bir dünyada yaþar. Amacý, bir bütün olarak nesnel süreci ya da toplumsal/bireysel yaþamý “kutsama”dýr; yaþamýn tek karþýtý ölüm, ölümün tek karþýtý yaþam olduðundan Alevi-Bektaþi tasarýmlarýnda, yapýsýnda “karþýtlýk” taþýmayan “evrensel kötü” anlamýnda bir “Þeytan”ýn yeri yoktur. Alevilik-Bektaþilikte “ruhlar”a yönelik tapýnma, ruhlarýn ölümsüzlüðüne dayanýr ve bu bir tür “canlýcýlýk”týr: Canlýcýlýk Alevilik-Bektaþilikte, söylenceye dönüþmüþ “atalar tapýmýndan” baþka bir þey deðildir. “Çocukça” olmasa da “çocuksu” bir yaný vardýr; bu nedenle “yitik çocukluðu”nun elde edilmesini “cennet” olarak betimler. Canlýcýlýk kapsamýnda Alevilik-Bektaþilik, tüm çevrebilim tasarýmlarýný yapýsýnda toplayan “kozmobiyolojik” bir felsefi dindir. Evren bilincine doðrudan katýldýklarý için, özünde “doðayla birliðin” bilimsel/inançsal tasarýmýdýr. Doðaldýr ki bir Alevi-Bektaþi, doðanýn “efendisi” deðildir; insan, evrenin bir parçasýdýr, ona dahildir, ona baðlýdýr, onun sahibi olmaktan öte, onun “kullanýcýsý”dýr. Tasarým bütününde “dünya”, yaþam ya da onun tersi ölümden yola çýkýlarak kavranmaya çalýþýlýr. Evren bilincine katýlmanýn insana yüklediði temel yükümlülük “doðal ve toplumsal düzeni” korumak olduðu için, dünyanýn baþlangýç saflýðýnda nasýl sürdürülebileceðinin hesabýný yapmaya yönelir. Kozmobiyolojinin bir “parçasý” olan Alevi-Bektaþi insaný, “Bütün”ün olduðu kadar “Bir”in de parçasýdýr: Arada bir “kopukluk” olmadýðýndan “kutsal” olanla iliþkilerinde ancak “hata” yapabilir, “günah” ise yoktur. Ölümlü olarak tanrýsallýðýn bir parçasýdýr; tanrýsal olarak suyun þýpýrtýsýnda, rüzgârýn uðultusunda, çiçeðin kokusunda, meyvenin tadýnda, koyunun melemesinde ve aslanýn kükremesindedir.

Yaþayan Alevilik, toplum felsefesini ve toplumsal projelerini canlandýramayacaksa tarihi de soysuzlaþacak demektir.

Bâtýni Toplum Felsefesi Bâtýni toplum felsefesine göre toplum þöyle tanýmlanabilir: Toplum, maddi gereksinmelerle koþullanmýþ insanýn birleþmiþ üretici etkinliðidir.Toplumsal yaþamýn bütün öteki görüngüleri politika, kültür. vb., toplumsal yaþamýn “içeriðini” oluþturur ama “özünü” belirlemez. Toplumun özü, üyelerinin “ortak emeði”nde yatar; “ortak emek” yaþama araçlarýnýn saðlanmasýna yöneliktir ve bu insanlar arasýnda bir iþbölümünü zorunlu kýlar. Doðal olarak farklý nesneler, “ortak” bir insan emeði içerir. Böylesi bir durumda insanlarýn çalýþma biçimlerinin tek olasý þekli “mal deðiþimi” dir; emek araçlarýnýn ve ürünlerinin sahibi üreticilerdir. “Zorunlu olan” devlet, özel mülkiyet ve sýnýflar deðil, “toplumun kendisi”dir. Nasýl bâtýni doða felsefesinde doðanýn temeli “hava-su-toprak ve ateþ” ise bâtýni toplum felsefesinde de toplumun temeli “coðrafya-tek-

4

nik-tarih ve insan” üretici güçleridir. Bu üretici güçler arasýndaki iliþkiden toplumun “maddi” temeli olan ekonomi biçimlenir. Geçim ve besine yönelmenin toplumsal yaþamdaki iliþkileri ise “kültür”ü yaratýr. Sýnýfsal çeliþkiler taþýnamayacak duruma geldiðinde toplumsal geliþme durur: Bu hiçbir toplumun “kaçýnamayacaðý” bir “yasa”dýr. Üretim güçleriyle üretim iliþkilerinin “uygunluðu” durumunda toplum geliþir. Üretim iliþkileri, üretim güçlerinin geliþimine “engel” olmaya baþladýðý zaman toplum çöker; üretim güçlerinin geliþmesine uygun yeni bir sosyo-ekonomik biçimlenmeye dönüþür. Üretim iliþkilerinin üretim güçlerinin geliþmesine “sürekli” destek olacak bir toplumsal örgütleniþte “sýnýflara, özel mülkiyete ve devlete” gereksinme yoktur. Toplum için “yokoluþ” yok iken, sýnýflar, özel mülkiyet ve devlet, zamaný geldiðinde “yokolup” gider. Alevilik-Bektaþilik felsefesi, inanç alanýnýn dýþýnda yapýlanýp biçimlenen doðacý/insan-toplum merkezli bir felsefedir. Ýçinde yaþadýðý dünyanýn karþýsýna konulan insanýn, doðanýn ve toplumun bir parçasý olarak, doðayla ve toplumla bir hesaplaþmasýdýr. Metafizik düþünceyi “dönüþüme” uðratarak aklý belirleyici kýlmanýn çileli bir çabasýdýr. Alevilik-Bektaþilikte bireyin önemi, eylemlerinde ve uðraþlarýnda Alevi-Bektaþi topluluðuyla ne ölçüde ilgili olduðuna, ortak esenliðe ne ölçüde katkýda bulunduðuna göre belirlenir. Görüldüðü gibi belirleyicilik topluluktadýr. Bu savý biraz açalým: Alevi-Bektaþi düþyapýsý olarak öne çýkarýlan ve insanlýða kesin kurtuluþ getirecek düþsel proje olarak tasarýmlanan “kâmil toplum projesini”, çaðdaþ koþullara taþýyarak güncelleþtirmeye çalýþalým. Ama önce Þeyh Bedrettin’de çarpýcý tümcelerle tanýmlanan kâmil toplum projesinin belki de ilk örneði durumunda bulunan ve Buyruk’ta “Rýza Þehri” anlatýmýyla kurgulanan tasarýmý görelim. Kendini yetiþtirerek “kâmil insan” durumuna yükselen insan, artýk kendini toplum hizmetine adayacak ve kâmil toplum projesinin gerçekleþmesi için bütün gücüyle çalýþacaktýr. Bu düþsel proje, kent-toplum baðlamýnda ele alýnýp tasarýmlanmýþtýr. Buyruk’taki “Rýza Kenti”, Aleviliðin geleceðe yönelik kestiriminde, düþsel kâmil toplumun bir anlatýmý olarak algýlanabilir. Topraðýn temel üretim zemini, köylülüðün egemen ezilen sýnýf olduðu Ortaçað koþullarýnda; sýnýflý toplum öncesinden taþýnan ilksel eþitlikçi toplum deðerlerinin güdücülüðünde, gelecekte insanlýða kesin kurtuluþ getirecek olan düþsel kurtuluþ projesidir bir bakýma. Sýnýflarýn olmadýðý, paranýn ortadan kalktýðý, herkesin yeteneðine göre ürettiði, gereksinimine göre tükettiði, özlemine göre yaþadýðý, söylencenin yüzyýllardýr canlý tutmaya çalýþtýðý geleceðe yönelik rüyanýn projeye baðlanmýþ bir biçimidir.

Kâmil Toplumun Geçmiþteki Örneði Buyruk’taki düþþel tasarýma dönelim: “Bir zamanlar bir sûfi dünyaya seyahate çýkar. Bir gün yolu, bir kente düþer. Bu kent, þimdiye deðin gördüðü kentlere benzemiyordur. Sabah zamaný herkes iþine gücüne gitmekte, sessizlik içinde yaþam sürmektedir. Kentin alýþýlmamýþ bir düzeni vardýr. Sûfi kentin bu düzenini görünce þaþar kalýr. Öyleki yaklaþýp birine bir þey sormaya cesaret edemez. Karný acýkmýþtýr. Kenti gezerken bir fýrýn görür. Ekmek almak için içeri girer. Fýrýncýya para uzatarak ekmek ister. Ama fýrýncý hayretle paraya bakar: ‘Nedir bu? Biz bunu kaldýrmak için yýllarca uðraþtýk, büyük savaþlar verdik. Anlaþýlan sen rýza kentinden deðilsin, Dünyalý olmalýsýn’, der. Sûfi: ‘Evet ben bu kentten deðilim’, diye karþýlýk verir. Fýrýncý: ‘Belli oluyor. Dur, öyleyse seni görevlilere teslim edeyim. Onlar seninle ilgilenirler. Bizim kentimizde para pul geçmez’, der. Ve sûfiyi görevlilere teslim eder. Görevliler önce kendi aralarýnda tartýþýrlar. Ýçlerinden biri: ‘Meclise götürelim. Ulular karar versin’, der. Diðerleri de bu görüþe katýlýrlar. Bunun üzerine tümü meclisin yolunu tutar. Yol boyu sûfi

Sayý 5


düþünür. Ýçinden: ‘Paranýn geçmediði bir kent. Görevliler, ulular meclisi. Ne büyük, ne görkemli yerdir Ulular Meclisi’, diye kurar. Neyse bir süre yürüdükten sonra divana varýrlar. Ama sûfi bu kez iyice þaþýrýr. Çünkü Divan denilen meclis, hiç de düþündüðü gibi büyük ve göz kamaþtýrýcý deðildir. Düþündüðünün tam karþýtýdýr. Sessiz bir köþede küçük bir yapýdýr. Yerlere basit kilimler serilmiþtir. Ak sakallý ulular, baðdaþ kurmuþ kentin sorunlarýný tartýþmaktadýrlar. Görevliler ulularý selamladýktan sonra:

den bahçeden birkaç nar koparýr. Yakalanýrým korkusuyla acele davranýp aðacýn birkaç dalýný kýrar. Ama ne gelen vardýr, ne de soran. Sûfi narlarý toplayýp bacý ile bulaþacaklarý yere gelir. Henüz bacý ortalýkta yoktur. Narlarý bir tabaða koyar. Masanýn üzerine yerleþtirir. Bacýnýn gelmesini bekler. Bir süre sonra bacý gelir. Narlarý görmesine karþýn, hiç ilgilenmez. Oysa sûfi bacýnýn narlarý görüp ilgilenmesini, sevinmesini bekler. Her zamanki gibi yerine oturur. O zaman sûfi dayanamaz ve bacýya narlarý gösterir. Bacý:

‘Bu Dünyalý kentimize girmiþ. Acýkmýþ. Ekmek almak için bir fýrýna girmiþ. Fýrýncýya para vermeye kalkmýþ. Yabancý olduðunu anlayan fýrýncý gelip bize teslim etti. Ne yapalým?’, diye sorarlar. Ulular:

‘Bunlarý nereden aldýn?’ diye sorar. Sûfi narlarý nereden kopardýðýný söyler. Bunun üzerine bacý:

‘Neden buraya getirdiniz? Törelerimizi biliyorsunuz. Konakta bir yere yerleþtirin, Aþevine götürün, gerekeni yapýn!’, diye buyururlar. Bunun üzerine görevliler sûfi ile birlikte geri dönerler. Önce Aþevi’ne götürürler. Karnýný doyururlar. Sonra konuklar için yapýlmýþ konaða götürürler. Bir odaya yerleþtirirler. Sûfiye kentte ne yapmasý, nasýl yaþamasý gerektiðini anlatýrlar. ‘Burada para pul geçmez. Burasý rýza kentidir. Rýzalýkla her istediðini alýr, her istediðini yaparsýn’, derler. ‘Yeter ki rýzalýk olsun. Bunu unutma’, diye de uyarýrlar. Sûfi konaða yerleþir, gezip dolaþýr. Rahatý yerindedir. Ýstediði yerde yiyip içer. Hiç kimse ‘Ne arýyorsun?’, diye sormaz. Birkaç gün sonra eþyalarýný toplar. Kentten ayrýlmak ister. Ama görevlileri karþýsýnda bulur. Görevliler: ‘Gidemezsin’, derler. ‘Bu kent rýza kentidir, adý üstünde. Sen buraya rýzan ile geldin. Biz de sana yiyecek verdik, yatacak yer saðladýk. Bu kentte kaldýðýn sürece bizden razý kaldýn mý?’ Sûfi: ‘Kuþkusuz razý kaldým, sað olun!’, diye karþýlýk verir. Görevliler: ‘Þimdi bizim de sizden razý kalmamýz gerek. Bu yiyip içtiðin, yattýðýn günler için çalýþman gerek’ Sûfi: ‘Madem ki töreniz böyle çalýþayým’, der ve kabul eder. Görevliler sûfiye yapabileceði bir iþ verirler. Konakladýðý odadan alýp daha büyük bir eve yerleþtirirler. Artýk o da rýza kentinin bir insaný olmuþtur. Her sabah iþine gider; akþama deðin çalýþýp evine döner. Yavaþ yavaþ dost, arkadaþ edinme çabasýna girer. Ama her kiminle konuþmaya kalksa ilk sorulan; ‘Sen Dünyalý mýsýn?’ olur. Bu kentin insanlarý kavga, çekememezlik, kendini beðenmiþlik gibi tüm kötülüklerden arýnmýþ durumdadýr. Böylece günler, aylar geçer. Sûfi kenti iyiden iyiye sever. Dünyayý gezme düþüncesinden vazgeçer. Bu kentte kalmaya karar verir. Ama hâlâ yalnýzdýr. Bir gün yakýn bulduðu bir arkadaþýna açýlýr: ‘Sizin bu kentte nasýl evlenilir?’, diye sorar. Arkadaþý: ‘Kentin ortasýndaki bahçe var ya, iþte orada her cuma günü tanýþmak, dost edinmek isteyenler toplanýr. Gençler gelirler. Herkes orada beðendiði, anlaþtýðý biri ile evlenme yolunu arar. Orada tanýþýrlar. Anlaþýrlarsa evlenirler’, der. Sûfi cuma günü söylenilen bahçeye gider. Kocaman bahçe týklým týklým doludur. Türlü giysiler içinde genç kýzlar kelebek gibi dolaþmaktadýr. Genç kýzlar, oðlanlar sohbet etmektedir. Birbirini beðenip anlaþanlar uzaklaþmaktadýr. Anlaþamayanlar ayrýlýp baþkasýna yaklaþmaktadýr. Sûfi olup bitenleri bir süre hayranlýkla izler. Sonra kanýnýn kaynadýðý bir kýza yaklaþýr. Ama o bacýnýn ilk sorusu: ‘Sen Dünyalý mýsýn?’ olur. Sûfi aylardan beri bu sözü duymaktan iyiden iyiye býkmýþtýr: ‘Evet, Dünyalýyým, ne olacak?’, diye karþýlýk verir. Bacý: ‘Davranýþlarýndan hemen belli oluyor. Ama alýnma zararý yok. Sen ki beni kendine eþ seçmek istiyorsun, bu konuda ben de sana yardýmcý olurum, davranýþlarýný düzeltirsin’, der. Bacý ile sûfi arkadaþ olmaya karar verirler. Ýþten artan zamanlarýnda buluþup konuþurlar. Sûfi bir gün bacý ile buluþmaya giderken yolun kýyýsýnda kocaman bir nar bahçesi görür. Bahçenin ne duvarý, ne bekçisi, ne de korucusu vardýr. Hemen bahçeye dalar. Kimse görme-

Aralýk 2004

‘Beni düþündüðün için sað ol. Ama o bahçenin yerini, varlýðýný ben de biliyorum. Caným isteseydi gidip ben de alabilirdim. Þimdi benim caným istemiyor. Bu narlar burada boþuna çürüyecek. Baþkalarýnýn hakkýný boþuna çürütmüþ olacaðýz. Gelirken öðrendim. Narlarý koparýrken bahçeye de büyük zarar vermiþsin. Oysa daha dikkatli davranýp bahçeye zarar vermeyebilirdin. Burada senden kimse bir þey kaçýrmýyor ki.. Bunca zamandýr rýza kentinde yaþýyorsun. Bu kentte rýzalýkla her þeyin serbest olduðunu bilmeliydin. Þimdi anlýyorum, sen bu kente ayak uyduramayacaksýn’. Bunlarý söyledikten sonra bacý sûfiyi býrakýp gider. Görevlilere söylemiþ olmalý ki, görevliler sûfinin yaptýklarýný divana bildirirler. Divan sûfinin durumunu tartýþýr. Sonunda sûfinin rýza kentine uyamayacaðýna karar verir. Bunun üzerine görevliler Dünyalý sûfiyi rýza kentinden atarlar.” Bir örnekle incelediðimiz “Düþsel Toplumsal Projeye” baktýðýmýzda; bireyin önemi, eylemlerinde ve uðraþlarýnda toplumsal grupla ne ölçüde ilgili olduðuna, ortak esenliðe hangi katkýda bulunduðuna göre belirlendiðini görürüz. Yani, bireyin yaptýðý her þey için topluluk ön-koþuldur. Topluluðun önkoþul olmasý, bireysel mülkiyetin olmadýðý, her þeyin herkese ait olduðu ve gereksinmelere göre paylaþtýrýldýðý toplumsal tasarýmý öne çýkarýyor. Bu baðlamda Alevi-Bektaþi ütopyasý, göksel deðil, bireyin topluluða ve doðaya karþý sorumluluklarýndan ve toplumsal/doðasal yükümlülüklerinden doðar. Böyle olmasýna karþýn öðreti, bireycilikle karþýtlýk içinde bulunmaz; topluluk üyesi birey, kendi varlýðýný kanýtlamak için, kendi “özerkliðini” talep eder. Görüldüðü gibi Alevi-Bektaþi düþyapýsý, kendi geleneksel yaþama biçimlerinin bir parçasýdýr. Yaþama biçimi eðitim, toplumsal denetim ve ritüellere katýlýmla iletilir ve içselleþtirilir. Bu nedenle geleneksel yaþama biçiminin terk edildiði yerlerde bu düþyapý yer yer örselenir; “Ýslamlaþtýrýlmasýna” koþut olarak parça parça yok olur; onun yerini “Cennet” alýr. Alevilik-Bektaþilikte topluluk dendiðinde temelde iki þey anlaþýlýr: a) Yaþayan bireylerin oluþturduðu topluluk; ve b) Ölmeden evvel ölmek zemininde Hakk’a yürümüþ olanlarýn yeni don’daki kimliklerinin oluþturduðu can birliði anlamýnda topluluk. Alevi-Bektaþi düþyapýsý kaynaðýný, bireyin, topluluðun yaþayan ve Hakk’a yürümüþ olan üyelerinin oluþturduðu topluluða karþý düþünce ve eyleminden alýr. Ortodoks Tanrý’dan deðil. Burada bir düþünme aracý olarak, bireyin topluluða karþý iliþki aracý olarak söylence devreye girer. Demek ki, bireyin, ötesinde halkýn “hayal dünyasý” olan söylenceler, onlarýn “tek” gerçeðidir.

KAYNAKÇA: Esat Korkmaz, Alevi Felsefesi, Pencere Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997. Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliði, Berfin, Ýstanbul, 2000. Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Aydýnlanmanýn Diyalektiði - II, Çev.: O. Özügül, Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1996. Dr. Hikmet Kývýlcýmlý, Tarih-Devrim-Sosyalizm, Tarihsel Maddecilik Yayýnlarý, Ýstanbul, 1965. Ýbn Haldun, Mukaddime, (Çev. Turan Dursun), Onun Yay., C. 1, 1977, C. 2, 1985, Ankara Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlýk, Çev.: L. Arslan, Kabalcý Yayýnevi, Ýstabul, 2001. Sina Akþin (Yayýn Yön.), Ümit Hassan, Halil Berktay, Ayla Ödekan; Türkiye Tarihi (I) / Osmanlý Devletine Kadar Türkler, Cem Yayýnevi, Üçüncü Baský, Ýstanbul. Esat Korkmaz, Yorumlu Ýmam Cafer Buyruðu, Anadolu Kültür Yay. Ýstanbul, 2002.

5


Þemseddin Tebrizi, Hacý Bektaþ Veli ve Ýliþkileri Üzerine Bölüm II Ýsmail Kaygusuz Bu yazýnýn birinci bölümü dergimizin Ekim ayýnda çýkan 3. sayýsýnda yayýmlanmýþtýr

Hacý Bektaþ ailesiyle birlikte, doðduðu kent olan Niþabur’dan en geç 1221’in Mart ayýnda ayrýlmak zorunda kalmýþtýr. Çünkü kent Nisan ayýnýn ikinci haftasýnda Moðol ordusu tarafýndan kuþatýldý. Hacý Bektaþ 12-13 yaþlarýndadýr. Belki de Vilayetname’de anlatýldýðý gibi, babasý “Ýbrahim el-Sani, Tanrýnýn rahmetine vardý.” Ayrýca ayný paragrafta, “padiþahlýðý Hacý Bektaþ Veli’ye arzettiler, kabul etmedi. Padiþahlýðý, amcazadelerinden olan ve Musa-el Sani evladýndan Seyyid Hasan’a verdiler” denilmektedir.

Hacý Bektaþ Veli Niþabur’u Dönmemek Üzere Terk Ediyor

B

u gerçek Niþabur padiþahlýðý deðil, gönül padiþahlýðýdýr. Aile bireyleri, Muhammed-Ali soyundan olmasý dolayýsýyla kendilerine baðlý Ehlibeyt’i ve Ýmamlar’ý sevenler için bir padiþah, yani inançsal önderdi. Moðollar Türkistan’dan Azerbaycan’a kadar Horasan’ý baþtanbaþa iþgal etmiþlerdi. Konar-göçer Oðuzlar, kentli-kasabalý Türkmen topluluklarý, Doðu’ya deðil Batý Ýran ve Irak’a doðru gidiyorlardý. Moðollarýn önünden kaçan çok sayýda Horasanlý göçmen Alamut’a baðlý Kuhistan bölgesindeki Nizari Ýsmaili kalelerine sýðýndý. Hacý Bektaþ ailesi ve yandaþlarý en geç 1222 yýlý içinde, Kuhistan’daki Ýsmaili kalelerinden birine sýðýnmýþlardý. Büyük olasýlýkla bu yer, Kuhistan valisinin oturduðu Þahdiz kalesiydi. Hacý Bektaþ burada önemli biriyle tanýþacaktýr. Ýlk kez Sünni Selçuklu önderi Tuðrul 1038’de Niþabur’u alýp kendini orada sultan ilan etti. Nasýr Husrev, 1052 yýlýnda Horasan hücceti (Ýmamýn tanýðý) ve Fatými Ýsmaili baþ dai’si olarak karargâhýný Belh’de kurmuþ; oradan Niþabur ve Horasan’ýn diðer kentlerine Ýsmaili propagandasýný yönetiyordu. Onun baþarýlarý, Selçuklu yöneticilerinin desteðini alan Sünni ulemanýn düþmanlýðýný yükseltmiþ ve kuþkusuz heterodoks Ýslam inançlý Türkmenler ve Ýranlýlar bu ortamda kendilerini gizlemek zorunda kalmýþlardý.1 Ancak Hasan Sabbah’ýn Alamut Nizari devletini kurmasýndan ölümüne kadar (1090-1124) ve ölümünden sonraki Alamut þeflerinin, Melikþah (1063-1092) ve oðullarýyla mücadeleleri boyunca Ýsmaili dai’leri Ýsfahan’da Belh ve Niþabur’da çok geniþ propagandaya giriþmiþler ve Onikiimamcý Þiilerden kendilerine büyük katýlýmlar olmuþtu. Bunlar Sünni Selçuk oðullarýnýn baskýlarýndan ötürü akýn akýn Hasan Sabbah’ýn kalelerine (darül hicralara) gidip yerleþiyorlardý. Kentlerde kalanlar da gizli iliþkiler içerisindeydiler. Ayrýca bu Selçuklu prenslerinden Bagrýyaruk’un kardeþlerine karþý mücadelesi sýrasýnda bir dönem Ýsmaili inancýna girmesi ve 5000 kiþilik fedayin birliði kullanmasý da Ýsmaililiðin yayýlmasýna hizmet etmiþtir. Hacý Bektaþ Veli’nin babasýnýn ve dedesinin bu olaylarla iliþkileri olmadýklarý söylenemez. Ayrýca çocukluk dönemi hocasý olduðunu sandýðýmýz Lokman Perende’nin bile bu ortam içinde Yesevici olduðu iddiasý bile geçersiz olabilir. “10 Nisan 1221’de þehir zapt edilince 400 sanatkar hariç bütün halk katledildi. Þehir tamamýyla tahrip edilerek çift sürüldü. Gizlenerek sað kalanlarý da imha etmek için bir Mogol komutaný 400 Tacik ile harabeler arasýna býrakýldý.”2 Kuþkusuz Hacý Bektaþ ailesi ve yandaþlarýnýn, yerle bir edilmiþ, tarla gibi sürülmüþ Niþabur’a bir daha geri gelmiþ olmalarý düþünülemezdi. O zaman bu aile nereye yerleþmiþ ve ergenlik çaðýna yeni girmiþ (ya da girmemiþ) bulunan Hacý Bektaþ, eðitimini nerede görmüþtü? Farid Daftary,

6

Moðollarýn Horasan’ý istila ettikleri yýllar ve Horasan’ýn batý sýnýrýný oluþturan Kuhistan bölgesindeki Nizari kalelerinin durumu hakkýnda þu bilgileri veriyor: “Alaaddin Muhammed III’ün (1221-1255) ilk yýllarýydý. Moðollarýn önünden kaçan çok sayýda Horasanlý göçmenler gelerek Kuhistan bölgesindeki Nizari Ýsmaili kalelerine sýðýndýlar. Moðollar istilalarýnýn baþlangýcýndan itibaren, Alamut Nizari Ýsmaili devletinin, diðer küçük prensliklerden daha güçlü olduklarýný deneyerek anlamýþlardý. Ayrýca Nizari Ýsmaili önderleriyle Moðollar arasýnda bir antlaþma yapýldýðý anlaþýlýyor; çünkü Celaleddin Hasan III (1210-1221) Moðollarýn batýya hareketinin baþlangýcýnda, Talikan’da bulunan Cengiz Han’a barýþ istemiyle gizli bir elçi heyeti gönderdiði biliniyor.” “Kuhistan Nizari Ýsmailileri Mogol istilasýndan etkilenmedi. Güçlerini, geliþim ve özgür yönetimlerini sürdürdüler. Aralarýna katýlmýþ olan sýðýnmacýlarla her þeylerini paylaþtýlar. Doðrusu, Kuhistan Nizarilerinin bilgin önderi Þihabeddin (Shihab-al Din) mültecilere öylesine iyi ve cömert davrandý ki bu, Nizari bölgesinden Alamut’a þikayetler oldu; hazinenin kaynaklarý üzerinde olumsuz etkilenmelerden yakýnýlýyordu. Alamut’tan onun yerine atanmýþ olan yeni muhtaþim (Kuhistan Nizari önderlerine verilen genel ad Ý.K.) Þemseddin de mültecilerde eþit derecede saygý ve hayranlýk uyandýrdý. Bu olaylarý ve Kuhistan’daki Nizarilerin o zamanki durumunun ayrýntýlarýný, Minhac-i Sirac adýyla tanýnan, 1224-1226 arasýnda üç kez Kuhistan’ý ziyaret etmiþ bulunan Sünni kadý Minhac al-Din Osman bin Sirac al-Din al Cuzcani anlatmaktadýr. Cuzcani, hem yüksek övgüler yaptýðý Þihabeddin’i hem de Þemseddini’i tanýmýþ. Hatta Þemseddin ile Sistan adýna diplomatik görüþmeler yapmýþtý.”

Þemseddin Muhammed ve Hacý Bektaþ Veli

Y

ukarýda söylediðimiz gibi Hacý Bektaþ’ýn aile çevresi ve yandaþlarý en geç 1221 yýlý ortalarýnda, Kuhistan’daki Ýsmaili kalelerinden birine sýðýnmýþlardý. Büyük olasýlýkla burasý, Nizari valisinin oturduðu Þahdiz kalesiydi. 1221-1223 yýllarý arasýnda tanýnmýþ bilgin ve Ýsmaili ozanlarýnýn övgü þiirleri yazdýðý Þihabeddin, muhtaþim idi. Bu Ýsmaili valisi, Ýsmaililiðin kurucusu, büyük Ýmam’ý Ýsmail’in kardeþi Musa Kazým soyundan gelmiþ olan Hacý Bektaþ ve ailesine saygýda kusur etmemiþ, özel bir deðer vermiþ olmalýdýr. Hemen ardýndan Hacý Bektaþ’ýn, ertesi yýl 1224’te Alamut tarafýndan Kuhistan yöneticisi olarak atanan Þemseddin Muhammed ile kurduðu iliþki yaþamlarýnýn sonuna kadar sürecektir. Yaþamý tamamýyla aydýnlanmamýþ ve (Bâtýni Ýsmaili) inancýnýn gerektirdiði sýrrý hâlâ koruyan Þemseddin Tebrizi’nin, Alamut Ýmamý Celaleddin Hasan III’ün (1210-1221) oðlu olduðu ve Ýmam Ýsmail soyundan geldiði üzerinde kaynak ve kayýtlar bulunmaktadýr.3 Þems’in, 12.yüzyýlýn son çeyreði içinde doðmuþ olmasý olasýdýr ve kendisi Þemseddin Muhammed ya da Þemseddin Hasan el Ýhtiyar olarak. babasýnýn adýyla çaðrýlmaktaydý. Baðdad halifesiyle anlaþma yaparak þeriatý benimsemiþ görünen ve Yeni Müslüman takma adlý Celaleddin Hasan’ýn öldürülmesinin ardýndan 9 yaþýnda yerine Ýmam olarak geçirilen Alaaddin Muhammed ile ayný anadan olmadýklarý anlaþýlýyor. Hasan III’ün ölümünde (1221) parmaðý bulunan baþvezir ile Alaaddin Muhammed’in anasýnýn anlaþmasý sayesinde küçük kardeþ Ýmam olarak Alamut tahtýna oturtuluyor. Üç yýl sonra onun Kuhistan bölge valisi olarak atandýðýný görüyoruz. 1224-1226 yýllarý, göçmen sorunlarý ve yýllardýr süren Sistan savaþlarýnýn sonuçlandýrýlmasýnda gösterdiði baþarýlarla hem tanýnýyor, hem de Alamut yönetimi tarafýndan sýk sýk önemli görevlere atanýyor. 1227’den 1235’e kadar Kuhistan valisinin, Nasiruddin Tusi’nin koruyucusu, Nasuriddin Abdurrahman bin Mansur olduðunu görüyoruz. Bu yýllar Þemseddin’in Hindistan’da Multan, Pencap ve Gucerat bölgelerinde Ýsmaili

Sayý 5


davasýný yaydýðý yýllardýr. Yukarýda deðindiðimiz gibi, buralarda daha sonra Multan’da mezarý bulunan Þemseddin Sebzvari Multani (ö.1356) ile Þemseddin Tebrizi’nin söylenceleri birbirine karýþmýþ. Halk arasýnda daha çok Þemseddin Tebrizi tanýnmaktadýr. Genç Hacý Bektaþ’ýn Þemseddin gibi birinin korumasý altýna girmiþ olmasýyla, batýni eðitimini bir devlet olarak örgütlenmiþ Nizari Ýsmaililerden, Kuhistan ve Alamut’ta almýþ olduðu bir gerçeklik olarak karþýmýza çýkýyor. Hacý Bektaþ’ýn durumu, 1227’de Kuhistan baþ dai’si Nasuriddin Abdurrahman’ýn korumasýna girmiþ büyük Ýsmaili bilgini Nasýruddin Tusi’nin (1202-1274) iliþkisine benzer görülmektedir. Bu iliþki sayesinde, onun yaptýðý gibi, Alamut kitaplýðýndan ve dai öðretmenlerden yararlanarak eðitimini tamamlamýþtýr. Konuþmakta olduðu Türkçe ve Farsça’yý geliþtirdiði gibi Arapça’yý da öðrenmiþtir. Üç dil ile dava’yý sözlü ve yazýlý yayacak dereceye yükselmiþ olmalýdýr. Olasýdýr ki, Bizans dilini, yani o dönemin Yunancasýný da öðrenmiþti. Hacý Bektaþ’ýn Makalat’ýnda bilim ve akýl-usun tanýmlarý, onsekiz bin alem; büyük evren (makro kosmos) ve küçük evren (mikro kosmos=Ýnsan) iliþkisi, yani evrenin tüm özellikleriyle insanda varoluþu, (“Ýnsan küçük bir alemdir; alemde olan herþey, hatta artuðu insanda vardýr”) insan-evren-tanrý birliði; gökte asýlý yetmiþ bin kandilin (yýldýzýn) her birinin birer dünya büyüklüðünde oluþu; kabe insan gönlüdür ve insandan ulusu olmadýðýndan Hac ibadetinin aþamalarýnýn insana hizmet olarak algýlanmasý-anlamlandýrýlmasý (Örneðin: “Ve hem yoldan taþ arýtmak, Kabe’de Arafat’ta taþ atmaya benzer; sakinlikle yürümek, Arafat’a varmaktýr.”, Makalat, s.75), vb., inanç ve anlayýþ, eðitimini yaptýðý Ýsmaili yapýtlarýna dayanmaktadýr. Hacý Bektaþ, Alamut kitaplýðýnda Kuran’ýn batýni yorumunu, diðer bir deyimle tevil edilmiþ Kuran’ý okuyup öðrenmiþti.Ve o, diðer tüm dai’lerin okuduðu Ummu’l kitab, Mansur el-Yamani’nin Risalat el-alim ve’l Ghulam, Ýhvan-ý Safa Risaleleri, Nasýr Husrev’inkileri, Hasan Sabbah’ýn Dört Faslý ve Sergüzeþt’ini,1166’de Büyük Kýyameti ilan etmiþ Zikri Selam Hasan II’nin, Ýsmaililiðin yeniden düzenlenip açýklýða kavuþturulmuþ ilke ve buyruklarýný içeren Haft bab-i Baba Sayyidina’yý, yola giriþ ilke ve törenleri, dereceleri açýklayan Tusi’nin Rawdat-ül Taslim’ini, vb. yapýtlarý okuyarak yetiþmiþ bir Ýsmaili dai’siydi... Ayrýca Hacý Bektaþ’ýn Ýsmaili fedayin birliklerinde savaþlara da girmiþ olduðunu düþünüyoruz. Vilayetname’de, Ahmet Yesevi’nin onu, sözde oðlu Kutbeddin Haydar’ý kurtarmak için gönderdiði Bedehþan savaþýna iliþkin keramet söylencesi, gerçekte Þemseddin Tebrizi’nin 1226 yýlýnda yönettiði ve zaferle sonuçlandýrdýðý, Sünni Sistanlýlarla yapýlan savaþtan baþkasý olamaz.

Bâtýni Ýsmaili Dai’si Hacý Bektaþ Veli

B

abasýnýn amcasý oðlu Seyyid Hasan ailesi ve bazý yandaþlarýyla Azerbaycan’da Hoy kentine yerleþtiklerinde, belki anneleri de ölmüþ bulunan Hacý Bektaþ ve kardeþi birlikte Nizari Ýsmaili eðitim kamplarýnda eðitim ve öðretimlerini sürdürüyorlardý. Hacý Bektaþ, Ýsmaililer arasýnda 15 yýldan az kalmamýþtýr. 1230’lu yýllarýn ortalarýnda genç bir Ýsmaili dai’si olarak Dava misyonu yüklenip seyahatlere çýkmýþtýr. Bu görevleri de, Alamut Ýmamý Alaeddin Muhammed III’nin (1221-1255) onayýyla yüklenmiþtir. Dai’ler listesinin çýkartýlmasý ve görevlerin onaylanýp icazet verilmesi, Fatými Ýsmailileri zamanýnda gelenekselleþmiþ-resmileþmiþti. Alamut kitaplýk ve arþivlerinin 1257’de toptan yakýlýp yok edilmesi dolayýsýyla bunlar günümüze kadar gelmemiþtir. Hacý Bektaþ önce Hindistan’a gitmiþ olabilir. Bu dava gezisi, Þemseddin Tebrizi’nin Multan, Pencap ve Gucerat’ta Ýsmaililiði yaydýðý döneme rastlar. Onun Hindistan’ý gezmiþ olabileceði, Vilayetname’deki Güvenç Abdal söylencesinden anlaþýlmaktadýr. Söylencede Hacý Bektaþ Veli, Güvenç Abdal’ý Delhi’deki kuyumcu müridinden bin altýn neziri (adaðý) almaya göndermiþtir. Otuz yaþlarýndaki genç Ýsmaili dai’si olarak batýni derviþ Hacý Bektaþ’ýn son duraðý Rum diyarý, yani Anadolu olmuþtur. Ancak onu Anadolu’ya gönderen Ahmet Yesevi deðil, Alamut Ýmamý Alaeddin Muhammed III’ün (1221-1255) onayýyla kendi Huccet’i, yani baþ Dai’lerinden Þemseddin Muhammed Tebrizi olmuþtur. Alamut’tan Horasanlý Baba Ýlyas’a yeni bilgiler getirmiþ ve onun hizmetine girmiþtir.Aþýk Paþaoðlu’nun söylemiyle “Bu Hacý Bektaþ... kardeþiyle Anadolu’ya gelmeye heves ettiler... O zamanda Baba Ýlyas gelmiþ, Anadolu’da oturur olmuþtu.

Aralýk 2004

Meðer onu görmeðe gelmiþler. Onun dahi hikayesi çoktur...” Aþýk Paþa gibi saray uþaðý tarih ve menakib yazýcýlarý, “bu çok hikayeleri” alabildiðine kýsaltmýþ ve gerçeklikten uzaklaþtýrarak Baba Ýlyas’ýn, Hacý Bektaþ’ýnkileri deðil, kendi hikayelerini aktarmýþlar. Hacý Bektaþ’ýn baþýndan beri içinde ve stratejik katkýlarda bulunduðu Baba Ýlyas ve Baba Ýshak’ýn yönettiði Babai halk hareketinden Alamut’un habersiz olduðu düþünülemez. Baba Ýlyas’ýn dahi Dede Garkýn’ýn yerine geçirilmiþ bölge dai’si olmasý çok mümkündür. Suriye Ýsmaili kalelerinden yardým gelmiþ olmasý da doðaldýr. Bu arada Selçuklu Sultanlarýnýn Alamut’a her yýl belli miktarda vergi verdiklerini Ýsmaili kaynaklarýndan öðreniyoruz. En büyük Selçuk Sultanýnýn da Alamut’a vergi vermiþ olmasý düþündürücüdür. Baba Ýlyas’ýn piri olan Dede Garkýn’ýn Abu’l Vefa yolaðýndan olduðunu ve dolayýsýyla Baba Ýlyas ile Baba Ýshak’ýn Abu’l Vefa’ya baðlý bulunduklarýný Osmanlý tarihçileri ve menakýbname yazarlarý da söylemektedirler. Abu’l Vefa, Fatými Ýsmaililerin 995 yýlý listesinde Daylam baþ dai’si olarak geçiyor. Yaþamýnýn son zamanlarýnda ise Irak’ta Baðdad baþ dai’si görevinde bulunmuþ olup, Abu’l Vefa Baðdadi adýyla anýlmaktadýr. Baþtan beri verdiðimiz tüm bu tarihsel bilgi ve olaylar, Hacý Bektaþ’ýn ve Babai ayaklanmasý önderlerinin batýni Ýsmaililerle iliþkileri bulunduðunu göstermektedir. Unutmayalým ki, halk arasýnda Alamut önderleri “Baba Seyyidina” diye çaðrýlýyordu. Vilayetname’de Hacý Bektaþ Veli’nin yaþamýna iliþkin anlatýlanlar, yazarýn halkýn arasýndan ve baþka menakýbnamelerden derlediklerinin, dönemin yöneticisinin inançsal ve siyasal istekleri doðrultusunda kaleme almýþ olduklarýdýr. Oysa Vilayetname’de Hacý Bektaþ’ý ziyarete gelmiþ olduklarýndan söz edilen Horasanlý Kalenderiler, Ýsmaililerden baþkasý deðildir. Ayrýca Vilayetname’ye sokulan bazý keramet öðeleri, çok daha önce yaþamýþ veliler tarafýndan gösterilenlerin yinelenmesidir. Hacý Bektaþ Veli, Nizari Ýsmaililerle iliþkisi bir yana içinden geldiði Babailerden bile uzaklaþtýrýlmýþ ve hala Babai ayaklanmasýna katýldýkatýlmadý tartýþmasý yapýlýyor. Onu Sünni göstermek için Nakþibendiler Hacý Bektaþ’a “amcazade” diyor ve onun batýniliðini-Aleviliðini “iftira” kabul ediyorlar. Hacý Bektaþ Veli’nin Makalat’ý karþýlaþtýrmalý incelendiðinde, Ýsmaili kitaplarýndaki Tanrý inancý, din ve felsefe anlayýþý, yola giriþ kurallarý aynen bulunabilir. Bazýlarýnýn ise üstü örtülmüþ, farklý adlarla verilmiþ, takiyyeye gerek duyulmuþtur. Hacý Bektaþ’ýn Selçuklu prenslerinin çatýþmalarýnda, Moðollara karþý olan Ýzzeddin Keykavus’a destek vermesi ve Bizans’a yakýnlýk duymasý, Anadolu’da merkezi birliðin kurulmasý amacý kadar, antik Ege Uygarlýklarýnýn son mirasçýsý olan ileri Bizans uygarlýðýndan yararlanma ve Ýslam-Hristiyanlýk ayýrýmý yapmadan insanlýðý birleþtirme hedefi taþýr. Hacý Bektaþ Veli, 1257’de Alamut’un Moðollar tarafýndan yerle bir edilmesi sonucu Ýsmaililerle iliþkisini kesmiþ, ama batýni inancýn doruðunda; zamanýn kurtarýcý imamý olarak ortaya çýkýp, Alamut Ýmamlarýnýn temsil ettiði (Haft bab-ý Baba Seyyidina’ya göre Alamut Ýmamý Ali’yi temsil ediyor, bütün Ýsmaili inançlýlarýn her biri de Salman’nýn makamýnda bulunuyordu, yani birer Salman idiler.) Ali’nin donuna bürünmüþtür. Bunu pek çok Alevi-Bektaþi ozaný iþlemiþtir. Biz Sadece Hasan Dede’den (Ö.1469) bir tek dörtlükle örnekleyelim: Yerlerin göklerin binasýn düzen Ak üstünde kara yazýlar yazan Engür þerbetini Kýrklara ezen Hünkar Hacý Bektaþ Ali kendidir

NOTLAR:

1 2 3

4

Farhad Daftary, Ýsmailis, their history and doctrines, s.204,216. V.V. Barthold, Türkistan,s. 472, 558,560; dpnt.385. Tezkire-i Devletþah’da, (Nefahat çevirisi, Ýst. 1289, s.195), Þems’in bir Ýsmaili prensi olduðu kayýtlýdýr. Devletþah’a göre Þemseddin bir prensestir, Celaleddin Nev-Müsülman’ýn (ö.1221) oðludur ve gizlice Tebriz’de okumuþtur; al-Shushtari, Majalis al-Muminin, C. 2, s.110. Ayrýca A. Semenov, Þeyh Celal-ud-Din-Rumi po predstavleniyam Þughnanþikh Ýsmailitov adlý yapýtýnda, Orta Asya ve diðer bazý bölgelerin Nizarileri tarafýndan, kendileriyle ortak inançta olduðu düþünülen, Mevlana Celaleddin üzerinde Þuðnan Nizarilerinin fikirlerinin geniþ analizini yapýyor. (F. Daftary, The Ismailis, s.414, 695.) Konu hakkýnda bilgi “Þemseddin Muhammed Tebrizi (1183/4-1247/8) Þems’in Tarihsel, Ýnançsal ve Siyasal Sorunsalýnýn Çözümü Üzerine Bir Deneme” incelememizde daha geniþ biçimde bulunmaktadýr: (www.alewiten.com)

7


Aleviler Açýsýndan Toplumsal Barýþ Nasýl Saðlanýr? Ali Balkýz

[Aleviler], kimselerin tahmin edemeyeceði denli Cumhuriyetçi, laik ve devrimciydiler, Atatürk’e ve onun devrimlerine gönülden baðlýydýlar. Hatta, kimi ileri gidenlere göre O bir “Mehdi”ydi. Çünkü henüz ileride nelerin olabileceðini bilemiyorlardý.Gelecek yýllarda Diyanet kimlerin kurumu haline gelecek ve neye hizmet edecek. Varsýn tekkemiz kapatýlsýn, varsýn dedemiz, pirimiz, mürþidimiz, çelebimiz yasaklý olsun, yeter ki þeriat olmasýn diye düþünüyorlardý. Henüz bilmiyorlardý.

C

umhuriyet ülkemizde her þeyi altüst etti. Bu altüst oluþta 600 yýllýk Osmanlý zulmünden kurtulmanýn sevinciyle, Alevilerin Cumhuriyeti sahiplenmeleri kadar doðal bir davranýþ olamazdý. Çünkü Osmanlý bütün tarihi boyunca Alevileri “mürted” (dininden dönen) kabul etmiþ, dolayýsýyla Alevinin malýný, canýný ve namusunu kendisine helal kabul etmiþti. Bu zulmü parçalayan Mustafa Kemal Atatürk, bu tür yaklaþýmlarýn bundan böyle olmayacaðý bir yana, ayrýca yeni þeyler vaad ediyordu. Önce onlarý dikkate alýyor, desteklerini istiyor ve güveniyordu. Bunun için olmalý, Erzurum Kongresi amacýyla, Erzurum’a giderken yol güvenliðini, Erzincan-Tercan-Dersim çevresi aþiretlerinden olan Balaban aþiretine emanet ediyordu. 23 Aralýk 1919’da Hacý Bektaþ Dergâhý’ný, Çelebi Cemalettin Efendi’yi ziyaret ediyor, ondan destek istiyor, bu talep üzerine kendisine sunulan 1800 altýný kabul ediyor, hatta bir iddiaya göre, ceme katýlýyor, ikrar veriyor, kýlýç kuþanýyor ve yola giriyordu.1 Ýlk meclise Aleviler, baþta Ferhat Uþaðý Aþireti’nden Diyap Aða olmak üzere, Dersim, Erzincan ve Kars yörelerinden 8 temsilci gönderiyorlar; Çelebi Cemalettin Efendi, 1. Meclis’te Baþkan Yardýmcýsý oluyor. 25 Nisan 1923 tarihli Yeni Gün gazetesinde bir bildiri yayýnlayan Veliyettin Çelebi, “Anadolu’da bulunan soyum Hacý Bektaþ dergâhý veli hazretlerine içten saygýsý olan tüm sevenler ve temiz yürekli hanedan yanlýlarýna” hitap ediyor; onlara “M. Kemal Paþa’nýn gösterdiði adaylardan baþkasýna oy vermeyin” diye çaðrýda bulunuyor ve bir müeyyide koyuyordu; “Bu öðüdüme uymayanlar bizden deðildir”2 Bu tür iliþkilerin örnekleri daha da çoðaltýlabilir kuþkusuz. Bunlardan daha da önemlisi ise; Alevilerin bütün Kurtuluþ Savaþý boyunca ve onun her cephesinde, diðer kardeþleriyle birlikte canla baþla vuruþmuþ; þehit veya gazi olmuþ olmalarýdýr.

Tüm Bunlarýn Bir Nedeni Vardý Çünkü onlar Atatürk’ün vaad ettiði Cumhuriyet’i zaten yüzyýllardýr biliyor ve yaþýyorlardý. Osmanlý, “Allah-kul”, “Padiþah-tebaa” iliþkisi içerisinde yaþarken, Aleviler kendi bölgelerinde ve iç örgütlülüklerinde “Hak-can”, “dede-talip”, “musahip-musahip” iliþkisini yaþýyorlardý. Her birey bir can’dý ve toplumun temel taþýydý. Kýsa çöpün hakký uzun çöpte kalamazdý, 72 millet birdi; Kâbe-kitap insandý, ibadetin yeri baþka, iþin yeri baþkaydý, gözlüye gizli deðildi, bilim silahtý, gönül bir kent, orada da “akýl” diye bir sultan vardý, Hac’ca gitmek dünyayý gezmekti, asýl iþ gönül fethetmekti ve halký Hakk’a ýsmarlamak gammazlýktý. Yaþam felsefeleri ve hayat tarzlarý bu olan Aleviler, Cumhuriyet’i yadsýmadýlar. Onu izlemeye, anlamaya ve özümsemeye çalýþtýlar. Çünkü artýk herkes yurttaþ’tý, herkes, “baþkalarýnýn hudud-u hürriyeti” ile sýnýrlý da olsa hür’dü ve Egemenlik Kayýtsýz Þartsýz Milletindi. Cumhuriyet kendini var etmek için önlem üstüne önlem alýyordu: 20 Ocak 1921 tarihli Teþkilatý Esasiye Kanunu, “Hakimiyet bila kaydû þart milletindir” hükmüyle baþladý.

8

8 Nisan 1924 günü dinsel yargý kaldýrýlýp yargý tekliði saðlandý. 3 Mart 1924 günü, Þeriye ve Evkaf Bakanlýðý kaldýrýldý, Tevhidi Tedrisat Kanunu çýkartýldý, Hilafet kaldýrýldý, “Hanedan-ý Osmani Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine” çýkartýldý. Baþbakanlýða baðlý Diyanet Ýþleri Reisliði kuruldu, ilk reisliðe de Börekçizade Rýfat Efendi atandý (Börekçizade, Cumhuriyet’ten sonra baðýmsýzlýktan yanadýr, hurafelere de karþýdýr, bu nedenle de Osmanlý hükümetince gýyabýnda idam cezasýna çarptýrýlmýþtýr). 1924 yýlýnda, ilk ve ortaöðretim programlarýndan “Ahlak Dersleri” çýkartýldý, yerine “Yurttaþlýk ve Sosyoloji” dersleri konuldu. 30 Kasým 1925 günü tekke, zaviye ve türbeler kapatýldý. 10 Nisan 1928 günü, 1222 sayýlý yasa ile, Anayasa’daki; “Türkiye Cumhuriyetinin dini Ýslam’dýr” hükmü çýkarýldý. Cumhurbaþkaný ve Milletvekillerinin yemin ederken söyledikleri “Vallahi” sözcüðü yerine, “Namusum üzerine söz veririm” biçimi getirildi. 1930’da Ýmam Hatip Okullarý, 1933’de ise Ýlahiyat Fakülteleri öðrenci bulamadýklarý için kapatýldý. 1933’de öðretmenlikle, imamlýk ve hatiplik görevlerinin birlikte yapýlamayacaðý kabul edildi. 1925-1927 yýllarý arasýnda ortaöðretim kurumlarýndan, 1930’da kent ilkokullarýndan, 1939’da da köy ilkokullarýnda “Din Dersi” kaldýrýldý. 1935’deki Milli Eðitim Þurasý’nda din eðitim ve öðretimine hiç yer verilmedi, böylece 1933’den 1949’a kadar geçen 16 yýl süresince, devlet okullarýnda hiçbir dini eðitim yapýlmadý. 5 Þubat 1937 günü, CHP’nin “altý ok”u Anayasa’ya alýndý. Böylece devlet; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçý, devletçi, laik ve inkýlapçý sýfatýyla tanýmlandý. 5 Þubat 1937 günü, Anayasa’nýn; “Hiçbir kimse mensup olduðu din, mezhep, tarikat ve felsefi içtihadýndan dolayý kýnanamaz” biçimindeki 75. maddesi deðiþtirildi ve buradaki “tarikat” sözcüðü çýkartýldý. Böylece tarikatlar üzerindeki Anayasa korumasý kaldýrýldý ve 30 Kasým 1925 tarihli, tekke ve zaviyelerle türbeleri kapatan ve bütün tarikatlarý yasaklayan yasa arasýnda uyum saðlandý. Yukarýda andýðýmýz ve elbette anamadýðýmýz bunca önlemin bir tek nedeni vardý: Cumhuriyet’i yerleþtirmek. Bu ise; Osmanlý’yla Hilafet’le, þeriatla ve yobazlýkla hesaplaþýlmadan olanaklý deðildi. Bir hesaplaþma sürüp gidiyordu. Ýþte bu süreç içerisinde Aleviler açýsýndan durum neydi? Tekke, zaviye ve türbeler kapatýlýrken, Bektaþi tekkeleri ve Alevi dergâhlarý bunun dýþýnda tutulmamýþtý. Öteki bütün tarikatlarla birlikte anýlýyor ve þöyle tanýmlanýyordu: “Ölülerden yardým istemek, uygar bir toplum için utanç vericidir. Mevcut tarikatlarýn amacý, kendilerine baðlý olan kimseleri dünyevi ve manevi olan hayatta mutluluða eriþtirmekten baþka ne olabilir?... Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, þeyhler, derviþler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doðru, en hakiki tarikat, uygarlýk tarikatýdýr.” 3 Buna kim itiraz edebilir, kim yanlýþ bulabilir. Ama bir þey daha vardý. Tekke ve Zaviyelerin Kapatýlmasýna Dair Kanun’un bir maddesi þöyleydi: “Genel olarak tarikatlarla, þeyhlik derviþlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalýk, emirlik, nakýplýk, halifelik, büyücülük, üfürükçülük ve gayýptan haber vermek ve murada kavuþturmak maksadýyla nüshacýlýk gibi unvan ve sýfatlarýn kullanýlmasýyla bu unvan ve sýfatlara ait hizmet vermek, kisve giymek yasaktýr.” Bu maddeden anlaþýldýðýna göre “dedelik”, “üfürükçülük”, “muskacýlýk” ve “gayýptan haber vericilik” ile eþ tutuluyor, dolayýsýyla bunlarla birlikte yasaklanýyor. Ve Atatürk diyor ki: “Bir takým þeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babalarýn, derviþlerin arkasýndan sürüklenen... kitleye uygar bir millet gözüyle bakýlabilir mi?”4

Sayý 5


Þimdi hem yasa maddesinde, hem de Atatürk’ün söylevinde geçen “þeyh” sözcüðünün sadece Sünni tarikatlarda var olan bir mertebenin adý olduðunu; “mürit”, “emir” ve “halife” sözcüklerini hem Alevi-Bektaþi hem de Sünni tarikatlarca kullanýldýðýný bir yana býrakacak olursak; geriye kalan; “derviþ”, “dede”, “seyit”, “çelebi”, “baba” ve “nakýp” sözcüklerinin sadece Alevi-Bektaþi öðretisinde ve iç örgütlülüðünde bir anlam ifade ettiðini görürüz. Diyanet Ýþleri Reisliði’nin kuruluþunu ve iþlevselliðini düzenleyen yasa ve kararnamede de ayný tutuma tanýk oluyoruz. 3 Mart 1924 tarihli Þeriye ve Evkaf Vekaleti’nin Kaldýrýlmasýna Dair Kanun’un (Ayný Kanun’la “Diyanet Ýþleri Reisliði Makamý”da kuruluyor) önemli iki maddesi þöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti’nde topluma ait iþlerle ilgili hükümlerin konmasý ve uygulanmasý, TBMM ile onun oluþturduðu hükümete ait olup Ýslam dinine inananlarýn, bunun dýþýndaki inanç ve ibadetlere iliþkin bütün hüküm ve meselelerin yönetimi ve dinsel kurumlarýn yönetimi için Cumhuriyetin merkezinde bir Diyanet Ýþleri Reisliði makamý kurulmuþtur.” “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi içindeki bütün cami ve mescidi þerifenin ve tekkelerin ve zaviyelerin yönetiminde, imam, hatip, vaiz, þeyh, müezzin ve kayyýmlarýn ve diðer müstahdemin atanmasý ve iþten çýkartýlmasýnda Diyanet Ýþleri Reisliði görevlidir.” Bu iki yasa maddesinin yanýna konumuzun daha iyi anlaþýlabilmesi açýsýndan, 2 Eylül 1925 tarihli, “ilmiye sýnýfý ve ilmiye kisvesi hakkýndaki kararname”yi de eklemek gerekecek. Kararnamede, ilmiye sýnýfýndan kimlerin nasýl ve neler giyeceðinden bahsedilirken þu makam ve görevliler sayýlýyor: Diyanet Ýþleri Baþkaný, Danýþma Kurulu, Müftüler, Müsevvidler, Ýmamlar, Hatipler, Vaizler ve Köy Hocalarý... Dikkat edilecek olursa; yukarýdaki iki madde de dinsel kurum olarak; cami, mescit, þerife, tekke ve zaviye sayýlýrken, buralarda görevli kiþiler ise müftü, imam, hatip, vaiz, müezzin, kayyým ve köy hocalarý olarak sýralanýyor. Ýþte tam da burada sormak gerekiyor. Nerede Alevi-Bektaþi dergâhlarý, tekkeleri, ocaklarý, türbeleri; mürþitleri, pirleri, dedeleri, seyitleri, çelebileri. Yurdu kurtarýrken muhteremler, yurt kurtulduktan sonra ise meczuplarla, üfürükçülerle, muskacýlarla, yobazlarla müsaviler...

Bu Niçin Böyledir? Çünkü Alevilik-Bektaþilik, Ýslamiyet’in içinde görülmekte, öyle kabul edilmekte ya da öyle sanýlmakta, dolayýsýyla, Diyanet Ýþleri Reisliði ayný zamanda onlarýn da reisliði olarak görülmektedir. Bu görüþü, belki þu durum kuvvetlendirmektedir: Hilafetin kaldýrýlmasý tartýþmalarý içerisinde, halifeliðin tüm dünya Müslümanlarýný temsil eden bir makam olduðu düþüncesi ortaya atýldýðýnda, þunlarý söylemektedir Atatürk: “Bu kuruntunun hiçbir zaman gerçekleþmemiþ olduðunu bilirsiniz. Müslüman topluluklarýnýn birbirinden büsbütün baþka amaçlarla ayrýldýklarý, Emevilerin Endülüs’te, Alevilerin Maðrýp’ta, Fatimilerin Mýsýr’da, Abbasilerin Baðdat’ta birer halifelik ve saltanat kurduklarýný...”5 Sonuçta olan Alevi-Bektaþi tekkelerine, dergâhlarýna, türbelerine olmuþtur. Sonuçta cemler yasaklanmýþ, kolluk kuvvetleri marifetiyle basýlmýþ, Aleviler cem günlerinde köy çýkýþlarýna gözcüler koymak zorunda kalmýþ, Alevi dedelerinin kasabalara iniþlerinde sakallarý yolunmuþ ve bir daha TBMM’ne de girememiþlerdir. Ýlginçtir, Aleviler bu durumdan þikayetçi de deðildiler. Çünkü onlar, kimselerin tahmin edemeyeceði denli Cumhuriyetçi, laik ve devrimciydiler, Atatürk’e ve onun devrimlerine gönülden baðlýydýlar. Hatta, kimi ileri gidenlere göre O bir “Mehdi”ydi. Çünkü henüz ileride nelerin olabileceðini bilemiyorlardý. Ya da gelecek yýllarda Devrim Yasalarý hangi

Aralýk 2004

hale gelecek, nasýl ters yüz edilecek, Diyanet kimlerin kurumu haline gelecek ve neye hizmet edecek. Bunu sezdikleri için o yýllarýn kýymetini biliyorlardý. Varsýn tekkemiz kapatýlsýn, varsýn dedemiz, pirimiz, mürþidimiz, çelebimiz yasaklý olsun, yeter ki, þeriat olmasýn diye düþünüyorlardý. Henüz bilmiyorlardý. Alevilik hakkýnda kimler hangi raporlarý düzenleyecek, onlara kimler hangi tuzaklarý kuracak, kimler nasýl kullanmaya kalkýþacak ve hangi katliamlar düzenlenecek?... Sonraki süreçte ise þunlar oldu: 1947’de CHP Kurultayý’nda okullara din dersi konulmasý kararý alýndý. Köy Enstitüleri kapatýldý. Ýlahiyat fakülteleri açýldý. 1948-1949 öðretim yýlýnda, ilkokullarýn 4. ve 5. sýnýflarýna seçmeli din dersi konuldu. 1948’de “Ehli Din Adamý” yetiþtirmek üzere imam hatip kurslarý açýldý. Bu kurslar, 601 sayýlý müdürler kurulu kararý ile Ýmam Hatip Okullarý’na dönüþtürüldü. 1950’de ezan tekrar Arapça okunmaya baþlandý. 1953 yýlýnda, ilköðretim okullarýna zorunlu, 1956 yýlýnda, ortaokullarda zorunlu,1967 yýlýnda, liselerde isteðe baðlý olmak üzere din dersi yeniden konuldu. 1973 yýlýnda, MSP-CHP koalisyonu sýrasýnda Ýmam-Hatip liselerinin orta kýsmý yeniden açýldý. Ve nihayet; 1982 Anayasasý’nýn 24. maddesi ile bu iþ kökünden halledildi. Kuþkusuz bu dini eðitim ve öðretimin içeriði ve biçimi Sünni, hatta Hanefi anlayýþýna göre düzenlendi ve tüm öðrencilere zorunlu kýlýndý. Alevilik, 3 Mart 1924’te Diyanet Ýþleri Teþkilatý’nýn kuruluþundan beri, hayatýn her alanýnda yok sayýldý. Tam bir inkâr politikasýyla görmezden gelindi.

Olanlar Karþýsýnda Aleviler Ne Yaptýlar? Þöyle kýsaca anýmsayacak olursak: Tek parti dönemindeki CHP zulmüne karþý DP’yi, DP zulmüne karþý 27 Mayýs’ý desteklediler. DP’nin mirasçýsý AP karþýsýndaki tercihleri CHP ve TÝP’ti. Ýþin içine TÝP girince iþler deðiþti ve Birlik Partisi kuruldu. BP’ne Alevilerin uzun boylu destek vermeyecekleri baþýnda belli oldu. BP’li kimi milletvekillerinin kritik bir güven oylamasý sýrasýnda politika uzmaný Demirel’le anlaþmalarý da eklenince, Alevi seçmen bu partinin iþini bitirdi. TÝP de kapatýlýnca, Alevilerle CHP yine baþ baþa kaldý. Bu baþ baþa kalma ve ona mecbur olma durumu CHP tarafýndan o kadar uzun süre ve o kadar çok istismar edildi ki Aleviler hep oy deposu ve sadece seçmen olarak görüldüler. Ýçlerinden kimileri seçilmeye teþebbüs ettiklerinde de baþlarýna gelmedik iþ, haklarýnda söylenmedik söz kalmadý. Aleviler, Osmanlý’ya karþý Cumhuriyeti, DP’ye karþý 27 Mayýs’ý hangi nedenlerle destekledilerse, 12 Mart’a ve CHP’ye karþý 68’i de o nedenle, sosyalizmi de o nedenle desteklediler. Ama ne yazýk ki, nasýl ki CHP Alevileri sadece seçmen kitlesi olarak gördü ise kimi sosyalist yapýlar da Alevi toplumunu sadece militan kaynaðý olarak gördü ve onlarýn tarihsel süreçten taþýyýp getirdikleri sorunlarýna eðilen olmadý. Bugün kimi gerici çevrelerin, sosyalist hareketlerin bu eksiðini nasýl kendi anlayýþ ve çýkarlarý doðrultusunda kullandýklarýna bakmasak da gerçek ne yazýk ki buydu. Aleviler, kendilerinin iþçi, iþsiz, küçük memur, esnaf, köylü olduklarýný biliyorlar. Kurtuluþlarýnýn gerçek demokrasi ile giderek sosyalizm ile olabileceðini de biliyorlar. Bu ülkeye gerçekten demokrasi geldiðinde, en çok kendilerinin yararlanacaðýný (En az Kürtler kadar) da biliyorlar. Sadece “Alevi” sýfatlarýyla düþündüklerinde þunu da biliyorlar: Kendilerine emekçilerden ve emek mücadelesinden yana olanlardan daha dost kimse yoktur. Gerek tarihsel süreç boyunca, gerekse Cumhuriyet tarihi boyunca, hele de son yýllarda Alevilere yöneltilen saldýrýlar karþýsýnda gösterdikle(Devamý Sayfa 10’da)

9


(Baþtarafý 9. sayfada)

ri tepki, ne yazýk ki sadece “tepki”dir. Saman Alevi gibi yanýp sönen, saðanak yaðmur gibi gelip geçen. Bu anlamda Alevi hareketi bir tepki hareketidir. Ne yazýk ki henüz bilinç düzeyine ulaþmýþ ve esas itibarý ile bir talep hareketi olamamýþtýr. Ancak AB süreci ile baþlayan tartýþmalar çoðu kez amacýndan saptýrýlmaya, “azýnlýk” kavramýna indirgenerek asýl sorun görmezden gelinmeye çalýþýlsa da süreç saðlýklý geliþmektedir. Aleviler açýsýndan bugün arzu edilen þey: Gerçekten demokratik, gerçekten laik bir Türkiye’de “T.C. Yurttaþý” olmak bilinciyle, baþka inançlardan (ya da inançsýz) tüm yurttaþlarla birlikte, kaderde, kývançta, tasada, varlýkta, yoklukta, eþit, hür yurttaþlar olarak yaþamaktýr.

Bunun için Önerilen Model Þudur Öncelikle Aleviliðin þu tanýmýnda uzlaþma saðlanmalýdýr, Alevilik, Orta Asya Þamanizm’inden izler taþýyan, Horasan’da köklenen; Mani, Zerdüþt, Budizm ve Ýslamiyet’in tasavvufi yorumundan etkilenen; Türkler öncesi Anadolu uygarlýklarýyla buluþan; tüm bunlarla ortak bir senteze ulaþan; insaný yaþamýn merkezine koyan; 72 millete bir bakan; cinsiyet ayrýmý gözetmeyen; inançsal yönleri de olmakla birlikte; bir yol, felsefe, yaþam biçimidir. Doðayý ve insaný algýlama ve yorumlama biçimidir. Bu taným yerine; “Ali’yi sevmekse Alevilik...” diye baþlayan tümceler, ne bilimseldir ne de gerçekçi. Sadece politiktir ve inkâr geleneðinin bir sonucudur. Ayný zamanda Alevilere raðmen Aleviliði tanýmlama gayretidir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kaldýrýlmalýdýr. Hilafetin kaldýrýldýðý bir dönemde böyle bir kurumun ihdasý anlaþýlabilir ama aradan 80 yýl geçtikten, “laiklik” kavramý tüm dünyada yeni boyutlar kazandýktan sonra DÝB’ný da yeniden deðerlendirmek gerekecektir. Kaldý ki Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý ilk kuruluþundan bugüne Sünni bir kurumdur. Ýnançlý, inançsýz herkesten toplanan vergilerden önemli bir bölümünün Sünni yurttaþlara transfer aracýdýr. “Laik Devlet” yapýsý içerisinde olmamasý gereken bir yapýdýr. Üstü örtülü de olsa bir fetva kurumudur. Bir zamanlarýn Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakaný Ekrem Ceyhun’un; “Devletin emrinde bir din deðil; dinin emrinde bir devlet istiyoruz” cümlesini anýmsadýðýmýzda; bu üstü örtülü halin zaman zaman açýða çýktýðýný görürüz. Kaldý ki ne devlet dinin, ne de din devletin hizmetinde olmalýdýr. Bunun yerine; devlet, dini hayattan elini çekmeli, yasalar yoluyla düzenleyici olmalýdýr. Bu düzenlemenin boyutu müdahale düzeyinde olmamalýdýr. Her inançtan (ve inançsýz) tüm yurttaþlarýn hak ve hukukunu koruma, gözetme biçiminde olmalýdýr. Birçok AB üyesi ülkede olduðu gibi “Dini Vergi” ihdas edilmelidir. Bu vergi yurttaþlardan beyan esasýna göre alýnmalý ve ayrý ayrý havuzlarda toplanmalýdýr. (Sünni, Alevi, Hýristiyan, Yahudi, Nusayri, vb.) Toplanan bu vergiler bu dini gruplarýn demokratik yöntemlerle oluþturacaklarý Sivil Toplum Örgütleri’ne devredilmeli, bu örgütler de mensuplarýna hizmet sunmalýdýrlar. Bu modeldeki hassas nokta; dini gruplar arasýnda olabilecek olasý çatýþma ve çeliþmelerdir. Ki bu tehlike, devletin yansýz olmasý, laikliðe sarýlmasý, “T.C. Yurttaþlýðý” temel öðesini öne çýkarmasý ve her þeyin üstünde tutmasý halinde kolayca aþýlabilecektir. Kaldý ki Sünni’nin Sünni gibi, Alevinin Alevi gibi yaþamasýnýn saðlanmasý toplumsal barýþa da ayrýca hizmet edecektir. Zorunlu Din dersleri kaldýrýlmalýdýr. 12 Eylül Anayasasý’nýn 24.maddesi gereði zorunlu olarak okutulan bu ders ne yazýk ki Alevi çocuklarýný Sünnileþtirme aracýdýr. Alevi çocuklarýnýn bu derste öðrendikleri ile evlerinde ve daha ileriki yaþlarýnda yaþadýklarý arasýnda bir paralellik, bir benzerlik bulunmamaktadýr. Bu ders ya kaldýrýlmalý ya da içeriði yeniden düzenlenerek; dinler tarihi, din sosyolojisi, din felsefesi, dinler-inançlar arasý diyalog ve hoþgörü, Alevilik, vb., konularýný da kapsamalý ve seçmeli olmalýdýr. Cemevleri’nin Alevilerin ibadet yeri olduðu kabul edilmelidir. Buna baðlý olarak imar yasasýnda gerekli düzenlemeler yapýlmalýdýr.

10

Cemevleri “cümbüþ evleridir” veya “kültür merkezleridir” gibi çýkýþlar keza inkâr politikalarýnýn bir yansýmasýdýr. Cemevleri’ne Alevi yurttaþlarýn gereksinimi vardýr ve bu bir sosyal olgudur. Dün köyde, köyün en büyük odasý bu görevi görüyor iken; bugün kentte böyle bir þey olasý deðildir. Kaldý ki bugün bir çok kentimizde Alevi yurttaþlar cemevleri inþa etmekte ve ibadetlerini buralarda yapmaktadýrlar. Ama ne yazýk ki, bu yapýlar ne imar açýsýndan ne de diðer yasalar açýsýndan yasaldýr. Sadece fiili ve meþrudur. “Hacýbektaþ Müzesi” ibadete açýlmalý ve yönetimi Alevi kurumlarýna býrakýlmalýdýr. “Hacýbektaþ Müzesi”; Alevi-Bektaþilerin dergâhýdýr. Bu yolun kurucusu Hacý Bektaþ Veli orada yatmaktadýr. Bu yapý Alevi-Bektaþiler açýsýndan bir “Müze” deðil Serçeþme’dir, Kâbe niteliðindedir. Dünyanýn dört bir yanýndan her yýl milyonlarca gönül erince ziyaret edilmektedir ve bu ziyaretçiler bu yapýya para ödeyerek ve ancak mesai saatleri içerisinde girebilmektedirler. Bu çeliþki düzeltilmelidir. TRT yayýnlarý düzeltilmelidir. TRT de dini yayýnlar açýsýndan týpký DÝB gibi bir Sünni kurumudur. TRT nasýl ki Sünni yurttaþlara her Ramazan’da veya diðer dini günlerde yayýnlarýyla hizmet veriyorsa, Alevi yurttaþlara da Muharrem ayýnda benzer hizmetler vermelidir. Zira onlar da vergi veriyorlar ve onlar da bu yurdun insanlarý. Üstelik sayýlarý AB’ne göre 12-20 milyon kadar. Bu ve benzer reformlar; rekabet, ayrýþma, baþkalaþma gibi olumsuzluklar deðil, buluþma, kaynaþma, barýþma gibi olumluluklara vesile olacaktýr. Alevilerde bu yurdu, bu devleti daha da benimseme, sahiplenme duygusunu geliþtirecektir. Ayrýca yakýn tarihimizde ne yazýk ki sýkça yaþadýðýmýz Sivas, Çorum, Maraþ, Gazi vb. toplu katliamlarýn da önüne geçecektir. Aleviler, “Katli vacip mürtetler” olarak deðil, bu yurdu birlikte paylaþtýðýmýz eþit yurttaþlar olarak görülecektir. Kaldý ki tüm bunlar laikliðin de bir gereðidir. DÝPNOTLAR 1 2 3 4 5

Ayhan Yalçýnkaya, Alevilik’te Toplumsal Kurumlar ve Ýktidar, Ankara 1996, Mülkiyeliler Birliði Vakfý Yayýnlarý Daha geniþ bilgi için bkz: Age, s.157. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 11, s. 215. 15-20 Ekim 1927, Nutuk, c. 11, s. 1193. 15-20 Ekim 1927, Nutuk, c. 11, s. 937.

Sayý 5


‘Raymond’ ve ‘Kýzýlbaþlýk’ Cengiz Yýldýrým

En eski masallar, en eski insan topluluklarý, çoktanrýcýlýk dönemi... Ýnsan topluluklarý arasýnda ana baba, erkek kardeþ, kýz kardeþ duygusu ve bilincinin henüz geliþmemiþ olduðu bir çað... Evet, tartýþmacýlar ne diye Kýzýlbaþlýk’tan söz etsinler? Burada bir yanlýþlýk yok mudur? Üstelik elin Fransýzlarý din ile hiç ilgisi olamayan bir konuyu ele alýrlarken ne diye Kýzýlbaþlýktan söz etsinler? Yoksa bizim çevirmenin ve Milli Eðitim Bakanlýðý Yayýnlarý’nýn bir bildiði mi var?

D

ört yýl kadar oluyor; bir yayýnevi benden, Anatole France’ýn deðiþik tarihlerde dilimize çevrilmiþ bazý yapýtlarýný yayýna hazýrlamamý istemiþti. Bu yapýtlardan biri de Safiye Hatay çevirisiyle 1990 yýlýnda Milli Eðitim Bakanlýðý (MEB) Yayýnlarý arasýnda ikinci baskýsý yapýlmýþ olan “Dostumun Kitabý”ydý. Kitabýn dili son derece eski ve donuktu; akýl almaz bilgi yanlýþlýklarý da onu yayýna hazýrlama iþini anlamsýz kýlýyordu. Olsa olsa bu kitap yeniden çevrilirdi. Öyle yapmaya karar vermiþtik. Yapýtýn “Peri Masallarý Üzerine Diyalog” adlý son bölümünde üç kiþi (Laure, Octave, Raymond) arasýnda son derece ilginç bir tartýþma geçer. Peri masallarýnýn kökeni, masallar ve gerçeklik, masallarda simgesel anlamlar... felsefi düzeyde ele alýnarak çözümlenmektedir. Raymond, konuþmasýnýn bir yerinde Max Müller’den þu alýntýyý yapmaktadýr: “Masallar mitolojinin modern lehçesidir; eðer bilimsel bir incelemeye konu olacaklarsa, ilk iþ, her modern masalý en eski söylenceye, her söylenceyi de ilkel bir mite kadar götürmeye giriþmektir.”1 Otuz sayfa kadar tutan diyalog (tartýþma) boyunca bu yapýlmaktadýr. Tartýþmanýn akýþý içerisinde Laure’un, “Homeros’un tanrýçalarýyla Perrault’nun perilerini ne kadar birbirine karýþtýrýyorsunuz” þeklindeki sözlerine Raymond þöyle yanýt vermektedir: “Her ikisinin de hem kökeni hem doðasý birdir de ondan. O krallar, o sevimli prensler, gün gibi güzel o prensesler, küçük çocuklarý eðlendiren ve korkutan o devler bir zamanlar tanrý ve tanrýça oldular ve insanlýðýn çocukluk dönemini dehþet ya da neþeyle doldurdular. Parmak Çocuk, Eþek Derisi ve Mavi Sakal uzaktan, çok uzaktan gelen eski ve saygý uyandýran masallardýr.”2 Bu kýsa açýklama ve uzun sayýlabilecek alýntýlardan sonra, sanýrým, söz konusu üç kiþi arasýndaki tartýþmanýn konusu ve çerçevesi yeterince ortaya çýkmýþ ve belirginleþmiþtir. Þimdi MEB yayýný “Dostumun Kitabý”na dönelim. Tartýþmanýn bir yerinde Raymond’a þunlar söyletiliyor: “... Yo itiraz etmeyin, Kuzinim, cebrin kanunlarý zarurî kýlmasý gibi ahlaksýzlýk ta ahlâkýn mevcut olmasýna sebep olur. Kralýn kýzýna karþý duyduðu, gelenek ve Perrault’nun da dinî bir safiyetle saygý gösterdiði bu his, masalýn hürmete lâyýk mazisine þahadet eder ve onu Ariadne’ýn pederþahî kabilelerine kadar çýkarýr. Kýzýlbaþlýk, babaya ‘himaye eden’, erkek kardeþe ‘yardým eden’, kýz kardeþe ‘teselli eden’, kýza ‘inekleri saðan’, koca ile karýsýna ‘kuvvetliler’ diyen bu masum çoban ailelerinde nefretle karþýlanmazdý. Güneþ memleketlerinin bu sýðýr çobanlarý, utanmayý icat etmemiþlerdi. Onlarda kadýn, sakladýðý bir þeyi olmadýðý için tehlikesizdi. Kocaya beyaz iki öküzün koþulu olduðu arabada bir zevce götürüp götürmemesine karar veren tek kanun kabile reisinin iradesiydi.”3

Aralýk 2004

Burada nasýl bir çeviriyle karþý karþýya olduðumuzu anlatabilmek açýsýndan dil ve yazým yanlýþlarýný düzeltmiyorum... En eski masallar, en eski insan topluluklarý, çoktanrýcýlýk dönemi... Ýnsan topluluklarý arasýnda ana baba, erkek kardeþ, kýz kardeþ duygusu ve bilincinin henüz geliþmemiþ olduðu bir çað... Evet, tartýþmacýlar ne diye Kýzýlbaþlýk’tan söz etsinler? Burada bir yanlýþlýk yok mudur? Üstelik elin Fransýzlarý din ile hiç ilgisi olamayan bir konuyu ele alýrlarken ne diye Kýzýlbaþlýktan söz etsinler? Yoksa bizim çevirmenin ve MEB’in mi bir bildiði var? Çevirmen ve MEB yetkilileri sosyoloji ve tarih bilgisinden bütünüyle yoksun olsalar bile, yukarýda sözü edilen iliþkilerin çok eski, tektanrýlý dinlerin ortaya çýkýþýndan çok önceye dayandýðýný kestirmek güç mü? Kafamýz karmakarýþýk bir durumda biz bu sorularý sormaya devam ederken, “Kýzýlbaþlýk” teriminin hangi sözcük karþýlýðýnda kullanýlmýþ olduðunu bulmayý akýl ediyoruz... Ne dersiniz? Bizim çeviriye, çevirmene ve MEB’e göre Fransýzca inceste (ensest) sözcüðünü karþýlýyordu Kýzýlbaþlýk! Olur þey deðildi. Ýnsanýn dudaklarý uçuklatan bu cahilliði mi yoksa kasýtlýlýðý mý diyelim düzeltmek için çaba göstermeyi bir yurttaþlýk görevi saymýþ, bir dergiye bu konuda bir yazý da yazmýþtým. Yazýnýn bir yerinde þöyle denmektedir: “Cahil dedesinden duyduklarýný ‘bilgi’ zanneden su katýlmamýþ Sünni yobazý, büyük olasýlýkla kendi bildiði günden baþlayarak Kýzýlbaþlýk hakkýnda kulaðýna üflenen bir konuda zahmet edip de bir sözlüðe, bir ansiklopediye baþvurmaya gerek görmemiþ. Bilgisinden o kadar emin, kafasýnda en ufak bir kuþkuya yer yok. MEB yetkililerinin kumaþý da ayný; onlar da böyle bir çeviriyi yayýnlayarak ‘yüce Türk milletine’ büyük bir hizmette bulunmakta kusur etmemiþler!”4 Bu yazýnýn üzerinden üç buçuk yýl geçti; hiç kimseden en ufak bir ses çýkmadý. Özellikle MEB yetkililerinden çýt yok! Tabii çevirmen (Safiye Hatay) hayatta mýydý, deðil miydi; hayatta ise yanýt verebilecek durumda mýydý orasýný bilemem, ama MEB evelallah Ankara’da lök gibi oturmaktaydý. Kendi yayýnýna sahip çýkmasý “milli bir vazife” sayýlmaz mýydý? Ben þimdi bu iþin kolayýný biliyorum. Oturup Fransa Cumhurbaþkaný Jacques Chirac’a bir mektup yazarak bizimkileri þikâyet edeceðim. MEB yetkilileri yüzünden, diyeceðim, Fransýz Akademisi üyesi, 1921 yýlý Nobel edebiyat ödülü sahibi, sizin büyük yazarýnýz ne hallere düþürülüyor! Koskoca Anatole France ensestin ne olduðunu bilmez mi? Çevirideki yanlýþlýk okuyucu tarafýndan Anatole France’a mal edilmektedir. Bu sorunu lütfen çözün, Bay Chirac... Bunu yaptýðým zaman iyi biliyorum ki MEB yetkilileri gelip benim ayaklarýma kapanacaklar; çevirideki yanlýþýn derhal düzeltileceðine söz vereceklerdir. Sonra da bir yetkili TRT ekranlarýnda gerdan kýra kýra þöyle seslenecektir: “Biz bu düzeltmeyi baþkalarý istediði için deðil, Alevi yurttaþlarýmýz buna layýk olduðu için yaptýk.” Öyle olsun! Son olarak þunu ekleyelim: Safiye Hatay çevirisi Dostumun Kitabý 1990 yýlýnda 20 bin adet basýlmýþ. Caðaloðlu’ndaki MEB kitap satýþ yeri görevlileri, bu kitabýn ellerinde bulunmadýðýný belirtiyorlar. Yirmi bin kitap tükenmiþ! 90’lý yýllarda Türki denen cumhuriyetlere bizim yöneticiler kültürel yardým adý altýnda ne bulurlarsa gönderiyorlardý. Bana öyle geliyor ki bunca eleþtirdiðimiz çeviri Türkiye ile sýnýrlý kalmayýp, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” uzanan bölgeye yayýlmýþtýr!

DÝPNOTLAR: 1. Anatole France, Dostumun Kitabý, çev.: Cengiz Yýldýrým, Pencere Yayýnlarý, Birinci Baský, Mayýs 2002, Ýstanbul, s. 158-159. 2. Agy., s. 152. 3. Anatole France, Dostumun Kitabý, çev.: Safiye Hatay, MEB Yayýnlarý, Ýkinci Baský, Ýstanbul, 1990, s.: 210-211. 4. Cengiz Yýldýrým, Çeviride Gaddarlýk ve Yobazlýk, Berfin Bahar, s. 39.

11


TASAVVUF Bölüm - II Ýsmail Özmen Batýnilik, bir açýdan doðu sosyalizmi sayýlabilir. Çünkü tasavvufun amacý; insanlar arasýndaki barýþý, eþitliði, kardeþçe yaþamayý, çok yönlü dayanýþmayý, yardýmý saðlamak; dahasý “yarin dudaðýndan özge her þeyde” toplumsal ortaklýðý kurduktan sonra sömürüsüz bir paylaþým sistemini gerçekleþtirip yaþama geçirmektir. Mistisizmin deðiþmeyen yönü, her türlü haksýzlýðý yok etmeye yönelik olmasýdýr; özü ise, hep eþitlikçi-toplumcu bir öðretiden kaynaklanýp güç alýr.

G

Tasavvufun Tanýmý

enel olarak mistisizm, literatürde gözlem ve muhakemeden çok duygu ve sezgiye dayanan bir öðreti biçimi þeklinde nitelendirilir.Dahasý bir baþka anlatýmla, mistisizm, Tanrý’yý “sezgi” yoluyla kavrama ve Tanrý ile birleþme olup vecd hâli bu birleþmenin en yüksek derecesidir. Bir baþka görüþe göre, Ýslam tasavvufu, dinin “þeriat kurallarýna” karþý, yeni bir yorum ve anlayýþ olarak geliþti, zira Ýslamiyet çeþitli kavim ve uygarlýklarý kendi bünyesi içine alýyordu. Elbette bir süre sonra, yeni yorum ve görüþlerin doðup geliþmesi, düþünce bazýnda bazý anlaþmazlýklarýn baþ göstermesi doðal ve beklenen bir olguydu. Ýþte bütün bu karýþýk olgularýn birikimi sonucunda mezhepler ortaya çýktý; tasavvuf inancýnýn öncülerini “ehl-i sünnet” ulemasý denilen þeriatçýlar tepkiyle karþýladýlar, reddettiler. Yaklaþýk üç yüz yýl boyunca süren çaba ve çalýþmalarýn semeresi olarak, ancak Hicret’ten 500 yýl sonra, Ýslamiyet’te tasavvuf yorumlarýnýn þeriat kurallarýna, sünnet ve Kuran esaslarýna ters düþmediði kabul edildi. Ýslam tasavvufunun kökleri Kuran’da ve Hz. Muhammet’in hadislerinde aranmaya baþlandý. Özellikle de, görüldü ki Mekke’de indirilen ayetler tasavvuf inançlarýný destekler nitelikteydi. Bu ayetler ve hadisler yeni bir görüþ ve anlayýþla yorumlanýp deðerlendirildikçe, her düþünce sisteminde olduðu gibi, tasavvuf akýmýnda da yavaþ yavaþ özel terim ve kavramlar oluþmaya baþladý. Bu terimler, gerek tasavvuf akýmýnýn birer uygulama alaný olan bazý tarikatlarda, gerekse de ayný akýmýn etkilediði eski edebiyatta özel ve özgün bir nitelik kazanarak yaþadý, geliþti, oradan da halk diline ve kültürüne ulaþtý. Bu konuda örnekler vermek gekirse; maþuk, Allah; saki, Tanrý sevgisini onu isteyenlere sunan mürþit; kadeh, mürþidin talibe sunduðu Tanrý biliminin kalýbý; þarab, Tanrý biliminin özü; meyhâne, Tanrý ilminin sunulduðu yer; tekke, dergâh; sarhoþ, mürþidin verdiði mânâ þarabýyla kendinden geçen derviþ...v.s. Ana görüþ olarak Ýslam tasavvufu, “Tanrý’dan baþka mevcut yoktur” (Lâ mevcudu illâllâh) kuralýný temel sayar. Varlýk tektir, birdir. Vücud-u mutlak olan Tanrý varlýðýndan ibarettir. Mutlak varlýk, ayný zamanda mutlak iyilik (hayr-ý mutlak) ve mutlak güzelliktir (hüsn-ü mutlak). Aslýnda felsefede her þey “zýddý” ile bilinir, tüm düþünce sistemlerinde bilinen temel öðe budur. Mutlak varlýðýn zýddý yokluk; mutlak hayrýn zýddý þer; mutlak güzelliðin zýddý çirkinliktir. Bütün bunlar Tanrý’nýn “yokluk” suretindeki ifadeleridir, aslýnda bu varlýðýn zýddý olarak düþünüle-

12

bilir. Kudsî bir hadiste bildirildiði gibi, Allah’ýn, “Ben gizli bir hazineydim; istedim ki bilineyim” sözü tecellinin özü ve ana nedenidir. Mutasavvýflar, her þeyin Allah’ýn bir adýnýn tecellisi, bir mazharý olduðunu anlatmak için çeþitli benzetmeler yapmýþlardýr. Bunlarýn içinde en yaygýn olaný “ayna” örneðidir: Allah karþýlýklý konmuþ yokluk aynasýnda bakan bir varlýk gibidir. Bu karþýlýklý aynalar ortadaki varlýðýn binlerce hatta sayýsýz görünümlerini, yansýmasýný verirler. Ortadaki gerçek varlýk, aynalarýn önünden çekilirse aynalar “boþ” kalýr. Ýþte Tanrý ile yaratýlmýþlar âlemi arasýndaki temel iliþki de buna benzer. Görülen odur ki bu anlayýþta bir “tecelli” söz konusudur. Böyle bir âlem vacib, yani kendi kendine var olan deðil, mümkün, yani Allah’ýn varlýðýndan dolayý tecelli eden, bir baþka söyleyiþle var görünen bir âlemdir. Bu tecelli, Allah’ýn “ol” (kün) buyurmasýyla oluþtu. Özetlersek, tecellinin öncesi sözdür(kelâm). Bu görüþe göre, “kün” buyruðu olmasaydý bu tecelli âlemi olmayacaktý. Bilinen ezel ve ebed kavramlarý, aslýnda ‘ân-ý daimî’ denilen sürekli anýn içindedirler, her iki kavramda hâlâ bitmiþ deðildir, sürmektedirler ve O’nun istediði an’a ve yere kadar da sürüp gideceklerdir. Kün (ol) buyruðu verilip tecelli oluþmadan önce bütün nesneler gerçekte yoktu, yani oluþmamýþtý, ama Tanrý’ya oranla kavram olarak vardý, bir baþka anlatýmla, Tanrý’nýn ezeli bilgisinde bilinen, yani malûm ve sabittiler. Aslýnda bu kavramlar, eþyanýn gerçeði ve özü olarak bilinir. Tasavvuf dilinde bunlar, ’âyan-ý sabite’ denilen niteliklerdir. Bu terimi biraz açýklamakta yarar görüyoruz. Þöyle ki, âyan-ý sabite olgusu, mutasavvýflara göre, eþyanýn vücuda gelmeden önce ilm-i ilahide sabit olan suretleridir. Çünkü Allah mutlak varlýktýr, Allah’ýn zâtý, özel ve özgün bir bilimi gerektirir, bu nedenle eþyanýn gerçekleri (hakaik-ül-mümkinât) O’nun bu ilminde vardýr; O’nun Levh-i Mahfuz’unda yazýlýdýr. Varlýk âlemi, yani bilinen evren Allah’ýn zâtýnda bulunan ve Levh-i Mahfuz’unda yazýlý olan gerçeklerin ve kavramlarýn tecellisinden, oluþumundan, yansýmasýndan meydana gelmiþtir. Ýþte bu âlem âyan âlemidir; Allah’ýn ayrý bir varlýðý yoktur. Bunun için mutasavvýflar “âyan varlýk kokusunu duymamýþtýr” derler. Onlar bu büyülü ve simgesel söyleyiþle, bilinen âlemin gerçekte yok olduðu halde var göründüðünü, gerçekte ise var olan âlemin Allah’ýn bizzat kendisinde var olup sabit bulunan özgün ve özel biliminin suretleri olduðunu anlatmak ve vurgulamak isterler. Hatta Allah dilerse derler bu bilimindeki eþyanýn suretlerini deðiþtirebilir, onlarý baþka þekillerde tezahür ettirebilir, çünkü böyle bir kudret ve yetki O’nundur. Tasavvufta buna “tebdil-i âyan” adý verilir, tecelli ancak bu sýfatlarla oluþup meydana çýkar, yani, tecelli kendilerine ezelde, Tanrý’nýn verdiði sýfat ve yeteneklerle oluþup ortaya çýkar; bu hâl kerametin en yüksek derecesi olarak kabul edilir. Tasavvufta bu derece ve aþamaya varmak zevkine, ancak maddi varlýðýndan tamamen kurtulmuþ, Alah’a yakýnlaþmýþ olan kimseler ulaþabilirler. Ýslam’da tasavvufun deðiþik tanýmlarý bazý büyük ve ünlü mutasavvýflarca þu þekilde yapýlmýþtýr: -Cüneyd Baðdadî (öl.200/815): Tasavvuf, sulhü olmayan bir savaþtýr. Daðýnýk olmayan zihinle Allah’ý zikretmek, sema ile vecde gelmek, sünnete uygun þekilde amel etmek, maddi þeylerden ilgiyi keserek Allah ile beraber olmaktýr. Hakk’ýn seni sende öldürmesi, kendisi ile diriltmesidir. Halka uymak, kirinden, pasýndan arýnmak, süfli huylardan ayrýlmak, beþeri, bencil ve adi tüm nitelikleri söndürmek, nefsanî davalardan uzaklaþmak, olgun güzel ruhanî vasýflar kazanmaya çaba harcamak, hakiki ilimlere sarýlmak, daima uygun olana göre hareket edip yaþamaktýr. Herkese nasihatta bulunmak, Allah’a Elest Bezmi’nde verilen söz üzerinde ödünsüz ve içtenlikle durmak, Resulullah’a ve þeriatýna uymaktýr. Aslýnda tasavvuf kulun içinde oturduðu bir sýfattýr. -Ebu Hüseyin Nuri (öl.295/907): Tasavvuf, makamý yaymak ve kýyama hazýr olmaktýr. Nefsin nasibini terk etmek, Hakk’ýn nasibini aramaktýr. Hürriyettir, fütüvvettir, cömertliktir. Ünvan ve bilgi iþi deðil, salt ahlâktan ibarettir. -Ebu Ali Ruzbari (öl.322/933): Tasavvuf, baþtan sona ciddiyettir. Ona þaka türünden hiçbir yabancý þey karýþtýrmayýnýz.O, kovsa bile sevgilinin kapýsý önünde diz çökmek ve oradan ayrýlmamaktýr. -Müzeyyin (öl.328/939): Tasavvuf bilerek ve inanarak Hakk’a boyun eðmektir. -Ebu Necip Suhreverdi’ye (öl.563/1168) göre: Tasavvufun baþlangýcý ilim, ortasý amel, sonu mevhibedir. -Fazlullah b.Ahmed’e (öl.440/1048) göre: Tasavvuf, ubudiyete nefsi terk etmek, rububiyetle kalbi baðlamak, bütüniyetle Allah’a bakmaktýr.

Sayý 5


-Ebu Amr Dýmýþkî (öl.320/931): Tasavvuf, âlemi noksan görmektir. Hatta âleme karþý gözü kapatýp noksan olmayan varlýðý müþahede etmektir. -Semnûn Muhib (öl.297/909): Tasavvuf, hiç bir þeye sahip olmaman, hiç bir þeyinde sana sahip olmamasýdýr. Cömertlik, fakr ve hürriyettir. Gerçekte nefse kul, þeytana zebun olmamaktýr. -Ýbni Cella: O bir hakikattýr. Resmi ve þekli yoktur, onda þekil ve kýyafet asla aranmaz. -Bundar b. Hüseyin Þirazî (öl. 353/966): Tasavvuf, ahde vefa etmektir. Bezmi eleste sadakattir. -Ebu Hasan Harakanî (öl.425/1033): Sûfi, hýrka ve seccadeye, þöhret ve kurala sýðýnan deðil, fenâ-fillâh olandýr. Gündüz güneþ, gece ay aramayan kiþidir. Bu ünlü mutasavvýflarýn yukarýya aldýðýmýz tanýmlarý karþýsýnda görülen odur ki tasavvuf, Ýslamî kaynaklardan hareketle, temel dinsel ilkelerin konuyla ilgili yönlerini çeþitli açýlardan inceleyen, derinleþtiren, yaþayan ve baþkalarýna aktarýp yansýtma yollarýný gösteren bir çalýþma türüdür. Bir baþka söyleyiþle tasavvuf, Kuran ve hadislerde yer alan, insanýn mistik yönünü ve gönül terbiyesini iþaret eden, fiziksel maddenin ve dünyanýn geçiciliðini iþleyen, gönülsel davranýþlarý esas alan kurallara deðiþik yorumlarla yaklaþan bir aktöre ve düþünce dizgesidir. Tasavvuf, Ýslam mistisizmini simgeleyen bir sözcük olup Batý dillerinde ki karþýlýðý Sûfizim’dir. Tasavvuf, þeriata, yerleþik kurallara karþý elsiz ayaksýz karþý çýkma, bir tür sessiz ayaklanmadýr; tasavvuf bu özelliðinden hiç bir zaman ödün vermemiþtir, verseydi zaten tasavvuf olmazdý... Ýslam mistisizmi, yani tasavvuf, “düþünce biçimleri” açýsýndan son derece özgür ve özgün bir görünüm sergilerken hep özüne ve yapýsýna uygun davranmýþtýr. Aslýnda Ýslam, tasavvufu ve genelde de felsefeyi yüzyýllar boyunca yadsýmýþ, kabul etmemiþ, reddetmiþtir. Daha sonralarý tasavvuf açýsýndan iþi yoðun biçimde incelemiþ ve iþine geldiði biçimde yorumlayýp kullanmýþtýr. Gerçekte Ýslam dini, iliþki kurduðu tüm kültürlerden dolaylý-dolaysýz ya da açýk-gizli biçimde yararlanmasýný bilmiþtir. Bu baðlamda örnek olarak göstereceðimiz “Ihvanu’s Safa” risaleleri felsefi bir yapýt olup Ýslam düþünce tarihinin en büyük ürünlerinden biridir. Bu yapýttan tüm Ýslam düþünce ekolleri ve düþünürleri yararlanmýþtýr. Ýbn-Arabî gibi mutasavvýflar baþta olmak üzere, tasavvufu budayarak Sünnilikle baðdaþtýrmaya çalýþan Ortodoks görüþlü Ýmam Gazali bile bu yapýttan yararlanmayý ihmal etmemiþtir.

T

Tasavvufun Konusu

emelde tasavvufun konusu insandýr. Ýnsan-Tanrý iliþkilerinin temel aðýrlýk teþkil ettiði tasavvufun amacý, yüce Tanrý’ya ulaþmaktýr; bu baðlamda tasavvuf, evren ile insaný her yönüyle derinlemesine tanýmak ister, insan-ý kâmil kavramýný somutlaþtýrarak güncelleþtirmeye büyük çaba harcar, bütün insanlarýn doruk düzey yükselmelerini saðlayacak, dahasý giderek insanlýðý düþtüðü çýkmazlardan kurtaracak öneri ve önlemleri kendi içeriðinde tezgâhlayýp sergiler, bütün bunlarý ve benzerlerini onlarýn hizmetlerine sunar. Bir baþka açýdan, Ýslam’ýn dýþýndaki Mistisizm, sözlük anlamýyla “görünürde olmayan, gizli, öteki dünyaya ait bilgiler” demektir. Kiþinin dünya ile ilgisini kesip Tanrý sevgisine baðlanmasý, o ummana dalmasýdýr. Ýslam’da mistisizmin toplumla iliþkisi ilginç bir durum ve görünüm sergiler. Gizemcilik, insaný toplumdan koparmayý amaçlar, ama zamansal süreç içinde, uygulamanýn bir kaç örnek dýþýnda böyle olmadýðý açýktýr. Görülen odur ki, mistisizm, Sünniliðin yasakladýðý felsefe ve teolojiden bilgi edinme, çeþitli felsefî sorunlara gerçek ve doðru yanýtlar arama, zorba yönetimlere karþý özgürlüðü ve yoksul halký savunma, toplumla bireysel düzeyde, derinlemesine, sürekli ve yoðun iliþki içinde olma cesaretini gösterme gibi ödevleri üstlenmesini bilmiþtir. Mistikler, her türlü þekli, bu arada camileri reddetmiþler, kendi içlerindeki mabetlerine çekilerek Tanrý ile haþýr-neþir olmuþlardýr. Yine Ýslam mistisizminde genel olarak “evlenmeme” kuralý geçerli deðildir. Tarikat üyelerinin büyük çoðunluðu iþinde, gücünde, halkýn yanýnda ve içinde yaþamayý tercih ederler. Dünya iþlerinden el-etek çekme kuralý çok küçük bir çevre tarafýndan uygulanmýþ ise de, gerçekte, tasavvuf,Ýslam dininde geçerliliði olmayan, þeriat dýþý, hep felsefe içinde oturan bir sistem sanýlarak medrese çevrelerince hep yasaklanmýþtýr. Tarihsel açýdan tasavvuf olgusuna baktýðýmýzda Ýslam ülkelerindeki irili-ufaklý tüm ayaklanmalarýn önderliðini mistikler veya yandaþlarý yapmýþlardýr. Genel olarak, mistisizm (tasavvuf, sufizm, gizemcilik) Kuran’ýn zâhiri denilen açýk anlamlarýna pek önem verip derinliðine inmez. Gizli anlamlarýný asýl ve gerçek anlam sayar. Bu konularda Batýnilik, bir baþka açýdan doðu sosyalizmi sayýlabilir. Çünkü tasavvufun amacý; insanlar arasýndaki barýþý, eþitliði, kardeþçe yaþamayý, çok yönlü dayanýþmayý, yardýmý saðlamak; dahasý “yarin dudaðýndan özge her þeyde” toplumsal ortaklýðý kurduktan sonra sömürüsüz bir paylaþým sistemini gerçekleþtirip yaþama geçirmektir. Bütün dünyada mistisizmin deðiþmeyen yönü, her türlü haksýzlýðý yok etmeye yönelik olmasýdýr; özü ise, hep eþitlikçi-toplumcu bir öðretiden kaynaklanýp güç alýr. Tasavvufun Batýni kolu, hiç bir zaman dünya iþlerinden el çekmemiþ, açýk ve örtülü biçimde hep politikanýn içinde yer almýþtýr. Dünyanýn daha güzel, daha yaþanýlýr bir dünya olmasý için yoðun ve sürekli bir savaþým içinde bulunmuþ, bu savaþýmý Tanrý ile birlikte yapmayý, O’nu da bu tür savaþlara sokmayý ana kural saymýþtýr. Özetle; Ýslam tasavvufu insaný, tam ve özgün ve kendi içinde özgür bir kul olarak tam anlamýyla gerçek ve özgür bir insan yapmaya yöneliktir. Bu baðlamda tasavvuf, kulu özgürlüðün vahþi atýna bindirip kul olgusunun bilinen tutsaklýk zincirlerini onun içinde otururken kýrdýrmasýný bilmiþtir. Mistisizmin bütün bunlarý gerçekleþtirmek için çeþitli tarihsel nedenlerle Þii’likle yoðun bir iliþkiye girdiði, yakýnlaþtýðý ve çoðu yerde özdeþleþtikleri, ancak çoðu yönlerden de ayrýldýklarý, örtüþmedikleri yadsýnamaz tarihsel gerçeklerdir diyebiliriz.

Aralýk 2004

AÞÝK HÜSEYÝN KAÇIRAN, Aktaran Aþýk Kul Hasan

Yoksulluk Evde otururdum kendi halýmda Bir akþam kapýyý vurdu yoksulluk Gelen kimdir diye açýp bakarken Süzülüp içeri girdi yoksulluk Misafir zannettik birde sevindik Merhaba sultaným hoþ geldin dedik Rahat otur diye bir minder verdik Köþede mekaný kurdu yoksulluk O gece gitmedi beraber yattýk Alta hasýr, üstümüze çul örttük Gelmiþten, geçmiþten muhabbet ettik Yedi sülalemi sordu yoksulluk Bir kuru ekmeði doðradýk suya Ýþtah ile yedik hem doya doya Ölünceye kadar böyle kal diye Elime fermaný verdi yoksulluk Dedi ki, Kaçýran muradýn alma Senden ayrýlamam kusura kalma Dedim defol burdan bir daha gelme Vurunca belimi kýrdý yoksulluk

Duyanlar Gelsin Bugün doðum günümdür duyanlar gelsin Dostlarýma büyük ziyafetim var Herkes yesin, içsin, gülsün, eðlensin Beþ yüz koyun kestim, on ton etim var Böyle ziyafeti tarihler yazsýn Aþýklar, þairler destanlar düzsün Karadan, denizden isteyen gelsin Kimse daðýlmasýn böyle þartým var Maþallah diyelim deðmesin nazar Ýsmim beþ kýtada dillerde gezer Hesapsýz gemim var, denizde yüzer Yirmi beþ tane de özel yatým var Beþ bin katýrým var, hep hecin boylu Beþ bin kýsraðým var, üç bin’i taylý Hepside safkandýr, Ýngiliz soylu Bin beþ yüz tane de binek atým var Sýðýrlarým biner biner sayýlýr Koyunlarým sürü sürü yayýlýr Her biri yüz tane misafir alýr Ýki bin tane de üç’er katým var Yüz bin sandýk üzüm çýkar baðýmdan Avcýlarým aslan avlar daðýmdan Otuz bin solumdan kýrk bin saðýmdan Arkamda da yüz bin aþiretim var Garip Kaçýran’ým hakikat sandým Gördüðüm rüyaymýþ birden uyandým Sað yaným uyuþmuþ, sol yana döndüm Hasýra sarlandým ne rahatým var

13


ALEVÝ-BEKTAÞÝ EDEBÝYATINDA YENÝ ARAYIÞLAR

Ayetten Nefese Ahmet Taþðýn

B

bu sözlü kültürü aktarmada önemli iþleve sahip “dede” dini otorite kayu makale sözlü ve yazýlý kültür arasýndaki farklýlýðý ortaya býna uðramýþ ve yazýlý kültürle oluþan seküler eðitimden geçmiþ entelekkoyarak Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn sözlü kültüre dayalý olduðu ve yazýlý kültürle beraber yeniden biçimleniþini antüel dedenin otorite alaný ceme sýkýþtýrýlmýþtýr. Bunun yaný sýra yazýlý küllatmayý hedeflemektedir. Bu bakýmdan sözlü kültür bir tatürün yaygýn hale gelmesiyle Alevi-Bektaþi kimliðinin temelini teþkil ným olarak- olumsuz bir anlam içermemekle beraber heteeden dedenin yerine gazete ve dergilerle belirginleþen yeni “Alevi Literarodoksi baðlamýnda Alevi-Bektaþilik lehinde bir anlamda da kullanýlmatürü” geçmektedir. Alevi literatürü, Alevi kimliðini oluþtururken kültürel maktadýr. Çünkü sözlü kültür, ilkellere ait bir sosyal yapýnýn geliþmemiþ olarak yeni iletiþim araçlarýyla “yeniden hayal etmek” tedir.6 Esasen ünibiçimi olarak kabul görmektedir. Ayrýca bir önceki ifadeden yola çýkarak versite mezunu eðitim görmüþ Alevilerden oluþan orta sýnýf, dedenin dini sözlü kültürün yazýlý kültüre nazaran Alevi-Bektaþi düþüncesinde “ daha fonksiyonunun dýþýnda -çoðu zaman bu alana da müdahale ettiler- daha özgür” bir yapý oluþturduðu savunusu ikili kurgu içerisinde tutarsýzdýr1. ön plana çýktý. Öyle ki son on yýlda gerçekleþen Alevi-Bektaþi örgütlenSözlü kültür, kendi ifade biçimi ile ihtiyaç duyulduðu oranda kendimelerini de bu orta sýnýf gençler yönlerdi.7 ni yenilemektedir. Söz, sahibinden muhataplarýna birebir ulaþmaktadýr. Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn yazýlý kültür ile tanýþmasý son yarým yüzSorgulanabilen, deðiþtirilebilen ve hep ayný ifade biçimini koruyabilen yýlda gerçekleþmiþtir. Buna karþýn Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn yazýya bir seyir izlemektedir. Bu haliyle sözün muhataplarý edilgendir ama bir o aktarýmý çok daha önceki yüzyýllarda baþlamýþtýr. Yazýya aktarýlan bu oranda da bütündürler. Alevi-Bektaþiler tarafýndan yapýlan çalýþmalar ve eserler, sözlü kültür biçimini tamamýyla yansýtmaktadýrlar. Bazý istisnaçalýþmalarýn isimlendirilmelerine varýncaya kadar yazýlý (kültürün) tarzýlara raðmen yol ve göreneklerin yazýlý olduðu kitaplar az deðildir. Buna na uygun olarak ortaya çýkmýþtýr. Kayda geçen bu yapýtlar üzerinde araþkarþýn bu eserler sözlü geleneðin en güzel örnekleri olarak ele alýnmalýdýr. týrmacý ya da eseri hazýrlayan istediði gibi söz Sözlü kültürün bütün özelliklerini taþýyan bu söyleyebilmektedir. Artýk yazýlý metin, metnin kaynaklar, yazýlý kültür içerisinde eski ihtiAlevi-Bektaþi kültürü için sahibinden ayrý olarak deðerlendirilmekte ve þamýný kaybetmiþtir. Bu eserler arasýnda: Cönk, eleþtirilmektedir. Erkânname, Buyruk, Menakýbname sayýlabilir. “asýl devrim” sözlü kültürden Yazý, bir nesne, imal edilmiþ bir ürün; zihni Bu eserlere binaen Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn yazýya geçilmesidir. zayýflatan; metne soru sorulunca cevap önemli parçasý olan nefeslerin, taným ve içerik veremeyen; kendini savunamayan özellik- Yazýlý kültür, sözlü kültüre mukabil deðiþimi Aleviliðin son yýllarda aldýðý seyri leriyle insan bilincini deðiþtiren en büyük bize verir. Bu tarihsel süreç ayný zamanda zioluþturduðu farklýlaþmayý hem buluþtur.2 Çünkü sözlü kültürden sonra hinsel dönüþümün veya zihinsel inþanýn boyudüþünceyi sürekli olarak biriktirmekte ve Alevi-Bektaþi geleneði içerisinde tu/uzantýlarý þeklinde gerçekleþmektedir. metin üzerinden daha da derinleþtirmektedir. Sadece Alevi-Bektaþi yazýmýnýn son on yýlBunun sonucu olarak metin üzerinde sürekli “dini otorite” oluþturmada hem de lýk dönemi deðerlendirildiðinde yazýlý kültürün sorgulamayý da saðlamaktadýr. Matbaanýn bu yeni durumda “Alevi kimliðinin” sözlü kültüre karþý nasýl bir parçalanmýþlýk icadýndan bu yana yazýnýn artan hakimiyeti, içinde bulunduðu açýkça gözlenebilir. Alevitarihselleþtirilmesini ve yazýya kendisine mecbur ettiði bir toplum oluþtururBektaþi–yazý- yazarlarý, Alevilik ve Bektaþilik konusunda Alevi-Bektaþiliðin dini bir tanýmýnken benliði de keskinleþtirmektedir.3 Yazý, geçirilmesini saðlamýþtýr. dan-ki bu taným ya Ýslam’ýn özü ya da Ýslam sözü nesneleþtirirken edilgen hale getirir. Geleneksel anlamda sürdürülen dýþý olarak belirginleþir-hümanist, milliyetçi ve “ Belirli sözlü metinlerin yazýya aktarýlsosyalist bir içeriðe sahip olduðu tezi üzerinde masý, daha geniþ bir din sahasýnda ortaya sözlü kültür ve bu sözlü kültürü odaklanmýþlardýr. Bu eserlerde, Alevi-Bektaþiçýkan yer deðiþtirmelerin sadece bir parçasýyaktarmada önemli iþleve sahip liðin kökeni ve doðuþu, inançlarýnýn temelleri ken, dinin daha kapsamlý olan sözlü ifadesinin, pratiðinin ve kurumlarýnýn yazýya geçirilmesi “dede” dini otorite kaybýna uðramýþ ve kökenleri, mahiyeti, niteliði hakkýnda tezler ise, hem dindeki dönüþümün belirtisidir, hem ileri sürmüþlerdir.8 Bu çabalardan da görüle4 ve yazýlý kültürle oluþan de dinin dönüþmesini hýzlandýrýr.” Burada, ceði üzere, sözlü kültürün birleþtirmesi ve bir matbu metinlerin kendine özgü gücü kendini cemaat olarak tanýmlamasýna karþýn yazýlý külseküler eðitimden geçmiþ gösterir; öyle ki sözün matbu metin haline tür parçalayýcý ve bireyseldir. Bu durum hem entelektüel dedenin otorite alaný tanýmlar hem kimlik olarak “belirsizleþtiren” gelmesiyle, bir dinsel sözlü gelenek biçimi, ritüel yoluyla aktarýlan, hayatý yönlendiren bir bir yapý oluþturmaktadýr. ceme sýkýþtýrýlmýþtýr. model olmaktan çýkar, standartlaþtýrýlmýþ bir Makalenin “Ayetten Nefese” þeklinde belirdoktrine dönüþür. Dini öðretilerin yazýya dölenme amacý, sözlü kültürden yazýlý kültüre külmesi, yaþanan bir dini, sistematik ve nesnelleþtirilmiþ basýlý metinler Alevi-Bektaþi edebiyatýndaki deðiþimi vurgulamaktýr. Birincisi (Ayet), topluluðuna dönüþtürebilir. Artýk bilgi miras olarak kuþaktan kuþaða sözlü kültüre gönderme yaparak kentleþme öncesi bir durumu tanýmladevredilmez, bu metinler kullanýlarak edinilir, öðrenilir. Dini bilgi mada kolaylýk saðlamaktadýr. Buna karþýn ikincisi (Nefes), yazýlý kültüre gönderme yaparken bu süreçte Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn Türk Halk9 aktarýmý artýk farklý bir araçla ve farklý bir konumu olan bir toplumsal 5 pratikle gerçekleþmektedir.” Bu durum Alevilik kurumlarý üzerinde etki Þiiri veya Türk Halk Edebiyatý içerisinde yer alan bir türe karþýlýk geederken ayný zamanda sosyal yapýyý da etkilemiþtir. Böylece Aleviler, mektedir. Artýk nefes, Alevi-Bektaþi edebiyatý -geleneksel tarzýnýn ortaya Aleviliði yeniden kurarak/uyarlayarak/dönüþtürerek ele almak zorunda çýktýðý bir þekil olmaktan ziyade- dünyevi-seküler bir anlama karþýlýk kaldýlar veya ele almak zorunda hissettiler kendilerini. Bu yeni durum gelmektedir. Öyle ki nefes geleneksel Alevi-Bektaþi edebiyatý tarzýndaki hem modernizmin itici bir güç olarak zorlamasý hem de Alevilerin Tansözlü kültür etkisini de yansýtmamaktadýr. Çünkü nefes, hem biçim itibazimat sonrasý oluþan ortama kendilerini uyarlama veya bu deðiþimi riyle yazýlý kültür hem de içerik itibariyle güncel ve toplumsal olaylara kendileri için bir imkan olarak algýlamalarýyla sonuçlandý. yöneldi. Çünkü Alevi-Bektaþi topluluk üyelerinin önemli bir kýsmý geleAlevi-Bektaþi kültürü için “asýl devrim” sözlü kültürden yazýya geneksel yapýyý yansýtan dini kurumlarýn etkisinin dýþýnda kaldý.10 çilmesidir. Yazýlý kültür, sözlü kültüre mukabil oluþturduðu farklýlaþmaAlevi-Bektaþi edebiyatý içerisinde bu terimin kazandýðý anlamlarý yý hem Alevi-Bektaþi geleneði içerisinde “dini otorite” oluþturmada hem terimleri ile beraber verelim. Alevi-Bektaþiler inanç ve ibadetlerine “Yol” de bu yeni durumda “Alevi kimliðinin” tarihselleþtirilmesini ve yazýya ve “Sürek” adý verirler. “Sürek Sürmek” adý verdikleri yol ve görenek, þigeçirilmesini saðlamýþtýr. Geleneksel anlamda sürdürülen sözlü kültür ve fahi rivayetlere dayanmaktadýr. Yol ve gelenekler, grup içinde büyük-

14

Sayý 5


lerden, dini liderlerden öðrenilir. Hece vezni ile yazýlmýþ, “Deyiþ”, “Buyruk”, “Ayet” , adý da verilen “Nefes” ler, “Hayýrlý” adý verilen gülbanklar özellikle cem törenlerinde ve çeþitli toplantýlarda saz eþliðinde veya sözlü olarak okunur; Yol’un ve Sürek’in esaslarý bunlar vasýtasýyla öðrenilir ve öðretilir11. Melih Duygulu bu tanýmlarla ilgili: “Deyiþ teriminin karþýlýðý olarak bazý Aleviler, Deme, Beyit, Dime, Deylem, Ayet (italikler yazara ait) gibi sözcükleri de kullanmaktadýrlar. Örneðin, Erzincan’da Beyit, Sivas’ta Ayet, Malatya’da Deme sözcükleri hep deyiþ teriminin yerine kullanýlýyor. Bunlarýn arasýnda Ayet son derece ilgi çekici bir adlandýrma olarak karþýmýza çýkýyor. Bazý Aleviler’in Kur’an ayetleriyle halk þairlerinin (âþýklarýn) deyiþlerinin ayný manalarý içermesinden kaynaklandýðýný söyledikleri bu terimi, pek çok Alevi grubun bilmediðini de eklemekte yarar vardýr.”12 Makale, Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn geleneksel yedi saz þairine gönderme yaparak son dönem yedi ozaný örnek olarak vermekle yetinecektir. Alevi-Bektaþilerin yedi saz þairi: Þah Hatayi, Fuzuli, Nesimi, Virani, Yemini, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet13. Buna uygun olarak son dönemde yaþamýþ ve Aleviler arasýnda hüsnü kabul görmüþ yedi ozaný þöyle sýralayabiliriz: Davut Sulari, Âþýk Daimi, Âþýk Zamani, Nesimi Çimen, Âþýk Ali Ýzzet, Hüseyin Çýrakman, Mahsuni Þerif. Burada dile getirilmeden geçilmeyecek bir baþka nokta: Alevi-Bektaþi edebiyatý için Cumhuriyet’in ilk yýllarýndan 1960’lý yýllara kadar geçen süre ara dönem sayýlýr. Bu ara dönemde Alevi-Bektaþi saz þairleri kýrsal alanda “ melez” bir yapý oluþturdular. Yani hem geleneksel ürünleri hem modern ürünleri birlikte sundular. Bu her iki yapý, birbirinden baðýmsýz olarak ayný bünye içerisinde taþýndý. Bu dönemin en güzel örneklerinden birisi Âþýk Veysel’dir. Âþýk Veysel, þiirlerinde geleneksel temalara yer verirken güncel konulara da yer verdi. Buna karþýn kendisinden sonra gelen ve makalenin konusu olan ozanlar tarafýndan eleþtirildi.14

DÝPNOTLAR: 1

2 3 4 5 6

7 8

9

10 11 12 13 14

Reha Çamuroðlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, 2. Baský, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý, 1992, s, 64; Reha Çamuroðlu, Sabah Rüzgarý, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý, 1992, s. 14. Yazar, gösterilen her iki yerde de “... yazýlý iletiþimin birincil iþlevi köleliði kolaylaþtýrmaktýr” cümlesini Claude Levi-Strauss’dan alýntýlayýp Alevi-Bektaþi sözlü edebiyatýna olumlu bir anlam yükleyerek Alevi-Bektaþiler lehine sonuçlandýrmaktadýr. Walter J. Ong, Sözlü ve Yazýlý Kültür, 2. Baský, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý, 1999, 9798. Walter J. Ong, Age., s. 208-210. Tord Olsson, Agm., s. 268. Tord Olsson, Agm., s. 265. Hakan Yavuz, Alevilerin Türkiye’de Medya Kimlikleri, Ortaya Çýkýþ’ýn Serüveni, Tarihi ve Kültürel Boyutlarýyla Türkiye’de Aleviler Bektaþiler Nusayriler, Ýstanbul: Ensar Neþriyat, 1999, ss. 71-76. Kristina Kehl, “Tarih Mitosu ve Kolektif Kimlik”, Çev. Tanýl Bora, Tarih ve Toplum, Sayý 88, 1996, s. 55; 57. Ahmet Yaþar Ocak, Alevilik ve Bektaþilik Hakkýndaki Son Yayýnlar Üzerine (1990) Genel Bir Bakýþ ve Bazý Gerçekler, Türk Sufiliðine Bakýþlar, Ýstanbul: Ýletiþim Yayýnlarý, 1996, ss. 191-223. “Halk” kelimesinin üretilmiþ ve ideolojik bir taným olduðunu vurgulamalýyým. Esasen Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn kurgulanmýþ bir yapýya uygun hale gelmiþ olmasý “ayetten nefese” dönüþümünün en güzel örneklerinden biridir. Kristina Kehl, Agm., s. 54. Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik Bektaþilik, Ýstanbul: 1977, s. 88-89. Melih Duygulu, Alevi-Bektaþi Müziðinde Deyiþler, Ýstanbul,1997, s. 8. Irene Melikoff, Uyur Ýdik Uyardýlar, Çev. Turan Alptekin, Ýstanbul: Cem Yayýnevi, 1993, s. 39. Bu konuda daha fazla bilgi için bakýnýz: Ahmet Taþðýn, “‘Ayetten Nefese: AleviBektai Edebiyatýnda Dönüþüm’, Alevi-Bektaþi Edebiyatý Sempozyumu”, Yol Dergisi, Sayý 18, ss. 28-43.

Aralýk 2004

Yaser Arafat’ý Yitirdik Ahmet Koçak Efsane Önder Ebu Ammar artýk yok. Filistin yasta. Yerini dolduracak lider, kolay yetiþmeyecektir. 1929 yýlýnda Kudüs’te dünyaya gelen Yaser Arafat’ýn babasý Mýsýr asýllý eski bir Osmanlý zabiti olan Abdurrahman Bey idi. Gençliðinde neþeli ve enerji dolu bir kiþi olarak tanýnan Arafat, Kahire Üniversitesi’nde okurken Filistinli Öðrenciler Birliði’nin liderliðine seçildi. 1958’de El Fetih’in kuruluþunda yer alan Arafat, bu dönemde örgütün Ýsrail topraklarýna düzenlediði vur kaç eylemlerinde sorumluluk üstlendi. 1967 Arap-Ýsrail Savaþý’ndan sonraysa artýk bir efsaneydi.

FKÖ Liderliðine… 1969’da “Ebu Ammar” kod adýyla uluslararasý üne sahip olan Arafat, bütün Filistin örgütlerini çatýsý altýnda toplayan Filistin Kurtuluþ Örgütü (FKÖ) liderliðine getirildi. Filistin hareketini, Arap ülkelerinden herhangi birinin denetimi altýna sokmamak, komünistlerden kökten dincilere deðin farklý Filistinli gruplarý bir arada tutmak konusundaki kararlýlýðýndan hiç ödün vermedi.

Filistin Devleti Kuruluyor… Filistinlilerin “taþlý direniþi” Ýntifada 1987’de baþladý. Arafat, bir yýl sonra, direniþin sýcak günlerinde Filistin Devleti’nin kurulduðunu ilan etti. Bir ay sonra ise Ýsrail; “Güvenlik içinde var olma hakkýný tanýdýklarýný” açýkladý. Aradan birkaç saat geçince ABD yönetimi, FKÖ’yü Ortadoðu sorununun taraflarýndan biri olarak algýladýklarýný duyurdu. Arafat, Körfez Savaþý sýrasýnda Saddam Hüseyin’in yanýnda yer aldý: Bu tavrý, petrol zengini Körfez ülkelerinden gelen ekonomik desteði yitirmesine neden oldu. Savaþýn ardýndan, ABD’nin belirleyiciliðinde Ortadoðu barýþ süreci gündeme geldi: Madrit’te açýk, Oslo’da gizli biçimde yürütülen görüþmeler 1993’te sonuç verdi. Oslo’da varýlan, Washington’da imzalanan anlaþmayý yaþama geçiren liderler olarak Ýsrail Baþbakaný Ýzak Rabin ve Filistin Lideri Arafat, 1994 Nobel Barýþ Ödülü’ne layýk görüldü. Arafat, daha önceleri gizlice girdiði Gazze’ye, bu kez, Filistin Devlet Baþkaný olarak döndü. Ýzleyen yýllarda tüm çabasýný Filistin Devleti’ni kuracak anlaþmayý imzalamak üzerinde yoðunlaþtýrdý. Ne var ki Oslo süreci, Eylül 2000’de ABD’de sürdürülen görüþmelerde týkandý. Eylül sonunda dönemin Ýsrail muhalefet lideri Ariel Þaron’un Kudüs’teki El Aksa Camii’ni ziyaretiyle birlikte Filistin halkýnýn “Ýkinci Taþlý Savaþý”, yani “Ýkinci Ýntifada”sý patlak verdi. 2001 baþýnda, Þaron’un baþbakanlýða gelmesinin ardýndan Ýsrail saldýrýlarý yoðunlaþýrken Arafat, “teröre destek verdiði” gerekçesiyle Ýsrail yönetimi tarafýndan “istenmeyen kiþi” ilan edildi. 20 Ekim’de mide aðrýlarý þikayetiyle baþlayan son hastalýðýnýn tedavisi için 29 Ekim’de Fransa’ya götürülen Ebu Ammar, Aralýk 2001’den bu yana Ramallah’taki karargâhýnda Ýsrail kuþatmasý altýnda yaþýyordu.

15


Alevi-Bektaþi Yolunda Sürek Farklýlýðý

1

Veliyettin Ulusoy

A

levi-Bektaþi inancýnýn özüne inmemiþ veya yeteri kadar inceleme yapmamýþ araþtýrmacýlar, bu toplumu Aleviler, Kýzýlbaþlar, Bektaþiler ve hatta Þehir Bektaþileri, Köy Bektaþileri, Sýraçlar, Tahtacýlar, Abdallar, Çepniler, Avþarlar, Nalcýlar gibi bir çok bölümlere ayýrýyorlar. Bütün bu saydýklarýmýz, temel inançlarýnda birbirinden farksýz olup tümü ile Alevi-Bektaþi toplumunu oluþturmaktadýrlar. Mesela, Kýzýlbaþlýk diye Alevi-Bektaþilikten ayrý bir inanç olmadýðý gibi, ayrý bir Kýzýlbaþ toplumu da yoktur. Bu Alevi-Bektaþileri kötülemek isteyenler tarafýndan uydurulmuþ bir sözcüktür. Diðer deyimler de çeþitli bölgelerde o çevre halkýnýn Alevi-Bektaþi topluluklar için kullandýklarý isimlerdir veya eski boy isimlerinin kalýntýlarýdýr. Hacý Bektaþ Veli’den önceki Þiilik anlayýþý ve kurallarý ile ondan sonrasý arasýnda oldukça önemli farklýlýklar vardýr. Hacý Bektaþ Veli’den sonra O’nun güçlü ve saygýn kiþiliðinde Alevi-Bektaþi topluluklarýnýn, aslýnda bir kaynaktan çýkan inançlarý bütünleþmiþse de zamanla bölge, kültür düzeyi ve benzeri nedenlerle ayrýntýlarda farklýlýklar ortaya çýkmýþtýr. Tekkelerin kapatýlmasýna kadar Alevi-Bektaþi toplumu baþlýca üç grupta toplanýyordu:

B

Birinci Grup

irinci Grup: Hacý Bektaþ Veli soyundan gelen Mürþid’e baðlý olan Alevi-Bektaþiler. Hacý Bektaþ Veli’nin yaþadýðý çaðda O’na yardýmcý olan Horasan Pirleri’nin ve Rum Erenleri’nin soyundan gelenler ve “Ocakzade” olarak tanýnanlar, kendilerini Hacý Bektaþ Veli soyundan gelen Mürþid’e manen baðlý sayýyorlar ve onun icazetiyle ocaklarýna baðlý olan taliplerin görgülerini yapýyorlardý. Bunlardan baþka, bir ocaða baðlý olmayýp da doðrudan doðruya Hacý Bektaþ Veli’ye ve

16

O’nun soyundan gelenlere baðlý olduklarýný kabul eden Alevi-Bektaþiler de vardý. Mürþid, gene bir ocakzade olmakla beraber, her sene deðiþtirebileceði bir dede’ye icazet vererek bunlarýn dini hizmetlerini (görgülerini) yaptýrýyordu. Doðrudan doðruya veya ocakzadeler vasýtasýyla Hacý Bektaþ Veli’ye baðlý olan bu grup, Anadolu’daki (Balkanlar, Suriye, Irak dahil-VU) Alevi-Bektaþi toplumunun yüzde doksanýný belki de daha fazlasýný oluþturuyordu. Bu gruba dahil olanlar kendilerini hem Alevi hem de Bektaþi sayýyorlardý. Onlara göre Alevi ile Bektaþi arasýnda fark yoktur. Ýkisi müþterek isimdir. “Alevi misin?” veya “Bektaþi misin?” diye ayrý yöneltilen sorunun ikisini de “Eyvallah” diyerek müspet olarak cevaplar. Ýçten inancý da böyledir. Süreðinde de farlýlýk yoktur. Onlar için Hacý Bektaþ Veli çað ve ad deðiþtirmiþ Ali’dir. Serçeþme’dir. Bütün ocaklarýn uyandýrýldýðý ana ocaktýr. Hacý Bektaþ Veli yolu Ali yoludur, Ehlibeyt yoludur. Bu gruptan olan Alevi-Bektaþilerin görgü sýrasýnda, yani ayin sýrasýnda, sýrtlarý “dede” tarafýndan elle sývazlanýr. Buna “Pençe-i Âl-i Âbâ” denir. Aslýnda, “Âl-i Âbâ Beþlisi” anlamýna “Pençe-i Âl-i Âbâ” olmasý muhtemel olan bu deyim, ayinlerde, beþ parmaðý olan insan el ile temsil edildiði için, “pençe” þekline dönüþtürülmüþ, Muhammed-Ali-HasanHüseyin ve Fatma’yý temsil eden anlamlý yol ýstýlah’ý olmuþtur. Bu grupta görgü’yü “erkân” ile yapan, talibi onunla sývazlayanlar oldukça azdýr. Birbirlerine “pençeci”, “deðnekci” gibi þaka hududunu aþmayan sözler atarlarsa da temel inançta ve diðer yol hizmetlerinde hiçbir farklýlýk yoktur. Dede ister kendi taliplerinin görgüsünü yapsýn, isterse doðrudan Hacý Bektaþ Veli’ye baðlý olan taliplerin görgüsünü yapsýn mürþidin vekilidir. Onun icazetiyle görev yapmaktadýr. “Karakazan hakký” ve sair baðýþlar Mürþid adýna alýnmaktadýr. Mürþid’den icazeti olmayan dedenin, Hacý Bektaþ Veli’ye atfedilen bir buyruða göre “yediði haram, yuduðu murdar, tacý delik, kendi murtad” sayýlýr.

Ý

Ýkinci Grup

kinci grup: On iki Ýmamlar’ýn soyundan geldiðine inandýklarý ocaklara baðlý Alevi-Bektaþilerdir. Bu grupta olanlar da Hacý Bektaþ Veli’yi Serçeþme yani yolun menbaý ve tüm evliyalarýn önderi, baþý kabul ederler. Deyiþlerde, düvazlarda, dualarda Hacý Bektaþ Veli’nin adý Muhammed, Ali, On iki Ýmam adlarý ile beraber saygý ile anýlýr. Kendilerinin baðlý bulunduklarý ocaðýn, ondan ilham aldýðýný, onun tarafýndan uyarýldýðýný kabul etmekle beraber, dedelerin ve Ocakzadelerin Hacý Bektaþ Veli’den veya onun soyundan gelenlerden icazet almalarýný gerekli saymazlar. Soylarýnýn On iki Ýmam’a çýkýþý nedeniyle, doðuþtan görgü yapmaya yetkili olduklarýna inandýklarý ocaklardan gelen dedelere görülürler. Birinci gruptakiler görgüde yapýlan dualarda Muhammed, Ali, Hacý Bektaþ Veli’den yardým ve himmet isterlerken. ikinci gruptakiler, bunlarýn yanýnda kendi ocaklarýnýn büyüklerinin veya kurucularýnýn da adlarýný zikrederler. Görgü sýrasýnda, bu grupta bulunanlarýn sýrtlarý, “tarik, erkân, serdeste” veya “alacadeðnek” gibi çeþitli adlarla anýlan ve melheb veya kayýn aðacýndan yapýlmýþ bir deðnekle sývazlanýr. Bu törenin Þamanlýktan geldiðini söyleyen yazarlar vardýr. Cuveyni “Cihan-Güþa” adlý kitabýnda, Uygurlarýn yaratýlýþ menkýbesine uyarak evlerinde bir deðnek bulundurduklarýndan bahsediyor. Bu suretle, “tarik” kullanmak totemcilik törelerine baðlanýyor.

Sayý 5


Genel inanç, “tarik” kullanma geleneðinin, Ýslam’ýn ilk yýllarýnda Hz. Muhammed’in bir aðaç altýnda ümmetinin biat’ýný almasýna baðlý olduðudur. Deðnek Hz. Muhammed’in altýnda oturduðu aðacý temsil etmektedir. “Ey Muhammed, Allah inanlardan, aðaç altýnda sana baþ eðerek el verirlerken, and olsun ki hoþnut olmuþtur. Gönüllerde olaný da bilmiþ, onlara güvenlik vermiþ, onlara yakýn bir zafer bahþetmiþtir.” (Kuran, Fetih Suresi, Ayet 18)

Ü

Üçüncü Grup

çüncü Grup: “Babagan Kolu” diye anýlan daha çok Ýstanbul ve Arnavutluk’ta bulunan Alevi-Bektaþilerdir.Sayýlarý çok az olan bu gruba dahil olan Alevi-Bektaþilerin inancýna göre Hacý Bektaþ Veli evlenmemiþtir. Bu yolda bulunanlar, Hacý Bektaþ Veli’nin yolunu izleyenler evlenmemiþ, kulaklarý küpeli derviþlerdir. AleviBektaþi olmak doðumla olmaz ancak bir derviþ veya babadan nasip almakla mümkün olur. Babagan Kolu’nun ünlülerinden Yusuf Fahir Baba’nýn Bektaþilik konusunda düþüncelerini þu þekilde açýkladýðýna tanýk oluyoruz: “Bektaþi olduklarýný söyleyen, ‘Ben Bektaþiyim’ diyenlerin de kanaatlarý ve itikatlarý ayrý ayrýdýr. Bunlarý da dört kýsma ayýrabiliriz: 1. Týpký bugünün Müslümanlarý gibi ana ve babasýndan kalma Bektaþiliktir. Bunlar baba ecdatlarýnýn yoluna girmiþ olmaktan baþka bir gaye gütmezler. Bektaþilik’i yalnýz tevella ve teberra’dan yani Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi sevmek ve onlarýn düþmanlarýný sevmeyip buðz etmek; bir de onlarca malum olan erkân ve ayni cem meydanýna girerek meydan görmek, nasip almaktan bilirler. 2. Bu ikinci kýsým Bektaþilik’i serbest bir kanaat ve meslek olarak görenlerdir. Orada içki, saz, kadýn âlemleri bulunduðu için, hayvani hislerini ve hevesat-nefislerini tatmin edeceklerini düþünürler, bunun için Bektaþilik yalnýz sarhoþluk ve zevktir.

nedeniyle, Yusuf Fahir Baba’nýn anlattýðý þekilde düþünen kiþiler olabilir. Çok az sayýda olan bu kiþilerin tutum ve davranýþlarýný genelleþtirerek, Yusuf Fahir Baba’nýn yaptýðý gibi bunlarý Alevi-Bektaþilerin bölümleri gibi göstermek, gerçeklere tamamen ters bir anlatým olur. Hacý Bektaþ Veli’nin mücerret (evlenmemiþ) bir derviþ olduðu, Balým Sultan’ýn, bir Sýrp prensesi ile evlenen Sersem Ali Baba’nýn oðlu olduðu, Bektaþi ayinlerinin Hýristiyan akidelerine benzer bir yöne çevrildiði gibi uydurma ve gülünç söylentiler de, rasgele yola alýnmýþ, Alevi-Bektaþi inancýný hazmetmemiþ bu “bilgisiz” çevrelerden kaynaklanmýþtýr. “Derviþ Bektaþiliði” veya “Babagan Kolu” çok sýnýrlý bir çevrede kalmýþ, özellikle Anadolu’daki büyük Alevi-Bektaþi toplumunca ciddiye alýnmamýþ olmasýna raðmen, Ýstanbul’da aydýn çevre ile temas kurmuþ Bosnalý Vahdeti, Mir’ati, Vehbi, Mehmet Ali Hilmi ve Ýbrahim Mihrabi gibi güçlü þairler yetiþtirmiþtir. Bu nedenle, Alevi-Bektaþi yolu ile ilgili bilgiler bu kanaldan dýþarýya yansýmýþ, kitaplarda ve ansiklopedilerde bu konudaki bilgiler babalardan onlarýn çevrelerinden iþitilen sözlerden oluþmuþtur. Ansiklopedilerde ve bu konuda yapýlan bazý bilimsel araþtýrmalarda, Alevi-Bektaþi yolunun kurallarýna uymayan hayali bilgilerin verilmiþ olmasýný bu nedene baðlamak gerekiyor. Bektaþiliðin bu bölümünün yaygýnlaþmamýþ olmasýnýn baþlýca sebebi, temelinden soydan gelen bir Alevi-Bektaþi topluluðunun bulunmamasýdýr. Bu kolda mücerretlik (evlenmemek) Hacý Bektaþ Veli’nin yaþantýsýndan örnek gösterilerek, önemli bir yol kuralý olarak kabul edilmiþtir. Ailenin teþekkülüne olanak vermeyen bu “mücerret derviþlik” müessesesi, toplum yaþantýsýný zaafa götüren bir yöntem olarak, küçük insan gruplarýný bir tekkenin içine veya bir babanýn çevresine sýkýþtýrmýþtýr. Anadolu Alevi-Bektaþiliðinin de “musahiplikle” de ayrýca güçlendirilen aile sisteminden yoksun kaldýðý, doðuþtan ailenin bilinçli ve geleneksel inancýndan faydalanamadýðý için “Derviþ-Bektaþiliði”, Hacý Bektaþ Veli’nin felsefesinin hayata uygulanmasýnda çok sýð ve yüzeysel kalmýþtýr. Baþka bir deyimle, Hacý Bektaþ Veli’yi bir “Mücerret Derviþ” gibi yanlýþ tanýmladýðý için, onun yoluna paralel bir tutum içine, tabii, içinden yetiþen müstesna kabiliyet ve anlayýþtaki kiþiler dýþýnda, pek girememiþtir. Derviþlik dedikleri bir acaip tuzaktýr Derviþ olan kiþiye evvel dirlik gerekir

3. Bu yoldan menfaat teminini düþünenlerdir ki, o zaman tekkelerde karýn doyurmak için oturanlarýn ve sonunda baba olmak suretiyle kendilerine mürþid süsü verenlerin ekserisi bu nevidendir. Bunlar, babalýða mezuniyet demek olan bir “icazetname” alarak baba olduktan sonra evini tekke yapmak veyahut mevcut olan tekkelerden birinin babalýðýný kaparak geçinmesini temin etmeðe çalýþmaktan baþka bir þey bilmezler.

Çün erde dirlik ola Hak ile birlik ola Varlýðý elden koyup ere kulluk gerekir Kulluk ile erene bakýp Hakk’ý görene Senden haber sorana key miskinlik gerekir

4. Ya ecdadýndan veya babasýndan intikal eden bir meslek ve itikat olmasý ve bu itikatlara baðlý bulunmasý sebebiyle, Bektaþilik’i sevip, bu tarikata girenler ve tarik hakkýnda lazým geldiði kadar derin ve hakiki bilgilere sahip olanlar veyahut bir tasavvuf yolu olarak kabul ettikleri bu tarikte tarikin ananelerine ve imkanlarýna uyarak feyz almaða çalýþanlardýr ki, bizce hakiki Bektaþi bunlardýr.”2 Bir derviþ Bektaþisi olan Yusuf Fahir Baba’nýn yazýsýndan aynen aldýðýmýz bu satýrlar anlatýlan nitelikte bazý kiþilerin Alevi-Bektaþi toplumunda olacaðýný sanmýyoruz. Alevi-Bektaþi toplumunun tamamýna yakýn büyük çoðunluðu, yüzyýllardan beri bu yol içinde bulunan ailelerden gelmektedir. Soyun yüzyýllardan beri Alevi-Bektaþi olduðu için inancý, yaþantýsý, kiþiliði o yolun kuralý ile bütünleþmiþtir. “Babagan Kolu”, baþka deyimle “Derviþ Bektaþiliði”nde, soyu Alevi-Bektaþi olmayan kiþilerin yola alýnmasý ve bunlarýn giderek baba ve dede-baba olmalarý

Aralýk 2004

Hak ere benim didi varlýðýn erde kodu Erenlerin himmeti yerden göðe direktir Bu derviþlik beratýn okumadý müftiler Anlar bilsün aný bu bir gizli varaktýr Yunus sen arif isen anladým bildim deme Tut miskinlik eteðin ahýr sana gerekir Yunus Emre NoTLAR:

1

Ali Celalettin Ulusoy, Hünkar Hacý Bektaþ Veli ve Alevi-Bektaþi Yolu.

2

Yusuf Fahir Baba, “Bektaþilik”, Tarih Dünyasý, sayý 25.

17


ÖLÜMÜNÜN ÜÇÜNCÜ YILDÖNÜMÜNDE RIZA YÜRÜKOÐLU’NU SAYGYLA ANIYORUZ

Yitirdiðinin Kýymetini Bilmek, Gerçeðe Varmaya Yarar Esen Uslu

O

kurlarýnýn Rýza Yürükoðlu adýyla tanýihraçlar ve ayrýlýklarla TKP, 12 Eylül cuntasý öncesinde dýklarý Ýsmail Nihat Akseymen, bir önemli bir yara aldý. memur ailesinin çocuðu olarak 4 Kasým Nihat ve yoldaþlarý, otuz yýlý aþkýn süredir yapýlma1945 tarihinde Ankara’da doðdu. Ýlk ve yan TKP Kongresi’nin toplanmasýný ve orada kendi orta öðrenimini Ankara’da Maarif Koledurumlarýnýn görüþülmesi istemini öne sürerek bir ji’nde tamamladý. Gençliðinde yaz tatillerini anne taraEþgüdüm Komitesi kurdular ve Ýþçinin Sesi gazetesi fýndan baðlarý olan Ýstanbul’da, Heybeliada’da geçirdi. çevresinde örgütlenme yoluna girdiler. Orada denize sevdalandý, iyi bir yüzücü, yelkenci oldu. O yýllarda Nihat, bir dizi makale ve kitapla ideolojik 1963-64 eðitim yýlýnda Ankara Üniversitesi, Siyakavgasýný sürdürdü. Proletarya Enternasyonalizmi sal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Bu dönemde edebiyatla, (1979), Üçüncü Program ve Görevlerimiz (1979), Sýnýf müzikle, resim ve plastik sanatlarla da ilgiliydi. ÖðrenSavaþýnýn Vardýðý Aþama ve Komünist Partinin Takciliði sýrasýnda Ankara Radyoevi’nde metin yazarý ve tikleri (1980), Sosyalizm Üstün Gelecektir (1980), Bu prodüktör olarak çalýþtý. Kavga Gelecek Kavgasýdýr (1981), Kankun Konferansý 1972 yýlýnda Londra’da bir eylemde 27 Mayýs sonrasýnda yükselen iþçi hareketinin, ve Düþündürdükleri (1982), Yaþayan Sosyalizm (1982), 1965 yýlýnda Türkiye Ýþçi Partisi’nin seçimlerde kazandýðý baþarýnýn Sosyalizm ve Demokrasi (1982), Durum ve Görevlerimiz (1982), Ýyi ardýndan yükselen sosyalist dalganýn etkisi ile Türkiye Ýþçi Partisi’ne üye Öncü Deðil, Kötü Artçý Bile Deðil (1984), Faþizmin Çözülüþü (1984), oldu. TÝP Ankara Çankaya ilçe örgütünde çalýþtý. Örgüt ve Örgütçü (1986) adlý çalýþmalarý bu dönemde yayýmlandý ve Üniversitelerde yükselen öðrenci hareketinin içinde yer aldý. Mahir TKP-Ýþçinin Sesi’nin ideolojik-politik platformunun temelini oluþturdu. Çayan ve Sinan Cemgil ile birlikte Fikir Kulübü’nde çalýþtý. Fikir KulüpBu platform, TKP içindeki muhalefetin odaðý olurken, farklý ülkelerde leri Federasyonu’nun bölünmesinin ve yerine kurulan Dev-Genç’in kenSBKP oportünizmine baþkaldýrmýþ komünist gruplar için de bir çekim di içinde “ayrýþmasý” sýrasýnda, TÝP’li gençlerin kurduðu Sosyalist Gençmerkezi oldu. lik Örgütü’nün (SGÖ) ilk genel sekreteri oldu. SGÖ, Türkiye Komünist TKP’nin “resmi” kanadýnýn yaptýðý 5. Kongre, atýlma kararlarýna Partisi’nin Yakub Demir öncülüðünde yeniden örgütlenme çabalarýný yokarþý yapýlmýþ itiraz baþvurularýný gündeme bile almayýnca, iki ayrý parti ðunlaþtýrdýðý bir odak oldu. Nihat, 1970 yýlýnda Türkiye Komünist Partiolarak çalýþmak kaçýnýlmaz oldu. Ýþçinin Sesi çevresinde 1985 yýlýnda si’ne üye oldu. SGÖ’nün yetiþtirdiði kadrolar, Türkiye Komünist Partoplanan TKP 5(1). Kongresi, Nihat’ý ölümünden kýsa bir süre önceye tisi’nin 1973 Atýlýmý adýyla anýlan yeniden örgütlenme döneminde önemkadar sürdüreceði TKP Genel Sekreterliði görevine seçti. li görevler üstlendi. 80’li yýllarýn ikinci yarýsýnda baþladýðý Alevilik konusundaki araþNihat, kýsa bir süre sonra 12 Mart muhtýrasý ile sonuçlanacak olan ve týrmasý, “Okunacak En Büyük Kitap Ýnsandýr-Tarihte ve Günümüzde gittikçe yoðunlaþan sola saldýrý ortamýnda varlýðýna yönelik tehditlerle Alevilik” adlý kitapla sonuçlandý. Sol harekette Aleviliðe yeni bir bakýþ karþý karþýya kaldý. Bir dost eliyle ulaþan haberle, bir suikasttan son anda getiren bu çalýþma, Kavga ve Kervan dergileri ile TKP’nin güncel çalýþkurtuldu. Ocak 1971’de yurtdýþýna çýktý ve Ýngiltere’ye yerleþti. masýnýn bir parçasý oldu. Bu dönemde, tartýþmalý bir toplantýnýn ardýndan Nihat, yarým kalan öðrenimini Ýngiltere’de tamamlarken Ýngiltere söz alan yaþlý bir Alevi dedesinin önerisini benimseyerek “R. Yürükoðlu” Türkiyeli Öðrenciler Federasyonu’nda gençlik çalýþmalarýna katýldý. olan yazar adýnýn ilk bölümünü “Rýza” olarak deðiþtirdi. Göçmen iþçilerin, özellikle Ýngiltere’de yaygýn olan kaçak iþçilerin örDoksanlý yýllarda özellikle Sovyetler Birliðinde sosyalizmin çözülügütlenme çalýþmalarýnda yer aldý. TKP Ýngiltere parti örgütünün ve daha þünün nedenleri ve bu deneyim temelinde günümüzde komünistlerin ve geniþ bir çevreyi kucaklayan Ýngiltere Türkiyeli Ýlericiler Birliði’nin iþçi sýnýfýnýn programý ne olmalýdýr sorunu üzerine yoðunlaþtý. Bu çalýþkuruluþunda yer aldý. Wimpy hamburger zincirinde çalýþan Türkiyeli malarýnýn ürünü, üç ciltlik “Sosyalizm” kitabý oldu. Saðlýðýnda bu çalýþkaçak iþçilerin yaptýðý bir grev sýrasýnda, grevci iþçilerle birlikte “Grev” manýn yalnýz “Sosyalizm Nedir” baþlýklý birinci cildini yayýmlayabildi. adlý bir yerel gazete çýkardý. Bu gazete kýsa bir süre sonra “Ýþçinin Sesi” Bu çalýþmanýn ikinci cildi “Ütopik ve Bilim-dýþý Sosyalizm” ile üçüncü adýný aldý. Nihat, bu gazetede kullandýðý yazar adý olan “R. Yürükoðlu” cildi “Günümüz ve Türkiye”, hastalýðýnýn hýzlý ilerleyeceðini öðrendikten ile tanýndý. Bu gazete daha sonra TKP içinde önemli bir rol üstlendi. sonra kendisinin görevlendirdiði bir komite tarafýndan, varolan yazý, Nihat, TKP’nin, Sovyetler Birliði Komünist Partisi’nin Moskova’da alýntý ve notlarýnýn kendi yazý planýna uygun olarak derlenmesi yoluyla bulunan Uluslararasý Lenin Okulu’na uzun yýllardan sonra gönderdiði ilk ölümünden sonra yayýmlandý. öðrencilerden biri oldu. 1974-1976 yýllarý arasýnda burada eðitim gördü. Ýkinci eþinden bir kýzý olan Nihat Akseymen, özel yaþamýnda çok TKP Merkez Komitesi’ne alýndý. TKP’nin Ýngiltere parti örgütünün sekyönlü bir insandý. Araþtýrma ve yazý çalýþmasý gereði uzun saatler masa reterliðine üstlendi. TKP’nin Konya Konferansý diye 1975 yýlýnda Moskova’da Uluslararasý baþýnda oturmanýn bedene getirdiði gevþemeye karþý bilinen 1977 konferansýna katýldý. fiziksel çalýþmaya önem verirdi. Bahçe iþi yapmayý Lenin Okulu’nda konferans verirken. Ýþçinin Sesi’nin ve Ýngiltere parti örgütünün gösterseverdi. “Doðanýn muazzam kuvvetine karþý direnerek diði baþarý nedeniyle TKP’nin tüm yayýnlarýnýn sorumdeðil, onu anlayýp, onun kurallarýna uyarak, onu kendi luluðu ona verildi. Ancak çeþitli sudan gerekçelerle bu amacýn için kullanmak” diye nitelendirdiði yelkenciligöreve baþlatýlmadý. Bu dönemde yazdýðý “Emperðe tutkundu. Kafasýný dinlendirmek için tahta iþleri ve yalizmin Zayýf Halkasý Türkiye” adlý kitap, Türkiye’de özellikle torna oymacýlýðý yapardý. Müziðe çok düþküngeliþen siyasi ortam ve komünistlerin görevleri üzerine dü, baðlama çalmak ve yakýn yoldaþlarý ile cem olup, TKP içinde yoðunlaþan tartýþmalara bir açýlým getirdi. dem çekip, çalýp söylemek en sevdiði dinlencesiydi. Bu kitabýn önerdiði devrimci çizgi, Sovyetler Birliði 2001 yýlýnýn Haziran ayýnda, hýzlý geliþen ve tedaKomünist Partisi’ni ve onun TKP içindeki temsilcilerivisi bulunmayan bir karaciðer kanseri tanýsý kondu ve ni rahatsýz etti. Kýsa bir süre sonra parti tüzüðüne aykýrý 11 Aralýk 2001’de Ýngiltere’de öldü. En verimli olabileve son derece çirkin yöntemlerle tüm parti görevlerinceði bir yaþta erken gelen ölümü cesaret, metanetle ve den alýndý ve Ýngiltere parti örgütünün onu destekleyen dirençle karþýladý. Son günlerinde siyasi kavga içinde üyeleri ile birlikte partiden uzaklaþtýrýldý. Tüm dünya kýrdýðý kalpleri onarmaya çabaladý, kendisine en affekomünist hareketine, “emperyalizmin ajaný” ilan edilen dilmez saldýrýlarý yapanlarý bile baðýþladý. bu grupla iliþkiyi kesme talimatý yollandý. Bu “cadý Özcesi, “ölmeden ölmüþ, hesabýn görmüþ” bir er avý” Türkiye’deki parti örgütlerinde de izlendi. Bu kiþiydi.

18

Sayý 5


RIZA YÜRÜKOÐLU’NUN ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE, ALEV YAYINLARI’NDAN 1990 YILINDA YAYIMLANAN “OKUNACAK EN BÜYÜK KÝTAP ÝNSANDIR - TARÝHTE VE GÜNÜMÜZDE ALEVÝLÝK” KÝTABINDAN GÜNÜMÜZLE ÝLGÝLÝ BÝR BÖLÜMÜ KISALTARAK SUNUYORUZ.

Alevi Toplumunun Derleniþ Yollarý Rýza Yürükoðlu

A

nadolu Aleviliði inanç birliði içindedir ama farklý süreklerle günümüze gelmiþtir. (…) Farklýlýklarýn tarihsel nedenleri vardýr. Yine bununla yakýndan baðlý, kültürel nedenleri vardýr. Ve kapitalizmin sýnýflarý kesin çizgilerle ayýrdýðý bir toplumda, sýnýfsal nedenleri vardýr. Dolayýsýyla baþlangýçta farklýlýklar olacaktýr. (…) Son dönemde (…) Alevi kökenli pek çok devrimci Aleviliklerini hatýrladýlar ve derneklerde çalýþmaya baþladýlar. Kötü bir þey deðil bu bazý yanlýþlarý yapmasalar. Bana öyle geliyor ki, Aleviliklerini hatýrlayarak devrimci hareketten Alevi derneklerine gelip çalýþmaya baþlayan bu kadrolarýn bir temel zaafý, nasýl bir toplum içinde çalýþtýklarýný farketmemiþ olmalarýdýr. Alevi toplumu içinde çalýþtýklarýný farketmemiþ gibidirler. Eski alýþkanlýklarý, devrimci hareketin çeþitli örgütlerinde çalýþmýþ insanlarýn eski alýþkanlýklarý sürüyor. Dolayýsýyla, “sýtký bütün” Alevilerin bu derneklerde caný sýkýlýyor. Rahatsýz oluyorlar. Zorla, geri düþüncelerin yanýna itiliyorlar. Sonuçta, bir çeþit “Dedeleri köylerden kovma”, bugün derneklerde tekrar ediyor. Dün Dedeleri köylerden kovdu devrimci gençler, þimdi de derneklerden kovuyor. (…) Bu aþamada (…) gelenekçi, namuslu, sýtký bütün Alevileri toplumun ileri kesimlerinden koparacak her türlü tutum büyük bir yanlýþ, çok büyük bir tehlikedir. Saðýn elini güçlendirmektedir. (…) Kapitalizm altýnda yaþýyoruz ve sýnýfsal bir ayrýþma biz istesek de istemesek de yürüyor. Ama bunu kendi dinamiði içinde geliþmesine býrakmazsak, iteklersek, yapay olarak zorlarsak, haketmeyen insanlara gerici damgalarýný vurursak, o zaman Alevi düþüncesinin özü gereði solda olmasý gereken milyonlarca emekçiyi saðýn yanýna ileriz. Ýþte tehlike buradadýr. (…) Devrimci örgütlerin çoðunluðu zaman zaman yersiz ve yanlýþ tutumlarla Alevi toplumunun üstüne gittiði halde, Aleviler devrimci harekete dosttur. (...) Devrimci hareket Alevi toplumuna karþý yanlýþlarýný düzeltirse, o zaman çok daha saðlýklý bir geliþme olacaktýr. Çünkü Alevi toplumu devrimcilere dosttur ama kýrýlmýþtýr.

A

Dernekler

levi toplumundaki farklýlýklar dernekleþmede de ortaya çýkýyor. Bugün çok sayýda dernek var. Bir þehirde birkaç dernek de var. (…) Sorun, dernekler arasýndaki çeliþkilerin ortadan kaldýrýlmasýdýr. Sorunlarý kýsa sürede çözmek olanaksýz, sabýr ve zaman iþidir, doðru ama mutlaka birlik noktalarýný öne çýkartmak ve bu çeliþkili durumlarý ortadan kaldýrmaya uðraþmak gerekiyor. Dernekler, anlaþamadýklarý deðil, anlaþtýklarý, kendilerini birliðe götürecek noktalarý öne çýkartmalýdýrlar. Ortak çalýþma zemini aramalýdýrlar. En ývýr zývýr nedenlerden ortaya çýkan bölünmelerin zaman içinde büyüdüðünü, bir daha da birleþmeye engel olduðunu biz devrimci harekette çok gördük. Alevi toplumunun bu yanlýþa düþmemesini diliyorum. (…) Bugün bir Alevi-Bektaþi derneðinin ilk yapmasý gereken þey cemevi açmaktýr. (…) Dedeler çaðýn gerisinde kaldý diyenler, cemevi açmamakla tam da Dedelerin çaðý yakalamasýnýn önüne engel getirmiþ oluyorlar. Kim neredeyse toplanýp cemevi açarsa, Dedeler bugünün toplumu karþýsýna çýkacak. Günün sorunlarýyla tanýþacak. Avrupa’nýn, Türkiye’nin her yanýnda gençler kalkýp sorular soracaklar. Dede bunlarý yanýtlamak zorunda kalacak, dolayýsýyla bilgisi, erkâný ve deneyimi günün koþullarýyla bütünleþecek. Yarýn biraz daha iyi yanýt verecek. (…) Tekke ve Zaviyeler Yasasý kalkmadan gerçek demokrasinin gelmesinin olanaðý yoktur. Bu yasa yalnýzca Alevilerin zararýna kesmiþ bir býçaktýr. Bu yasa 20 milyonluk bir toplumun örgütlenmesini darmadaðýn ediyor. (…) Laik bir devlette bu tür yasaklar da olmamalýdýr. Devlet dinden tümüyle elini çekmelidir. (…) Bu yasanýn kaldýrýlmasý için demokratým, devrimciyim diyen herkesin mücadele etmesi gerekir.

Aralýk 2004

Rýza Yürükoðlu (Ýsmail Nihat Akseymen) 4 Kasým 1945 - 11 Aralýk 2001 Alevilik dernekler eliyle örgütlenemez. Aleviliði günümüz koþullarýna uyarlama konusunda derneklerin büyük yardýmý olabilir. Bir de Aleviliðin özüne dönük, tarihine dönük tartýþmalar için dernekler çok daha uygundur ve dernekler eliyle Alevi düþüncesi hem toplumumuza hem dünyaya tanýtýlabilir. Cumhuriyet dönemindeki büyük kopukluk nedeniyle Alevi insanýnýn önemli bir kesimi de Aleviliði yeterince bilmiyor. Bu alanlarda derneklerin önemli katkýlan olur. Ancak Alevi toplumu bir inanç toplumudur. Kendi tarihi içinde, çýkardýðý kurumlar eliyle örgütlenir. Dergâh’ý ve dedeleri eliyle örgütlenir. (…)

Derleniþin Tek Yolu: Dergâh ve Çelebiler

D

erleniþin tek yolu; tarihsel olarak da kanýtlanmýþ, Dergâh ve Çelebilerdir. Dergâh, 750 yýldýr Aleviliðin serçeþmesidir, serçeþme Hacýbektaþ’tadýr. Çelebiler ise Dergâh’la birlikte ne badireler atlatarak bugünlere gelebilmiþ Aleviliðin manevi lideri bir ailedir. (…) Yýllardan beri Dergâh’a karþý bilinçli, kasýtlý bir unutma ve unutturma, hatta yok sayarak yoketme tutumu vardýr. Bu tutum, 1925 Tekke ve Zaviyeler Yasasý ile baþlamýþtýr. Bu yasayla Dergâh müze yapýlmýþtýr. Ama her yýl yüz binin üzerinde insan Hacý Bektaþ Þenlikleri’nde müzeye gitmiyor. Ankara’da Etnografya Müzesi var, müze o. Neden yüz binler akýn akýn oraya gitmiyor? Þu basit doðrularý anýmsamakta yarar var: (…) Bu devlet Dergâh’tan korkuyor. Osmanlý’nýn yýkýlýþýnda Dergâh’ýn oynadýðý rolü çok iyi biliyor. Cumhuriyeti getiren, laikliði de olduðu kadarýyla getiren ana güç Aleviliktir. Aleviliðin baþý da, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’dýr, Çelebilerdir. Böyle olduðu için, Alevilikten ve Aleviliðin baþý olan Dergâh’tan, Sünni devlet her zaman korktu, her yolla Dergâh’ý zayýflatmaya çalýþtý, çalýþýyor. Yapabilirse, oraya, Sersem Ali Baba türünden kendi adamlarýný yerleþtirmeye çalýþýyor. Aleviler olarak bu oyunu biz bozacaðýz. Dergâh güçsüz kaldýðý sürece Alevilik bölüktür. (…) (Devamý sayfa20’de)

19


(Baþtarýfa 19. sayfada)

Dergâh’ýn güçlenebilmesi için bugünden el vermek gerekir. Kenarda durup bekleyip, Dergâh güçlendikten sonra o otoriteyi kabul etmek doðru olmasa gerek. En azýndan geliþmenin hýzýný keser. Yapýlmasý gereken, herkesin Dergâh’a baþvurmasýdýr. Derneklerin de, Dedelerin de... Dergâh konusunu öne getirmeye baþladýðýmýzdan bu yana çeþitli itirazlar ortaya getirilmeye baþlandý. Bunlarýn en önemlilerini kýsaca ele almaya çalýþacaðým. Birinci itiraz: “Dergâh bugün yok, orasý müze oldu, ama yeniden kurulmalý.” Dergâh yoksa, Postniþini nasýl oluyor? Müzenin postniþini olur mu? Demek ki, Sünni devletin orayý müze yapmasýyla Dergâh ortadan kalkmýyor. Nasýl olur da bir Alevi böyle konuþabilir? Tabii müze oldu, kapatýldý ama Alevi toplumu böyle þeyleri geçmiþte defalarca yaþamýþ, birliðini bozmamýþtýr. Orada bir insan yaþýyor, Postniþin Efendi, hepimizin saygýsý üstüne ve çalýþmalarýný tüm olumsuz koþullara raðmen sürdürüyor. Ýkinci itiraz: “Dergâh’ta kimse kalmadý.” Dergâh’ta çok deðerli, çok iyi yetiþmiþ insanlar var. Ve de Dergâh’ýn ülkenin çeþitli bölgelerine Dede çýkardýðýný biliyorum. Bu itiraz doðru bile olsa, insana sorarlardý, kimse kalmadýysa sen ne güne duruyorsun, diye. Dergâh’sýz Alevi-Bektaþi yolu olur mu? Kimse kalmadýysa bizler varýz, gidelim ardýna dizilelim. Üçüncü itiraz: “Ýcazet, hüccet veren bir merci yok.” 1992 yýlýna ait böyle bir icazeti gözlerimle gördüm. Dergâh icazet veriyor. Bu itiraz için söylenebilecek bir þey yok. (…) Dördüncü itiraz: Ulusoy-Çelebi çeliþkisi var deniyor ve þöyle sürdürülüyor: “Onlar daha kendi birliklerini kuramadýlar, hele bir kursunlar, toplumun önüne öyle çýksýnlar.” Burada büyük bir yanýltma çabasý var. Tarihten gelen bir Ulusoy-Çelebi çeliþkisi vardýr ama (…) bunlarýn Dergâh’a baðlanmamak için gerekçe olabilecek bir tarafý yoktur. Dergâh dendiði zaman posta oturan kol (…) yani Ulusoylar önemlidir. Beþinci itiraz: “Pasif duruyor, görevini yapmýyor, bir þeyler yapabilirdi” Bu da ortamý yeterince bilmeyen insanlarý yanlýþ düþüncelere götürebilir. Dergâh’ýn yýllardýr ne büyük badireler atlattýðýný hepimiz biliyoruz. Görevini yapmadýðýný kimse iddia edemez. Yaþanan bütün olumsuzluklara raðmen Aleviliði bugünlere kadar getiren bir kurum için söylenen bu. sözlerin haksýzlýðý ortadadýr. Yukarýda Dergâh konusunda yazýlanlarýn hepsi de haksýzlýk yapýldýðý görüþünü güçlendirmektedir. Altýncý itiraz: “Bilinmez belki yerine daha iyisi gelir.” Bu itiraz söylenenin niyeti açýsýndan beni en çok düþündüren noktadýr: Bilinmez ne olur, belki Dergâh’ta toplanýlýr, belki enstitüde toplanýlýr deniyor. Bu olamaz. Dernek yönetim kurulunu görevden alýp, yenisini seçmiyoruz. Dergâh’tan söze diyoruz. Alevi-Bektaþi yolundan, bir inanç birliðinden söze diyoruz. Koca bir tarihi ve kendine özgü kurumlarý olan Alevilikten söze diyoruz. Bunlara el uzatýldýðýnda, Aleviliði toparlamanýn olanaðý kalmaz. (…) Yapýlmasý gereken toplum olarak Hacý Bektaþ evlatlarýnýn çevresini sarmaktýr, eksiðiyle doðrusuyla yardýmcý olmaktýr, öneriler götürmektir,

R. Yürükoðlu, 1978 yýlýnda Ýþçinin Sesi Kütüphanesi’nin açýlýþýnda saz çalarken

20

destek olmaktýr. Bunun dýþýndaki her türlü yol, bu toplumun daha çok bölünmesini getirir. Dergâh’ý baþa alan yol, belki yine küçük ayrýlmalar yaþayabilir ama toparlanmanýn en büyüðü bu þekilde olur. (…) Alevilik nasýl örgütlensin ki, bu örgütlenme Aleviliðin ilerici özüne yarasýn, Alevi emekçiye yarasýn, Türkiye iþçilerine yarasýn, yani tüm emeði ile geçinen topluma yarasýn? (…) Þöyle bir öneri tablosu ortaya çýkýyor: 1. Anadolu Alevilerinin serçeþmesi Pir Hacý Bektaþ Veli’nin yerleþip yaþadýðý Hacýbektaþ ilçesi, Alevi Kültürünün Merkezi olarak kabul edilmelidir. 2. Hacý Bektaþ soyu Çelebilere tüm toplum tarafýndan saygý gösterilmeli ve bu ailenin, Aleviliðin manevi lideri olduðu kabul edilmelidir. 3. Alevi toplumunu Hacý Bektaþ düþüncesi ile uyumlu bir zeminde geliþtirmek için, en tepede, danýþma nitelikli bir kurul oluþturulmalýdýr. Yýl içinde belli aralarla Hacýbektaþ’ta toplanacak olan bu Danýþma Kurulu’nda, her biri bir ocaðý temsilen gelen 12 dede, Bektaþiliði hakkýyla bilen bilim adamlarý, Aleviliðin özünü dinsel çarpýtmaya boðmadan yaymakta olan ünlü sanatçýlar, Postniþin Efendi’nin manevi liderliði altýnda yer almalýdýr. Bu kurul, kendi içinde sürekli bir örgütlenmeye ve iþbölümüne sahip olmalý, düþünsel ve örgütsel konularda, topluma raporlar, öneriler sunmalýdýr. (…) Bu en tepedeki danýþma kurulunu kurma süreci nasýl baþlar? Bu süreci baþlatma görevi, sayýsýz tarihsel, güncel ve moral nedenlerden dolayý Çelebilerindir. Bu, onlarýn tarihe, bugüne ve Alevi toplumuna karþý tarihsel sorumluluklarýdýr. Böyle bir kurulun önerisinin gücü dehþetli olur. Zorlama yoktur, iknaya dayanýyor, gönüllüdür ama önerisinin gücü dehþetli olur. 4. Bu tepe örgütlenmenin altýnda, Dedelik kurumunun durumu geliyor. Bir kere cemevlerinin açýlmasý mutlaka hýzlandýrýlmalý. Tüm dernekler, kim nerdeyse cemevleri açmalýdýr. Bu, Dedeliðin de canlanmasý demektir. 5. Dedelik kurumunu çaðýn gereklerine uyarlamak için, Hacýbektaþ’ta Danýþma Kurulu’na baðlý olarak çalýþacak bir Eðitim Enstitüsü kurulmalýdýr. (Bu da, Timurtaþ Ulusoy’un önerilerinden biridir.) Dedeler ve Dede çocuklarý burada eðitilmelidir. Tabii, bizce burada Dede soyundan gelmeyenler de eðitim görmeli ve bu kültüre hizmet edecek yeterliliðe geldiklerinde bunlar da Dedelik yapabilmelidirler. 6. Bu çatý altýnda eðitilen Dedeler daha sonra maaþlarýný Alevi toplumundan almak koþuluyla maaþlý görev yapmalýdýrlar. 7. Hizmet yapan dedeler, her yýl yenilenmek yoluyla icazet almalý ve talip üzerine öyle gitmelidirler. Ýcazet almaya gelen Dedelere icazet, Postniþin tarafýndan, yani bir kiþi tarafýndan deðil, Eðitim Enstitüsü’ne baðlý olarak Dergâh’ta kurulacak olan Eðitim Kurulu tarafýndan, önce o Dedenin bilgi düzeyi tartýlarak verilmelidir. (Bu da Timurtaþ Ulusoy’un önerilerinden biridir.) 8. Hacýbektaþ’ta Danýþma Kurulu’na baðlý olarak, bir de Yayýn Kurulu oluþturulmalýdýr. Bu kurulun temel görevi, Aleviliðin her yönünü araþtýrmak ve geliþtirmek üzere bilimsel çalýþmalarý desteklemek, öncelik taþýyan konularý belirlemek ve bu konularda araþtýrma burslarý vermek olmalýdýr. 9. Türkiye’deki ve Avrupa’daki tüm dernekler geniþ görüþlü, sabýrlý ve ardýcýl bir tutumla çalýþacak olan bir Genel Koordinasyon Kurulu altýnda toplanmalýdýr. Bu kurul, ayrýlýk noktalarýndan çok, ortak noktalarý öne çýkararak çalýþmalýdýr. 10. Bu Genel Koordinasyon Kurulu tarafýndan tüm derneklerin önüne þu üç çalýþma alaný temel görevler olarak konmalýdýr: a. Cemevleri açmak, b. Arasý belirli süreyi geçmemek koþuluyla, paneller, konferanslar düzenlemek. c. Alevilik konusunda bilimsel araþtýrmalarý somut olarak teþvik etmek ve desteklemek. Bunlar Aleviliði candan seven insanlar olarak bizim Alevi toplumuna önerilerimizdir.

Sayý 5


Aleviler Azýnlýk mý? Diyanette Yer Almalý mý? Lütfi Kaleli

6

Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný devletin resmi kurumu olmaktan çýkarýp özerk hale getirmelidir. Bu görüþe karþý çýkanlar, “Efendim o zaman Diyanet bildiðini okur” diyorlar. Þimdi bildiðini okumuyor mu?

Ekim 2004 günü açýklanan AB Ýlerleme Raporu’nda Alevilerin azýnlýk olarak gösterilmesi, özelde Aleviler arasýnda, genelde kamuoyunda büyük tepki alýrken; konuya olumlu bakanlar da oldu. Olumlu bakanlarýn görüþleri özet olarak þöyledir.Aleviler, etnik kimlikleriyle deðil, farklý inançlarýyla bu toplumda yaþamaktadýrlar. Ancak bu farklý inançlarý nedeniyle devlet erkini elinde bulunduranlar tarafýndan hiçbir devirde kabul görmemiþlerdir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaþlarý olarak, yurttaþlýk görevlerini eksiksiz yerine getirdikleri halde, haklarýný alamamýþlardýr. Örneðin, ibadethaneleri olan Cemevleri; cami gibi, kilise, Sinegog ve havra gibi ibadet yerlerinden sayýlmamýþtýr. Hatta Diyanet Ýþleri eski Baþkaný Mehmet Nuri Yýlmaz, “Müslüman’ýn tek mabedi vardýr, o da camidir. Cemevleri bölücülüktür” derken; Diyanet Ýþleri eski Baþkan Yardýmcýsý Tayyar Taþ da “Cemevleri cümbüþ yeridir” demek suretiyle Cemevlerini suçlayýp aþaðýlamýþtýr... Bu suçlamalara ve aþaðýlamalara son verilmesi ve de inançlarýný özgürce yaþamalarý için Aleviler azýnlýk statüsüne tabi tutulmamalýdýr.. Olumsuz bakanlar ise emperyalistlerin “Böl, parçala yönet” mantýðýnýn Ýlerleme Raporu’na yansýdýðýný ileri sürmekte ve Alevilerin bu oyuna gelmemeleri gerektiðini söylemektedirler. Aleviler ne Türk etnik kimliðiyle, ne de Kürt etnik kimliðiyle tanýmlanýrlar. Aleviler, Türk ve Kürt etnik kimlikli olabilirler; ama inanç bakýmýndan bu etnik kimliklerinden sýyrýlýrlar, salt Alevi olduklarý için egemen Sünni Türk ve Kürt etnik kimlikler tarafýndan horlanýrlar, hakarete uðrarlar ve hatta katledilirler. Bu gerçek Osmanlý döneminde de Cumhuriyet döneminde de hiç deðiþmemiþtir. Alevileri azýnlýk olarak tanýmlamak doðru deðildir. Gerçekten laik, demokratik cumhuriyet ilkeleri ödünsüz olarak uygulanýrsa eðer, Alevi-Sünni, Türk- Kürt, Çerkez- Laz, Ermeni- Rum, Süryani-Yahudi ve Hýristiyan – Müslüman ayrýmý yapýlmadan bu ülkede her etnik grup ve her inanç sahibi eþit koþullarda özgür yaþama hakkýný kullanacaklardýr. Devlet, herkese eþit mesafede duracaktýr, birisinin inancýna katrilyonlar akýtýp beslerken, diðerine üvey evlat muamelesi yapmayacak, hatta hakaret edip onlarý yok saymayacaktýr.. ugün laik devlet yapýsýnda yer almamasý gereken Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, genel bütçeden aldýðý katrilyonluk bütçesiyle salt Sünni inancýna hizmet vererek büyük bir adaletsizlikle hak gaspý yapmaktadýr. Demokratik Avrupa ülkelerinin hiç birinde devlet bütçesinden kiliseye para akýþý yapýlmamaktadýr. Ýnanç sahipleri Katolik ise Katolik kilisesine, Protestan ise Protestan kilisesine, Ortodoks ise Ortodoks kilisesine kendi rýzasýyla katký sunmaktadýr. Katký sunmayanlara da baský yapmýyorlar. AB üyeliði için çýrpýnan Türkiye’de de bu uygulama mutlaka yapýlmalýdýr. Bu uygulama yapýlýrsa inançlar arasýnda çatýþma da çýkmaz, rýzasýz hak gaspý da yapýlamaz... Bu baðlamda Türkiye, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný devletin resmi kurumu olmaktan çýkarýp özerk hale getirmelidir. Bu görüþe karþý çýkanlar, “Efendim o zaman Diyanet bildiðini okur” diyorlar. Þimdi bildiðini okumuyor mu? Hatta Hizbullah gibi Ýslamcý terör örgütlerinin camilerde karargâh kurduklarýna, camide pusu kurup Diyarbakýr Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okhan ile beþ yardýmcýsýný öldürdüklerine; camiden çýkýp Madýmak Oteli’ni ateþleyerek 35 aydýný yaktýklarýna tanýk olmadýk mý? Yine laik cumhuriyet düzenini yýkýp þeriat düzenini kurmak isteyenlerin vaazlarýný gazetelerden okumadýk mý? Atatürk, dini kullanarak çýkar saðlayan ve iktidarlarý etki altýna alan Osmanlý mantýðýný disiplin altýna almak için Diyaneti devlet içinde kurumlaþtýrmýþtýr. 1932’de ibadet dilini, hutbeyi, ezaný Türkçeleþtirmiþ; Kuran anlaþýlsýn diye, din bilgini Elmalý Hamdi’ye çevirtmiþtir. Yani Diyanet, o yýllar devlet kontrolünde halka olumlu hizmetler vermiþtir. 1950’den sonra ihanet politikasý baþlamýþ, din siyasallaþtýrýlarak Diyanet amacýndan saptýrýlmýþtýr.... Þimdi biz diyoruz ki, Diyanet özerkleþtirilmeli ve diðer özerk kurumlarda olduðu gibi Diyanet de kendi olanaklarýyla yaþamalý; Devlet ise, burada denetleme hakkýný ciddi bir biçimde kullanmalýdýr. Diyanet’te yer almak, pay almak isteyen kimi Aleviler vardýr. Bunlar Alevilere ihanet ettikleri gibi laiklik ilkesine de ters düþmektedirler. 80 bin camisi, 100 bin cami personeli olan Diyanet’e üç-beþ yüz kiþiyle yer almak isteyen basiretsiz Aleviler, Diyanet’in haksýzlýðýný meþrulaþtýrmakta ve de haklý olan muhalefetin sesini keserek Alevi asimilasyonuna katký sunup olumsuzluklara çanak tutmaktadýrlar. Biz saðduyu sahibi Alevilerin, bu menfaat grubunun isteklerine itibar etmeyeceklerine ve Diyanette yer almak gibi bir akýlsýzlýða saplanmayacaklarýna ve kendilerini bir azýnlýk gibi görmeyip gerçekten laik devlet yapýsýný tesis ederek inançlarýný özgürce yaþayacaklarýna inanýyoruz.

B

Aralýk 2004

BÝR KÝTAP

Alevilik, Diyanet, Siyaset Ýsmail KAYGUSUZ

Alev Yayýnlarý, Haziran 2004 ISBN: 975-335-047-3 13 cm x19 cm, 140 Sayfa Türkiye’de, Cumhuriyetin Laik ve demokratik devlet yapýsýna, dolayýsýyla bu iki ilkeyi Cumhuriyetin temeli kabul etmiþ Anayasasýna aykýrý bir teokratik yapýlanma vardýr: Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý! Çaðdaþ-laik-demokratik bir devletin, insan haklarý, toplum-birey iliþkilerini, düþünce, inanç ve eylem özgürlükleri, hatta öz sistemini belirleyen bilimsel felsefesi vardýr, fakat asla resmi dini yoktur. Ama ülkemizde, laiklik kavramýnýn özüne ve anlamýna aykýrý, “Türkiye tipi bir laiklik”, devletin yapýsý içinde inatla sürdürülmekte ve ýsrarla savunulmaktadýr. Türkiye’de devlet gizli bir resmi din uygulamasý içindedir: bu din Ortodoks Ýslam’ýn, yani Sünniliðin Hanefi Mezhebi’dir. Devlet, bu mezhebin inanç sistemi ve þer’i ilkelerini, Ýslam dininin kendisiymiþ gibi anlatmakta ve ilkokuldan üniversiteye kadar eðitiminin yapýlmasýna aracý olmaktadýr. Diyanet Ýþleri, resmi bir devlet kurumu olarak, devlet içinde, sýnýrsýz olanaklarý, bütçesi ve kadrolarýyla bir din devleti gibi siyasete egemen olmuþtur. Alevi inançlý toplumu, Ortaçaðýn din devletleri anlayýþý çerçevesinde deðerlendirmektedir. Kendine özgü bir Tanrý anlayýþý ve ibadet kurumlarýyla bir Ýslamî ve felsefi inanç sistemi olan Aleviliði kabul etmemektedir. Aleviliði, Hanefi mezhebinin bir tarikatý olarak tanýmlamakta, dolayýsýyla bu mezhebin ilkelerine uymayý dayatmaktadýr. Bu kitapta, Diyanet kurumu ve Ýlahiyat Fakülteleri aracýlýðýyla yürütülen iþte bu bilinçli siyasete karþý yorumlar ve açýklamalarý toparlanmýþtýr.

21


Lolanlýlarýn Tarihçesi - Bölüm I Burhan Kocadað

L

olan kelimesinin anlamý ne kitaplarda vardýr ne de yaþanmýþ büyükler arasýnda bilinmektedir. Ancak, Lolan dendi mi, bir büyük oymaðýn ya da boyun adý akla gelir; “an” eki Türkçe gramerde yer almakla beraber genelde Farsça’dan geçen iþlek bir ektir. “Lol” kökü ise “Lal-Lâl-Lul-Lol” deðiþimi ile “Lol” olduðunu göstermekte ise de kanýmýzca bu kök “Lul” dan bozma olsa gerek. Orta Asya’da ve þimdiki Çin topraklarý içinde olan Doðu Türkeli’ndeki Altýn Dað’ýn kuzeyinde bulunan Lop gölü yakýnlarýnda yapýlan kazýlarda “Lul-an” kasabasýnýn ortaya çýkýþý da doðrularý ve söylentileri pekiþtirmektedir. Yerli halk, Lolan oymaðýnýn halkýmýza ve halktan olan kiþilere “Lol” veya “Lolýc” demektedir. “Lolýc” ise Lolan oymaðýndan bir fert veya o soydan gelen bir kiþi anlamýný taþýmaktadýr. Çin kaynaklarý Lolan kelimesini, “Lul-an” olarak göstermektedir. 1985 yýlýnda yayýmlanan “Ýpek Yolu” dizisinde de Lulanlýlar, ayný þekilde “Lou’lan” olarak yayýmlandý. Yöre halký, Lolanlýlar’la meskun olan bölgeye de “Lola” demektedir. Günümüzde Varto’da, Pülümür’de, Bingöl’de ve Kars’ýn Göle/Selim köylerinin yer adlarý ile kabile halklarýnýn soy adlarýnda da görüldüðü gibi Doðu Türkeli’nde “Lou-lar Lu-lan”, Doðu Avrupa’da Valday bölgesinde “Neu Danzig”, Polonya’nýn kýyý þeridinde Danzing kenti bulunmaktadýr. Ayný þekilde Pülümür, Bingöl ve Varto’da “Danzig” adýnda köy ve nahiyelerin bulunuþu, Lolan oymaðýnýn Hun göçleriyle birlikte bu yerlere gittikleri ve yerleþtikleri yerlere kendi adlarýný verdiðini göstermektedir. G.Antep /Araban ilçesinde birbirine yakýn iki köy, LolanAþaðý Lolan adlarýný taþýr. Bunlarýn da Varto-Bingöl-Tunceli ve Erzincan’daki Lolanlýlar ile akraba olup olmadýklarý bilinmemektedir. Ancak, ayný soydan ve ayný kökenden geldikleri bir gerçek. Bu konuda Fýrat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi-Tarih Bölümü Öðretim üyesi Seydi Özyiðit, hazýrlamýþ olduðu lisans tezi araþtýrmasýnda þu bilgiyi vermektedir: “Anadolu’daki Lolan aþiretinin küçük bir kýsmý da Antep ilinin Araban ilçesine baðlý Lolan ismiyle bilinen iki küçük köyde yaþamaktadýr. Her iki köyde de tamamen Lolanlýlar oturmakta olup, birbirlerine çok yakýn akrabadýrlar”. Araban ilçesinin birkaç kilometre doðusunda verimli ovada yaþayan Lolanlýlar, çiftçilik yapmakta olup az da olsa büyük ve küçükbaþ hayvan beslemektedirler. Türkçe konuþan bu Lolanlý köyler, Sünni-Hanefi mezhebindendirler. Fakat, Aþaðý Lolan köyü eski muhtarý olan Mustafa Demir ve Lolanlý Mehmet Özyiðit’in verdiði bilgiye göre, çok eskiden Alevi olduklarýný, dedelerinden iþittiklerini tespit ettim. Biz de buna dayanarak, bu iki Lolan köyünün ilk sakinleri olan Lolanlýlar’ýn Alevi olan Erzincan ve Varto Lolanlýlar’ý ile ilgilerinin olduðunu tahmin etmekteyiz. Araban’daki Lolanlýlar’ýn eskiden Alevi olmalarý ve konuþmalarý da gösteriyor ki, bu Lolanlýlar, çok büyük bir ihtimalle Yavuz Sultan Selim zamanýndan önce ayrýlmýþ ve buralara gelmiþ olmalarý muhtemel.i Varto’daki lolan kabilesinin bütün büyükleri, Erzincan’ýn ve þimdiki Tunceli’ye baðlý Pülümür-Danzing bölgesinden Varto’ya geldiklerini, bunu babalarýndan ve de dedelerinden duyduklarýný söylemektedirler. Danzing bölgesine ise Ýran’ýn Horasan bölgesinden göç ettiklerini, bu göçün Selçuklu akýnlarý ile birlikte veya sonra olduðunu belirmektedirler. Halen Pülümür’ün Danzig bucaðý ile Bingöl, Göle, Selin ve Varto’daki Lolanlýlar biri birine gidip gelmekte ve biri birlerini yakýndan tanýmaktadýrlar. Kaynaklar, Lolan Aþireti’nin, miladi dördüncü yüz yýlda anayurtlarý olan Türkistan’daki “Lu-lan” Lolan kentinden batýya göç etmiþ olduðunu belirtmektedir. Lolan þehrinin harabeleri, halen Lop gölü yakýnlarýndaki kazýlardan anlaþýlmaktadýr. Hicri tarihin 10.uncu yüz yýlýnda Varto’ya gelen ve ilçenin yerli halkýndan sayýlan bu aþiret halký, Dersim ve Erzincan bölgelerinden Var-

22

to’ya geldiklerini ve Akkoyunlular zamanýnda buraya yerleþik bir kabile olarak Karaballý oymaðýna mensup olduklarý bilinmektedir. Bu kabile halký, Varto’da kalýbal-Kacer- Kasým ve Hýdan boylarýna ayrýlmýþ olup eski gelenek ve göreneklerini, inanç ve yaþam özeliklerini korumaktadýrlar.ii Ayný þekilde emekli bir araþtýrmacý olan rahmetli Salih San da Hun göçleriyle birlikte Orta Asya’dan Batý Türkistan’a ve Horasan bölgesine, oradan da Selçuklu akýnlarýyla Anadolu’ya, Erzincan bölgesine geçtiklerini, Varto’daki Lolanlýlarý’ýn ise miladi 16.cý asýrda Varto’ya yerleþtiklerini bildirmektedir. iii Bu üç ayrý açýklama, birbirinden alýntýlý olsa bile gerek Profesör Dr. Osman Turan’ýn Selçuklular Tarihi ve gerekse T. Yýlmaz Özturan’ýn Türkiye Tarihi ile Hunlar’ýn parçalanmasýndan sonra Batý Hunlarý’nýn Ön Asya’ya ve Doðu Avrupa’ya göçleri, göç yollarý, birbirlerini tamamlayan tarihi olgulardýr. Hunlar zamanýndaki Lolan þehir devletinin yeri üzerinde yabancý araþtýrmacýlar tarafýndan çeþitli görüþler ileri sürülmüþtür. Bu araþtýrmacýlardan: Albert Herman, Condray, Sven Hedin ve Aurel Stein, araþtýrmalarýyla bu konuya deðinmiþlerdir. Lolan þehri, Hunlar zamanýnda Lobnor-Tuslu bataklýklarýnýn(þimdiki Lop gölü) kuzeyinde olup, ayný gölün güneyinde de “Þanþan” adýnda bir þehrin olduðu belirlenmiþtir. Halen Lop gölü civarýnda bulunan Lolan harabeleri meþhur olup, birçok doðulu ve batýlý þarkiyatçýnýn ilgisini çekmiþ, üzerinde çeþitli yayýnlarla birlikte, defalarca kazýlar yapýlmýþtýr. Doðu Türkistan’ýn doðu kapýsý olan Lolan’dan ticaret kervanlarý, Çin’den Türkistan’a batýdan Ýran, Anadolu v.s. den Çin’e geçmek zorunda kalmýþlardýr. Lobnor bataklýklarýnýn kuzeyinde, çöllerin ortasýndaki Lolan þehri, çöllerden geçen kervanlarýnýn bir sýðýnaðý ve ayný zamanda ihtiyaçlarýný karþýlayabilecekleri tek durak durumunda idi. Bu nedenle Orta Asya’da kendi hakimiyetlerini saðlamlaþtýrmak ve Türkistan ticaretine sahip olmak isteyen bütün Asya büyük devletleri ve zaman zaman güçlenen Yarkent-Turfan gibi þehir krallýklarý da Lolan’a sahip olmak istemiþlerdir. u sebepledir ki Büyük Hun Ýmparatorluðu ile Çin’liler arasýnda Lolan için uzun yýlar savaþlar eksik olmamýþ, bazen Hunlar ve de Çin’liler buraya hakim olmuþlardýr. Meta Han’ýn M.Ö 176 da Çin Ýmparatoru’na gönderdiði meþhur mektupta, Lolan’ý aldýðýný belirtmesi, Lolan’ýn ne kadar önemli olduðunu ve Lolan’a verdikleri deðeri göstermiþtir. Hunlar’ýn M. Önceki yýllarda Lolan’a bir asýr dolayýnda hakim olmalarý ve Lolanlýlar’ýn da Çin’de kervanlarýna Hunlar’ýn emriyle saldýrmalarý ve bunun sonunda Çin kervanlarýnýn acý feryadý, Çin’in batýya, yani Türkistan’a yönelmesine neden olmuþtur. Çinliler’in yapýlan mücadelede yenik düþerek geri çekilmeleri sonucunda Hunlar, Lolan’a ve diðer Türkistan þehirlerine inmiþlerdir. Çin kaynaklarýnda sýk sýk Lolan þehri, Hunlar’a casusluk yapýyor denilmesinin büyük bir önemi vardýr. Gerçekten Lolan’lýlar, Hunlar’a bir nevi gözcülük yaptýklarý gibi, Hunlar’ýn emriyle Çin kervanlarýnýn önünü zaman zaman kesmiþlerdir. Böylesi durumlarda Çinliler de boþ durmamýþ, kimi zaman Lolanlýlar’ýn üstüne ordular göndererek Lolanlýlar’ý cezalandýrmýþ ve kimi zaman da buralarda ticaret kolonilerini kurmuþlardýr. Ancak, kimi zaman Çin’in kuvvetten düþerek zayýfladýðýný ve buralardan çekildiði görülmüþtür. M. Önceki yüz yýllarda iki büyük devlet arasýndaki sýkýþýp kalan Lolan krallýðý, çoðu zaman bir þehzadesini Çin sarayýna rehin býrakýrken, diðer bir þehzadesini de Hunlar’a rehin göndermek zorunda kalmýþtýr. Çinliler’in bazen Lolan prenslerini geri göndermesi veya öldürmeleri sonucunda halk, Hunlar’ýn tarafýný tutmuþtur. M.S. üçüncü yüz yýlda Turfan ile Hami þehirleri yakýnýnda bir baþka Lolan’ýn kurulduðunu görmekteyiz. Ancak, bu yüz yýllarda ne yeni kurulan Lolan’dan, ne de Lobnor gölünün kuzeyindeki Lolan’dan söz edilmez. Lobnor’daki Lolan’ýn eski stratejik önemini niçin kaybettiðini bilmiyoruz. Tarihler bu konuda pek bilgi vermemektedir. Buna karþýn Lobnor’un güneyindeki Þanþan þehrinin önem kazandýðýný görmekteyiz. Acaba, Lolan, gerçekten önemini yitirdi mi? Yoksa, Þanþan adýyla mý

B

Sayý 5


anýlmaya baþlandý? Ancak bu konuda kaynaklar her iki þehir halkýný ve krallýðýný birbirine karýþtýrmaktadýr. Kesin olmamakla beraber bir doðal afetin Lolan’ýn önemini kaybettirdiði olasý. Bunun sonucunda büyük bir göçün yapýldýðý sanýlmaktadýr. Bu göç ileridir ki, Lolanlýlar, büyük bir olasýlýkla Horasan ve Harzen üzerinden Anadolu’ya gelip vatanlarýnda yerleþmiþlerdir. iv T. Yýlmaz Öztuna, Hun Türkleri’nin Mete Han’dan sonraki durumlarýný anlatýp 10. hükümdarý Ho-lo-ku (Hulogu)-( Hulagu) ( M.Ö. 96-85) ya geldiðinde þu bilgiyi vermektedir: “Hulugu Yabgu’nun üç erkek ve iki kýz kardeþini daha biliyoruz. Bunlardan biri “Doðu Çjuki” ülkesinin prensi olup M.Ö. 96’da imparatorluk naibi olmuþtur. Serehenþan adýnda bir de oðlu vardý. Diðer kardeþi M.Ö. 85’te öldürüldü. Üçüncü erkek kardeþi de Batý Kali-Loli prensi idi.”v Ve yine yapýtýnýn bir baþka yerinde “Batý Loli-(Kali) denen ülkenin prensi olduðu malumdur.”6 demekle Türkistan’da “Lu-lan” þehrinden baþka Doðu Loli ve Bsatý Loli bölgelerinin olduðunu, burada Lulanlýlar’ýn yaþadýðýný kanýtlamakla birlikte daha önce açýkladýðýmýz gibi Hun imparatorluðu içinde bir prenslik olan Lu-lan’lýlarýn Batý Hunlar’ý ile birlikte Ön Asya ve Doðu Avrupa’ya göç ettikleri, Ön Asya’ya gelenlerin Balkan ve Ýran Horasan’ý bölgelerine yerleþtikleri, buralarda hayvancýlýk yaptýklarý ortaya çýkmaktadýr. Varto’da, günümüzde de yerli halk, Lolan aþireti ile meskun olan bölgelere “Loli”-“Lola” demektedir. Yine Kali ismi de Lolanlýlar’da bir erkek adý olarak kullanýlmaktadýr. Soy þecerelerinde 3 ila 6. dedelerinin adlarýnýn “Kali” olmasý, bunu kanýtlamaktadýr. Erzincan’da olan Yabgular’dan Baranlý aþiretinin günümüzde de Lolan-Balhan, Baranlý ve Alanlar’la yan yana oturmalarý, ayný gelenek ve töreyi sürdürmeleri, bütün bu aþiret ve oymaklarýn ayný kökenden geldiklerini ve köklerinin Hun Ýmparatorluðu içinde yer alan 32 kavimden veya ulustan birine dayandýðýný göstermektedir. Yýlmaz Öztuna, yapýtýnýn bir baþka yerinde, Hunlar’dan Göktürkler’e kadar Türk hanedanlarýnýn yönetiminde 32 prenslik ve hanedanlýktan oluþan bir konfederasyonun kurulduðunu, Asya’daki büyük imparatorluðun bu konfederasyondan oluþtuðunu belirttikten sonra bu prenslikler arasýnda “Lolan” “Lu-Lan” Veya “Lou-Lan” prensliðinin bulunduðunu yazmaktadýr. Bu durum, bir rastlantý deðildir. Batýya yapýlan göçün, Hun Ýmparatorluðu’nun parçalanmasýyla Hazar kýyýlarýna, Horasan’a ve oradan da Urmiye gölünün güney batýsýndaki Yukarý Mezopotamya’nýn daðlýk sahalarý ile Doðu Anadolu’ya, bir baþka koldan da Hazar Denizi’nin kuzeyinden, Karadeniz ve Azak Denizi’nin üst taraflarýndan, Valday platolarýndan Orta Avrupa içlerine ve Baltlýk kýyýlarýna kadar yapýlmasý, Doðu Avrupa’da Azak Denizi’nin tam kuzey istikametinde Valday Ýçlerinde “Neu Danzig”, Polonya’da “Danzik” kentlerinin kurulmasý, Kuzey Irak’ta “Lolan” bölgesinin oluþturulmasý, Türkistan’da yapýlan kazýlarda “Lu-Lan” kasabasýnýn ortaya çýkarýlýþý, ayný yörede “Doðu Loli” ve “Batý Loli” bölgelerinin olmasý ve bu bölgelerde “Lu-Lan” veya “Lou-Lan” prensliðinin kurulmasý, birbirini zincirleme izleyen tarihi gerçekler olup, Lolanlýlar’ýn Hunlar ile ortak devlet kuran bir boy olduðu, onlarla birlikte göç yolarýnýn izlerini taþýdýðý ortaya çýkmaktadýr.“Lolan” prensliðinin içinde bulunduðu ve Hun Ýmparatorluðu’na baðlý bulunan bu prenslikler þöyle sýralanýr: Tölüs Krallýðý, Tunghu (Dunghu) Krallýðý, Tim-lin (Dim-lin-Dimlic) Krallýðý (Bu krallýk, günümüzde Varto-Bingöl-Tunceli-Erzincan bölgelerinde konuþulan Zazaca yine Zazalar’ýn Dimlic dedikleri Palomaden- Lice-Hani-Siverek- dolaylarýnda konuþulan ayný dilin bir baþka þivesi olan Dimliki–Eski Daylemiler-dilini konuþurlardý. Kýrgýz Krallýðý, Usun Krallýðý, Hu-te Krallýðý, Kanklý Krallýðý, Fergana Krallýðý, Alan Krallýðý, Tü-on-çin Krallýðý, Kaþgar Krallýðý, Yarkent Krallýðý, Hoten (Hotan) Prensliði ( Hotan adýnda Varto’da bir köy ve bölge bulunmaktadýr), Yü-mi (Kiü-mi) Prensliði, Tsim-Tsiue Prensliði, Aksu prensliði, Kü-me (Kie-me–Polo-kia) prensliði (Çinliler’in tek heceli dil gruplarý özelliðinden ötürü böyle heceli isim taþýyan prenslik olmuþtur.),Wen-so Prensliði, Karaþar Prensliði (Bu isim altýnda Varto Lolanlýlar’ý arasýnda benzer bir köy bulunmaktadýr–Karacer- Ýsmi, beklide Karaþar’ýn deðiþmiþ bir biçimi olabilir.), Þan-kue Prensliði, Goey-li Prensliði, Goey-Siü Prensliði, Kiü-li Prensliði, Tsie-Mo Prensliði, Lu-lan (lou-lan) Prensliði. Bu pranslik Lop gölü yakýnlarýndaki Loli bölgesinde olup,

T

Aralýk 2004

baþkenti, yine Lop gölü kýyýlarýndaki (Kan-ni-çing) idi. M.Ö.177’de Kunlar (Hunlar) tarafýndan büyük Türk hakanlýðýna katýlmýþ, M.S.72’de Çinli’lerin egemenliði altýna girmiþtir. M.S. IV. yüzyýlda bir grubun Hazar kýyýlarýna ve Balhan bölgesine göç ettiði anlaþýlmaktadýr. Kamul Prensliði, Kio Prensliði,Pi-lu Prensliði, Yu-li – Ya-Su Prensliði, Tsie-mi Prensliði, Tan-pe Prensliði, U-tan – Tsü-li Prensliði Lolanlýlar, Hunlar ile birlik olup kurulmuþ olan konfederasyon içinde 25. Prenslik olduktan sonra gerek ipek yolunun ellerinde bulunuþu ve gerekse Çin ile Hun Ýmparatorluðu arasýnda olmalarý nedeniyle önemleri bir kez daha arttý. Lolan-Þanþan þehirleri bu önemin merkezini oluþturuyordu. Bu konuda Seydi Özyiðit, yaptýðý araþtýrma sonucunda kimi kaynaklara dayanarak þu bilgileri vermektedir: “Lolan, Doðu Türkistan’ýn da doðusunda, çöllerin ve tuzlu bataklýklarýn ortasýnda kalmýþ bir yerdir. Çin’den batýya giden ipek yolu ile diðer ticaret yollarý, Lolan’ýn içinden geçmek zorunda idiler. vii Kervanlar buradan çýktýktan sonra, büyük çöllerin içinden geçeceklerinden, su ve yiyeceklerini Lolan kentlerinden almak zorunda idiler. Orta Asya kültürünün en parlak çaðlarýný temsil eden bu iki kültür merkezinin yerleri henüz daha kesin olarak tespit edilememiþtir. Çölden geçip Lobnor gölüne dökülen ýrmaklarýn zamanla yatak deðiþtirmesiyle þüphesiz bu iki þehir de yer deðiþtirmek zorunda kalmýþtýr. Buna raðmen bu konuda pek çok yayýn yapýlmýþ ve konu olarak incelenmiþtir. Lolan ve Þanþan bölgesini Sven Hedin ve Aurel Stein gibi iki büyük araþtýrmacý araþtýrmýþ ve yayýnladýklarý eserlerinde bu iki kültür merkezinin yerlerini bulabilmek için büyük gayretler sarf etmiþlerdir.” Eski Çin kaynaklarýnda Lolan, Lobnor ve Þanþan olarak bilinen bölge 14. yüzyýlda Lop-teke, Sarý Uygur adlarýyla tanýnmýþtýr. viii Mete Han çaðýndaki Lolan, Lobnor gölü veya tuzlu bataklýk kýyýsýnda bulunuyordu. Fakat. M.S. üçüncü yüz yýlda iki Lolan doðmuþtu. Birincisi güney yolunda, Lobnor kýyýsýndaki Lolan idi. Ýkincisi ise Hami kentinin 120 mil güney batýsýnda kurulandýr ki, bu þehir, Þanþan’dan kaçan kiþiler tarafýndan kurulmuþtur. Eski Lolan veya Þanþan, Çin tarafýna geçtikleri için Hunlar ve diðer yabancýlar, bu þehre kendi dillerinde Na-chi adýný takmýþlardý.ix Lolan’dan geçen Ýpek Yolu’na gelince:“Çin- Loulan-Kuça yolu” 1956 yýlýndan sonraki araþtýrmacý Natsuda ile önem kazanmaya baþlamýþtýr.Bu yolun uðradýðý baþlýca kentler þunlardý:Tuhuan-LolanKuça ve Pamir yolu. x Bu bahsettiðimiz yol, sadece Lolan’ý ilgilendiren yoldur. Batý dünyasýndaki ipek yolu güzergâhý, Roma Süriyesi’nin baþkenti Antakya’dan baþlar, Fýrat nehrini aþar, Ýran’daki Part Ýmparatorluðu’ndaki hanedana ve Merv’e uðruyordu. Belh þehrinden Pamire geçen bu ipek yolu Kaþgar’a vardýktan sonra ikiye ayrýlýr. xi Kuzeye giden yol, Albert Herman’a göre, Kuça’dan Karaþar’dan ve Lolan’dan geçiyordu. Güney yolu ise Kaþgar’dan, Yarkent’e Hotan’a, Niya ve Miran’a (Bu son þehir Lobnor’daki Lolan Krallýðý içinde bulunuyordu.) uðruyordu. Her iki yol, buradan geçip, en son duraðý olan Lo-yang’a varýyordu. xii

DÝPNOTLAR: 1

Seydi ÖZYÝGÝT, Fýrat Üniversitesi- Fen/Edebiyat Fakültesi/Tarih Bölümü/ Lisans Tezi S.48-49. 2 Kadri Kemal Kop, Doðu Anadolu’da Araþtýrmalarým ve Mehmet Þerif Fýrat, Varto Tarihi. 3 M. Salih San, Doðu Anadolu ve Muþ’un Kronolojik Tarihi- s.205. 4 Seydi Özyiðit, Fýrat Üniversitesi- Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Lisans Tezi s. 8-9-10-11 5 T.Yýlmaz Öztuna,Türkiye Tarihi, C.1.s.130. 6 T.Yýlmaz Öztuna A.g.e. s. 132 7 B.Ögel, Büyük Hun Ýmparatorluðu, C.1.s. 450. 8 M. Emin Buðra,“Doðu Türkistan’a Dair”, Türk Kültürü, Sayý.21, Haz. 1964-Ankara. 1964.S.100. 9 B.Ögel. A.g.e C.1. S.453. 10 B. Ögel-A.g.e C11. s. 434. 11 Rene Grousset, Bozkýr Ýmparotorluðu, Çeviren: Reþat Uzmen- Ýst. 1980 s. 58. 12 V.V. Barhold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkýnda Dersler,Ankara. 1975 s.120R.Grousset. s.59 A.g.e.

23


SEYÝT MEFTUNÝ

SANATÇI MUHARREM TEMIZ ILE SÖYLEÞTIK

Arguvan’ýn Çocuðuyum Ahmet Koçak

Melul Mahsuni Melul mahsun duran güzel Aþkýn beni de kurban deleyledi El âleme de kul eyledi Giyin libasý güzel Aþkýn beni kurban deleyledi El âleme de kul eyledi Seyit Meftuni de bilmez Her güzele de kurban meyil vermez Seni seven asla ölmez Aþkýn beni de kurban deleyledi El âleme de kul eyledi

Muharrem Temiz kimdir; seni kýsaca tanýyabilir miyiz? 1962 yýlýnda Arguvan’ýn, Kuyudere köyünde doðmuþum. Ýlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Adana’da tamamladým. 80 yýlýnda Ýstanbul Teknik Üniversitesi, Türk Musikisi Devlet Konservatuarý Þan Bölümü’ne girdim. 88’de mezun oldum. Öncelikle Arguvan ve çevresini kapsayan Alevi Bektaþi müziðini, sonra din dýþý halk türkülerini. Bu þekilde devam ediyorum müzik yaþantýma. Müziðe aþinalýðýnda usta çýrak iliþkisi var. Baban Seyit Meftuni’nin yanýnda geçti çýraklýðýn. Evet. Seyit Meftuni’nin oðluyum. Halk Müziðinde geçmiþten günümüze kadar usta çýrak iliþkisi, olmazsa olmazlardan biridir. Her þeyi tarif edebilirsiniz. Ben þimdi sizlere bir yemek tarifi sunabilirim. Ama yemeðin tadýný nasýl tarif edeceðiz? Yemeðin tadý þöyledir, böyledir; tarif edemem, mümkün deðil. Tek yolu size onu tattýrmamdýr. Ýþte âþýklýk geleneðinde, usta çýrak iliþkisinde de böyledir. Tavrý, üslubu, tarzý seyrede seyrede, yaþayarak insan kendini geliþtirir. Gözleminiz iyi ise, tarif edilmesine gerek yoktur. Arguvan’da âþýklýk geleneði çok yaygýn. Halk âþýklarý içinde büyüdük. Çýraklýk döneminde iyi piþtik. Dedem Âþýk Hasan Hüseyin Orhan ve babam Seyit Meftuni de bu geleneðin temsilcilerindendi. Arguvan’ý bir de senden tanýyalým. Coðrafi, kültürel ve ekonomik yapýsýný dinleyelim. Neyle geçiniyor insanlar, durumlarý nedir? Geçmiþten bu güne yaþam tarzý nasýldýr?

Küçük Yaþta Küçük yaþta gurbet elde Gezer divana divana Defteri kalemi elde Yazar divana divana Minnet eylemem feleðe Âþýðým ben bir meleðe Süt oldum girdim eleðe Süzer divana divana Seyit Meftuni’nin dili Ayan olsun Hakk’a hali Taþa deðse aþkýn yeli Tozar divana divana

Dost Cemalin Dost cemalin benzer Güneþ’e Ay’a Bakamam yüzüne yandýrýr beni Âþýðý kül eyler sendeki ziya Gonca güller gibi soldurur beni Beni beni sevdalým beni belalým beni Kaþlarýn bismillah gözler harami Vurdun yüreðime derdi veremi Bir tabip olup da gel sar yaremi Bu senin aþkýn da öldürür beni Beni beni sevdalým beni belalým beni Seyit Meftuni’yem hayraným sana Acý þu halime merhem et bana Kara toprak oldu bize öz ana Sarar sinesine buldurur beni Beni beni sevdalým beni belalým beni

24

Arguvan Malatya iline baðlý, Malatya’ya 60-70 km. uzaklýkta, kýraç bir bölge. Arguvan’ýn 46 köyü var. 1954 yýlýnda ilçe oluyor. Küçük platolar, küçük sular, daðlarda, tepelerde ufak-tefek aðaçlar ayrý bir güzellik katýyor, Aguvan’ýn coðrafi yapýsýna. Arguvan’ýn pek fazla ticarete dönük üretimi yok. Hayvancýlýk çok geliþmiþ deðil. Hayvancýlýktan elde edilen, süttür, peynirdir, yoðurttur. Hayvanlarýn yeþilliði bulabileceði alan olmadýðýndan bunlarý elde etme þanslarý yok. Doða buna müsait deðil. Kayýsýcýlýk ve arýcýlýk son zamanlarda ufak tefek yapýlmaktadýr. Baþka gelir kaynaðý yok. Asýl önemli olan kültürel yapýsý. 46 köy içersinde 22 köy, tamamen Türk-Alevi,. 9-10 köy KürtAlevi. Arguvan, okuma yazma oraný en yüksek bölgelerimizden bir tanesi. Yüzde 98-99’larý buluyor, Arguvan’da okuma yazma oraný. O yönden iyi. Ben bunu kültürel yapýya baðlýyorum. Bu bölgede birkaç köy var ki, buralara dedeler köyü deniyor. Minayik, Emirler Mezrasý, Germiþi, Gürge, Apasý, Sinemili gibi yerler. Dedeler, özellikle saz çalýp türkü-deyiþ söylemeleri, gittikleri bölgelerden, gittikleri yörelerden çeþitli kültürel nüveleri kendi bölgelerine getirmeleri, kendi bölgelerinden baþka yere götürmelerinden dolayý seyyar kültür elçileri olmuþlar. Halk dilinde bunlara biz ayný zamanda Tulubadur da diyoruz. Alevi-Bektaþi müziðinde deyiþlerin, düvaz-ý imamlarýn, semahlarýn bulunmasý, Alevilerin ibadet þekli olan cemlerin yaygýn olmasý ve hâlâ devam ediyor olmasý o bölgenin müzikal yapýsýna, müzikal kültürüne âdeta damgasýna vurmuþ. Son yýllarda Alevi-Bektaþi kültürü çok etkin. Özellikle benim albüm çalýþmalarýmla Arguvan’ýn Alevi-Bektaþi müzik kimliði ortaya çýktý. Asýl olan buydu. Asýl olana kavuþtuk. Bunun yanýnda din dýþý türküler var. Dinsel tema ve o inançla paralellik gösteren müzik yapýsýna Alevi-Bektaþi müziði, onun dýþýndakine de din dýþý müzik diyorum. Arguvan genelde uzun havalarýyla biliniyor. Arguvan’ýn din dýþý türkülerinin temeli de uzun havalardýr. Din dýþý türkülerin, kýrýk havalarýn asýl beslendiði melodik temel uzun havalardýr. Arguvan’da çok enteresan bir yapý var. Baðlamayla çalýnan, söylenen oyun havasý hiç yoktur. Neþeli hava zaten hiç yok. Orda ki insanlar hüzünlerini, sevinçlerini, her türlü hallerini uzun hava ve içe dönük acýklý, lirik türkülerle dile getirirler. Eðlenceye giderler, çok neþelidirler. Ama aðýtlar okurlar, onunla coþarlar. Yani eðlencelik müzikleri de ritmik deðil, hareketli deðil diyorsun? Mesela “Fýrat Kenarýnda Yüzen Kayýklar”ýn versiyonlarý var. Sonuçta “Fýrat Kenarýnda” bir aðýt. Orada, o bölgede yaþanan bir ölüm olayýný dile getiriyor. Bu, din dýþý bir müzik türü olan aðýt. Ama insanlar bunu, herhangi bir yerde, hadi eðlenelim filan denildiði zaman söyleyebiliyorlar. Bizim neþemiz de, üzüntümüz de hep ayný. Arguvan’a komþu noktalar var. Arapkir, Hekimhan, Divriði, Kangal, Ýmranlý, Elbistan, Afþin’in köyleri, Akçadað, Doðanþehir. Doðu Anadolu’daki o çekirdek bölge insanýn hepsi için geçerli bu söylediklerimiz. Üretimdeki iliþkileri birbirine çok benziyor. Bunun sanata, kültüre yansýmasý da ayný oluyor. Tabii. Bunun da en belirgin nedeni o bölgede Alevi-Bektaþi inancýnýn hakim olmasý. Dolayýsýyla birbirlerine gidip gelmeler, akraba iliþkileri, kýz alýp vermeler iyice pekiþtirmiþ. Bugüne kadar da taþýmýþ. Hâlâ da korunuyor, bu iliþkiler.

Sayý 5


ARGUVAN TÜRKÜSÜ

Arguvan’da ozanlýk geleneði olduðunu, sizin köyün dedeler köyü olduðunu söyledin. Sen de bu gelenekten gelip, bu kaynaktan beslenen sanatçýlarýndan birisisin. Ben o noktada þanslý olduðumu düþünüyorum. Arguvan’ýn âþýklýk geleneðinde bilinen belli baþlý isimler var. Derviþ Muhammet, Âþýki, Þah Sultan Senem Bacý, Hasan Hüseyin Orhan, Âþýk Bektaþ Kaymaz, Seyyit Meftuni ve diðerleri var. Âþýklýk geleneði içinde yaþayan, tescilli yüzün üzerinde kiþi var. Ve bir de bilinmeyenler var. Arguvan türkülerine toplumun bütün kesimlerinde ilgi var. Bu türkülerde herkes kendinden bir þeyler bulabiliyor. Halk müziðinin çýkýþ noktasý bu. Ýlk baþlarda yerel olarak çýkýyor. Halkýn her deyiþde, her dörtlükte kendini bulmasý ile yayýlýyor. Halkýn kendisinin yaratmýþ olduðu, isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek, belirli bir süreç içinde zamanda ve mekânda yaygýnlýk ve derinlik kazanýyor. Bu süreç içerisinde halkla bütünleþtiriyor. ‘Arguvan aðzý’, ‘Çamþýhý aðzý’ nedir? Burada ‘aðýz’ ne demek?Çamþýhý aðzý ile Arguvan aðzý arasýndaki farklar, benzerlikler nelerdir? Aðýz, terminolojik bir deyim sadece. Bir bölgenin aðýz yapýsýnýn, dilinin (lehçesinin) nasýl kullandýðýnýn, diyalekt yapýsýnýn, konuþma þeklinin türkülerle, melodik yapýlarla birleþtirilmesi o bölgenin aðýz yapýsýný ortaya çýkarýyor. Kerkük aðzý, Azeri aðzý, Çamþýhý aðzý, Barak aðzý... Arguvan da bölgeye özgü bir diyalekte, þive yapýsýna sahip olduðu ve bunlar türkülerle melodik yapýlarla bütünleþtiði için o özel sýfatý alýyor. Çoðu zaman müzikteki aðýz deyimi sözle, þekille tarif edilemez. Az önce bir örnek verdim. Bir yemek tarifini kolayca verirsiniz. Ayný yemeðin tadýný nasýl tarif edeceksiniz? Tattýrmadan onu anlatamazsýnýz. Arguvan aðýzýnýn, Çamþýhý’yla, Baraklarla benzeþtirilmesinin asýl temeli müzikal. Uzun hava okurlar. Gözünüzü kapattýðýnýz zaman zannedersiniz ki, ritmik bir yapýda, ritmi varmýþ gibi. Enstrüman devamlý ritim halindedir. Uzun hava açýþý yapýlýr. Ondan sonra þana, vokale gireceði zaman mutlaka ritmik bir yapýya gidilir. Aslýnda serbest okunur, çabuk çabuk okunur. Bizim aðýz yapýmýz da, müzikal kimliðimiz de konuþma þeklinin bire bir aynýsý. Bunu din dýþý türküler için söylüyorum. Mahalli deyimlerde “geliyim, gediyim, eyi misin” gibi günlük konuþma þekli, din dýþý türkülere aynen, bire bir yansýmýþtýr. “El ediyi, el ediyi; kaþlarý gel gel ediyi” gibi. Ama Alevi-Bektaþi müziðinde ayný dil kullanýlmýyor. Bu sefer edebi, yani o þiirdeki dil ne ise o kullanýlýyor. “Ýndim koç babayý tavaf eyledim/Bu gün yaylýmýndan geliyor koçlar.” “Geliyi goçlar” demiyor. Dolayýsýyla þiirin bütünlüðünü bozmuyor. Kendi bölgenin türkülerini, deyiþlerini, duvazlarýný, þiirini kapsayan derleme çalýþmalarýn var. Derlemecilik nedir, herkes derlemecilik yapabilir mi, bunun bilimsel eðitimini almak þart mý? Türkiye’de her þey birbirinin içine girmiþ, herkes her iþi yapýyor. Herkes derlemecilik yapýyor. Ben kýsaca söyleyeyim, derleme yapýyorum demiyorum. Çok þansým, avantajým var. O bölgenin insanýyým. Kültürünü, coðrafyasýný, sosyal yapýsýný iyi biliyorum. Ýletiþimim, diyaloglarým çok iyi. Dededen, babadan ve çevreden kalma bir miras var elimde benim. Benim yaptýðým tek þey, elimdeki olan o materyallerin yerini gidip görmek ve o insanlarla sohbet etmek. Sadece derleme, toparlama, dizayn etme. Ben onu yapýyorum. Gidip o insanlarýn önüne teypleri, kayýt cihazlarýný koyup da “hadi türkü söyleyin” demiyorum. O kültürel yapýyý, o müzikal yapýyý, inanç yapýsýný çok iyi biliyorum. Onun içinde büyüdüm. O bakýmdan bir sýkýntým yok. Derlemecilik o kadar kolay deðil. Derleme bilimsel bir metottur. Sahada inceleme araþtýrma tekniðidir. Tek baþýna yapýlmaz. Derleme ekibi içersinde bir sosyolog, bir hekim, bir antropolog, bir kadýn, bir erkek, vb., olacak. Kadýnlarýn giremediði yerlere erkekler, erkeklerin giremediði yerlere kadýnlarýn girmesi için. Yani en az beþ-altý kiþiden oluþan bir ekipten söz ediyorum. O zaman bunun þu andaki koþullarda ekonomik, sosyal boyutunu bir tahmin edin. Ondan sonra ben size soruyorum, “derleme yapýyorum” diyenler nasýl yapýyormuþ? Bir yere gidip bir-iki kaset doldurup, bunun da derleme olduðunu söylüyoruz. Arguvan vakfý ve derneklerinin faaliyetlerinden de kýsaca bahseder misin? On sekiz derneðimiz, üç vakýfýmýz ve bunlarý kapsayan Eðitim Kültür Vakfýmýz var. Bu kurumlarýn güzel faaliyetleri var. Mesela Türkiye’de ilk defa Arguvan türkü festivali yaptýk. Bu sene beþincisi yapýlacak. Arguvan türküleri ses yarýþmasý yapýyoruz. 1997 yýlýnda derleme çalýþmalarý yapýldý. Arguvan halk oyunlarý ve halk müziði alanýnda tüm köyleri kapsayan, Arguvan türkülerini bir arada toplayan kitaplarýmýz çýktý. Arguvan Vakfý, halk âþýklarýna ölenlerin ve yaþayanlarýn kendi aðýzlarýndan kaset çalýþmasý yaptý. Dördüncü albümün “Firkat” ismiyle Arda Müzik’ten çýktý. Albümünü bize tanýtýr mýsýn? Ben Firkat kelimesini çok seviyorum. Firkat, kendi içersinde hem ayrýlýðý, hasreti barýndýrmasýnýn yanýnda bir de yeni yerlere uyum saðlamayý, yaþamayý da dile getiriyor. Arguvan’dan uzaðým, oranýn hasretini çekiyorum. Ýstanbul’da yeni bir yaþamla savaþým halindeyim. Yeni yeni insanlar tanýyorum. Ama dileðim, insanlar sevdiði yerlere hasret kalmasýn, uzak kalmasýn.

Aralýk 2004

Fýrat Kenarýnda Fýrat kenarýnda esvap yumuþlar ölem yumuþlar Yuyup yuyup gül dalýna asmýþlar ölem asmýþlar Sevmediðim yerde sevdi demiþler ölem demiþler Sevem de kurtulam elin dilinden köyün dilinden Fýrat kenarýnda kayýk deðilem ölem deðilem Yardan ayrýlalý ayýk deðilem ayýk deðilem Bir çift selamýna layýk deðilem ölem deðilem Kuruya kaderim yardan ayrýldým yardan ayrýldým

ARGUVAN AÐZÝ BIR TÜRKÜ

El Ediyi El ediyi aman aman el ediyi Kaþlarýn gel gel ediyi Senin o güzel duruþun Beni burda delediyi Geçti gelin el eyleme amon Dýlo daðlar dýlo dýlo yollar dýlo ah dýlo da hancým dýlo Su yolunda aman aman su yolunda Kalaylý bar haç kolunda aman anam Eller gibi bir yar sevdim O da herkesin dilinde Geçti gelin el eyleme aman Dýlo daðlar dýlo dýlo yollar dilo ah dýlo da hancým dýlo

ÂÞIK BEKTAÞ KAYMAZ

Ben Yolcuyum Ben yolcuyum helallaþak sabahtan Bu ayrýlýk devam eder bir zaman Bir buse alayým o gül yanaktan Bu ayrýlýk devam eder bir zaman Seher yeli gibi sineme esme Ben sana gücenmem sen bana küsme Gurbette kalýrsam mektubun kesme Bu ayrýlýk devam eder bir zaman Gene dumanlandý daðlarýn baþý Durmayýp akýyor gözümün yaþý Hatýrdan çýkarma Âþýk Bektaþý Bu ayrýlýk devam eder bir zaman

25


ALÝ ULVÝ ÖZTÜRK

GÖRGÜ CEMLERÝNÝN GÖRGÜ ÝÇERÝÐÝ

Yola Birlikte Gidilir, Görgüye Devam Edilir Canlar Serçeþme’nin Abdalý Mehmet Turan

Ýnsan Ýkrar ile baþlayan yol. Sürer gider o ahd ile, bozulmaz. Ýkrar ile girilen hal, Yürür gider baþka yolda gezilmez. Canlarla bir koklanan gül, Gönüllere ab-ý hayat gibidir. Erenlerden tutulan el, Hep açýktýr, vericidir, büzülmez.

Bir damlayýz þu âlemde Bize derya derler Yoktur malýmýz mülkümüz Bize derviþ derler Tartýmýz noksan tartmaz Bize dürüst derler Dilimiz, belimiz pektir Bize namus derler Cahille söz tutmayýz Bize akýl derler Demi çeker sarhoþ olmayýz Bize ehil derler Türkçe yakarýrýz tanrýya Bize Türkmen derler Malumdur dünya hali Bize abdal derler Sevdalýyýz Türkülere Bize âþýk derler Gönlümüz toprakla bir Bize ermiþ derler Sultanlara kafa tuttuk Bize deli derler Kýblemiz aynaya dödük Bize kâmil derler “Kuzu kurt ilen yaydýk” Bize veli derler Ariflerle dem tuttuk Bize Bektaþ derler Erenlerle cem birledik Bize Ali derler Gönlümüzle görürüz Bize sevgi derler Paylaþýrýz acýyý kaderi, Paylaþýrýz ölümü ve yaþamý Bize dost derler Semah döneriz turnalarla Bize Kýrklar derler Yetmiþ iki millet eþittir, birdir Bize insan derler

ÖZÜR: Ali Ulvi Öztürk’ün dergimizin 4. sayýsýnda yayýmlanan “Ýnsan” adlý þiirinde anlamý bozan dizgi hatalarý yapýldýðý için þiiri tekrar yayýnmlýyor, özür diliyoruz 26

G

örgü; yolaðýn ikrarlýsýnýn eli erdiði gücü yettiði dönemlerinde, ikrarýný tazelemek anlamýna gelen “Ölmeden evvel ölmek”, düsturunu yerine getirme ve yürütme amaçlý görgüden geçme, “Yol hizmeti görme” isteði ile * Canlarý çaðrýlayýp erkânýný açtýðý, * Baðlý olduðu ocaðýn dedesi/babasý, rehberi ve canlar birlikteliðiyle, (Ayin-i cemini topladýðý), gönüllerin birlenip, Selman hizmetinin, Ferraþ hizmetinin yerine getirilmesinden sonra delilcinin, delili (çeraðý) uyandýrýlmasýnýn ardýndan meydancýnýn (Postcu) kutsayýp dede/baba önünde serdiði, *Görgüden geçecek can ya da canlarýn post üzerinde özünü dâr’a çektiði *Sorgudan geçerek (dirimde iken Hakk’a yürümüþçesine ) ayin-i cem canlarýnýn rýzalýðýný aldýðý, * Ölmeden evvel ölmeyi simgesel olarak yerine getirdiði Cem’de uygulanan yol hizmetidir. Önceden de söz ettiðimiz gibi cem içeriðinde, genel cem düzeni ve yürütülen cem erkânýnda, görgü hizmetinin (Yol Hizmeti) dýþýnda baþkaca farklýlýk yoktur. Ancak; “Yol bir sürek bindir” diye nitelediðimiz, bölgesel ve yöresel biçimselliklerinde farklýlýklar bulunan deðiþik cem uygulamalarý vardýr. Bunlarý da zenginliðimiz olarak görmemiz gerekmektedir ve öyledir de. Çünkü, hiçbir cem yoktur ki (Olmamalýdýr ki) biçimsel farklýlýklarýnýn dýþýnda, ayný tasavvuf anlayýþýyla yürütülmesin. Alevi/Bektaþi yolaðýnýn “Edep–Erkâný”na uygun olmasýn. Ama yine unutulmamalýdýr ki tasavvufi anlayýþ farklýlýklarý, kimi yol yürütücülerindeki (Alevi/Bektaþi yolaðýnýn içsellik kaynaðý olan) tasavvuf felsefesinin sýðlýk ve derinliði de cemler içeriðindeki uygulamalarýn ve biçimselliðin dýþýnda içsel, düþünsel ve inançsal, farklýlýklara da yol açmaktadýr. Olmasý gereken ve uygulanan cemler ile(içerisinde yaþanýlan toplumun, baskýcý inançsal deðerlerine, güya saygý duyma amaçlý, fakat kendi kültürel ve inançsal deðerlerine saygýsýz, örselemeci yaklaþýmlarýn sonucunda; önceleri saklama (takiyye) ve hoþ görünme çabasý güden pek çok cem içi uygulamalarýn, sonraki kuþaklarca da doðru uygulamalarmýþ gibi görülüp, anlaþýlýp, benimsenmesiyle ortaya çýkan ve çizgiyi özünden saptýran) olmasý gerekiyormuþ anlayýþý ile sürdürülen cemlerin farklýlýklarýný, biçimsel farklýlýklar dýþýnda tutmamýz ve göz ardý etmememiz de gerekmektedir. Ýleriki birlikteliklerimizde bunlar üzerine gönül büyütecimizi gezdirip irdeleme ve ayýklamalarýmýzý da paylaþacaðýz. Görgüden geçme (Yol hizmeti görme) cemleri, ikrara baðlanmýþ canlarýn Hakk’a yürüyene deðin geçirdikleri yaþamlarý sürecinde (Yýlda bir, iki yýlda bir, ya da en uzun aralýkla üç yýlda bir) özlerini yoklayýp, Ayin-i Cem huzurunda, (“En büyük cezanýn, kiþiyi kendi vicdani rahatsýzlýðý ile baþ baþa ve yalnýz býrakma þeklinde verildiði” Halk Mahkemesi’nde) sorgulanýp, aklanýp sitemden (Penç-Tarik) geçtikleri cemlerdir. Tüm cemlerde olduðu gibi görgü cemine de gönüller birlenerek baþlanýr. Canlar arasýnda (orada bulunmayan canlar dahil olmak üzere) küs, dargýn, kýrgýn can bulunmamalýdýr. Aralarýnda gönül karartýsý bulunanlar ya daha önceden ya da cem baþlangýcýnda Dede/Baba huzurunda barýþtýrýlýr. Oniki hizmet sahiplerinin ayin-i cem meydanýnda kutsanýp gülbanklanýp yerlerini almalarý, meydana, görevlisi tarafýndan süpürge çalýnmasýnýn ardýndan, birleþmiþ gönüllerin ve düþüncelerin aydýnlýðýný temsil eden Hak- Muhammet-Ali birleminin nur’u olan çerað/delil hizmet ehlince kutsanarak uyandýrýlýr. Delilci/çeraðcý, Dede’den/Baba’dan hizmet gülbangýný alýr. Her hizmet gülbankk ile kutsanýr. Sýra meydan postu’nun serilmesine gelmiþtir. Post hizmetlisi Debe’nin/Baba’nýn önüne kutsama tercemaný ile postu serer. (Terceman-Tercüman: Hizmet sahiplerinin yerine getirecekleri hizmeti anlatan, içinde o hizmetin Pir’inin de adýnýn geçtiði, kýsa ve uyaklý tümcelere denir. O anda yapýlan hizmeti, bulunan durumu açýklama -Hal tercümesi- anlamýndadýr). Postun dört köþesine, “Yücelikler sana/size olsun Ya Ali”, “Cömertlik atasý sensin aya Ali”, “Tüm gönüllerin barýþýna rehbersin ya Ali”, “Nimetlere gösterdiðin yolla ulaþýlýr Ya Ali”, diyerek niyaz eder. postun ortasýna niyazdan sonra, “La feta illa Ali, La Seyfe illa Zülfikâr” deyip temsili Zülfikâr varlýðýný koyarak postu kutsar ve yerine geçer. Görgüden geçecek/hizmet görecek canlar postun önüne gelip niyaz verir otururlar. Görgüden geçecek can tek kiþi ise ona Rehberi bendini (kemerbest) kutsayýp baðlar. Erli bacýlý çift baþlý ise bacý, erinin bendini baðlar. Canlar musahipli (dört baþlý) ise musahip bacýlar musahip erlerin bend-

Sayý 5


lerini baðlarlar. Belbaðý, kemebest, peþkir diye de adlandýrýlan bendler, genelde ikrarlý canlarýn ikrar kurbanlarýnýn yününden eðrilip bükülmüþ, örme bend olarak hazýrlanýrsa da günümüzde kýrmýzý kordela ya da bezlerden de yapýlmaktadýr. Bazý cemlerde, hizmette ve semahta, bacýlar baþörtülerini sýyýrýp erlerine bend olarak baðlarlar. Kemebest baðlamasýndan sonra, canlar hep birlikte, önce giriþ kapýsýndan yana Eþik niyazý, Dede/Baba’dan yana Ocak niyazý ve postun önünde Post niyazý verirler ve post üzerine çýkýp ayaklarýný mühürleyip (Sað ayak baþ parmaðý, sol ayak baþ parmaðý üzerine gelecek þekilde ayak baðlama) kollarýný yanlarýna sallayýp, Dâr-ý Mansur olurlar. Can tek ise kendisi, çift ya da musahipli ise yaþlýsý veya gurup adýna birisi Görgü/Yol hizmeti tercemanýný okur: “Elimiz erde, yüzümüz yerde, özümüz dâr’da, Hak Muhammet Ali erkânýnda, gerçekler meydanýnda, Pir divanýnda, Dâr-ý Mansur’dayýz. Bu fakirlerden aðrýnmýþ, incinmiþ canlar var ise dile gelsin, bile gelsin, hakkýný Hak’tan talep eylesin. Küllü kusurun sahibiyiz. Medet Mürvet kapýsýndayýz. Kem bizden kerem erenlerden. Eksik bizden tamam erenlerden Allah eyvallah”derler (Ýçeriðin ayný olmasýna dikkat edilerek deðiþik biçimlerde de okunabilir). Bunun üzerine Dede/Baba cem canlarýndan, huzurdaki canlar hakkýnda söyleyecek sözleri olup olmadýklarýný, canlarýn ikrarýndan, yollarýndan izlerinden, toplum içindeki hal ve hareketlerinden hoþnut olup olmadýklarýný sorar. Eksik noksan görülen halleri var ise meydanda yüzlerine söylenip, eksiklerinin kusurlarýnýn giderilmesine çalýþýlýr/öðütlenir. Yok ise hoþnutluk sorusu cem canlarýnca Eyvallah ile yanýtlanmýþsa, Dede/Baba tüm canlarý niþan göstermeye davet eder. Canlar da niyaz ederek niþan göstermiþ (onaylamýþ, aklamýþ) olurlar. Dede/Baba bu kez huzurdaki caný ya da canlarý kendilerinden sorgular. Bu öz sorgusudur: “Canlar, Ayin-i Cem sizlerden hoþnut ama, bir de sizi sizden sual eyleyelim. Cesedinizde can, gönlünüzde iman, çýktýðýnýz erenler postu, durduðunuz pir divaný, çektiðiniz Mansur Dâr’ý, dýþýnýz bizim, içiniz özünüz, Hak birlikteliðiyle sizin. Ne gördünüz, Ne tuttunuz.?” der. Canlar: “Eyvallah erenler Hak gördük”, derler. Dede/Baba: “Siz kendinizden memnun musunuz? Ýkrarýnýzda yolunuzda, gönül hatasý, eksik kusur var mýdýr? Yýktýðýnýz varsa yapýn. Eksiðiniz varsa bildirin, aðlattýðýnýz varsa güldürün. Kini kibri, gönül karanlýðýný öldürün, tüm benliðinizi muhabbet aþký, cemallerin nuru ile doldurun”, der. Canlar özlerini yoklayýp Ayin-i Cem’e arz etmek, fark edebildikleri eksikleri, kusurlarý var ise çekinmeden söylemek, kusurlarýn affýný Ayin-i Cem’den dilemek durumundadýrlar. Çünkü meydan ar meydaný deðil, er meydanýdýr. Özlerinden hoþnut, vicdanlarý rahat ise Eyvallah derler. Post üzerine Zülfikâr önüne niyaz ederek niþan gösterirler. Dede/Baba önünde eðilirler, eline yapýþýrlar. Üzerlerine kefeni temsilen bir örtü örtülür. Dede/Baba kendilerini kutsayýp, sýrtlarýný “Pençe” ya da “Tarik” ile sývazlayýp, sitemden geçirilir.. Ayaða dikilirler ve gülbanklarýný alýrlar. Canlar Dede, Rehber ve tüm canlara özür niyazý edip tekrar dikilir, özür niyazý gülbangýný aldýktan sonra bendlerini çözdürüp yerlerine/ diðer hizmetlerine çekilirler. Meydan postu kutsanarak kaldýrýlýr ve süpürge çalýnýr. (Car) Selman hizmeti, leðen ibrik ile yerine getirilir. Görgü hizmeti tamamlanmýþ, huzura çýkan canlar gönül huzuruna kavuþmuþlardýr. Cem, bütünselliði içindeki diðer görev ve hizmetlerin yerine getirilmesi ile devam eder. Zâkirler hizmetle ilgili nefesleri, düvaz-ý imamlarý tellendirir, dillendirir. Tevhitler, mersiyeler okunur. Cem dolularý daðýlýr “Aþk ile Aþk için” içilir, semahlar dönülür, Þah Hüseyin ve Kerbelâ’da ser veren yetmiþ iki þüheda için saka sularý daðýlýr, serpilir, lokmalar yenir ve Cem Birlemesi (Oturan Duran) gülbangý Dede/Baba tarafýndan okunarak tamamlanýr. Görgü yol hizmetinin arasý uzun süre almamalýdýr. Âþýðýn “Senede bir kurban talibin borcu” demesinden yola çýkarak, talibin, ikrarlý canýn, her yýl mutlaka bir kurban kesip lokma sermesi, anlamý çýkarýlmamalýdýr. Varlýk durumlarý iyi olanlar bunu yerine getirebilirler. Ancak, aslý olan; ikrarlý canlarýn yolda bir, en fazla üç yýlda bir, Pir divanýnda, Ayin-i Cem huzurunda, kendi özlerini sorgulayýp görgüden geçmeleridir. Süregiden yanlýþlarý varsa düzeltmeleridir, özünde gönlünde sýyýramadýðý insana yaramayan huylarý atmalarý, özlerini temizleyip nefislerini kurban etmeleridir. Her can bir-iki yýlda bir, kurban kesip lokma seremeyebilir. Durumu buna el vermeyebilir ama unutmamalýdýr ve unutulmamalýdýr ki, kurban ve lokma yerine sunacaklarý bir avuç tuzlarýna banýlarak da canlarýn hizmeti görülür. Görgüden geçirilir. Yeter ki canlar, sorgularýný sordurmak, yol hizmetlerini sürdürmek istesinler. Ýkrar ile baþlayan yol, görgü ile sorgu ile sürmelidir. Görgü arasý süreyi çok fazla uzatanlar, devamsýzlýktan sýnýfta kalan öðrenci durumuna düþerler. Çünkü Alevi/Bektaþi yolaðýnýn yolcusu yaþamýný Alevi/Bektaþi felsefesine göre sürdürendir. Sorgusunu Hakk’a yürüyüþten sonrasýna býrakmaz. Öyle bir kaygýsý da yoktur zaten. O Hakk’ý da, hakikati de (bedenlenmiþ yaþamýnýn dünyadaki süresi ne olursa olsun) önsüz ve sonsuz dirim birliðinde arar. Ýkrar verip sürdürmeyi, görgü ile Alevi/Bektaþi yolaðýný götürmeyi arama amaçlý çýktýðý yolda, kendini arama öðrenme aþamalarý olarak nitelendirilir. Bunu hissetmek, sezmek arzusu ile yürür/yürütür yolunu. Bu süreç; tarikat kapýsýndaki ulaþýlacak makamlarý damla damla özümseyip kavrama sürecidir. Ýkrarlý can yolaðýn talibidir. Hizmet edip himmeti talep eden, bunu candan isteyendir. Hünkâr-ý Pir Bektaþ Veli’nin kýrk kulplu kazanýna piþmek için girmiþ nefes ateþi ile kendini kaynatmaktadýr. O kazanda hamlar olgunlaþýp erer, çiðler kaynayýp yanýp piþer. Yolun yolcusu ikrarlý yaþamý sürecinde Hakk’a yürüyene deðin o kazandadýr. Kazandan taþar, posttan ayaðý kayar ise (ikrarýna leke getirirse) düþkün olur/edilir. Hak saklaya. Yol hizmetini, Þahi’nin ikrar hizmeti ile ilgili nefesine paralel (nazire gibi) yazýlmýþ, Þükriya’nýn dörtlükleri ile sonlandýralým þimdilik.

Aralýk 2004

ÞÜKRÝYA

Dörtlükler Akþamlar oldu da gülbenk çekildi, Çýraklar uyandý niyaza geldim. Erenler erkâný meydan açýldý, Ayn-ý cem kuruldu ihsana geldim. Hakikat abdestin birden aldýlar, Mürþidin emrine beli dediler. Dâr-ý Mansur olup þunda durdular. Talibi hak olup meydana geldim. Ol demde halinden sordular canýn, Var mýdýr kusuru dediler anýn, Ayn-ý cem gösterdi yere niþanýn, Üryan püryan olup dizara geldim. Sofralar kuruldu hizmet görüldü. Hakikat nurundan cemaller güldü. Mümin olanlar da ölmeden öldü. Geçip gýli galden divane geldim. Seyredip cümlede bu güzel hali, Þükür gördük anda nuru cemali, Nefesler okuyup bülbül misali, Terkedip riyayý meydana geldim. Koç kuzu kurbanlar meydana geldi, Nefesler düvazlar ayana geldi, Aðlarken bu gönlüm þad olup güldü, Can baþ feda seyrana geldim. Engür þarabýný ezip içtiler, Mest olup cümlesi serden geçtiler. Þah Hüseyin deyip hep aðlattýlar. Ýçip ol þarabý mestana geldim. Týðlandý kurbanlar semahlar oldu. Kalp evimiz nuru imanla doldu. Anda nasibini alanlar aldý. Ýnandým sýdkile imana geldim. Edep erkân tamam oldu sürüldü, Pervaneler geldi nasip verildi, Hatmoldu hizmetler, destur denildi. Þükriya özümle sultana geldim. Aþk-ý muhabbetle, hüü gerçekler demine

27


GEZÝ NOTLARI

Anadolu Erenlerinin Dergâhlarýnda...

G

Ayhan Aydýn olaðandýþý mezarýnda da göstermiþ. Metrelerce uzanan büyük mezarý örten kubbeye bakarken insanýn aklý gidiyor. Bu güzelliði tüm dünya insanlarý görmelidir diye düþünüyorum.

Sultan Süceattin Veli

eçen sene içinde önemli inanç merkezlerimize birçok kez ziyaretlerim oldu. Buralarda yapýlan anma etkinliklerini izledim. Olaný biteni not etmeye çalýþtým. Hacý Bektaþ, Abdal Musa, Topçu Baba, Sultan Süceattin Veli anma etkinlikleri on binlerce insaný bir araya getirmiþti. Bu coþku bu sene de sürdü. Ben ayný zamanda yine ayný bölgelerde inanç ve kültür içerikli geziler yaptým. Bunlarý sizlerle paylaþmak beni mutlu kýlacaktýr. Bu sefer Alevi Bektaþi yoluna gönül vermiþ canlarýn organize ettiði bir seferle yine kutsal mekânlara doðru yol alýyorum. Bir otobüs dolusu insan; dünyayý aydýnlatmýþ erenlerin izinde kutsal ziyaretlerde bulunmak için yola çýkýyor.

Sultan Süceattin Veli Dergâhý’nda her zaman olduðu gibi herkesi ayný þekilde karþýlayan Nevzat Demirtaþ ve Nadire Demirtaþ bizi kucaklýyorlar. Anadolu’daki yine en büyük inanç merkezlerinden ve büyük külliyelerden olan Sultan Süceattin Veli’ye sadece Türkiye’den deðil, Bulgaristan’dan da binlerce insan baðlý. Onun adýný cemlerinde, dualarýnda anýyor, gelip kurbanlar týðlayýp onun aþkýyla cem yapýyorlar. Bizler de ayný þekilde lokmalarýmýzý yedikten sonra nefesler, düvazlarla, bir akþam okumasýyla ibadete katýlýyoruz. Yine benzersiz nefesleri özellikle analarýn seslerinden dinliyoruz. Bu gece yola çýkarsak sabah Mevlana’ya varýrýz düþüncesiyle yine Nevzat Dedelerle vedalaþýp yola çýkýyoruz.Günün ilk ýþýklarýyla Mevlana’nýn huzuruna varýyoruz.

Seyyid Battal Gazi (28 Haziran 2003)

Mevlana (29 Haziran 2003)

Tüm Türkiye’de belki de en iyi korunabilmiþ, en büyük inanç mekânlarýndan birisi olan ve tüm Türklerin belleklerine kahramanlýklarý kadar hoþgörüsüyle ve bir Hýristiyan’la da evlenerek önemli olanýnýn sevgi olduðunu göstermesiyle de, anýlan büyük alp eren geleneðinin en büyük temsilcilerinden Seyyid Battal Gazi’nin Dergâhý’ný bilmem kaçýncý kez ziyaret etsem de yine ayný aþký, heyecaný yaþýyorum, bu kutsal mekâný gezerken. Yolculuk için bizimle gelen ve binayý ilk kez gören canlar da ayný þekilde bu muhteþem yapý karþýsýnda çarpýlýyorlar. Seyitgazi Ýlçesi’nde kente hakim yüksekçe bir tepe üzerinde yükselen bu büyük külliye aslýnda bir Ýnançlar Abidesi. Bektaþi Meydanevi, Türbeleri, Kilisesi, Camisi, Sunaklarý, Mezarlarý, Aþevi, Müzesi ile buraya gelen herkesi büyüleyen bu külliyedeki þaheserleri gezmek, inanç tarihine de bir yolculuk anlamýna geliyor. Muazzam bir kubbe altýnda Hýristiyan eþiyle yatan büyük Seyyit Battal Gazi, Türk toplumu üzerinde öyle büyük, öyle derin bir iz býrakmýþ ki bu toplum onun büyüklüðünü sadece destanlarda, türkülerde, þiirlerde deðil,

T

üm Ýslam âlemind ismi en çok bilinenlerden birisi hiç þüphesiz Mevlana Celalettin Rumi’dir. Ünü sadece Müslümanlar arasýnda deðil tüm diðer dinlerle ilgilenen araþtýrmacýlarýn, Tanrý’ya varmada farklý yollar arayan milyonlarca insanýn fikir ve görüþlerinden etkilendikleri Mevlana, Türkiye’nin sahip olduðu büyük manevi miraslardan birisidir. O çaðýný aþan görüþleri nedeniyle kimi yobazlar tarafýndan eleþtirilmiþ; “her ne olursan ol, yine gel” felsefesi nedeniyle kendine dindar denilen yobazlar tarafýndan kýnanmýþ olsa da bugün þiirlerinden, yaratmýþ olduðu tasavvuf yorumundan etkilenmeyen kimse yok gibi. O yokluklarý var eden Yaradan’ýn, var ettiði her þeyin görüntüsünde yansýdýðýna inanan bir mutasavvýf olarak tüm yaratýlmýþlarý seven bir büyük ozandýr; aynen Yunus gibi, aynen Hacý Bektaþ Veli gibi. Bugüne kadar bu büyük þahsiyetler ve onlarýn kendi aralarýndaki iliþkiler hakkýnda çok þey söylendi, çok þey yazýldý. Þahsen benim kaným, aralarýndaki iliþki ne olursa olsun; o üç büyük aþk eri, üç büyük ozan, üç büyük yürek; yaratýlaný sevmiþ, dünyaya sevgiyle bakmýþ insanlardýr.

Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkýyor ve Daðýtýlýyor Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.

Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye çaðýrýyoruz.

BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR: Yurtdýþý - Almanya: Berlin Zeki Konuk +49.172.305 92 29; Bremen Adnan Kýlýç +49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin Akýn +49.179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49.170.751 25 35; Gladbach Behcet Soguksu; Hamburg A. Varol +49.172.453 14 62; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin Öztürk +49.162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49.173 612 01 95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49.162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43.650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32.473 49 37 12; Danimarka: Aarhus Yücel Tanrýverdi +45.5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33.672 96 33 44; Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31.651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41.78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47.9208 6450. Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532.791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi 0535.949 43 13; Amasya: Merkez Ali Kiziroðlu 0535.644 27 25; Gümüþhacýköy Feruz Oruç 0542.664 35 14; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532.313 87 78; Merkez Ýsmail Metin 0532.644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544.578 22 99; Burdur: Merkez Mehmet Turan 0248.234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546.237 32 96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535.872 63 03; Eskiþehir:

28

Odunpazarý Cafer Karataþ 0533.719 36 54; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli 0555.204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533.244 61 25; Alibeyköy Veysel Köse 0544.305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536.552 68 75; Bahariye Zehra Ünder 0533.722 03 91; Beyazýt Bekir Delibaþ 0212.516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212.224 22 42; Fatih Rukiye Delibaþ 0536.396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535.524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216.347 14 41; Kaðýthane Aydýn Deniz 0212.320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532.687 31 09; Sarýgazi-Taþdelen Ergül Þanlý 0532.410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532.787 7098; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535.491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536.968 99 75; Üsküdar Sabri Karaman 0533.263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535.941 15 09; Ýzmir: Merkez, Hüsniye Çýnar 0532.59 62; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu 0535.522 75 11; Beyþehir Salman Zebil 0542.431 56 91; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535.466 38 43; Nurhak Hasan Çadýr 0535.511 12 99; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536.426 94 33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532.700 49 61; Terme Emrah Çolak 0542.341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282.263 05 79; Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536.777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.

Sayý 5


DAVUT SULARÝ

Yunus Emre, Hacý Bektaþ-ý Veli, Mevlana ayný çaðýn adamlarýdýr. Ayný sorunlu, sýkýntýlý coðrafyanýn insanlarýdýr. Bu topraklarda büyümüþlerdir, ürünlerini bu topraklar da vermiþlerdir. Belki dilleri farklý olabilir, belki görüþleri farklý olabilir, belki aþklarýnýn renkleri farklý farklý olabilir ama onlar ve onlar gibi onlarýn yolundan giden veya ayný topraklarda yetiþip, ayný havayý soluyan daha yüzlerce ozan, eren, veli.hep bu topraklarýn kültür mayasýndan mayalanmýþlar; bu topraklarda yaþayan insanlara seslenmiþlerdir. Onlarýn kalbi birdir, ruhlarý birdir; yani tüm yeryüzü insanlýðýnýn kalplerinin birleþtiði bir denizi beslerler veya o denizden beslenirler. Sonuçta hep ayný insan sevgisi, katýksýz, karýþýksýz tüm insanlarý bir görme anlayýþý vardýr, onlarda. Mevlana’nýn þiirlerindeki bilgelik, incelik, aþk, yanmayla; Yunus’un þiirlerinde bilgelik, incelik, aþk, yanma arasýnda öz itibariyle bir fark mýdýr? Yunus halktan birisi olarak halkýn dilini kullanmýþ, halkla halkýn diliyle sohbet etmiþ, þiirlerini Türkçe’nin duruluðunda yazmýþtýr. Mevlana Farsça yazsa da ayný gönül dilini kullanmýþ, ayný sesle dünyaya seslenmiþtir. Onun kalp dili Türkçe’dir. Aþk harmanýnda savruldum diyen Pir Sultanlarý yaratan Anadolu topraðý kendi üzerinde yaþayan tüm uygarlýklara kendi rengini vermiþ, kendi kokusu sinmiþtir tüm insan ürünlerine. Hacý Bektaþi Veli bir eren olarak bugün tüm Alevi/Bektaþi/Mevlevi kesimi tarafýndan saygý gösterilen bir veliyse bu onun bu topraklarýn insanýnýn dilinden konuþmasýndan dolayýdýr. Yoksa burada nice sultanlar, vezirler, paþalar... eðlenmiþtir ama bu topraklar kendinden olmayaný yok etmiþ, kendinden olaný ölümsüzlük aðacý yaparak meyvelerinden tüm dünyanýn tattýðý, tüm insanlýðýn yararlandýðý çaðlarý aþan insanlar var etmiþtir. Þiirlerini çok sevdiðim, dünya görüþünü benimsediðim, büyük mutasavvýf Mevlana’nýn türbesini bundan çok uzun yýllar önce teyzem, þimdi beden eðitimi öðretmeni olan Mevlüde Aydýn’la ziyaret etmiþtik. Ama ziyaretimiz müze kapalý olduðu için sadece kapýsýna kadar gelip uzaktan gönül gözüyle bakmak þeklinde kalmýþtý. Þimdi ise büyük bir hazinenin içinde saklý ýþýklar içindeki türbeyi geze geze bitiremiyorum. Öyle ki üçüncü turu tamamlarken, otobüsün hareket halinde olduðunu ve herkesin beni beklediðini bir ulakla bildiriyorlar. Gerçekten muazzam güzellikte bir þaheser burasý. Buranýn güzelliðini anlatmakla bitiremem. Gidip görmek lazým o muhteþem binayý, türbeyi, müzeyi. Sayýsýz kýymetli eski yazmalar, iþlemeler, tarihten bize yadigâr kalan kutsal emanetler... ta Selçuklu’ya gidiyorsunuz, ta Anadolu’nun Hititlerine, ta yedi yüz yýl öncesine gidiyorsunuz... gözleriniz kamaþýyor, ýþýktan, nurdan... ruh tenden ayrýlýp; cümle erenlerle sohbete baþlýyor, inançla, imanla türbeyi ziyaret edip dua edenler, medet dileyenler, sonsuz bir vakur içinde önünde saygýyla eðilen yüzleri, binleri, on binleri gördükçe daha da duygulanýyor, mutlu oluyorum. Ne mutlu ona kendini seven milyonlar var; ne mutlu bana onun þiirlerini okudum; ne mutlu bu topraklara onun gibi bir büyük ozan yetiþtirmiþ, ne mutlu ona kendine baðlý insanlar bu topraklarda onu sonsuza kadar yaþatacaklar... Bir garip sarhoþlukla ayrýlýyorum buradan, bedenimin bir parçasý orada kalýyor; zaten hiçbir zaman ayrý deðilim ki onlardan, o velilerden, o ozanlardan, o erenlerden. Kalbimde hep o aþk, o sevgi, o özlem.

Hilafetçi Vatandaþtan oy almaya Gelecekmiþ hilafetçi Bir erkeðe dört tane avrat Verecekmiþ hilafetçi Afyon Eskiþehir gözler Konya Adana da özler Her ilimiz bunu izler Erecekmiþ hilafetçi Bir erkeðe dört tane hatun Verecekmiþ hilafetçi Beþ yüz sene gerisin geriye Gidecekmiþ hilafetçi Kilidi Cennette kalmýþ Anahtarý emre almýþ Softanýn birisi vermiþ Açacakmýþ hilafetçi Bir kocaya dört tane avrat Verecekmiþ hilafetçi Yetmiþ huri hizmetini Kýlacakmýþ hilafetçi Çarþaf peçe giydirecek Sulari der ayrýlacak Gericilik uyduracak Þer atçýymýþ hilafetçi

OKUNACAK EN BÜYÜK KÝTAP ÝNSANDIR

Alevilik Dizisi Alevilik, Diyanet,Siyaset – Ýsmail Kaygusuz YENÝ ÇIKTI Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak Okunacak En Büyük Kitap Ýnsandýr - R Yürükoðlu Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz

YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ Þiir Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler Kesmez – Ali Yüce

Öykü Dünden Bugüne Alevi Olmanýn Bedeli – Ýsmail Kaygusuz

Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü-Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 www.alevyayinlari.com

Siyaset Dizisi Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme Yollarý – S. Üstüngel Ýrtica ve ABD Kýskacýnda Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir Sosyalizm – R. Yürükoðlu 1. Cilt: Sosyalizm Nedir 2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm 3. Cilt: Günümüz ve Türkiye

TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR

Aralýk 2004

29


Niçin Eðitim? Nasýl Eðitim? Esat Korkmaz

A

bizden. Çünkü hizmet nöbeti þu anda bizde; levilik-Bektaþilik bugün, sözel kültürDUYURU yarýn, sizlerin içinden kimileri üstlenecek bu den yazýlý kültür durumuna dönüþme aþamasýný yaþadýðý için bir bakýma görevi: O zaman katký, katýlým bizden, hizmet Yönetim Kurulumuz, kendine “baþkaldýrý” içindedir. Anonim yaný sizden olacak. Vakýf Merkezimizin bir eðitim kurumu egemen olan bu felsefe/öðreti büyük aðýrlýkla 1. Oniki Hizmet Sahibini Yetiþtirme Eðidurumuna dönüþmesini sözeldir. Yazýlý yaný kimi özgün yapýtlarýn timi: Eðitimin amacý, cemdeki 12 hizmet sýrave diðer vakýf hizmetlerinin sayfalarýnda “gizil” durumda saklýdýr. Ve lamasýnda ilk sýrada yer alan “cemi yönetme” özlenen düzeye yükselmesini ancak bir aydýn katkýsýyla açýða çýkarýlabilir. hizmetinin ve diðer hizmetlerin sahibini yetiþsaðlamak üzere Bunu gerçekleþtiremezsek þeriatçý dinler tirmektir. “Soy” ve “cinsiyet” koþulunun aranYazar-Araþtýrmacý Esat Korkmaz’ý, karþýsýnda Alevi-Bektaþi felsefesi yalýnýz býramadýðý eðitimde, deðerli öðretmenler ve eyBaþöðretmen olarak atamýþtýr. kýlmýþ olur. Köktendincilik “lehine” bu felsefe lemli dedeler ders verecektir. Öðrenciler, iki Canlarýmýzýn, “kurban” edilir. “Yaþarken yeniden dirilmek” öðretim dönemi arasýnda, yani yaz aylarýnda, Esat Korkmaz sorumluluðunda temel diyalektiðiyle yaþama geçecek olan bu Hacýbektaþ ilçesinde ve Hacý Bektaþ Veli Dergerçekleþtireceðimiz felsefe, yaþama olanaðý verilmeden “boðugahý’nýn öðretmenlik katkýlarýyla 15 günü geç“eðitim çalýþmalarýna” katýlacaðýný, lur”. Alevi-Bektaþi felsefesinin “ölmeden evmemek üzere “eylemli ders” görecektir. Ýki (2) diðer hizmetlerin yerine getirilmesinde vel ölmek” tasarýmý þeriatçý inancýn “öldükten yýl süreli eðitimi baþarýyla tamamlayan öðrenkatkýlarýný esirgemeyeceðini umuyor, sonra dirilmek” biçiminde kemikleþtirilen cilere “Hizmet Sahibi Yeterlik Belgesi” verileesenlikler diliyoruz. “mahþer” tasarýmýna dönüþtürülmüþ olur. cektir. “Dedelik Yeterlik Belgesi” alanlar, Hacý Þimdi bu sözlü gelenek yazýlý bir iletiþim Bektaþ Veli Dergâhý’nýn “icazetli” dedesi olaOkmeydaný Hacý Bektaþ Veli durumuna dönüþtürülmeye çalýþýlýyor. Bu bir rak görev yapacaklardýr. 1 Ocak 2005’te baþlaAnadolu Kültür Vakfý altüst oluþ getirecektir. Sözlü geleneðin dünyacak ve Cumartesi-Pazar günlerini kucaklayYönetim Kurulu den gelen saygýn kimlikleri ya da kurumlarý acak olan eðitime 25 yaþýný doldurmuþ canlar ile yer yer bir “çeliþki” yaþanacaktýr. Bunu bir katýlabilecektir. Dede adayý öðrencilerin baðölçüde doðal karþýlamak gerekir. Çünkü, bu da lama çalmayý bilmeleri, bilmiyorlarsa öðrenmkendi içinde bir “baþkaldýrý”dýr. Toplumsal tarihte her baþkaldýrýnýn bir eye istekli olmalarý koþuldur. “bedeli” vardýr. Demek ki bu altüst oluþ da bir “bedel” ister. 2. Alevilik-Bektaþilik Temel Eðitimi: Eðitimin amacý, katýlýmcýlara teAlevi-Bektaþi felsefesini, öðretisini ve inancýný Alevi-Bektaþi yaþamel Alevi-Bektaþi deðerlerinin, Alevi-Bektaþi kültürünün ve Alevi-Bekmýn “hizmetine” sunabilmek için “yazýlý kültür”e geçmenin gerekliliðine taþi yaþama biçiminin olmazsa olmaz ilkelerinin aktarýlmasýdýr. Yaþ ve tanýk oluyoruz. Görüyoruz ki sözel geleneðin taþýyýcýsý durumundaki cinsiyet koþulunun aranmadýðý eðitimde deðerli öðretmenler ders vere“bellekler” Hakk’a yürümelerle sayýca azalýyor; sözlü kültür geleneðinin cektir. Ýki (2) yýl süreli eðitimi baþarýyla tamamlayan öðrencilere “Temel yaþam alaný her geçen gün biraz daha daralýyor. Eðitim Yeterlik Belgesi” verilecektir. Belgeye hak kazanan öðrencilerden “Biz her gün konuþuyoruz, biz her gün dinliyoruz; bu sözel kültür istekli olanlar, “öðretmen” olarak deðerlendirilecektir. Eðitim Cumarsözel olarak sonsuza dek var olacaktýr”, diyenlere bir sözümüz var: Kotesi-Pazar günlerini kucaklayacak biçimde 1 Ocak 2005’te baþlayacaktýr. nuþma sadece birtakým sözcükleri ses aracýlýðýyla baþkalarýna iletme 3. Düþünce Atölyesi: Alevilik-Bektaþiliðin felsefe-öðreti ve inanç boolmadýðý gibi, dinleme de sadece iþitme demek deðildir. Böyle konuþuyutunun topluca tartýþýldýðý; Alevi-Bektaþi felsefesinin-öðretisinin ve lup böyle iþitildikçe her geçen gün “biraz daha az þey” bilinecektir. Az inancýnýn “eylemli” biçimi olarak algýlayabileceðimiz Alevi-Bektaþi yaþey bilen zor öðreneceðinden “açýðý” kapatabilmek için sürekli yalana þama biçiminin yine topluca irdelendiði üst düzey eðitim. Eðitim, zaman baþvuracaktýr. zaman “konuk” öðretmenler katýlacak olmakla birlikte temelde tek öðretmenli olarak Esat Korkmaz tarafýndan geçekleþtirilecektir. 19 Aralýk 2004 Pazar günü saat 14-17 arasý gerçekleþtirilecek olan “Atölye” çalýþÖyleyse Yapýlmasý Gereken Nedir? masýna belli birikimi olan canlarla, yönetici durumunda bulunan arkadaþlar katýlacaktýr. Yapýlmasý gereken; sözel geleneðin taþýyýcýsý olan “bellek” körelmeden 4. Seminer Çalýþmalarý: Gençlere ve kadýnlara yönelik olarak on beþ aydýn katkýsýyla Anadolu Aleviliði olarak adlandýrdýðýmýz felsefi dini ya günde bir yapýlacaktýr. Seminer kapsamýnda gençlere ve kadýnlara özgü da bilgelik öðretisini, sözel malzemeden süzüp yazýlý malzeme durumusorunlar tartýþýlacak, varýlan sonuçlar yaþama geçirilmeye çalýþýlacaktýr. na getirmektir. Bunu baþarabilirsek Alevi-Bektaþi felsefesi, dünya felse15 Ocak 2005’te baþlayacak seminer çalýþmalarý herkese açýktýr. fe literatürünün, Alevi-Bektaþi öðretisi dünya bilim literatürünün bir par5. Panel-Konferans-Dinleti: Vakýf Merkezi Konferans Salonu’nda çasý olacaktýr. her ay Serçeþme dergisi ve diðer örgütlerimizle ortak bir panel-dinleti ya Sonuç olarak eðitim için “aydýn katkýsý” koþuldur. Eðitim etkinlikleri da konferans-dinleti etkinliði yapýlacaktýr. Etkinliklerle Alevilik-Bektaörgütlenirken gelenek ya da yol örgütlerinde, yani dergâhlarda, cemevleþiliðin “yaþamsal” ya da “güncel” sorunlarýna düþünsel açýlýmlar getirilrinde, daha açýk bir anlatýmla “doðrudan demokrasi kurumlarý”nda meye çalýþýlacaktýr. Bu kapsamda ilk etkinlik 18 Aralýk 2004 Cumartesi “yüzyüze eðitim” temel alýnmalýdýr. Çünkü, sözel kültürün sözel yolla günü Þeyh Bedreddin’i Anma Etkinliði olarak gerçekleþtirilecektir. taþýndýðý kurumlarda yazýlý kültüre alýþkanlýk ya da yatkýnlýk yoktur, Hünkârýmýzýn dediði gibi; varsa bile sýnýrlýdýr. Aþabilmek için uzunca bir zamana gereksinmemiz vardýr. Çaðdaþ demokratik örgütlenmelerde eðitim etkinlikleri hem “Bir Olalým,Ýri Olalým, Diri Olalým” yazýlý ürünü ulaþtýrma, okuma alýþkanlýðýný geliþtirme biçiminde hem de “doðrudan”, yani “yüzyüze” eðitim karma olarak gerçekleþtiril-melidir. Bir olmazsak, iri olmazsak, diri olmazsak Alevi-Bektaþi aydýnlanmaHacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý Okmeydaný Þubesi (Okmeysýný, Alevi-Bektaþi hümanizmini ve Alevi-Bektaþi ahlakýný dünden budaný Cemevi) hem “çaðdaþ” geleneðin hem de “yol” geleneðinin hargüne taþýyamayýz; þeriattan özgürleþemeyiz; topraðýmýzý ve insanýmýzý manlandýðý bir “yer”dir. Bu nedenle burada yaþama geçirilecek eðitim Ortaçað deðer ve kurumlarýndan kurtaramayýz. etkinliði, aðýrlýklý olarak “yüzyüze eðitim” biçiminde gerçekleþtirilmek Bir olalým, iri olalým, diri olalým ki, Alevi-Bektaþi felsefesi, inancýdurumundadýr. öðretisi, kültürü ve edebiyatý önce örgütlerimizde boy versin, sonra tüm Gelecekte daha güçlü olacaðýmýz inancý içinde baþlatacaðýmýz eðitim dünyaya yayýlsýn. Bizi geleceðe hazýrlayacak kurumlarýmýz, örgütlerimiz çalýþmalarýný kýsaca tanýtmak istiyoruz. Katký, katýlým sizden; hizmet canlanabilsin.

30

Sayý 5


Eðitim Programý * Alevilik Nedir? Bektaþilik Nedir? a) Alevilik Teriminin Kökeni. b) Geçmiþte Alevilik Terimi Yerine Kullanýlan Terimler. c) Bektaþilik Teriminin Kökeni. d) Geçmiþte Bektaþilik Terimi Yerine Kullanýlan Terimler. * Bâtýnilik Nedir? a) Batýniliðin Tektanrýcý Dinler Öncesi Kaynaklarý. b) Yahudilikte Bâtýnilik. c) Hýristiyanlýkta Bâtýnilik. d) Ýslamlýkta Bâtýnilik. e) Bâtýnilik ve Alevilik-Bektaþilik. * Heterodoksi Nedir? a) Heterodoksinin Kaynaklarý. b) Yahudilikte Heterodoksinin Örgütlenmesi. c) Hýristiyanlýkta Heterodoksinin Örgütlenmesi. d) Ýslamiyet’te Heterodroksinin Örgütlenmesi. e) Ýslam Heterodoksisi Olarak Hz. Ali Hareketi. f) Heterodoksi ve Alevilik-Bektaþilik. * Tektanrýcý Dinlerin Yaradýlýþ Tasarýmýna Karþý Alevilik-Bektaþiliðin Varoluþ Tasarýmý a) Nesnel Doða Tasarýmý ve Doðada Deðiþim-Dönüþüm. b) Ýnançsal Doða Tasarýmý ve Doðada Deðiþim-Dönüþüm. c) Tanrý-Doða-Ýnsan Üçlemesinin Açýlýmý. d) Nesnel Ýnsan Tasarýmý ve Ýnsanda Deðiþim-Dönüþüm. e) Ýnançsal Ýnsan Tasarýmý ve Ýnsanda Deðiþim-Dönüþüm. f) Hak-Muhammet-Ali Üçlemesinin Açýlýmý. * Alevilik-Bektaþiliðin Yapýlanýp Biçimlenmesi. a) Alevilik-Bektaþiliðin Besleneme Kaynaklarý. b) Felsefi Bilgelik Olarak Alevilik-Bektaþilik. c) Felsefi Bilgeler. d) Halk Bilgeliði Olarak Alevilik-Bektaþilik. e) Halk Bilgeleri. * Aleviliði-Bektaþiliði Kucaklayan Felsefe Yapýsý. a) Bâtýni Doða Felsefesi. b) Bâtýni Tarih Felsefesi. c) Bâtýni Topulum Felsefesi. * Yaþama Biçimi Olarak Alevilik-Bektaþilik. a) Alevi-Bektaþi Yaþama Biçiminin Olmazsa Olamaz Koþullarý. b) Laiklik. c) Demokrasi.d) Aydýnlanma. e) Hümanizm.f) Ahlak. * Alevilik-Bektaþiliðin Evrensel Ýlkeleri. a) Dünyanýn Dünyayla Açýklanmasý. b) Doðanýn, Ýnsanýn ve Toplumun Özgürleþtirilmesi. c) Vahiyle Dünya-Topulum Ýþlerinin Kesin Biçimde Birbirinden Ayrýlmasý. d) Doðrudan Demokrasinin Yaþatýlmasý. e) Aydýnlanma, Hümanizm ve Ahlakýn Toplumsal Olmasý vb. f) Batý Kaynaklý Evrensel Ýlkelerle Alevilik-Bektaþiliðin Özünden Kaynaðýný Alan Evrensel Ýlkelerin Karþýlaþtýrýlmasý. * Alevilik-Bektaþiliðin Ýnanç Boyutu. a) Bâtýni Ýnanç. b) Ortodoks Ýnanç. c) Bâtýni Ýnanç-Ortodoks Ýnanç Karþýtlýðýnýn Açýlýmý. d) Bâtýni Ýnançta Deðiþim-Dönüþüm. e) Alevi-Bektaþi Ýnancýnýn Dünyalaþmasý. f) Alevilik-Bektaþilikte Ýnanç Yükümlülükleri. * Alevi-Bektaþi Edebiyatý. a) Nefesler. b) Ýçeri Nefesleri. c) Dýþarý Nefesleri. * Alevilik-Bektaþilikte Cem ve Oniki Hizmet. a) Cem Teriminin Kökeni. b) Cemin Toplumsal Kökeni. c) 12 Hizmet. e) 12 Hizmet Sahibi. f) Temel Cemler. g) Cemlerde Okunan Nefes, Gülbank vb. * Alevilik-Bektaþilikte Örgütlenme.

Aralýk 2004

a) Gelenek ya da Yol Örgütlenmesi. b) Çaðdaþ ya da Demokratik Örgütlenme. c) Geleneksel Örgütlenme ile Çaðdaþ Örgütlenme Arasýndaki Ýliþkiler. * Alevi-Bektaþi Müziði * Alevi Kültürü-Halk Kültürü * Alevi-Bektaþi Tarihi: a) Bâtýni Tarih Felsefesinin Açýlýmý. b) Babai Hareketi. c) Hacý Bektaþ Veli Hareketi. d) Þeyh Bedreddin Hareketi. e) Þahkulu Ayaklanmasý. f) Nur Ali Halife Ayaklanmasý. g) Bozoklu Celal Ayaklanmasý. h) Þah Veli Ayaklanmasý. ý) Süklün Koca-Zünnun Baba Ayaklanmasý. i) Atamaca Ayaklanmasý. j) Zünnunoðlu Ayaklanmasý. k) Veli Halife Ayaklanmasý. l) Kalender Çelebi Ayaklanmasý. m) Pir Sultan Abdal. n) Düzmece Olaylarý. o) Safevi Devleti. ö) Yavuz’un Alevi Kýrýmý. p) Ebusuud Efendi Fetvalarý.r) Osmanlýnýn Alevi-Bektaþi Politikasý. s) Yeniçeriliðin Kaldýrýlmasý. þ) Kurtuluþ Savaþý’nda Aleviler-Bektaþiler. t) Aleviler-Bektaþiler ve Cumhuriyet. u) Atatürk Dönemi ve Aleviler-Bektaþieler.

Öðretmenler ve Vereceði Dersler Baþöðretmen: Esat Korkmaz Öðretmenler: 1) Lütfi KalelÝ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Güncel Alevilik 2) Veliyettin Ulusoy . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/teorik 3) Esat Korkmaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Felsefe 4) Dertli Divani . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/uygulamalý 5) Mehmet Turan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/uygulamalý 6) Ergül Þanlý . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/uygulamalý 5) Burhan Kocadað . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Tarih 6) Metin Turan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Kültür 7) Attila Erden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Örgütlenme 8) Ýsmail Özmen . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Tasavvuf 9) Ali Balkýz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Örgütlenme 10) Hasan Harmancý . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Kültür 11) Ýlhan Cem Erseven . . . . . . . . . . . . . . . .Alevi-Bektaþi Edebiyatý 12) Ali Öztürk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Baðlama 13) Erdoðan Gündoðdu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Baðlama 14) Tuncay Kýnýk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Semah

Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli M

Türkiye 40 TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin Adý Soyadý Kuruluþ Telefon - Ýþ Telefon - Ev Telefon - Cep Faks E-posta Posta Adresi Sokak No Semt - Ýlçe Posta Kodu Þehir - Ýl/Eyalet Ülke Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin: +90.(0)212.519 5635

31


SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

OKMEYDANI CEM VE KÜLTÜR EVÝ’NDE DÜZENLENEN ÞEYH BEDREDDÝN’Ý ANMA ETKÝNLÝÐÝ

Bedreddin’in Toplumsal Kimliði Esat Korkmaz

1

400’lerinbaþýnda, Anadolu’da/Trakya’da/Balkanlar’da, feodal bir “söylence” durumuna dönüþür. Bu noktadan sonra artýk tarih gerçekleþdevletin egemenliði altýndaki coðrafyada, temel üretim zemininde, tiði gibi anlatýlmaz-yorumlanmaz da “özlendiði” gibi kurgulanýr. Ortada yani toprak-otlak üzerinde belirleyici üretici güçler, yani köylülertarih diye iki þey vardýr artýk; ya “öven” masal ya da “söven” masal. çobanlar-zanaatkârlar Þeyh Bedrettin’in önderliðinde; Ýsa-MusaÜretici güçler, var olan üretim iliþkilerinin yarattýðý toplumsal çeliþMuhammet þeriatýna, bu þeriatý ideoloji edinen ve yerleþik yaþamý güden kileri kullanarak “yeni bir toplum” yaratmaya “soyunduðunda” ya kendi devlete/devletin kurumlarýna “tavýrlý” bir kanalda, “ilksel eþitlikçe topyaratýcýlýðýný “taþýyabilecek” bir önder yaratýr ya da bunu önceden sezen lum deðerlerini” yeni bir yorumla yaþama geçirerek, tarihte “ilk kez” yaratýcý önderi bulur. Kimdir bu yaratýcý önder? Bu önder “çaðýnýn dýþýkapitalizmi ve sosyalizmi de “öteleyen” ve insanlýða kesin kurtuluþ na çýkabilme” yeteneðini ya ada henüz “tarih olmayan geleceðe uzanma” getirecek olan “kâmil toplum”un kurulmasýna cüret edildi. becerisini gösterebilendir; tarihinin sýnýrýna gelmiþ deðerleri-kimlikleri Toplumsal çeliþkiler, yeni bir toplum yaratmaya “tohumsa” eðer, bu yadsýmasýný bilendir. Bu yetenek ve becerilerden yoksun olan bir insan tohumun çimlenme gücünü temsil eden ne denli “önder” kabul edilirse edilsin o bir toplumsal kimliði “bulmak” zorun“çaðýnýn sýnýrlarý içinde” kalan, “baþCanlara Çaðrý da. Ýþte bu toplumsal kimlik Þeyh kalarýnýn izini süren”, zamanýn “verBedreddin olmuþtur. Resmi tarihin bize Sorumsuzluðumuz “suçluluða” dönüþmeden, idam dikleriyle yetinen”, yokolacaðý-siliulaþtýrdýðý bilgileri ölçü alýrsak Þeyh neceði sonuna kendini hýzla “tüketerek” ediliþinin 586. yýldönümünde Þeyh Bedreddin’i Bedreddin’i “yakalama” olanaðýný elde analým istedik:18 Aralýk 2004 Cumartesi günü saat yaklaþan bir kimliktir. edemeyiz. Doðu’da resmi tarih deyince Ýþte Þeyh Bedreddin, çaðýnýn sýnýr14-18 arasý, Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý bilimden çok “söylenti” anlaþýlýr; tari- Okmeydaný Þubesi (Okmeydaný Cemevi) Konferans larýný aþacak bir kimliðin arandýðý bir hçi bilgin deðil, “anlatýcý”dýr; Salonu’nda; Vakýf Þubesi, Serçeþme dergisi, Pir Sultan tarih kesitinde ortaya çýkmýþ bir önder“anlatýcý”nýn kýlavuzu da inançtýr. Bu dir. Alibeyköy ve Gaziosmanpaþa þubelerinin birlikte tür tarih anlayýþý Ortaçað’a egemendi XIV. yüzyýl Osmanlý toplumunda düzenleyeceði etkinliðe tüm canlar davetlidir. aslýnda; inancýn “denetimi” elden baþat öðe dindi; bu nedenle Ýslam inançEtkinlik kapsamýnda Esat Korkmaz ve Hasan kaçýrdýðý gün bu çað sona erdi ve egelarýnýn dýþýnda, onlarý aþan yeni bir Harmancý’nýn katýlacaðý bir panel yapýlacak, Dertli menlik “deney”in, aklýn ilkelerinin Divani dinleti sunacak ve Pir Sultan Alibeyköy Semah atýlým beklenemezdi. Böylesi bir ortameline geçti. da Þeyh Bedreddin’in düþüncelerinde Ekibi semah dönecektir. Tarihin görevi “soyutlanmýþ” kiþi görülen “diyalektik materyalizm” yani, Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý Okmeydaný Þubesi serüvenlerini anlatmak deðil, olaylarý “maddeci özellik” dýþa vuramamýþ, “diPir Sultan Abdal Alibeyköy Þubesi yaratan toplumsal dönüþümleri araþtýryalektik idealist” bir inanç aðý içinde Pir Sultan Abdal Gaziosmanpaþa Þubesi mak, olaya egemen olan düþüce örgükalmýþtýr. Eðer bu çember kýrýlabilmiþ Serçeþme Dergisi olsaydý Þeyh Bedreddin, bir “dinsiz” sünü, bu düþünce örgüsünün geliþim olarak deðil toplum düzenini çizgisini geçmiþten geleceðe doðru izlemektir. Þeyh Bedreddin olayýnda bu yapýlmýþ mýdýr? sorusuna olum“maddeci” bir yaþama anlayýþý üzerine oturtmak isteyen bir devrimci olarak yargýlanýrdý. suz yanýt vereceðiz. Anlatýlanlara biraz yakýndan baktýðýmýzda olaylarýn içinde ya da kýyýsýnda Þeyh Bedreddin adýnýn “gezindiðini” görürüz: Þeyh Bedreddin’i “dillendiren” toplumsal olaylar “örtüktür”; bütün Bedreddin’in Kemiklerinin Öyküsü eylem gücü, mistik bir zemine taþýnan Þeyh Bedreddin’in kiþiliðinde toplanývermiþtir. Üretim iliþkileri, üretici güçlerin durumu, toplumsal edreddin’in yaþamý kadar, mezarýndan çýkarýlan kemiklerinin öybunalýmlar, sarsýntýlar, çalkantýlar; toplumsal kurumlarda gözlenen küsü de hüzün vericidir: Serez’den Sultan Mahmut Türbesi’nin çözülmeler; yaþama koþullarýyla, yaþam deðerleriyle inanç koþullarý, bahçesindeki su oluðunun altýna uzanan düþündürücü öykü. Bedinanç deðerleri arasýndaki uyuþmazlýk, karþýtlýk gözlerden “ýrak”týr. reddin, bugün Yunanistan sýnýrlarý içinde kalan Serez’de idam edilmiþti. “Kök”e inmek yerine “görüntü”yle yetinildiði hemen algýlanýr. Naaþý oradaki tekkesinin bahçesine gömüldü ve beþ asýr boyunca Asyalý kandaþ insanlarýn Anadolu topraðýna ayak basmasýyla “kurgu Serez’de kaldý. dünyasý”na, yani ahirete “gönderilen” güzellik, erdem, iyilik, yiðitlik, Lozan Anlaþmasý’ndan sonra uygulanan “zorunlu göç” sýrasýnda mutluluk, doðruluk, saygý, sevgi, vb., oradan yaþanýlan dünyaya taþýnýSerezli Bedreddiniler, mezarý açtýlar ve Ýstanbul’a pirlerinin kemikleriyle vermiþtir. Doða ötesi inançlara karþý, doðaya yönelik inançlar “fýþkýrbirlikte geldiler. Çinko bir kutu içindeki kemikler, on altý yýl boyunca mýþ”; metafizik inanç deðerleriyle yaþamsal bir kavgaya girilmiþtir; eski Sultan Ahmet Camii’nde bir dolapta saklandý. Daha sonra Topkapý Sarayeninin içinde, yeni eskini içinde “erimiþ”; ne eski ne de yeni olan bir yý’na gönderildi ve yirni yýl da orada bir depoda “bekledi.” “bireþim”e ulaþýlmýþtýr; inançla yaþam arasýndaki “çeliþki” düþünebilSimavna Kadýsý’nýn oðlu ikinci mezarýna ancak 1961 yýlýnda kavuþamenin aracý olmuþtur. bildi. Kemikler, Bakanlar Kurulu’nun 23 Ekim 1961’de aldýðý 5/1840 Tarih bilincinden yoksunluk “akýldan inanca atlama”yý zorunlu olaSayýlý kararýyla Caðaloðlu’ndaki Sultan Mahmut Türbesi’nin bahçesinrak öne çýkarýr; bilinç “nesnel koþullarýný” terk ederek “masal” ya da deki su oluðunun altýna törenle defnedildi. Ð

B


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.