SERÇEÞME BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
Bu Sayida
AŞKIMIZ BEDENİMİZLE “MÜHÜRLÜDÜR”
Ozan Emekç - Halk Ozanınrı Kabul Edemeyeceği Şey Dalkavukluktur - Ahmet Koçak Fkret Otyam Bu Tarihi Kararı Herkes Bir Kenara Yazsın! Esat Korkmaz Kan Sarhoşluğunda Kendini Yitirmek ya da Yol’da “Küfür Doğurmak” İsmal Kaygusuz Pir Balım Sultan ve Kızılbaşlık Siyaseti Ham Kutlu Kızılbaş Alevilikte Rıza Şehri - II Hasan Harmancı Bahadın ve Hacıbektaş Etkinlikleri Hüseyn Mutlu Katledenlerle Nasıl Başıcağız Hüseyn Akin Kapanma Kararı Turan Eser Baykal ve Alevisiz Siyasetin Yeni Açılımı Metn Akta Alevi Örgütlerinin Kemalizm Hastalığı Ahmet Koçak Ruhi Su Özlemle Anıldı Gaz Aslan Herkese Yeter Dünya, Herkese Yeter Ekmek Metn Çelk Kimin Çilesini Çekmekteler Remz Aydin Erozyon ve Gençlik Doan Bermek 12 Eylül’le Hesaplaşmak İsmal Özmen Tasavvuf Edebiyatında İfade Türleri - Bölüm II İ. Aacik - B. Yurtseven Umman-ı Derya Hüseyn Demrta Işık Taifesine Ne Oldu? Kemal Kök Hafik, Gülpınar Cemevi Açılışı Ozan Cefa Çorum Alevi Kültür Merkezi Açıldı
Aylik Derg Genel Yayın Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basın Dağıtım Organizasyon Ldt. Şti. adına Ahmet Koçak Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54 Erçevik İşhanı 102, 34110 Eminönü - İstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 56 35 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe Kağıthane, İstanbul - 0212.321 23 00 Yayın Türü: Yerel - Süreli
Fyati: Ytl / / Eylül Sayi:
45
Tasavvuf geleneğinde, hakikate “akıl” yoluyla değil, “aşk” yoluyla ulaşılabilir, yargısı egemendir. Akıl “eksikli ve güvenilmez” bir araçtır. O zaman yapılacak şey açıktır: Yol eri, akıldan “firar” ederek kendini bütünüyle aşka teslim etmelidir.
Aşkın Günahı Esat Korkmaz, Genel Yayın Yönetmeni
A
şkımız, bedenimizle “mühürlüdür”; aşk ancak “özgür” olursa bizi-bizleri eğitebilir. Eğitilmek için aşkımızı “söz” ve “tel” donunda doğurup “sese” dönüştürerek yaşama salmak durumundayız. Bunu gerçekleştiremezsek aşkımız “mührü kırar”, bedenimizi “tekmeleyerek” dışarı çıkar ve basar feryadı: “Senin gibi bedeni öldürmeli” diye. Aşk, yaşama taşındığında, egemenle taraf olan “örgütlü kutsallığı yerle bir eder.” Düşünsel deneyimler ve somut deneyimler yaşayarak, fizik ve metafizik despotun tasallutuna karşı bir duruş alacak biçimde “kendini parçalayıp yeniden kurar.” Alevi dünyası, “inanç, umut ve korkuyla ilişkilendirilen nesnelerin” yer aldığı bir “deneyimler dünyası”dır. Deneyimler dünyasında her şey, görünmeyen gizil güçlerin etkisi altındadır. Bu nedenle bir Alevi “görünen” ile yetinmez; “görünende görünmeyeni” arar; bütün çabası buna yöneliktir. Aşk Tanrı’ya yönelik önü alınamaz kültürel eğilimdir. Sıklıkla acı-sıkıntı donunda gezinen; kimi kez doğruluk-mutluluk donuna büründüğü olan, düşünmeye, konuşmaya ve davranışa yansıyan, yani bu üç alanda görünüşe taşınan “bilgeliktir”; geleneğin akla soktuğu bir “onur”dur. Vahdet-i mevcut belirleyici gönül felsefesinde “âlem” denilen şey, “aşktır” ya da “aşkın toplamıdır.” Evrenin “hiçlikten varlığa gelmesine” aşk neden olmuştur: “Âşık olmak”, insan olmak, hayvan olmak, dağ olmak, taş ya da toprak olmaktır. Ya da zâhirden bâtına taşınmak anlamında Tanrı’da “hiçleşmektir.” Öyleyse Alevilik “aşka âşık olma” sanatıdır: “Aşktan başka Tanrı yoktur ve Ali, aşkın velisidir”, özdeyişi bizim kime âşık olacağımızı gösterir. Aşk, Tanrı ile birlikte “yutulan” zamanın “çocuğudur”; “yol”da yaşanmış “anı”lar anımsandığında daha çok aşkın halleri ile “çağrılır”; çağrıyı alan “anı”, bize ya da biz ona koşarız: Koşu tamamlandığında, “etten yapılmış bir ruh” karşımızdadır ya da yanı başımızdadır artık. İşte aşk “etten yapılmış bu ruhun kıpırdamasını” sağlar. Aşk bittiğinde “ruh eti terk eder”; anı, çağrıldığı yere gönderilir. Aşkın hallerini “deneyim” konusu yaptığımızda “hazır” olarak verilenin ya da “belletilenin” dışında kesinlikle “kendimize rastlarız.” Önce “yabancı” geliriz, kendimiz kendimize. Biliyorsunuz hakikat, “hayretten” ibarettir; hayret kendini hissettirir hissettirmez, tıpkı bir kedi gördüğünde “miyav miyav” diye haykıran bir çocuk gibi “bağırmak” gelir içimizden; doğal olarak utanırız. “Demek ki” deriz, “ya çocuk olacağız ya da çocuktaki coşkuyu yaratacak denli âşık.”
Kanda Dans Bu anlamıyla aşk, “siyah ışık” ile ten gözünden gizlenmiş, “doğuran bir hiçliktir.” Doğuran hiçlik olarak Tanrı’dır; Tanrı olarak “umarsız” bir insan, “bakire bir kadın” ya da “cahil bir erkektir.” Anlayacağınız hemen her şeye gebe bir “dölyatağıdır” bizim aşkımız, yani tanrımız. Bu aşk alanında gezinmeye başladığında âşık, resmi ve ilâhi ezber için bir “suçludur” artık: “Selâmeti terketmiş, Melâmet olmuş bir belâ insanıdır.” Bu kapsamda, açıklanması durumunda egemenler için risk oluşturan ve kişinin başını belâya sokan vahdet-i mevcut belirleyici tasavvuf bilgisi, “aşkın günahıdır.” Bu “günahı” ilk işleyen “kanda dans” geleneğini başlatan, “aşkın sırrının açıklanacağı yer vaaz kürsüsü değil, darağacıdır”, özlü sözünün bağlandığı Hallac-ı Mansur’dur. Ama diğer yandan inanç yanı da olan bir kültürüz biz: Kendimizi tanımlamak istediğimizde bu yanımızı “öne alarak” konuştuğumuz için özünde bu suçu ilk işleyen “kendisi(Devamı 2. Sayfada)