SERÇEÞME BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
RUH KENDİNİ YAKARAK BEDENİ KURAR
Bu Sayida
Can eyleme geçtiğinde ruh bedene dönüşüyorsa, “beden ruhun içindedir”; tıpkı tohumun içindeki ağaç gibi…
Ozan Emekç - Türkiye Devleti Hiçbir Zaman Laik Olmamıştır - Ahmet Koçak Engn Çeber Karakolda Dövüldü Hapisanede Öldürüldü! Unutmayacağız, Unutturmayacağız
Fkret Otyam Yarama Merhem Olur musunuz Ey Canlar? Esat Korkmaz Alevilikte Evlenme Erkânı Emel Sungur Üniformalı Olmak İsmal Kaygusuz Abdal Musa Sultan - Bölüm I Ham Kutlu Kızılbaş Alevilikte Rızalık Şehri - III Ahmet Koçak Hacı Bektaş Derneklerinin İsim Değiştirmesi üzerine Alevi Örgütlerinin Yöneticileriyle Söyleştik - Ali Balkız, Kazım Genç, İsmail Metin, Fevzi Gümüş, Selahattin Özel, Atilla Erden ve Hüseyin Yıldırım Lütf Kalel Aleviler, Ali Gibi Namaz Kılsınlar! Ahmet Koçak ABF Genel Başkanı Ali Balkız ile söyleştik - Ankara Mitingi ve ABF Eylemleri: “Anladık ki Sokak Konuşturuyor” Yüksel Iik Kendine Demokrat Olmaktansa Hasan Harmancı Kızıl Kan Yeşillendi Al Yildirim Her Ağacın Kurdu Kendinden Olur Bahaddn Ari Karakavuz’da Cemevi Açıldı Tecrte Kari Sanatçilar İstifa Edin! İsmal Özmen Mistisizmin İlişkileri - Bölüm I Metn And Yitirdiğimiz Yazarın Bir Öndeyiş’inden Metn Akta Semahımız Oyuncak Değil
Aylik Derg Genel Yayın Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basın Dağıtım Organizasyon Ldt. Şti. adına Ahmet Koçak Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54 Erçevik İşhanı 102, 34110 Eminönü - İstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 56 35 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe Kağıthane, İstanbul - 0212.321 23 00 Yayın Türü: Yerel - Süreli
Fyati: Ytl / / Ekm Sayi:
46
Ruhun Eylemli Hali Esat Korkmaz, Genel Yayın Yönetmeni
R
UH, “can” ya da “gönül” olarak algılandığında hazzın, acının, aşkın, öfkenin, umudun ve korkunun “konakladığı” yer olarak algılanabilir. Ruhun “eylemli” haline “soluma” diyebiliriz: “Soluma” yoluyla ruh aşırı yoğunlaşırsa “sıcak kan”, normal yoğunlaşırsa “sıcak duman” olur. Heraklitos (Herakleitos), kendisinden karşıtların ayrıldığı bir şey değil; sonradan tekrar her şey onda yiterken, doğası gereği her şeye dönüşebilen bir şey aradı ve bunu “ateş”te buldu. O’na göre yanan bir “alev” içindeki ateşin niceliği sürekli “aynı” kalır; “şey” olarak adlandırdığımız ise işte bu alevdir. Alevin “tözüne” gelince o sürekli “değişir”. Töz değiştikçe alev “duman” olur; dumanın yeri ise alevi “besleyen” yakıttan gelen “yeni madde” ile doldurulur. Bu döngü geçmişten geleceğe kesintisiz biçimde sürer: “Karşılıklı değişim” bunun nedeni gibidir. Her şey sonludur ve dünya “bir”dir; dünya “ateş”ten çıkar ve yine sırayla tüm “sonsuzluk” yoluyla ateş tarafından “tüketilir”. Bu doğanın “yazgısı”dır. Heraklitos, değişimi, yukarı ve aşağı doğru giden yollar olarak algılar. O, bir “soluma” tasarımı geliştirir. Bu kapsamda “solumanın” karadan ve denizden çıktığını savunur. Karada ve denizde kimi şeyler parlak, kimi şeyler koyudur; ateş “parlak” şeylerden, nem ise “koyu” şeylerden beslenir. Parlak soluma, Güneş’in dönüşünde yakıldığında “günü”, karşıt(karanlık) solumada yakıldığında ise “gece”yi oluşturur. Parlak solumayı izleyen “ısı” artışı ile “yaz”; karanlık solumadan çıkan “nemin” üstünlük kurması ile “kış” oluşur. Heraklitos, insanı dünya ile açıklamaktansa dünyayı “insan” ile açıklar: İnsan, ateş, su ve topraktan yapılmıştır. Büyük âlemde ateş “bilgelik” ile küçük âlemde ise “bilinç” ile özdeştir. İnsanı canlı tutan ateş, aşağı ve yukarı doğru yol alır; süreçte ateş sürekli “suya” dönüşür, su ise “toprağa”. Aynı anda “karşıt” süreç de işlediğinden biz “aynı kalıyor” görünürüz. Demek ki insan “soluma” yoluyla çevreye taşınır ve “ilâhi akıl” ile bütünleşir. Doğa filozofu bizi çevreleyen şeyin “aklının” olduğunu düşünür; bu kapsamda Heraklitos, “soluma” ile bu çevrenin aklının, yani “ilâhi aklın” içine taşındığımızda “akıllı” oluruz. Uyku durumunda duyu kanalları “kapandığı” için, içimizdeki “zihin” bizi çevreleyen şeylerle ilişkisini keser ya da en aza indirir. Uyandığımızda duyu kanalları “açılır”, içimizdeki “zihin” çevreyle hemen ilişki kurar ve biz “bilinçli” duruma geliriz. Öyleyse uyku, “nemin” ölçüyü aşmasıyla, vücuttaki ateşin yanmasını düşüren sudan “karanlık soluma” ile oluşur. Ateş ve suyun “eşit” olduğu durumlarda ruhta denge durumu vardır; ne var ki hiçbir ruhta ateş ve su uzun süre dengede kalamaz; biri ya da diğeri üstünlük sağlar: Her iki durumda da sonuç “ölüm”dür. Ölümle sonuçlanmasına karşın “ateşin üstünlüğü” kişiye daha iyi bir “yazgı” sağlar. Nasıl yaz ve kış, yarattıkları “karşıt gerilim”leri ile zorunlu olarak birbirlerini üretiyorlarsa yaşam ve ölüm de tıpkı böyle birbirlerini üretirler. Yaşamanın ve ölmenin “ölçütü” olarak algılanan “ruh”, hem ölü hem de diridir: Açılımına baktığımızda ruhun, yukarı doğru yönelerek ateşe, aşağı doğru yönelerek suya dönüştüğünü görürüz. Aşağı doğru yolculuğunda “aşırı nem”den ölmüş olan ruh, toprağın altına çöker; topraktan su çıkar; sudan da ruh yükselir. Tanrılar ve insanlar özünde birdir: Onlar, “birbirlerinin yaşamlarını yaşayıp birbirlerinin ölümünü ölürler”. Artık, yaşayanların ve ölenlerin “bekçisidir” onlar. Yukarı doğru yönelerek ateşin üstünlüğünü kurup “ölenler”, ölümsüz olurlar. Sırası gelince ölümsüzler tekrar ölümlü olurlar; demek ki her şey bir başka şeyin ölümüdür.
Hiçlik Torbasından Çıkan Ruh Ruh karşılığı olarak kullanılan “soluk”, başlangıç tasarımlarında; evreni canlandıran, dönüştüren, yoğunlaştığında “biçim” bulan, yani evrenin dokusunu oluşturan “güç” olarak al(Devamı 2. Sayfada)