Artık Sobesin Umut

Page 1

Ali ihsan Konuklu'dan Şiirler

Copyright © 2011 Ali ihsan Konuklu


Hayata dair Hayat sana iyi şeyler sunmuştur, bazı zamanlar bazı zamanlar çok şımarttığını düşünerek, almıştır elinden sevincini oysa bir şey değil, onca acının yanında küçük bir tebessüm bir şey değil, hüzünlerin bağımlılık yarattığı bir yüreğin başka duyguları tanıması Hayat seni bazen kaldırmıştır yerden, bir dost şefkati ile bakıp yüzüne bazı zamanlar ise, çoğunlukla yaptığı gibi tat almıştır engebeli arazilere dönüşen yüz çizgilerinden oysa hak edilmiştir, bunca gri gökyüzü görmüşlükten sonra güneşli bir gökyüzü hazırlanılmıştır; "Yaşasın hayat" demeye özgürlüğüne kavuşan bir mahkum sevinciyle Hayat bazen "İşte bu kez tamamdır" dedirtmiştir, bir kaç mevsim tekrarlayan iyi bahar göstermişliğinden sonra bazı mevsimler ise, üzerindeki kar örtüsünü geçemeyen kardelen çiçekleri gibi kalmışsındır üzgün oysa ne ılgıt rüzgarlara hazırlanmıştır kolların, özenip bir göçmen kuşun özgürlüğüne maviliklerde ne sevdalara bilenmiştir yüreğin, bir kentin orta yerine yalnızlığını bırakmaya hazırlanıp. Hayat bazen sevmiştir seni, yeni ayakkabısını başucunda saklayan çocuklar gibi saklamışsındır sevinçlerini bazen öldürmüştür sevdiklerini alıp giderken zalim...


Yanılgı

Basittir aslında savaş Öyle binlerce defa övünmeyi gerektirmez bombalamak Ve tetiğe defalarca basmak Öldürdüm demek anasının gözünden sakındığı bir canı, Rüyasının en güzel yerinde bir çocuğu Gelinliğe hazırlanan bir kızı Bir yaşamak tutkusunu, geleceği ve bir ruhu Ak bir gömleği kızıla boyamak ucuz bir mermiyle Basittir aslında savaş Öyle ben ne yüce insanım demeyi gerektirmez Hiroşima uyurken ölüm olup yağmak Milyonca aç insanın ekmek beklediği bir çağda ölüm kusan çelikten silahlar yapmak Her bir tarihte yarattığını öldürmeden Yaratıcına başarmak için dilekte bulunmak En günahkar şeklini alırken elleri ve kan bürümüşken gözleri Basittir aslında savaş İnsanın kötü, Aslında zavallı, korkak,çirkin yanıdır Tersini düşünürken habersiz....


Hep Söylemekte Kalır Gitmek

Ben şehirler terk ederim diyorsam da değil, bil ki bu yüreğimden geçen hele şu İstanbul için kaç karar almışım gün vurmadan yüzüme başka kentlerin gün doğumunu izlemeye gidip kalmışım belki üzülür diye bu şehir oysa değil bilirim bir göçer ilişir izime tıpkı benmişim gibi fark edilmez bile şiir yazmışlığım şarkı söylemişliğim uğruna sınırını geçtin mi biter hemşehriliğin vefa mı? o da ne der diyen şehirlerdendir gittin mi gidersin öyle yaşamamış gibi öyle kaldırımlarında izin kalmamış gibi veya düşmemiş gibi bakışın boğazın mavisine Ben şehirler terk ederim de hep bir gün gideceğim demekle kalır nüfusunu bir artırmışlığımdan vaz geçmeden bu şehrin...


Uzakta, Çok Uzakta

Benim denizimdi munzur bırakmaktı kendimi bir yanı çimen kokan süt beyazı soğuğuna hayat biliyorum terk edendim bende bir sabah ayazında "Hoşça kal bile demeden" uzaklara gidendim fakat bilir munzur çocuk elim kaldı soğuk suyunda çakıl taşı alırken biriktirir hatıramızı geri vermek için geri dönüşlerin birinde. Benim denizimdi munzur gidemediğim uzaklara gittiğini düşündüğüm...


Hiç, Sadece hiç Maviş gözleri ile bulutlara bakıyor bir çocuk Beklediği bir şey olduğundan değil Bulutlar beyaz olduğu için Gözbebeğinin kara vurmuş beyazını aslına döndürmek adına Böğürtlen yapraklarına akmış bir kan damlasına bakmadan Ve dinlemeden bir annenin ağıdını Bir adam ellerini yıkıyor ırmak da Arınacağından değil Ellerindeki kırmızı rengin ağırlığından kurtulmak adına Celladı olduğu bir çift gözü hatırlamadan Çimenlerin üzerine düşmüş bir kan damlasına bakmadan Ve dinlemeden bir annenin ağıdını Göbekli bir adam paralarını sayıyor Doyacağından değil, Can alan her şeyi üretmenin tadı adına Kan kokan savaş meydanlarının günahından uzak kendince Bakmadan bir papatyanın beyazına vurmuş al renge Ve dinlemeden bir annenin ağıdını...


Farkında olmadığındı Aşk Sen bilmezsin nasıl gülersin seni sevmiş bir çift göz yoklarken yüzünü ellerine ve dudaklarına saygılı sevişmeleri filmin sonuna bırakmış bir sevgili sabrı içinde yanında olmayla yetinip ki yalnızlığının yanına seni eklemiş bir artmış olmanın sevinciyle sen bilmezsin nasıl sevmezsin oysa nasıl küçük büyük dağları yaratmışsındır kendini beğenmiş yalın bir çırılçıplaklıkla durur yanı başında üstündeki her şeyi atmış bir yürek bilmezsin nasıl sevgi fakiri kalırsın nasıl gitmişimdir çoktan nasıl kalmışsındır yalnız...


Şiirim git katma değeri yüklenmiş, bir kitapçı rafından uzak ve değmeden gözlüğünün üstünden bakan bir eleştirmenin ellerine üzerine düşen parmaklarımın terinden haberli koş yüreğimin seni göndermek istediği yerlere biliyorsun yazarken kazımıştım yüzüne ateş tutan insan ellerini şiirim git sümüklü bir Anadolu çocuğunu öp, şekerlere bakarken bir bakkal dükkanı camından çeyizine bir kelime, bir cümle koy bir çeşmede görmüşlüğü ile sevdalanan köylü kızının şiirim git harman sonrası tüm derya sularını içecek kadar susamış bir çiftçiye uzat bir gözeyi, anlatmıştım hani munzurdan bir göçere “gelme” de, “gelme, seni beklemiyor şehirler” şiirim git anlamsız savaşların birinde ölmüş çocuğuna ağıt yakan bir annenin gözyaşlarını sil, tut yakasından insan kanıyla, teriyle beslenenlerin... şiirim git bir mağara duvarına yazılmış bir yazı gibi ol yazanı bilinmeyen, yani anonim....


Kent ve Yalnızlık

Bir insanın yalnızlığını sever burada her şey bir meyhane örneğin, bir kişilik servis açılmış Yüzünü haliçe dönmüş bir çay bahçesi Yolcularını trenle göndermiş bir gar her küçük sesin çınladığı boşlukta Bir hıçkırık sesi bir mezarın başında Eski bir mahallesi kentin, ne gelirken hoş geldin demiş ne de giderken güle güle ve bir sevgili kağıt helva yenmişken öpülmüş parkın birinde. Bir insanın yenilmişliğini sever bu kentin caddeleri Beyaz mendille teslim oluşunu Dost bulamayışını kalabalıklarda Özleyişini doğduğu ve büyüdüğü yerleri Bir üvey ana misali Sevgisizliğin ötesine itmeyi sever Alıp soğuk gökdelen gölgelerini kucağına...


Zafer kazanılmaz ayrılıklarda

Gittim, az üzülürüm yok Bir şarkı çalar çiğ düşer yanaklarına Yenildiğini bile söyleyemezsin Ellerin yetmez gözyaşlarını silmeye Ve yüreğinin üzerine tünemeye başlayan pişmanlıkları Zafer kazanılmaz ayrılıklarda Kalan veya giden olmanın ayrıcalığı yoktur Resimler gösterir kendilerini köşe bucakta Gitme zamanlarındaki sis kalkar ve görünür manzarası perişan yüzünün Gülümsemek yetmez başka duygulara kapılmış yüreğini avutmaya Ve seni geri götürmeye zorlayan ayaklarını durdurmaya Zafer kazanılmaz ayrılıklarda Uzağa gitmek gerçekten uzaklaştırmaz insanı İkiye böldüğün simidi uzatırsın alacak kimse yoktur yarısını Kayan bir yıldızı gösterir parmağın, sadece senin bakacağını unutup Dilek tutmaya yetmezsin yalnızlığınla Ve artık çoğalacağını bildiğin sessizliğinle...


Tanımlanmış yalnızlıklardan Yalnızlık ayrılmak mıdır Bir zaman topluca çekilmiş bir siyah beyaz fotoğraftan Gülüşünü alıp Koluna girenlerin terk edişimidir Bir yokuşunu tırmanırken hayatın, kan ter içinde Yüreğin yalnız değilim çığlıkları atarken Bir sevgilinin gidişimi Akşamdan dudaklarına bıraktığın öpüşünü alıp Zindan zamanlara aklını asarak Yalnızlık hiçe saymak mı Bir kentin insan çokluğunu Bir parkın bankının lüksüne sırtını dayayıp Yaşıyorum yalanımı yalnızlık Işıltılı manzaralarına gözlerinin nemini sürüp Aldattığını düşünerek umurunda olmayan şehirleri...


Sararmış fotoğraflarda kalmış çocuklarız biz Veda etsek küsecek bir dün var gölgemiz gibi Ellerimiz hala terler bir sevgilinin eli değmişse yüreğimize Ve de her yerin güneşi yakar yüzümüzü mahcupluğumuzdan yüz bulup Sararmış fotoğraflarda kalmış çocuklarız biz Güneş toplar her yaşımız, gecelere inat Mevsimi geçmiş hasatlarla uğraşır yüreğimiz çürüdüğünü bilip başakların modası geçmiş aşklar aranırız bir elimizde harçlıklarımızla alınmış sinema bileti Sararmış fotoğraflarda kalmış çocuklarız biz Küçük yaban dikenlerinin parçaları durur hala parmak uçlarımızda Şehir gecelerinde göremediğimiz yıldızlı karanlığa sevdalıyız Bir çocuğun gülüşüne, bir barış türküsünedir sevinç göz yaşlarımız


Kayıp bir kadın Küçük duvarları var aramızda aşkın Gelsem gidiyorsun Yalnız kalıyorum terk ettiğin kentlerde bir başıma Adresin yok Bir kadın vardı, buradaydı oluyorsun Geride boşluğunu bırakıp Küçük duvarları var aramızda aşkın Seslensem duymuyorsun Dilsiz kalıyorum çığlık çığlığa ıssız Sesin yok Bir kadın vardı, bozkır rengi gözleriyle konuşurdu oluyorsun Geride sessizliğini bırakıp Küçük duvarları var aramızda aşkın Bir var bir yoksun Sensiz kalıyorum senli düşlerimin ortasında resmin bile yok Bir kadın vardı, çok güzeldi oluyorsun Geride kokunu bırakıp...


Özür Dilemek Korkusu Kırmızıya bulandı, yaşadığın Dünyanın yüzü. Damarları çatladı, bildiğin bütün masalların ve bütün pembe bulutların. Öfkeden kudurmuş insan sesleri doluştu, göz bebeklerine korkulu. Ve senin salıncaklarına sıçradı, yeşil yerine beton kokusu....


Sevgi Olsun da

Adam şarabı sildi dudaklarından. Çocuk hayranlıkla babasını seyretti. Adam gülümsedi, şerefine içti oğlunun,okşayıp saçını. Çocuk gülümsedi,çekiverip sümüğünü. Sineğin biri sarı ışıklı lambanın üstünde, biride peynirin üstündeydi. Adam peynir yedi. Çocuk babasını seyretti. Adam şerefine içti oğlunun ve başını okşadı. Çocuk bayram etti....


Uyanmak İstemeyeceğin Bir Sabah Olacak

Uyurken köylüsün, rüyaların serin havaların ve serin suların üzerinde gezinir. Doru atlar kişner hayallerinde. Çiçekler ve çimenlerin kucağında, en bitmez coşkusunu yaşarsın yaşamın. Sonra an şehir sabahıdır,gün ağarır. Ne rüyaların ne de hayallerin kalır. Ayakta kalma savaşının gerçeği ile, çarkına takılırsın şehir girdabının. Bir gün, uyurken de şehirli olursun. Rüyaların ve hayallerinde....


Girdap

Sisin ortasında bir İstanbul. Sen,ben,diğerleri. Yangını var, bir tarafı yanıyor bu şehrin. Martılar gri martılar gri ve kırık kanatları. Öykülenmiş semtleri boynu bükük, geçmiş hoş sedalar sinmiş kiremitlerine apartmanların ve gecekonduların yosun tutmuş dilleri...


Terazinin Bir yanında İnsan

Hasas terazidir artık kentler. Bir birine yabancı ,alabildiğine hemşehri, bir o kadar düşman. Varoşlar yakın durmak ister villalara, villalarsa uzak mı uzak. Tanışıksızlık içinde, yalnızlaşır göçerler kalabalıklarda. Göçerliliklerinin haklılığını anlatamadan. Ve böyle duygularla, kocaman geçitler kurarlar köylerine yürekleriyle....


Değişim Resmini çizerken kentlerin, kara boyası tükenir oldu ressamların. Sarısı bitmekte olan sigara ateşi gibi zayıf fenerlerin iştahsızca gemilere yol vermeleri. Gri denizlerin bir zaman maviydik şarkısı. Ve balıkçıların hey gidi günler heyle başlayan hikayeleri. Rengini veriyor her şeyin çırpınsa da martının biri, inatla ben beyazım diyerek. Kentine yalan söylememiş ressamların elleri Güneş renkli ufukları sever telaşı içinde, Güneşli İstanbulları çiziyorlar. Ve renkler kararıyor...kararıyor....


Arayış

Yeni şehirleri arıyorum, yeni şehirleri. İnsanları merhabalaşan. Sahtesiz. Ölümüne sevdaların yaşandığı. Ve sokaklarında, çocukların titremediği soğuktan. Tiner koklamadığı, lokantaların pencerelerinden bakıp iç çekmedikleri. Yeni şehirleri....


Cevapsız Sorular

Hani ya benim oyuncaklarım? Dedi çocuk. Hani bir düğmesi kopuk siyah paltom ve lastik ayakkabılarım? Hani ya benim renkli naylon gözlüğüm? Dedi çocuk. Hani vıcık vıcık çamurum ve ağaçlar arasında batan mor Güneşim? Hani ya toza,toprağa bulanmış ellerim,yüzüm? Dedi çocuk. Hani yeşilim,çiçek kokularım ve çikolata özlemim?...


Olmazları Yaşamak

Düşünce krizlerine girmişsin, alnın çatlıyor alnın. Neylersin hal hal değil; omuz silksen olmaz, çekip gitsen olmaz. İlk bahar gelmiş çiçekler açacak, açamamışlar. Bayram gelmiş çocuklar gülecek, gülememişler. Yakınına düşüyor acıları Dünyanın, sen gülsen eğlensen olmaz...


İnadına Umut

Diner göz yaşları bakarsın çocukların, yanakları artık cılız akarsu yataklarına benzemez. Öksüz kalmaz,sürülmezler belki sevgi uzaklarına. Bakarsın yarınları olur, güleç kalkarlar sabahlara umutlu. Belki ölmezler savaşlarında büyüklerinin. Bakarsın kuş olurlar, zeytin dalı taşırlar inadına....


Bir Anımsama

Dün, kuş kanatları vardı üstünde bulutların. Ve elleri yeşil çizmekten yorulmuş ressamlar. Küçük mahalle kahvelerinde, sıcak çay bardaklarında mutluluğu dudakların. Ve sararmış artist posterlerinde hayranlığı vardı gözlerin....


Başlamak da Nereden? Adam yeni çıkmıştı mahpustan. Gözlerinde karanlık duvarların resmi, ellerinde yalnızlığın pamuk iplikleri, dönüp dururdu yaşamı yakalamaya bir yerden. Sevdası yunmuş ölüler gibi, hep selamsız,sabahsız geçmişin bir yerinde. Ağlamak zor der gözleri, gülmek için çok geç yaşamın bu saatinde....


An

Yüzünü batan Güneş'e döndü. Uzansa tutacakmış gibi duran, sarı aydınlığı okşadı gözleriyle. Ve öptü her bir dudağıyla umudunun. Hiç düşünmek istemedi parasızlığını, anına yaklaştırmadı, kestane ve patlamış mısır kokularını. Küçük sevinçleriyle zengin, aç karnını doyurdu yaşam seviciyle. Hiç üşümeye yenilmedi, soğuk poyrazında rıhtımın. Anına yaklaştırmadı, sıcak çay ve bardağın avuç ile birlikteliğini....


Yarın

İstençsiz, uzaklara gider göçmen kuşlar. Gün dönümleriyle, mevsimler değişir bırakıp izlerini. Göçerin biri, kentlerin med-cezirlerinde boğulur. Ve hala Güneş doğar, umut düşer, çocuklar doğar, yeni Sait faikler büyür. öykülerini yazarlar salaş kahvelerin...


Unutkanlık

Dil sözcüklerini unutur, yaşanılan bu kadar savaştan sonra. Deli değildir oysa insan, bir çiçek tutsan burnuna veya kaldırıp başını baktırsan gökyüzüne kıymetini bilir cennetinin...


Antika Sevdalım

Seni gidi sevdiğim dediğim ve uğruna uykular harcadığım. Bir yanımda hançerim,bir yanımda çiçeğim. Cemresi eskiden düşmüş antika sevdalım.


Manzara

Babo üşüyem dedi çocuk, peşi sıra yürüyüp babasının. Ula erkek adam üşürmü heç? Dedi babası. Yeni düşmüştü karı palandökenin. Ayazdı,cam gibiydi gökyüzü. Babo ellerim doniyi dedi çocuk burnundan buzu koparıp. Ula sen şehirli çocuğumusan? Dedi babası. Cık dedi çocuk. Ula sen bebemesen? Cık dedi çocuk. Ay düştü soğuktan kaskatı, sonra bir yıldız çaresiz. Gırç etti kar adımları okşayıp...


özlem Bakışımız kaldı resimlere dönük; Al gözlü, hüzünlü. Göçebeliğimiz umuda küskün, sarmaş dolaşız yine sevgilerle. öyle soğuk sular, öyle serin havalar için ki rüyalarımız..


Dünyanın En Mutlu Günü

Sonra herkes bıraktı silahını. Öfkeli yürekler ilkbaharlarına sarınırken savaşlara lanet etmiş dillerin yorgunluğu, en saf sevda şarkılarıyla şenlendi. Bir adı barış, bir adı umuttu çocukların. Ah beyaz bayram dedi herkes, ah güvercin kanatlı yaşam özgürlüğü...


Çocuk ve Şehir

Güleç bir çocuğun yüzünü anlat bana. Şehirde , kenar mahallelerden birinde yaşayan. Kara gözleriyle delerken gökyüzünü , ağlamayan yokluğa. En büyümüş cakasıyla dinlemeyen masalları ve bakkalın kızını tavlayan, utanmadan yamalarından...


Böyle Bir Baharda

Adım atsan çiçek ölüyor kırlarda, çocuklar ağlıyor biliyor musun çığlık çığlığa. Böyle baharda nasıl giderim sinemaya ve nasıl gülerim?. Hep gökyüzünden bekledim sürprizleri, üstelik umutluydum çocuklar gibi kar düştü, dolu düştü, yağmur düştü barış düşmedi savaşlarının üstüne Dünyanın. Şimdi dönsen bu yanına adamlar sevmişler silahlarını; dönsen o yanına çocuklar doğmuş bilmeden acılarını. Şarkılarını söyle diyorsun, nasıl söylerim şarkılarımı ve nasıl susarım?


Afrikalı Nasırlı ayaklarıyla geçiyordu, kuru topraklardan. Ve sesi ölgün yaban otları gibi, bölüyordu sıcak Afrika 'nin havasını. Dün senin kardeşindi dedim açlık, bugün de dedi; titrek mum alevi gözleriyle. Metre karesine sövdü kıtasının; Güneşine, rüzgarına. Pamuk ipliğinde cambaz gibi, dengesini oluşturmak için yaşamın ve ölümün nefesledi Afrika’nın havasını. Bir daha ...bir daha...


Bendim, Ben... Üşüyordur sundur biliyorum zemheri düşer böyle zamanlarda ayrılığın yanına hangi avucun içindeyken elim öyle ateşe tutmuşum gibi sıcaktı diyorsundur işte sanki sen böyle sormuşsun gibi giden trenlere iliştiriyorum çığlığımı bendim ben Suskunsundur biliyorum dil unutur bütün dediğini tanıdık bir manzaraya bakarken akşam üstü benim için kim şiir yazıyordu; saçlarımı alıp gitmeye çalışırken rüzgarlar ve ağlamak duygusu inmişken yüzüme diyorsundur işte sanki sen böyle sormuşsun gibi giden otobüslere iliştiriyorum çığlığımı bendim ben...


Çocukluk işte...

Çocukluğun küçük sinema salonunda bilmeden yıldızların uzaklığını ne kadınlar sevmiş ne kadınlara bilemiş yüreğini bir afişin rujlu büyük dudaklarına dokundurmuş dudaklarını utangaç uzaklara gitmenin yolunu damda kırk ayak televizyon antenini düzelterek aramış ve sevmiş kasabanın eski otobüsünü hep kendini bir koltuğunda kasabasına el sallarken düşünüp...


Bir de sevgi var Bir sevmek kaldı tanımadığınız duygulardan Çürük elmalara saldıran kurtlar gibi oyarken her bir yerini Dünyanın ve insanlığın Hep mazeretleriniz vardı kanlanmış ellerini yıkarken ırmaklarda savaşçılarınız Oysa bilyesi çalınmış bir çocuğun mazereti bile büyüktü sizinkinden Oyundan alırken kalan bilyelerini Ne kadar sahibi olabilirsinizdi tüm Dünyanın Dokunsanız rengini alırmı bir papatya kanlı ellerinizin Bir çocuk amca dermi gülümseyerek bakıp gözlerinize Hangi bozkırlar sarar ayaklarınızı onurlandırıp okşayarak ve siz mutluluğun resminde yer alabilir misiniz?


Cılız Bir Sesti Seni Sevmek

Seslenişini içinde saklardı çocukluğum mesela çikolatayı böyle ıslık gibi cılız seslerimde gizledim isterken çünkü yeni dişlemiştim bozkırların ışkınlarını ve uzun süre ihanet etmedim kırların ürünlerine anladın mı senin gözlerinde böyle giriyor düşlerime böyle cılız seslerle istiyorum seni hani çocukluğumda ki çikolata misali benim geldiğim yerlerde öpmüşsen bir kızı dağıtırken saçlarını rüzgarlar dağ yelleri döver yüzünü gecenin karanlığında ihanetlerinde şimdilik böyle işte, bozkır ışkınlarına ihanetimle duruyorum...


Yanında Kalmaya Mazeretler Bu gün sıcak bu gün şehir tiz ıslıklarıyla geçen gardiyanlarıyla bir hapishane gibi çakalları köşe başlarını tutmuş savanlarına benziyor Afrika’nın tanıdık bir senin olduğun uzak liman kenti, biraz sonra helalleşip hoşça kal denilecek bir uğurlayan gibi bak elimi bırakıyorum istersen tut,bırakma hep gidip döndüğüm bir gün değil bu gün bir çay yap,bir çay hep yudumlarken ince belli bir bardakta birbirimize daha güzel baktık hatırladın mı bu gün deniz gri gökyüzü de mavisini karamalarına izin vermiş bir ressamın paleti gibi okuldan kaçmak için mazeret uyduran afacanlara benzetme beni limanına alışmış bir küçük tekne düşün aldırmayan çıkan rüzgara bu gün hava yanından uzaklaşılmayacak kadar kasvetli anladın mı...


Dönüş

Kadın suskun öylece bakıyordu zaman ordaydı çılgın mahmuzlu ayaklarıyla her şey o ana hazırdı her şey bildiği en hüzünlü şarkılarını söylüyordu adam yılgınca bavuluna baktı ve kadınına ve çocuklarına herkese her şeye artık hiç bir şeyi kalmamış umuduna bile peronlarda satıcılar simit ve nane şekeri satıyordu otobüsler uzuyordu uzaklara lodos dünden beri uçuruyordu yalnız kalmış kağıt parçalarını ve yaprakları adam umarsızdı kadın suskundu hep o gün bir çocuklar anlamadı yenildiklerini büyüyüp öğreninceye kadar...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.