Şah Veliyullah Dehlevi- içtihad Risalesi (El-insaf fi Beyani Esbabil İhtilaf)

Page 1

içtihat Risalesi �

islam Hukukundaki Farklı Görüşlerin Sebepleri Şah Veliyyullah Dihlevf

Çeviren Dr. Rahmi Yaran


Gelenek Yayıncılık: 1 7 Dihlevi Kitaplığı: ı içtihat Risalesi

islam Hukukundaki Farklı

Görüşlerin Sebepleri Orjinal Adı: el-lnsaf ft Beyani Sebebi'l-ihnıati Yazar: Şah Veliyyullah Dihlevf Çeviren: Dr. Rahmi Yaran Kapak Tasarımı: Sabahattin Kanaş Baskı: Kuniş Matbaası Matbaası Türkçe Birinci Basım: Kasım 2002 ISBN: 975-87ı9-39-4 © Gelenek Yayıncılık San. Ve Tic. Ltd. Şti.

Adres: Nevbahar Mahallesi, Millet Cad. Güney Apt. No: 3 ı/3 34300 Fındıkzade/Fatih/İST. Tel: (2 ı 2) 633 46 ı 3 (pbx) Faks: (212) 588 40 ı9 e-mail: gelenek@gelenek.com.tr


Şah Veliyyullah Dihlev!, 1 702 yılında doğan Sindli §.!im, Şah Veliyyullah Dihlev!'nin baba tarafından nesebi ftz. ömer· e. anne tarafından Hz. Ali'ye ulaşır. ftcdit silsilesinde en önemli halkalardan birini teşkil eden Dihlevl, aerck ilmi gerekse tasa\'\'Ufı anlamda bi li.der olmuş, toplumsal alanda ·

mücadelesiyle de etkin bir rol almıştır. Hac ziyareti sonrasında irşad alanına atılan Şah Veliyyullah başta Hüecetulahi'l Baliğa olmak üzere çeşitli alanlara dair kırkı aşkın mühim eseri bulunmaktadır.


içindekiler

önsöz 7 ı. Sahabe ve Tabiinin Fıkhf Hükümlerde ihtilaf Edişlerinin

Sebepleri 15

A. Sahabe Arasındaki Görüş Ayrılıklannın Sebepleri 18 1 . Bir Konudaki Hüküm veya Fetvayı Bir Sahabi Duyduğu Halde Diğerinin Duymaması. 18 2. Sahabenin, Hz. Peygamberin Bir İş Yaptığını Görmeleri

ve Bunu Bazılannın Kurbete (Ibadet Kasdına), Bazılannın da tbahaya Hamletmeleri. 19 3. Vehme Dayanan lhtilaf. 20 4. Yanılma ve Unutmadan tıeri Gelen lhtilaf. 21 5. Zabt (Hadisi Gereği Gibi Ezberleme)

Farklılığından Doğan thtilaf. 21 6. Hükmün tlletinde lhtilaf. 21

7. tki Farklı Hadisin Birlikte Değerlendirilmesinden

Doğan (El-Cem' Beyne'l-Muhtelifeyn) lhtilaf. 21


B. Tabifn Devrinde lhtilaf 22 Il. Mezhepler Arası İhtilafın Sebepleri 2 7

A . Hz. Peygamberden Rivayet Edilen Müsned v e Mürseliere Tutunmak, Sahabi ve Tabifn Kavilleriyle lstidlal Etmek. 28 B. Bir Meselede Hz.Peygamberden Gelen Hadisler Arasında Farklılıklar Varsa, Sahape Kavillerine Müracaat Etmek. 28 C. Bir Meselede Sahabe ve Tabiinin Görüşleri Farklı Olduğu Takdirde;

Her Bir Alim Nezdinde, Kendi Yöresinin ve Oraya Mensup Alimierin Görüşünün Tercihe Şayan Olması. 29 Halife Mansur'un (veya Harun Reşid'in) Bütün Müslümanlan Malik'in Görüşlerini Kabule Mecbur Etme Arzusu ve Malik'in Tavrı 30 Bu Dönem Alimlerinden Bazıları 30 Malik b. Enes 30 Ebu Hanife 31 Ebu Yusuf ve Muhammed 31 şafif 32 111. Hadisçilerle Re'y Taraftarları Arasındaki ihtilafın Sebepleri 37

Hadislerin Tedvini ve Fıkhın Temellendirilmesi Çalışmaları 37 Hadis Çalışmalannda Derinleşme Dönemi ve Bu Döneme Ait Bazı Hadis Alimleri 43 Buhari 44 Müslim 44 Ebu Davud 45 Tirmizi 45 Fıkhın Tahric Temeline Oturtulması ve Mezhep Taassubu 46 Yapılan Hadis ve Fıkıh Çalışmalan Hakkında Bir Değerlendirme 48 Hattabi'nin Tesbiti SO


IV. Dördüncü Asırda İnsanların Durumu SS

Hicri Birinci ve Ikinci Asırdaki Durum 55 Ikinci Asırdan Sonraki Durum 57 lbn Ziyad'ın Tesbitleri 59 Suyütf'nin Tesbitleri 60 Ibn Cerfr et-Taberi ve Buhari'nin Şafif Mezhebindeki Yeri Hakkında Bir Değerlendirme 61 el-Envar'dan Mezhep Mensuplan lle Ilgili Bir Nakil 62 Taklidin Hükmü 63 Nevevi'ye Göre Mutlak Müctehit 64 Mutlak Müstakil Müctehit 64 Mutlak Müntesib Müctehit 6S Usülü'l-Fıkh Şafıf'den önce Niye Gelişınedi 66 Müctehit Yetiştirme Bakımından Mezheplerin Durumu 67

V. Dördüncü Asırdan Sonra İnsanların Durumu 71

A- Fıkıh tıminde Cedel ve Hilaf önem Kazandı 71 B- Taklidde Huzur Buldular 75 C- Alimierin Çoğu, Her 1lim Dalında Derinlemesine Çalışmalara Yöneldiler 78 Indeks 81


Önsöz

ry ygamberimiz Hz. Muhammed'i (s.a.s.) ; insanları, kendi izni ile götüren bir rehber olarak gönderen, sonra da nimetini

r Allah'a

tamamlamak üzere aslıab-ı kirama, tabiine ve müctehid fakihlere; onun hayat tarzını kıyamete kadar kalacak şekilde muhafaza altına almayı il­ ham eden Allah teala'ya hamd olsun. O, dilediği her şeye kadirdir. Şehadet ederim ki Allah yegane ilahtır. Tektir ve ortağı yoktur. Yi­ ne şehadet ederim ki Hz. Muhammed (s.a.s.) , onun kulu ve son pey­ gamberidir. Ona, ailesine ve ashabına, hepsine de salat olsun. Allah'ın rahmetine muhtaç Veliyyüllah b. Abdurrahim (Allah, ona ve babasına dünya ve ahirette bol nimet versin) diyor ki: Bir ara Allah teala ime; Muhammed (s.a.s.) ümmetin e mevcut sebetıini, Allah ve Rasulü nezdinde bunlardan hangi­ her türlü ih · sinin hak olduğunu bilmemi sağlayan bir ölçü koydu ve bana bu konu­ yu hiç bir şüphe ve probleme yer bıı:akmayacak şekilde açıklama imka­ nı verdi Sonra bana, sa abenin ve daha sonra gelenlerin, özellikle fık­ hf hükümlerde ihtilaf etmelerinin sebebi soruldu. O anda lçime dogan bazı açıklamalarla; vaktin müsaadesi ölçüsünde ve soru sahibinin an-


14

·

ISLAM HUKUKUNDAKi FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

layacağı kadanyla buna cevap verdim. Neticede 1-/nsaf fi beyani esba­ bi'I-ihtilafadını verdiğim, bu konuda faydalı bir kitapçık (risale) mey­ dana geldi. Bana Allah yeter. O, ne güzel vekildir. Her türlü güç ve kuvvet Al­ lah sayesindedir.


I

Sahabe ve Tabifnin Fıkhf Hükümlerde ihtilaf Edişlerinin Sebepleri

uz. Peygamber zamanında fıkıh tedvin edilmemişti. O zaman 1 1 hükümlerle ilgili araştırmalar da daha sonralan fakihlerin yap­

tıklan gibi değildi. Fakihler; bütün güçlerini kullanarak rükünleri, şart­

lan, edepleri, ayn ayn ve delilleriyle açıklıyorlar, kendiliklerinden bazı olaylar farz ediyorlar ve bu farazi olaylar üzerinde konuşuyorlar. Tah­ did kabul edeni tahdid ediyorlar, kapsamı sınırlandınlabileni sınırlandı­ nyorlar v.s. Halbuki Hz. Peygamber dönemi böyle değildi. O, abctest alı­ yordu ve sahabe de onun abctest alışını görüyor, öyle abctest alıyordu. "Bu rükündür", " u edeptir" şeklinde bir açıklallli!.Yapmıyordu. O na--

--

maz kılıyor, onun nasıl namaz kıldığını görüyorlar ve onlar da onun gibi kılıyorlardı. Hacda da onun nasıl haccettiğine baktılar ve öyle haccet­ ti!er. Hz. Peygamberin durumu genelde böyleydi. O, abctestin farzının altı veya dört olduğu şeklinde bir açıklama yapmadı. Bir kişinin fasıla­ larla (müvalat olmaksızın) abctest alacağını farz etmedi ki böyle bir ab­ destin sahih veya fasit olacağına hükmetsin. Ancak onun bu genel tav-

-

nnın, Allah teala'nın murad ettiği bazı istisnalan da vardı. Sahabe de bu gibi şeyleri çok az sorarlardı.


)

ı6 ·ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

Nitekim Abdullah b. Abbas şöyle der: [ResUlullah'ın ashabından daha hayırlı bir kavim (toplum) görme­ dim. Hayatı boyunca ona on üç mesele sordular ve hepsi de Kur'an'da

YI.Oayda savaşı soruyorlar"l, "Sana hayız

mevcuttur: "Sana haram a

halini soruyorlar"2 ayetleri bunlardandır. Onlar sadece kendilerine fay­ dası olan şeyleri sorarlardı.]3

Abdullah b. ömer diyor ki: "Olmamış şeyi sorma. Ben, ömer b. Hat­ tab'ın (r.a.) olmamış şeyi soranı lanetlediğini işittim:·4 el-Kasım diyor ki: "Siz, bizim sormadığımız şeyleri soruyorsunuz. Bizim deşelemediği­ miz konulan deşeliyorsunuz. Bilmediğim şeyler soruyorsunuz. Biz, o şeyleri bilseydik, gizlememiz helal olmazdı. .. 5 ömer b. İshak diyor ki: "ResUlullah (s.a.s.) 'ın ashabından; yetiştiklerim, yetişmediklerim­ den fazladır. Ben;

ayat tarzı, onlardan daha kolay olan ve aşmlığa on­

lardan daha az ka an bir toplum görmedim. n6 Ubade b. Nüseyy el Kindi'ye; bir topluluk içinde ölen ve velisi de bulunmayan kadının hükmü sorulunca şöyle cevap verdi: "Birçok topluluğa yetiştim. Onlar sizin gibi aşınlık göstermezler ve sizin sorduklannızı da sormazlardı.''7 Bu eserlerin (rivayetlerin) hepsi de Darimi'dendir.B Onlar meydana gelen olaylar hakkında Hz. Peygambere fetva sorar­ lar, o da fetva verirdi. Ona yargı ile ilgili olaylar getirtlirdi ve bunları ka­ rara bağlardı. İnsanların iyi işler yaptıklarını görünce onları medheder, kötü işlerini görünce de bunun kötülüğünü belirtirdi. Fetvalan, yargı mahiyetindeki kararları, kötü davranışta bulunanları kmaması, her za­ man topluluklar huzurunda olmuyordu. Bundan dolayı Hz. Ebu Bekir ve Hz. ömer, bir konuda ma umatları yoksa; o konuda Hz. Peygam­ ber'den bir hadis olup olmadığını sorarlaroı. . Ebu Bekir, "nine"nin mirastaki durumunu kasdederek "Resfılul­ lah'tan onun hakkında bir şey duymadım." deyip konuyu müslüman­ lara sormu tu. Öğle namazını kılmca: - Nine hakkında hanginiz ResUlullah'tan bir şey duydu? dedi. Mu­ ğire b. Şu'be:


FIKH! HÜKÜMLERDE IHTILAFIN SEBEPLERI

·

ı7

- Ben, dedi. Hz. Ebu Bekir: - Ne (dedi)? dedi. Muğire: - ResUlullah (s.a.s) ona altıda bir verdi, dedi. Ebu Bekir:· - Bunu senden başka birisi biliyor mu? dedi. O zaman Muhammed b. Mesleme: - Doğru söyledi, dedi. Hz. Ebu Bekir de nineye mirastan altıda bir hisse verdi. 9 Hz. ömer'in ğurre (ceninin diyeti) konusunu insanlara sorduğu ve neticede Muğire b. Şu'be'nin haberine (rivayetine) göre hüküm verdi-

ğilO; veba konusunu yine onlara sorduğu ve Abdurrahman b. Avfın haberine göre hareket ettiği ı ı; mecusiler hakkında da onun haberini esas aldığı12; Abdullah b. Mesud'un, Ma'kıl b. Yesar'ın haberi kendi görüşüne uygun düştüğü için sevindiği13; Ebu Musa'nın Hz. ömer'in kapısından döndüğü, bunun üzerine Hz. Ömer'in ona hadis sorduğu, Ebu Said'in de Ebu Musa'ya şahitlik ettiği14 ve benzeri birçok hadise bilinmektedir ve bunlar Buhari'de, Müslim'de ve Sünenlerde rivayet edilmektedir. Hz. Peygamberin adeti genelde böyleydi. Sahabenin her biri de onun ibadetlerinden, fetvalarından ve kararlarından görme imkanı bul­ duklarını hıfz ettiler ve anladılar, her birini çevreleyip saran karineleri bildiler; kendilerince yeterli karine ve emarelerle bu ibadet, fetva ve ka-

----

4

radardan kimini ibahaya, kimini müstehaplığa, kimini de neshe hamlettiler. Onların temel dayanaklan, sti

yollarına bakmaksızın, var­

dıkları neticeden tam bir vicdan! huzur ve rahatlık duyabilmeleriydi. Ni­ tekim Araplar böyle yapıyorlardı. Kendi aralarında konuşurlarken; sö­ zün hangi maksatla kullanıldığını anlıyorlar, farkında olmadan, sarilı ifadeyi de, işareti (telvihi) de, imayı da rahatça biliyorlardı. Hz. Pey­ gamber döneminde sahabe bu haldeydi. Sonra çeşitli yerlere dağıldilar.

Her biri bir bölgede örnek insan (mukteda bih) oldu. Olayla· çoğaldı, yeni meseleler ortaya

'tı. Onlara fetva soruldu ve her biri kendi istin­

batına göre cevap verdi. Eğer sorunun cevabı, daha önce bildikleri ve­ ya istinbat ettikleri arasında yoksa kendi görüşleriyle 'etihad ettiler, Hz. Peygamberin nassen ifade ettiği meselelerde hükme medar kıldığı illeti bildiler ve illetin bulunduğu yerde hükmü genelleştirdiler. Hz. Peygam-

1ıı.,


!8 ·ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

berin maksadına uygun cevab bulmak için hiçbir çabadan kaçınmadı­ lar. İşte bu sırada aralannda, şimdi açıklayacağımız çeşitli sebeplerle gö­ rüş aynlıkla oldu. A- Sahabe Arasındaki Görüş Ayrılıklarını Sebepleri ı-

Bir Konudaki Hüküm Veya Fetvayı Bir Sahabi

Duyduğu Halde Diğeri Duymamıştı.

Bundan dolayı onu duymayan sahabi, o konuda kendi görüşüne göre ictihad etti. Bu ictihad, değişik şekillerde ortaya çıkabilir: a- lctihadı hadise uygundur. Misal: Aralannda Nesaf'nin de bulunduğu bazı hadiseiter rivayet ediyor:

Abdullah b. Mesud'a, kocası kendisi için mehir miktarını belirleme­ den ölmüş bir kadının durumu soruldu. O da "Bu konuda Resfılullah'ın bir karar verdiğini görmedik" dedi. Bir ay boyunca ona gelip gidip ısrar ettiler. Netice de ictihad edip, (bu kadının, emsali kadınların mehrine, onlardan ne az, ne çok olmamak üzere hakkı olduğuna, iddet bekleme­ si gerektiğine ve mirascı olduğuna) karar verdi. Bunun üzerine Ma'kıl b. Yesar kalktı ve onlardan bir kadın hakkında da Resf.ılullah'ın böyle karar verdiğine şahitlik etti. İbn Mesud bundan dolayı çok sevindi. Müslüman oluşu hariç, hiç bu kadar sevinmemişti.15 b- Hadisle, o sahabinin ictihadı arasında bir çatışma (münazara) olur, hadis, zann-ı galib ifade edecek özellikte görülür ve sahabf, ic­ tihadından dönerek hadisi esas alır.

Misal: İmamların rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre, cünüp olarak sabahiayan kişinin oruçlu olamayacağı görüşündeydi. Fakat Hz. Pey­ gamberin hanımlarından bazıları, onun bu görüşüne aykırı rivayetlerde bulununca görüşünden döndü.16 . c- Hadis, ona ulaşır fakat zann-ı galip ifade edecek özellik taşımaz.

Bu durumda ictihadından vazgeçmez, hadiste kusur (ta'n) ileri sü­ rer. Misal: Usul sahiplerinin naklettiklerine göre; Fatıma binti Kays, Hz. ömer'in yanında (üç talakla boşandığına ve bu durumda Hz. Peygam­ berin, kendisine nafaka ve sükna hakkı tanımadığına) şahitlik ettiği


FIKH! HÜKÜMLERDE 1HT1LAFIN SEBEPLER!

·

19

halde, Hz. ömer; "Doğru mu, yalan mı söylediğini bilmediğimiz bir ka­ dının sözüyle Allah'ın kitabını terketmeyiz. Kadının nafaka ve sükna hakkı vardır" diyerek bu şahitliği ve rivayeti reddetmiştiL Hz. Aişe de Fatıma'ya; (nafaka yok, sükna yok) sözünden dolayı "Fatıma! Al­ lah'tan korkınuyar musun?" demiştir.l7 Başka bir misal: Buhari ve Müslim'in rivayet ettiğine göre; Ömer b. Hattab, su bulamayan cünüp kişinin teyemmümle yetinemeyeceği, te­ yemmümün gusül yerine geçmeyeceği görüşündeydi. Ammar, Hz. ömer'in bulunduğu bir yerde; Hz. Peygamber ile beraber oldukları bir seferde cünüp olduğunu ve su bulamadığım, bunun üzerine vücudunu toprağa sürttüğünü (toprakta yuvarlandığını) , daha sonra olayı Hz. Peygambere anlattığını ve onun da "Şöyle yapman yeterdi" diyerek �I­ lerini toprağa vurduğunu, yüzünü ve kollarını elleriyle meshettiğini an­ lattı. Hz. ömer bunu kabul etmedi. lS Çünkü ona göre bu rivayet, ken­ di görüşü karşısında kuvvetli bir hüccet değildi. Sonra ikinci tabakada bu hadis, birçok yold n yapılan rivayetlerle müste

oldu ve hadiste

kusur vehmedenlerin bu vehmi ortadan kalktı, hadisle amel edildi. d- Hadis ona hiç ulaşmamıştır. Müslim rivayet ediyor: ibn Amrl9; kadınlara guslettikleri zaman başlarını (saçlarını) çözmelerini emrediyordu. Hz. Aişe, bunu duydu ve "Hayret şu ibn Amr'a! Kadınlara başlarını çözmelerini emrediyor. Bari onlara başlarını (saçlarını) kazımalarını da emretseydi ya! Ben ve Resfılullah, tek bir kapdan guslediyorduk ve ben başıma üç kere su dökmekten fazla bir şey yapmıyordum" dedi.20 Başka bir misal de; Hz Peygamberin müstahaza (mazeretli kadın) hakkındaki ruhsatından haberi olmayan Hind'in, namaz kılamadığı için ağladığına dair Zührf'nin anlattıklandır. 2-

Sahabenin, Hz. Peygamberin Bir lş Yaptığını Görmeleri ve

Bunu Bazılarının Kurbete (lbadet Kasdına) , Bazılannın da lbahaya (Mübahlığa) Hamletmeleridir. Hacda Mina'dan Mekke'ye giderken Ebtah'a uğramak konusunda Usul sahiplerinin yaptıklan rivayet buna misaldir: Hz. Peygamber, Eb­ tah'a uğramıştı. Ebu Hüreyre ve İbn Ömer, bunu kurbet kasdıyla yap-


20 ·ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLER!

tığı görüşünde olduklarından, oraya uğramayı haccın sünnetlerinden saydılar.2 1 Hz. Aişe ve ibn Abbas ise Hz. Peygamberin oraya uğrama­ sını, özel maksadı olmayan tesadüfi bir olay kabul ederek, bunun sün­ net olmadığını söylediler. 22 Başka bir misal:

m ll

vafta remel sünnertir.

(Fıkıh alimlerinin çoğunluğuna) göre ta-

n Abbas ise Hz. Peygamberin bunu o andaki

6ir'durumdan, müşriklerin, müslümanlar hakkındaki "Yesrib humması onları parçaladı" sözünden dolayı yaptığı ve bunun sünnet olmadığı gö rüşündedir.2 3

3- Vehme Dayanan lhtilaf. Misal: Resfılullah (s.a.s.) haccetti ve insanlar da onu gördü. Bazıla­ rına göre o temettu haccı, bazılarına göre kıran haccı ve bazılarına gö­ re de ifrad haccı yapmıştı. Başka bir misal de, Ebu Davud'un Said b. Cübeyr'den yaptığı riva­ yettir. Said b. Cübeyr diyor ki: Abullah b. Abbas'a: - "Ya Eba'l-Abbas! Resülullah'ın ashabının, onun (niyetlenerek haccın yasaklanndan kaçınınayı kendisine) vacip kıldığı zaman sesini yükseltmesi (telbiyede bulunması) konusunda ihtilaf etmesine hayret ettim" dedim. O da şöyle söyledi: - "Bunu en iyi bilen benim. Resfılullah'tan bir hac vaki oldu. Bun­ dan dolayı ihtilaf ettiler. Resülullah hac için yola çıktı. Zülhuleyfe mes­ cidinde iki rekat namaz kılınca, orada, oturduğu yerde, bunu kendine vacip kıldı (ihrama niyetlendi ve gereğini yaptı). iki rekat namazı biti­ rince yüksek sesle telbiyede bulundu. Oradaki topluluklar bunu ondan duydular ve ezberlediler. Sonra deveye bindi ve devesi kalkınca yüksek sesle telbiyede bulundu. Bazı topluluklar onun bu anına yetiştiler, -in­ sanlar grup grup geliyorlardı- ve onun devesi kalkınca telbiyede bu­ lunduğunu işittiler. Bunlar, "Resülullah, devesi ayağa kalkınca telbiye­ de bulundu" dediler. Sonra Resfılullah devam etti. Daha sonra Bey­ da'nın yukarısına çıkınca telbiyede bulundu, bu sırada da gelen gruplar oldu ve onlar, "Beyda'nın yukarısına çıkınca telbiyede bulundu" dedi-


FIKH! HÜKÜMLERDE IHTILAFIN SEBEPLERI

·

21

ler. Vallil.hi," namaz kıldığı yerde vacip kıldı. Devesi ayağa kalkınca tel­ biyede bulundu. Beydil.'nın yukansına çıkınca telbiyede bulundu.24 4-

Yanılma ve Unutmadan Ileri Gelen lhtilaf.

İbn ömer, Hz. Peygamberin Recep ayında umre yaptığını söylüyor­ du. Hz. Aişe bunu duydu ve İbn ömer'in yanıldığını söyledi.25 5-

Zabt (Hadisi Gereği Gibi Ezberlem�) Farklılığından Doğan lhtilil.f.

İbn ömer, Hz. Peygamber'den; ölünün, ailesinin ağlamasından do­ layı azaba uğradığına dair rivayette bulunmuş; Hz. Aişe ise bunun, ha­ disi gereği gibi almadaki bir vehmin eseri olduğunu söylemiştir. Hz. Ai­ şe olayı şöyle anlatır: Resülullah, ailesi kendisi için ağlayan bir yahudi kadına (mezanna) uğramış ve "onlar ağlıyorlar, o da kabrinde azap gö­ rüyor" buyurmuş, O da azabın sebebinin o ağlama olduğunu, bu hük­ mün de her ölüye şamil genel bir hüküm olduğunu sanmıştır.26 6- Hükmün llletinde lhtilaf.

Mesela cenaze için ayağa kalkma konusu ihtilil.flıdır. Kimin göre! ayağa, meleklere hürmeten kalkılır ki bu durumda müslüman cenaze için de, kil.fir cenaze için de ayağa kalkılır. Kimine göre sebep, ölüm ·korkusudur27 ve müslüman olsa da olmasa da cenaze için ayağa kal­ kılır. Kimisi de olayı şöyle yorumlar: Hz. Peygamberin yanından bir ya­ hudi cenazesi geçti, o da yahudinin cenazesinin, başının hizasından yukanda olmasından hoşlanmadığı için ayağa kalktı, dolayısıyla sade­ ce müslüman olmayan cenazeler için ayağa kalkılır. 7-

tki Farklı Hadisin Birlikte Değerlendirilmesinden Doğan

(El-Cem' Beyne'l-Muhtelifeyn) lhtilaf. Hz. Peygamber, Hayber senesinde mut'a nikahına izin vermi t", sonra bunu yasakladı. Daha sonra Evtil.s senesinde mut'aya tekrar izin verdi ve yine yasa ·laöı. fbn Abbas, "Ruhsat, zaruret dolayısıyla veril­ mişti, zaruret bittiği için de sonradan yasaklama geldi. Hüküm bu min-


22

·

ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

va! üzere bakidir" dedi. Cumhur ise "Ruhsat, olayı mübah kılmak; da­ ha sonra gelen yasaklama da, bu mübahlığı ortadan kaldırmak (neshet­ mek) içindi." dedi.28 Başka bir misal: Hz. Peygamber. abctest bozarken kıbleye dönülme-

2. 'l.

sini yasaklamıştır.29

'Bazı) alimlere göre bu hüküm geneldir ve mensuh

da değildir. Cabir (r.a.), Hz. Peygamberi; vefatından bir sene önce kıb­

leye dönük olarak bevlederken gördü30 ve bu durumun, daha önceki yasağı kaldırdığına hükmetti. lbn ömer de Resfılullah'ın, önü Şam'a, arkası kıbleye dönük olarak abctest bozduğunu gördü31 ve bundan do­ layı onların (kıbleye dönülmesini caiz görmeyenlerin) görüşünü reddet­ ti.

�a�alimler de iki rivayeti bir arada değerlendirdi. Şa'bf ve benzerle­

ri, yasağın açık alana ait olduğunu, tuvalette bulunulduğunda kıbleyi öne veya arkaya almanın bir sakıncası olmadığını söylerler. Bi alim de, kıbleye dönülmesini yasaklayan ifadenin

r�

amm ve muhkem ol­

duğu, Hz. Peygamberin fiilinin ise ona has olma ihtimali bulunduğu, dolayısıyla amın olan bir hükmü

nesh veya tahsis edecek güçte olma­

dığı görüşündedir. B- Tabifn Devrindeki lhtilaf Görüldüğü gibi Hz. Peygamberin ashabının görüşleri farklılık arzet­ mektediL Taöıfnden her biri de, sahabenin görüşlerinden, alabildiğini aldı. Hadislerden ve sahabe kavillerinden duyduklarını ezberledi, anla­ dı, farklı olanları kendi imkanları ölçüsünde değerlendirdi (cem etti), aralarında tercih yaptı, bazı görüşleri sahabenin ileri gelenlerinden de nakledilse itibara almactı.

0esela cünüp olup da su bulamayan kişinin

teyemmüm etmesinin caiz olup olmadığı konusunda Hz. Ömer'den ve İbn Mesud'dan nakledilen görüş; aynı konuda Arnmar, Imran b. Hu­ sayn ve diğerlerinden rivayet edilen hadislerin çokluğu (müstefız olu­

dQ

şu) karşısında itibara alınma

Bu durumda tfıbifn alimlerinin herbirinin kendine has görüşü (mez­

hebi) oluştu. Her yörede bir imam (lider) ortaya çıktı. Medine'de; Said b. Müseyyeb, Salim b. Abdullah b. ömer, daha sonra Zührf, Kadı Yahya b. Said, Rabfa b. Abdurrahman,


FIKH! HÜKÜMLERDE lHTlLAFIN SEBEPLER!

·

23

Mekke'de; Ata b. Ebi Rabah, Kufe'de; İbrahim en-Nehai. Şa'bf. Basra'da; Hasan el-Basri, Yemen'de Tavus b. Keysan, Şam'da; Mekhul. Allah'ın Iutfuyla bazı gönüller ilme susadı, ilme rağbet etti ve bun­ lar; hadisleri, sahabe fetva ve kavillerini, yukanda sayılan alimierin gö­ ıüşlerini ve onlann şahsi değerlendirmelerini öğrendiler. Halk onlara fetva sordu, ilmf meseleler onlar arasında dönüp dolaştı, davalar onla­ ra arzedildL Said b. Müseyyeb, İbrahim en-Nehai v.b. bütün fıkıh bab­ lannı (konularını) bir araya toplamışiardı ve onların her konuda selef­ ten aldıklan usulleri vardı. Sai

b. Müseyyeb ve grubuna göre, fıkıhta insanların en güçlüsü,

Mekkeliler ve Medinelilerdj (ehl-i harameyn). Bunların mezheplerinin

aslı, Hz. ömer'in ve Hz. Osman 'm fetvaları, kararlan (kazaları); Abdul­ lah b. Amr, Aişe ve İbn Abbas'ın fetvalan; Medine kadılarının hüküm­

leri idi. Bunlardan toplayabildiklerini topladılar, onlan araştıncı bir göz­ le ele aldılar; Medineli alimierin ittifak ettiği konulan hemen kabul etti­ ler. İhtilaf ettikleri meselelerden de; o göıüşte olaniann çokluğu, o gö­ ıüşün kuvvetli bir kıyasa veya Kitap ve sünnetten yapılmış açık (sarih) tahrice uygunluğu v.b. sebeplerle en kuvvetlisini, daha çok tercihe şa­ yan olanını aldılar. öncekilerden öğrendikleri arasında, ele aldıkları ko­ nunun cevabını bulamadıkları takdirde; onların sözlerinden tahric yo­ luyla bir sonuca gittiler, işaret ve iktiza aradılar. Böylece her konuda kendilerine ait hayli meseleleri oldu. İbrahim ve grubuna göre de fıkıhta en güçlü kişiler, f..

ul a

Me-

sud ve grubuydu. Alkame Mesruk'a; "Onların içinde Abdullah'tan da­ ha güçlü birisi var mı?" demişti. Ebu Hanife, Evzaf'ye; "İbrahim, Sa­ lim'den daha fakihtir. Sahabelik üstünlüğü olmasa, (Alkame, Abdullah b. ömer'den daha fakihtir) derdim. Abdullah da Abdullahtır." demiştir. Alkame'nin göıüşlerinin aslı; Abdullah b. Mesud'un fetvalan, Ali'nin karar (kaza) ve fetvalan, Şüreyh ve diğer Kufe kadılannın hükümleri­ dir. Alkame, bunlardan toplayabildiklerini; Medinelilerden gelen riva­ yetlere Medinelilerin uyguladığı gibi bir muameleye tabi tuttu, o da on-


24 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

lar gibi tahric yaptı. Böylece fıkhın her konusunda ona ait meseleler or­ taya çıktı. Said b. Müseyyeb,

edine fakihlerinin lisanı durumundadır. Medi­

neliler içinde, Hz. ömer'in kararlarını (kaziilarını), Ebu Hüreyre'nin ha­ dislerini en iyi bilen kişi odur. İbrahim,

ufe fakihlerinin lisanıdır. Bu

ikisi, söylediklerini hiç kimseye nisbet etmemişlerse bu söz, aslında sa­ rahaten veya ima yollu veya benzer başka bir yolla seleften birisine mensuptur. Yörelerindeki fakihler bu ikisi (Said ve İbrahim) etrafında toplandılar, onlardan ilim aldılar, bunlar üzerinde kafa yordular ve tah­ ric yaptılar.


FIKH! HÜKÜMLERDE IHTILAFIN SEBEPLERI

·

25

1 . Bakara. 2/217 2. Bakara, 2/222 3 . Darimi, Sünen , Mukaddime, 18 . 4. Darimi, Siinen , Mukaddime, 18. 5 . Darimi, Sünen , Mukadd ime, 17 . 6 . Darimi..Sünen , Mukaddime, 18 .

7. Da rimi, Sünen , Mukaddime, 18 . 8. Da rimi, Sünen , Mukaddime, 7-18 . ı 9 . Bk: Ebü Davud , Sünen , Feraiz, 5; Tirmiz i, Siinen, Feraiz , lO; İbn Ma­ ce, Sünen, Feraiz , 4; Malik, Muvatta, Feraiz , 4; Darimi, Sünen , Fera iz , 19 .

tO. Bk : Buhari, Sahih , Diyat, 35 , İ'tisam, 13; Müslim, Sahih, Kasa me, 39 .

l l . Buhari, Sahih , Tıbb, 30; Müslim, Sahih, Selam, 98.

12. Buhari, Sahih , Cizye, . ı 13 . Ebü Davud , Sünen , Nikah 32; Tirmizi. Sünen , Nikah, 44; Nesa!, Sünen, Nikah 68 . 14. Buhari, Sahih , Buyü, 9, İsti'zan, 13; Müsl im, Sahih , A da b , 33-35 15 . Ebü Davud , Sünen , Nikah, 32; Tirmizi, Sünen , Nikah, 44; Nesai, Sünen , Nikah, 68. 16 . Buhari, Sahih, Savm, 22; Müslim, Sahih , Sıyam, 75. 1 7. B k: Yaklaşık ifadelerle: Buhari, Sahih , Talak, 41; Müslim, Sahih , Talak, 46; Ebü Davud, Sünen , Talak, 40 . 18. Buha r! , Sahih , Teyemmüm, 7-8; Müslim, Sahih, Hayz , 110; Ebü Davud, Sünen, Taharet. 123; Nesai, Sünen , Taharet, 198. 19 . Müellif İbn ömer d iyor. Fakat tercüme Müslim'deki rivayeti esas alarak İbr Amr dedik. 20 . Müslim, Sahih, Hayz, 59. 21 . Müslim , Sahih , Hacc, 338 . 22 . Müslim, Sahih, Hacc, 339, 341. 23 . Müslim, Sahih, Hacc, 237 .

24. Ebu Davud, Sünen , Menasik (Hacc). 21. 25 . Müslim, Sahih, Hacc, 219-220.

26. Buhan , Sahih, Cenaiz, 33; Müslim, Sahih, Cenaiz , 27; Tirmizi. Sünen , Cenaiz, 25 . 27 . Müslim, Sahih, Cenaiz , 78. 28. Buhari, Sahih , Nikah, 31; Müslim, Sahih, Nikah, 17 , 21 , 29-32 . 29 . Buhari, Sahih, Vudü, ll; Müslim, Sahih, Taharet, 57, 59, 60; Ebu Davud , Sünen, Taharet, 4; Tirmizi, Sünen , Taharet, 6; Nesa! , Sünen, Taharet , 19, 21; İbn Mace, Sünen , Taharet, 17 .


26 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

30. Tirmizi, Sünen, Taharet, 7; İbn Mike, Sünen, Taaret, 325 . 3 ı. Müslim, Sahih, Taharet, 62; Tirmizi, Sünen, Taharet, 7 .


II

Tabillerin Çalışmaları ve Mezhepler Arası ihtilafın Sebepleri

llah Teala, tabifn asrından sonra Hz. Peygamberin "Bu ilmi

A her nesilde o neslin adaletli olanlan taşıyacak" vadini yerine

getirmek üzere hamil-i ilim bir gençlik yarattı. Bunlar, beraber bulun­

duklan kişilerden abdest, gusül, namaz, nikah, alış veriş ve çokça vu­ ku bulan diğer konularda bilgiler aldılar. Hz. Peygamberin hadislerini rivayet ettiler, çeşitli yörelerdeki kadıların kararlarını, müftülerin fet­ · valarını dinlediler, değişik meseleler hakkında sorular sordular, bütün bu konularda ictihad ettiler. Sonra toplumun ileri gelenleri oldular, so­ rumluluk yüklendiler. üstadlarının yolundan yürüyüp imaları araştır­ maktan geri durmadılar. Kadı olarak kararlar aldılar, fetvalar verdiler, rivayette bulundular, ilim öğrettiler. Bu tabakadaki alimierin yaptıkla­ rı, birbirine benzemekteydi. Onların yaptıklan çalışmalar şöyle özetle­ nebilir:


28 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

A- Hz. Peygamberden Rivayet Edilen Müsned ve Mürseliere Tutunmak, Sahabi ve Tabifn K.avilleriyle lstidlal Etmek. Sahabe ve tabifn kavilleriyle istidlal ederlerken konuya iki şekilde yaklaşıyorlardı: a- Bunların, aslında Resulullah'tan nakledilen hadisler olduğunu, onların bu hadisleri ihtisa ettiklerini ve mev_kuf hale getirdiklerini ka­ bul ediyorlardı. Nitekim lbrahim, "ResUlullah (s.a.s.), muhakaleyi ve müzabeneyi yasakladı" ı hadisini rivayet edince kendisine; "Resulul­ lah'tan bundan başka hadis bilmiyor musun?" denilmiş ve "Evet, (bili­ yorum). Fakat 'Abdullah dedi, Alkame dedi' demek bence daha hoştur" diye cevap vermiştir. 2 Şa'bf'ye de bir rivayetin merfu olup olmadığı yani bizzat Hz. Pey­ gamberin ifadesi olup olmadığı sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Ha­ yır. Resıllullahtan başka birine nisbet etmek, bize daha hoş geliyor. Çünkü, rivayette eksiklik veya fazlalık varsa bu, ondan başka birisine ait olmuş olur. u3 b- Bu görüşlerin saliabe ve tablin tarafından nasslardan ıstinbat edilmiş olduğunu veya kendi görüşlerine dayanan bir ictihad olduğunu kabul ediyorlardı. Onlar bütün bu konularda, kendilerinden sonra ge­ lenlere nisbetle daha maharetli, daha isabetli, zaman itibariyle daha ön­ ce ve ilim yönünden de daha güçlü idiler. Böyle olunca da, aralarında ihtilaf etmemişlerse ve kavilleri ResUlullahın (s.a.s.) bir hadisine açık bir şekilde muhalif değilse onların kavliyle amel etmek tek çıkar yoldu.

B- Bir Meselede Hz. Peygamberden Gelen Hadisler Arasında Farklılıklar Varsa, Sahabe K.avillerine Müracaat Etmek. Sahabe, bu hadislerden bir kısmının neshedildiğini veya zahiri ına­ nanın kasdedilmediğini söylemişlerse yahut böyle bir şeyi açıkça ifade etmedikleri halde o hadisi terketmek ve gereği ile amel etmemek konu­ sunda ittifak etmişlerse-ki bu da hadiste mevcut bir. kusuru (illeti) or­ taya çıkarmak veya hadisin mensuh olduğuna yahut tevil edildiğine hükmetmek gibidir-, bütün bu mevzularda onlara tabi oldular. tbn Ha­

cib'in; köpeğin yaladığı bir kabın temizlenme şekli ile ilgili hadis hak-


MEZHEPLER ARASI IHTILAFIN SEBEPLERI · 29

kında imam Malik'ten naklettiği "Bu hadis geldi. Fakat hakikati nedir, bilmiyorum." ifadesi buna misaldir. Malik, bu ifadesiyle, "Fakihlerin bu hadisle amel ettiklerini bilmiyorum" demek istemiştir. C- Bir Meselede Sahabe ve Tabifnin Görüşleri Farklı Olduğu Takdirde; Her Bir Alim Nezdinde, Kendi Yöresinin ve Oraya Mensup Alimierin Görüşünün Tercihe Şayan Olması. Çünkü o, aniann kavillerinin sahihini, zayıfını daha iyi tanır, bu ka­ villere uygun usuller hakkında kavrayışı daha iyidir ve gönlü de bu ki­ şilerin daha üstün ve malumatlı olduğuna meyillidir. eainelTiere göre. Hz. Ömer, Osman, Aişe, ibn Ömer, ibn Abbas, Zeyd b. Sabit ve bunların ashabından olan Said b. el-Müseyyeb -ki Hz ömer'in kazalarını ve Ebu Hureyre'nin hadislerini en iyi bilendi- Ikri­

me, 4 Ata, Ubeydullah b. Abdullah, Zührf, Yahya b. Said, Zeyd b. Es­ lem, Rabfa v.b.; kavilleriyle amel etmek konusunda diğer alimlerden daha önce gelir. Sebebi de, Rasulullahın (s.a.s), Medine'nin faziletine dair açıklamalarıdır. Ayrıca Medine her asırda fakihlerin ve alimierin ic­ tima yeridir. Bundan dolayı

alik'in, onların yolundan ayrılmadığı gö­ . rülür. Malik'in Medinelilerin icnıaına mütemessik olduğu meşhurdur. Buhari (Harameynin üzerinde ittifak ettiklerini esas almak) konusuna bab ayırmıştır. Kufeliler

göre, Abdullah b. Mesud ve ashabının görüşleri, Ali, Şü­

reyh ve Şa'bf'nin kazalan, İbrahim'in fetvaları diğerlerine nisbetle önce­ lik hakkına sahiptir. Alkame, teşrikS konusunda Zeyd b. Sabit'in kavli­ ne meyleden Mesruk'a (Onların içinde Abdullah'tan daha güçlü biri var mı?) demiş, o da (Hayır. Fakat Zeyd b. Sabit'in ve Medine ehlinin teşrik yaptıklarını gördüm) diye cevap vermiştir.6 Bir yöreye mensup alimler bir konuda ittifak etmişlerse, sonrakiler o görüşü esas alırlardı. Malik, bu gibi durumlarda (Bizce üzerinde ihtilaf olmayan sünnet; şöyle, şöyledir) demektedir. Eğer bir konuda ihtilaf et­ mişlerse; ya aynı görüşte olanların sayısının çokluğundan, ya da kuv­ vetli kıyasa veya Kitap ve sünnetten yapılan tahrice uygunluğundan dolayı hangi görıiş daha kuvvetli ve ağırlıklı ise onu alıyorlardı. Malik


30 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

bu gibi durumlarda (Bu, duyduklanının en iyisidir) der. Meselenin ce­ vabını, öncekilerden öğrendikleri arasında bulamazlarsa, bu sefer onla­ rın sözlerinden tahric suretiyle cevap elde ederler veya lma ve iktizayı araştırırlardı. Tedvin faaliyeti bu tabakada başladı. Medine'de; Malik ve Muham­ med b. Abdurrahman b. Ebf Zi'b, Mekke'de; İbn Cüreyc ve İbn Uyey­ ne, Kufe'de; Sevrf, Basra'da; er-Rabf b. Sabih eser tedvin ettiler ve hep­ si de yukarıda anlattığım metodu takip ettiler. Halife Mansur'un (veya Harun Reşld'in) Bütün Müslümanları Malik'in Görüşlerini Kabule Mecbur Etme Arzusu ve M<'ilik'in Tavrı Mansur hacca geldiğinde Malik ile aralarında şu konuşma geçmişti: Malik'e: -Errıredeyim de senin şu kitabın istinsah edilsin, sonra müslüman­ Iann yaşadığı şehirlerden her birine ondan bir nüsha göndereyim ve onun içindekilerle amel etmelerini, onun dışına çıkmamalarını isteye­ yim, diye karar verdim, dedi. Malik şöyle cevap verdi: -Ya Emire'l-mü'minin, böyle yapma! Daha önce insanlara çeşit ı gö­ rüşler ulaştı, hadisler duydular, rivayetlerde bulundular. ihtilaflı konu­ larda, her toplum. kendine ulaşan ve gelen bilgileri esas aldı. insanları ve her yöre halkını kendileri için seçtikleri ile başbaşa bırak. 7

Ş

Bu olayın Harun Reşid ile Malik arasında geçtiği, Harun Re id'in Muvatta'ı Kabe'ye asma ve insanlan onun hükümlerine havale etme konusunda Malik'le istişarede bulunduğu, Malik'in de ona: - Yapma! ResCılullahın asna ı fürCıda ihtilaf ettiler ve çeşitli yörelere dağıldılar. Her türlü sünnet uygulandı, dediği; Harun Reşid'in de ona: - Ya Eba Abdillah!B Allah seni muvaffak kılsın, dediği anlatılmak­ tadır. (SuyutD. Bu Dönem Alimlerinden Bazıları Malik b. Enes Bu tabaka içinde ResCılullah'tan hadis nakleden Medinelilerin en güçlüsü, isnat yönünden en güvenlisi, ömer'in kazalarını (kararlarını) ,


MEZHEPLER ARASI !HT!LAFIN SEBEPLER!

·

31

Abdullah b. ömer'in ve Aişe'nin görüşlerini ve onlann görüşlerini be­ nimseyen Fukaha-i seb'anın kavillerini en iyi bilen, Malik'tir. Rivayet ve fetva ilmi. o ve emsali sayesinde vücut buldu. Kendisine bir iş ha­ vale edilince o konuda hadis rivayet etti, fetva verdi, faydalı ve güzel işler yaptı. İbn Uyeyne ve Abdürrazzak'ın dediğine göre "Çok yakında insanlar ilim öğrenmek için deveterin ciğerlerine vuracaklar (deve üs­ tünde uzun yolculuklar yapacaklar) ve Medine'nin aliminden daha bil­ gili birisini bulamayacaklar. g hadisi ona uymaktadır. Bu konuda da ibn Uyeyne ve Abdürrezzak yeter. ..

Malik'in ashabı, onun rivayetlerini ve tercih ettiklerini bir araya top­ ladılar, bunları özetlediler. yazıya döktüler, şerhettiler. bunlardan tahric yaptılar, kaynakları ve delilleri üzerinde konuştular. Bunlar Mağrib'e ve yer yüzünün diğer bölgelerine dağıldılar. Allah, onlar vasıtasıyla malı­ lukatından bir çoğuna faydalar ihsan etti. Söylediklerimin gerçekliğini, onun mezhebinin asıl kaynağından öğrenmek isteyenler Muvatta'a bakmalıdırlar. Ebu Hanife Bu tabaka içinde . rahim en-Nehai ve emsaline en fazla bağlı olan Ebu Hanife idi. Bazı istisnalar dışında onun mezhebinden ayrılmazaı. Onun mezhebine göre tahric yapmakta çok üstün. tahriçlerin vecihleri konusunda gayet dikkatli ve tam manasıyla fürı1a yönelikti. Söyledik­ lerimizdeki hakikat payını görmek isteyen kimse, imam Muhammed'in Kitiibu'l-asar'ında, Abdürrezzak'ın Camrinde ve Ebu Bekr b. Ebi Şey­ be'nin Musannefinde İbrahim'e ait kavilleri özetleyip; bunlan Ebu Ha­ nife'nin mezhebiyle kıyaslarsa, çok az konu dışında ikisinin de aynı is­ tikamette olduklarını müşahede eder. Ebu Hanife, bu çok az yerde de Küfe fakihlerinin görüşlerinin dışına çıkmaz, Ebu Yusuf ve Muhammed Ebu Hanife'nin grubu içinde en meşhuru, Harun Reşid zamanında kadı'l-kudat olan Ebu Yusuf'tur. Mezhebin sahneye çıkışının. Irak Ho­ rasan ve Maveraünnehir'de Hanefi mezhebine göre hükü verilişjı:lln sebebi odur. Bu grup içinde, en iyi tasnif yapan ve derslere en çok de-


32 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

vam eden de Muhammed'dir. Muhammed, Ebu Hanife ve Ebu Yu­ suf'tan fıkıh öğrenmiş, sonra Medine'ye gidip Malik'ten Muvatta'ı oku­ muş, daha sonra memleketine dönüp Hanefi mezhebini, meseleler ha­ linde tek tek Muvatta'a tatbik etmiş, onunla karşılaştırmıştır. Kendi mezhebine uygun olan meseleleri kabul etmiş, mezhebine uymayan konularda; eğer sahabe ve tabifnden, kendi mezhebine uygun görüşler varsa yine aym yolu izlemiştir. Kendi mezhebinde, fakihlerin esas aldı­ ğı sahih bir hadise veya alimierin ekseriyetinin davranışına ters zayıf bir kıyas veya güçsüz bir tahricle karşılaşmışsa, o kıyas veya tahrici bı­ rakıp, kendince aaha tercihe şayan olan görüşü almıştır. Ebu Yusuf ve Muhammed de Ebu Hanife gibi mümkün mertebe İbrahim en-Nehaf'nin yolunda olmuşlardır. Bunlar arasındaki farklı görüşler şu iki noktadan birindedir: a- Ebu Hanife'nin, İbrahim'in mezhebine göre bir tahrici vardır ve bu ikisi, o konuda onunla tartışmaya girerler.

b- O konuda İbrahim ve e msaline ait değişik kaviller vardır ve bun­ lar o kavillerden birini tercih ederken üstadianna muhalefet ederler. Muhammed bu üçlünün görüşlerini bir araya topladı, tasnif etti, böylece çoklarına faydalı oldu. Ebu Hanife taraftarlan bu kitaplara yö­ neldiler; onları özetlediler, açıkladılar, şerhettiler, onlara göre tahric yaptılar, yeni görüşler ortaya koydular, onlan delil olarak kullandılar. Sonra bu kişiler, Horasan'a, Maveraünnehir'e dağıldılar ve bu görüşler Hanefi mezhebi adını aldı.

u Yusuf ve Muhammea mutlak müctehid

olduklan, usul ve fürılda hocalarına muhaltfetleri az olmadığ

q.lde; bu

temelde mutabakat halın e olduklarından ve her üçünün mezhebi de

el-Mebsut ve el-Camiu'l-kebitde tedvin edildiği için Ebu Hanife mezhe­ bi ile onlann mezhebi, tek mezhep kabul edildi.

şam Şafıf, bu iki mezhebin yeni yeni ortaya çıktığı, usul ve fürıllarının tertib edildiği bir dönemde yetişti. Öncekilerin yaptıklanna baktı. Bun­ lann içinde, onların yolundan gitmesine ınani n el-Ümm adlı eserinin başında anlatır:

oktalar buldu. O bunla­


MEZHEPLER ARASI IHTILAFIN SEBEPLERI

·

33

a- Onlann mürsel ve munkatı ' riYayetleri itibara aldıklarını, lalbu­ ki 15un arda halel (zafiyet) bulunduğunu gördü. Çünkü bir hadisin muh­ telif rivayetleri biraraya toplanınca görülür ki nice mürselin aslı yoktur ve nicesi de müsnede muhaliftir. Bunun üzerine bir takım şartlan taşı­ mayan mürseli itibara almamaya karar verdi. b- Muhtelif rivayetlerin arasını cem' ile ilgili kaideler, fakihler tara­ fından mazbut şekilde tesbit edilmemişti ve bu durum, ictihadlarında

hale] (zafiyet) meydana getiriyordu. O bu kaideleri bir usule bağladı ve bunları bir kitapta topladı. Bu , usulü'l-fıkh sahasındaki ilk eserdir. Onun usul tesbitine dair bir misal: imam Şam, imam Muhammed'in yanına gelmişti. Bu sırada Mu­ hammed, mahkemede bir şahit ve yeminle karar verdikleii için Medi­ nelileri tenkit ediyor ve bunun, Allah'ın kitabına ilave yapmak olduğu­ nu söylüyordu. şam ile aralarında şu konuşma geçti: - Sence haber-i vahitle Allah'ın kitabına ziyade yapmanın caiz ol­ madığı sabit midir? - Evet. - Öyleyse Allah Teala, "Sizden birine ölüm gelince, eğer mal bırakıyorsa, vasiyet etmesi farz kılındı" ı o buyurduğu halde "Varise vasiyet yoktur" hadisinden dolayı niçin (varise vasiyet caiz değildir) dedin. Sonra şam bu türden başka şeyler de söyledi, Muhammed bir şey demedi. c- Bazı sahih hadisler kendilerine fetva havale edilen tabii alim­

lerine ulaşmadt Onlar da kendi görüşleriyle ictihad ettiler, genel hü­ kümlere ittiba ettiler, daha ö nceki sahabeye uydular ve buna göre fet­ va verdiler. Sonra üçüncü tabakaCia bu hadisler ortaya çıktı. Bu ha­ dislerin, kendi şehirlerindeki alirolerin arneline ve o nlardan ihtilfıfsız olarak nakledilen uygulamaya muhalif olduğunu ve bu durumun da hadiste bir za'f sebebi veya hadisin itibarını düşüren bir illet olduğu­ nu zannederek o hadislerle amel etmediler. Bazan bu hadisler üçüncü tabakada da ortaya çıkınayıp daha sonra hadisciler, hadislerin muhtelif tarikierinin cem'i konusunda ciddi çalış­ malar Y.apıp, bu maksatla yer yüzünde değişik bölgelere se rabatiere çı­ kınca ve ilim adamlarını aramaya başlayınca ortaya çıktı. Birçok hadi-


34 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

si sahabeden bir veya iki kişi; ondan veya onlardan da yine bir veya iki kişi rivayet ediyor. Fıkıhçılarca kapalı (haftı olan bazı hadisler, hadis tariklerini cem' eden hafızlara göre açık (zahirj hale geldi. Mesela Bas­ ralılann rivayet ettiği birçok h�disten diğer yerlerdekilerin haberi yoktu . Şafıf, sahabe ve tabifn alimlerinin; bir konuda, önce hadis araştır­ dıklarını, hadis bulamazlarsa başka türden istidlallere başvurduklarını, daha sonra o konuda bir hadisten haberdar olduklarında ictihadların­ dan dönüp hadisi aldıkların söyledi. Durum böyle olunca da eğer hadis­ te bir za'f sebebi açıklamamışlarsa, sırf hadise göre hüküm vermemiş

k

olmaları, hadiste bir za' f sebebi olamazdı. Kulleteyn hadisi l i buna bir misaldir. Hadis, sahihtir ve birçok tarikle rivayet edilmiştir. Bu tarikierin büyük çoğunluğu neticede; el-Velid b. Kesir > Muhammed b. Cafer b. ez-Zübeyr veya Muhammed b . Abbact b. Cafer > Ubeydullah b. Abdullah > İbn ömer senedine ulaşır. Tarikie­ rin dallanması, bundan sonradır. Bunların ikisi de her ne kadar sika ise de, kendilerine fetva işi havale edilen ve bu konuda müracar edilen ki­ şilerden değillerdi. Bu hadis: Said 5 Müseyyeb zamanında da, Zührf za­ manında da ortaya çıkmamıştır. Malikiler de, Hanefiler de bu hadis is­ tikametinde yürüınemişler, onunla amel etmemişleıidir. Ama Şafıf onunla amel etmiştir.

r

Başka bir misal de, hıyar-ı meclis hadisidir. 12 Hadis, sahihtir ve birçok tarikle rivayet edilmiştir. Sahabeden Ebu Hüreyre ve İbn ömer bu hadisle amel etmişlerdir. Hadis, fukaha-i seb'aya (yedi fakih) ve mu­ asırlarına ulaşmamıştır ve onlar da bu hadise göre görüş belirtmemiş­ lerdir. Malik ve Ebu Hanife bunu, hadis için, itibarını düşüren bir illet saymışlardır. Şafıf ise bu hadisle aınel etmiştir. d- Şafi.i zamanmaa sahabe kavilleri cem' edildi. Bir hayli sahabe ka li meydana geldi ve farklılıklar ortaya çıktı. O, bu kavillerin çoğunun, sa­ hih hadise muhalif olduğ�mu gördü . Çünkü hadis, sahabeye ulaşmamış­ tı. Yine o bu gibi durumlarda elefın kendi görüşünü bırakıp hadise dön­ düğünü tesbit etti. Bundan dolayı eğer ittifak etmemişlerse sahabe kavil­ lerine bağlanınayı terkedip , (onlar da insan, biz de insanız) dedi. e- Şafif, bazı fakihlerin; dinen caiz olmayan re'y ile, dinen caiz olan kıyası birbirine kanştırdıklarını, bu ikisini birbirinden ayırınadıklarını,


MEZHEPLER ARASI IHTILAFIN SEBEPLERI

·

35

re'ye bazan is ihsan dediklerini gördü. -Re'y ile, maslahatın veya sı­ kıntı kaynağı olabilecek halin (mazınnetü '1-harac) , hükmün illeti kabul edilmesini kasdediyorum. Kıyas ise nass ile bilinen bir hükmün illetinin çıkarılması ve hükmün o ilietle birlikte yürütülmesidir.- Şafif bu tür is­ tidlali tamamen reddetti ve "İstihsan yapan. Şari' olmak istemiştir" de� di. (Bunu Adudü'd-din, Şerh u Muhtasan '1-usüfde anlatır) .1 3 Buna bir misal: Yetim bir çocuğun reşid olması, kapalı (hafi) bir du­ rumdur. Onlar rüşdün, genellikle bulunduğu (mazınnetü 'r-rüşd) yirmi . beş yaşını rüşd mesabesinde kabul ettiler ve "Yetim bu yaşa gelince malı kendisine teslim edilir" dediler. Bu hükmü verirken de "Bu istih­ sandır. Kıyasa göre malı, ona teslim edilmemelidir" ifadesini kullandı­ lar. Netice itibariyle; öncekilerin yaptığı bu gibi işleri görünce fıkhı yeni baştan ele aldı ve usfılü tesis etti1 fürüa dair hükümler beyan etti, kitap­ lar tasnif etti. Kaliteli ve faydalı çalışmalar yaptı. Fakihler, çalışmaları­ nı onun görüşleri üzerinde yoğunlaştırdılar. Bunlarda; ihtisar, erh, is­ tidla ve ta ri şeklinde tasarruflarda bulundular. Sonra bu alimler de­ ğişik yörelere dağıldılar ve bu görüşler, afif mezhebj oldu.


36 · iSLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERiN SEBEPLERi

1 . Buhari, Sahih, Büyu' , 82 ; Müslim, Sahih, Büyu· , 59 , 8 1 -85, 1 04, lOS ;

Ebu Davud, Sünen, Büylı', 3 4 . 2 . Darimi, Sünen, Mukaddime, 28. 3 . Darimi, Sünen, Mukaddime, 2 8 . 4 · Abdülfettah Ebu Gudde ikrime' nin bir nüshada olmadığını, ikrime Mekke­ li olduğu için o nüshanın daha doğru olduğunu kaydetmektedir. S . Teşrik; islam iniras hukukunda bazı özel durumlarda ana bir kardeşlerle ana-baba bir kardeşiert birlikte eşit mirasçı yapmak meselesidiL 6 . Darimf, Siinen, Feraiz, 8 .

7.

B u konuda bkz: Muhammed Ebu Zehre, Malik, yy . . ts z. . (Daru'l-Fikri'l­

Arabf) , s. ı 78.

8 . Malik b. Enes'in künyesidir. 9 . Tirmizi, Sünen, ilim, 1 8 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 299 . 1 0 · Bakara, 2/ 1 80 . l l · Ebu Davud, Siinen, Taharet, 33; Tirmizf, Sünen, Taharet, 5 0 ; N esai, Sü­ nen, Taharet, 44; ibn Mace, Sünen, Taharet, 7 5 . 1 2 . Buhari, Sahih, Büyü ' , 1 9, 2 2 . 42-47; Müslim, Sahih, Büyü ' , 4 3 , 4 5 , 4 7 ; Ebu Davud, Sünen, Büyü' , 53; Tirmizi, Sünen, Büyü' , 2 6 ; Nesaf, Sünen, Büyü ' , 1 4 ; İbn Mace, Sünen, Ticarat, 1 7. 1 3. Ebu Gudde 'nin tahkik ettiği nüshaya göre bunu İbn Hacib , Muhtasaru'l­ Usufde anlatır.


III

Hadisçilerle Re'y Taraftarları Arasındaki ihtila.fın Sebepleri

·

Hadislerin Tedvini ve Fıkhın Temellendirilmesi Çalışmaları Sai'd b. Müseyyeb, İbrahim ve Zühri zamanında, Malik ve Süfyan zamanında ve müteakip dönemde; re'y ile hüküm vermeyi kerih gören, çok önemli bir zaruret olmadıkça fetva vermekten ve istinbatta bulun­ maktan kaçınan bir grup alim vardı. Bunlann en önemli işi, Hz. Pey­ gamberden hadis rivayet etmekti. Abdullah b. Mesud'a bir soru sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "Ben, Allah'ın haram kıldığı her hangi bir şeyi sana helal kılmaktan veya helal kıldığını haram kılmaktan asla hoşlanınam (Bunu kerih gö­ rürüm)". ı Muaz b. Cebel şöyle diyordu: "Ey insanlar! Gelmeden önce belayı çabuklaştırmayın. Müslüman­ lar içinde sorulduğunda doğru cevap verecek kişiler her zaman bulu­ nur." 2 Henüz vuku bulmamış konularda konuşmanın iyi karşılanmadığı­ na, kerih görüldüğüne dair ömer, Ali, İbn Abbas ve İbn Mesud'dan da buna benzer sözler rivayet edilmektedir.


38 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

İbn ömer, Cabir b. Zeyd'e: "Sen Basra fakihlerindensin. Sadece ko­ nuşan Kur'an ile ve geçmiş sünnetle fetva ver. Başka türlü yaparsan helak olursun ve helak edersin . " demiştir. 3 Ebu'n-Nadr diyor ki: Ebu Selerne Basra'ya gelince ben ve Hasan ona gittik. Hasan'a; "Sen Hasan'sın öyle mi?4 Benim için Basra'da hiçbir kimse ile kar­ şılaşmak, seninle karşılaşmaktan daha hoş değildir. Çünkü bana senin kendi re'yinle fetva verdiğine dair haberler geldi. Resıllullah'ın sünneti veya indirilmiş bir kitap olmadıkça, kendi re'yinle fetva verme." dedi. s İbnü'l-Münkedir diyor ki: "Alim, Allah'la kullan arasındaki bir ko­ nuya giriyor. Kendine çıkış yolu arasın. " 6 Şa'bf'ye; "Bir soruya muhatab olduğunuz zaman nasıl davranıyor­ dunuz?" diye sorulunca şöyle cevap verdi: "Hayra isabet ettin. Birisine sual sorulunca o kişi, arkadaşına (on­ lara fetva ver) derdi. Bu böyle devam eder ve neticede ilk sorulana ge­ linirdi." 7 Şa'bf diyor: "Bunlar sana Resıllullahtan ne naklederlerse al. Kendi re'yleriyle söylediklerini kenefe at. "8 Müslüman ülkelerde hadis ve eserlerin tedvini, sahihlerin yazımı ve istinsahı yaygınlaştı. Öyle ki rivayet ehlinden olup da bir tedvini veya sahifesi yahut nüshası olmayanlar pek enderdi. Bu çağın yük­ sek şahsiyetlerine yetişenler;

icaz, Şam, rak, Mısır, Yemen ve Hora­

san'ı dolaştılar. Kitaplan cem' ettiler, nüshalan araştırdılar, garib ha­ disler ve nadir eserler üzerinde ciddi çalışmalar yaptılar. Bunlan him� met ve ihtimamıyla daha önce kimseye nasip olmayan ölçüae hadis ve eser bir araya toplandı. öncekiler için hiç de kolay o mayan husus­ lar, kolay hale geldi. Çok sayıda hadis tariki elde ettiler. Hatta ellerin­ deki birçok hadisin yüz ve yüzün üstünde tariki oldu. Bu tarikierden bazılan, diğerierindeki kapaltlığı giderdi. Her bir hadisin garib mi oldu­ ğunu, müstefız mi olduğunu öğrendiler. Olayiann devamını ve delille­ ri inceleme imkanı buldular. Daha önce fetva verenlerce bilinmeye çok sayıda sahih hadisten haberdar oldular. .Şafii, Ahmed'e "Siz sahih · haberleri bizden daha iyi biliyorsunuz. s ahih bir haber olunca, onu bana bildirin ki ister Kufelilere, ister Basralılara, isterse Şamlılara ait


HADISÇILERLE RE'Y TARAFTARLARI ARASINDAKI IHTILAFIN SEBEPLERI · 39

olsun, ben o habere göre hüküm vereyim. " demiştir. (Kemal b. el Hü­ mam) . Nice sahih hadis vardır ki onlan sadece bir yöredeki alimler, mese­ la Şamlılar, Iraklılar veya bir aile rivayet etmektedir. Bena> Ebu Bürde> Ebu Musa senediyle rivayet edilen nüsha ve Amr b. Şuayb> babası> dedesi senediyle rivayet edilen nüsha buna misaldir. Yahut ilk ravi olan sahabi çok az rivayette bulunan ve pek tanınmayan birisi oluyor ve on­ dan da ancak küçük bir azınlık bunu naklediyordu. Fetva verenlerin ço­ ğunun haberdar olmadığı hadisler bu kabildendir. Bütün bu sebeplerle her yöredeki sahabe ve tabiflere ait hadisler, bu tabakada bir araya top­ landı. Bu tabakadan öncekiler ancak kendi yörelerindeki veya kendi grup­ .. ncekiler, ravilerin

Ianna ait hadisleri toplama imkarı,ına sahiptiler.

isimlerini ve adalet yönünden derecelerini tesbit ederken müşahedeye ve karinelere dayanıyorlardı. Bu ta aı<a ise bu sahada derinleşti ve bunları müstaki

ir ilim olarak tedvin ve araştırma konusu •aptı. Bir ri­

vayetin sahih olup olmadığında tartışmalara' girdi. Bu tedvj

·e tartış­

malar sayesinde, ittisa1, inkıta' bakımından daha önce kapalı olan hu­ suslara açıklık getirilmiş oldu. Ebu Davud es-Sicistanf' nin Mekkelilere Risale'sinde ifade ettiği gibi Süfyan, Vekf' ve benzerleri bütün güçleriy­ le çalışıyorlar ve bulabildikleri merfu muttas hadis sayısı

{

�1 varmı­

@ veya buna yakın hadis rivayet edi­

yordu. 9 Bu tabakadakiler kırk b

yorlardı. Hatta Buhari'nin Sahih'ini 600 000 hadisten,

u Davu 'un,

Sünen'ini 500 000 hadisten ihtisar ettiği doğrudur. A mea . Hanbel, Müsned'ini, hadislerin bilinmesini sağlayacak bir ölçü olmak üzere ha­ zırlamıştır. Bir tarikle bile olsa orada zikredilen hadisin aslı vardır, ora­ da bulunmayaniann da aslı yoktur. Bu tabakanın önde gelenleri; Abdurrahman b . Mehdf, Yahya b . Said el-Kattan, Yezid b . Harun, Abdürrezzak, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Müsedded, Hennad, Ahmed b. Hanbel, İshak b . Raheveyh (Rahuye) , Fadl b. Dükeyn, Ali b . el-Medfnf ve emsalidir. Bu tabaka muhaddis­ lcr tab - larının ilk modeli ir. Burılardan muhakkik (tahkik ehli) • olanlar, rivayet ilminde ve hadislerin derecelerini bilmede kuvvetli hale geldikten sonra fıkha yöneldiler. Onlara göre, mezheplerden her


40 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

birine muhalif hadisler ve eserler oıtadayken geçmiş alimlerden biri­ ni taklid etmekte ittifak etmek, muteber bir re'y (göıi.iş) değildi. Bun­ lar; Hz. Peygamberin hadislerini, sahabeden, tabiinden ve müctehid­ lerden nakledilen eserleri, ·endi içlerinde iyice hazınettikleri

idel

re g_?re . incelemeye başladılaL Şimdi kısa ifadelerle bu kaide� i açık­ layalım:

1 - Onlara göre bir konuda açık (natık) ayet varsa onu bırakı baş­ ka bir göıiiş ileri sürmek caiz değildir. Eğer ayetin anlamı ihtimalli ise o zaman sünnet, bu ihtimali ortadan kaldırır.

2- Konuyu Kur'an'da bulamazlarsa Hz. Peygamberin sünnetini esas alırlar. Sünnetin fakihler arasında çokça yaygın olması veya bir yöreye, bir aileye, bir tarike ait olması farketmediği gibi, sahabenin ve fakihlerin onunla amel edip etmemeleri de farketmez. Bir ıneselede ha­ dis

ulununca; artık o meselede bu hadise muhalif bir esere de, mücte­

hidlerden birinin ictihadına da uyulmaz.

3- Bütün güçleriyle araştırdıklan halde o konuda bir hadis bulamaz­ larsa, sahabe veya tabii'nden birinin göıiişünü alırlar; bunu yaparken, daha öncekilerin yaptıklan gibi kendilerini her hangi bir grup ve yöre ile bağımlı saymazlar. Eğer halifeterin ve fakihlerin çoğunluğu bir me­ selede ittifak etmişlerse ona uyulur. ihtilaf etmişlerse de, onların en ali­ minin veya en �kvalısının yahut zabtı en kuvvetli olanının sözünu ya­ hut da onlardan nakledilen meşhur göıiişü alırlar. iki sözün de e.şit ol­ duğu bir durumla karşılaşırlarsa bunu iki kavilli (hakkında iki ayrı gö­ ıiiş bulunan) mesele kabul ederler. 4- Bu kabilden bir şey de bulamazlarsa Kur'an'ın ve sünnetin genel

ifadeleri

( umumal) , işaret (ima) ve iktizalan üzerinde düşünürler, ilk

bakışta i · ·

.esde birbirin )Lakı

göıiinüyorsa, benzer meselenin ceva­

bını da mezkur meseleye hamlederek verirler. Bunu yaparken usıll ka­ idelerine dayanmazlar, doğru anlamayı ve neticenin gönüle huzur ver­ mesini esas alırlar. Onlarda tevatüıiin ölçüsü de ravilerin sayısı ve hali değil, neticede kalbte meydana gelen kesin kanaat (yakin) tir. Nitekim sahabenin halini açıklarken de buna dikkat çekmiştik. Bu usul, önceki­ lerin uygulamalanndan ve açıklamalarından çıkan!İnıştır. Meymun b. Mehran anlatıyor:


HADlSÇlLERLE RE'Y TARAITARLARI ARASINDAKI lHTlLAFIN SEBEPLER[

·

41

Ebu BeK:r, davaya taraf olan kişiler kendisine gelince, Allah'ın kita­ bına bakardı. Orada taraflar arasında karara esas olacak bir şey bulur­ sa ona göre karar verirdi. Allah'ın kitabında bir şey bularnazsa ve Resfılullah'tan bu konuda bir sünnet biliyorsa onunla karar verirdi. Resülullah'tan da bir şey bilmiyorsa; çıkar, müslümanlara sorar ve "Bana şu şu geldi. Bu konuda Resülullah tarafından verilmiş bir karar biliyor musunuz?" derdi. Çoğu kere birçok kişi gelir ve her biri Resfılul­ lah'tan o konuda bir karar anlatırdı. Ebu Bekir de o zaman, "İçimizde Peygamberimizin ilmini ezberleyen (muhafaza eden) kişiler bulundu­ ran Allah'a hamdolsun" derdi. Eğer o konuda Resı1lullah'tan bir sünnet bularnazsa seçkin ve ileri gelir kişilerle toplantı yapar, onlara danışırdı. Görüşleri aynı noktada birleşirse onunla hükmederdi. l O

Şüreyh, Fl:z. Öm� L'in kendisine şunları yazdığım anlatıyor: "Sana Allah'ın kitabında bulunan bir şey gelirse onunla hükmet. in­ sanlar seni ondan çevirmesin. Allah' ın kitabında bulunmayan bir şey gelirse Resülullah'ın sünne­ tine bak ve onunla hükmet. Allah'ın kitabında ve Resülullah'ın sünnetinde olmayan bir şey ge­ lirse, insanların üzerinde ittifak ettiklerine bak ve onunla amel et. Allah'ın kitabında, Resülullah'ın sünnetinde olmayan ve senden önce kimsenin, hakkında konuşmadığı bir şey gelirse şu iki durumdan istediğini seç: Kendi görüşüne g_öre ictihad etmek istersen, ictihad et. Hükmü tehir et­ me , istersen de te h ir et . Tehir etmeyi senin için daha hayırlı görüyorum. " l l Abdullah b. Mesud diyor ki: Üzerimize öyle bir zaman geldi ki biz o zamanda ne hüküm verir, ne de orada olurduk. Allah'ın takdiriyle işler, gördüğünüz duruma vardı. Bu günden sonra kim bir hüküm (kaza) ile karşı karşıya kalırsa Al­ lah'ın kitabında bulunan ile hükmetsin. Ona Allah'ın kitabında bulunmayan bir şey gelirse, Resülullah' ın hükmettiği ile hükmetsin. Allah'ın kitabında bulunmayan ve hakkında Resfılullah'ın bir hük­ mü de olmayan meselede, salihlerin hükmettiği ile hükmetsin. "Ben


42 · ISLAM HUKUKUNDAKI FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

korkuyorum" , "Ben şöyle görüyorum" , demesin. Hararn da aşikardır, helili de aşikardır. Arada şüpheli işler vardır. Seni şüphelendireni bırak, şüphelendirrneyeni al . " 1 2 İbn Abbas·a bir rnesele sorulunca, eğer Kur'an'da varsa hükmünü bildirirdi. Kur'an'da yoksa, fakat o konuda Resf.ılullah'tan bir şey bili­ yorsa, onu söylerdi. Bu da olmazsa, Ebu Bekir ve ömer'den bildiği bir şey varsa, onu söylerdi. Onlardan da bir şey bilrniyorsa kendi görüşüy­ le cevap verirdi. ı 3 İbn Abbas'ın; "Bir sözü başkası söylediği halde (Reslllullah söyledi) dediğiniz için yerin dibine hatırılmaktan veya azaba uğramaktan kork­ muyar musunuz" dediği rivayet edilmektedir. ı 4 Katade anlatıyor: tön Siri bir adama Resülullah'ın bir hadisini söyledi. O da (Falan şöyle şöyle dedi) dedi. İbn Sirin de "Ben sana Peygamber­ den hadis söylüyorum. Sen, (Falan şöyle şöyle dedi) diyorsun, dedi. ı s Evzai anlatıyor: ömer b . Abdülaziz şöyle yazdı: "Allah'ın kitabı karşısında kimsenin reyi olamaz. imamların reyi, hakkında Allah'ın ki­ tabında bir şey inmemiş ve Resulullah'tan da bir hüküm bulunmayan konulardadır. Resulullah'ın sünneti bulununca, kimsenin reyi ola­ maz . '• 1 6 A'rneş anlatıyor: İbrahim, (irnamın) solunda durulacağını söylüyor­ du. Ona İbn Abbas'ın, Semf' ez-Zeyyat'a peygamberimizin, kendisini sağında durdurduğunu söylediğini rivayet ettim. Bu hadisi esas aldı. l 7 Şa'bf'ye gelen bir adam ona bir mesele sordu. Şa'bf ile araiannda şöyle bir konuşma geçti. Şa'bf: - "İbn Mesud bu konuda şöyle şöyle derdi" . Soru sahibi: - "Sen bana k�ndi reyine göre söyle" dedi. Şa'bf: - "Buna şaşmıyor musunuz? Ben ona ibn Mesud'dan haber naklediyorum, o benim görüşümü soruyor. Halbuki bence dinim daha terci­ he şayandır. Vallahi, şarkı söylemek, sana kendi görüşümü söylemem­ den bana daha hoş gelir.'· 1 8 Tirmizi, Ebu Saib 'den rivayet ediyor: V..ekf"in 'yanındaydık. Vekf' , rey taraftarı bir kişiye: - " Resı1lullah (s.a.s.) , (hacda devesini kanla) işaretlernişti. Ebu Ha­ nife de, işaretierne (iş'ar) müsledir, diyor." dedi. Adam:


HADISÇILERLE RE'Y TARAFTARLARI ARASINDAKI IHTILAFIN SEBEPLERI · 4 3

- "İbrahim en -Nehai'nin, (iş'ar rnüsledir) dediği rivayet edilmekte­ dir" diye cevap verdi. Ebu Saib, (Vekf'in çok kızdığını gördüm) , diyor. Vekf' . şöyle dedi: - "Ben sana. (Resfılullah dedi) diyorum. Sen (İbrahim dedi) diyor­ sun. Hapse atılmaya ve bu sözünden vazgeçrnedikçe dışarı çıkarılma­ maya ne kadar da layıksın. n l 9 �bdullah b. Abbas, Ata, Mücahid ve Malik b . Enes'in de "Resfılul­ lah hariç, herkesin sözlerinden bazısı alınır, bazısı reddedilir" dedikleri rivayet edilmektedir. Onlar fıkhı bu kaidelere oturttular. Bu sayede öncekilerin üzerinde konuştukları her hangi bir rnesele, onların zamanında da vuku bulun­ ca mutlaka o konu ile ilgili; - sahih, hasen veya rnuteber bir rnerfu rnuttasıl veya rnürsel, yahut rnevkuf hadis, veya - ilk iki halifeden veya değer halifelerden, muhtelif şehirlerdeki kadı­ lardan, çeşitli yörelere dağılmış fakihlerden nakledilen bir eser. yahut da - urnurn, ima, iktiza türünden bir istinbat, buluyorlardı. Bu şekilde Allah, onların sünnete uygun hareket etmelerini kolay­ laştırdı. içlerinde en çok rivayette bulunan, hadislerin derecelerini en iyi bilen ve fıkıhta en derin olan,

med b. Hanbel'di. Sonra da · shak b .

Ran�veyh (RahUye) geliyordu. Fıkhın bu şekilde düzenlenmesi, çok sa­ yıda hadis ve eser cem' etmeyi gerektiriyordu. Ahmed b. Hanbel'e soruldu:

- Fetva verrnek için insana yüz bin hadis yeter m ? - Hayır. - Beş yüz bin hadis? - Umarım. (Belki) . (Bu konuşma, Gayetii 'l-münteha'da geçmektedir) . Burada fetva verrnekten rnaksadı, bu prensibe göre fetva vermektir. Hadis Çalışmalarında Derinleşme Dönemi ve Bu Döneme Ait Bazı Hadis Alirrıleri Sonra Allah yeni bir nesil yarattı. Bunlar. öncekilerin çalışmaları sa-


44

· ISLAM

HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

yesinde; hadisleri toplama ve fıkhı bir temele oturtma külfetinden, kurtanldıklannı gördüler. ışmalannı; · - Yezid b . Harun, Yahya b. Said el-Kattan, İshak vb. büyük hadis­ cilerin üzerinde ittifak ettikleri sahih hadisleri ayırma; - Muhtelif şehirlerdeki fakihlerin, çeşitli yörelerdeki alimlerin, mez­ heplerine esas aldıklan fıkhf hadisleri bir araya toplama; - Her hadis için durumuna göre, layık olduğu hükmü verme; - öncekilerin rivayet etmediği şazz . . fazz20 hadisleri veya onlann tahricde esas almadığı, ittisaL ali isnad, fakihin fakihten rivayeti, hafı­ zın hafızdan rivayeti v.b. açılardan hadis tariklerini toplama gibi deği­ ik teknikler üzerinde yoğunlaştırdılar. Bunlar; Buhari, Müslim, Ebu Davud, Abd b. Hamid (Humeyd) , Da­ rimi, ibn Mace, Ebu Ya'la, Tirmizi, Nesai, Darekutni, Hakim, Beyhaki, Hatib, Deylemf. İbn Abdilberr v.b. dir. Bence bunlann içinde, ilmi ve şöhreti en fazla olan ve en faydalı tasnifi yapan; aşağı yukan aynı çağ­ da yaşamış dört büyük şahsiyettir: Ebu Abdullah el- Buhari, Müslim en-Nisabı1ri, Ebu Davud es-Sicistani, Ebu isa et-Tirmizf. 1-

Ebu Abdullah el-Buhari

Maksadı, sahih

listefiz muttası hadisleri diğerlerinden ayırmak;

bunlardan fıkıh, siyer (siret) ve tefsir sahasında istinbatta bulunmaktı. el­

Camiu 's-sahih adlı eserini hazırlarken, koyduğu şartlara riayet etmiştir. Şöyle bir rivayet nakledilir: Salih kişilerden biri rüyasında Hz. Peygamberi görür. Ona: - Sana ne oluyor ki Muhammed b. idris'in fıkhı ile meşgul oldun ve benim kitabıını terkettin? der. O da, - Ya Resı1lallah! Senin kitabın nedir? diye sorar. Şu cevabı alır: - Sahihu' l-Buhari. Yemin ederim ki o, ün ve kabul görme bakımından daha fazlası is­ tenemeyecek bir dereceye ulaştı. 2- Müslim en-Nisabüri

Sünnet (hüküm) istinbatına esas olan ve muhaddislerce üzerinde it-


HADISÇILERLE RE'Y TARAFTARLARı ARASINDAKI IHTILAFIN SEBEPLERI

tifak edilen

urtasıl

·

45

erfU hadisleri ayırınayı hedefledi. Bunları zihinle­

re yaklaştırmak, onlardan hüküm istinbatını kolaylaştırmak istedi. Me­ tinlerdeki farklılıklar ve senetierin çeşitli dallara ayrılması olabildiğince açığa çıksın diye, her hadisin muhtelif tariklerini aynı yerde bir araya getirdi. Farklı rivayetleri ce

etti. Arapça bilenlerin sünnetten yüz çevi­

rip başka bir istikamete yönelmesine hiçbir mazeret bırakmadı. 3- Ebu Davud es-Sicistani Fakihler arasında dönüp dolaşan ve onlarca istidlale esas alınan, çe­ şitli şehirlerdeki alimlerin; üzerine hüküm bina ettikleri hadisleri bir ara­ ya toplamaya gayret etti ve

iın

' ini tasnif etti. Eserinde; ahih,

e , eyyın ve anıele elverişli olduğu açık olan hadisleri cem etti. O bu konuda şunları söyler: "Kitabımda, insanların terkinde ittifak ettikleri hiçbir hadis zikretmedim. içlerinde zayıf hadis varsa, onun za­ yıf olduğunu belirtiyorum. illetli olanların durumunu da, konuyla ilgisi olanların bilebileceği şekilde açıklıyorum." Ebu Davud, her bir hadise; ondan hüküm istiubat eden veya o görüşte olan alimiere göre bab (baş­ lık) ayırdı. Bu özelliklerinden dolayı, Gazzali ve başkaları, müctehid için, Ebu Davud'un Sünen'inin yeterli olduğunu belirtmişlerdir. 4- Ebu lsa et-Tirmizi Buhari ve Müslim, (sahih hadisleri) açık seçik olarak ortaya koymuş­ lar. mübhem bırakmamışlardı. Ebu Davud da her türlü görüşe delil ola­ bilecek hadisleri toplamıştı. Tirmizi adeta beğendiği bu 'ki metodu birlik­ te uygularken ayrıca sahabenin, tabiinin ve çeşitli şehirlerdeki fakihlerin görüşlerine de yer verdi. Bunların hepsini bir arada toplayan bir kitap meydana getirdi. Hadis tariklerini güzel bir şekilde ihtisar edip, sadece bir hadisi zikretti ve diğerlerine işaret etti. Her bir hadisin durumunu sahih, hasen, zayıf, münker şeklinde beyan etti. Okuyan kişi hadisin durumun­ dan haberdar olsun ve muteber olanını olmayanını ayusın diye zayıflık sebebini açıkladı. Müstefız ve garib olanları belirtti. Sahabenin ve çeşitli şehirlerdeki fakihlerin görüşlerini zikretti. İsim ve künyelerdeki kapalılık­ lan giderdi. ilim adamları için kapalı bir taraf bırakmadı. Bundan dolayı


46 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLER!

onun eseri için "O, müctehide yeter; mukallidi de müstağni kılar" denil­ miştir. Fıkhın

a ric Temeline Oturtulması ve Mezhep Taassubu

Malik ve Süfyan'ın yaşadığı çağda ve daha sonraları, yukarıda zikre­ dilenlerinn yanında; yeni meselelerden korkmayan, fetva vermeyi gözün­ de büyütmeyen ve "Din, fıkıh üzerine bina edilir. Öyleyse fıkhın yaygın­ laştırılması gerekir" diyen bir grup da mevcuttu. Bunlar, Hz. Peygamber­ den mer

hadis rivayet etmekten çekiniyorlardı. '

Şa'bl şöyle demektedir: "Bize göre Hz. Peygamberden sonrasına nisbet etmek, daha iyidir. Böylece onda bir eksiklik veya fazlalık varsa bu, Hz. Peygamberden başkasına ait olmuş olur.''2 ı İbrahim diyor: " (Abdullah dedi, Alkarn e dedi) demek bence daha iyidir." 22 Hz. Peygamberden hadis rivayet ederken İbn Mesud'un yüzünün rengi atıyor, (böyle

=

hakeza veya bunun gibi

=

nahvehu) ifadelerini

kullanıyordu. 23 Hz. ömer, ensardan bir heyeti Kufe'ye gönderirken onlara şunları söylemişti: " Kufe'ye gidiyorsunuz. Kur'an sesiyle dopdolu bir topluma gidiyorsunuz. Onlar size gelirler ve (Muhammed'in -S.A.S.- ashabı gel­ di. Muhammed'in -S.A.S.- ashabı geldi) derler. Size gelip hadis sorar­ lar. Onlara Resülullah'tan -S.A.S.- az rivayette bulunun. '·24 İbn Avn diyor: "Şa'bf'ye bir şey gelince çekinirdi. İbrahim ise der de derdi" .

[

Hadisin, fıkhın v e diğer meselelerin tedvini, bu gruba giren alimie­

rin ıfigyaçla

sebebiyle başka bir şekil almıştı. Çünkü onlarda, hadisci­

lerin tercih ettikleri metodlarla fıkıh istinbatına imkan sağlayacak kadar hadis ve eser yoktu. Çeşitli yörelerdeki alimierin kavillerini inceleme, onları bir araya toplayıp araştırma da gönüllerine hoş gelmedi. Bu ko­ nuda kendilerini itharn ettiler. Onlar, imamlarının çok yüksek seviyede muhakkikler olduklarına inanmışlardı. KalP.Ieri kendi gruplarınc m.eyilr li idi. Nitekim Alkame: "Onların içinde Abdullah'tan daha güçlü birisi var mı?" demişti.25

J


HAD!SÇ!LERLE RE'Y TARAFTARLARI ARASINDAKI !HT!LAFIN SEBEPLER! · 4 7

!Ebu Hanife de şöyle der: "[brahim, Salim'den daha fakihtir. Saha­ belik üstünlüğü olmasa, (Alkame de İbn ömer'den daha fakihtir) der­ dinı . ' Sahip oldukları zeka, feraset ve bir konudan diğerine süratle intikal etme gücü sayesinde yeni meselelerin cevabını, mensubu olduklan grup alimlerinin kavillerine göre tahric edebiliyorlardı. Herkes yaratılı­ şına uygun olanda başarılıdır. " er grup, kendindekilerle mutlu"2 6ydu. Bunlar

ta rı temeline oturttular. Uygulama şöyle bir hal aldı:

- Kendi gruplarına mensup alimlerden; o gruba ait kavilleri en iyi bi­ len, bu kaviller arasında en isabetli tercihi yapan ve grubun sözcüsü durumunda olan birisinin kitabını ezberliyorlar, her meselede hükme esas olan bakış açısı üzerinde düşünüyorlar, - Bir soruya muhatap olduklarında veya her hangi bir ihtiyaç halinde; 1 - iyi bildikleri bu kitapların açık ifadelerini inceliyorlar; cevap ola­

rak bir açık ifade bulurlarsa bunu söylüyorlar, 2- Açık ifade bulamazlarsa bu sefer oradaki ifadeterin umumuna ba­ karak buna göre karar veriyorlar veya o ifadeterin zırrınl işaretine bakıp bu işaretten istinbatta bulunuyorlardı. 3- Bazan bu ifadelerde fma veya iktiza oluyor, maksat bu yolla an­ laşılıyordu. 4- öncekilerce hükmü ifade edilmiş meselenin benzeri yeni bir me­

seleyle karşıtaşılıyor ve yeni mesele, hükmü bilinen meseleye hamledi­ liyordu. 5- Tahtic veya sebr ve hazf metodunu kullanarak, öncekilerce açık­

lanmış hükmün illetini araştırıyorlar, aynı hükmü yeni meseleye veri­ yorlardı. 6- Aynı müctehide ait iki ifade; kıyas-ı iktirani veya kıyas-ı şarti yo­ luyla birlikte değerlendirilerek neticeye gidiliyordu. 7- önceki müctehidlerin ifadesinde etrafinı cami, ağyannı mani bir

tarifte değil de misal ve taksim olarak bulunan bir meseleyi ele alıyorlar­ dı. Bu konuda dilcilere müracat ediyorlar. bu yeni meselenin, müctehid­ lerin belirttiği meselenin aynısı olduğu sonucuna varmak ve buradan ca­ mi ve mani bir tarif ortaya koymak, ondaki kapalılığı giderici, işkali açı­ ğa çıkancı bir tesbit yapmak hususunda zorlamalara gidiyorlardı.


48 . ISLAM HUKUKUNDAKI FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI 8- Müctehidin sözünün iki ihtimali oluyor, onlar bu iki ihtimalden

birini tercihe kafa yoruyorlardı. 9- Müctehidlerin, delilleri meselelere yaklaştır-masında kapalılık

oluyor. onlar bu kapaltlığı gideriyor-lardı. ı O- Bazı tahric erbabı, imamlarının fiilinde n, bir olay karşısında

susmasından v .b. lerinden istidlal ediyorlardı. işte tahric budur. Bu anlamda şu ifadeler de kullanılır: " falana göre tahric edilmiş görüş böyledir" , " falanın mezhebine göre" , "falanın temel prensibine (aslına) göre " , "falanın görüşüne göre meselenin cevabı şöyledir. " B u işi yapanlara mezhebde müctehid denir. "Mebsut'u ezberleyen müctehid olur" diyen bu tür ictihadı kasdetmiştir. Yani o kişi, rivayet il­ mini hiç bilmese de, bir tek hadisten bile haberi olmasa da müctehiddir, demektir. Her mezhepte tahrice başvuruldu, hem de çokca başvuruldu. Hakimlik, müftülük görevlerine getirilmiş, meşhur eserler vermiş ve çokca ders akutmuş şöhretli mensupları olan mezhepler her tarafa ya­ yıldı, halen de yayılmaktadır. Meşhur olmayan, hakimlik ve müftülük görevlerine getirilmeyen ve halkın rağbetine mazhar olmayan kişilerin mensubu olduğu mezhepler de sona <;rdi. Yapılan Hadis ve Fıkıh Çalışmaları Hakkında Bir Değerlendirme Fukahanın anladığı manada tahric yapmanın da hadisin lafzını araş­ tırmanın da dinde köklü bir temeli vardır. Her asırda bu iki temeli dikka­ te alan muhakkik (araştırmacı) alimler bulunagelmiş, bunlardan kimisi birinden, kimisi de diğerinden çokca istifade etmiştir. Bu iki temelden hiçbiri de ihmal edilmemelidir. Halbuki ekseriyet, bunlardan birini ihmal edegelmiştir. Salt gerçek, bu iki temelin bir arada kullanılması, birindeki eksikliğin diğeri ile giderilmesidir. Hasan el Basri'nin dediği de budur: "Allah'a yemin ederim ki sizin metodunuz, ona sarılmakta aşınlığa kaçanlar ile ondan uzaklaşanlar arasında bir metoddur. " Hadisci, tercih ettiği v e benimsediği görüşü; tabirler döneminde ve daha sonraki dönemlerde bulunan müctehidlerin görüşlerine arz etme-


HADISÇILERLE RE'Y TARAFTARLARI ARASINDAKI IHTILAFIN SEBEPLERI · 49

lidir. Tahric erbabı da; sahih bir hadise muhalefetten, hakkında hadis veya eser bulunan bir konuda şahsf görüşüne göre hüküm vermekten kaçınmasını sağlayacak kadar hadis öğrenmelidir. Muhaddis, mensubu olduğu gruptaki muhaddisler tarafından konu­ lan ve Şari' tarafından nassen belirtilmemiş olan kaidelere sıkı sıkıya sanlıp da bu kaideleri ileri sürerek mesela en ufak bir irsal (mürsellik) veya inkıta şüphesiyle , hadisi veya sahih kıyası reddetmemelidir. İbn Hazm'ın; Buhari'de rivayet edilen, çalgının haramlığına dair hadisi, in­ kıta' şüphesiyle reddetmesi böyledir. Halbuki hadis aslında sahih mut­ tasıldır ve bir şüpheden dolayı hadisin reddi, tearuz halinde söz konu­ su olur. Bir başka hatalı tutum da; (Falan, fılanın hadislerini başkalanndan daha iyi bilir) diyerek, diğer hadisin tercih edilmesi için bin sebep de bu­ lunsa Falan'ın hadisini başkalanna tercih etmeleridir. Ravilerin çoğu, mana ile rivayette bulunurken, ancak Arapçada ih­ tisaslaşmış kişilerin bilebileceği noktalara değil, genel manaya dikkat ediyorlardı. "Fa" veya "vav" ile, bir kelimenin önce veya sonra zikre­ dilmesiyle v.b. şekillerle istidlal ihtisas işidir. Çoğu kere aynı olayı an­ latırken bir ravi aynı yerde başka bir harfe yer verir. Gerçekte ravinin ifadeleri, zahiren Hz. Peygamberin sözü olarak kabul edilir. Fakat baş­ ka bir hadis veya delil ortaya çıkınca onu da dikkate almak gerekir. Tahric erbabı; taraftan olduğu alimierin sözünün bizzat ifade etme­ diği, örfü ve dili bilenler tarafırtdan oradan anlaşılınayan bir görüşü tah­ ric yoluyla ileri sürmemelidir. Tahricü'l-menat metodunu kullanarak veya benzer meseleye hamlederek tahricte bulunmak, çeşitli görüş sa­ hiplerinin farklı düşünebileceği ve biikış açılannın çatışabileceği konu­ lardandır. Şayet o mesele, taraftan olduğu alimierin kendisine sorulacak olsa, belki de bir mani bulurlar ve o meseleyi, b_enzerine hamietmezler veya o meselede belki de onun tahric ettiğinden başka bir illet zikreder­ ler. Tahricin caiz olmasının sebebi, onun aslında bir müctehidi taklid et­ mekten ibaret olmasıdır. Taklid ise sadece onun sözünden anlaşılan hu­ susta olur. Tahric yapan kişi, üzerinde mutabakat sağlanmış bir hadisi veya eseri, kendisinin veya taraftan olduğu alimierin ortaya koyduğu bir ka-


50

·

ISLAM HUKUKuNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLER!

ideye dayanarak reddetmemelidir. Musarrat hadisini2 7 veya zevi'l-er­ hamla ilgili hadisi28 reddetmek bu türdendir.

O

kaideye uymaktansa

hadise uyulmalıdır. imam Şafıf'nin, "Söz olarak ne söylemişsem veya ne prensip (as!) tesbit etmişsem ve size Resülullahtan (s.a.s. ) , benim dediğimden farklı bir şey gelirse; söz, Resülullahın (s.a.s.) dediğidir. " ifadesi bu manaya işaret etmektedir. Hattabi'nin Tesbiti Dediklerimizi destekleyen hususlardan biri de Ebu Süleyman el­ Hattabi'nin, Mealimü 's-sünen adlı eserinin baş tarafında zikrettikleridir: "Zamanımızdaki ilim adamlannın (hadis ve eser taraftarlan) , (fıkıh ve görüş taraftarlan) diye ikiye aynldıklannı gördüm. Bunlardan her bi­ ri gayesine ve hedefine varmak için diğerine muhtaçtır, ondan bfgane kalamaz. Çünkü hadis, asıl temel; fıkıh da bu temelin bir uzantısı olan bina durumundadır. Bir temel üzerine oturtulmamış bina yıkılır; üzerin­ de bina olmayan temel de harabedir. Bu iki grup, iki ayn mahalde, iki ayn yerde bulunmakta; herbirinin diğerine çok ihtiyacı olduğu halde birbirlerini terketmiş kardeşler durumundadırlar. Hak yolda yardımlaş­ maları, birbirlerini desteklemeleri gerekirken bunu yapmamaktadırlar. " Hadiscilerin eksenyetinin çalışma sahası; rivayetler, hadis tarikle­ rinin cem 'i, ekserisi mevzu veya maklub bir hadisten garib ve şaz ola­ nın tesbitidir. Bunlar, metinlere özen göstermezler, manayı anlamazlar, mananın sırnna vakıf olamazlar, aniann içindeki fıkhı ve hazineyi açı­ ğa çıkaramazlar. Çoğu kere fakihleri ayıplayıp onlara ta' n ederler. On­ lann sünnete muhalefet ettiklerini iddia ederler. Bilmezler ki kendileri ilirnce eksiktirler ve onlarla ilgili kötü sözlerinden dolayı da günahkar­ dırlar. "Diğer grubun yani fıkıhcıların çoğu da ancak az sayıda hadisten haberdardır. Neredeyse hadisin sahihini, sahih olmayanından ayıra­ mazlar; iyisi ile kötüsünü farkedemezler. Kendilerine ulaşan hadisler; mensup olduklan mezhebe ve benimsedikleri görüşe uygun düşerse, durumuna aldırış etmeksizin muanzlarına karşı o hadisi delil olarak kullanırlar. Zayıf veya munkatı' bir haber, onlar nezdinde meşhur ise


HAD!SÇILERLE RE'Y TARAFTARLARI ARASINDAKI IHTlLAFIN SEBEPLERI · 5 1

ve aralannda çok kullanılıyorsa, iyice inceleyip kesin bilgi elde etmek­ sizin o haberi kabul konusunda hareket birliği sağlamakta anlaşmışlar­ dır. Bu da tam bir dalalet ve aldatmacadır. Bunlara (Allah, bizi de onla­ n da muvaffak kılsın) , mezheplerinin imamlanndan veya liderlerinden birinin ictihadf bir kavli anlatılsa; o konuda güvenilirlik ararlar ve buna dair senet isterler. Mesela Malik taraftarianna bakıyoruz; ilk taraftarlardan ibnü'l-Ka­ sım, Eşheb ve benzerlerinden başkasının, onun mezhebine dair rivaye­ tini kabul etmiyôrlar; Abdullah b. Abdi'I-Hakem ve benzerlerinden bir rivayet gelirse burivayeti değerli bulmuyorlar. Ebu Hanife taraflan da sadece Ebu Yusuf'un, Muhammed b. el-Ha­ sen'in ve onun ileri gelir taraftarlarının, talebelerinin anlattıklarını ka­ bul ediyorlar. Fakat Hasan .b. Ziyad el-Lü'lüf ve onun grubundan gelen buna aykın rivayetleri kabul etmiyorlar, o rivayetlere güvenmiyorlar. imam Şafif ve taraftarlarını da aynı tarzda buluyoruz. Onun mezhe­ binde de Müzenf'nin, Rebf' b. Süleyman el-Muradf'nin rivayetine mü­ racat ediyorlar; Harmele, Cfzf ve benzerlerinden gelen rivayetlere önem vermiyorlar ve imam Şafif'nin kavline dair bu rivayetleri dikkate almı­ yorlar. "imamlannın ve üstadlarının verdiği hükümleri nakil konusunda her gruba mensup aliı:nlerin tavrı böyle. Onlar bu şekilde davranıp, üs­ tadlanndan yapılan fürfıa ait nakillere ancak bir delil ve vesika ile gü­ venirlerken; en büyük ve en önemli bir işi hafife almaları, hükümleri vücub ifade eden ve mutlaka itaat edilmesi gereken imamlar imaını Hz. Peygamberden yapılan nakillerde birbirlerine itimat etmeleri nasıl caiz olur? O öyle bir peygamber ki verdiği hükme teslim olmak, emrine bo­ yun eğmek üzerimize vaciptir; ne verdiği kararlar karşısında içimizde bir sıkıntı, ne de uygulamaları karşısında gönlümüzde bir kırgınlık bu­ luruz. Düşünün bir kere; şahsi işlerinde bir parça umursamazlık göste­ ren, borçluianna müsamahalı davranan, onlardan kalitesi düşük malla­ n kabul edip kusurlarına göz yuman bir kişinin; mesela güçsüzün veli­ si, yetimin vasisi, gaibin vekili olması gibi başkası narnma hareket et­ me halinde de aynı davranışlarda bulunması caiz midir? Eğer böyle ya­ parsa bu davranışı, ahde hıyanet ve zulümden başka bir şey olabilir mi?


52

.

ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLER!

Bu da aynen öyledir veya benzeridir. Bazıları belki de hak yolu zor, doğru çizgiye ulaşınada geçecek süreyi uzun buldular ve hedefe varma­ yı sağlayacak basit bir hazırlık hoşlarına gitti de ilim yolunu kısalttılar. Usulü'l-fıkh manalarından çıkarılmış, illet diye isimlendirdikleri bazı bölüm ve parçalada yetindiler, ilm! planlamada onları kendilerine şiar edindiler. Muarızlarıyla karşılaşınca kalkan olarak onları kullandılar, münakaşa ve mücadelelerde onları siper edindiler, münazaralarda on­ ları esas aldılar, onlar üzerinde birbirleriyle çarpıştılar. Meydandan çe- . kilinince de galip gelenin üstün ve mahir olduğuna hükmedildi. O kişi; çağında adından söz edilen fakih, ülkesinin ve şehrinin muazzam reisi kabul edildi. Şeytan onlara hoş gelecek bir hile hazırladı ve iyi bir tuzak kurdu. Onlara şöyle· dedi: Sahip olduğunuz ilim, eksik ve değersiz bir metadır, ihtiyaca kafi gelmez. Siz bunun yanında kelamdan da fayda­ lanın, ona kelamdan bir şeyler ekleyin ve kelamcıların metodundan ya­ rarlanın. Böyle yaparsanız münakaşa sahasında bir genişlik ve rahatlık elde edersiniz . . . İblis, bu görüşü onlara benimsetti. Mürninlerden bir grup müstesna çoklan ona itaat ettiler ve ona uydular. Ne adamlar ve ne akıllar ya! Şeytan onları nereye götürüyor? Orılan yollanndan ve rüşd noktasından nasıl da aldatıp uzaklaştınyor? Yardım ancak Al­ lah'tan istenir.'·2 9 (Hattabi 'n in sözü bitti) .


HADISÇILERLE RE'Y TARAFTARLARI ARASINDAKI IHTILAFIN SEBEPLERI

·

53

1 . Darimf. Sünen, Mukaddime, 1 9 . 2 . Darimf, Sünen, Mukaddime. 1 9 . 3. Darimf, Sünen. Mukaddime, 20 . 4 . Hiiccetullahi'l-Bfıliğa'yı neşreden Muhammed Şerif Sükker'e göre kastedi!en kişi Hasan-ı Basrf'dir. Bkz: 45 no'lu dipnot .

5. Darimf, Sünen, Mukaddime, 2 0 . 6 . Darimf, Siinen. Mukaddime, 2 0 . 7 . Darimf, Siinen, Mukaddime, 20 . 8 . Darimf. Sünen, Mukaddime, 23.

9 . Ebü Davud sözü edilen Risfıle'de Dihlevf' nin ifade ettiği cümleyi aynen kullanmıyor . Yalnız kendisinden öncekilerden hadis cem'inde titiz davra­ nan kişilerin büyük rakamlara ulaşamadıklarını, bu arada mesela el-Ha­ san b. el-Hilal'in 900 hadis cem' ettiğini söylüyor. Bk: Ebu Davud, Risfı­ Jetu Ebu Davud ila ehli Mekke, (nşr. Muhammed b. Latff es-Sabbağ, Bey­ rut, 1 405, s . 4 7) . 1 0 . Darimf, Sünen, Mukaddime, 20. l l . Darimf, Sünen, Mukaddime, 20. 12. Darimf. Sünen. Mukaddime, 20. 13. Darimf, Sünen, Mukaddime. 20. 1 4 . Darimf. Siinen. Mukaddime, 3 9 . 1 5 . Darimf, Sünen, Mukaddime, 40. 1 6 . Darimf. Sünen, Mukaddime, 3 9 .

1 7. Darimf, Sünen. Mukaddime, 54 . 1 8 . Da�imf. Sünen, Mukaddime, 1 7. 1 9 · Tirmizf. Sünen, Hac, 6 7 (lll, 250) . 20. Fazz kelimesi Arapça'da "emsallerinden ve benzerlerinden farklı oldu, ay­ rı oldu" anlamındaki "fezze" fiilinin ism-i f§.ilidir. Bir hadis terimi olarak ta­ rafımızdan tesbiti yapılamamıştır. Muhtemelen sözlük anlamı kastedilmek­ tedir (çev.) 2 1 . Darimf, Sünen, Mukaddime, 2 8 . 2 2 . Darimf, Sünen, Mukaddime, 28. 2 3 . Darimf, Sünen, Mukaddime, 28.

2 4 . Darimf, Sünen, Mukaddime, 2 8 . 2 5 . oarimf, Sünen, Feraiz, S . 2 6 . Mü'minün, 23/53; Rum, 30/32.

2 7 . Musarrat hadisi için bkz: Buhari, Sahih, Büyü' , 65 (lll, 26) , Müslim, Sa­ hih, Büyü ' , 2 3 , 2 6 , 2 8

(III,

(II,

1 58 vd. ) ; Ebu Davud, Sünen, Büyü ' , 4 8 (46)

722 vd. - no: 3443-3446) ; Tirmizi, Sünen, Büyü' , 2 9 , (lll, 553-554,

no: 1 2 5 1 , 1 2 5 2 ) ; Nesaf, Sünen, Büyü' , 1 4,

(VII,

255); İbn Mace, Sünen,

·


54 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

Ticarat, 42 (ll, 753 vd. 2239-22 4 1 ) . Hadisin Buhan�deki tercümesi: "Bir süre sagılmadan satışa arzedilmiş bir koyun satın alan kimse, onu sagınca memnun olursa hayvanı yanında tutsun. Memnun olmazsa bir sagımına karşılık bir sa' hurma (versin) . " 2 8 . Ebü Davud, Sünen. Feraiz, 8 (III, 3 2 0 vd. , no: 2899-2904; Tirmizi. Sünen, Feraiz, 1 2 (IV, 422, no: 2 104) . 29. Hattabl, Mealimü 's-Sünen, Beyrut, 1 40 1 / 1 98 1 , ı, 3 -5.


IV

Dördüncü Asırda insanların Durumu

I. ve Il. Asırdaki Durum

Hicri birinci ve ikinci asırda belli bir mezhebin taklit edilmesine dair bir ittifak yoktu. Ebu Talib el-Mekki Kutu 'l-kuliib'da şöyle diyor: "Ki­ taplar ve mecmualar soradan meydana getirilmiştir. İnsanlar birinci ve ikinci asırlarda; başkalannın söylediklerini söylemek, tek bir mezhebe göre fetva vermek, her konuda onu esas alıp onu anlatmak, o mezhe­ be göre fıkıh tahsil etmek durumunda değildi. " ilk iki asırdan sonra bir nevi tahric ortaya çıktı. Fakat yine d e dör­ düncü asırda yaşayanlar, sırf bir mezhebin taklit edilmesi, ona göre fı­ kıh tahsil edilmesi ve o mezhebin görüşlerinin anlatılması konusunda müttefik değillerdi. Araştırmalardan bu netice ortaya çıkmaktadır. O dö­ nemde insanlar; alimler ve halk (avam) diye iki gruptu. Müslümanlar veya müctehidlerin cumhuru arasında ihtilafa konu olmayan, üzerinde icma hasıl olmuş meselelerde halk, sadece Hz. Peygamberi (sahibu'ş­ şer'i) taklid ederdi. Abdestin, guslün nasıl alınacağını, namaz, zekat v.b. ile ilgili hükümleri, babalanndan ve yörelerindeki hocalardan öğre­ niyorlar, bu minval üzere hareket ediyorlardı. Ender bir olayla karşılaş-


56

·

ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

tıklarında da mezhep ayırımı yapmaksızın buldukları her hangi bir müf­ tüye bunun hükmünü soruyorlardı. ibnü'l-Hümam Tahrir'in sonunda "Tek bir müftüye bağlanmaksızın bazan birine, bazan başka birine fet­ va soruyorlardı" l demektedir. O dönemdeki alimler (havass) da iki ayrı durumdaydı: 1 - Kur'an, sünnet ve rivayetler üzerinde derinlemesine araştırma

yapanlar ve neticede bilfiil müftülüğe yakın derecede bilkuvve müftü­ lük melekesi elde edenler ki bunlar toplumda müftü olarak vasıflandırı­ lırlar. Yeni olaylarla ilgili sorulara genellikle cevap verirler. Yani cevabı­ nı verdikleri meseleler, cevapsız bıraktıklarından çok olur. Bunlara müctehid denir. Bu istidat, bazan çeşitli rivayetleri bir araya toplamada (cem etme­ de) büyük çaba harcamakla elde edilir. Çünkü birçok hüküm hadisler­ de , bir çoğu da sahabeden, tıbifnden ve etbau' ttabifnden yapılan riva­ yetlerde mevcuttur. Bunun yanında ayrıca; a- aklı başında ve dili bilen herkeste mutlaka bulunan sözün (kela­ mın) hedeflerini bilme b- rivayet ilmini bilen herkeste bulunan farklı rivayetlerin arasını bulmayı, delilleri bir sıra dahilinde değerlerıdinneyi vb. bilme özellikleri de lazımdır. Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Raheveyh'in durumu böyledir. Bu istidat bazan da ihticaca elverişli bir takım hadisler ve rivayerlerle birlikte, her konuda (bapta) , fıkıh üstadlarından nakledilen kaide ve zabı­ ta şeklindeki esasları (usulü) bilmek ve tahric metodlarına iyi vakıf olmak­ la elde edilir. Ebu Yusuf ile Muhammed b. Hasan'ın durumu da böyledir. 2- Fıkhın temellerini ve ana meselelerini tafsili delilleriyle birlikte bil­ melerini sağlayacak ölçüde Kur'an ve sünnet bilgisine sahip olup, diğer meselderin bir kısmında delile müstenit kanaat belirtenler ve bir kısmın­ da da başka alimlerle istişareye ihtiyaç duyup görüş belirtmeyenler. Bun­ ların bazı meselelerde görüş belirtmeyişlerinin sebebi, mutlak müctehid­ lerde olduğu gibi malzemenin tamamına sahip olmamalarıdır. Bazı konu­ larda müctehiddirler, bazı konularda ise müctehid değildirler. Sahabe ve tabifnin, bir hadisten haberdar edildiklerinde her hangi bir şarta bakmak­ sızın o hadisin gereği ile amel ettikleri tevatüren nakledilmektediL


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSANLARlN DURUMU

Il.

·

57

Asırdan Sonraki Durum

ikinci asırdan sonra belli müctehidlerin mezheplerini beniruserne or­ taya çıktı. Belli "bir müctehidin mezhebine dayanmayanlar çok azaldı. o zamanda böyle yapılması gerekli [vacip] idi. Çünkü o zamanlar fıkıhla meşgul olanlar iki durumdaydı: a- Daha önceki müctehidlerin, tafsili delileriyle birlikte cevabını ver­ dikleri meseleleri bilmeyi, bunları değerlendirmeyi (nakd) , ayıklamayı ve aralarında tercih yapmayı ana gaye edinmek. Bu, şüphesiz ancak bir imaını rehber kabul ederek yapılabilecek de­ ğerli bir çalışmadır. Böyle bir kişi için her konudaki (baptaki) meselele­ ri ve delillerini bilmek yeterlidir. Sonra kendisi bunları, bir değerlendir­ meye ve tercihe tabi tutar. O kişi, rehber edindiği imaını olmasaydı bu işte güçlük çekerdi. Bir işi kolayca yapma imkanı varken, zor yollara başvurmanın manası yoktur. Bu kişi mutlaka imarnın kendisinden ön­ ce yaptıklarının bir kısmını güzel bulur ve bir kısmında da hatalar ve eksiklikler bulup farklı görüşler ortaya atar (istidrakte bulunur) . Eğer imarnından farklı görüşleri, imarnma uygun görüşlerinden az olursa bu kişi mezhepte vech erbabı (ashabu'l-vücuh, görüşü mezhep içinde ka­ bul edilen alim) sayılır. Eğer farklı görüşleri, fazla olursa onun özel gö­ rüşleri, mezhep içinde bir görüş (vech) sayılmaz. Buna rağmen o kişi, genelde o mezhebe mensup sayılır, usulde ve füruda çoğunlukla başka bir imama tabi olan alimlerden ayrı mütala edilir. Böyle bir alim, daha önce cevabı verilmemiş bazı ictihadf konularda görüş belirtir. Çünkü olaylar birbirini izleyip devam etmektedir ve icti­ had kapısı da açıktır. Burada görüş belirtirken imarnma dayanmaksızın Kur'an'ı, sünneti ve seleften yapılan nakilleri esas alır. Fakat bunlar, daha önce cevabı verilmiş konulara nisbetle azdır. İşte bu kişi, mutlak müntesib müctehiddir. b- Daha önceki alimlerin, hakkında görüş belirtmediği konularda sorulan fetvalara cevap vermesini sağlayacak bilgi elde etmeyi ana ga­ ye edinmek. Böyle bir kişinin, her konuyla (babla) ilgili ana esasları tesbit etmiş bir imama, ve onu izlemeye ihtiyacı, birincisinden çok daha fazladır.


58 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

Çünkü fıkıh konulan içiçe ve girifttir. Fer'f meselelerin bağlı olduğu ana meseleler vardır. Bu kişi de, daha öncekilerin mezheplerini değerlendir­ me ve onlan ayıklama ile işe başlayacak olsa; gücünü aşan bir iş üst­ lenmiş olur. Ömrü boyunca bunu bitiremez. Onu hedefe götürecek tek yol; daha önce yapılanlara bir göz atmak ve sonra da tamamen füru ile meşgul olmaktır. Böyle bir alimin; Kur'an'a, sünnete, seleften yapılan nakillere ve kıyasa dayanarak imarnından farklı düşündüğü noktalar olabilirse de bunlar, imarnma muvafık olduğu görüşlere nisbetle azdır. Bu alim, mezhebte müctehiddir. Muhtemel üçüncü bir durum da; insanın bütün çabasını, kendisin­ den önce yapılan çalışmalan bilmeye hasretmesi ve daha sonra da ken­ di tercihine göre fürua ait meseleleri ortaya koymasıdır ki bu çok uzak ve realiteye de uymayan bir durumdur. Çünkü bu dönem, vahiy çağın­ dan uzaktır ve bu durumda her alim bilmesi gereken birçok konuda şu ihtiyaçlada karşı karşıya olacaktır: 1 - Kendisinden öncesine ait, metinleri ve tarikieri şubelere aynlmış hadis rivayetlerinin tesbiti 2- Ravilerin derecelerine (Meratibü'r-ricale) dair bilgi 3- Hadisin sahih veya zayıf oluşuna dair derecelenqirmeler (meratibü sıhhati'l-hadis ve da'fıh0 konusunda bilgi 4- Hadislerdeki ve rivayetlerdeki farklılıklann cem edilmesi 5- Bunlardan hangisinin esas alınacağı noktasında dikkatli olma

6- Dilde nadir kelimeler ve kullanışlar (ganôü'l-lüğa) 7- Usulü'l-fıkh

8- Çeşitli meseleler hakkında daha önceki alimlerin, sayılan gerçekten çok fazla ve birbirinden uzak veya farklı görüşlerine dair nakiller. 9- Zihnini, bu rivayetleri birbirinden ayırmaya ve onlan deliliere ar­ zederek değerlendirmeye teksif etmek. Bir insan, ömrünü bu yolda geçirse, bundan sonra füruun hakkını nasıl verecek? insan hayatı her ne kadar verimli ise de yine de onun bir sının vardır ve onun ötesine geçemez. Bu, ilk model müctehidler için kolaydı. Çünkü onlar vahiy çağına yakındılar ve ilimler de dallara aynlmamıştı. Buna rağmen o zamanda da bu iş, ancak az sayıda kişiye nasib olmuştur. Onlar da üstadianna


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSAN.LARIN DURUMU

·

59

· bağlı kalmışlar ve onlara dayanıp güvenmişlerdir. Fakat birçok ilmf ko­ nuda kendi görüşlerini ortaya koyduklan için müstakil olmuşlardır. Netice itibariyle, müctehidlerin mezheplerine bağlanmak, Allah'ın alirolere ilham ettiği bir sırdır ve Allah da bunu onaylamıştır. Onlar bu­ nun farkındalar veya değiller.2 lbn Ziyad'ın Tesbitleri Şafıf fukahasından ibn Ziyad el-Yemani'nin Fetava'sında yazdıkla­ n da söylediklerimizi desteklemektedir. Bulkfnf'nin, Şafıf'ye muhalif fet­ va verdiği iki mesele hakkında görüşü sorulunca şöyle cevap vermiştir: "Bulkfnf'nin ilmf derecesini bilmeden, onun konuya yaklaşımını kavrayamazsın. Tahric ve tercih erbabından olan Bulkfnf, mutlak mün­ tesib bir müctehiddir, fakat müstakil değildir. Müntesib derken ; mensup olduğu mezhepte tercih edilen görüşe muhalif tercih yapan alimi kasde­ diyorum. Şafıf mezhebinde, eskilerden ve yenilerden bu durumda bir­ çok alim vardır. lleride bunlar ve dereceleri hakkında bilgi verilecektir. Bulkfnf'yi mutlak müntesib müctehidler arasında sayanlardan biri de talebesi Ebu Zür'a'dır. Ebu Zür'a şöyle anlatıyor: "Bir sefer üstadımız Bulkfnf'ye - (İctihad ehliyetine sahip olduğu halde, Takıyyüddin es Sübkf'yi ic­ tihaddan alıkoyan nedir? O, nasıl taklid eder?) dedim. Konuyu başka meselelere çekme niyetinde olduğumdan Bulkfnf'den haya ederek, onun ismini ortaya atmamıştım. Bulkfnf, soruya cevap vermedi, sustu. Bunun üzerine ben: - (Benee Sübkı" 'nin bundan kaçınmasının sebebi; dört mezhebe bağ­ lı fakihlere verilen maaştan başka bir şey değildir. Kim dört mezhebin dışına çıkar ve ictihad ederse maaş alamaz, kadılıktan mahrum olur, halk ona fetvcı sormaz ve bid'atcı olarak tanınır) dedim. Tebessüm ede­ rek bu görüşe katıldı. " Benim inancıma göre ise, onlan ictihaddan alıkoyan husus, işaret ettiği bu nokta değildir. Onlann yüksek mevkileri böyle davranışlardan uzaktır. Onlar ilmi kudretleri olduğu halde kadı olmak için veya başka sebeplerle ictihad etmekten kaçmazlar. Hiç kimsenin onlar hakkında böyle düşünmesi caiz değildir. Daha önce de geçtiği gibi bu gibi durum-


60 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

larda ictihad etmek, cumhura göre vaciptir. Ebu Zür'a'nın böyle bir şe­ yi onlara nisbet etmesi ve Bulkfnf'nin de bunu onayladığını söylemesi nasıl caiz olur? Suyüti' nin Tesbitleri Celaleddin es-Suyfıtf, Şerhu 't-tenbfh3 adlı eserinin talak (boşama) bölümünde şunları söyler: "imamlara ait farklı görüşler, ictihad değişik­ liğinden ileri gelmektedir. Onlar her bir yerde, o zamanki ictihadlannın kendilerini sevkettiği görüşü sahih kabul ediyorlar. Musannifın (Yani

et-Tenbih müellifınin) ictihad konusunda inkar edilemeyecek bir yeri vardır. Birçok imam açıkça ifade etmiştir ki o ve ibnü's-Sabbağ, İma­ mü'l-Haremeyn, Gazzali mutlak müctehid derecesine erişmişlerdir. ib­ nü's-salah Fetava'sında bunların mutlak değil, mezhebde müctehid ol­ duklannı söylerken, onların müstakil değil, müntesib müctehid derece­ sinde olduklannı kasdetmektedir. Onun Adabu 'l-fütya'da ve Neve­ vf'nin Şerhu 'l-Mühezzeb'de ifade ettiği gibi iki türlü mutlak müctehid vardır: a- Mutlak müstakil müctehid. b- Mutlak müntesib müctehid. Dördüncü asnn başından itibaren mutlak müstakil müctehid yoktur. Mutlak müntesib müctehid ise kıyamete kadar bakidir. Onun mevcudi­ yeti, farz-ı kifayedir ve bulunmaması dinen caiz değildir. Müslümanlar her asırda böyle bir müctehid yetiştirmezler ve bu farzı terkederlerse toptan günahkar olurlar ve asi durumuna düşerler. Bunun böyle oldu­ ğunu sarahaten ifade eden birçok alim vardır. Maverdi, Rfıyfmf (el­ Bahtda)

,

Bağavi (et-Tehzib'de) v.b. bunlardandır. Bu farziyyet, ib­

nü's-salah'ın ve Nevevi'nin (Şerhu 'l-Mühezzeb'de) açıkca belirttikleri gibi mukayyed müctehidle yerine getirilmiş olmaz. Bu konu, er-Reddu

ala men ahlede ile 'i-ard ve cehile enne 'J-ictihad ff kulli asr fard adlı ki­ tabımızda4 genişce ele alınmıştır. Bu alimierin Şafıf mezhebinden olma­ ları, onları mutlak müntesib müctehid olmaktan çıkarmaz. Nitekim Ne­ vevf ve İbnü's-salah ( Tabakat'ta) da böyle söylemekte ve ibnü's-Süb­ ki de ibnü's-Salah'a muvafakatını beyan etmektedir. Bu alimler, mün-


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSANLARlN DURUMU

·

61

tesib oldukları için, Şafıl mezhebinde kitaplar tasnif etmişler, fetva ver­ mişler ve bu mezhep mensupianna ait görevlere getirilmişlerdiL Mese­ la musannif (et-Tenbih müellifı) ve ibnü's-Sabbağ Bağdat Nizarniye medresesinde; imamü'l-Harameyn ve Gazzali Nisabur N izarniye med­ resesinde; İbn Abdisselam Kahire'deki Zahiriyye ve Cabiye'de; İbn Da­ kfki'l-fd, imam Şafıl'nin kabri civarındaki Salihiyye ile Factıliyye ve Ka­ miliyye'de ders vermekle görevlendirilmişlerdir. Müstakil müctehid derecesine erişenler ise Şafif mezhebine mensup olmaktan çıkarlar. Mezhebe ait kitaplarda onların kavilleri kabul edil­ mez. Şafıf mezhebine mensup olanlardan Ebu Cafer b. Cerir et-Tabe­ rf'den başka birisinin bu dereceye eriştiğini bilmiyorum. O, başlangıçta Şafıf idi, sonra müstakil mezhep sahibi oldu. Bundan dolayı Rafif ve di­ ğerleri, onun kendine ait görüşlerinin, mezhebde vech sayılamayacağı­ nı söylerler." (Suyr]tf'nin sözleri bitti) . lbn Cerfr et-Taberi ve Buharf'nin Şafif Mezhebindeki Yeri Hakkında Bir Değerlendirme Bence bu görüş, Ebu Zür'a'nınkinden daha iyidir. Fakat bu ifadeye göre İbn Cerir'in Şafıf mezhebinden sayılmaması gerekiyor ki bı.,ı görüş de kabul edilemez. Rafıf, Kitabu 'z-zekat'ı şerhederken baştarafta "Ken­ disi Şafıf mezhebine mensup alimlerden sayılsa da İbn Cerir'in teferrü­ dü ( mezhebe uymayan ictihadı) , mezhebde bir vech sayılmaz" der. Ne­ vevf et-Tehzib'de 5 şunları söyler: "Ebu Asım el-Iyadf, onu Şafıf fakih­ lerden saymış ve (O, bizim alimlerimizdendir, Şafıf fıkhını, er-Rabf el­ Muradf ve el-Hasen ez-Zağferanf yoluyla aldı) demiştir". Şafıf'ye men­ sup olmasmın anlamı, ictihad metodunda, delilleri tek tek ele almada ve kendi aralarında derecelendirmede onun metodunu uygulaması, ictiha­ dının onun ictihadına muvafık olmasıdır. Bazan ona muhalefet ederse de bu önemsenmez ve bundan dolayı bazı meseleler dışında, onun me­ todundan çıkmış olmaz. Bu da onun Şafıf mezhebinden olmasına zarar vermez. Muhammed b. isınail el-Buharf de bu türdendir. Yani o da Şafıf mez­ hebine mensup alimlerdendiL Onu Şafıf alimler grubundan sayanlardan


62 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

biri de Tacüddin es- Sübkf'dir. Buhar! için "Humeydi'den fıkıh tahsil et­ miştir." der.6 Humeydi de Şafii'den fıkıh tahsil etti. Allame üstadımız, Buharf'yi Şafiilerden sayarken delili; onun Şafii tabakatında zikredilme­ sidir. Nevevi'nin daha önce zikrettiğimiz ifadesi de buna şahittir. Ta­ cüddin es-Sübki Tabakat'ında şunlan söyler: "Ebu Hamid ve Kaffal gi­ bi mutlak olarak tahricte bulunan ve genellikle mezheb içinde kalıp, mezhebi taklid eden tahric erbabı mezhepten sayılır. Fakat dört Mu­ hammed yani Muhammed b. Cerir, Muhammed b. Huzeyme, Muham­ med b. Nasr el-Mervezf ve Muhammed b. Münzir gibi çoğu kere mez­ hebin dışına çıkanlar mezhepten sayılmazlar. Müzeni ve daha sonra gelen İbn Şüreyh ise bu iki derece arasındadırlar. Ne Muhammedler gi­ bi mezhebin dışına çıkmışlardır, ne de Iraklılar ve Horasanlılar kadar mezhebe bağlı kalmışlardır." Sübkf'nin Tabakat'ında zikrettiklerinden biri de, Ehli sünnet ve'l-ce­ maatın imaını Ebü'l-Hasen el-Eş'ari'dir. Onun için "0, Şafiilerden sayıl­ mıştır. Ebu İshak el-Mervezi'den fıkıh tahsil etmiştir" der. 7 El-Envatdan Mezhep Mensupları ile llgili Bir Nakil el-Envatda zikredilenler de söylenenleri destekle-mektedir: "Şafii, Ebu Hanife, Malik ve Ahmed b. Hanbel'in mezheplerine mensup olan­ lar sınıf sınıftır: a- Avam. Bunların Şafii'yi taklitleri, müntesib müctehidlerin taklidi­ nin uzantısıdır. b- ictihad derecesinde olanlar. Müctehid, bir müctehidi taklit etmez. Bunlar; ictihad ederken, delilleri kullanırken ve kendi aralannda derece­ lendirirken Şafii'nin metodunu kullandıkları için ona nisbet edilirler. c- Ortadakiler. Bunlar ictihad derecesine varmamış fakat mezhep imamının asıllarına vakıf olmuşlardır ve açıkça hükmünü bulamadıkla­ n meseleleri, imarnın açıkça (nassen) belirttiği meselelere kıyas ederek açıklarlar. Bunlar da, bunlar vasıtasıyla o imarnın görüşünü alanlar da aynı imaını taklit etmektedirler. Meşhur görüşe göre bunların kendileri taklit edilmezler. Çünkü onlar da mukallittirler. (el-Envatdan yapılan nakil bitti)


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSANLARlN DURUMU

·

63

Taklidin Hükmü Muhatabımız şöyle diyebilir: "Din aynı olduğu halde nasıl olur da bir husus, bir zamanda vacip olur, başka bir zamanda vacip olmaz? Senin, (müstakil müctehide uymak vacip değildi, sonra vacip oldu) demen te­ nakuzdan başka bir şey değildir." Ben bu soruya şöyle cevap veririm: ü mmet içinde, fer'f hükümleri tafsilf delillerinden çıkararak bilen birisi­ nin bulunması vacib-i aslfdir. Bu konuda ehli hakkın icmaı vardır. Va­ cibin tahakkuku için gerekli oları işler de vaciptir. Vacibin tahakkuku için birden fazla yol olunca bunlardan her hangi birisinin elde edilmesi vacip olur. Eğer her hangi bir şekilde bu yollar teke inmişse, o zaman özellikle o yol vacip hale gelir. Bu, öleceğinden endişe edilecek derece­ de şiddetli açlığa maruz kalmış bir kişinin haline benzer. Açlığını gider­ mek için; yiyecek satın almak, meyve temin etmek, av avlamak gibi im­ kanlar varsa, bunlardan birine başvurmak vaciptir. Ama, aynı durum, av ve meyve bulunmayan bir ortamda meydana gelirse o zaman yiye­ cek satın almak vacip olur. Bunun gibi, selefln de bu vacibin tahakku­ ku için çeşitli yollan vardı. O zaman vacip olan, bu yollardan her han­ gi birisiydi. Sonra bu yollar kapandı, tek bir yol kaldı. O zaman sadece bu yolun izlenmesi vacip oldu. Selef hadis yazmazdı, sonra günümüz­ de hadis yazmak vacip hale geldi. Çünkü bugün artık hadis rivayeti için bu kitaplan bilmekten başka yol kalmamıştır. Selef nahivle, fıloloji ile il­ gilenmiyordu. Dilleri Arapça idi ve bu ilimiere ihtiyaç duymuyorlardı. Sonra günümüzde zaman itibariyle ilk dönem Arapçalanndan uzaklaşıl­ dığı için Arapça bilmek vacip oldu. Bu konuda bizi destekleyen husus­ lar gerçekten çoktur. Bu durumda kıyas ile elde edilen hükmün, belli bir imaını taklid etmenin vücubu olması gerekir. Taklid vacip olabilir de, ol­ mayabilir de. Cahil bir insan Hint ülkelerinde veya Maveraünnehir ül­ kelerinde olsa ve orada Şafif, Malikf, Hanbel! mezheplerine ait bir alim ve bir kitap bularnasa o kişinin Ebu Hanife'nin mezhebini taklit etmesi vacip, bu mezhebin dışına çıkması haram olur. Çünkü o mezhebin dışı­ na çıktığı takdirde din bağından tecrit edilmiş, başıboş bir kişi haline ge­ lir. Fakat bu kişi, eğer Mekke'de, Medine'de ise durum değişir. Orada bütün mezhepleri kolaylıkla bilme imkanı vardır. O kişinin dfnf hüküm-


64 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

leri zan yoluyla; itimat telkin etmeyen birinden veya halkın ağzından yahut meşhur olmayan bir kitaptan alması yetmez. Nitekim bütün bu hususlar en-Nehru 'l-ffıik Şerhu Kenz 'id-dekaik'te anlatılmaktadır. Nevevi'ye Göre Mutlak Müctehit Mutlak müctehid, beş ilmi şahsında toplayan kişidir. Nevevi', el­ Minhac'da şöyle diyor: " Kadı'nın (hakimin) müslüman, mükellef, hür, adaletli, işitme görme ve konuşma duyuları sağlam, (mahkeme işlerini yürütme konusunda) yeterli ve müctehid olması şarttır. Müctehid olma­ sından maksat; ahkamla ilgili ayet ve hadisleri, bunların hassını ve am­ mını, mücmelini ve mübeyyenini, nasihini ve mensuhunu, hadislerin mütevatir olanını ve olmayanını, muttasılını ve mürselini, zayıflık ve kuvvetlilik bakımından rivayetlerin durumunu, Arap dilini ve nahvini, sahabe döneminde ve daha sonra alimierin ittifak ettikleri ve ihtilaf et­ tikleri kavilleri, kıyas ve türlerini bilmesidir". 8 Mutlak Müstakil Müctehit Mutlak müctehid; ya müstakil olur, ya da müstakil bir müctehide müntesib olur. Müstakil müctehid, üç hasletle diğerlerine temayüz eder. Bu hasletler, Şafii'de açıkca görülür: 1 - Birinci haslet; e/-ümm'ün baştaraftarında belirtildiği gibi, fıkhın istinbat edildiği kaidelerde ve asıllarda inisiyatifini kullanması, tasarruf­ ta bulunmasıdır. Şafıf orada daha öncekilerin istinbat konusunda yap­ tıklarını saymış, onları eleştirmiş ve kendi görüşlerini de ilave etmiştir (istidrakte bulunmuştur) . Üstadımız Ebu Tahir Muhammed b. İbrahim el Medeni, (Hasan b . Ali e l Acmi' v e Ahmed e n Nahli' > Muhammed b. e l Ala' e l Bahili'> İbra­ him b. İbrahim el Lakkani' ve Abdurrauf et Tablavi'> Celal Ebu Fadl es Suyuti'> Ebu'I-Fadl el Mercanf > (icazet usulüyle) Ebu'l-Ferec el Gazzf > Yunus b. İbrahim ed Debusf > Hasan b. el Bakar > el Fadl b . Sehl el İsferai'nf > el Hafız el Hucce Ebu Bekr Ahmed b. Ali el Hatib > Ebu Nu­ ayın el Hafız > Ebu Muhammed Abdullah b Muhammed b. Cafer b. . •

Hıbban > Abdullah b . Muhammed b. Yakub > Ebu Hatim (Raz0 > Yu-


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSANLARlN DURUMU

·

65

nus b. Abdül-A'la senediyle Muhammed b. idris eş-Şafıf'nin şöyle de­ diğini nakletmektedir: " Kur'an ve .sünnet asıldır. Bunlarda bir şey bulunmazsa." sıra, bun­ lara yapılan kıyasa gelir. ResUlullahtan (s.a.s.) muttasıl olarak rivayet edilen ve senedi sahih olan hadisler sünnettir. icma, haber-i vahidden büyüktür. Hadisin zahiri alınır. Eğer birden çok manaya ihtimali varsa, bunlann en uygunu, hadisin zahirine en çok benzeyenidir. Hadisler bir­ birleriyle karşı karşıya gelince senedi daha sahih olan tercih edilir. ib­ nü'l-Müseyyebinkifer hariç, munkatı' hadisler bir şey değildir. Bir asıl, başka bir asla kıyas edilmez. Asıl hakkında (niçin?) ve (nasıl?) sorula­ n sorulmaz. (Niçin?) sorusu fürü hakkında sorulur. Fürüun asla kıyası sahih ise , o fürü da sahihtir ve hüccettir." 2- İkinci haslet; hadisleri ve eserleri cem' etmesi, bunlann hüküm­

lerini bilmesi, onlardan fıkıh almada dikkatli olması, farklı olanlannı cem' edip aralannda tercih yapması, muhtemel manalardan birisini se­ çebilmesidir. Kanatimizce bu, Şafıf'nin ilminin üçte ikisine yakındır. 3- Üçüncü haslet; kendisine gelen ve daha önce sahabe, tabifn ve etbau't-tabifn devirlerinde cevabı verilmemiş fer'f meseleleri halletmesi­ dir. Netice itibariyle, çokca tasarrufta bulunan (inisiyatif kullanan), sa­ yılan hasletlerde emsallerinden üstün, yanş meydanında başkalannı geçmiş ve meydanın önünde yer almış insandır. Bunlara dördüncü bir haslet ilave ediyoruz ki o da, bu kişinin sema­ dan (Allah tarafından) kabule mazhar olması, müfessir, muhaddis, usulcü, fıkıh kitaplannı bilen birçok alimin onun ilmine yönelmesi, bu kabul ve yönelmenin üzerinden uzun asırlar geçmesi, bu uzun asırlar sonunda o görüşlerin kalplerde yer etmesidir. Mutlak Müntesib Müctehid Mutlak müntesib müctehid, birinci haslette mutlak müstakil mücte­ hide tabi ve ona teslim olan, ikinci haslette de onun yolundan yürüyen kimsedir. Mezhebde müctehid ise birinci ve ikinci haslette ona teslim olan, fer'f meseleleri hallederken onun yolundan yürüyen kimsedir.


66 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

Şimdi bunu bir misaile anlatalım: Şu son zamanlarda tıpla meşgul olan birisi ya Yunan doktorlannı, ya da Hint doktorlarını izler. Onlar, müstakil müctehid mesabesindedir. Onların uyarılarını dikkate ala-rak aklı sayesinde ilaçların özelliklerini, hastalık türlerini ve tedavide kulla­ nılan kremlerin, şurupların nasıl hazırlandığını öğrenir. Derken artık onları taklid etmeksizin işinde kesin bilgi sahibi olur ve öyle bir seviye­ ye gelir ki bundan sonra o da öncekilerin yaptıklan tarzda çalışmalar yapar; tıbbi bitkilerin daha önce üzerinde konuşulmamış özelliklerini bi­ lecek, hastalıkların sebepleri, belittileri ve tedavileri hakkında öncekile­ rin yapmadığı açıklamalar yapacak, ele aldığı konularda eskileri az ve­ ya çok sıkıştıracak bir seviyeye gelir. işte bu safhada o, mutlak münte­ sib müctehid mertebesindedir. Aldığı bu bilgiler, kesin kanaat seviyesi­ ne çıkmamış fakat son zamanlarda tıp la meşgul olanların çoğunun yap­ tığı gibi, onlann koydukları önemli kurallar sayesinde çokça ilaç ve krem imal etmişse, mezhebde müctehid mertebesindedir. Zamanımızda şiir yazanlar da böyledir. Ya bu konuda Arap şiirini izlemekte, onların vezin ve kafıyelerini, kaside üsluplarını tercih etmek­ te, ya da Arap olmayaniann (acemlerin) şiirini izlemektedir. Bu kişi, müstakil müctehid mertebesindedir. Bu şair; gazel, teşbib, medih, hiciv, va'z gibi türlerden yeni bir şey icad ederse; eskilerin yaptıklarından esinlenerek; isWire, bedf' ve benzerlerinde, daha önce yapılmamış oriji­ nal şeyler ortaya koyarsa; mesnevi, rubaf tarzı nazım veya redif -her beyitte katiyeden sonra tekrarlanan kelime- kullanımı gibi yeni bir üs­ lub veya bahr mucidi olursa; bütün bunları Arap şiirinde yaparsa o , mutlak müctehid derecesindediL Bu konularda mucid değil d e önceki­ lerin metodunu uygulama durumundaysa, o zaman da mezhebde müc­ tehid mertebesindedir. Tefsirde, tasavvufta ve diğer ilimlerde de durum böyledir. Usülü'l-Fıkh Şafii'den Önce N iye Gelişınedi Şu soru akla gelebilir: Eskiler usulü'l-fıkh sahasında niçin fazla bir şey söylemediler? Niye daha sonra yetişen Şafif bu sahada yeterli, fay­ dalı ve güzel sözler etti? Ben buna şöyle cevap veriyorum: Evvelkilerin


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSANLARlN DURUMU

·

67

her birinde. bölgesine ait hadisler ve rivayetler bulunuyordu, onlarda bütün bölgelere ait hadisler bulunmuyordu. Kendi bölgelerindeki hadis­ Iere dair delllller arasında bir tearuz olunca .da bu konuda kendi imkan­ lan nisbetinde, bir nevi ferasetlerini kullanarak karar veriyorlardu. Da­ ha sonra Şafıf zamanında ise bütün bölgelere ait hadisler toplandı ve hem bölgelere ait hadisler, hem de bölge fakihlerinin maharetleri ara­ sında iki tearuz ortaya çıktı. Biri, bir bölgenin hadisleri ile, başka bölge­ nin hadisleri arasında; diğeri de aynı bölgenin hadisleri arasında. Her­ kes kendi üstadında gördüğü ferasetle yetinip bunun dışına çıkmadı. Aradaki kopukluk arttı ve kargaşa çoğaldı. İnsanlar, her taraftan akın eden ve hesapta olmayan ihtilatlarla karşı karşıya kaldılar. Şaşkınlığa düşüp, dehşete kapıldılar, bir çıkış yolu bulamadılar. Nihayet ilahi des­ tek geldi, Şafıf'ye bu farklılıklan cem' edecek kaideler ilham edildi. Ken­ disinden sonrakiler için muazzam bir kapı açtı. Müctehit Yetiştirme Bakımından Mezhepterin Durumu üçüncü asırdan sonra Hanefi mezhebinde mutlak müntesib mücte­ hid kalmadı. Çünkü mutlak müntesib müctehid; müdakkik (araştırma­ cı) bir muhaddistir. Halbuki onların hadisle meşguliyetleri önceleri de sonratan da azdır. Bu mezhepte, mezhebde müctehidler vardır. "Müc­ tehidliğin asgari şartı Mebsur:u ezberlemektir" diyen de bu nevi ictiha­ dı kasdetmiştir. Matiki mezhebinde müntesib müctehid azdır. Onlardan bu mertebe­ de olanların mezhebe muhalif görüşleri, mezhepte bir vech sayılmaz. Mesela İbn Abdilberr diye bilinen Ebu ömer ve Kadı Ebu Bekr b. el Ara­ bl böyledir. Ahmed b. Hanbel'in mezhebinde de bunların sayısı eskiden de az­ dı. sonraları da azdır. Bu mezhebde dokuzuncu asra kadar tabaka taba­ ka müctehidler bulunmuştur. Dokuzuncu asırda ise Mısır ve Bağdat'ta­ ki az sayıda kişi istisna edilirse, bu mezhep , Islam aleminin çoğunda so­ na ermiştir. Şafıf mezhebine göre Ahmed b. Hanbel'in görüşleri: Ebu Hanife'ye göre Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşleri gibidir. Fakat Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşleri Ebu Hanife'ninki ile tedvin edildiği


68 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

gibi Ahmed b. Hanbel'in görüşleri Şafı'ninki ile beraber tedvin edilme­ miştir. Bundan dolayı da Şafıf ve Hanbeli mezhepleri tek mezhep sayıl­ mamıştır. Ahmed b. Hanbel'in mezhebinin Şafıf mezhebiyle birlikte ted­ vin edilmesi, bu iki mezhebi de gereğince bilenler açısından bir aynca­ lık değildir.

Şafıf mezhebi, en fazla mutlak müctehide ve mezhebde müctehide, usul ve kelam alimine, Kur'an müfessiri ve hadis şarihine sahip mez­ heptir. Bu mezhep isnad ve rivayet bakımından, mezheplerin en titizi, ·mezhep imamının ifadelerinin tesbiti bakımından en kuvvetlisi, imarnın kavilleri ile diğer alimierin vecihlerini birbirinden ayırma bakımından en dikkatlisi, kaviller ve vecihler arasında tercih yapmada en çok itina gös­ terenidir. Bütün bunlar, mezheplerle ilgilenen ve meşgul olanlara kapa­ lı değildir. Şafıf grubunu oluşturan alimierin ilkleri, mutlak içtihad sahi­ bi müctehidlerdi. İbn Süreye (v. 306/9 1 8 ) . taklid ve tahric kaidelerini tesbit edene kadar geçen dönemdeki Şafıf grubu alimlerinden hiçbiri, onu bütün ictihadlanyla taklid etmemiştir. Sonra onun grubu gelmiş ve onun yolunu izlemiş, onun tarzında çalışmalar yapmıştır. O, bundan dolayı 200'ün (yani üçüncü asnn) başındaki müceddidlerden sayılır. Yine mezheplerle ilgilenenler bilirler ki, Şafıf mezhebinin malzeme­ sini teşkil eden hadisler ve rivayetler (eserler) ; tedvin edilmiş, üzerlerin­ de çalışılmış meşhur hadisler ve rivayetlerdir. Diğer mezheplerde durum böyle değildir. Onun mezhebinin malzemesini teşkil eden eserlerin baş­ lıcalan şunlardır: 1 - Kitabü '1-Muvatta . Şafıf' den önce tedvin edilmiştir ve Şafıf. mez'

hebini buna bina etmiştir. 2- Sahihu 'l-Buhari 3- Sahihu Müslim 4- Ebu Davud'un kitaplan 5- Tirmiz. 6- /bn Mace 7- Darimi 8- Müsnedü 'ş-Şaflf 9- Sünenü 'n-Nesaf 1 O- Sünenü 'd-Dfirekutrif


DÖRDÜNCÜ ASIRDA INSANLARlN DURUMU

11-

·

69

Sünenü 'i-Beyhaki

1 2 - Bağavi'nin Şerh u 's-Sünne'si Buhari, Şafıf'ye müntesip ve birçok konuda ona muvafık ise de, bir­ çok konuda da ona muhalefet etmiştir. Bundan dolayı mezhebe uyma­ yan görüşleri, mezhepten sayılmaz. Ebu Davud ve Tirmizi' ise Ahmed ve ishak'a müntesib müctehidlerdir. Bizce ibn Mace ve Darimf de böy­ ledir. Müslim ile Şaflf'nin Müsned'ini cem eden el-Abbas el-Asamm ve daha sonra zikrettiklerimiz de Şafii' mezhebine mensup olup bu mezhe­ bi savunan kişilerdir. Eğer anlattıklanmızı kavradıysan görürsün ki Şafii'nin mezhebin­ den ayrılan kimse, hadis bilse bile mutlak ictihad mezhebinden mah­ rum olur. üstelik, Şafii'den ve mensubu alimlerden yararlanmayan kimselere karşı da samimi davranmamış olur.

Edep ile onlara ol tufeylı� Görmüyorum hiçbir şefaatçi edepten gayri.


70

·

ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLER!

1 . ibnü'l-Hümam, Tahrir, Kahire, 1 35 1 , s. 55 1 . 2 . Abdülfettah Ebu Gudde, bu ifade için "Bu, müellifın görüşüdür. Tartışılabi­ lir." demektedir. 3. Suyfıtf, Şerhu 't-Tenbih, Beyrut 1 4 1 6/ 1 996, II, 6 7 1 -672. 4 . Suyütf' nin bu eseri, Fuad Abdülmün'im Ahmed tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir (İskenderiye, 1 405/ 1 985) . 5. Nevevf, Tehzibü 'l-Esma ve 'l-Lüğa, Beyrut, tsz. (Daru'l-kütübi'l-ilmiyye) ,

I, 79. 6 . Bkz: Sübkf, Tabakfıtü 'ş-Şafliyyeti' l-Kübra, Beyrut, tsz (ei-Matbaatü'I-Hay­ .

riyye, 1 32 4 ) Il, 4. 7. 70. sayfada 75 no'lu dipnottan az sonra başlayan ve İbn Ziyad'dan yapı­

lan nakil burada bitmiştir. 8. Nevevf, el-Minhac (Muğni'l-Muhtac ile) , Kahire, 1 3 7 7/ 1 958, IV, 3 753 76 .


V

Dördüncü Asırdan Sonra insanların Durumu

Bu asırlardan sonra sağa sola giden başka insanlar görüldü. Onlar­ da bir takım haller meydana geldi ki bazılan şunlardır: A- Fıkıh liminde Cedel ve lhtilaf (Hilaf) Önem Kazandı Gazzalf bunun ayrıntılarını şöyle anlatır: "Hulefa-i raşidin devri so­ na erince halifelik; fetva ve hüküm verme konusunda ilmf ehliyete sa­ hip olmayan ve haksız bir yolla bu görevi üstlenen kişilere geçti. Bun­ lar, fakihlerden yardım isternek ve onları sürekli yanlannda bulundur­ mak zorunda kaldılar. Bu dönemde ilk model üzere devam eden ve din çizgisine sıkı sıkıya bağlanan alimler mevcuttu. Bu alimler, devlet rica­

li tarafından bir talep olunca, görevden kaçıyorlar, reddediyorlardı. Bu çağlarda yaşayanlar, alimierin yüksek değerini ve reddetmelerine rağ­ men halifelerin onlara teveccühünü gördüler. Bunun üzerine mevki el­ de etmek ve şeref (izzet) kazanmak için ilme yöneldiler. Böylece fakih­ ler, -Allah'ın yardımına mazhar olanlar hariç- daha önce kendilerin­ den yardım istenen (matlub) kişiler iken, iş isteyen (talip) durumuna düştüler. Sultanlardan uzak durduklan için saygın (aziz) iken, onlara


72 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

teveccüh ettiklerinden zelil oldular. insanlar daha önce kelam ilminde eserler hazırlamışlar, bunlarda bir hayli kı1 ü kal'e, soru cevaba yer ver­ mişler. cedel, münakaşa metodlan hazırlamışlardı. Bu durum, fıkhf mü­ nazaralara ve Şafıf mezhebi ile Hanefi mezhebinin hangisinin daha iyi olduğuna dair tartışmalara meyilli kraliann (meliklerin) ve ileri gelen ki­ şilerin (sadrlann) bulunduğu daha sonraki dönemlerde yaşayaniann işine yaradı. Kelamı ve diğer muhtelif ilim dallannı bıraktılar, özellikle Ebu Hanife ile Şafıf arasında ihtilaf konusu olan meselelere daldılar. ·

Malik, Süfyan, Ahmed b. Hanbel ve diğerleri arasındaki ihtilatlarla pek ilgilenmediler. Gayelerinin, dfnf incelikleri istinbat etmek, mezheplerin illetlerini tesbit etmek, fetva metodu hazırlamak olduğunu iddia ettiler. Bu konularda çokca eserler yazdılar, istinbat yaptılar, değişik türdeki mücadeleleri ve eserleri tertibe soktular. Hala da bu işe devam etmek­

teler. Gelecek asırlar için Allah'ın ne takdir ettiğini bilmiyorum" ı

§ Ben bunlann çoğunun, Ebu Hanife ile Şafıf arasındaki ihtilatlann Pezdevf ve benzerlerinin kitaplannda belirtilen asıliara (usule) mebni olduğunu iddia ettiklerini gördüm. Fakat gerçek şu ki bu asılların çoğu, onların görüşlerine göre tahric yoluyla tesbit edilmiş asıllardır. Kana­ atimce; "Hass mübeyyendir, ona beyan lahik olmaz". "Ziyade nesihtir" ,

"Amın, hass gibi kat'fdir", " Ravilerin çokluğu tercih sebebi değildir", "Fakih olmayan birisinin rivayet ettiği hadiste rey kapısı kapanıyorsa, o hadisle amel vacip değildir", "Mefhumu'l-vasf ve mefhumu'ş-şarta asla itibar edilmez", "Emrin gereği kesin vücuptur" v.b. asıllar imamların görüşlerine göre tahric edilmiş asıllardır. Bu asıllar vasıtasıyla Ebu Hanife'den ve imarneynden rivayette bulunmak sahih değildir. Bu asıllara ihtimam göstermek; Pezdevf ve benzerlerinin yaptığı gibi mütekaddimün alimierin istinbatlarında bu asıllara ters ge­ len görüşlerine zorlama yollu cevap vermek; bunlara muhalif asıllara ih­ timam göstermekten ve ona göre cevap vermekten daha üstün değildir. Misaller:


DÖRDÜNCÜ ASIRDAN SONRA !NSANLARlN DURUMU

·

73

Onlar "Hass mübeyyendir, ona beyan lahik olmaz" diye bir usul ka­

idesi koydular ve bunu önceki alimierin " Ruku ediniz ve secde ediniz" 2

ayeti ile " Rukü' ve secdede belini ikame etmedikçe (gereken düzgün­ lükte tutmadıkça) kişinin namazı; olmaz" 3 hadisini değerlendirmelerin­ den çıkardılar. Çünkü öncekiler, rukü' ve secdede itmi'nanın farz. oldu­ ğunu söylememişlerdi. Öyleyse hadisi ayet için bir açıklama (beyan) saymamışlardı.

Ö ncekilerin "Başınızı mesh ediniz" 4 ayeti ile, Hz. Peygamberin nasi­

yesine (başının ön kısmına) meshettiğine dair hadisi değerlendirmeleri bu kaideye ters geldi. Çünkü hadisi burada beyan saymışlardı. "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz değnek vu­ runuz . " 5 , "Hırsızlık yapan erkeğin ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesi­

niz" 6 ,

" . . . Başka bir koca ile evlenen e kadar. . :·7 ayetleri ile bunları beyan edici sadette olanlarda da durum aynıdır. Mezhebe ait kitaplarda anlatıldığı gibi buralarda niçin hassa beyan la­ hık olduğu sorusunu cevaplarken zorlamalara (tekellüfe) başvurdular. Onlar, " Amın, ass gibi katidir" dediler ve bunu. öncekilerin; "Kur'an'dan kolayımza geleni okuyun" 8 ayeti ile "Fatihasız namaz ol­

h

maz" 9 hadisini değerlendirmelerinden çıkardılar. öncekiler bu hadisi muhassıs (tahsis edici) saymamışlardı.

Yine öncekiler, "Kaynakların (suyun) suladıklarında öşür vardır" l O

hadisini, "Beş veskten a z olanda sadaka (zekat) yoktur" ı ı hadisi ile tahsis etmediler. Bu konuda başka misaller de vardır. Sonra " . . . hedy­ den kolay olanı . . . " 1 2 ayeti ile Hz. Peygamberin, kolay olandan maksa­ dm koyun ve daha büyüğü olduğu şeklindeki beyanı, bu kaideye ters geldi ve buna cevap verirken zorlandılar (tekellüfte bulundular) . " Mefhumu'ş-şart ve mefhumu'l-vasfa itibar edilmez" kaidesini, ön­ cekilerin "Sizden kimin mürnin muhsan (hür) kadınlarla evlenme im­ kanı olmazsa . . . " 1 3 ayetini anlayışlarından tahric ettiler. Daha sonra da yine öncekilerin, mesela "Açık arazide otlayan develerde zekat var­ dır" 1 4 hadisini anlayışlarında olduğu gibi bu kaideye ters bir hayli gö­ rüşlerini cevaplamakta zorlandılar.


74 . ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

"Fakih olmayan birisinin rivayet ettiği hadis ile rey kapısı kapanı­ yorsa, o hadisle amel vacip değildir" kaidesini, öncekilerin musarr�it ha­ disi ile amel etmeyişlerinden tahric ettiler. Sonra namazda yüksek ses­ le gülmenin namazı bozduğuna ve unutarak yemenin orucu bozmadı­ ğına dair hadislerle karşılaşınca, zorlama yollu cevaplar verdiler. Bu misaller çoktur ve araştıncılarca malumdur. Araştırıcı olmayan­ lara ise, işaret bir yana, uzun uzun aniatılsa bile yetmez. Sana· bunu izah etmek için; musarrat hadisinde olduğu gibi " zabt ve adalet sıfatla­ nyla meşhur bile olsa, fakih olmayan birinin rivayet ettiği hadis ile re'y kapısı kapanıyorsa, o hadis ile amel edilmez" meselesinde muhakkik alimierin şu ifadeleri yeter: Bu, isa b. Eban·ın göıüşüdür. Müteahhirün­ dan birçoğu da bunu tercih etmiştir. Kerhl, ravinin fakih olmasının şart olmadığı göıüşündedir. Alimlerden bir çoğu da onun bu göıüşünü be­ nimsemiştir. Çünkü haber, kıyastan önce gelir. Bunlar şöyle diyorlar: Bu göıüş (yani ravinin fakih olması) , bizim ulemamızdan nakledilm e­ miştir. Onlardan nakledilen, haber-i vahidin kıyastan önce geldiğidir. Baksamza onlar, kıyasa muhalif olmasına rağmen, Ebu Hüreyre'nin; unutarak yiyen veya içenin orucunun bozulacağına dair hadisini kabul etmişlerdir. Hatta Ebu Hanife, (Rivayet olmasaydı, kıyasa göre cevap verirdim) demektedir. öncekilerin tatbikatından tahric yoluyla çıkardık­ lan birçok meseledeki ihtilaflan ve birbirlerine cevaplan da sana bu ko­ nuda yol göstericilik yapar. Bu alimierin bazısının, o uzun şerhlerde ve kocaman fetva kitapla­ nnda bulunan göıüşlerin Ebu Hanife'nin ve imameyn'in göıüşleri oldu­ ğunu sandıklarını gördüm. Bunlar, tahric ile elde edilmiş kavil ile ger­ çek kavli birbirinden ayıramıyorlar. " . . . Kerhf'nin tahricine göre şöyle" , "Tahavi'nin tahticine göre şöyle" ifadelerinin anlamını bilmiyorlar. Ki­ taplardaki "Ebu Hanife şöyle dedi" ifadesi ile "Sorunun cevabı, Ebu Ha­ nife' nin kavline göre veya Ebu Hanife'nin aslına göre şöyledir" ifadele­ rini ayn değerlendiremiyorlar. ibnü'l-Hümam, İbn Nüceym gibi muhak­ kik Hanefi alimierin ona on meselesinde ı s , teyemınüm için sudan bir mil uzak olmanın şart olması meselesinde ve benzeri meselelerde kul­ landıkları, "Bu, mezhebe mensup alirolerin tahricidir. Haddizatında mezhep görüşü değildir" ifadelerine de kulak verrniyorlar.


DÖRDÜNCÜ ASIRDAN SONRA INSANLARlN DURUMU

·

75

Bunlann bazılan da mezhebin; Serahsf'nin Mebsurunda, Hidfı­ ye'de, Tebyin'de ve benzeri kitaplarda çokca görülen eectel üslubu için­ deki diyaloglara dayandığını sanıyorlar. Bilmiyorlar ki bu üslubu ilk or­ taya koyan, Muteziledir -ki onların görevi Mutezile' nin görüşlerini müesseseleştirmek değildir- ve daha sonra da müteahhirfın alimler; ko­ nuyu genişletme, öğrencilerin zihnini açma v.b. maksatlarla bu üslup­ tan hoşlanmışlardır. Bu tür şek ve şüphelerden bir çoğu, bu kitapta anlattıklanmız saye­ sinde ortadan kalkar. Bazıları, zahin1er ve re'yciler diye iki grubun bulunduğunu ve bun­ ların dışında üçüncü bir grubun olmadığını, kıyas yapan ve istinbatta bulunan herkesin re'yci olduğunu sanıyor. Asla. Çünkü re'yden maksat, bizatihf akıl ve anlayış değildir. Akıl ve anlayış zaten her alimde bulu­ nur. Maksat, sünnetle tamamen alakasız re'y de değildir. Çünkü böyle bir görüşü hiçbir müslüman benimsemez. Maksat, istinbat ve kıyas gü­ cü de değildir. Çünkü Ahmed'in, İshak'ın, hatta Şafıf'nin re'yci olmadı­ ğında ittifak vardır. Halbuki onlar, istinbat ve kıyas yapıyorlardı. O hal­ de re'ycilerden maksat; müslümanlar veya müslümanların cumhuru ara­ sında icma ile hükmü belirtilenler dışında kalan meselelerde, mütekaddi­ mündan birisinin aslını esas alarak tahrice yönelen ve çalışmaları çoğun­ lukla, ilgili hadisleri ve rivayetleri araştırmaksızın bir meseleyi, benzeri bir meseleye hamletmekten veya bir asla irca etmekten ibaret olan kim­ selerdiL Zahiri de; Davud ve İbn Hazm gibi, kıyasa ve sahabe kavilleri­ ne (eserlerine) göre hüküm vermeyendir. Bu iki grup arasında da Ahmed ve İshak gibi sünnet ehli (ehli sünnet) muhakkik alimler vardır. B- Bunlar Taklidde Huzur Buldular Taklid; onlar farkında olmadan, kannca yürüyüşüyle içlerine girip yerleşti. Sebep, fakihler arası mücadele ve rekabettir. Aratarında rekabet olunca, bir konuda kim yeni bir fetva verse, ona karşı çıkılıyor, reddi­ yeler yazılıyordu. Artık uzayan münakaşa, ancak mütekaddimündan birisinin o meseledeki açık ifadesine dayanılarak kesilebiliyordu.


76 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

Diğer bir sebep de; kadıların zulmüdür. Kadıların çoğu zalim ve gü­ venilmez olunca 1 6 , ancak halkı şüpheye düşürmeyecek kararları ka­ bul görüyordu ki bunlar da, daha önceden söylenmiş hükümler oluyor­ du. Diğer bir sebep; toplumdaki ileri gelen kişilerin cahil oluşu ve halkın, hadisten habersiz, tahric metodunu bilmeyen kimselere fetva sormasıdır. Müteahhirün alimierin çoğunda bu açıkca görülür. ibnü 'l-Hümam ve di­ ğerleri buna dikkat çekmiştir. Hal böyle olunca müctehid olmayan kişile­ re fakih denmiş ve taassuba çakılıp kalınmıştır. Aslında fakihler arasındaki ihtilafların çoğunda; özellikle de teşrik tekbirleri, bayram namazındaki tekbirler, ihraıniının nikahı, İbn Ab­ bas'ın ve ibn Mesud'un teşehhüdü, namazda besınelenin ve arninin gizli okunması, karnetteki lafızların tek veya çift oluşu gibi hakkında iki tarafı da destekleyen sahabe kavillerinin bulunduğu meselelerde; yapı­ lan iş, iki kavilden birini tercih etmekten ibarettir. ı 7 Selef, meselenin meşruiyeti üzerinde ihtilaf etmiyordu; onların ihtilafı, iki durumdan hangisinin daha uygun (evla) olduğu hususunda idi. Onların bu tarz ihtilafları, kurranın kıraat vecihleri ile ilgili ihtilafına l;ıenzemektedir. Fakihler bu neviden birçok meselenin illetini açıklarken (Sahabenin bu konuda farklı görüşleri vardır ve onların hepsi de hidayet üzeredir) şeklinde izahta bulunurlar. Bu sebeple alimler, ictihadf konularda fetva ehli alimierin (müftülerin) fetvalarını caiz görürler, hakimierin verdikle­ ri mahkeme kararlarını kabul ederler ve bazan kendi mezheplerinin dı­ şında bir görüşe göre amel ederler. Bu konuda mezhep imamlarının yaptıklarının, bir görüşün sahih olduğunu açıklamaktan ve o meselede­ ki ihtilafı da belirtmekten olduğu görülür. Onlar şöyle derler: "Bu, daha ihtiyatlıdır". "Tercih edilen, budur", "Bu, bence daha hoş tur". "Bize ula­ şan, bundan ibarettir" . Bu tip ifadeler Mebsut'ta, imam Muhammed'in eserlerinde (veya Asar'ında) , Şafii'nin sözlerinde çokça görülür. Sonra başka bir nesil geldi. Onlar mensubu oldukları grubun sözle­ rini ihtisar ettiler (özet hale getirdiler) . ihtilafları tevil ettiler. imamları­ nın tercih ettikleri görüşler ve daha öncekilerin, kendi mensubu olduk­ ları mezhebin görüşünün alınmasına, hiçbir şekilde onun dışına çıkıt­ ınamasına dair yaptıkları nakiller üzerinde sabit kaldılar. Bunun da se-


DÖRDÜNCÜ ASIRDAN SONRA INSANLARlN DURUMU

·

77

bebi açıktır. Çünkü her insan, -kıyafet v e yiyecek meselesinde bile­ mensubu olduğu grubun ve milletin tercihlerini beğenir. Bunun, delili değerlendirmeden kaynaklanan bir ataklık veya benzeri başka sebeple­ ri de olabilir. Bazılan bunun, bir dfnf taassub olduğunu zannettiler. Hal­ buki onlann böyle bir durumu olamaz. Gerek sahabe arasında, gerek, tabifn arasında ve gerekse daha son­ raki nesilde (namazda) besmeleyi okuyanlar da vardı, okumayanlarda; (okuyanlar arasında) besmeleyi sesli okuyanlar da oluyordu, sessiz okuyanlar da. Sabah namazında kunut okuyanlar de vardı, okumayan­ lar da. Hacamat, burun kanaması veya kusma sebebiyle abctest alanlar da oluyordu, almayanlar da. Kimisi, tenasül organına dokununca veya şehvetle kadınlara dokununca abctest alıyordu, kimisi alınıyordu. Kimi­ si ateşle teması olmuş bir şey (yediği) için abctest alıyordu, kimisi alını­ yordu. Yine kimisi deve eti yiyince abctest alıyordu, kimisi de almıyor­ du. Buna rağmen onlar, birbirlerinin arkasında namaz kılıyorlardı. Ebu Hanife ve ona bağlı alimler ile Şafıf ve diğer alimler de böyle idi­ ler. Maliki mezhebine veya başka mezhebe mensup Medine imamlan­ nın arkasında namaz kılıyorlardı. Halbuki onlar namazda gizlice de, açıkça da besınele okumazlardı. Reşid, hacamat olmuş halde imam oldu ve Ebu Yusuf da onun arka­ sında namaz kıldı ve namazını iade etmedi. Çünkü İmam Malik ona (Re­ şid'e) , abctest alması gerekınediği şeklinde fetva vermişti. Ahmed b. Hanbel'e göre burnu kanayan veya hacamat olan kişinin abctest alması gerekir. Kendisine şu soru soruldu: - imamdan kan çıksa ve abctest almasa, onun arkasında namaz kı­ lar mısın? - imam Malik'in ve Said b. Müseyyeb'in arkasında nasıl olur da namaz kılmam? , diye cevap verdi. Rivayet edildiğine göre Ebu Yusuf ve Muhammed bayram namaz­ lannda İbn Abbas'ın görlişüne uygun şekilde tekbir alıyorlardı. Çünkü Harun Reşid, dedesinin tekbirinden hoşlanıyordu. Şafıf, Ebu Hanife'nin bulunduğu kabristana yakın bir yerde sabah namazı kıldı ve ona saygısından dolayı (teddüben) namazda kunut okuruadı ve "Belki de Iraklılann mezhebine meylettik" dedi.


78 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLER!

tınarn Malik'in Mansur'a veya Harun Reşid'e söylediklerini yukan­ da zikretmiştik. Bezzaziye'de anlatıldığına göre ikinci imam (Ebu Yusuf) , cuma gü­ nü harnarnda guslettikten sonra insanlara namaz kıldırdı. Cemaat dağıl­ dıktan sonra o hamamın kuyusunda bir fare ölüsü bulunduğu haberi geldi. O zaman Ebu Yusuf " M edineli kardeşlerimizin 'Su, iki kulle (kul­ leteyn) miktanna ulaşınca pislik taşımaz' sözünü alınz", dedi. C- Alimierin Çoğu, Her llim Dalında Derinlemesine Çalışmalara Yöneldiler. Kimi esmaü'r-rical (ravilerin isimleri) ve meratibü'l-cerh ve't-ta'di1 ilmini tesis ediyorum iddiasıyla ortaya çıktı, sonra bundan vazgeçip es­ ki ve yeni tarihe yöneldi. Kimi, mevzü' bile olsa, ender rastlaqan enteresan rivayetler konu­ sunda derinleşti. Kimi usulü'l-fıkhta çokça ki1 ü kal'e yer verdi, herkes kendi üstadları lehinde cedel kaideleri istinbat etti, çok çeşitli meseleler ortaya attı ve bunlara cevaplar verdi, onları süsleyip püsledi. Bazan uzun uzun yazdı, bazan özetledi. Kimisi de hiçbir akıllının maruz kalmayaca­ ğı uzak tasavvurlar farz etmek suretiyle veya ehli tahricin ve daha aşa­ ğı tabakadaki alimlerin; alimin de, cahilin de dinlemek isterneyeceği ge­ nellemelerini, işaretlerini çekip uzatarak bu yola girdiler. Bu cedel, ihtilaf ve derinleşme fitnesi, müslümanların, aralannda taht kavgası yapıp, bir­ birlerine karşı zafer kazandıkları ilk fitneye yakındır. O fitne, arkasında; zalim bir idare, kör ve sağır olaylar bıraktığı gibi, bu fitne de arkasında; cehalet, kargaşa, yersiz şüpheler ve vehimler bıraktı. Onlardan sonra ge­ lenler, sırf taklit üzere yetiştiler. Bunlar hakkı batıldan, cedeli istinbattan ayırmadılar. O devirde fakih, bir ayırım yapmaksızın önceki fakihlerin, kuwetli ve zayıf kaviilerini ezberleyen ve bunları avurtlannı şişire şişire serdeden kişidir. Muhaddis de, hadislerin sağlamını sakatını sayan, çene kuvveti sayesinde bunları bir çırpıda söyleyen kişidir. Bunu söylerken o devir alimlerinin hepsi de ve sürekli olarak böyleydiler, demiyorum. Al­ lah'ın öyle kulları vardır ki insanlar tarafından terkedilmek onlara zarar vermez. Onlar, sayıları az da olsa Allah'ın yer yüzündeki hüccetidir.


DÖRDÜNCÜ ASIRDAN SONRA INSANLARlN DURUMU

·

79

Daha sonra gelen asırlardan her biri. öncekine nisbetle daha fitneli, taklidin daha bol. insanların gönüllerindeki emanetin daha şiddetle çe­ kilip alındığı asır oldu. Artık insanlar dini konulara girmeyi terkedip "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve onların izini takip etmek­ teyiz. " demekte huzur buldular. Şikayet Allah'adır. Yardım ondan istenir. Güven de ondadır, tevek­ kül de ona.

"el-insaf fi beyani esbabi' l-ihtilaf· adlı bu risalede irad etmek iste­ diklerimiz burada sona erdi. Başta da sonda da, zahiren de batmen de hamd Allah'adır.


80 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

ı . Gazzall. İhyau Ulumiddin, Beyrut 1 4 1 2/ 1 992, ı. 63-64 . 2. Hac, 22/77 . 3. Ebfı Davud, Sünen, Salat, 1 48 ( 1 44) (I, 534, no: 855) ; Tirmizi, Sünen, Salat, 1 96 (II, 5, no: 265 ) : Nesa!, Sünen, Tatbik (salat) , 54 (III, 2 1 4 ) ; İbn Mace, Siinen, İkametü's-Salat. 1 6 (I, 282, no: 8 70) . 4 . Maide, 5/6. 5 . Nur, 24/2. 6 . Maide, 5/38 . 7 . Bakara, 2/230 . 8 . Müzzemmil, 73/20 . 9 . Tirmizf, Sünen, Ebvabu's-Salat, 1 83 (II, 25, no: 2 4 7) . 1 0 . Buhar!, Sahih, Zekat, 54; Tirmizi, Sünen, Zekat, 1 4 ; Ebu Davud, Sünen, Zekat, I 4; Nesa!, Sünen, Zekat, 2 5 . 1 1 . Buhar!, Sahih, Zekat, 4, 3 1 , 4 1 , 5 5 ; Müslim, Sahih, Zekat, 1 , 4 , 6; Ebu Davud, Sünen, Zekat, 2; Tirmizi, Sünen, Zekat, 7; Nesa!, Sünen, Zekat 5 , 1 8, 2 1 , 24. 1 2 . Bakara 2/196 . 1 3 . Nisa, 4/25. 1 4 . Yaklaşık rivayetler için bkz: Nesa!, Sünen, Zekat, 4 , 7; Ebu Davud, Sünen, Zekat, 5. 1 5 . Suya kanşan necasetin, suyun temizliğini etkilernesi ile ilgili olarak 1 0x 1 0 genişliğindeki havuzlann durumu ile ilgili görüşleri kastetmiş olmalı. Bkz: İbnü'I-Hümam, Fethü '1-Kadir, Kahire, 1 3 1 9 , I, 70- 7 1 . 1 6 . Ebu Gudde bu değerlendirmeyi aşırı bulduğunu ifade ediyor. 1 7 . Buradan itibaren, ı(C) maddesine kadar olan kısım Abdülfettah Ebu Gud­ de'nin tahkik ettiği nüshada yok.


indeks

Abdullah b. Abbas: 1 6, 43

Basra: 23. 30. 34, 38

Abdullah b. Amr: 23

Beyhaki: 44, 69

Abdullah b. Mesud:

Bezzaziye: 78

1 7, 18, 22, 23. 29.

37. 4 1 , 42. 46, 76

Buhari: 2S, 36. S3, S4, 6 1 . 62, 80

Abdullah b. Ömer: 1 6, 23, 3 1

Bulkini: S9, 60

Abdurrahman b. Avf: 1 7

Ca bir {r.a . ) : 22

Abdurrahman b. Mehdi: 39

cabiye: 6 1

Abdürrezzak: 31, 39

caiz: 22. 33. 34, 40, 49. s ı . S9, 60, 76

acem: 66

cami: J J , 47

Adabu'l-fütya: 60

Camiu's-sahih: 44

Adudü"d-din: 3S

Cumhur: 20. 22, SS. 60, 7S

Ali b. el-Medfnf: 39

Darekurııi: 44

Alkame: 23. 24, 28, 29, 46, 4 7

Dariıni: 1 6. 44

amın: 22. 64

Davud es-Sicistiinf: 39

Ammar: 1 9, 22

Deylemi: 44

Arapça: 4S. 49. S3, 63

Ebtah: 1 9, 20

ashabu'l-vücuh: S7

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe: 31, 39

Ata b. Ebi Rabah: 23

Ebu Davud: 20. 2S, 39, 44, 4S, 68, 69,

Bagavi: 60 Bagdat: 6 1 , 67

80 Ebu Hüreyre: 1 8, 20, 24. 29. 34, 74


82 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI

Ebu Musa:

ı 7. 39

Ebu Said: 1 7

Harun Reşid: 30, 3 ı . 77. 7B Hasan el-Basri: 23

Ebu Talib el-Mekki: 55

Hasen: 43. 4S

Ebu Yusuf ve Muhammed: 3 1 . 32, 67,

Harib: 44. 64

77

Ebu Yusuf: ' 3 1 . 32, 51, 56, 6 7. 77, 7B

Hattabi: 50. 54 Hennad: 39

Ebu Zür'a: 59. 60. 6 1

Hidaye: 75

Ebü Hanife: 3 ı

Hint: 63, 66

Ebü'l-Hasen el-Eş'ari: 62

Horasan: 31, 32. 3B. 62

edep: ı s. 6 9

Hulefa-i raşidin: 71

ehl-i harameyn: 23

Hz. Aişe: 1 9, 20. 2 ı

ei-Balır: 60

Hz. Ebu Bekir: 1 6. ı 7

el-camiu'l-kebir: 32

Hz. Osman: 23

el-cem' beyne'l-muhtelifeyn: 2 1

Hz. Peygamber:

ei-Envar: 62 el-Kasım: 1 6

ı 5, 1 6, ı 7, !B, 1 9, 20,

2 1 . 22, 27. 2B. 37. 40, 44, 46, 49, 5 1 , SS, 73

ei-Mebsüt: 32

Ib n Abdilberr: 4 4. 6 7

el-ümm: 32, 64

lbn Abdisselam: 6 ı

en-Nehru'l-faik Şerhu Kenz'id-dekaik:

lbn Amr: ı 9

64

lbn Cerir: 6 1

er-Rabi' b. Sabih: 30

lbn Cüreyc: 30

er-Reddu ala men ahlede ile'I-ard ve ce­

lbn Dakiki'l-id: 6 1

hile enne'l-ictihad fi kul!i asr fard: 60

lbn Hacib: 2B. 36 lbn Mace: 25, 26. 36. 53

esmaü'r-rical: 7B

Ib n Sirin: 42

et-Tehzib: 60

lbn Süreye: 6B

eıbau't-tabiin: 65

Ib n Uyeyne: 30, 3 ı

Evzai: 23, 42

lbn Ziyiid: 59

Fadı!iyye: 6 1

lbnü'I-Hünıam: 56, 70. 74, 76, BO

Fadl b. Dükeyn: 3 9

lbnü's-Sabbag: 60

Fatıma binti Kays: 1 B

lbnü's-Salah: 60

fazz: 4 4 , 53

lbrahim en-Nehai: 23, 3 1 . 32

Fetava: S9, 60

lema: 6S

Fukalıa-i seb'a: 3 1 . 34

ictihad:

fürü:

30, 3 1 , 32, 35, 5 1 , 65

ganbü'l-lliga: SB

ı 7, I B,

2 7, 28.

33, 34. 40, 4 1 ,

4B, 5 1 , S7. 59. 60, 6 1 , 62, 6 7, 6B, 69

Gazzali: 45

Imam Muhammed: 3 ı . 33, 76

haber-i vahit: 33

lmamü'I-Hareıııeyn: 66

Hanbeli: 63. 6B

ınıran b. Husayn: 22

Hanefl: 3 1 , 32, 34, 6 7. 72. 74

Irak: 3 1 , 3B


INDEKS · 83 tshak b. Rahe\·eyh: 39, 43, 56

munkatı': 33, 50, 65

istidtal: ı 7, 2B, 34, 35, 45, 4B, 4 9

Musanııef: 3 ı

Kabe: 30

Muvatta: 30, 3 ı , 32, 6B

Kadı Yahya b. Said: 23

Müctehid: 32, 40, 45, 46, 4 7, 4B. 49,

Kahire: 6 1 , 70. BO Kamitiyye: 6 /

55, 56, 57, 5B, 59, 60. 6 / , 62, 63, 64, 65, 66, 6 7, 6B. 69, 76

Ketam: 52, 56, 6B, 72

mürsel: 2B, 33, 43, 49, 64

Kıyas: 23, 29. 3 1 , 32, 34, 35, 4 7, 49,

Müsedded: 39

5B, 62. 63. 64. 65. 74, 75

Kit.ibu'l-asar: 3 1

Müslim: ı 7, ı 9, 25, 26, 36. 44. 45. 53, 6B, 69, BO

Kitabü'l-MU\·ana·: 6B

Müsned: 36, 39, 6B, 69

Küfe: 23. 24, 30. 3 ı . 3B

müsned: 2B, 33

Kur'an:

Müsnedü'ş-Şafıi: 6B

ı 6. 3B. 40, 42, 46, 56, 57, 58,

Nahiv: 63

65, 6B, 73

Kütu'l-kulüb: 55 Ma'kıl b. Yesar:

1 7. ı B

Magrib: 3 ı

nass: 28, 35, 49, 62 Nesaf:

ı8, 25, 36, 53, 6B, BO

nesh: 22, 2B

Malik b. Eııes: 4 3

Nevevi: 60, 6 ı , 62, 64., 70

Maveraünnehir: 3 4

Nisabur: 6 ı

Maverdi: 60

Nizarniye medresesi: 64

Mealimü's-sünen: 50

ömer b. Hattab: ı 6

Mebsüt: 32, 75, 76

ömer b . tshak: ı 6

Medine: 23. 24, 29: 30. 3 1 , 32, 63, 77

Rabia b. Abdurrahman: 23

Mekhül: 23

Ravi: 39, 40, 49, 58, 72, 74, 78

Mekke: ı 9, 23, 30, 53, 63

re'y: 34, 3S, 3 7, 3B, 40, 74, 7S

meratibü sıhhati"l-hadis ve da'fıhi: 5B

Rüyanf: 66

meratibü'l-cerh ve't-ta'dil: 7B

rüküıı: ı s

Meratibü'r-ricale: 5B

Sahabe: ı s, ı 8, 77

merfu muttasıl: 39. 43

sahih:

Mevkuf: 2B, 43 mezheb: 22, 3 ı . 32. 35, 48, 5 ı , 55, 5 7, 5B, 59, 60, 6 / , 62, 66, 6� 6B

ı s, 2S, 26, 29, 32, 33, 34, 36,

38, 39, 43, 44, 45, 49, SO, S3. 5B, 60, 6S, 6B, 72, 76, 80

Sahihu Müslim: 68

Mısır: 3B, 6 7

Said b. Müseyyeb: 23, 2 7

Mina: ı 9

Said b . Cübeyr: 2 0

Muaz b. Cebel: 3 7

Salihiyye: 6 ı

Mugtre b. Şu'be: / 6, ı 7

Salim b. Abdullah b. ömer: 23

Muhammed b. Abdurrahman b. Eb[ Zi'b: 30

Seııed: 34, 39, 6S Serahsi: 7S

Muhammed b. Mesleme: ı 7

Sevri: 30

muhkem: 22

Suyüti: 60, 6 ı , 64, 70


84 · ISLAM HUKUKUNDAKl FARKLI GÖRÜŞLERIN SEBEPLERI Sünenü'd-Darekuıni: 68

tahsis: 22, 73

Sünenü'I-Beyhaki: 69

Takıyyüddin es Sübki: 59

Sünenü'n-Nesai: 68

Tank: 33, 34, 39. 40. 44. 45. 50, 58

Sünnet: 20, 23, 29, 30, 38, 40, 4 1 , 44, 45. 56, 62. 65, 75

Şa'bi: 22. 23. 28, 29. 38. 42. 46 şafii: 32, 33, 34, 35, 50, 51, 59, 60, 6 1 .

Tavüs b. Keysan: 23 Tebyin: 75 Tirmizi: 25, 26, 36. 42. 44. 45, 53, 54, 69.

BO

62. 63. 64, 65, 66, 6 7, 68, 69, 72,

Ubade b. Nüseyy el Kindi:

75, 76, 77

Usülü'l-fıkh: 66

/6

Şah Veliyyüllah Dihlevi: 82

Vacip:

şazz: 44

Yahya b. Said el-Kattan: 39. 44

20, 2 1 . 5 1 , 57. 60. 63, 72. 74

Şerhu Muhtasarı'l-usül: 35

Yemen: 23, 38

Şerhu'I-Mühezzeb: 60

Yezid b. Harun: 39. 44

Şerhu's-Sünne: 69

Zabt: 2 1 , 40, 74

Şerhu't-tenbih: 60

Zahirtyye: 6 /

T<ibiin:

1 5, 22. 27, 28, 29, 32, 34, 40,

56, 65. 77

Tahrir: 56, 70

Zeyd b. Eslem: 2 9 Zeyd b. Sabit: 29 Zühri: 1 9, 23, 29, 34, 3 7


Notlar: ı - Tercümede baskı yeri ve tarihi olmayan, fihristi ile birlikte 46 say­

fa tutan nüsha esas alınmış, daha sonra Abdülfettah Ebu Gudde tarafın­ dan neşredilen nüsha (Beyrut ı 406- ı 986) ile karşılaştırılmıştır. 2- Baskı yeri ve tarihi olmayan nüsha burada 43. sayfa olarak bit­ mektedir. Ancak 45 . ve 46 . sayfalardaki fıhristin sonunda 44. sayfa için Şah Veliyyullah Dihlevf'nin Huccetüllahi'l-baliğa'sından alındığı ifade edi­ len "el-merakizü'l-ula li dairati'l-ılmi'l-islamf" başlıklı son bölümden söz edilmektedir . 3- Abdülfettah Ebu ğudde'nin neşrettiği baskıda yukarıda risalenin bittiğini ifade eden parağraf yoktur (s.96.) 97. sayfadan itibaren "et-Tak­ lld fı'l-mezahibi'l-erbaa" başlığı altında kitap devam etmektedir. Kitabın sonu ı ı ı . sayfadır . Tercümede birinci nüsha esas alındığı için bu bölüme yer verilmemiştir. 4- Dip notlar, mütercim tarafından tesbit edilmiştir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.