Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri 02 a Hasan Hüseyin Ceylan

Page 1


I

REHBER YAYINLARI Araştırma - İnceleme Dizisi

22 7

1 :1.. I'

٠_ /١

‫؛‬i "٠ i|

Kap ٠ k D izg i & Mızaopâj Baskı

öziculEREN REHBER. DUgî Tesisleri Bur٠ k Mfllbucılık Tie. Ltd. Şti. 346 20 33 ٠ 346 16 46 ANKARA

■ C u m h u r iy e t D ö n e m i D i n ٠ D e v l e t İ liş k ile r i" a d lı e s e r i n tü m y a y ı n h a k la n ■ R E H B E R ® Y a y ı n c ı i ı k " a a ittir .

1


L

u

H asan H ü se y in CEYLAN

C u m h u riy e t D ö n e m i

DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ

G E N E L D A Ğ IT IM

AKÇAĞ BA 81M T A T lIf PAZARLAM A A.Ş. H û k û m ci Cad. Na 8 /C Ulus/ANKARA 4 3 2 17 9 8 . 4 3 3 8 6 51


HAŞAN HÜSEYİN CEYLAN : 2 Şubat 1959 Tarihinde Beypaza* n'nda doğdu, ilk öğrenimini memleketi olan Beypazan'nda tamamladık­ tan sonra, ona öğrenimini İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde sürdürdü. 1977.de İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Yüksek öğrenimini A. Ü. İlahiyat Fakültesi'nde sürdüren CEYLAN. 1983 yılında aynı fakül­ teden mezun oldu. Haşan Hüseyin Ceylan evli ve üç çocuk babasıdır. Halen gazeteci - yazar olarak uğraşını devam ettirmekte olan yazar. 1983 yılında A. Ü. İlahiyat Fakültesi.nden mezun olduktan sonra, aynı yıl yayına başlayan İlâm Dergisrnin çıkışında bulundu ve aynı derginin 1987 yılı başına kadar genel yayın yönetmenliğini yürüttü. D ış Politika dizisinin Ankara Temsilciliği­ ni yapmakta olan yazann bugüne kadar çeşitli dergi ve gazetelerde yayın­ lanmış yüzlerce maalesi vardır. Yazann elinizdeki üç ciltlik bu araştırma eseri. Suudi Arabistan’da Arapça’ya tercüme edilerek yayına hazır hale getirilmiştir. Y azann .'٥ /n -D evlet Ilişk ile rr adlı eseri *'Islami Hareketler A n sik lo p e d isr adlı Arapça eserin sahibi Kemal Hoca tarafından Arap­ ça'ya kazandınlmıştır. Haşan Hü.scvin Ceylan’ın aynca 'T ürkiye'nin D üşünce Sorunları" adlı ya­ yınlanmış ve Türkiye'nin D ış P olitika Sorunları, M illi M ücadele Tarihi, Ezan'ın A nlatılm am ış Ö yküsü : Tanrı U ludurdan, Allahü Ekber'e Giden Yol. R u h i Ö zcan A rm ağanı adlı yayına hazır araşerma eserleri mevcuttur.


iç in d e k il e r

SUNUŞ

9

BtRtNCt »ÖLÜM ANKARA İSTİKLAL MAHKEMESİ vc SINIR TANIMAZ ZULÜMLER___ ______ _______ 17 Dini Ki7.mcÜCTİn Karşılığı: İdam................................................. .......................................... 22 İKİNCİ BÖLÜM DEVRİMLER ve DEVRİLENLER_________________________________________________ 25 Kasiamonu vc İnebolu Gezilen .............................. ......................................- ...................... 28 Şapka Cumhuhyctın Yüksek Amacı......... - ......... .......... ................... ........... ............... .................... 29 Mutaassıb Zıhniycüenn Parçalanması Zaruridir....... ........ ................... .......... .............. ........m............ 31 Tekkeler Kapaulıyor Şeyhler Cezalandınlıyor................................... ........... .—...— 33 Devrimci Başkan: Rıfai Börekçi.......... ........................................ ................ - ................................— 35 Tekke vc Zaviyeler Hakkında Kararname...................... .٠ ......... ....... .................. ................ .. 36 Şapka Kanunundan Önce İşlenen Keyh Zulümler............................ ................m.........—.— 37 Devlet Yardımında Değişik Bir Boyut: Şapka Avansı..................... .................. .............. .................. 37 Gazeteler Şapka Giymcycnlcrle Alay Ediyor....... ...... . 38 Şapka Festen Ucuz Olacak Denmişti!........................... .............. ........................... .............................39 Yahudi. Rum ve Ermem Sapkaalar...................«................................. ....... .......... .............. ............. 40 Şapka için Ölmek Veya Ölmemek............. ........ ..................... ...... —-------------------------- -— 41 Sakallı Nurettin Paşanın Şapka Direnişi........................... ...»........... ....... ........ ....... ....................... 42

....... Dcvrimlcre Ka^ Raşlayan Tepki vc Ayi^anmiar » Once Eraınım.dan Başlamak..:-....».».-...--..........AskCTiCT Halfan u zerine Ateş Açjyor idam Yetkin istiklal Mahkc^clcn^ Devrediliyor..— Sıra Kaysm'de ve Kayserili bluslumanla^a...... Sıvaslı Din Adamlannın İdamı.............— .^‫ا‬ » ٠ ^‫س‬ ٠ ...- ٠ .٠ ٠ ٠ ٠ . ٠ ٠ ٠ ——.-.٠ ‫ا‬ ‫ذ‬ Kahramanmaraş١ a Cami Taranıyor ve Camitte saklanan mUslUmanlar Birer Birer Tutuklarayor Maraşlı imam. Müezzin ve Şeyh Efcmhlcrin idam .................... Maraş Kadar Güçlü Bir Direniş: Rize Başkıldınşı— ٠- - . ٠٠٠٠٠- ٠٠٠٠ HcdcI Sakallı Nurettin Paşa ve Isfalipli AufHtxa Ulemaya Toplu Tutuklamalar— p Cç CNCUBOLUM ŞAPKADAN S(١ N;RA BAŞLATILAN SİNDİR.ME h a r e k e t l e r i v e SLNIR TANINlAZDEVLETTERORi;!:--!:— ‫ﺗﺎ‬١ ‫«أ‬ ‫س‬ Devlet İşbirliği M akezden Taşraya Slaralart H utW ^ ‫ ) ؛‬.-

I^vlrt l^m K uftany^l ). l^n - l ı l e n ‫ﻛﺎد‬٠ ‫ ه‬Baakt Ahırala ٠ ...

١

.........

IBMM C yelen Din 1lw ^ ıh le n n ı Yok Sayıyor Din Gortvlılennden Diyanet 1 .1 ^ B a ş k ^ ı^ .n .

Ş f kının FiiikJcn Kunia Kum 1lıkıyen I k a v ı !■ tıy ıi moıunuz?

‫ر‬٠‫ع‬

Alim ve 1 Bil i k a B ıb iid a m ıŞ â p k iG ıy e td

١٠H

m

6٦ 67 64

Cıtılpc Etmeyin Başka Ihaan istemeyiz.'

71

‫ة‬ ‫ط‬

Tt

92 "

I t t i f i kJMi

٠‫ ﺳ ﺲ‬٠ İ M

59 62

91 9:

lıtkOıp l u u ı l ı c ı .

48 50 51 51 53 54

‫و؛ا‬

InİaİAi Bıni Kjtfıun YuIuyU I n h l f

N

47 48

‫اا‬

SuçMizluk Şuçu

Sıra A lil I k ı . d a Ti U M imi ‫ﻃ ﺎ‬

45 46 47 ١ ٠ .

69

A R A E K .1 ŞAPK. ١ U Ö R L N A B A T A N G Ü N E Ş : iN K lL lP L l A T I F H (H ١ A ٠ ٠ Ş E H .١ D E T E G ID E N

...........

44

V e n ja


Oncc Alkış Sonra Muhakeme.................................................................................................................. o‫؟‬ Müslüman Olmak Suç mu?...................................................................................................................... o٥ Savcının Talcplcn................................................................................................................................ 97 Auf lloca'nın Kerameti................................................................................................................. o. Şchadei Makam-ı......... ................................................................................................................................ CİHAD I F E R İY E VE DİNİ REKORMASYONLA YOK EDİLEN DİN HİZMETLERİ: BLHARIHANLAR, MUSLIMHANLAR. MESABIHHANLAR. ŞİFAHANLAR. ŞEMAILHANLAR.... HEPSİ TARİHE KARIŞIYOR!_______ ________ _______ _______ Cüz.Ilan........................................................................................................................................... Dc\٠ ir٠ Han Sure.llan . Aşır.llan Kafian veya Hafızan Buharihan........................ Milslimhan .......‫ح‬ ............. Sifahan d O r d On c O b O l ü n i DİN H tZ lT L tL E R İ N E YAPILAN ZULÜM ve CAMİLERİN FONKSİYONLARI

‫ا‬0 ‫ا‬ 104 105 105 106 106 108 111 113 117 120 126

Ayasofya Ihadetc Apim alıdır................................................................................................. İ A EK l i f i ATATLRK ADINA NL.MARASIZ SAHTE KARAR.NA.١ IE İLE MtİZE HALİNE 127 g e t ir il e n a y a s o f y a c a ١ i i i ~٠ ~٠ ٠ ٠ .^ ٠ ^٠ ^٠ ^ m٠ “ .٠ .٠ “٠ m٠ ٠ ٠ ٠ ٠ .٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ m٠ . 129 AyasofyaKararnamesi..., ..................................................... .. ٨ ya«١ fya Harap Haldcydı........................٠. .. .. .. ......~ .............. ٠... .. ٠. .. .. .. .. .. .. ٠.٠٠.... ٠.٠٠٠... ٠٠.٠. . ٠. ~ . . . . . . . . . . . . . . . ٠ 130 Fatih. Şehrc Fetih Günü Girmedi......................... - .................................................... - .......................... 130 132 Ayasofyanın Mılzc Yapılışı............................................ .................................................. .. 133 Şark Alemini ScMndirecek Karar.. Ihadetc Kapatmak mı? BOylc MUnasebeisizUk Olur mu Hiç?.........-...........................-............-.......... 134 135 ibadete K٠ ^ atıl^ a٠ na D airlliçbir Dayanak Yotaur.. 135 Tamirat! Bilene Kadar Geçici Olarak Kapanmıştı....-................................................... ٠~ ٠. .. .‫ ا‬٠•. 136 Ve Tek Pariı Donemi 137 llaian Ali Y ü « l٠ ın Akil A lm a zo ^ n lan 137 Düzmece K ararnam e........................... Kararname Diye Geçiştirilmiş Bir Y a n ! .........‫ذ‬...‫ا‬....‫ا‬.......‫ب‬ .......٠ ٠ ٠ .٠ ٠ ٠ ٠ ♦٠ ٠ ٠ ٠ -٠ ٠ -٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ -٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ -٠ ٠ ٠ ٠ ٠ "٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ “٠ ٠138 139 Turkiyc.de C cçia Karariar Bir müddet Sonra D aim deşiri. I^cvıi Hükümeti Donemi.......................................... - ............................................................................ 139 Demird Hükumcii Donemi............................................................................... ".................................... 140 140 12EylülD aıbesi. ......... 141 Ziyaret Içm ille de Muze O lm a. Gerekmez. ................." ‘ 141 142 Muslumam^^badchne Ceza Papanm ianc ‫ﺀ‬ ‫غ‬ ‫ي؛‬ ‫؛‬:‫خ‬ ‫اذ‬٠ ‫ي‬ ٠ ‫ئ‬ ‫؛اﺀ‬٠ ‫ي‬ ‫؛‬.“ "٠ ٠ ٠ ٠ 145 DİN c i j r e v l i l e r I n e s o n s l z Z L IL M ™ ‫ا‬:٠ -٠ ‫ت‬ ٠ ‫ل‬ -٠ ‫ت‬ --------------------------------------------151 d i n d e p f f o P A ^ A R ve ISLAMIYETİ ISLAH p r o j e l e r i ( ! ) - . - . - - . - - . . . . . . - - . - . . - . . . - - . 158 Turk Inkılıbı Karasında MusldmanlıOn ^ ı m u ................................. ٠ ٠ 162 163 Kur an‘. C٥ İK „u n u ^ ^ ^ ٠ ٠ k Gayretlen::: . . . 165 165

‫ﺞ‬

‫ﻏ‬

‫ة‬

:

‫ح‬

٠‫ ج‬: ‫ع‬

‫ع ﺀ‬

‫ث ؛‬.‫ا‬٠

!‫؛؛اﺀةة‬١‫ﻳ ﺊ‬. 0‫ﺀع;ﺀ؛ﺳﻶﺀﻵ‬:‫ﺷﻬﺌﺎﻻ‬٠‫ﺛﺎﺀة؛ﻫﻲﺀ'؛‬-‫ﺀ‬-.-.......

- -- -

..

Y ın Dmi Veya Yeni illim

t k O c |i|ü n ıc k Li İİ}،c Aykuı 0 ‫اﺀﺀ‬،‫ت‬ ‫ﻣﺎ‬.................................................................. ‫ﺀ‬٠ ‫د‬ ■٠ : ■■

169 172 173 174


Dînde Reform Kanununa Esas Teşkil Edecek Allematif Göıtlşlcrimiz Kurana Konulmak Islcr)cn Yeni Sûreler!........................................... ''iki Vakil Namaz Kılınacakur.............................................................................. .......................... Bu Yeni Dini Kabul Etmeyen Hocalar Türkiye’den Kovulacakur!................... ....... ....................... ”Cuma Hutbeleri Atatürk'ün Nutkundan Sedlecckiir Hafızlık Yasaklanacaktır"................. ............ "Camilere Allah ve Muhammed Yazılannın Yanına Atatürk'ün İsmi de Konacaktır"....................... "Kadınların Çarşaflı ve TescttUrlU Olarak Dolaşmolan Yasaktır".................. .................. m..................... "Ata’nın Kabrini Ziyaret, Türk'ün Haccı Olacaktır................................................ ......................... "Yeni Din" veya "Yeni Islama Görüşlerimiz İçin Gerekçe".................... ....................................... Maksadımız........................................................................................................................ .......... Kur'ân-ı Reddetmenin Laikçesi: Dinde Reform............................................................................... YEDİNCİ BÖLÜ.M LAİKLİK ve DEVLETİN DİNİ DENETİ.M ALTINA ALMASI-------------------------- ----- "Atatürk’le Üç Ay" ve Laiklik Dinsizlik midir?..........................................- ........ - .............. ...... . !.aiklik Bizde Dinsizlikten Başka Birşey Değildir?.......................................................................... ^ SEKİZİNCİ BÖLÜM LAİKLEŞME SÜRECİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER--------- ---------------------DOKUZUNCU BOLUM HARF İNKILABI ve ARAP HARFLERİNE SON VERİŞ!_____ ____________________ __ Harf Devrimi, Islâm Kültüründen Kopmak içindi............................................................. .......... .. ismet İnönü'nün 29 Ağustos Nutku ve Dolmabahçe Kararlan..................................... .................. Kanunun Kabul Ettiği intikal Devresi........................................ ................................................... ARA E K . V İSLÂM HARFLERİNİN YASAKI.ANMASI ÜZERİNE ÜZÜNTÜSÜNDEN ÖLEN BİR ÂLİM : SEYYİD TAHA EFENDİ---------- ------------------- -------------------------------------- --ARA E K -V I ARAP HARFLERİNİN ISLAHI VE DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA İLK TEŞEBBÜSLER VE NETİCELERİ______ ___ ____________________________________ Arap Harflerinin Islahı ve Tecdidi Hakkında MUnif Paşa ile Ahunazade Felh Ali'nin TcidiİleTİ-.... Harflerimizin Islahı ve Değiştirilmesi Hakkında Melkum Han ile Namık Kemal'in Münakoşalan............................................................................................- ........ ............................ Terakki ve Ruzname-ı Ccridc-i Havadis Arasında Münakaşa ve Şinası'ıun İttihaz Ettiği Yeni.. Harfler....................................................................................... ..................... Arap H a r f lin in ^ ş l in im c s ı Hakkında Namık K ٠ e^al'‫؛‬n Fikirleri .......................................... Ebu'zaya Tevftk'in Maialalan ve Itiıhaz Ettiği Tabii H a r f l i .....................................................

‫ا‬75 176

1^

179 181 182 184 185 186 186 187 197

1^

I 207 219 225 230 237 240 244 249 255 257 260 263 266 271

^ONUNCU BOLUM .275 278 ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ‫ﻼ‬ ‫ﻫ‬ ٧‫^ﻻﻟﻺ‬ ^‫ه‬٠‫ﻇﻸ‬٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ .٠ ..٠ ‫ا‬٠ ٠ .٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ‫؛‬.‫؛‬٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ‫د‬٠ ‫ا‬٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ‫ب‬٠ .٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ‫ئ‬ ٠ ٠ ٠ "-.‫ذ‬٠ ٠ ٠ .٠ -‫د‬.................... Din ve lanh Düşmanlığı D il Uygulamalannda Yönetimi Kom ik Durumlara Düşürüyor................. 279 280 Cunc ‫ ؛‬D i )Teorisi:Nercn ^ gnı?......................................................... ...... ٥ztüriıçe:lürW cm Yabancı ‫ﻞ‬ ‫ﺣ‬ ‫ا‬...................................................................٠ ٠ ٠ ٠ ٠ -.-.٠ ٠ ٠ .٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ .-٠ .- 282 282 Altes Ruayall 283 Adem Yalvaç . Havva Nine 284 I.٠ al* Rıflu Atay :"Ben Zaten Bu D ile Hiç İnanmamıştım ".-.... ,292 ^ 1 Devrimi Değil Aydınlann Şahsiyet Buhranı ........ ٠٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ — .٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ .— ٠ .٠ ٠ ٠ ٠ ٠ — ٠ ٠ ٠ ٠ — ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ — ٠ — ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠

^5 Cumhuriyet Aydınlan K im lik Krizine tutulmuşlardır.. . . .................................... A R A E K V İI D IL İ D Ü Z E L T M E K M i D İ L l B O Z -M A K M I ? ------------------------------------------------------------------------------------.297 . 317 D il D ıv M in d ı Gerçekler ........................................ 317 D il ve M ^ y e t i .......................................................................................................... . . 318 ‫ س‬Sadeleştimek ve S ın ın . ٠ -----319 O zle ^ ^ » Haralar ...... ........ Kunımun ^ın ım u ......... . 321 Ç u c ve Y a p ılıc ık İşİct .

‫ادد‬

‫ ^ ﺳﺎ د‬.....

. . 321

ONBİRlNCl BÖLÜM DEVRİMLER S O N R ^ I DlNl HAYa T ve DlN. HİZ.METLIURL n LN D IR IM U -* -.-.— —. «

- ‫ا‬.:‫ﺀ‬٠ ٠ -‫ى‬ ٠ ١ ‫؛ك‬


Cami İçin K m HayaiA Rılc Tahammül Yokl 332 Halk Partin Din Görevlilerini J u m a l l i y . r . . . 332 ^ m h u n y e i^ ve İnkılapçı Vaizler ve Vaazlar? .................................................................................... 33.1 Kanun Daırcsindc Kal^ı İslâm'a Bile Kanunlar Müsadc Kimiyur. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 336 Rejimin imam ‫ ؛‬l a i i p O k u l l . n l . . . . . . 338 Azın.lıkOkullannda‫ ؟‬o$alanMisyoncnik Faaliyetleri .......................... .. 345 Müslüman o ^ c n e d e r l i r i r t i y a n l a ^ i ı n h y e r . 346 l^O luY ıllartlaTürlayc.deSatlcceO ‫ ؟‬Kur.ân Kuru V a r . . ...347 Kur'ân Unutulmasın İçin Yapılan l l a f i r J ı k l a r 348 YasaklarSu.filcsi ^ n ın Hct Beyuiunu Kapnyor................................................................................ 350 Hocalan Kjmlamak l^ n Ba^vunılan iftira K a^pan^tan .................................................................... 352 ON I ^ Î n C ^ Ö İ l İU.M İDADETLERtN TLRKCELESTİRtLM ESI VE T IR K C E EZAN KONUSU..h.H.HH.H.ı.,....H.H. 357 Ziya G^k^lf Türkçe Ezan 360 Tekbir. | 1 ‫ا‬٠ 1‫ا‬ Ezan. ‫ا‬ ‫ر‬ ٠ . *j|"Tı Kamet AHIM،•. ve Scli'nın JMOlfCJI Türkçe!cşiinimcsı ..٠ ‫دا‬ ‫ﻸ‬ ‫ﺳﺎﺑﺒ‬ ،٠ ‫ا‬٠ ‫ﺑﺎ‬٠ . .................................. ‫؛‬-‫؛‬ulboıin Tüıkçc Hutbenin T ork^ Okunması. Okunman........................... ... Namazın Türkçe Kur'ânla Kıldıniman Sazlı. Sözlü Hafızlar Tuplulugu de Kur'ân ve Mcvloi Seanstan. . ............ Artist Şadı Bile T u^çc Kur.ân.ın Asla Olmayacağına Karar Vermişti...... 0ku١ 0r.....-............^.......~--.............................. Mustafa Kemal Kur'ân Okuyor Yeni veya Kemalia Mevluı

‫ﺖ‬ ‫ﻫ‬ ١

‫ا إ؛إ؛إ؛إ؛ا‬77

C c T C u c M ^ l ü t u N c b ı . . . . . . . . ^ . . . . . . . . -٠٠٠٠٠٠. . ٠٠٠٠. - ٠.٠٠.٠‫ﺀ‬٠٠‫؟‬٩٠٠٠٠‫ و‬٠٠‫ ا ﺑ ﻮ‬٠ ٠

٨R٨ ‫ ﻳ ﺎ ع‬: ٧ ‫ إ ا أ‬١

‫إ‬

H er in d en

is t e d ‫;'(؛‬İ

.MI...TAFA KF:MAL ATATURK.CN P L A N E T RAPOR: "TCRK CE K I R AN İLE NAMAZ KILLNjj ^yı................... .‫ا‬٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ‫د‬٠ ٠ ٠ ٠ ‫ص‬ ٠ ............... ........................ !..^umcSiylc Namazdaa ıjı^nm Okunması....... ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKÇE ELVN, TEPKİLER VE BURSA ÜLUCA^Iİ O L A Y I. . ^ E z « Okuywlar Tuiuklanıy Yera Httkiim«in Dini. . .....‫ل‬ ٠ ‫ﺦ‬ ‫ﺧ‬ ”٠ - ‫ﺑﺎا‬٠ : ': ٠ ‫ﻵ‬ ‫ﻼ‬ ‫ﻳ‬٠ ‫ﻟﺦ‬:‫غ‬ ٠ .™.".*..

:

413 419 420 423

‫’ ا ة‬٠ ٨ ‫ ﻟ ﻶ‬: DİVANE! ‫ ا ة! ا ﻷ ﺀ ﺀ ا ﺀ ! ا ؛ ا‬- : : : : ^ Uvei kLııUik p ^ n n^CT«pI p ic n »„٠ _- ‫اا‬: - - ‫اا‬ ^! partin Halk Pve arti, ...... ... ‫ل‬ 163. Tarda ‫ل‬ 637 ‫ﺳﺎ‬ ‫ ﺀا‬T a:n h ٠ ■ ٠ : M ^■"e٠ Madderun ZulmU Buyle BaylaJı .163 D ııifu^kD ikiıtoryııı .......

407 410

‫ﻫﺘﻪ‬ ‫ؤأ ؛‬

٠ ٠ -٠ “٠ ٠ ٠ ■٠ ٠ -٠ ٠ ٠٠ ٠ .....‫ب‬ ٠ ٠ ‫ﻻ‬ ٠ ...“ ...

٥ ٥ ٠ ٥ D.": ‫س‬ ‫ﺀ‬ ٠ ‫ﺀ‬ ‫ل‬ ‫ﺀ‬ " ‫ﻪ‬ ‫ﺳ‬ ""‫ﺣ ﺎ‬ ‫ﺲ‬ ‫ﺷ‬ :‫ﻻ‬ ;‫; ﺀ‬

- ON BKSIVCl HOLLM LA l l Ç‫؛‬،h١ veAJLTlOK ‫\ل‬ ) ،، :١\' (; (‫ت‬ 0OZOEV ‫ ا‬0 £ ١GUÇIKILMF-Sl ‫ﺀ‬ ‫ت‬ ‫ ' ﻻاا؛ا‬١ ‫زا‬ ^ ‫ا‬٠ -٠ ٠ ٠ -٠ ٠ ‫ﺀا‬ -- ٠ ٠ ٠ -٠ -٠ ‫س‬ :٠ ٠ -٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ‫ا‬٠ ‫ﺟﺈ‬ U ،Kl K IIC ٠‫ ﺀ‬AITIOK LN IN ١ VF ١1 U‫ل‬ ٠ Yeaden ١ ‫ت‬ ‫ﻻ‬ ‫<اا‬ 1‫ﺀ‬ ‫ا‬Dun ‫اا‬0 ‫ث‬ ‫ﺀ‬ KKipırdınşii j p ı i ^ ^ jİiU: . liaikI.ifUfi I aruli)942 1942KunıJuyı KuruJliyi 41 Modıuclı Din Du^ınınlı^ı ... ٠ ٠ ٠ * ٠ ٠ ٠٠ Bafb٠ kintnBi!،ı،kin،n Din Duşınanlı٤ ı MeditJeli ٠ ‫ؤ‬ 2

‫ﺀﺀ ﺋ ﺋ ﺔﺔ ة‬ t

i l

*

â

m

İ

^ : :

٠‫ﺖ‬

‫س ﺀ ه‬

-

i

İ

. ٠ ٠‫ﺴ ﺌ ﺘ ﺊ‬ ‫ ﺋﺋ ﺴ‬8‫س‬ [

Ilır

iW

im

‫ اا‬8‫ه‬٠ ٠‫لﺀا‬ ‫لﺀا‬.

: ‫ج‬

t k l

‫ة^ ث‬: ‫؛؛ة‬٠‫ﺟﺊ‬،:‫س !ا‬٠:!‫!س‬-: ‫ﺋﺔ‬ ‫ ﻻ‬١ ٨ ‫ أ ا‬٠١‫ا‬. ٠‫؛ا يﺀ‬. ١‫ب‬

‫ﺗﺜ‬: ٠‫س‬Itarı

7; ‫ع‬ :

٨ ‫ق‬

٠ ‫ ; ة ﻏ ﻞ ﺀ ﺀ ﺀ ةﻟ ﺬ‬: ‫ ﺗ ﺔ‬: ‫;ﻛﺔ‬

:

t k f Imniatfilm ٧^

٥٠.

^ ‫ﻞ‬

‫ﺜ‬

‫ﺘ‬

‫ﻟ‬

‫ا‬

٠


S İU Ş

gün Bü 0 ‫ ؟‬ü‫؛‬c Millet Meclisi ‫ ؟‬ok kateketli kont^malara ve tartışmalara salıne olı^ordıı. Tarik IS Kasım 1922 ve Masıaja Kemal'le belirlenen Meclis .gündemi de "Halifenin inıikabı"."Halife seçimi" idi ..." Mustafa Kemal kürsüye f،،،yor ve şu İlginç konuşmayı yapıyordu Türkçe'nin vaıifesi Makam-I Hilafeti kurtarmaktır. Bil biîim İçin bir d a v ^ı mahsustur. Hilafet makamının kurtarılmasına çalışmak bizim İçin en hayırlı bir ٨ lem-i İslâm n a z.ın d a fe v ^ la d e (davadır. Biîim İçin bu dava biîi ITürkÇe'^i takvÇe eden bir meseledir. Bunu sarsmak do‫" ؛‬.ru değildir Bu konuşmadan sonra başta Bü‫ ؟‬iik Millet Meclisi reisi Mustafa Kemal ve di٤ er Meclis ü‫ ؟‬eleri ‫ ؟‬üîde 95'lik bir ‫ ؟‬.‫ ؛‬unlukla AbdUlmecit Efendi'‫ ! ؟‬halife seçmiş ve bir gün sonra ٥٠ ‫ ور‬Kasım 1922 f٥r،'âlnde Meclis Başkam Mustefa Kemal’in biızat kendi el ‫ ؟‬asısışla lıalife‫ ؟‬e bir tebrik telgrafı gönderilerek, ^ ٥٥٥/rnec،’٥ "Efendi "H âfe-i Miislimin ve H â m ü l-e Haremeyn'Oş ,er^e^n .olarak onaylanmıştı Tarih 18-19 Kasım I922'de Türkiye'nin manzarası ‫ ﻻه'و«ه‬. Türkiye'nin .başında Mustafa Kemal ve arkadaşlarınca seçilen bir Halife-i Müslimin yardir Türkiye'nin bu manzarası ayni tarihlerde Lozan görüşmelerini sürdüren ismet İnönü ta r a fıâ n ٥٠ onaylanıyor ve .Müslimin S t a â r t Gazetesine verdimi bir ٥e bütün b،r İslâm demefie ٥Un‫؟‬-٠٠t،n٥ .duyurulmuş oluyordu ismet l â ü . 18 Kasım 1922 taribinde sözbnusu ،azeteye HıLrfet M âam tyla ilgili o la râ verdiği demeçte özetle şunları .çö.viu.vordu .- ”... guatn .Mıislümanlara şunu söyliyelim ،،'. Türk Milleti, İslâm ın kolu ve kılıcıAr Türkiye Anayasası, hilerfetin ve halifenin yani hür ve miıscalul bir "‫د ر‬ Devleti 'nın merddatlerini yürütmeye çalışacak ellere bütün mUddfaa kudretim vereceğim söylüyor. Türkiye hilafeti tutuyor ve tutantkıır Hiiafet T iri Mılleti'ne bir vediadır (emanettir). Hilafetin bdtlin vasıflan bitlerde 4 ‫ 'ا‬، ‫ﺀ‬ emindir.


T 10

c u m h u r iy e t

DÖNEMİ DlN VE DEVLET İLİŞKİLERİ

Kanımızın son damlasına kadar hilafeti tutup yaşatacağız. İşte, Türk Milleti'nin kararı budur. Biz böyle hissediyoruz ki, Hilafet bugün dahi M üs Umanlar arasında daha büyük bir anlaşma ve yardımlaşma kaynağıdır. Bizim kanaatimiz şudur ki, Hilafet hakkı ebediyen Türk Milletinde varolacak ve mahfuz kalacaktır... Benim bu sözlerimi yeryüzündeki bütün din kardeşlerimin dikkatle ainlemelerini isterim." ‫؛‬٠ 1

Evet bu ifadelerde İsmet Paşaya aittir. İşin ilginç yanı da, Mustafa Kem aile sözleri aynı güne rastlıyor ve aynı muhtevayı taşıyordu. Oysa her iki liderin dilinden söyledikleriyle gönüllerinde taşıdıkları hiçbû zaman bir olmatmştı. Bu sözlerin zaman ve zemine uygun olarak ve de özellikle syaset gereği $0 5 ‫ أ ﻻ‬€ ‫أ ا‬٠ olduğunu TürlcİYe.Yle birlilac YcrYaıUndeki M ils la n la r . 3 Mart 19924 tarihinde.Yani bu sözlerin söylendiği tarikten t ı 16 ay sonra. Hilafetin kaldırılması ta rtışm a la r ıâ görmüş ve 16 ay önce "Makam‘1 Hilafet bizim İçin en â l î m a k a â r " diyenlerin, 16 ay sonra ğ'Makam-ı Hilafet bir m e â - ı şerdir" dediklerine de §a>ılt olmuştur. Mustafa Kemal ve ismet İnönü ile vermeye çalıştığımız bu iki örnekteki t â n t â n a zıt bu iki yaklaşımın temel nedeni bize Cumhuriyeti kuranların dinden f a y d a l a ı a . dini kullanma ve yeri geldiğinde de dini istismar € 1 duygulartydt. Ç u i . bıraktn 1922 ytltnda en yetkili Ikl ağızdan Halifeye bağlılık ve M o k i -1 Hllafet'i ebediyyen îark.ün başında bulundurma gürellerini, daka M o stra Kemal 1907 tarikinde bile iGarIp gelecek belki ama tarik gerçekten 1907 ٠dlr ve bu tarilı kallfellgln k a ld ır ılm a s iin tam 17 yıl önceki tariktir.) başta kallfeliğln kaldırılacağını. Cıankurlyet.in kurulacağım ve saltanatın ilga edileceğini söylemiş biridir. M o str a Kemal.ln dalıa 1907 yılında iken Bulgarların meşkur Tür^loğu Manolov.a söyledikleri bunun kadar ilgi ‫ ؟‬ekicidir ٠٠

..... Bir g ^ gelecek ben k ^ a l sandığımız bUtttn bu devrimleri bozaracağım. (Konuşmada satanatın ve kilafetin Aldırılacağının yanında. giylm:kuşamla 'ilgili devrimlcrden.harfdcvrimine kadar 3 Mart 1924 tarkinde gerçekleştirilen bu devrimierden b a h s e d ilm ¥ r ) Mensup olduğum Türk ulusu da bana İ r m a c â ır , D ¥nd iU d erim hayal ve demagoji değildir. Saltanat yikılm lıdir Hilafet ilga edilmelidir. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı ve ülkeye laikliği


1‫ا‬

SUNUŞ

getirmeliyiz. Doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak Bati uygarlığına ‫ﻫﺄﻵى‬٢‫ ةاﻻااىﻵ‬٠Kadm ve erkek arasındaki her türlü ‫ ؟‬ekil ve lıııkııkifarklar, silinip yeni bir toplum düzeni kurmalıyız. Bati uygarlığına girmemize engel olan yasağı (Arap alfiibesini) atarak, latin kökünden bir alfabe seçmeli ve en son kılık k‫ﻻ‬afeti‫ ﻵ‬i‫ة‬€ de٤ in lıcr ‫ ؟‬e‫ ﻻ‬imi^de Batılılara ‫ ل^ ل ا أ ا‬1‫ ة أ ل ا ا‬. Bıınıın İçin de şapka İnkılabını gerçekleştirmeliyiz. İnanınız ki, bütün bunlar bir gün gelecek ve hepsi de bir bir gerçekleşecektir. Belki hiç kimsenin aklina getiremediği ve hayal sandığı bu inkılapların hepsini; ben göreceksiniz nasıl başaracağım..."

a

Evet ٥« sözler Mustafa Kemal'in Abdülmecid Efendi'yi halife seçip: ona "halife-i miislimin" olarak bağlandığı ‫ و ر‬Kasım 1922 tarihinden tam ‫ ور‬sene öncedir. Bil söylerin sahibi Mustafa Kemal ‫ ﻻ‬ine gönlünde ‫ ﻻ‬atan aslan bunlarken Sirfzaman zemin ١‫ ﺀر‬de dini çok iyi kullanmak adına bu niyetlerinden tam 14 ‫ اأ ﻻ‬sonra 11.7.1921 tarihinde Şark Cephesi Kumandam Mareşal Ka^ım Karabekir'e c. U 7 .I9 2 0 şifre telgrafım gönderdiğinde, kendisine Erzurumlu bü‫ ﻻ‬ük alim Kadı Raif Efendi tarafından‫ ﻻ‬öneltilen^ a. Saltanatı kaldıracak mısın? ٥٠ Cumhuriyeti kuracak mısın? C -H ila feti

ilga edecek misin?

Sorularına çok net olarak hayır diyerek:"... K â RaıfEfendi'nin saltanatın ٠ ‫ ا‬٠ inkılap olaca٤ ını (döni'ışece٤ ini١ diışünmcsi ve de Hilafet İlgası gibi birfıkre kapılması tamamen birfıkr-i mahsusa• velimden ibarettir. Hilafet ve saltanatın kaldırılması gibi bir sorun yoktur. Türkiye'nin başında ebediyyen bir islam Halifesi olacak ve başımızda da daima bir hükümdar sultan bulıınacabr" şeklindeki bu cevabıyazıyı Kazım Karabekir'e gönderebilmiştir. Yapılmak istenenlerle, gösteribaek istenenlerin İşte bit şekilde farkit farklı oluşu Cumhuriyet donemi boyunca dinin devletçe hep kullanıldığını ve çok yerde de istismarım y a n ı â getirmiştir. Kitabimizin birinci cildinde ve elinizdeki ikinci ciltte ortaya koyduğumuz binlerce arşiv belgesi din-devlet ilişkilerindeki ‫ ﻻه‬istismarın zirve örneklerini teşkil etmiştir. Tarih ‫ و‬Mart I924'ten itibaren, yani "Devlete bağlı din sistemi devrı'ne geçtikten sonra da istismarınyerini zulüm ve işkince â ş n r .


‫!ا‬ 12

CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ^

DEVLET İLlŞidLERj

\ ‫؛‬

TürkiYe.nin en ileri gelen İ^i^leri 1922 ٠lertle ‫ىاا‬life‫ ﻻ‬e (sözde sözlü ve ‫ ا ى ﻻ‬1‫ا‬ bağlılık içerisinde iken Koncada. Düzce.de. Gerede ve Yozgaı.ia ve yüzlerce Yerlerim ^ r k e z in d e inanan insanlar bil bağlılıklarını sözde değil de özde Yaptıklan İçin canlarından ve mallarından ve lıaita eviad ve İYalindcn olmaklardır. 2 Ekim- 15 Kasım 1920 tarikinde Kon^a. İlgın. Bozkır. K a n a n , ‫ ؟‬amra. Hadim. Kadınlımı. s ^ d ٠kekir i ve BevşeKir.de inanan insanlara dalıa ortada Cumhuriyet yokken, saltanat ve Hilafet kaldırılmamışken ve hatta kaldıralım mı diye tanışması bile yapılamazken bu bölgelerin insanları ismet inönün'nîin Lozan’da IS Kasım I922'de söYledigi sözleri. Mııstaja Kemal'in de Bi^ük Millet Meclisi'nin IS Kasım 1922 tarikinde. 140. Birlekiminin 5. celsesinde Halifelik ve Hilafet makamı İçin açıkça belirttiği hususları söyledikleri İçin hertiir muameleye reva görülmüştür. Bu insanların suçu Makamâi Hilafetle bağlılık ve onun tabii uzantısı o l a r i da yönetimden akkamı ker'iyyenin İcrasını istemek idi. Bil istekler ülkede lıeniiz Hilafet ve hatta s a lta m olduğundan ve ^e Cumhuriyet gibi bir rejim henüz kurulmadığından herkese göre doğaldi. F â bu istekler Ankara'ya hiç de doğal gelmemiştir. Bölgeye acil kayıtlı gönderilen istiklal Mahkemesi ve kalabalık askeri güçler çok şiddetli ve acırmışız bir şekilde bu istekleri bastırdılar. Binlerce kişi öldürüldü, binlerce kiki de yakalınmış istical M i e m e s i n e sevkedilmiştir. Yakalanan 2 ٥ v٥ ^/، masum miislümanların sayısı ٠ kadar^azl ٤^ d ı ki. onları makakemc e ^ ^ e istiklal Makkemesi kijayet etmeyince Ankara'nın kendi kanunlarına aykırı olmasına rağmen (istiklal Mahkemelerinin bulunduğu mahalde Harp Divanlarının kurulması kanunen yasaktı) bölgede onu aşkın Harp Divani kuruldu.

Bölgedeki Harp Divanları binlerce suçluyu hemen cezalandırabilmek İçin kerkese birkaç dakika zaman ayırarak, "gereğini düşünüp . gerekçesiz kararlarla bine yakın mıislümanı kemen birkaç giin i ç i ^ e İd^n edivermiktı. Sadece Konsa ve Bozlar çevresinde resmi tablolar, giren 780 müsliiman kemen bölgelerinde üsdmış ve ‫ ر‬Ekim 1920 tarihinden 18 Şubat İ92İ tarihine kadar sOren Konya istiklal Mahkemeleri sonucunda da 843 l â f müsliiman idam edümiş ve 3600 kişi de en ağır m â u m iy e tlc rle yıllarca suren c e z f ara ^ . ‫ﺀ ر‬iBkı ٠ Konya istiklal M â m e s i A y â l a r Genel ^ r ‫ ؟‬٠ v‫؛‬ ‫ ﺳ ﺈ ﺋ ﻂ‬٠r NozIO ve TBMM Arş. Konya istiklal M â m e s i , T-144, No S, Z o jf 4Sk


SUNU ‫؟‬

13

Evei daha ortada Cumhurivet di‫ ﻻ‬c bir reji^ ‫ ﻻ‬0^‫ ^ ﻋﻂ‬vc daha Hilafet ^tahaj^t ^e Halifelih ^e^cttthca btt hadar iasa^ hal‫ا‬fe ‫ ﻻ‬e ve halifeliğe ba٤ ltlthta٠t ve e^ ö^e^lisi de ..Ahkam-I §eri^e^i^ ıe ٠١f iîi' ٠ai iste^ehtea ida^ edilmişlerdir.

ReiimİJt sahipleri Artkara ve ^ la ^ 'd a bit istemleri açıkça belirtip ‫ ﻻ‬0‫ﺋ ﻼ أ ا‬ da belgelemelerine rağmen ayni istemler inanan Müslüman halkça g ü â m e geldiğinde Citmhari١١et öncesi ‫ ؛‬stiklal Mahkemelerinde binlerce insanin idamına binlercesinin de mahkumiyetlerine sebep olmu§tıır. Cumhuriyet Donemi Din-Devlet ilişkileri adil araştırmamızın elinizdeki bu ikinci cildi nefesinizi tutarak okuyacağınızve yer yer dehşet ve nefret hislerine kapılabilecciıniz ola‫ ﻻ‬larla dolııdar.

f

Kitap, aslında .'Bir devrimin anlatılmamış ^küsüdür.'' Bir di٤ er ifadele‫؛‬ Cumhuriyet öncesi ve sonrası istiklal Mahkemelerinde can veren onbinlerin, isyana kalktılar diye kurşuna dizilen binlerin, evleri, köyleri yakılan yüzbinlerin ve de bunların şanlı temsilcisi olmuş, İskilipli Atıf Efendilerin, Baimeskili Ali Rıza Efendilerin, nice miicahid şe‫ اا ﻻ‬lerin. evli^aallahın. müderrisin ve mazlum bir Miislibnan kitlenin Cı، m‫ال‬ari‫ ﻻ‬ct DOnemi Din-Devlet ‫ ؛‬lişkileri içerisindeki anlatılmamış öyküleridir. Kitabin bir diğer önemli yani da HAllahu Ekbcrden Tanrı Ulııdur'a, o r â n da 18 yıllık bir aradan sonra yeniden A llâ u Ekber'e giden yolda yaşanan olayları, gelişmeleri; kısaca EzanUn Türkiye mücadelesini en geniş boyutlarıyla anlatmaya çalışmış olmasıdır. Türkçe Kttrân, Türkçe Ezan, Türkçe Namaz ve Türkçe Hutbe diyerek başlatılan 'ibadetlerin zamana uydurma ve islâmiyeti Islah projelcrı’nin ne idü‫ ؛‬ünU ve Devletin toplııma^la birlikte dİJisizleştirmc erdemlerine nasıl muhatap olduğunu bu araştırmamızda çok değişik boyutlarda ortaya koymaya çalıştık.

Kapatılan, satılan, yıkılan, depo olarak kullanılan camiler... Ayetleri Vf sureleri değiştirilerek yeni ayet ve ilave sureler '*Kemalist Kur'an " ortaya koyma teşebbiLderi.. Tanrı Uludur â y e 18 yıl aralıksız okutulan ne idigH belirsiz Ezan ulumaları... De re m ifa sol la si do eşliğinde ayakkabilarla girilen d i l e r d e okuntın ve okutulan YOiSinler. Tebarckeler ve Ammeler... Yasaklanan Elifbalar... Tekmelenen postal altında Kur'anlar... S â a h â n tutularak, boğaıına sarılan sarığıyla sokaklar ve caddelrde jandarmalarca dolaştırılan ak sakallı dımler... Bunlar da ğ t e c i â r denilerek


٢

L

٦

14

CUMHURtYET D O I M İ DİN v e

devlet

İLİŞKİLERİ

İç İsyanlarda suçsuz ve haksız yere öldürülen binler... Yıkılan, yakılan köyler ve evler...

i

İşte bütün bunlar ..Bir devrimin a n l a t ı l m ı ş ÖYküsüdür.. dedi٤ ima Cumburiyet Dönemi Din.Devlet ilişkileri isimli kitabinizin elinizdeki ikinci cildinin kilometre taflandır. 1920-1950 ‫ ا ﻻ‬llar arasında bu kitabin s^Jaları arasında ‫ ﻻ‬olsuzluk Yaparken karşımıza ‫ ؟‬ikan bu kilometre taşlarının neler ifade ettiği şüpüesiz insan olan herkesin gönlünde derin yaralar açacaktır. Hele hele 1920 - 1928 arası çalışan Ankara istiklal Mahkemesi, Şark istiklal Mabkemesi ve İsYan Mıntıkaları istiklal Mahkemelerinin Y e le c e celladından sadece birisinin, A â r a istiklal Mahkemesi cellatlarından Cellat Kara AlVnin suçsıa yere idam edilen binlerce m ü s H a n ı ve alimleri işaretle .٠ ''Sadece benim, bir cellat olarak darağıcında sallandırdığım, salben lasarak) idam ettiğim Müslüman sayısı 5216'dır. Bunların da çoğunun sakallı, sarıklı ve cübbeli alimler oluşturmuştur.', demesi ben insanim diYen herkesin gönlünde bırakan Y .r . açmasını herkesin, inanan insanların CumlıuriYet döneminde resmen bir kitle katliamıyla k a r ş ı l ş i ş olduğuna kanaat getirecektir. Bir tek cellat 5210 kişiYİ idam ettİYse. Y٤٤îlc٢ce görevlendirilmiş celladın 8 Yil süren bu zulüm mahkemelerince ne kadar binlerce k^İYİ i d i ettiğini varın siz düşünün!... Bulacağınız rakamın 0 haneli ruam ların olacağı şüphesizdir, bu da bize göre su götürmez bir gerçektir.

İşte son bir tablo daha. Hem de bugün hiçbir bakanın ve mille^ekilinin ve giymeYcrek suç su‫ ؟‬ışıeaıgı İşlediği (!) de bürokratın gıymeyereK lv Şapka Devrimi uğruna idam edilenlerden bir tablolar tablodur ٩aşağıdaki. ağıdaki١ ŞapkaYla Şapkayla ilgili İlgili istiklal İstiklal Malıkemesi Mahkemesi nde yargılanan ve çoğunluğu dini etkinliği olan kişilerin oluşturduğu idam edilenlerin sayısı o kadar çok olmuştur ki, sadece Orhan Koloğlu'nun, "İslâm'da İslam 'da Bağlılık" adlı adil kitabından şu 5« küçük İstiklal Jstiklal Mahkemesi istatistiklerini \'ü7fin/ifin idam id/u7i edilenlerin edilcnlcrin genel şenel sayısının aktamaJc sadece şryjnt'/ı a p b yüzünden b r a n m a s ın d a ö n w ١li bir ipucu .lujlurur kanaatindeyiz. A r i 1925 75 dava. 163 sanık. 5 idam. Ocak 178: 6 ‫ ة ؟‬dava, 582 sanık.41 idam. Şubat 1926 .- (ilk 15 gün) ‫ و ه‬samk, ‫ و ر‬idam. Evet 2 ‫ د‬a ‫ ؟ ؟‬ibi ktsa bir zamanda sadece japkaya muhalefetten 56 mü'min İm$an idam s e h p c s i â sa lla â n im iştır.


15

SUNUŞ

Böylesi karanlık bir dönemin aydınlatılmasında eğer bu araştırmamızı bir fonksiyon icra etmiş ve '’Surda bir gedik açmaya" yardımcı olmuşsa kendimizi bahtiyar addederiz. Çavuşsku'lann idam edildiği, Jivkov’ların hapse atıldığı, Honecker'lerin yıkıldığı bir dünyada bütün bu oluşumları sağlayan glasnost rüzgarlarının biraz da bizim ülkemizde esmesi dileğiyle... Haşan Hüseyin CEYLAN 22.7.1990 Demetevler / ANKARA


‫ذ‪.‬اﺋﺠﻼ‪١‬ﻖ‬ ‫؛‬ ‫‪,:‬‬ ‫اﺧ‬ ‫ر‬

‫ﺀ ا‬

‫م‪.‬‬

‫‪٠‬‬


BİRİNCİ BÖLÜM

ANKARA İSTİKLAL MAHKEMESİ VE SINIR TANIMAZ ZULÜMLER...


‫ى!‬ ‫ق؛‬ ‫ا‬


ANKARA

is t ik l a l

M

A ^ E ^ S !

v e

S IN IR T A N IM A Z Z U L Ü ^ E R ...

isyan Bölgesi istiklal Mahkcmcleri'nin tamamen "dinî kaynak!» idam ka. rartannı ٧٠idam edilen ulema ٧٠dini önderlerin bir k»sm»n» birinci cildimizde gördükten sonra, (gezici) ٨nkara istiklal Mabkemesi'nin uy^jlamalanna da şöyle kısaca bir göz atmakta fayda olacaktır. Ankara istiklal Mahkemesi merkezinin Başkent Ankara ٧e görc٧ sahasi" nın Orta ٧٠Bat» Anadolu olmas» sebebiyle önemli bir mahkemeydi. Baktıg» da. valann konusu ٧e özellikle parti programına, '.akiid.i diniyyeye hümctkSnz.' maddesini koydugu i‫ ؟‬in٠dincilere destek ٧eriyor düşüncesiyle kapatılan Tcrak. kipe^er Cumhuriyet Fırkası'nın bu mahkemece susturtilmasi ٧٠ Izmir Suikasti gibi politik müessiriydi olan da٧alara bakması se^biyle Ankara istiklal Mahkemesinin önemini artınnıştı. Çünkü mahkeme, dinin siyasi tezahürleri üzerine etkilerini izliyor ٧٠onlan muhakeme ediyordu. Ve en önemlisi, Şapka Devrimi ve Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla başlayan, yurdun hemen her yanını saran Isliim kaymaklı tepkilerin bastırılmasında ‫ ؟‬ok önemli roller üstleniyordu. Halk arasında, mahkeme üyelerinin ‫؟‬ogunun adlannın Ali olması münasebctiylc "Dör Ali'ler Mahkemesi"(‫ )ا‬diye de bilinen Ankara islikl‫ ﻟﻠﻦ‬Mahkeme* si 12 Mart 1925 tarihinde bir bildiri yayımlayarak vazifesine başlamış oldu, isliklal Mahkemesi Beyannemesi, mahkemenin, özellikle ''dinî su‫'' ؟‬lara ka^ı nasıl bir tavır alacağını da gösteriyordu. Kısaca Ankara istiklal Mahkemesi ‫ ؟‬ok ayık bir şekilde din özlemi i‫؟‬er٠ sinde olan hemen hecesi .'caniyanc isıck''ıc bulunuyorlar diye ka٢ ٠ ü ıy ^ M ^ lüman avına ‫ ؟‬ıkacagım kureluş gününde ilan eden bir mahkemeydi. Bakiniz bu mahkemenin ^yannamesinde ^icrsd y lcn iy o r. ١ .

Hıfeı Vetetet Vehdede ٠ ٥ lü ;A n kan ı lilW a l MahK ٠ m٠ s l .Cum hunyel ٠ 25 Mart ١ ٥ 73 .s 2


20

CUMHURİYET DÖNEMİ DlN VE DEVLET İLİŞKİLERİ

... MlJJeıln haya( ve hu^yciini yıkmak vc mefkuresini sarsm a kasimda olan asiler ve mürtccilcrlc, siyascli bu caniyâne maksada alci edenler İçin... sclameı-i miUiyenin istilzam etliği tarada hareket edilecektir. Bu maksatla dini: şahsi veya siyasî menfaaüerinc alet e d e le r ve bu suretIc kamuoyunu zehirleyerek. İdarc-İ haztraya karş١nefret ve isyan hissi telkin edenler i s y ^ ve irticaa yarelımcı olanlar, C m huriyet hal^n.n Takriri Sükun arausunu temsil eden mahkememizi derhal karçjlannda bulacaklardır...” (2) Hedefi ‫ ؟‬ok net ^lirlenen bu ^yannam e ile mahkeme çalışmaya başladı. Mahkemenin ilk icraatı, irtica propagandası yapmak suçundan tutuklanan Salih Başo ile Hoca Resul'un, 13 Mart'tan itibaren yargılanmaya başlaması oldu. Arkasından 15 Mart.a kadar. Menemen'den dokuz. Merein'de bir, Adana.da iki, Kastamonu'da bir kişi olmak üzere 13 kişiyi, ''gericilik davranışlan'٠ ndan suçlu bularak tumkladı. Ortak suç : .'dini ^ liiik ay a alet etmek” idi. O) 15 Mart 1925 tarihinde Mersin'de yayımlanan ”Doğru Söz.' Gazetesi sahibi ve başyazan Ata. ullah ‫ ؟‬clcbi de. yazılannda .'dini f i l i k a y a alet etmek'' suçundan vc ^ Ig e halkını dini bir kıyama kışkırtmaktan tutuklanmıştı (4) Mahkemenin Mart sonunda tulukladıklanndan biri de. askeriye içerisinde dini tebligatta bulunmuyor diyerck askerlik görevinden açığa alman Ruhî Bey ile. Alun Oz ve Tok Söz gazeleicri sahibi vc başyazan §Uk^ oguz Bey idi. Ruhi Bey, soramlu oldugu Adana'daki eski WlügUne ve Wlükıcki askerlerine : ''Tam^ncn dinden h^ckelle hUkUmeıi u yam ak İçin ayaklanan mUmin kişilere kurçun Sikmak, dinen asla caiz değildir!" dedigi ve bu şekilde vaazlar verdiği İçin, ^keriye içerisinde "vatan sevgisi''ni parçalamak vc askeriyeyi 'v a i^ hai^igi'ne ^ k c m ıe k suçundan yargılandı. Şükni o ^ z Bey de. Aıaullah ‫ ؟‬clcbi'yc isnad edilen ''irticakarcne ıcşcbbUsat vc bu u٠ırda yayın yapmak'' suçuyla suçlanan^ her ikisi de 29 Martla mahkum oldular. < ‫ﻟﻞ‬ Adana'da Şükrü o ^ z Bey'in ٦ ok ^ z ” g^eics^d ck i y^.ılanna cami konuşmalanyla destek venlikleri vc h^kı ''irtica başk^dınsı na scvkciıikleri düşunccsıylc. iki cami İmamı, Hacı Haj^n Efer^i ile. Osmaniyeli Hacı A b d ^ a h . man Efendi 29 M an u luluUanarak Ankara ،sliklal Mahkemesine scvkcdildilcr.

٠١

٠

N o 1 4 ı2 0 ، 2A vm T ar ▼‫ ا ﺳ ﺬ‬M i l 1. 25. r . l. T . 2 ١4 ‫ ع‬A rşiv ‫د‬

. .

- 6/2325

‫ذ‬

:

‫ا‬

٥

:

:

:

t lğ m r ş ıı I m

‫ث‬

:

;

i 27-30 Mart 1.25

‫؟‬

٠‫ﺀﺀ‬


ANKARA IS1İKUU. MAHKEMESİ VE SINIR TANIMAZ ZULÜMLER

21

31 Mart.ta da yörede ’.Eskerî Hoca.' diye bilinen ulemedan çok meşhur bir zai. vaaz ve sohbcüerinde dini siyasete alcı ediyor düşüncesiyle tuiakladı. ‫؛‬٥‫؛‬ Aynca Adana'da halkı hilafet ve din arzusuyla coşturan ve cami cemaat­ lerini Ankara'nın yapüklanna karşı uyaran iki imam daha tutuklanarak Anka­ ra'ya gönderildiler. Adanalı iki cami imamı ali Muhiddin Efendi ile Mehmet Emin Efendi 4 Nisan'da Ankara’da yargılanmaya başladı. Savcı iddianamesinde; "iki hocanın da vaaz ve sohbetlerinde, dini politikaya alet ederek, vatan hainliği suçunu irtikap ettiğini. Kazım Karabekir Paşa'nın partisi olan TPCFye sırf dinî mülahazalarla yardım ettiği ve insanlan da bu partiye yardıma teşvik ettiklerini "ileri sürerek hocalann idamını talep etti. ^ Sanıklar duruşmalannda. medrese­ lerin kapatılması ve her türlü din eğiliminin yasaklanmasıyla, halkla bir dinsiz­ lik cereyanının başladığını, kendilerinin bunun önüne geçilmesi için halkı irşad ettiklerini ileri sürerek vatan haini olmadıklannı ve vatanlanna bağlı olduklannı söyleyerek suçsuz olduklannı dile getirdiler.‫ ؛*؛‬Mahkemeye yargılama sonucun­ da cami imamı Ali Muhiddin Efendi ile, Mehmet Emin Efendi, "hain-i vatan" addederek "vatan hainliği" suçundan idama mahkum etli. 11 ‫؛‬٠‫ ؛‬Nisan günü, mahkemece yapılan açıklamada Adana'lı imam efendilerden birinin hapishane­ de çıldırarak Öldüğü halka duyuruldu! ‫*؛‬٠‫؛‬ Oysa İmam Ali Muhiddin Efendi Ankara İstiklal Mahkemesinin emirleri ile gerçekleştirilen işkenceler sonucu aklın, yitirerek ölümüne sebebiyet veril­ mişti. Duyurulan ise İmam efendinin çıldırarak öldüğü idi... 3 Mayıs 1925 tarihinde yapılan yargılamalarda da. Usküplü Salih Zeki. İstanbul ulemasından yaşlı Resul Hoca, Paşa Mandıralı Hafız Kamil Efendi, Bcykozlu Hüseyin ve Nuri Beyler Ankara İstiklal Mahkemesince yargılandılar. Suçlan sadece bulunduktan mahalde dini tefekkürü artırmak olan bu insanlar Ankara İstiklal Mahkemesinin "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına mensub sanıklann. Türkiye'nin dinsiz bir memleket haline geldiğini; camilerin ve med­ reselerin kapatıldığını iddia ederek, kendi fırkalanmn iktidara gelmesi halinde din ve şeriaun yeniden iade olunacağını söyliyerek halkı devlet ve hükümete karşı kışkmmalan sebebiyle, suçlan hıyancı-i vaıaniyye.yc teşvik ve tahnk ma­ hiyetinde bulunduğundan tecziye edildiler" demesiyle suçsuz yere yıllarca hapis 6 8 9 10

Tarun, 31 Man 1925 HahimıyvN Mffıye. 31 Mart 1925 Hakırruyet-i 5 Nt.an 1925 Hskimtyml’t M،üy . 6.7 N.san 1925 HMkmyet ı 9 Nisan 1925

٠

Doç Df Ergun Aybar.. laıMa/ ٠4infca٠n٠٠٠n.

23S


22

CUMHURİYET DÖNEMİ DlN VE DEVLET İLİŞICİLERİ

cezasıyla tecziye edilmiş oldular. İçlerinden Hafız Kâmil Efendi insanlan Kur'ân ve sünnet gibi değerlere sımsıkı bağlanmaya davet ediyor denilerek idama, diğer sanıklar da değişik cezalara çarptırıldılar. Ulemadan Resul Hoca da. daha önce hapishanede uzunca yattığı ve yaşlılığı düşünülerek, İstanbul'daki vaazlanna men ile cezası kafi görülüp, ömrünün sonuna kadar, "tehlikeli bir kimse olduğuna işaretle"‫ ^'؛؛‬memleketi olan Ayaş'da zorunlu ikamete tabi tutul­ du." Böylece Ayaşlı Hoca Resül Efendi sakıncalı ve şaibeli kişi olarak ömrü­ nün sonuna kadar gözetim altında hayatını devam ettirdi. Ali Fuat Cebesoy da yazdığı anılannda TPCFye mensubiyetin İstiklal Mahkemelerinde yargılanmak için yeterli bir sebep olduğuna dikkat çekerek İs­ tiklal Mahkemelerinin uygulamasını hukuk dışı bulduğunu ve "tüm ülkenin kontrolsüz bir şekilde bu mahkemelerin insafına bırakıldığı"nı söyleyerek, İstik­ lal Mahkemelerinin zulümlerine ve geldiği bu sınır tanımazlıklanna işaret eder. (13) Dini Hizm etlerin K a rşılığ ı: idam Ankara İstiklal Mahkemesi. 15 Ağustos 1925 tarihinde de. "Tarikat-ı Salahiye" davası ile. halife ordusu yüzbaşılanndan sabık yüzbaşı Nihat ve 10 arkadaşının. ..dini tarikatlar vasıtasıyla yun içinde geziler düzenliyerck halkı dini kıyama teşvik etlikleri" İddiasıyla yüzbaşı Nihat ve 10 arkadaşının idam edilmelerini kararlaştırdı. İdamları diğer dindar askerlere örnek olsun diye şaiben ve teşhiren. asıldıktan sonra teşhir edilerek kaydıyla gerçekleştirildi. Yüzbaşı Nihal ve 10 arkadaşı, (bugün yeniden restore edilerek faaliyete geçiri­ len) Taş Han (Ulus) önünde 16 Ağustos Pazanesi günü sabaha karşı (merasimi diniye icra olunduktan sonra, idam edildiler. ‫*؛‬٥‫ ؛‬Şeriat özlemiyle suçlanan in­ sanlara hiç olmazsa "merasimi şeriat-ı' mahkeme hor görmemiş oldu? Ankara istiklal Mahkemesinin. İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemelerinin zulüm ve tuiarsızJıklanyla eşdeğerde uygulamalan da olmuyor değildi Nasıl İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi, adlannın başında "Şeyh. Seyyid. Molla ve 11 12

f ٥ ٥ ”T٠r‫؛‬h o ٥٠،١ı bu k٠٠٠1ar için bKz TBMM Ar>ıvı. T.3, Dosya 22. Karmr 24. Esas

13

15 1.

V . •sas 41/67S2 sayılı


ANKARA ISTiKLAI. MAHKEMESİ VE SINIR TANIMAZ ZULÜMLER

23

Hafız" gibi Unvanlar bulunan kişileri, "nasıl olsa isyan edenlerin başında bu Kir unvanlı adamlan var" diyerek, bölgedeki bütün şeyhlerin, seyyidlerin, hafız ve mollalann >hcr ihtimale karşı, tutuklanmasını yer yer idamını istemişse; Ankara İstiklal Mahkemesi de bu tür bir endişeden hareketle, "gerici düşünceye sahip olduğundan şüphelenilenler için genel bir tutuklama emri çıkartmıştı. Saltanatı ve Hilafeti geri getirmek arzusuyla dini bir hükümet kurmaya teşebbüs edebilir­ ler düşüncesiyle, şüpheli görülerek yüzlerce enlcllcklüel müslüman ve etkili ki­ şiler tutuklanmıştı. Eskişehir mebusu Eyüb Sabri ve Hüsrev Sami, eski İstanbul mebusu Salih Efendi, Bursa Heyet-i Mahsusa üyesi Albay Osman, eski emniyet müdürlerinden Üsküplü Mehmet, eski Bursa Belediye Başkanı Sami gibi tanın­ mış ve eniellektüel zeval sırf bu şüpheyle potansiyel ve müstakbel tehlike tutuk­ lanmış üstelik isimleri verilenler bu yüzlerce kişiden sadece birkaçıydı. Ağustos 1925 tarihi "Sallantı ve Hilafeti geri getirmek" suçuyla şüpheli görülerek tutuklananalann" mahkemeleriyle geçli. Bu şüpheyle yargılanan kişilerin hemen hep­ sinin suçlan olmadığı tcsbil edilerek serbest bırakıldılar. Yaklaşık 300 kadar insanın son anda böyle bir potansiyel tehlikeyle alakası olmadığı anlaşılmış ol­ masıydı bu kadar kişi acımasızca belki idama gitmiş olacaktır. Hele hele mebuslann bile -suçsuz olmasına rağmen, "sizden şüpheleniyoruz!" gibi global bir itham ile İstiklal Mahkemesince tuiuklanmalan ve birkaçının da idamı, dönemin istiklal mahkemesince tutuklanmalan ve birkaçının da idamı, dönemin istiklal mahkemesi uygulamalannın niteliğini ve niceliğini de izah eder sanınz. Ağustos 1925 tarihi artık Cumhuriyet dönemi devrimlcrinin de bir başlan­ gıç tarihiydi. Ve Ankara İstiklal Mahkemesinin başı en çok "Şapka Devrimi', münasebetiyle ağnmış. "şapka"ya karşı yapılan dinsel ayaklanmalar Mahkeme yargılamalan içinde büyük bir yer tutmaya başlamıştı. ‫؛‬٠٥١ "Toplumun dinî sembolü olan bir giysiyi, sırf teokratik düşünceyi yıkmak amacıyla değiştirmeye karar veren Mustafa Kemal Atatürk. ‫؛‬.‫؟‬١bu düşüncesin­ den hareketle ilk önce "şapka" konusunu ele almaya karar vermişti. Arlık devrimler başlıyor ve gerçekleştirilen devrimlerle de nice ma،sura insan devrilmiş oluyordu...

17

0K2 Hakımtyehı Mtlkye. 28-29 Temmuz. 2-7. 11. 16. 19 v . 21 A >jil٠ s 1925 Ayban. a g e . t 261 •282

16 19

Smun IsükİMİ Mahkemaieft. t 285 Eıgun Ayb٠r٠. a g ٠ , • 285-286


‫‪ ١‬د غ‪ ٠. / ٠٠‬ئ‪ ٠٠‬؛ ﺀ ﺀ‬

‫‪1‬ا‪: ٠‬‬


‫‪ ٠.‬ج‪ ١‬دﺀ‬ ‫ﻟ‬

‫ﻰ‪-‬‬

‫ئ‬

‫ﺳﺪ‪.‬‬

‫‪m m c iB O L i‬‬

‫‪d e v r im l e r v e d e t o il e n l e r‬‬

‫ر‪.‬‬

‫ل ‪،١٠.‬‬ ‫ﻲ م‪٠‬‬ ‫ي ‪4‬ﻟ‬ ‫ب‪ ٠ -‬ﺀئ ‪;١‬ﺗﻤﻴﺆﺀ اع>;!اب‪.‬؛ﻣﻐﻊ‪;٠‬ب‬



d e v r im l e r

v e

d e v r il e n l e r

Eski kurum, yasa vc simgelerin yerine yenilerini koyma, yani laikleşme süreci, halifeliğin, dini eğitim ve öğretimin ve şeriata dayalı yargının kaldınlmasıyla tamamlanmış sayılmıyordu, istiklal Mahkemeleri. Sıkıyönetim Mahkeme, leri, Hıyanet-i Valaniyye Kanunu ve Takrir-i Sükun Kanunları ile. her tür dini gelişim, ayaklanma ve başkaldınlar bastınimaya çalışılıyor ve bunun yerine yeni rejime ait köklü toplumsal değişmelere gidilmek isleniyordu. Şapka giyme ve giydirilme mecburiyeti, devlet mcmurlan için giyim ٠ kuşam kurallan konulması, dini sembol manasında her tür giysinin kullanımının yasaklanması, (sank. cübbe, takke gibi) tarikatlann yasaklanması, tekke, vaziye ve türbelerin kapatılması vc hukuksal planda devlete ait hukuk dcvrimlerinin yapılması veya bir diğer anlamıyla, '.hukukun dünyevilcşdrilmesi ve batı çeviri yasalannın alınması" gibi köklü ıoplums،ü düzenleme girişimleri, laikleşme sürecinin tamamlanması yolunda önemli basamaklan oluşturuyordu. Laikleşme sürecinde birbiri ardına yapılan devrimler için ilk gezi Şapka Devrimin! başlatmak adına Kastamonu’ya yapılmıştı. Neden Kastamonu’yla başladı bu seyahat ve bu devrim? diye soranlar için, zamanın en çok satan gazc. içlerinden biri olan Vakit gazetesinin Ankara temsilcisi Naşii Hakkı Uluğ ilginç ^١Ve bir cevaplamada bulunuyor: "Kastamonu maalesef münecilerin yeridir!" ٢ bu sözü Atatürk’ün özellikle söylediğine dikkat çekerek, irticaya karşı bir dev­ rim harekelinin öncelikle irtica merkezlerinde yürütülmesi gerektiği zor\mluydu diyor Naşlı Hakkı Uluğ. Kastamonu’dan başlarulraasının bir diğer sebebi olarak da. Kastamonu mebuslarından emekli Albay Halid (Akmansü) Bey.in. hilafetin kaldmiış tanış1. Gonhard Jae،chK٥ . Yent Türkiye'de tsfemlıK. ، 22. Z Na٠it HâKkj Ulu., Üç dUyûJk D6>٧rmı. s 117.


28

CUMHURİYET DÖNEMİ DlN VE DEVLET İLİŞKİLERİ

malannda yönetime karşı olan tavrı gösterilebilir. Daha önce de konuşmalanndan verdiğimiz pasajlardan da hatırladığınız gibi. Halid (Akmansü) Bey, halife­ liğin kaldmimasına şiddetle karşı çıkmış ve siyasi yönden büyük bir hata işleni­ yor diye meclisi uyarmıştı. Halid Bey gibi bir rejim karşıtı insanın Kastamonu mebusu olması Kastamonu seyahatini doğuran temel nedenlerden bir başkası ol­ muştu. Her iki halde de şapka adına yapılan Kastamonu seyahatinin ilticaya karşı bir eylem, bir gösteri olacağı belliydi. K astam onu Ve İnebolu Gezileri 23 Ağustos 1925 Pazar günü başlayan ve dcvrimlerin başlangıcı sayılan Kastamonu gezisi için dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyci-i Milliye şu yorumda bulunuyordu : '٠ .... Büyük sevgi gösterileriyle şehirc giren Gazinin elinde bir ”Panama Şapka” bulunuyordu. Anık Türkiye’nin kaderinde büyük etkisi olacak bir dönem başlaulıyordu. Bir yandan getirilen çeşitli kanunlarla devlet laikleştirilir­ ken. halk yığınlarını dini düşüncenin sembolü olan '.Fcs”tcn kurtarmak için şap­ kaya sıra geldiği belliydi. Gazi'yi elinde şapkası ve başı açık gören Kastamonu.lular hemen başlanndaki fes ve sanklannı çıkariıvermişlerdi...” Şapkaya, resmi gazele sayılan Hakimiyci-i Milliyc’nin. *'Artık Türkiye nin kaderinde büyük etkisi olacak bir dönem başlıyordu!" denilerek yaklaşması do٥aldı. Çünkü çıplak olarak, şapka kullanımı için gerçeklen öylece inanılmıştı ve Türkiye’yi batıya ve ban uygarlığına yaklaşuracak bir olay olarak bakılıyordu şapkaya. 26 Ağustos İnebolu Seyahatinde Mustafa Kemal’in yaptığı konuşma da bu yaklaşımı doğruluyordu. Mustafa Kemal. İnebolu da, Türk halkının düşünce­ sinin de medeni olacağını belirterek, medeniliğin alameti olarak şapkayı gösteri­ yor ve ilk kez .’şapka” kavramının da böylcce telaffuz cuniş oluyordu. Şapka­ ya işaretle ”Yüksek bir amaç uğnma çalışıldığını ifade eden Mustafa Kemal ; "... Bu kadar yüksek ve önemli sonuca ulaşabilmek için, gerekirse ba/ı kurban­ lar da verilir! ٠ * diyerek adeta, gelecek günlerde şapkaya karşı oluşan tepkile­ rin nasıl ördcncccğini de ifade cuniş oluyordu. 3 5

N ..I İ H akkı U lu . Uç Büyük ٥ ٠ vrvp. s. 12a ١ 28

L n¥9ü - t r e 2 • 206-2n

” ‘ ’. ٠*

،.a»

.٠«

٠

13■


DEVJRİM VE DEVR ‫ل‬MLEK

29

Mustafa Kemal 26 Ağustos akşamı Türk Ocağında verilen bir toplantıya katılmış ve burada şapka devriminin bchcmahal yapılacağını, diğerdim giyim kuşamda düzeltmelere gidileceğini ve özellikle kadınların örtü ٠peçe ٠şaHeri üzerinde değişiklikler yapılacağını dile getirmişti.^‫؛؟‬ Mustafa Kemal.in konuşması aynı zamanda, şapkadan sonra fes giyenle­ rin ve sank saracaklann halini de tasvir ediyordu ki, bu hal onlann devrimler adına "kurban" edilecekleri ve taassuba asla müsaade edilmeyeceği idi. ‫؛‬٥‫؛‬ 2Lamanla din ٠devlet ilişkilerinde büyük çatışmalann doğmasına sebep olacak olan sözkonusu konuşmanın bazı bölümleri şöyleydi: Şapka Cumhuriyetin Yüksek Amacı! "... Muhterem arkadaşlar, gerçi kısa zamanda, çok çabuk ve çok etkin denile­ cek bir tarzda siyasi, idari ve toplumsal inkılaplar yaptık. Bu yaptıklarımızın sürat ve kesafetinden ancak memnuniyetle ve bahtiyarlıkla bahsolunabilir. Çünkü inki. laplarımız olmasaydı, kurtuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Bize inanmanız gere­ kir ki. böyle yapmak zarureti olduğu için biz inkılapları yaptık. Şimdi size sual tarzında bazı hitaplarda bulanacağım : Hâkimiyetine sahip olan bu milletin başında bir dakika bile olsun bir sultanı bırakmak caiz olabilir mı kJi? Bunu sizden soruyorum. (Asla ve katiyyen sesleri) Sevgili kardeşleim. fikir ve idrak sahibi olduğunu büyük hadisat ile isbat etmiş olan bu millet. Allah’ın gölgesi. Peygamberin vekili olduğunu iddia küstahlı­ ğında bulunan Halife ünvamndaki gafillere, cahillere, riyakârlara vatanında, vicda­ nında yer verebilir miydi, bunu sizden soruyorum? (Haşa, katiyyen sesleri). Büyük Millet, cihan ailevi medeniyetinde mevkii ihtiram sahibi olmaya lâyık Türk Milleti, evlâtlarına vereceği terbiyeyi mertep ve medrese namında birbirinden büsbütün başka iki nevi müesseseye taksim etmeğe halen katlanabıır miydi? terbi­ ye ve tedrisatı tevhid etmeden aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yapmağa imkân aramak, abesle işgal olmaz mıydı? Efendiler. Türkiye Cumhuriyetini tesis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenidir, hakikatte medenidir. Fakat ben. sizin oz kardeşiniz, arkadaşınız, baba­ nız gibi söylüyorum; medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fık/ıyle. zihniyeti­ yle medeni olduğunu isbat ve izhar etmek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhunyelı halkı, aile hayatı ile, yaşayış tarzı ile medeni olduğunu gös­ termek mecburiyetindedir. Velhasıl medeniyim diyen Türkiye’nin hakikaten mederv olan halkı, baştan aşağıya vaz.ı haricisle dahi medeni ve mütekâmil insanlar oldu­ ğunu fiilen göstermeğe mecburdurlar. Bu son sözlerimi vazıh ifada etmeliyim k١,

8.

Davnminda Kmlunonj ٠٠ 45 N aşıl Hakki Uluğ٠ûç Büyük Devrim. I ١ 45 HskgruyvH 27 . ‫س‬ ٢ ٠ A ğ u lto l 1925

50

-


30

c u m h u r iy e t

DÖNEMİ DlN VE DEVLET iLİŞKlLERj

bütün memleket ve cihan, ne demek istediğim‫ ؛‬suhuletle anlasjn. Bu İzahatımı he. yeti alıyenıze. heyeti umumıyeye bir sualle tevcih etmek Istlycrum‫ ؛‬scruycrum : Bizim kıyafetimiz mîllî midir ? (Hayır sesleri). Bizim kıyafetimiz medeni ve beynelmilel midir? (Hayır, hayır sedaları). Size iştirak edlycrum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval, üstü şişane. diye ifade .lunabilecek bir kıyafet, ne millidir ve ne de beynelmileldir. 0 halde kıyafet, siz bir millet clur mu, arkadaşlar? Böyle tavsif clunmağa razı mısınız, arkadaşlar? (Hayır. hayır, katl^.'en sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzarı aleme göstermekte mâna var mıdır? Bu ‫؟‬amurun ‫؟؛‬inde cevher gizildir, fakat anlamıyorsunuz, demek nasip midir? Cevheri gösterebilmek İçin ‫؟‬amuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin mu. hafazası İçin bir mahfaza yapmak lazımsa onu altın'dan veya platinden yapmak icab etmez mi? Bu kadar açık hakikat karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddUde sevkedenler varsa onların humk - ahmaklık" ve belâhatine hükmetmekte halâ mi tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar. Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeğe mahal yoktur. Medenî ٧٠ beynelmilel kıyafet bizim İçin, çok cevherli milletimiz İçin lâyık bir kıyafettir. Onu Iksa edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantalon, yelek, göm. lek.kıravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi, şemsli serpuş. Bunu açık sOylemek isterim. Bu serpuşun ismine "şapka" denir. Redingot gibi, ban^ur gibi, smokin gibi, frak gibi, İşte şapkamızı (Şapkasını göste. r^ek). Buna caiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok ca. hilsinız ve onlara sormak isterim : Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı giymek neden olmaz? ٧٠ yine onlara, toütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisveyi mahsusu olan cübbeyi ne vakit, no İçin ve nasıl giydiler? Bu noktayı n^ ara ait beyanatımı bitirmezden evvel birkaç kolime daha söylemek iS" terim. Efendiler, iglimat hayalin mebdei, aile hayatidir. Aile, izaha hacet .yoktur ki, kadtn ve erkekten mürekkeptir. Kadınlarımız hakkında, erkekler hakkında soz soytedaim kadar (azla izahafla

‫ ﻻﻷ‬: : ‫ﻻاﻻﻻ‬8‫دﻻ اا‬٢ ‫;! اه ا؛‬

h a s M h ^ u r ir r .n ız d a r ^ u ^ ^ ^ r g ^ e m e m . M u M a d e b ^ u ru lu rs a to rik keli;

soyUyeceğim

٧ ٠

SIZ sOytemek ısted.iğımi suhu.leile r lıy a c a k s m ız . Seyahatim

yüzlıhnv;gozi;m ı‫ ؟‬kk٠si!v٠rtınaıtekaprm r:a٠W٧:r m ı g 0 : ٧m.&lhassa ^

s : k : : : : b ‫ ؟‬tar‫ ؛‬. k ٠f^٠ : r i; n

t - ^

•diyorum!

a za b v ٠ ٠ztırap٠w٧ğünu


DEVRİM VE DEVRİMLER

31

üzerinde bulunduktan sonra fazla hodbinliğe lüzum kalmaz. Onlar da yüzlerini ci* hana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur. Arkadaşlar, sureti mütehakkıda telâffuz ediyorum : Korkmayınız. Bu gidiş za­ ruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye isal ediyor. İsterseniz bildire­ yim ki. bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye vusul için, lâzım gelirse bazı kur­ banlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur. Mühim olarak şunu ihtar ederim ki. bu halin muhafazasında teannüt ve taassup hepimizi her an kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz. Hanım ve Bey arkadaşlarım, size malûmunuz olan bir hakikati kısa bir cümle ile tekrar arzedeceğim. Beni mazur görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. Ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok biamandır. Dağlan delen, semalarda pervaz eden, göze görünmeyen zerrattan. yıldızlara kadar her şeyi gören, tenvir eden, tetkik eden medeniyetin muvacehi kudret ve ulviyetinde. Karunu vustai zihniyetlere, iptidaî hurafelerle yürümeğe çalışan milleler mahvol­ mağa veya hiç olmazsaesir ve zelil olmağa mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cum­ huriyeti halkı, mütecettid ve mütekâmil bir kütle olarak ilelebet yaşamağa karar vermiş, esaret zincirlerini ise taihte namesbuk kahramanlıkları parça parça etmiş­ tir..." ٥ )

.’Mutaassıb Zihniyetlerin Parçalanması Zaruridir!" Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, artık ne fes giyileceğini, ne sank sanlacağını ve ne dc cübbe ile dolaşılabilcceğini belirtiyor ve en önemlisi de artık ka. dınlann da yüzlerini açarak ve erkeklerden kaçmayarak medenî bir hale dönüş­ meleri gerekliğini vurguluyordu. Bu Osmanlı sonrası Cumhuriyet döneminde halkın tamamını ilgilendiren -uygulama açısından- toplumsal bir devrim idi. Anık yeni rejimin sahipleri TBMM.dcki inkilaplar sonrasında halka da inilmesi gerektiğine inanmışlardı. Yine geniş bir kitleyi ilgilendiren "Tekke ve Zaviyele­ rin Kapatılması*, fikri dc ilk kez bu seyahat esnasında dile getirilmişti. 30 Ağus­ tos tarihinde Halk Fanisi il binasının balkonundan bahçede toplanan kalabalığa hitap eden Mustafa Kemal. "... Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin gayesi. Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modem ve bütün şekil ve muhtevasıyla medeni bir topluluk haline getirmektir. Bu gerçekleri kabul edemeyen mutasaassıp zihniyetleri parçalamak zaruridir. Şimdiye kadar milletin anlayış ve kavrayışını paslandıran, uyuşturanlar, bu zihniyete sahip olan mutaassıp kişiler olmuştur. Zihniyetlerde yerleşen dini inançlar ve hurafeler, ka­ milen tardolunacaklır. Onlar zihinlerden silinmedikçe akla ve manuğa hakikji nurlarını yaymak ve yerleştirmek imkansızdır ^demişti. ٠

10

»1،،,.........................


32

CUMHURİYET DÖNEMİ DİN VE D E ^ C T İLİŞKİLERİ

Mustafa Kemal konuşmasına devamla evliyalarda, şeyWcrdcn bahsede, rck onlann gerici, yobaz kimseler olduğunu ifade cdcrck. şeyh ve evliyaları hurafcli kimseler olarak takdim ettikten sonra bircr ''gerici yatagı" olarak g.rdügü tekke ve zaviyelerin üzerinde dumıuştu : "٠ Mevcut

tarikatların gayesi kendilerine tâbi olan kimseleri dünyevî ve manevî olan hayattan mazhan saadet kılmaktan başka ne olabilir? Bugün, ilmin.

tf٠l ٠IWII٠t; ٠ft ٠ __ ٠،_٠_ ٠ _1_1 ‫د‬-‫دد‬-‫؛‬.. ‫د‬ ‫د‬ ‫؛‬— -* ‫م‬ ‫ﺀ‬ ٠ ‫ﺀ‬ |‫ﺀ‬ ‫ﺀ‬ ٠ ‫ل‬ _‫ﻞ‬ ‫ع عﻟﻠ‬ ٠ ٠ _ ٠ ٠ ٠ _ lennin, şümulü le medeniyetin muvacehe‫ ؛‬şülepâşından lilan veya talan şeyhin ir. şadı ile saadet maddiye ve maneviye arayacak kadar iptidaî insanların Türkiye camiayı meden yesinde mevcudiyetini asla kabul etmiyorum (Şiddetli alkışlar). ■ lA

‫ ع‬٠| ‫ع‬

Etendiler ve ey millet, iyi biliniz ki. Tü^iye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensublar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, tarikat! me. dinicedir. (Sürekli alkışlar)

Medeniyetin emir ve talep ett^ini yapmak, insan olmak İşin katidir. Rü.sâyı tarikat, bu dediğim hakikati bütün vUzuhu ile idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık vâsılı rüşd olduklarım elbette kabul edeMklerdir. Arkadaşlar‫ ؛‬huzurunuzda, muvacehe‫ ؛‬millete beyanı tikr ederken hissettiğim ve gördüğüm hususatı oludğu gibi söylediğimi tarih ve vicdan karşısında kabul edeceklerdir. Hükümeti Cumhuriyetimizin bir Diyanet İşleri Riyaseti makamı vardır. Bu makama merbut müftü, hatip, imam gibi muvazzat bir ‫؟‬ok memurları bulunmaktadır. Bu v^ rfed^ zevatın ilimleri, taziletleri derecesi malûmdur. Ancak burada vazite. dar olmayan birçok insanlar da gö^r.rum ki, ayni kıyatet iktisasında berdevamdır, lar. Bu gibilerin işinde şok câhil ve Ummi olanlarına tesadut ettim. Bilhassa bu gibi .nların önüne düşüyorlar, halkla doğrudan d o ru y a temasa âdetâ bir mani teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum‫ ؛‬bu vaziyet ve selâhiyeti kimden, nereden almışlardır?

Malûm olduğuna gOre, milletin mümessilleri, intihap ettikleri mebuslar ve ۶nlardan te^kkü! eden Türkiye Büyük Millet Meclisi ye meclis^ rtimadına.mazha‫؛‬ Hükümeti Cumhuriyedir. Bir de ^lahaltt müntehap Belediye Reisleri ve heyetle‫؛‬ vardır Millete hatırlatmak isterim ki, bu lâubaliliğe müsaade etmek asla câiz d٩ !ldir. Horh'aide sahibi selâhiyet olmayan bu gibi kimselerin, muvazzaf olan z.e.at ‫؛‬e aynı.ksYoyitaşımalarındaki mahzuru hükümetin nazari dikkatine vaz odec^im.

-

Tekke ve Zevcelerin kesin olarak kapatılması meselesine şöyle demişti ‫؛‬

٠

- inetolu'da ve diğer bazı yerlerde söyledim.. Bugünün rneselesi gibi müle.

I.a ‫ ؛ ؛ ؤ ﻏﺂ ؤإ ب|آ ب‬b u r ± d a bah^ lm ek islerim. He; mi..:.‫ أ ! ه‬: ‫ﻫﻞ‬

‫؛‬: ‫! ﻻ ؛ دا م‬


D E V R İM V E D E V R İM L E R

33

insan, bu alelacâip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü? (Güldürür sedala* rı). Fes. sarık, mintan ve ceketli kişilerin komikliği üzerinde duran ve bu kıyafet sahiplerini acaîblikle suçlayan Mustafa Kemal kıyafet üzerine devamla : "Devlet memurları, bütün milletin kıyafetlerini tashih edcektir. Fen. sıhhat noktayı nazarın­ dan amelî olmak itibariyle her noktayı nazardan tecrübe edilmiş medenî kıyafet ik. tisa edilecektir -giyilecektir- Bunda, tereddüde mahal yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamağa takat yoktur. Biz. medenî insan olduğu­ muzu ispat ve izhar için icabedeni yapmakta asla tereddüt etmeyeceğiz. Arkadaşlar. Türk milleti çok büyük vakalarla isbat etti ki. ilerlemeği ve yeniliği İster, inkılâpçı bir millettir. Son senelerden önce de milletimiz teceddüt yolları üze­ rinde yürümeğe. İçtimaî inkılâba teşebbüs etmemiş değildir. Fakat hakikî semereler görülemedi. Bunun sebebim araştırdınız mı? Bence sebep, işe esasından, temelinden başlanmamış olmasındandır. Bu hususta açık söyleyeyim, bir heyeti içtimaiye, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan mürekkep­ tir. Kaabil midir ki. bir kütlenin bir parçasını terakki ettirelim, diğerine müsamaha edelim de o kütlenin heyeti umumiyesi mazharı terakki edilebilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı se­ malara yükselebilsin? Şüphe yok. terakki adımları, dediğim gibi, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve sahayı terakkî ve teceddütle birlikte kafi merâhil edilmek lâzımdır. Böyle olursa inkılap muvaffak olur. Memnuniyetle meşhudumuz olmaktadır ki. bugünkü münevverlerimiz hakikî icaba tekarrup etmektedir. Herhal­ de daha cesur olmak lüzumu aşikârdır.." ”... Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki. başına bir bez veya bir peştemal veya buna mümasil bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler. Ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mâna ve medlulü nedir? Efendiler, medenî bir millet anası, millet kızı, bu garip şekle, zahmetli vaziye­ te girer٠٠mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal tashihi l â z L ı r . - ‫) "؛‬

Tekke!er Kapatı!ıy0r, §eyWe٢Ceza!andırı!ıy0r!. 31 Agustos Çank.n'da yapılan konuşmada : "Tekkeler kesinlikle kapaiılmalidir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göslemcsinc muhta‫ ؟‬degiliz. Bir uygarlıktan ve bilimden gU‫^ ؟‬lyonız."(‫ا‬2‫ل‬denilerek kesinlikle tekkelerin kapaulaeagı da belirtilmi‫ ؟‬oluyordu. Saat I7.00'de kendisini iskilip'e davet edenlerin önünde yaptıgı konuşmada ise : "Kıyafetin medeni bir şekle d ö n ü ş tü r e s i İçin kanuna lüzum yoktur, millet karar verir ve yapar... Yalmz bir Diyareı İşleri Reisliği ve 11.

12.

Mahm udGoloâlu. OavnmİBf

VB

٢٠P١930- ١924) ٠٥٠٥' ‫) ؛‬.

s.15 60 . BaşnurMabaası.1872١

‫ﺀ‬

1 ..<،/1 /-|‫"ة‬٧‫ئ‬:

‫ ﻵ‬1 ‫ ﺋﺎا‬:

٠‫ع‬8‫ ة‬,':’"67‫ ا‬€9‫ﺔ ذ ;؟ﺀ‬


34

C U M H U R İY E rr D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İLİŞK İL ER İ

buna mensup müftü, imam ve hatipler vardır. Bu sınıfa ait kıyafet mazur görü­ rüz. Lâkin din görevlisi olmayıp da bu kıyafetleri giyenlerin hareketlerini tanmaz ve kabul etmeyiz! Biz arlık sadece şapkayı değil, medeni kıyafetin bütün unsurlarını kabul ettik. Bunu memurlar ve mebuslar yerine getirerek halka reh­ ber olacaklardır..." diyerek Ankara'ya gerekli mesajları ve uyarılan da yollamış oluyordu. Bu mesaj ve uyanlar sebebiyle. 1 Eylül günü Ankara'daki karşılama töre­ ninde memur ve mebusanın tümü şapkalı olarak hazır bulunmuştu. İstiklal Mah­ kemesi heyetleri de şapkalarıyla hazır bulunarak Mustafa Kemal’i karşılayanlar arasında olmuşlardı. Ve en önemlisi de Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi, ken­ disine müsaade edilmiş olduğu halde karşılamada başına fes ve sank geçimıemişli. Rıfat Börekçi de şapkasıyla birlikle karşılama töreninde bulunmuştu. Rıfat Börekçi bu haliyle özel olarak Mustafa Kemal'in koca Diyanet İşleri Başkanını şapkalı haliyle daha çok sevdiği her halinden belli olmuştu. Ankara'ya gelinildiği günün akşamı Atatürk hemen Çankaya'da Bakanlar Kurulunu toplamış ve gelecekte kanunlaştıracağı kesinlikle belli olmuş olan şu üç konuda Bakanlar Kurulu Kararlannı aldırmıştı. Bunlardan biri, "din ile hiçbir ilgisi olmayan, toplum hayatını kemiren ve halkı kandırmaya yönelik olarak din perdesi altında faaliyetler yürüten" diye icsbiılenen tekke ve zaviyelerin kapaülması karan idi. Diğerleri ise dini kıyafetlerle dolaşılmasının yasaklanması ve şeyh, derviş, mürid, münicsip, ihvan gibi ünvan ve sıfaiJann kullanılmaması kararlan idi. Aynca, hem cami, hem de tekke veya mescid olarak kullanılan yerlerin cami veya mescid olarak açık olarak bulundurulmasına ve tekkelerden normal ebadda olanlann ev olarak, büyük olanlann da okul olarak kullanılması­ na ve okul idaresinin de Milli Eğilim Bakanlığına verilmesine, lürbedarlıklann kaldınlıp. buradaki görevlilerin ilk fırsatta müezzin ve imam olarak atanmalanna, bu görevlerde iken "irtica suçu" işlemiş olanlann da maaşlarının verilmeme­ sine karar verilmişti. Bütün bunlann meclisle kanunlaşmadan epey zaman önce bu konularda Bakanlar Kumlu Karannın alınmış olmasının gerekçesi, "bir an önce Türkiye yi geri bıraktıran kötü geleneklerin yıkılması... diye gösteriliyordu. ‫؛‬

il

، a « - .«


D E V R İM V E D E V R İM L E R

35

Devrimci Başkan : Rıfat Börekçi 2 Eylül akşamı Mustafa Kemal’in başkanlığında toplanan Bakanlar Kuru• lunun aldığı kararlarla ilgili olarak, Mustafa Kemal, hemen Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi'ye bir haber göndermiş ve tamamı dinî olan bu kararlarla ilgili olarak Diyanet İşleri Reisinin bütün müftü, vaiz, imam ve müezzinlere bir tamim göndermesini istemişti. Böylecc işin Diyanetle ilgili yönü, yani din ile il. gili yönü de halledilmiş olacakt.. Kararlarla ilgili olarak Diyanet İşleri Reisliği de hemen müftülüklere bir tamim göndererek aşağıdaki hususlan tüm müftü vaiz ve imamlara duyuruvermişti. Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Reisliği Tahrirat Müdürlüğü Numara: 2413 Heyeti Vükelâ (Bakanlar Kurulu) Kararı: "Hey'eti Vükelâ Kararı; "Vekiller Hey.eti 2 Eylül 1341 (1925) tarihinde Reisicumhur Hazretlerinin riya­ seti altında içtima' eyledi." "Vatan mal ve canca bir fedakârlıklar tahmil etmiş olan büyük irtica hadisesi (Şeyh Sald Vak.ası) üzerine Şark İstiklâl Mahkemesi.nin daire.i kazâ dahilindeki tekke ve zaviyelerin kaldırılmasına karar verildiği ma'lCımdur. Ankara İstiklâl Mah­ kemesi dahi tekke ve zaviyelerin kaldırılması lüzumuna dair hükümetin nazar-ı dikkatini celb etmiştir." "Gerek bu kararname ve gerek Hükümet'çe de vuku .bulan istidla’ ve müşa. hedeler tevlit ettiği kanaatlere müncer olmuştur. Evvelâ mevcut tekkeler, tarikatlar ve zaviyeler mensub ve saüklerinin (İçinde) pek çok masum vatandaşlar bulundu­ ğuna şüphe olmamakla beraber, maksatlı kimselerin bu müesseseler vasıtasıyla ma'sûmları ihlâle fırsat buldukları ve gizli olarak samimî içtihat ve itikat namına gizli siyasî emeller takip edebildikleri ve dâima takib edebilecekleri ve binaenaleyh Anayasa.daki madde-i malisusanın kayd-ı mani'le temas halinde bulundukları an­ laşılmıştır. Saniyen, memleketin, her tarafında ulemâ kisvesini kendiliğinden giye. bilen zevat ve eşhasın efkâr.ı ahaliyi temsil, tevcîh ve maksatlarına göre teşviş için salâhiyet ve vaziyet takındıkları görülmüştür. Salisen, vatandaşların kıyafet ve giyiniş tarzı gibi mühasıran İçtimaî ve medenî esbaba bağlı olup vicdanî itakatla esasen İrtibatı bulunmayan meseleler üzerinde efkârın teşvvüs ve tereddüde sevk edildiği anlaşılmıştır. Mezkûr meseleler hakkında Türkiye Cumhuriyeti dahilinde aşağıdaki kararnamelere göre muamele olunması takarrür etmiştir.


36

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Tekke ve Zaviyeler H akkında K ararnam e : Madde : 1. Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle inşâ edilmiş ve gerek şeyhin mülkü olarak tapu ve taht.ı temlikinde bulunmuş olan bilumum tekâyâ ve zevayâ bilâ.istisna kamilen kapatılmıştır. Ancak vaktile cami, ve mescid olarak inşâ edilmişken bilâhare meşihat ıhdâsı suretiyle hem cami'hem tekke ola­ rak kullanılanlar yalnız cami' ve mescid olarak kullanılacaktır. Madde : 2. Türkiye Cumhiriyeti dahilinde hiç bir tarikat, bunlara mensup hiç bir şeyh, derviş ve mürid yoktur. Bu sınıflara ait hususî kisveler ve unvanlar mülgâ ve memnu.dur. Madde : 3- Kapatılan tekke ve zâviyelerin vakfiyelerinde şeyhin ikametine mahsus ayrıca muşruta varsa, bunlarda evvelce şeyh olanlar kayd.ı hayat şartı ile ikamet edebileceklerdir. Şeyhin evlâdı vakfiyeden ise, bugün zatına mahsus vazi­ fesi kezalik kayd-ı hayat şartı ile kendisine verileceği gibi vakfiyelerinde münderiç şeraite tevfikan yine evlâd-t vakıftan mütazikası varsa onların da muhassasatı tesviye olunacaktır. Madde : 4- Bu kabil kapatılmış binalardan mektep ittihazına elverişli olanlar mektep olarak kullanılacak ve elverişli olmayanların 19 Mayıs 1327 (1 Haziran 1911) tarihli kanun maddesine tevfikan Vakıflar Umum Müdürlüğü nakit İle değişti­ rerek hasıl olacak para ile köylerden başlayarak icab eden mahallere mektebler inşâ edilecektir. Madde : 5- Geçmiş sultanların türbeleri kapatılmıştır. Kezalik cer ve menfaat için vesile olarak veya bir tekke ve tarikate mesnet olmak üzere kullanılan türbeler dahi kapatılmıştır. Bütün türbelerden kıymeti haiz olanını muhafaza ve idâme işi Maarif Vekâletı'ne aittir. Madde : 6. Türbedârlık mulgâdır. Bugün türbedârlık cihetine haiz bulunanla­ rın tahsisatlarının tesviyesine devam olunacaktır. Şu kadar var ki bu tür. bedârlıklarla cami' ve mescidlerde ınhilâl edecek imamet, müezzin, kayyım gibi vazifelere Diyanet İşleri Riyasetince tercihan tayin edileceklerdir. Ve tayinleri anın­ da türbedarlığa ait tahsisatı kesilecektir." ^*٦^^

Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi'nin tamimimindc Jc görüldüğü gibi, Cumhuriyet dönemi din-devlet ilişkileri diyanet çizgisinde çok olumlu ve de çok anlaşmalı gidiyordu. Tabii bunda inkilapçı Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin büyük rolü oluyordu. Din adına kendisinden istenen her şeye ya bir fetva veriyor veya personeli olan müftü, vaiz, imam ve müezzinlere hemencecik buyruk doğrultusunda tamim ve talimatlar gönderiyordu.


D E V R İM V E

37

d e v r im l e r

Şapka Kanunundan Önce işlenen Keyfi Zulümler Çankaya’da alınan 2 Eylül kararlanndan. şapkayla ilgili resmi kanunun çı­ kacağı 25 Kasım'a kadar (671 sayılı kanun) geçen üç ayı yakın bir zaman içinde şapka adına kimi zaman ilginç, kimi zaman komik ve kimi zaman da sancılı gö­ rüntüler olmuş idi. Şapka inkılabı açısından işin en ilginç yanı inkılabın kanun­ laşmasından bir ay kadar önce Eylülün ilk haftası İstanbul Karaköy limanında İtalyan Borsalino kardeşlere ait (dünyaca ünlü şapka ve fötr imalaıçılandır) şapka ve fötrlerle yüklü bir geminin bekliyor olmasıydı. Eylülün ilk haftasında gerçekleşen/ gençekleştirilen bu olayda, açıkgöz Borsalino kardeşler hemen gümrük işlemlerin yaptınlarak bir. iki günde içi şapkayla dolu bir gemiyi boşalı­ ma başansını gösıcımişler(!) ve çok büyük karlar elde etmişlerdi. ،٠٥‫ ؛‬Avrupalı şapka imalaıçılan da o haftalarda altın bir hasat biçmişlerdi. Gemiler dolusu fötr, panama, kaskei-ne varsa-İslanbul'a koşturulmuş ve hemencecik limanda boşaltılarak halka ulaşlınlması sağlanmıştı.،..‫؛‬ Gemiler dolusu gelen şapkaya rağmen ihtiyaç karşılanamamış ve yerli üretime ve "şapka fabrikalan" kurulmasına karar verilmişti. ،^،‫؛‬ ٠ Komik olan taraf da. İstanbul halkının başlarına geçirdikleri türlü türlü şapkalarla, tam bir karnaval havası içinde yaşamış olmalan ve erkeklerin başlannda renkli, cicili.bicili kağıttan şapkalann bulunması idi. Halta çoğu criccğin kafasında kadın şapkalanda görülmeğe başlanmıştı(!)،^.‫؛‬ Devlet Yardımında Değişik Bir Boyut: Şapka Avansı! Şapka almakla zorluk çeken memurlara da hükümet "şapka avansı" adı alünda bir yıl vadeli borçlar vermeye başlamıştı. Hükümetin "şapka avansr’m en iyi değerlendiren ıcşkilaüardan biri de Diyanet işleri Rcisiliği olmuştu. Diyanet Reisi Rıfat Börekçi, teşkilauna gönderdiği tamimde kendi görevlilerinin de şapka alması gerektiğini ve şapkalann memurin maaşlanna göre fazlaca pahalı olduğu için, kendi mcmurlanna 50 kuruş şapka avansı" ،‫ ؛^؛‬verileceğini bildiri­ yordu. Zamanla şapkalann daha da pahalanmasıyla şapka avansı 80 kuruşa çıis.

Paneth. TurkeyaUheCfOSsroads.s.SZ.

20:

292, K a ıC ırs a l Şapka Fabnkası (Ik açılan .apka labrv kalanndandı l!r٥sT٥zy w 0 z : n l a r ‫ ة‬: ‫ ﻫ ﺎ‬f e s t e n : : « ٥ ye ‫ ; ﺗ ﺘ ﺲ ;اﺳﺊ‬: ‫ ؛( * ﺗ ﻨ ﺰ ة ﺗﺶ‬len Reisimi Tamımı No 17.


38

C U M H U R lY E l' D Ö N E M ! D ،N V E D E V L E l. IL IŞK JL E R İ

kartılm ışu.^‫ ؛‬Yaklaşık 1 lira olan şapka avansının ne liir bir kıymet ifade elliği­ nin bilinmesi açısından, o günkü yıllanmış bir müftünün aylık maaşının 2.5 lira olduğunu bir imamın da 80 krş. aylık maaş aldığını söylemek yeterli olacakur sanırız. İmam maaşıyla konuşacak olursak "bir maaşa bir şapka" demek bu gü­ lünçlüğü sergilemek için ycierlidir.‫؛؛‬..^ İlginçliklere bir başka örnek de la İngilte­ re'den bile gemiler dolusu fötr, panama, kasket -ne varsa, her tür şapkanın İstan­ bul limanına getirildiğidir. Pa.jl Gcnıizon. "Mustafa Kemal ou rOrienı en Marehe" isimli eserinde, şapkayla ilgili Bakanlar Kurulu karanndan sonra oldukça meraklı sonuçlann or­ taya çıktığını; Bcyoğlunun nadir şapkacı dükkanlannın tahmin edilemeye­ cek kadar çok alışveriş yapııklannı ve bir kaç ay içinde şapkacıların umulmaya­ cak kadar zengin olduklannı anlatır. Gcnıizon, "Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu" isimli kitabında bu dummu şöyle bir teşbihle ifade etmeye çalışır: "Kıt­ lık günlerinde, bazı saatlerde ekmek fınniannın önünde olduğu gibi, şapkacı dükkanlan da adeta müşteriler tarafından sanlıyor ve önünde uzun kuyruklar oluşturuluyordu." Eylül 1925 tarihlerinde basın da üzerine düşen görevini yapıyor ve alabil­ diğine sank, cübbe ve fes üzerine hücuma geçiyordu. Şapkaya övgüler düzüle­ rek yürütülen kampanya da fesle ilgili gazele başlıkJan dikkat çekiciydi. Gaze­ teler fes'i şöyle veriyorlardı : "Bu öküz kanı rengindeki başlık bütün bir milletin kanının akıtıldığı bİr rejimi hatırlatmaktadır." Opera -komik olan bu başlık... . "Bu fuar tiyatrosu malzemesi...". "İçiyle ve dışıyla lam bir şarap şişesi kesesi... . "Gelincik". "Horoz İbiği’.ni kullanmak herkesi uiandınyor...". Her adımda bir esintisinde sallanan Ppüskülüyle fes..." rüzgar esınusınae U > K U 1 U ) 1W‫ل ؛‬ ‫ د ا‬٠٠‫ﺀ‬ G a z e t e le r Ş a p k a G iy m e y e n le r le A la y E d i y o r l

Gazele baslıkianyla halkjn fesiyle alay ediliyor, fesli komiklıkJcre kar‫؟‬, halk mücadeleye ‫ ؛‬ag.nlıyordu. Gazetelerin yönlcndinnesiylc özellikle IslanhUlda haJk içişle büyük k j٧galar bayhyordu. Şapka giyenler, feslilerin, sanklı23

Oy ٠ ٠ t

‫ﺀ‬١٠‫اﺑ ﻢ‬.

1,1‫س‬ M0(luhJ٥ ü.308,828Iihve336num aralı■ŞıpkaAvanside

âgâboıç ‫ ا ج‬٠٠٠٠‫اﺀ‬ 14

f.

‫ﺔ‬

‫ﺀ ﺗ‬

;

‫ﺲ ؛ ﻳ ﻠ ﺘ ﺔ‬ ‫ﺧﺄﻳﻲ؛ زن ا‬١ 7٠

‫ ﺗ ﻲ‬٠:

‫ﺠ‬

:

;

:

:

' ‫أ‬:

‫ ت‬:

‫ﺠ ﺘ‬

‫ﻤ‬

‫ﻐ‬

‫ ” ﻟ‬....■ . «

:

:

~


D E V R İM V E

39

lann karşısına çıkmışlar. hükUmeı destcgini dc düşünerek Icnha yerlerde g٥r٠ dükleri fesli kişileri, sanklı kişileri gnıblar halinde feci şekilde dövüyorlardı. Musiafa Kemal üzerine yaplıgı araşlımalarla ianınan Paul Gcnıizon kiıabında bu konunun şahidi olarak şapkayla ilgili şu lerör olaylanna yer verir: Şapka giyenler, her yerde külah giyenlerin karşısına ‫ ؟‬ıktı. Halta neredeyse ‫؟‬ok kez baş giysisini değiştirecek yerde fes.de ısrar edenlere veya şapka ^ymeyip başı açık dolaşanlara karçı dayak dahil her türlü enedik çarelere baş. vuruldu. Birçok fırsatlarda sokaklarda, vapurda, gösteri salonlarında .'şapka'٠ !ar. "fcs'lerc hücum etli‫ ؟‬Fes ve fesliler daima yenildi. Fesler şapkalılarca p v ç a l^ dı. ayaklar allına alınıp ezildi veya denize atıldı." (28) .'Çapka.'lar "Fes''!ere hücum etti, dayak dahil her rtiriu enedik çarelere başvuruldu ifadeleri, bir yabancının gözüyle bile ne tür bir devlet lerörii estiril, digini ve şapkalılann fesi nasıl bastırdı^nı açıkça ifade eder. Ve en korkun.!, şapka ^ymeyip başı açık olanlann bile dövüldüğü bir çılgınlıklar ortama olmuş, tur zamanın Türkiycsi.(2٠) Bu sert uygulamalar, tabi Anadoludave Doğuda, hükümet yapiınmlan ve meşhur jandarma uygulamalan ile çok kısa zamanda -şapka kanunlaşmadan önce.şapkanın zaferi gerçekleşmiş, artik şapka, kir şapkası, otomobil şapkası, spor şapka, şehir İÇİ şapkası, cenaze törenleri şapkası ve kabul resminde ^yile. cek şapka gibi şapka türleri almıştı.^) Artik gazeteler, ''hangi şapka nerede?'., "şapkayı nasıl giymeli?', gibi müstakil ''adab-1 muaşeret'' köşeleriyle olayı İşlemeye ve halkı bilgilendimeye başlamışlardı. Ekim 1925. Ankara. İstanbul. İzmir. Bursa gibi yerierde şapkanın kullanımı üzerine yapılan iartişmalaria geçmişti. Şapka Festen Ucuz Dlacak Denmişti‫؟‬.. Tartışmalarda dikkat çeken en önemli nokta: halkın kendileme ‫؟‬ok ucuz olacak‫ ؛‬festen daha ucuz olacak diye söyledikleri şapkamn çok pahahya mal oluşu ve ekonomik yönden hecesin bunu Sirtlanamayaca^ idi. Nitekim sc>>ar 2٥. Paul Genozon. Mustafa Kawal ve Uyanan Doğu. s . 99-100. 29

30

Cumhuriyet lAfihinde bOyte . ٠yteıv٠' ٠lmu‫ ؛‬olması. ‫ • ﻻو‬n 1968 Turluyt sinde lopiunıyn Nçbif ٠er kMimmUe inandmcı oekneyebilır. ÇUnkû‫ ؟‬٠klen bu ٠k ٠l ve mmtık ٥ v ٧ y?J ‘٠ma،ef ç o ^ r r lttarü^ an etmlsûr H٥M ço^u k٠>٧}٠da "|apka٠larca y٠k^ ٠r^n ^ ٠p ٠s ١daf١ d٠،١٠z»b . ^ bazen KarakOy nhı٠m pıiarak. ...tenyto b،r٠k١٠! ٠ı‫! ؛‬ ^r d ı r r : r : ٠9 ٠٥٠٥٠..^ ‫ﺀ‬٠‫ د‬٠‫ م‬٢ bu 0‫ت‬ ^ . n burkularak ve hatla yer yer uygulamalvınıböyiecaı٢ ^ ٠‫ ه‬٠‫ﻻ س‬٠ ‫ س‬٠‫ س‬٠ ) P٠^ z٥n،G٠ . . . . . . 100


40

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E I^

satışlarla rızkını temin eden gezgin satıcılar bu işte ilk başkaldıranlar olmuştu. Gezgin sancılar, "bizim kazancımız aylık 40.50 lira, onu da şapkaya verir­ sek. biz çoluk çocuk ne yiyeceğiz? diye haklı olarak şapka satın almayı protesto etmişlerdi. Hatta ekonomik yönden şapka alamayanlar kendi kafalanna göre çuval, telis ve benzeri şeylerden evlerinde şapkaya benzeterek başlıklar dikmiş­ ler ve sokaklarda öylece gezmişlerdi. Gariblir bu fakir insanlann. sırf maddi ka­ ygılarla alamayıp, kendi imkanlanyla şapkaya benzeterek diktikleri bu başlıklar "Siz şapkayı protesto etmek için bunu yapıyorsunuz!" diyerek başındaki bu garib kıyafetle beraber kendileri de içeri alınmışlardı. Memur olmadıklan için onlara "şapka avansı" verilmediğinden şapka alamayan nice fakir gezginci, ilk aylarda göze çarpmamak için işini gücünü tcıiccderck evlerine kapanmışlardı. Hükümet şapka pahalılığının geçici olduğunu ve en kısa zamanda önlem­ ler alınacağını ileri sürerek halkı yaüşlırmaya çalışıyordu. Gazeteler de. hükü­ metin bu lavnnı desteklemek ve halkı yatıştırmak açısından sürekli yayınlarda bulunuyorlardı. Y ahudi. Rum ve Erm eni Şapkacılar... 1925 yılı Eylül ayının ilk haftasındaki Cumhuriyet Gazetesi ndeki haber­ lerden bir kaçını örnek olsun için buraya alıyorum :

2 Eylül : "Şapkacılann çoğu Rum. üçü Yahudi ve İngiliz; aralannda h Türk yok. Bunların istediği fiyattan şapka saünaması için hükümet şapkaya narh koyacak." (Gerçekten İstanbul Bcyoğlundaki 5 - 6 kadar şapkacı dükkanı­ nın hemen tamamının rum. yahudi ve İngiliz olduğunu düşünürseniz, kısa za­ manda bu kişilerin çok kısa zamanda "milyarder" olduklannı da kestirebilirsi­ niz.) ٠ / Eylül : "Şapka imalathaneleri bir an evvel tesis edilmelidir ki. yine paramız harice giimcsin." Fesi de dışarıdan alıyorduk; ama şapka ondan çok daha pahalıdır, üsiclik şapkanın modxsı değişir, herkesin bir kaç liirlü şapka giymesi gerekir. Bir ecnebi de. şapka fabrikası kurmak için İstanbul Belediyesine başvum uş." Cumhuriyet Gazetesinin bu haberi. 10 gün Önce Mustafa Kemal in Kasta­ monu'da vaptığı bir konuşmaya işaret eder gibidir. Çünkü Mustafa Kemal; 24 Ağustos 1925.1C Kastamonu'da hem şapkanın daha ucuz olacağım söylemiş ve II

Pmâ O٠r،٠ıor ١ . . . . .

1.3


D E V R İM V E D E V R İM L E R

41

hem de fesi işaret ederek : "Bunlann hepsinin parası yabancı mcmlckcücrc akı­ yor" demiştir. Kastamonu konuşmasından 10 gün sonra hükümet ve inkılap yanlısı yay­ ınlarıyla tanınan Cumhuriyet Gazetesi bile, şapkanın çok pahalı olduğunu ve pa­ raların da hep harice gittiğini yazmak mecburiyetinde kalmıştı. Yine Kuvay-ı Milliye.nin kadın kahramanlanndan olduğu bilinen ve özel­ likle Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye yakınlığıyla tananan Halide Edib (Adıvar) da. şapka uygulamalan. fakir halka karşı girişilen baskı ve halkın şapkaya olan başkaldırısı üzerine o yıllarda şöyle diyordu : "Şapka Kanunu bu dönemde girişilen devrimlcrin ilki ve en gözalıcısı olmakla birlikle, aynı zamanda en beyhûde, en anlamsız ve en sathîsi idi." Halide Edib Adıvar٠ a göre, devrim­ ler arasında en ciddi muhalefeti yaralan Şapka Kanunu’na. sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapanlardan gerçekte çok daha batılıydı. Çünkü şapkaya karşı koyanlann çoğu, ekonomik nedenler dahil, bir çok haklı temellere dayanı­ yorlardı. Halide Edib Adıvar.ın beyhûde ve anlamsız addettiği Şapka Kanunu vc uygulamalan ile ilgili olarak; daha çok hiç bir hukukî temele dayanmadan yürü­ tülen baskılarla ilgili olarak Mete Tunçay'ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve dü­ şündürücü niteliktir. Mete Tunçay. "Türkiye Cumhuriycii’ndc TEK PARTİ Yönetiminin Kurulması" adlı eserinde :"... Şapkaya karşı doğan tepkilerin şid­ detle bastıniması üzerine; gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimsede şapka giy­ menin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamışur. Çünkü görülmüştür ki. anık sorun "fes" ya da "şapka.’yı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerin­ de tutabilm ektir!.diyerek Eylül - Ekim 1925 tarihlerinde, anık Türkiye’de ge­ linen noktanın şapkayı veya fesi değil, onu giyecek kafanın yerinde kalması probleminin olduğunu, yani ölmek veya ölmemek sorununun yaşadığını dile gc lirir. Şapka İçin Ölmek Veya Ölmemek! "Sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafa>ı yerinde tutabilmektir!" sözünün en açık anlamı "şapka için ölmek veya ölmcmck'.iir. 32 33 34 35

MaİKto Edib (Adtvar). ‘Oietatorship ٠nd Rehrms m Turkey'. Ya،• R٠vı٠١٠. 1929 Oüz Sayış. ‫؟‬ Edip Adıvar. Ya،. fl٠w٠e٠v. 1929 Güz Say.sı. ٠ 30. ٠D٠c٠ iorsft٠. and flatorm. rn fur /ı٠y. başlıklı yazıdan M٠i٠ Ti٠١‫؟‬٠ y. TakPa/.. ı 150


42

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E DEVLETİ. İL İŞ K İL E R İ

Tarih 25 Kasım’a geldiğinde, meclis şapkayla ilgili 2 Eylül Kararnamesi­ nin yerine "Şapka Kanunu" çıkması ve uygulamalann kanun ışığında daha zecrî tedbirlerle yürütülmesi için bir kanun teklifi vermişti. Konya mebusu Refik Bey ve 16 arkadaşının Meclise sunduğu "Şapka Ka­ nunu" teklifi beklenmedik tartışmalara de neden oldu. Kanun teklifinin gerekçe­ sinde : "Aslında hiç bi١ . öneme sahip olmayan ve fizik olarak hiç bir kıymet ifade etmeyen başlık konusu, muasır medeniyet ailesi içerisine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir. Şimdiye kadar Türkler ile. diğer çağdaş, medenî milletler ara.sında bir simge/sembol niteliğinde sayılan şimdiki başlığın, fcs.in değiştirilmesi ve yerine çağdaş medeni milletlerin tümünün ortak başlığı ohm ve medeniyetin de bir simgesi olan şapkanın giyilmesi gereği belirmiştir. Türk Milleti de çağdaş medenî miletler arasına girmeye karar verdiğinden, bchcmahal şapkayla ilgili kanunun kabulünü teklif ederiz." ^ ٥^denilerek, şapkanın medeni / uygar olmakla eşanlamlı olduğu belirtiliyordu. Sakallı N urettin Paşa'nın Şapka Direnişi Şapkanın medeniyet sembolü olduğu belirtilen kanun teklifine Bursa me­ busu Sakallı Nurettin Paşa değişik açılardan çok şiddeüc karşı çıkmış ve teklife muhalefet etmişti. Sakallı Nurettin Paşa. Başkanlığa verdiği bir önerge ile. Bakanlar Kurulu.nun 2 Eylül 1925 tarih ve 2413 sayılı karanylc memurlara şapka giydiriidiğini belirterek, şapka giyilmesi bir kanun konusu ise Bakanlar K.ırulu'nun bu karamiime ile kanunî yclkilcrini aşügını. yok eğer kanun gerek yok ise niçin teklif yapıldığını soruyor. "Sözü edilen kanun lakim mebuslar hakkında da kayıt koyuyor. Bilin­ mektedir ki; mebuslar memur değildirler, doğrudan doğmya halktan biridirler. Genel tabiî haklardan fazla olarak, yasama dokunulmazlığı ile de tam hürriyete sahip. bulunmakUdırlar. Dundan ötürü vekillik sıfatına ve ya.sama durumuna uvmayan ve öteki millcücr parlemenlolannda da bulunmayan böyle bir kaydın kabul cdilmcveccğı tabiidir , diyor. Kanunun Anayasaya aykın olduğunu. Anay­ asanın 68.70.71.73.74 üncü maddelerinde belirlenen özgürlük ilkesiyle bağdaş­ madığını ve cumhuriyet kavramına ters düştüğünü ileri sürerek: a ) Anayasaya aykırılığından ötürü bu kanun tasansının red edilmesi. 3.

T B M M Z i M C ٠nd ٠. e 19

٠ 247-250


D E V R ‫ﻝ‬M V E D E V R ‫ﻝ‬M L E R

43

b) Bakanlar Kurulunun kanunla belli yetkileri dışında olan ve Anayasaya aykın hükümleri içine alan. Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayatılması da mümkün olmayan 2.9.1925 gün ve 2413 sayılı Karamâmenin çıkanimamış sayılmasını. c) Anayasa haklan ve millî hakimiyet ve kişisel dokunulmazlığa aykın iş< İcmin halkla uygulanmamasının sağlanmasını arz ve teklif ediyorum. Sakallı Nurettin Pasa'nın bu teklifi sert cevaplara yol açtı. İlk söz alan Konya Mebusu Refik Bey, milletin kabul etliği, bütün medenî milleücrin giydi­ ği şapkaya karşı çıkmasının Nurettin Pasa'nın seçim bölgesi olan Bursa halkının eğilimini yansıtamayacağını. meclisten çıkan kanunlann milletin varlığını koni, mak esasına dayandığını söyleyerek şapkanın da. '.milletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü" ile alâkalı olduğunu dile getirdi. Daha sonra söz alan Adalet Bakanı Mahmul Esad Bey ise. Refik Bcy.in mantığını daha ileri boyuta götürerek, şapkanın yeni Türkiye’nin ve yeni Anaya­ sanın ruhuna uygun olduğunuu belirterek teklifin bir an önce kanunlaşmasını dile getirdi. Böylesine tutarsız ve garip alakalar kurulunca. Ağaoğlu Ahmet Bey. şapka taraflısı olmasına rağmen hiddcücnerck;"Efcndilcr bu mecliste şapkanın anayasamn ruhuyla ilgili olduğunu işiürken çok utandım. Şapkanın, gömleğin, mendilin ve bir takım kılık-kıyafei unsurlanmn anayasa ile ne ilgisi vardır'.’ Bunlan nereden çıkanyorsunuz.Bu anlayış, bu idrak neyin nesidir Allah aşkı­ na?... Anayasa bir milletin hayatının esas çizgilerini ıcniplcr ve düzenler. Dev­ lete ve hükümete ait ilkeleri düzene kor ve onlann dayandığı temelleri tenipler. Öyle anayasalara şapkayla, gömlekle, redinglonla mendille uğraşmaz..." dedik­ ten sonra, şapkayı anayasa ile ilgili sanmanın, anayasayı anlamamak olduğunu ileri sürdü.‫؛^^؛‬ Tabi hiç kimse Ağaoğlu Ahmet Bey'den böyle bir konuşma beklememişti Özellikle Ağaoglu.nun ortaya koyduğu mantık taraftarlardan çok kimseyi ulan­ dı rmışü. Ahmet Ağaoglu.nun konuşması. 'Şapka Kanunu ' teklifini görüşen milicı. vekillerinin fikri vasailannı da göstermesi açısından bir hayli ilginçtir. Şapkar١ın anayasal bir olay olduğunu sö>leycn milicıvckiUerindcn tutun da. şapkanın 37

TBMM ZıbM Cindeli. c ١٥, ٠. 250.260 Mıhmud Eryun Aybarı (1922٥٥٠2٠4 • .(27‫ﺀا' و‬

0 0 .0 .

. ٠ ٠٠۶‫ ه‬٠‫د‬

!•pkmkf. ٠. ١50

16C


44

c u m h u r iy e t

D Û N E M İ D İN

v e

D E V L E İ. İL İŞK İL E R İ

"milletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü" ile ilgi kurduranlara kadar ve ondan da öte şapka medeniyet diyenlere kadar garip görüşler serdedebilen milletvekil­ leridir bunlar. Ve Şapka Kanunu... Söyleşine ilginç yaidaşım ve tartışmalardan sonra 25 Kasım 1925 tarihin­ de Şapka Kanunu kabul adilmiş oldu.^‫^؟‬ "M adde.l: Türkiye Büyük Millet Meclisi azalan ile idarc-umumiye ve hususiye ve mahalliye ve bilumum müessesata mensup memurun ve müstahde­ min Türk Milleıi'nin iktisap etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Şapka bundan böyle Türkiye halkının da umumi serpuşu olup, buna aykm bir alışkanlığın devamını hükümetimiz şiddetle meneder." Böylece başlık meselesinin kanuni yönü halledilmiş oldu. Uygulamada çıkabilecek tepkileri yok etmek ve bastırmak için de İstiklal Mahkemelerine geniş selahiycüer verildi.^"..^ Şapka giyme yasasının kabulünden hemen sonra, meclisteki muhalefetin­ den dolayı, bütün basın Sakallı Nurettin Paşa'ya karşı cephe almıştı. Vakit. Akşam. Cumhuriyet gibi hükümet yanlısı gazeteler, manşetlerinde Sakallı Nu­ rettin Paşa'ya yer vererek: "Mecliste irtica Paşanın İşi Ne?"‫؛‬٠ ٠ *\ "Mürteci Mebus Sakallı Nurettin Paşa, İnkılabın değil, irticanın taraftan olduğunu şapka görüş­ melerinde bir kez daha ortaya koydu." ^^^)٠"Şapkayı değil fesi, yeniliği değil ge­ riciliği, devrimleri değil yobazlığı ve irticai müdafaa eden Nurettin Paşa'nın. Türk inkılap meclisinde yeri yoktur!" gibi şiddeüi hücumlarda bulunuyor­ lardı. Gazetelerin bu habcrieriylc. fes larafiarlannm hepsi mürteci ve neredeyse, cumhuriyet karşıu düşünülerek "vatan haini" ilân edilmiş oluyordu. Hangi man­ tıkla karşı çıkılırsa çıkılsın, şapka karşıtı olan herkes peşinen "hain-i vatan" ad­ dolunuyordu. Şapka ile ilgili kanunun kabulünden hemen sonra da Tekke. Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Kanunu ile, her türlü dinsel giysi, üniforma, dini nişan ve rütbe gibi hususlann men'ini gerçekleştiren kanun kabul edilmiş oldu. 38 I M . 2 C . . C . 19.1. 247.264 39.

40 41. 42 43 ‫؛؛‬

Dustur. c. 7. s. 108. Kanun No. 671. EnjunAybain./s ٥>ila/A<a/)k٠ m٠rary(1923٠1927). s. 295. Cumhuriyıt, 2Aralık 1925. ١‫ ﺀ س‬١ Aralık 19». Cum huny^ 2 A r.ık 1925


1

D E V R İM V E D E V R İM L E R

45

"Ceza Kanununun 131nci Maddesini Muadil Kanun 30 Teşrinisani 1341 Kanun No:676 Madde 1)Kanunu cezanın 131 nci maddesi ben/eçhizir tabii edilmiş, tir. Türkiye Devleti tarafından nail ve mezun olmadığı nişanı takan ve kendi rüt­ besinin mafevkinde elbise-i resmiye giyen ve yahut hiç bir rütbe ve memuriyeti ol­ madığı halde üniforma talebbüs eyleyen ve diyanet işleri riyasetine merbut dinî memurlara hükümetçe tesbit edilen kıyafeti hilaf-ı salâhiyet ve mezuniyet iktısa eden eşhas üç aydan bir seneye kadar hapsolunur. Madde 2) İşbu kanun neşri tarihinden muteberdir. Madde 3) İşbu kanunun icrasına Adliye Vekili memurdur." Tekke ve Zaviyelerle türbelerin şeddine ve Türbedarlık ile bir atakım unvan­ ların men ve ilgcisına dair kanun 30 Teşrinisani 1341 Kanun No:677 Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle gerek mülk ola­ rak şeyhinin taht-ı tasarrufunda gerek suveri aharla tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları bakı kalmak üzere kamilen seddedilmıştir. Bunlardan usulü mevzuası dairesinde fi'hal camı veya mescit olarak istimal edilenler ipka edilir. Alelûmum tarikatlerle şehitlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplık. halifelik, falûlik, büyücülük, üfürükçülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların is­ timaliyle bu ünvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisasası memnudur. Türkiye Cumhuriyeti dahilinde salâtine ait veya bir tarika veyahut cerri menfaate müstenit olanlarla bilumum sair türbeler mesdut ve türbedarlıklar mülgadır. Seddedilmiş olan tekke veya zaviyeleri veya türbeleri açanlar veyahut bunları yeniden ihdas edenler veya aynı tarikat icrasına mahsus olarak velev muvakkaten olsa bile yer verenler ve yukardaki ünvanları taşıyanlar veya bunlara mahsus hıdematı ifa veya kıyafet iktisa eyleyen kimseler üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan aşağı olmamak üzere cezayı nakdi ile cezalandırılır. (1925 yılının elli lirası.) Madde 2) İşbu kanun neşri tarihinden itibaren muteberdir. Madde 3) İşbu kanun icrasına icra Vekiller Hey.eti memurdur."

Devrimlere Karşı Başlayan Tepki ve Ayaklanmalar 25 Kasım 1925 tarih vc 671 sayılı Kanunla Şapka mecburiyeti, 30 Kasım 1925 tarih vc 676 ve 677 sayılı kanunlarla da Tekke. Zaviye ve Türbelerin Kapaulması vc diyanet görevlileri hariç herkesin dinsel giysileri giymcsirûn yasak­ lanması kanunlan ile 1926 yılına girilirken, Türkiye.nin hemen her bölgesinde büyüklü küçüklü kıpırdanmalar başlamışü bile. 671. 676 vc 677 sayılı kanunlar. 44. TBMM Arşivi. T.3, Dosya No. 141, Cumhun/ei. 30 Teşrinisani (Kasım) 1341/1925


46

C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D İN V E D E V L E T İLİŞK İL ER İ

halk nczdindc. ..dinin yıkılışı" ve "dinin elden gidişi" olarak yorumlandığı için, hemen her bölgede hükümet aleyhine gösterilerin çıkmasına sebebiyet vermişti. Halk arka arkaya çıkartılan bu kanunlara "din elden gidiyor"،^.‫ ؛؛‬gözüyle baktığı için, tepkilerini çok yüksek düzeyde yapmaya çalışıyordu. Daha şapkanın kanunlaştığı günün ertesi günü. Erzurum'da çok büyük bir gösteri olmuş, cami imamlarının ve vaizlerin eşliğinde halk sokaklara yürümüş­ tü. Sanklı. sakallı, fesli ve cübbeli görüntüleriyle halkın önünde yer alan hocalar ve vaizler. 671. 676 ve 677 sayılı kanunları Erzurumlulann tanımayacağını söyliyerek halkı şapka giymemeye davet etmişlerdi/...‫ ؛‬Cumhuriyet Gazetesi 26 Kasım tarihli bu haberini yorumlarken de : "Kara Kuvvetin uyumadığını bu ha­ reket açıkça göstermiştir. Bir ibret olsun için, bu mürtcciler derhal yakalanıp tecziye edilmelidirler" diyerek, hükümeti Erzurumlu göstericilerin üzerine saldııtmak istemişti. Once E rzu ru m 'd a n Başlamak... Gerçekten de öyle oldu ve Şapka Kanunu'ndan bir gün sonra Erzumm'da ,ilân edilen Sıkıyönetim Mahkemeleri ile. derhal göstericilerin üzerine gidildi halktan karşı koyanlar tepelendi ve imamlarla / vaaizlerle birlikte 114 kişi de yakalanarak hemen Sıkıyönetim Mahkemesi'ne scvkedildi.‫'؛‬.^‫ ؛‬Yakalanan 114 kişiden 3'ü hemen idama, diğerleri de değişik cezalara çarptınldılar.‫ ؛؟؛'؛‬İdam ­edilenlerin biri Nakşibendi şeyhlerinden, diğer ikisi de cami imamlarından sa rıklı. fesli ve sakallı insanlar idi .‫^؛‬.‫ ؛‬Erzurum isyanının çıktığı günlerde Sivas'.ta bulunan "gezici" Ankara İstiklal Mahkemesi, acilen başvekil İsmet Paşa’dan bir ­şifreli rapor olarak. Erzurum olaylarından haberdar olmuştu. İsmet Paşanın, is tiklal Mahkemesine gönderdiği raporda : "Şapka istemeyiz, başımızda gavur ­memurlar istemiyoruzî" diye bağıran Erzurum halkının 3.000 kişilik bir kalaba ­lıkla şehir içinde nümayiş yaptığı ve bunun halk üzerinde büyük tesirler uyan dırdığı belirtiliyordu .،^.‫­ ؛‬Halk üzerine ateş açılması sonucu sivillerden ölen ol duğu ve oıtukJular arasında meşhur hilafet taraftarlanndan Rüştü Paşa'nın iki kardeşinin de olduğu, raporda aynca ifade edilmişti.،‫ ؛؛؛‬Daha sonra 6 Aralık MetoTunçay. Tek Part, s 152 46 CiMTihunyet. 26 Kas.m 1925. ١. Hakimiyet’*M0tye, 26-27 Kasım 1925 47 46. CumhurMt. 29 Kasım 1925. 46. hââfye, 30 Kasım 1925. 6 Aralık 1925 96 TBMM Ara٠١4. T.3 Ooaya 311. Zarf 1 I I Ef٠ un Aytar../.MUaf MafMamaMrr. ٠ 307 45


D E V R İM V E D E V R İM L E R

47

Erzurum'a varaı١îslikJal Mahkemesi bizzat olaya el koyarak kendisi bir araştırma yaptırmış‫ ^^^؛‬ve Erzurum ayaklanmasını Nakşibendi şeyhlerinden Şeyh Hacı Osman Efcndi.nin çıkarttığına ve onunla birlikte "çifıc minare" de sabah namazı kılan 1 0 0 - 1 5 0 kişinin sabah namazını müteakip valiliğe doğru yürüdüğüne, başlannda da çifte minareli camiinin imamı olan "Gavur İmam"‫؛^^؛‬ diye bilinen kişinin bulunduğuna, halktan da 3 .0 0 0 kadar kişinin onlarla birlikte olup, hükümet aleyhine slogan atıp, şeriat isteklerinde bulunduklanna karar ver­ mişti,‫؛^؛‬ 1925.1C

Askerler Halkın Üzerine Ateş Açıyor O günleri yaşamış olan zatdan / ulemadan, sabah namazından sonra başla­ yan o ayaklanmanın bir anda bütün Erzurum’u sardığını. 5 bin kişinin üzerinde kişinin hükümet ve şapka aleyhinde gösteride bulunduğunu, jandarmalann rastgelc halkın üzerine ateş eniğini ve ateş esnasında 15 kadar kişinin hayatını kay­ bettiğini‫؛^^؛‬. halka ateş emrini veren jandarma subayını da bilahere halkın linç etliğini bizzat dinlemiştim. Dinlediklerimden en çok dikkatimi çeken şey de. 3 5 bin göstericinin arasında Erzurumlu Çarşaflı kadıniann da gösteriye katılması olmuştur. Gariptir, şapkaya karşı hareketten yakalanan ve yargılamaya götürü­ len Erzurumlular arasında kadınlar da vardır. Belki şapka ve kadın, yanyana gel­ diğinde meydana gelecek anlamsızlık düşünüldüğünden olacak, kadın tutuktular Sıkıyönetim Mahkemesince yargılanmadan salıverilmişlerdir. ‫؛؛‬٥‫؛‬ İdam Yetkisi İstiklal Mahkemelerine Devrediliyor Şapka Kanunu.nun çıktığı günlerde, Mcelis'in açılmasıyla birlikte idam yetkisini Meclise devreden Ankara İstiklal Mahkemesi için. Başbakan İsmet İnönü. Meclise bir teklif vererek, meclise rağmen Ankara İstiklal Mahkemesi' 52 53

54 55 56

TBMM Arşiv.. T 3. Dosya. 311. Zari 1 . Dosya 7/58 O günleri yaşamış olan yaşlı Erzurumlular. Erzurum isyanını başlatan cami imamının "Gavur İmam" lakabıyla anılmasını, imam efendinin şenata karşı çıkan herkesi "gavur" olarak ianımla. masından ileri geldtgmı söylemektedirler. Bu imamın asıl adı ise Molla Abdülmecıt Elend. . ' (Cumhuriyet 6 Aralık 1925) Hakimiyet i Mlhye, 2.9 Aralık 1925 Nitekim resmi kaynaklarda da bu öldürme hadisesi, dogmlanmakta. ancak ö،dur٧l٠ol٠nr١Oç kişi olduğu belirlenmektedir (TBMM Arş. T.3. Dosva 311. Zar. 1). Değerli Bilim adamı, Erzuaım Hahryat Fakültesi Islâm Hukuku eski öğretim Oyetennden m٠r hum Doç. Dr. Ruhi Ozcan hocamız, ölümünden az önce kend ٥ yle yaptığımız bir sohbetse de bu konuyu doğrulamış ve Şapka Kanunu'na muhalelenen kadın (l)lann brte. Kas٠m٠Ar٠،٠k 1925 lanNerinda tutuklanmış olduğu ilada etmişti


48

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

nin idam yc‫ا‬kisini üzerinde bulunduması gerck‫ا‬i‫ج‬ini dile getirmişti. 26 Kasım 1925 ten itibaren istiklal Mahkemesine meclis onayjna gerek k^m aü^ı idam ycAisi verilmiş ٠ldu.(57) Bu Sirada istiklal Mahkemesi Kayseri'de Mekke.Ii Çeyh Ahmed Hamdi diye bilinen bir zat. halkı sanklann‫ ؛‬Icrkclmcmcyc ve şapka giy. memeye teşvik ediy.rdu. 24 - 25 Kasjm 125'de §cyh Ahmet Hamdi Efendi ve dört arkadaş١mn yönlendimcsiyle Kayseri sokaklannda. şapka aleyhine bir gösteri yapılmış, gösteriye katılanla^an 300 kadar sanklı tutuklanmıştı. (58)

Sıra Kayscri.de ve Kayseri.li MUslUmanlarda... Kayseri'li göstericiler, .'halkı sank sam aya teşvik, şapkaya muhalefet ve kadınlann başlannın ve yüzlerinin açılacağı. Kurian'ın kalkacagı, din adına ne varea hepsinin yok edileceği gibi hususlan propaganda etmek" (59) suçundan yargılandılar. Yargılanmada, sanıklann suç lUrii itibariyle Şeyh Said isyanına ^ n z c rlik gösterdiği gözönüne alınarak, mahkeme olayı basit bir gösteri degil. Vatana ihanet ve Takrir-i Sükun Kanunu muvacehesinde değerlendirdi ve sanıklann yargılanmasını bu açıdan ele aldı. Sonunda ?eyh Ahmed Hamdi ve ele. başı olarak göriilcn dön arkadaşı yargılamalar sonucu idam edildiler. Ankara istiklal Mahkemesi. 25 Kasım ‫ ؟‬arçamba günü Sivas'ta çıkan ola. ylar nedeniyle hemen Kayscri"dcn Sivas'a hareket etti. Sivas.ia şapka aleyhine duvarlara asılan afiş ve y a z ılı dolayısıyla, b ü t^ Sivas mahalle muhıarlan tutuklandılar. (60) SivaslI muhtarlar, yargıl^nalannda kendilerinin hiç bir suçu olmadığını, duvarlardaki y ^ ıla n n gece karimlıgında yazılmış o la^g ın ı ve afişleri ^ ^ ü ^ n da sanklı hocalar ve avâncleri 0İal3İle‫ ؛‬c‫ ؛‬ini dile gedrerek. kendilerinin suçsuz olduklannı ifade etliler. Mahkeme de. Si. vasJı muhiarian gerek suçsuzluklarım ve gerekse hepsi "Hidk Partisi, üyesi 0‫؛‬. duklan İçin böyle bir şey yapamıyacaklan düşüm;esiylc .layla ilgili gdmıeycrck ^ r a a l ettirdi. Sivash Din A dam larının İdam ı Aym suçla ilgili olar^t. asındanlm am z^c Mehmet Necati Aynı olarak. Sivas ulcm ulemasından imamzaat Efendi ; Sivasİi Sıvacı Hoca liZca diye bilmen bilirtcn Abdurrahman A W um hm an Efendi» Efendi. .Turiuyc i v ic im i n .di ve "Tüı 67 6• 5. •0

^

٠

T٠M M A r m . T 3 0o ٠r ٠3 ١١ ZâH1 â . . . . . 26 K ٠٠٠n 1.26

٥١” -

١٠«


D EV R JM ^

D E V R İM L E R

49

şckJini lebdi! ve lagyir amacjyla halk» ayaWanmaya kışkırttığı ve suçlanda sabii oldugu" gerekçesiyle idama mahkum .Idular. Abdureahman Hoca firar ettiginden. Sivas ulemasından imamzâde Mehmet Necad Efendi 28 Kasım Cumartesi günü sabaha karçı idam edildi.(‫) ا ه‬ Sivas olaylannda lahri ve teşvikleri gdriilen ve "dini siyasete alet etmek.' suçundan yargılanan Çükrii oglu Ismail ve dört arkadaşı. 5'er seneye‫ ؛‬Ahmet Ziyauddin Hoca ve alu arkadaşı 10'ar seneye‫ ؛‬Belediye Başkam Abdullah Abbas Efendi ve on arkadaşı da 7.5 seneye mahkum edildiler.‫> ﺗ ﻪ؛‬ Belediye Encümen üyelerinden Şeyh Ömer Efendi diye bilinen bir zat da١ Sivas TPCF üyelerini kışkırtarak bu olaylara Öncülük eitigi gerekçesiyle yargılanarak mahkum oldu.(‫) د ه‬ Sivasta 4 güh kalan Ankara istiklal Mahkemesi 29 Kasım akşamı Tokai.a hareket etti. Mahkeme Tokat'a vanr varmaz ''dini siyasete alet ederek gösteri yapmaya çalışanlara ve şapkaya karşı çıkanlara karşı aman verilmeyeceği ve olayın faificrinin dertial başının ezileceğini...'' bildiren bir bildiri neşretti. (٥4) Mahkeme bu bildirinin üzerine 30 Kasım'da şapka aleyhine gOsteri yapan tekke ve rtirtelerin yasaklanmasını protesto ettiren eski Erbaa Belediye Başkam Hacı Fethullah Efcndi.yi yaralayarak mahkum etti. Mahkeme mUddeumumisi (savcısı) bir genelge ile 1 - 2 ^in İçinde bütün bir halkın şapkasını gi)tncsi gerckligini ve şapkasız olanlann şiddetle cezalandınlacagını bildirdi. (٥5)Savcı 1 Aralıkta Amasya'da olunacağım sOyleyerek, Amasya'ya, herkesin şapk^ı olması İçin derhal bir h a ^ r uçuruldu. Mahkeme Am^ya'ya vanldıgmda gerekten Amasya halkjnın yüzde 99'u şapkasını giymiş bulunuyordu. .Ankara istiklal Mahkemesi. Amasya Valisine ve Belediye Reisine, asayiş (1)1 sag l^ ^ an ı^ an dolayı teşekkür ederek Karadeniz'e açıldı. (^) Ayni günlerde gazetelerde şapkayla vc dini gösterilerle ilgili yeni bir olay d ^ a haber v e riliy o r. 30 Kasım vc 1 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet Gazcıcle. rinde ..irtica Hadiseleri" başlığıyla verilen hat^rlcrşOylcydi ‫؛‬ SI. Hakimyet-i Mdkye. 30 Kâ،٠m ١٥25 62 TBMMAruv), T-3. Doıyı : ١٠١, Hakımyçt • 20 .27 . $ 2 .‫ع'ﺳﺪ‬٠ KMim 1925 63. ً‫ ﻣﻐﺰﻫﺎ‬Arıtyı, T-3. ‫ ه‬٠٠‫ ز‬٠ No. 30 ١٠١٠ ‫ و س ﺀ ﺀ‬٠ ‫ ا‬T # |f i n n (Kasıh.. ١3 ٠١, ١92S 64 TBMM Araıvi. T 3. Dotyı No 3١١.z٠rt.١. 65 H ğ m y ıH M ¥ . ١ AnJ.K ١٠2S ٠٠,‫ب‬٠ Amlık ١٠2S. 66 2 . . . ‫د‬


50

c u m h u r iy e t

D O N E M ! D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Kahramanmaraş’ta Cam‫ ؛‬Taran.yor ve Camide Saklanan MüsIUmanlar Bîrer Birer ‘ ٠ ''Maraş'ta büyük bir irtica hadisesi oldu. Hükümet önüne gelen yüzlerce kişi, "şapka istemeyiz.' diye ba^rdı..." Olayj bizzat gören ve yasayanlardan bir muhabir, Maras hadisesinin aynntjlanm sonradan s٥ yle anlatıyordu: "... askerin geldiğini gördük, jandamalar tüfeklerine sün^l takmıslar, Maras Cami-İ Kebir'ini abluka altına almıslardı. Bir kısım ahali de cami karçısındaki tepeliğe kaçısmıstı. Caminin İçine bir baskın yapmak İçin hem yerdeki jandam alar tetikte bekliyor ve hem de caminin çatısı, na çıkan askerler ''mUrtecilcr üzerinde derin bir tesir halkedecek sckilde" vakar ve metin etvar (tavırlar) İçinde bulunuyorlardı. Cami önünden kaçamayan halk jandam a ablukasının İçinde sıkısmıs ve hepsi birer birer y a k a la ııstı. Yakalananlar tek Sira halinde, elleri baslanna bağlı vaziyetle cami duvannın önünde dizilmişlerdi. Tam bu esnada büyük bir güriütü işitildi. Birde bakuk askerler cami ka. pısını ktnp oraya giriyorlar. Bu Sirada cami İçinde bir infial meydana geldi. C ^ i içinden bir kaç el silah sesi isilildi... Sonra camiye şaklanmış olan mUrteciler teker teker yakalandılar. Ben de sün^ilü askerleriniz arasından geçerek caniye girdim. Camide yakalanmıs olanlan sıraya dizm işleri. Saydım : 39 ki si... Sonradan öğrendim yakalananlar arasında, irticanın bası diye bilinen C^ni-i Kebir im^nı Hafil I b ^ im Hoca. Müezzin Hafız Mehmet Efendi, Hademc-i Hayraidan AMullah Efendi gibi kisiler vardı... Sab^ıa kadar dev^n eden operasyonlann neticesinde, sapkayı vesile ve dini alet ederek Wyle bir İlıcam ın tertip ve tasmim edildiği anlaşıldı. Tuluklal i l a r aram da : "Benim adim M asaall^. sapka giymem insaallah" dediği İçin h i arasında "insaallah Masaallah" lakabıyla meshur ve 31 Mart hadisesinde Maras’ia ük bayrak açanlardan ve idama mahkum o l^ ^ a ra n Ali Ef‫ ؛‬ndi (Gemicioglu) denilen kişi de vardı. l^allah - MasalIah Ali Efendinin elebaşılarda biri olduguiesbiı edilmişti..." (٥^

Cumhuriyet m ^ a b irirn Maras olayım anlatı^cn, düc gclirigi hususlar ve ^ ^ k ^ ı girişilen operasyonlar, şapka uyptlamalan ve düzelümlcrinin hkngi raddeye vardığını göste^ekredir. ''Cami d ^ ın a urmanmış sün^•r

6 1<1.25 ٠١ ‫ ﺍ ﺍ‬١٠١‫ ﺍ ﺱ‬341 ‫ﻋ ﺴ ﺎ‬


51

D E V R jM V E D E V R İM L E R

İÜ askerler ve Cami-i Kebirin kapısını kırarak camiye giren ve silah sıkan jan­ darmalar...'’‫؛‬٥٥^uygulamalann nasıllığını ve niceliğini gösteren en iyi kesitlerdir. Maraşlı İmam. Müezzin ve Şeyh Efendilerin İdamı! Maraş sanıklan 14 Ocaktan itibaren yargılanmaya başladı. Cami-i Kebir İmamı Molla İbrahim. Müezzin Hafız Mehmed, Hademe-i Hayrad'dan Abdullah Efendi ve halktan Pekmezci Hacı Hüseyin.. înşaallah - Maşaallah lakaplı Ali Efendi, muhtar Hamdi Efendi ve 39 kişilik bir grup, ”dini kıyam** ve ”şapkaya muhalefet" suçundan yargılandılar. ‫؛‬٥٥^ Tutuklananlardan 20 kişi hükümete karşı gelmediklerini, şapkalan iyi ol­ madığı için şapkalanm terziye geri verdiklerini ve şapkalan düzeltildikten sonra giyeceklerini söyleyerek beraatlerine karar verilmesini istediler. Suçu sabit olan İmam Molla İbrahim Efendi, muhtar ve Bayraktar Hamdi Efendi, Müezzin Hafız Mehmed Efendi. înşaallah - Maşaallah lakaplı Ali Efen­ di ve Pekmezci Hacı Hüseyin Efendi idama mahkum oldular. DiŞer sanıklar da en az üç sene hapis cezasına çarptınldılar. ٢‫؟‬.‫؛‬ Maraş Kadar Güçlü Bir Direniş : Rize Başkaldırışı Maraş gibi çok ses getiren başkaldmlardan biri de Rize'de olmuştu. Rize Ulu Cami etrafında toplanan lOOO'den fazla sanklı - sakallı insan başlarında cami imamlan olduğu halde hükümet konağına ve jandarma karakoluna doğru yürüyüşe geçmişü. Rize ayaklanması köylere kadar sirayet etmiş ve 10 gün kadar sürmüştü. Mahkeme, olaylarda köy imamlan ve Rize Ulu Cami İmamı nın büyük tesir ve teşvikleri olmakla birlikle, asıl olarak ulemadan İskilipli Atıf Hoca.nın. "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalesinin gösterilerde büyük pay sahibi olduğunu tcsbil etmişti. 66 .

69 70 71 72 73.

74

M٠le Tunçay T ekP att.î 153 Hakimiyet i Mtkye. 7‫ ا‬5‫ ا ا‬Ocak 1926 TBMM Ar‫؟‬ıv١. T.3. Dosya 164. Karar 22. A . Dosya ve KararUar.١

‫ؤ‬

1 11- Q25 itanbi^. ‫ ئى‬- M albusı'nda basılan bu n s ılt. lıKJıplı Abt H o c ı٠nın

٠

٠١٠

# ı riirıo ، Or . . . ١٠ Dr■ '

٠M u ^ Taİ٠b٠٠. ٠B٠rınöçlb٠lTasl^ınm ‫ ا س‬٠‫أ‬¥ ٠ ‫ ﺳ ﺎ‬٠ ‫ د ﺷ ﻚ— ذ ا ﻫﻪ‬bklıiu., Sadık AM>ayrak tarafır١dw١ ytm hart٠‫ س‬٠‫و‬٠‫ﺀجﺀ‬٠‫خ‬ ‫؛‬.• .Frenk MukaUıdiOı v. lıiAmıytr •dıyta ٧ayın٠١rt m h n d ^ 1.76 p k d ı Cvmhunyet, 15 Kınuna٧١٠l 1341


52

C U M H U R İY E T D O l M l D lN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

١2

- 13 Aralık 1925 ‫ ا‬arihindc Rize .laylanndan yakalanan 143 kişi yarg‫؛‬lanmava başlad‫؛‬. iki gün İçinde (!) J,arg١lamay١ bitiren Ankara istiklal Mahkemesi, 14 Aralık 1925 günü 143 sanıktan hemen İd ^ a . 14 kişiyi 15'er. ‫ ﺀ م‬kişiy‫ ؛‬lO ’gr* ‫ و ا‬kişiyi dc 5'cr sene hapse mahkum eni. 80 kişi de beraai eni. 05)

‫ل‬ ٧

~

p

‫و؛‬ ‫آ‬

Rize oJaylan bi٢ hafta İçinde 0 kadar genişlemiş 0 kadar taraftar toplamıştı ki, hükümet halkı sindimek İçin Rize limanına dönemin en büyük zırhlı sa٧ aş gemisi. Hamidiye zırhlısını demirlemek mecburiyetinde kalmıştı. (*) Paul Genlizon. Uyanan Dogu ve Mustafa Kemal, s. 107) 15 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde ve Hakimiyeti Milliyc.de Rize olaylannın aynntılan şöyle anlatılıyor: ''Rize'nin Baianiya bölgesinde Ulu Cami İmamı Çaban Hoca ile. Muhtar Yakup ve arkadaşlan. çevrc köyleri Ulu Cami önünde toplamış ve yanlarında da. şekavetle me'luf bir çok cşi^ayı (da٥ eşkıyasını) silahlanyla birlikle celp ey. !emişlerdi... Halk da Islâmla. dinle ilgili genel bir kanunun göriişUlcccgi ve dûa edileceği düşüncesiyle Ulu Cami önündeki kalabalığa katılmışları. Kalabalığa ka‫ ؟‬ı dini bir nutuk irad eden düşmanlığının başgOsterdiğini. herkesin şapka giymeye zorlandığını., dile gciircrck : ..ayaklanmanın vacib olduğunu, şapkaya tepki göstemeyenlcrin de dinen günahkar olacaklarını....' ifade etmiş, bunun üzerine halk galeyena gelerek önce jandama komutanlığım basmış ve karakol komutanıyla birlikle 6 jandamayı da esir almışlar... G^eteye göre sonra H ü rmet Konağını ele geçiren Çaban Hoca ve larafıarlan : .'Ey ahali! Ankara ihtilal içindedir. Mustafa Kemal Paşa üç yerinden yaralanmış bir vaziyetle doktorlar elindedir, ismet Paşa ortadan kaldınlmıştır. Dindar paşalanmız hükümeti eUerinc geçilmişler şeriat! kurtarmi^ üzeredirler. Korkacak bir şey kalmamıştır. Bakin Erzunım yapacagım yaplı. Biz dc orara iştirak edelim...'' diyerek hükümet konağındım halka k ^ ı bir konuşma yapmışlar ve halkı lopyekun başkaldınya davet edişlerdir..." Cmnhuriyct Gazetesi olaylann çıkjşını böyle dile getiriyor. Dalıa sonra gelişen olaylar neticesinde göstericilerle askerler arasında çalışma çıkmış. I‫؛‬la٠ hiyc köylülerinin jandarmalar .saftanna geçmesi ve ellerindeki tüfekleri jandar-

'‫ ؛‬I

Ü

h g ım tif ‫ د‬٨ ‫ ﺧ ﻜ ﺴ ﺎ‬LfU tO rgn• ‫س‬٠

İ

İ

s


D EV R JM V E D E V R İM L E R

53

maya geri vermeleri üzerine zayıflayan gösiericiler. en sert tedbirlerle hemen yakalanmış ve doğruca mahkemeye intikal edilmişlerdir. Mahkemenin suçlarım sabit görerek 14 Aralık 1925.de idam etliği kişiler şunlardır: .'Ulu cami İmamı Şaban Hoca. Muhtar Yakup Çavuş. Köy İmamı Haşan. Belediye Bekçilerinden Bekçi Kadir Ağa. Rize Asli Mahkeme Başkatibi Hafız Osman ve kardeşi Avukat Hulisi Bey. Rizeli imam Hafız Kamil. Peçclioğulla. nndan Mehmet ve Ahmet Arslan Çavuş. Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Tarakçı Sabit." Hedef Sakallı Nurettin Paşa ve İskilipli Atıf Hoca İstiklal Mahkemesi. Maraş ve Rize olaylannda en büyük etkiyi Sakallı Nurettin Paşa'nın Meclis.ieki şapka aleyhine yaptığı konuşmasının teşkil elliğini ve Karadeniz Bölgesinde de İskilipli Atıf Hoca'nın şapka üzerine çok etkili ol­ duğunu hükümete bildirerek, bu konuda acilen bir şeyler yapılması gerektiğini isledi. Rize'den hemen aynlan İsükJal Mahkemesi 15 Aralık 1925 te. gece saat 22.00'da Giresun'a vardı. Gece sabaha kadar Giresun olaylarından ve yine şap­ kaya muhalefetten tutuklu bulunan 60 kişinin dosyasını inceleyen mahkeme 16 Aralık'ia Giresun sanıklannı yargılamaya başladı. ^ ٥‫؛‬ İstiklal Mahkcmesi.nin "banko" suçlaması yayılan. "Şapkaya muhalefet" ve "dini siyasete alet cünek" gibi suçlardan yargılanan tutuklu sanıklardan Nak­ şibendi Şeyhi. Şeyh Muharrem Efendi ile. Abdullah Hoca idam; Şeyh Hüseyin ile Dadak Ali ve Çakır Ali onbeşer. cami imamlanndan Hüseyin Hoca ile. Dödek Mustafa. Molla Haşan. Çaydık Murat. Rasim ve Osman Efendiler beşer sene hapis cezasına çarpıınldılar. ٢٢‫^ ؟‬ Giresun'da da dört gün kalan Ankara İstiklal Mahkemesi'nin Reisi Ali Bey. buradaki olayın çıkışını Samsun'daki ga/ctecilcrc şöyle anlaunışu: "Gire­ sun hadisesi, imamların kışkırtmasıyla ve özellikle iki köy imamımn (Abdullah 76

Rize baçkald.rısıyla idam editen bu kişiler, 30 Kanunevvel 1341 lanhli Cumhunyol Gazetesin­ de resimleriyle birlikte yayımlanmıştır TBMM Arşivi. T.3, Dosya 311/1

77. 78. 79 Î‫ ؟‬MM٠M ‫؛‬vi٠T3 ‫؟‬,' d1 3 9 ٥ 1 7 2 ‫ ؛‬٠٨' ‫ ؛‬. H a U m vct-i M U ya.

S 313

20

ArmkK 1 9 2 5 . E/٠uf١Ayb٠r٠. ..g a


54

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN ^

D E V L E T iL lŞ K lL E R l

vc Hüseyin Hocalar) ceplerinde K. Kerim olduğu halde, bazı kimselere müraca­ at ederek onlan iman tazelemeye sevketmesi ve birde İstanbul'dan iki ay evvel Giresun'un Abdal nahiyesine gelen bir yanm softanın (Şeyh Muharrem Efendi) orada bulduğu Molla Hüseyin isminde bir şahısla tevhid-i mesai ederek ora hal­ kına camide şapka ve yeni açılan kız mektepleri aleyhine vaaz etmek ve şapka alanlara da tecdid-i nikah ettirmek gibi hareketlerle başlamıştır..." 22 Aralıkta Karadeniz vapuruyla İstanbul’a gelen İstiklal Mahkemesi hey­ etinin yanında bir takım tututuklular da vardı. İstanbulda bir hafta kalan mahke­ me. özellikle ulemadan bazı kimselerle 26 kişi beraber "şapka aleyhine risale yazdı" diye suçlanan İskilipli Aüf Hocayı da tutuklayarak 29 Aralıkta Anka­ ra'ya döndü. ‫؛‬٥ ‫^؛‬ İskilipli Atıf Hoca ve İstanbul ulemasından 27 kişi üçüncü mevki vagon­ larla 13 polis nezaretinde Ankara'ya gönderildiler. Ulemaya Toplu Tutuklamalar... ilmi çalışmalanyla tanınan ve çoğunluğu bü^nik alim o l^ bu 27 kişilik isim listesi şöyleydi : 1- Fatih T ü ^ d a n HasanTaJtsin Efendi. 2- Ulemadan Tahir’ul Mevlevi (Dolgun) 3- Şair Mehmet Akif Ereoy'un dam adi. ilim adamı. tefsir sahibi Ömer Rıza Doğrul. 4 ٠ Fatih Camii Hafızlanndan Hafız Nafiz Efendi. 5- Babaeski Müftüsü. Müftü Ali Rıza Efendi. 6- KonyalI Tahir Hoca. 7. Molla Hasan. 9 ‫ إ‬٠ Abdullah vc AWuIgafur k r e ş l e r (Her ikisi de h ^ ) .

t

10. HafızFcıtah Efendi. 1 ‫؛‬

11

. M ü e z z in A l i R ız a E fe r ^ i.

12- Seydişehirli Alim Hasan Fehmi Efendi. ‫ﺀ‬

^ii»r> M KmunMİ

âJliĞL 1341/1825 .M

U Tunçıy■ Tek Pırt. t

١5S


d e v r Jm v e d e ^

55

m ler

13" Din‫ ؛‬kitaplar satan Kitabi Aziz Efendi. 14- Eski Erzurum Hakimi Zühtti Efendi. 15- Cihan Kütüphanesi sahibi Enneni asılİJ Mihran Efendi. (İskilipli Auf Efendi'nin ''Frenk Mukallitli^ ve Şapka" isimli kiıahm sautgj İçin lutuklanmjşu!) 16- Nakşibendi şeyhlerini. '٠4 mezhepte fjkjh imamlıgj gibi bir r ü t ^ e eren, şimdiki ismailaga imamlanndan Şeyh Mahmud ^staosmanoglu) Efendi.nin manevi üstadı şeyh ali Haydar Efendi. 17. Mesud'^ Mevlevi. 18.19- Balıkçı Mustafa ve karteşi Molla Hüseyin Efendi. 20- Ulemadan Aziz Mahmud Efendi. 21. Seyyid Tahir Efendi. 22. Yüzbaşılıktan emekli Hızır. 23- Numosmaniyc Camiinin ateşli hatiplerinden. Vaiz Hafız Osman Efendi. 24- OsmanlI medreselerinde Tefsir ve Fıkıh MUdc^sligi yapan eski iptidai Dahil Medresesi ‫ﻻ‬mum Müdürii ulemadan İskilipli Atıf H ^a. 25- Fatihte Softjlar ve Tabyanhlar şeyhi olarak bilinen. Şeyh Süleyman Efendi. 26- Berter Mustafa ve 27- Akrc۴ glu Osman Efendi.(‫) إ ه‬ 27 Kişilik bu liste, aslında şapkaya muhalefetten degil. bulundukla çev. relerte din‫ ؛‬bir amıosfer meydana getirdikleri İçin tutuklanmışları ve şapka bu İş İçin iyi bir vesile (î) olmuşm. Bu arada yurun dört bir yanından, özellikle bulunduklan yerde dini etkinlikleri olan zevat turakianmış, "şapkaya muhalefet'' ve "dini s i y ^ e ^et etmek" adına Ankara'ya gönderilmişlerdi. Omek olsım İçin üç yerte y a p ıl. tulukl amal ara İşaret etmekle yetineceğiz. "‫ ؟‬erkeşte görelisi bulundu^ cami duvanna şapka aleyhim afiş ısDgı ileri sUrillcn Ahmet Hoca tutuklandı.» (4 ‫)ﺀ‬ ٠‫و‬

84 ‫؛‬

:

:

L

banal :

٠‫ﻷ‬٢(TBMM ٨٩٠١٨. ? ٠٠٠ 0٠٠‫ ه ^ ة‬٢ ‫) ر ﺳ ﺔ‬


‫؛‬w

56

CUMHURİYET DÖNEMİ DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİ

'’Zonguldak'tan İstiklal Mahkemesine iki mürteci Şeyh tevdi edilmiştir. Mahkemeleri Ankara’da icra edilecektir." "Şapka aleyhine tahrikattan (hareket etmekten), çoğunluğu din adamı olan 28 kişi İstanbul’da tutuklandı. Tutuklananlann arasında Beyazıt Dersiamlanndan Musa Kazım Efendi ve yine dersiamlanndan Rizeli Molla Fevzi Efendi ile İmam Hatip Mektebi eski muallimlerinden Yüzbaşı Fehmi Bey gibi insanlar bulunmaktadır..." ‫؛‬٥٥^ Görüldüğü gibi tutuklanıp. Ankara'ya İstiklal Mahkemesine gönderilen insanlar, sanki özellikle seçilmiş insanlardı : Ya Şeyh, ya Molla, ya Hafız. Ya Hoca veya dini etkinliği olan kişilerden yüzlerccsi. yurdun dört bir tarafından tutuklanarak Ankaraya gönderilmişti. Ankaraya gelen istiklal Mahkemesi 31 Aralık tarihinden itibaren hemen yargılamalara ve dolayısıyla infazlara başladı, l Ocak 1926 tarihinden itibaren idam edilenler şunlar olmuştu : 1 Ocak ]926: Ordulu Mehmet, Arif. Süleyman ve Hüseyin idama mahkum oldular. Ce. zalan 2 Ocak sabahı asılarak yerine getirildi. 2 Ocak 1926: İskilipli Receboğlu Ali. 10 Ocak 1926: Yüzbaşı İsmail Hakkı. Albay Kasap Osman. Rıfat Reis ve eski Kırşehir Mebusu Rjza, Cumhuriyet'i yıkmak düşüncelerinden "hain-i vatan" addolunarak idama mahkum oldular. 15 Ocak 1926: Bu tarihten itibaren. Maraş. Erzurum. Rize, Giresun. Ordu, Zonguldak ve İstanbul'da şapkaya muhalefetten tutuklanan kişilerin yanm kalmış yargılamalarına devam edildi ve 1 şubat 1926 tarihine kadar 'dini siyasete alet" ederek hükümet karşıtı faaliyetle bulunduğu gerekçesiyle, genel­ likle. hafız, hoca, veya müftü olan şahıslardan kurulu 15 kişi idama mahkum oldu. 65.

66 67

CutnhuriyBt, S K.nunovv.1 1341. Cum/uMi/eî. 12.15 Kanunevv.11341. Mm/B, 1-2 Ocak 1925. HBhrntyBhUmyo, 11.25. 27 Ocak 1926


D EV R JM V E D E V R İM L E R

57

I Şubat 1926: Oz.clliklc Giresun ve Erzurum olayı sanıklannın yargılan­ masına devam edildi. Savcı Giresun tuiuklulan adına İstanbul'dan getirtilen eski Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendi.yi idama mahkum etti. İskilipli Atıf Hoca. Şeyh Süleyman Efendi. Fettah. Tahir Hoca. Saatçi İsmail. Muhlis. Köse oğlu ve Erzurumlulardan Hoca Osman. Molla Mehmet. Telgraf Müdürü Halid. Yusuf Kenan, üç seneden onbeş seneye kadar değişen kürek ve hapis cezalanna çarptınldılar. ،٥٠^ i Şubat 1926: Giresun ve Erzurum sanıklanna verilen eczalar hafif bulunarak yeniden bir gözden geçirildi ve bir saatlik bir yargılamadan sonra mahkeme, yurdun her köşesindeki şapka olayına dolaylı /dolaysız etki etliği varsayımıyla İskilipli Atıf Hocayı ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendiyi idama mahkum etli. ‫؛‬٠٥^ 3 Şubat Çarşamba gecesini kapalı bulunduğu hücrede sabaha kadar namaz kılmakla geçiren İskilipli Atıf Hoca. 4 Şubat 1926 tarihine isabet eden Perşembe günü şafak sökerken Ankara hapishanesinin önünde kurulan sehpaya getirilerek idam edilmiştir. Celladın bclimiğinc göre, sabah namazını kılmasın­ dan 3.5 dakika sonra, etrafına bile bakmadan, yalnızca KelimeM Şchadcı getire­ rek. idam sehpasına doğru yürümüş ve yine Kclimc-i Şchadcfic ruhunu teslim etmiştir.

s

î ‫ « ؛‬s j 11;

kararlar). 91. Sad١k Albayrak. TûrtöyB'dB Din K avçası, s. 212.

٥«،-..، . . . » . » 1<‫ ؛ ؛‬. i . « ، « .



ÜÇÛNÇÜ BÖLÜM

ŞAPKADAN SONRA BAŞLATILAN SİNDİRMEHAREKETLERI VE SINIRTANIMAZ DEVLET TERÖRÜ

٠

٠ ■>t

I

٠٠

٠

٠٠^

٠

٠٠

٠

i



Ş A P K A D A N S O N R A B A Ş L A T IL A N S İN D İR M E H A R E K E T L E R İ V E S IN IR T A N IM A Z D E V L E T T E R Ö R Ü !

24-25 ağustos 1925 tarihinde Kastamonu ve İnebolu seyahatleriyle başla­ yan şapka serancamı. kısa zamanda o kadar büyük boyutlara ulaşmışü ki. artık tek mesele şapkayı veya fesi giymek değil, her ikisini de giyecek kafayı yerinde tutabilmek olmuştu. Bu sebeple Eylül ٠ 1925 - Şubat 1926 tarihleri arasında yoğun bir sindirme ve terör diyebileceğimiz şiddetli halkı bastırma hareketleri­ ne şahit olundu. "Şapka meselesi artık istekle yürütülen değil, kanla yürütülen bir mesele halini almışü."‫ ^؛؛‬Şapkayla ilgili İstiklal Mahkemesinde yargılanan ve çoğunlu­ ğunu dini etkinliği olan kişilerin oluşturduğu binlerce mahkumdan idamla ceza­ landırılan sayısı o kadar çoktu ki, Orhan Koloğlu'nun "İslâm’da Başlık" adlı ki­ tabından şu küçük İstiklal Mahkemesi istatistikleriri aktannak. idam edilenlerin genel sayısının kavranmasında önemli bir ipucu oluşturacakür kanaatindeyim. Aralık 1925 :75 dava, 163 sanık. 3 idam Ocak 1926 :78 dava, 582 samk. 41idam. Şubat 1926: (ilk 15 gün): 63 sanık, 13 idam. Görüldüğü gibi 2.5 ay içerisinde tam 57 kişi idam edilmiş ve yüzlerce kişi de, ağır hapis cezalanna çarpünlmışlardır. Biz şapkayla ilgili; aslında dinî gösterilerle ilgili tepkilerin bxsürüması konusunda, ülkede olup bitenlerden bu kadar aktarma yapmakla yetinmiş olaca­ ğız.


62

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Şapkayla ilgili gelişmelerin en ilginci de. şapkanın dini bir kıyama vesile olmaması gerektiğini ve şapkanın dince hiçbir mahzur teşkil etmediğini beyanla Diyanet işleri Reisliğinin '"Şapka ve Din" adı altında bir beyannameyi müftü­ lüklere göndermiş olmasıdır. Diyanet.Devlet İşbirliği!. Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi Mart 1926'da müftülüklere gönderdiği tamiminde: "Şapka başlıbaşına bir hırisıiyan adeti ve hırisüyan adeti ve hırisiiyanlann sembolü değildir.Sadcce başı güneşten korumak için ve libası tamamla­ mak için kullanılan bir serpuştur. Binaenaleyh şapka ile namaz kılınabileceğini duyurur, müftülerimizin bu konuda halkı tenvir eylemesini rica ederim. Aynca başı açık olarak namaz kılmak îslûmda caiz midir-diye soranlar olmaktadır. İsteyen her mümin ister başı açık, ister şapkalı bir şekilde namazla. nnı kılabilirler..." diyerek şapka-din konusunda bir açıklık getirmişti.‫؛‬..^ Başı açık bir şekilde genelde o günlere kadar namaz kılınmadığı için, halk başı açık olarak namaz kılan kişileri de yadırgıyordu. Bu dumm. İstanbul Başmüftüsünün bir yaklaşımı üc ilginç bir boyut kazandı:" Baş açık namaz kıl­ mak. Allah'a karşı bir saygının alâmetidir." Evet böyle diyordu İstanbul Başmüftüsü ve olayın manüğını da şu kıyasa bağlıyordu: "Türkiye anık yeni bir anlayış, modem bir anlayış benimsedi. Bu anlayışa göre saygı duyulan kişiler önünde şapka çıkanılıyor. Bundan böyle baş açık bulunmak bir saygının ifadesidir. Faziletli bir kişi karşısında gösterilen bu üstün saygı davranışını Allah'ın huzurunda yapmamak düşünülebilir mi? ‫^ ؛‬ Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi Ue. İstanbul Başmüftüsünün şapka vesi­ lesiyle gündeme getirdikleri hususlar artık 1926'dan iübaren dinde reformlann yapılacağını ve en başta ibadcüer de bir ıslahat programına, yenileştirme faaliy­ etlerine geçileceğinin işaretini de veriyordu. Ve nitekim ilk ciddi uygulamayı, hiçbir yerden emir almamasına rağmen ve tamamen beUi çevrelerin gözüne girebilmek içni Göztepe Camii İmamı Hacı Cemaletlin Efendi gerçekleştirdi.

3. It

l

5. ٠

6

Diyanet l.leri Reisliği. Tahrirat Md.lOğO. 5 Mart 1926. C u m h u n y e t. 5 Mart 1926. Paul Genlizon. a.g.e.. s. 101. Paul Gentîzon. a.g.e.. s. 101. Paul Gentîzon, a.g.e.. s. 101.


ŞAPK A DA N S O N R A BAŞLATILAN S İN D İR M E

63

C e m a le d d in H o c a ve i l k D in d e R e fo rm G a y r e tle r i

6 Nisan 1926 tarihli gazclelclcr manşetlerinde "Dinde Reform" diyerek Göztepe Camii İmamı Hacı Cemaleddin Efendinin "Türkçe Namaz Kıldırdığın­ dan" haber veriyordu. Aynı tarihli Vakit gazetesi. Cemaleddin Hoca'nın akşam namazını kıldmrken. birinci ve ikinci rekatlarda okuduğu arapça süreleri, tama­ men Türkçeleştirerek okuduğunu haber vererek, okunan ihlas sûresinden örnek­ ler veriyorlar, Cemaleddin Hoca'nın namaz kıldırırken okuduğu ihlas sûresi şöyle id i: "De ki. o Allahtır, Allah herkese yetişen Ulu Mevladır. O dogurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır. Hiç bir şey O'nun dengi olmamıştır." Bu ilk Türkçe namazın ardından‫ ^؟؛‬Cemallcdin Hoca gazeteciler vasıtasıy­ la yönetime "münevver", "aydın" hoca diye takdim edilmiş ve böylesine cesur davranan bir hocanın mükafatlandıniması istenmiştir. Aslında Göztepe Camii İmamı Ccmallcddin Hoca, yine 22 Man 1926 Cuma günü ilk Türkçe hutbe denemesinde bulunmuş ve hutbeyi arapça dua vc ayetler dahil tamamen Türkçe okuyarak tamamlamıştır. ‫؛‬٥^ Cemalleddin Hocanın, cemaatın de tepkisini alan ve "böyle hutbe olmaz! Namaz fasid oldu" dedirten Türkçe hutbesi şöyle idi: *Ey ululardan utu Tanrıl Sana hamdederiz. Bütün âlemleri yoktan var eden ve onlara rızık veren sensin. Sana şükrederiz. Butun mahlûkkat içinde insanları en mükerrem yaratan sensin. En şerefli kulunu, doğruluğunda hiç şüphe etmediğimiz büyük kitabınla bize hak Peygamber olarak gönderdin. Yalnız sana tapar ve yalnız senden yardım iste­ riz. Ey ulu Tanrı bizi imandan ayırma (hatibin peygamberle kitabın adını söyleme­ mesi dikkati çeker.) Ey Müslümanları Ulu Tanrı buyuruyor ki: Bazı insanlar Allah'a ve ahiret gü­ nüne inandık, biz de müminiz derler. Böylelikle Allah'ı ve müminleri aldatmak ister­ ler. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar. Ve böyle yaptıklarını da anlamazlar. Onlara dünyayı fesada vermeyiniz! denildiği zaman hayırl Biz ıslah ediyoruz der­ ler. Halbuki ifsat ederler, lâkin anlamazlar. 7. Bu nemazm akaWnde daha imam C e m a l i n Efendi selam vermeden, cemaaDn (bu ne biçim nju^az diyerek) dağıkfı.1 v٠ e ، e l^ verdiğinde de, Cemalleddn hocanın arkasında bir tek m٥e s in efendinin olduğu gözlenmiştir. Clslad Necip Fazı!Kı ٠aak٥rek de. bu hal İçin : ’ Böyle n^ ‫ ة‬١‫ ى‬٠ W yie cemaati‫ ؟‬dikerek. Cemaleddin Efendinin Türkçe Namazı’ nı alaylı bir şekilde hıc• 8,

Ootthard Jaeachke, Yeni rOfkiy&'de IstÂmlık, 8٠44.


64

c u m h u r iy e t

D Ö İ M I D İN ^

D E V L E T IU Ş K JL E R J

Kendilerine herKes gibi iman ediniz! denildiği zaman, biz apdallar gibi mi ina. nacag.z? derler. Halbuki kendileri apdaldırlar. Bunu bilmezleri Allah ile yaplJkları ahrtleri b٠zanlar, Allah.ın birleşmeyi emrettiğini ayıranlar ve ye^üzünU lesada ve. renler hüsrandadırlar. Islah edilen ye^üzünü ifsat etmeyiniz. Allah ifsat edenleri sevmez. Kendiniz yapmadığınız iyilikleri başkalarına nasıl tavsiye edersiniz? Kita. bı okuy.rsunuz. hi‫ ؟‬düşünmüy.r musunuz? Ey insanlar şeytana uymayınız, ٠٠ sizin açık düşmanmızdır. Size fenalığı ve namussuzluğu 0 emreder. Allah hakkında bilmediğimizi söylemeyi ٠ öğretir. Allah'ın krtabını .kuyanlar, namaz kılanlar, ihsan ettiğimiz rızkdan gizli ve âşikâr sadaka verenler tükenmez bir mala sahip .lacaklarından emin olabilir. Allah onla. ra mükâfatını verecek ve lütfunu arttıracaktır. Biraz Oturulacak-

٠

Ayakta: Allah ve melekleri. Peygamber'e salat ve selâm ederler. Ey müminler siz de Peygam ber', salat ve selâm ediniz. - Dua ٠ Ulu Tanrım. hak ve adaletle hareket edenleri sen payidar eyle. Cumhuriyeti, mizi ve Türk milletini sen muhafaza eyle. Türk ordusunu havada, denizde ve kara, da daima muzaffer eyle. Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle. Mahsulâtımızı her türlü âfetlerden sakla. MUbarek şehrtlerimize ve ölülerimize rahmet eyle. - Hatime ٠ Allah adil ve ihsan ile emreder. Akrabanızdan muhta‫ ؟‬olanlara muaveneti emreder. Puhşu ve kötülüğü ve haksızlığı nehyeder. Allah size nasihat veriyor umulur ki (bunu can kulağıyle dinler ve) düşünürsünüz..

Hi‫ ؟‬bir mecburiyeti yokken ve Diyanet İşleri Başkan‫اﺟﺎل‬ndan da bir gc: nelge gelmeden Türkçe n ı a z kıJdınp. Türkçe hutbeler okuyan Gö‫ ؛‬tc^ . Camii — ‫ذ‬- gazeiccilerin ،ersine ha‫ل‬k،an büyük tepkiler gelmişti. Ve İstanbul'dan bir gnıb camii cemaati sırf bu yüzden hocayı Diyanet ‫؛؛‬leri Reisliğime şikayete gclmişu Reis Rtfat Börekçi bile ''Bu kadarı fazla" diyerek. G ö zte^ Carmi ima^ m٠nm h^ckeıirti t^ v ip eimedigirU bildirmiş ve halkm tepkisinin, büyümemesi İçin de iki hafta Cemaladdin Hocaya görevden men cezası vem ıştı.

Nitekim ceza.sı beter biuncz söylediğimiz tarihte, 6 Nisan 1926 tarihinde Göztepe Camii İmamı daha ileri giderek, camide namazla birlikte ibadetin her türünü Türçe üç yapmaya baslamıstJ.W

Cemaladdin Hocaıun, Diyar^t İşleri Reisi Rjfat Börekçinin bile kızmasıM ١٠onu geçici . ' 5 ‫ ا ( ﺳ ﻰ‬günriki hafta) görevden almasına setebiyet ve

٠

٠‫ﺳﺲ‬٠٠‫س‬1.2. ‫دﺗﻤﺎ‬٠‫ ا د‬١ ٠»


ŞA PK A D A N S O N R A B A Ş L A T I H S İN D lIlM E

65

d a v ıış la n İçin Ahmet Ağaoğlu. 11 Nisan 1926 tarihli Milliyet Gazetesinde:

Nasjl oluyor da. Diyanet İşleri Reisi, Bir İnkilapçı hocayı cezalandjnyor?'' diye biryazt yazmjştJ. Sözkonusu yaztyj ehemmiyetine binaen buraya aynen aktanyontm: "İstanbul camllarinden bjrind., Türk hocalarından birisi, Türkçe namaz kılmış ve birçok Türk müminleri de devletin temeli olarak kabyl eylemiş olan bir memlekette bunun kadar tabiî bir hâdise olabilir mi? Fakat eyvah ki tabiîlik ve mantık hâlâ birçoklarının dindarlığına yerleşememiştir. Anlaşılıyor ki bazıları hâdiseye ili. raz etmişler ve hocayı Diyanet İşleri Reisliğine şikâyet eylemişlerdir. Mantıkî düşünmeğe alışmayanlar İçin ^ yle bir hareketi çok gOrmemelıdir. Fakat çok ve hem de pek çok gOrUlecek ve hattâ hayret edilecek bir nokta varsa 0 da Diyanet İşleri Riyasetinin bu şikâyeti ehemmiyetli telâkki etmesi ve Tü^çe namaz kılan hocayı.velev muvakkaten olsun. İcrayı vaziteden menedebilmek İçin kanunen, kabahat veya cürüm addedilen bir tiili irtikâp etmesi lâzımdır. Tekrar soruyoruz. Hocanın kabahati nedir? Hangi kanun ve hattâ şer‫ ؛‬şeritin hangi düsturu Tü^çe'nin dualarda kullanılmasını menetmiştir? Türkçe haram bir lisan mıdı(? Şer٠i şeritçe haram bir lisan var mıdır? Hiç unutmam, vaktiyle İstanbul Türkocağında verdiğim bir konteransta Hazret! Kukanın Turkçeye tercUmeı lUzu. munu ileriye sürmüştüm. Bunun din namına TUrklerın Hazret! Kur'an'dan istitade edebilmeleri namına sOylemiştim. ikinci gün mahut AbdUlâziz Çaviş-kı elyevm Mısır'da Arap vatanpenrerliği ile meşguldUr.Beyazıt camiinde bir mev'ıze vererek benim mUrted olduğumdan ve benim ^in tecdidi iman ve nikâh lüzumundan bahsetmişti... Çaviş.in hâletı ruhsiyesini ve onu tahrik eden saikleri pek lyı anlarım. Bilâtetriki irk ve cins bütün beşeriyetin halâs ve necati İçin nâzı! olan bu mukaddes kitabi ve bu kitabin muhatabı olan mukaddes bir vücudu yalnız bir kavmin mail ad. dederek, diğer kavimlere lisanlarım ve şuurlarım kaybettirerek 0 kavmin ^yrevi olmalarım arzu te n le r İçin ^ yle bir hareket gayet labîdir. Onlar İçin TUrkçeyi kul. lanmak bir irtıdat ve Tüplükten bahsetmek de bir delalettir. Allah yalnız Arabın Allah'ıdır ve Arabadan başka bir lisan kullananları ne dinler, ne iş.tir ve ne de anlar. Ebatlarım ızı buna inandırmamışlar mıydı? Güzel Tümcemizle uğraşmayı abes ve hattâ gUnah bir tıil gibi telâkki etmeye ikna etmemişler miydi? Türk kelimesinin tahkir ve istihtat itade ettiğini bize kabul ettirmemişler m‫؛‬yd١? EiMmmızı, şuur ve vrcdam millîmizi bu tetebbuat sayesinde ka y ıtm a k uzere değil miydik? Araptan ziyade Arap. Acemden ziyade Acem olmak üz.ere d ^ ii r v. dik Bizi bu hale getirenler aym zamanda ^zi Hazreli Kur'ân'dan. İslâmiyet [' mânalarından mahrum ettirmişlerdir. Turk liilen dînî membalardan mücerret oWuğu٠kıldığı namazın ya^^t ‫ ه‬٧ ‫دا ل‬ rın bile mânâlarını anlayamadığı ^ n dıniben de mahrum Kalmıştır. Din yerine ka. taamda ve katotnde asla alakası olmayan ve dine taban tabana ztt bulunan hura tat ve ısrailiy. taşımakta ıdı.


66

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E DEVLETİ' İL İŞ K İL E R İ

Fakat bereket versin ki gözlerimiz geç de olsa açıldı. Türklüğümüzü ve Müs­ lümanlığımızı idrak ettik. Ne Müslüman olmak Arap olmak ve ne Türk olmak Müs­ lüman olmamak demek olmadığını öğrendik. Bilâkis hakikî Türk olmak aynı za­ manda hakikî Müslüman olmak demek olduğuna kani olduk. Zira vakalar ve hadiseler isbat etti ki Müslümanlığı müdafaa, muhafaza ve idame ettiren yegâne hakikî âmil Türk imiş. Türksüz Müslümanlık yaşamaz, yaşayamaz. Binaenaleyh Türk manen kuvvetli olmalıdır ki Müslümanlık da manen ve maddeten kuvvetli olsun. Bunun için de Türk mefhumunu ifade eden bütün maddî ve manevî âmiller inkişaf etmelidir. Mezkûr âmiller arasında en mühimleri Türkün lisanı ve Türkün şuurlu dinidir. Türk lisanının her sahada inkişafı, bütün sahalara hâkim olması ve bütün sahalar­ da kullanılması lazımdır. Dinin şuurlu olması için de Türk o dinin menbaı olan Hazreti Kur٠ân'la Kur'ân.ın emrettiği bütün dua ve niyazlarla doğrudan doğruya temas etmelidir. On­ ları anlayarak feyz almaya çalışmalıdır. Türk milleti altı seneden beri yaptığı muazzam mücadeleyi sırf kendisinin bu inkişafı için icra etmektedir. Yoksa lisanı da. dini de ve hayatının diğer tecelliyatı da eskisi gibi kalacaksa bu mücadeleden fayda ne olur? Bu nokta nazardan Türk­ çe namaz kılmış olan hoca hem lisanımızın ve hem dinimizin inkişafına yani yaptı­ ğımız mücadele ve inkılâbın başında bulunan bir riyaset böyle bir hocayı icrayı va­ zifeden men ediyor? ‫؛؛‬٥^

Ahmet Ağaoğlu.nun 11 Nisan 1926 tarihli Milliyet Gazetesindeki bu ya­ zısı üzerine. Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi çok sinirlenmiş ve halkın aşın tepkisini de fırsat bilerek ’.İnkilapçılık ayn. namaz olayı ayndır. Türkçe namaz kılmakla dinimizin inkişafına çalışıldığını ve böylccc de inkilabın esaslanna hizmet elmiş olunduğunu söylemek abestir ve inkilabı anlamamakür diyerek kamuoyuna bir cevab da bulunmuştur. Rıfat Börekçi, gazctcciicrin alkış tuttuğu .Türkçe Namaz” için de: ٠ ' Türkçe Namaz Kılınamaz... Ayeücr ve sureler aslı gibi Arpça okunmalıdır” diye bir fetva vererek Türkçe namaz meselesini kapaimışur.^**^

Merkezden Taşraya Standart Hutbeler!

Göztepe Camii olayından sonra, beş uzmandan kumlu birleşik komisyon. 1926 yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığına bir refonn taslağı ile 58 örnek hui.be sundu. Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi bütün camilerde aynı hutbenin .0

0 ٠m ٠n Ef٠.n.

TmH. c 5. ٠. l٠32-1933٠٠en n٠M.

11

C i g r th u n y ^ 3 M٠y ١t 1926.


67

ŞAPK A DA N S O N R A BAŞLATILAN S İN D iR M E

okunması ve Türkiye'deki bütün imamlann cemaat, benzer şekilde yetişilmesi İçin bu örnek butikleri müftü!üWer vasıtasıyla bütün yörclcrc dağıtmış oldu. Rıfai BOrckçi müftülüklere yolladığı bildiride, namazda ki fatiha süresi dahil bütün âyet ve sûrelerin arapça olacağı, hui^lerin ise, başlangıç ve bitiş dualanyla birlikte huttede okunan hadislerin ara^a olacağını, fakat bunlann Türkçe açıklamasının anlamla tera^ r yapılabileceğini bildirdi. Rıfat Börekçi aynca ö^lt yolunda yapılacak dua ve tavsiyelerin. Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına olacağını ve toplanacak yardımlann da ''Tayyafc Ccmiycii''ne. "Hava Kuwelleri''ne verileceğini Siirtli. ‫ا؛‬2‫ل‬ Şapkayla başlayan din ٠ devlet çatışması ister istemez zamanla dinde re. fom hareketlerine ve dinin denelim altına alınmasına se^biyeı vcmiştir. Bir diğer ifadeyle artık Türkiye'de vahiy dini olan İslâm yerine, kanun dairesinde kalan ve devlet denetiminde olan bir İslâm yaşanmaya başlamıştır, c^vlet denetiminde yaşanan refom İslâmlığı yer yer devlenen daha ileri giderek 3 Man 1924 tarihinde kumlan Diyanet İşleri Reisliğine önayak olmuştur, ilk Diyanet İşleri Reisi olan ve reisliği ölümüne kadar (1941) devam eden Rıfat Börekçinin başkanlık dönemi, devlet denetiminde yaşanan İslâmlığa ve ondan da öle islâmdaki refomasyona çok çakıcı örnekler teşkil emiştir. Dinin denetim altı. na alınması ve dinde refonnlara ^dilmesi üstelik hem diyanet nezdinde ve hem de devlet nezdinde laiklik adına yapılmıştır. Halifeliğin kaldınimasından ve din eğilimini yasaklayan, medreselerin kapaulmasını sağlaya kanunlardan sonra devlet, yoğun bir şekilde dine karşı adımlar atmaya başlamışur.0 ‫ﻖ‬ ‫ﻟ‬ Devlet Dini Kurtarıyor! Başlangıçta devlet dine karşı tavırlannı "dinin özüne dönmek" ve dini inancı her tür hurafeden anndırmak ve dini, "gerici din adamlanmn zararlı etki, !erinden kurtarmak" gibi gerekçelere dayandırmıştır. "Dinin özüne dönmek" ve "gerici din adamlanmn zararlı etkilerinden dini kurtarmak" gibi icmcUerc dayanan dini rcformasyonun baş uygulayıcısı >tıkanda da söylediğimiz gibi en başta Diyanet İşleri Reisliği olmuştur. 12 . 13.

14

‫ﺀ‬ "‫ﺎج‬.? ; ‫؟‬. ‫ث‬ ‫ ; ^ ^ا‬٠:Ut ‫ﺗﺎل‬٠ ‫ “ ﻟ ﻲ‬: : .Kemalizm, ‫ﺖ " ! ع‬ ‫ﺟ‬yap٠ldıd١ ‫ا‬: ‫م‬r ١ ‫ي‬ ‫ﺀاا ؟‬:١‫ ا‬٠‫ﺴﺎا‬ lo n‫؟‬r .‫ئ‬ dnd ‫ب;ﻧ‬ ‫ث ا؟و‬ ٥٠f V‫؟‬taslayan ^Mirekedenn adına ٠ ٧٠ ٠٤‫ ﺋس‬3

‫ ة‬٠‫ع ;ة;؛‬:

‫ﺀ‬

'': .

‫ب‬7‫أ‬٠‫ﺢ'ة ؛ًا‬

‫ﺳ‬

. ‫ﺀس‬٠‫ ا‬. ، ‫'ﺀ‬.


68

C U M H U R İY E T D ö l M l D İN V E D E ^ C T İL IŞ K İL E I^

Diyanet İşleri Reisliği, tamamen dini hayatın devlet gözetiminde bulundunjlmast ve devletin izin verdiği Ölçüde bir dini hayatın teessüs edilmesi adına kurulduğu için. 1924 ٠ 1941 yıllan arası Diyanet İşleri Reisliği yapmış olan Rıfat Börekçi de, "sadece eline kalem verilmiş bir koltuk hocası olarak, yukandan gelen emirleri tebliğ ve evrakı imzalamakla"17* ‫ ؛‬yıllık başkanlık döne­ mini tamamlamıştır. Başkanlığın görevi bu olunca da. din hizmetlerinin ve din alimlerinin in. kilaplarla birlikte zorlaşan -maddi, manevi- hayat şanlanna kulak verilmiyor, onlann dealerine bırakın derman olmayı, şikayetleri bile dinlenmiyor ve hatta inkilabın getirdiği espri ile din görevlisi apoleüi kişiler karşısına alınmış oluyor­ du. Bu durumda, madden ve manen bir cendere içerisine sıkıştmlmış olan din hizmetlileri de (hademe-i hayrat), seslerini duyurmak için, milletin temsilcisi olan TBMM'yc müracaattan başka çare bulamıyorlardı. Din Görevlileri Maddi Baskı Altında Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bulunan din hizmetlerinin; hademe-i ha­ yratın. TBMM’ye sundukları, içinde bulunduktan maddi Manevi sıkıntılanm dile getiren şikayetnamelerinden bir ianesini önemine binaen buraya almak isli­ yorum: *Türkiye Cumhuriyeti Büyük MiHet Meclisi Muhterem Azalarına Konu: Hayrat-f ‫ ؟‬erite Umumi Merkezinindin hizmetlileri (hademe-‫ ؛‬hayratın, meslekî ve ihtiyacı istekleri hakkında.

٠

"Bizler hayrat hademesi olarak imamlar, vaizler, hatiple‫؛‬, .müezzinler. Kayy m iar ., ٠٠ hUtasa'dın hizmetlileri olarak ne buyuk sıkıntı ve setalet ‫ ؟‬inde olduğumu-

‫ ه ﺀ ﻻذ‬٧‫ ؟اى ؟ﺣﺂ'ﻻﻻ‬٥ *٥١T٥k '‫ دآ ع‬٢‫ ﺑ ﺎ‬٠‫ذا ؛إ ؛‬٢ ‫ﺋﻪ 'ا‬0‫ ؛‬: ‫ت‬ ٠٧ ‫ ؛‬٠ ;‫ ا‬i ‫ﻖ‬ ‫؛‬ .;V ■ jC ? ;

: ٧

٥

‫ ﻗ‬: : ' ç ' " ! ‫ ﻏ ﻪ ! ئ ! ت‬r‫ﻫﺎ‬٠‫ق‬ nk‫؟‬i! ’: ‫ و‬: ‫ و‬a: ı٠‫ﻻ‬v‫ه‬a: ‫س‬ı ‫ﻫﺖ‬e‫ا‬: b٠r; ‫ﻻ‬k‫ه ؟‬،;‫ ﺋ ﺖ‬: ‫ئ‬ ^ : ‫; ﺛ ﻴ ﻼ ﺗ ﻌ ﺔ‬: 0‫ ةﺀ ث‬: ‫اه‬: ‫ل‬:‫ﻗﻴﺌﺎه‬6‫ﻳﺲ‬٧‫ا‬٧‫ ئ‬: ‫ث ؟ ؛‬

Rikkat ve tzdırap ‫ ؟‬inde vaztfelerıne devam etmektedirler,

٠٠ k ğ k AJbeymK ٣-

.

D m

٠2٠.(‫م‬٥ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ١ )


ŞA f ٠٠KADAN S O N R A BAŞLATILAN S İN D İR M E

69

yüce dine hizmetten başka amacı olmayan hademe-i hayrat'a reva görülen davra­ nışlar bizi cidden çok üzmektedir. Memleketin içinde bulunduğu durumu gözönune alarak (artık dini karakterli isyanların kendini göstermeye başladığı günlerdir), sanki milletimizi geri bıraktıranlar sırf din hizmetlileri imişcesine. din hizmetlilerine karşı uygulanan baskı ve manevi tazyik, milletimizin dini hayatını her gün biraz ka­ ranlığa iter durumdadır. Durumun gözönünde bulundurularak, hademe.i hayrat.ın, din hizmetlilerinin durumlarıyla biraz daha yakından alakadar olmanızı ve din hizmetlilerine en azın­ dan asgari geçim şartlarını temin edici maddi menfaatler verdirmenizi, milletin ve­ killeri olarak sîzlerden istirham eyleriz..‫^^^؛‬

r

TBMM Üyeleri Din Hizmetlilerini Yok Sayıyor Din hizmetlileri, milletin vekilleri olarak gördükleri kişilerden hiç bir müsbel cevap alamayınca ve halta kendilerine yapılan baskı ve tazyikin hergün biraz daha anması dolayısıyla çeşitli zamanlarda yine TBMM'yc şikayetlerini ulaştırma durumunda kalmışlardı. Bu sefer çekmiş olduklan ızdıraplan ve reva görüldükleri mahrumiyetleri anlatırken, -sadra şifa olur düşüncesiyle, cumhuriy­ et öncesinin uygulamalan da yer yer kötülemekten geri kalmıyorlardı. Çünkü eskiyi kötü göstermek ve aleyhinde bulunmakla ancak haklanmn alınabileceği­ ne ve değer kazanacaklanna dair bir kanaate sahip olmuşlardı. Gerçektende dev­ let tarafından yeniye ayak uyduran din hizmetlileri .’münevver", "aydın", eskiyi arzulayanlar da "mürteci" ve yobaz ilan olunan din hizmetlilerin genelde de sonu, idamla noktalanıyordu. Hademe-i Hayrai'ın; din hizmetlilerinin, milletin vekilleri adıyla ikinci kez TBMM azalanna gönderdikleri arîza.da şunlan dile getiriyorlardı: "Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Muhterem Üyelerine.. "Maddi maaştan ziyade manevî ecrin tesın altında asırlardan beri İslâmî eser ve müesseselerin hakiki ve samimi hizmetkârı olan cemiyetimiz lerdlen öteden beri Vakıflar İdaresinin adalete uymayan laaat ve kararları karşısında şahıslarının değil, Islâm Medeniyetinin haşmetli bir abidesi olan eskilerin insani ve dinî eserle. rinın zeval bulmakta olduğunu görmekle hâsıl olan efim tesirlerini, felimıyeim hametkân ve milletin işlerlnındûzenleyıdsı olan muhterem Mitli Meclisimize arz ve ibiâ etmekle yalnız nefislerini değil, mensup oldukları din ve millete de htzrr>٠î etmiş olacaklarına kanidir."

16

H٠d٠me٠ıHayr٠tUmum Merkezi.TBMMV. gondenlen 1 r٠o،ü ..artzâ.


70

cumhuriyet donem ! din ve

DEVLEr iLlŞKlLERl

"Şart ٧© beka tesis ve temin edilmedik‫ ©؟‬her eser.n y.k olmağa mahküm olacağı ve görülen tecrübeler cans.zlar.n bile bir hizmet ve beka h^k.na sahip bulunduğunu teyit etmekle mUdalaa ve himayeden mahrum her mUessesenin adetâ bir yetim gibi boynu büküleceğî tabiat kanunu muktezasından bulunduğu ci. hetle her müessirin tev!îd"i eserden ew el olun bekâsjnın şart ve lüzumunu teemmûl ve te'min etmesi iktiza ettiğine iman eden esiat, her biri kuvvetli bir medeniye, tirt t e ^ l ve ta.zîm© şayan hayat sahibi birer delili olan dinî eserleri vücuda getirmekle yaln.z aşırların, imar değil, ahiatını da terbiye ^ e n ve her biri bugüne kadar nâmını İslâmiyet ve insaniyetin siciline demir kafemler ile hâkk ederek ken. dilerinden sonra gelenlerin büyük hürmetlerini d© temin eyleyen vakit sahibi olan hazretler tescil ettirdikleri vakıtnamelerle 0 müesseselerin hayat ve bekâlarının te. minini de düşünmek lüzumunu ihmal etmemişlerdir." "Geçmişlerimizin nazardan uzaklaştırmadığı şu Ihtiyada rağmen kanun ve idarede vuku.a getirilen tadilâtın, zamanın zorlamaları lüzumu kadar takdîr edilme, den vUcud bulması, bugun kıymetleri bütün manâsıyle cihan d ^ e r esiatın 0 eser, lerinin bir çoğunu yok ettiği gibi elde kalabilenlerin d© tahrip vesile ve sebeblerinin önüne g^ilm esini (...) Muhterem Heyetinizden tazarrû ve niyaz etmektedirler." "KUltetin nimete gOre olması ve paranın satın alma gücünün de her dakika azalmakta bulunması cihet^le asırlarca zaman ew el değil, bundan bir kaç sene evvel bile retah temin eden bir senretle bugün netsıne bakmak İmkân haricine çık. tığı halde evkat varidat ve mesaritatı hususunda satınalma nisbetınin nazar-ı dik. kata alınmaması yüzünden çoğalması, banilerinin bile ruhunu tazîb eden harabî İçinde 0 esiat eserleri bugün hadimleri ile beraber birer setalet heykeli gibi milletin varlığna temas eden bir sürü acı hakikatler anlatıp inliyorlar." "Fi!h^<ika a s ırla rc a e w e l ta kd îr olunan bir ücretle 0 m uazzam eserlerin hiz. m etı ile va zrfele n d irile n bu g ü n ü n hâdım leri (hizmetlileri): en İbtıdaî bir cem iyet ara. S in d a y a ş a y a c a k kad ar bile bir nim ete sa h ip olm ak şöyle dursun, ayn i idarenin d iğ er m e m u r ve m U la h d e m le ri nisb etınd e d e bir him aye'ye sah ip bulunm adıkları ^in ke n d i ve ailelerin in b o ş m idelerini ö lm e y e ce k kadar doldurabilm ek İmkanını a s lî h izm etlerin d en z iy a d e h a ricî m e s a île r ile elde ^ e b ild ik le ri cihetle b e şe rî ka. nunların UstUnde bir ira d e ye ve hükm ünü zo rla kabul ettirm ek kuvvetine sahib o la n tabiat ka n u n u u n te.sirı artında v ^ ile le r in i ihm al ©de geldikleri gibi taahhut et. tıkteri v a zife n in u lviyetin i d© takd ir etm elerine rağm en din hizm etlilerinin b eşeriye, tin n a z a rla rın a arz ettiği sefalet m a n za ra sın ın k a ld ırılm a sı k a rşısın d a lıya.kat sahibleri d a h a m a d ^ v e ke n d ile ri İçin d a h a faydalı hizmetler© rağbet .ederek. 0

zamanla mütenasip bir ihmal ile hayatlarım idâmeye muidedir ola-

‫ا‬١‫ا\\ﺀ‬0‫ !ه\ ا‬٠ ‫ أ‬٠١

Hayrat hademesi, yani imamlar, vaizler, haıiblcr. müezzinler, kayyımlar... sefalet içinde bulundug;u gibi ailelerinin boş midelerini dolduracak maddf bir U m m » Gmml

17‫ أ ﺳ ﺎ‬٠٠ ‫ﺀ‬٠0 , ‫ م‬١ ٠ !١ ٠ ‫ا؟‬١ ٠ ‫ﻟﺒﻤﺎ?ا'ا‬:‫ﻣﻠﻲ‬٠' ٠٠* TBMMy# ٠‫اه‬١،‫مﺀل‬0 ‫ ا‬،>‫ﻻ‬ ; ٠٠٠ 2 4 ‫ ﺀ‬٠١‫(ا ﻫﺎم‬. -


ŞA PK A D A N S O N R A BAŞLATILAN S İN D İR M E

71

İmkâna da sahip değillerdi. Hattâ sair devlet mcmurlanna pahalılık zammı ola. rak verilen paradan bu masum insanlar hiç bir şekilde istifade edemiyorlardı. Bu görevlilerin bağlı olduğu Diyanet Teşkilâtı hiç bir zaman kendi görev­ lilerinin deri ve dileklerine hiç bir zaman tercüman olamamıştır. Din Görevlilerinden Diyanet İşleri Başkanlığına: "Gölge Etmeyin Başka İhsan İstemeyiz." Bırakın Diyanet İşleri Başkanlığının din hizmetlerinin derileriyle ilgilen­ mesini, din hizmetlilerinin "gölge etme başka ihsan istemem" dedirtecek kadar, Diyanet İşleri Başkanlığından büyük baskı ve ilgisizlik görmüşlerdir. Aşağıda vereceğimiz belge devlet ve diyanet ortaklığıyla din hizmetlileri­ ni ezen mekanizmaya iyi bir örnek teşkil edecektir. Belge, cenderenin din görev­ lilerini ve teşkilatını nasıl içine alıp sıktığım ve perişan bir hale getirdiğini gös­ termektedir.‫؛؟؛؛‬ "Bütçemize konulmuş olan Hademe-i Hayrat tahsisatının halen ٧e atiyen tezyidi imkânı olmadığı cihetle bugün mevcut Hademe-i Hayral maaşlarının tezyidine mahal görülmemekte, halbuki gerek Makam.ı Senaverî gerek Muvaze­ ne.( Maliye Encümeni. Hayrat.ı Şerife Müstahdeminin terfihi hususunu istihdaf et­ mektedir." "Mevcut kadroda vazifeye dahil olan Hayrat.ı Şerife hizmetlilerinin mevcut tahsisatlar ile terfihi imkân dahilinde olmadığı sakıt idareninde nazar-ı dikkatini celb etmiş olmalıdır ki tutulan sakîm usulün kısmen tamirine matuf bazı mahaller­ de "tasnif" ünvamn ile tedbirler ittihazına mebur olmuş ise de bu tedbirlerin de tat­ bikine bir çok mahzurları ile noksanlan ve haksızlıkları ihtiva ettiği ve bu cümleden baz. camilerde bir imam yerine üç ve bir iki müezzin yerme on, onbir ve bir kaç ka­ yyım yerine on^)nbeş kayyım istihdam edilmekte bulunduğu görülmüş ve bunların hepsine verilen tahsisat ile hakikî miktara indirilerek hizmetlilerinin tamamiyle terfihi temin edilmiş olacağından bundan sonra aşağıdaki madde ve kararlara uygun bir şekilde muamele icrası hizmetlilerin menfaatine daha lâyık ve daha mü. nasıb görülmüştür. "1. Camilerden müteadıt imamı bulunanların imametlerden bırmin ınhilâl٠r١de tevcih (tayin) yapılmayıp vazifenin mevkuf tutulması suretiyle imamların bire indi­ rilmesi ve bugün kadromuzdan maaş olan hayrat hademesinden sair hizmetlerde müstahdem ve veutifesine hakikî bir lüzum görülmeyen kimseler varken l١aden>e٠ı hayrat tertibinden vazifeleri olmayanlara tevcih yapılması ve aynı camı imametinin 18

Dıy٠١at İslen Relılı٥ı. her müflOlüğe bu belgeden göndermı. v . d٠M٠٠n Ğn gdf٠١4 ٠f ٠ayıı٠n، azaltmak .iyaie.ni aynen benim .ey erek. d»١h،zrr١e ٠٠erf«n üzerindi a٠ane١e beelıdv yepnee■ tır


72

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

inhılâlinde imametin hatip uhdesine tevcihi ile imamet ve hitabet vazifesini bir zatın uhdesinde toplanması elzem olduğu." "2. Hitabet vaızifesinin inhilâlinde mezkûr vazifenin doğrudan imamın uhdesi­ ne tevcihi suretiyle vazifelerin tevhidi." "3- Müezzinlik ile kayyımlığın bir tek şahsın uhdesinde toplanması caiz ve hattâ lâzım olduğuna nazaran müezzinlik ile kayyımlığın bir zat uhdesinde toplan­ masının temini cihetine gidilerek kadrolardaki fazlalığın izalesi." "4- Geçen maddelerde isimleri zikr olunan hizmetlerden ayrı olan ve ikinci derecere hizmetlerden bulunan cüz, devir, va'z- ferraş... gibi vazifelerin inhilâlinde katiyy€.٦ tayin muamelesi yapılmayıp hemen bilgi verilmesi... "5- Camilerde ifası şart olan fer'i vazifelerden; buharîhân. müslimhân, şifâ, mesabihhân. şeyhü'l-kurrâ, dersiam ve hutbe, cüzhân. eczâ, devir, muvakkit, ma­ hyacı vazifelerinden başka uhdelerindeki vazifelerine mukabil "vazife" tertibinden maaşları bulunan hayrat hizmetlileri ile türbedârlar ve türbelerdeki ifası şart otan vazifeler Kânun'evvel 1926 tarihinden itibaren lâğvedilmiş olduğundan kadrodan tenzili." "6. Türbedârlar hakkında Vekiller Hey.eti (Bakanlar Kurulu) Kararının tama­ men tatbik olunması iktizâ ettiğinden mezkûr hizmette İstihdam olunması hasebiy­ le tahsisat olan lürbedârlara ilk inhilâl edecek hizmetler teklif edilerek tevcihi ve ıstinkâf ettikleri takdirde maaşlarının derhal kesilmesi ve bildirilmesi." .7- Cami.lerde inhilâl eden vazifelere yanmış ve yıkılmış camilerin hizmetlile­ ri mevcutken hariçten müracaat edeceklere Hayrat Hademesinin vazifelerinin kat'iyyen tevcih olunmaması ve yanmış ve yıkılmış camilere art bir adet listenin gönderilmesi." "Yukarıda maddelerin tatbikî hususunda iktiza eden muamelenin ifası ehem­ miyetle ve ta'mîmen îebfîğ olunur efendim."

٠٠

T C .، » ..I '.،٠١ B٠،٠٥'. 2. ٠<٠٠٠" ١٠» ١^

٠• 3٥3٥^ ‫ ؟‬١‫' ""؛ “ ؛؛‬."'"''١،'..'


ARAEK-I

ŞAPKA UĞRUNA BATAN GÜNEŞ İSKİLİPLİ ATIF HOCA VE ŞEHADETE GİDEN YOL

‫ﻦ‬

‫ﻓ‬

‫ﺪ‬

‫ﻟ‬

٠٠٠?٠;

Â

/ !‫ﻲ‬

‫ ﺿ‬،،



ŞAPK A UĞ RUNA BATAN GÜNEŞ : İS K İL İP L İ A T IF H O C A V E Ş E H A D E T E G İD E N Y O L

"Atıf Hoca'nın savcı tarafından hapsi istendiği halde idama mahkum edil­ mesi ve aleyhindeki başlıca suçlamanın, şapka kanunundan çok önce yayımlan­ mış bir risale olması. (Frenk Mukallitliği ve Şapka) istiklal Mahkemesinin en haksız kararlanndan birini oluşturmuştur." Bu sözler sanıldığı gibi bir İslamcı yazann değildir, bir molla, bir hacı vc bir hocanın hiç değildir. Bu sözler, üstelik marksist olduğunu her vesileyle gün­ deme getiren, araştırmalanyla da her kesimin takdirini kazanan bir yazara; Prof. Mete Tunçay’a aittir. 4 Şubat Perşembe sabahı, sabah namazını müteakip "inkılabına muhale­ fetten" idam edilen İskilipli Atıf Hoca’nın idamının haksızlığı üzerine bugün her kesim; hayatlannı haksızbk temelleri üzerine kuranlar hariç, gerçeklen bir itti­ fak halindedirler. Ve onun suçsuz yere idam edildiğinin ortak karan halindedir­ ler. İdamın haksızlığına karar verenler daha 4 Şubat 1926 tarihinden itibaren başlamışür. Ve idamın haksızhğına. adaletle hiç u>٦ışmadığına ilk karar veren de İskilipli Atıf Hoca'yı idam ettiren mahkemenin müddeiumumisi (Cumhuriyet Savcısı) olmuştur!... İskilipli Atıf Hocanın idamı, gerek Cumhuriyet dönemi din-devict ilişki­ lerindeki haksızlıklan veya tek taraflı hak yiyişleri ve gerekse İstiklal Mahkcmelerirün sınır tanımaz zulümlerini göstermede ibretli bir olay olmuştur. İskilipli Anf Hoca bu milletin gerçekten aziz şehidlerinden biridir. İstiklal Mahkemesinde yüryüzündeki bütün hukuk sistemlerinin reddedeceği bir manakla zulmen idam edilmiştir.


76

CU M H U RİY ETT D Ö N E M İ D ÎN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

Şapka uğmna işlenen bu cinayetin iç yüzünü göstermek bir tarihi vecibe olduğu kadar, kitabımız açısından da bir Müslümanlık şian olmuştur. Onun için biz size bu cinayetin içyüzünü gösterirken işin tâ başından alarak size göster­ mek istiyoruz. Üstad Necip Fazıl Kısakürck'in " Son Devrin Din Mazlumlan" adlı eseri ile "Yakın Tarih Ansiklopedisi'ndcn‫ ^^؛‬alıntıladığımız bölümlerle İskilipli Atıf Hoca ve idamı meselesine ışık tutmak istiyoruz. Önce bu büyük alimi ve tavizsiz İslâm müdafıini tanıyalım: Atıf Hoca. OsmanlI Devletinin son devresinde yetişmiş takva olduğu kadar mücahid alimlerimizden birisidir. İskilipli Atıf Hoca zamanın müslüman idarecilerince de takdir edilmiş ve mühim vazifelerin başına getirilmiştir. İptidaî Dahil Medresesi Umum Müdürü iken yaptığı çalışmalar yabancı ülkelerin de dikkatini çekmiştir. Bunlardan Ja­ ponya Büyük Elçisi Baron Uşida'nın lesbiti enteresandır. Atıf Hoca ile görüşen Büyükelçi daha sonra Şöyle demişti: "Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı İslâmiyet bütün Doğuyu bu arada Ja­ ponya'yı fethederdi. Âtıf Hoca’nm eserleri şunlardır Mir’at-ül İslam (İslam Aynası). İslâm Yolu. İslâm Çığın. Din-i İslâmda Müskirat. Nazar-ı Şeriatta Kuvay-ı Berrüyc ve Bahriye. Tesüilür-ü Ş e f i Muaycnc-tüi.Talebe. Medcniyet-Şcr'ilc ve Frenk Mukallitliği. İste Âlıf Hocanın başını derde sokacak olan da bu son eseridir. İşin ente­ resan ta١ rafı şudur: Bu eser 1922'de tamamlanmış. 1924’tc de neşrolmuşlur. Yani Şapka Kânunu çıkmadan çok önce... Şapkanın Ettikleri Şapka Kânunu çıkar çıkmaz bütün yurt sathında sanki bir kasırga esmiş­ ti Yüzlerce âlimi, binlerce sade vatandaşı önüne katıp götüren bir kasırga, yahut

ı s ‫؛‬:

• " ٠•"


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

77

layfun... Bu binlerce insanın hemen hemen lamamının neler olup bitliğinden dahi haberi yoktur. Meselâ Atıf Hoca gibi... Atıf Hoca bir sabah evinden alınıp apar topar tâ Giresun’a götürülür ve oradaki Isı klal Mahkemesinin huzuruna çıkanlır. Ncc p Fazıl bu mâsum ve mazlum, âlimin tevkif edilişini ve başına gelen­ leri şu şek ide anlatıyor: '*Sene 1925.. Sonbahar... İskilipli Atıf Hocanın. Aksaray'da. Lâlcli'de Fcthibey caddesinde 1 numaralı evi... "Hoca, ikinci kattaki odasında sedire otunmuş, akşam namazının ezanını bekliyor. Birden yakınındaki câmiin minaresinde yanık bir ses... Hoca ezam, içinden kelimesi kelimesine tekrar ettikten sonra kıbleye dönüyor ve tekbîr geti­ rerek namaza giriyor. Tam o anda zil sesi.. Kapı çalınmakta... Âtıf Hocanın haremi Zâhidc Hanım kapıda... Dışanya sesleniyor: "Kim o?’ "Atıf Hocayı gönnek istiyoruz!’ "Hoca namazda.’ "Siz kapıyı açın da.. Bekleriz...’ "Kadın kapıyı açıyor. Kılık ve edâlan şüphe verici üç adam... Sivil olduklan halde aynı meslekten olduklannı izhar eden, üniformaya benzer bir üslup birliği içindeler... Başlannda. yeni kabul edilmiş Şapka Kanununun talbikaima âit fötr biçimindeki örnekler... "Meçhul insanlar içeriye girip taşlıkta beklemeye başlıyorlar. "Zahide Hanım, kadınlara mahsus bir sezişle bu adamlardan tevahhuş ha­ linde... "Ne istiyordunuz Hocadan? Arzunuz nedir? "Biri, gayet kapalı ve sinsi bir tavır ve tonla cevap veriyor. "Görüşeceğiz... Kendisiyle görüşülecek bir işimiz var!" "Zahide Hanım yukanya çıkıp selâm vaziyetinde bulduğu kocasına duru­ mu haber veriyor Aşağıda meymenetsiz suratlı bir kaç adam sizi görmek isliyor. Hallerini beğenmedim.


78

C U M H U R ÎY E l^ D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

.'Atıf Hoca, gâyct vakarlı, aşağıya inerken en büyük telâşa, Melâhat isimli biricik kızında şâhit oluyor. "Baba, kim bunlar? Ne istiyorlar? "Sakin olun! Heyecana kapılmanın mânası yok... Ben de bilmiyorum ge­ lenleri... Şimdi göreceğim... Ama kaç gündür etrafımda dolanan hâfiye kılıklı insanlara bakılırsa herhâlde polis... "Atıf Hoca, gâyct metin aşağıya inip gelenlerle karşılaşıyor: "Selâmün aleyküm..." "Alcykümü.s-selâm..." "Ne istiyorsunuz?" "Evi arayacağız!" "Siz polis misiniz?" "Evet, Birinci Şube memurlanndan." Bu hususla resmi bir vekisaya. mahkeme karanna mâlik misiniz?" "Hayır, kâfi değil... Kânûnî selâhiyeiinizi lesbit edici bir vesika lâzım... Ama buyurun, hakkımı aramıyorum, her tarafı arayabilirsiniz!" "Memurlar üst kala çıkarak  uf Hocanın kütüphanesine giriyorlar. Hoca, kendilerini, rahat iş görmeleri için yalnız bırakıyor ve yatak odasına çekiliyor. Memurlar, girdikleri kütüphane odasında tavana kadar yükselen kitap rafianna aulıyor ve küçük kâğıt parçasına kadar eleniyor ve zavallı din adamının yıllardır en titiz emekle nizamladığı oda. yangın yerine döndürülüyor."  üf Hoca.nın evinde yaşanan bu hâdiseler, bilâhare yüzlerce birücree evde de yaşanacaktı. Âlıf Hocanın evini yangın yerine çevirenler "şapka ile ilgi­ li" bir belge arıyorlardı. Daha sonraları ise araşurma mevzulan alabildiğine gcişiciilecck ve "butun dinî eserlere" teşmil edilecekti. Öyle ki bazı evlerde dolma icnccrelcrinin içleri bile kanşunlarak traji-komik bir dunım sergilenecekti. MıUÎ Şef devrinde ise bu "ev aramaları" nın hududu biraz daha geniş lutul٠d k ve bu defa Kur'ân.ı Kerim ile Kur"ân cüzleri ve elifbası da "suç delili" sa­ yılacak ve evinde Kur ân cüzü bulunduranlar cczilandınlacaktır. I p t Âüf Hoca sanki istikbalde olacaklan görüyormuşçasına. "Bu da ne ki. derce•■ * hidîacyi b٠ y٠lk bir sükûnetle karşılıyordu.


79

ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

Âlıf Hoca kendisine bu şekilde baskı yapanlara karşı da misafirperverliği­ ni gösteriyor. Âtıf Hocanın yaptığı muamele ile başlannda fötr şapka olanların ve ilgililerin Âtıf Hocaya yaptıklarını Necip Fazıl'ın kaleminden lâkip edelim: "...Manzarayı kapı aralığından takip eden kızı Melâhat. birdenbire yere düşüp bayılıyor. Âöf Hoca bir taraftan kızını ayıltmaya çalışırken, öbür taraftan da haremine, misafirlere kahve pişirmesini tenbihlemeyi ihmal etmiyor. "Zahide hanım nefretle haykınyor: "Aman efendi, evimizi basanlara bir de kahve mi ikram edeceğiz?" Atıf Hoca.nın cevabı: "Ziyanı yok hanım, onlar da insan ve Müslüman... Ne yapsınlar, emir kulu onlar...' "Kahveler pişirilip geiiriliyor.Âlıf Hoca onlan memurlara eliyle ikram ediyor. "Evin araması gecenin geçvaktine kadar sürdü. İş bittikten sonra polis eki­ binin şefi Hocaya şöyle hitap etli: "İşimiz bitti Hoca efendi, alacaklarımızı aldık. Şimdi iş sizi Müdüriyete götürmeye kaldı!" "Haremi ve kızı birer çığlık sesi çıkanrken Hocada çarpıcı bir vakar ve te­ vekkül: "Buraya kadar mı emir aldınız?" "Evet Hocam!" "Elinizde, tabiî bir tevkif müzekkeresi de yok!.." "Dedik ya. emir böyle... Hem biz tevkif etmiyoruz ki... Beş dakika için Müdüriyete kadar gelip birkaç tesbitien sonra evinize döneceksiniz!" "Öyle olsun. ٠diyor Hoca; Tcapmıza kadar da gidelim. Buyrun!" "Hoca, başına sanklı fesini ve sınma lâtasını geçirirken, kadınlar hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Melâhat. babasına sanimış. haykırmakta; "Baba beni kimlere bırakıp da gidiyorsun? ٠ "Seni Allah'a emanet cdiyomm... Allah'ın kaderine baş eğmeyi biliriz*" 3. N٠٠ b F٠z . K،t٠kur٠k ١Son Dovnn Din

t 42. b ٠ nbU٠1 ٠7٠


80

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

"Atıf Hocayı Müdüriyetle bir hücreye tıkıyorlar. Penceresi tepeden avlu tarafına açılan loş ve pis bir oda... İçinde banko dedikleri tahta bir sıradan başka eşya yok..." Memurlar: "Şimdi çağrılırsın! İşin biter, evine dönersin!" "Diyerek Âlıf Hocayı diri diri toprağa gömmüşlerdi. Ne soran, ne arayan ne de hesaba çeken... Fakat Âlıf Hocayı en çok üzen şey. bütün bunlar değil, namazlannı kaybetmek kaygısı... O gece yatsıyı kaçırmamak için abdest almak üzere kapısını vurup izin almak islediği halde kendisine ses veren olmuyor. Sabah namazı için de aynı şey... Bu Çin işkencesine benzer vaziyet karşısında Hocanın çektiği acıyı hayal edebilmek lâzım... Ne evinde suç belirtici birşey bu­ lunabilmiş. ne de suçunun ne olduğuna dâir bir itham karşısında kalmıştır." Sabahleyin Zâhide Hanım Müdüriyetle: "Kocamı görmek istiyorum!" "Hayır,, diyorlar, göremezsin... Hiç kimseyle temas cdcmcz.Yasak!"‫^^؛‬ İşte bu şekilde "suçsuz cezâ ve işkence" gören Âtıf Hoca daha sonra da akıllara durgunluk verecek pek çok muâmeleyle karşılaşacaktı. Çektiği onca .sı­ kıntının temel sebebi ise, "dcvrimleri" yapanlara boyun eğmemekti. Ve devrimi yapanların gözünde bir "engel" olarak görülmekti. Gerisi ise bahanelerden iba­ retli...  üf Hoca, evinden apar topar alınıp emniyet müdürlüğüne götürüldüğün­ de, kendisine bu muâmelenin niçin yapıldığını bilmiyordu, kendisini götüren polisler de olan bitenden habersizdi. Yalnız ' büyük yerden emir gelmişti. Âüf Hoca "der dest" edilecek ve İstiklâl Mahkemesinin huzuruna çıkartılacaku.  tıf Hoca gayet metindi. Ancak hanımı oldukça endişeliydi. Üstelik beyi ile bir dakika bile görüşmesine izin vermemişlerdi. Sonunda insaf sahibi bir memur, gidip hocayı görmüş ve  üf Hocadan duyduklannı Zahide Hanım a ak. iarmışü. Hoca iyi olduğunu söylüyor ve nezarette tutulduğu yerde yatak olma­ dığı için evden yatak göndennelerini istiyordu. Bundan sonra olup bitenleri N ecif Fazü'ın kaleminden izleyelim: "... Kadıncağız koşa koşa eve gidiyor İman renkli ve İslâm kokulu, bem­ beyaz ve misk gibi çarşaflara kalın bir şilte çekip. Müdüriyete getiriyor ve polis âmirine yalvarıyor: 4

N٠câ) Fmztl KıukOrak. ٠ 0 ٠ .٠■43.47.


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

81

"Yanınızda bir dakika, bir dakikacık görmeme izin vermez misiniz bizim efendiyi?. "Hayır,' diyorlar, 'göremezsiniz! " Zahide hanım melül mclül Lâleli'dcki evine dönüyor "Kızıyla ağlaşırken, dertleşirken hiç beklemedik bir anda çalınan kapı... Kapıda, aynı kaşıktan çıkmış un helvaları gibi öbürlerini andıran, sivil polis kı­ lıklı biri: "Ben Birinci Şubedenim! Hoca Efendiye büyük saygı ve sevgim var... Bütün eserlerini okudum ve bazı derslerinde bulundum. Telâş ve ızdırabınızı tahmin ettiğim için sizi teselliye geldim. Hiç merak etmeyiniz! Müdüriyete geti­ rilen evrak ve kitaplar arasında sorumluluğu gerektirir bir şey bulunamadı. Pek yakında serbest bırakılması lâzım..." Fakat Hoca. Müdüriyetteki loş. hücresinde, yere serilmiş danteldi ve işle­ meli yatağına oturmuş, doğup battığım göremediği güneşleri sayıklamakta ve günler geçtiği halefe bir türlü hesaba çekilmcmckte, müdâfaasını yapabileceği bir ilham ile karşılaşmamakta... Sadece eşkiya elinde bir rehine gibi, bekletil­ mekte... "Günün birinde Zahide Hanımın kulaklanna. erimiş kurşun gibi dolan bir haber: "Hocayı Trabzon’a gönderiyorlar!" Zahide Hanım başına örtüsünü çekip Müdüriyete koşuyor ve Birinci Şube Müdürünün karşısına dikiliyor: "Hocayı Trabzon'a gönderiyorlarmış... Öyle mi?" Müdür, kaşlan çalık bagınyor: "Kimden aldın bu haberi?Hemen söylemezsen evine dönemezsin!" Zahide Hanım, daha sen haykırıyor: "Kimden aldımsa aldım! Bana bu haberi filân memur verdi mi diyeyim?Böylc birşey olmuş olsa bile isim verebilir miyim?.. Halbuki yok böyle bir memur! Ben kocam hakkında bilgi isliyorum sizden... Hakkımı istiyorum! Bil­ dirmeye mecbursunuz! Siz Müslüman değil misiniz? Nedir, şu Moskof gâvuruna yapüamayacak şeyleri. Müslüman bir din adamına reva görmeniz Kadm öylesine çıkışıyor ve tepiniyor ki. müdür şaşınyor ve hiçbir mukâbelede bulunamıyor, sadece Öfkesi başına vuran kadını başından savma)٦ düşünüyor


82

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

.'Çekil hanım karşımdan ve evine git! Neticeyi tevekkülle bekle! Biz de emir kullanndan başkası değiliz!" Aynı gün zahide Hanımın kapısında, içi tam bir iman ve merhamet ateşiy­ le kaynayan memur: "Hanım hemen başını ört ve fırla!" Hocayı Galaiadan kalkacak olan vapura götürüyorlar.... Belki yolda yaka­ larsın! "Deli gibi fırlayan Zahide Hanım. Köprü üstünde kocasını yakalıyor. İki polis arasında, ancak katillere mahsus bir emniyet tertibatı içinde Galata nhtımı. na doğru götürülmektedir." Zahide Hanım kocasının üzerine atılıyor: "Efendi, efendi!" Polisler Zahide Hanımı şiddetle iterek kocasıyla konuşmasına engel olu­ yorlar. Arkadan gelen üçüncü bir memur, kadıncağızı yaka-paça sürüklemeye başlıyor. Kadın, kaplan gibi atılıp kocasına mendil içinde bir şey uzatıyor: "Para!" "Ve ancak bunu söyleyebiliyor." "Kadını, manzaraya dehşeUi gözünü diken b irh a ^ yı&nı içinden s ü r ^ e yip uzakiaştıny0rlar."(5) Bu şekilde azılı bir gangasicr muamelesi gören zSt, ecnebilerin bile hayranlıkla bahsettiği büyük bir âlimdi. Ve bu âlimin yegane suçu ise. a y l^ yıllar sonra "devrim" yapılacağını hesaba kalmadan İlmî e ^ r yazmaktı.,. A of Hocayı bu şekilde apar to p ^ alıp gOrtlrcnlcrinelinde en ufak birdcIil yoklu. Yegâne bahaneleri Giresun'da bir meczubun veya "lutulmu‫ ؛‬kişinin" söy‫؛‬ediği sözlerdi. Bu şahıs, k en d isin niçin şapka giymedigi somiduğunda şöyle bir yalan uydurmuştu: "l^ım b^'da yüksek din kimlerinden Aııf Hocayla mektuplaştım. Kcrıdisi bana cevap 0‫ ﺳ ﺊ‬şerîaün şapka giyilmesine müsaade Cimedigini ve bu fiilin din gûzüyl‫ ؛‬k i r oldugu cevabim verdi. Ben de bunun üzerine şapka giymemey e k ıra r verdim!" ٥ , WFK S o n D ıv n n D m k h t k g n k n . . • 4 8 4 .


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G O N E Ş

83

Oysa ne bu şahıs böyle bir mektup yazmış, ne de Âuf Hoca kendisine cevap vennışü. İşte bir yalancımn yahut ajan provakaiörün sözleri üzerine bir bardak suda fırtına kopartılıyor ve Âüf Hoca İstanbul'dan İstiklâl Mahkemesinin huzuruna çıkarılmak üzere Trabzon'a diye yola çıkanlıyor. daha sonra mahkemenin Gire­ sun'da bulunduğu anlaşılınca oraya götürülüyordu. İstiklâl Mahkemesindeki muhakemede herşey ayan beyan ortaya çıkacaü. Âüf Hocanın ifadeleri karşısında yalancı şahit de bocalamış ve foyası meydana çıkmışü. Bunun üzerine mahkeme heyeti. "Ortada itham sebebi olabilecek hiç­ bir şey yok!.." karannı vermişti. Böylelikle bir tertip daha başlangıçta fiyaskoyla neticelenmişti. Âüf Hoca için hazırlanan bu komplonun benzerleri bilâhare srk sık sahnelelenecekti. Menemen’de meczup bir esrarkeşin hareketleri bütün Menemenlile­ re ve yurdun dört bir köşesindeki dindarlara teşmil edilecekti. Kurtla Kuzu Hikâyesi Şimdi hukuken, vicdânen Âüf Hoca'nın derhal serbest bırakılması lâzımdır, değil?... Ancak öyle yapılmamıştır. Aüf Hoca Giresun’dan tekrar İstanbul'a getirilmiş ve evine göndcrilmeyip Emniyet Müdürlüğünde nezaret alunda tutulmuştur. Âtıf Hoca buradan da "gizli güçlerin şevkiyle" Ankara’ya götürülmüş ve Ankara İstiklâl Mahkemesinin huzuruna çıkanlmışür. Bu muâmelcicr insana "kurtla kuzu hikâycsi"ni hatırlatıyor. Hani meşhur hikâyedir. Kurdun biri bir dereden su içmekti olan kuzuya. "Ben seni yiycccgim!"der. Kuzu sebebini sorar. "Sen benim suyumu bulandınyorsun!" der. kurt. Kuzu ise gâycı mâsumâne şu cevabı verir "İyi ama derenin üst başında duran sensin. Ben senin suyunu bulandıramam ki..." Bu cevap üzerine kurt biraz daha küstahlaşır: "Sen geçen sene benim suyumu bulandırmamış miydin?" Kuzu yine saf saf ccvapvcrir: "Ben geçen sene daha dünyada yoklum."


84

C U M H U R İY E T D Û N E M İ D lN V E D E V L E İ. İL İŞ K İL E R İ

Kurt öfkeli öfkeli: .'Öyleyse o senin babandı!" der ve bir pençe darbesiyle kuzucuğu parçala­ yıp, yer." Şimdi aynen o hesap. Â uf Hoca hakkında hiçbir delil bulamayanlar, ileri sürdükleri sudan bahanelerin havada kaldığını görenler tıpkı kurt gibi daha beter öfkelenmekte ve Âtıf Hocayı yemek için ne yapacaklannı bilememektedirler/.^ Atıf Hoca Ankara'ya gittiğinde meselenin ne kadar dallanıp budaklandı­ rılmış olduğu görür. Yurdun dön bir tarafındaki meşhur din âlimleri toplanmış­ tır. Hepsi hakkındaki itham aynıdır: "Şapka ikiisa'ı Kânunu'na muhalefet etmek." Bu âlimlerden bazılan şunlardır: Uşaklı Hoca Süleyman. Uşak imam. Hatip Mektebi Müdürü Anıcpli Salih Efendi. Bozkırlu Ahmet, Sulıaniyeli Dur­ muş hoca, Dağıstanlı Şeyh Şerafüddin ve arkadaşlan. Erzurum, Rize, Giresun. Sivas ve yurdun diğer bölgelerinden topianmış yüzlerce insan, "şipşak idam karan " vermekle meşhur Ankara istiklâl Mahke­ mesinin huzuruna çıkanlmıştır. Bu mahkemenin en meşhur simalan da "Üç Ali'ler "diye bilinen Kel Ali (Ali Çetinkaya), Kılıç Ali ve Necip Ali'dir. Bu isimlerin her birisinin Yakın Tarihimizde ayn bir yeri vardır.Meselâ "Kılıç Ali'1938'e kadar adı "her taşın altından çıkan" birisidir. Bu şahıs istiklâl Mahkemesi üyesi iken verdiği yüzlerce idam karan ile tanınmıştır. Bununla bir­ likte bilhassa Anteplilcr bu şahsı başka işleriyle de hatırlarlar. Anıep Müdafaası sırasında vazife yapmış olan Kılıç Ali, Gaziantepliler tarafından hiç sevilmez. Bunun sebebi de şu şekilde anlaulır: Bu şahıs harbin en kızgın anında "silah alacağız" diye halktan para toplamıştır ve daha sonra topla­ dığı bu paralarla şehirden aynimıştır. Antepliler arasında bu hâdise nesilden ncsile, "Kılıç Ali Antep'icn eşek yükü altınla aynldı" şeklinde anlatılır. Atatürk'ün yakın arkadaşlarından olan Kılıç Ali'nin yıldızı ismet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı zamanında birdenbire sönecektir. İnönü, Ata­ türk'ün diğer adamlanıun yanı sıra Kılıç Ali'ye de bir daha Ankara'ya ayak bas­ mamasını ihtar edecektir. Bilâhare Atatürk’ün resimlerini paralann üzerinden ve devlet dairelerden kaldırarak Atatürk'ün izini yok etmek isteyen ve yerine ken­ disini koyan İnönü bu şekilde Atatürk'ün arkadaşlannı da defterden silmiştir. 6 7

T B n h A n s ik h p m a $ t.

A.g ans4üop٠di. s. 285.

I C.W. s. 283-284. Yani Ne ٠ il Yayrnlan. B.nncı Ba.m.

19 8 8 .lsl.nbul


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

85

istiklâl Mahkemesinde şapka ile ilgili olarak binlerce insan sorguya çekil­ miş ve muhakeme edilmiştir. Bu kadar insan arasında Âlıf Hocanın yeri ise bambaşkadır. O âdatâ bir sembol olmuştur. Zirâ İstiklâl Mahkemesi, dâvâlann çoğunu Âtıf Hoca üzerine kurmuştur. Karşılanna getirilen maznunlara hep Âııf Hoca sorulmakta. Âtıf Hocanın aleyhine olabilecek bir ip ucu aranmaktadır. Hocayı Tanıyor musunuz? Ankara istiklâl Mahkemesi Reisi Ali Çetinkaya. şapka ile ilgili olarak tev­ kif edilenlerden Antepli Salih Hocaya sormaktadır; "İskilipli Atıf Hocayı tanıyor musunuz? Kendisiyle herhangi bir münase­ betiniz oldu mu?" Bu sorunun cevabını ve diyalogun diğer bölümlerini Necip Fazıl’ın kale­ minden takip edelim: Salih Hoca cevap veriyor: "İskilipli Âtıf Hocayı öteden beri tanırım. Kendisine bazı ticari eşya da göndermiştim, İstanbul’a her gidişimde kendisini ziyaret etmek muiadımdı." Mahkeme Reisi, şu gayet mânalı nokta üzerinde duruyor: "Eserlerini okudunuz ve yayılmalanna çalıştınız mı?" Salih Hoca gayet safdil ve samimî, mukabele ediyor: Evet, geçen yılın Şubat ayında, bana .Frenk Mukallitliği' isimli eserinden 60 nüsha göndcmıişıi. Bunlan satamadım. Ramazarida İstanbul’a geldiğim zaman da, kendisini Hakkaklerdeki kitapçı dükkânında gördüm." "Başkan, bu ifade karşısında her suçu 'Frenk Mukallitliği' eserinde görürcesine Salih Hocayı sıkışünyor ve bu kitaptan kendisine hangi urihte gönderil­ miş olduğunu soruyor. Salih Hoca, günü gününe hatırlayamayacağı cevabını ve­ rince de dayatıyor Ayını olsun, hatırlayınız! Kitabın gönderildiği yıl ve ay malûm olunca. Başkan iç niyetini ağzından kaçırıyor "Tamam! İşte o sırada bahriyelilerin scrpuşlannda. şapkaya doğru bir ha­ reket olarak küçük bir ٠ sipcr-i şems' kabul edilmişti..’‫؛*؛‬ 8, Hakjmiyet-i MUbye. 27 Ocak 1926; NFK. Din Maziumlan. s 54.


86

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Yemeyi Kafasına Koymuş istiklâl Mahkemesinin vaziyeti başla da belirttiğimiz gibi "Kurtla kuzu hikâycsi"nc benzemekteydi. Bir defa Âtıf Hocayı yemeyi akıUanna koymuşlar­ dı. Bu bakımdan. Erzurum. Giresun. Rize. Maraş ve diğer bölgelerde şapka ile hep Aüf Hoca soruşturuluyordu. İstiklâl Mahkemesi şapka dâvâsı maznunlan hakkında şu karan vermişti: "Harekâtınızın. Erzurum. Giresun. Rize. Sivas isyanlannda âmil olan Islanbul.daki Atıf Hoca ve hcmpalannın meselesiyle alâkadarlıgına vâkıf olan heyet, dâvânızın onlarla birliktebir kül olarak rüyetine karar verdi." Şapka ile ilgili şehit veren vilâyetlerden birisi de Maraş.ur. Necip Fazıl Maraşlı Hasip Efendi.nin muhakeme safahatını şu şekilde naklediyor: Bu muhakemeler arasında Maraş isyanı da ayn bir yer tutuyor. Maraşlı maznunlardan eski Maraş mebusu Hasip Efendi, Reisin: "Niçin şapka giymedin ve giymiyorsun?" Sualine şu cevabı vermişti: "Maraş malûm, başlan başa Müslüman diyândır. Lâzım olduğu kadar şapka getirilmemiş olduğundan ben de başıma giyecek şapka bulamamışım. Bundan dolayı da buraya gelinceye kadar başım çok açık gezdim. Bunun suç ol­ duğunu bilmiyordum. Hiçbir kanunda da esasen 'Başı açık gezmek yasaktır ve cürümdür' diye bir kayıl ve madde yoktur!" "Maraş şapka isyanı muhakemesinin öbür sanıklan da aynı şeyleri söyle­ mişler. kânunun neşri zamarunda Maraş.la ve hiçbir dükkânda şapka bulunmadı­ ğını ve bu yüzden başaçık gezdiklerini bildirmişler ve bunun suç sayılmayacagıru ileriye sürmüşlerdir."‫^؟؛‬ Bu arada Süle>Tnan oğlu Mehmet isimli birinin. Maraş isyan kafilesinin başına geçip, elinde bayrak: "Şapka giymeyeceğiz!" Diye bağırdığı ıcsbil cdüiyor ve maznunlara soruyor. "Ya buna ne deı‫؟‬iniz?Bu kafilede bulunanlar aynı suça işiirtk etmiş demek değil midif?"

2S.27 . . . . ٧٠ ١٠2

١٠٥٠ ٠٢٥^.‫؛‬. ٨^ . ٦^■^. ٥٠٠١^. ١^٥


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

87

Cevap: Olabilir efendim; takdirinize kalmış bir iş... "Epey uzun süren Maraş isyanı duruşması sonunda 7 idam. 7 kişiye on beşer. 9 kişiye onar. 1 kişiye de 3 yıl hapis karan..." Suçsuzluk Suçu! Maraş Mebusu Hasip Efendi’nin de dediği gibi, şapka giymemek suçde. ğildi. Ancak İstiklâl Mahkemesi başkanı ve üyeleri tıpkı Engizisyon Mahkeme­ sini haurlatan bir tavırla kendi kendilerine suç îcad ediyor ve başı açık gezen va­ tandaşlara "Niçin şapka giymedin?" diye soruyor, şapka giymemeyi de suç telâkki ediyorlardı. Şapka hakkında dâvâlann fırunasına kimler kapılmamıştı ki?.. Nice nice âlimler, gazeteciler ve yazarlar... Yeni Kafkasya Mecmuası sahibi Seyyid Tahir Efendi ile Tevhid-i Efkâr gazetesi yazarlanndan Ömer Rıza Doğrul da derdest edilip İstiklâl Mahkemesine çıkanlanlar arasındadır. Ömer Rıza'mn, "1890 yılın­ da Kahire'de doğdum. Mısırlıyım ve Mısır tâbiiyetindeyim. Dinî ve İçtimaî ma­ kaleler yazanm şeklinde ifadeleri Mahkeme Reisi Alc Çetinkaya.yı müthiş bir şekilde öfkelenmişti. "Kel Ali" diye bilinen Mahkeme Reisi. Ömer Rıza'ya şu şekilde çıkışmıştı: "Bu nasıl giriş? Mısırlı olduğunuzu söyleyerek kendinizi bir imtiyaz mı anyorsunuz? Size, bu tavn üzerinde atmanızı ihtar ederim. Birçok beldedeki şapka kânunu ile ilgili duruşmalardan sonra sıra Atıf Hocanın duruşmasına gelmişti. Âtıf Hoca ilk defa 26 Ocak 1926 tarihinde diva­ nının "Üç Aliler" diye bilinen Kel Ali. Kıbç Ali ve Necip Ali üçlüsü yerlerini al­ mışa. tik önce dinlenen Kitapçı Abdülaziz şu ifadeyi vermişti: "Ben siyasetle meşgul bir insan değilim. Kitap basmak ve satmakla geçi­ nirim. Bastığım ve sattığım kiiaplann güttüğü gayelerle de hiçbir işiirâkım yok­ tur. Âuf Hocayı Bâbıâli.dc ve irfan muhitlerinde herkesin tanıdığı gibi ben de u. nınm. Şimdiye kadar neşrettiği risale ve kiiaplan. arzettigim gibi, sırf meslekî alâkam dolayısıyle sattım. Bahsedilen Prenk Mukallitliği kitabından da sanım. Kimlere sattığımı bilirim ki. benden kitap satın alanlar münevver kişilerdir." 10

TBMM Arşivi. T.3. Dosya 172/1.7. Hakimıye(-^ M lfy e .


88

C U M H U R İY E T D Û N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Alim ve Fazıl Bir Hoca Şahitlerden Tahirü'l-Mevlcvî Efendi ise Âuf Hocayı nasıl tanıdığı şeklin­ deki soruya şu cevabı vermişti: "Alim ve fazıl bir hoca olarak tanırım. Vatanına bağlı birçok münevver yetiştirmiş, kanaatlerinde celâdet sahibi bir insan... Âtıf Hoca geçen Kurban Ba­ yramı bana sokakla tesadüf etmiş ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin 'Kuva-y١ Milliye' aleyhinde bir beyannâme hazırlattığını ve bunu bütün din âlimlerine imzalatmak üzere gezdirmekte olduğunu söylemişti. O zaman doğru Şeyhülislâmlık dairesine giderek Mustafa Sabri Efendiyi görmüştük. Bu hareke­ te şiddetle itiraz etmiş ve demiştikki: 'Nasıl olur, vatan müdafaası yolundaki bir harekete din temsilciliği makamı nasıl böyle bir mukabelede bulunabilir?Hcm. dinî ki.svcnin siyaset kılığına bürünmesi nasıl caiz olabilir? Bu işten vazgeçin ve siyasetten elinizi çekin!' 20 bin nüsha basılıp dağılılıp bu beyannameyi imza­ dan. ben ve Âüf Hoca kaçındık ve ona şiddeüc karşı koyduk. Bunun üzerine bc٦ İ Ziraat Nezaretindeki vazifemden attılar. Şu arzettiğim keyfiyet beni ve Aüf Hocayı izah eder kanaatindeyim." Bu ifadelerden hoşlanmadığı belli olan Reis şu şekilde müdahalede bu­ lunmuştu: "Bu hikâyeleri geçelim! Siz Âuf Hocamn 'Frenk Mukallitliği' eserinden dağıtımız ve satunız mı?" Tahifül-Mcvlcvi'nin cevabı şudur:

'.Evci, eserin imişanndan 5 nüsha ،şartım." Mahkeme heyetinin aradığı cevap da işte budur. Nitekim şöyle derler ..Bu kadar yeter! Olurunuz!" Mahkeme heyeti, "kılı kırk yanyordu" ancak Âuf Hoca hakkında suç sayılabimccck en ufak delil bulamıyordu. Dinlenilen bütün şâhitler Âuf Hoca hak. kır١da takdirkârâne ifadeler kullanıyor. Mahkeme heycünin elinde "yegâne delil, olarak gözüken "Frenk Mukalliüiği" isimli eseri kânun çıkmadan önce alıp saıuklannı. kânun çıkuklan sonra ne Âuf Hocanın kendilerine bu kitabı ver­ diği. nc de kendilerinin saiügını söylüyorlardı. Bu ifadeleri dinleyen mahkeme heyeti hem tedirgin oluyor, hem de öfke­ leniyordu. Öyle ya. >cmcyi'. akıllanna koydukları şahıs hakkında bir türlü ip ucu bulamıyoriardı. ١ı

T3

٥٠٠ r . ١ ^ ١^.


89

Ş A PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

Şahitlerin ifadesinden sonra Mahkeme heyeti elleri böğürlerinde kala kal­ mışlardı. Âiıf Nocanın Ankara İstikJâl Mahkemesinde muhâkeme edilmesi safhası­ na geçmeden önce bu değerli âlimi ve daha yüzlerce âlim ile binlerce mâsum vatandaşı muhakeme eden kişilerin ne biçim tıynette olduklanna bakmak lâzımdır. Çok ibret vericidir ki. bu mahkeme üyeleri, bir hafta önce sövüp saydıklanm. bir hafta sonra öpüp başlanna koyabilmekledirler. Meselâ bir üye. Şapka Kânunu çıkmadan önce, şapka giyen bir şahsa hakaretler yağdırmakta, ancak bir hafta sonra şapka kanunu çıkınca, bu defa şapka giymeyen sanklı âlimlere ol­ madık zulmü yapabilmektedir. Dünyada eşi menendi olmayan bu traji-komik hâdiseyi bizzat yaşamış olanlardan Şevket Süreyya'nın kaleminden lâkip edelim. Kendisi de Ankara İs­ tiklâl Mahkemesinde muhakeme edilmiş olan Şevket Süreyya Aydemir mevzu hakkındaki müşahedelerini şu şekilde naklcdiyor.‫^*؛‬١ Baban da mı Şapka Giyerdi? "İstiklâl Mahkemesi, Hacı Bayram türbesine giden yolun alı sokağında, iki katlı, harap bir binâda yerleşmişti. Bu binûya birkaç kulaç derinliğinde çamur bir avludan girilirdi. Bu avlunun alçak kerpiç duvarlan yıkıktı. Sokak ka­ pısının köhne tahta kanatlan ardına kadar açıktı. Birinci katlan ikinci kata birkaç ayaklı dik. gicirtgli basamaklarla çıkılıyordu. Kâtipler, memurlar, komiserler alı katta iki küçük odaya üst üsle yerleştirilmişlerdi. Usl katta odanın biri, mahke­ me salonu vazifesi görüyordu. Fakat sanıklar bira/, kalabalık olunca, oda dar ge­ leceği için, her iki katın dar sahanlıklanna sanıklar, yahut gelen gidenleri oturt­ mak için tahta sıralar konulmuştu. "Biz mahkeme binâsına girince evvelâ alt kal sahanlığında veya odalann aralığında bir yerlerde oturtulduk. Yukarda bir takım hareketler oluyordu, inen­ ler. çıkanlar, getirenler, götürülenler vardı. Fakat bir aralık yukarda kopan bir gürüıü. büıün harrkcücri durdurdu. İri yan. pehlivan yapılı bir mahkeme ü>c١٠. merdivenin başında bağırıyor, tepiniyordu. Başında kocaman bir kalpağı varıi‫؛‬ Hasır şapkalı bir gencin yakasına yapışmış tartaklayıp duruyordu:

٠٠،٠ ٥٠

٠٠ .12

Ş v tS r yyaAyd fi،r

٠3... ،..٠١٥،٠-١®٠٣


90

C U M H U R İY K T D Ö I M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

'٠ Ncd ‫؛‬r bu kepazelik? Bu ‫ ؟‬Baban da mı şapka giyerdi? ? a p k a Anandan mı şapka‫? ال‬d.gdun

ne oluy٠٢

Sonra sözler, muameleler daba da sertleşti. Arkasjndan ku٧٧et!i bir.' iyen gen ‫ ؟‬merdivenlerden aşağı tekerlendi, ‫؟‬ . antası bir tarafa, gitti .Fakat h e y etli üye hâlâ hıncını alamıyordu. Basamaklann başında l^yuna birta kim küfürler, ağır tâbirler savurtiyordu. Şapkasını, çantasını güçbelâ toparlayan gen ‫ ؟‬kendini sokağa attı. Artık bu tâbirleri işitemeyecek kadar uzaklaşmıştı. Bu gen ‫ ؟‬,bir gazeteci idi (Hikmet Şevki). Şapka giymenin henüz kanunlaşmadığı fakat bazı anlganlann şapka giyebildiği günlerdi. Bu gen‫ ؟‬gazeteci de başına asır bir şapka geçim iş ve mahkeme binasına h a ^ r derlemek İ‫؟‬ in şapkayla gel ".mişti Şevket Süreyya mahkeme üyesinin ismini vennemişti. Ama mutlaka "ü ‫؟‬ Aliler'' denilen üyelerden birisiydi. Tarife bakılacak olunurea Kılı‫ ؟‬Ali olması kuvvetle muhtemeldi. .'Şapka Kânununa muhalefet ettigi İ‫ ؟‬in" yüzlerce mâsum insana İdâm cezâsı verecek olan bu insanlar, kânun ‫ ؟‬ıkmadan az önce kendileri de şapkaya "muhalif, idiler. Ancak, kânun ‫ ؟‬ıkııktan sonra muhalefetleri bir anda bitecek ve bu defa '.kraldan ‫ ؟‬ok kralcı.' kesilerek şapka giymeyenlerin ''bir .numaralı düşmanı', hâline geleceklerdi -Şevket - Süreyya mahkeme üyesinin bu .'ikinci yüzü', nü şu şekilde nakle diyor .(*5) "...Aradan bir zaman geçti. Gene mahkemeye caSnIdık -

agnldıgımız gün ayni yol nizami tertiplendi, istiklâl Mah kemesitUn iki kathkerpi‫ ؟‬-binasına girdiğimiz zaman, evvelâ gene ayni sahanlık ta. ayni tahta sıralara oturduk. Yukanda gene ayni harck.edcr. getirilene ‫؛‬, . - . gölü ,rtle ıie r vartlı. Bir araJık üst sahanlıgın başında ayni iri yapılı üye göründü Fakat şimdi başında bir hasır şapka vardı. M a te m e snonundan ‫ ؟‬ıkanlan ‫ ؛‬ir h ^ ü m lü grubunun merdivenlerden indirilmesine nezaret ediyor, bir sı‫ ؛‬a ‫ ؛‬mirler veriyorduk Hükümlüler arasıda sanh bir m ü d e^ s göze çarpıyordu. M ü d e^s ‫؛‬n ü temizdi. Su) ‫؟‬ u 0 sıralarda -yaymlanan Şapka Kanununa m uhnefet cunişti fakat bu SUÇ birtakım ithamlar

.L r k . r ı ş ı r ^ l c m c d c n J r l û ^ m i ş u . A r t j k ^ n s a a ü a n n i y a ş ı y o n J u H o ı n (Fatih müdcnislcrindcn A uf Hoca) yüzü sakindi. Metanetini.. ediyordu. Yaimz dudaklan kimıldıyor ve galiba bir dua okuyordu ,

١3

370-37‫؟‬


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

‫ﺍﻭ‬

Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat. bu hükümle de kanmamış gibi­ ydi. Bağmyor, çağınyordu. Acaba hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağı yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler kendisine de­ ğilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızlann arasında mer­ divenlerden indi. Önümüzden geçerken dudaklan gene kımıldıyordu....' (a.g.e..s.374) Âuf Nocaya idam cezası vermekle de yüreği soğumayan bu kindar mah­ keme üyesi. Hocaya idam cezası vermeden az önce şapka giyen gazeteciye. "Ba­ banda mı şapka giyerdi? Anandan mı şapkalı doğdun?.' diye çıkışan kişiydi. İşle bu iki yüzlülük o devrede çok sık olarak sergilenecekti. Şevket Süreyya bizzat şahit olduğu bir başka iki yüzlülüğü şu şekilde an­ latıyor: "....Bizim muhakememiz sırasında da önce her şey iyi gidiyordu. Başkan (Ali Çetinkaya) sâkindi. her zaman hiddcüi aza sağında oturuyordu. Savcı, dara­ cık mahkeme odasının bir köşesine şöylccc ilişmişii. Başkan suallerini soruyor­ du. Fakat cevaplann arasında ben. bir milâdi târih kullanınca birden iş değişti. Başkanın yüzü kanşu. Kaşlan çatıldı. Başı kıpkırmızı oldu. Hiddetinden titri­ yordu. "1923 ne demek?' diye bağırdı. '1923 de ne oluyormuş? Babalanmız da bu târihi mi kullanırdı? Bizim târihimize ne olmuş ki? Bunlan nereden çıkanyorsun? "Sonra daha birçok şeyler söyledi. Başkanın gazaba geldiğini görürce, sa­ ğındaki aza hemen vaziyetini değiştirdi. Kürsüye abandı. Hattâ dirsekleri üzeri­ ne kalkar gibi oldu. Kendine hemen oracıkta bir iş düşüp düşmediğini sorar gibi başkanın yüzüne bakıyordu. Fakat o sağanak böyle geçti. Bir zaman sonra da Türkiye'de zaten milâdî târih kabul edildi. Ve eski tânhi kullanmak yasak oldu. Fakat asıl gürültü celsenin sonunda alevlendi;‫؛^'؛‬ İnkılâp Bitti! "Başkanın suallerine cevap veriyordum. Bu cevaplanm arasıca bir de 'İnkılâp kelimesi geçti. Bu sefer b^kan h^ikaten kızdı. Kan yüzüne öylesine hücum etli iri. ağzından kelimeler zorlukla ve insicâmsiz çıkıyordu: 14

i m

arşivi. T-3. D٠٠y٠ ]72/2\ bhoto F ııJ Kıııküf٠k. Son DmtunDmMukjmğm. ٠ ‫ﺀؤﺀ‬٠


92

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T !L !S K İL E R İ

İnkılâp mı? Bu nc mugâlâla? İnkılâp bini! Bu mcmickci inkılâbını bi٤i٢dil Anık yapacak inkılâp yok! Ne demek inkılâp? Hepsi hayal, hepsi saçma...’ "Başkanın kızdığını gören aza yerinde duramıyordu. Yapılacak işlerin hemen oracıkla niçin yapılmadığına bu lâfların neye uzatıldığına şaşıyor gibi bir hali vardı." (a.g.c.s.375) K ânun Yoluyla İnkılâp Şevket Süreyya inkılâplann bittiğini söyleyen İstiklâl Mahkemesi Başka­ nı Ali Çctinkaya’nın bu değerlendirmesi için şunlan söylüyor: "Halbuki o târihlerde Türkiye hiç şüphe yok ki bir inkılâp yaşıyordu. Bu inkılap bitmemişü. Fakat görünüyordu ki bazı insanlar bu inkılâpın önünde değil, ardında koşuyorlardı. Çankaya’da yerleşen insan, bu inkılâplann listesini, bu insanlara nc çare ki evvelden bildirmemişti. Öyle görünüyordu ki. Çanka­ ya'da yeni bir inkılâp hamlesinin saati çalınca, bu hamle Mecliste hemen bir kânun haline geliyordu. O zaman her şey kolaylaşıyordu. O zaman, başına kânundan önce şapka giydi diye genç bir gazeteciyi merdivenlerden yuvarlayan adam . aradan kısa bir süre geçince, ünlü bir müderrisi (Atıf Hocayı) şapka giy­ medi diye darağacına verebiliyordu. "Almanya’da inkılâp olmaz çünkü kânunen memnûdur!' diyen Heine’nin sözünü, biraz değiştirerek bizim için de söylemek kâbildir Türkiye’de her inkılâp olur. Fakat ancak kânun yoluyla..." İnkılâp TU ccarlan

‫ا‬

İşte  üf Hocayı muhakeme etmiş olanlar bu şekilde inkılâbın ticaretini yapan kişilerdi, ilk başta ka^ı Çikuklan i^ ılâ b a . d^ıa sonra, ‫؛‬nkılâp kânunlaşınca dört elle sanlıyor. Daha dogmsu dylc görünerek "gemilerini yüriltüyorlarriı; Bu şekilde yapar^t hem mevki ve makamlannı muhafaza ediyor. Hem de yeni dünyalıklar kazanıyorl^dı. A uf Hoca ve A n ^ o lu ’nun dön bir yanından toplanan binlerce insan İşte bu "İnkılâp ıîlçarlan‘' i insafına terkedilmişlerdi. Bu "İnkılâp ıücc^I‫ ؛‬nndan^ Kılıç ^ i gibi o y a r m uh^em eyi bile lüzumsuz gOrilyor ve "kurtjanlık koy^n 0 : ٠‫ ﺋ ﺬ‬n ،m n c getirilen m aznunl'^n İşini hemen oracıkta bitirmek istiyordu.


Ş A PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

93

Hattâ idam cczâsı vermekle de hıncım alamıyor, darağacına götürtilcn mazlum­ lara habire hakâreüer yağdırıyordu. Yakın tarihimizde ap ayn bir yer tutan İstiklâl Mahkemelerinin iç yapısını tanımak için ŞevketSüreyya.nın verdiği bu misaller bile kâfiydi. Şayet bu yet­ mezse. Âüf Hocanın muhâkemesine bakmak bile bu mahkemelerin ne dummda olduğunu anlamaya kafi. Şapka Kanununa muhalefet ellikleri gerekçesiyle muhakeme eden İstiklâl Mahkemesi sık sık kendi koyduktan usulleri ve çıkanlan kânunlan kendileri çiğniyor ve hiçbir suç delili bulamadıklan kişilere. .'Niçin şapka giymedin?” diye soruyordu. Sanki şapka giymek kânunen mecburiymiş gibi... Kânuna göre şapkayı parlamenter ve devlet hizmetinde bulunanlar giye­ cekti. Bütün vatandaşlann şapka giyeceğine dair kayıt yoktu. İşle bu şekilde muhakemelerle yüzlerce kişi hakkında idam cezası ve yüz­ lerce vatandaş hakkında da ağır hapis cczâsı veren İstiklâl mahkemesi, bütün bunlara kanmamış gibiydi. Şapka ile ilgili dâvâlara bakma rekoru kıran Ankara İstiklâl Mahkemesi gözünü bir büyük "ava” dikmişti. Bütün hınçlannı ve öncele­ rini Atıf Hocadan çıkarmak istiyorlardı. Ancak gclgörclim ki. Âuf Hocayı "suçlu” gösterebilecek en ufak delilleri yoktu. Ne bir belge, ne bir kitap, ne dc şahitlerin ifadesi... Tek delil kânunun neşrinden hayli önce piyasaya çıkmış "Frenk Mukallitliği” eseriydi. Sıra Atıf Hoca'da Şahitler dinlendikten sonra sıra Âııf Hocaya gelmişti. Âııf Hoca ifadesi­ nin baş kısmında Mahkeme Reisinin sorduğu sorulara cevap vcriıkcn siyascüe meşgul olmadığını belinmişii. Daha sonra Reisle Âııf Hoca arasında geçen diyaloğu Necip Fazıl şu şekilde naklediyor: "Reis, karardık gözleriyle Âuf Hocanın saffet dolu yüzüne tükürdü; "Boyuna siyasetle uğraşmadığınızı söylüyorsunuz, ama sizin orxlan başka işiniz olmadığını iddiâ edenler var..." Âuf Hoca mınidandı: "Olabilir! Bir şeyin söymenmesi başka, yapılıp yapılmadığı başka... Bcmm hayatım meydanda... İşimin gücümün siyaset olduğunu söyleyenler, ne­ rede. ne zaman, nasü ve ne şekilde siyaset yapağımı göstersinler!..


94

c u m h u r iy e t

DÖNEMİ DlN ^

DEVLEl. iLlŞKİLERl

.'Bu hususla cn büyük delil 'Frenk Mukallitliği' isimli eserinizdir. Bu eseri ne zaman ve hangi gâyeyc hizmet etmek İçin yazdjmz?.. T a k lit ç ili ğ i n H e r T ü r lü s ü K ö t ü

'.Senelerce evvel ve mUcerccı bir gâye ugrunda yazdjm... ‫ ؟‬ahsiycı sahibi olma gâyesi... Yoksa şu veya bu hükümet teşebbüsüne karşi dunna fikriyle dcgil...TakIiiçiligin her türlüsü kötüdür. İşte karçımzda Ja۴ nya misali!... Garbtn bütün terakkilerini elde ellikten sonra şahsiyete ve mili‫ ؛‬an'ancye sadık kalmanjn Omegi... Japonlar. AsyalI bir topluluk adma, Avrupa'nın bütün ilmini, fennini, usûlünü, sistemini devşirdikten ve ^nim sedikten sonra kendi öz rchU" na sımsıkı bağlı kalmanın daima ibret dereini verecektir. Benim de 0 eserde gül. lüğüm gâye. 'Hikmet. mU'minin kaytolmuş maildir, nerde bulsa alı^ mealindeki hadis gcregincc, Avmpa'yı. iyi ve faydalı tarafianndan ve bünyemizde eriterek hazmederek ^nim sem ek... Fakat njh cevherimizi asla fesada uğratmadan bütün bunlan kendi şahsiyet ve vahidimiz üzerine ekleyerek yapmak ve âdi mukallit seviyesine düşmemek... iste bu gâylcyi ^iden. mUcenet fikirlerden ibaret olan v e asla müşahhas ve siyasi bir meseleyi hedef tutamayan eserimi, daha evvel kaleme aldığım halde, ancak 1340 (1924) yılında basurabildim.'' D e v le t v e R e s m i M a k a m l a r i z i n V e r iy o r

..Eseri basum adan evvel kimseye göstcnliniz mi?" '.Bu su ^e bilhassa ’evet!' demek islerim. Hem de şuna buna baglı dcgil. resmî makamlara gösterdim. Eserden 8 nüsha kopya ellim ve bunlardan İkişer nüsham ı İstanbul Maarif Müdürlüğüyle Matbuat Umum Müdürlüğüne gönderdim. Okudular, tedkik etdlcr ve sonunda beni tebrike kadar vanlılar. 'Hoca efen٥;; ‫ ة‬٠‫ آ‬na‫آت‬k ve mühim bir mevzua el atmışsın, emeklerin kullu olsun, ^ n i lak‫ ; ; ة‬٧; tebrik ederiz! dediler. ٧s٥l İcabı olarak da csennrcsm ‫ ؛‬neşir müsaadesini v e rd ile r." R e is ş a ş k ın : ..D e m e k b ö y le o ld u ? '. " A y n e n W y lc o ld u ! A lâ k a li m a k a m la n la n s o m la b ilir . R c s m f m h s a i ı ^ c rc s l s o ıu İ a M lir . R e s m f

‫د‬

٤

Ic z k c re s i d o sy a m d a m e v c u im r. T a k d im c u n iş iim .


95

ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

Önce Alkış, Sonra Muhakeme İhtilâl ve devrim giçirmiş her ülkede olanlar, o târihlerde ülkemizde de ol­ maktaydı. Önce alkışlanan kişiler, kısa bir müddet sonra öldürülebiliyordu. Önce takdirlerini bildirenler, bir müddet sonra "devrime ayak uydurmak için" şiddetle tekdir edebiliyorlardı. Âlıf Hoca hâdisesinde de öyle olmamış mıydı? Resmî vazifeliler 1924 yı­ lında Âlıf Hocayı takdir ediyor, ancak 1926'da o takdir ettikleri eserden dolayı yaka paça mahkemeye çıkartılıp hesap soruyorlardı. Mahkemede olup bitenleri tâkip etmeye devam edelim: Reis: "Şapka Kânunundan sonra bu kitaptan sattınız mı?" "Asla!.. Kararname ve kânun çıkükıan sonra kitaptan tek nüsha bile satı­ lamamıştır. Ama ondan evvel alıp okumuş olan birçok insan bulunabilir." "Bu kitabın Şapka İnkılabına karşı bir cereyan doğurduğu, inkılâba aykın duygu ve düşünceler aşıladığı ve kötü tesirler bıraküğı iddiasına nc dersiniz?" Atıf Hoca doğruldu: "Yanlışür derim! Şapka inkılâbı bu eseri hoş görmeyebilir. Sevimsiz, hattâ tehlikeli bulabilir; fakat kendisine karşı yazılmış bir eser olmadığı için onu suçlandıramaz!" Atıf Hoca bir ân daldıktan sonra dudaklannı kıpırdattı: "Bu eser intişar etliği zaman bir gazele aleyhinde bazı yazılar yazmış, bana hakârel etmişti. Ben de bu gazeteyi mahkemeye vermiştim. Aleyhimdeki yazılann hedefi, eserimin zararh ve zehirleyici olduğuydu. Mahkeme heyeti ki­ tabın zararlı olmadığını, hakâretin ise vâki olduğunu kabul ederek gazeteyi nakdî cezaya çarpurdı. Bu karar da dosyamdadır. Lüzum görülürse mahkeme­ den sorulabilir." Reis: "Son Telgraf gazetesi, değil mi?" Âüf Hoca: "Evci efendim !"‫؛‬١٥^ 15. H٠tenW>٠ MA٠ ،y٠.27 0c٠k1٠26.NFK.tQ•..

«٥


96

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

M üslüm an Olmak, Suç mu? Âtıf Hoca bu ifadeleriyle, "avı" yakalamak için türlü türlü tuzak kuran ve her türlü yola başvuran avcılann hevesini kursağında bırakmış gibiydi. Mutlaka mahkum etmeyi kafalanna koyduklan Atıf Hocayı nasıl mahkum edeceklerdi? İşte herşey meydandaydı... Hangi hukuk, hangi kanun şu mâsum insana ceza ve­ rebildi? Mahkeme heyeti bu müdâfaa karşısında insafa gelip, hak ve hakikata tes­ lim olacağı yerde, daha beler öfkeli ve tedirgin vaziyette, başka şâhiıler bulup dinliyordu. Tabiî hedef hep aynıydı: Âlıf Hoca’nın "Frenk Mukallitliği" isimli eseri Şapka Kanunu çıktıktan sonra satılmış mıydı? Âlıf Hoca bu eserinin pro­ pagandasını yapmış mıydı? Şapka aleyhinde konuşmuş muydu? Âtıf Hoca : Kel Ali. Kılıç Ali ve Necip Ali üçlüsünün bu "işgüzarlığım" görünce dayanamayıp şöyle d e d i: "Reis Beyefendi! Müsaade buyurursanız Mahkemenin işini kolaylışuran bir itiraf halinde cürmümü lesbil edeyim" Üç Ali'ler şaşırmıştı. Âtıf Hoca nihayet kendi kendisini ele verecekti, ancak  üf Hocanın konuşması çok daha başka türlüydü. Bu değerli âlim şöyle diyordu: "Ben. hamdolsun Müslümim! Birici gâyem de İslâm'ın hakikatlerini yaymakur. Bu. eğer bir suçsa, sabittir. Eserim bu gûyeyi güder. Bu da sabittir. Fakat Şapka Kanunundan evvel yazılmış ve ondan sonra asla ortada görünmemişLir. Bu da sabit... Şapka isyamnı körükleyenlerle en küçük alâka ve münasebcün olmadığı da sabit.. Eğer bütün bu sabitler arasında beni mahkum edebile­ cek bir nokta varsa Mahkememiz hüküm vermekte serbesttir. Fakat ille suç aramaya kalkışmak, tecelli eden bedahaücrc göre boşuna zahmettir.  üf Hocanın, tamamen hakkın ve hakikatin ifadesi olan bu sözleri, "hayalî suç. îcad etmeye uğraşan mahkeme heyetinin suratında bir kırbaç gibi şaklıyordu‫ ؟‬Asıl mahkûm  üf Hoca değil. Mahkeme heyeü gibiydi. Zirâ. sade­ ce vc^sadccc Hakka güvenen, hakikau konuşan bu mcıi ve fazileüı ılım adamı, mahkemeye heyetmm alacağı karardan zerre miktar korkmadığını ve ehemmiy­ et de vcfmcdığirü oruya koymuştu. 26 Ocak 1926'daki dunjtnşadan sonra, muhakame. savcının esas hakkın-


97

ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

B u arada, şapka yüzünden te v k if e d iic n lc r hapishanede ç ile doldururken. İstik lâ l M a h ke m e si heyeti de m u h te lif yerlerde ze vk ve sefa içe risin d e yaşam ak­ tadır. M a h k e m e n in en h id d e tli ve " A s ıla c a k başka adam y o k m u ?" havasındaki üyesi K ılı ç A l i de İstanbul’da k e y if sürm ektedir. G azetecilere v e rd iğ i beyanatta ise  t ı f H o ca dâvâsı iç in şöyle d e m e k te d ir: " A t ıf H o ca ve arkadaşlarının m uhakem eleri b itm iş g ib id ir. Pe k yakında id d iâ ve m üdâfaalar dinlenecek ve karar b ild irile c e k tir. E d ile n m uhakem eler so. nunda v a rd ığ ım ız kanaat şudur k i. son irtica h areketleriyle İstanbul’un h iç b ir alâkası olm am ışu r. Esasen m uhakem enin İstanbul’da bulunduğu zam an yapılan tahkikat da bu neticeyi ve rm iş ve ondan sonraki m uhakem eler aynı şeyi teyit ctm işü r." Ş im d i şu ifadelere b a kıla ca k olunursa  t ı f H o ca'n ın derhal serbest b ıra k ıl­ m ası gerekirdi. M a h ke m e n in en ö fk e li üyesi,  ü f H o ca 'n ın bulunduğu İstan­ b u l’da suç sa y ıla ca k b jr hareketin o lm a d ığ ın ı b elirtiyord u . B ir m ahkem e üyesi böyle konuşuyordu. A m a  t ı f H oca hâlâ m e v k u f bu­ lu nuyor. bu değerli â lim in başı üzerinde türlü türlü hesaplar ya p ılıy o rd u . S a v c ın ın T a le p le ri 2

Şubat 1926 günü "d e v rim le r târihi" iç in ç o k m üh im b ir gündür. O gün

"şapka d e v rim in e m uhalefet e tlik le ri" id d ia e d ile n m eşhur â lim le r iç in h a z ırla ­ nan iddiânâm e açıklan acaktır. İlk önce. S a v cı N e c ip A l i söz alır.

İddiânam esini o k u r ve kim iç in ne

kadar cezâ talep e lliğ in i açıklar: "Ş a p ka ve bu yü zden m eydana gelen h â d ise lerin â m ille ri o lm a k la m aznun bulunan eşhastan B abaeski sab ık m üftüsü A li Rı/.a H o ca 'n ın idam ına. İs k ilip li  ü f.

Süleym an. F c ıia h . T a h ir. M e s u t.

Saatçi

Sü leym an. E rzu ru m lu la rd a n

O sm an, M ch rn cd . T e lg ra f M ü d ü rü H a lid . Y u s u f K enan H o ca ve e fe n d ile rin de üçer seneden az o lm a m a k üzere hapis ve küreğe k o n u lm a la n n a H xsan o ğ lu S a m ih . A ra ş şirketi m üdürü C a fe r İsail. Sabuncuzade M u sta fa ve Z ü h iü ile Tasfir - i E lk â r m u h arrirle rin d e n Ö m e r R ıza 'ru n hudut h a ricin e tardına. G o i ٠ ıUNd/h H ü se y in , berber M u stafa. Isp a n a lı H ü se y in ve kardeşi ile k ita p çı M u h ra n ile İhsan M a h fı e fe n d ile rin dc bcraaüan na karar v e rilm e sin i talep ederim . ”

16.

Cumhuny^t.

28 K٠rHir٠٠v٧٠١ 1926


98

C U M H U R iY E l. D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T I l IŞK JLER İ

A t ıf H o c a 'n ın K e ra m e ti B u id d ia n a m e y i d in le y e n le r ş a ş ın p k a lm ış la rd ı. A d ı geçen k iş ile r h a k k ın ­ da h iç b ir su ç d e lili b u lu n a m a m ış tı. A n c a k buna rağm en idam ce zâ sı ile a ğ ır h a p is c e z â la n s ic im g ib i y a ğ m ış tı. A t ıf H o ca

iç in iste n e n c e zâ ١ '3 sene h a p is" id i. B u . s a v c ın ın ta le b iyd i.

 ü f H o c a 'n ın a rk a d a şta n ; " S a v c ı bu k a d a r tale p e ttikte n sonra m ahkem e m u tla ­ k a beraat v e r ir " d iy o rla rd ı.  l ı f H o c a ise b ü y ü k b ir te v e k k ü lle . " A lla h b ilir " d iy ­ ordu. M a h k e m e h e y e ti, d u ru ş m a y ı 3 Şu b at'a te h ir e ü n iş ti. O gün m a zn u n la n n s o n s ö z le r i d in le n e c e k ti. 2

Ş u b a t g e ce si m a z n u n la r k a p a lıld ık la n h ü cre le rd e m ü d a fa a la n n ı y a z­

m a k ta d ır. A t ı f H o c a 'd a m ü d a fa a s ın ı y a z a rk e n b ir a ra lık u y u y a k a lır. B undan so n ra o lu p b ite n le ri N e c ip F a z ıl'ın k a le m in d e n ta k ip e d e lim : " . . .  t ıf H o c a 'n ın u y k u s u u z u n sü rü yo r. T a h ir H o c a m ü d â fa a sın ı yazm akta d e v a m e d e rk e n  l ı f H o c a b ird e n b ire g ö z le rin i a çıy o r. Y ü z ü n d e h â rik u lâ d c derin v e in c e b ir tebessüm .. T a h ir ’ü l- M e v le v r n in g ö z le r i h ayre tle a la b ild iğ in e a çık .. S a n k i 24 saat iç in e s ığ a c a k b ü y ü k k e ra m e ü ş im d id e n s e zm iştir: " N e o. H o c a m , ç a b u c a k u y a n ıv e rd in ? "  t ı f H o c a g a ye t sa kin : " U y k u d a m u ra d h a s ıl o ld u !" " Y a n i? " " Y â n i, b e k le d iğ im rü y a y ı g ö rd ü m !"

Tahir'ül Mevlevi haşyet ve dehşetle ürperiyor. ٠

N c g ö rd ü n ? "

 u f H o c a y a ta ğ ın d a d o ğ ru lm u ş ve m ü d â fa a s ın ı k a ra la d ığ ı k â ğ ıtla n e lin d e b ü z m ü ş tü r •K ünaun

F a h r in i

g ö rd ü m .

B a n a T a n ım a

m ü d â fa a k a ra la m a k la u ٤ ra‫ ؟‬ıy o r ‫ ؟‬u n T " d e d i." T ih ir 'ü J M c v lc v f k e n d in d e n g e ç m iş g ib id ir ٠

N c d iy o rsu n ? ..

g e lm e k dunıricen ne d iy e


ŞA PK A U Ğ R U N A BATAN G Ü N E Ş

99

.'B eni idam edecekler! A lla h 'ın se v g ilisin e kavu şacağım !" "R ü y a n ın sad ık olduğuna h iç şüphem yok... A lla h R esûlü nü n göründüğü rüyaya fesad kanşam az. Şu v a r k i. m üddei u m u m înin 3 y ıl hapis istediği b ir dâvâda idam karan çık m a sın a a k ıl erdirm ek im kânsız... K a fa m işle m iy o r!' "G ö re ce k sin k i. beni asacaklar! B aşka b ir şeye a k lım erm ez! Ferm an en b ü yü k kapıdan g eliyo r! S ö yle ye ce k söz b u la m ıyoru m !" "D o ğ ru ! Zaten söze ne lü zu m var! İşte m üdâfaam ı y ıru y o ru m !" "Y a p m a y ın ! S iz onu m ahkem ede oku yu n da ne o lu rsa olsun!" " A t ıf H oca, nu rlu yüzünde aynı tebessüm m üdâfaasını y ırtıy o r ve sonra b ir kâ ğ ıd ın için e to p la yıp kese iç in e a lıy o r v e cebine ko y u yo r." 3

Şubat 1926 günü m aznunlar ve m ahkem e heyeti tekrar kar‫؟‬ı ka rşıya

g elir. M a z n u n la r m üdâfaalanm yaparlar. S ıra  u f H o c a y a g elince.  u f H oca şö yle d e r "H âcet yo k etendim ; m üdâfaayı m u cip b ir suçum o lm a d ığ ı esasen tebeyyün etm iştir. V ic d a n ın ız ın vereceği hükm ü in tiza r e d iy o ru m !" D aha sonra m ahkem enin b ittiğ i b ild ir ilir ve m ahkem e heyeti kararlan ics. bit iç in duruşm aya ara verir. B ir m üddet sonra M a h ke m e R e is i A l i Ç e tin kaya e lin d e k i karan za b it kâ tibin e vererek okutur. K a ra rla r iç e risin d e şu sa tırla r m ah­ kem e salonunda bom ba g ib i patlar: "B a b a e ski M ü ftü sü A l i R ız a ile M ü d e ıris le rin d e n İ s k ilip li A t ı f ı n id a m ı­ na... K eram et açığa ç ık m ış tır.  t ı f H oca, "kânun nam ın a kânunsuzca hareket edenlerin " pençesinde ız ııra p çekm ektense. K â in a tın E fe n d is in in huzuruna ç ık a ­ caktır.  ü f H o ca h a k s ız lığ ı hak b ile n le re h a k kı söyle m e n in h a k s ız lık olduğu nun şuuru içe risin d e ya n ın d a k i arkadaşlarına şö y le d e r " Z â lim ve k a tille rle elbette m ahşer gününde hesaplaşacağız!" Şehadet M a k a m ı  ü f H o ca 3 Şu bat'ı 4 Şubat'a bağlayan geceyi id a m lık la n n k a p a ü ld ığ ı b ir hücrede sabaha ka d a r ibâdet ederek g e çirir. S a b a h le yin in fa z h c) ٠c ıi H o ca'ru n hücresine g e lir.  ü f H o ca b ü y ü k b ir sükunetle: ١

7

NMb Fm H Kı،٠kür٠K.ag ٠ .t 6.-71. HâkMnty0hi

3 Ş ٠ ıb.، 1.2.

Auf


100

CUMHURİYET DÖNEMİ DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİ '.S abah n a m a zım k ılm a m a iz in v e r ir m is in iz ? " der. V e hü cresin de nam a­

z ın ı k ıla r. R a b b in e e l a ç ıp ıc v b c is tiğ fa r eder? A t ı f H o c a B a b a e s k i M ü ftü s ü A l i R ız a E fe n d i ile yan yana A n k a ra h a p is­ h a n e sin d e k u ru la n se h p a ya ç ık a n h r . H e r ik is i de "so n s ö z le ri" a y n ıd ır. A b d e s tli a ğ ız la g e tir d ik le r i K c lim e - i Şehadet... V e o m ü b û rck k e lim e y i terennüm ederek R a b .lc rin in h u zu ru n a ç ık a rla r... G a z e te le r şa p ka iç in iş le n e n bu c in â y e ti ü ç beş s a tırlık b ir haberle g e ç iş ti­ rirle r. H a b e r ş ö y le d ir... "İrtic a k ita p la rı m ü e llif i o lu p İs tik lâ l M a h k e m e s i'n e e id a m a m ah kû m o lan İ s k ilip li  ü f H o c a ile B a b a e s k i M ü ftü s ü A l i R ız a H o c a h a k la n n d a k i id a m karan bu sabah in fa z e d ilm iş tir ." ^١ ٥ ^ 4

Ş u b a t 1926 ta rih i, b ir h a k s ız lığ ın v e b ir z u lm ü n gerçekten u n u tu lm a ya ­

c a k ta rih id ir. Ç ü n k ü bu ta rih M ü s lü m a n la r a çısın d a n a ra ştırm a c ı-y a za r H üsnü A k ta ş 'ın da d e d iğ i g ib i b i r ’.şch a d ct la rih i'.d ir.  ı ı f H o c a .n ın ş e h a d e li İ s tik lâ l M a h k e m e 's in in b in le rce ma.sum k u rb a n ın ­ d a n sadece b ir is id ir . Ş a p k a iç in id a m e d ile n d iğ e r k u rb a n la n n d a vasın dan fa rk ­ s ız d ır . B i r fa rk la : " N e d e n şa p k a g iy m e d in ? " d iy e so ru lu rk e n , b a z ıla n n a da h iç ­ b ir şey s o ru lm a d a n İ s k ilip li A t ı f H o c a E fe n d i de g ö rü ld ü ğ ü g ib i, "gereği d ü ş ü n ü ld ü "., d e n ile re k id a m a g ö n d e rilm iş tir. İş in cn g a rib v e en tu h a f o la n y a n ı da. şapka in k ıla b ın d a n b ir hafta önce şa p k a g iy e n le re k ız ıp , o n la r ı a z a rla y a n v c şap ka g iy d i d iy e e cza v e rm e k iste y e n ­ le rle şa p k a d e v rim in d e n so n ra bu s e fe r şap ka g iy m c y c n le ri a za rla y ıp , o n la rı ö lü m e g ö tü re n k iş ile r in a y n ı k iş ile r o lu şu d u r. B u g ü n a n ık o İs tik lâ l M a h k e m e s in in ü y e le ri h a y a tla y o k la r. H e p s i topra­ ğ ın a lu n d a a n ık ... İ s k ilip li  l ı f H o c a g ib i. B a b a e s k ili M ü ftü A l i R ız a E fe n d i g ib i. H e p s i de " te m y iz s iz m a h k e m e le r" o la n R u z -u M a h ş e rd e A lla h ın y a rg ıla ­ m a s ın ı b e k liy o rla r .

,

1

V M s Şub ٠t 1926. C ijfrthuny^t, S Şubat 1.26 JtofrrrjTTf ( M i y e 4 Şubat 1926


A R A E K -n

..CIHAÜ-1 F E R . ^ . ve DINI REF.RMASYONLA Y .K EDİLEN DİN HİZMETLERİ BU h a r ik a n l a r . M U S L I^ N L A R , MESABİHANLAR. ŞİFAHANLAR. ‫د‬ H e PSİ T A R teE K A R IŞ ^ O R Î

‫ذ‬

‫ﻗﻂ‬



.'C m A D .I F E R . ^ . . v e

d in i

R E F .R M A S Y O N L A

Y O K E D İL E N D İN r a Z ^ T L E R İ B U H A R İH A N L A R . ^ J S L ٤ ^ A M

٠ AR٠ ^ S A B ^ A N L A R .

Ç İ F A H A N L A R . Ç E M A İ E H A N L A R ... H E P S İ T A R ^

K A R IÇ rc O R ‫؛‬

T ü rk iy e C u m h u riye ti D iya n e t İşleri R e is liğ i'n in 3595/9515 s a y ılı tam im i ile 1 O c a k 1926 tarihinden itibaren bütün b ir yurtta '.cihad-ı fer ٠ iye'. d iy e b ili­ nen. ik in c i derece d in hizm etleri k a d ro la n n ı k a ld ırm ış o lm a yla , a n ık 1926 y ılın ­ dan itib are n b ir m edeniyeti tanım lam ada ç o k ö n e m li ye r tutan m e sle k î k a v ra m ­ la r da ta rih in d e rin lik le rin e göm ülm üş oluyordu. D iy a n e t İşleri R e isi R ıfa t B ö re k ç i.n in 2 0 T e şrin isa n i 1926 ta rih li ta m im iy ­ le a rtık T ü rkiye 'd e , telaffuzu b ile insanlara yü ce değerleri hatırlatan v c b ir k ü ltü r m e d e n iye tin i sim geleyen. "B uharihân. M ü s lim h â n . C üzhân. D e virh ân . V a izh â n , Y u rtbeh ân, Şifahân. ŞemSIhân, Ş c y h ü l-k u n â . D ersiâm , E cza ( K u r’ân.m 30 cüzü ile ilg ili g ö re vli). M u va kkıth â n . M a h y a c ı. E rraş (ca m ii işi h a lı-k ilim g ib i döşe­ m e lik le rin d ü ze n le y ic isi, d ü z e ltic is i) g ib i k a v ra m la r v c v a z ife le r yo k e d ilm iş v c d in h izm e tle ri s ın ıfın a giren kadrolardan te n zil e d ilm iştir. ‫ ؛‬٠ ^ D in hizm etle rin d e " ik in c i s ın ıf m e m u rlu k la r"

d iye b ilin e n bu h izm e t­

le r. to plum un ye tiştirilm e sin d e ç o k ö n e m li yere sah ip olduğundan "cih ad" kab u l e d ilm iş v c "cthad-ı fer'iye^^ ta n ım ıy la m e d e n iye tim izd e ö zel b ir önem e sahip ١. TC. Diyanet .‫؟‬ten Reısl^inin 20 Kasım 1926 lanh ve 353١5‫ ﺟﻮو‬sayılı tamimi ite lanz* ١٠ ٥٠ daha ٠nl٥٠a maaş ba.la^maması istenen .Cihad-ı Fef.ıye.. .ikina derece dm hizmetten. ‫ وﻧﻢ‬¥ 4.5 maddeler ş٥yte ıdr .Madde 4' G٠^ n n i^ d e te r^ isimten Zikif otenan hi^tterdem ayrı .ten ١٠ ıKina h٠zm٠t. lerdan bulunan c0zh،n, devırhan. va٠zhân. terra‫ ؟‬gibi vazitelenn i n h i n d . kafıyyen t a ^ muamt. tesı yapılmayıp hemen bilgi verilmesi ٠ .M a ^ e 's Ca'mlterde ifâsı tart 1‫ ه‬٠٦ vazifelerden; buharihân. mUsİMTihân. şifahin mesabıhhın. ٠٠

rTteill^n. ،eyhUl kurra. destem . ha٠p.

:™ h a y r a

: : ı ite

٠ devir mu١٠k‫؛‬gf. n١٠hy٠٥ ٠٥٠١٠٥‫ ؛‬: ٠ ‫ ﺑ ﺐ‬١٠

Ocak 1926 tenhmden i l i ، ; kak،n،mı١ ofdü٥ür١dın. bu vazıtetenn k a d o d r l â m 2 Jaeııchke. Yen TOriuyıfdm i$ââmhK ٠ 52 3 Jaetschka, a g e . • 49

.


104

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

o lm u ş la rd ı. A y n ı za m a n d a bu d in h iz m e tle ri " e v k â f h u ku ku " ile son derece il i ş ­ k i l i id i. V û k ıf ın (v a k fe d e n k iş i) v a k fiy e şa rtla rın a u y u la ra k da ye rin e g e tirile n bu d in h iz m e tle rin d e O s m a n lı V a k ıf ç ıh ğ ın ın b ü y ü k k a lk ıla n o lm u ş tu r ve bu d in h iz m e tle r in in m e y d a n a ç ık m a s ı da bu sebeple o lm u ş iu r.‫؛‬.‫^؛‬ Ş im d i d in h iz m e tle ri k a d ro la n n d a n s a y ıld ığ ı halde, d e v le t ve diyan etçe 1 O c a k 1926 y ılın d a n itib a re n y ü rü rlü k te n k a ld ın la n bu v a z ife le rin n e le r o ld u ğ u ­ na ş ö y le b ir g ö z a ta lım . Ö n c e K u riâ n 'la v e K u r ٠ ûn o k u m a k la ilg ili hizm etle rd en b a ş lıy a lın .. " S iz in en h a y ır lın ız K u riâ n 'ı ö ğ re n e n v e ö ğretendir." b u yu ru la ra k, "en İslâm F i l im " ‫'؛‬.^ a d ı v e r ilm iş o la n K u r'â n 'ın , d o ğ ru ve sanatlı b ir şe kild e ; m a h rcc-i h u n ıfa ria y e tle o lu n m a s ı ( ilm v e k ıra a t v e .l tc cv id ). m e d re se le rin ka p a tılm a sı ve h e r tü r d in e ğ ilim in in y a s a k la n m a s ıy la (3 M a n 1924). bütün b ir T ü r k iy e ’de pek m ü ıc v a z i b ir ö lç ü d e s ü rd ü rü lm e k te y d i. M ü s lü m a n la r arasında K u r.â n o ku m a ve o k u tm a n ın ç o k a n la m lı b ir y e ri o ld u ğ u iç in sadece b ire y se l o la ra k K u r.ân o k u n ­ m a k la k a lın m ıy o r v e K u riâ n o k u n u ş u ile i l g ili ye n i h iz m e tle r ve d o la y ıs ıy la ib a ­ d e tle r v ü c u d a g e tir iliy o r d u . K u r ’ân o k u n u ş u ile ilg ili m eydana g e tirile n d in h iz ­ m e tle ri de ka n u n d a " c ih a d -ı f e r iy e " o la ra k a n ılm a k ta y d ı. " Ş c v h ’ü l K u r r a " K u r.â n o k u y u c u la n n başkanı o la ra k k a b u l e d ile n "K u rrû R e is i" , a y n ı za m a n d a c a rrıile rd e y ü rü tü le n K u r ’ân o k u m a k la ilg ili d in h iz m e tle ri­ n in de b a ş k a n ı v e y ü rü tü c ü s ü s a y ılıy o r d u . K u r'â n o k u m a k la ilg ili o la ra k 'dcv irh â n " . "su re h â n ", "a ş ırh â n ". " h a fiz â n " v e y a "k a fiâ n " d e n ile n g ö re v lile r vard ı. G o iih a r d Ja e se h k e . 1926 y ılın d a n itib a re n sona e rd irile n bu v a z ife le rle i l ­ g ili o la ra k ş u n la n ya za r: ‫؛‬٥ ^

CUZ.HAN K u r " â n 'ın . H a z re ü M u h a m m e d (s.a.s.)e gele n tek tek v a h iy le r o la ra k kabul

e d ile n

s u re le re

a y n lış ın d a n

başka,

-m u h tem e l

o la ra k

H accac

Ibn

Y u s u f la n b e ri fö lü m ü 7 1 3 -7 1 4 ) - b ö lü m le re de (cü z. ç o ğ u lu cezâ) a y n h ş ı v a r­ d ır. B u n la r e şit u z u n lu k ta d ır v e s e s s iz h a r fle rin h erh angi b ir d e ğ iş ik liğ e uğram a­ m a s ın ı s a ğ la m a k v e b u n u k o n tro l e tm e k iç in K u r ’ân önce y e d id e b irle re , sonra

4 J٠٠،schke. a g.e s 49. 4’. J٠e٠٠chka. a g . . ٠ 49

6

6

J٠٠٠٠ch،،.. . 9 . . ٠ 49 Go«٠ rdJ٠e٠schk٠. ag ...•.49 62.


YOK EDİLEN DİN HİZMETLERİ

105

ezberlem ek ve okum ak iç in onda b ir ve oiuzda birlere (en ço k rastlanan şckil-b u nedenle, cü z deyince akla bunlar g elir), daha yeni zam anlarda altm ışta birlere (h izb ) ve ik i yü z k ırk ta birlere de a y n lış u r. Ş e ra fe ttin Y a ltk a y a .y a göre, c a m i­ lere m em ur edilen ve cum a ve bayram nam azlanndan önce ve ya sonra her b iri 30 bölüm den b irin i okuyan K u r ٠ Sn o k u y u c u la ra '.cüzhûn'. denir. N ecati Lu gal'a göre (b ir ö zel m ektubundan) b u n lar vakfeden in b e lirttiğ i zamanda, cam ide ilk c ü zle başlar ve .'günün birinde" K u r"â n -ı sonuna kadar o k u rla r (hatim). B u cüzhanlar b irb irle rin e bağlı değ ild irler; rastgele b ir cü zü o k u rla r ve b irin in b ıra k tığ ı yerden öteki başlam az. Şum nu'da düzenlenm iş b ir vakfiye d e üç cüzhan tayin ed ilm e kle d ir. B u n la r v a k fı ku ran ın ve a ile sin in ruhtan iç in , her sabah n am azın ­ dan sonra birer cü z oku m ak ve b ö yle cc her on günde b ir toptan hatim in d irm e k ­ le g ö re v li id ile r. B aşka b ir cüzhan da her gün öğle nam azından sonra b ir cü z o ku ya ca k ve her 30 günde b ir hatim indirecekti.

DEVİR-HAN N e ca ti Lu gal'a göre d e v ir (dönüş) k e lim e si burada Kur.ân) okunuşunun ta­ m am lanm ası (halim ) anlam ına gelir: "H a fız la r, vakfeden tarafından b c lin ilm iş o la n saatte cam ide toplanırlar. S a y ıla n n a göre 30 cüzü aralan nda paylaşırlar. B ö y le c e (hatim , yani d e v ir okunur). B u h a fızlard an b irin e devirhan denir." N e ­ cati L u g a l bu a çıkla m a sın ı b ir v a k fiy e d e k i şu sö zle rle b e lg e le n d irm e k te d ir: "O n devirhan adı geçen cam ide her cum a nam azından önce m a h fild e (galeri) topla­ n a ca kla r ve her b iri K u r'â n 'ın onda b ir lik b ir cüzünü (üşri şeriO a ğ ır a ğ ır ve teganni eder g ib i o k u y a ca k tır (ic rtil). b ö yle cc her cum a günü bütün b ir cü z lam am ıy lc okunm uş o lacaktır." S.Ş. A n sa y 'a göre, cem aaün karşısında. K u r’ân'ın herhangi u zu n lu kta k i b ir parçasını tam olarak okuyanlara devirhan denir. E ğer b u n la r birden fazlaysalar, b irin c is in in b ıra k tığ ı yerden ik in c i devam eder. A m a hatm in b ir defada in d irilm e s in e lü zu m yoktur. C h arles W h ite , güneşin doğm a­ sından batm asına kadar, b ir ö te k in in b ıra k tığ ı yerden alarak ecza okuyan ve b ö ­ y le c c bu zam an için d e b ir h a lim in diren lerle. K u râ n 'ın hatm in i 2-3 günde ta­ m am layan d e v ir o k u y u c u la rın ı a yırt etm ekledir.

SURE.HAN Sab ri Ş a k ir A n sa y 'a göre b ir surchân. çoğu zam an nam azdan önce cem aate herhangi b ir su reyi yü kse k sesle okur. A y r ıc a y a s in -h a n la r da v a rd ır, b ir cu m a ca m iin d e sabah nam zından sonra Y a s in S û re s in i o ku ya n k iş iy e dc bu ad


106

CUMHURİYET D Ö I M İ UlN VE DEVLET İLİŞKİLERİ

v e r ilir . Y a ts ı n ıa z ın d a n s o n r a da im a m ve y a m ü e z z in ”T e b a re ke S ü rcsi.n i .k u r d u .

A Ş IR .H A N J.T h . ze n g e r, lü g a tin d e

١ 'U ş r ٠ .

(h a lk a ğ zın d a öşr. öşür): " K u r ٠ Ûn٠ m on

â y c ilik b ir kısm ı*, d e m e k le d ir, bu n a k a r ş ılık E .W . L a n e 'n in . "B u g ü n k ü M ıs ır lı, la rd a âdet v e g e le n e k le r"! ç e v iris in d e de (2. b a sk ı, c ilt III. s. 1 6 4 ),: '*İki. üç. ya da b ir ç o k la n ( f ık f le r in ) . h e r b ir i b ir aş'r. y a da K u r ٠ Ûn'dan 2 .3 âyet oku r, am a k i­ ta b ın a s lın d a k i (L a n e II. 2 7 1 ) şu a ç ık la m a ç e v rilm e m iş tir: "B u d e y im (ashr) ö z e llik le . K u r ٠ â n 'ın o n â y e tin i k a p sa y a n b ir b ö lü m ü ifa d e eder, fakat bu sayıdan b ira z a z ı y a da ç o ğ u iç in de k u lla n ılm ış tır . B u a z lık y a da ç o k lu k , âyetin te n ib i k o n u s u n d a k i d ü şü n ce a y n lık la n n d a n . ya da. b a şın ve sonun m e tin d e ki anlam k e s in tile rin e r a s tla iılm a s ı d ü şü n c e sin d e n doğm uştur. R . D o z y . .'S u p p lc m c n i aux D ie tio n n a ire s a re b cs’٠ 'ta R c v u c de rO rie n t, de T A lg c n e et de C o lo n ie s " . X I V . s. 106 ٠ d an a la ra k a şr iç in ş ö y le d e m e k te d ir: " M ü s lü m a n la r bütün K u r ٠ ânı 6 0 h izb e b ö le rle r, b ir h iz m in 10 â ye ti b ir aşr. y a n i o n lu k m e yd a n a g e tirir". T ü rk ç e S ö z . lü k.te de b ö y le d e n m e k te d ir: a ş ır= D in s c l b ir tören sıra s ın d a ve ya cem aatle n a m a z k ılın d ık t a n so n ra K u r ٠ ân’dan o k u n a n b ir k a ç âyet. H a lim B a k i K u n te r * T ü rk V a k ıf la n v e V a k fiy e le r i.' a d lı m a k a le sin d e şunla n y a z m a k ta d ır. '" Ö ğ le n a m a z la n n d a n so n ra da a ş ır o k u n u rd u v e o ku ya n a aşırh a n d e n ird i" S .Ş . A n s a y şu b ilg iy i v e n n e k te d ir (ö ze l m ektubundan): "A ş ır-h a n . K u r 'â n 'ın h e rh a n g i b ir y e rin d e n ta k rib e n 10 âyet k a d a r k ıs a b ir k ıs ım o ku ya n a d e n ir. V a k ı f K a y ıt la r M ü d ü rlü ğ ü n d e g ö rd ü ğ ü m ik i e sk i K u r ٠ ân ya zm a sın d a bazı y e rle rd e 10 âyetten d a h a fa z la s ı, b a z ıla n n d a da daha a zı işare t e d ile re k a y n lm ış ü ." A n la ş ıla n a ş r d e y im i, i l k y a z m a la rd a g ö s te rilm e m iş o lan , â y e tle rin s a y ılm a ­ s ıy la i l g i l i o la c a k ü r. Â y e t le r in s a y ılm a s ın d a k i ç e ş itli s is te m le r iç in , B a v y e ra ...Jmler . . . Akademisi ، ._ _ j__ :.i ،/’.. ٠٠/‫؛‬٠٠ t/^^»٠:r..,yxr ٠.. ٢،٠ın ١yaymJanndan /‫؛‬٠v ١n i‫؛‬ınnH‫؛‬ın Anninn n ita le r ٠ in esc. I١ Komisyonunun Aanton ،‫؟‬Spiiale^in esc-

rine bakiniz. (٨. spitaler. "Die ٧crszahJung des koran nach IsJamischer ükcrliefcnıng" 1935)

KÂFİÂN veya HAFIZAN I

Özellikle büyük camilerde bulunan ve ehliycüi hafızlar olduğu için ken­ dilerine "kâfıân" Unvanı verilmiş olan hafızlar veya hafızlar grubu, genellikle


YOK EDİLEN DİN HİZMETLERİ

107

K u r'â n 'ın "haim ’’ edilm esinde v a z ife li idiler. C a m iye g e lm iş o lan b irin in islem e, s iy le hemen her nam azdan sonra gerekirse b ir hatim in d iriv e rir d ile r. H afızü n grubu N e ca ii L ü g a l H o ca'n ın b e lirttiğ i gibi, aynı zam anda m cdrcse m ezunu da id ile r. G . Bergstrasser'e göre h a fizâ n g e n e llik le âmâ insanlardan oluşurdu. A m a h a fız la r geleneği bugün hâlâ b ir çok İslâm ülkesinde sürdü rü lm ektedir (Suudi A rb istan . T ü rk iy e . M ıs ır . Pakistan. H in d istan ’da bugün b ile , ço k s ık âmâ h a fız la ­ ra rastlanılır). H a fizâ n iç in aranan şart. K u r ’ân-ı çok iy i ezberlem iş o lm a k la b irlik te , ilm . i ıc c v id 'i ço k iy i b ilm e y i gerektiriyordu. 1926 y ılın a kadar gayet g ü ze l olan sesleriyle cam i cem aatını coşturan ve peygam ber iç in y a z ılm ış o lan övgü ş iirle rin i (na't) oku yan "na't-hân"larda c a m i­ de b u lu n u r ve her hafta C u m a günleri cam ilerde na’t'iar o ku rla rd ı. N ecati L u g a l (özel m ektup), "nathan" (na.ı-han)lann cam ide, herhangi b ir şa irin Peygam ber iç in y a zd ığ ı uzun b ir övgü ş iirin i (kaside) o k u y a n la r olduğunu söylem ektedir. B unu n iç in b e lirli b ir v a k it yoktur. A m a eğer v a k fı kuran (vûkıO . kasidenin okunm a zam anın ı da şan olarak b clin m iş s c. naiıh an o saatte cam ide yü kse k sesle ve b e lirli b ir m akam la kaside okur. C h . W h ıtc (naaichuan) iç in .’Peygam ber'in doğum u üzerinde b ir ö vg ü okuyan ca m i m u g a n n isi" der. H .W . D u da'ya göre na.t-hân, ö z e llik le S ü leym an Ç e le b i'n in . "T ü rk le rin d in î hayatında her zam an ö zel b ir ro l o yn a m ış olan " m evlûdunu okuyan m clid -h a n ’lara ve rile n addır. K u r'â n okum a, z ik ir ve M uham m ed'e ö vg ü le r oku m a birarada giderdi. G ün ü m ü zd e çe şitli fırsatlarda düzenlenen m evlût törenleri ç o k sevilm ektedir. B u n la r en ziyad e b ir ö lü n ü n ruhuna ith a f olunm ak üzere, ölüm ü nden 4 0 gün ve 1. 2 ilâ . y ıl sonra d ü zenlenm ektedir, ama. m eselâ sünnet g ib i aile şe n likle rin d e de okutulm aktadır. G e n e llik le öğle nam azından sonra okunan m cvlû d ü çoğu zam an b ir de "hatim duası" denen dua eklen ir. ٢ ^ K u r'â n o k u m a k la ilg ili bu g ö re v le rin dışında hadis o k u m a k v e oku unakla ilg ili g ö re vle r de vard ı. " B ü y ü k cam ile rd e ifa sı şart o lan ‫؟؛‬١ "B u h a rih â n ". "M ü s lim h â n ". "M e sa b ih h â n ". "Ş ifâ h â n ". Şem aU-i Ş e rife y i okutan g ib i g ö rcv ü le rle ha­ d is le rle ve sünnetle ilg ili d in h izm e tle ri yürütülm üş oluyordu.

7

Anlon Spit l f. 0#e Verszshlunç d e s Konn n^eh Ist^tscher Uberltef^fvng . 1.35 G٠rm٠ny ٠

٠

٠

8^ Diyanet İşleri Reislifli, 20 Teşrinisani. 1926 lanh ve 3539^5IS ‫؛‬ayılı tamimi


108

C U M H U U r DÖNEMİ DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİ B U H A R IH A N M ü s lü m a n la r arası şö h re t b u lm u ş o la n h a d is k iıa p la n n m en sah ih lerin d e n

o ld u ğ u k a b u l e d ile n İm am B u h a ri.n in ‫'’ )؟؛‬c l.C a m i'u s S a h ih " a d lı hadis k ita b ın ı o k u y a n la ra v e o k u ta n la ra v e rile n ü n va n d ır.

‫و‬

imam Buhari ve el‘Cam r ٧ *s-Sahih’i Hadis tarihinde :smı ve tasnıtı i!e şöhret kazanan Ebu Abdiilah Muhammed ibn İsmail Ibn ibra, hım Ibnıl Muğıre el.Suhan el.Cuti. ١94 senesinde Buhara.da dünyaya gelmiş, heüz ٠n yaşla, rında iken harese merak sararak ü lk e s in i bulunan m uha^ isler^ n hadis dinlemeye ve dinle, dıklennı hıtzetmeye başlamıştır. Daha enbir yaşında iken beldesinin h a d is e le rin in ed. Dahili.nın, halka. Sufyan 'an Ebi'z.Zuhey^an İbrahim diyerek hadis naklettiği bir sırada, ebu'z. Z u iy r 'ın İbrahim’den hadis işitmediğini söylemiş ve .nun halasını tesbıt etmiştir Zira ibra, hım'den hadis nvayet eden kimse. Ebu’z Zubeyr d^ ıl, Zubeyr Ibn 'Adıy ıdı. Ed.Dahıli. enbir yaşındaki bir çocuğun ikaz, uzerıne. haklisin, diyerek kitabini tashih etmek zorunda kalmıştır. EI.Buhan onaltı yaşında iken 'Abdullah Ibnu'l-Mubarek ve Veki IbnuAl-Cerrah'ın kıtaplannı ez ٠ İrie m ış , sonra annesi ve kardeşi ile birlikte hacc İçin yola çıkmıştır ٠ n sekiz yaşına geldiği zaman, s a h a i ve tabi'unun kza ve kavillennı toplayıp tasnil etmiş, yine ayni sıralarda. Hazretı Peygambenn kabn başında ve ay Işığının aydınlattığı g e m le r i ‫ ًا‬a^hı٠nı yazmıştır.

EI.Buhan, hadis toplamak ıçm birçok ulke dolaşmıştır Sunye. Mısır. Cezire, Basra. Kule. H ıc^. uğradığı ve Ilarında uzun zaman kaldığı ılım merkezlenndendir ^ c e kendi ülkesinden, sonra d3gezdiği yerlerde pk çok kimseden hadis almıştır Bunlar arasında. Mekkı Ibn İbrahim el.Belhı. A b d ^ Ibn O s m ^ el.Men٠« ٥ . Ubeydullah Ibn Musa el-Absi, ebu Aşım es.^vbani. Muhammed Ibn Abdıllah el Anşan. Muhammed Ibn Vusul el.Fıryato. Ebu Nu’aym el.PazI Ibn Dukeyn. Ebu Gassan en-Neldi. SuIeyman Ibn H a* ve daha birçok hadis‫ ؟‬vardır ki. el-Buhan bunlann hadsterını e l.C ^ ı’u.ş.Sahıh’ı n i naklelmişur. Kendisinin nvayet oluniğuna gOre. b٠nın ustunde şeyhten hadis yazmıştır ve yazıpta ısndını bılrrodığı tek bir hadis yoktur .a ğ a n u stu bır.hatızaya sahip olan el.Buhari. hadis toplamaya basadığı k٧۶ kyaşınd3n ٠i‫؛‬ıb٠3. ren Işıttığı butun hadıSlen ısnadlarıyla birlikte hılzediyordu Ha‫ ؛‬ıd Ibn lsma.1 anlatır Ebu Abdıl. ،.h M uim m ed Ibn Ismaıl bizimle birlikte Basra şeyhlennı dolaşırdı. 0 Siralardahenuz çocuk in e c e k bir yaşta bulunuyordu ancak 0 . hacfcs ışı«gımız şeyhlerden ışıttıg. hadisten yazmazdı ٧٠ i z ona yazmamasının sebebini so r^ durardık Aradan on ‫ اااﻟﺦ‬gun geçmiş, ki, bızo Artık mk oldunuz siz yazdıklarınız, getirip gOstenn bakalım, i d i Gna yazdıklarımızı okudukO i z e Onbeş bin taZlasıyte h ^ s ı ^ hallzasından tekrarlayıverdi o zaman anladık ki 0 hiç tem-

^ ^ : ‫ ﺋ ﻴ ﻞ ^ ؟ ﺛﻸا;اﻻ‬:‫ل‬:،‫ ي ^ ;ا؟‬k٠r :

٠‫ ؛؛‬:

m٥‫ ؛‬: r ٠n ‫ ﻟﺴﻬﻌﻪ‬b 6‫ﺛﺎﻫﻬﻬﺄ‬١‫^ ﺋ ﺔ‬

ilil ٠ ‫ ﺳﺂا‬٠ ‫ﺳ ﺎ‬

،‫ ه‬٠‫ ا‬٠‫م‬


Y O K E D İL E N D İN H lZ M E T L E R j

109

El Buhari, gerek akrar١lartntn ve gerekse şeyhtennın hudutsuz ser١alarına mazhar olmuştur, ahmed lbr١Hanbel. Horasan'ın, onun gibi binsını yetiştirmediğim sdyiomiş; Ali Ibnu'i-Medını de "ei-6uhari. kendisi gibi birisim görmemiştir” demiştir. Ahmet Ibn hamdun ise. İmam Müslim'in el-Buhan'ye gelip alnından öptüğünü, sonra da ona şöyle dediğim ileri sürmüştür ”Bırak da ayaklarını öpeyim, ey üstadlann üstadı, muhaddislerin efendisi, hadis ılletiennın tatıbıb” Bun­ dan sonra Müslim bi hadis hakkında sual sormuş, cevabını aldıktan sonra da ona şöyle de­ miştir; ”Sana, yalnız hased edenler düşman olur; şehadet edenm kı. dünyada senin bir eşındaha yoktur.” El-Buhari, fıkıh sahasında ve sünen ve asardan hüküm ıstanbatında muctehıd imamlanndandı. Bu konuda, .ne olursa olsun, ihtiyaç hasıl olupta Kitap ve Sünnette aslı bulunmayacak b١r şey bilmiyorum” derdi. Esasen el Camı'u-s-Sahıh’inin terceme (bâb başdığı) lennde bunu kola­ yca, tesbıt etmek mümkürtdûr. El-Buhan, zuhd ve takva sahibi, dünya malına kıymet vermeyen, emir ve sultanlann heves ve arzularına cvap vermeyecek kadanlim haysiyetine düşkün bırkımse ıdı Herhalde bu ustun ya­ ratılışının bir neticesi olacaktır ki. hayatının ileri devirfennde. bazı üzüntü vena hadislerle kar­ şılaşmış ve bir hayli sarsılmıştır. Rivayet olunduğuna göre. el-Buhan, Nısabur'a döndükten sonra, onun ş=ohretim bilen halk, etrafını sarmış ve derslenm, yahut ılım meclislennı devamlı olarak takıp etmeye başlamıştır Halkın ona tovccühü, Nısabur'un ilen gelen ımamlanr١dan Muhammed Ibn Yahya ez-Zuhlı'nın unutulmasına ve dolayısıyle hased damarlanmn kabarmasına yol açmıştır İşte bundan sonradır ki. el Buhan.nın. Kur.ân lafzının mahluk olduğu görüşüne sahip bulunduğu iddiası ortaya atılır ve Muhammed Ibn Yahya, halkı el-Buhan4nm medislenne deam etmekten meneder 6u hadiseden sonra Nısabur'da daha fazla kalamayacağım anla­ yan el-Buhan, doğum yen olan Buhara'ya gelir Buhara'da ise. oranın valisi Emir Halıd Ibn Ahmed ez-Zuhlı. bazı adamlanyle ona haber gondenr ve Camii. Tanh ve diğer kitaplarını alıp saraya gelmesini, onları kendısmdenı şıtmek istemediğini bıldmr. El-Buhan ise vahye şu ceva­ bı gondenr: "Ben. ilmi halkın kapısına götürüp zelil etmem Eğer senin bu ilimden b٠r şeye ıhp. yac.n varsa mescidimde yahut menedersın. çünkü sultan sensın Ancak bu. kıyamet günü allah katında benim için bir mazeret olur. Oysa ki ben, Hazreti Peygambenn *her kim bir ilim­ den sorulur, o da onu gizlerse, kıyamet günü ateşlen bir gem vurulur” hadisi gereğince ilmi gızleyemem. İşte bu had.se, el-Buhari ile valinin arasının açılmasına sebep olur ve vaJı. bazı adamlarının da yardımı ile. el-Buhan hakkında Nısabur'da ilen sürülen halK٧41-Kur'ânla ılg'٠١it­ hamları yeniden ortaya alarak onun şehirden çıkanimasını emreder El-Buhan. Semerkand٠،n bir kasabası olan Hartenk.e gelir ve orada oturan bazı akrabalarının yanına iner Fakat burjda ancak bir ay kadar kalır 256 senesinde Ramazan bayramı gecesi hastalanarak veiat eder El-Buhan, tedvin ve tasnifin altın çağı diyebileceğimiz bir devn .drak elmiş olması doiay‫<؛‬٠٠yie hadis !İlmindeki geniş bilgisinin, metin ve ısnadlardakı illetlere, ncahn cerh ve tâdil yöo٧f١cten değişik hallonne derin vukufunun ve nihayet sahih hadisi sakım olanından ayırmak hususunda gösterdiği son derece titiz davranışının sayesinde mükemmel bı hadis esen tasnif etmeyi ba­ şarmış ve bu eser. ıslâm dünyasında. Kur.ân.ı Kenm.den sonra dmın ana kayna, olmak vasf.m kazanmıştır. Kendisinden nakledilen haberlerden anlaşıldığına gör. el-Camrş-Sahih'ı. toplamış olduğu 600 ٠.

_

_______ . . ، . - ! . ، t .

.......

,.، .....İ .J k ،

...U .K

k

٠٠e ٠٠ İ A r ٠<İA fS

٠ ٠ ٠١a

m A i / a iı

n

٠ h fT T ٠J

^ r

V m .

^ .^ ٠ ٠naKien. ınaas sayısı ‫ا‬muaıid^. I.IÜMU 5٠ ! ‫و‬٠ ٠ ‫ ﺑﺎا‬w ٠ ‫ﺀاا‬٠ ٩ ٠ ‫م‬٠. . . . . I

‫ ة‬٧ sayı, 900،0‘| b u lm a d ır Bu rakkam, toplamış ofdüğu 600 bm، veya‫ ﻟﺔ‬٠‫! ت‬ se nıstette çokCÜZİ b٠r mıkto. delatet eder Bu. b a l ‫ ؛‬٧ ٠ dır ki. et-shan. bazılar١nın iddtası hılahna, bütün sahih hadisten k ıtİK te ‫ ﻟﺢ‬٠٧?a r ٠‫بﺀ‬ ٢ ‫ ا؛ س‬٠ Nıiekım bu hu‫ ؛‬u‫ ؛‬٥ ifade edtlmı V. .bu kıtabima yainız lahih otan hadıılenn Idss ١٠ ‫ﺳ ﺎ‬ ‫ ﺀ ﺀ‬١٠ir،de be miktar sahihi kJtabındışında bırıKiım. d٠m ‫د‬ El-Buhan. . ٠١٠١ hadisten loptayaraK oniar, hkıh babtarma ^ I f i İ ğ

٠٠ ١ ٠ : :

١٠٥

Ç f

MI


110

CU M H U RİY ETT D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Buharihân. haftada iki-üç gün periyodik bir şekilde İmam Buhari'nin kendi adıyla da anılan hadis kitabını cemaate okur ve kitaptaki hadisleri cemaa­ te yorumlayarak onlara hadis/sünnei kültürü vermeye çalışırdı. Buharihân. adeta bir Buharî doktoru olup. Sahih-i Buhari'deki hadislerin birçoğunu ezbere bilir ve onlan şerh ederdi. Buharihân. kendisini dinleyen ce-

sayılır. Nitekim daha sonraları telif edilen usul kitaplarında evvelu men ellefe fu*ş-Şahihi1mucerred huve'l.Buhan (möcerred sahih konusunda ilk kitap telif eden kimse el-Buhan.dir) başlığı altında bu konuya ayrı bir yer verilmesi buna delalet eder. Filvaki, biraz önce de işaret ettiğimiz gibi. et*Buhan, tedvin ve tasnifin altın çağım idrak etmiş birmûellifür ve onun devrine gelinceye kadar birçok hadis kitabının tedvin ve tasnif edildiği bilinmektedir. Bu musannafatı, musannıfiarının isimleriyle birlikte ilk devirden itibaren zikrettik Fakat şunu unutmamak gerekir ki. el-Buhan devnne kadar vücuda getirilen eserler, sahih hadıslen olduğu kadar, hasen ve zayıf hadisleri, yahut mevkuf ve maktu haberteen de ihtiva ettikleri için, bunlara mücerred sahih konusunda telif edilmiş kitaplar olarak bakmak mümkün olmuyordu. Her arzu eden kimse hadislerin esrarına vakıf olmadıkça, bu eserlerden gerektiği şekilde istifade edemiyor, daha doğrusu, sahih olan hadisten dığerlennden ayırdedebılecek bir imkan bulamıyordu. Yahutta şeriate müteallik her hangi bir konuda ihtiyacı olan sahih hadisleri bırarada goremıyordu Bu eserler, gelişi güzel sralanmış hadıslenn ezberlenmesini kolaylaştırmktan. veya rivayet es­ nasında müracaat edebilmekten başka bir işe yaramıyordu Halbuki Islâm4ın çizdiği yoldan in­ hiraf etmiş çeşidi fırkaların saçtığı fesad tohumlarının süratle filiz vermeye başladığı, bıd.atın atabildiğine yayıldığı bir devirde, sahih hadislerden kolayca istifade edilmesınt sağlayacak, on­ ların muarızlara karşı birer delil ve hüccet olarak kullanılmasına imkan verecek mevzularına □ore tertip ve tanzim edilmiş sahih kitaplara ihtiyaç vardı İşte bu ihtiyaç, büyük imam muhad. diS ef-BuhanVi harekete geçirdi. Isnadian sahih, metinleri her türlü illetten salım binlerce hadis arasından seçip ayırdıklarını, fıkıh, siyer, tefsir vs konular altında tertip ve tanzim ederek el. Camr٧ -ş-Sahıh١ nı meydana gelirdi. Yalnız bu esere ömrünün onalti senesini ayırmıştı Gelen nvayeilerden öğrendiğimize g ٥ re, esenn tasnifinde el-Buhari’nin şeyhi hadis imamı ıshak Ibn Rahuye.nın de rolü olmuştur Bir gün el.Buharı'ye .Hazreli Peygambenn sahih sünnetim muhtasaran cemeden bir kitap telif etmesi*, tavsiyesinde bulunmuş, o da bu kitabı telif etmiştir.

bır١a el.Camı adını vermiştir Buna göre el.Buhan. hackslennı belli bir sınıf veya babtan seçmem٠ş aksine feza ٠١ geçmiş ve gelecekle .Igıl. hadisler, adab. reka.ık gibi çok çeşitli konulardan e l - B ^ .n ı n Kitabına verdiği Cam. . ٠٥٥٠۶٠.

od.

_I. L٠.

l.mietır ،fılâhıO I&.


Y O K E D iL E N D İN H i Z M I E R j

Ill

maat ve talebeler arasında bazan. Buhari’den hadisler ezberletir ve onlan kırka tamamlattırarak, hadis geleneğinde önemli bir yere sahip olan ..40 hadis" ezber­ leme geleneğini devam ettirirdi.

MUSLIMHAN Yine îslâmlararası şöhret bulmuş ve "Kütüb-i şilte.' diye bilinen "altı sahih hadis kitabın٠ ٠ dan biri olan İmam Müslim'in(‫*؛‬.^ kendi adıyla ünlü Müs!٠. imam Müslim ve el-Cami'u٠Sahih٠i Telif ‫ آﻫﻸ‬büyük hadts eserleri Kulub.i Sitte'nio vOcud bulmas.nda en mühim hisseye sahip olanlardan birisi de Ebu'l.Huseyn Muslim Ibnul-Haccac el.Kuşeyri en.Neysaburi'rtr Muslim, senesinde Nısabuda dünyaya gelmiş, senesinden itibaren, yani henüz yaşında iken, hadis toplamaya ve bu maksatla "Irak Hloaz. Sunye ve Mısır gibi çeşıtl! Ulkelen dolaş, maya başlamıştır. En fazla hadis aldığı şeyhlen arasında Yahya Ibn Yahya et.Temımı. el. Ka.nebi. 3hmed Ibn Yunusu el٠Yerbu٦, Ism.aii ıbn Ebi Uveys. Said i ^ Manşur. Amr İbn ^lam . Ahmed Ibn Hanbel ve daha ^rçok kimse zikredebilir Kendisinden ise. et٠٣ırmızı fbır hadis). Ibrahim 1^ Ebl Talib. Ibn Huzeyme. es-Serrac, Ebu *Avane. Ebu Hamıd Ibnu'ş.Şa.. Ebu Hamıd Ahmed Ibn Hamdan el.A^eşı. İbrahim Ibn Muhammed Ibn Sufyan. Ab^rahm an Ibn Ebl Hatim ve diğer bır^k kimse nvayet etmiştir

204

216

14

Ebu z ٧ ra ve £ ‫ ﻻ ة‬Halimin sahih bilgisinde kendi devirlerinde yaşamış bUWn şeyhlerin üstün gördüklen Muslim Ibnul'Haccac. imam el.Buhariye bağlılığı ile de tanınmıştır Bir nvayeite öğrendiğimize gore. el.Buhan'nın alnından o^rek ona .Bırak da ayakların، o ^ m . ey üstad. lann ustedı. mUhaddıslenn etenesi, hadis illetiWnin tabibi Sana yalnız has^ edenler (toş. man olur. Şehadet edenm kı. dünyada senin bir eşin yoktuk ctemıştir. Müslim'in ef.BuharıV. olan bu bağlılığı. Nisabur.da cereyan eden bazı ha٥ sler karşısında onu müdafaa e tm e s in d© açıkça gb^lür EI.Buhan.nin tercemesinden bahs^e^en de belirttiğimiz gibi, b.u büyük imam.. Nısabur*a yerleştikten sonra, halkın onun etrafında toplanması, bazı imamların, bu arada bilhassa Muhammed ibn Yahya ez.Zuhlinın has^ damarlarının kabarmasına sebep olmuş, bundan sonra da el.Buhan. Kur٠an hafzının mahluk olduğu görüşüne sahı^ bulunmakla It^ .edilerek halkın kendisiyle teması yasaklanmıştı Buna rağmen Muslim, ^.^han.yı m‫ﺣﻤﺈ‬ dafaa etmiş, onun Nısabur.dan ayrılmasından sonra bile, onunla ırtıbatıoı kesmem., ziyaretin, devam ettirmiştir Muhammed Ibn Yahya.ya. Muslım.ın de el.Buhan.nin mezhebine m^sup oldüğünün, hatte bu yüzden Hıaz ve Irakta azariandı.ının. onun yine.de bu gonJştw١ rucu etined İğinin soytenmesi .zenne. Muhammed Ibn Yahya, akdettiği bir h ^ s modısınm sonunda "her ki^ı bu gû'raşe sahip ise, ona bizim mechsımizdo yer yoktuk demiş. Muslim de r e s in i başın :n Ozerine a ٥ r3k melı.sı terke^iş ve Muhammed Ibn Yahya'dan yazdığı her şeyi b٠r hamal،.، tırw vurarak onun evine göndermiştir Bu suretle el٠ B٧ han gibi Muslım١ n de harmed Ibn Yahya lie olan Irtıbati kesilmiş ve bir daha o^an h ^ ٠s nvayet elem iştir Muslim, arkasında, hadis konusunda tasnif e^lmış b ır ^ eser bırak^ k seoovnd. ‫د؛‬ vefat etinıştir Onun bıraktiğı eserler arasında u z e n ^ cAıulması ۴ kısa aa olsa hak k ır^ ayd^tatıcı ‫ ذ أ‬٠ verilesi gereken eser. ‫ ب‬şuphesiz. o٠٠Buhan٣ ‫د‬ ‫د‬ . Ilk merte^yı işgal iden ve Kutub.! Sme٠y١ tamamlayan . ‫م‬ naflır MusHm bu •Mnnde. mükerrerler dışında 300٠ ٠ den fız fı ha،،ıı b t f iıy i ٠ e ٠ rm٩ V. h . hadisvi. konusu ile lig، oludğu baba ye٠ ٠ t in ^ m ٠ ayrt b٠r٠ itina gOsUrm.‫ ؟‬Aync*. her h . is in ‫ ا ا ا ﻵ‬٢ ‫ ط‬1‫ ف‬١‫ ا ة‬rrizvinda .afih o^n ،snadUnr. ١ ٠ bu değişi‫ ؛‬٠‫ب‬ ‫ ذ‬٠‫ ﺀ ه‬٠ ‫ س‬٠ . -nveyetirti ‫ ا ﺀ‬٠ ‫ﺺ‬ ‫ﺳ‬ ‫ ؛‬. ١ ٠ ١‫س‬ ٠٠ ‫د‬ ٠ ‫اﻟﺦ س‬

261

bin kolay ١٠ -

‫ ا‬k٠٠tonıkn٠٠٠nı ti^^mı.br.

N


112

C U M H U R İY E n^ D Ö N E M İ D İN V E D E V L E rr İL İŞ K İL E R İ

lim-i Şcril veya orijinal adıyla "cl-Cami*us-Sahih'ini okutan ve okuyanlara ve­ rilen ad idi. Buharihân gibi, o da büyük camilerde bulunur ve Buhari derslerinin okunmadığı günlerde cami cemaatına Müslim-i Şerif okuturlardı. Hatla cemaat ara،sından güzel bir rekabet bulunur ve cemaat aralarında hadis sohbeti yaptığı zamanlar ..ben Buhari cemaatıyım., veya ..ben Müslim Ce­ maatıyım" diyerek hadisteki iddialarını ortaya koyarlardı. Cemaat arasında Buhari veya Müslim cemaatı olmak gerçeklen bir ayncalık idi. Müslimhân da. BuharTdc gibi, müslim takipçilerine sık sık hadisleri şerh eder, yorumlar ve onlann hadisleri en iyi bir şekilde özümlemesine çalışırdı. Ve cemaata en az 40 tane Müslim hadisini czberlcitirmcyi şiar edinirdi. Öyle bir cemaat düşünün ki. zaman zaman birbiriylc 40 hadisle yanş edi­ yor ve bir kısmı Buhari'den 40 hadis diğer bir kısmı da Müslim٠ den40 hadis ez­ bere okuyor, işte 20 Teşrinisani 1926 tarihli Diyanet İşleri Başkanı Rıfat BörekMuslım, Sahih'inde ayı hadısih tekrarından şiddetle kaçınmıştır. Bununla beraber, bazı s e ^ p ٠ ler dolayisıyle tekrarında tayda mUIahaza etmişse . ٠ hadisi tekrar vermekten çekinmemiştir ,Nitekim kendisi, kitabin mukaddimesinde buna İşare etmiş ve Hazreti Peygamberden sene .dıyle gelen hadisleri tekrarsız olarak vermeyi gaye edindiğini bellekten sonra ş ٥yle demiştir A r a k kendisinden t^ la mana bulunan hadisin tekrarında mustağnu kalınamayan bir yerin. gelmesi, yahutta orada bulunan bir illet dolayısıyle başka bir isnadın yanında vaki .olan bir snad oirnası halinde bu tekrar zanjndır. çünkü hadiste kendisine ihtiyaç duyulan tazla bir. tam bir hadis hukmUndedir Bundan dolayı. kendisinden vastettiğımiz ziyadelik mevcud ,olan hadisin tekrar edilmesi, yahut mUmkun ise. kısa olduğu İçin bu mananın.hadısin tama mından ayırt edilmesi gerekir. Pakat bazen onu bütününden ayırmak guç . l ٧r Bu zor.luk ‫ ؟‬.ev cud olduğu zaman hadisi kendi heyeti ile tekrar etmek daha salim y‫ ؟‬ldur. ,Amma ‫ائ‬5 ‫?ﺟﻞ؛‬. .ken dısıne bir ihtiyaç yok iken butun ıl، tekrarında zanjret görmediğimiz hadisi inşaallah tekrarına yanaşmayacağız" (Sfhıh ‫!ا|ﺀل؛!ﻣﺒﺎب‬

‫ ا 'يﺀ‬h h d

I i

^ k ıs m a

.1

‫؛‬Müslim Hazreti Peygamber'den senedle gele.n hadisten, keza bu hadislerin ravılennı üç kısrr‫؛‬a ayTnnışvekJlabınrielitederken bu üç kı‫ ^ ؛‬٥f ' : f ı‫ ؟‬٠f ٥nu' : ^ ٥٧٠: ٥٧: ‫ ؟‬er ‫ ة ا ؛‬00‫ ؛‬0 ‫ ة‬8 ‫^ ة ا ا ﺋ ﺈ ة ؟‬ mükemmel

hadis yer alır Keza‫ئ‬:: ^‫اﺀا‬:‫ﻟﺚﺀ‬:!:‫؛ئ‬:‫ت‬

b ٧ır

‫ااوه؟‬

٠‫ﻻئ‬8‫ﺳﺊ‬:٧‫ه ﺋﻬﺎل‬:‫غ‬

. . .


113

Y O K E D İL E N D İN H ! Z M ^ ^ E R İ

çi.nin tamimi ile bu güzel gelenekler de tarihe kanşmış oldu. Bazı büyük İstan­ bul camilerinde bu dersler belirli bir müddet devam ettiyse de onlar gönüllü bazı hocalann uygulamalanndan ibaret kaldı. Kadrolu olarak bu din hizmetleri 1926'dan iübaren bitirilmiş oldu. ŞİFAHAN İkinci derece din hizmetleri diye tarif edilen ve resmi vesikalarda da kav­ ram olarak geçen bu din hizmetlisi, cami cemaatına Pazartesi. Perşembe günleri sabah namazından sonra. Peygamber sevgisi ve ona olan muhabbeti en güzel şe­ kilde öğreten Kadı îyaz hazretlerinin Şifa.ı Şerif kitabını okuturdu. Ccmaaün en zevkle takip ettiği derslerdendi. Cemaat bir sene içerisinde Şifa.ı Şerif kitabını hatmeder ve topluca sünnet-i seniyye'ye itliba üzerine dua edilirdi. Cuma ve Pazar sabahlan okunan şifa-ı şerif derslerinde özellikle cemaat çok kalabalık olurdu. Asırlar boyynca da. çok yakın zamana kadar Mescid.i Nebi.de de Şifa.ı Şerif okutan Şifahânlar bulunmuştur. Kadrolu din hizmetinden kaldınlana dek Türkiye’de en son "Şifa” okutan alim meşhur Hüsrev Efendi olmuştur, zaten gü­ nümüzde bulunan sayısı bir elin parmaklan kadar az olan alimlerimiz Hüsrev Efendi’nin talebeliğini yapmışlardır. Ondan şifa okuyan ve kendisi de "hasbeten. lillah” "Allah nzası içni" bu işi 1970 yılından bu yana sabah namazlan sonrası devam ettiren ve hasta bile olsa inkıtaya uğratmadan Şifa okutmaya devam eden ulemadan Emin Saraç Hoca Efendi. Şifahanlara en son örnektir. Kendisiyle "Şifa" üzerine yaptığımız ve İslâm dergisinin 4. sayısında da Mevlit Kandili do­ layısıyla yayımlanan sohbeti konuyla ilgili olduğu için buraya almak istiyorum. "Soru : Şifa-i Şerif hakkında kısa bilgi verir misiniz?’' E. SARAÇ: Asıl adı "Eş Şifâ Bi Târif-i Hukukı.l Mustafa” olan Şifa-i Şerif kitabının, müellifi H. 476٠ da dünyaya gelen. H. 544 yılında Fas’D vefat eden Endülüslü büyük alim "Kaadı İYAZ"dır. Pek çok önemli eser bırakmıştır ki onlann en önemlileri; a. Kitabul İkmâl (Müslim Şerhi) b- Envarül Meşank (Seçme hadisler) c- El-Tenbihai (Garib hadisler) II

.

.

‫ﺀ‬١‫ ﺟ ﺊ‬:‫ ﻗ ﺌ ﺎ؛ ﺗ ﻬﺎ ﺣﺎﺋ ﻲ‬:

I1 V ).) ٠٠‫اآ‬٠‫ا‬٠‫ ا‬btlgileh tornamlanmı. okjfdu.

‫ت‬٠ :

. n ‫*؛‬:

"

: :

:

*

:

. m


114

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V lE l'İL İ Ş K İ L E R İ

Şifa-i Şerif, kiiaplandjr. Kitabin yazılmasının sebebi. Rcsulullah (s.a.v.).e m^ıabbcii canlı lulmak İçin âyei-i kerime ve hadis-i şeriflerde bu konuda varid olan bususlan ve ince, ilkleri Ortaya koymakladır. Bilinmelidir ki. Rasulullah (s.a.v.)'c m uhab^t bir mUslUman İçin imamnın lemelidir. Nitekim Hz Omer (r.a.) "Ey Allab'ın Resulü! Seni camm hariç herçeyden fazla seviyomm" deyince P eygam ^r (s.a.Y.) Ey Ömer. İmanın kemâle em edi büyüm üştür. Ne zaman ki Hz. Ömer. "Ey Allah.ın Resulü, seni c^ıım dan da çok seviyomm" deyince P eygam ^r (s.a.v.) ' "İşte şimdi. İmanın kemale erdi'' haberini verdi. Bu hadis bize gösteriyor ki muhabbet sözle değil, bizzat itibar iledir. Canla, malla, evlat ve lyâlle yapılan İttibâ ancak Resulullah'a m uhabtoi oluşiurtir. Bu konuda Tevt^ suresi 24. âyet-i kerimesi çok dikkat çekicidir. -.'Ey Habibim0 ‫ ؟‬hicreti terk edenlere de ki: Babalannız ogullannız, kar. defleriniz, kanlannız. soylannız.kazandığınız mallar, geçersiz olmasından kork, tuğunuz bir licarcL hoşunuza giden meskenler, size Allah ve Resulünden ve .'n u n yolunda cihattan daba seveli ise. artik Allah.ın emri (azabı) gelinceye kadar tekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.'' ''Bir kimse ki, ona Allah Resulü anasından, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, onun İmanı makbul değildiri' hadis, şerifi de R c s ö l^ l^ a olan m uhabtelin şeklini ve İmanın remzini anlamada gayet düşündUriicUdür. Kitabin II. cildinde RcsuluUaha olan muhabtel uzunca anlatılmıştır. Şifa kitabi, telif zamanından bu yana Islam dünyasında sevihniş. o k u m u ş ve okululmuştur Kiıab yakın zamana kadar bizim de büyük G rilerim izde okutulmufiur. Fatih camiinde de Hüsrcv Efendi okutuyordu. Biz onun tedrisim yetiştik c l h r . duliUah. Padiş^üar bazı Iriiaplann o k u r a s ı İçin vakfiyeler bırakıyorlardı. Iş‫؛‬e 0 kitaplarelan biri de Şifa-i Şerif İtab ıd ır. Şifa a۴ ı z r a n d a hasalar İçinde okunuyordu. Nitekim S u li^ 11. AbdUlhamid Han bir defasında hasta ol‫ ؟‬uş v.c kendisme bu kitap okuluhnuştu. Biiznihi Teâlâ afiyet bulunca bu ‫ ؛‬İtabı tâ b e ‫؛‬tinp Islara dünyasında k aillik siz dağıtımını yapııımifiır. M ıs^da Sfyyidina Hti* seyin c r i s i n d c kibâr-1 ulemadan Hasaneyn Mahluf tarafından Şifâ-i Şerif okuDilduğuna bazzat şahîd oldum. ٠ ٥٠١ de "Şifa-ı" ilk ٥ncc telyük alim ve fakihimiz AJi H‫ ؛‬ydar Efcn‫ ؛‬i 'd ‫؛‬n okudum. Mr(t١; hangi dere olurca 0١sun mukaddcmclcri hep Şifa- Şerif de bir ٠‫ ﻟﺺ‬kitabi kabuJ edjWj٤inden genellikle ‫؟‬،fa ile baslanınJı.


yok

E D İL E N D İN H İZ M E T L E R İ

115

Şifa-1 Şerifin Mescidi Nebi’de sürekli okunduğunu Cafer Fakih isimli yaşlı, muhterem bir zattan işittim. Soru :Muhterem Efendim kitaptan hakkıyla faydalanabilmemiz için neler tavsiye edersiniz? E. SARAÇ: Acizâne bu kitabın muhtevası hakkında bilgi verecek deği­ lim. ama Arapça öğrenmekte olan kardeşlerimize bu kitabı herhalde okumalannı ve okuduklarıyla amil olarak ihlasla milletimize anlatmalannı tavsiye ederim. Bilhassa cami görevlisi olan kardeşlerimiz sabah namazından sonra bu kitabı takip ederler ise büyük feyizler ve bereketler husule gelir. Soru: Sayın hocam uzun zaman bu kitabı hem okudunuz, hem de okuttunuz. Unutamadığınız olaylar muhakkak vardır. Biraz bahseder misiniz? E^ARAÇ:Mcrhum Ali Haydar Efendi bu kitaptan okuturken hem okur, hem ağlardı. Hepimizin o aşk içerisinde ağladığımızı haurhyorum. Ben Ali Ha­ ydar Efendi'den 194Ş-50 yıllan arası okudum. 90 yaşlannda idi. Ondaki ilim vc öğretim aşkı bizi o kadar etkiliyordu ki; bakın, başımdan geçen şu hadise, ömrüm boyunca hiç unutamadığım bir hadise oldu: -Memleketten dönmüştüm.hocam ali Haydar Efendi’nin yaıuna gelerek. Hocam ne zaman derse başlıyacağız? diye sonnuştum. "Evladım görüyorsun aitık takatim kesildi, ders okutmaya mecalim kal­ madı cevabını verince boynumu bükerek Fatih Zincirlikuyu Uçbaş Medresesi.ndcki odama giuim. Ertesi sabah kapım vuruldu, baktım Muhterem zevceleri, annemiz karşımda. Emrediniz Efendim dedim: "Efendi seni derse isliyor" deyince hemen alcl acele üstadımın yanına git­ tim. Beni görünce sevinçle: "Gelmekle ne iyi eltin. Ben akşamdan beri seni reddettiğimden dolayı üzüldüm ve uyku uyuyamadım. Aklıma Efendimizin şu hadisi gelmişti ٠ "Bir kimse öğrendiği ilmi öğretmediği müddetçe ağzı cehennem ateşiyle gemlenecektir." İşte bu yüzden çok korktum. Evlad. mademki bu nefes bu canda mevcuttur, nefesimiz biünceye kadar bildiklerimizi Öğretmek vazifemizdir (Elini dizine vurarak) Ben nasıl oldu da seni rcddeıüm. Hadi hemen derse başlı. yalım" dedi vc Mısır'a gidinceye kadar ders okuduk. Şifa-ı Şeref kiubmı 1970 yümdan bu yana birgün müsıcsna (o da evdek‫؛‬ ha.sUmtz sebebiyledir.) yazın cuma, kışın pazar sabahlan okutuyorum Bu sene üçüncü ickranmızı yapıyonız. O sabah vakitlerinde bile gençlerimizi müezzin


116

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

mahfcli almıyor. Kitap okumak bereketlidir, feyizlidir. Eğer gençler devam ederse genç cemaatler toplanır. Bakınız Iskenderpaşa camisini gençler tıklım tıklım dolduruyorlar. Orada kitap takip ediyliyor, Ramuz okunuyor. Bu hâl kitap sahibinin himmet ve fey. zindendir. Camilerde cemaatlerin toplanmasına sebep olan kitaplardır. Kitap sa­ hiplerinin ruhaniyetleri de o cemaatin üzerine olur. SornıHocam! Bu vesileyle İslâm mecmuası okuyucularına bir mesajınız var mıdır? E. SARAÇ: Cemaaüe namaz kılmaya devam etmelerini hergün Kur٠ ân٠ı Kerim tilavet etmelerini ve Hadis-i şerif kitaplannı hergün okumaya ehemmiyet vermelerini ve İslâmî tahsil ile iştigal eden gençlerimizin de okuduklarını cami­ lerde halka nakletmelerini tavsiye ederiz. Rcsulüllah'ın sünnetleri milletimize nakledilirse, gafletten sıyrılmış uyanık bir cemaat meydana getirilir. Bilhassa gençlerin bu ilimleri hasbetenlillah hiçbir menfaat gözetmeden bir ubudiyet vazifesi olarak tedris etmelerini tavsiye ederiz. Biz büyüklerimiz­ den böyle gördük. Cemaate devam etmelerini tekrar ederek bütün okuyuculara selam ve dualanmı bildiririm..' İkinci derece din hizmetlerinden, ’'cihad-ı fer'iyye'den kabul edilen Kur'ân ve Hadis okumak ve okutmakla ilgili bu görevlerin ilgası ve görevlilere de I Kanunuevvel 1926 tarihinden itibaren maa§ verilmemesi, camilerde yürü­ tülen bu güzel manevi atmosferin zamanla sona ermesine sebebiyet vermiştir. Eskinin cami cemaatının bile, bugünün İlahiyat Fakültelerinde okutulan bir çok ilme aşina olması ve hatta o dersleri okumuş ve dinlemiş olması o günkü İlmî medeniyetin ve cami medeniyetinin geldiği boyutu gösterir. Evet Buharihânlar, Müslimhanlar, Şifahanlar, Cüzhanlar veya Eczâlâr, Devirhanlar. Aşırhanlar, Kcfıan veya Hafızhanlar bir medeniyetin 1926 yılma kadar taşıyageldiği cami içi ilmi hayatın sönmeyen yıldızları olmuşlardır.

1 2.

IsUim Dergisi. Yıl 1. S٠yı 4, ٠. 24.25.


DÖRDÜNCÜ BOLUM

d in h i z m e t l i l e r i n e

YAPILAN ZULÜM VE CAMİLERİN FONKSİYONLARI DIŞINA ÇIKARTILMASI

JK â



D İN H İ Z İ T L İ L E R İ N E Y A R IL A N Z U L Ü M V E G A L E R İN

F O N K S İY O N L A R I D IŞ IN A Ç IK A R T IL M A S I

Diyanet İşleri Başkanlığının 20 Kasım 1926 tarih ve 3535/9515 sayılı ta. mimi ile din hizmetlisi kadrolan hem azaltılmış oluyor ve hem de boş kadolara kesinlikle atama yapılmayacağı açıkça beyan ediliyordu. Bu tamim ile, önce imamlar teke irca edilmesi ile camilerde bugünkü gibi iki görevlinin bulunması, yla iktifa ediliyor sonra hatiblerin imamlardan olması isteniyor ve müstakil ola. rak camilere "hitap" kadrosu verilmeyeceği belirtilmiş oluyordu. Ayrıca müez­ zin ve kayyımlık vazifesinin de tek kişiye irca edilmesi ile camilerde bu günkü gibi iki görevlinin bulunmasıyla iktifa edilmek isteniyordu. Yine Diyanet İşleri Reisliğinin bu tamimi ile ikinci derece din hizmetlerinden kabul edilen "cüzhan". "devirtian". "surehan", "aşırhan". "nâthan". ve "hafızan" gibi memur­ luklara. bu vazifelerin inhilali halinde, "katiyyen tayin muamelesi yapılmaması" emredilmiş oluyordu. Hatta din hizmetlileri açısmdan durum o kadar vahim manzaralar arzediyordu ki. camilerden zaten yüzde yüz oranında azaltılmış olan hizmetliler bile camilere çok görülüyor ve camUerin devlet diyanet ortaklığıyla metrekaresinin hesaplanarak ona göre vaiz, imam ve müezzin tayin edilmek isteniyordu. Bila­ hare cami, mescid ayırımına gidiliyor ve en sonunda da cemaaıli-cemaatsiz de. nUerek ibadethaneler sınıflamaya tabi tutuluyor ve cemaatsiz addedilen mesci­ din zamanla yıkılması veya satılmasının zemini de hazırlanmış oluyordu. 1. Gotthard Jaesehke. 5 ١‫ﺗﻢ‬٠0 ‫ﻟﻢ‬٣‫ د ه‬,‫ﻫﻼﻫﺮ‬٠‫رﺀر‬٠ ‫ر‬، ^ ‫ ﺀ‬. 4‫ و‬٤ 2. 0،ya٠٦©l isten Başkanlığı, Sayı: 3539/9515. aO TeşrinIsani 1342. 3 . Camilerin satılması tabiri belki çok fazla urmalayıcı bir Ifad ^ ‫؛‬bi gelecektir ama, maalesef yurdun dört'bir yanında 192^1935 yılları arasında y‫ ؟‬zlerce caml-mesckl satılmış veya ihtiyaç faz. tası denilerek yıkılmıştır. Satılan cami veya mscidler Is.e en baş ٥ c.u^huriyel Halk Pvtisl ٥ ra٠ Indan » tin aJınmışlardır. Ilk uygulamalar başlaman daha 1923 yılı başlannda Istanbul.da bif


120

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D ‫ﺍ‬N V E D E V L C T İL İŞK İL E R İ

K apatılar ve Satılan C am iler‫؛‬ 1926 Yıljnda D iy ^ e i î‫؟‬leri Başkanlığının arausu dognıltusunda hesaplanan cami metrekarelerinin Ayasofya Camii 7 5 ^ metre kare. SUleymaniye. Sultanahmcı. 4 ^ metrekare. Bcyazıd Camii 3 ^ metre kare. Valide Sultan. Yeni C ^ i ve Fatih Cami 2 1 metre kare. Şehzade Camii ve Mihrimah Sultan Camii. 1.‫ س‬metrekare sayılmış ve ona göre bu camilere din hizmetlisi sayısında. sadece 44 büyük camide 14 din görevlisi, imam hatip, ikinci imam, müezzin ve kayıtım gibi kişilerden noksanlaşıınimaya gidilmişti. (4) Camilerin metrekarelerinin tesbii edilmeden önce sadece İstanbul'da bu. lunan bu 44 caminin din hizmetlisi sayısı 312 idi. 312 kişilik değişik görevleri ifa eden bu din hizmetlileri cami ve mescitleri tam bir ilim, ahlak ve ibadet yuvasi yapmışlardı, özellikle halkada manen her fısaita giıtigi camiden mutmain olarak dönmüş oluyordu. Fakat yapılan "metrekareye göre din görevlisi.' uygu, lamasıyla camilerdeki "Cihad-I feciye" denilen ikinci derecede din hizmetleri yUıUlcn kişilerdeki azalma, toplum nczdınde muazzam bir dini hayal değişikliği meydana gciim işti. Aynca hizmetlere aynlan din görevlilerinin yerine tayin yapılm^nası ve kadro noksanlatınlm ası nedenleriyle cami ve mescidler yalnızlıga ve cemaat, sizlige te rk e d i^ iş oluyordu. 1928 yılına gelindiğinde sadece İstanbul'da bu nedcnie eskiden kadrolu olan ve cemaatle dolup taşan 350 kadar cami ve mcscid boşalmış oluyordu. Bir diger ifadeyle. Diyanetin din hizmetlileri üzerindeki kadro tankisi hareketiyle İstanbul'da 350 cami ve mescid müminlerin ibadetine kapatılmış oluyonlu. (‫)و‬ Halbuki Hayrat Hademesi Cemiyeti Genel Merkezinin hazırladığı caliler ve din hizmeUileri cetvelinde (٥). İstanbul'da 914 tane mamur halde cali ve mescid tesbıi edilmiş ve buralarda v^tife gören din lıizmeılisi sayısı .da 212.8 kişi olarak gösterilmişti. Boşalan, kapanmaya tcrkedilcn ve satılan c ^ ile rle birliki‫؛‬ Isıanbulda bulunan 2128 kişilik din hizmetlisi kadrosu 3-4 sene içerisinde 188 kişiye indirilivertnişıj.

cvn. Cumhurry.1 Halk P ar.» larafından satın al.rvnıçt.r (Mete Tunçay. Tek Part. s. 219 da

‫إ‬

oL a ٠ i ١i | ٠^"R » k ٥٠. İstanbul MOttuhiûû. sayı. 2941.5 Kanur١ew el 1343.

1، >٠ ، c«™. (i٠،.ı, KadirM٠ b٠٠tı


C A M İL E R İN FO N K SfY O N LA R I D IŞIN A ÇIKARTILM ASI

121

Bu tablo bile, din hizmetlilerine, bir diğer anlamıyla İslâm eğitimcilerine devlet'diyanet ortaklığıyla ne şekilde saldınidığının ve sindirildiğinin rcsmcni ortaya koyar sanırız. Bunun bir sebebi vardın Din hizmetlileri 3 Mart 1924 tari­ hinden itibaren adeta işlenmiş bütün hatalann müsebbibi olarak kabul edilmiş­ lerdir. Bu yüzden de din hizmetlilerinin elden geldiğince, devletçe ve diyanetçe hayat damarları kurutulmak istenmiştir. Sadık Albayrak'ın da belirttiği gibi.'.sanki bir kaç sene öncesi bütün bir dünya ordulanna karşı savaşan ve mil­ leti cihada davet eden bu insanlar değillermiş... Sanki düşman çizmeleri altında inleyen ve namusu pay-mâl edilmek istenen milletin varlık-yokluk savaşı içinde cami ve mescidlerini kapatıp cepheden cepheye koşan bu görevliler değilmiş..... ^ cesine bu masum insanlann nesli tüketilmek istenmiştir. Ne gariptir ki böylesine yüce hizmetler içerisinde bulunan insanlardan imam, hatip-vaiz ve müezzin gibi kadroların dışındaliler hem camii içi görevle­ rinden alınmışlar ve cami dışına çıkanlmışlar ve hem de kadro verilmeyerek "memurun., zümresinden olmadıkları devletçe kendilerine bildirilmiştir. Eski adıyla '.Şurayı Devlet" olan Danışiayın o zamanlar ikinci dereceden din hizmetlisi olan bu kişileri memur dahi saymayan karan şöyle idi: "Memurların hayyrat- şerîfeden bir hizmeti kabul ve ifâ edip edemeyecekleri* nin tezekkür ve karar rabtı hakkında Diyanet İşleri Riyasetinin Başvekâletten muhawe! 4357.2917 numaralı, 1.12.1927 tarihli tezkeresi ile merbutlar mütâlâa ve tetkik olundu. "Mevcut evraka göre Diyanet İşleri Riyaseti ile Maliye Vekâleti arasında nokta*i nazar ihtilâfı. "Maliye Vekâletinin maaş kanununun on'uncu maddesine istinaden memur­ lar asaleten iki vazifeyi cem ve tek vazifelerinden gayrı hususlarla işigalden memurin kanunu ile memnu' oldukları cihetle memurlardan olan cami hademesi­ nin aylıklarının ödenmesini men' ve verilmiş olanların da gen alınmasına teşebbüs etmesinden ve Diyanet İşleri Rıyaseti.nin de hayrat hademesinin memur sayılma­ sının memur sayılmaları için kendileri Memurin ve Maaş Kanunu hükümlerine tabi, olmadıkları ve bunların Tevcîh.i Cihad Nazamnamesi ile müstesna bir vazryene bulunduktan mütalâasından neş'et eylemiştir." "Gerek Maliye Vekâletinin ve gerek Diyanet İşleri Riyasetinin müstemdâl. tetkik ve mesele etrafiyle tetkik olundukta: ١ "1. Hayrat Hademesinin aylıkları Muvazene-i Umumiye٠ye dah.hse de bunla ra memurin kanunun birinci maddesi mucibince "devlet memuriyeti, tevdi, •dilme­ diğinden kendilerine "memur ve "müstahdem, mahiyet, veritemeyece..

Sadık Albayrek. Tûrhy9'd9 Otn Kavpası. t. 231


122

CUM H U RİYETT D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

"2. Gerçi maaş kanunur١ 10. maddesinde asaleten iki vazifenin bir zat uhde­ sinde toplanamayacağı yazılı ise de bu, memurîn kanunu'nun 47. maddesinde derç edilmiş olan .asaleten iki memuriyet bir zat uhdesinde içtima, edemez." kai­ desinden başka bir şey olmayıp maaş kanunun 1. maddesinde "devlet memuriye­ tine tayin olunanlar" diye muharrer fıkraya göre kanunun devlet memurluklarında bulunanlara münhasır bulunduğu tahsisen zikr edilmekle beraber 10. maddede asaleten cem.i yasak olduğu gösterilen iki vazifenin memurîn kanununun 47. mad­ desinin 1. fıkrası mucibince devlet memuriyetine ait iki vazife olduğu. [..Keyfiyetin bu şekilde Diyanet İşlerine bildirilmesi ve Maliye Vekâletine de bu yolda tebliğat yapılması ittifakla zikr edildi.] 15.12.1927. Tanzimat Dairesi Reisi Reşat, azalar: Süleyman Emin, abdullah Sabri, Ali Rıza, Ömer Lütfü."‫؛‬٥^

Danıştayın "Aralık 1927'dc aldığı bu karar. Diyanet İşleri Başkanlığınca, hemen tüm müftülüklere tamim olarak gönderilmiş ve imam hatip ve müezzin­ lerden gayn din hizmetlilerinin camilerde 1 Ocak 1928’den itibaren bulunamıyacağı bildirilmiştir. Camilerdeki ve din hizmetlilerindeki bu kadro azalimalan aynı zamanda din hizmetlilerindeki bu kadro azaltmalan aynı zamanda din hizmetlerinde ihti­ yaçlar konusunu gündeme getirmişti. İhtiyaçlar konusu ilk olarak 19 Nisan 1927 tarih ve 101 sayılı kanunla, malî yılı bütçe kanununda ele alındı. 1011 say­ ılı kanunla, malî yıl sonu kabul edilen 31 Mayıs 1928 tarihine kadar bütün cami­ lerin gerçek din görevlisi ihtiyacı icsbit edilecek ve cami hizmeüilcrinin çok az olan ücretleri normal memurlar düzeyinde ele alınıp yeniden tesbii edilecekti. Aynca bütçedeki kısıüamalar gözönüne alınarak elden geldiğinde bir kaç din görevlisinin hizmeti bir kişide deruhte edilecekti. ‫؛‬٠‫ ؛‬Kanunun uygulanması için düzenlenen nizamnameyi Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçinin başkanlık yapugı bir komisyon hazırladı. Bu nizamname 8 Ocak 1928 tarihinde kabul cdUdi.‫؛‬١٥> 25 Aralık 1932 tarihinde bu nizâmnâme biraz daha genişletilerek. "Cami ve Mescidlerin sımflandıması hakkındaki Nizamname" olarak kabul edildi. Cami ve mescidlerin sınıflandınlmasını ve ona göre din görevlisi tayinim içeren kanun şöyle idi:

٠ 9.

19 2 7٥

H1011

‫ ؛‬sayıl. Cami v . Din H.zmaterinin ihliy.ç konusu kanununun

10. Gortiard J8 ٠schk٠. Yeni Tûrk/ye'de Isfimlık, s 64-65.


O A M İLER İN F O N K S fY O N IA R l D IŞIN A ÇIKARTILMASI

123

Madde: 1. Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki bilcümle cami ve mescitler hakikî ihtiyaca ve bu nizamname ile muayyene esaslara göre !adilen tasnif olunacaktır. Madde 2. Cevami ve mesacidin tasnifi her vilâyet ve kaza merkezinde Evkaf Müdür ve memurlarının ve olmayan yerlerde mahallindeki en büyük mülkiye me­ murunun tansip edeceğe bir zatın riyaseti altında mahallî müflisi ve tevcih heyeti azasından teşekkül edecek heyetler tarafından icra olunur. Bu heyetlerin verecek­ leri karar evkaf müdür ve memurları tarafından bir mütalaa olduğu takdirde onun da ilâvesiyle makamı vilâyete arz edilip vilâyetçe muvafık görüldüğü takdirde aynen umum müdürlüğe gönderilir ve umum müdürlüğün tasdiki ile kesbi katiyen eder. Madde 3. Cami ve mescitlerin ihtiyaca göre tasnifi için her mahalde bulunan bütün camiler: Kaç vakte ve hangi vakit namazlarına küşade olduğu. Civarındaki cami ve mescitler ile olan mesafesi ve bu camilerin isimleri. Çarşı ve pazar mahal­ lerinde olup olmadığı ve cemaatın derecesi. Cesametin derecesi. Cesameti, mina­ re ve şerefesinin adedi, tarihî veya mimarî bir kıymeti haiz olup olmadığı ve mamur veya harap bir halde bulunup bulunmadığı ve memleket haritası itibariyle müstakbel vaziyeti. Evkafı mazbuta veya mülhaka veya ancemaatin idare edilen vakıflardan hangisine mensup olduğu, tesbü edilecektir. Madde 4. Cami ve mescitler üçüncü maddedeki esasat dairesinde tesbıt edil­ dikten sonra herhangi bir camiin tasnif dahilinde katabilmesi için beş vakte küşade bulunması. Cemaatı olması. Civarındaki camilerle arasında mesafenin beş yüz metreden dûn olmaması. Mamur olması. Memleket haritasına nazaran müstakbel vazıyetinin emin olması lâzımdır. Madde 6. Cami ve mescitlerin tasnif ve ihtiyaca göre tertibinde; mülhak veya ancemaatin idare edilen cami ve mescitlerde nazarı itibare alınır. Madde 7. Cami ve mescitlerin tasnifinde tarihî veya mimarî bir kıymeti haiz olanlarla mütevelli mahsusları tarafından veya ancemaatin idare edilenler tercihan ipka olunur. Madde 8. Beşyüz metre dahilinde olmakla beraber herhangi bir sebeble bir­ den fazla cami veya mescidin tasnif dâhilinde bırakılması. Madde 10. Yukarıdaki esaslar dairesinde tasnif dahilinde kalacak camilerin hademe kadrolarının tesbitinde; cami veya mescidin vüsati, kaç vakit namazına küşade bulunduğu, namaz vakitleri haricinde de açık bulunup bulunmadığı, müş­ temilâtında sureti dâimede hizmeti istilzam eder. Vazifesi bulunup bulunmadığı, nazarı dikkate alınarak imam, hatip, müezzin, kayyum veya ferraştan ibaret olmak üzere asgarî kaç kişi ile idare edilebileceği tâyin edilecektir. (Bu tâyinde bundan evvelki tasnifte kabul edilen miktarın fevkine çıkılamaz.) Madde 11. Tasnif dahilinde kalacak cami ve mescitlerdeki hizmetlerden zaman ve mekân, itibariyle.cem'i kabil olanlar birleştirilecektir. Madde 18. Hizmetlerin daha iyi ila ve idare edilebilmesi için gerek İlmî, gerek bedenî hizmetler ashabını aynı şehir dahilinde olmak ve müktesep haklan mahfuz kalmak kaydıyla diğer cami ve mescitlere muvakkaten veya daimî olarak nakil ve


124

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL IŞK İL E R İ

-tahvile Umum Müdürlük salahiyettardır. (İstanbul. Beyoğlu. Üsküdar. Kartal. Ada (.lar. Beykoz, Bak.rkOy kazalar، ayr. ayr، şehirler addolunur Madde 19. Vaizlik, dersiamhk. Buharl, Müslim, deiail tilâveti gibi hizmetler müstesna olmak üzere bu mevzua ait ve birinci deta olarak mukaddema tanzim .etmiş bulunan tasnit mazbatas،nda tadat edilen ve cihat، teriye tâbir olunan cüz han, devirhan. terraş ve muhat،z gibi sair ilmi ve bedenî hizmetler tasnifte esas ,olarak kabul edilen imamet, hitabet, müezzinlik, kayy،m!،k veya ferraşhk hizmetle -rine dahil bulunduğu cihetle bu vaza،. bunlar taral،ndan kemakân ita olunur. Hiz metlerin sureti itas ، ‫ﻻ‬.mum Müdürlükçe tâyin olunur -say،!، kanuna gOre, s،n،tland،rma d،ş،nda kalan camiler, başka maksat 2845 ١arak،lar İçin kullan-lmak üzere kapat،ld،lar. Bir k،s،m cami ve mescidler de y،k ,tahta ve taş!ar،n،n satjlmas.yla elde ed.len paralarla Halkevlerine yard.m edildi ilk etapta kapat.lacak olan ve kapatjidıktan sonra da sat،l،ğa ç،kar،!acak olan Ocak 1928 tarihli nUshas.nda İlginç ha. camilerle ilgili olarak Vakit Gazetesinin 3٠ tane cami kapat.lacakl. başl.k!، haberde şöyle denilmektedir: berler vard،r. "9٠ tanesi Kapat.lacak "Camiler: 9٠ MUessesat.، Diniye Müdürlüğünce cemaatsiz camilerin sedd ^ İle c^ i yaz،l٠ -m،şt،. Bu suretle kapat.lacak camilerin adedi 85 ve 96 arasjndad.r. Ve ekserisi Is tanbul cihetinde bulunmaktad.r. Kapatılacak camilerden hiçbirisinin tarihî ve .mimarî k.ymeti yoJrtur. Hemen hepsi ahşaptır. Mahaza bu camiler derhal kapatıla cak değildir. Kapatılacak camilerin imam ve kayyumlar، diğer camilerde vuku .bulan mUnhallere tayin edilecek, bu suretle memursuz kalacak camiler sedd edile ".cek ve sedd b ile n le r satılığa çıkarılacaktır Vakit. 30 Kânunevvel) 1928)

kısım 1935 tarihinden itibaren de satılan ve yıkılaıı cami sayısı bir 15 -hayli çoğalmıştır. Başka maksatlarda kullanılmak üzere lonk.siyon değiştiren ca miier de vaıdır.(ı.) Eunlann başında Ayasorya tam ii geliyortu . <‫ اﺗﺎ‬Şubat 1 t a r i ^ kadar 2.5 ay sUren 1935 ‫ ؟‬alışmalar sonunda. Syet. hadis gibi İsiaml ٥nül: levha ve yazılardan anndınlarak, cami içindeki üzerleri beyaz sıvalarla müş olan hrisuyan mozaj'ikl ‫ ؟ ؛ ؟‬eydana ‫ﻋﻼ ؟‬٢‫ ج?ﻻا‬ü bir hristiy^ matxdi haline dönüştümldü : 1 ‫ ( ؟‬ubaı 1935 tarihinde de müze lıalınc getirildi Cami ve mcscidlcrin fonksiyonları dışında kullanılmasın .nemli bir dmek teşkil eden Ayasofya Camiinin müze haline getirilmesi ve cam ‫؛‬ilikıcn ‫ ؟‬ı.kan‫؛‬ m asi. İslâm dünyasında ve Müslüman Türk halkında derin yaralar açmıştı. Ve ‫ ﻧ ﻠ ﻢ‬. zaman gereci. Avasofva'vı Aıatürit müz‫ ﺀ‬haline dönüştürdü!" denildiği ١‫ا‬. 26 1.32 ‫ااﺳﻢ‬. U ١1 18

‫ي‬

٠‫ ئ‬٩‫ ت‬. ٠‫ﺷ ﺘ ﺎ‬

n

٠٠‫ د ﻫ ﻐ ﺪ‬.« ‫د‬ 1917 . . . .

.‫^ ي‬

٠‫ د‬٠‫ﺀرﺀﺀ‬٠‫ س‬.‫ ل‬٠ ‫ ﺳ ﺎ‬٠ ٠.' H iZ ifm

٠٠7‫ا‬


CA M İLERJN FO N K SİY O N LA R I D IŞIN A Ç lK A ^ n L M A S I

125

i‫ ؟‬٤ n, hiç kimseden çıt çıkmamıştı. Herkes, böylcsine bütün bir İslâm dünyasını ilgilendiren Isıanbulun fethinin sem ^lü olması hasebiyle- Camiin, müzeye dö٠ nüştürtümesi İşine ancak Mustafa Kemal cesaret edebiliri diyerek ses çıkarmaktan ve aleyhte tavır almaktan içtinap ediyordu. Önce İslâm Ergisinin1987-1983 ‫ ؛‬yıllan arası Ya^n Müdürlüğünü yuriittüğüm derginin. Haziran 1987 tarihli ve 46. sayılı nüshasında yayıml^an ve ''Ayasofya .layının Perde Arkasını Açıklıyoruz‫ "؛‬başlığıyla kapaklan verilen Ayasofyanın mUzeleştirilmesi olayı, müzeleştinne işlemlerinin hiç de öyle olmadıgını. yıllar geçtikten sonra yeniden gündeme getirmiştir. Gazeteci - Yazar Ziyad Ebuzziya'nın önce İslâm ve Milli Gazcte.(١4) sonra Tercüman(5‫ )؛‬ve daha sonra da Zaman (‫ ﻟﻬﺎ‬gazetesinde ^indeme getirerek açık. Ilga kavuşturduğu Ayasofyanın mUzeligi meselesi yıllar sonra Ayasofyayı müzeyc dönüştüren Bakanlar Kumlu Karannın hem sahte olduğunu ve hem de söylendiğinin lam aksine Mustafa Kemal Atatürk'le Ayasofya'nın müzeliği meselesinin hiç alakası olmadığını onaya çıkarttı. 54 yıl sonra Ayasofyayı mUzeye dönüştüren karann sahteliği Ortaya çıkmasına ragmen ve karan ''AtatUA'' adına Sigınar^ Milli Egilim eski Bakanlanndan Hasan Ali Yücelin uyduma imzalarla çıkartıgı ^in yüzüne çıkmasına ragmen bugün hâlâ devlet yetkililerinden Ayasofyanın yeniden camiilige dönüşürnü İçin hc^angi bir ses sada çıkmamakıadı^‫ )^؛‬Araştımacı-Yazar Ziyad Ebuzziya'nın. sahte kararnameyi ortaya çıkarması üzerine Ayasofyanın m üzeli^nin devamına karşı en etkili tepki Prof. Dr. Fahir Aımaoglu'ndan gelmiştir. Fahir Amaoglu 27 Nisan 1988 tarihli Tercüman gazetesinde yazdığı ve manşetten de verilen makalesinde: '.Ayasofya ibadete açılmalıdır'' diyerek Ayasofyanın bir önce cami haline dönüştüriilmeini dile gctimişıir. ..Ay^ofya L i i olari^ ferttin sem^lüdür ve bundan böyle adi da dcgiştınierck "Fcrth Camii" o la r^ hizmete açılmalıdır', diyerek devlete davetiye çıkaruin Prof. Dr. Firttir Amanoglulıun makalesi şöyle idi: 14

15 16 17

I I . say. 26. Haz.ran ١ ٥ ٥ 7. Mılh Ga2٠ Temûrnan. 26 Nisan 1968 Zaman. 28 Nisan 1988

٥ ٠

. 4.5 H ız n n 1.87


126

________ C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E Rİ

"AYASOFYA İBADETE AÇILMALIDIR" Prof. Fahir ARMAOĞLU önceki gün Tercüman.da çıkan ve Sayın Ziyad Ebuzziya tarafından yazılmış bulunan "Ayasofya Dramı, başlıklı güzel bir yazıyı okuyucularımız herhalde oku­ muşlardır. Belgelerle ve bir incelemeye dayanan bu yazıda görülmekledir ki, Aya. Sofya'nın bir müze haline getirilişi belirli bir hükümet politikasının değil, birtakım gayretkeşlerin oynadığı oyunların neticesidir. Bu oyunun içinde, "laiklik" adı altın­ da, din düşmanlığı değil, Islâm düşmanlığı yatmaktadır. Çünkü yüzyıllar boyu cami olarak kullanılmış olan ve tarihimizin, şeref noktasını temsil eden bu ibadet­ haneyi, Yunan Ortadoksluğu’nun arzularına boyun eğerek müze haline getirmek, Islâm'a değil Hristiyanlık'a "biat" etmekten başka birşey değildir. Başkasının dinini kendi dinimize tercihtir. Şunu bilhassa belirtmek isteriz: Yuann'dan çekinerek Ayasofya'yı, Islâm iba­ detine açmaktan kaçınmak, Türkiye'nin egemenlik ve bağımsızlığı üzerinde Yuna­ nistan'a "ipotek hakkı" tanımak demektir. Ne zaman Ayasofya söz konusu olsa. Yunanistan hemen sesini yükseltmekte ve biz de bu sese kulak vermekteyiz. Yu­ nanistan bu hakkı nereden almaktadır? Hangi milletlerarası anlatlaşma Yunanis­ tan'a Ayasofya hakkında konuşma yetkisini vermektedir? Yunanistan'ın bu yetkiyi nereden "bulduğunu" biz söyleyelim. Türk hükümetlerinin şimdiye kadar gösterdiği pısırıklıktan. Hükümetlerimizin, bu konuyu kendisinin tamamen bir "iç işi", bir dahi­ li meselesi, sayıp, cesaretli bir adım atamamasından. Yunanistan'a artık şunu anlatmamız gerekir ki, Fener Patrikliği'nin İstan­ bul'da bulunması dahi, hiçbir antlaşmaya dayanmayıp. sadece Türkiye'nin "lûtfundan" kaynaklanmaktadır. Fakat Patrikhane dahi Türkiye üzerinde bir "ipo­ tek" olarak kullanılmaktadır. Kanserli tümör gibi gittikçe tehlikeli bir durum almakta olan bu gidişe, artık bir dur demek gerekir. Bu konuda atılacak ilk adım da, Ayasofya'yı ibadete açmaktır. Islâm ibadeti­ ne, Yalnız bu caminin isminin değiştirilmesi gerekir. Hristiyan ismi ile cami olmaz. Bu caminin ismi "Fetih Camii" olmalıdır. Çünkü Ayasofya'nın cami yapılması, fet­ hin bir sembolü ve İstanbul'un ٠Türkleşme"sinin ilk büyük adımıdır. Zaten Ayasofya'nın "camileşmesi" İstanbul'un fethini sembolize ettiği içindir ki. Yunanlı da fet­ hin intikamını canlı tutmak amacı ile Ayasofya isminin muhafazasına ve cami olarak kullanılmasını erraellemek suretiyle "kilise" vasfının devam ettirilmesine ça­ lışmaktadır. Ayasofya onlar İçin "megalo idea"nın en büyük temsilcisidir. Yunanlı için Ayasofya adının muhafazası ve İslâm ibadetine kapalı tutulması, fethin inkârı, fethin tanınmamasıdır. Onlar için Ayasofya'nın aynen muhafazası. İstanbul'un "Biza n slığ ın ın en büyük delilidir. Dolayısıyle. bir cami olarak Ayasofya'nın İsminin değiştirilmesi, Yunanlı’nın bu ümidine öldürücü bir darbe .olacak. fakat kangren olmuş bir yarayı da kesip alacaktır.‫^*؛؛‬

10. Tercüman, 27 Nisan 1986.


M ARA E K .m

ATATÜRK ADINA NUMARASIZ SAHTE KARARNAME İLE MÜZE HALİNE GETİRİLEN AYAŞ OFYA CAMİİ

*i .‫؛‬



A T A T Ü R K A D IN A N U M A R A S IZ S A H T E K A R A R N A M E İL E M Ü Z E H A L İN E G E T İR İL E N A Y A S O F Y A C A M İİ

Camilerin vc mescidlerin satıldığı, satılığa çıkanidığı. kimisinin yıkılıp, malzemelerinin Halkevlerine yardım olarak kullanıldığı, birçoğunun askeri kışla olarak hizmet götürüldüğü ve bir kısmının da Cumhuriyet Halk Partisi tarafın­ dan satın alınarak..‫ ^؛؛‬parti için hizmetlerinde kullanıldığı bir Türkiye'de, camile­ rin fonksiyonlan dışında kullanılmasında. İstanbul'un fethinin sembolü olan Ayasofya Camii Şerifii de hissedar olmuş ve asırlann "Fetih Camii", beş asır süren camiilik fonksiyonundan anndınlarak 1 Şubat 1935.^ tarihinden itibaren müze haline dönüştüriilmüştür. Ayasofya Camiinin müzeliğe dönüşü üzerinden bir 50 yıl geçtikten sonra araştırmacı - yazar Ebuzziya, müzeye dönüştürme olayının sahteliğini ve öyle bir kararnamenin de bulunmadığını ortaya çıkardı. Ziyad Ebuzziya'mn bir tarihi belge niteliğinde olan araştırmasını. a>men buraya alıyor ve tekrar devlet yetkililerine: "Ezan sesine hasret Ayasofya ne zaman camiliğe dönüşecek?" diye bu saürlar arasından seslenmek istiyorum. Zaten Ziyad Ebuzziya.da araşürmasımn başına: "Ezan Sesine Hasret Aya. sofya!" diye başlık koymuş. A y a s o fy a K a r a r n â m e s i

Maarif Vekilliğinden yazılan 14/11-934 tarih ve 94041 sayı), tezkerede.: eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul'daki Ayasofya camiinin tarihi vaziye­ ti itibariyle müzeye çevrilmesi bütün şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni 1 Gotthard Jaesehke. Yeni Tû/idye'de, IslâmhK *٠^

2. İfade Prof. Dr. Fahir Armaoğhj.na a.rttif. Tercüman. 27 Nisan 1968 3.

Jaesehke. a.g.e.. I. 66.


130

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

bir ilim müessesdsi kazandıracağı cihatla bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki evkafa art dükkanların yıktırılması ve diğerlerinin de evkafça istimlâk edilmesi su­ retiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık ta ev­ kafça bu sene ve gelecek seneler bütçelerden muayyen bir para ayrılması hakkın­ da bir karar ittihazı İslenilmiş ve Evkaf Umum Müdürlüğünden yazılan 7/11/934 tarih ve 153197/107 sayılı mütalâanamede. bu camiin BizanslIlardan kalma bir eser olması hasebiyle hiçbir vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve halk tarafından bazı gelirler bağlanmışsa da bunlardan aşar olarak bağlanan Sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise Kur٠ân okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa otsun yapılabilir dinî emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulun­ madığı ve şimdiye kadar tamiri, gelirine bakmadan diğer vakıflarla bir arada yapılagelmekte olan bu bina cami olmaktan çıkınca artık buna da imkân kalmayacağı ve bütçelerinin bu günkü vaziyeti herhangi bir yardıma da yol bırakmamakta oldu­ ğu ve çevresindeki yapılardan evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelir­ se de ötekine berikine ait olanların vekâfa satın alınmasına imkân bulunmadığı bildirilmiştir. Bu iş İcra Vekiller Heyetince 24/11/9341e görüşülecek camiin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum Müdürlüünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarını da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur. 24/11/934 REİSİCUMHUR Atatürk ve Bakanların İmzalan

Ayasofya H arap Haldeydi .MalUm olduğu üzere. Ayasofya Camiimizın yerinde İll.k mabed. ah^ap k!tise olaral^ milâdi 360٠dan yapılmış. 404.de bir ayaklanmada yakılmıştır. 416'de tekrar inşa edilmiş, 532 de ylı٦e yakilmıştır. 537'de ufak kubbeli bir hal.de İnşa edilmiş. 56 1٠ de ise hugUnkU kubbesi büyütülmüş, içerisi de, şon derece kıymetli altı‫ ؟‬ve öumüş gibi esOrlerle tezyin edilmiştir. 4. Haçlı seferi. Ista.nbul'u zapt edin‫ ؟‬. Ayas o f y l şehrin bütün zenginlikleri gibi, tamam.en y.ağma edü.^ıştir, harabeye çevril. 0 ‫ أ‬2 ‫ ج‬١'٠ bızansltiar. şehri frenklerden geri alınca, kiliseyi tamir .tmişlerdir. ^346.03 buyuk : » ; r n u ş t u r . ISSeday^Tıden ‫ ; ^' ﺗ ﺎ;؟ﺛﺶ‬٠ ‫ا‬::!٠2٠‫ﺀاا!؛ا !لﺀ‬٠ ‫^ ا‬ karnen haram i ve k u ^ ^ ‫ ^ ؛‬n ^ laofya. bu harap haWe idt

F ttih . Şehre F d ıh G ünü G irm edi

Fttlh Stıiun Mchmcd. İstanbul'u 27 Mayıs günü fciheiu. Ecdadımızm e t i m e ٠٥re١bir ۴٠ Ur fciholundu^ında. fethi yapan Hünkâr veya Kuman٠


M O Z E H A L İN E G E T İR JL E N

a y a so fy a c a m

»

131

dan, ancak Cuma günü şehre girer, 0 zamana kadar mahallin Cami haline ‫؟‬e٧ri٠ len en büyük kilisesinde. Cuma namazjn. eda ederdi. Falih Sultan Mchmcd de, 30 Mayıs cuma günü şehre girti. Ayasofya kilisesi temizlenmiş, kubtenin sağlam kalmış kısmının altı namaz kılınacak hale sokulmuş, muvakkat bir mihrab oturtulmuştu. Akşemseddin Hazretlerinin imametinde, Fatih sultan Mehmed Cuma nam azını eda ettiler. Bu andan itibaren Ayasofya kilisesi, Ayasofya Camii olmuştu. 19. YY'a kadar, herbir Hünkârın zamanında, gerek Camiin ibadethane kısmına. gerek binanın diger ölümlerine, avlusuna bahçesine, birbirinden nefis Türk mimari eserleri eklenmiş, bina tamamen bir Türksanai âbidesi olmuştur. Bu müddet zarfında Bizans'tan kalma mozaik tablolar kortinmuş. hattâ bazılan. nın. zelzeleler ^izünden dökülmüş olan kısımlan öyalarla tamamlanmıştır. 18. YY'da mozaiklerdeki bazı insan tasvirlerinin yüzleri hafif ö y a z badana ile ka. patılmışür.(5) 1 8 4 7 9 ‫ ﺑﻰ‬yıllannda Sultan Mescid, İtalya'dan getirttiği mimar Fossaıi'yc esaslı bir tamir yaptırmıştır. F ossati, ayni zamanda, hem Ayasofya'nın hem de 0 devir İstanbul'unun, âdeta fotoğrafla ‫؟‬ekilmiş gibi, nefis ve renkli gravürlerini yapmıştır. Bu gravürler Ayasofya'nın ibadethane kısmının, aynen bu^inku gibi olduğunu isbaılar.(.) 1935 yılı başlarında ‫ 'ا‬geçici olarak" ibadete Kapatıldı 19. yy. sonlanna dogrti başlayan ve 20. YY. başlanna kadar devam eden felaketli halka, koca koca eyaletlerimizi kayöımemiz, müzayaka. A y^ofya'^ da. diğer maödlerimiz gibi, bakımsız ve harab bir hale düşümüştü. C um h^yetin İlânından ve devletin biraz toparlanmağa bi^lam^ından sonra. Ayasofya.nın da restorasyon ve tamirleri düşünüldü, ibadethane kısmı, dış٦, avlu ve bina cirafını ihya ve müze haline sokmak faaliyetlerine Erişildi. Cami kısmımn tamirini yapabilmek İ‫ ؟‬in 1935 başlarında ibadet kısmı "geçicr olarak ibadcic kapatıldı. Bu muvakkat kapatılma tarihine kadar. 481 ^nc. cami Ku^ân-I Kcnm tilâveti ve Ezan sesleri yankılan ila yaşamıştı. Ayasofya bugün ayni seferi yeniden duymak hasreti içindedir. Bu 7 ¥ k e r p â ÇoK Bal. ••yahaw ı٠٠ınndı 5 ١٠ • ‫ ﺳ ﺎ ﺟ ﺎ • ﺳ ﺲ‬. ‫ ﺀ ا ﺳ ﺞ‬١. ‫ ا ا م‬٠ ‫م‬ . o lin d ıA y e s o ly ım ıd d m d ılıle m flie v ifim ^ e r i FoiM l'nin g ri vur •Jbûmo . ‫ ا‬، ٠ ‫ﺗﻰن سﺀ‬١‫ا ﺳ ﺲ‬


I ‫اا‬ 132

C U M H U R A D Ö I M İ DİN VE D E ^ . -

-

Ayasofya'nın Mü/.e Vap*l٠ §j YjI 1931 Amerika Birleşik Dcvlcllerintle bulunan Bizans enstitüsü namı. na. Thomas Wiııemore. Camiin mozaiklerinin temizlemek ve tamir Cimek mü. sadesini istedi, izin verildi. 1932 de moazaik uzmanlan işe koyuldu. Nefis panolar onaya ‫ ؟‬.kmaya başladı.

II

1934 Ortalannda Maarif Vekâletine, Abidin Ozmen getirilmişti. (9.7.1934) Vekil İstanbul'a gelmiş, teftişleri sırasında Ayasofya'yı da gezmiş, çalışmaları ve mozaikleri incelemiş. Camiin mabed dışındaki kısımlannın periş anlığını ٢7‫ ؤ‬görmüş ve bu yerlerin ihya edilip bir müze halinde halka açılmasının faideli olacağını düşünerek fikrini Atatürk'e açmıştır. Atatürk, konunun bir uzman heyetee incelenmesini emretmiş, Abidin Ozmen. İstanbul Müzeleri MüdUrii Aziz Ogan başkanlığında sekiz dokuz kişilik bir komisyon kunıp konuyu havale etmişti. Heyetle Tahsin ö z. Efdalciiin Bey, Prof. Osman Ferit, Alman Prof. Eckhard Ungar gibi uzman isimler vardır. Komisyon ekim sonunda raporunu takdim etmiştir. Tavsiyeler şudur. 1. Müze olması İçin Wiııcmore'un çalışmaları bilmelidir.

.1

‫ ا‬٠

2Bu arada dış kısımlar. kapı ve ۴ nccrclcr ramir edilmeli, son cem mahalli tcşhiredilecck hale getirilmeli. 3٠Sinayı ihata elmiş kahve, sundumıa. köhne ahşap bina, dükkân, külü, beler yıkılmalıdır. ^C am i'e bitişik "Kimsesizler Y u^u" yıkılmalıdır. (8) 5- Avlu tanzim edilerek açık müze yapılmalıdır. 6- C ı i i n ibadet kısmı ibadete kapaulmalı buraya B i z i eserleri konularak Bizans Müzesi yapılmalıdır. 7- Ayasofya’nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş oldugu da göz önüne alınarak. Camiin uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir.(‫)و‬ 7 Ayasofya'nın o sıralardaki perişan halini. Osman Ergin. "Muallim C٠vdet3 (1937) isimli esehnin 105-107 sahffelerende anlatır. 0 Komisyonun ıtnfakla Kaldırılmasına karar verdimi .kimsesizler yurdu, haline gelinimiş bina ۴a ٠h ٦n lt ١٠r١6 ui*da yaplırdı.ı ılkmedresedir. Bu karar uygulanmış ve bu ecdad yadigar, yıktırıl­ mıştır 9 Bu komisyonun azalanmn tam bttesı. Karariann teferruatı merhum Dr. Sedad Kumbaracı4nın. Haya. Tanh Macmuas.'nm 1970 yılı Şubat nüshasının 74. sahifesındedır. Dr. Sedad.ın babası merhum İzzet kumberact. o sarada Topkapı Sarayı 2 Müdürüdür, makale onunhat.ra defterindan akntnk yazılmi|tif


M ÜZE

h a l in e

G E T İR İL E N AYASOFYA CAMİİ

133

Islâm aleminin göz bebeği bu Camiin, ibadethane kısmının da ibadete ka­ patılarak buranın da müze olması, hem de Bizans Âsûn Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu insanlardır! Bu komisyonda bulunan sadece bir tek kişi bu fikre itiraz etmeş ve "ibadet kısmının aynen ibadete açık kalması gerektiğinde’’ İsrar etmiş ve muhalefet şerhi koymuştur. Bu anlayışı gösteren, ne hazindir ki, Alman Profesör Erckhard Ungar’dırü Kasım 1934 başlannda. Atatüric’ün mutad bir "akşam sofra sohbcti.’nde Abidin Özmen. konuyu açmış vc raporda belirtilen hususlan anlatmıştır. Ata­ türk hemen işe başlanması emrini vermiştir. Ayasofya Camii Evkaf idaresine bağlı bulunduğundan; yapılacak şeyler ona düşüyordu. Şark Alemini Sevindirecek K arar Caminin müze haline getirilmesindeki maksadın, kapalı kısımlann. koridorlann. dehlizlerin temizlenmesi, tamiri, galerilerin onaniması. buralardaki sanat eserlerinin gezilip görülebilecek hale getirilmesi idi. Aynı zamanda, binayı sarmaış olan inşaat da ortadan kaldıniacak. me.bct bütün ihtişamile görünür hale getirilecekti. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan bu Bizan-Osmanlı Türk kanşımı eser, ismine ve sıfatıra layık bir hal alacalı. Bu maksat. Maarif Vekâltinin 14.11.1934 tarih vc 94.041 sayılı tezkere­ sinde şu cümlelerle ifade edilmektedir: "...eşsiz bir mimarlık san'ai abidesi olan İstanbul'daki Ayasofya Camii'nin tarihî vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi, bütün "Şark Alemini Sevindireceği" ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle, bunu müzeye çevril­ mesi. çevresindeki Evkafa ait dükkanlann ynkimlması vc diğerlerinin de Evkaf­ ça istimlâk edilmek suretiyle güzelleştirilmesi vc tamiri vc daimû muhafazası, masraflanna karşılık da. Evkafça, bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden mu ayyen bir para aynılması hakkında bir karar ittihazı istenilmiş va Evkaf Umum Müdürlüğünden yazılan 7.11.1934 tarih vc 153.197/107 sayılı müıalcanamc. de..." Bu resmî tezkerede de açıkça belirtildiğine göre. Camii müze halirc geür. mckıcn maksat, içini vc dışını kudsiyelinc vc şöhrcünc lâyık bir hale gciinnek■ lir. Tezkirede: "Bütün Şark Alimini sevindireceği" sözleri. Aya.sof>a'nın ibadet

10sN u r o d d ı n C a n . E s k i .s e r l e r v e m ü z e l e r l e i l g i l i k a n u n , n i z a m n a m e ı.Ankara1947(Sah.64-65). ■ -J


134

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

kısmının kapaiılmayacağmı açıkçahöstcrmcktedir. Şark Alemi, yani bugünkü deyimle "Doğu Dünysı". Japonya. Çin. Hindistan değil "İslâm Alemi"dir. İslâm aleminin en mukaddes mabedlcrinden biri sayılan Ayasofya Camiinin. kudsitinc lâyık bir hale getirilmesi elbetteki bütün "Şark Alemini" yani Müzlüman dünya­ sını scvirdirccektir. Eğer müze yapmaktan maksat Ayasofya’nın ibadete kapatıl­ ması olarak ele alınmış bulunsaydı, resmî tezkerede, işaret ettiğimiz bu cümleye elbette yer vcrilmc/di! ibadete K apatm ak mı? Böyle Münasebetsizlik Olur mu Hiç? Nitekim ben, o sıralarda bir yandan üniversiteye devam ediyor, diğer ta­ raftan da Zaman Gazctcsi.nde ^*‫؛‬ ١ gazetecilik yapıyordum. Ayasofya işini ince­ leyen komisyonun, cami kısmını da müzeye çevirmek teklifinde bulunduğu. Babıali de duyulmuştu. Komisyonun, bu yersiz ve üzücü düşüncesinin. Hükümetçe ne dcrcccyc kadar benimsendiğini öğrenmek üzere, Vclid Bey, beni Maarif Ve­ kili ve Dahiliye Vekiline Gönderdi. Abidin Özmen Beyi ziyaret ederek Ayasofya hakkında. Vekûleti'nin ta­ savvurlarını sordum. Rahmetli Abidin Bey. yukarıya naklettiğimiz tezkerede be­ lirtilenleri tekrarladı. İbadete kapatılmasının söz konusu olup olmadığını sorun­ ca. irkildi ve: "İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aştı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya Camidir, aynı zamanda da müze olacak­ tır. Maksad budur" dedi. ..Kesinlikle Sözkonusu Değil.. Vekilin bu sarih teminatına rağmen endişeli idim. Kendisi Atatürk'ün ya­ kını değildi. Buna mukabil, o sırada Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya Bey ise. Atatürk’ün yakıru idi. hem de, amcam Velid Beyin, Galatasaray'dan, Pans Hukuk Fakültesinden ve M alu sürgünlüğünden yakın arkadaşı idi. Kendisine gitüm Ayru suali sonlum. Rahmetli Şükrü Kaya Bey de "kesinlikle söz konusu değil!" d S i ve ilâve etti; "İbadet bölümünü Bizans Müzesi yapmak fıknnc Atatürk fena halde kızdı" dedi. Yukarıya naklettiğimiz Maarif Vekâleti tezkeresine. Evkaf idaresi, verdi­ ği cevapta, kendisinden istenilenleri yapmak imkânına sahip olmadığını bildir­ miştir. Bunu da ayrten veriyorum; ١١, Z٠ m«n . « . * ، o . . . m٠٠t١um .mc٠ m V.،d Ebuzzıy. I،r.f.nd،n 11 6.1934•. ç,K٠١lnı٠y . b...

|٠rvm٠Or.


m Oz e h a l In e g e t Ir Jl e n a y a s o f y a ca m ii

135

’’Evkaf Umum Müdürlüğü. 7.11.1934 tarih vc 153.197/107 sayı... müzeye çevrilmesi vc korunması için verilecek bir gelir yoktur... vc çevrcsindeki yapı­ lardan. evkafa ait olanlan yıkmak ve kaldırmak elden gelirse dc. ötekine beriki­ ne ait olanlann evkafça satın alınmasına imkân bulunmadığı..." Elimizde Kaarif Vekâletinin Vakıflara müracaat tezkeresi vc Evkafın puan verdiği cevabı ilave eden yazılakrdana başka, konunun gelişmesini belinen bir bilgeye sahip değiliz! ibadete kapatılacağına dair hiçbir dayanak yoktur Ayasofya Müzesi idaresinde bulunan "Ayasofya Hatıra Dcftcri.nde. Maa­ rif Vekili Abidin Özmen. fikrin doğuş vc gelişmesini, aynen bu şekilde hatıra olarak kaydetmiştir. Ancak bunda da Camiin ibadete kapatılacağına dair tek ke­ lime yoktur. Söylendiğine göre. İcra Vekilleri heyeti, aynı ayın 24'ünde (24.11.1934). konuyu görüşmüştür. Ancak herhangi bir "İsra Vekilleri Karan", yani "Kararna­ me" çıkanimış değildir. O zamandan hatınmda kaldığına göre, IcraVekillcri He­ yeti. Vakıflar İdaresinin istimlâk vc saire içi maddî imkânsızlık yüzünden iste­ neni yapamayacağını bildirmesi üzerine. Ayasofya'nın etrafını sarmış olan, sahipli mülklerin istimlâkini ve diğer imar, tanzim masraflannın. nereden teda­ rik edileceğini görüşmüş vc bu yolda Maarif Vekâletine talimat vermiştir. Maa­ rif Vekâleti harekete geçmiş. Evkaf kendi binalannı va bu arada Fatih Medrese­ sini yıkmış. Ocak 1934’de bahçe, dehlizler, caminin etrafı açılmış ve 1 Şubat 1935.de Ayasofya Müzesi namiyle bina halka açılmıştır. Tamiratı Bitene Kadar Geçici Olarak Kapanmıştı! Bu sıralarda Wittcmorc camiin asıl ibadet kısmında çalışmalara başlamışür. Onalığın toz toprak içinde kalması yüzünden, yerleri önen kıymetli halılar, seccadeler kaldınimş. duvarlardaki ism- Celâl, ism-i Resul, Hülefa-i Raşidin vc Haşan Hüseyin Icvhalan da indirilmiştir. 12.

13.

Ek.j‫ﺀ‬ ٠ ‫ﺋﺎا‬ l e fh ı 1 8 4 8 ، a m t r i n d .. d a h . e w ٠ l T .k o e d z a d a İ b r a h i m E t ٠ o ٥ h ٠ ٥ ٠ n n ٠ n 4 4 $ ‫اا‬ ) y ٠ r ١ a s t l m ı s t ı r E t a n d i ' n t n 7 .5 m ç a p i f > d a k ı b u S u l u n A h m e t f e g ö k J r v ، ! . i^ nehkûiksü iem nm ıatî.m ü M t e r u m u m M O d ü n ü r a h m e d i R o m z . ‫ﻲ‬ ‫ﻫ‬ ٧ ‫ة‬ A n ^ ‫ﺳﻪ‬ ‫و‬ . a n c a k t e k tesisatV٠ nn٠ d٠ ٠ind0n28I.l949'd٠ N٧reö٥ n CanJn ٥٠ 0

٠٥ w , ayn.

K a ıa ıh r ‫ﺀا‬ ‫ﺀ‬ ٠ ‫ا‬

‫وا‬ ١ ‫س‬

k k r M

n e ik Y in r e ııA ıb d m p m


136

C U M H U R İY E T D Û N E M ! D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Wiltcmorc kubbenin göbeğindeki "Nur" flyci-i kerimesini de kazıyarak, altında bulunması muhtemel mozaikleri araşurmak istemişse de müsade edilme­ miş. Kazasker İzzet Efendi nin bu nefis istifi yok edilmekten kurtulmuştur. İşte bu tarihte ve bu çalışmaların yapılabilmesi için ve bu sırada da ibadet etmek imkânsızlığı dolayısıyla, "Tamirat bitene kadar geçici olarak" ibadet durdurul­ muştur. Atatürk'ün vefatında Wiitcmorc'un çalışmaları devam etmekte idi. Wittemore, Ayasofya.nın yıkılmadan günümüze kadar, bütün eşsiz sanat eserlerini de muhafaza ederek gelebilmesinin, sadece ve sadece. Osmanlı ibaresi sayesinde olduğunu, çalışmalan hakkındaki raporunda şu cümlelerle belirtir: "Yedi yıllık çalışmalanmız boyunca mozaiklerde hiçbir kasdî tahribat ve yüzlerin zedelenmesi izlerine rastlamadık. Zelzeleler ve zaman binayı, mozaik resim sanatının bir çok şaheserinden mahrum bırakmıştır. Fakat mcvcud olan­ lar, Ayasofya'yı kullandıklan beş asır boyunca. Türklcr tarafından ınuhafaza edilmiştir. Ve Tek P arti Dönemi Wittcmorc vefatında çalışmalar durmuş, tamirler bitmiş fakat cami ibade­ te açılmamıştır! 1939'da İkinci Cihan Harbi başlamış, harp gaile ve endişeleri sı­ rasında. Ayasofya ile meşgul olunamamıştır. Esasen Tek Parti idaresinin, harp gailesi olmasa da. Ayasofya'yı ibadete açmaya niyeti yoktu. Değil Ayasofya'yı açmak, Anadolu'nun bir çok yerinde olduğu gibi, İstanbul'da da, camiler depo yapıTml^ Sultan AhrıTed^Cârnirbıle. ibadete kapatılarak, silâh altına alınan aske­ rin banrunasına tahsis edilmiş^r. İkinci Dünya Savaşı. Batı cephesinde 1945'de bilmişti. Şükrü Saraçoğlu Mayıs 1945 sonunda başvekil oldu. Tasvir Gazetesini çıkanyordum. Saraçoğlu, biz gazele sahip ve başyazarları davet ederek ilk basın toplantısını yaptı, ko­ nuşma sırasında, harp yüzünden tamir edilmemiş olan abidelerden söz edildi. Arkadaşlardan merhum Yeni Sabah sahibi Celaleddin Saraçoğlu. "Ayasofya'nın henüz düzenli bir müze halini alamadığını ve daha ne kadar ibadete kapalı kala­ cağım" sordu. Saraçoğlu: "Biraz nefes alalım, hepsini düzenleyeceğiz ve tabii ibadete de açılacakur" dedi. Bu sözlerle, en selâhiyetli bir ağız da, Ayasofya'nın "ibadete açık" bir müze sayıldığını bildirmiş oluyordu.

14. Sem aviEyic.m akalesi.Turingveotom ob.1Kurum uBeleten,sayı113*ah.10(1951)ThW ıtlem ore.Th٠ rdRaport(ÜçüncüRapor)


MOZE

h a l in e g e t ir il e n a y a so ^ a cam ii

137

Hasan Alî Yücel.în Akjl Almaz Oyunlar، Kabine de Maarif Vekili (‫روا‬Hasan Ali Yücel'dî. Müze .larak cami. Maarif Vckfileiine bağlı .Iduguı^an. ibadeic açbnnak la onun elinde idi. Hasan Ali Bey.in husus‫ ؛‬Kalem Müdüri! mertlum !smail Hakki Uludag. Galatasaray'dan hocamdı, ayni zam ana da aramızda sıhriyet bagı vardı. Ziyarc. tine gittim ve Ayasofya hakkında bir hazırlık olup olmadığını sordum... İsmail Hakki Bey güldü ve: "Ne hazırlığı? Hasan Ali ‫؛‬mkSn bulsa caminin ibadet kısmını da. ilk ra^rd a ^linildigi gibi. Bizans Müzesi yaparl Sen hazırlık var mi diye sonıyoraunl" dedi. Düzmece Kararname Hasan Ali Bey mi, yoksa kendisi gibi düşünen başkalan mı bilmem. Ayaş o ^ n ^ a d ç ı e açık olmasını önlemek İçin, ”ibadete kapalı olması isteğinin Atatürk'ün fikri oldugu" zehabını vcmc^i öylelikle. "Atatürk'ün bu istegine kar‫ !؟‬gelindesin" gibi bir hava yaratmayı düşünmüş olacaklar ki, 1947 de, ufak hir b r o ş ü r ^ ^ n l d a . Mîllî Egitim Bakanlığı yayını, yukanda içinden alıntı yapugınız eser: "Eski eserler ve müzelerle İl^li kanun, nizamname ve emirler'' <ı٥>Bu derleme, daha sonra Türk ‫؛‬slSm Eserleri Müzesi Müdürlüğü yapmış Nu. reddin Can Bcy'e yapunidı. Bu broşüriin 64-65. sahifelcrinde "Ayasofya'nın müze yapılmasına dair. Maarif Vekâleti ile Vakıfiar Omum Müdürlüğü aramda geçen yazışmalar-yukanda bunlardan parçalar verdik-gcçirilmiş. aluna da şu saurlar eklenmiştir: ..Bu İş icra Vekilleri Heyetince 2 4 .1 1 .1 9 3 .6 göröşülcrek. camiin çevrcsindeki evkafa ait binalann. Evkaf Omum Müdürlüğünce yıkiınlaıak temizmettirilmesi ve digerbinalann istimlâk, yıkmavc binanın tamirve muhafazası masraflannın da MaarifVekiUigince verilmek sureliyle. Aya^fya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur." Tarihin ^tına "Reis.Cumhur Atatürk" ismi, daha alıına da. kararnameler, de oldugu gibi. Hükümeti icşkü eden vekillerin isim ve soy adl^m n ilk harileri

15. Butarihekadarhokomete.laa 1 ‫دﻟﺠﺔ‬ ‫؛‬ ‫د‬ ‫ا‬ ' ‫؛‬ ً ‫ا‬ 6 ‫ه‬ ‫ة‬ ٠ ‫ﻛﺌﺔ‬ . n ٢ 16. M ılHE٥i٥m Matbaası,Ankara1947.130-5sahife.


138

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İLİŞI^İL ER İ

konmuşiur. Bu yazının başına da. başlık olarak ’.KARARNAME., ismi oturtul­ muştur. İşte bu "KARARNAME" başlığı Ayasofya'nın bir "İcra Vekilleri Heyeti karan ile" müze yapıldığına herkesi inandımnışiır! Halbuki bu doğnı değildir! Uydunnadır." Karamamalcr "icra Vekilleri Heyetince" (Bakanlar Kurulunca) görüşülüp karar bağlanınca, bir numara alırlar. Resmî Gazetede de ilân olunurlar. Kavanin külliyaunda da (Sicilli Kavanin. Düstur. Kanunlanmız) aynı tarih ve numara ile yer alırlar. Aynca. Müddevvenat Müdürlüğünde. T.B.M.M.de. Başbakanlık.ia da muntazam arşivlenirler. Bazı kararnameler gizlidir, halkı ilgilendirmeyen, hükümet icraaaiına ait hususlardır. Resmi Gazetede yayınlanmazlar. Ancak yine numara almışlardır, ilgili dairesinde de korunurlar, aranınca bulunurlar. Bazı nu­ mara almayan kararnameler de vardı: Bir vazifeden diğerine alınan bir yüksek memur, o devirde yapıldığı gibi. Belediye reisliğine getirilen veya seçilen baş­ kanın lastiki. bazı nakil, "üçlü kararnameler... gibi. Bahsettiğimiz broşürde "KARARNAME" diye yayınlanan yazının foto­ kopisini de ekle takdim ediyorum. K ararnam e Diye Geçiştirilmiş Bir Yazı! Bu fotokopide de görüleceği gibi. "KARARNAME" diye geçiştirilmiş olarbu yazının: 1- Numarası yoktur! 2- Resmî Gazetede yayınlanmamıştır! 3. da değildir!

Altına icra Vekilleri Heyeti isimleri yazılmış olduğundan üçlü Karar

4- Kararnamelerin bulundurulduğu resmî dairede yoktur! 5- Sicilli Kavanin. Düstur. Kanunlarımız gibi eserlerde yoktur! Resmî Gazetede. Kasım 1934’c ait. ilk "Karamame". numarasız olarak. 2853 sayılı ve 2.11.1934 lanhli Gazete de çıkmışü. bir tayine aittir. Resmî Ga­ zetede. bu aya ait son "Kararname" de 29.11.1934 tarihini taşır, bu da numara­ sızdır ve 1926 sayılı. 15.12.1934 tarihli Resmî Gazetede yaymlanmışur.


M ÜZE

h a l in e

G E T İR İL E N AYASOFYA CAMÎI

139

Türkiye'de Geçici K ararlar Bir Müddet Sonra Daimileşirler Resmi Gazele, 1934 Kasımına ait, 19 adcı numarası bulunan "Kararname" ile 67 adcı numara almamış, layin ve saire ile ilgili "Kararname" yayınlanmışıır. Hepsi bu kadar. Hiçbiri Ayasofya ile ilgili değildir. Bunlar da. bir daha gösteriyor ki, Ayasofya cami işi hakkında, herhangi bir tarihî eserimizin onanmı için olduğu gibi. Bakanlıklar arasında cereyan eden yazışmalarla ele alınmış, lamiri için de mecburen cami kısmı, "geçici" olarak ibadete kapaülmışiır. Konunun İcra Vekilleri Heyetinde görüşüldüğü muhakkakur. Ama buT yukanda da misaller ile belirttiğimiz gibi. Camii ibadete kapat­ mak için değil, tamirat ve etrafının açılması için gerekli istimlâk vesair masraf, lann nereden ve nasıl sağlanacağı huuslanndan ibarettir. Ancak Türkiye'de, belki de Devlerimizin kuruluşundan beri, âdet halini almış müzmin bir illetin mevcudiyetini unutmamak lâzımdır: "Türkiye’de geçici kararlar, az sonra daimîleşiricr"! Ecevit Hükümeti Dönemi Konu böylccc uyudu ve küllendi. Zaman zaman bu küller boşuna eşelen­ mek islendi. Yıllar geçti. Ecevii.Erbakan koalisyon Hükümeti iktidarda iken, nasıl yıllardır küllenmiş Kıbns davamızı bir çırpıda hallediverdi ve milletin minnetini kazandı ise. Ayasofya’yı da. "müzelik haline halel getirmeden. Cami bölümünü ibadete açar" diye bir ümid belirdi. Bülend Eceviu istifasından az evvel İstanbul’a gelmiş, büyük bir basın toplantısı yapmıştı. Gazeteci arkadaşlardan biri kendisine şu suali sordu: "AyaSofya'nın cami kısmını ibadete açacak mısınız?" Bülend Eccviı'in verdiği cevap. Ayasofya hakkında da. Islâroiycrin bazı hususlan hakkında da. hiçbir bilgiye sahip olmadığını meydana çıkandı. Ecevit aynen şu cevabı verdi: "Ayasofya’da bir takım resimler vardır. Müslümanlar re­ simlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar...!!! Resim bulunan bir yerde namaz kılınmaz diye bir kaide yoktur. Ancak namaz kılan kimsenin karşısında, kıble yönünde tasvir varsa, gözünün ona kaya­ rak düşüncelerini kaydırması ihtimali kuvvcüidir. Bunun için dc cardı varlıklan. ra resmi karşısında namaz kılınması caiz görülmez. Hatlar levhalar da nama; kılan insanın dikkatini çekebilir. Ama camilerimizi süsleyen hatlar, ya lyet-ı ke­ rime. ya hadis-i şerif veya kclâm.ı kibardır. Bunlardaki ..özler dc inşam yine


140

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E l' İLİŞK İL ER İ

‫اﻻ‬٧‫ آ‬düşüncelere yöneltir. Ecevil'in bu gerçegi bilmediği anla‫ ؟‬١ lmı‫؟‬n. Ayasofya hakk١n d ^ i bilgisizliğine gelince. Camiin ibadet edilen kısm١ nda hiçbir mozaik resim panosu yoktur. A ynca bugün bu k»s*m١ n hainin, fcıihdcn I8،6'ya kadar, aynen bdylc olduğu, 1846-1849 yıllannda buralannt tamir eden Fossali'nin yaptjğı renkli gravürden de görtilmcktedir. MU'minler, Fatihden beri c ^ i i n bu hali ile İçinde namaz k١ lmjşla٢d١r. Ecevit b u n d ^ da habereizdi. B açb^an Ecevil'in ^ k a n y a naklciligimiz ccvabjndan sonra. Ayasofya hak‫ﻟﻎ‬nda teslcnen Umidlcr söndü. Demire! Hüküm eti Dönemi Yine yjllar geçti. Dcmirel Hükümeti konuyu ele aldı... Aldj ama haialj olarak aldj. Camiin ibadet ktsmınj ibadete açacağ. yerde. ''Hünkâr Mahfclini" ibadete açd! Hünkâr Ayasofya'da götmüş olanlar bilirler. Mihrabtn üst solunda dar ve uzunca bir dehlizdir. Hünkâr Ayasofya'da namaz eda edecekse, buraya, maiyeıile, cami dıştndan ÖZCİ kaptdan girer. Burast en fazla yiımi Oluz kişi altr. Demirci burayt ve buraya giriş veren zemin kal ktsm١ nt ibadete açıt. Bu giriş yeri de ancak ktrk elli kişi alabilir. Giriş kaptstntn yanma ahşap bir mihrap Olur, luldu. Üstelik açılış bir cuma günü yapıldı. Bu sevinçli haberi alan rnU'minlcr. açılan yeri doldurdular ve cemaat taştı. Orada ''son cemaat yeri" olmadığından. İçeri girem cyc^er. giriş kapısı dışında, yerlere gazeteler sererek namaza dunlular. s ı^ a n mihraba, y^ıi namazı kıldıran imama dönük olarak. İmamın ardında degil önünde sOzde namaz kıldılar‫!!؛‬ Demirci hükümetinin bu hareketine de akil erdirmek kabil değildir. Zira Cami ya bizimdir, ya dcgildir. Namaza açılıyoraa ne İçin camiin namaz m ^alli cemaate açılmıyor da. kenannda köşesinde, sanki işleniyor da gizleniyomuş gibi davranıyor? Bu maniıgı anlamak zekâsında mahnımum. 12 Eylül Darbesi 1980 ' - ‘ - ‘ sonra da bu acaip davranış tabii hale getirilip, ca. miin İÇİ namaza açılacağı yerde kısmen n ı a z a açılmış hünkâr mahfcli de: ibadete kapauldı! Ayasofya kjsa bir müddet kavuştuğu c z ^ sesinden yine mahrum kaldı.(٠۶)

"‫ﺣﺖ‬:‫"ة‬:‫ة‬::‫“"ل‬ :‫ﺗ ﺖ‬٠ ‫ت‬:‫ﺀت‬٠ ‫ل‬:‫؛ي‬


m Oze haline c a r i l e n ayaso ^ a cam »

141

Yukanda lefem‫ل‬a‫ ﻷ‬ile tellmik. Kubbesi yanm yıkılmış, harap bir halde Cami yaplıgımız ٧e 627 sene Türkün himmcli ile imar edip konıdugumuz Bi" zans eserini, öz malimiz gibi muhafaza edip sanal dünyasına sunduğumuz bu eserleri yapan Bizans, k.nıyan. bugüne intikal ctlircn. ecdadımızdır. bizlcriz. Ziyaret !‫ ؟‬in ille de Mü/.e Olması Cerekmez Bültin İslâm Aleminin göz bebeği olan bu camii ibadete kapalı tutmak büyük hatadır. Bütün camilerimiz muayyen ibadet saatlerinde, ibadet esnâsında namaz kılanlann arasında, önünde dolaşmamak şartı ile Müslüman, hırisiiyan. dinsiz herkesin ziyaretine açıktır. Hepsi birer müzedir. Hem de bugün "Müze Ayasofya'. da oldugu gibi, sabah dokuzdan akşam 16'ya kadar ve haftanın mua^ e n bir günü de kapalı olarak degil. sabah ezanından yatsıya kadar ٧e hergün açıktır, üstelik de bugün olduğu gibi paralı degil parasız ziyarete açıktır. Gelir Kaynağı Ayasofya'yı "paralı ziyaret ettirmekle devlete gelir sağlıyoruz', diyenler bulunabilir. Ayasofya çok büyüktür, mozaikler, panolar, san.aı eserleri, cami kısmı dışındadır, koridorlarda, dehlizlere, üst kat galcrilerindcdir. Pekâlâ, basil bir tertiple. Camiin ibadet kısmına parasız, diğer kısımlanna par^ı girilip gezilebilecek İmkân sağlanabilir. Diğer taraftan, zamanımızın müzecilik anlayış, müze yapılan yerin özel bir hav^ı olmasına, y a şla n bir yer gibi görilnmcsine. soguk. ürkütücü, ü ^ r t i ci o lm ^ asın a dikkat etmektedir. Ayasofya'nın ibadethane kısmı, bugünkü hali ile. halisiz. raWesiz. İns^sız. ibadeisiz. soguk.teı^ edilmiş mahuf bir göriinUmdedir. Mutaassıp olmayan bir çok yabancı sanal adamı. ilim ad^nı. Ay^sofya.nın bugünkü hale sokulmasının büyük hala olduğunu ^lirtcn makaleler yazmışlardır. Aynca. yuk^ıda folokopisira verdiğimiz, camii müze yapmakla ilgili resmf yazışmanın 4. salınnda görüleceği gibi, ''bütün Şark Alemini se^ndirccektir. ibaresirtin, AlaiUrkün tasvibinden geçligini de hatırlamak lazımdır. latıp vazifssini yenne getirmışton. ١٥٥٠ müdahalesinden sonra bu da akd almaz bir dergisinin 46. sayısında Haziran 1.67 lanhınde "Kapak D o s y .î rtarak yayınianmıçlır


140

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İLIŞKJI.EKJ

ulvî düşüncelere yöncilir. Eccvii’in bu gerçe‫ ؛؛‬bilmediği anlaşılmışiı. Ayasofya hakkındaki bilgisizliğine gelince. Camiin ibadcı edilen kısmında hiçbir mo/aik resim panosu yokiur. Aynca bugün bu kışımın halinin, fciihdcn lH46٠ ya kadar, aynen böyle olduğu. 1846.1849 yıllannda buralannı tamir eden Fossaii'nın yap­ tığı renkli gravürden de görtilmektedir Mü.minlcr. Fatihden beri camiin bu hali ile içinde namaz kılmışlardır. Ecevit bundan da haben‫؛‬izdi. Başbakan Eccviı.in yukanya naklettiğimiz cevabından sonra. Ayasofya hakkında beslenen ümidler söndü. Demirel Hükümeti Donemi Yine yıllar geçti. Demirci Hükümeti konuyu ele aldı... Aldı ama hatalı olarak aldı. Camiin ibadet kısmını ibadete açacağı yerde, .'Münkûr Mahfclini" ibadete açtı! Hünkür Ayasofya'da görmüş olanlar bilirler. Mihrabın üst solunda dar ve uzunca bir dehlizdir. Hünkâr Ayasofya.da namaz eda edecekse, buraya, maiyetilc. cami dışından özel kapıdan girer. Burası en fazla yirmi otuz kişi alır. Demirci burayı ve buraya giriş veren zemin kal kısmını ibadete açtı. Bu giriş yeri de ancak kırk elli kişi alabilir. Giriş kapısının yanına ahşap bir mihrap otur­ tuldu. Üstelik açılış bir cuma günü yapıldı. Bu sevinçli haberi alan mü'minlcr. açılan yeri doldurdular ve cemaat taştı. Orada .'son cemaat yeri" olmadığından, içeri giremeyenler, giriş kapısı dışında, yerlere gazeteler sererek namaza durdu­ lar. sırdan mihraba, yani namazı kıldıran imama dönük olarak, imamın ardında değil önünde sözde namaz kıldılar!!! £>emircl hükümetinin bu hareketine de akıl erdirmek kabil değildir. Zira Cami ya bizimdir, ya değildir. Namaza açılıyorsa ne için camiin namaz mahalli cemaate açılmıyor da, kenannda köşesinde, sanki işleniyor da gizlcniyormuş gibi davranıyor? Bu mantığı anlamak zekâsından mahrumum. 12 Eylül Darbesi 1980 müdahalesinden sonra da bu acaip davranış tabii hale gclirilip, ca­ miin içi namaza açılacağı yerde kısmen namaza açılmış hünkâr mahfeli de. iba­ dete kapaüldiî Ayasofya kısa bir müddet kavuştuğu ezan sesinden yine mahrum

kaldı.‫^^؛؛‬ 17.

Nt hazindir ki, Demirel Hükûmel £man ٠H Mubareke dairesinde asırlar boyunca goc. gündUz

arakkaız okurvnakla olan ve 1924'de kaldınlmı. bulunan Kur'ân-ı Kerîm tilavetini yeniden b a.'


M C Z E JİA JJN E C E T İR JL E N AYASOFYA CAMlI

141

Yukanda ıcfcrruaü ile bclinıik. Kubbesi yanm yıkılmış, harap bir halde Cami yapiıgımız ve 627 sene Türkün himmeti ile imar edip kooıdugumuz Bi. zaas eserini, öz malımız gibi muhafaza edip sanat dünyasına sunduğumu/ bu eserleri yapan Bizans, koruyan, bugüne intikal cuircn. ccdadımızdır. bl/lcriz. Ziyaret İçin İlle de Mû/c Olması (ıcrckmez Bütün İslâm Aleminin göz bebeği olan bu camii ibadete kapalı tutmak büyük haladır. Bütün camilerimiz muayyen ibadet saatlerinde, ibadet esnasında namaz kılanlann arasında, önünde dolaşmamak şartı ile Müslüman, hıri.stiyıuı. dinsiz herkesin ziyaretine açıktır. Hepsi birur müzedir. Hem de bugün "Müze Ayasofya.. da olduğu gibi, sabah dokuzdan akşam 16٠ ya kadar ve hal tanın mua­ yyen bir günü de kapalı olarak değil, sabah ezanından yatsıya kadar ve hergün açıktır. Üstelik de bugün olduğu gibi paralı değil parasız ziyarete açıktır. (fCİir Kaynağı Ayasolya.yı ’.paralı ziyaret ettirmekle devlete gelir sağlıyoruz' diyenler bulunabilir. Ayasofya çok büyüktür, mozaikler, panolar, san at eserleri, cami kısmı dışındadır, koridorlarda, dehlizlerde, üst kat galcrilcrindcdir. Pekâlâ, basit bir tertiple. Camiin ibadet kısmına parasız, diğer kısımlanna paralı girilip gezi­ lebilecek imkân sağlanabilir. Diğer taraftan, zamanımızın müzecilik anlayış, müze yapılan yerin özel bir havası olmasına, yaşanan bir yer gibi görünmesine, soğuk, ürkütücü, ürperti­ ci olmamasına dikkat çimekledir. Aya.sofya'mn ibadethane kısmı, bugünkü hali ile. halisiz, rahlcsiz, insansız, ibadcisiz. soğuk.leric edilmiş mahuf bir görünüm­ dedir. Mutaassıp olmayan bir çok yabancı sanal adamı, ilim adamı. Ayasofya.nın bugünkü hale sokulmasının büyük hata olduğunu belirten makaleler yaz­ mışlardır. Aynca, yukanda fotokopisini verdiğimiz, camii müze yapmakla ilgili resmî yazışmanın 4. satınnda görüleceği gibi, "bütün Şark Alemini sevindire­ cektir" ibaresinin, Atatürk'ün tasvibinden geçtiğini de haurlamak lâzımdır. I.1.P vazilesini yonne getirmişken.

١‫ﻫﻮ‬٠fDüdahalesInden sonra bu Ua . ‫ اﻟﺦ‬aJmız bir düşünce

‫ﺀ ذ ة ؛ ا ﻻ ﺣ ﺎ ﻳ ﺤ ﻆ‬٠٠‫ﺀ‬٠‫< „ا„اﺀا‬sayısında, H a i ^ 1987 lanhinde .Kapak Oosyası" otarak 6 yıyınlınm ışlır .


142

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

'I' I i

Müslümanm ibadetine Ceza. Papa'nınkine Müsade! Soranm siz okuyuculara, bugün bir Müslüman turist kafilesi veya yerli bir Türk grubu, Ayasofya Müzcsi'nin eski cami kısmında yerlere gazeteler serip namaza duncalar başlanna neler gelir.? Ne yobazlıklan, ne mutaassıplıklan. ne mürtccilikleri kalır. Mahkemelerde sürünmeleri de çaba olur. Halbuki Temmuz 1967'dc. Efcs.c gelip kendi dinince Hacı olan Papa 6. Pol (Paul), Efes'ten İstan­ bul'a geçmiş. Ayasofya.ya ginniş, Cami kısmında diz çökmüş, yanında devrin Hariciye Nazın İhsan Sabri Çağlayangil olduğu halde vekilden nezakeien müsa­ de istemiş ise de vekilin cevabını beklemeden, istavroz çıkarmış, ibadetini ta­ mamlamış sonra dayere kapanıp zemini öpmüştür. Zamanın gazetelerinde bu secdesinin ve yeri öpmesinin resimleri çıkmış, ibadeti anlatılmıştır. Papa İstan­ bul'da. Ayasofya.dan başka, ziyaret ettiği hiçbir yerde, ne yeri öpmüş ne de iba­ detle bulunmuştur. Ayasofya'da bunu yapmış olması, burasını bir Cami değil bir KİLİSE olarak kabul etmesindendir. zira, bir Müslüman heryerde, bir kilisede, bir havrada pekâlâ namazını kılabilir. Ama bir katolik. bir musevi. asla bir ca­ mide dinî ibadetini yerine getiremez, dini bunu kesinlikle yasaklar. Ne mamıkdır ki, bir Türk, bir Müslüman 481 yıldır özbe öz kendi malı ve camii olarak kullandığı bir mabedinde ibadet edebilmek hakkından mahrum bu­ lunsun. böyle bir harekete girerse suç işlemiş sayılsın, buna karşılık 514 yıl evvel bir hıristiyan mabedi olmuş bir yerde, bir hıristiyan için ibadet etmek ser­ best olsun 1 Maalesef bu mantığı anlayabilecek zekâdan da mahrumum.'. {İslâm Dergisi, 146, sayı Naziren 1987) Görüldüğü gibi Ayasofya. numarası dahi olmayan bir sahte kararname ile müzeliğe dönüştürülmüştür. Sahte kararname üstelik ne bir Resmî Gzete'de yay­ ımlanmış ve ne de Müdevvenat ve Kanunlar Müdürlüğü'nün kayıüanna geçinimışur. Kararnamenin sahteliğini faıkedcn bazı yazar ve milletvekilleri de, "Tek Parti" döneminin hışmına uğramamak, şimşekleri üzerine çekmemek için bu büyük sahtekarlığı açığa çıkarmaktan çekinmişlerdir. Ayasofya Camii müze haline getirildiğinde İsmet İnönü, Başbakan, Köy Enstitüleriyle maruf olan Haşan Ali Yücel de Milli Eğilim Bakanı idi. Aya.sofya Camii müze halini aldığında Maarif Vekaletine (Milli Eğilim Bakanlığı) bağb idi. Haşan Ali Yücel, bu sahte kararnameyi hazırlatünrkcn. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne emir vererek hazırlatügı broşürün 64. sayfasında.

٠


m Oz e h a l in e

CETİRJLEN a y a so fy a

ca m ii

143

sahic kararname teşkil eden metnin ilk 27 satırlık kısmı ile 65. sayfasında ikinci paragrafı teşkil eden allı satın ilave ettirmiş ve daha altına da Reisicumhur adına Atatürk’ün ve Vekiller (Bakanlar) hcycli’nin isimlerinin baş harflerini yerleştir­ miştir. Şimdi ortaya çıkanimış olan bu gerçeklerin ışığında bakalım devlet ve devlet yetkilileri Ayasofya için neler yapacaktır? Anık karar vicdan sahibi yetkililerindir!..

Kararname Maarif Vekilliğinden yazılan 14/11/1934 tarih ve 9404 sayılı tezkerede; eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul'daki Ayasofya Camii'nini tarihi vaziyeti iti­ bariyle müzeye çevrilmesi bütün şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki evka­ fa ait dükkanların yıktırılması ve diğerlerinin de evkafça istimlak edilmesi suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık ta evkafça bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir kararittihazı istenilmiş ve Evkaf Umum Müdürtüğü'nden yazılan 7/11)1934 tarih ve 153197/107 sayılı mütalâanamede. bu camiin BizanslIlardan kalma bir eser olma­ sı hasebiyle hiçbir vaka olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve halk tarafından bazı gelirler bağlanmışsa da bunlardan aşar olarak bağlanan Sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise kuran okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dini emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulunmadığı ve şim­ diye kadar tamiri, gelirine bakmaktan diğer vakıflarla bir arada yapılgelmekte olan bu bina cami olmaktan çıkınca artık buna da imkan kalmayacağı ve bütçelerini bu günkü vaziyeti herhangi bir yardıma da yol bırakmamakta olduğu ve çevresindeki yapılardan evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de ötekine beriki­ ne ait olanların evkafça satın alınmasına imkân bulunmadığı bildirilmiştir. Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24/11/19341e görüşülerek camiin çevresinde evkafa ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğü'nce yıktırılarak temizlettintmesi ve diğer binaların istimlâk, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarını da Ma­ arif Vekilliği'nce verilmek suretiyle Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur. 24.^11/934 REİSİCUMHUR Atatürk


BEŞmCIBOlAJM

DİN G O R E V L İL E R İl SONSUZ Z U L İ^ !


DEV

g ö r e v l il e r in e

SO N SU Z ZULUM !

Danıştay K arar Veriyor: '‘Din görevlisi Memur Sayılmasın!" 15.12.1927 tarih ve 846 sayı ile "Şuray.ı Devlet". "Danışiay.'ın aldığı karar ile "Memurin" tabakasından sayılmayarak. devlet görevinden ihraç edilen din hizmetlileri, o günkü tanımıyla hademe-i hayrat. 1 Ocak 1928 tarihinden iti­ baren de Diyanet işleri Başkanı Rıfat Börekçi'nin bütün müftülüklere gönderdi­ ği tamim ile camilerdeki görevlerinden ebediyyen uzaklaştırılmış oluyorlar ve din hizmetlisi olan bu kişiler için artık maddi ve manevi ıstıraplarla yüklü bir hayat başlamış oluyordu. 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı yasa ile Tevhidi Tedrisat Kanunu'nun yasallaşması ile zaten her tür din eğitim ve öğreümi veren okullar kapatılmış ve de din ilimlerinin öğrenUdiği ve öğretildiği merkezler durumunda olan medrese­ ler kapatılarak büyük bir din görevlisi din hizmetlisi kitlesinin kadrosuz, maaşsız. aç ve sefil bir hayat sürmelerine neden olunmuştu. Bir de Danıştay.ın ve Di­ yanet işleri Başkarüığı'nm 15.12.1927 de karar verilip 1.1.1.1928 tarihinden itibaren uygulamaya koyulan bir kısım din hizmetlilerinin görevine son veren karar ile din hizmetlilerinin maddi ve manevi zararlan had safhaya ulaşmışu. Koca koca müderrislerin (profesörlerin) aç gezip, çıplak dolaşmaya mahkûm edildiği, çoğu vaiz, haüp gibi din hizmetlilerinin de kadro fazlalığı ba­ hanesiyle memurluktan atılmasından, bir müderrisin Diyanet İşleri Reisliğine gönderdiği bir maruzat, dönemin aydııüanması açısından bir hayli ilginçtir. SUleymaniye Medresesi Mantık Kürsüsü müderrislerinden ve a>ıu za­ manda Beyazıt Camii dersiamlarından ErzincanlI Hacı Haşan Efendi'nin sözko. nusu dUekçesi şöyledir.


148

c u m h u r iy e t d ö n e m i

D İN V E D E V l.E T iL lŞ K lL E R j

T.C. Diyanet İşleri Riyaset-i Celîlesıne. Ma'rûz.ı dâiyanemdir. .*Ouaciları 1323 (1907) tarihinden ben tedris ile iştigal etmekte olduğum gibi medreseler teşkilâtının başından beri de Islâm Tarihi, Umumî Tarih, Farsça; coğ­ rafya, hesap, hendese ve mantık derslerini fasılasız müzakere eyledim. Yalnız medrese tahsiline vaktimi ayırmayarak muhtelif ilimleri de tahsil etmek için İstan­ bul Dârü'l-Muallimîn Ibtidarye" rüştiye ve âliye edebiyat kısımlarında ve Dârü'lFünûn (Üniversite) Edebiyat şubesinde ve Medresetu'l-Kuzâtla ayrıca tahsil ede­ rek millete hizmet edebilecek bir iktidarı elde ettim. Yedi sene Numune mekteblerinde dini dersler, hesap, hendese, Türkçe okuttum. Bu arada, garp ilimlerinden haberdar olmak için Fransız alimlerinin eserlerini mütalâadan geri kalmadım. Garp filozoflarının felsefî ve mantıkî eserleri ile geçmiş alimlerimizin mantıkî eser­ lerinden hülâsa ederek surî ve tatbikî mantıktedrisiyle sadakatle iştigal etmekle ve senelerden beri bu hususta dikkat sarfetmekte İken Tevhid-i Tedrisat Kanunu do­ layısıyla medreseler lâğv edildiğinden tabiatıyla açıkta kaldım. Ve hizmet gör­ mekten mahrum oldum. Ve mart ile nisanda ancak dersiam maaşımın aslı verile­ rek aylık sekiz kâğıt (lira) ile bugüne kadar beş nüfusu bakmaya mecbur kaldım٢١١ Mayıs (ayı maaşı) ise halen yoktur. Efendim, duacınız milletime, vatanıma bilfiil hizmet etmek istiyorum. Evkafta herhangi bir vaziyeti ifaya muktedir ve müheyya­ yım. Dinî telkinlerde bulunmak esas emellerimdendir." "Bu kadar seneden beri fasılasız itmî vazife ile iştigal ettikten ve tekâmül de­ recesini ancak bulduktan ve yaşım da tamamiyle hizmet görme derecesinde ol­ duktan sonra birdenbire en fecî atelete mecbur edilmek pek ağır geliyor. Acuze güruhunun sadaka beklemesi kabilinden maaşa intizar ederek boynu bükük bir vaziyette kalmak pek acı geliyor. Hem atalet hem sefalet... Tabiidir ki bu hale yüce vicdanları hiçbir vakit razı olmaz. Sermaye yok ki esnaflık edeyim. Istanbul'ûn birçok muhidi vardır ki. hakikaten irşada muhtaçdır. Fakat vazifedâr olmay­ anların sözü her şeye hami olunur. Bu cümleden Karaköy muhidi bu kabildendir. Ve cami imamlığı da münhaldir. Bu mahallede imamet vazifesiyle tavzif buyuruldüğüm surette hem ataletten kurtulmuş olacağım, hem de irşada bir mahal bul­ muş olacağım açıktır.. .Bu babta yüksek riyasetlerinin lûtfunu istirhama müsaade buyurmasını myaz ederim. Ol babta irade efendim hazretlerinindır. 16 Haziran 1340 (1924). Aksaray'da Sofular Mahallesi'nde Salih Efendi Sokağı'nda 14 numaralı hanede ٠ mülga suleymaniye Medresesi Mantık müderrisi, Beyazıt dersiamlarından Erzin­ canlI H aşan"

Maaşlı din görevlilerinin dunımlan da. görevlerinden uzaklaşiınlmış din görevlilerinden faricJı değildi. Çünkü dönem içerisinde memurinden sayılıp en az maaş alan din görevlileri kesimi idi. Sek.scn kuruş ile beş liraya kadar yükse. 1.

Medreeeienn k٠patikn٠،ıyla bırikie sekiz krıhk mOdemslik maaşı da sona armış ve en yüksek Ğn gûrevHınır. maaşı baş lirada dondurulmuştur.


٢

D IN G Ö R E V İJL E R İN E

so n su z zulOm

149

Icn din görevlisi kadrolannda aldıklan bu küçük maaşlardan dolayı şiddetli geçim sıkımdan gözleniyor ve bırakın dertlerine çare olmayı, devlet bilerek onlan sefalete sürüklüyordu. Devletin uyguladığı din politikasının tabii sonuçlany. dı bunlar. Ve tatbiki beklenen sonuçlardı. 25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayılı kanunla giyilmesi zorunlu hale getiri­ len şapkanın, önceki bölümlerde de bclimiğimiz gibi, iddia edildiğinin tam ter­ sine, o günün şartiannda bir hayli pahalıya mal olması ile, zaten geçinmesine bile yetmeyen maaşlanyla, bir de şapka almak mecburiyetinde kalmalarıyla sı­ kıntıları daha da bir anmış oluyordu. Çoğu din görevlisinin devlete borçlandınlarak şapka almaya zorlanmış veya maaşlanndan peşinen kesilerek Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla din gö­ revlilerine şapkalan dağıtılmıştı. 1929 yılına ait bir belgede İstanbul vaizlerinin şapka borçlanna mahsuben kesilen paranın 80 kuruş olduğunu görürüz. Bir vaizin maaşının dön lira olduğu yıllarda hemen hemen maaşından dönte bir oranda "şapka" adına kesinli yapıl­ mış olması, bugünün şanlannda değerlendirildiğinde, devlct-din politikasının nasıl yürütüldüğü hakkında da bilgi vermiş olur. Henüz o yıllarda ikiyüz kuruşluk bir maaşla müezzinlik görevini üstlenen din görevlilerinden birisinin İstanbul Müftülüğü’ne gönderdiği maruzat dilekçe­ si, din hizmetlilerinin o yıllarda içinde bulunduğu ekonomik şartlan çok güzel dile getirir. Çarşıkapı kaleiçi Haşan Ağa Camii Müezzini Salih Zeki Efendi. Mayıs 1928 tarihli dilekçesiyle İstanbul MüAülüğü.nc hitaben içinde bulunduğu şartlan şöyle ifade ediyordu: İstanbul Müftülüğü Canib-i Alîsine, Efendim.

" ‫ا؛ﺛﺬ‬

!‫ةاب‬-‫ﻋﻌﺠﺎﻟﺖ!ا‬:،‫ا!!؟اه؛ﺀه؛ﺀ؛‬8٢‫ ! ؛‬7! ! ‫ ﻗ ﻪ‬١٠‫ ا‬: ! ‫ ؛‬٧٥ ‫ ؟ ؛ ؛ ؛‬-ddecedi

m iz Çarşıkaprda Evliy azade Mehmet Efendi Camii müezzinliğinden çıkarıldım .‫ا هﺀ‬

"Kalabalık bir ailesi olan bir Türk olduğum gibi senelerce dini müesseselerin hadimiyim. İlmiye mesleğinden olup bir sanat erbabından da değilim. Vazife kale­ minde yoklama ilmühaberini celp edip bakın. En güzel şekilde vazife eniğim ve es2 Sadık Albayrak. Türkiye'de Din Kavgası, s. 235-237. 3. Salih Zeki Efendinin Çarşıkapı Camii müezzinliğinden çıkarılışının lek nederv. camim kadro ha rid kabul edilerek, imam ve mOezzir١terinin alınmasıyla ügıtıdır Bu tür kuçuk cam. v . m«٠cı٠ar den İstanbul'da 1928 yılında 90 Küsür adet bulunuyordu

-


I !

٠ 150 i

I '

‫؛‬

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

nalın mazbatası olduğu halde hiçbir esbab olmadığı, ifa.i vazife eylemekte oldu­ ğum halde bir diğerinin tayini ile mezkûr müezzinlikten çıkarılmam adalete muva­ fık değildir." "Muhasebeye şapka parasından borcum olduğu gibi küçük çocuklarım var. açtır. Ailem muhacir, ma'lûl, on bir çocuk annesidir" "Hâl.i şanım, idare-i maişetim, fakrü zaruretim, me'yus.i kaderim beni bütün makamlara müracaata mecbur kılacaktır. Hakkımda merhamet adalet buyurunuz, müezzinlik, imamlık, hatiblik vazifelerinden münasip bir yerde bir vazifeye tayin buyurulmaklığımı istida ve istirham ederim. Salih Zeki Efendi, dilekçesinin karşılığı olarak ve biraz da durumu içler acısı vaziyette olduğu için Kumkapı Cerrah Ishak Camii müezzinliğine atanmış ve maaş olarak da yedi çocuğu düşünülerek ikiyüz kuruşa karar kılınmıştır.

Artık Kumkapı Cerrah îshak Camii müezzini Salih Zeki Efendi aldığı iki­ yüz kumşla 9 nüfuslu ailenin geçimini sağlayacak talim(!) lere başlayacaktır. Üstelik aldığı ikiyüz kuruşun en az seksen kuruşu şapkaya gidecektir!.. Evet böylesine gülünç ve fakat ağlatıcıdır din hizmetlilerinin manzarası. Bazılarına para yok... Bazılanna da hem para hem vazife yok... Cumhuriyetin başlangıç yıllannda din-devlet ilişkileri açısından unutul­ maması gereken uygulamalardır bunlar. Hem din özgürlüğü ve hem de bu özgürlükler adı altında dine, dindarlara V edin görevlilerine layık görülen zulüm uygulamaları 1925'ten sonra devletin dine karşı gösterdiği ve aslında hiç bitmeyecek olan çifte standaitıdır bunlar... I'

٠ ١

S ٠lh Z٠،u Efendinin İstanbul Müftülüğüne .önderdiğ. dilekçe tan bkz Betg. No S. SftdtkAlbayrak, Türkiye’d e Dm Ksvyes/. s 238


ALTINCI BÖLÜM

İSİÂMİYETİ ISLAH PR O JE T .R .f m

d in d e r e f o r m l a r v e



d in d e

R E F .R ^ A R

v e

٤ 8 1 ‫اد غﺀ‬ ً ٤

I S L A H P R O J E L E R İ (‫)؛‬

8 Ocak 1928 tarihinden itibaren. Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi'nin başkanlığında yürütülen komisyonun onaya koyduğu '.İhtiyaçlar Nizamnamesi', doğrultusunda artık sadece camilerdeki din hizmetlilerinin hizmetlerine son ve­ rilmekle kalınmayıp; camilerden bir kısım kapatılıyor, halta bir kısmı da sadığa da çıkanimış oluyordu. Bu tarihten itibaren askeri kışla olarak kullanılan veya tahıl amban şeklinde kullanılan camiler. 1928 yılından itibaren camilerin fonksiyonlan dışında kullanılmasına en çok rasüanan örnekler olmuşlardır. Kısaca 1928 yılı, devletin dine, dini kuruluşlara ve dindarlara karşı uygu­ ladığı baskı, zulüm ve yokeune olaylarının, artık tevil ve tefsir edilmeyecek kadar açıklıkla yürütülmeye başlandığı yıl olmuştu. Maaşlan kesilen din görevlileri, kadrolardan çıkartılan hizmeüilcr. memur dahi kabul cdilemcycrek "İkinci sınıf vatandaş" kabul edilen‫ ؛*؛‬hayrat hadamesi. yakılan, yıkılan, satılan, kışlalaşan. ambarlaşan. camiler... ve bütün hücumlar, saldmlar ve hareketler 1928 yılından itibaren Türkiye'de çok sık sah­ nelenen görüntüler olmaya başlamıştır. "Din nedir?. Din nasıl doğmuştur?. Din niçin ölüyor'.\ ahirei var mıdır?" gibi sorularla. "Din Afyon'dur. Din Hurafe ve Sihirbazlıklarla doğmuştur. Din hiçbir ihtiyacı karşılayamadığı için ölmektedir. Ahiret yoktur!. Ahirei inan­ cı hurafeden ve boş bir inançtan ibarettir!‫ ؛^؛‬gibi cevaplar gündeme getirilerek t. Sadık Albayrak. TOrfQy0 \je Din Ka\vmsı, s. 232. z R.simli ay Oargisinde bu sonjlann hof bin 0‫ا‬9 ‫• ر‬yn bif kitapçık yayımtanmı ١‫ م‬Ğne k a ^ pozı٠> VISI yaklaşımlarla bu sorunlar *İnançsızlık' boyutunda oevBplarH٠ntmıbr (1927) 3. Cavaplar, Reseli Ay der٠is،mn yayımladı.! söz k ^u su kitapçıklar Sidao• b fir Ozat (HHC).


154

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D lN V E D E ١^ ٠E T

٠

-

halkj dinden ve İslâm'dan uzaklaşiırmalar başgöstermiş ve üstelik yapılanlar "Kemalizm adına" yapılınca bir tür "Yeni İslâmcılık‫؛‬..^ olarak dile getirilmek is­ tenmiştir. Kafirliğin Yeni Modeli "Kemalizm adına" yapıca bir tür "Yeni İslâm'cılık olarak gündeme getiril­ mek istenenlerin başında "Dinde Reform" veya "Dini Islah Projeleri"‫ ^^؛‬gelmek­ tedir. Gündeme getirilmek istenen projelerle İslâm veya din; dinlikten çıkanlmakıa ve adeta yeni bir din olarak halka sunulmaktadır. İşte bu "Yeni din" ve "Yeni İslâm", Mete Tuncay'ın ifadesiyle "Kema­ lizm" olmaktadır. Daha 1925-1926 yıllannda başlatılmak istenen ve fakat zaman olmadığın­ dan gündeme getirilemeyen "Dinde reform" hareketleri ilk sinyalini 15 ve 22 Man 1926‫؛‬.‫ ؛‬tarihinde. İstanbul Göztepe Camii'ndc vermişti. Daha önce de söy­ lediğimiz gibi, Göztepe Camii İmamı Hacı Cemalcddin Efendi. Türkiye'de bu tarihlerde ilk Türkçe namazı kıldırarak ve ilk Türkçe hutbeyi okuyarak adından epeyce bahsettirmiş ve Türkiye'de yoğun tartışmalara konu olmuştu. Dinde ve ibadetlerde yenileştirmeye yönelik bu hareketlen iki sene sonra, 20 Haziran 1928 yılında, çok daha geniş bir şekilde "Dinî reform ve dinde İslah projesi., gündeme geldi, üstelik bu proje bir devlet kuruluşu olan Daru'l-Fünun İlahiyat Fakültesi tarafından gündeme geldi. Yani bir din kurumu -zamanına göre- olan İlahiyat Fakültesi İslâm-ı zamana uydurmak teklifleriyle ortaya çık4 Kemaltzmın yapıca bir tur “YotI İslâm, olduğunu dil. getiren yazar Mete Tungay, bu teşhisini 1977 yılında Ankara'da Felsefe Kurumu'nun dOzenlediğj btr seminerde .Dogmatizm" isimli bildi, nsiyle günüme gtirmıştır. Yazar 0 günkü bildınsinde. lalkJigi “Batiya rağmen, batiya yaranma" şeklinde ifadelendirdi! ٠çin sOzkonusu bildn e^yce tartışmalara yola akmıştır. Mete Tungay laikliğin "toplumsal bir gereklilik sonuar ^m adiğini, ilen sürmesinden dolay, kimi ^ e le rh e r zamanki gı^.. laiklik elden gidiyor! teranelenne başlamışlardır, örneğin İstanbul Hukuk Fakülte. S'.nde Prof Dr. Bülent Tan^. "Laiklik bir ithal mail mıdır?" başlıklı bir yazışında (Yargı. sayı 34. $ubatl979. s. 7-9). Mete Tungay'ın bu hakli tesbitJeri^ efeşörî yönelterek: .....tonhımızın olumlu miraslarından binni daha halk düşmanlanna terketme anlamına geldiği İçin siyasi sonuçlan bakımından da zavallı buluyum .٠demişDr. G٥r٠٠üyor ki. kimi ilke ve inkılaplara, -soldan veya sağdan nereden gelirse gelsin, yöneltilen bi. ،msel eleştinlef siyasal - n l e r e bağlı kalınarak y^te^ırilmek ve askı altında tetulmak isten!T٠kte<،r ^ sa b.^sel araştırmalı, Nçb٠r zaman ٠۶asal n e n le ri, yönlendıntmemelıdir 5 ٥‫؛‬ni ٣ ibadetleri "zamana uydurma, gibi bir anlayı‫ ؛‬.. "dini ıslah projeleri, *nılmiştir (Jaeso hke. Ygni Tühûyı’d e Uüm4ıK 5, 40.42) 6. Vikit. € Nisan 1926 jaessehka. ٠ g.e., 5 . 44


D lN D E R E F O R M L A R V E ISLÂ M fY ETİ ISL A H P R O JE L E R İ

155

mışD. 20 Haziran 1928 yılında. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültcsi'nde bir grub hocanın bu tarihte basına dağıttığı ve Cumhuriyet Halk Partisi hükümetine verdiği٢^ ‫" ؟‬İbareti zamana uydurmak ve İslâmiyeti ıslah" adlı proje şöyle idi; 1- Demokrasi sahasında tecelli eden muazzam Türk inkılâbı; lisanî. ahlâkî, hukukî, İktisadî bütün içtimai müesseseler! ile başlıca iki manzara gösteriyor. Birin­ cisi: Bütün içtimai müesseselerin iim‘leşmesi; İkincisi; Bütün içtimai mtüesseselerin millîleşmesi. Binaenaleyh, cemiyetimizin hayatında ilme ve makulâta ait olan bütün mevzular aklın ve ilmin selâhiyeti ile idare edildiği gibi, millî hüayata ait olan bütün faaliyetler de infiratçılıktan kurtulmakta ve millî tesanüde dahil olmaktadır. Türk inkılâbı lisanda, ahlakta, hukukta, iktisatta yaptığı bütün tahavüllerin mebdeini ilmin nakuliyetinden ve millî hayatın feyzinden almıştır. 2. Din de İçtimai bir müessesedir. Diğer İçtimaî müesseseler gibi hayatın za­ ruretlerine katlanmak, tekâmülün seyrini kovalamak zorundadır. Bu tekâmül gerçi dinimizin tabiat-ı esasiyesi haricinde olmayacaKtır. Fakat bununla dinimizin İlmî, İktisadî ve bedîî emirleri her ne olursa otsun bütün eski şe­ killere ve eski örflere merbut ve tekamüle kudretinden mahrum kalacağ.nı düşün­ mek hatadır. Binaenaleyh Türk demokrasisinde din de muhtaç olduğu inkişafı ve hayatiyeti göstermelidir. 3 >Böyle

bir ıslahat imkanı mevcut olmakla beraber, bunun sırrîlerin lâ-akfî ve fevrî olan tesirlerinden beklemek, bugünkü cemiyetlerin şartlarına göre bir imkânsızlıktır. Dinî hayat da. ahlakî ve İktisadî hayat gibi ancak İlmî tefekkürler ve İlmî usullerle ıslah edilmelidir ki, diğer müesseselerle hemahenk bir surette hususî ve şahsî feyzini verebilsin. Bu ıslahat için encümenimizin tasavvur ettiği tedbirler şunlardır: B v v e l â İb a d e tin ş e k lin d e :

Mabetlerimiz temiz, muntazam, kabil-i ziyaret ve kabil-i iskân bir hale getiril­ melidir. Mabetlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabılarla mabet, lere girilmesi terviç edilmelidir. Bu. dinî ıslahatın ibadete ait olan sıhhî şartıdır. S a n i y e n ib a d e tin d ilin d e :

İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Ayinlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kabul ve istimal edilmelidir. Bunlar yalnız hafızanın sermayesi olarak değil, mek­ tup ve muharrer olarak dahi istimal edilebilmelidir. Ve mabetlerde bu esasta teşki­ lat yapılmalıdır. S a l i s e n ib a d e tin s ıfa tın d a :

İbadetin son derece bediî, mühiyyiç ve ruhanî bir şekilde yapılması temin edilmelidir. Bunun için usulü dairesinde tegann'ıye mUstart müezzinler, imamlar ye. 7٠ Demetin dini tam birdenetim altmda tuttuğu 0 günün şartlan g٠zönünde bulundurulunca, bu f f f٠ m ١ taslağının ismet Paşa hükümeti ٥ rafından. Ilah^al Pakuttesi D i a n n a ٠z٠ rta٠ devrettiril, diği akla daha yakın gelmektecir. Kr^dan fazla kralcıların olduğu 0 .m an lar ilahiyat Pakoheı sinden gerçekten hiçbir mecburiyette y^ken böyle bir reform taslağını beklemek gayr , kabil bir şey değildir. Ancak ^ograma bakıldığındı ibadettertle ^ o rm taşlığının ، ٠ ‫ل‬8»١‫م‬٠ hazırlandığı •şikârdır.


156

CU M H U P^İY ET D Ö N E M ! D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

tiştirmek lâzımdır. Ayrıca, mabetlere musiki aletlerir١ır١kabulü dahi lâzım gelir. Ma­ betlerde İlâhi mahiyetinde asrı ve enstrümantal mûsikiye katı ihtiyaç vardır. R a b ia n ib a d e tin lik r iy a t.n d a :

Hutbelerin matbu şekilleri kâfi değildir. Hitabet kıratten ayrı bir şeydir; hutbe­ lerde mühim bir mahiyet, doğrudan doğruya İlmî yahut İktisadî fikirler değil, doğru­ dan doğruya dinî olan kıymetler ve ma'kulelerdir.

١

II

١

Bunu verebilecek olan insanlar hitabete muktedir din filozoflarıdır. 6u merte­ bede hatiplerimiz llâhiyat Fakültesi vasıtası ile kafi miktarda yetişinceye kadar, ha­ riçte otan din mütefekkirlerinden ve din filozoflarından istifa etmek lâzımdır. Bunlar haricinde yapılacak hizmet, din edebiyatının ve din felsefesinin tesisidir. Bu maksadı eski şekliyle ne doğrudan doğruya ilm-i kelâm, ne doğrudan doğruya tasavvuf temin edemez. Asıl mühim olan şey. ne Kur'ân-ı Kerim'in Türçesi. ne de bu Türkçe'nin tasnif ve tensik edilmiş şeklidir. Mühim olan şey. Kur'ân'ın ve Islâm dininin beşerî ve mutlak mahiyetini gösteren bir rüyettir. Şimdiye kadar bu yapılmamıştır. Kur'ân-ı Kerim bu gözle görülüp kuvvanî (dinamik) bir zekâ ile anlaşılmadıkça akl-ı mahz ve mantık-ı mücerred ile anlaşılamaz. Bütün ıslahatın tahakkuku için İlmî bir merkez tarafından vücuda getirilecek olan tatbikat projesi­ nin ihzarı lâzım gelir. Bu ilim merkezi ilahiyat Fakültesi'dir. Türk inkilâbı bu fakülteyi vücuda getirmekle bu ihtiyacı tespit etmiş oluyor. Fakültemiz üç senelik İlmî tedrisate tecrübeleri neticesinde Türk cemiyeti iç in ha­ yırlı ve şerefli olacağına kani bulunduğu bu ıslahat kanaatine vasıl olmuştur. Bunun olanca salâhiyetle, salâhiyetdar makamlara arz edilmesinde millî bir fayda olacağına da ayrıca kanidir. Türkiye'nin siyaset-i âliyesi alâkadar eden ve bütün İslâm memleketleri için yaratıcı bir tesir yapmak iktidarlarında olan bu ıslahat esasları kabul ve tasvip edilirse. Fakültemiz daha mufassal ve daha alemşümul hizmetler ifa etmek iktidarını dahi gösterecektir. Ezcümle âyinlerin sıhhileşmesi. Türkçeleşmesi, bediileşmesi, felsefeleşmesi hususundaki tekliflerin cihet-i tatbikiyesini ve ameliyesini tafsil edeceğiz. Bu babta kitaplar, makaleler neşredecğiz. Umumi dersler ve konferanslar açacağız. Ve Türkiye'de mevcut dinî memurlara terbiye-İ meslekiyesini temin için meslek kursları tesis edeceğiz. Ayrıca, Fakülte mecmuası vasıtasıyla bu ıslahatın ilmî mütalaalarını ve İlmî mülâhazalarını neşre­ deceğiz. Bu surette yem Türkiye'de, din sahasında yalnız yeni bir vicdan intibahının değil, bütün esir ve geri olan Islâm kavimlerinin hürriyet ve terakkiyesinin de bir mürşidi olabilecektir. Ancak bu suretledir ki. Cumhuriyetin bir ilim müessesesı olan İstanbul Darül­ fünunu llâhiyat Fakültesi vatana karşı borçlu olduğu medenî ve asrî vazifeyi yapmış olacatct‫؟؛‬.W

٥ Son Posia Gjurelosf. 21 Haziran 1925. i ĞâZûfesi. 20 Haziran 1920: Gonhard Jaes^ke. v•« 1 ‫ا‬7٠'‫ ه‬٠ Isiim lık. ٠. 40-42. s^ ık Albayrak Seriatton LmMiğSi 5 333-337. Kadir MısıroğKj. S u AZi ٠٠ 435438.


D lN D E R E F O R M L A R V E İSLAM İYET! ISL A H P R O JE L E R İ

157

Komisyon Başkanı olan Profesör Köprülüzadc Mehmet Fuad, basma bu hususta aşağıdaki izahatı vermiştir '.Dinî reformun amacı, bugünkü hayatın bütün öteki alanlannda yer alan aktif gelişme sürecine dini de uydurmaktır, tamamlamaya çalıştığımız bu prog­ ramı üniversite yönetim kuruluna havale edeceğiz. Metin daha sonra Milli Eği­ tim Bakanlığına sunulacaktır." 1928 yılında İlahiyat Fakültesi profesörlerinden bir grubun neşrettiği, bu "İslâmiyet.i Islah(!)" veya "İbadet Reformu" denilen projeye şu kişiler imza at­ mıştı: Prof. KöprUlüzade Fuat Prof. İsmail Hakkı Baliacıoğlu Prof. İzmirli İsmail Hakkı Prof. Halil Halid Prof. Halil Nimetullah Prof. ıMchmci Ali Ayni Prof. Şerafettin Yaltkaya Prof. Arapkirli Hüseyin Avni Prof. Hilmi Öner Prof. Yusuf Ziya (Babanzadc Ahmet Naim Bcy'le. Profesör Ferit Kam bu reforma şiddetle karşı çıkarak, imzadan islinkaf etmişler ve heyeü terketmişlerdir.) İbadet reformu projesinin yayınlandığı günlerde (Haziran 1928). Milli Mecmua bir anket açarak memleketin belli başlı dini ve felsefi eserler yazan muharrirlerine müracaatla din ıslahatı, yahut din inkılabı hakkındaki fikirlerini öğrenmek istemiş, bunlar arasında ilk olarak da Terbiye Müderrisi İsmail Hakkı Baliacıoğlu.nun bcyanaiıru 110 sayılı nüshasıyla neşretmiş ve ikinci olarak da Profesör Mehmet Ali Ayni'nin beyanatını meşredeceğini ilân eylemişti. Bahsi geçen beyanatlar iddia ettiğimiz gibi "Dini ıslah projesinin din-devlet ilişkisiyle meydana getirdiği de isbai sadedindedir. Çünkü İsmail Hakkı Baliacıoğlu açık­ ça, "Atatürk bizden bunlan istiyordu" demiştir. Sözkonusu beyanailan Milli Mecmuarun 111. sayısından buraya aynen naklederek sîzlere sunmak isliyorum:

I


158

CUM HURİYETİ' D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞK İL E P^

TURK İNKILABI KARŞISINDA MÜSLÜMANLIĞIN DURUMU Evvelce bir ar١ket açacağımızı ve geçen nüshamızda da sualleri bildirmiştik. Bu hususta ilk defa olarak Darülfünun Terbiyesi Müderrisi İsmail Hakkı Bey'i ziya­ ret ettik: ٠ Din. İçtimaî hayatta lâzım mıdır, değil midir; asrımızın ilmi, ahlakî bediî inki­ şaflarına rağmen dinî hayat zaruri midir, değil midir? - Din de lisan, ahlâk, sanat gibi içtimai müesseselerden biridir. Cemiyetin ha­ yatında dinin kendisine mahsus canlı vazifesi vardır. Bu vesile lisanındaki ifade, ahlâktaki iyilik, sanattaki güzellik vazifelerinden ayrıdır. Onlarla karşılaştırılmamalıdır. Din vecd ahlâki ve bediî ve icidler gibi nev'inde münferit bir hâlettir. Asrımızın İlmî, ahlaki ve bedî inkişaflarına rağmen ayrıca dinî hayat yaşamak bence İçtimaî bir zarurettir. - İslâm dininin tekâmül ve inkılâp kabiliyetivar mıdır, yok mudur? ٠ Islâm dininin tekâmül ve inkılap kabiliyeti var mıdır, yok mudur? suali aksi bir sualdir. ”Islâm kavimlerinin tekâmül ve inkılâp kabileyiti var mıdır, yok mudur?” diye sorabilirsiniz. Çünkü kavimler haricinde din diye mücerred, maddi ve gayri şahsi bir şenıyet yoktur. Islâm dininin tekâmül ve inkılâp kabiliyeti Islâm kavimlerini tekâmül ve inkılâp kabiliyetine bağlıdır. Birdin birlikte yaşadığı ilim, ahlak, hukuk, sanat ve medeniyet şekli haricinde kalamaz. Dinin mukadderaı bütün diğer »çtimaî müesseselerin mukadderatına bağlıdır. Türkler bir inkılâp yapmışlardır. Müslümanlık da Türklerle birlikte bir inkilâp yapacaktır. ٠O inkılâbı yapacak kimlerdir? • Gerçi böyle bir inkılâbı Peygamberler. Velîler gibi mistik adamların yapaca­ ğını zannedenler vardır. Ben o kanaatte değilim; zamanımız, sırrîleri besliyecek bir zaman değildir. Dini inkılâbın tohumları İlmî, ahlâkî. İktisadî ve inkılâbın to­ humları gibi evvelâ fikrin ve ilmin açtığı ve temizlediği tarlalara ekilecektir. Bugün bütün içtimai müesseselerı tanzim eden şey. cemiyetin İlmî ve müs. bet velayeti olduğu gibi, dinî müesseseyi de aynı cemiyetin İlmî ve müsbet velâyeti tanzim edebilir. Bunun haricindeki kanaatlerin yaratıcı bir mahiyeti yoktur. - Hıristiyanlık karşısında Müslümanlığın ahlâkî hüviyeti nedir? Müslümanlık da Hristiyanlık gibi ahlâkî ve medeni dinlerden biridir. Her iki din insanların bazı ezelî iştiyaklerine tercüman olmuştur. Her iki din doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin mutlak şekillerini anlamıya değil, fakat yaşatmaya çalışan in­ sanlık hamleleridir. Yalnız bu dinler arasında ihtilâf münasebetleri yerine içtihad farkları vardır. Fakat bu içlıhadlar ictihadlardan ibaret kaldıkça bir insan için bir dini diğenne tercih etmek imkânı yoktur. Binaenaleyh itikatlarımızın menşei içinde yaşadığımız milli cemiyetin dini hayatı olması tabiidir. Diğer taraftan lâzım ki in­ sanlar bedî mezheplerden ayrıldıkları gibi, dini telakkilerde de ayrılsınlar. Yalnız bu aynlık içtihad sahasında kalsın, yoksa husumetin topraklarına girmesin. ٠Müslümanlıkta inkilâp esasları ne olabilir?


D İN D E R E F O R M L A R V E I S L \ M H

IS L A H P R O J E L E R İ

159

٠ Birincisi, ibadetin şekiinde‫ ؛‬Mâbetier yak٠a§ı‫؛‬abit،r٠ içerisine giriiebitir sıhhl ve bedii evler haline gelmelidir. Temiz bir ayakkabı ile İçeri girelebilmelidir. secde yerden yUksek temizkürsUler üzerinde olmalıdır. İkincisi dilinde: ibadet mUnhasi" ran Tü^ diliyle ve Türk edebiyatıyla yapılmalıdır. Hem hutbe, hem namaz, hem de dualar Türkçe ve TUrkler İçin olmalıdır. Üçüncüsü ibadetin sanatında: GUzel sesli müezzinler lâzımdır, kâh değildir. Mâbede ney. keman, piyano gibi âletlerin musi" kisi de girmelidir. Bu musiki, Türk sanatkârları taralından en mütekâmil bir١ anat telâkkisine gOre icat edilmiş en İlâhî, en ruhanî parçalan Türk halkına dinletmelidir. Dördüncüsü Dinin Felsetesinde.. İlmî kemâl ve tasawut dediğimiz Din Felseteleri tarihî kıymeti haiz telsâte mezhepleridir. Yeni TUrklerin muhtaç oludğu Din Felse. tesi bunlar değildir. Dinin tam birtelsetesi ne kelamcıların akliyeci mantıkı. ne de tasawutçuların hissiyeci mantıkı ile vücuda gelemez. Müslümanların kitabi olan Kur'ân-I Kerim'in mutlak ve beşeri hüviyetini bize ^retecek olan tam bir telseleye ihtiyaç vardır. Bu telsete beşerî bir hadisin mahsulü, manevî bir kül ve iradi bir uz. viyet olarak telakki edilmesi lâzım gelen Kur'ân.ı Kerim'e tatbik edilicek olan ٠Kuv٠ vani Dinamigue. bir rüyet ile yapılabilir. Muasır Müslümanlığın muhtaç olduğu şey bu tarzı rUyettir. Bu tarzda Kur'ân.ı Kerim diğer İ^imai müesseselerden hiçbirinin mantığı ile teamz etmez. Bilâkis ker^i kendini teyit eder. Hülâsa İslâm dinini TUrk. çeleştirmek lâzımdır. Bunun İçin başlıca iki mUessesenin mesleki taaliyetine ihtiy. aç vardır. İstanbul DarulIUnununun llâhiyat Fakültesi ile İstanbul Konse^atuvarı, llâhiyat Fakültesi dini mUessesenin Türk milletinin içtimai bünyesinde mütesanit bir surette tekâmül İmkânlarını tetkik edecek, bilhassa Müslümanlığın TUrklUk har. Sina intibakım temin edecek, ayni zamanda ilmi kelâm ve tasawut yerine kaim olacak ‫ ؛‬ırdinfelsefesi ‫ ﺀ ث؟ا‬: ‫؛ااث ^ﻫﺎﺋﻪ‬٢ :!^‫ﺀ‬:‫ ﻻ‬: ‫ ; ؟‬: ? : ‫ أ ع ؛‬: s ‫؛‬k‫؛‬y ‫ ؛‬٥٠ vücudage. tir^ek ve müezzinlerin, imamların musiki terbiyesini verecektir."(9T ‫ ﻻو‬beyanattaki itade ve düşünüş şeklinin bahsi geçen rapora benzemesi ٠ raporun da İsmail Hakki Ballacıoğlu taralından kaleme alınmış olduğunu açıkça gösterir, .te k i prolesör ve mütehassisların da bu mevzu etratında düşündüklerini ortaya atmaları tekleniyordu. Ancak böylesine ileri düzeyde birdin ve ibadet relormu halkı ayaklandırabllir düşüncesiyle, görüşlerin açıklanmasından kaçınılıyordu. Gerek Son Posta'da gerekse Milli Mecmua'da bu türlü yazıların çıkması din. dar MüslUmanlar ve muhafazakar hal kitlesi arasında heyecanı, devrim taraftarları arasında da memnuneyeti mucip oldu. Her iki zümre de büyük bir inkılâbın artesinde olduklarım sanıyordu. Bu Sirada ilahiyat Fakültesinde müdenis olarak şu zatlar bulunmaca idiler: KOprUlûzade Mehmet Fuat. Terbiyeci Ismail Hakki. Ruhiyatçı Mustafa ‫ ؟‬ek^. İzmirli Ismail Hakki, Halil Halrt, Halil Nimetullah, Mehmet Ali Ayni, ‫ ؟‬eraleddin. Şevket, Arapkirli Hüseyin Avni, Hilmi .m er. Yusuf Ziya. Garabete bakiniz ki. bu zatlar arasında t ^ n ü s ve tıkir birici de yoktur ve olamazdı. Onlar bu mazbatayı nasıl imzalayacaklardı? Buna herkes hayret ^lyor* du. §u satirin yazdığım dak^aya kadar ^ zü l.m .m iş olan bu muammanın duğü٠

٠. Mrtli - u a , wyı 1١1‫ ^ ؛‬m a n ^luri Er٠ n.

C.S. ٠ 1

3

‫ ه‬61 -‫ ه‬.


160

CUM HURIYETT D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

münu son günlerde profesör Şerafeddin Yaitkaya lütfen ve tesadüfen bir konuşma sırasında çözdüler ve hadiseyi şöyle anlattılar: -Terbiye Müderrisi İsmail Hakkı, müderrisler toplantısında bir kere Atatürk bizden bir şeyler bekliyor hattâ istiyor diyor ve beklenen şeyi de kısmen anlatıyor­ du. Bunları sonbirdefa daha bahis mevzuu ettiği zaman, •Pekâla! Önce bir komisyon bu meseleleri bir rapor halinde tespit etsin de onun üzerinde konuşalım denildi. Birkaç gün sonra yine toplandığımız zaman eli­ mize hazırlanmış olan raporun birer sureti verildi. Münderecatına muttali olunca bilhassa namazın şeklinin değiştirilmek istendiğini gördüm. Halbuki Peygamberi­ miz, namazı benden gördüğünüz gibi kılınız buyurduğu için kavil ve fiili peygam­ berliğe aykırı düşen bir mazbatanın altına imzasını koyamazdı. Müderrisler top­ lantısında bu mesele çetin münakaşalara mucip oldu. Çokluk kabul tarafında idi. Bununla beraber o toplantıda bir karar verilmeden dağıldık, mesele aynı zamanda matbuata da aksetmişti. Gazeteler bunu merakla takip ediyorlar ve mütemadiyen soruşturuyorlardı. Fakat müspet ve doyurucu bir cevap almıyordu. O sırada gaze­ tenin birisi mazbata müsveddesini neşredince artık inkara da mecal ve mahal kal­ madı. Hatta matbuatın neşriyatı üzerine keyfiyete Atatürk de muttali olmuş ve Da­ rülfünun Rektöriüğü'nden bunu sormuştu. Müderrisler meclisi kararını verip raporunu takdim etmemiş olduğu İçin rektör Neşet Ömer meseleden hiç de haberdar değildir. Rektörle Atatürk arasında neler görüşüldü,neler konuşuldu, iyice bilemiyorum. Bilinen bir şey varsa rektörün iyice sıkiştırıldığıdır. O günden sonra bu meselenin bir daha Müderrisler Encüme. ni'nde. ne de matbuat sütunlarında bahis mevzuu olmadığı görüldü. Evet, hâdise ancak şu izahat üzerine aydınlanmış oluyor. Diğer taraftan pro­ fesör Ali Ayni de bu hâdiseyi şöyle izah ettiler. Hükümet büyük bir himmet ve güzel bir niyet eseri olarak Cumhuriyet devrin­ de bir İlahiyat Fakültesi açmıştı. Kaldırılan Medresetül Mütahasısın talebesi iklin buraya naki olunarak okuyup çıktıktan sonra yenileri gelmediğinden Fakülte tale. beşiz kalmıştı.Çünkü bu fakülte çıkacaklara parlak bir istikbal vaadetmiyordu. Diğer taraftan camilerdeki cemaat safları günden güne seyrekleşiyor, buralara ancak avam ve cahil halk tabakası devam ediyor, münevverlerle mütefenniler mü­ temadiyen uzaklaşıyordu. Halka dinini öğretmeye memur olan imamlar, hatipler ve vaizler ise dinden de dünyadan da tabiî ahitetten de bihaber bulunuyorlardı. Hasılı daha bunlar gibi bir çok dinî ve İçtimaî sebepler llâhiyat Fakültesi profe­ sörleri arasında vakit vakit bahis mevzuu oluyor ve raporlar yazılarak çare bulun­ mak üzere Diyanet İşleri Reisliği'ne gönderiliyordu. İşte münakaşa mevzuu olan rapor bu sırada ortaya çıktı ve ondan dolayı ehemmiyetle münakaşa ve müzakereye başlandı. I

,

Fakat Atatürk bunu niçin böyle yaptı.Acaba efkârı umumiyece fena karşıla­ nacağından mı çekindi-Yoksa henüz zamanı gelmemiş ve zemin hazırlanmamış mıydı? Yahut her inkılabı bizzat kendisi yaptığı için bunda llâhiyat Faküllesl.nin önayak olmasını hoş mu görmedi? Hasılı buraları anlaşılamıyor ve izah eden de bulunmuyor.


D lN D E R E F O R M L A R V E ISLAM ÎYETİ ^SLAH P R ^ J E ? E R <

161

ilahiyat Fakültesi p٢٠tesö٢ler‫؛‬nin ileri sürdükleri yenilik ve .slahat çarelerinin çoğu esasen halledilmiş, yalnjz bunlarm bir k،sm١camilere girmemişti. Camilerden sonra ikinci bir ibadet yeri olan tekkelerde ise bunlarm asırlardan beri tatbik edil, mekte bulunmuş olduğu bilinmektedir. Mesela tekkelerde Türkçe neteslerle, ilahilerle ibadet edilirdi. Ve yalnız insan sesinden değil, musikî âletlerinin Çika^ığı seslerden de Istitade olunurdu. Bu mevzu etratında burada daha ziyade tatsilat verecek değilim. Hattâ en çok üzerinde durulan şey, camilere ayakkabılarla girebilmek ve yüksek bir yere secde etmek meselelerinin bile Atatürk 'ten ve ilahiyat Fakültesi protesOrlerinin teşebbüslerin, den önce esasen halledilmiş bir mevzuu olduğunu, yalnız tatbik edilmediğini gostermiş olmak İçin bu devirlerde bir hayli neşriyatta buyunan Ubeydullah Etendi'nin şu yazısını tarihe geçiriyorum: .Camilere halkın sühuletle devamını teshil İçin evvel beewel rttihaz olunacak tedbir, halkın ayakkabısını çıkarmak mecburiyetinden kurtulmasıdır. § ٧ (namaz vakti camide pabuçlarım çıkarma, ayağında dursun, eğer çıkarırsan ayağının ara. Sinda sakla. Sağına, soluna koyma. Arkaya da koyma ki arkandakine eziyet olur.) Hâdisi meydanda iken buna mani olmak ma! sahibinin razı olduğuna dellâlm razı olmaması demekten başka bir mânâ itade etmez. Buhari.de mezkûrdur ki. Hazreti Peygamber kiramı ashabıyle beraber Kabe'nin önünde cemaatle namaz kılıyorlardı. Herkesin pabucu ayam d a idi. 0 cemaatin İmamı olan peygamber namazın ka.desinde ayağındaki pabuçlardan bı. rini çıkardı, bulunduğu yerden biraz uzağa bıraktı. Namazdan selâm verildikten sonra cemaatten birisi, hatırımda kaldığına gOre galiba Hazreti Ali, cemaatin bu pabuç çıkarma hususunda Peygambere ittibaı lâzım gelip gelmediğini sordu. Pey. gamberimiz Etendimiz: Hayır. ittibanız lâzım değil. Ben pabuçlarımdan tekte namazla nakabili tevtik bir münasebetsizlik olduğunu hatırladım da onun İçin çıkardım buyurdular. Şimdi bana halk kundura ile camie girerse, namazda herkes nereye secde etsin diye sual irat edecekler olacaktır. Cevamii şerifenin bugünkü haline gOre bu sual varit mi. değil mi? B‫؛‬l٠mi۴ . rum. Çünkü bugünkü hale gOre evinden temiz fotinle çıkmış, kapısının önünde arabasına binmiş, cami avlusuna kadar 0 süretle gelmiş bir zata fotinle camiye gir. mek yasak oluyor da, cami avlusundaki şadı^anda su ile ayaklarındaki tozlan kir. leri kabartarak çamur haline koyduran sonra camiye girmek isteyen kimseye yasak olmuyor? Onun bu rutubetli ayakla bastığı yere secde etmek nasıl caiz ise, sokak kundurasının bastığı yere de secde caiz olmak lâzım gelir. Mamafih biz bunun taraftan değiliz. Bir kere ku b u ra ile camuye germ^ teC' viz olundu mu, tabiidir ki, cami kapışıma dahil olanların ayağını tertemiz temizi‫* ؟‬ ecek eshab ve vesart bulundurulacaktır. Bu^ an başka s ^ ^ a h la r a irtrta verilebilir. Çünkü namazın sıhhati erkan ve şeriatinden biri de s ^ e mahallinin namaz kılanın ayağının bastığı yerden yarim arşından ziyade yüksek olursa namaz sahih olmaz.


162

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

Demek oluyor ki. r١amazda insanın ayağının bastığı yerle başının secde edeceği yer arasında başını koyacağı yer yüksek olmak şartiyle yarım arşınlık bir tefavüti irtifaa cevaz var. Bu yükseklik 25 cm. lik bir irtifadır. Bu cevaz ile artık sec. dagahı kundura ile gezinti mahalli olmaktan kurtarmak zor bir iş midir? Bana soruyorlar ki. böyle cevazlar var da neden bunlardan istifade olunmuy. or da namaz kılmak güç bir hale getiriliyor? Ben bu yolda sual soranlara diyorum ki: Bunun sebebi öğle namazının kaç rekat olduğunu sorduğunuz vakit size dört rekat diye cevap verenleri dinlemiyorsunuz da (on rekat) cevabını verenleri dinliy­ orsunuz. İşte güçlüklere sebep bu oluyor!"‫*؛‬.^

Din Değil, Dinsizlik Öğretisi! Dinde reform ve ibadetleri zamana uydurarak Islâmiyeti ıslah(!) etme ya. nşına girenlerden, görüldüğü gibi din adına dinle hiç mi hiç alakası olmayan ve aslında dinsizlik öğretisine dayanan fikirler bulmak mümkündür: "...Mabetlerde, camilerimizde, sıralar, elbiscliklcr.gardıroplar tesis edil­ meli ve ayakkabılarla mabedlcrc girilmesi önemle tavsiye edilmelidir...... "...ibadet lisanı Türkçe olmalı, ayinlerin '(herhalde ibadetler denilmek is­ leniyor), dualann ve hutbelerin Türkçelcştirilmiş şekilleri kabul edilmeli ve uy­ gulamaya konulmalıdır..." "...Musikişinaslann gözetiminde teganniye yönelik güzel sesli imam ve müezzinler ycüştirip. ibadetlerin daha ruhani bir şekilde yapılması sağlanmalı­ dır... Bunun için de ibadetlerdeki ruhaliniğc yardımcı olması açısından, camile­ rimize musiki aletlerinin; saz. kanun, keman, piyano, darbuka, ney. vs. gibi alet­ lerinin konması gerekmektedir..." "...İbadetlerin ilahi mahiyetinde asri ve enstrümantal musiki (klasik ve hafif batı müziği denilmek isteniyor galiba!) eşliğinde yapılmasına kat"iyyen ih­ tiyaç vardır..." "...Secde yerleri yerden 20.25 cm. yükseklikte kurularak, secde makamı­ nın yükseldiğine, ulviliğine (!) uygun davranışlar gerçekleştirilmiş olur. Böylece ayakkabılarla cami içlerinde gezinilirken. secde mahallerine basılmamış olur!... "...Kuriân'ın ve Kelamalann anlattığı gibi ve ne de Tasavvufçulann izah etliği gibi olmadığmı beyanla, lürklere uygun (!) bir tarzda Kuriân felsefesi gc. lişürilmclidir..." 10 ٧« . ^ G .Z .M . 15 Mayı. 134V Mlb Macmua Mehmet Alı Ayni'mn Hatırlan. Temmuz 1928.


D iN D E R E F O R M L A R V E ISLA m IYETİ ISLA H P R O J E L E ^

163

''...Bülün bu ٠ din٤ıslah projc5‫؛‬٠ n٤ n gcrçckleştirilincsindc cn cıkili iki dcvici kunduzu, biri Danı.l-Fünün ilahiyat Fakültesi» digcri İstanbul Devlet K٠nsc^a٠ tuvan.dır." 20 Haziran 1928 yılında ^indeme gelen ve daha dncc de bazı devlet erka. ntyla» bazı din crkanı arasjnda müzakere edilmiş olan bu projelerin» dini geliştirmek adına degil. aslında dini batırmak ve dini yok etmek adtna yapıldığı, bir diger ifadesiyle, ''vahiy dini.' olan .'İslâm yerine» yeni bir beşeri din (Yeni İslâm)', ortaya ‫ ؟‬ıkarmak adına yapıldığı ortadadır. Tüm batılı araştırmacılar bu yeni dine '.Kemalizm.' adını vermişlerdir. Yukanda özetlemiş olduğumuz dinde reform cümleleri söylediklerimizin birer kanıtıdır. 1988 Türkiyesi'nde» cn solcusundan» cn sağcısına kadar sortildU" ^jnda tüm bu fikirlerin aslında dinsizlik ve dini yıkmak adına yapılmış oldugu rahatlıkla söylenecektir. Kur.ân.a Çöl Kanunu Dedirtmek (‫؛‬ayretleri Din adına dinsizlik ideolojisinin geliştirilmesine ait bir başka örnek de Kumandanoglu Kasım Tevfik adil bir kişinin çıkarmış oldugu .'Genç Düşüneicr'' adli mecmuada din adına yayımlanan yazılardır. Kumandanoglu Kasım Tevfik» Genç Düşünceler adil haftalık mecmuasında 1 ve 8 Kasım 1928 tarihli nUshalannda yayınladığı "Hazreti Muhammed'e Açık Mektup''(.*) başlıklı yazışıyla, Peygam^rimiz (s.a.s.)'e olmadık hakaretlerde bulunmuş ve onu .'Çöl bedevisi", .'Sihirbaz", "üfüriikçü" gibi ifadelerle tanımladı. Dolayısıyla Kur'ân-1 Keri.m.e de '.Çöl Kanunu'' demişti. Kasım Tevfik bütün bu hczcyanlannı bir tek şey İçin yapıyordu: Laiklik ve Dinde Reform. Kasım Tevfik'in dine karşı hczeyanlanndan bir derece daha şiddetlisi Refik Ahmet isimli yazann. Halk Partisi yayın olanlarından biri "٧yanış"ta yayımladıgı bir yazı olmuşm. Refik Ahmet» ''Allah'ı da» sultanla biriikie lahtır^an indirdik. artıkTürkiyc'de ne din» ne iann ve ne de ۴ ygam ^r vardır. Bizim dinimiz Kemalizm ve matedlcrimiz de fabrikalardır." diyerek hem Allah a, hem Peygam^rc ve hem de İslâm’a hakarette daha ileri gitmişti.( 2 ‫) ا‬ 11 Kuman( 1 ‫ ئ‬00‫ و‬٧ K ٥s ٠m Tevfik. "Gen‫ ؟‬Düşünceler adil haftalık mecmuasın. Dindar relorm ١٠ri}ş malarının resmen başlalıWı٥ı 1929 yılından itibaren ‫؟‬ikam eye başlamış ve hemen her ٥ y ٠s ٠n ٠ da dine ve d in » m u k a . 8 sayılan unsurlara hakaretle ^ lu yaiılar ١reyınl٠mıştır Y ٠« d a . .dine ve d in » m uka^es şeylere sakiırmak. suç 0İdu٠u h a l. . K u m a^ i^ ^ lu Kasım T ^ k hiç^r cezaya ^rptırılmamıştır 12. Lortı Levanlın. The Tufiash Press 192S-1932, ch. (Wien). Uyanış. 1 $ A ٠usto٠ 1929

‫ﻑ‬


164

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D lN V E D E ^ E T -

-

15 Ağustos 1929 tarihli Uyanış mecmuasında yayımlanan ve Islûm fıkhı­ na göre bir insanı kesinkes "kafir" kılan bu yazılanndan dolayı Refik Ahmet de herhangi bir cezai kovuşturmaya tabi tutulmamıştır. "Laiklik adına dine karşı atılan a d ım la r " z a m a n la Tann tanımazlığa, ateizme kadar uzanan bir grafik çizilmiştir. Bu sebeple sadece din adamı aleyh­ tarlığı‫*’؛‬.‫ ؛‬yapılmakla kalmamış, din karşıtlığı yönündeki her hareket resmi zih­ niyet tarafından onaylanmıştır.‫؛^’؛‬ 1928 yılından itibaren dini rcddedcricen dinin yerine mutlaka bir şeyler koyma ihtiyacı hissedildiğinden, "Milliyetçilik" kavramı üzerinde de durulmuş ve "Din yok. milliyet var" denilerek, dine daha farklı tavırlar alınmıştır. Bununla ilgili ilginç bir belge. Cumhurbaşkanlığı Köşkü.ndeki kütüpha­ nede bulunan, "Din Yok. Milliyet Var!" başlıklı girişiyle beraber 251 sahife tutan bir yazmadır.‫’؛‬.‫؛‬ "Din Yok, Milliyet Var!" isimli yazma eserlerle dinin yerine milliyet al­ ternatif gösterilerek, dinin yokedilmesini sağlayacak en önemli kavramın "Milli­ yet" kavramı olacağı. Yazarın ve aslında rejimin hedeflediği şey dinin laikleştirilerek milliyetçi­ liğe dönüştürülmesidir ki. bu da bir tür "Yeni İslâmcı"lık harckeüdir.

13. Mel© Tunçay. Tek Parti, s. 218 14. Kemalist laiklik anlayışıyla yapılan din adamı aleyhtarlığı, pek la bil Mustata Kemal'in din V© din adamlafi ile ılgılı görüşlerinden kaynaklanıyordu Daha 28 Mart 1923 yılında (henüz Cumhuriyet kunilmamıştır ve Türkiye'nin başında bir halife-i mUslimın vardır) Mustala Kemal alatürk. Konya Turk Ocağında yaptığı bir konuşmada: ٠ .. Muhterem ve Aziz arkadaşlar! Bızı yanlış yola sevke. den habisler, bilirsiniz ki. genellikle din perdesine bürünmüş olanlardır. Onlar sal ve temiz halkı. mızı hep .şeriat" sözleriyle aWala gelmişlerdir. Tanhimızi okuyunuz.dinleyinız.. Görüyorsunuz kj. milleti mahv^en. esir e ^ n . harap eden tenalıklar hep din kisvesi altındaki kütür ve melanetten gelmiştir Eğer onlara karşı tenim şahsımdan bir şey duymak istiyorsanız, derim kj. ben şah ^ n onların düşmanıyım Onların menfi istikamette atacağı biradım yalnız benim şahsi ima. nıma. yalniz tenim gayeme d ^ .l. 0 adim benim milletimin hayatıyla alakadar. 0 adim milletimin hayalına karşı bir kasıl 0 adim mılle.mın kalbine havale edilmiş zehirii bir hançerdir Benim ve bwımte h ٠١ fikir arkadaşlarımınyapacağı şey mutlaka ve mu.aka 0 adımı alanı tepelemek ola. caktır Farz.1 mahal eğer tenu temin etecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olma, sa. öyle menfi adim atan ٠ adamlar." karşısında herkes çekilse ve ben. kendi bir başıma yal. nız kalsam, yine tepeler ve yine cldurünjm. (Kwya Türk ^ ğ ı 'n d a yapılan konuşmada. Çubat 19231. HakjtnıyBN Mı/İiye. 15. Mete Tunçay. r.kParir.. ٠. 219. 18 K i ^ k a n ٠٠٠ı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü, TOrkiye Yazmalar kataloğu. (!"Ankara. 1979. ٠ ١6,. Rı^enı Ezasıyla kaleme alman te teneme. Atatürk taralından Çankaya K.şkü'nde oku. narak, çeşıif ..fa la n n a İşaret ve noöar konulmuş^r Ruşenı ımzalı yazar, 4. 5 ve 6 dönemlerde S e m u n d v Halk Partili miHetvekılı seçilen emekli kurmay sutey Ruşer>t Bateridir.


D iN D E R E F O R M L A R V E ISLÂM İYETİ ISLA H P R O JE L E R İ

165

Türk Milliyetçiliğini Dinin Yerine Kaim Etme Girişimleri Yine Türkiye’de dinin laiklcşiirilerck milliycıçiliğc dönüştürülmesi konu­ sunda Mehmet İzzet’in. resmi ideoloji de yansıtan. .'Milliyet Nazari yeleri ve Milli Hayal" isimli bir kitabı yayımlanmıştır.‫؛^*؛‬ Sözkonusu kitapta bir hayli ilginç kuramsal görüşler vardır. Mehmet izzet, milliyetçiliğin tutunabilmesi için dinin mutlaka zayıflatılması gerekliğini ve toplumun din adına, milliyetçiliği ancak o zaman kabul edebileceğini belirte­ rek; 'Tarihte de görülmüştür ki. dini hissiyat zayıflamadıkça, milliyet hissi kuvvetlenmcmişür"‫ ؛؟*؛‬sözlerini dile getirir. Yazar gözlemlerini doğrulamak için dc cumhuriyet dönemi İslâmcı kanadın tavizsiz yazar ve dc hocalanndan olan Ba. banzadc Ahmet Naim'in. "İslâmda Davayı Kavmiyyet"‫*؛‬.‫ ؛‬kitabından şu alıntılar yapar:"Asabiyet-i Kavmiye ve cinsiye... vücudu İslam’ın dağılması denecek kadar helak edici bir bidat-ı ecnebiyedir... Türk milliyetçiliği ile Islâm milliyet­ çiliği (Ümmetçilik manasında kullanılıyor. HHC) kavramlannın birleştirilmesini bizim havsala-ı idrakimiz bir türlü almıyor." Gerek emekli kurmay subay Ruşeni Barkar'm ve gerekse Mehmet îzzet'in "Milliyetçilik’’ derken, devlet adına topluma yerleştirilmesini isledikleri şey. "Din yok. milliyetçilik var!" hissidir. Böylesine bir inançsızlık ortamının meydana getirilmesinde en büyük amil elbette devletin din olayını reddedişi ve laiklik arüayışı ile de uygulamaya koymak isteyişidir. "A tatürk Dine Karşı Kesin Tavırlı Olmasaydı, Dini Reformlar Daha Kolay Gelişirdi" Kimi yazarlar göre dc bu durum. Kemalist laik anlayışının uygulama biçi­ mi ile Mustafa Kemal'in bizzat kendisinin dine karşı olan tavrından kaynaklanmaktadır."..) Hatta yukanda dile getirdiğimiz dinî reform projesi bile. '.Muhtemelen 17. Mehmet Iz2et. Milliyet Nazariyelen ve Milk Hayat, Kanaat Kütüphanesi 1339. İstanbul 18. Mehmet İzzet, Milliyet Nazariyelen ve MHIt Hayat, s. 154. 19. Babanzade Ahmed Naim'tn, ’Islâm’da Davay-ı Kavmiyet’ aöU esen. Ömer LOth Zararsız tarahrv dan, “Islâm'da Irkçılık ve Irkçılık Mese/esı.adıyla tercüme edlmışbr. 1977. Ankara. 20. Mele Tur>çay. Niyazi Berkes. Halide Edip Adıvar, Ingiliz Kadın Yazar G. EHıson, Uriei Heyd v« Türk Maarif Tarihinin yazan Osman Nuri Ergin bu görüştedirler.


166

C U M H U R İY B l' D Ö N E M İ D lN V E D E V L C T -

-

din adamlanna yeniden güç kazand١nr ve onlan laik ikiidara ٢akip bir o ‫ا‬٠ri‫ا‬c merkezi haline getirir'' endişesiyle uygulamaya koyulmaktan vazgcçilmi‫؟‬iir.(2») Amcrikal‫ ؛‬araştı^acj-yazar ve Terklerin de çok iyi t i d ı ğ ı kişi olan Prof. D.A. Rusıow. İstanbul Univcreilcsi ilahiyat Fakültesi hocalannın sundu^ '.Dini refom projesi.'nin gcrçeklcştiri!memesine Atatürk'ün yukanda belirttiğimizç endişeye binaen uy٠tlamaya koymadığını koydurtmadıgmı dile getirmiş. tir.22‫)؛‬

Yine buna ^ n z e r bir mütalaayı Dricl Hcyd dile getirmektedir. Hcyd. "Eger Atatürk'ün dine karşı tutumu olmasaydı. TUrkiye.de İlg in ç bir dinsel refomı gündeme gclcbilidi" demcktcdir.(22) Halide Edip Adıvaf ise. bu düşüncelerin geniş halk kitlelerinde büyük hoşnutsuzluklar meydana getirdiğini söylediği, .'Türkiye'de Diktatörlük ve Refomlar'' başlıklı İngilizce yazısmda(24) devlet ve hükümetin dine karşı tavırlanna ve devletin dine olan baskısına dikkat çekerck: .'Laiklik adına yapılanlar, aslında laiklik ilkesiyle çelişmektedir'' tesbitinde bulunmaktadır. Halide Edip Adıvar sözkonusu yazıda, laikliğin temeli olan ..Kacsar'ın hakkim Kaesa^e. Tanrı'nın hakkim da Tann'ya...'' sözünü hatırlatarak. TUrkiye'deki din-devlet ilişkilerine değinmiş ve '.Türk halkı sonunda Kacsar.ın hakki olanı Kacsar'a, yani devlete vcrfiler. Fakat öte yandan Kaesar ya da devlet, Tann'nın hakki olan şeyleri hâlâ ellerinde tutmaktadırlar', diyerek devletin dine karşı olan tavırlann ve laikliği, ladinilik şeklinde uygulamasına dikkat çekmiştir. Halide Edip Adıvar son olarak, uygulanan Kemalist laik anlayışla devletin dinin yersiz müdahalelerinden kurtulmuş olduğunu ve fakat devletin dini gö٠ zciim ve baskı altında tutmasının da apaçık bir kusur olduğunu dürterek. .'٧y^ la n an laiklikle. Türkiye'deki Hristiyanlar ve Yahudilcr bu bakımdan daha özgür yaşamaktadırlar', demekledir.^)

21 Meie Tuncay. Tek Parti, s. 2 ^ . 2٤ Pro‫؛‬. ^ D A. Rustow. Politics and İslâm in Turkey, s 69.70. (Derleyen R N. F^e. I^am and West. t ^ y . 1957) 23. (jnel Heyd. I UHjscukjdufwn Temeaeri. (KUllUr Bakanlığı Yayınlan 1979. Ankara), s. 97. 24. Halide Edip Adi var. ٠‫ﺀه‬٠ ‫اة‬٠‫ﻟﻢﺀم‬٠ andReforms in Turkey’. Yale Rewiew. Güz 1929, 6. 27.44. 25. Haikle Edip Ad٠١٠r, Conflict of East and West in Turkey. (Ttirkrye'. D ^ u Bati Çalışması) kon. ‫؛‬eransifidan SOzKonusu konferansı Hır^ıstan.d^ ٠Cam٤a*ı Milliye islamiyeye. ^ n verilmiştir. Bu konferansta okunan bildinler ayni adla 1937 yılında Şeyh Muhamm^ Eşraf tarafından Lahor٠d• yayımtanmıştır


D İN D E R E F O R M L A R V E İSLÂ M ÎY ETİ ISLA H P R O JE L E R İ

167

Halide Edip Adjvar Hanım'ın. 1930 yıUannda yapügı. .'Uygulanan laiklik anlayışı ile Türkiye'deki Hrisliyanlar ve Yahudilcr Müslümanlar'dan daha öz^ir yaşamakladırlar', icsbilini 1985 Aralık ayında kendisiyle yapngım bir konuşma, da Prof. Dr. MUmıaz Soysal da aynen lesbit ve tekrar etmiştir. Prof. Dr. Mümtaz Soysal: "inan‫ ؟‬ve düşünce olarak Türkiye'de haklan sınırlananlar, azınlıklar degll çoğunluklardır. Asil haklan kısıtlananlar, inan‫ ؟‬ve düşünce olarak baskı altında tutulanlar. Müslüman çoğunluktur. Bu dunım laikliğin geregi olarak ortaya çıkmıştır. Müslüman halkın dinle ilgili haklan laik devletin kurallanyla SI. nırlandınlmışiır. Oysa Türkiye'de ibadet özgürlüğü ile ilgili sınırlamalar gayr-i müslim azınlıklara uygulanmamaktadır.''(“ ) diyerek, Halide Edip A dıvadan lam 40 yıl sonra ayni gerçegi dile getirmiştir. Prof. Dr. Hüseyin Hatem'i de bir hukukçu olarak, laiklik adına dine ve dindarlara karşı alman tavırlara. ''Laiklik enginizasyonu'' demeyi uygun gömüştür.(2T) .'Ferdin dini vecizlerini, inanışının yogunlu'.guna göre uygulayıp uygulamaması. kendisine ait bir olaydır. Buna kimse müdahale edemez. Dini vecizle, rini yerine getiren dindar vatandaşlara devlet müdahalede bulunuyorea. bu müdahalc aslında laikliğe karşı yapılmış bir müdahaledir.''^‫ )؟‬tesbitlcriylc de yazar Atilla ilhan. 1924'lerden itibaren-ve bugün de devam eden-uygulanan laiklik paradoksuna İşaret etmiştir. ‫ ؟‬ankaya kilabımn yazan Falih Rıfkı Alay ise. 1930 Aguslosu'nda yazdığı biz yazıda din-devlei ilişkilerinde sahnelenen bu olaylann demokratik olmadığı, nı teslim etmekle ve : ''Türkiye'de demokrasi, hoca ve mUneci saltanaiıdır.١ ٠ (29) diyerek, antidemokratik oluşun adeta gerekçesini göstermektedir. Demokrasi adına yapılan antidemokratikligin gerekçesi olarak Falih R ı^ı Atay. rahatlıkla dindar Müslümanlan gösterebilmektedir. Bütün bunlar gösteriyor ve ispat ediyor ki. devletin dine baskıa. dinde, dini olmayan reformlarala gitmesi ve IslSmiyeii ıslah(î) adi altında garib projeleri gündeme gelimesi 1928٠ lerden itibaren başlayan dini sindim e ve yok etme faaliyetlerinin bizzat rejim tarafından nasıl .'şuurla'' yüriitüldügünü Ortaya koymaktadır. 26. Prof. Dr Mümtaz Soysa). ^Insan HaMan Başörtüsü Ozorine^ Konuşan Haşan Hûteyn Cey­ lan, Islâm Dergisi, Araltk 1985. Sayı. 28. s. 12.13. 27. Prof. Dr. Hüseyin Hatemı, İslâm Dergisi için *BaşürtûsO ve İnsan Haklan Ûzenne. yapDûımiz b٠r görûşmede bu teshilini dile getirmiştir (Islâm, sayı 26. aralık 1965. s 14). 26 Atilla Ilhan ٠Islâm Dergisi, Sayı 28, Aralık 1985, s 15



ARA EK: IV

Bir D insizlik Ö rneği Daha! "İBADETLERİ ZAMANA UYDURMA VE İSLÂMİYETİ ISLAH(!) PROJESİ" VEYA "DİNDE REFORM VE KEMALİZM"



B ir D in s iz li k Ö r n e ğ i D a h a !

İB A D E T L E R İ Z A M A N A U Y D U R M A V E İ S L Â M İ Y E T İ I S L A H (!) P R O J E S İ .. V E Y A . . D İ N D E R E F O R M V E K E M A L İ Z M .'

r

15 ve 22 Mart 1926 tarihlerinde ilk Türkçe namaz ve ilk Türkçe hutbe ile Göztepe Camii İmamı Hoca Cemalcddin Efendi'nin verdiği dinde reform mesa­ jı. 20 Haziran 1928 tarihinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörle­ rinden 10 profesörün verdiği teklifle resmen devlet gündemine giriyor ve "İba­ detleri zamana uydurmak ve İslâmiyeli ıslah(!)" projesi adı altında dinde reform hareketleri, devlct-din ortaklığıyla‫ ^*؛‬kendini göstermeye başlıyordu. "Namazlann Türkçe'ieşiirildiği. ibadetlerin her çeşidinin Türkçe olarak yapılmak istendiği, camilere ayakkabılarla girilip, gardroplann tesis edilmek is­ lendiği. saz. keman, piyano, davul gibi enstrümantal aletlerle güya musiki eşli­ ğinde ibadetlerin lahutileştirilmek istendiği; musikiye yatkınlık için de. bütün cami müezzin ve imamlannın devlet konservaiuvarlannda güzel ses ve musiki talimi görmeleri islendiği, dinde reform hareketleri, değişik zamanlarda, ama sürekli bir zihniyet olarak 1928 yılından 1950 yılına hatta 1960 yıllanna kadar varolagelmiştir. Devlet adına laiklik ve Kemalizm adına dini toptan aslından; vahiyden soyutlaştırmaya yönelik olan dinde reform hareketlerinin ve İslâmiyet'i ıslah! projelerinin bizce en ilginci. Halk Partisi iktidanrun son yıllanna doğru, önce CHP Kurullayı.na sonra Hükümete ve Bakanlar Kurulu'na teklif edilen "Dini­ mizde Reform ve Kemalizm" başlıklı önerileridir. Her saün dinsizlik ve küfür kokan ve İslâm diye vahiyden apayn bir anla­ yışı; Kemalizm anlayışmı. "Yeni İslâm" diye takdim eden bu görüşler. "Halk 1 Devloi-Oin ortaklı.{ derken Kur’ân-ın Hadesryle *Beram' kılıklı cin .damlan ile .BeTam* srfatıvlo mutlasıf olmay، kendlenn. prensip edmen din kuruluşlannı dev٠٠t ıl. omKİa.. dH١i reform har.' kellerine girmelehni kastediyorum.

k\


172

C U M H U R İY E rr

d ö n em

! D İN V E D E V L E T İLİŞK İL ER İ

Partisi hükümcıinin cn baş destekçilerinden biri olan yazar Osmnan Nuri Çerman.a aittir.".^ Osman Nuri Çerman. daha sonralan görüşlerini 1956 yılında. "Türkiye İçin Dinde Reform" adıyla kitaplaştırarak halk nezdinde de yayılmasına çalış­ mış. ancak 1950 iktidar değişikliğiyle birlikle aradığı siyasi ortamı bulamadığı için, lekliflerini bir kez daha devlet ve hükümet düzeyinde gündeme getireme­ miştir. "Hiçbir İlmî değeri olmayan, İslâm dinini. Peygamber (s.a.s.)'i, Kur.ân-1 Kerim'i. dini ibadetleri ve din görevlilerini alçaltmaya ve bu değerlere hakarete yönelik" düşünceleriyle Osman Nuri Çerman. tekliflerini gerekçeleriyle beraber aşağıdaki şekilde dile getinniştir: 1949-1950 yıllarında gündeme gelen bu teklifler, aynı zamanda "Tek Parti.' iktidannm Türkiye’deki dini hayatı 25 senede nerelere getirdiğini ve hangi seviyeye ulaştırdığını göstermesi açısından çok ibretamizdir. 20 Haziran 19284de başlayan "Dini ıslah" projeleri. 20 sene sonra biraz daha "Genişletilmiş ve modemize edilmiş ıslah(!) projesi" ile Müslüman halkın karşısına çıkanlmıştır. "Dinde Reform ve Kemalizm" başlıklı 53 madde de özetlenen ve halka "Yeni İslâm" projesi diye takdim edilen proje şöyle idi:‫^^؛‬ Üstelik bu teklifler Halk Partisinin Büyük Kurultayında. Devlet ve Hükü­ met başkanlan ile Cumhuriyet Senatörleri ve Milletvekillerinin huzurunda ya­ pılmıştır. İşle meşhur "Yeni Din" veya "Yeni İslâm" projesi:

Yeni Din Veya Yeni İslâm Sayın Devlet ve Hükümet Başkanlan ve Bakanlar ile Sayın Senatör ve Milletvekilleri: Bir temenni mahiyetinde olmak üzere "Dinimizde Reform ve Kcmalizm'.c ait bir kanun tasansına esas olabilecek düşüncelerimi metin ve gerekçe olarak aşağıda sunuyorum. Bir milletin kalkırunasında ve çökmesinde dinî haya2. Osfnan Nun Ç٠m ١an. aynı zamanda, ٠D‫؛‬nd٠ Reform v . Kemalizm" adlı bir derginin yazar ve ya. y،mlayıas٠d ٠r. Bu dergi v . sahibi aşırı Islâm dOçmanlı.ıyla. atais!l٠٥iyle v . dine hakaretleriyle tamrvmı v . 1 . Mayıs 1٥50 Demokrat Parti İK.danna kadar Cumhuny.t Halk Partisi tarafından br kez otsun kovuşlurulmaya tabı tutulmamıştır. Dergi ıçm bkz Belge no 3. Osman Nuri Cerman.in. "DifKİ. Reform v . Kemalizm, başlıklı "Yeni Islâm Projesi" teklifini. 1956 yılında yayım،ad٠٥ı. .Türkiye Içm Dinde Reform, adı kitabından almış oluyoruz


D İN D E R E F O R M L A R V E KEM ALİZM

173

tın asnn icabaüna uygunluk derecesinin ne büyük rolü olduğunu takdir buyura­ cağınızdan eminim. Daha mutlu bir vatan görmek aşkından başka hiçbir hırs ve emeli olmayan bir emekli öğretmenin, Atatürk’ün demeçlerini mi'yar yaparak hazırladığı naçiz satırlan lütfen sabır ve sükûnetle okuyunuz. Eğer sizler düşün­ celerimize hak verirseniz bu fikirleri usul ve tekniğine göre kanun haline koya­ rak millete sunmanızı rica ve niyaz ederim. Derin saygılanmla. Osman Nuri Çerman Dinimizde Reform ve Kemalizm Dergisi Sahibi ve Başyazn Cumhuriyet Halk Partisi Karagümrak Nahiye İdarecisi Dini Değiştirmek. Laikliğe Aykırı Değildir? Gerçi laiklik dinin devlet işlerine, devletin de din işlerine kanşmaması an­ lamına gelirse de dinî faaliyetler, devlet müessesclcrini, halkın medeni hayata uygun yaşamasım ferdin İktisadî hayatla gelişmesini, dinamizmini, vatanın men­ faatine aykm olan kanaailarla uyuşturuyor ve millî birliği dinli, dinsiz diye boz­ mak için tahrik vasıtası olarak kullanıyorsa TBM Meclisi, devletin emniyetini, ammenin intizam ve selâmetini temin için kanun koyması zaruridir. Din bakı­ mından da Büyük Millet Meclisi İcma-ı Ümmet yetkisine sahiptir. Esasen laik­ lik, devletin dini teröre karşı istiklâli için ortaya atılmıştır. Nitekim din veya dinle ilgili olduğu için dokunulmaz, kanşılmaz denilen şu dini Reformlar T.B.M. Meclisi'nden çıkan kanunlarla vücut bulmuş ve Türki­ ye’yi batı miUeüer camiasının şerefli bir varlığı haline getirmiştir. - 3 Man 1924 tarihli kanurüa Allah’ın gölgesi. Peygamberin vekili sayılan Halifelik kaldırılmıştır. - 429 sayılı kanunla İslâm dininin en büyük otoritesi sayılan Şeyhü­ lislâmlık ve onun yerine konulan Şcriyye vekâleti lâgvedilmiştir. Esaslarını Kur'ân âyetlerinden alan Şeriat yerine 1926 yılında laik esasla­ ra dayanan Medeni Kanun kabul edilmiştir. 3 Mart 1924'le kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim müesseselcri birleştirilmiş, gericiliğin, arapçıhğın karargâhı olan medreseler kaldınlmışür. Hepsinde, mübarek mukaddesat sanılan ve fakat Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine ulaşmasını engelleyen meselâ tekkeler, zaviyeler, üfürük-


174

İlil

f

.1 i

! ! . .

i ;

CUM HURİYETİ' D Ö N E M İ D lN V E DEVLETİ' iL İŞ K lL E R l

çülük. muskacılık. Arap harfleri, dini kılıkla dolaşmak gibi din'i hayatta yapılan reformlar hep ama hep kanunla olmuştur. Bu sebeple dini hayatımızda milli, medenî, ilmi esaslarla çelişen faktörleri kanunla kaldırmak hepiniz ve hepimiz için vatani bir vecibedir. Bu kanun aynı zamanda kalkınmamızı hızlandınnak için dinden fayda sağlayacak, dinî hayatımızda ödev alan kadroyu bu uğurda en verimli elemanlar haline getirecektir. Bu sebepten Dinimizde Reform kanununu çıkarmak laikliğe aykın değil. Türk tarihine (Atatürk Devrimlcri gibi) yeni bir şeref yaratıcı olacaktır. Kemalizm ve Din Mutlu bir vatan için düşündüğümüz "Dinimizde Kemalizm Reformu'.na ait kanun lasansı metin ve gerekçesinde dayanağımız ve mi'yanmız bilhassa Ulu Atatürk.ün Adana'da 16/3/1923'te söylediği şu temel düsturlar olmuştur. A- "Bizi yanlış yola sevkeden habisler çok kere din perdesine bürünmüş­ lerdir..." B- "Saf ve nezih halkımızı hep şeirat sözleriyle aidata gelmişlerdir..." C. "Milleü mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi al­ tındaki mclânettcn gelmiştir..." Ç- "(Millet için) hayırlı, akla, dine uygun (Reform) meseleleri hakkında hafta tatili dine aykındır gibi sözlerle sizi iğfale çalışan habislere din adamlanna iltifat etmeyiniz..."

j‫؛‬ ‫؛‬1 ‫!؛‬ 1'

j ; (٠

1. ٠

1

?

D- "Bilhassa bizim dinimiz için bir mi.yar vardır: Bu mi.yarla hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz, hangi şey ki akla, man­ tığa. halkın menfaatlerine uygundur, hiç kimseye sormayın, o şey dine de uy­ gundur. Ama siz yine de dindarlara hiç sormayın!.." E- "Bir dinin, tabii olması için akla, mantığa, ilme, fenne ve vatanın men­ faatine uygun olması lâzımdır..." F- "Bazı kimseler asri olmayı kâfir olmak sanıyorlar, bu yanlış tefsiri ya­ panların maksadı îslâmlann (medeni milletler) esir olmasını istemekten başka bir şey değildir." G- "Her sanklıyı hoca sanmayın hoca olmak sankla değil dimağladır. İslâm içtimaiyyaunda ruhbanlık gibi hiç kimsenin hususi bir sımf halinde mev­ cudiyetini muhafazaya hakkı yoktur."


D lN D E R E F O R M L A R V E KEM ALİZM

175

H. .’Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınlann erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir..." i- "Kadın, erkek ilim ve irfan aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve bilgi ile mücehhez olmak din bakımından da birmccburiycitir." I- "Her fert dini diyanetini, insanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir. Medrese değildir.." J . " Bir takım şeyhlerin, dedelerin, çelebilerin, babalann. dervişlerin arka­ sından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara hayal ve talihlerini emniyet eden insanlardan mürekkep bir kitleye medeni bir millet gözü ile bakılabilir mi? Köhne zihniyetle, maziperestlikle (dünya yüzünde) varlığımı­ zı korumak mümkün değildir. Masallan bırakınız. Her şeyin kaynağı insan ze­ kasıdır." Dinde Reform Kanununa Esas Teşkil Edecek Alternatif Görüşlerimiz 1. Türkiye’de bütün iskûn yerlerinde halkı ibadete çağırmak için okunan "Ezanlar Türkçe" olacaktır. 2. Cami ve mescitlerde yapılacak toplu ibadetlerde okunarcak Kur.ân, dua, hutbe, millî dil ile ve Oz Türkçe olacaktır. Şimdilik "Türkçe Kur’ân"dan seçilecek âyetler, ahlâk, vatana hizmet, ça­ lışma. ilim aşkı, yardımlaşma, temizlik, Tann nimetlerinden tanm. sanayi, tica­ ret, turizm yolu ile faydalanma, kanunlara saygı olacaktır. 3- Ezanda (Tann elçisidir Muhammed) sözü (Tann bildiricidir Muham. med) diye söylenecek, hutbelerde ve halka yapılacak dinî telkin ve vaazlarda bu cihet gözönünde bulundurulacakür. 4- Halkın kendi kendine veya ibadetlerde de okuması ve camilerde ima­ mın namazlarda okuması için (Enam) şeklinde bir Kur٠ ân özeti Kemalist bilgin­ ler tarafından şu esaslar dahilinde düzenlenecektir. Şu meâldeki âyetler konulmayacakur: A- Akıl ve manüğa aykın düşen âyetler. B. İlme ve fenne uymayan âyetler. C- Çoğu Israiliyyala ait olan mitelojik hikâyeler, kıssalar... Yusuf kıssa‫؛‬a. Ad. Lut. Semut kıssalan gibi...


176

c u m h u r iy e t d ö n e m i

D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

Ç- Araplan vc Arap kabileleri ile Peygamber arasında geçen olaylar ve dedikodulan aksettiren âyetler konulmayacaktır. D. Aynı fikri çeşitli sûrelerde tekrar eden âyetler bire indirilecektir. E- Medeni kanunumuzla hükümden kaldınimış bulunan Muamelât (Şeri­ at) âyetleri kaldmlacaktır. F. İnsan haklanyla bağdaşmıyan fikirler ve Türk Ceza Kanunu'na aykın ceza hükümleri de bu yeni Kur.ân özetine konmayacaktır. Bütün bunlann yerine: G- Halkın bilmesi gereken ve şeriat, yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi.nde kabul edilen Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu'nun çok mühim mad­ deleri. bu 'Yeni Kur٠ ân’da yer alacaktır. H. Meâli Kur'ân.da olmayan ve fakat savaş, vatan, millet, ahlâk ve mede­ niyet için herkesçe bilinmesi gereken Atatürk'ün demeçlerinden pasajlar, vezi. çeler bu yeni Kur.ân'a ilâve edilecektir. K ur.ân.a Konulmak îstenen Yeni Sûreler! 5Bu yeni düzenlenecek Kur'ân özetinde başlıca şu konular ile ilgili âyetler vc yeni konulacak sûreler yer alacaktır. ’Temizlik Sûresi. Vatan Sevgisi sûresi. Vatanı savunma sûresi, istiklâl ül­ küsü sûresi; Askerlik ve kahramanlık, ahlâk ve insanlık, terbiye ve muaşeret, çalışma-öğrcnme ve ilim aşkı, her şeyde işbirliği ve yardımlaşma, ziraat, sanayi, ticaret, insan haklan, yasalara saygı, vergi, zekât ve sosyal mükellefiyetlerini lam ve zamanında ödeme, söz-sencı ve taahhütlerine sadakat, başka din, mez­ hep ve milletten olanlara sevgi vc saygı, tabiatta arama-incelcmc. keşif ve icat, bir eser yaratma azmi, iyilik ve hayırseverlik, kötülere kötülüklerle mücadele, anne, baba, hısım, akraba ve öğretmenlere, sanatkârlara saygı, sağlık, kadın ve aile hayau, çocuklara şefkat vc iyi yetişmelerine gayret" gibi sûreler vc âyetler ve dualar... - Başkasının, şeref, namuz, ırz. mal ve canına saygı gibi sosyal içerikli sûre vc âyetler. 6. Bu yeni Kur’ân özetinde ahiret fikri; Adalet, cennet fikri ise bu dünya­ da huzur vc saadet; cehennem fikri ise. vicdan azabı ve ruhî huzursuzluk olarak tavsif edilecektir. 7Öldükten soma tekrar dirilme, soru, hesap, mizan, sırat köprüsü gibi dinî gelenekler bir insanın sağlığında olduğu vatana, millete vc insanlığa hizme-


D İN D E R E F O R M L A R V E K EM A LİZM

177

linin veya kötülüğünün toplum vicdanından yargılanarak iyi veya kötü hüküm giyeceği ve bunun ebediyyen yaşayacak nefret veya takdir anlamına göre tefsir edilecektir. 8. Bu yeni kutsal kitap dil kurulunca öz Türkçe olarak rötüş edildikten sonra milyonlarca basünlarak halka ve din adamlanna bütün öğretmenlere mec. canen dağıtılacaktır, ibadet ve sairede daima okunacak parçalar bu özet Kur٠ ân'dan seçilecektir. Dinî, İlmî etüt yapacaklar için bu esas Kur’ân serbesttir. 9- Mescit ve camilerin içi hem ibadet hem eğitim yapılacak şekilde ve sağlık şartlan da gözönünde tutularak şöylece değiştirilecektir. A- Bütün halı, kilim, seccade ne varsa tarihi bakımından kıymetli olanlar müzeye, diğerleri tamamen kaldmlacakiır. B. Zemin mikrop tutmaya ve kolayca yıkanıp temizlenen bir döşeme ile döşenecektir. C- Gerekliği zaman oturularak ve kitap koyarak okuma da mümkün ola­ cak şekilde sıralar, konulacak. Bunlann üstünde herkesin yayacağı kendi temiz örtüsüne secde yapılacaktır. "iki Vakit Namaz Kılınacaktır!" 10. Cami ve mescitlerde kılınacak cemaatle namazlar bir sabah bir de ak^am yemeğinden sonra olmak üzere iki vakitte olacaktır. Gündüzleri ibadetha­ neler eğilim, öğretim için kullanılacaktır. Diğer vakit namazlarını herkes kılabi­ leceği gibi büyük ve geniş camilerde kendi kendine bu namazlan kılacak, aynca bir yer de ayırabilir. 11- Farz, Sünnet. Vacip olsun her namaz rck.âli camide imamla beraber kılınacak ve yeni Kur'ân.daki âyetler (Cehren) sözlü ve makamlı olarak imam ta­ rafından okunacaktır! 12- Namaz rik’aüeri sekizi gcçmiyecck rükû, secde ve oturuşta okunacak dualar yeni Kur٠ ân٠ dan seçilecektir. Bu hüküm; teravih namazlan ile resmî tatil gününde saat 9'da kılınacak, cuma namazlannda da câridir. Namazdan sonra okunacak yeni Kur’ân âyetleriyle imamın namazda oku­ duğu âyetler halka biraz daha genişletilerek açıklanacaktır. Ta ki. ibadet edenler ahlâki, vatanî bilgiler ile nıhunu aydınlatmış olsun. 13- Oruç tutup tutmamakta herkes serbesttir. Bu. her ibadet gibi Tann ile kişi arasında olan bir ibadettir. Bu sebeple herhangi bir şahsı veya din adamının


178

1

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

başka bir şahsın veya cemaati oruç tutmaya icbar etmesi veya oruç tutmayanları kınaması, tekdir ve tahkir etmesi kişi dokunulmazlığına tccavüt sayılarak şiddet­ le cezalandınlacaktır. Keza, sinema, lokanta, gazino, tiyatro gibi umumun ihtay. aç duyduğu yerler, kanunen açılması yasak olan günler müstesna ramazan, oruç, kandil gibi dinî vesilelerle kapatılamaz. 14- Silâh altında bulunan askerlerin, tarlada, fabrikada, bir işyerinde bilfi­ il çalışan işçi ve personelin, resmî gayri resmî müesseselerde ödev yapanlar ile faaliyet halinde bulunan bilûmum öğretmenler ve öğrencilerin vazife esnasında oruçlu bulunmaJan yasaktır. 15- Namaz ve oruç için hiçbir müessese günlük mesaisini muıad servisle­ rini aksatmaz, hiçbir şahıs ibadetinden ötürü ayn. imtiyazlı muameleye tâbi tu­ tulamaz. 16- Cami ve mescitlerde mutlaka bir kitaplık bulunacaktır. Gündüzleri arzu eden burada dilediği kitabı okuyabilecek veya öğrenci ise kendi kitabından derslerine sessizce çalışabilecektir. Böylccc aile içinde ailevi sebepler veya yok­ sulluk yüzünden çalışma imkânını bulamayan öğrenciler için cami, ışığı. ısısı ve temiz mobilyasıyla bir ders çalışma yeri de olabilecektir. 17- Müezzinler en az ilkokulu bitirmiş olanlardan seçilecek vazifeleri yal­ nız ezan okumak değil camide kitaplığı muhafaza etmek, okumak isteyenlere arzu ettiği kitabı vermektir. Bittabi cami ve müştemilâtını temizliğine nezaret cunek imam vaiz ve konfcransçılann vazifelerini kolaylaştıncı hazırlıklan da zamanında yapmış olacakür. 18. Cami ve mescitlerde yerine ve zamanına göre belli saatlerde umumî konferanslar da tertiplenecektir. O caminin muhitinde bulunan öğretmen, ziraat­ çı. san'atçı. fen ve edebiyatçı, hukukçu, doktor vesaire gibi şahıslann halka fay­ dalı konferanslar vermesi sağlanacaktır. Bu kişilerin camide konferans vermek üzere aynidıklan bir veya bir buçuk saatlik zaman asli ödevlerinden sayılacak­ tır. Keza okuma bilmeyenlere okuyup, yazma kurslan veya bilgisini arttıracak­ lara olgunlaşma kurslan, lisan kurslan. gibi öğretim işlerine de yer verilerek ca­ miler Hz. Muhammed'in mescidinde olduğu gibi eğilim ve öğretim yerleri olarak da kullanılacaktır. 19- Hciyestcvillesine laya.lemune- Hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu? âyetine uygun olarak dinin ve din mücsseselerini bilim ve eğilim vasıtası haline getirmek demek olan bu reformu, kökiemiş alışkanlıkJan dolayısıyla kabul veya tatbikini arzu etmiyen din adamlan yaşlı değilse geçinebilecek bir maaş kaydı hayat şar-üyle bağlanarak dinî vazife görmekten affedilecektir.


D İN D E R E F O R M L A R V E K EM A LİZM

179

20. Genç ve başka bir işle çalışabilmesi mümkün olan ve fakat taassubu dolayısiylc bu İslâhata uyarak vazife görmek istemeyen din adamlannın vazife­ lerine nihayet verilerek kendilerine çalışma bakanlığınca bir iş bulunacaktır. Bu Yeni Dini Kabul Etmeyen Hocalar Türkiye'den Kovulacaktır! 21. Dinî ödevde bulunan veya bu ödevden aynlan yahut hacı, hoca, der­ viş. şeyh olarak halk arasında tamnan herhangi bir şahıs, zümre veya bir parti mensubu işbu dinî reform ve Kemalizm aleyhinde yazılı, sözlü, gizli vc açık tel­ kin, propaganda yaptığı takdirde mahallin en yüksek amiri tarafından yazı ile İhlar ve sözle tenbih edilir. İki defa ihtara rağmen menfi telminlerc devam eden­ ler Türkiye sınırlan haricine çıkanlacakür. 22- Reform’u kabul eden imamlar ve hatiplere en az ortaokul vc İmam Hatip Okulu'nu bitirmişlerse bulunduklan köy ve kasabalarda öğretmen yardım­ cısı olarak ek vazife verilebilecek ve okuttuğu ders saatleri için herbirine belli bir ücret tahsis edilecektir. Bunlardan üç aylık tatillerde öğretmenlik kurslanna da gitmek sureliyle öğretmenliğe liyakat kazandıkJan müfettişlerce ıcsbit edilen­ ler asîl öğretmen olarak kadroya alınacak ve dinî vazifesi için aynca ücret veri­ lecektir. 23- Ortaokul mezunu olmayan ve fakat her nasılsa Diyanet İşleri kadrosu­ na ginniş veya köy ihüyar heyetince tutulmuş olanlar hariçten ortaokulu bitirme imtihanına kabul edilecek ve başan ile bitirinceye kadar imam vekili olarak va­ zifelerinde dinî reforma uymak şaniyle kalabileceklerdir. 24- Üç yıla kadar bir ortaokul diploması almayan vazifeli din adamlarının ödevlerine son verilecektir. Köylülerimizin kendi kendilerine tutacaklan imam­ lar da en az ortaokul bitirenlerden veya bitirmek için gereken İşlemi >apmış olanlardan seçilebilir. Türkiye dahilinde hiçbir yerde en az bir onaokul biurmemiş olarüar dinî vazife yapamazlar ve tayinleri yasaktır. 25- Müftüler ve camilerde vaizlik ödeviyle ödevlcndirilmesini isteyenler en az lise tahsili görmüş olmalan şarttır. Bu derece tahsil görmemiş ve eskiden nasılsa vaizlik vesikası almış bulunanlar üç yıla kadar hariçten bir lise bitirme imtihamna girerek başan gösteremezlerse vazifelerine son verilir. 26- İmam, müezzin, müAü, vaiz veya dinî bir vazife ile ödevli olup da ye­ tersizliği veyahut reform csaslanna uymaması dolayısıyla dinî vazifesine son verilenlerin camide, kahvede veya başka toplantı yerlerinde dinî hitabetler y٩>-


180

I' .

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E 'f İLİŞK İL ER İ

ması Reform ve Kemalizm aleyhinde bulunmalan suç sayılacak ve cezalandmlacakiır. .'Cuma Hutbeleri A tatürk'ün Nutkundan Seçilecektir.!" 27. Cuma namazlannda veya vaizler tarafından söylenecek hutbelerin vaazlann esasları Diyanet İşleri. İlahiyat Fakültesi ve Milli Eğitim Bakanlığı, Planlama Dairesi mücssesclerindcn kurulacak bir hey'et tarafından metinleri ha­ zırlanacak ve bir kitap halinde ödevlilere verilecektir.

1.1‫؛‬

Bu vaaz ve hutbe kitabı hazırlanırken Kuriân'ın ahlûk, vatan duygusu hak mefhumu, ilim ve medeniyet ayetlerini genişletilmekle beraber Atatürk'ün nu. tuklanndan muasır medeniyet seviyesine ulaştıncı pasajlar da konulacağı gibi dün ve bugünkü şair, âlim ve feylezoflann milsî. vatanî, İçtimaî, ahlâkî. İktisadî. İlmî sözleri ve insan haklan beyannamasi. keza. B.M. Mcclisi'nden yeni çıkan kanunlar ve turizm hakkında hatırda tutulması gereken özlü bilgiler yer alacak­ tır. Hatip ve vaizler önce bu metinlerden bir konuyu cemaate okuyacak sonra bunu genişletip açıklamak suretiyle hitabesini yapacaktır. 28. Bu kitaptaki konular dışına çıkarak hurafe, masal, başka din ve mez­ hepten olanlara dinsiz, zındık, kâfir diye kin aşılayan veya herhangi bir partiyi diğerlerine tercih ettirici ropaganda ve partizanlık sayılacak telkinlerde bulunan­ lar 6 aydan başlamak üzere cezalandınlır.

1I

P

)' I. !

29- Köy ve kasabalarda sokak yoUannın yapılması, temizlenmesi, içme veya akarsu varsa bakımı köylüyü faydalandırma, evlerin yapısını, döşemesini modcjTilcştirmc kıyafetlerini ve halkın birbirlerine davranışlarını medeni bir dü­ zene koyma, kooperatif kurma veya kurulan kooperatif varsa gayesine uygun şekilde faaliyetle bulunmasına, vesaire gibi o iskân yerlerini imar ve kalkınma­ sına ön âyak olan imamlar ve din damlan takdirname ve tesbil edilecek ikramiy­ elerle taltif edilir. 30- Köy enstitüsü mezunu veya ilk öğretmen okulunu b'lirmiş olan bütün köy ve bucak öğretmenleriyle en az ortaokulu bilirmiş olup da Diyanet İşleri ve Eğiüm Bakanlığınca müştereken üçer aylık imamlık kurslan açılacaktır. Bu kurslarda namaz kıldırmak, hutbe okumak, yeni düzenlenmiş Kur٠ ân'dan açıkla­ malar yapmak, cenaze yıkamak, dua etmek. Atatürk'ün belli başlı demeçlerini okumak, anlamak ve anlatmak, kitaplık idare etmek, öğretildiği gibi sağlık, te­ mizlik. muaşeret kaideleri ile evin, üstün, başın, vücudun, sokaklann. temiz tu­ tulması. alet ve edevatın iyi kullanılması ve muhafazası, toplum ile işbirliği ede­ rek toplum yaranna tasislcr yapılması usulleri, kooperatifçilik öğretilecektir.


D İN D E R E F O R M L A R V E K EM A LİZM

181

31. Gerek başka dinî islûhaı (Reform) gerek cami ve mescitlerde yapıla­ cak halk eğitim işleri için hazırlanacak talimat muhteviyatında Diyanet İşleri. İlâhiyal Fakültesi, üniversitenin Sosyoloji profesörleri ve Milli Eğitim Bakanlığı organizatörleri işbirliği ve beraberliği yapacaklardır. İhtilâf zuhurunda Milli Eğitim Bakanlığı'nın nokıai nazan kabul ve tatbik edilecektir. Esasen Laik Tüıiciye Cumhuriyeti’nde devlet bütçesiyle beslenen Diyanet İşleri Teşkilâtının vücuduna sebep minarede Arapça ezan, camide Arapça Kur'ân okuyarak halkı sadece yere yatınp kaldırmak değil, peygamberler gibi halka temizlik, ahlâk, sağlık, çalışma, kazanma, işbirliği ve beraberliği daha me­ deni yaşayış için eğitmek, bilgi sahibi kılmaktır. Bu sebeple Diyanet İşleri Kur٠ ân'ın ilk âyeti olan oku. yaz-öğren diyen dünyevî emrini yerine getirmekle mükelleftir. Bu sebeple Diyanet İşlerinin adı "Halkı Eğitim ve Yetiştirme Baş­ kanlığı" olarak değiştirilecektir. Diyanet işleri müessesesi dinî elemanlanndan faydalanmak sureliyle halkı eğitme işini vatan çapında inançlandırmaktan sorumludur. "Hafızlık Yasaklanacaktır!" 32. Hafızlık, Arapça metin ezberlemek yasaktır. Dinde asıl olan Kur'ân'ın manasını şuura nüfuz ettirmektir.Bu hal dine değil. Arap ideolojisine yarar bir iştir. Zekâyı yıpratüğı, istihsal gücünü de baltaladığı için Kur'ân.ın Arapçası.nın hafızlığı veya Arapça Kur'ân kurslan hafız yetiştiren izinli izinsiz müesseseler Arap harfleriyle din dersi veya vaiz ve imam yetiştirmek için yer yer çeşitli ad­ larla izinli ve izinsiz açılmış bulunan Arap lisanı mektepleri tamamen kapatıla­ cak bir daha açılmasına müsade cdilmiyecektir. Kaza, köy ve kasabalarda bazı cami imamlarının bilhassa okul yaşındaki çocuklara din ve Kur'ân dersi adı ile eski harflerle öğretim yapması ve onlardan menfaat sağlaması da yasakır. (Hal­ kın dinini dahi öğrenmek için başvuracağı yalnız okuldur.) 33- İmam Hatip Okulları halk eğilim liseleri haline getirilecektir, ilk öğ­ retmen okulu müfradat proğramı aynen tatbik edilecek ve günde ders saati yedi­ ye çıkniarak arta kalan saailarde Reform.e edilmiş olan dinî bilgileri ile halen dünyada mevcut dinlerin csaslan, din sosyolojisi, ekonomisi ve sağlık gibi ders­ ler yer alacaktır. Fıkıh, Hadis. Akait, Kelâm vesaire gibi eski medrese dersleri ve muhtelif imamların içtihatlanna ait bilgiler gayet kısa olarak İslâm dininin tekâmül merhaleleri adıyla bir veya iki saat dersle (Haftada) bilgi verilecektir. Böylccc İmam Hatip Okulu'nu bitirenler köy ve kasabalarda hem cali imamı, hem ilkokul öğretmeni olacaklar, tercih edecekleri dairenin birinden


II٠٠ 182

C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D İN V E DEVLETF lU Ş K lL E R J

maaş, öbüründen ücrci alacaklardır. Mecburî hizmclleri yoksa üniversiteye girme hakkına da malik olabileceklerdir.

I

٠

34-Islüm enstitülerinde milli kalkınma için teknik eleman olabilecek gençleri Arap mcnfaatına harcayan zararlı, gerici teşkilât olmaktan kurtarılacak müftü ve halk eğilmen okullanna öğretmen yetiştirecek şekilde (Yüksek Eğitim Enstüiüsü) programı uygulanacaktır. 35. Şeyhlik, dervişlik, muskacılık, üfürükçülük vesire gibi din yoluyla halkı iğfal ve sömürme kesin olarak yasaktır. Bu husustaki kanunun tatbikini ve kanunu ihmal edenler cczalandınlacakür.

1

36. Keza, çok kere Moskova. Londra. Kahire.de gizli Türk düşmanlan ta­ rafından desteklenen veya Kahire’deki Müslüman Kardeşler gibi Arap ideolojisi aşılayarak din. iman ve Kur'ân adını Türk millî benliğini ve birliğini parçalayıp ve irticayı hedef tutmuş olan Ticanilik. Nurculuk. Büyük Doğuculuk. Milliyctpervcrcilcr Demeği. Milliyetperver Öğretmenler Demeği gibi mukaddesat istis­ marcısı teşekküller kesin olarak kaldınlacak ve yeniden bunlar ve bunlara mü­ masil teşekkülleri kuranlar ve mensup olanlar, propagandasını yapanların vezalandınlması için T.C. Kanunu'nun ağır suçlar maddesi uygulanacaktır. 37. Arapça ve Türkçe harflerle yazılmş kannea duası (levekkellü alel. lah)٠ (Ya sabur)٠ (Allah٠ ın dediği olur) gibi Türk emek ve enerjisini, çalışma kud٠ relini irade kuvvetini felce uğralan levhalan yazmak, basmak, satmak, Türk ça­ lışma hayatına sabotaj sağlayacak ve komünist beyannameleri dağıtanlar gibi cczalandınlacakiır. Dinimiz çalışmalı emrettiği halde din maskesiyle Türkü Araplaştırmak ve uyuşturmak ile kominizm maskesi altında Türkü Ruslaştırmak ve soysuzlaştıımak aynı suçtur. Birinin Allah namına yapılışı, diğerinin Aliah’sızlık namına yapılış milli felâket oluşunu değiştirmez. '.Camilere Allah ve M uhammed Yazılarının Yanma A tatürk'ün İsmi de Konacaktır!"

;

38. Cami ve mescitlerde Hz. Muhammed, Ali, Ömer vesaire gibi Arap Ululanrun isimleri yanında yeni bir iman ve istiklâl ateşiyle bütün Islâm millet­ lerini büyük devletlerin cesaretinden kurtaran en büyük din hâmisi ululann ulusu Atatürk'ün ismi ve yine Türk vatanının ilmine, güzel sanaüna, fevkalâde hizmeti geçmiş zatlann da isimleri yazılmalıdır. Çünkü milletler kendi içlerin­ den çıkarabildikleri ululara verdikleri kıymet derecesinde büyük ve uludurlar.


D lN D E R E F O R M L A R V E KEM ALİZM

183

39- ilk vc ortaokullarda okutulan din dersleri görgü ve ahlâk dersleri adını alacak ve buna ait konular işenirken reform görmüş dinî mevzuat ve Kur٠ ân'dan da faydalanılacaktır ve gençlere dini hayatla doğru, başarılı, temiz yürekli, va­ tansever insan, terbiyesi için bir vasıta olduğu üzerinde ısrarla durulacaktır. Miraç. Adem’in çamurdan yaratılması hikâyesi vs. gibi ilme, fenne aykın telkin­ ler yapmak yasaktır. 40- Bir dinî ayin için cemaat önünde okunacak Sülyman Çclebi’nin Mevlidi.ndcki Hz. Muhammed'in şahsına, hısım ve akrabasına, durum ve tutumuna, doğumuna, Allah’la alâkasına ait hakikate ve tarihî, vesikalara dayanmıyan mübalâğalı tasvirlerle Türlcü Araplaştırmaya matuf beyitler kaldınlacak vc okunmayacaktır. Keza. (Bir kez Allah diyse ol aşkıylc lisan dökülür cümle günah mislü hazan) gibi mısralan okumak kesin oirak yasaktır. Çünkü her türlü fenalığın ve ahlâksızlığın günahlann bir kera Allah demekle hazan yaprağı gibi ortadan kalkacağıru telkin, bir toplulukta ahlâkın kıymetini hiçe indirmiş olur. Bir Allah dcyivei.se gibi bu kadar ucuzca ahlâksızlıktan vicdanını kurtarabilen topluluklarda doğruluk ve emniyet kalmamış olacağından din değil cezayı icap ettiren bir suçtur. 41- Keza Atatüric’ün vatan sevgisi, ilim aşkı, mertlik vc doğruluk duygusu aşılayan sözleriyle onun tutumuna ve ilkelerine krşı yazılan değerli şiirler de Mevlit’de makamla okunmasının âdet haline gelebilmesinin tcn;‫؛‬ni ile Diyanet işleri Başkanlığı mükelleftir. 42- Cenaze namazlannda vc mezarda Arapça Kur’ân okunması yasaktır. Yeni Türkçe Kur'ân’ın dua kısımlan yüksek sesle okunacaktır. Cenaze kaldınlırkcn (merhumuu nasıl bilirsiniz) gibi cemaati doğru veya yalan şahitlik etmek zorunda bırakmak yasaktır. Her ölünün iyi veya kötü oluşu elbet Kaadiri Mutlak olan, imamdan ve oradaki cemaatten daha iyi bilmesi gere­ kir. Bir ölü toprağa verildikten sonra yine bir imamın mezar başında kalarak (Ya binli Süleyman) falan diye sanki babası belirsizmiş gibi (anasırun çocuğu olduğunu söylemekle) söze başlayan telkin verme de kaldırılmalıdır. Güya bu telkin ile münker vc nekirin ölüye soracağı suallerin cevabı için imam efendi yardım etmektedir. Okullarda imtihana girenlere kopya veren çocuklar gibi bir suihal olan bu merasimin her türlü hissi ile beraber duyma hissi de ölmüş bulu­ nan bir mevtaya ne tesiri olur. Kaldı ki. Allah’ın bir sıfatı alimdir. Bilinci olmak­ tır. Bu sebeple de bu merasimin dinde yeri yoktur. Yalnız dua kâfidir. .Aksiııe hareket suçtur.


1 184

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

43. Bir mevtanın kaldırılmasından evvel yapılan devir sünne muamelesi de kesin olarak yasaktır. Bir ölünün güya sağlığında terkettiği namaz ve oruçlann imam ve hafızlar toplanarak dolambaçlı hesaplarla geçer akçe değerini bu­ lurlar. Bulduklan yekûn kadar ölünün vasiyeti yoksa eğreti olarak o yekûnu kar­ şılayacak ziynet eşyası ve mücevheratı bir çıkına koyarlar, imam ve hafızlar bir diare halinde evin içinde toplanırlar, bu çıkının (veheptü-kabultü)(hibe ettim. kabul ettim) diyerek biri diğerinin eline devreder, bu devir imamlar arasında kararlaştınla:١adet kadar sürülür.

II :!

li

، ٠,

Bu hal Kur’ân'da terkedilen namaz veya oruç için bir köle azat etmeye veya bir insanı doyurmaya ait âyete dayanır. Öldükten sonra hayali bir hesapla onun ne kadar namaz ve oruç terkcıtiğini bilmek, hesap etmek mümkün olmadı­ ğından bunlann tulumu dine de aykmdır. Ariyet zincllcri ile ölünün namaz borçlanna ödenmiş saymak ve sonra onu geri vererek asıl ölünün vasiyet parası­ nı aralannda taksim etmek bir din değil dolandmcılıktır. Dinin aslında olmayan uydurmalarla ölü sahiplerinden para sızdırmak dini öne sürürek başkasının ma­ lını gasp sayılarak cezaJandınlır. Keza, iskatçıhk, kefaret, vesaire de yasaktır. Ölünün vaziyetinde zikredilen paralar bir makbuz mukabilinde okul aile birlik­ lerine. Çocuk Esirgeme Kurumu'na. Kızılay'a, okul yaptırma demeklerine, fakir hasta ve kitapsız öğrencilere verilecctir. .'K adınlann Çarşaflı ve Tesettûriû Olarak Dolaşmaları Yasaktır!"

44Çarşıda, pazarda, sokakla, umumî yerlerde kadınların çarşaf ve gayr medeni bir şekilde kapalı olarak acaip kıyafetlerle dolaşması yasaktır. 45- Erkeklerin külah, bere, sank vs. gibi Kıyafet Kanunu'na aykm başlık­ tan taşıması, şalvar, cepken gibi acaip giyimlerle sokaklarda dolaşması da ya­ saktır. Dünya medeniyetinin bugün kabullendiği kıyafetlere uymayan çarşaf, çakşır vs. gibi göze kötü görünen ve Türk'ü utandıncı olan kılıklan din ve iffet icabı diye telkin etmek yasaktır. Bu telkinleri yapanlar imam. vaiz, hafız gibi din adamlan iseler daha şiddetle cczalandmiır. tekerrüründe meslekten çıkanlır. 46- Camide, kahvede veya bir toplantı yerinde din adamlannın Arabi daha üstün tutarak Türklüğe, Atatürk'e, Türk adına Türk diline ve Atatürk de­ meçlerine. belirtilen inkılâp ve medeniyet ilkelerine, fen ve ilme, lâikliğe ve yeni harflerle öğretim yapan okul ve müesseselere dil ile tecavüzü Türklüğe ha­ karet sayılacakor.


D İN D E R E F O R M L A R V E KEM ALİZM

185

Keza yeni düzenlenecek Kur'ûn ile uydurma batıl itikatlardan temizlenmiş din esaslarına karşı gelen ve halkı karşı gelmeye teşvik eden veya özet Kur.ân’da olmayan şeyleri Allah emri diye halka telkin edenler vatana hiyanetle suçlandınlacaktır. Medenî nikâhı hiçe sayarak dinî nikâh kıyanlar ve kıydıranlar, ağır hapisle cezalandınlacaktır.

.1

47. Hac yasakür. Arabistan Birinci Cihan Harbi.ndc Türk ordusunu arka­ dan vurma suretiyle düşmanlarla birleştiği ve Türk vatanından aynidığı için va. tandaşlann hacca gitmeleri dini olmaktan çıkmıştır. Dinimizde meselâ öksüz bir kızı evlendirme, bir çeşme, okul, köprü, hastane, düşkünler evi. yaptırma gibi bir değil bin hac sevabı kazandıran akideler vardır. Mevlâna'nın dediği gibi dön duvardan ibaret olan Kâbeyi insan yapmıştır. Halbuki insan gönlünü Allah yap­ tırmıştır. Onu tavaf etmek yani ona yardım etmek hacdan daha kıymetli bir din olayıdır. ..Ata.nın Anıtkabirini Ziyaret T ürk'ün Haccı Olacaktır!" 48. Peygamberce göre (Vatan sevgisi, din ve imandır.) vatanı kurtaran ulular ulusu Atatürk'ün Anıtkabrini ziyaret milli bir hac olacaktır. 19 Mayıs. 23 Nisan. Cumhuriyet Bayramı, onun ölüm yıl dönümü gibi merasim günleri ise, hacdan daha kıymetli milli bir ibadettir. Artık milyarlarca borcu olan Türk mil­ leti için döviz sarferek hacca gitmek din icabı değildir. Bu sebeple iman ve Arap ajanlanna uyarak Arap menfaati ve Arap ideolojisi için halkı hacca teşvik bir suç sayılacaktır. Kaçak hacca gidenden 10.000 lira para cezası alınacaktır (1949 yılının 10.00 lirasının değeri şöyle bir düşününüz!). 49. Din adamı olsun olmasın. Hristiyan-Musevi, Budist vs. başka dine bağlı olanlara kâfir diyerek hakarette bulunmak şiddetle yasaktır. Keza Alevi, Bektaşi vs. gibi başka mezhepten olanlara zındık, kâfir, kızılbaş gibi ithamlarda bulunmak milleti nifaka düşürmek demek olduğundan vatan hiyaneti sayılacak­ tır. Turist olsun vatandaş olsun, herkesin dinli veya dinsiz oluşunu takdir, yal­ nızca kaadiri mutlak olan Allah'a mahsustur. İnsanın insana bu nevi hükmü kişi dokunulmazlığına tecavüzdür, suçtur Mahkemelerce derhal cezalandınlır. 50- Din adamlarınca en büyük servet kaynağı olan turitm de yabancı din­ den olan ziyaretçilere halkı kötü gözle bakmaya teşvik edici telkin suçtur. Önüne geleni dinsizlikle vc kâfirlikle hattâ kominisilUde karalamalar veya kara!atmalar, din değil bir vatan hıyaneüdir. Anayasaya da aykmdır. Çünkü anayasa, hiç kimsenin dinî inancından, felsefi içtihadından dolayı kınanamıyacağıru em­ reder.


C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

186

51" Musiki insanın neş.c ve çalışma gücünü arttıran bir faktördür. Yalnız milleti uyuşturan batıl itikatlar kadar muzur olan ve milletimize hüzün, keder, ölüm, hasret gibi melankolik aşılar yapan doğum müziği umumi yerlerde kesin olarak yasaktır. Hakikî Türk melodileri batı tekniğince armonize edilerek mille­ te sunulmalıdır. Sinema, dans salonlan hele edebî tiyatrolar nezih eğlence yerle­ ri devletçe desteklenecektir. 52- Resim ve heykel İlâhî bir tecelli olan güzel san’atlann bütün dallanmn din adamlannca yasaklanması millî şerefe ve medeni gelişmeye ihanet sayı­ larak cezalandınlacakıır. 53- Bu kanunlar yayınlandığı tarihten sonra yürürlüğe girer. Mevzuatta bu kanuna aykm hükümler yürürlükten kaldmlmıştır.

٠٠Yeni Din',

veya ٠٠Yeni İslâm.' Görüşlerimiz İçin Gerekçe:

(Dinimizde reform için yapılacak kanun lasansı) başlığı altında ve temen­ ni mahiyetinde ifade ettiğimiz maddelerin gerekçesi, dinin ve Atatürkçülüğün daha iyi kavranması içindir. Dinde Reform için Kaynağımız: 1. Ulu Atatürk’ün Nutuklan. 2- Hz. Muhammed.in Kur’ân-ı ve hadislcn, 3- Mevlânâ.run ve Hacı Bektaş Veli'nin düşünceleri. 4- Çeşitli müelliflerin İslâm ve Türk tarihleri. 5. Akil selim. 6. Volr١ cy'in Harabeleri. 7- Boley.in (Hz. Muhamracd) kitabı. 8- Çeşitli yazarlann Atatürkçülük ve Kemalizm hakkında kitap ve maka­ leleri, 9. Dil ve Tarih Kurumlannın çıkardığı yayınlar, 10. Dünya tarihi ve dinler tarihine ait eserlerdir. Maksadımız Dinimizde Reform ve Kemalizm için yapılmasını temenni elliğimiz ka­ nundan maksadımız dünya yüzünde şerefli, muasır vatan görmek aşkıdır. Elbet


D İN D E R E F O R M L A R V E KEM ALİZM

187

vatanını seven her Türk bunu ister. Hemen hemen bütün devlet adamlan ve ay­ dınlarımız ve politikacılanmız için de böyle bir vatan görmek ideali tabii sayıla­ bilir. Fakat buna giden yol hakkında düşünceler çok değişik ve çelişmelidir. Bu hususla dinin rolünü öngören aydınlanmız. dinsiz denilmekten korkmaktadırlar. Halbuki din bizatihi toplumu iyiye yönelten bir faktördür. Fakat dini temsil edenlerin iyi niyeti ve vatanseverliği medeniyet ve ilim severliği başta gelir. Bu olmazsa dinin esası çok iyi de olsa mü'minleri sefalete ve felâkete sürüklemek­ ten başka bir işe yaramaz. Halbuki dinler de hayat gibidir. Doğarlar, büyürler ve ölürler. İnsan top­ luluğunun mazisi milyonlarca seneyi aşmaktadır. O günden bu güne binlerce ve binlerce din ve peygamber gelmiş geçmiştir. Toplumu iyiye, mutluluğa ve ikti­ sadi refaha göiürebilen dinler yaşamaktadır. Allah bütün dinlerce var sayılan bir otoritedir. Gaye, sosyal hayatın düzenidir. Bu sebeple bir din devir değişmedik­ çe hükümlerini de devrin ilmine göre değiştirmezse nazil olduğu devrin icabına mü'minlerini uydurmakta ısrar ederse o toplum terakki eden devletlerce Ölüme mahkûm edilir. Hristiyan. Müslüman. Budist. Brahman nice devletler kurulmuş bir müddet yaşamış, zamana uymayan akideleri yüzünden batmışlar veya yeni­ leşmiş milletlerin esaretine girmişlerdir. Bu sebeple Türkiye yaşayacaksa asra uymak için şapkayı, yeni harfleri, medeni kanunu nasıl kanunla kabul etmiş ve Dinde Reform’a böylece başlamış ise din sayılan diğer akideleri de Kcrfıalizm yani modem ilmin süzgecinden geçirerek bir kanunla değiştirmek gerekecektir. Bu tarihi görevi sayın devlet ve hükümet başkanlanndan ve bakanlar ku­ rulu ile sayın senatör ve milletvekillerinden bir vatan hizmet ve aynı zamanda da bir din hizmeti olarak beklediğimi belirterek, derin saygılanmı sunuyorum." Osman Nuri Çerman Emekli Coğre^a Öğretmeni, Diş Tabibi ve Cumhuriyet Halk Partisi Karagümrük Nahiye İdarecisi KUR.ÂN-I REDDETMENİN LAİKÇESI: DİNDE REFORM

Emekli Coğrafya öğretmeni ve Diş Tabibi Osman Nuri Çerman'm akıl almaz ve din adına din tarumaz teklifleri, kendisinin de bclimiğt gibi Meclis ten bir kanun tasansı halinde çıkabilecek şekilde tasarlanmıştır.


188

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D İN V E D E V I E T İL İŞ K İL E R İ

53 maddede özellenen ''Dinde Reform ve Kemalizm.'' başlıklı lekllflcr. gerçeklen 20 Haziran 1928 larihindc Isıanbul üniversitesi Ilahiyai Fakültesinin dini rcfonn tekliflerinden ‫؟‬ok daha ileri boyutta olmuştur. Çünkü ilk önce Cumhuriyet Halk Partisi Kuruliayı.nda gündeme gelen ve sonra TBMM.yc ve Başbakanlığa a‫ ؟‬ık‫؟‬a bu tekliflerini sunan Osman Nuri ‫ ؟‬er. man. yukanda 53 madde de özetlediğimiz sadece czanlann Türkçe okunması, camilere musiki aletlerinin konulması gibi, daha önce gündeme gelen refoım örnekleriyle kalmamış‫؛‬ a- KuriSn'ın tamamen Türkçeleşmesi, b- Kemalizm rtihuna uygun (!) özel bir Ku^ân hazırlanması, e. Ku^ân'ın ahkam ve muameleta ait âyetlerden temizlenmesi, d. Türkiye'de uygulanan medeni ve cezai ahkamın, Kur'ân'öan âyetler arasına sokulması.

‫از‬

Il|f :

e. Temizlik Sûresi, istiklal Ülküsü Süresi, Askerlik ve Kahramanlık Süresi, Turizm ve Ticaret Sûresi. Yasalara Saygı Sûresi ve Vergi Sûresi... gibi yeni sûre ve âyetlerin oluşturtilması. f. Günde‫ ؛‬sabah ve akşam olmak üzere iki vakit namaz kılınması, g- H an^ namaz olurea olsun sünnetler dahil, bütün rekatlann cemaatle ve kemalist imam eşliğinde celıren kılınması... gibi çok garip ve "Bakırköy" ölçeği, ne bile vurtjlamayacak kadar akil ve manuktan yoksun teklifler gündeme getir, mişü. Tabi haccı ve ''Boşu ^ ş u n a a‫ ؟‬kalmak!', diye tarifledigi Ortlcu da kaldırarak yeni ve yeni oldugu kadar da kendisinin ianımıyla ''Kemalist.' bir dini yapı oluşturmayı araulamışlı Osman Nuri ‫ ؟‬erman.

٠

١

Çerman bu akil dışı tekliflerin 1956 yılında yayımladığı, ''ideal Türkiye İçin Dinde Refonn'' başlıklı kitabında da tekrarlayınca. (4) zamanın Diyanet İşleri Başkam EyUb Sabri Hayırlıoglu,(5)''Dini ve dince mukaddes sayılan değerleri

٠، 4. Osman Nun Çerman. bu görüş ve inanışlarını 1956 yılında yayınladığı "İdeal Türkiye İçin Dir>de Reform" adlı kitabında, yeniden gur١deme getirmiştir (Jaeschke, Yeni Türkiye'de İslâmlık dp. not: 52) 5 Ebüb Sabri Hayiflıoğlu, Ahmed Hamdi Akseki Hoca'dan sonra Diyanet Işlen'nin dördüncü baş­ kanı olmuş V. dini gayretterinden. İslâmî hızmetlennden ve özellikle Osman Nuri Çerman gibiler١ne Karşı Oiyar>el adına lakındığı resmi tavırdan dolayı sık sık *gen.", "mürteci, nitelemeleriyle Karşrfaşmif bindir 1951 yılından 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar, 1960 devriminın Bakanlar Ku­ rulu 2 Haziran (devnmımden 5 gün sonr.) 1960 tanhınde görevden devletçe alınıncaya kadar Oıyar١et İşlen Başkanlığı'nda bulunmuş çok değerli bir din adamıdır.


d in d e r e f o r m l a r v e

KEM ALİZM

189

tahkir, tazyif ve aşağılamaktan dolayı Diyanet İşleri Başkanlığı adına Osman Nuri Çerman aleyhine dava açtırdı/.^ Osman Nuri Çerman aleyhindeki ceza davasında mahkemenin isteği üzc. line Başkan Eyüp Sabri Hayırlıoğlu. mahkemeye bir bilirkişi raporu gönderdi. Raporda şöyle denilmekteydi: 'Türkiye için Dinde Reform" kitabının yazan, hiçbirdini eğitimi olmayan, ondan da öte Islâm ilimleriyle uzaklan yakından ilgisi olmadığı tekliflerinden belli olan biridir. Hiçbir değeri olmayan bu kitapta ve dinde reform düşüncele­ rinde yazar, en başta İslâm dinini, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)'yı, Kur'ân.ı Kerim'i. İslâm ibadetlerini ve din adamlannı tahkir etmekte ve onlan ifadeleriyle aşağılamaktadır. Yazar söyledikleri ve teklif ettikleriyle devletimizin temelini teşkil eden vicdan, düşünce ve öğretme hürriyetini sarsmak ve sosyal sınıflar arasına nifak sokmak istemektedir... Atatürk'ün söylememiş olduğu sözleri, onu söylemiş gibi ileri sürerek ya da onun sözlerini tamamen kendi düşünceleri doğrultusunda de­ ğiştirerek, Atatürk adına dine cephe almaktadır... Yazar, Türk çocuklannın İslâm dinine bağlılıklannı ortadan kaldırmak ve yeni ibadet şekilleri ile. yeni bir İslâm anlayışı meydana getirmek iddiasıyla kendisini Türk Luther'i olarak göstermek istemektedir... ... Kitabının söylediğimiz ve işaret ettiğimiz nedenlerden dolayı, 'Tür­ kiye İçin Dinde Reform" kitabıyla loplatlınlmasmı gerekli görmekteyim."‫^؟؛‬ Osman Nuri Çerman. mahkemenin 30 Ocak 1958 tarihinde yapılan du­ ruşmasından sonra, kendisini savunmuş ve iddia edilen suçlamalan reddederek; ( 10)

"Ben sadece ezanın Türkçe'leştirilmesiylc yapılan İslâm'da reformun, daha da genişletilmesini arzu ve teklif ettim. Zira bu reformlar Büyük Aiatüri، eğer hayatla olsaydı O'nun tarafından da yapılacak refoımlardı. Atatürk bu rcformlan başlatmış ve fakat reformlann gerisini getirmeye ömrü vefa cuncmişıir. Bu sebeple "Dinde Reform ve Kemalizm" tekliflerinin suç olacak bir tarafı yok­ tur ve tamamen Kemalist ilke ve inkılaplardan mülhemle yazılmıştır. 6. Y eni İstanbul, AralıK 1957. 7. Gotthard laeschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, s. 134. 8. Bilir kişi raporunun bu bölümünde, yukarıda sırBİadı.imız 53. maddeden. Islâm dışılıO■ ve dinsî2ii٥e varan ve hiçbir akli ve mantiki ölçülere dayanmayan maddelerden birkaçı s١ra)anm‫؛‬٠tır 9. Jaesehke. Y en i TOrkiye'da Isiim lık, s. 134-135 10. Verv'/starfbu/. 30.1 1958.


İl 190

CUMHURlYEn^ DÛNEM! DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİ

...Kara kuvvcıc. ilticaya karşı Atatürk'ün ışığında ilerlemek ve onun ifa­ desiyle din tüccarlannın egemenliğine bir son vermek gerekmektedir..." sözleri­ yle suçsuzluğunu dile getirerek beraatini istemiştir.

٠I

Mahkeme 13 Şubat 1958 tarihli oturumunda, tekrar sanık Osman Nuri Çcrman'ın ifadelerine başvurmuş ve hem cezai kanun da onu cezalandıracak ni­ telikte sarih bir madde bulamadığı için ve hem de Çeıman'ın söylediklerinin Atatürkçülük ışığında değerlendirilerek (*‫ )؛‬aykm bir hal bulunmadığı için, Osman Nuri Çerman'ı delil yeiersizlginden beraat ettirmiştir. 02) Osman Nuri Çcrman’ın kitabı. Nevşehir Milletvekili Münip Hayri Ürgüplü'yü 12 Aralık 1957'dc Ceza Kanunu'nun 175. maddesinin aşağıdaki şekilde de­ ğiştirilmesi için bir kanun değişikliği tckIinnc scvkelmiştir.

١

t

"Din ve mezheplerden birini veya peygamberlerinden herhangi birisini tazyif ve tahkir için dil uzatanlar allı aya kadar hapiste cczalandmiır. Bu cürümler umuma neşir veya teşhir olunmuş yazı veya resim veya diğer yayın vasıtalarıyla işlenmiş ise gerek failin ve gerekse yayıncımn göreceği ceza bir seneden üç se­ neye kadar hapis ve 3000 liradan 5000.-liraya kadar ağır para cczasıdır.03) Ürgüplü. "Dine ve dince mukaddes sayılan değerlere karşı işlenen cüriimİcrc ceza verilmesini isterken, hem Çerman'ın söz konusu kitabını ve hem de aynı muhtıra ile sürekli dini tahkir eden Akis Dergisini gerekçe olarak göster­ miştir." 04) Ürgüplü'nün kanun değişikliği teklifi. Adliye Komisyonuna havale edildi ve Adliye Komisyonu da 8 Şubat 1958 tarihinde bir rapor verdi. Raporda, 1889 tarihli Codice ZanardcUi'ye dayanan 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu’nda Allah’a ve Peygamber'e hakaretin cezası bulunmadığı belirtilerek, bu boşluğun mutlaka doldurulması gerektiği dile getiriliyordu. Bu sebeple 8 Şubat 1958 tarihinde Adalet Komisyonu Ceza Kanununun 175. maddesine şu fıkranın ilave cdilmcsinitekJif etti.

11. Çerman'ın da iddia ettiği gibi Atatürk'ün de bu tür reformlar yapacağından gerçekten hiç kimse­ nin şüphesi yok id). Osman Nun Ergin'in, Maarif Tarihı'nde belirttiği gibi Atatürk Din İnkılabını yapmak istemiş. fakat-ömrO dolayısıyla,- yapmak istediklenni tamamlayamamıştır (Osman Nuri Ergin. TOrk M sa rif Tarihi, c.5, s. 190٥٠1967). 1^ Y » m ls ta f)b u l.3 0 A 1.56. 13.12Aralık 1957. Ceza Kanunu ^m d. ek değişikTr^ 14. Münip Hayri l3rg0p)ü, A k is D ergisinin 29 Hazırsın 1957 tarihli nüshasında. Peygamber'e "Çöl bedevisi, ve Kur٠Arvi Kerim'e de *Çöl kanunu, denildiğini ifade ederek, sözkonusu derginin ka. patıhnasını istemişi،.


D İN D E R E F O l L A R V E K EM A LlZM

‫اوا‬

"Her kim Allah.ı ve Peygam^r'i veya din ve mc7٠ hcpJcri vcyahu‫ ا‬dinen mukaddes addedilen kavramlan veya eşyayı tahkir ederse 3 aydan 1 seneye kadar hapis ve 300 liradan i liriya kadar agır para cezasıyla Icçziyc .lunur. Bu fiiller ncçrcn vaki ٠ldu^i lakdinlc. 6 aydan 2 seneye kadar hapis ve 500 lira, dan 2 1 liraya kadar ağır para cczası hîikmolunur.'' (Madde 175. fikra 3) 17 Şubat 1959 tarihli Umumi Heyet toplantısında ele alman Adalet Komi, syonu'nun bu teklifi hararetli tartışmalara neden oldu. Münip Hayri Ürgüplü, bu teklifiyle, f ilik a d a namuslu olmayı tercih elli, gini. Peygamteriin 01‫^ ؟‬devisi dcgil. medeniyetin scm ^lü olduğunu ve Kuriân'ın bütün zamanlara indirilmiş bir kitap oldu^ınu aldatarak, bu kutsal de. gerlerc hakaretin mutlaka cezalandınlmasının gerektiğini dile gelirdi.(5 ‫)ا‬ Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı da. ürgüplü'ye katıldığını, ceza veril, mczse dinsizliğin anacağını dile getirerek, bir yazann, ''Bizim Kabemiz Ata. türk'ün Anıtkabiri.dir" dediğini hatırlattı. Hikmet Bayur ise, teklife karşı koymuş ve her dönemde dinin tenkid edil, digini, ortaçağdan beri bütün dinlerin cleştirlcbildigini dile getirerek, bu kanun teklifi kabul edilecek olurea, ‫؟‬ok ciddi anlaşmazlıklara sebep olur. Teklif lüzum, suzdur ve ayni zamanda tehlikelidir''(..) diyerek, kanun teklifinin reddini istemıştı. Mardin Milletvekili Kamil Boran, farklı bir açıdan konuyu ele alarak. Tann'yı kalımsız kanunlarla koremaya çalışmak küfür ve günâhtır. Bu teklif memleketin dinsiz ve imansızlar yurdu haline dönüştüğünün zannını uyandınr. Teklifin reddini istiyonıum.''(٤7) diyerek, kanuna hiç kimsenin Eklemediği bir açıdan karçı çıkmıştı. Kamil Boran, kanun teklifindeki, .'Dine ve dince mukad. des sayılan değerlere hakaret'' cümlesindeki hareketle. ''Buna göre gelecekte Mer.ycm.e. Istavroz'a hatla Hindulann kutsal ineglne yapılan hakaıeilcr de mi cczalandınlacaktıri?" sonısunu gündeme geıimıişii. Sebaıi Ataman. "Din ve dince kutsal sayılan şeyler'' ifadesinin açılması ve devletçe bir tarifin geliştirilmesi teklifinde bulununca. Ceza Kanununun 175. maddesindeki 3. fikra degişikligi yeniden müzakereye alınmak üzere 24 Man I958'de Adalet Komisyonuna yeniden havale edildi. 15. JaesschKe, Y en i Türkiye'de IstAmlık, s. 135. 16. Jaessehke. ٥ ..... ٠. 135. 17. Jaessehke. a.g.e.. 8.135.136.


192

‫ا‬.‫ا؛‬ ‫;أ‬ ١‫ا‬

il ‫اا‬

1

.

‫ﻣﺎ‬ :٠ .‫ا‬

‫أ؛‬

c u m h u r iy e t

U٥ ^ M ٤ DİN v e

devlet

-

-

Din vc dince mukaddes olan şeyler tahkir ve tezyif edenlerin cczalandmlacağı bu teklif bir kavram kargaşası meydana getirilerek yeniden Adalet Ko­ misyonuna havale edilince, kanun taklifi bir daha ortaya çıkacak zaman bulama­ dı vc Jacschke.nin tabiriyle de teklif, yıllarca Adalet Komisyonu'nda uyumaya ıcrkcdildilri٥) Emekli Coğrafya Ogretmeni vc Diş Tabibligi yapan ayni zamanda Cumhuriyei Halk Panisi.nin 9. Kuruliayı'na İstanbul delegesi olarak katılan Osman Nuri ‫ ؟‬crman.ın bu ''Yeni İsISm'' ve ''Yeni Ku^ân'' projesi ne 1950 öncesi iktidannda ^ lli bir eczaya çaı^tınlmayınca dini yok etme faaliyetlerini yeterli gör. meyip, dini lopyekUn degişiimie faaliyetlerine gircn insanlara da cesaret vcmıişti. Demek ki. din aleyhine ne kadar çalışılırsa çalışılsın vc dince kutsal s a y ılı şeylere ne kadar hakaret edilirse edilsin, karşılıksız kalacagı düşüncesi bir ti^ım insanlara hakim olmuştu. İşte bu tür insanlar 20 Haziran 192‫ ة‬yılında ilahiyat FakUltcsi'nin teklif etligi ve daha sonra da 1949 yılında emekli Coğrafya öğretmeni vc CHP Istanbul delegesi olan Osman Nuri ‫ ؟‬cm an'ın bu teklin genişleterek TBMM'yc sundugu islâmiycii Islah (‫ )ا‬projelerini yeterli gömıcyip yeni yeni refom tcklinerine girer olmuşlardı... 1936 yılında "Rcvalulionaty Turkey" kitabini yazmış olan Hilmi Malik Evranal. 1953 yılında bu duyularla .'Din'in Kalkınması'' adil bir eser yayınladı. Evranal. Çcrman.ın ickliflcrinin bir an önce yüriiriuge ginnesini istiyor ve dinde reform yapmanın z o ılu lu g u n d a n bahsediyordu. Gerekçe olarak diger sosyal kuramlarda yapılan devrimler gibi dini inançlarda da en başta Ku^ân ve Sünnet inancında devrimler yapılmasını istiyordu. Mevcut din anlayışının taassup vc irlicayı dogunlugunu söyleyen Evranal, Ankara'da kuralan ilahiyat FakUltcsi'nin bu refom a kaynaklık edebileceğini ileri sürüyor vc ilahiyat FakUltcsi'nin çıkar, laca^ aylık ilmi dergilerle de yapılacak dini devrimlcrin temellerinin atılacağını dile getiriyordu.(‫)وا‬ 1950 sonrası ikiidannda dini tahrik noktasında istediği gibi at oynatanlara ikiidann gerekli tecziyede bulunmaması dolayısıyla cesaret olan dinde refomı. cula^an bir ianesi de Orgeneral Fahrettin Altay idi. Orgeneral Al tay, "isiam dini aydın gençler İçin.' adil kitabında söyledikleriyle bir hayli heyecan uyandır١٥٠ Jaeuchka. ٠ ..... s 136. ١٥. Hilmi ü k Evranal, D tnm K aâkınm ası, 1^3 Ankara; J٥٠«schk٠, Y em T ürkiye'de i s i l i k , ٠.

)

136


D İN D E R E F O R M L A R V E

193

k e m a l i ZM

mıştı. Fahrettin AJtay. sözk.nusu kitab١ njn önsözünde, aydtn gençliğin Isjam ve Ku^ân't aniayamad.kiannt ve doJayısıyia da gençlerde büyük bir dini boşluk meydana geldiğini telirtiyor ve ''Artık vicdani kanaatleri dine değil, milletin Ç0 ٠ ^nluguna uydumak gerekir'' diyerek dinin bir anlamda devreden Çikarttlmastnı teklif ediyordu.^.) ''İslâm Dini" başhklı kısa bölümde de İslâm ad.na neler d ü şü n d ü ğ ü orlaya koyan Orgeneral Altay bu ölüm de de şunlan zikrcdiyo^u: ''Ku^ân'da insantn ve öteki yarauklann nasti yaratıldıklan açıkça söylenmemiştir. Modem evrim teorisini yalanlayan bir âyet yoktur Ku^ân'da..." İslâmlık hiçbir zorlamayı kabul etmez, tersine (Buymklarda) kolaylığı ve hoşgörtyü ister. Kitabin 18 sayfasını ayırdığı Muhammed'i okurlanna insan olarak yakınlaşılmak istiyor. Muhammed. d.^jşunda ve çocukluğunda öteki Ç0 cuklardan hiç farklı değildi. Anlatılan olağanüstü ne varea. hepsi sonradan uydumlan masallardı. 0 sadece dognıluğu ve iyi karakteriyle kendini gösicmişti. Yaşı büyüdükçe aklinda ^ lirli düşünceler şekillenmeye başlamıştı. Günümüzde de böyle yüksek fikri yetileri olan insanlara rastlanır. Bize de bazı kere ilhamlar geldiği olmuştur. Peygam^rlcrdc buna ''vahiy', denir. İslâmlığın ana prensibi, onun anlaşılır olmasıdır. Bu seteplc Ku^ân Araplara kendi dillerinde gelmiştir. Gene ayni seteple de bugün her milletin diline çevrilmek zonmdadır. Arabasının da yanma yazılması faydalı olur. Kur'ân âyetlerinin anlaşılmasının .'içtihat'' denen kapısını kapanmış olduğunu söylemek yanlıştır. Çünkü fcnnin ilerlemesi kakışında bu âyetleri buna göre anlamak gerekir. Kim .'Saat yâkındır ay yanidi" (Sûre 54.1) âyetine. Muhammed'in bir mucizesini anlatıyor gözüyle bakaraa yanılır. Çünkü ^ y le birolayı hiç kimse görmemiştir. Miracı Kur'ân riiya olarak anlatıri bunu Muhammed'in şu sözü de ispatlar ''Ben de ölümlü bir insan dc^l miyim?'٠ (17.93) İslâmlıkta Meleklere inanmak da şantır. Ama bunlar insanlardaki iyi duy. ^ılar olabilirler, nasıl ki şeytan da kötü duygulartır. "Birçok kanatlı melek.' sürat-1 intikal (kavrayış çabuklu^ı) anlamındadır 5. süre 6. âyetteki aWesı şanlan sadece namaz sırasında dış temizliği amacıyladır. Sabah ve akşam birer kere ayaklan yıkamak yetişir. Insanlann çoğu İçin işlerini güçlerini, anlamadan Ku^ân.ı ezterlemck İçin bırakmalan d o ^ ı değildir. Ku^ân.ı ez^riem ek İçin bırakmalan dognı dcgildir. Ku^ân'da sadece bir namazın vakri belirtilmiş, ötekile. re İşaret edilerek geçilmiştir. Anlaşılan Allah, eger işe engel oluyorsa, sadece

20.FahrettinAlöy.

Is iâ m

D in i A y â n

G e n ç k r İç in * .

٠ .515‫ا‬.AnKarı.1955


194

i.

'!

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T iL lŞ K lL E R l

Mekke'ye yönelmek, eğilmek veya secde etmek ve "Allah" demekle namaz kı­ lınmış olacağını söylemek istemiştir. Namaz sırasında ayakkabılan çıkarmak zorunlu değildir. Sadece onlann temiz olması gerekir. Büyük adamlann karşısna saygı göstermek için nasıl açık başla çıkılıyorsa, namazı da öyle açık başla kılmak lâzımdır. Kur٠ ân١ da (2. 184) bütün bir ay oruç tutulacağı açık olarak bil­ dirilmemiştir. Eyyam (eyyam ma'dude) kelimesi "üç ve daha fazla gün" anlamı­ na gelir. Dinde zor olmadığına göre, eğer bütün ay oruç tutmak güç gelirse. Ramazan'ın ilk üç gününde tutmak yetişir. Ramazan’ın bazı takvim uzmanlannın hesaplanna göre Kur'ân'ın nazil olduğu Eylül ayı olarak saptanmalıdır. Büyük bir İslâm Kongresi bu takvim meselesi üzerinde bir karara varmabdır. Sosyal bir kuruluş olan zekât, ailenin geçimi için gereken kadan aynidıktan sonra, geli­ rin l/40'ı oranında "Allah yolunda bir vergi" olarak "Millî savunma vergisine", çevrilmelidir. En büyük "batıl itikat", Cennetin kapısını Mekke’de aramaktır. Orada hacca gidişler milli servetin boş yere tüketilmesine sebebiyet vermekte­ dir. Kurban edilen hayvanlann etleri Hicaz yoksullannın ihtiyaçlannı çok aştığı için kurban kesmeye gerek yoktur... İslâmlıkta aklın almayacağı hiçbir şey yoktur. Dini görevlerin yerine geti­ rilmeleri zorolanlan kolaylaştırmak içindir."(2i) Orgeneral Fahrettin Atay.ın bu kitabı o zamanlar halk nezdinde büyük tepki uyandırmıştı. Raif Onga'nın çıkarttığı "Hakkaniyet" Dergisi 109. sayısında Orgenaral Altay’a. "Dinsiz General" diye cevap verirken. Islâm Dergisi de. "Eğer kiliseye değilse, sayın general ya nereye?" diyerek cevap veriyordu.(^^) "Dinde Reform" ve "İslâmiyet'i Islah" gibi bu ve bunlara benzer projeler değişik aralıklarla 1960 yılı sonlanna kadar devam etti. Ve en son 9. Türk Dil Kongresi'ndc. 14 Temmuz 1960 günü. Diyanet işleri Başkanlığı'ndan. ezanın yeniden Türkçe olarak okunmasının ve namazlann da Türkçe olarak kıiınmasırun istenmesine karar verildiğinde, bir anlamda da dinde reform isteklerine son verilmiş olunuyordu. (‫؛‬Xinkü 27 Mayıs ihtilaliyle işbaşına gelenler bile Türk Dil Kurumu'nun bu tekliflerinin ne kadar yapılamaz olduklarını çok iyi biliyorlardı. Milli Birlik Komitesi. 25 Temmuz 1966'da yayınlandığı 35 numaralı teb­ liği ile dinde reform isteklerini de kapatmış oluyordu. Söz konusu bildirinin, ezan, Kur٠ ân ve namazlann Türkçe olmayacağı ile ilgili bölümünde şunlar deniliyordu: 21. Fahrettin AH٠y...as ,t.25-35, J٠٠t٠chke. Y en T ürkiye'd e İslâm lık, s. 137. 22 h ü m 0 .T 9 ., C.3. a 27, s 72. ،Az K.m.1 Kufçu'nun •Orgenermt Atley'a Cûvabı'mih yaziii.


195

D lN D E R E F O R M L A R V E K EM A LlZM

.'M‫؛‬٤ l ٤Birlik K.mitesi'nin en büyük areusu.vicdan hüiTİyelinin dayanagı .lan kulsal dinimizi saf ٧e lekesiz .larak muhafaza cimek. onu gerici ve siyasi akjmlann aleli olmaktan kurtamakur. MilletdaşlanınJZJn inan‫ ؟‬ve ibadeilerine kanun yoluyla veya zorla müdahale edilemez ve değiştirilemez... Bu amaçla şurasınj a‫؟‬tk‫؟‬a telinmck isteriz ki. bazt kurumlar<23) ve şahıslann millctdaşlanmtZI yanlış kanaati ara sevkedecek. mesela ezanin, namazın ve Ku^ân'ın Türkçe okunmasının mecburi olacağı yolundaki açıklama, yorum ve propagandaları hiç. bir surctte Milli Birlik Komitesinin düşüncelerini ifade etmemektedir..'.^) Milli Birlik Komitesi'nin 35. numaralı bu bildirisiyle, rejimin bizzat ken. disi dinde reform adıyla teklif edilen projelerin uygulanamazlığım düşünerek dini değiştirme noktasındaki dini reformlara son vermiş olur. Artık 1961 yılından itibaren din üzerinde köklü değişiklikler meydana getirccck olan dinJrefonnlar ve İslâmiyet'i ıslah projeleri gibi projeler gündeme gelmez olur. Çünkü artık reform adına Ortaya konulmak islenen şeylerin bütünü, ylc dini rcd olayı. kısaca bir kafirlik olayı oldu^nu resmi yetkililer bile anlamıştır.

٠

٠

\. .-، \‫ﺋﻔﺔﻣﺤﺪااﺀج‬

23. TOrk Dil Kurumu.nun 13 T.mmuz tarihli 9. Kurvltaytindı alman (،ni rafonnlafiı igB. Karv kaıtedilmeKtadir. 24. Ulu.. 27.28 Temmuz 1960; Godhard Jıesschke, Yoni Tûfkîym’âm I ğ k K ٠ 133


i

U

i

A

.ÂÂ â . Â _ . İ

١‫د‬

‫إ‬


y e d in c i b o l u m

l a ik l ik v e d e v l e t i n d i n i

DENETİM ALTINA ALMASI

t*üt



DE ١^ E T İN d i n i D E ^ İ M A L T ^ ALMASI

l a ik l ik v e

Kemalist laiklik anlayışı, 1930'lara gelindiğinde daha belirgin bir şekilde dini sindirme ve dini yok etme faaliyetlerine dönüşünce laiklikle gelinen bu nokta ciddi bir biçimde yönelim çevrelerinde de tartışılır olmuştu. Laikliğin uy­ gulandığı biçimine, toplumu en güçlü bir tutumun bağından yoksun bırakugı için yönetim içerisinde de -halkta aşın din düşmanlığı meydana getirdiğinden dolayı- huzursuzluklar kendini göstennişti. Laikliğin bu uygulanış tarzına karşı çıkanlardan biri de. "Atatürk'le Üç Ay" kitabının yazan ve rejimin o günkü iktisat müşaviri sayılan Atatürk'ün en sevdiği insanlardan biri olan Ahmet Hamdi BaşaKO Bey olmuştu. Ahmet Hamdi Başar, bir yurt içi gezisinde Atatürk'ün başkanlığında yapı­ lan toplanularda laiklikle ilgili kendi kanaatleri sorulduğunda Başar çok açık yüreklilikle Mustafa Kemal'e karşı, "Laikliğin bizde anlaşılmaya başlanan şekil­ de tatbiki dinsizlikten başka bir şey değildir!" cevabını vermişti. Laiklik uygulamalanyla ilgili bu tür kanaatler, herşeyiyle Halk Partili ve devrim taraflısı olan kişiler için de azımsanmayacak oranda mevcuttur. Çünkü gerçekten Ahmet Hamdi Başar٠ ın da dediği gibi, "Laiklik adına yapılan dinsiz­ lik" hareketleri bütün bir halkın gözünün önünde devam etmektedir ve herkes açıkça yapılmak istenilenin "dinsizlik" olduğunu görebilmektedir. ٠٠Atatürk'le

Uç Ay" ve Laiklik Dinsizlik midir?

Serbest Fırka'mn kapatılmasından hemen sonra ülke içindeki gidişau tnz. zat yerinde görmek isteyen Mustafa Kemal Atatürk, yiımi ik i.) üi kapsayan bir ١. Ahmed Hımdi ‫ج‬٠٠‫ ا ى‬Cumhuriy٠t döneminin tanınmış İktisatçılınnckn olup. 1.45 yılındı Halk Partsinden ayrılarak Oemokral P a r H m ilte^Jı seçilmiştir. 2. 22 Üİ kapsayan bu gazi 1B Kısım 1930 tarihinde Kayseh٠ye hareketle başlar. 4 Mart 31١‫ ه‬yılırv


200

C U M H U R lY E l^ D Ö N E M İ D İN w

D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

yun gezisine çıkmışu. Zamanın Maarif Vekili. Dahiliye Vekili. Adalet Vekili gibi bakanlarla çeşitli devlet görevlileri bu geziye katılmışlardı. Geziye katılanlardan biri de yukanda belimiğimiz gibi, önce Halk Panisi'nden (1945). sonra Demokrat Parti’den (1953) milletvekili seçilmiş Cumhuriyet döneminin tanın­ mış iktisatçılarından Ahmet Hamdi Başaridır. Ahmet Hamdi Başar üç ay süren bu yurt gezilerini bilahare. "Atatürk'le Üç Ay ve 1930'dan sonra Türkiye" diyerek kiıaplaştırdı.^^^ Gezide ekonomik gelişmeler, inkılaplann durumu, din-devict ilişkileri, maarif problemleri, iktisadi kalkınma gibi sorunlara eğilindi. Seyahatin ilk devresinde Ankara-Sivas arasında Atatürk'ün başkanlığında yapılan bir dunım değcrlcndinme toplantısında. Halk Fırkası'nın Altı Ok’u ve onlann vatandaşlar üzerindeki tesirleri görüşülüyordu. Görüşme sırasında "La­ iklik" maddesine geldiğinde, konu "Laiklik dinsizlik midir, değil midir?" tartış­ masına dönmüştü. Sözü tekrar Ahmet Hamdi Başariın 1930 yıllannda Atatürk'le beraber ol­ duğu üç aylık yurt gezilerine getirerek, bizzat Atatürk'ün huzurunda yapılan la­ iklik tartışmalanna dönmek isliyorum. Tartışmanın bu bölümünde Ahmed Hamdi Başar'ın kitabından aynen bu­ raya alarak vermek istiyorum ki; Mustafa Kemal Atatürk’ün yıllarca yanında bu­ lundurduğu ve her şeyiyle kendilerine güvendiği kişilerden, laikliğin Türkiye’de o yıllarda hangi manalarda kullanıldığı ve devletin bu ilkeyi benimserken nasıl benimsediğini, ilk ağızlardan öğrenmiş olalım: Atatürk'ün En Yakın Arkadaşı Söylüyor;

"L A İK L İK BİZDE D İN SİZLİK TEN BAŞKA BİRŞEY D EĞ İL D İR " .Laiklik bahsini. Gazi'nin İsteği üzerine. Şükrü Kaya Bey aydınlatmaya başla­ dı. Fransız inkılabının bir çocuğu olan laiklik fikri bugün medeni dünyanın da fikri, dir. dedi. Bir mesele ortaya atıldt: Laiklik dinsizlik midir? Yoksa sadece dinin d ı Bafkmı ٨‫ ﻫ ﺪ‬٠‫ل‬٠ dönülmesiyle sona erer. Gezjlen iter Siras^la şunlardır: Kayseri. Sivas. Tokat Amasya. Samsun. Trabzon. Istanbul. Kı^areli. Edime. Bursa. Izmir. Aydın. Denizli. Balıke٠r. AntaJyi Menin. Malaiyı A^na. Konya ve Afyonkarahisar. 3 Ahm^ Hanx. ‫ ئ‬٠‫ ﺀ‬٠AtitOfiCİe Ö ç A y. ATlTlA 100 Yıl A^ ^ anı Yayın No . ss Ankara 1981 (BmndBaılu. 1945)


LAJKLIK

v e

D E ^ ،N

DİNİ

d e n e t im

ALTINA A LM ASI

201

dünya işlerine Karışmaması mıdır? iKincisi .Iduğunda ittifak «Iıldi. Bu bahsin de aydınlanmış, üzerinde duracak ncktası kalmamış clduğu anlaşılmakta idi." Gazi benim de fikrimi sordu: "Dinin, dedim, dünya işlerine karışmaması Hristiyanlık İçin baflis mevzu olur. Çünkü Hristiyanlık dünya işlerine karışmayan bir dindi. Esasında toyle olduğu halde sonraları papazlar hakimiyeti ve idareyi ellerine aldılar. Avrupa'da yapılan inkılaplarla, İşte Hristiyanlığın bu kendi esasi dışında olarak müdahalesi kaldırıl. mış. Bu suretle. Hristiyanlığın ilk kuruluşunda olduğu gibi "Kayzerin hakkini Kay. zere. Papanın hakkini Papaya, veren bir İş bölümü yapılmak suretiyle, dünya İşle, ri dinin nüfuzundan kurtuldu. Dikkat buyurulursa laiklik Avrupa'da dinsizlik doğurmadı. Kiliseler ve umumiyetle din müessesi hürmet görerek yaşadı. Bugün laik olan Avrupa ve Amerika halkı tamamen dindar sayılır. Halbuki Hristiyanlık'tan sonra doğan ve esasına ‫؟‬ok mütekamil bir din olan !slâm'lıkta din ile dünyânın ayrılması yoktur. Daha doğrusu Islâm'lık dünyâyı esas tutar‫ ؛‬akla dayanır‫ ؛‬halk idaresini, ahkâmın zamanla değişeceğini kabul eder‫ ؛‬hi‫؟‬. bir doğmaya meydan vermemek, her şeyi akil hududu İçinde mütalâa etmek ister. Islâm.lığın ilk kuruluşundaki esas bozulmuş‫ ؛‬ayrıca bir din sınıfı meydana gelmiş‫؛‬ onun tahakkümü ve kurduğu müesseseler cemiyeti harap etmiş‫ ؛‬bugün din ortadan kalkmıştır. Bizce laiklik tabirinden anlayacağımız mana, din ile dünyâyı ayır. mak değil, dinin ayrı bir sınıf elinde olarak d٠ğmalaşmış esaslara bürünerek dünya işlerini tahakkümü altında bulundurulmasının önüne geçmektir, üaiklik İnk|. lap namına ne yapıyorsak, hepsini İslâm olduğumuz halde yapabiliriz. Fakat eğer, din ile dünyâyı ayıracağız dersek, Islâmlı^an uzaklaşmış, dinsizlik yapmış oluruz. Hristtiyanlık dünya işlerinden uzak olarak yaşıyabilir‫ ؛‬Islâm'lık ise, yaşıyamaz. Bir zat itiraz etti‫؛‬ - Hamdi Bey. adeta yeni bir din yahut Islâm'lıkla reform yapalım demek isti, yor. İnkılâbımızın maksadı tamamen bunun haricindedir. Islâm'lık devrini yapmış, fayda ve zararlarım ortaya koyarak eskimiş, ömrünü bitirmiş bir şeydir. 0 mUesseseyi ne korumaya ne de yeniden bir aşı yaparak gençleştirmeye niyetimiz yoWur. Zaten Wyle bir teşebbüs, kurumuş eski ağaca hayat vermeye çalışmak gibi bey. hudedir. Hamdi Bey'İn yaptığı bütün teviller dini yeni kalıplar attında yaşatmak olur‫ ؛‬buna yeni Türk Devleti.nin yardim etmesini istemek olur. Bunun sonunun ne. reye çıkacağını hepimiz biliriz. Bu kafi ve şiddetli beyanat, hemen hemen bütün fikirlerin hülâsası gibiydi ilk konuşmada adeta eskiyi herhangi bir kombinezon a ltığ a yeniden meydana getir, m ^i isteyen şüpheli bir adam gibi karşılandığımı hissettim. Sözlerimden bazı gizli maksatlar bile keşfolunabilirdi. Hücuma uğrayacağımı görüyordum. Bereket versin ki Gazi bu bahse şu sözlerle son verdi‫؛‬ - Hamdi Bey yaptıklarımızı ve laiklik İnkılaplarımızı, İslâmlığın ilk esaslarına aykırı bulmuyor. Bu bizim İçin ne alâl Fakat yapılanın, yani din ile dUnyanın ayrıF maşının aleyhinde degildir. Şu haWe mesele tevazzuh etm^tir. G ^ lim başka bahse...


202

C U M H U R fY E T D Ö N E M ، D ،N ١^

D E ^ C T İL İŞK İL E R İ

Bahsin daha incelenmeye, üzerinde k.nuşmaya hiç lahammûiu kalmam.5 . 1. Bu mowuu lamamlamış .Imak İçin ‫؟‬unu kaydedelim ki,, gün Gazi'nin hatta leh. dar müdahalesi ile sena eren, bu laiklik ve din bahsi üzerinde ancak merhum Re‫؟‬rt Galip ile anlaşm.‫ ؟‬vaziyetteydik. Merhumla bir îesadü! eseri .larak Sivas٦an T.kaî'a bizi gö.ürecek .Icmobilde yan yana ve yalnız ikimiz seyahat ediyerduk. Bülûn yol devam.nca bu bahsi konuştuk. Fikirlerimi aşağı yukarı şöyle tfade etmiştim: - Bugünkü Türk cemiyetini bağlayan en büyük duygu .Din.dir. Türk milleti dini bir millet halinde asırlarca yaşadı. "Kelime-i Şahadet" getirene ve İslâm olana karde‫ ؟‬ve milletinden olarak baktı. Birçok kötülüklerimiz gibi birçok iyiliklerimiz de dine ve İslâmlığa bağlıdır. Halkta maaril yok. okuyup yazma bilme.yenler yüzde seksen, doksan: yüzde on okuyup yazma bilenler İçinde de onda dokuzu okumaz. Halbuki bütün bu cahil halka ancak din yolu ile ve din sesi ile hitap etmek imkânı var. Her cuma camide toplanır‫ ؛‬her bayram bir araya gelir‫ ؛‬her zaman dinin sesine ve sözüne İnanır. Krtle halinde harekete gOtürmek istediğimiz zaman dini One s٧. reriz. Onu lerden doğruluğa sevketmek istersek önüne din yolunu açarız. Yalancılıktan Allah'ın adına yeminle kurtarırız. Hırsızlıktan, cinayetten, ahlaksızlıktan ahi. ret azabını hatırlatarak onu alıkoyarız. Hülasa nemiz varsa, millet halinde birbirimize bağlanmış olmak, insanlık ve tert ve millet şuuru, hep dine ve İslâm .lığımıza bağlıdır. Şimdi bu kadar büyük bağı, bu kadar b‫ذآ‬yük kuweti yok etmek ne büyük te. laket olacak? Dini U cala r ve taassup eline almıştır ve cemiyeti harap etmiştir diye ortadan kaldırmak, otomobillerle cahil şotOrler adam eziyorlar diye otomobilleri kaldırmaya benzer. Madem ki, ne yapmak istiyorsak hepsini İslâm olarak yapabil،, riz‫ ؛‬neden sanki ona muhalelet ediyormuşus, gavur oluyormuşuz gibi bir tavır ala. Iım ve memlekete ve harice karşı dinsiz bir çehre ile çıkalım?

I ,‫ز‬:

Laikliğin bizde anlaşılmaya başlanan şekilde tatbiki dinsizlikten başka bir ‫؟‬ey değildir. İslâmlıkta din ile dünyânın ayrılması dinsizliğin itadesidir. Bu vaziyette bütün yaptıklarımıza din muhalelet edecek‫ ؛‬şapka giyeceğiz, din gavur oldunuz diyecek. Yeni harfler, yeni kanunlar, hülasa yenilik namına her ne yaparsak hepsi dinin dışında olacak. Bunları yapan adam kâlir sayılacak. Eğer halk dine inanırsa, hükümete ve devlete inanmıyacak. Halk ya hUkmetsiz veya dinsiz kalacak. Hem hükümeti hem dini kavrıyan ve kabul eden bir cemiyet olamıyacağız. Halbuki Hris. tıyanlıkta bu oluyor. LaıWik İnkılabını şimdi anladığımız ‫؟‬ekilde kabul edince ve İslâmlığı ledaya kalkınca ortaya 0 mahiyette koyacak h^bir şey bulamıyacağız ve koyamıyacağız. Halk parçalanmış, hayvanlaşmış insan sürüleri haline gelecek. Be^‫ ؛‬maddi eserler g ö r^ ^ iz ‫ ؛‬belki çok ilerlemiş olacağız‫ ؛‬takat hayvanca, madd ^ e bir ilerleyiş. Bizde dini cemiyetin dışına atmak d ^ il٠bilâkis İnkılabın emrine vererek ya. ‫؟‬atmak lâzımdır. Camileri yıkıp, t . ^ i p onların yerine Halk evleri yapmak suret‫؛‬, yle maksadımıza asla muvarfak olamayacağız. Her zaman camide t^lanan halka or^ an ..sim izi duyurmak‫ ؛‬oralarım m ^ .rn halkevleri haline koymak: Din sınıtını ortadan kaldırmak, h . ^ s ‫ ؛‬din ve dünya namına konuşturmak mümkündür. İslâmlık bu bakımdan en m^ern, en ileri bir dindir.


LAİKLİK V E

d e v l e t in

DİNİ D E N E T İM A LTIN A A LM A SI

203

Derin bir heyecanla anlattığım bu bahisleri Reşat Galib.in aynı heycanla din. !ediğini, sözleri ile beni tasdik ve teyıd ettiğini hatırlarken, merhumun aziz hatırası, nı rahmetle anıyorum. Çok hassas addedildiği ve izahı malum sayıldığı İçin kimse tarafından konu­ şulmayan laiklik bahsi arlık aramızda geçmez oldu. Buna nazaran kendilerini Islâm kültürüne daha yakın tanıdığım arkadaşlara, meselâ Haşan Âli ve hatta Memduh Şevket beylere bile bu bahiste bir şey açamıyordum. Mürteci ve dindar gözükmemek için herkes elinden geleni yapıyordu. Seyahatimizin ikinci merhalesinde cenup vilayetlerimizden birini ziyaretimiz­ de eski bir hoca mebusun, beraberce poker oynayarak rakı içtiğimiz mecliste, lü­ zumsuz olarak Allah'a küfür ettiğini işittiğim zaman, her şeyi unutup sakın tabiatı­ ma muhalif olarak, bu zatı pataklamamak için çok sıkıntı çektim; ve onu daha sekiz sene evvel cüppesi, sarığı üe. ikide bir âyet okuyarak din namına işlerimize karıştığı günleri hatırladım. O zaman bize *kafir, diye hücum eden bu zat şimdi ٠ kendisini tenkit edersem- bana *laik değilsin, diye hücum edebilirdi. Muhakkartır kİ. aynı adamın yarın *komünist* diye hücumuna da uğrayacağım. Seyahatin ikinci devresine ait yine bir hazin hatırayı yazmadan duramıyaca. ğım: Konya'da idik. Alaattin tepesinde Halk Fırkası binasının geniş salonunda. Konya'nın bütün ileri gelenleri toplanmıştı. Gazi halkın şikayetlerini dinliyordu. Konya, o sene buğday fiyatlarının müthiş sükutu ve kuraklık dolayısı ile buhran içinde kalan merkezlerden biriydi. Halk sulama ihtiyacından, şundan, bundan bah­ sediyor ve dertlerini ortaya koyuyorlardı. Uzaktan hakim bir ses işittik: ٠ Paşa Hazretleri; müsaade buyurur musunuz? Başımızı çevirdik. Efendi kılığında, orta yaşlı bir zat ayağa kalkmış, söz için müsaade istiyordu. Kim bilir ne söyleyecekti? Belki vergilerden, belki Ziraat Ban. kası’ndan şikayet edecek; belki de hükümetin bir yolsuzluğunu haber verecekti. Konya'nın medrese şivesiyle bu gayınları çatlatarak söz söylüyordu: ٠ Paşa Hazretleri. Gonyanın derdi ne guraklıktadır. ne de mahsûlün para etmemesindedir. Sayenizde kuraklık gider; mahsul para eder; her şey düzelir. Emma lakin Gonyalıları müteessir eden asıl nokta, biz laik bir hükümet olduğumuz halde, niçin hâlâ cevami ve mesacide umumi bütçeden tahsisat vererek onları ya• şattığımızdır. Gonya halkı bu tahsisatın halkevlerine verilmesini istemektedir. Hayret, dehşet, nefret içinde kaldım. Konya'dan bir dinsizin, soysuzun nasıl çıktığına şaşarak yanımdakilere bu zatın kim olduğunu sordum: Yeniden intihap edilmek isteyen eski bir mebus, eski bir hoca. Türkçe keli­ melerin Arapça'dan geldiğini ispat için eser yazmış olan bir zat olduğunu söyledi­ ler. Dondum kaldıml Bu kadarına kimse yüz vermedi ve onun halk namına yaptığı dilek umumi bir nefret uyandırdı. Fakat bu zatın sonra mebus olduğunu, hatta mecliste yaptığı bir konuşmada, bütün Arapça kelimelerin aslının Türkçe'den gel­ diğini ispat eden konuşmalar yaptığını!.. Konuyla ilgili yazılar bile yazdığını işittimi..،.‫؛‬

4 Ahmed Hamdi Başar, AtatOrkle Üç Ay ve 19X'dan Sonra Türkiye t. 44-46, Ankara 1M1. Ikax9 Batkı.


204

C U M H U R lY E l. D Ö N E M İ D lN V E D E ^ C T -

-

Ahmed Hamdi Başar, Ankara.Sivas yolu üzerinde, her şeyi ile bağlı oldu­ ğu Gazi’sine açıkça bunlan söylemek durumunda kalmıştı. Atatürk devrim ve inkılaplanmn en amansız savunuculanndan biri olmasına rağmen yeni Türki­ ye'de uygulanmak islenen "Laiklik'.in dinsizlik şeklinde tezahür ettiğini ve bunun halkla büyük çalkantılar meydana getirdiğini vurgulamak ihtiyacını duy­ muştu Ahmet Hamdi Başar. 1924'dc başlatılan din eğitimi yasağının, devletin dine kanşması şeklinde yorumlayan Başar: "Dinin, dünya işlerine, devlet işlerine, kanşmaması. Hristiyanlık için sözkonusudur. Çünkü Hristiyanhk dünya işlerine kanşmayan bir din­ dir. Halbuki Hrisliyanlıktan sonra doğan ve esasında çok mütekamil birdin olan islâmlık'ıa din ile dünya işlerinin birbirinden ayniması yoktur. Daha doğrusu İslâmlık dünyayı esas tutar; akla dayanır, halk ikiidannı ister, hiçbir dogmaya yer vermeden, ilim, fen ve akıl hudutlan içerisinde meselelerini çözmek ister. Yok eğer. Laiklik inkılabı adına din ile dünyayı ayıracağız dersek. İslâmlıktan uzaklaşmış, dinsizlik yapmış oluruz. Hristiyanlık dünya işlerinden uzak yaşayabilir, fakat İslâmlık asla!"‫^^؛‬ "Çok açık söylüyorum Laikl ‫؛‬in bizde anlaşılmaya başlanan şekilde tatbiki dinsizlikten başka bir şey değilö r. İslâm dininde din ile dünyânın aynim asi, müslümanlar İçin dinsizliğin ifades dir٠ '(٥) diyerck dcvlct-din ilişkilerinde. Laiklik adına meydana gelen sapmalara dikkat çekmişti. A. Hamdi Başar. 1953 yılında E^mokrat Parti'den mille^ekili olduğunda 23 ^1 önce. 18 Kasım 1930 günü Kaseri-Sivas istikametine hareket eden trenin vagonlannda Mustafa Kemal Atartirk.e karşı söylemiş oldugu sözlerinde ve samimi hissiyat!annda ne kadar hakli olduğunu görmüştü. Zira bu konuşmadan 14 Mayıs 1950 I^m okrat Pani iktidanna kadar geçen 20 yıllık süre içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi, rejim adına dine kar‫ ؟‬ı tavırlanyla, Başariın yıllar öncesinden İşaret ettigi gibi tam bir dinsizlik uyarlamasına geçmişti, ibadetin yasaklandıgı, inancın suç sayıldığı, din cgitim ve öğretiminin tamamen Ortadan kaldı. nldıgı, dini neşritaya göz açtınlmadığı, neşr-i din faaliyetinde bulunanlann hapse atıldığı bu dönem İçin bu^in h e ^ e s "dinsizlik dönemi" kavramında birle^ttlm ekıedir. (Jsıclik A. Hamdi Başarim dedigi gibi yapılanlanla maalesef "Laik devIcı" adına yapılmış ve u y g u la ııştır!.. ٥.

٠٥ -٠.

45. 47


LAİKLİK V E D E V L E T İN D İN İ D E N E T İM A LTIN A ALM ASI

205

Ahmcd Hamdi Başar*ın dikkat çektiği hususlardan biri de dinlerini dünya karşılığı, makam, mevki ve kimilerine hoş görünme karşılığı satan .'BELAM" kılıklı din adamlannın durumudur. Konya'da kraldan fazla kralcı kesilerek, hocalık kisvesine bakmadan dinin devletçe denetim altında bulundurulmasını isteyen hocaefendi gibilerin, bu gün bile hâlâ din adına nice dinsizlik, soysuzluk, yaptığına hayretle, dchşcüe ve nef­ retle şahit olmuyor muyuz?


X IU M T I H i

‫ﺪ‬

‫ﺳ‬

-

L D L I


L Ş E Ş Ş S Ü R E Ç Ç E il g il i O NEM LI D E Ğ İŞ İK L İK L E R Önce saltanatın kaldınlması sonra hilafetin ve hemen ardından Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin kaldınlması. sonra da eğitimde ve yargıda birlik sağlanması adına Tcvhid.i Tedrisat Kanunu ile Şeriat Mahkemelerinin Kaldınlması. laikleş­ me sürecinin yasal açıdan en önemli adımlan olmuştur. Şeyh Said ve Doğu ay. aklanmalannı işleyen günlerde -Anayasaya aykın olmasına ragmen-^*^ Tarikat ve Tekkelerin, bir "menba-ı şer", (kötülükler merkezi) addedilmesiyle kapatıl­ ması ve sonra 25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayılı kanunla herkese şapka giydiril­ mesi mecburiyeti, laiklik yolunda atılan adımlan biraz daha ileri götürmüştür. Daha sonra Medeni Kanun. Ceza Kanunu vb. temel yasalann çeviri yolu­ yla Batıdan alınması laiklik sürecini hızlandmr. Laiklik sürecinin hızlanmasıyla, "şeriatten tamamen aynlış"‫ ^؛؛‬birbirine bağlı, birbirine doğru orantılı olarak gelişmiştir. Bu anlamda, 1924 Anayasasında bulunan. "Türkiye Devlcti'nin dini, din-i Islâmdır (madde:2) sözcüğü, devlet tarafından laikliğe aykın bulunarak. 10 Nisan 1928'dc 1222 sayılı yasayla yapılan Anayasa değişikliğiyle. Anayasanın ikinci maddesinden çıkartılmıştır.‫ ^^؛‬Buna paralel olarak 1222 sayılı yasa deği1. 1924 Anayasa.sının 75. maddesi; "Hiç kimse mensup olduğu dm. mezhep, lankalvefelseli ۶ had.ndandolayı mua^z bilemez. Asayiş, ada^, muaşeret-i umum،ye ve kavaniye mu٥ayirolmamak üzere her WrlO ayinter s^esttir.. GöfUldûğ. g.bi 1924 Anayasas. "tarikar kavramt ve onunla sembolleşen "tekke, kavramın( dokunulmaz kılmıştır. Fakat bu maddeye rağmen lahkattann laaliye^ne son venp. te k k ^ k^ paOırılmıştır. 2. Gotthard Jaesschke, Y en i 7‫ه‬٠ ٠ ٠ ‫ فﺀ‬IslAmlık, s. 23. 3. Şeriatın hukuk ve ceza kanuntanndan 1926 y ılı^ teamen Çikarblmasıyl• Ziya Gökalpin; "Milli hukukun bOtOn daUannı dinsel etkile^n ve din a^^annın t ^ a k k ü m - te^mıyl. kurtarmak. (T0rkç٥kiğ0n Esaslan. s. 127‫ل‬yolundaki d«eğı yerine ^Im^ oldu. Mjslala Kemal Ataö3rk٠ bu noddle de. "dinsel elkSerden ve dinin lahakkOmürKten Olkayi kurtarmak. ‫د‬


210

c u m h u r iy e t

D Û N E M İ D İN ^

D E V L E T İL İŞK İL E R İ

şikligiyle milletvekillerinin (madde: 16) ve Cumhurbaşkanının (maddc:38) yemin etme formüllerindeki dinsel öğe kaldınlmış‫؛‬.*^ ve "ahkam-ı şeriyye’nin tenfizi" cümlesi de büyük millet Meclisinin görevleri arasından çıkartılmıştır. Laikleşme süreciyle ilgili olarak, müslümanlar açısından özel bir öneme sahip olan Cuma gününün tatil olması hadisesi de uzun tartışmalardan sonra‫^^؛‬ 27 Mayıs 1935 tarihinde 2739 sayılı yasa ile gerçekleşmiştir. Buna mukabil, Ra­ mazan ve Kurban Bayramlannın resmi tatil olarak değerlendirilmesine yönetim çevrelerinde şiddetli itirazlar yükselmiştir.‫؛‬.‫ ؛‬Fakat bu iki bayramın Türk Milleti içerisindeki manevi yeri gözönünde bulundurularak. 19 Nisan 1925 tarihli dü­ zenlemeyle resmi taül günleri bu iki bayramla birlikle. Yılbaşı günü. Çocuk ba­ yramı. Bahar Bayramı. Zafer Bayramı ve Cumhuriyet Bayramı olarak sınırlandmlmışiır.‫؛^؛‬ Yine laikleşme süreciyle iligili olarak, bir İslâm geleneğinden aynima yö­ nünde sayılabilecek olan ölçü ve tartılarda metrik sisteme geçiş. 26 Man 1931 tarihli 1782 sayılı yasa ile gerçekleşmiştir.،®‫ ؛‬Simgesel düzcllimlcrlc kabul ediAnayasa'da mevcul olan "dinle ٠lgıl٠. luzumsuz ve Terkiye CumhuriyeiJ.njn modem karakienyle uz. !aşmayacak p im le r in çıkarılmasmı" leklil elti. (Nutuk, c.2. s 205) Ve bunların dindariara belli bir zaman ^in verilmiş geçic. tawzler olduğunu söyledi. (Jaessehke. a.g.e., s. 25) Mustafa Kemal Atatu^ sözleriyle 29 Ek،m 1923 tarihli Teşkilâtı Esasiye Ek Kanununun, . s manii Kanunu Esasisi.nden (M ad ^ . 11) almış olduğu devlet dini olarak İslâm Dinı.nin gOstenl* mesini (Madde.2), ikjrKİ olarak da. yeni bir din ve şeriat çağrışımı yaptıran .ahkam-ı şer’iyyenin ta rizi" cOmlesine İşaret etmek istiyordu. Nitekim yu kanda da belırtidğı gı^ İslâmlık ve Şeriat üzerine olan hOkOmler ve dini hatırtatan cümleler 10 Nisan 1928 tarihli 1222 sayılı kanunla kaldırılmış oldu. Artık TOrkiye Cumhuriye. ti.nın dini, dini İslâm değil idi. De ١^et din olarak.laiklik adına. hiçbir dini tanımamış oluyordu 4 Mıltehrekillen ve Cumhurbaşkanlığı yeminlerinde ( m a . : 16 ve 38 -dini görüntü, dUnyevi şekle dönüştü Artık 1222 sayılı yasa ile mıllehrekilleri ve C um h u^ şkanı yeminleri "Allah adına" d^ ıl, "Namusum üzerine, denilerek yapılmış oluyordu. Hukuki ve Cezai davalarda da "Allah.ım ve namusum Uzenne yemin e^ rim ki" yerine, sadece "Namuzum Ozenne" denilmekte iktila edildi 5 1927 Cumhuryel Halk Partsi Kongresi öncesinde Cumhuriyet gazetesi "Cuma gününün alınıp. Pazara ^ v r^ ilm e s in ^ bOyOk bir temayOl vardır" dyerek, Pazar tatili ı^n kamuoyu oluşturma, ya Ş iş m iş tir. 15 Ağustos 1927 tarihli Cumhuriyet G a z e te s i'^ de bu sefer gazete sahibi Yunus Nadi, "Hafta talib başlıklı bir yazı yazarak, cuma gününün tatil olmasının hiçbir anlamı olmadığını, m e^ ni memleketlerden olmak ıçın (‫)؛‬٠onlar gibi pazar günlerini tabi yapmanın gerekli 0İd٧g٧nu dile ge. tîrmiştîr. 6. Ûmeğm Yakup Kadri Karaosmanc^lu. bir yazışım a laik Cumhuriyetin resmi dairetennin Rama, zan ve K u * ٠n Bay ramlan tabi edilmesine karşı çıkmıştır. Bkz. C um huriyel, 4 Mart 1931, ٠Ank„ ^to^an." 7. 19 Meyıs ve spor Bayramı daha sonraki bir dOzenl^eyte resmi tatil gOnteri arasına gıdrıtmiştir. 1 Wayı. Bahar Bayramı ise. 12 Eytoi ihtilali sonrası 1 Mayıs 1^1 Bayramım hatıriatmas* V f komimzm pfOpagar١dalanna zemin hazırtaması sebeb^le re s^ talil gOnO ^makton ÇI-

kan^ı.tır 8. Mıto Tunçay.

Pil.٠

٥


L A İK L E Ş M E S Ü R E C İY L E İL G lU Ö N E M L İ D E Ğ İŞ İK L İK L E R

211

len. İslâmî olan simgelerden ayrılmanın en önemlisi 26 Aralık 1925 tarihli ve 697.698 sayılı yasalarla gerçekleştirilmiştir. Müslümanların Hicri yılı yerine, Hrisliyan aleminin yılı sayılan miladi yıl ve alafranga saat uygulaması yasalarla gerçekleşmiş, böylecc takvim ve saat kullanımlarında da İslâm’dan aynlınmışur. 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı yasa ile Arap harflerinin terkcdilcrck latin harflerinin kabulü ise laikleşme süreciyle ilgili olarak yapılan düzenlemelc. rin en ileri boyutta yapılan olmuş ve dini eğilimin sona erdirilmesinde en büyük etken olmuştur. Harf İnkılabından 5 ay önce, 28 mayıs 1928 tarih ve 1283 sayılı yasayla kabul edilen Uluslararası rakamlann kabulü de Laikleşme süreciyle ilgili yasa değişikliklerinden sayılabilir. Müzikte, heykelde ve diğer plastik sanatlarda yapılan değişiklikler, İslâm'lıktan kopuşun ve çağdaş batı medeniyetine girişin sembolleri olarak de­ ğerlendirilebilecek olan laikleşme adımlanndan başkaca örneklerdir. Laikleşme süreciyle ilgili olarak yapılan köklü değişikliklerden ve aslında İslâmî değerlerden aynima yönünde sayılabilecek düzenlemelerden en ilginci de 1934 yılında kabul edilen 2590 sayılı yasa idi. Aslında 2590 sayılı, ünvan, mahlas ve her tür lakaba son veren kanunla '.Soyadı Kanunu'.nun da teklidi atılmış oluyordu. 26 Kasım 1934 yılında TBMM'dc her tür ünvan, mahlas, lakab gibi isim­ leri tanımada kullanılan yardımcı unsurlann kaldınimasıyla ilgili görüşmelere bakıldığında, 2590 sayılı kanunla yapılmak istenen şeyin İslâmî kültüre ait ve İslâmî motif taşıyan ve anıldığında bile İslâmî bir atmosfer oluşturan kelime ve kavramlara aşın tahammülsüzlüğün olduğu görülür. 26 Kasım 1934 tarihli TBMM Birleşiminde "Hacı, hoca, molla, seyyid, ağa. papa, gazi, hanım, hanımefendi, sultan, gazi, bey, beyefendi" gibi ünvanla. nn kaldınimasıyla ilgili görüşmelere bugün her aklı eren insan şöyle bir geriye dönüp baktığında, Türkiye'nin o yıllarda bir medeniyete olan düşmarüığınjn bazen kendisini ne kadar gülünç durumlara soktuğuna şahit olacaktır. Hacı, hoca ve molla kavramlarının çagnşıırdığı. ilk şey İslâm olduğundan ve bu kavramlar nerede zikrediliı‫ ؟‬e zikredilsin hemen orada bir dini atmosfer oluşturduğu öncelikle bu kavram örneklik teşkil etmekledir. Aslında yayınlandığı Aralık 1934 tarihinden itibaren en başta yasa çıkanıcılan tarafından uygulanmayan ve daha doğrusu uygulanamayan söz konusu


212

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

yasa "millete mal olmayan inkılaplardan ve hayatiyetini daha ilk günlerde kay­ beden kanunlardan"‫؛‬.^ olarak milletin zihnin de yer etmiştir. Başvekâlet Kararlar Müdürlüğü'nün 6/3231 sayılı ve 26 Kasım 1934 ta­ rihli yazı ile kanunlaştığı belirtilen 2590 sayılı yasanın birinci maddesi aynen şu hükmü ifade etmekteydi: "Ağa. hacı, hafız, hoca, molla, seyyid efendi, bey. beyefendi, paşa, gazi, hanım, hanıfendi ve hazretleri gibi lâkap ve ünvanlar kaldmimıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanun karşısında ve resmî belgelerde yalnız adlanyla anılır­ lar." Bu kanun 1934 yılında görüşülürken bile gerek kanun teklifini veren, gerek Meclis Başkanı, gerekse milletvekilleri, sık sık "paşa, efendi" gibi kelime­ leri kullanmışlardır. Kanunun asıl maksadını ve görüşmeler esnasında meydana gelen "mizah mevzuu olabilecek" konuşmalan öğrenmek için Meclisteki konuş­ maların bir kısmını aktaracağız. Yıl 1934... Günlerden Kasım ayının 24. günü. TBMM'dc hararetli konuş­ malar yapılıyor. Başkanlık kürsüsünde General Kazım Özalp bulunuyor. Mec­ lis, Muğla Mebusu Dahiliye Vekili Şüknıi Kaya'nın ateşli konuşmasını dinle­ mektedir. "Dahiliye Vekili Şükrü Kaya: Arkadaşlar, eski devirlerden kalma bugün­ kü demokrasi esasına uymayan bazı lâkaplar, unvanlar, rütbeler, nişanlar, mada­ lyalar var. Bunlann bir an evvel resmî belgelerden ve kanunun karşısından kal. dınlması, inkılabımıza uygun bir hareket olacaktır. Hükümetimiz, böyle bir kanun hazırladı., yüksek huzurunuza takdim ediyor. Ricamız, bunun takdimen, tercihen bugünkü ruznâmeye alınmasıdır (Çok muvafık sesleri). "Besim Aîalay: Arkadaşlar! Ne mutlu sizlere ki, küller arasında fışkıran koskoca ulusun yasalarını düzdünüz. Ne mutlu sizlere ki, öldü denen bir budu­ nun temel taşlannı attınız. Düşte gören inanmaz, yann okuyacaklar, bu büyük değişmeleri, bu yok­ tan yaratılışları, bu kadar az günler arasına nasıl sıkıştırılmış diye şaşacaklar, onu yapan, onu yaratana yüreklen bağlanacaklar. İnönünün çıplak dağlarında binbir güçlük içinde bu değişmenin, bu büyük ulusun temel taşını atan Çanka­ ya'nın yalçın kayalan üstünde taş gibi, demir gibi, örsle bir millet döger. Ata­ türk'e benden sonsuz saygılar (Okey sesleri, alkışlar...). "Dahiliye E M M . Şükrü (Çanakkale): Efendim, kanunun istihdaf ettiği mânâ ve maksat, demokrasiyi kendine mal etmiş olan bu yüksek millcün her-


il k l e ş m e

S O R E C ^ İLGİLİ

٥^M

L İ D E Ğ I $ lK L İ r a £ R

213

hangi bir sınıf farkjnı gösiercn ün٧an!an lamamen yıkmakiır. Binaenaleyh aga da köylüler arasında ‫؟‬ok az bir sınıfı ifade eden bir ün٧an olması dolayısıyla bunun kaldınimasına hükümeüe beraber encümen de mu٧afakaı ediyor. ”Kemal Turan (Lapseki): Hacı kelimesi de kalkacak mı? " D iliy c E .MM. Şükrü I Ç a n a i c ) : KTievVı ‫ ة‬١‫ب‬١‫ﻵﻵ ﺛﺎة\ﺛﺎب‬١‫ د‬١‫ح‬١ edilen kanun mucibince dinî un٧anlarlfikap olarak kullanılmayacaktır. ”Lüfı Miifıt (Kırşehir): Ağa. efendi, bey kelimeleri, kalktıktan sonra 'hacı'nın yeri kalmaz. Onun da tasrihini rica ederim. ”D âaliye E M M . Şükrü (Çanakkale): Efendim, tekrar edeyim‫ ؛‬kabul olunan kanunla, yani soyadı kanunuyla din‫ ؛‬maksat ifade eden kelimeler esasen kullanılmaz. Eger hacı kelimesi lâkap, yani soyadı olarak kullanılıyorsa, buna da İmkân yoktur. Bundan sonra dclilerfen sonra kimse kendisini hacı diye lesmıyc etmez. ”A b d ü lh i (Ercincan): Pa^am. bu kanunla paşalık kalkıyor, general oluy. or. Bunlann mütekait olanlarına da general mı diyeceğiz? ”Dahiliye EMiM. Şükrü (Çanakkale): MUteakit olanlar İçin de tabiaiiyle bir hak mevzuu olmak itibariyle, mütekait birinci general, yahut ne diyecckIerae müteakait ikinci ferik adını alacaklardır. Mütekaidin de mukabili bulunacaktır. "Kâzım (Diyarbekir): Yalnız isim söylenecek. Kadını erkegi nasıl anlayacagız? "Şükrü (dönerek): Kadın ve erkek isimleri mâlûmdur. Fransa'da dahi böyIcdir. "Reis: Karşılıklı konuşmayın! "Dâaliye Bakam Şükrü ^ ٥ (Muğla): Efendim, birinci madde gayet sarihtir. Biz T ürk'lere legallüp. sınıf ve tefevvuk ifade eden bir ‫؟‬ok kelimeler kul. !anılmakladır. Kanunda kullandıgımız .gibi' kelimesi ile her muhille kullanılan buna mümâsi! kelimeleri kaldımış oluyonız. "Ziya Gevher (Çanakkale):EkT\Ğ\m, 'efendim‘ demeyeyim. Ş İ Kaya demin bir so ru y a karşılaştığında eskiden alınmış olan paşalığın yahut mukabili generalliğin kalkabileceğini ifade ettiler. Biz de generallik, yahut bu ^ b i yüksek rütbe, milli İş içerisine alman riitbe olmalıdır. "Tarik Us (Giresun): Efendim. T ü^iyc İçinde herhan^ bir yu maş hi‫ ؟‬bir unvan almaksızın anılacaktır. Bu kelimelerin bu suretle kalkmış olmasından sc-

.1


!1

!’٠ il

214

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞK İL E R İ

I,

I

I

il

I

vinmeyccck hiç bir arkadaş yoktur. Hepsi de ayn bir sınıf, ayn bir zümre ifade eden kelimelerdi, yalnız bana öyle geliyor ki. bunun sakatlığı, bu sınıf ifade, bu kelimelerin birden fazla oluşunda idi. Efendi, efendinin yanında bey. beyin ya­ nında ağa vardı. Bu şekilde ayn ayn kelimelerin kullanılışı sınıf fikrini uyandı, nyordu. Hususi konuşmalarda bay. bayan kelimelerinin kullanılacağı ifade edil­ mektedir. Ne mahzur görülmüştür ki. resmi yerde bu kelimeler kullanılmasın. Bay kelimesini, hususi zamanlarda olduğu gibi, resmî olan yerlerde de bu keli­ melerin kullanılmasında ne mahzur görmüşlerdir? '"Dahiliye Vekili Şükrü Kay (Muğla): Türk kanunlannda ve belgelerde mahkeme huzurlannda. ilânlarla Tüıiclerin böyle unvan taşımasını demokrasi ve Cumhuriyet prensipleriyle kabil.i tc.lif gömıedik. Bu günkü Cumhuriyet pren­ sipleri ve bizim ruh asaletimizle kabil-i te lif görmedik. Fakat teâmül icâbı ola­ rak. diğerlerine ittibaen hakikaten bir kelime kullanmak lâzım geliyorsa, tanın­ mayan bir zâtı çağınmak lâzım gelirse, başka başka sesler çıkarmaktansa "bay', kelimesi kullanılabilecek, söylenebilecek.

I I,

"Reis: Takrirleri okuyorum: ٠Yüksek Reisliğe

'

■ l!

Hacı. hoca, hafız sözlerinin de konmasını teklif ederim. Urfa: Refet. 'Yüksek Reisliğe 'Ağa kelimesinin maddeye ilâvesini tavsiye ederim. İsparta: Mükerrem' 'Yüksek Reisliğe 'Bey. efendi, beyefendi, ağa gibi üstünlük ve sosyal özgü anlatan lâkaplar kaldınlmışur. 'Birinci maddenin birinci fıkrasının yukandaki şekilde yazılmasını teklif ediyoruz. Muş. İsparta: Haşan Reşit Kemal'

T o r ‫؛‬، Us (Giresun): Okunan takrirlerde -zannederim ki. Refet arkadaşımızın takriridir- hoca kelimesinin de bu kelimeler arasına konulması istenmek-


L A İK L E ŞM E S p R E C lY L E İLGİLİ Ö N E M L İ D E Ğ İŞ İK L İK L E R

215

ledir. Hoca, asıl Türkçe bir kelimedir ve nihayet bir tâlim ve tedris vasfını İfade eden bir kelimedir. Bilmem bunu sözkonusu kanunun içine idhal etmek dogrn bir şey olur mu? '*Reis: Şimdi ağa kelimesi hakkındaki takriri reye koymaya hacet yoktur. Encümen de kabul etmiştir. "Bundan sonra hacı. hoca, hafız, molla kelimelerinin de kalkması hakkın­ da bir takrir vardır. Bunu da reyinize arzedeceğim. "Hacı, hoca, hafız, molla kelimelerinin kalkmasını kabul edenler... (Gü­ rültüler.)" "Salah Cimcoz (İstanbul): Hoca müstesnadır, hocayı kaldıracağız da yeri­ ne muallim mi diyeceğiz?" "Süreyya (Tokat): Hoca kelimesi buradan çıkmalıdır." ftı

*Reis: Kelimeleri ayn ayn reye koyacağım. (Bravo sesleri)

"Hacı" kelimesinin kaldıılmasını kabul edenler. Etmeyenler... Kabul edil­ miştir. Hacı lâkabı kalkmıştır. "Hafız" lâkabının kaldınimasını kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edil­ miştir. Hafız lâkabı kalkmıştır.? "Hoca" kelimesinin kalkmasını kabul edenler... Etmeyenler... Bu anlaşıl­ madı. Tekrar reye koyacağım." "Ziya Cevher (Çanakkale): Hocadan maksat, mektep hocası değil, sanklı manasına gelendir?" "Reis: Hoca kelimesinin kaldınlmasını kabul edenler... Etmeyenler... Tek­ rar reye koyacağım. "Hoca" kelimesinin kaldırılmasını kabul edenler ayağa kalksın... Hoca ke­ limesinin kaldıniması kabul edilmiştir. (Alkışlar.) "Molla" kelimesinin kaldınimasım kabul edenler... Etmeyenler... kabul edilmiştir. "Molla" kelimesi de kalkmıştır. "O halde, 'hahz. hacı, hoca, molla' kelimeleri lakap olarak, paşa vesaire gibi kullanılmayacaktır. (Uğurlar olsun sesleri.)" ٠#٠

*Ziya Cevher (Çanakkale): Madde hepsine şamildir."

.1I

*Haşan Reşit (Muş): Efendim, meselâ Şarkla 'mir. kuUamlıyor. bu hiç mevzubahis olmadı."


!I!l '(‫؛‬i '

216

C U M H U R İY E T D Û N E M İ D İN V E D E V L E T İL lŞ I^lL E R l

I ! ٠

I

"Ziya Cevher (Çanakkale):Biz mir-miir bilmiyonız." iti

'Reis: Maddenin aldığı en son şekli okutuyorum. Lütfen dinleyiniz.

Madde 1- Ağa. hacı, hafız, hoca, molla, efendi, bey, beyefendi, paşa, hanım, hanımefendi ve hazretleri gibi lâkap ve unvanlar kaldınimıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlanyla anı. hrlat?" Tarık Us (Giresun): Reis paşa, müsaade ederseniz bir şeyi arzedeyim. Burada 'hoca' kelimesi lâkap olarak kullanılmaz, bu demek değildir ki, tâlim va­ zifesi ilfa eden bir adama denilemez."

I ‫؛‬

"Haşan Reşit (Muş): Paşa hazrcüeri (Paşa da yoktur, hazretleri de yoktur sesleri.) Arkadaşlar, bu kanunda geriliğin son serpintisini de ortadan kaldınyo. ruz. t.

I

Burada mezkûr teklifini kimin verdiğini belirtmek de faydalı olacaktır. Başvekâlet Kararlar Müdürlüğü'nün 6/3231 sayılı ve 26/11/1934 tarihli yazısı şöyledir:

'٠k

"Efendi, bey. paşa gibi lâkap ve unvanlann kaldınimasına dair Dahiliye Vekilliğince hazırlanan ve icra Vekilleri Heyetince 25/11/1934 tarihinde Yük­ sek Meclis'e arzı kararlaştırtınlan kanun lâhiyası esbab-ı mucibcsiyle birlikte yüksek huzurlannıza sunulmuştur efendim.

:il I

I I.

1.

"Başvekil İsmet İnönü" dikkatinizi çekliyse. İsmet İnönü'nün Meclis Baş­ kanlığına yazdığı yazı "efendi" ile başlamakla "efendim" ile bilmekledir. Ancak ilkinde bu kelimenin kaldırılmasını istemekte. İkincisinde de aynı kelimeyi Meclis Başkanı'nın şahs-ı manevisine hürmet makamında kullanılmaktadır. Kaderin cilvesine bakın ki. mezkûr kanunu teklif eden İnönü ömrü boy­ unca "İsmet Paşa" diye anılmış ve anılmaya da devam etmektedir. Kimse İnönü’ye "Emekli General İsmet İnönü" dememiştir. Torunu kendisine "paşa dede" diye hitap etmiş, hanımı da yıllarca "paşam" diye seslenmiştir, "paşa" ke­ limesi her zaman İnönü'nün kulağında sanki "paşa tokadı" gibi şaklamış, adetâ kendisini yok etmek isleyen zâtın üzerine gitmiştir, işin enteresan takrafı. İnönü de bu tokadı bir "okşama" kabul etmiş ve kendisine paşa diye hitap edilmesin­ den çok haşlarunışur. M.Kemal her zaman "paşa" diye anılmış, kerdisine hitap edenler "paşa hazretlcri"demişlcr. okullarda hayatı anlatılırken, yıllardan beri "Annesi Zübeyd e Hanım, babası Ali Rıza Efendi" ifadesi kullarulmışiır.


L A İK L E Ş M E S Ü R E C İY L E iL C İL l Ö N E M L İ D E Ğ İŞ İK L İK L E R

217

Kanun Meclisde görüşülürken, "hacı” kelimesinin soyadı olarak bile kul­ lanılamayacağı iddia edilmiştir. Halbuki o günden beri pek çok kimsenin soya. dında "hacı. hoca, molla” gibi kelimelerin bulunması önlenememiştir. Şu hadise inkılâbın bırakın millete mâl olmasını, inkılabın mimarlanna ve kanun koyuculanna bile mâl olmadığını ibretle göstermekledir; Psikanalist Dr. İzzeddin Şadan Bey*in neklettiğine göre, I Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa bir akşam vakti sofrasında bulunanlara. 'Bana İsmet Paşayı çağmn' demiş. Etrafındakiler yerinden kıpırdamamış ve hattâ ses bile çıkarma­ mışlar. Mustafa Kemal Paşa emrini tekrar etmiş: 'Yahu bana İsmet Paşayı çağırsanıza." Yine kımıldayan ve cevap veren olmamış. Nihayet Kemal Paşa 'Söyle­ diğimi duymadınız mı? ismet Paşayı niçin çağırmıyor sunuz?' diye çıkışınca, kendisine verilen cevap şu olmuş; "Biz İsmet Paşa diye birisini tanımıyoruz. Bay İnönü'yü biliyoruz.' Bu cevap üzerine biraz duraklayan M. Kemal Paşa, sonra gülmeye başlamış ve bu hal dakikalarca sürmüştür. Mustafa Kemal Atatürk'ü bile böylesinc dakikalarca güldüren bir yasanın, değil yıllarca üstelik ’”medeniyet" adına sürmesi, bir kaç gün bile sürmeyeceği bu hadiseyle apaçık belli olmuştur. Kanunlaşmamakla birlikte çok yaygın bir hale gelen danslar, balo gecele­ ri. güzellik yarışmalan gibi uygulamalarda toplumun laikleşmesini hızlandıran, aynı zamanda da dinden kopuşu veya dine karşı olan duyarsızlığı anııran uygu­ lamalar olmuştur. Fakat, laiklikle ilgili, doğrudan doğruya dine yönelik bir hareket olarak doğan. Ezan ve Kamet'in Arapça yerine Türkçe olarak okunması, dinden uzak­ laşmanın bir nevi sembolü sayılan bir Laikleşme hareketi olmuştur. Ezan ve Kamet'in Türkçeleşmesi ile ilgili uygulamalara ileri de çok daha fazla değinmiş olacağız. Son olarak 1934 yılında çıkanlan bir yasa ile. her tür ünvan, mahlas ve lakap, payelerin kaldınlarak "Soyadı Kanunu" na geçişinde laikleşme süreciyle ilgili düzenlemelerden olduğu söylenebilir. Laikleşme süreciyle ilgili olarak yapılan düzenlemelerden Cumhuriyet dönemi Din-Devlet ilişkilerini yansıtması açısından bizce en önemlilerinden bi­ risi de Harf inkılabı ile harfle birlikte başlaülan dil devrimi olmuştur. Dil devri­ mi de en az isim, ünvan ve lakapların kaldınlışı kadar manuksız olmuştur. Şimdi harfte inkılap olarak kabul edilen yazı devrimini ele almak istiyo­ rum.


DOKUZUNCU BÖLÜM

ıM

HARF İNKILABI VE ARAP HARFLERİNE SON VERİŞ!


H A R F İN K IL A B I V E A R A P H A R F L E R İN E S O N V E R İŞ !

Türkiye'de latin harflerinin benimsenmesi tasanlan çok eskilere kadar gider. 20. asnn başlannda matbaa ve gazele tekniklerindeki gelişmelerle Arap harflerinin lerid ve latin harflerinin kabulü gibi meseleler gündeme gelmiş, hana zaman zaman Arap harflerinin terki üzerine teşebbüsat ve müracaatlar da yapıl­ mıştır. Harf inkılabından önceki tartışmalara örnek olsun için buraya o döneme ait (Meşrutiyet) iki şöhretli yazann konuyla ilgili taruşmalanndan belli bölüm­ leri almak istiyorum. Meşrutiyet döneminin önemli yenilikçilerinden sayılan yazar Celal Nuri Bey. "Mukadderai-Tarihiyc" adlı eserinde (1913) büyük bir cüret ve cesaretle şunlan yazmıştı: "Hurufatımız berbattır. Bu harflerle biz işimizi göremeyiz. Bunlar nâkâfıdir. Harflerimizin noksanından, bir işe yaramadığından, gayri ameli bu­ lunduğundan (Tarihi Tedenniyatı Osmaniye) kitabında da bahsettik. Burada yal­ nız şurasını söyleyeceğiz ki bu harfler ve burüarla yazılmış ibaraiı avam suhu­ letle öğrenemiyor. Bunlar gayri tabii şeylerdir. Bu hal lerakkiyata mâni oluyor. Ahalide tahsil ve tenevvür hahişini söndürüyor. Onun için hurufu islâh gibi boş. vahi tedabire müracaat edeceğimize bir saat evvel, kemali cesaretle Lâtin harfle­ rini kabul euneliyiz. Bunu yalruz biz kabul etmiş olmayacağız. Bundan evvel RomanyalIlar dahi "sirilik " harfleriyle yazı yazarlardı. Bilâhere Lâtin harflerini kabul eltiler. Almanlar yavaş yavaş "Gotik” harflerini bırakıp Lâtin harflerini alıyorlar. Lâtin hurufu hem pek tabii, hem de Türçe'nin tahririne pek müsaittir. Bu harflerin kabul edilmesi için serdedilebilecek veya edilen itirazlar o kadar adidir ki münakaşasına bile tenezzül etmeyiz. Bu hususta ciddî bir inkılâba kudretyab


. ir 222

C U M H U R lY E n^ D Ö N E M İ D lN ^

D E ^ C T İL İŞK İL E R İ

"I.1 olabilir isek avamımız suhuletle mevaddi adiyeyi okutup yazabileceğinden mil­ letin seviyesi fikriyesi. şüphesiz, bir kademe daha lercffu edecektir."‫؛‬.^ Onaya atılan bu yeni ve ileri fikre karşı Darülmuallim’in müdürü Satı Bey şu mütaleaian ileri sürmüştü: .'1. Çin ve Japon alfabelerinin zorluğu meydandadır. Alfabenin zorluğu terakkiye mâni olsaydı. Japonlann terakki yolunda bir adım atmaması icabederdi. 2. Tarih, büyük bir mazi ve Edebiyat sahibi milletlerden hiçbirinin alfabesini degiştircbildiğinc dair bir misal göstenniyor. ■lll I

Sâtı Bey. A lfa^nin degil, İmlânın ve harflere verilen isimlerin değiştiril" mesine razı olacak kadar ..terakkiperver" davranıyordu. Onun bu mesele h a ^ ın . da topyekün fikirleri şunlardı: .'...Ben İşte bu mülahazalara binaen Elifl^mizi değiştimek lâzım oldugunu iddia edenlerin fikrine iştirak etmiyonım. E l i^ y i itmam ederek. İmlâmıza intizam vererek, usulü tedrisimizi ıslâh ederek yazımızdaki müşkülâtı izale e ^ c k kabil ve lâzım olduğuna itikat cdiyoram. ٧e zannediyorum ki İslâh ve ikmal İçin hiçbir şey yapmadan ..ah. bu Elilbamiz'' demekle önündeki makine, nin süratle işlemediğini görtir gömez-onu yağlamak ve tamir etmek İçin hiçbir şey yapmadan başka makinelere gdz diken bir makinist haline ^înziyoraz. Sâtı Bey'e. ..Cihangirli M. Şinasi'. imzasiyle verilen bir cevap. Celâl Nuri kadar kesıim e ve cüretli değildir. Fakat bu yazı da şöyle bir hükümle sona eriyor: '.Hunıf ıslahatçılannın aradığı şey, usulü tedrisler, muallimler, icrbiycşinaslar de^l... Usulsüz, muallimsiz bir iki haftada öğrenilecek bir yazıdır. Zaten bu İnkılâp birden bire olmayacak, kuvveti kadar yürilyecektir. O zaman gelinceye kadar isteyen, elindeki makineyi yağlayarak, tamir ederek çalışabilir. Maahaza hele İşten anlar bir Encümen harfleri tetkik etsin, kabul olunacak h a b e ri kabul etsin‫ ؛‬artık fiti bizimdir.'(.) Bu'' Cihangirli M. Şinasi'. den sonra .'Ali Nusrel.' de Tanin Gazetesi'nin 1584 numaralı nüshasında gene Elifi» üzerine bir makale yazıyor. 1. 0 ٠m٠n Nuri Ergin. TOfk M u r i f Târihi, c.S. ٠. 17S3. 2. Osman Nuri Eroin. &g.e.. C.5. s 1753. 3. Cihangirli M٠hm٠d ŞinasTnin laKItf et٠0١y٠٨ Itlanbul Bayazıt İnkılap Müzasi'ndodr.

L٠Blin hurufundan mOteşekkâ Elifba'•!.


H A R F INKJIj \B I V E A R A P H A R F L E R İN E S O N V E R İŞ

223

Sâti Dey. bu iki yazıya karşı tekrar kaleme sanimak lüzumunu duyuyor ve kendisi gibi düşünmeyenlere şu öğütleri veriyor. "...Pek çok işlerde kestirme hareket etmeğe, radikal iş görmeye, tarafta­ rım. Fakat Elifbc meselesinde kestirmeliğin -radikalliğin- hem gayri mümkün, hem de gayri muvafık olduğuna kaniim. Kökü basit olan, kökünden kopanimasına imkân bulunan şeylerde radi­ kallik iyidir, fakat kökleri çok derin ve girift olan, kökünden kopanimasına imkân bulunmayan hususlarda radikallik akamete mahkŞmdur. Elifbe meselesi, bu son takım meselelerdender...” "...Bir bataklığı, bir dereyi, bir su birikintisini bir adımda-bir hamlede. allamak istiyenler çok vakit onların kenannda durmağa mecbur olurlar ve ilerle­ mek için onlan dolaşmak -onlann üzerindeki uşlardan dolaşa dolaşa ailamakzahmetinden kaçınmayanlann kendilerinden çok daha ileriye geçmiş olduklannı görürler. Bunu nazan dikkatten dûr tutmamalı, onun için de Elifbe meselesinde her şeyden ziyade- hakiki mânasıyla- "ameli” olmağa çalışmalıyız. Biraz sonra aynı konu üzerinde "İzmir: Ali Nadir” imzasiyle birbaşka yazı görüyoruz. Bu imza sahibi. Lâtin harflerini kabule taraftardır ve bunun için de şöyle "ameli" bir yol gösteriyor: "...Nezaretin Hükümet ve millet namına yapacağı İslâhatın esası hurufatın ve sonra da bittabi lisamn ıslahı olmalıdır. Meselâ Nezaret bir fedakârlık ederek pek çok miktarda Lâtin hurufatiyle lisanımızı öğretecek kitaplardan basiınp kâh ucuz, kâh bedava olarak bütün ahaliye dağıtır. Herkese bu lisan mükemmel su­ rette öğretmek için bir veya iki sene müsaade verir. Tedarikât bittikten sonra bir gün büyük ihtifalâtla birdenbire lisanın tarzı tahriri tebdil edilir. Bu esnada bir takım yolsuzluklar olacaktır. Fakat milyoıüarca ahali iyiliği müdrik olmaz ya. Bazılanm da cebirle, şiddetle rahi hakka sokmak icabeder. Onun içindir ki vazi­ fesini yapmamakla itham olunmakta bulunan hükümet bu pek mübeccel ıslahatı derhal deruhte etmelidir."‫^؛‬ Cumhuriyet devrinde Atatürk diğer bütün kültür meseleleri gibi Harf İnkı­ labını da kökünden kesip atn. Ve bunda pek seri, pek cezıf haraket etti. Aşağı 4. Osman Nuri Ergin, a.g ٠... c. S, t. 17S4-175S 5. Osman Nuri Ergin. a.g.٠.٠c 5. s 17S4-17S6.


224

C U M H U R İY E rr D Ö N E M İ D lN V E D E V L E !' İLİŞK İLEİ^I

yukan bir asırdan beri bunun hakkında lüzumundan fazla söz söylenmiş, müna­ kaşalar yapılmışlı, işin anık fazla münakaşalara, bitmez tükenmez komisyon kararlanna tahammülü yoklu. Bununla beraber son defa olarak böyle bir komisyo­ nu Atatürk de Dolmabahçe Sarayı'nda toplanıştı. Belli başlı fikir adamlanmızm. bir çok muharrir ve ediplerimizin dahil olduğu bu komisyon az zaman içinde müzakeresini yaparak raporunu vermiş ve işiiildiğinc göre, bu raporda kendile­ rinin de Arap harfinin terkedilerck Lâtin harfinin kabulüne taraftar olduklannı bildirmişler, şu kadar ki inkılâbın birdenbire değil onbeş sene içinde tedricen tatbikine lüzum göslcrmeşlerdir. Komisyonun kanaatine göre önce İlk mekteplerde bu harflerle okuyup yazmağa başlayacak olan bir çocuk İlk, Ona Lise ve Üniversite tahsilini bitirip çıkıncaya kadar mekteplere lüzumu olan kitaplar da yetiişiirilecck ve bu suretle arada bir fetret, bir intikal devresi olmayacaktı. Fakat Atatürk bu teklifi kabul etmemiş ve: .'Siz bu milletin kabiliyetini takdir edemezsiniz. Bakınız nasıl çabucak öğrenecekler ve tatbik edeceklerdir!" diyerek aciliycı istemişti. Ali Nadir'in Cumhuriyet öncesinde "Pek mübccccl ıslahat". Çok acil bir devrim" olarak yapılmasıru hedef gösterdiği Harf İnkılabı. Cumhuriyet devrinde gerçeklen çok acil ve çok seri bir şekilde gerçekleştirilmişti. Osman Nuri Ergin'e göre. Mustafa Kemal özellikle kültürel değişiklikler de olduğu gibi bu meselede de "pek seri, pek cezri" hareket etmeş ve meseleyi, istişare ve müza­ kerelere gerek görmeden tek başına karar vererek halledivcrmişti.‫؛‬.^ Böylesine seri davranılmasının elbet bir nedeni vardı. Nedeni Arap harf­ leri varolduğu müddetçe, Türiciye'nin Osmarüı-Islâm geleneğinden kurtulmayacağı ve dolayısıyla da geri kalmış (!) olacağı idi. Araştırmacı-yazar Mete Tun­ cay, yazı devrimiyle ilgili olarak bu "nedcn"i açıklar ve: "Türkiye Cumhuriyeıi.nin yazıda Arap abecesini bırakıp Lâtin abecesini benimseme karan. yeni harflerin Türkçeye uygunluğu ve öğrenme kolaylığmcdeniyle, okur­ yazarlık oranını hızla artıracağı umuduna dayandmimış olmakla birlikte, bu dü­ zeltimin asıl amacının, Osmanlı-İslâm geleneklerinden kurtulmak ve dolayısıyla çağdaşlaştırmayı çabuklaştırmak olduğu açıkur"^^ diyerek tcsbitlcrimize hak verir.

6 Otm٠n Nun Ergm, ٠ g.e., c. 5, s. 1755 7 M ... Tunçay, 7٠/kP û f t Yönetim i, ٠. 230.


HAKF İ H J \ B I ^

A R A P H A R F L E R İN E S . N ^ R l ?

225

H arf İnkılabı Seyri Maarif Bakanlığı içinde 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılıda yasayla oluş­ turulan Dil-Heyeti çalışmalan bu işin resmen ilk başlangıcını oluşturmuştur. Dil Heyetinin oluşturulmasından çok önceleri; hatla hayret edilecek kadar bir zaman öncesinde Atatürk'ün bunlan planladığı düşündüğü söz konusudur. Laik düşün­ cenin yerleşmesi ve sosyal hayattan dini düşüncenin kaldıniması adına daha 1907 yılında Mustafa Kemal'in (henüz 25-26 yaşındadır) harf devrimi dahil diğer bütün devrimleri düşündüğü ve düşlediği, Bulgar Türkoloğ Manolov tara­ fından ortaya aulmışiır. Daha 1907 tarihinde iken Mustafa Kemal. Bulgar Tür­ koloğ Manolov'a: "...Bir gün gelecek ben hayal sandığınız bütün bu devrimleri başaracağın. Mensup olduğum ulus bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir dcmogojı ürünü değildir... Saltanat yıkılmasıdır, devlet yapısı türdeş bir öğeye, cumhuriyete in­ kılap alınmalıdır. Din ve Devlet birbirinden aynimalı. Halifelik kaldmlarak. la­ iklik ycrleşürilmelidir. Doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak. Batı uygarlığı­ na aktarmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farklar silinerek yeni bir toplumsal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına girmemize engel olan yasağı; Arap alfabesi­ ni alarak, Lâtin kökünden bir alfabe seçmeli ve kılık kıyafetimize değin her şey­ imizde batılılara uymalıyız... Bana inanınız ki, bütün bunlann hepsi bir gün olacaktır. Ve bir gün hepsi­ ni ben yerlcştircceğim"‫؛‬٥Miycrck. harf dcvrimiylc birlikte diğer bütün devrimlcri de yapacağını/gerçekleştireceğini belirtmiştir.‫؛؟؛‬ Yine 1922 yılında iken Mustafa Kemal'in Halide Edip ve Dr. Adnan Adı. var'a, bütün memleketin garplılaşmasıyla birlikle, yazı devriminden ve Lûiin abecesinin kabulünden bahsettiği rivayet olunur. ‫؛‬١٥‫؛‬ Aynca daha 1919 Temmuz'unda iken Mazhar Müfit Kansu'nun özel not defterine Atatürk’ün kendi yazısıyla Lâtin harflerini kabul edeceğini yazdığı da bir gerçektir.‫؛‬. ١‫؛‬ ٠. C um huriyet, 19 6.1948. Sami N Ozefdım, Bilinmeyen AlaturK. « 32.33. Varlık Yayınlan. 1976 İstanbul. Prof. Dr. ٥ zer ٥ zankaya. A tatürk ٧٠ b ık h k , TOrk D em okrasi D e\m m /)ğn Temernen. s 156. Tekin Yayınevi, ikinci Basım. 1983. 9٠Tabii, söylenen ^vrimlerçten en az 18.20 sene kadar ٥noe bu soztenn safledılmtş ‫ى‬mas، çok anlamlıdır. Sami N .zerdim ve Prof. Dr. .zer .zankaya. 28 yaşında ^nuz ٠ef)ç bir subayten Alato^'.n bunlar، düşünmüş olmasını ancak .daha, kavram، ٥٠ aç،Wayab٥mekle<،rler 10. Halı^ Edip Adıvar. T0rk\)f) A te ş le Imtiham. 5. 264 (1962). ^vkei Aydemir. JoH Adam. 8.1315 .3 ‫ ﺀ‬. 11 Y a n D evrimmin so . Yıh, Sami N ٥ z٠rdım١n Girişi. ^ Y a y ın ı,


226

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E !' İL İŞK İL E R İ

Mustafa Kemal Ataiürk.ün, harf dcvrimini çok önceden düşündüğü ve ta­ sarladığı üzerine. Atatür’ün kurdutiuğu "Dil Encümcni’٠ nin en aktif üyesi sayılan Ahmet Ceval Emre’nin "iki Neslin Tarihi" isimli kitabında da belli ipuçlan veri­ lir. Ahmet Ceval Emre. Atatürk’ün laik Türkiye’nin temellerinin atılmasında çok önemli yeri olan "İzmit Basın Toplantısına atıfta bulunarak Atatürk'ten nak­ len şunlan yazar: "-Memleketin kalem sahipleri ile artık beraberdik. UyanıkJıklanna güve­ nerek dedim ki. - Ben hilâfeti kaldıracağım! Biri müstesna (Hüseyin Cahil Yalçın) hepsi görüşümü kabul ettiler. Ne dereceye kadar dindar olduğunu bilmem ama Hüseyin Cahit bana dedi ki: -İşte en büyük hata bu olacaktır. Hilâfeti kaldırmak... Bu akıl kân (akıllı işi) değildir. Bunu yapmayın ve sizden bu derece mantıksız bir iş çıkacağını beklemiyorum... Ve bu gazeteci zat. Halifenin makamını muhafaza etmesi hususunda bir­ çok ısrar ettikten sonra dedi ki: -Halife kalmalıdır. Fakat siz ki bu kadar inkılâpların yaratıcısınız, millete Lâtin harflerini kabul ettiriniz. -Henüz bu hususta kimseye kat’f söz veremem. Daha beklemeğe mecbu­ rum. Atatürk'ün bu konuşmalarını nakleden Ahmet Ceval Emre, gene o gece, ondan ve bu konuşmalar konusunda dinlediği şu cümleleri de verir: Ben düşündüklerimi önce miUctimin arzusunda, ihtiyaç ve idaresinde görmeyi şart sayan ve bunu gördükten sonra ancak tatbiki ile kendimi mükellef bilen bir adamım. Her insanın, mensup olduğu İçtimaî heyet (toplum) için düşündüğü bir fikir olabilir. Fakat sağını solunu dinlemeden söylenmiş sözler, benim telâkkime göre, uzun uzun ve derin denemelerle incelenmedikçe fiil sahasına geçemez..." Ahmed C:cval Emre'nin naklettiği konuşmalann sonunda, bazı gazeteciler tarafından, "halifeliğin kaldırılması ve Latin harflerinin kabulü" gibi o zamanlar 12. Ahm٠d C.V.I Emrt, IhN^sün

Tarihi,

t.316.


H A K F İNKILABI V E A R A P H A R F L E R İN E S O N V E R İŞ

227

İçin çok ciddi sayılabilecek devrimlcrin gerçeklen olup olmayacağının sorulması üzerine Atatürk: ..... Eğer ben size bu meseleleri ancak son senelerde düşündüm dersem, inanmayınız. Ben ta çocukluğumdan beri bu davalan düşünmüş bir adamım!" 03) diyerek, bir anlamda da Bulgar Türkoloğ Manolov'a ta 1907 yıllarında söy­ lediklerini hatırlatmış olur. Atatürk’ün fikir ve düşünce bazında yıllar öncesinden tasarlanmış olduğu kesin olan harf devrimi ile ilgli tartışmalar, bir zemin hazırlığı mülahazasıyla 1926٠ dan itibaren basın hayatında da aleni olarak gündeme gelmiştir. Milliyet Gazetesi'nin başlatmış olduğu "Latin harfleriyle Türkçe Nasıl Yazılabilir" baş­ lıklı tefrikaO..‫ ؛‬yazı devriminin devlet açısından önemli dayanaklannı oluştur­ muştur. Bir yıl boyunca devam ettirilen bu seri yazılar ile Milliyet Gazetesi adeta yazı devriminin savaş kürsüsü haline dönüşmüştür.‫)؛'؛‬ Akşam Gazetesi'nin açtığı. "Latin harflerini kabul etmeli mi etmemeli mi?" sorulu kamuoyu ve aydınlar anketi ise sonuçlan itibariyle bir hayli ilginç olmuştur. Ankete kaııhmlardan; üstelik zamanın aydınlan içerisinde. Latin harf­ lerine evet diyenlerin sayısı yüzde lO'u zor bulmuştur. Aydın tabakanın yüzde 90'ı. Laün harflerine hayır, eski harflere yani Arap alfabesine evet demişlerdir. Hükümet ve devrim yanlısı lavırlanyla tanınan Akşam Gazetesi anketine verilen cevaplardan birkaçını aşağıya aktanyorum." 1926 yılında akşam gazetesinin açlığı "Latin Harflerini Kabul Etmeli mi, Etmemeli mi?" başlıklı ankete verilen iki yanıt: Hüseyin Suat (Yalçın): "Latin harfleriyle okumakla müşkilât çekeceğiz, şimdiki harflerimizle yazılmış bir mektubu Latin harfleriyle yazmak ve okumak istersek hemen hemen üç misli vakit kaybedeceğiz." Dr. Abdullah Cevdet: "Arap harfleri Türkçe'nin gelişmesine engel olmuş­ tur... Onbeş sene evvel: Bu harfleri aunadıkça Türk için gerçek kurtuluş yolu açılmayacakur" demiştim. Yine aynı şeyleri söylüyorum. Ankete verilen başka yanıtlar: Necip Asım (Yazıksız): 'Taraftar değilim, çünkü otuz asırlık kütüphane­ mize veda etmek gerekecek." 13. Şevke! Süreyya Aydemir, Tek adam, c.3, s. 318. 14 İbrahim Necmi imzasıyla yayımlanan bu yazı dizisi 19 bOyOk bölOmden ol٧|muştur M١l،y٠l ‫؟‬ Mayıs-Haziran-Temmuz, Ağustos 1928. 15. Osman Nuri Er٠in, M aarif Tarihi, c. 5. s. 1760,


228

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D İN V E D E V L C T İL İŞ K İL E R İ

Avram Galanti (Bodrumlu): "Şimdiki harllcrimizm kalmasında siyasal zorunluluk da vardır." Veled Çelebi (Izbudak): "Lalincc sesli ve sessiz harfler bizim dilimizi an­ latmaya yeterli değildir." HalidZiya Uşaklıgil: "Memleketin resmi ve ilmi hayatında Latin harfleri­ nin yeri yoktur." Not: 16 kişiden sadece üç kişi olumlu yanıt vermiştir. Yazı Devrimi ve Bir Günde Cahil Bıraktırılan T ürk Toplumu işte bu düşünce birikimi ve oluşumlardan sonra, Mustafa Kemal 1928 yılı başlannda hemen "Harf Devrimi" üzerine harekete geçilmesini emreder. Bunun üzerine 8 Ocak 1928 tarihinde Mahmud Esad Bey (Bozkurt) tarafından. Ankara Türkocağında Türk harfleri üzerine ilk konferans verilir. Bu konferans, harf in­ kılabıyla beraber aynı zamanda dilin sadeleştirilmesini ve Türk diline yerleşmiş olan Arap. Fars ve Osmanlıca kelimelerin atılmasını da gündeme getirir. Yani yazı devrimi ile birlikte Dil Devrimi de önerilmiş olur. 24 Mayıs 1928 bu devrimin bir yan kolu olan Türk rakamla□ kabul edile­ rek. yürürlükteki arap rakamlanna son verilmiş olunur. Ve nihayet 27 Haziranda Harf inkılabının nasıllığı ve niceliği üzerine rapor hazırlayacak olan "Latin Alfabesi Komisyonu" kurulur. Komisyon 9 kişi­ dir ve aşağıdaki üyelerden oluşur. 1. O zaman Bolu Milletvekili, sonradan da Ankara Milletvekili olan Falih Rifia Atay. 2- Galatasaray Lisesi Edebiyat öğretmeni ve Elazığ Milletvekili Fazıl Ahmet Aykaç. 3. Türk Dil Kurumu Genel İdare Kurulu üyesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Lisaniyet muallimi Ahmet Cevat Emre. 4- Talim Terbiye Dairesi Başkanı, siyasal bilgiler okulu Müdürü ve DilTarih Coğrafya Fakültesi Dekan vekili Mehmed Emin Erişirgil.

16. Yaz. Devrimlnin Ellinci Yılından. 17 Şevket Süreyya Aydemir, a.g.... e. 3. s. 319.


H A R F İN K JL \B I V E ARAI> H A R F L E R İN E S O N \ ^ R j Ş

229

5- Zamanın meşhur hariciyecilerinden İbrahim Gramay.،.®^ 6- Manisa Milicivckili veLahey büyükelçisi Yakup Kadri Karaosmanoglu. 7. İ.Ü. Edebiya، Fakültesi lisan profesörlerinden, Profesör Ragıb Hulusi Ö/Jem. 8- Maarif Müsteşarı Ihsan Sungu. 9. Afyon Milletvekili ve Peşte Büyükelçisi Ruşen Eşref Onaydın. Bu komisyon uzun çalışmalar sonunda bir alfabe ve bir de gramer raporu hazırlamıştır. Alfabe değişikliğiyle ilgili raponör İbrahim Granıay. gramerle il­ gili raportör Ahmet Cevat Emre idi.‫؛‬.‫؛؟‬ Komisyon çalışmalanna belli bir zaman l.smet İnönü de katılmıştı. Fakat İsmet Paşa harf değişikliğinin lüzumuna bir türlü akıl erdirememişii. İsmet İnönü, eğer illa Latin harflerine geçiş olacaksa bunun en az 7 yıllık bir intikal devresine ihtiyaç olacağını dile getirmişti. Yakup Kadri Karaosmanoğiu'nun an­ lattığına göre ismet Paşa nazarında yedi yıllık bir intikal devresi zorunlu idi. Ondan önce Latin harflerine geçişin mah/urlan olabilirdi. İsmet Paşa.nın görüş ve tereddütlerini komisyonun alfabe raportörü Ahmet Cevat Emre, şu şekilde anlatır: .Cumhuriyetin ilânı ve Hilâfetin aldmimsı safhalarında Gazi Mustafa Kemal Paşa.dan ayrılmayan Başvekil İsmet Paşa, takriri sükûn senelerinde yapılan Avrupaklaşma hamlelerine de ses çıkarmamıştı. Fakat yazıyı değiştirmek teşebbüsü­ ne. kolay sarsılmayan bir mukavemet (direniş) gösterdi. İsmet Paşa, böyle bir inkılâp hamlesinin, mutlaka gerekliliğine inanmıyordu. Yazı değişitiritecek olursa hükümet, bütün askeri ve mülki daireleri ile. Darül­ fünun (Üniversite) bütün fakülteleri ile. Maarif bütün mektepleri ile. Matbuat (basın) bütün gazeteleri, dergileri, kitap neşri makanizması ile yerinden oynatıta. maz bir dağ gibi Başvekilin karşısına dikilmiş görünüyordu. Şu itirazları ileri sürüyordu: "•Okuma yazma güçlüğü, bütün devlet hayatını felce uğratacak bir inkılâbı gerektirecek bir zaruret sayılabilir mi? Milletlenn medeniyetçe ileri veya geri olma­ ları yazılarının kolaylık veya güçlüğü ile ölçülmediği meydanda değil midir'’ Yüzyıl­ lardan beri kullanılan yazı, bundan sonra da pekâlâ devam edebilir. Alimler, bütün okur yazar kimseler, hece sınıfı çocuklarına dönecekler. Yazı değişirse kütüpha­ neler dolusu basma ve yazma eserlerden nasıl faydalanılacak?"‫'؛‬ 18. İbrahim Grantay. dönmelerden birisidir Asıl adı Abraham Grantay'dır. Biraz da bu özelliğinden dolayı yıllarca hariciyecilik yapmıştır. 19 Osman Nuri Ergin. Türk M aarif TanN, c.S , s. 1760-1761. 20 Ahmet Cevat Emre. İki N eslin Tarihi. ٠. 317

A


|i| 230

CUMHURİYETİ^ D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

İsmet Inönünün ileri sürdüğü fikirlerden birisi de. o sıralar inkılapçı ol•■ malanna rağmen hiçbir ga/.cıcdc ve dergide yazı dcgişiimıc fikrinin savunulma. dığı idi. Mustafa Kemal. İsmet İnönü’nün tereddütlerini ve Latin harficrinc giriş için tayin etliği en az 7 yıllık süreyi duyunca öfkelenmiş ve "bu iş için 6 aylık bir süre yeter de artar bile" demişti.‫؛*^؛‬ Atatürk müzakere ve tariışmalann uzamasını islemiyor ve bu işin bir an önce bilmesinin direktifini veriyordu. Oysa Mustafa Kemal'in bizzat kendisinin seçtiği ve hcrşeyleriyle kendile­ rine güvendiği alfabe komisyonunda bile konu hakkında tek düzelik sağlanama­ mıştı. Komisyon üyelerinden Falih Rıfkı Atay. müzakereler sırasında meydana gelen anlaşmazlıklardan birkaçını şöyle dile getirir: ’‫؛‬ 1، I

W'

Komisyonda ilk görülecek İş. yazı değiştirmek doğru mudur, değil midir? tar­ tışmasına nihayet verip yeni alfabe harflerini seçmeye başlamaktı. Bir prensip anlaşmazlığı şöyle çıktı: Osmanlıcadaki yabancı kelimelerin dahi bölün ses haklarını veren bir alfabe mi alacaktık, yoksa Türkçe ve Türkçeleşen kelimeleri mi esas tutacaktık? Arabın .ayın" ı. "s. si. "zel" i. "ti" sı, "zı" sı gibi yeni alfabede ayrı ayrı harfler olacak mıydı? Bu harfler Türklerin ağzında kaybolmuş­ tur. "Osman'daki "s" ile "esmek.deki "sin"arasında, "ağız.daki kalın "ze" ile "haz.daki "zı" arasında hiçbir fark yoktu. Bundan başka biz yeni alfabede yalnız Türkçe kelimeleri düşünmekle yabancı kelimelerin de Türkçeleştirilmesini sağla­ mış olacaktık. Aynı harf, yabancı kelimeye imtiyaz vermek ve onu daima yabancı kıldıktan başka eski imlâ zorluklarını yeni yazıda da bırakmak demekti. Sağ anlayış, Türk söyleyişinde kalmayan, fakat fasih Arap söyleyişinde devam eden bütün ses haklarını vermekti. Biz milliyetçiler sağ anlayışın iddialarını yendik. Türkçe kelemeler için "kaf" ve "kef٠. "gef" ve "gayn. harfleri lüzumsuzdu. İs­ tisnasız bütün Türkçe kelimeler *k ve g. harfleri ince seslilerde "kef. ve "gef". kalın seslilerde "kal. ve "gayın" dırlar. - Ya Kâzım kelimesini nasıl okuyacağız, diyorlardı. Bir radikal fikir şu İdi: Böyle kelimeler git gide Türk söylenişine uysa ne çıkar? Fakat bu fikir yürümedi, iki ayn harf almak yerine Türk kaidesine uymayan Arapça k.limefer îçnî "k" ve "g. harflerinin önüne bir "h. koymakta uyuştuk. "Kazım - khazım* yazılacaktı. Tasrif ve terkipler için tire usulünü kabul etmiştikl "Gelmiyorum" kebmest ٠G ٠lmiyor-um٠ şeklinde yazılacaktı.

2f Şevket Sûreyy. Aydemir r٠kAdvn٠c3, s 319.


H A R F İNKILABI V E A R A P H A R F L E R İN E S O N V E R JŞ

231

Yeni alfabede Lâtin yazısı dünyasının ortaklaşa değerlerini değiştiren acaip. liklerin kalmasına hâlâ esef duymaktayım. Bunun başlıcası "c. harfidir. Türkçe'de "j. sesi yoktur yabancı dillerden alınma kelimelerde bu ses "c" ye değişmiştir: Can. darma. curnal gibi... "Ejderha" ile "ecnebi" kelimeleri pek farklı söylenir. Bir teklif "c" sesi için "j"yi almak ve "c" harfini de "ç" sesi için bırakmak "ç.yi "ş" karşılığı kul­ lanmaktı. Herhalde bugünkü bazı aykırılıkladan kurtulabilirdik. Komisyon alfabesini İstanbul'da Atatürk'e ben getirdim. Uzun uzun tetkik etti. Konuştuklarından bir takım "q" harfinde ısrar ediyorlardı. Hatta bir aralık Atatürk bu tavizde bulunmaya da karar verdi. Ertesi gün vazgeçirdik. Atatürk bana sordu: - Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz? - Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var. dedim. Teklif sahiplerine göre ilk devirler iki yazı bir arada öğretilecektir... Gazeteler yarım sütundan başlıyarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler ve yük­ sek mektepler için de tedrici bazı usuller düşünülmüştür. Yüzüme baktı: - Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz, dedi. Haydi radikal bir inkılâpçı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım: - Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi her­ kes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harb bir iç buhran, bir terslik oldu mu. bizim yazı da Enver'in yazısına döner. Hemen terk olunuverir. Bu arada bir (q-kü) harfi tehlikesi atlattık. Biz Türkçe kelimelerde (k)nın ince seslilerle daima (ke). kalın seslilerde (ka) okunduğunu düşünerek (q-kü) yu alfabe­ ye almamıştık. Ben yeni yazı tasarasını getirdiğim günün akşamı Kâzım Paşa (Özalp) sofrada: ٠ Ben adımı nasıl yazacağım? "Ku" harfi lâzım, diye tutturdu. Atatürk de: - Bir harften ne çıkar? Kabul edelim olup bitsin dedi. Böytece Arap kelimesini Türkçeleştirmekten alıkoymuş olacaktık. Sofrada ses çıkarmadım. Ertesi günü yanma gittiğimde meseleyi yeniden Ataya açtım. Atatürk el yazısı majüsküllerini bilmezdi. Küçük harfleri büyültmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı, Kemal'in baş harfini küçük (kü) nün büyütülmüşü ile. sonra da (k) nın büyütülmüşü ite yaızdı. Birincisi hiç hoşuna gitmedi. Bu yüzden (kü) harfinden kur­ tulduk. Bereket Atatürk (kü) nün majüskülünü bilmiyordu. Çünkü o (K) nın t>uyütül­ müşünden daha gösterişli idi.٠٢^^١

Bu sırada Mustafa Kemal. Cumhuriyet’m kuruluşundan beri kerKiisini ve dcvrimlcrini destekleyen tsianbul'daki gazele sahiplerinin vc başyazar!ar١nm ya­ pılacak olan harf devrimiyle basın hayaunın ağır bir şekilde darbe alaca|:ını sOy. 22. F٠l١h RıfK. Alay.

t. 441

i


232

C U M H U R İY K T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

IcmcIcri üzerine Çankaya’da onlarla bir basın toplantısı yapmak istemişti. Cum­ huriyet ve Milliyet başta olmak üzere hemen herkes harf devrimine taraftar ol­ masına rağmen bunun bir anda olmasına şiddetle karşı idiler. Tek endişeleri ve hatta korkulan Mustafa Kemal'in "harf devrimi" ne kesin karar vermesi üzerine tcrccddütlcrini dinlcmiyecegi idi. Bu yüzden İstanbul'da Cumhuriyet Gazetesi'nde Haziran-Temmuz (1928) aylannda kimi aydınlann da katıldığı sıkça top­ lantılar oluyordu. Toplantılarda islenen husus yazı devriminin öyle şapka devri­ mi gibi bir anda değil, alıştıra alışüra olması gerekliği üzerine idi. Mustafa Kemal kendisini her halükfırda desteklemiş olan bu gazete sahip­ leri ve başyazarlarının loplanuiannı duymuş ve onlara hiddetlenmeye başlamış­ tı. Temmuzun ortalanna doğru başta Yunus Nadi» Milliyet Gazetesi sahibi Mah. mud Bey ve İstanbul Matbuat Cemiyeti Reisi Hakkı Tank (Us) olmak üzere bir grup, yazı devrimi ve karşılaşabilecek güçlükleri görüşmek üzere Çankaya’da toplantıya çagnidılar.

M

Heyet adına konuşan Yunus Nadi. devrime karşı olmadıklannı. ancak bu işin tedrici bir usulde yapılmasını önererek, ak.si takdirde basm-yanm hayalının yara alacağını bildirdi. Konuşmalarda "teknik güçlükler" diye bahsedilen bölüm dikkat çekiciydi. Şöyle diyordu Yunus Nadi: ٠- Muhterem Paşa Hazretleri, asıl güçlük tekr١ik bakımındandır. Bir gazeteyi, bugünkü Arap harfleri ile yirmi yirmibeş mürettip dizer; bu hurufat ertesi günü sa­ tırlar bozularak harfler kasalarındaki gözlere konur ve ertesi günün yazıları, gene aynı sanatkârlar tarafından dizilir, '.tashlh'.e verilir, başlıklar da bir yandan hazırla­ nır. sayfalar kalıplarında bağlanır, makineye verilir... Makinede de "tashih, yapıldı­ ğı olur. Bütün bunu, bir günün belli iş saatlerine sıkıştırmak çok pratik isteyen bir iştir...

‫؛‬i I' I',

'٠

Şimdi, bir gazetenin 6 veya 8 sayfasını, önce Latin harfleri ile yazacak, ter­ cümelerini Latin harfleri ile yapacak; sonra bunları okuyup ibareleri düzeltecek, yazı işleri müdürlerinden, redaksiyon sekreterlerinden, haberleri, makaleleri yaza­ cak. sonra da bunları tashih edecek "Musahhıh"lerden mahrumuz; Paşam ben bite yaptığım ufak tefek tecrübelerde henüz kendimi tatmin edemiyorum. Haydi, yazı işlenni bir yana koyalım, ya gaızelelerin dizilmesi işi var. Mürettıplerin yeni harfleri öğrenmeleri, mümareselerini arttırmaları, harflerin kasalardaki gözlerini tek tek arayıp bulmak için vakit kaybetmeden, tabiî bir alışkanlıkla yerlerini bulmaları zarureti "tedriç, ihtiyacını duyurur. Sonra hiç bir matbaanın elinde yeter miktarda Lat.n harfi yok... Kadrolar, hazırlatmak, eğitmek için bile bir hayli harfe acele ihti­ yaç vardır.. 23 KU.it Hakkı Uiüğ. O ç d ٥)٢٠|i‫ ؛‬٥٠ ،٢vn. s. 172-173


I .İ F

İNKILABI ١^

H A R F L E R İN E S . N V E R İ$

233

Isianbul Maibual Cemiyeti Reisi H i Tank ( ٧ s) ise. Yunus Nadi'nin SÖyledigi teknik güçlükleri giderici yepyeni bir fomtuilc Ortaya aijidj. Hakki Tank majiskui harllcri (büyük harricri) olmayan bir alfa^ öneriyordu. Gerekçe de Latin harflerinin büyük Iiarfleri alınmadıgmdan hem alfatenin daha kolay ögrc٠ nilecegini ve hem de gazetedeki clcmanlann daha kolay yetişeceğini gösterdi. (24) Konuşmalar bitip, davetliler Çankaya'dan çıktığında Mustafa Kemal yanındaki Maarif Vekili Mustafa Necati.ye dönerek: .'Haklılar ama. teknik mccburiy. eller denilerek karanmız geciktirilmemeli ve bu İŞİ medreseye düşüremeyiz" di. yerek ''Ne olursa olsun bu İŞİ halletmeliyiz'' emrini veriyordu. Gazetecilerden teknik güçlüklerin gerçekten olup olmayacağım son bir kez daha öğrenmek üzere Mustafa Kemal birkaç gün sonra en güvendiği iki kişiyi yanma çağırttı. Gelenler Hakimiyeti Milliye'nin başyazarı Falih Rıfkı ile yine Hakimiyet-i Milliye'nin Yazı İşleri Müdüri! Naşit Hakki ٧ luğ idi. Naşit Hakki Ulug: ''Paşam ilk şeklin öğretilmesi gerçeklen zor olacak ve zaman olacak..." diye söze başlayınca Mustafa Kemal biraz şaşkın ve biraz da kızgınlıkla: "Ne demek 116 şekil, siz İŞİ lüzumundan fazla büyütüyorsunuz...'' diyerek Naşit Hakki Ulug'un sözünü kesti. Naşit Hakki da şaşımıştı. Ne İŞİ lüzumundan fazla büyütüyordu ve ne dc İŞİ alaya alıyordu. Uslelik bu işe en fazla gönül vcmiş olanlardan birisiydi. Da. yanamayarak ve biraz da Paşayı daha fazla kızdınnamak İçin: '.Hayır Gazi Hazretleri‫ ؛‬Ben İŞİ izam elmiyonım. 116 şekil dediysem doğrtiyu söyledim. 29 harfimizin, matbaa harfinin büyükleri 29, küçükleri dc 29 eder. 58. Bir de bunlara el yazısı harflerinin büyükleri olan 29 şekille , küçükleri olan 29 şekil daha edersek 116 ayn şekil meydana çıkar...''‫ﺀ‬2‫)ﺀ‬ Mustafa Kemal bu izaha ''Peki! Peki‫ ''؛‬diye muka^le ederek: ''Bana bu İşin ne zamana kadar tamamlanabileceğini söyleyin. Ben zaman istiyorum'' deyince, Naşit Hakki ٧ lug٠ Hakimiyel-i Milliye'nin bürtinUylc Türkçe harflerle ba. Silabilmesi İçin en c^en kasım ayının sonuntm uygun olabileceğini ve ondan Once bütün sayfalann Türkçe basılmasının mümkün olamayacağım söyledi. En güvendi^ ve sözüne itimad ettigi kimseler böyle söyleyince. Mustafa Kemal, Maarif Vekili Mustafa Necati'ye dönerek : '..im az Efendim‫ ؛‬İşin bu 24. Naşit Hakki Ulu٥. a.g.e.. s 173. 25. Naşit Hakki Utug.un 116 şekil dediği yeni harflerin 116 şekfi bilahare tüm gazelelare dağiblm.ş ve gazetelerin bunlara bakarak yazılan yazması istenmişti (Belge No )


234

C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

kadar sürüklenmeye tahammülü yoktur, anlamıyor musunuz, sizicr!" diyerek "Ne pahasına olursa olsun bu işin kısa bir sürede halledilmesi.’ gerekliğini vur. guladı.^٥^ Gerek İstanbul gazeteleri ve gerekse Ankara gazeteleri bu emirlerden daha ne yapılıp edip doğru veya yanlış Latin harfleri uygulamasına geçmek isti­ yorlardı. Yoksa Yazı Devrimi’nin uzamasına, uzun bir zaman sarkmasına sebe­ biyet verenler olmak istemiyorlardı. Bu korku ve endişeyle temmuz ayının onalanna doğru Milliyet Gazetesi Latin harfli cümleyi gazetesine koymuştu bile. Gazetenin ilk sayfalanndaki bu yeni yazı herkesin dikkatini çekmişti. Bir de alıma Arap harfleri ile bir not kon­ muş ve bu cümlenin hiçbir gazete tarafından alıntılanmamasını. bugünkü deyi­ miyle "Compugraphic" hakkının kendilerine ait olduğunu ve eğer iktibas edile­ cekse bile Milliyet adı zikredilerek ancak Latin harfleriyle iktibasın yapılabileceğini belirtmişlerdi. Söyleşine önemli kabul edilen ilk Latin harfli günlerde şu yazılı idi: "Oio-mobil Fî-aüary-Tenzyl xofforlar de fai dalydyr. Oto.mobillry de taksi fTailar^'ny icnzyîl edileceğini vu bunun için icdkîkatda bulunuldiğini jazynxdyle..."‫^^^؛‬ Evet bu cümle ilk Latin yazı cümlesi olmuş ve altına da yukarıda belirtliğimiz önemli not düşülmüştü. Yazıyı yazanlar daha sonra ne kadar gülünç bir yazı yazdıklarını anlamışlardı ama o günler "emir" üzerine bir an önce Latin harfleriyle yazmak mecburiyetinde olduklan için yazının gülünçlüğüne bakma­ mışlardı bile. Şoförler. xofforlar diye yazılmış, faidelidir. faidalydyrdiye yazılmış, yaz­ mıştık kelimesi de. jaznyxdyk gibi hiçbir anlam ve keyfiyeti olmayan bir kelime ile dile gcıirilmişii. Bürün bu gülünçlüklere "devrim" adına katılmaktan başkaca da hiçbir se­ çenek yoktu. FaJüî Rıfla Atay’m, "Çankaya"’ anlatımıyla, yazı devriminde gerçekten çok büyük gülünçlükler olmuştu. (K) harfiyle ilgili olay da bunun açık örneğiy­ di: Gerçekten Auıürk.ün (kû) harfinin majiskülünü (büyük harflerle yazılışını)

36 Navt Hıklu Uki.. Ö ç B ü y ü k D evrim . ،. 176. 27 k a İ y i L ١3 Temmuz 19‫ﻣﺢ‬٠N ı٠i١Haklg Okı., Ö ç BOyOk

٠. 177.


H A K F I I L A B I V E AKAI» H A I E K İ N E S . N V E R İŞ

235

bilmemesiyle, Ataiiirk.e (K) harfi (kü) diye yuiiumlmuş ve bdylecc de alfa^ye Türkçe dışında bir harfin konması engellenmiş oluyordu. Bazen öylesine komik dun‫ل‬mla^a düşen, bazen de insani derin derin düşündürcn bülün bu hazırlıklardan sonra Musiafa Kemal, 9 Agusios 1928 a k ş ı ı Saraybumu Parkı.nda. Cumhuriyet Halk Partisi.nin tertip etliği bir aile eglencc. sinde hazır bulunarak, orada yaptığı bir konuşmayla yeni Latin harfierinin Türk alfalxsi olarak kabul edildiğini ilan etmişlerdir. Böylccc Harf İnkılabı İçin hazır. ilk devrcsi bilmiş, icraat devresi başlamış olur. Harf İnkılabı'nın resmi ilk müjdesini veren Saraybumu konuşmasında ata. rtirk yeni Türk harficriylc ilgili olarak şunlan gündeme getirir: .... Vatandaşlar! Bu n٠t،ar،m Türk harfleriyle, Türk kelimeleriyle yazılmıştır... isterim ki. bunu hepiniz beş on gün İçinde öğrenesiniz." A^adaşlar arzum ahenkdar, zengin lisânımız yeni TUrk harfleriyle kendini göstermektir. Asırlardan beri katalarımızı demir ‫؟‬erçeve İçinde bulunduran, anla. Şilmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bunun lUzumen olduğunu anlamak mmburiyetindeyız. Anladığımız şeylerin eseri olarak mevcudiy. etine yakın zamanda bUtUn kainat şahit olaca^ır. Buna katiyyetle eminim. Simdi yeni TUrk harfleriyle yazdığım notlarımı bir arkadaşa okutacağım, din. leyiniz:(‫)^؛‬ "... Bilemezsiniz ki artık sözden ziyade İş zamanıdır. Artık benim İçin söz sOylemeye ihtiyaç kalmadı kanaatindeyim. Bundan sonra bizim İçin laaliyet. hareket ve yUrUmek lâzımdır." "Her zaman, her yerde olduğu gibi, bu gece burada da halk ile karşı karşıya geldiğim anda, bUyUk. azametli bir kuvvetin tesiri altında kaldığımı duydum." Bu kuwet nedir? TUrk halkının, TUrk İçtimaî heyetini teşkil eden yüksek insanların, kalp men. balarından hislerin, areuların,heyecanların, kastların, bir hedehe, bir gayede bir. !eşmesidir. ‫ ﻻج‬kuvvetin bu kadar ma.şer' olabilmesi, onun çok temiz, çok asil olması ile mümkündür. Bu benim ve bütün dünyânın gördüğü kuwet muhakkak, en yUksok vasıllarla mütemayizdir. Bir millet, bu mahiyette bir kuwel ve bir hayatiyet gösterd.1 zaman. ٠ milletin beşer tarihinde yepyeni bir salha açmakta olduğuna şüphe etmemel«ir. ‫ ﻻج‬gece burada güzel bir tesadUl eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyim eden Munirelul Mehdiye Hanim san’atkarlıgında muvattak oldu.

?8.MustateKem alelindekinoDanFalihRı^ıAt...vererekokumuştur


236

C U M H U R lY F r D Ö I M I U lN ^

DEVLET -

-

Fakat benim Türk hissiyatı üzerindeki müşahedem şudur ki, artık bu musiki, bu basit musiki. Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez. Şimdi karşıda medenî dünyanın musikisi de işitildi. "Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi gö­ rünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen, şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için far. kolunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı. felâketli netice­ leri vardır. Bunun farkı olmamak، kabahattir. İşte Türk milleti bunun için kımıldandı. Fakat artık millet hatalarını kanı ile tashih etmiştir; artık müsterihtir; artık şendir; fıtratında olduğu gibi! Artık Türk şendir, çünkü ona ilişmenin hatarnâk olduğu tekrar ispat istemez, kanaatindedir. Bu kanaat aynı zamanda temennidir. (Nutuk bitince halk arasında bir zat Reisicumhur'a heyecanlı bir sesle hitap etti. Gazi tekrar ayağa kalkarak şu hitapta bulundu): Vatandaşlar, arkadaşlar. Çok soz, uzun söz bir şey için söylenir: hakikati anlamıyanları hakikate getir­ mek için... Ben bu devirleri geçirdim. Şimdi sözden ziyade iş zamanıdır. Artık benim için hepiniz için çok söz söy­ lemeye ihtiyaç kalmadı kanaatindeyim. Bundan sonra bizim için faaliyet, hareket ve yürümek lâzımdır. Çok İşler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, lâkın çok lüzumlu bir iş daha vardır: yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyeti içtimaiyenın yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu. ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratıl­ mış. tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir; Türkün seciyesini anlamıyarak kafasını bir takım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek 29. Türkiye'de okuma-yazma oranının düşüklüğü İslâmî harflerie .kuma-yazma öğrenmenin güçlü, ğune yOKlenmışbr Tanhı Ağustos Nu^u diye bılı^n bu nutkun söylendiği tanhte 0 k٧ ma٠y“ ma oram y ü z . ١ 5 ٠ t7 arasın^ ıdı. iddia edildiği gibi bu rakam ani en ge1 ‫ ^؟‬sene in s in d e yuzde BO-90'lara Çik^ . 1 belirtilmışDr Oysa ‫ ^ ﻣ ﺎ‬harflerin kalemtenyle okuma-yazma düşürdüğu söylenaen eSki yazıdan kurtsurılmış, kolay okunup yazıldığı söyl^ılen Latin harflerine rağ. ‫ف‬ okur-yazar oranında uzun sure belOenen artış olmamıştır. Mustafa Kemal'in hayatJ boy٧ n. ca da bu Oran - r şekilde yOzde 2..25.İ g^m ^ı. % 40.1 g - e s i ise a^ ak 1960 yılından S0(١ ra otmu.hJT. ‫ د ﺀ د د‬٠ KemOl’in. .en nıhayOt Oir iki yıl ^ n.si^ e bOtOn TOrk ^yet:^ıctimaiy٠ sl yem harflen oğrer١ecektir' dediği 9 Ağustos 1926 tarihli Saraybumu Nu^u'^an 42 yıl sonra, reımı 1970 İstâtıstıkjennı gOre lie. okuryazar oram a^ ak % so'yı bulabimiştir.


H A R F İ I L A İ M V E A R A P H A R F L E R J I S O N V E R ‫ﻭﻝ‬

237

zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların ;aalıyetini isterim. En nihayet bir sene, iki sene içinde bütün Türk heyeti içtimaiyesini yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün alemi medeniyetin yanında olduğunu gösterecektir."‫؛؛؛‬.‫؛‬

.'Milletimiz yazjsıyla vc kafasıyla bütün alemi medeniyetin yanında oldu­ ğunu göstercceklir" denilerek çizilen hedefte harf devrimiylc baunın yanında olmak ve yazıyla da tam manasıyla batılılaşmış olunacağı düşüncesiyle devri­ min gerçekleştirileceği en yetkili ağızdan millete ilan edilmiş olunuyordu. Meşhur Cumhuriyet tarihi araştırmacılanndan Prof. Dr. Bernard Lewis ise, "Modem Türkiye'nin Doğuşu" isimli kitabında Latin harflerini kabulde Mustafa Kemal'in hedefini daha net ortaya koyuyordu. Bernard Lewis'c göre. Mustafa Kemal, Latin alfabesini Osmanlı İmparalorluğu'na karşı bir engel olduğu için kabul etmiyordu. Bernard Lewis. "Latin haillerinin kabulüyle birlikte, yeni yazı öğrenilip, eskisi unutulacak vc böylccc geçmişle olan bağ kesilerek "geçmiş" duygusu tarihe gömülecekti vc yalnızca yeni Latin harfli Türkçe'de ifade edilen fikirlere açık yeni bir kuşak yetiştirilmiş olacaktı..."‫ ؛؛؛’؛‬diyerek Mustafa Kemal'in Harf İnkılabındaki hedeflerini daha net onaya koyuyordu. .'H arf Devrimi. İslam Kültüründen Kopmak İçindi" Harf devriminin baş yürüıücülcrinden ismet Paşa ise, daha sonra yayımla­ dığı "Harf İnkılabı Anılar.'nda Bernard Levvis'in ortaya koyduğu gerekçe ve he­ defleri daha da açarak. Harf înkılabı’nın tek kelimeyle "İslâm kültüründen kop­ mak" için yapıldığını açıkça itiraf ediyordu. Ulus Gazeiesi'nin 13-15 Nisan 1969 tarihlerinde yayımladığı. "İsmet İnönü'nün Harf İnkılabı Halıralan" başlıklı tefrikada, İsmet Paşa Harf İnkılabı'nın niçin yapıldığı sorusuna şöyle cevap veriyordu: ..... Harf İnkılabı sadece okuyup^yazma kolaylığı için yapılmamıştır. Harf İnkılabını biz kültürümüzü değiştirmek için yaptık... Arap kültüründen kurtul­ mak için yaptık. Artık eski yazıya dönülmeyecektir. Bunun manası artık eski kül­ türle bağımız kalmadı, demektir. 30. 9 10.1929 tanhli Saraybumu Nutku tam matin h a lin i Osman N^ Ergin.ın Maarif T a r i h i m٠٠j»jr. (c.5. s. 1763.1765) Nutkun onjinalı Istanbul Şişil inkjlap M،)2٠sınd٠dif. 31. Barnard Lewis. TOfkiyo'nm D oğuşu. 6. 428.


238

C U M H U U r D Ö N E M İ D lN V E D E V L ^

٢‘

-

H arf inkılabınm bizde ‫؛‬esiri ve bi^ük fa‫ﻻ‬das‫ ا ﻻ ة ة ا‬cdi‫ج‬i٠^iz bu kiibiir de‫ ؛‬is^esiui ko‫ﻻىإ‬la‫ق‬٤‫ ا‬r‫ﺀ‬u‫ ةا‬çitasıdır. ١s٤er İs‫؛‬eu١ez Arap kui‫؛‬iir٤iudcu kop‫؛؛‬٠k٠ garp küliürüne ve garp medeniyetine yöneldikii."{}!) isme‫! ؛‬nönü'nün haiıridannda da dile gelirildigi gibi. Harf Ink١ !ab١gerçeklen birkiiltürdcgişikligi meydana gclimcsi İçin ve Arap küliürü diye ifade ediIcn Jsiam kültüründen kopuş İçin yapılmjştJ. Asbnda harf ink١lah ile daha büyük boyutlarda İslâmî kültürden uzaklaşm ak hedeflenmişti. Arap haberinin terki ve latin harflerinin kabulü ile Arapça okuma ve yazma da ya.saklanmış oluyordu. Bu en basit anlamıyla Ku^ân.m okuma ve öğrenilmesinin de resmen yasaklanmasını doğuracaktı, öyle ya Elif, ba'yı Arapça'dır diye okumasını ve yazmasını yasaklamak bir nevi Kur٠ ön ögreniminin de temelini yok etmek demek olacaktı. Hatla zamanla ibadet dili dahil her şeyin Türkçeleşmesini dahi sağlayacak olan bir kapının aralanması demekti Harf İnkılabı. Dalla da ileri toyulia. Kur'ân'ın Türkçe olarak okunması ve yazılm asma da fırsat verir düşüncesiyle hareket edilmişti ilk zam ani anla. Bunun bir kanıtı Mustafa Kemal'in Saraybumu Nutku'ndan liemen sonra bir cami hocasıy. la yaptığı konuşma idi. Mustafa Kemal yeni harllerin öğretilmesi İçin (daha Harf ‫إ‬nkılabı kanunlaşmadan) ilk yurt gezisi olarak deniz yoluyla Tekirdağ'a gitmişti. Teki^ag'da kaldığı günlerin birinde sokakla yürüyen sanklı. cüb^li. sakallı biri gözüne ilişivcmıişti. Bir kişi imam olması hesabiyle bu kıyafetle sokakta, dolaşıyordu. Sakallı san kil ve cübbeli kişinin Tekirdağ Eski Cami Imamı Mustafa Ozercn diye biri oldu^j öğrenildi. Karçıdan hocaefendiye seslenen Mustafa Kemal: ''Hocaefendi‫ ؟‬Hocaefendi! Gel bakalım buraya....' deyince. Eski Cami İmamı, sesin sahibinin Mustafa Kemal olduğunu anlayınca koşar adim ona dogrti yönelmişti. '.Buyur Paşam" dedi. Mustafa Kemal, cami İmamının Merkez Eczanesine gelmesini söyledi. Merkez Eczanesi'nde bir masanın etrafına Olunıldu. Etrafta da bir hayli kalabalık oluşmuştu. Hocaefendi imtihana çekileceği düşüncesiyle lir tir liıriyordu. Mustafa Kemal hocaefendiye dönekek: ''Yaz bakalım Hocaefendi! Vetıîn vczzcytûni ve TUrisinin ve hâzci ^Icdil cmfn...'' Hocaefendi heyecanla Arap harfieriylc Kur'ân'dan bu Syetin önüne konu, lan kagıda yazıvermişti. Mustal'a Kemal gözlerini hocanın gözlerine dikerek.

32 U b i 1 3 5 ٠‫ أ‬H m m 1969. 'in ö n ü n û n H i f i InkH tbı H â t ı n J m : S e b il Dergisi, Indnü.fHin lalam O ir Btyanları ١٠ Bunun‫ﺧﺪ‬٠‫ د‬٠ „ ٠. H Y \ 2‫ ا ؤ‬Yıl. 1976


H A K F İNKJLABI V E A R A P H A R F L E R İN E S . N V E R İŞ

239

''Hocam, ben bu yazdıklanmızı "ValUn vahlion" diye okuyorum. Ne dcre‫ا‬n? diye sordu.3‫)د('ا‬ Hoca : "Nasd olur efendim bu veilini vezzeytunî diye okunur." diyerck ick lek harfleri anlatmaya baçladj. Ve: .'Efendim, bunun üstünü var. Bakjmz bu işaretleri koyduğunuzda vcttini vezzeylüni diye okunur. Val tin valiizan diye okunmaz!....' diyerek ccvab١ nj tamamladı. Mustafa Kemal hocanın cevabi üzerine: ''ver bakalım 0 kalemi birde ben yazayım 0 âyeti" diyerck yeni harflerle sürenin ilk âyetlerini yazmıştı. Türkçe harflerle yazılan sûreyi hocaya gösteren Mustafa Kemal: "GOriiyoreun hocaefen. di. bu yazdığım harflerin ne üstünü var. ne esresi, ne şeddesi, ne de meddesi. Hem bak bu harfler ne kadar kolay ve yanlışsız okunuyor. Biz İşte bunu düşüne, rek ve garp asannı da kolayca öğrenebilmek İçin Latin harflerini kabul ediyonız. Sizden de bu yeni harfleri öğrenmenizi isterim....' diyerek hocaya söylemesi gC" rckcnleri söylemişti. Bu olayın bizzat yaşayanı olarak Hakimiyct.i Milliye Yazı İşleri MUdUrii Naşit Hakki ٧luğ. Mustafa Kemal ile Eski Cami İmamı Mustafa Ozeren arasın. daki yeni inkılaplann tasarlanmış olduğunu bu göıüşmedcn Çikardıklannı söylü. yor. Harf irtkılabıyla tasarlanan yeni inkılaplann başında da Türk milletinin yeni dil ve ibadet etmesini ve dua etmesi gerektiğini bu göriişmeden anlaşıldığını söylüyor ve ilave ediyor: '٠ ٠ .. O bu milletin, kendi dili ile Tannya hitap etmesini, dua ve ibadetlerini A ra^a ile degil Yeni Türkçe ile yapmasını bir gün sağlamak emelindeydi. Fakat buna ömrii yetmedi...''٠4) Naşii Hakk‫ل‬٧luğ٠ un da açıkça ^lirtllgi gibi Harf inkılabı'nın asil tasarlanan hedeflerinden birisi de ibadet dilinin Arapça yerine Türkçc'icşmcsi ve bu arada Kur'ân'ın da yeni dil ile yazılması idi. Harf İnkılabının din üzerinde ve hatta dini eğitim ve öğretim üzerinde bö٠ ylesine geniş tesirleri hedeflenmiş idi. Mustafa Kemal Hart' İnkılabı adına Çikııgı yurt gezilerinden ikisini Burea'ya yapmıştı. Burea'daki konuşması yeni harflerin kabulüm mukavemet edeceklere, şapka ^ b i isyan çıkaracaklara karşı bir .'aslan pençesi" ol^aklannı ve .'bu milletin kuvvetli ayaklan altında', onlan ezeceklerini dile gciiriyonlu. 33. Na١u Hakki ٧٠٧٥.û ç B ü y ü k 34. Nifil Hakki ٧٠٧٥........ ٠.189

، 168.

‫ﻟﻠ ﻪ‬


240

C U M H U R İY E l^ D Ö N E M İ D !N V E D E V E C T '

-

Mustafa KcmaJ: Eğer bu miJlci bu hususla Jıcrhang‫ ؛‬bir güçJügc rasüarJarsa, ben ve arkadaçianm h٤ ‫؟‬lercddiiıSLiz birer asJan pençesi ٠Jur٠bu milletin kuvvetli ayaklar ainnda onlan ezen naçiz bir millet fedaisi olumz, 0 kadarî٠ ' ٠5) diyerck Latin harflerini kabulde güçlük Çikanan her kim .lursa czeceWerini dile getiriyordu. Ertesi günü Harf Inkılabı'nda bir dönemeç olan Dolmabahçe Sarayj.ndaki tarihi bastn loplanus‫ ؛‬yap١lm ١t!. ‫ ؟‬Mustafa Kemal'in başkanl١ gında yaptlan lopl^ ı.y a ismet Paşa başta olmak üzerc bütün bakanlar ve gazeteciler kat١ lmtşlardt. Toplannda Arap harflerine, medreselere, hocalara alabildiğine çat،lmış ve dinin Türk milletini geri bıraktığı özellikle vurgulanm١ şt١.Meclis adma konuşan Raşbakan ismet İnönü, kanunun kesinleştiği 1 Kasım 1928 tarihinden iki ay önce Dolmabahçe konuşmasjyla hükümet adma sanki kanunu müjdeliyordu. 29 Ağustos 1928 tarihli Yeni harfler ioplaniJS١ nda ismet İnönü şöyle diyordu:٠٥) ismet înönü.nün 29 Ağustos Nutku ve Dolmabahçe K ararlar، "Kabui edilen harfler, Frans١z harfleri değildir. TUrk harfleri. Türk altabesidir. Bu harfler tamamen Turk dilinin ihtiyaçlar.na göredir, bu harfleri kullanmaktan baka ‫؟‬are yoktur. Bu harfleri neden alıyoruz? \ .

‫ا‬

"Gazi'nin gayesi, milleti cehaletten kurtarmaktan ibarettir. Biz orduda milletin bütün etradını elimizden geçiririz, .k u m a yazma bilmiyenlerden bir tek neler gör. medim ki lâakal iki sene mektebe gitmemiş olsun. Köylerde ders veren hocalar vardır. Köylüler bunlardan ders görür. Ağızdan kaparak ezberden sûre okur. Fakat gazete okuyamaz, mektup okuyamaz, yazı yazamaz. Cehalet hocaların tarzı tedrisinden değildir. Arap harflerindendir."

١

.Beş artı yüz şekli olan eski harflerle okuyup yazmak çok ince bir san'at haline gelmiştir. H.alkın okuyup yazma ^renmesı. ^in evvelâ harf lâzımdır. İşte ihtiy. aç bundan doğmuştur. Halkın yeni harflere alâka ve tehalükü bu harflerin bir İhtıyaç, hem de ciddi bir ihtiyaç olduğuna delâlet eder. Harfler hakkındaki münakaşa kesilmeWır. ‫ ؟‬UnkU yeni altabe ilmidir ve Türk milletinin altabesidir. Bu allabe Tufklenn ihtiyaçlarına katfidir. "Bundan sonra münakaşa edilebilir. Lisanı telâffuza göre tesprt ed^eğiz. ErKumenin İmlâ ve sarf kaideleri bir intikal projesidir. Zaman ile kaideleri inkişat

M. Cumhurlyıt. ZeAğuıtDS 1 0 8 ‫ة‬. 36 O s m Ndi Ergr. M m ıh l Tanhi. c 5. s. 1766.1767.


H A R F İNKILABI V E A R A P H A R F L E R İN E S O N V E R İŞ

241

eder; değişir; güzelleşir. Bugün istikbalde lisanın alacağı şekli tespite çalışmak muhal peşinde koşmak demektir. Komisyon vazifesini bihakkın yapmıştır. Komisy­ ona çok teşekkür ederim ki yalnız bir (tir), (dır) münakaşası çıkmıştır. Başka muci­ bi münaikaşa olacak hiçbir şey çıkmamıştır. Bu. komisyonun çok itina ve dikkatle çalıştığını gösterir. Aileme alfabeyi Öğretmeğe çalıştım. En büyük müşkilât saitler. de idi. komisyon bidayette intikal yaparken lisanı ıslah fikrinde idi. Fakat bu işe ta­ mamen girmedi. Çünkü azîm müşkilât olduğunu gördü. "Bugün bidayette bende de mevcut olan ti'dir yabancılığından yüzde yetmişi­ ni kaybettim, alıştım.

"Hülâsa komisyonun alfabesi katidir, intikal sarf ve imlâsı ise en faydalı şekil­ dedir. Bu harflerle Türk dili pek yakında dünyanın en tatlı lisanı olacaktır, fakat bu­ günden istikbalde Türk dilinin alacağı şekli tahdit edemeyiz. Onu yapmak istikbal­ deki nesillere aittir."

Diğer bazı konuşmalardan sonra aşağıdaki şu kararlar alındı: 1. Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini ter. kedip Lâtin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur. 2. Komisyonun teklif ettiği Alfabe hakikaten Türk alfabesidir, katidir. Türk milletinin bütün ihtiyaçlarını temin etmeğe kâfidir. 3. Sarf ve imlâ kaideleri lisanın ıslahını, inkişafını, millî zevki takip ederek tekâmül edecektir. Muhakkaktır ki yeni harflerle lisana ve imlâya ilk şeklini vermek için komisyo­ nun projesi en kısa ve en amelîdir.

Kasım ayının birinci günü gelip çattığında latin harflerinin kanunlaşması­ na sıra gelmişti. Büyük millet Meclisi’nin açılışı dolayısıyla Mustafa Kemal. Latin harflerinin kabulünü öngören kanun tasansı hakkında uzun bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal’in son sözü, Latin harfler ile Büyük Türk milletinin yeni bir nur alemine gireceği iĞıP^^ Yeni harfleri. İsmet İnönü de Mustafa Kemal'i teyid ederek" karanbkJardan aydınlığa çıkışın bir müjdesi', olarak kabul ettiklerini ve buna bütün bir meclis olarak vicdani bir samimiyet ve iıiraad ile inandıklannı söyledi..‫^؟‬ Nihayet kanun oybiriiği ile kabul edilerek 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sa­ yılı yasayla bu tarihten itibaren yürürlüğe girmiş oldu.‫؛‬..^ 37. Osman Nuh Ergin, M aarif Tarih, c. 5، s 1767. 38. Osman Nuh Ergin. M aarif Tarih, c. 5, ٠. 1769. 39. H akim iyet-i Mübya, 2 Kasım 1928. C o m h u riya tZ Kasım 1928 Osman Nun Ergin. a.g a c 5. ٠ 1770. 40. H aM m iyaf‘i Mbbye, 2 Kasım 1928


242

C U M H U R lY U T D ö lV E M l Ü İN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

1.11.1928 iarih ٧c 1353 ‫اﻹدة‬1‫ ا‬yabayla Harf Dcvrimi'ni kabul eden TBMM, günü haurasjnın canljljgın. sağlamak ad١ na .'Mlllciln hanra.j ‫ ؛‬ükram٠ . diyerek üzerinde. ''Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazrcilerinc.' yazjsı bulunan allın lc٧ha üzerine kabartma bir alfabenin Mustafa Kemal e takdimini de oy birliğiyle karar aluna alm.şt.r. Bugün ٨n،ıkabir müzesinde bulunan bu alttn kabartma alfabenin takdi. mindc yapjlan törende Mustafa Kemal'e hilalin şöyle denilmişti: "Büyük Türk Milletine halas ٧c terakki yolunda olduğu gibi okuma yazma yolunda da nur ve ‫ ؟‬irag gösteren dahi Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine milletin bir hatJra-t şükr٤ m،dtr...''(‫)اﻓﻲ‬ Harf devrimini hedefine ulaşitracak olan kanun teklifinde ise devrimin gerekçesi şöyle gösterilmişti: ٦ ürk dili şimdiye kadar bünyesine uymayan Arap hadleri ile yazjhy.rdu. Arap had sisteminde bir taraftan lisanımtzın muhla‫ ؟‬olduğu sedal١hadleri ihtiva

etmiyor, diğer c.hetten Türk halkmın hakkj Jle teiaftuz eyleyemediği bir takım seslere malik bulunuyordu. Bu yüzden Türk dilini yazabilmek İçin uzun zaman muayy. en kal.plarj bellemek zorunda kal.yor, hayali zihinde mevcut olmayan yeni bir keli, meyi doğru yazmak veya okuyabilmek! ‫ ؟‬in uzun uzadıya Arap ve Acem sad kaidelerini bilmesi lâzım geliyordu. Bu halin meydana çıkardığı zorluklar herkesçe malUmdu. Medeni bir yazının muttarit bir İmlâya sahip olması iktiza ettiği halde eski yazı ile buna da İmkân bulunmuyordu, ‫ ؟‬ünkü aslen Turk olan kelimelerin se. dalı hadlerle yazılması gerekliği halde eski had sistemimizde bunun İçin yeter ışa. ret yoktu. Mevcut s adali hadlerin ayrıca birer şâmil olması yazılan bir Türkçe keli, menin bile başka başka yollarda okunmasını iktiza ettiriyordu. Eski had sistemi baki kaldıkça ecnebi asıldan gelen kelimeleri gerek telâftuz ve gerek sad itibariyle lisana maletmek mümkün değildi. Bu sebeptendir ki. TUrkçeyi iyi yazabilmek ve yazılanı okuyabilmek İçin Öğrenilmesi uzun senelere muhtaç kaidelerle meşgul olmak iktiza ediyor ve yazı yazmak, doğru okumak ancak muayyen bir sınılın imtiyazı haline geliyordu. Bu mûşkilât yüzünden millet ve binaenaleyh bütün halk taralından okunabi. lecek ve yMilabilecek bir lisan İçin icap eyleyen bir gramer vücuda gelemiyordu. Bunu bir de eski Arap hadlerinin Türk matbaacılığını nasıl ilerlemekten alıkoydu, âu, telgral gibi medeni vasıtaları kullanmakta milletimizi beyhude masral ve zor. luklara sürüklediği İlâve olunursa, eski had sistemimizi değiştirmek zarureti mey. dana çıkar. Bu sebeplere mebnidir ki» esasen millî lisânımızın bünyesine muvalık bir had sistemi kabul etmek Cumhuriyet hükümetinin programı iktizasından bulu, nu-yordu. TOfk dilinin bünyesine muvalık olmak üzere Lâtin esasından alınacak hadleri tesbrt eylemek İçin geçen sene Maarrf Vekâletince teşkil ^ilen Dil heyetin. 41. Nışît Hakki IHuğ, ûç Büyük D eâl, s. 203


hlA K F İ L A B J V E AKAİ. H A R F L E R jN E S . N ^ R

‫ﻝ‬$

243

c . esasları hazırlanan hart Sisieml ile yapılan .ecrijbelerrte dilimizin en iyi bir tarz, da yazılması mümkün ٠ ld٧ ö ٧ anlaşıldı.

r

Kısa bir zamanda milletimizin b٧ hartleri kolaylıkla ^renmelerı bu hart siste, minin lisânımızın bünyesine uygun olduğunu ayrıca meydana koydu. Binaenaleyh Cumhuriyet HUkUmeti, artık twrUbe ile sâbrt olan ‫ ا‬âtin esasından alman hart sis. temimizin kolaylığı son aylar zarfında yapılan tecrübelerden anlaşıldığı İçin devlet dairelerinde hemen bu harflerle yapılacak müracaatların kabulü ve onun uzerıne muamele yapılması kabil olacaktır. Zaten yeni hartleri hemen tatbik eyleyerek lısa. nın yazılışındaki ikiliği bir an evvel kaldırmak ve yeni TUrk harflerinin husule getireceğı iyi neticeyi bir an evvel istihsal etmek lâzım geldiğinden, kanunun kabulün, den itibaren devletin bütün daire ve müesseselerınde. şirket, cemiyet ve hususî müesseselerde Turk harflerinin kabul olunacağı ve en geç 1929 Ocak ayında yeni Türk harflerinin devlet muamelelerine tatbik olunacağı ikinci ve üçüncü maddeler, de tasrih edilmiştir. Ancak, matbu cüzdan ve evrak ve saırenin yenisi tab. olunabil. mesi İçin 1929 Haziranına kadar eski usulde yazılması idame edilmiştir. Yeni harflerin halk arasında yayılması İçin birinci şart, halkın en çok okumak zaruretinde bulunduğu eserlerin yeni harflerle neşredilmesidir. Halk, yeni neşriyat! eski harflerle takip İmkânına malik oldukça yeni harflere bir an evvel alışmağa müsamaha gösterebilir. Bunun İçin 1928 Ekiminden ittoaren levha, tabelâ. İlân, reklâm ve sinema yazıları. haftalık ve günlük bütün Türkçe gazete, risale ve mec* muaların Türkçe harflerle basılması ve yazılmasının mecburi olduğu dördüncü maddede gösterilmiştir. yeni harflerin halk kütlesi orasında çabuk yayılmasını kolaylaştırmak İçin bu maddenin kabulü zaruridir. Bununla beraber, devlet dairelerine yazılı mUracaaatta bulunan halkın güçlük çekmesine yer kalmamak üzere 1929 yılı Haziranının birin, ci gününe kadar eski harflerle devlet dairelerine muracatların kabulu uygun görül" müştür. Ayni maksatla 1929 yılının ilk gününden itibaren Tü^çe basılacak kitapların TUrk harfleri ile basılması mecburiyeti beşinci maddede tasrih olunmuştur. Resmi ve hususi zabıtları tutacak kâtiplerin TUrk stenografisini öğreninceye kadar eski harflerle zabit tutmaları tabii olduğundan bunun için 1930 Haziranına kadar bu yolda zabit tutulması kabul edilmiştir. Kitap, kanun talimatname, defter, cehrel kayıt ve sicil gibi matbuaların yeniden basılması zamana bağlı olduğundan, bunlar 1930 Haziranına kadar kullanılacaktır. Nüfus kayıtlan ve tapu kayıt senetleri ve mahkemelerin sicil ve İlâmları ile mukaveleler ve muahedenamelerin ve her nevi esham ve senetler gibi hukuki kıymeti haiz olan vesika ve paraların ve tezkere, kanun ve nizamnamelerin değiştirilmedikçe meri olması tabii bulunduğundan, ye dinci madde bu suretle yazılmıştır. B^ûn bankalar. ıml^azlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseseler do, devlet dairelerine mUvazI olarak en geç 1929 Ocak ayının iptidasından rtibaren muamelâtım yeni hartlerie yapmak vs yalnız 1929 Haziranına kadar buralara halk tarafından eski harflerle mUr^aat caiz olabi. Iwektikr. Buralarda okfe mevcut kitap, defter, cetvel, nizamname ve talimatnamelor 1930 haziranının başına kadar kullanılacaktır.


244

c u m h u r iy e t

D Ö ^ M I D İN V E D E V L C T İL İŞ K İL E R İ

Okuma yazmanın kolaylıkla halk kütlesine yayılmasını ve lisanın istiklâlini temin eyleyecek olan Harf Inkılâbı'nın vücuda getireceği mesut neticeye muhak. kak nazarı ile bakan hükümet ilişik kanun lâyihasını teklif eylemektedir."

Kanunun Kabul Ettiği İntikal Devresi Bu gerekçe. Arap harflerinin lamamiyle terki için bir intikal devresinin lüzumunu kabul etmişti. Fakat bunun gayet kısa olması ve ancak bâzı belirli sa­ halara inhisar etmesi düşünüldü. Getirilen kanun lâyihası 3 noktada gayet kesin idi ve geçiş devresi diye bir şey tanımıyordu: "1-1928 Aralık ayının ilk gününden itibaren (yâni kanunun kabulünden 27 gün sonra) Türkçe hususi ve resmî levha, tabelâ, ilân, reklâm ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe resmi bilcümle mevkut, gayri mevkut gazete, risale ve mecmua­ ların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.2 - 1929 Ocak iptidasından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleri ile basılması mecburidir. 3- Bütün mekteplerin Türkçe tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harfler­ le basılı kitaplarla tedrisat icrası memnudur"^^^^

Harf devriminin kabulü ile 1 Kasım akşamı Ankara'nın belli başlı yapılan ışıklandınlarak hepsine Latin harfleriyle yeni tabelalan asılmıştı. Paul Gentizon o akşamı dile getirirken: "Türkiye işle şimdi gerçekten batıya adım almıştır"‫؛‬٠ ١ ^^ diyordu. Hatta Gentizon: "Pek çok yabancı yakında Türkiye’ye akın edecektir, îlk kez yabancı turistler, mağazaJann tabelalannı, yemek listelerini, sokak ve gar isimlerini, vakit cetvellerini, kitabevleri, demiryolu ve gemi fıatlannı rahat­ lıkla okuyabileceklerdir. Bu durum turist akınım saglıyacaktır!.." diyerek. Harf Devrimi'nde tabir caizse turizm patlaması kerametinin de yattığım iddia ediyor­ du. Harf devriminin laiklik süreciyle ilgili olarak en önemli uzanüsı 1 Aralık 1928 tarihinden itibaren Arap harflerinin nerede olursa olsun kullanımının ya­ saklanmış olması idi. Artık eski harflerle kitap basımı da önlenecekti. Devlet bu manada Türkiye'nin dört bir tarafında "Elifba" öğretilmesini bile yasaklamıştı. Çünkü Elifba Arapça idi ve "eski" diye nitelenen kültürle bağlantı kurmanın anahtan sayılıyordu. 4٤ NasJt Hakkj Ulu., ، 2٠7‫ ؤ ة‬. 43. Paul Gentizon. M ustsfm K e m a l v e U ya n a n D oğu. ٠. 159. 44. P l i Gentizon. &g.e.. ٠. 150.


H A R F ! ‫ﻟﺲ‬LAB! V E ARAR H A R F L E R İN E S O N ^ R l .

245

işle bu tarihten itibaren bu masatla Türkiye'de Elifba basımı bile yasak. İandı. Harf devriminin netice itibariyle Kur’ân'ı bile ortadan kaldıracağını ve lafız olarak Arapça lisanla inzal olunmuş olan kur٠ ân’ın zamanla Türkçcicşiirilc. ceğini düşünenler, bu mülahazalarla gelecek için 1 Aralık 1928 tarihinden itiba­ ren karamsar olmaya başlamışlardı. 1923 Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Kemalist dcvrimlerin en hara­ retli savunuculanndan biri olmuş olan TBMM'nin sanklı mcbuslanndan biri olan AntalyalI Rasih Hoca (Kaplan) bile (ki daha önceki bölümlerde de anlattı­ ğımız gibi 3 Man 1924 devrimlcrinde kendileri baş aktörlük yapan sarıklı me­ buslardan biri olmuştur). Harf devriminin nerelere uzanabileceğini görünce (rejim açısından asıl hedefin neler olduğunu anlamış olacak ki) Harf devrimine karşı çıkmak durumunda kalmıştı. Rasih Hoca (Kaplan)."... onbeş seneden beri birçok şeyleri yıktık, fakat rica ederim, yerine ne koyabildik ki? Şimdi de Latin harflerini kabul etmemiz mi kalmıştır? Biz Arap harflerinden ne kötülük gördük ki? Eğer lazımsa bu harf­ lerimizin mahiyetini muhafaza ederek ıslah edebilirdik. Japonlar bile kendi harf­ lerini, mahiyetlerini değiştirmeden ıslah etliler. Bizim kendi harflerimizi icrkederek, Latin harflerini kabul ederek milliyetini değiştirmek isteyenler, Türkiye'yi terketmclidirlcr. Hariçle Latin harficrini kabul etmekte ve isledikleri şekilde yaşamakla serbesttirler, buna kanşmayız. Fakat burada Türk vatanında hiç zararı olmayan harflerimizi ilga ederek yerine Latin harflerini kabul etmek isteyenlerin asla yeri yoktur.. AntalyalI Rasih Hoca gibi adı aydın din adamına, devrimci din adamına çıkmış birini bile böylesinc rahatsız eden bir hareket. Arapça’nın öğrenilmesinin yasaklanmasıyla birlikte nice müslüman insanı rahatsız edeceği işin ta başından itibaren belli oluyordu. Arap harflerinin kullanılışının ve yazılışının yasaklandığı son günde reji­ min sesi olarak Yunus Nadi'nin Cumhuriyet Gazetesi "İslâm harficrini niçin de­ ğiştirdik?" diye bir soru sormuş ve olayı karikaiürize‫ ^^؛‬ederek şöyle cevab ver­ mişlerdi; 45 3 Mart 1924 din aleyhindeki tavırianndan dolayı TBMM'deki Islâmcı kanal isnafından adi "Pareih Elend،"y٠ çıkmış olan Anla^,alı Rasih Hoca bile hart devnmi İçin bu kanaa.^ n besler olmuştu. Yalnız bu sözler Hart ^wimi dOşO^ehnin yeni çündem. ^meye başladı1927 ‫اه‬yıllannda söylenmiştir. 4S. Cumhuriyet Gazetesfnln Arap hartlori ile. Latin harflerini karikaW^e eden şekli çölds süratle .iden son m o^l bir araba ile, onu aritasından ahaste aheste giden - I canlandırıyordu Tabii ki. oto motel Latin harfleri, ^ v e da Arap r٠arferi tearak canlandırılmıştı.


246

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D lN V E D E V L E T İL İŞ K İL E R İ

'.Bugün gördüğümüz Arap harllcri ile yann kullanacağımız Türk harücri arasındaki fark deve ile otomobil arasındaki fark kadar büyüktür. Arabistan çöl­ lerinden gelen deve iptidailiği, geriliğin, baıaatin remzi, batıdan aldığımız oto­ mobil ise terakkinin, medeniyetin, teknolojinin ve sür٠ aiin remzidir. Deve o ağır, battal ve mütevekkil yürüyüşü ile bizlcri asırlardır çöllerde dolaştırdı ve bizi bir türlü medeniyet vahasına ulaşııramadı. Şimdi çöllerden yıldmm sürati ile geçen, her engeli kolayca aşan o medeniyet vasıtası bizi çabucak istediğimiz yere ulaştıracaktır. Şimdi deveyi çoktan bırakmış olarak yeni mede­ niyet otomobilimize atlayacak, bizi senelerdir geride bırakmış olan milletlere artık süratle yetişeceğiz. Deve sadece fariza-ı haccı eden için bizi Kabe'ye gö­ türmüştür. Oysa yeni medeniyet otomobilimiz bizi terakki ve tealiye teşne olan "medeniyet kabcsi٠ ٠ nc götürecektir."‫؛‬..^^ Deve ve son model bir otomobil... Harf devrimiylc Arap ve Latin harfleri­ ne getirilen benzetme bu. Arapça geriliğin ve ilkelliğin görüntüsü. Latin harllcri ise medeniyetin ve gelişmenin sembolü. Rejim bu bcn/ctmcylc aslında Arap harflerini terk ederken, söylemek istediği herşeyi de dile getirmiş olmaktadır. Tek parti döneminde Kur’ân'a çöl kanunu diyenler, şimdi de karikatürleriyle Kur’ân harflerine çöl harfleri ve bedevi harfleri diyebilmektedirler. Harf devriminc ve ilk uygulamalara rastlayan günlerde devrimi karikatür­ lerle anlatmak basının en çok kullandığı birmeıod idi. Kasım-Aralık 1928 tarih­ li gazetelerde hemen hergün yayınlanan karikatürlerde Islâm harfleri adı altında Arap harfleri kötüleniyor. Latin harfleri göklere çıkanlıyordu. Bazen Latin harf­ lerinden yapılmış bir adam. Arap harflerinden oluşturulmuş bir adamı tckmeliyerek "saltanat çöplügü''nc ‫‘؛‬٠٥^ atıyor ve bazen de tesettürlü - çarşaflı hanımıyla evine giden sarıklı - sakallı bir kocanın, kısa etekli, başı açık, latin harflerini temsil eden asri hanım tarafından baştan çıkarılışı karikatürize edilerek "Latin harflerinin güzelliğine ve cazibesine sanklı - sakallı insanlar da dayanamaya­ cak..."‫؛‬..‫ ^؟‬denilerek, sarıklı ve sakallılann Arap harflerini temsil eden çarşaflı tesettürlü hanımlanndan kısa zamanda vazgeçeceklerini dile getirmişlerdir!...

47 C o /r^u riy m 30 kas.m 1928 (Cumhuriyet Gazetesı'nın bu nüshası kendilerinin Arap harfleri ile bastıklan son nüsha olma özeDıöınî tanımaktadır.) 4 $ ~Siftanst ç a p i o ğ û “ kavramı, ali tan, torkedllen ve devrimterte yok ^Ilen İslâmî doneden itade ıç١n kuHamİmiftır Zamanın Cumhuriyet ve Vakit Gazeteleri "Saltanat Çöplü.u" ile değerler S I S Iminm irkaditiSim dile getlrmislefd١r. 49. V â f . 29 kasım 1928. S e b tI D efüîsiş 0.1. say, 3.24. "İslâm Harflerine Dair Sebil Der.isi.nde ‫ه‬٠‫ اام‬bir Mne kadar sOren l،tâm Harflenne Dair" baçlıklı telrika. Hart devrimi Ozarine yapılan


H A JIF I I L A B I

١^ ٨ ‫ ﻉ‬٨ ‫ ﺩﻝ‬H A R F L E R İN E

S O N ١^ R İ $

247

‫اؤ؛‬e bu anlayışla sadccc köşe yazjlannda ve manşede^e IslSm harficriylc alay edilmiş olmuyor, en baş(a .'Akbaba'' gibi mizahi dergilerde de olay alaya aljnarak incelenmiş oluyordu. Harf devrimiylc basjn hep bir arzdan Arap harficrinin lerkcdilişini fırsai bilerek, yo^m ve karikalUrlcriylc İslâm'a her yönüyle sald.nda bulunuyorlard‫؛‬.

.'Yedi senede ögretemedigim şeyi... yedi günde ögrcnd‫؛‬m٠'(5٠) sOzlcri ile. ^ y a bir sanklj - sakallj müderrise kendi agzjyla Arap harricri köUlcşiirilmiş oluyor ve böylece hocalara bile İslâm harficrinin zamanlanm öldürtUgü söyle. ‫ ا‬ilm‫؛‬ş oluyordu. .y s a her iki harf arasmda da okuma ٠yazma kolaylıgj a‫ ؟‬١ s١ ndan bir fark olmad١ ğ١ ٠0 yjllarda bizzat devletin en üst yöneticileri tarafından dile gctiriİ0^٦jr. du. Başvekil ismet Paşa da bu görüşü paylaşanlardan birisiydi, ismet İnönü a‫ ؟‬ıkça: '٠ ... Bu devrim eski alfa^nin, Arap harOerinin zor öğretilmesi gibi bir sebeple yapılmamıştır. Yasaklanan Arap alfabesi ile kabul ettiğimiz Latin alfa, tesindeki harf sayısı hemen hemen aynidir. Dolayısıyla aralannda zorluk sOzko. nusu edilemez. Biz asil olarak bir dünya görüşünü yıkıp, bir başka dünya göriişünü kunnak İçin bu İnkılabı yaptık. Eski harOerin zor öğrenilmesi bir bahane idi. Bakiniz Ja۴ nlar 400 harften teşekkül eden alfcbclerini bütün zorlukJanna rağmen değiştiriyorlar. Onun İçin harf İnkılabının yapılmasındaki asil gaye, bir zihniyeti, bir dünya göriişünü bogup, yok etmekti.”(‫)إو‬ ismet Paşa'nın gerck Harfdevriminin yapıldığı ilk yıllarda ve gerekse 27 Mayıs devrimi sonrasında yaptığı konuşmalarda açıkça dile gciirdigi husus, yazı dcvrimiyle zihniyet ve düşünce devriminin yapılmış olduğudur. Kültür değişi, mini sağlayacak bir devrimin ancak Harf dcvrimiyle mümktin olabileceğini söyIcycn ismet İnönü, Harfdevriminin büyük bir kültürel değişiklik meydana getirdlgini de söylemeden cdcmemişiir.(5^) Devrim sahiplerinin de üzerine basa basa belirttiği gibi, yazı devrimi ger. çekten bir kültürel değişimi saglasın ve OsmanlI - Islâm geleneğinden. Müslüman Türk'ü kurtarsın İçin yapılmışlı.

50 Cum/ıunysf. 30 Kastm.S Aralık 1926 51. Bu konuşma İsmet İr١Önû tarafından 27 Mayıs sonrası ilk 10 Kasım törenfarind. yapılmışbr Ko­ nuşma için bkz. Sebil. c.1. s. 15 *Islâm Yazısına Dair, başlıklı .efriKada ‘ Niçin Harf lnKjl.b.7. isimli yazı.

.‫ئ‬


AR AE K-V

İSLAM h a r f l e r i n i n YASAKLANMASI ÜZERİNE ÜZÜNTÜSÜNDEN ÖLEN BİR ALIM SEYYİD TÂHÂ EFENDİ

K ٠٠٠


I

İS L A M

h a r f l e r in in

YASAK LANM ASI

Ü Z E R İ N E Ü Z Ü N T Ü S Ü N D E N Ö L E N B İ R A L IM : S E Y Y İD T Â H Â E F E N D İ

Prof. Dr. Bcmard Lewis'in. "Osmanlı.Islâm küllürü denilen geçmişle bağ­ lantı kurulması için bu devrim yapılmış ve böylecc geçmişe karşı büyük bir engel dikilmiştir^*^ dediği Harf Devrimi ile gerçekten Osmanlı-İslâm kültürünün zamanla yok olacağını, islûm harflerinin yasaklanmasıyla da çok yakın bir gele­ cekte Kuriân’m bile unutulacağını hissedenlerden biri de Şeriye ve Evkaf Ba­ kanlığı lağvedilme/.den önce '.Heyet-i ifıaiye Reisim, yani "Fcivc Emini" göre­ vini yapmış olan doğunun büyük alimi Seyyid Taha Efendi'dir. "Islâm harflerinin yasaklanmasına tahammül edemem Ya Rab! o günleri görmektense benin canımı al daha iyi" diyerek dua edip Harf Devrimi'nin ka­ nunlaştığı gecenin sabahında ruhunu teslim eden bir alimdir Seyyid Tâhâ Efen­ di. Islâm harflerinin yasaklanması üzerine teessüründen ölen büyük alim Seyyid Tâhâ Efcndi.nin. harf devrimine rastlayan günlerdeki halini bizzat mü­ şahede eden Erzurumlu Abdurrahman Efendi.‫ ؛؛؛‬Seyyid Tâhâ Efendi ile olan bir anısını şöyla anlatır!

Y

Mitli Mücadele yıllarında bir ara Umum-i Şer'iye ve Evkaf Vekaletî.i deruhte etmiş bulunan meşhur Konya Meb.usu Vehbi Hoca bu vazifede İken *Heyet.i itfai­ ye reisi" yanı bir nevi .fetva emini, olarak Seyyid Tâhâ Efendiyi Ankara٠ya aldırt­ mıştı. Bu zat. sadece dini meselelerde değil. Astronomi sahasında da son derece­ de malumatlı idi. Vaktiyle rasathanenin maruf müdürü Fatih Hocaya da bu mevzuda yardımlarda bulunmuştu. Aynı zamanda edip ve hattattı. Ama öyle sıra­ dan bir hattat değildi. Seyyid Tâhâ Efendi Hazretleri, hari İnkılabının söylentileri çıktığı sanda. D١٠ yanet İşleri Başkanlığında Müşâvere Heyetinde çalışmadaydı. 0 zaman ben de 1. Bernard Modem Türkiye'nin Doğuşu, s 428. 2. Seöü Dergisi. *İslim Yazısına Dair", sa y ı: 16.16 Nisan 1.76, s 15.

‫ا‬


j 252

c u m h u r iy e t d ö n e m i

D ÎN

v e d ev let

İL İŞ K İL E R İ

v a z ife m ic a b ı A n k a r a ’d a ik a m e t e tm e k te y d im . B ir g ü n K a ra o ğ la n Ç a r ş ıs ı’n d a n g e ­ ç e rk e n . Z in c irli C a m ii.n in y a k ın ın d a k e n d is in i a ğ la rk e n g ö rd ü m . B e y a z s a k a lla r ın ­ d a n a ş a ğ ıy a d o ğ ru y a ş la r y u v a rla n ıy o rd u . D e rh a l y a n ın a ko ştu m . H ü rm e tle elini ö p tü m v e n için a ğ la d ığ ın ı s o rd u m . B a n a d e d i ki: D u y m a d ın m ı İslâ m h a rfle rin i d e ğ iştiriy o rla r!..." "٠ B u n d a n e v a r s a ğ d a n s o la y a z m a y ız d a s o ld a n s a ğ a d o ğ ru y a z a r ız l" d iye

k a r ş ılık v e rd im . E fe n d in in o m u k a d d e r h a li b ird e n b ire d e ğ işti. Y ü z ü n ü ö fk e k a p la m ış tı. B a n a d ö n e re k h id d etle: "٠ K o c a e ş ş e k . d e d i. " K e ş k e b u n u y a p m a s a la r d a b ir k a n u n ç ık a r tıp b o y n u ­

m u z a h a ç ta k s a la r!" S o n r a d a h a ç o k c o ş tu v e c a li b ir su re tte a ğ la m a y a d e v a m etti. H a y re tle r iç in d e k a lm ış tım . Y a k in e n ta n ıd ığ ım ilm in e , irfa n ın a , ş a h s iy e tin e s o n d e r e c e d e g ü v e n d iğ im bu h o c a e fe n d in in n için b ö y le d ü ş ü n d ü ğ ü n ü b ir türlü a n la m a m ış tım . B u ö lç ü d e t e e s s ü r d u y d u ğ u n u g ö rü n c e k e n d is in i te s e lli için: "- M e ra k b u y u r m a y ın ız e fe n d im . M e c lis te b irç o k h o c a e fe n d i v a rd ır. H e r h a l­ d e bu iş e m a n i o lu rla r." d e d im . S e y y id T â h â H a z re tle ri: ٠٠ H iç s a n m a m , a m m a y in e d e b ir üm it! H a d i b irlikte e v e g id e lim " d e d i.

H o c a E fe n d i'n in e v i e s k i M e c lis b in a s ın ın k a r ş ıs ın d a , o z a m a n la r H e rg e le M e y d a n ı (H a y v a n P a z a r ı) d iy e a n ıla n y e rd e y d i. Ü stü to p ra k k a p lı b a s it b ir ik a m e t, g a h o la n bu e v e gittik. H o c a E fe n d i'n in te e s s ü rü b ir türlü y a tış m ıy o rd u . H â lâ a ğ lıy . o rd u . B u d u ru m d a k e n d is in i t e s e lli v e te s k in e tm e k ih tiy a c ın ı h isse ttim v e k e n d is i­ ne: "٠ B e n im

h u s is i b ir k a rtım v a rd ır. B u n u n la M e c lis 'e d ile d iğ im z a m a n girip ç ık a r m ü z a k e re le ri ta k ip e d e rim . D ile r s e n iz b irlik te bu m e b 'u s o la n H o c a e fe n d ile ri ik a z e d e c e k b ir m e k tu p y a z ın ız . B e n g ö tü rü p k e n d ile rin e v e re y im . B u sü re tle ş a y e t m e s 'e le n in e h e m m iy e tin i k a v r a m a m ış o la n la r v a rs a , o n la rı d a ik a z e tm iş o lu ru z ." d e d im . H o c a e fe n d i b u te k lifim e m e m n u n k a ld ı. E lin e b ir to m a r k a ğ ıt a la ­ ra k o z a m a n m e b 'u s o la n h o c a la r ın h e r b irin e a y rı a y rı k ıs a fa k a t m â n id â r b ire r m e k tu p y a z d ı. B u n d a Islâ m h a rfle rin in e h e m m iy e tin i b e lirtiy o r v e b u n la rın d e ğ iş ti­ r ilm e s i h u s u s u n d a k i t e ş e b b ü s e m â n i o lm a y a ç a lış m a la r ı ric a e d iliy o rd u . S a r ık lı m e b 'u s ia r ın p e k ç o ğ u n u ş a h s e n ta n ırd ım . A n c a k n e y a z ık k il.. L â tin h a rfle rin i g e tirm e y e ç a lış a n la r a r a s ın d a b a ş ın d a s a r ık b u lu n a n la rd a n b a z ıla r ı d a v a r d ı. Y a z ıla n m e k tu p la rı c e b im e k o y a ra k M e c lis e g in ım . H e p s in i b ir b ir d a ğ ıttım . D ıli.n in d ö n d ü ğ ü k a d a r d a m e s 'e le y i ş ifa h e n a n la t­ m a y a ç a lış t ım , m e c lis le a s le n T a ta r o lu p s a k a lın a k ın a s ü re n F e h m i E fe n d i k ü r­ s ü y e ç ık a ra k : ٠٠ A s ıl d e ğ iş m e s i la z ım g e le n r a k a m la r d e ğ il, h a rfle rd ir. O n la r ı n e z a m a n d e ­

ğ iş tir e r e k L a tin a s ıllı y e n i b ir a lfa b e k a b u l e d e c e ğ iz .... d iy e b a ğ ırm ış tı, k ız ıl s a k a llı d iy e d e a n la n b u m e b u s h o c a e n h a ra re tli b ir ş e k ild e L a tin h a rfle ri k a n u n u n u n g e r­ ç e k le ş m e s in i is te m iş ti. K e rtd .s ın e g ü v e n d iğ im

b irk a ç d in d a r m e b u s d a F e h m i


İSLÂ M

h a r f l e r in in

YASAKLANM ASI

253

E fe n d i g ib i o lu n c a b e n i d e te a s s ü r k a p la m ış v e Latin h arfle rin in k a b u l e d ile c e ğ in e in a n m ıştım . N ih a y e t a z b ir z a m a n s o n ra s ır a İslâm h arfle rin e d e g e lm işti. B ir g e c e s a b a h ­ la ra k a d a r sü re n m ü z a k e re s o n u n d a Islâm harfleri y a s a k la n m ış , o n la rın y e rin e b u ­ g ü n k ü Latin a s ıllı a la fra g a h arfle r k a b u l o lu n m u ştu . B e n d e S e y y id T â h â E fe n d i ٠ y. s ö z v e rm iş b u lu n d u ğ u m için b u n a d a ir g e liş m e le ri g ü n ü g ü n ü n e ta k ip e d iyo rd u m . N ih a y e t m a h u d k a n u n u n k a b u l e d ilm e s i ü z e rin e k o ş u p k e n d is in e h a b e r verdim . ٠٠ H ocam {

M a a le s e f k a n u n k a b u l e d ild i v e Islâm

harfleri y a sa k la n d ı!..."

ded im . H o c a E fe n d in in a ld ığ ı bu h a b e r ü z e rin e re n g i s a ra rd ı. Ş im d i h a tırla y a m a d ı­ ğ ım b ir  y e t.i K e rim e ٠ y> m ü te v e k k ila n e b ir su re tte o k u d u . B ir b a rd a k su istedi, k e n ­ d is in e verd ik. İçti. S o n ra : ”- Ç o k yo rg u n u m , s e n i b e k le d im , u y u m a d ım . B e n b ira z y a ta c a ğ ım . S e n s a b a h n a m a z ın ı b e k le v e b e n i d e u y a n d ır!" d e d i. S a b a h o lu n c a k e n d is in i u y a n d ırm a k iç in y a n ın a g ittiğ im d e o n u y a ta ğ ın d a c a n s ız bu ldu m . B ü y ü k A lim S e y y id T â h â H a z re tle ri d u y d u ğ u k a h ır v e ızd ıra p ta n g ö çm ü ştü !... A n k a ra 'd a n g e ld ik te n s o n ra bu h a d is e y i m e rh u m F u a d Ş e m s i (İnan) B e y 'e an lattım . P e k m ü te e s s ir o ld u ve: ٠٠ H iç b irim iz S e y y id T â h â E fe n d i k a d a r d o ğ ru d ü ş ü n e m e d ik v e Islâm h a rfle ri­

nin e h e m m iy e tin i a n lıy a m a d ık l. d e d i. Y a n ım ız d a d a B ü y ü k alîm m e rh u m bab a n z â d e N â im B e y de v a rd ı. O d a bu t e e s s ü r v e h a y ıfla n m a y a iş tira k e d e n b ir k a ç s ö z sö yle d i. A ra d a n y a rım a s r a y a k ın b ir z a m a n g e ç tiğ i h a ld e h â lâ o g ü n ü n te s irin d e n ve S e y y id T â h â H a zre tle rin in g ö s te rd iğ i h a s s a s iy e tte n k u rtu lm u ş d e ğ ilim . M e v lâ c ü m le s in e rah m e t e y le s in v e b iz le re d e y ü c e k ita b ım ız ı y a z ıp o k u m a y a y e g a n e v a s ıt a o la n bu m ü b a re k h arfle rin e h im m iy e tin i k a v ra y a b ile c e k b ir iz 'a n v e id ra k n a s ib etsin!."


ARA EK-Vl

ARAP h a r f l e r in in ISLAHI VE DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA İLK TEŞEBBÜSLER VI‫ ؛؛‬NETİCELERİ (1862-1884) (٠)


ARAP h a r f l e r in in ISLAHI VE DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA İLK TEŞEBBÜSLER VE NETİCELERİ (1862-1884) (٠) Siyasi Tanzimat'ın ilânından sonra üzerinde durulan başlıca meselelerden biri de maarif sahasında İslâhattır; bu arada okuma ■ yazma usulünün kolaylaştı­ rılması. dolayısıyla harflerimizin ıslâhı ve değiştirilmesi de zaman zaman ileri sü­ rülmüş. münakaşalara yol açmıştır. Bu bahse. 1862'de Camiyet-i llmiye-i Osmani­ ye'de verdiği konferansı vesilesiyle ilk defa temas eden Münif (Paşa) Efendi'dir. Bir yıl sonra Ahundzâde Mirza Feth.AlVnin. Bâb-ı Ali'ye harflerin tecdidi mevzuun­ da bir lâyihat takdim ettiğim görüyoruz. Makalemizin birinci kısmında işte bu te­ şebbüsler hakkında malûmat vereceğiz. 1669'da bir taraftan Londra'da bulunan N. Kemal ile Melkum Man, diğer ta­ raftan İstanbul'da Terakki ve Ruzname.i Ceride-i Havadis arasında. Arap harfleri­ nin ıslâha muhtaç olduğu. Lâtin harflerinin okuma ٠ yazmayı kolaylaştırdığı yolun­ da münakaşalara şahid oluyoruz; makalemizin İt. ve Ut kısmında bu hususta ve Şinası'nin ittihaz ettiği tabii harfleri hakkında izahat vermeğe çatışacağız. 1878'de. Türk - Rus harbi mağlubiyetinden sonra azınlıklar arasında milliyet hisleri kuvvetlenmeğe başlamış, bazıları, meselâ Arnavutlar. Arap harfleri yerine, kendilerine mahsus bir alfabe kullanmağa, böylece aralarındaki ittihadı kuvvetlen­ dirmeğe temayül etmiş, bunu fiil sahasına da çıkarmışlardır. Bu ve diğer sebepler­ le. Namık Kemal'in hususî mektuplarında Arap harflerinin ne tarzda ıslâhı müm­ kün olduğuna, Lâtin harflerinin Türkçe'ye ٨٠ dereceye kadar uygun olup olmadığına dair fikirterine rastlarız; makalemizin IV kısmı bu meseleye ayrılmıştır. V. kısımda ise، Mısır'da Arap harflerinin değişitirilmesi temayülü üzerine, Ebüzziya Tevfik'in bu harflerin ıslâhı hakkındaki fikirlerinden ve ittihaz ettiği tabi harflerinden bahsedeceğiz. Arap Harflerinin Islâhı ve Tecdidi Hakkında Münif Paşa İle Ahunflzâde Feth-AITnln teklifleri Cumhuriyet öncesi dönemde gerek Arap harflerinin ıslahı gerekçe Lâtin harfferine geçiş su­ recinin çok gerviş bir Hmi mütalaasının yapıldığı bu araştırma-makale. Feyzıye AbduHeh Tensel tarafır>da٨ yaymianmiftır. (BELLETEN, cild, XVII. ٠. 223-249).


258

c u m h u r Jy f i ' d ö i m

I

d İn v e d e v l e t

I l Iş k J l e r J

Ayınlablı Mehmet Munif Paşa.nm (1828 - 1910), âzası bulunduğu Cemiyet.‫؛‬ ilmiye-‫ ؛‬Osmaniye'de ٧e٢d‫؛‬ğ، nutkunda iler‫ ؛‬sürdüğü tıkirler, harfled^iz hakkında İslâhat hareketinin başlangıç, sayılabilir. 12 Mayıs, 1862 (13 Zilka.de, 1278) tarihi, ne rastlayan bu nutkunda, "Cemiyetimiz maksadının husulüne medâr clacak ve. sailin ne kavî ve mühimini bugün size arz.ü beyan ile cümleden akdem bu husus hakkında dikkatinizi dâvet ederim: yâni bizce müstamel olan usül.i kitabenin ıslâhı ile. okumak ve yazmak tarikinin mümkün - mertebe teshili madde-‫ ؛‬mu١enâ behâsını söylemek isterim" cümleleri ile başlayan MUnil Paşa, hareke(٤) kullanmadiğimiz ‫؟؛‬in Türkçe bir kelimenin muhtelit şekilde, meselâ kelimesinin ü‫؟‬. keli, mesinin ise altı türlü okunabildiği, meleke sayesinde bu cins kelimelerin kolayca okunabilmesine rağmen, manaları bilinmeyen bazı kelime, bilhassa hasisimleri kı* raatinin inkânsızlığı üzerinde durur: dilimizde Arapça ve Prasça kelimelerin, terkip, lerın çokluğu ise. okuma ve yazma meselesini büsbütün güçleştirmektedir. Büyük harflerin mevcut olmaması, hasisimleri diğer kelimelerden ayıramamak mahzuru, nu tevlid ediyor. Avrupalılar'ın yazılarında bu gibi müşküler bulunmadığından, altıyedi yaşında ocuklar, erkek, *kadın, uşak ve amelelere kadar okuyup yazma öğ. renmekte, bizde ise yazımızı ^renmenin güçlüğü yüzünden halkın tikren terbiye, si mümkün olamamaktadır. Harflerimiz, maaritin neşrine en kuvvetli vasıta olan tabi san.atı İçin de elverişli değildir‫ ؛‬sair milletler otuz ٠ kırk harf sayesinde istediklerı eseri basabildikleri halde, bizde nesh yazı ile bir kitap basabilmek, bunun ik-üç misli huruta ihtiyaç gösterir. Bu mütalâaları ileri sUren Munit Paşa, guçluklerın Onlenmesı için şu iki çareye başvurulmasını tavsiye eder: "Birisi, kelimat yine heyet.i hâzıra Uzre ibka olup, takat alt ve üstlerine harekât.1 malUme ile birtakım işaret-1 cedide vazolunmak ve diğeri dahi hurut-‫ ؛‬muWa'a ile tahrir olunup, bilcümle elsine. I ecnebiyede olduğu misiliu iktiza eden harekât, hurut sırasında yazılmaktadır. Birinci tarik dahi husul.‫ ؛‬matlaba kât‫ ؛‬gibi görünür ise de, harekâtın hurutta mUntek olarak kelimatın zir.ü bâlâsında bulunması, aşağı veyahut yukarı satıra müteallik olduğu bilinemeyerek teşviş-i zihni maddi olacağı misıliu, hem huruta ve hem de zir.ü bâlâsındaki harekâta sarf-1 etkâr ile hayli zahmet çekileceği şöyle dursun, hele teba.at hususunda tevkâl^aye müşkilâtı dâvet edeceği umür-ı vâzihadandır: takat şıkk-ı sanlde şu tekellütat ve müşkilâtm hiçbirisi olmayıp, gerek okuyup yazmak ve gerek kitap basmak İçin bunun b'ıl.vücuh rUchanıyeti bâhirdir" diyor, ikinci şıkta tavs^e ettiği tarzda mUnterid harflerle, sesli harfler de kullanılarak küçük ri. sale ve kitaplar eirfbâlar basılır ve bazı mekteplerde okutulup, tahsilindeki kolaylık tecrübe ile s^b‫ ؛‬olursa, başlangıçta birçok n2٦٥:!!!!:! ٥ ‫س‬٢‫؟‬:‫اﻗ ﻪﺀ ه اوه‬:‫)؟ ه‬Ph٥ y o k s a da. taydası anlaşıİınca halk arasıOda da i‫ ؛‬a^mum edebilir fikrindedir.‫)؛؟‬ Munit Paşa.nın bu nutkundan ondOrt ay kadar sonra, Katkas Kaymakamı Grand-Duc Michetin Elsine-i islâmiye tercümanlığı hizmetinde bulunan ve Azer? TUri^leri.nden Ahundzâde Peth-A.lt İstanbul'a gelerek. Islâmlar arasında kul. Hareke tabin bu devirde sesli harf yenne Kullanılmaktadır, sessiz harfler ise. hurut kelimesiyle ifade ٠d٠،mekted١r 2 M & cmua i F un û n . No 14. Sater 1280. s 74 v.d Munif Paşa.nm nutku. Islâh ı resmn halta Dair Bazı Tasavvurat başlıklı yazı dahilinde ve 'Cemıyet.i llmıye.ı Osmaniye’de 1278 sonesi Zilka­ desinin ooüç ur١hmde Mümt Efendi nm husus i mezkûra dair telaffuz eylediği makaledir, başlığı ،e neşr٠d ٠mı٠١‫؛‬r


f i ğ ) H A K FL E R İN İN ISLA H I

259

)anılan yazı usulündeki müşkilleri ortadan kaldırmak maksadı ile hazırlamış oldu­ ğu yeni tarz harfleri Saltanat.! seniyye'ye takdim etmiş. Sadaret.ee bu harflerin tet­ kiki ve hakkında mütalâa beyanı, Cemiyet-i llmiye-i Osmaniye’y . havale olunmuş­ tur. bu münasebetle cemiyet merkezinde iki defa toplanılmış, ilk ıçtlmada FethAli'de bulunmuştur. Yeni harflerin mucidi Ahundzâde, Islâmlar arasında kullanılan Arap harflerinin kıraate müsait olmadığı, her kelimenin birkaç şekilde okunabildiği, okur - yazar kimselerin az yetişmesine sebep olduğu, tasavvur ettiği yeni harflerin bu mahzurları önleyeceği ve maarifin neşrinde mühim tesiri olacağı hakkında iza­ hat vermiş. "Resm-i hutûtun umOr.ı diniyeye teailûku olamayıp, bâ-husus hatt.ı kadim ba.d-el Islâm suver-i addıdeye mürkalib olduğundan, resm-i cedidin kabul ve istimaline şer٠an dahi bir mâni-i sahih olamayacağını beyan ve iş bu usOt-ı cad­ denin her veçhile fevâid ve muhassenâtı derkâr ise de, hakkında kabul.i âmme is­ tihsali derece-i istihalede umûr.ı müşkileden olduğunu, ileri sürerek, ilende fayda­ sı görülür düşüncesi ile, şimdilik hutût-ı saıre-i islâmiye'den sayılmasına müsaade edilmesini reca etmiştir. İkinci içtimada Ahundzâde Feth - Alî bulunmamış, müza­ kere üç esas üzerinde cereyan etmiştir: I- Kullandığımız harfler ıslâha ve ikmale muhtaç mıdır? II- Ahundzâde'nın icadı olan harfler matlûba muvafık mıdır^^ III- Böyle bir İslâhatın ittihaz ve ta.mimı mümkün müdür? Müzakere neticesinde, harflerimizin ıslâhı meselesinde ittifak hâsıl olmuştur. Ahunzâde'nin icadettiği harfler ise, .Tahrirde suhulet olmak üzere huruf-ı kadime. nin noktaları ilga olunup yerlerine diğer bir alâmet-i muttasıla vaz'ından ve kelimâtın gereği gibi telâffuz olunması için bâzı harekât-ı cedide ıhtiraı ile. bunların milel-i ecnebiye hutûtu misillü huruf sırasında tahririnden ibaret olduğu anlaşılıp, bu suret tamam.ı kelimâtın doğru kıraat olunmasına kâfi olduğu ve mûcid-. mûmaileyhin gerek bâzı hurûf.i kadimede icra eylediği ta’dilât ve gerek yeniden ih­ tira. ettiği eşkâl-i harekât bir suret-i makbulede. takdir edilmekle beraber, eski harf­ lerimiz gibi bu harflerin de tabı bakımından külfetli oluşu, kabul edilmemesine sebep olarak gösterilmiştir. Sadaret'e takdim olunan 6 Oğustos, 1863 (2 Safer. 1280) tarihi takrir suretinde bu izahata ilâve olarak. Ahundzâde'nin Şark memle­ ketlerinde münteşir bâtıl fikirleri tezyif maksadı ite yazdığı tiyatro ve hikâyelerinin. Anadolu lehçesine çevrilerek Cemiyet-i ilmiye-i Osmaniye tarafından tab'ına karar verildiği, icadettiği harflerin tahsine lâyık olduğu kaydedilmiştir.^^ Buraya kadar verdiğimiz malûmattan. 1262-63 yılında harflerimizin ıslâh. ٧• zumu teslim edilmekle beraber, fiil sahasında teşebbüse giriş.imediğı anlaşıl r. Münif Paşa'nın ve Ahundzâde'nin fikirlerinden belki ilham alınarak, Cemiyet-i tedr‫؛‬ siye adı ile tesis edilen mektepte (1663 • 64j. talebeye, harekeli olarak basılan ki­ taplar vasıtası ile tedrisat tecrübe edilmiştir.‫ ؛‬١ yıl 2. No, 14. Sater 1280. sf 70 v.d. .Wuzur-I ^ ^ - h ı ^ 12^ seofsı. Satenin yirmisi lanhi ve muvemhen Gemlet 1 llmiye٠ i Osmaniye tarafından tak٥ m olunan ‫ س‬٠٦ nn sureler.. 4, İstanbul'da ^ cu lu r Ovannda ve ١2٥٥ (1863)'. bu mektep "Tefsırn esbab-ı u،۵m VI maarri m yyet-i haynyesıjrle her taraha mekâ.b VI mekns inşa ve kuşadını sıy-ü Adim ‫ ﻟ ﻤ ﺴ ﻼ‬t ۶‫؛‬Bda b٠2 i ashabı hamıyyal ve malumattan mOrekkeb bir ‫ﻰ‬ ‫ ﺑ‬Oml laşK. i،•. ٠٠ S .Mecmua ı Fünûn,


260

C ٧ M HUR‫ﻝ‬ ^

' D Ö N E M İ D lN ١^

D E V L E T İL İŞK İL E R İ

Harflerimizin Islâhı ve Değlşflrllm esl Hakkında Melkum Han ile Namık Kemal.ln Münakaşaları Münif Paşa ile Ahundzâde Felh.Alî'nin harflerimizin ıslâh ve tadili hakkında serdettikleri mütalâalardan beş.altı yıl sonra, 1869٠da. İran'ın Osmanlı İmparator­ luğu sefiri Melkum Han'la. Namık Kemal arasında aynı mevzuda bir münakaşa açıldığını görüyoruz; sebebi, Hürriyet Gazetesi'nde çıkan bir makalede. Islâm ço­ cuklarının talim ve terbiyesi münasebeti ile kaydedilen."... Bizim çocuklar beş-altı yaşında mahalle mektebine verilip, ikl.üç senede bir Hatm İndirdikleri ve birkaç sene dahi Tecvid ile bu Hatm'ler tekrar olunduğu gazete verilse okuyamazlar. İki satır bir tezkire kaleme almak nerede... Yazılmış tezkireyi bile çıkaramazlar. Ço­ cuklar da bir tarafa... Onları okutan hoca efendilerin içinde gazete ve tezkire okur ve birkaç satır mektup ve teskire yazabilir yüzde beş nefere çıkmaz; halbuki Er­ meni ve Rum ve Yahudi etfali. mahalle mektebine girdikten altı ay sonra kendi lisanınca gazete ve mektup okumağa ve bir sene sonra kendisi mektup yazmağa başlarlar. İkinci sen emukaddimât-ı hisabiyeden ve üçüncüde Coğrafya'dan elzem olan ufak.tefek şeyleri öğrenirler. İmdi bizim çocukların fıtrat ve fetanetce bir ek­ siklikleri mi vardır ki. onlar gibi tahsil-i fevaid edemiyorlar? Hayır^ çocuklarda hiçbir kabahat yoktur, yolsuzluk bi'l-cümle usûl-i tahsilindir" cümleleri٢^^. dolayısıyla Mel­ kum Han'ın. Hürriyet'e gönderdiği Farsça mektuptur. Melkum Han. bu mektubunu yazmasına sebep olan makaledeki tahsil ve ter­ biyede takıp edilen usûllerin fena olduğu fikrine iştirakle beraber. Arap harflerinin mahzuru üzerinde durmaktadır. Melkum Han'a göre, Islâmlar alfabelerini ıslâh et­ medikçe. talim ve terbiyede kolaylık, dolayısıyla Avrupa medeniyeti seviyesine yükselebilmek imkânsızdır. Arap harfleri ile okumanın güçlüğüne temasla, bunun bazı gayret - mendler tarafından idrak olunduğunu, Ahundzâde.nin ihtiraı otan ha­ rekelerin harflere merbut yazıldığı alfabenin. Cemİyet-i llmiye.i Osmaniye'ce takdir edilmekle beraber reddi ile, Islâm memleketlerinin terakki sebeplerinin en mühi­ minden sarfınazar edildiğini, iki y ıl önce Muhbir Gazetesi’nde de harflerin ıslâhı meselesi ele alınmakla beraber‫؛‬.^, bu müdafaanın da devam etmediğini, yine Isistrdadı meccanen okutup yazdırmak ve tanh ve coğrafya hısab mısillu l٥z٧m٧ 0 İan fenlen ٥ğfelmek. .ayes. ile açılmıştır (lutfı Efendi, Tanzımartan Sonra TUrkiye.de Maarif Teşkilâtı, turk Tarih EncUmenı - u a s ı . yıl 16. No 187 (94) 1 EylUl, 1926) ‫ ج‬Başlığını. Hadâ kadirdir eyler seng.i hârâdan guher peydâ mısra'ı teşkil eden bu makale ım‫؛‬ası. dır. Melkum Han'ın ma^le münasebetiyle yazdığ ımektuba cevap veren Kemal olduğuna ^re. onun tarafından yazıldığını tahmin ediyoruz (No. 454. 25 Rebı'1.. 1286 - 5 Temmuz 1869) ç. İstanbul'da r١eş redilen Muhbir gazetesinin 48 numaralı nüshasında, ^Ikum Han ırı bahsettiği İT Z Ö İ bir yazı yokbjr, yalr١ız 22 Mayıs. 1867-18 Muharrem 1284 tarihli nüshasında (No 5 ١‫إ‬ - a r t . Ermeni mıKetı hurıerverânında Ohanes Efend.nm çelik üzerine kazdığı larz.ı cedıd hurufatı gOrulmU‫ ؛‬ve mezkUr hurUf^ şeyh.ı sani semaha٥۵ w٧stafa Izze‫ ؛‬Efendi Hazmtleri'nin yazısı üzerine kazılmış olduğu bu defa ‫ ؛‬ikan n٠mu^ varak^tenndan anlaşılmıştır. Artık hattı: m dırace-i r١٠fas٠٠n‫ ؛‬ta'rıf Ikbza etmeZ; takat mumaileyh Ohanes Efene، tezayOd-ı ^ nah .1 m iiM m lv tm ız .h e b n e bir su r... hizmet etmiştir ki. ne türlü tahsin ve takdir olunsa becadır ‫ س‬٠٧ Amma bu mîS4ik)f şeylenn fkmafi hayli masrafta geleceğinden ve her bir ‫ﻧﻴ ﺪ‬ kuvviij maliyesi müSlid o^ayaceğınden bu eser^ nefis dahi noksan ٠tar٩k y tm | VI ‫ﺗﻰ‬٠‫ ﺳﺰ‬m٠١wp olduğu İçin olmuştur İşte mulkumOzde


A R A P H A R F L E R İN İN IS lA H I

261

tanbul'da birkaç ay evvel bir şahıs tarafından, harflerimizin ıslâhı ileri sürüldüğü vakit ise. bu faaliyete, âlimlerin teassublannın galip geldiğini kaydediyor. İslâm memleketlerindeki zâf ve meskenetin, can, mal, ırz emniyetsizliğinin, cevr-ü sitem çokluğunun, adl.ü ihsan azlığının, bir kelime ile bütün fenalıkların sebebim Arap alfabesinin kifayetsizliğine atfeden Melkum Han. Hürriyetlen şu üç şeye cevap is­ tiyor: )٠Ahundzâde.nin. sesti harflerin sessizlere merbut olarak yazıldığı alfabe sis­ temi mi? II. İstanbul'da bir şahsın ihtiraı otan harflerin, muttasıl değil münferid surette yazılması ileri sürülen alfabe sistemi mİ? 111• Yoksa, Muhbir Gazetesi.nce tavsiye olunan, harekelerin harflere merbut olarak değil, kelimelerin üzerine ayrıca yazılmas fikrini müdafaa eden alfabe siste­ mi mi uygun görülüyor? Bu hususta Hürriyetle neşriyatta bulunulmadığını yaza­ rak, eğer şahsın tavsiye ettiği harflerden nümune olarak göndermek istediğini bil-

diriyo‫ ( ؟‬٢)

^

Harflerin, art olduğu lisana dahil kelimeleri aynı aynına ifadeye elverişli olma­ dığı takdirde değiştirilmesinin veya ıslâhının zarurî olduğunu ileri süren Kemal. Melkum Han'ın mektubuna yazdığı cevabında harflerimizin harekesiz olmak ciheti­ yle kıraatte. Türkçe'de bulunmayan bazı sesleri ihtiva ettiğinden imlâ bakımından, bitişik surette yazıldığı için de basım sahasında meydana getirdiği güçlükler dolayisiyle ıslâhında herkesin müttefik bulunduğunu. ıslâh düşünüldüğü halde ise. akla en evvel harflerin bütün bütün değiştirilmesi meselesi geldiğini, bunun ne g١bi mahzurlar tevlid edeceğini anlatır: Eski eserlerimizin bir asırda yeni harflere çevrilbunun gibi bir eser-i nâfiin sahibi mümkün mertebe mükâfat görse ve meydana koyduğu hünen birtakım vatanını seven sahib-i iktidarın yardımları ile ıleriierek, az vakit içinde mülkümüzde te rakkice pek büyük âsar meydana çıkar, demliyor Melkun Han'ın Arap harflerinin ıslâhı hakkın­ da kaydettiği yazı, Suav٠'nin Londra'da, Yeni Osmanhlar Cemiyeti adına ve ilk sayısını 31 Mayıs, 1867'de neşrettiği Muhbir٠in 48'nct sayısında olsa gerektir. Ankara'da bu gazete koleksi­ yonunu bulabilmek mümkün olmadı. Melkun Han'ın mektubu. "Zatı, diyaret ve hamiyyetle ma'ruf bir fazıl-t maanl-sımât tarafından matbaamıza şu Farsî.Ol ibare lutufnâme gOndenImıştır. notu ile neşredilmiş, fakat adlı tasrih olunmamıştır; yazıldığı tarih 4 Reb٠٠ll. 1286'dır (Hürriyet), No. 59. 30 Reb٠١1،. 1269) Ebuzz.ya Tevfik, Kemal'in Arap harflerinin ıslâhı ve değiştirilmesi hakkındakt b١r yazısının neşrederken, bunun onaltı sene evvel Melkun Han'a cevap olarak yazıldığım kaydediyor, lakal nerede neşre dildiğinden bahsetmiyor {Mecmua i EbOzzıya, No 43, Gurre-i Rebı'-OI âhır. 1302, sf 1356) Bu. Kemal'in Hürriyet'te çıkan makalesidir. Hûmyet neşnnde. makalenin baş kısmında .Bundan mukaddem bir zat-ı kâmil tarafından aldığım FarsI mektup (Kı meâN ٠tfal-١müslımintn tal.m ve terbiyeİ6rir١dekı r١oksan ile, mıtlet-i Istâmıye'mn lerakkıyal-t hazıradan mahrum kalarak mübie^â yi za1-0 nâtuvan] ve mesKef>Gt olması ve aralarında emniyet•! hukuk ve emniyetn can ve ırz ve mal mevcut ^ muteber olmaması ٧٠ o.vr-0 zulmün kesre, ve adl-ü ihsanın Kıfl٠،ı ١٠ Ttasıl har türlü mekruhatın vücOdu bıVcOmt. elifbanın noksanından hasıl olduğunu beyandan ،>٠r٠٢tıri. 59 numaralı nüshamızda deredunmuş ve bu bâbta olan mût٠،âaz٠m andan sonra g t ٠٠c ٠Knüs­ haya tali kılınmış ise de. şu humf bahsi hemen o hafta Isianburda dahi başfamtş o،m٠Ma. ora­ daki ٠rbâb-ı kalemin hutâsa-1 etkânm bilmek için, bugür١e Kadar tevkif ed،mış tek tşia şimdi .،sın٠-i sair.-. İslâmiye hakkında müdevele-ı ٠fK4n antann ehhne tarkedarek. yalnız Tunvçe١r. mahsus olmak üzr. berveçh-i âlı mülâhazatımızı beyana ibodar ederiz, odmle^ v٠r٠ r (No 61. ISCemâde. 1.. 1266 Ağustos. 1869).


262

c u m h u r iy e t

D Ö N E M İ D lN V E D E V L ^ l' İL İŞK İL E R İ

mesi, aksi halde bunların is.iladeden sâkıt ١u‫؛‬ulması İk١i2 a eder‫ ؛‬.kuyup - yazma bilenlerin tekrar heceden, karalamadan başlamağa, yeni harflere alışmak ı‫؟‬in hayli zaman sarfına muhla‫ ؟‬olmaları, böyle bir yeniliğin herkes taralından kabulU. nU güçleştirecektir. H ecesin ledakârlığa katlanacağım da larzederek. böyle bir yeniliğin zarurî olup olmadığı hakkında düşüncelerine geçiyor: Memleketimizde türlü telâların menşei bilgi noksanlığıdın‫ ؛‬lakat bunu harfle, rimizin kilayetsizligine hamledemeyiz‫ ؛‬çünkü okumayı kolaylaştıran harfler ve ha. rekeler değildir, ancak mânası bilinen kelimelerin yazılış şekillerine alışmak saye, sinde okumak mümkündür. "Esas müddeâmızı mUeyyed elimizde bir delili alenî duruyor‫ ؛‬Ingiliz lisânının her harekesi dört - beş türlü kıraate kaabil olduğu gibi, birçok kelimelerinde, nice okunmaz veya mevzuuna mugayirsedâ verir harfler mevcut olarak, bu cihetle kıraati adeta elsine.i İslâm iye kadar es'ab iken, gerek ln. giltere ve gerek İngilizce söyleyen Amerika cumhuru ahalisinde kaç kişi bulunur ki okuyup yazmak bilmesin ve lisanlarında mevcut bulunan kelimâtın aynen tasvirine muktedir olan Ispanyollar. kaabıl midir ki maarilece Ingilizler'e. Amerikalılar'a kıyas kabul etsin. Araplar vaktiyle bulundukları yerleri dar.ül lünun-1 aiem ettiler‫؛‬ kullandıkları hurul yine bu idi" cümleleri ile likirlerini tevsik ederek. "Şu tebdıl.ı hurul dâiyesi daha yakın vakitte Ingiltere'de ve Fransa'da dahi zuhur ettiği halde, biraz muddet mecalis.ı habs-ü münazarada devam ettikten sonra, lüzumsuzluğu ve mahzuriyetinin laidesine galebesi sâbil olarak unutulup gitmiştir" diyen Kemal. "Hasılı demek isteriz kı, biz eşkâl.i hurulumuzun esasen tagyıri elkârında değiliz". "Muhalaza-i hâl.٧ hâzır elkârının düşmanlarından bulunduğumuzdan, hattımıza kaabil olacak İslâhatın icrasına samimî taraldarız" dedikten sonra, harf ıslâhı ha. kında 0 zamana kadar ileri sürülen likirlerı kayd ve tenkit ederek, kendi mülâhazalarına geçer‫" ؛‬Bizim elkârımıza gelince, mâdem ki elilbayı Arapça'dan almışız ve ve mâdem ki lisanımızda bu kadar Arabî kelimât mevcuttur, anin hâliyle Ibkasından başka çare olmadığını itiral ile, andan sonra Türkiye'de zaid olan harfleri aramak lâzım gelir, arabî.nın elılbasında Farsî٠den p ve ç ve j ve k harfleri yok İmiş, lakat sonradan noktalar ilâve ve İhtirâı ile alınmış, Türkîye.nın ise üç türlü k â f i ^ ^ h ^ var ki bir ya ve biri n u n gibi okunur ve biri de kendine n٦ahsus a‫ ؛‬rıca bir sedâ verir, b e ğ v e g ö n ü l V. T an rı kelimelerinde old٧g٧ gibi... İşte k â f şeklî ile yazılsa. Elılbâmızın hurulca bir noksanı kalmaz". Kemal makalesinde. Türkçe. Arapça ve Farsça kelimelerin kolay okunabilmesi İçin ne ta^da harekele, nebileceğinı, misaller vererek anlatıyor. Bu tarz değişmeler. Türkçe'ye mahsus ol. duğuna gOre. şer.en de mUmâneat edilmeyeceği kanaatinde, lakat aklen mUmâneat olunacağından endişelidir. Bunun İçin her şeyden evvel, insanin mânasını b ild ri kelimeyi harekesiz de olsa doğru okuyacağını, mânasını, bilmedi٥‫ ؛‬bir kelimeyi ise doğru okumakta bir layda bulunmadığım düşünerek. "Hocası yo kitabi ve usUl.i tahsillmunt٥ am bir veya birkaç Sibyan mektebi yapıp da. hurulumuzurt. Avrupa.ya nısbel mân.i tahsil olup olmadığını lı'len tecrube etmek ve anin üzerine zaru‫؛‬et gOrunur ise ashab-i iktadardan mUrekkeb bir cemiyet marrtetı ile ..tızasına göre, is.âha teşebbüsü tavsiye eder. Makalesini. Lâkin bunu ki^ yapa, cak? devlet denilir ISO. anin dünyada en memnun olduğu şey cehalettir‫ ؛‬çünkü ın. dır>de her ne surette olur ise olsun, şedidon m ült.z.m olan âsayiş.l ekâbır ve mu. hafazan hâl.u hâzır hususlarına bir vakt halel getirmiyor: halbuki maarıl bu zulm-ü ihmâlin dUşman-1 c in i olduğunda şüphe yoktur. Elrad denildikte ise. Allah versin


A R A P H A R F L E R İN İN ISLÂ H I

263

duasından başka hiçbir söz bulamıyız. Her ne ise biz hâtınmıza geleni beyan ettik, erbâb-ı maarif tarafından bu bâbta tashih-i bahse himmet olunacak olur ise. ma'al. iftihar gazetemize dercolunur. cümleleri ile bitirir. Bu makaleden sonra yine Hürriyet Gazetesi'nde. Terakki Gazetesı.ndeki neş­ riyata cevap olarak, imzasız bir yazı mevcuttur; müteakip nüshadan itibaren ise Kemal’in Hürriyetle neşriyattan el çektiği için, bu münakaşanın da böylece sona erdiğini görüyoruz. Terakki ve Ruzname. 1Ceride.i Havadis Arasında Münakaşa ve Şinasi'nin İttihaz Ettiği Yeni Harfler Terakki Gazetesi ile Ruznâme.i Ceride-i Havadis arasındaki münakaşa. Melkum Han'la Kemal'in Hürrıyet'teki mübahasesıyie aynı zamana rastlar. Münakaşa­ ya yol açan, Hayreddin Bey’in, muharriri bulunduğu Terakki'de. Maarif-i Umumiye adil makalesinde harflerimizin değiştirilmesini ileri sürmesi ve Ebbüzziya Tevfik'in bu münasebetle aynı gazetede neşredilen mektubudur. Hayreddin Bey'in makalesinde, Türkler'in, harflerini cedlerinin bir eseri bergu* zidesi ve milliyetlerinin bir alâmeti saydıkları kaydedildikten sonra, kullanılan harf­ ler değiştirilmedikçe, terakkinin müşkil olacağı, bu harfler ile okuma-yazma öğren­ menin fazla zamana ihtiyaç gösterdiği, bu sebeple riyaziyat, hikmet, coğrafya, kimya v.b. tenlerin tahsiline vakit kalmadığı, Ruslar٠ın müstamel harfleri ile tahsilin güçlüğünü gözönüne alarak şeklen güzel olmamakla beraber öğrenilmesi kolay bir yazı kullanmağa başladıkları ve eski harflerinin ancak kütüb-i mukaddeseye münhasır kaldığı, memleketimizde de Kur'ân.ın hurufatı, havî olduğu hakikatler gibi bakî kalmak üzre fünun, idare ve ticaret için eski harflerin daha sade ve kolay bir usule tebdili lüzumu, bunun tehakkuku için, muktedir kimselerden mürekkep bir komisyon teşkili üzerinde durulur. Böyle bir ıslâhatın politika bakımından da fayda­ sı görülecektir; memalik-ı mahrusa ahalisi de. tahsili kolaylaştıran bu harfleri kulla­ nacak. böylece, ittihad te'min edilecektir. Ebüzziye Tevfik bu münasebetle yazdığı makalesinde, yukarıda kaydettiği­ miz fikirleri sırasıyla cevaplandırmıştır. Bir maddenin İslahı için, esas mesele ile alâkası olmayan mezhep, milliyet gibi şeylerden bahsetmeği lüzumsuz saydığını kaydederek, Namık Kemal gibi, o da. memleketimizde maarif sahasında ilerleme­ leri harflerine isnad olunamaz; çünkü, memleketimizde Cemiyet-i tedhsıye'nin. ve­ saitinin noksanlığına rağmen ittihaz ettiği yeni kaideler sayesinde, haftada üç gun birer saat verdiği dersler neticesinde، harflerin şekillerini bile tanımayan talebeler, halkın anlayabileceği yolda yazılmış harekesiz risaleleri okuyabiliyor, diğer taraf­ tan Berr-üş'şam ve Lübnan gibi halka Arapça konuşan yerlerde tahsil katdeleri tanzim edilmiş mekteplere devam edenler. Garp milletlerinin çocukları g٠x uç-dön ay içinde dillerini okuyup yazmağı öğrenebiliyorlar. Riyaziyat, hikmet, coğrafya, kimya gibi tenlerde, kendinden sonraki milletlere yol gösteren Araplar olduğun, göre, bu tenlerin Arap harfleri ite tahsili imkânsız değildir, maarif ve fennin en yük­ sek zirvesine erişen Endülüslüler de aynı harfleri kullanıyorlardı: bunlar arasında pek çok ilim adamının yetiştiğini Avrupa tarihleri de kaydettiğine göre, tahsîk g ٧ç !eştiren, kullanmakta olduğumuz harfler değil, bunların tedris usulü olduğu rn٠y•


264

C U M IlU R İY E ri' D Ö N E M İ D lN V E D E V L C T ILIŞK JLER J

dandadır. Harfler Hayrettin Beyin ‫؛‬ddJa ett،ğ‫ ؛‬gibi fUnunun kapıst değildir‫ ؛‬anahtarı, dır, biz elimizdeki anahtarın nasıl kullanılacağın, şaşırıp yanlış kapıları aşmağa çabalamamızdan dclayı zahmet çekiyor ve bu yUzden faydasın, idrak edemi, yoruz. Rusya'da harflerin sonradan icad ve İttihâzının sebebi, orada eski harflerin kullanılışından kaldırılmasına kadar lUzumlu fenlerin tedviinine faydası olmama. Sindadır. Dünyâyı aydınlatan ulUm ve maaril ziyası ise bizim harflerimizden doğ. muştur‫ ؛‬bütün bunlar İnkâr edildiği zaman, harflerimizin değiştirilmesi iddiası da kabul olunabilir. Kulandığımız harfler değiştirilir ise. Avrupa'da bulunanlar, sayma, sak da, Afrika ve Asya kıt'alarının muhtelif yerlerine dağılmış bulunan İslâm milletferinin bin seneden çok zamanda ortaya koyduğu eserleri, yeni harflere çevirmek icaoedecektir ki, buna hiçbir suretle İmkân yoktur. Kur'ân İçin başka, fUnun. ticaret ve idare İçin başka harfler kullanmağı tavsiyeye gelince, bir lisanı söylemeği beceremeyen birini, iki lisanla konuşmağa zorlamak gibi yersiz bir tedbirdir. Kavımlerin ittihadına vesilede müşterek harf değil, müşterek lisandır. İşte bu sebeplerden do. layı, harflerin değiştirilmesi kimse tarafından tervie olunamaz. Ebüzziya Tevfik, yukarıda hulâsa olarak naklettiğimiz makalesine. "Hâsılı bizde kıraet ve İmlâ gibi âdi şeyler İçin üç^ört sene uğraşıp, tahsil zamanı olan gençlik evânını izâ.a eylemekliğimize hurufun sebeb.i mutlak farz olunması, haki, kat. -İ hale adem-ı vukuftan neşet edip, dünyada ma'rifetge birinci dereceye vâsıl olan Ingiltere ve Amerika halkının lisan.I müşterekinde dahi kıraet ve İmlâ hemen müşkilâtça Türkçe derecesine mütekarıb ve belki daha galip iken, onlarda yüzde doksam okuyup yazmayı bildikleri ve Fransız lisanı hele İmlâca olan zevaid ciheti ile Tü^çe.den es'ab iken, onunla teallUm eden milletin tahsiline SU..İ te'siri gOrUlmedikten ma'dâ. bayağı Avrupa'ca lisan-ı umûmî hükmüne girdiği mUnker değil, dir. öyle ise Türkçe'nin İmlâ ve kıraetge bunlardan daha sâde ve seh‫؛‬l"ül istifade olmasıyla beraber, bu kadar müddet ve emek sarfiyla yalnız dürüstçe okuyup yaz. maklığın ele getirilebilmesi kabahati hurUfa verilmeyip, mebâdî.i tahsilde me^î ve mUtteh^ olan USUİ-İ muzirreye atfolunsa ve tebdil-i hurufa sa١rolunduğu kadar, ta’dü-i usUle himmet sarfedilse. yakın vakitte semerât.1 nafiasının müşahede olu. nacağı, hakikat•! hâle vâkit olan zevat indinde bedıhiyattan ma'duddur" cümleleri iles.nverır.(«) Görülüyor ki EbUzziya da, Kemal gibi, harflerin değiştirilmesine değil, ıslâhına tarafdardır‫ ؛‬her ı^ıside memleketimizde okuyup yazmayı güçleştiren, do. layısıyle Avrupa milletlerinden maarif sahasında geri kalmamıza yol açan sebebi, kullanılan harflerde değil, tahsil usulünün fenalığında buluyorlar. Bu makaleye cevap olarak neşredilen imzasız varakada, Ebüzziya nın taas. subundan bahsedilerek, Cemiyet.i tedrisiye.nin takib ettiği tedris usulu sayesinde avamın anlayacağı tarzda yazılmış eserleri talebelerin birkaç ayda okudukla‫ !؛‬٧٠. Arap alfabesinin mükemmelliğini ispat maksadı ile Arapların ilim ٧٠ fende ileri g‫ ؛‬. melerinin dolfl gösterilmesi fikrine rtir^ edıiyor. Müellif, yalnız halk‫؛‬n anlayacağı sa d .l.te k i esederin değil, her türlü esenn okunabilmesi gerektğini. Araplardan

e.

Gğzet9 S4, No. 193, 23 Rebıll. 1266. 2 Ağustos. 1869, No- 194. 3 Ağustos ‫ » ا‬9 ‫ ذ‬No 14 .‫ ذ ة‬Ağ٧5 lDi. ‫ ا‬66‫ ذ‬. ٠ Ş ٧rı-yı D٠٠٠t mUlâiKTitenndbn Tevfik Bey tarehndan vindolan varaka-

^ ٠


A R A P H A R F L E R JN IN ISLÂHI

265

Önce ilim ve fen sahasında Mısırlılar'ın da terakki gösterdiklerini, fakat hiç kimse­ nin bunu hiyeroglif kullanmalarına atfedemiyeceğini söyleyerek, biraz mevzudan uzaklaşmıştır. "Bir de. eslâf ve ecdadımızın vaz'eyledikieri esası ta'dil ve Islâh et­ mekten korkuyoruz. Bir esas mevzuu ıslâh ve hîn-i hâcette tebdil bile, vâzı.ma tah­ kir demek değil, belki tahsindir.^.^ diyor. Ebüzziya'nın buna verdiği cevapta, eski fi­ kirlerine ilâve mahiyetinde birşey yoktur; ancak evvelce kaydettiklerini, misallerini zenginleştirmek suretiyle, daha kuvvetle müdafaaya çalışılmıştır.‫؛‬..^ Terakki Gazetesi harflerimizin Islâhı meselesine dair imzasız bir varakayı neşretmemiş, varaka sahibi, bunu, bir lâhike ile Ruznâme٠i Ceride-i Havadis G a­ zetesine göndermiş,‫؛‬..^ böytece iki gazete arasında yeni bir münakaşa başlamış­ tır. Ruznâme-i Ceride-i Havadis. Ebüzziya.nın. Terakki Gazetesi ise Hayreddin Bey'in fikirlerini müdafaa etmektedir. Bu arada Arap ve Lâtin harflerinden hangisi­ nin daha kolay okunmağa müsait olduğu meselesi de ele alınmıştır. Terakkİ'de Arap harflerinin okuma-yazma hususunda vakit kaybına sebeb olduğu, birçok keli­ melerin karine ile de okunamadığı. tabi bakımından doğurduğu müşkiller, Avru­ pa'da tatbik edilen tarzda telgraf muhaberesine elverişli olmadığı, mahzurları meyanında zikredilmiş.‫ ^^^؛‬Ruzname.i Ceride-i Havadisle ise, bu fikirlerin aksi iddia olunmuştur.‫؛‬.^^ T e r a k k i G a z e t e s i n i n , bu mevzuda birçok mektupla^ alındığım fakat bunların eskilere birşey ilave etmediğini bu münasebetle neşrine de lüzum görülmediğini kaydından sonra münakaşa, hiçbir netice vermeksizin sona ermiştir.‫؛‬١٠.^ C e r id e -i H ava d issin ısrarla müdafaa ettiği, Arapça kelimelerin. Arap harfle­ rinden başka bir harfle yazıldığı takdirde Arap gramennin alt-üst olacağı, harfleri­ mizi değiştirdiğimiz takdirde. Arapça kelimeleri de dilimizden uzaklaştırmağa mecbur kalacağımız meselesidir.(

9. ٠Hurûf٠ı Csmaniye'nin ıslâhına dair bazı mUtalaat ve muhakemâlı şamil matbaamıza geleo va. rakadır- (Terakki. N٠. 196, 26 Rebill.. 1286-5 Ağustos, 1869). 10. 'Hurûfa dair Tevfık Bey tarafından gelen varakadır. (Terakki. No. ^ 2 . 14 Ağustos. 1869). 11. “Matbaamıza ^ m d e ^ n varakadır" (No. 1218, 19 Ağustos, 1266) 12. Resm-1 Hatt-1 OsmanI (No. 24 ‫ ح‬9‫ ا‬Ağustos. 1869). Bu makalenin bir fıkrası münasebetle. Hürriyet gazetesinin Reybul-munün başlıklı s‫ه‬h‫ل‬nunda Namık Kemal tarafından yazıldığı m٧ntemel şu yazıya rastlıyoruz: "Bir vakitten beri bizim hatınmızın ıslâh ve teb٥ ‫؛‬ı üzenr١٠ İstanbul gazetelerinde bırgok makaletelr yazılmaktadır, hatta bu ^ f a Terakki gazetesi dahi bu babta olan mütalâasını meydana koyup, hatt-1 hazıradaki su٠ut»tleri ta.dad sırasında KU^ kUreK gOfOn kelımelenn^ki mOşabihet-i resmiyye ve bir de mısraındakı iltıbas-ı ganbı iradede Bu fıkra havi olan nüshadan bir gün ewel çıkan numarada Milliyet Orvanı ve H a y r a n imzas. ıle dercettğı makale^ ise. Zikrolunuan iItbastan daha tuhaf şu ibare yazılmıştır Dünyam h٠çbtf millet yokttjr ki b id ay etn . »'sis ettiği usül-i fareyi kafiyyen ta'dJ ve - k i zamsna gOre tevfık ve telbls etmeksizin def٠i ihtya‫« ؟‬tebilmı. otsun. I^e bu maküIe Ilöbasat VI hususiyet jsIâh-1 örf olmuş bazı labirat her lisanda bulunabileceğinden, bunun içm buıknnm uğrıştığ، gibi yazımızın kaldınlması düşün üteceğine. H٠- ı n gibi a ğ z u ^ n çıkanı kutaği nn kaldırılmasına sart-1 h i m . t ^unsa daha makul olur.. (No 68. 6 Eytot, 1869). 13. No. 1225, 30 Ağustos, 1869. 14. R e sm -İ H athi O sm ant. Terakkt. No. 217. 4 Eyia. 1869; Im^.^ O s liit . mmm Nc, 222. 11Eyl٥l٠1^9. 15. "Matbaamıza vOnjd eden vvakanın aynidir (rûznâm.4 « No 1232 s ‫ﺳ ﺆ‬ 1869; bu yazının * v ^ ı i^n Bkz No. 1233. ٠ Eylül. 1069)


266

C U M H U R JY E I^

d ö n em

! D lN V E DEVLETİ. ILİŞICJLERİ

Arap harflerinin, İslah veya tadili bakında cereyan eden münakaşalar sırasın­ da. Münif Paşa.dan sonra Melkum Han. Namık Kemal, daha sonra Terakki ve Ruznâme-i Ceride-i Havadis'te neşredilen makalelerde, basın cihetinden meyda­ na getirdiği güçlükler üzerinde durulmuştur. Şinasî, 1869٠da Avrupa'dan döndük­ ten sonra bu meseleyi ele almış, harflerin gerek dizilişinde, gerek kasalara dağılı­ şında. gerek döküm masrafını eksiltmek bakımından hasıl olan güçlükleri önlemek için, adetlerini azaltmayı düşünmüştür. Arap alfabesi esas itibariyle yirmisekiz harften ibarettir; fakat bunlar ayrı ayrı değil, bitişik olarak yazıldığından, her harf kelimenin başında, ortasında, sonunda başka başka şekillerle gösterildiğinden, basın sahasında bu harflerin sayısı dörtyüze kadar yükselmiştir. Basımda kullanılan harflerin sayısını Şinasî, Parça keli­ melerle mahsus harfler de dahil 112'ye İndirmiştir. Kendisinin Divan.ını, Tercüme.i manzume'sınl, Durub-ı emsal-i Osmaniye'sinin ikinci baskısını, örnek olmak üzere, bir hattata yazdırıp, bizzat hakettirdiği. havalarını hazfederek sayısını azalt­ tığı bu harflerle bastırmıştır. Arap Harflerin Değiştirilm esi Hakkında Namık Kem al'in Fikirleri Kemal, gazetecilik hayatına atıldığı zamandan başlayarak önce Tasvir-i Efkâr.da daha sonra H ü r r iy e t ve İ b r e t gazetesindeki makalelerinde, neşriyattan menedildiği vakit de hususi mektupları vasıtası ile daima Arap harflerinin ıslâhını müdafaa etmiş, bu harflerin değiştirilmesinin, bilhassa Lâtin harflerinin kullanılma­ sının aleyhinde bulunmuştur. Kemal'e göre, herkes için K u r'â r)'ı okuyabilmek elzem olduğuna, doğru yaza­ bilmek için Arapça'nın sarfını olsun bilmek lâzım geldiğine göre. Arapça harflerin öğrenilmesi mübrem bir ihtiyaçtır, şu halde Tü(kçe için başka harf tertibi, abes ile iştigalden başka bir şey değildir. Arap harflerini okumayı, yazmayı tabı, meselesini güçleştirdiği için değiştirmeye taraftar bulunanlara da şu cevapları verir: Harfler arasında hareke, diğer tat>irler sesli harflerin bulunmaması okumayı güçleştirmez; çünkü okumayı kolaylaştıran harfler değil, kelimenin yazılış şekli ile ülfettir. Telâffuzu bilinen bir kelimenin okunabilmesi için, yazının harekeli olup olmama­ sında hiçbir fark yok gibidir. Ancak hasismlerin doğru okunabilmesi için, birer ha­ reke istimal edilebilir; bu kâfi iken, bütün harflerin değiştirilmesi gibi çok müşkil bir şey nasıl ihtiyar olunabilir? Arap alfabesindeki s e . hı, z e l, d a d , z ı 'ayn harfleri Türkçe'nin bünyesine uymaz; h a , s a d , tı harfleri ise h e , s i n ve t e harfleri ile aynı sesi verir. Türkçe'de imlâyı güçleştiren bu fazla sesleri kaldıracak olursak f a i z ve gibi manaları başka olan kelimeleri aynı şekilde yazmağa mecbur kalacağız; bu ise sesli harflerin yazılmasından daha mahzurlu bir hal tevlid eder. Türçe'de bu­ lunmayan bu sesler bırakıldığı takdirde, alfabenin değiştirilmesine lüzum kalmaz; esasen imlânın güçlüğü, bir milletin maarif sahasında yükselmesine mânı teşkil etmez; 'Fransız lisanı imlâca belki Türk'i'den su'übetli iken, anınla mülekellim olan milletin tahsiline su'-i te'sin olmadıktan başka, bayağı Avrupa'ca lisan.ı umumi hükmüne girmiştir. Arap harflerinin matbuatça mahzuru da değiştirilmesini mucip değ.kJir; çünkü lab'olunan yazı, bir kişinin elinden çıkmaz, bu yüzden harflerin bir.


ARAP

h a r f l e r in in

ISLA H I

267

kaç yüz parçadan ibaret .İması, basım ve tertip işinden zaman sariına sebep ola. maz (٠٥). Görülüyor ki Kemal. Lâtin hadlerinin kabulünü reddederken, yaşadığı muhitin şartlarım gözönüne almış, herkes İçin okuyabilmek, doğru yazabil" mek İçin de Arap şartını bilmek, elzem olduğunu ve dilimizde mevcut Arapça birçok kelimelerin yazılmasına Lâtin alfabesinin kifayetsizliğini ileri sürmüştür. 1878.de, Meclis'i Meb'usan'da Sivas meb'uslarından Mehmed Ali Bey'in marif mes'elesine temas eden lâyihası dolayısıyla şiddetli münakaşalar cereyan etmiştir.(.‫ )؟‬Neşriyattan men'edü^iş ve Midilli'de s ٧rgün bulunan Kemal, muhtelif hususi mektuplarında, maarifin neşri İçin tahsil tarzının ıslâhı, dolayısıyla Arap hadlerinin değiştirilmesi meselesine sık-sık temas eder. Bunun sebebi biraz da Ar. navutların Arap alfabesini değiştirme temayülleridir: bazen de muhatabının mektu. bundaki bir İmlâ yanlışı kullanılan hadlerin mahzuru üzerinde fikirleri beyana vesi. le teşkil etmektedir. İşte şimdi Kemal'in hart ıslâhına ve Lâtin hadlerinin kabulu meselesine dair hususi mektuplarında müdafaa ettiği fikirlerden bahsedeceğiz. Kemal'in, Arap hadlerinin ıslâhı, Lâtin hadlerinin Türkçe'ye ne dermeye kadar tatbiki mümkün olduğuna dair en mufassal fikirlerine, Menemenlizâde Rifat Bey'e yolladığı (Ağustos 1878 (4 Çaban 1295) tarihli mektubunda rastlarız: "Tebdil ve ısfâh-1 hat meselesi, âlem.i neşriyata girdiğim günden beri meydan.ı bahse atıl. mış şeylerdendir. Buna dair î a s v i r 'ö e , i b r e fte , H ü r r iy e tle benim de birkaç bendim var idi. Çimdi sen de ortaya bir mesele çıkardın: ol bâbta olan fikrimi hulâsaten beyan edeyim. Hattın ıslâhı için Lâtin hurufatım bızım lisana almak, Firenk elbisesi giymeyi mülkün ıslâhına medar olur zannetmek kabilindendır. Evvelâ. Lâtin hurufu ile s a d , d a d , tı, Z I, z e f , c im . ç im , j e hadlerini nasıl yazacağız’ S a d , d a d . tı. Z I. z e l, bizden telâffuz olunmuyor, ne lüzum var. kaldırıveririz denilecek ise. ı'mlâ-yı Arab'ı bozmak şöyle dursun, lisanımızda z a h ir , V . z a h ir , f a i z ve fa iz gibi yalnız Siyak.u sibak karinesi ile okunacak birkaç bin kelime peyda etmiş oluruz. Hadi bir belâya katlanalım: Lâtin hurufu kullanan kavimlerden hiçbirinin lisanında, hem c im . hem j e hadlen mevcut değil: mah'ud g ile j hadlerini bu üç telâffuzun hangisine taksim edeceğiz’ Lâtin hadlerinde bir ٠, bir g var: bizim ise se ile. n u n ve y a gibi okunan k â f tar istisna olduğu halde bir /e. ve bir s i n ile bir ‫ ؛‬atr.bdeki, bir değ/'/٠'m٠dekı bir de TanrıdaU } ke^harflerine ihtiyacı var: haydi c, fe . e s (s) ihbar olunsun: k. g . h a rflerin i b u ü ç n e v i k a f a n a s ı l b e d e l t u t a c a ğ ı z ? G a y n . h a n g i h a r f ile ifa d e o l u n a c a k ? H. h e , h a hadlerinden hangisine bedel kullanılsa, iki had açıkta kalıyor: onlar ne ile ifade olunacak? Lâtince'de hecelerden başka yalnızca ondokuz had vardır: bizim lisânımız ise, harekeden ma'dal otuziki hade muhtaç... Bu halde ne yapacağız? 16 Kemal'in ٧ sül٠i Tahsilin ıslâhına Datr başlıklı bu makalesi, gınşten sonra. Kıraet Bahsi. Tahf٠f Bahsi. Tabi Bahsi ve Netice olmak Uzere uç kısımdır fT asw ٠i efkâr. No. 4.3 Safer ١283-10 Temmuz 18^). Bundan evw l ayni gazetede. Cemıyet.i tednsıye'de tatbik ^ to n yeni todns usUlleri sayesinde, taletonin altı ayda harekesiz ahlâk risalelenni okumayı Oğrend٠ğinden ba^ seden bir yazıya (No. 400. 15 Bafer, 1283-29 Haziran, 1866) c .^ n e r dOnentlan nakien Siby. an mekteptennm çoğaltılacağından, yeni usUllenn tatbik edileceğinden bâhis bir makateye de rasllıyomz. (No. 402. 22 Safer. ١2 8 6 ‫ ؤ‬T ^ m u z 1666) 17. Zabiti an Ceride-i Havadis'le neşredilmiştir (No 3654-3656, 14-16 Reb.l.1295. 19.21 Ma'dı. 1878).


268

C U M H U J l r r D Ö N E M İ D ÎN V E D E ^

٢ İL İŞ K İL E R İ

0،‫ ا ﻓ ﺎ‬harflerini birbiri ile lerkip ederek mi esvâî.ı lisan hasıl edeceğiz? 0 halde

düşün: HurUIunun sülüsâni iki harften mürekkep ٧e harekeleri yazı arasında .lan lisan ne kadar güç, ne kadar ağır yazılır‫ ؛‬ne kadar da mahsara bir şey .lur... "Saniyen, s٠ ldan sağa yazılı hat. daha seri yazılır demişsin. Nıgın? Ben Om. rUmde benim Türkçe yazdığım kadar süratli yazı yazan Firenk görmedim. Bu tec. rübe sana stıncgrallıktan geliyorsa, yanlış bir İıkre sâhıb olursun. Bir kerre merak etmiş, Türkçe bir stinogral tertibi yapmıştım: anınla tekellUtsUzce, dakikada seken kelimeden ziyade yazmak mümkün olurdu. "Salisen, soldan sağa yazmak, bizim İçin diz bUkUlemeyecek derecede dar pantolon giymeye ^ n ze r : köylerimizde, hattâ evlerimizde kanepe bulunmadığı gibi, yazıhâne de yoktur. Bizde her mektep yazacak adamın. omuzundan bir masa taşıması mümkün müdür? El üzerinde soldan sağa nasıl yazı yazılır? Hukemânın, ıslâhatı milletin ahlâk ve istidadına teviık etmek lâzım gelir dedikleri, bu türlü telerruâatı düşünmek mânasınadır. "Râbi'an, Lâtin hurırfu kullanılan milletlerde, bir adam onbeş yirmi gün İçinde her gördüğünü okuyamaz, hele imlâ müşkılâtı bizden z^rade olduğundan, bildiğini yazabilmesi senelerce uğraşmaya ihtiyaç gosterır. Fransa udebasında bir kelimenın ‫ ﺀ‬veya ‫ ﺀ‬ile yazılacağından tereddud edenler ^ktur. Meşhur Thıers bile. İmlâ ıçın h e m lügat kitaplarının, hem de m ü r e ttib le r in e s ı n y ı z der ıdı. Lâtin hurulu kullanan milletler, .n^ ş-yırm ı gun ٠çınd٠ her gördüğünü okur diyorsun. T^ ru^ S! kolay... Lâtin hurırfu ile de Ç e m k e n koyu yaz. 0 hurüîa aşına olan kavimlerın han. gısıne gösterir isen goster, eğer senin G l a d s t o n e teiâttuzu kadar garip okumazlar « ٠. 0 vakrt hakli olabilirsin. Ne h^ ei. G l a d s t o n e Ingiliz'dir: ismi de Ingiliz telâttuzu ite G t e d e s t o n değil, G la d s te n 'ö \r . Fransız G l^ ston okuyor: biz de onları taklıden G i a d s t o n okuyoruz

*HAmisen, milletin terakkisi, maarıiın tashihi ile hâsıl olur: maanlın tashihi ise. bizim hat ve imlâ ile kaabıl otamaz. Oyle 15. bizim hat ve İmlâ ile, milletin te. rakkisı kaabıl olamaz, diye bir kryas-i fâsıd te rt، atmışsın. Kıyasının lesadı da herkesin okumak, yazmak bilmesi m aar، nâmı v .rm ^ t.r Zannetmişsin kı. maarrf, herk ese okuyup yazmasından rt»٠r٠tt٠r. Heyhat., maarrf.u umumiyeye mâlik olan Amerika. Almanya gibi mııiette^d.. herkes yalniz okuyup yazma bilmiyor, en ednâ Koytlj, bizim H٠rt>٠y٠'de ٠kun٠r١ defterin onda s ^ ٠zın٠tans.1 ^lyor. Hele Al. m an y tb •. ٠ tehertoen taz la. bifkıç tisen da öğreniyor maar^.، umumiyeye mâlik ٠‫ ا‬٠١ ...rlerte. lâ ekal ved» sene mektebe grtm٠ ٠ ş adem yoktur Fransa muhare A٠ ٠ ny٥l)lar bir onbftşıy. sekiZ 5 w ٠rf vere, o rd ^ a n yirmi saat Oteye f M i ı r t e r ıdı He.f^m kaynunda ٠ ٠ hantalan. yanmda fctizâ edan r a s ^ ‫ئ‬ mevcut oiduğundm . . . keşfıyat. ICT. eder ٥ . KAaartf böyîe tearnmun d n . H ırk e s r b٠r « yız< tı N ı m ı . fc kekme y a z m a . marHat kazanmak d٠٥ıi. m ğ ğ b t

٠0‫ س ﺀ‬. k ısa c ık tı ‫ س‬٠‫اﺀ‬١ ı l m ı l m . ، k U n d a n d . M

ü

٠* ■ i l

İ M İ M i atuıdum

‫ ﻫﻪ‬٠ ‫ ا ﺀ‬٠ . -

‫ ﺿﻔ ﻖ‬،;.‫ا ت‬

٧ ‫ ﺀ آ ه‬١ ٠ ٠‫س‬

knâıy d a p id r Ya O ha،. O tm44 ‫م‬


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.