(Hilafet-i Muazzama-i İslamiye)
HiLAFET
ve
KEMALiZM
ŞEYHÜLiSLJ\M MUSTAFA SABRi EFENDi
(Sabık Osınanh Sadrazam Vekili)
Sadık ALBAYRAK
ARAŞTIRMA YA YINLARI
Çatalçeşme Sok. Defne Han No: 27/16 Cağaloğlu- İSTANBUL Tel: 511 79 74- 526 16 12
F.l
Araştırma Yayınları: 22
Dizgi
: Eldim Dizgi
Ba sk ı
: Ekim Ofset
544
Kapak :Yılmaz Yalçıncı ŞUBAT 1992
73
o4
Içindekiler
Takdim
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
islam'da imamet-i Kübra ittihat ve Terakki .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Hilafetin yıkılışına doı.ıru Karşıt fetvaların ardından. Hilafet Gerçeği.
.
. . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Hilafet ve Emperyalist Oyunlar Lozan ve ingilizler iç ve Dış Sapıklar . Hilafet Hükümet ve Siyasettir Din ve Milliyet... . . . . . . ..
39 47 65
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
77 80
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
35
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . .
.
7
19
. . . . .
. . . . .
.
.
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Maskeler Sıyrılıyor. Sıyrılan ikinci Maske
101 121 135
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
158
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
169
Dini Devletten Ayırma Cinayeti. istifa Ediyorum
. . . . . . . . . . . . .
.
. . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Hezeyan Toptancıları. icma-ı Ümmet'i Saptıranlar Fukahanın KıyasL. . .
. . . . . . . .
191
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
212
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . .
. . .
.
179 182
. . . . . . . . . . . . . . . . .
Kadını Avrupalı Hale Getirmek Hafız ismail'e Cevap . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
. . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . .
.
.
. 219
. . . . . . .
. . . . . . . . .
231
. 249 .
Veyl O Dalkavu klara.................................... 259
Ramazan Orucu Fidye ile (3eçiştirilebilir rni? . . .. . . 290 Cühela Marifetleri. ....................................... 309 .....
. . . . . .. ..... ... . . ...
. ...
.
. .. . .
315 Kema l izm Mısır U!emasırıın Girişimi Sonuçsuz Kaldı . 322 Musa Carullah Efendi. .................................. 325 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Şehrimize Gele, n Rızaeddin Kimdir? Hicaz Kongresine Giden Rusya Müslümanları . ...
. .. .
Hilafet Kongres:i iflas Etti
. . ..
...
.
...
... .
...
... . . ..
..
.........
..
.
. . .... .
. . 327 .
.... . .. . . .
. . . .
330
. , ....332
�ısır Hilafet K o ng resi Komedisi...................335 Hilafet Kongresinde Hangi Hükümet Adına Kimter Bulundu ... . . . . 339 liiicaz Kongre si ............................................ 341 ihkılap Türkiyesi. . . . . .. . . 346 . .. .
. ..
.
.
.
. .
..
. . .
.
.....
.
. . . . . . . . . . . . .. ..
. . . . . . .. . . . . . . . . .. . .
Yeni Türkiye................................................353 in kı l abım ı z ı n Manevi Fütühatı................... 354 Türkiye ve Hilafet. . . . . . . 357 ...
. .. . . . . . . . .
...
......
. .....
. .. .
.
Gazi nin Be yanatı......................................... 368 '
Müslümandaki Buhran-ı Hazır.................... 370 Türk Asriliği ve Arap Medeniyeti ..................384 Asya lı Değiller. . . . 394 Ayak Uydurmai� M ecb uriyeti nde yiz.............. 397 '
.
. . ......
..... ....... ...........
.... . . . ..
Son Cevabı m ız ... . . . . . 403 Türkiye i nk ı lab ı ve Mısır Basını . . . . 413 . . . . . . ..... . .
......
....
.....
...
..
..
. . . . .
. . .
..
.
...
TAKDiM
Mustafa Sabri 'nin inaç ve kanaatine göre, din ile ah lak a nı doğrultuda ele alınmalıdır. l nsanlı"ın iderek o ga an ız ıra ı n ı n a n a temelini de "d i n s i z l i k" oluşturmaktadır. Bu akımın öncülerinde ne vatan sevgişi,ne dostluk, ne milliyet duygusu ve ne de yardımseverlik var dır. Bunların tümü dinsizlere göre yalandır. Bu duru m , Mustafa Sabri'yi öyle etkilemiş ki, ülkeden çıktıktan sonra,1 50'1ikler afv edilmişlerse de o bir daha geri gelmemiş, "diyanet hiyanetle eş değerde sayıldığı" bir Türk iye'den uzakta ömrünü noktalam ıştır!.. Bu eserde, görüldüğü üzere, O, ittihat ve Terakki'ye m uhalif olarak Tokat'tan mebus seçilmesine rağmen, Ro manya'ya sürülmüş, Osmanlı Devleti'nin üç kıtadaki top raklarını kaybetmesi üzerine, iktidara gelen H ürriyet ve i'tilaf Fırkası'nın kozmopolit yapısı içinde, Şeyhülislam ol muş, kabinelerde etkili roller almış, hatta Sadrazam vekil liği gibi bir görevle kabineye başkanl ıkta bulunmuşturl Sul�an Vahidüddin'in hem hiliHet ve hem de saltanat yönetimine taraf olduğu, Sultasız H ilafet'in hiç bir kıymet-i harbiyesinin olamıyacağına inandığı için, "Kuvayi Milliye' 'cilerin , kurtuluştan sonra seçtikleri Abdülmecid Efendi' nin hilafetine, işin başında karşı çıkmıştır. Tüm ittihatçı artıklarının karşısında yer almasının se bebi, onların "dinsiz" olmalarına olan yakın inancıdır. Zi ra o dönemdeki tüm yazar ve fikir adamlarının " milli irade" ile, " Mustafa Kemal'in i radesi " ne eş değerde bir yöntem takip ettiklerinin tesbitine çalışmıştır! N itekim, ona göre, Yeni Türkiye "darağaçlı cumhu riyet ve inkıh1p" sisteminin bir ürünüdür!
6
H!LAFET-1 MUAZZAMA-t lSLAMtYE
Cumhuriyet devrinin gazetesi "Cumhuri et"in bir ya zarın ı n ifadesi ıle, "soz urrıyeti ır gevezeliktir." Böyle bir yönetirnde "hlirriyet"ten söz edilemezmiş! . . H aliyle , C u m h u riyet, o l s a o l s a "Ke m alist Cumhuriyet" olabilirmiş!. . . Öyle inandıkları için de, tüm devrim/inkılap yazarları Batıya akıl vermede yarışıyer ve Batıya uymayan bu yeni yönetimden dolayı da, adeta Batıya akıl vermek gibi bir he yecanl a "Sizin Mustafa Kemal 'iniz yok ki ! " sözü ile işin üstesinden sıyrılıp (�ıkarken, Yen i Türkiye'nin Batıdan ileri olduğun u vurgulu)'orlardı! .. Yeni Türkiye'de rejimin partisi CHP'nin bir tüzük prog ram ı yoktu. Öncekir "fikir babası" i ttihat ve Terakki'nin konu m u da "şekavet çetesi ve zorba ocağı " olmaktan öte bir sonuç vermemiştir! Mustafa Sabri Efe n di ye göre, Kemalist gazeteler, devrim leri gerçekleştirmede, dünya kamuoyunu "aptal" yerine koyuyarlardı veya öyle avunuyorlardı! .. Anadolu'ya gidişte Mustafa Kemal'in " icazet!i" olu Şuna bakmayan M ustafa Sabri, daha çok, Hilafet ve sal tanat için ilerde değuracağı tehlikeleri " endişe" ile takip �ttiğini vurgulayarak, iki ayrı fetvanın taşıd ığı mananın, Hi ıatetin kıyamete ka.dar devamı esasına dayan dığı nın yeru inunu da yapmaktadır! Dürrizade'nin i mza attığı fetva ile, başta Rıfat Efendi' n i n içinde bulunduğu 153 müftünün verdiği fetvanın baş langıcı tümden Ha.llfe' nin kurtarılmasından sonra, aksine ise , işgal altında bulunan istanbul'la, Anadolu 'n u n başta aynı dengede seyr ettiklerini ortaya koymaktadır! M ısırlı şair Ahmet Şevki ile kaadı Ali Abdurrazik'in "Kemalist kıyamıa" olan hizmetleri, Mısır'da e n çok . Camiu 'I·Ezher'de ınünakaşa olmuş, Mansura Kaadısı olan Ali Abdurrazik, yazdığı bir eserden ötürü de, görevinden azı edilmiştir! Bunun Türkiye'de propagandasın ı eseri Türk çe'ye çevirerek yapan �a. "Mısır pasaportlu " ö�. �(Doğru!) olmwıtur. lstiklal Mahkemelerinden kıl payı ·
'
HiLAFET VE KEMALİZM
7
kelleyi kurtaran Ömer Rıza,
Mısır'da çıkan "Muhadenet", Siyas et ' ve benzeri ğazetelerin muhabirliğini yapa rak, Tü rkiye ile Mısır arasında, Kemalist ideolojiye hizmet ettiğinden her ikisi de Mustafa Sabri Efendi'nin geniş tep kısını çel<mi�lerdır. 1922 yılının sonbaharı ve 1924 yılının ilkbaharı arasında geçen bir bucuk yıllık dönemde, Abdül mecid Efe ndi nin sürdürdüğü "hallfelik"ten dem vura rak bu zatın M ustafa Kemal'in halifesi" olduğu bir dönem olarak öne sürmektedir! Ona göre, halifeden çok, hilafet 11akamının önemi vardır. Çünkü bu makam, hükümet ve siyasetten ibarettir. Buna karşı tavır alan Ömer Rıza ve ben zerlerinin konumunu da "hayasızlık" olarak nitelemiştir. Ayrıca "Milliyet"te baş makaleler yazıp, Türkiye'nin ortaçağ benzeri bir hayattan, "oto-teokratik, mağlup ve esir bir devlette" beş sene içinde "halkçı, demokratik ve galip, müstakil ve h ür bir devlet" yapıs ına gelindiğini savunan Ağaoğlu Ahmed'i de "kör bir dalkavuk" olarak tenkit etmektedir. Hele Lozan'da verilen tavizler\e Türkiye'nin çok şey ler kaybettiğini ve bunu da yapmak için, "ilahi kanunlar' 'ın ortadan kaldırılıp, Avrupalıların hoşuna gidecek bir yapı ile az ın lık lar ın asıl unsur olan Türklerden daha önce bir hak ve imtiyaz kazanmasını savunan, "Milliyet"in bay yazar larından ve Siirt'ten mebus ısmarlanan Mahmud Bey' i de tenkitle, ABD Başkan'ı W il s on un "gayr-i reşit rnilletler' 'den sayılan Türklerin himayesi alt ında kalması. ancak Batılı güçlerin istekler ni gerçekleştirdiklerini vurgulamiştır\ i ngilizlerle Kemalistlerin "muvazaa"sına da temas eden Mustafa Sabri. 150'1iklerden olmasına rağmen, hem Saltanattçılar hem de bir kısım 150'1iklerle fikir ve kalem mücadelesine girişmiş, içte "HiliHet"in gereksizliğini ve bunun islam'da yeri olmadığını TBMM'nin kürsüsünden sa vunan izmir mebusu ve Adiiye Vekili Seyyid Bey ile Urfa me bu s u Şeyh Safvet Efen d i lere keskin kı l ıc ı n ı bir mata dor gibi batırmaktan geri kalmamıştır! Mustafa Sabri Efendi, hilafet ve saltanatı, Yavuz Se lim'ir; �vıısır'ın fethinden sonra söylediği bir şiire dayandırır: "
es
-
'
'
,
"
'
'
8
HİLAiFET-t MUAZZAMA-t İSLAMlYE
"Şayet benim Ve gerek başkalarının yeryüzünde Bir parmak ucu kadar Mülkiyet ve hakimiyeti olsa, Allah'ın mülkünde ortağı olması lazım geiirdi." Böylece "es!ki Türk" diyerekı M üslümanlığını överkan, "Yeni Tü rk"ü ise, tamamen Islamdan kendisini so yutlamış saydığı gibi, vatandaşlıktan atılması üzerine, yaztığı bir şiirle TOrklükten "istifa ediyorum" diyerek, bu başlık altında kendini ortaya koyup; "Tövebe ya Rabbi tevbe Türklüğüme! Beni Türk milletinden addetme! " d iye sonunu hazırlamıştır! . . Mehmet Emin adlı "Türk şairinin: "lrkımın binlerce yıl beklediği, iık doğan kurtarıcı peygamber sensin" diyerek Mus tafa Kemal'e "beklenen peygamber" payesini vermesi n i açıkça tenkitle, o n u ve benzerlerini "idmanh dalkavuklar" olarak tenkır ve tahlil süzgecinden geçiren M ustafa Sabri Bendi, Damad Ferid Paşa'nın değil de, Tevfik paşa nın Mustafa Kemal'e destek verip Ankara' nın "milli hükümet" olmasını sağladığını vurgulayarak, ta rihe yeni bir bak.ış açısı getirdiği gibi, Kemalist ideolojiye karşı olması hasebiyle, k u rtuluş savaş ve " h ii<Uet sorununa" taraftar olarak bakış ve inancını ortaya koy m uştur! H aliyle, Kemalistlerin destekçiteri ve Batılllara akıl ho calığına soyunarıların, laiklik adına ortaya koydukları ile bil hassa Fransa'cia 1 903'1erde tatbik edilmeye çalışılan " laik-dinsiz yönetim"den daha ileri derecede bir "hak kıyla laikliği tatbik" yönünden, Fransız Parlamentosu' nda örnekleme suretiyle Milli Eğitim Bakanı tarafından öne sü rülmüştür! . . Bu doğrultuda hem kadın meselesi v e hem d e dinin ahkamına uygun bir sosyal yapı ile Türkiye'nin yeniliği so runu tamamen ' '' laik" bir temaya oturtulmuyor aksine, bas kı ve terörün içi ne atılıyordu . '
HİLAFET VE KEMALİZM
9
Öyle oldu ki, içerde inkılapçılar adına muhalefet nete si bile d uyulmazken, dışarda, yine Kem;:ılist rejime aykırı davranmaktan kaçkın muhalifler kadar, Yü:ı: Ellilikler için den bir "sultasız hilafet" isteyip Kemalistlerin "halifesi" Abdülmecid'den yana bir tavır koyanlar da az değildi. Bun lar, en çok Mustafa Sabri'nin başyazar ve perde arkasın dan sahibliğini oğlu ibrahim Sabri ile yaptığı "Yarın"a cephe alan ve Mısır'da çıkmaya başlayan-ki daha önceki dönemlerde ikinci Meşrutiyet'te de çıkan- "Müsavat" ın sa hibi izmirli Hafız ismail Efendi ile -ki Derü'I-Hikmeti'l islamiye'nin başkatip ile azailkiarında bulunmuştur- bir kalem ve fikir münakaşasına girmiştir. Ayrıca, Yanyalı bir ittihatçı general olan Vehip Paşa, Mustafa Sabri Efendi' nin italya'ya gidip Papa'nın önüne eğildiğini ve başına da şapka koyduğunu yazması, ve böyle bir iddiada bulunma sı "Müsavat" ile "Yarın" arasında itharniara varan tar tışmaların doğmasına sebeb o l m uş, b u d u r u m, Kemalistlerin lehine hem M ısır'da sürgün hayatı yaşayan lar ile hem de Romanya'daki kaçakların parçalanmasına yetmiştir. ideolojik bakımdan, Mustafa Sabri Efendi, Hafız is mail'e karşı , "dinsiz saltanat" yerine " islam Cumhuri yeti " ni tercihle ilk olarak 1 928'1i yıllarda cumhuriyetçi yönetimlerde "islami"lik fikrin i öne sürmüş bulunmaktaydı. Öte yandan istanbul basınını da takip ederek "Yeni Türkiye"de dini ahkamı hedefinden saptırıcı hareketlere de gereken cevabı vermekten geri durmadığından, orucun "fidye" verilerek geçiştirilmesini öne süren Süleyman Na zif'e karşı da "Oruç risalesi" ile tepkisini göstermiştir. Aynı şekilde, " modern müctehid" olarak ortaya çıkan Kazan lı Musa Carullah Efendi'yi de bu tür laik yaklaşımları gös teren " Uzun Günlerde Oruç" adlı eserinden ötürü, Süleyman Nazif gibi tenkitlerine hedef almıştır. Zira, Hi caz Kongresine Kazan Müslümanların temsilcisi olarak katılmak için istanbul'a uğradığında, şapka ile özgürlük konusunda Rusya'da -daha- faal oldukların ı ifade etmiştir ki, bu hiç de takdirle karşılanacak bir durum olmamıştı.
8
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
"Şayet ben i m Ve gerek b�ışkalarının yeryüzünde Bir parmak ucu kadar Mülkiyet ve hakimiyeti olsa, Allah'ın mülkünde ortağı olması lazım gelirdi." Böylece "eski Türk" diyerekı Müslü manlığını överken, "Yeni Türk"ü ise, tamamen Islamdan kendisini so yutlamış saydığı gibi, vatandaşlıktan atılması üzerine, yaztığı bir şiirle Türklükten "istifa ediyorum " diyerek, bu başlık altında ke ndini ortaya koyup; "Tövebe ya Rabbi tevbe Türklüğüme! Beni Türk milletinden addetme!" diye son u n u hazırlamıştır!.. Mehmet Emin adlı "Türk şairinin: " lrkımın binlerce yıl beklediği, iık doğan kurtarıcı peygamber sensin' ' diyerek M us tafa Kemal'e "beklenen peygamber" payesini vermesi n i açıkça tenl<itle, o n u ve benzerlerini "idmanlı dalkavuklar" olarak tenkir v e tahlil süzgecinden geçiren Mustafa Sabri l::fendi, Daınad Ferid Paşa 'nın değil de, Tevfik paşa' nı n Mustafa Kemal'e destek verip Ankara' n ı n " milli hükümet" olmasını sağladığını vurgulayarak, ta rihe yeni bir bal<ış açısı getirdiği gibi, Kemalist ideolojiye karşı olması hasebiyle, kurtuluş savaş ve " hilıUet sorununa" taraftar olarak bakış ve inancını ortaya koy muştur!
Haliyle, Kemalistlerin destekçileri ve Batılllara akıl ho calığına soyunanların, laiklik adına ortaya koydul�ları ile bil h assa Fransa'da 1 903'1erde tatbik edilmeye çalışılan " laik-dinsiz yö netim " den daha i leri derecede bir " hak kıyla laikliği tatbik" yönünden, Fransız Parlamentosu'nda örnekleme suretiyle Milli Eğitim Bakanı tarafından öne sü rülmüştür! .. Bu doğrultuda hem kad ın meselesi ve hem de dinin ahkamına uygun bir sosyal yapı ile Türkiye'nin yeniliği so runu tamamen "laik" bir temaya oturlulmuyor aksine, bas kı ve terörün iç:ine atıl ıyordu .
HİLAFET VE KEMALİZM
9
Öyle oldu ki, içerde inkılapçılar adına muhalefet nete si bile duyulmazken , dışarda, yine Kemalist rejime aykırı davranmaktan kaçkın muhalifler kadar, Yüz Ellilikler için den bir "sultasız hiliifet" isteyip Kemalistlerin "halifesi " Abdülmecid'den yana bir tavır koyanlar da az değildi. Bun lar, en çok Mustafa Sabri ' ni n başyazar ve perde arkasın dan sahibliğini oğl u ibrahim Sabri ile yaptığı "Yarın"a cephe alan ve Mısır'da çıkmaya başlayan-ki daha önceki dönemlerde i kinci Meşrutiyet'te de çıkan- "Müsavat"ın sa h ibi izmirli Hafız ismail Efendi ile -ki Derü 'I-Hikmeti'l islamiye'nin başkatip ile azailkiarında bulunmuştur- bir kalem ve fikir münakaşasına girmiştir. Ayrıca, Yanyalı bir ittihatçı general olan Vehip Paşa, Mustafa Sabri Efendi' nin italya'ya gidip Papa'nın önüne eğildiğini ve başına da şapka koyduğunu yazması, ve böyle bir iddiada bulunma sı " Müsavat" i le "Yarın" arasında itharniara varan tar trşmaların doğmasına sebeb o l m uş , b u d u r u m, Kemalistlerin lehine hem Mısır'da sürgün hayatı yaşayan lar ile hem de Romanya'daki kaçakların parçalanmasına yetm.iştir. . Ideolojik bakımdan, Mustafa Sabri Efendi, Hafız ls m ai l' e karşı, "dinsiz saltanat" yerine "islam Cumhuri yeti" n i tercihle ilk olarak 1928'1i yıllarda cumhu riyetçi yönetimlerde "islami" lik fikrini öne sürmüş bulunmaktaydı. Öte yandan istanbul basınını da takip ederek " Yeni Tü rkiye" de dini ahkamı hedefinden saptırıcı hareketlere de gereken cevabı vermekten geri durmadığından, orucun "fidye" verilerek geçiştirilmesi ni öne süren Süleyman Na zif' e karşı da "Oruç risalesi" ile tepkisini göstermiştir. Aynı şekilde, "modern müctehid" olarak ortaya çıkan Kazan lı Musa Carullah Efendi 'yi de bu tür laik yaklaşımları gös teren "Uzun Günlerde Oruç" adlı eserinden ötürü, Süleyman Nazif gibi tenkitlerine hedef almıştır. Zira, Hi caz Kongresine Kazan Müslümanların temsilcisi olarak katılmak için istanbul'a uğradığı nda, şapka i le özgürlük konusunda Rusya'da -daha- faal oldukların ı ifade etmiştir ki, b u hiç de takdirle karşılanacak bir durum olmamıştı.
lO
HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
Aynı şekilde, Mustafa Kemal'in istanbul' u ziyaretlerin . de Dolmabahçe Sarayında ikameti sırasında söylediği "Zıllullah" üzerindeki sözleri geniş yankılar uyandırmış ve bu yolda bir ma�;ale yazıp, "devrim lideri ni öven Ağa oğlu Ahmet ile "Res.i mli Cuma'a" ile ictihad , mezhep ve hilafet konularını irdeleyen Habil Adem e de saldırmayı ih mal etmemiştir!... M ustafa Sabri Efendi, Yüz Ellilikler'in yurda dönme sine izin verici affa rağmen Mısır'dan ayrılmamış, Musta fa Kemal'in "Hlilafet"i kaldırması ile ona karşı duyduğu kin, sürekli yazılannda ifade edilmiş, "Türklük" ad ına ya pılan bu işlemlı�rin sonucu i nandığı idealler de sönüp git miştir! B ilhassa Mustafa Sabri Efendi, gerek meşrutiyet dö neminde ve gHrekse Kurtuluş Savaşı ile başlayan Anado lu'daki " milli" harekette sonucun islami hükümet ve
.·
"
'
siyasetin aleyhinde olacağı tasbiti ile sürekli muhalif kal
mış, yine Yüz Ell i kler ' d en olan filozof (?) Riza Tevfik alaycı ifadeleri ile süren çöl seyahatlerinin ardın dan yurda dön müş, fakat ayn ı macarayı yaşayan Refik Halid ise, gerek siyasi ve gemkse i l miyeden bir adam olarak Mustafa Sab ri yi takdirden geri kalmamıştır. H er ne !;adar H ürriyet ve itilaf Parti si n in hükümet lerinden biri ŞeyhOlislam ve diğeri d e Maarif Nazırı ola rak bulunmuşlarsa da, Yüz Elliliklerı listesindeki ortak noktaları ile Hicaz'a gidişlerini, Mustafa Sabri ile olan yol culuğunu Rıza Tevfik, bir mektubla Celal Nuri'ye bildirir ve 1923 yılı 16 Nisan tarihli ' ' Akbaba'da yer alır. Rıza Tev fik bu mektubla, M ustafa Sabri yi şöyle bir rol arkadaşiiğı ile hatıratma geçirir: "Sana bu mektubumu devenin üstünde yazıyorum. Başta Vahdeddin olduğu halde kafilemiz Mekke 'ye ddğ ru yola düı:üldü. Talihimiz o kadar garip cilveler gösteriyor ki sonumuzun ne olacağını keşf etmek mümkün değil. Ha ni, Türkçe'de "Attan inip eşeğe binmek" diye bir tabir vardır. Benim için de öyle old u . i n kılabın ilk günlerinde at '
'
'
HiLAFET VE KEMALİZM
ll
üstünde istanbul'a hükm ederken mevkiim düstü. Atı ın ir, dim fakat eşeğe binecekkan talih beni deveye binr:,rdi
··
" .... Hele softalar için işkencelerin büyüğü deve;. e bir mektir. Bizim Sabri Hoca günde en az sekiz defa deve den yuvarlanıyor. Bereket versin, yerler yumuşak kum(Lı
bir şey olmuyor. Yoksa çoktan ahiretin yolunu tutmuştu. Bana gelince çocukluğumda mektebten kaçıp Fatih mey
danında kömürcü develerine binerdim, oradan ünsiyetim vardı. Pek çabuk alıştım. lsbatı da sana bu mektubu deve
nin üstünde yazabilmemdir." "istanbul'da ikinci Teftazanl geçinen Hoca Sabri bu
rada Allah tarafından yobazlaştı, yongaları dışına vurdu. Yolda peşimi bırakmıyor. Şimdi
merakı ne
ne de Sadrazam olmak, meşhur şair olmak
Şeyhülislam,
istiyor. Sözüm
yabana, kendinde buna ehliyet ve istidat görüyor. Hergün
bana naat, gazeı, kaside kabilinden bir çok hezeyanlarını okur durur. Bir kaç gün önce yanıma sokuldu." "-Feylesof, dedi, bu gece büyük bir şair o lac ağı m a " dair bir ın anev i müjdeye nail oldum.
"-Ne oldu, anlat bakalım?
Dedim, ne dese beğenirsin? -Mana aleminde
Molla Cami hazretleri ağı:ıma
tükürdü!
Demesin mi? Artık da yan amadım. Dedim ki: 0 , senin yüzüne tükürmeyi murad buyurmuş.
Sen şaşkınlıkla ağzını açmışsını Mesel e bundan ibaret!." -
Bu söz üzerine benimle
iki gün dargın durdu. Bilirsin
ki sözümü esirgemem. Her hakikatı pervasız açıkça söy
lerim.
Beni bunun için kırk köyden koğdular. istanbul'da
iken de böyle yapmadım mı, her gerçeği söylemedim mi? Eminim ki söylediklerim aynen çıkmıştır. Çünkü hikmete,
telseteye dayanıyordu.''
"Ara sıra canım sıkıldığı zaman Hoca Sabri'ye: -Bir maval okusana!.. Vaktiyle itilatcılara ne maval lar okurdun!" "Diyorum.
O,
somurtuyor. Ben koşmalarımdan yine
okuyup gönlümü eğlendiriyordum .... "
·
12
Hh-AFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMIYE
" . . . Bu taraflarda ittihatçı yarnakları pek çek. Bizi Hü deyde'de fena karşıladılar. Bakalım Mekke'de nasıl ola cak? Aman Hoca yine deveden tüştü. Ona yardıma gidiyorum . . . Bunları yazan Rıza Tevfik, aynı şekilde Mustafa Sab ri yi alaya alm�ısına rağmen , mektublarına devamla "ha kiki ilim adamı " olduğunu ve bunun da "işlerine gelmediğini" ifade ile, "Türkiye"ye bakişını şu şiirle dile getiriyordu: "Yalana inanmam , mavala kanmam. Pervane değilim, ateşe yanmam. Bir daha Türkiye adını anmam, - Alırım başımı geçer giderim!" Bu tür u mursamazlık, Rıza Tevfik' i n Sevri i mzalama sı ile, istanbul'a dönüşü üzerine, yine Yahya Kemal, bir dörtlük ile "filcızof" u n konumunu ortaya koyar: "Ki mseler kızmasın Rıza Tevfik'e Sevr'i imzalamaya gitti diye. Çünkü idam olunan mahkümun Çektirirler ipi ni çingeneyeL" işte Rıza Tevfik'in alaylı bir şekilde ifade ettiği Mus tafa Sabri Efendi'nin, Refik Halid Karay tarafından ise bir başka özelliğini ve siyasal tahlilini, "Minel Bab ilel Mihrab" adlı hatırat"ı n da daha iyi anlıyoruz: "Bilecik"te karlı bir kış sabahı idi. Mustafa Sabri Efendi ile Şeyh Salih Efendi soba başına oturmuş, soh bet ediyorduk. !3en son yazdığım bir hikayeyi "Sarı Bal"ı okumuştum. S<ıbri Efendi bitirmeye çalıştığı dini bir ma kaleyi izah ediyordu . Kapının çıngırağı çaldı, köşe pence resinden başımı çıkardım: Merkez komiseri elinde telgraf, karın buğulaştırdığı bir sesle: -Müjde Bey, dedi, istanbul'a gidiyorsunuz! istanbul'dan çıkalı beş sene olmuştu . . . Demek, dün ya gözüyle memleketimi bir defa daha görmek müyesser olacaktı. .. " (sh: 35/36) "
'
q
"
HiLAFET VE KEMALİZM
13
Sürgünde, Mustafa Sabri ile birlikte olan Refik Ha lid, daha sonra siyasal hayatta, Posta-Telgraf umum mü dürü olarak, Kemalistlerin Anadolu harikatı ile başlayan açmaz ve sürtüşmelerle istanbul tarafı ile olan ilişki ve ba ğını, ittihatçılık kokan bu harekete tepkilerini göstermeleri doğaldı. Refik Halid, "on iki senelik yıkıcı bir mağduriyet ten sonra" iktidar mevkiine gelen Hürriyet ve i kilaf Fırka sının kabinesinde Şeyhülislam olarak yer alan Şeyhülislam Efendi'ye dedim ki: -Vallahi ben bu gidişi beğenmiyorum. Bir parti kabi nesi ki Maliye nazırı kendisinden değildir. Bahriye Nazırı hastadır ve Nafia nezaretine tanınmamış bir ahz-ı asker re isi getirilmiştir, ondan hiç bir hayır beklenemez!" "Muhatabım, sözümü tasdik etti, fakat küçük bir ümitle " Hele bakalım" da demekten geri kalmadı." (sh: 81-82) Mustafa Sabri Efendi'deki bu bekleyiş, boşuna de ğildi. Çünkü, kabinesinde yer aldıkları Sadrazam Ferit Pa şa'yı Refik Halid aşağıdaki görüşmesini yazarken, " Damat" ın da gerçek yüzünü ortaya koyuyordu : " ... Damat Ferit Paşa memnun olmuştu: Tekrar yanı na çağırdı, hem bu sefer bir dakika bile bekletmeden . . . " "Yan odada yemeğini yiyordu. Bu halde kabulünden dolayı itizar etti ve " samimiyetle bağışlanmamı" rica et ti. Yemeği soğuk piliç ve börekten ibaretti. Şarap yerine de suya karıştırılmış konyak içiyordu . . . "(sh: 9 1 ) B u " konyakçı" Sadrazam'ın kabinesi d e güçsüzdü� " iktidara gelmişlerdi ama iktidar olamamışlardı."içlerin de bir tek kişiyi Refik Halid beğenmişti ve bir Meclis önün de, onun laf edebileceğine inanıyordu: "Şayet karşımızda bir Meclis-i Mebusan olsaydı, on iki bakanımızdan hiçbirisi kürseye çıkıp dört kelimeyi bir araya getirmeye ve bu bakaniıkiara ait en ufak bir soruya doğru cevap vermeye güç getiremezlerdi. içlerinde parla menter bir bakan vardı: Şeyhülislam Mustafa Sabri Efen di!"
14
HILAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
"O ise siyasetten uzakta, susmaya mahküm bir ma kama getirilmişt. " Harriyet ve l tilaf ın altı ay faaliyetten sonra doğurduğu parti kabinesi, doğrusu, pek sıska, pek cansız bir siyaset yavrusuydu . Fakat Ferid Paşa'nın on dan sonra bir bir üstüne düşürdüğü kabinelere nismetle nur topu gibi kalıyoı·du . "(sh:95-96) Pekiyi, nası! olurdu inanç bakımından, ve düşünce akı mından dolayı birbirine zıt kişiler bir arada olabiliyordu? . . . Mesela, Rıı:a Tevfik i l e M ustafa Sabri Efendi nin ya kınlığı için olmasa bile, siyasal bakımdan bir kabinede yer almalarına en bür,ük yakınlık ve çeşn i , Rıza Tevfik'in ba ba yönünden Arnavut, ana cihetinden de Çerke�olma sından kaynaklanma ihtimali olabilirdi. Ama Rıza Tevfi k i n C!sr-Mustafapaışa kökenli olması, onu hem Makedonyalı ve hem de Yanyalı Satıcılara daha yakın bir h ale getirmiş, Yüz Elli'lerin atvı ile, Lübnan 'da ikamet ettiği Cünyeden, künyesini değiştirip, istanbul'a gelmesine sebeb olmuştu. Aksine Mustafa. Sabri Efendi, fikrinin ve taviz vermez hi lafet inancının eseri, sürgün hayatı içinde, " m u hacir" bir siyaset adamı olarak hayatını Mısır'da mühürlemiştir! .. Fakat, Mu�;tafa Sabri Efendi, Şeyhülislamlıktan isti fa ile kabine içindeki torksiyonunu kaybetmiyor, aksine, mü '
"
'
'
tareke döneminin kurulan kabinelerinde etkili rolünü
sürdürüyordu. 1\litekim, kendinden sonra Meşihat Maka mı'na gelen Düırrizade Abdullah Efendi'nin konumunu ve ardından tekrar Meşihat'a gelişine dair Refik H a lid' in mü şahade ve tesbitlerine dikkatle siyasi bakımdan son devir de yetişen ilmiye mensublarının öncüsü olmanın hakkını teslim ediyor: "Benim yeni rical içinde en tuhafıma giden yeni Şey hülislam Dürriı.ade Abdullah Efendi idi. Bu zatı iki üç kere Sabri Efendi'n i n yanında, Bab-ı Meşihat'ta görmüştüm . Zira dairenin müsteşarı idi . Sessiz, terbiyeli, süklüm pük lüm dururdu. Fotvaları imzalayıp üstelik bir de sadaret kay
makamlığında ifaya başlayınca azarnet peyda etti. Kendisine bir diplomat süı>ü verdi. Hatta daha garibi Hariciye m üste-
HiLAFET VE KEMALiZM
15
şarı ihsan Bey'den Fransızca öğrenmeye bile kalkıştı. Bu da ne ise ne, bir de bana Fransızca bilirmiş-gibi görünme ye başlamasın mı? içimden değil , hatta bıyık altında da de ğil, bir gün karşısında alenen gülümsedim. Kızmamayı tercih etti, o dahi gülümsed i . "(sh: 1 95) Halbuki Mustafa Sabri Efend i, Şeyhülislamlıkta ha lefi olan Dürrizade Abdullah Efendi'yi verdiği fetvadan ve takip ettiği siyasetten dolayı, Medine'de vefatı üzerine onu lakdirle yad etmiştir. Demek ki, Refik Halid'i çokça etkile miş olacak ki, Mustafa Sabri Efendi nin Şeyhülislamlık ma kam ı n a i k i nc i g e l i ş i n i yapt ı ğ ı i c raat i l e şöyle değerlendir miştir: "Sabri Efendi, kendisinden sonra tayin edilmiş olan memurlan hemen kamilen değiştirmiş, hatta erkanı genç leştirmiş, diğer nezaretlerde de muhtaçlar şuraya bur�ya yereştirilmişti. (mutediller memnun ama) aşırı Hürriyet ve itilaf hiddetinden küplere biniyor, kah Ferid Paşa'ya atıp tutuyor, kah öfke ile maksada ulaşamıyacağını düşünerek yine Damat'a hulüle çalışıyor, hülasa bocalıyor, ne yaptı ğını bilemiyordu. "{sh:206) Sonunda Hoca Sabri Efendi, {Konyalı) Zeynelabidin Efendi ile Doktor Rıza Tevfik Bey -pasaport muamelele rini ikmal ederek-doğruca Jimanda demirli bulunan M ısır bandıralı " Egypt" vapuruna binip, istanbul'u terk etme den önce, bir "fetva" çıkarıp imzalayarak, Padişah 'ı hal etmek korkusuyla, kabineden azi edilmişlerdi; ki onların da hesabı, Damat'ı sadaratten alt etmekti: "Damat Ferid Paşa yı düşürüp de yerine daha iyisini ve bizim fikrimize daha uygununu bulacak, Padişah'a bul duğumuzu beğendirip onun yerine ikame edebilecek miy dik? Sarih bir hareket tarzımız yoktu. Sadece Damad'ı atmak gayretine kapılmıştık." "Atmak için de kabinede taraftarım ız bakanları hep bir den istifaya davet edecektik. Kimlerdi bunlar? Şeyhülis lam Mustafa Sabri Efendi ile Cemal Bey'den başkası '
'
16
HtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
çıkmadı. Yani hareketin elebaşları . . . Her i kisi de istifana melerini yazdılar. Birincisi Padişah'a, ikincisi Sadrazam·a yolladı. Benim şimdilik postanın başından ayrılmamaklığırn tensip edilmişd. ' ' "
" Padişah, Şeyhülislam'ın ve sadrazam nazırının isti falarını derhal kabul etti. Umduğumuz tepkiden iz, eser yok. Yerlerine hemen yenileri de getirilivermişti. Hatta dahası var: Yeni Şeylııü lislam, Bab-ı Meşihat'te büyük bir temiz fiğe girişmişti. Selefi Sabri Efendi ye mensup tanılan bir çok yüksek memurları azı etti. Galiba Şeyhülislam-ı sabı kın el altından bir fetva çıkartıp Padişah ' ı halleylemesi ih timali bu suretle önlenmişti. Şüphesiz Damat Ferid meseleyi Padişah'a o açıdan anlatmış, Sultan Vahdeddin'i bir tehlikeden kurtarmıştı." " Derken beni azlettiler."(sh: 209) Görülüyor ki, M ustafa Sabri, Sultan Ha m id in kütüp hane memurluüu ile başlayan ve Meşrutiyet Meclisi ile de vam edip sü rgü n lerle Şeyhülislam ve Sad razam vekilliğinde karar kılan bir çileli/mihnetli siyasi hayatta, hiç bir zaman inandığı esaslardan taviz vermeden hayatın tüm çilelerine taip olup, rahat ve debdebeli bir ömrü düşünme miştir! Bu bakımdan, i ttihatçılar kadar Kemalistlere de duyduğu duygusal tepkiyi normal karşılamak gerektiği gibi, geçmiş olayların cereyan tarzını bir de onun açısından gör mek ve kaleminden okumak, ortak tarihi noktalar bulmak için elzemdir. '
'
Sadı8 Albayrak istanbul 1991
·
HiLAFET VE KEMALIZM
iSLAM'DA iMAMET-i KÜBRA (Hil�lfet-i M uazzama-yi islamiye)
Mukaddi me Dinsiz Ahlak olur mu? Yalnız dini bir adam sıfatıyla söylemiyorum. Türkiye' deki inkılablar ve siyasi m ücadelelere pek yakından temas etmiş ve son asrın germ ü serdini (acı tatlı olaylarını) görür kan Avrupayı da, Avrupanın asri adamlarını da görmüş, ta nımı§, tecrübe sahibi bir adam sıfatıyla soyluyorum ki;" beşeriyetin, günden güne arttığını gördüğümüz ızdırapla� rında en büyük amil dinsizliktir.,Gerek Türkiyede, gerek sair Clevletlerde hükümet nüfUzun u elde eden dinsizlikler ki ken di halindeki bütün insanların başına bela olmuşlar ve dün yada kötülük ve kargaşa unsurunu teşkil etmişlerdir. Her memlekette sağlanması istenen huzur ve emni yetin en sağlam dayanağı ahlak olduğu gibi, ahlakı da din kadar tutan hiç bir şey olmadığına sarsılmaz bir imanım var dı. Çok dinsizlerle düştüm kalktım. Dost oldum, düşman. oldum. Ve hiç birinde vefa gibi, haya gibi, hakkına razı ol mak gibi, müslümanlıkla beraber insanlık şiarı olan şeyler den eser görmedim. Böylelerin izzet-i nefsi, dostluğu hamiyeti, milliyeti, vatcını:>erveriJğ!ye her ş�i yalandır, Mu;; keddesatı olmayan adamın hiç bir şeyi olmadığına en a�ı_ misallerle şahid oldum. Bu tecrübeler -Türkiye'de diyane tin hıyanetle eş değerde sayıldığı bir devrede, aksine dinimin fazilet ve ulviyeti hakkındaki imanımı arttırdı. işte Mustafa Kemal! iık başta, istanbul 'daki tabi ol duğu hükümetten aldığı resmi memuriyatten başka, Padi şahın verdiği hususi fermanla Anadolu 'da kuvvet ve nüfuz kazandıktan sonra emniyet.e hiyanet etti ve kendi namına harekete başladı. Yani Padişah'ı aldattı. Tabi olduğu hükü meti aldattı. Onları da ayağının altına aldı. Şimdi hiç sıkıl..
18
HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
madan o Padişahtan kaptığı h ükümet ve devletin başına geçmiş oturuyor. Ve h ıyaneti, Padişah'a ve sair aldattığı adamlara atı eqiyor. istanbul da müstevli devletlerin esareti altına düşen Hı lafetin kurtanlması namına Anadolu'da arkasına taktığı kuv vetle H ilafeti hükümetten tifrik ve tecrit ederek acze düşürdükten sonra bile bir müddet, Hilafetin sırf şerefini arttırmak için bu tecrit ve tefrike karar verildiğini iddiada de vam etmiş, yani bütün hareketlerini Hilafet Makamına hiz met şeklinde göstermiş iken, nasıl kahpelik ve hayasızlıktır ki Hilafetin en çirkin tezyifler ve tahkirler altında birden bi re ilgasını iliina cesaret vermiştir? Bir takım propagandalarla içte ve dıştaki müslümanla rın sevgisincen düşürdüğü Sultan Vahidüddin'in şahsını burada bahse konu edecek değilim . Esas kuvvet ve sela hiyetini onun şahsına borçlu olduğu halde çevirdiği manev ralarla onun şahsı aleyhindeki hareketine uygun bir şekilde ve zahiri bir makuliyet gösterilebilir, diyelim. Lakin şahıs tan kat'ı nazarla H ilafet Makamının ve o makama büyük bir hürmetle oturtufan Abdülmecid Efendi nin ne kabahatı vardı? Evet, Abdülmecid Efendi', veliahdı olduğu zat tan ziyade M ustafa Kemal' e sadakat ve itaatı cihetiyle ben ce çok kabahatı vardır. Fakat Mustafa Kemal'in kendine göre onun için yalan yanlış bir kabahat tasavvuruna i mkan yoktur. i şte mes'uliyetten uzak bir şahsiyetle, mes'uliyet kabul etmeyen ve ilgası gününe kadar Mustafa Kemal'in de tazim liseınından düşmeyen bir makam! Evet, Mustafa Kemal'in Anadolu müftülerinden alıp neşr ettiği fetvalar (x) "Nizam-ı alem sebebi olan Müslümanların Halifesi , Allah hilafet ve şevketini kıyamete kadar devam ettir sin, HazreUerinin " ibaresiyle başlarken, bu derece mu azzam ve rnuhterem olan Hilafet Makamı, sonra günün birinde sebe bsiz ilga ediliyor ve çeşit çeşit hakaretlere ma ruz tutuluyor. O derecede ki kıyamete kadar büvüklüQü nün devamı temenni olunan bu makamın sonraki sebebsiz '
. ..
(x)
Bu fetvanın tamamı ileri je nakl olunacaktır.
19
HILAFET VE KEMALİZM uÇıursuzlugu suçsuz Sebebsiz· diyorum,
Abdülmecid'i
de
alıp
çünkü Hindi Ağa'nın
götürüyor.
Abdülmecid
Efe n d i nin istifa etmemeyi tavsiye eden mektubu kos '
koca Islam Hilaleti'ni ilgaya sebep olabilir mi? Halbuki isti
şayiasını da mektup olayından önce Mustafa Kemal'in adamları çıkarmıştır. Yeni T ürkiye de Hilafetle beraber Diyanet'e de en namert döneklik ve sapmalarla suikast yapılmıştır. Tıpkı H i lafet meselesinde olduğu gibi başta din kuvvetinden de istifade ve yardım sağlamaya sıcak bakılmış ve ardından bir sağdan geri hareketle Türk'ün dini, şeriatı, ulernası kı lıçtan geçirilmeye başlanmıştır. Türk milleti bu kahpelikle ri unutursa dünyanın en aşağı milletidir. Hakikat, bugünkü Mustafa Kemal Türkiyesinde herhangi bir mevzu üzerine elde tutulabilecek sabit ve m üstakar bir şey bulunmamak la beraber, hele M ü sl ümanlığa tevcih edilen döneklik fırtı nası pek müthiştir. Bütün dini mübahaselerde; Bir mesele için şeriat ve islamiyel esaslarının hakikaten müsait olup olmadığını araştıran i lmi ve dini bir münakaşa içinde mi, yoksa herhangi bir mesele hakkında islam Dininden mü saade almak lüzumuna, yani islam Dininin esasına isyan hadisesinin karşısında mı bulunduğumuzu birbirinden ayırt edemezsin iz. Ve mübahase zemini olarak bu i ki mevzu dan hiç birini elin izde tutamazsınız. Bir kere din dünyadan ayrılmıştır. Yeni Türkiyede dinsizleri taklid ederek gafil müs l ümanların ve belki ulemanın cahillerinin bile ağzına kolay gelen bu iki kel imelik kısa cümle islam Dininin işini bitir meye kafi gelmiştir. Ve bunun manası: dinin dünyada yeri yok demektir. işte bu "kelimetan hafifetan ale'l-lisan, sü kiletanı fi'l-mizan " tabirini hatira getiren ve din ile dün yanın kozunu paylaştıran cümle, dinin Türkiye'de ilgasının icmal ve ilanıdır. Çünkü her şey dünyaya ve zülf�i yare do kunur. Dünyaya temas etmeyen din olmadığı gibi dünya ya din karıştırılmayacağı ve biraz daha açık tabirle, din dünyaya karışmayacağı için d ünyada yapılan ve özelikle hükümetçe münasip görülen işlerden dinen caiz görülme yecek h iç bir şey de yoktur. Türkiyede Allah namına ve min bile, kalkmak üzeredir. Ki bu, Allah namının da
fa
'
20
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
kalkması demek olarak artık işin sonuna vardığını göste rir. Bununla beraber icabında Türkiye'nin din1 bakidir(!) . Bir taraftan da müntesibin-i diniye demek olan hocalar, ha cılar bugünkü Türkiye'nin en fazla tahkir ve tepelenmesi gereken unsurlardır. Hocalar, hacılar, dini suret ve siretle rinden dolayı kahr edilecekler. Bununla beraber dinin ken disi de kahr olacak. Bu dini n gazaba uğramasından şikayet tarzında bahis, vatana hiyanet sucu teşkil edecek. Övün me tarzında(ki) konuya bir diyecek olmayacak! .. Din'i an'a nelere o kadar fena nazarla bakılacak ki bunların aleyhinde söz söylemiş veya yazı yazmış bulunmak istiklal Mahke melerinde mai'.nunların canını kurtarmak için en etkili şe faatçı yerine gr3çecek. (x). Ve bütün bunlarla beraber yine icabındaa Türkiye'nin dini baki kalacak! . . Mustafa Kemal 'in ve Ankara h ükümetinin kahpelik lerini, sahtekarlıklarını şu ufacık mukaddimeye sığdıra cak değilim. Damek isterim ki bu şekil değiştirmeleri, bu zıtlıkları işieyebilmek için insan utanmamazlıkta da kahra man olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayasıı l ığın bu derecesi tasavvur olunamaz. insan sözünde sadık, hilesiz, menfaatını başkasının za rarında aramaı. Hak yemez, hakkı inkar etmez. Hasılı ah lak sahibi yapmak için, bizim eskiden bildiğimiz ve hala sabit-kadem olduğumuz fikre göre, mutlaka dine bağlı bu lundurmak lazımdır. Şimdi, ahlakı dinden ayırıp ilim ve ma arifle tesis etmekten ibaret yeni bir fikir daha vardır ki d insizler, ahlaktan bahse luzüm gördükleri zaman hep bu fikri ileri sürerler. Çünkü dinlerin lüzumsuzluğuna ve hatta bazan zararına kail olan çağdaş yenilikçilik (teceddüt), ah lakın lüzumsuzluğunu da açıktan açığa iddia etmek dere celerine henüz ulaşamamıştır. Dinsizlik artık ayıp .
(x) Son Telgraf ga:�etesi muharrirlerinden Lütfi Fevzi Bey in Şark lstik lal Mahkemesinde muhakeme olunduğu esnada "Gazeternde dini ana nelere hücum etmedim ml? Dini medreselerin ilgasını alkışlamadım mı?" dediği yine gazetelerin verdiği resmi bilgilerdendir. Hüseyin Ca· hid Bey de muhakemesinde; "Cumhuriyetçi değil miyim? Laik değil miyim? Benden ne istiyorsunuz?" demişti. Neticede biri beraat, biri mahkum olan ve lakin her ikisi de heyet-i hakimeye karşı dinsizliklerin den istimdal eden bu zavallılar, dinsizliğin ne mantığı, ne kanunu ve ne de vetası olmadığmı düşünememişlerdi. '
H1LAF'ET VE KEMALIZM 21 sayılmazsa da ahlaksızlık henüz ayıp sayılmaktadır. Onun için din üzerine kurulu olmayan bir tür ahlak sistemi bu. lunduğunu ve belki sırf ilme dayanan bu tür ahiakın daha sağlam olduğunu iddia etmekten hali kalmazlar. Lakin ben ce bu şözler kuru laftır. Ahlaka da hakikatta din gibi inan m ayan akidesizlerin h i lesidir. Ç ü n k ü ahlakı d i n esaslarından ayırıp ilmi esaslara dayandırmak, insanın din için, Allah rızası için değil , ahiakın iyi bir şey olduğunu ka bul ettiği için ahlak sahibi olmayı arzu etmesi manasma ola cağı gibi, ahiakın dini vazifelerden sayılmayarak, ilmi mütalaa ile gerçekte iyi bir şey olmasının da sağlam bir he sap ile herkesten evvel sahibine faydası olmaktan başka bir tahlili yoktur. Öyle olunca bu türlü ahiakın zevahirden öte de tesir etmesinin de bence ihtimali de yoktu. Çünkü ahia kın dünyada sahibine faydalı olması için ahlaklı tanınması yeterlidir. Ahlaklı tanınmak ise ahlaklı olmak değildir. Şu halde yalnız ilmi esaslara dayalı ahlak, ciddi olsa da sami mi olmaz. Vakıa sahibine faydalı olarak görüşü dinden ge len ahlakta da varsa da onun, menfaatı dünyevi olmaktan ziyade uhrevi olarak, zahir ve batına hakim olan Genab-ı Hak h uzurunda görülecek m uhasebe ve mu hakemeye ta bi olmakla samimiyeti temin edilmiştir. Kişisel çıkar duy gusundan soyutlanmakla ahiakın insan toplumuna faydalı ve gerçekte bir fazilet olmasına gelince, kaynağı bu gibi yüce mülahazalardan ibaret olan ahiakın samimiyeti hile götürmezse de zorunluluğu çok söz götürür. Ahiakın böy le esaslara istinadı, insanların manaviyatını istişari mahi yeti haiz cemiyetler kuvvetindeki zayıf vasıtalar ile düzenlemek masabesinde ve din esasına dayanması ise, manevi insanın da maddi insan gibi icra görevi yapan bir hükümete, ve adil bir mahkemeye başı bağlı olmak dere cesindedir. Ve bu h ükümet, bu mahkeme: "Vicdanıdır esareti fi ' linde ademin, Davacısı, şuhudu, kavanini, hakimi." diyen şairin anlatmak istediği h ükümet ve mahkeme gibi yine istişari mahiyette kalan bir şey değil, hakiki hükümet, hakiki mahkemedir. islam ulamasından bir zatın: "Aklım beni zalim olmaktan men eder. Mazlum olmaya da izzet-
F.2
2 . 2
HİLAFET-! MUAZZAMA-t İSLAMİYE
i nefslm ve y�ksek mevkilm. müsaid değildir." beytin deki akıl' dan; Islami akıl, yani Islam zihniyeti ve uhrevi-so rumluluk endişesi murat olunmak sayesinde kat'i yasaklı lık ifade edEıbilir. Yoksa menfaat ve mazarratın l<at'i teyid gücünü yanı başında görmeyen akıl, kolay kolay memnui yet dinlemej:. Eğer insanları sırf makulat ile ve hayır ve şerri layık oldukletn gibi telakki ettirecek ilmi esaslarla böyle ge tirmek kabil olsaydı, cemiyetleri idare için h ükümetler teş kiline hukuk ve ceza kanunları d üzenlenmesine hacet kal mazdı. işte ınsanları baskı altına almak maksadıyla dün yev'i hükümntler teşkiline ne kadar lüzum varsa da aynı in sanların içyüzünü ve ahlakını kontrol altına tutabiirnek için de istek ve lmrku ifade eden ahiret kanunları ile destekli bir hükümet-·i maneviyaya lüzum vardır ki onu da ancak din tazammun tıder. Daha doğrusu dinsizleri n, ilmi sebeblerle ahlaka bağ lı ve hürmetl<ar olmaları şöyle dursun onlar, ilmin kendisi ne bile menfaat teminine alet ve bir kuwet olduğu için h ür met ederler. Binaenaleyh bence böyle ilmi esaslara dayalı ahiakın sam i rniyetine inanmak da, insan için hem dinsiz olu p hem de ahlak kayıtlarına bağlanmak da hamakat ese ridir. Uhrevi mes'uliyet endişesi tanımayan adamların ah laki istikame:tlerini muhafaza edemiyeceklerine Kur'an-ı Ke rim'de şu ayati ile şahadet eder: Ahirete inanmayanlar mutlaka doğru yoldan saparlar." (Mü ' minCın/74) Türkiye''nin haline kıyas olunarnıyacak surette Batı' da gördüğümüz ve genel ahiakla kaim sandığımrz huzur ve arnniyete gelince, bunun sebebi başkadır. Türkiye'de aydın adını �:ullanan açık gözlü ahlaksızlıkların karşısında sat ve temiz bir avam kitlesi bulunduğundan ahlaka karşı ahlaksızlık, cırada daima türlü şekillerde galibiyelini m uha faza eder ve bütün siyasi şekavetler ve sahte isimli h ükü metler bu sayede meydan bulur. Garp milletlerine gelince; eğer onlar, ahlaki ve ictimai nizarniarını kendisine, borçlu olacak dinden soyutlanmış salar, maarif vasıtasıyla arda ahiakın değil de açık gözlü lüğün avam tabakasına si rayeti yüzünden ahlaksızlıkta den ge hasıl olmuş ve mağlup edilecek ahlak kalmamıştır. Hal buki Avrupalılar dinsiz de değillerdir. Binaenaleyh uygar
HILAFET VE KEMALİZM
23
milletlerde genel huzur ve saadeti omuziayan ahlaki keta leti maarifin himmatine atf etmekten ise, maarifin yaygın l aşması sayesinde, ahlaksız zorbaların at oynatacak mü sait zemin bulamamaları neticesine varmak daha mantıki olur. Yani ilim ve maarif din gibi doğrudan doğruya ahlak arnili olamaz. Fakat ahlaksızlıkların tahakkümüne karşı vaki bir deva, savunucu bir silah yerine geçer. Demek ki ilim ve maarif sahibine ahlak temin etmek lazım gelmez.""Ah l aksızlıkların şerrinde n ba ışıklık verir. H atta alimin kendi si de ahlaksız bir şerir olabilir. Ilimlerini din ile, ve din ilmi ile oğuran ulama, tabiatıyla böyle olmaz. Onların ilmi de bizzat ahlak ilmidir. Biz dinden soyutlanmış ilmin islah edici alamıyacağını söylüyoruz. Onun içindir ki Batı'nın okumuş ları, aydın hükümet adamları kendi memleketlerinde zuiOm ve istibdatlarını hazm edecek halk bulamayınca sair mil letler üzerine yüklenmeye kalkışıyorlar. Eğer ilim ve maa rif, insanda kendi hakkına .razı olmak ve başkaları hakkın da adilane hareket etmek gibi ahlaki necabet teminine ki fayet etseydi, Avrupanın en medeni ve müterakki addolu
Q
nan devletleri tarafından yabancı milletiere karşı siyasi hak sızlıklar irtikap edilmez ve bin türlü hile ve desiselerle bu haksızlıkları haklı göstermeye çalışmazlardı. Siyasette hak aranmaz, diyecek olursanız, ben de: "Bu Izni Avrupanın
ilmi esaslarından, yani menfaate dayalı ahlak nazariye lerinden mi aldınız?" derim .
TOrkiye'de akıllara varıncaya kadar her şeyi yerinden aynatan Mustafa Kemal'in meslek ve mahiyetini teşrih et tiğim eserlerimda yalnız dini duygutarla hitap etmediğima nazar-ı dikkati çekerim. Belki beh, ihanet afetini muazzez dinimize münhasır kalmayan bu asri kaza belanın il had ve ıstabdadını daima birlikte mevzubahs ederek, yıkılan dini
m üesseselerin yanı başında eskisinden bin kat daha vi ran olan hür kalbiere de aynı yanıp yakılma ile hitap ediyorum. işte memleketin dinini, hilafetini, hanedanını, tarihini ve hat ta aile hayat ve adabını çiğnerken, bu adamın memleket ten ve ahaliden aldığı bu en büyük şeyler mukabilinde on-
24 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMlYE lara gösterd iği tavizler nedir? Diye araştıracak olursanız, darağaçlarından başka mü him ve müsbet bir şey bulabilir misiniz? Kürdistan ihtilali bahanesiye kurulan i stiklal Mah kemelerini ta.kiben dikilen darağaçlarının ne kadar teyyaz ürünler verd�ğine bakınız ki onun tesiri ile Türk Milleti büs bütün aklını yerinden oynatmış, erkekler başından fesini, kadınlar çanıafını atmış ve herkes Mustafa Kemal 'i ewel kinden çok fazla coşkunlukla sevmeye başlamıştır. Birinci defasında, gece yarısı ansızın hırsızlama tarzında reisicum hur ilan olunmasına kıyas edilerniyecek surette, ikincide da ha kolay ve daha korkusuz reisicumhur olduktan sonra me busların isimlerini, Halk Fırkası reisi sıfatıyla bizzat kendi si tayin edemk, Türkiye'de her şeyin haliki sayıldığı gibi me bus yaratmak sıfat ve selahiyelini de kendisine verdiren şey, memle�•etin bitki yetiştirme özelliği ile en iyi ürün ve ren darağaçları değil de ne olabilir? Onun için diyoruz ki Mustafa Keımal sayesinde memleketin bütün varlıkları yı kılmış, dümdüz olmuş, ve orada yükselmiş görünen ne var sa darağacından ibaret bulunm uştur. Esteğfurullah, evet, darağaçları i le beraber eller yukarı kalkmış, hatta ayaklar da! . . Mustafa Kemal' in, Türk Milletinden caniarına kadar aldığı şeyler mukabilinde onlara verdiği ve kazandırdığı ne dir? Tarzında sarf ettiğim istifham-ı inkariye cevap olarak izmir Meselesi'ni hatırıma getirmeye kalkışmayınız! Çün kü i zmir kaıancının, biraz evvel saydığım mukaddesatını feda etmek l<arşi:;gında i zmir'i ileri sürmeye mahal yoktur. i stiklal davalarına gelince; bir milletin istiklali, mukad desatını kaybatrnek için değil, muhafaza için lazım olaca ğından ta'vi:zini bu noktada aramak da mümkün değildir. Mustafa Kemal'in şapka seyahatinde, Bursa tezahürat ha tiblerinden birinin ' 'Uğrunda her şeyimizi feda edeceğiz." demesinden anlaşılacağı üzere Reisicumhurlarının, her ta rafından kan fışkıran istibdadı ile bütün manaviyatını ve in sanlığını karıgrene çevirerek kendisine alkış uşağı yaptığı milletin istik lalinden bahs �trrek kadar elim . bir istihza ol.amaz.
HiLAFET VE KEMALiZM
25
Reisicumhur Mustafa Kemal'in iradesine, "irade-i milliye" adı verilerek iradesi bile elinden alınan ve başın daki eşkiya hükümetine karşı halinden şikayet şöyle dur sun, serbestçe ağlamak hak ve selahiyetine de malik ol mayan bir milletin, istiklali rüyada bile mevzu-bahs olamaz. Çünkü rüyaları da korku ile doludur. i stiklal, insanlıkta bir merhale olduğuna nazaran, söylemeye en şiddetli ihtiyaç ile muhtaç olduğu sözleri söyletmarnek için dilinin yarı ta rafı kesilerek "hayvan-ı natık" özelliğine halel getirilen mil lette, kendi hesabına istiklal kelimesini telaffuza bile kud ret ve kabiliyat bulunamaz. Matbuatın tepesine indirilen ve münekkid kalemleri bir daha yazı yazmaya, gazete çıkarmaya yedi ceddi ne tevbe ettiren son tazyik ve tedhiş darbeleri üzerine, yalancı hür riyet menkibesi-hamd olsun- Türkiye'de unutulmaya baş ladığından, tavizler bahsinde eski hürriyet yaygaralarını da tekrara mahal yoktur. Şu halde bütün zayiatımıza karşılık olarak, iş kala kala, "cumhuriyet" ve "inkılap" mefhum larına kalıyor. Birnaz ewel sağlanan neticeyi de unutma mış olmak için, "darağaçlı cumhuriyet ve inkılap" diye lim. i şte bütün bu yakıp yıkmalar şu iki mefhumu tahakkuk ettirmek için mübah görülecek, ve bunların, tozu-duman arasında bütün zararları kaybolacak, hiç bir şey göze gö rünmeyecek, bunu bizzat Kemalciler de söylüyor. i nan mazsanız, tarihi, Türkiyedeki son insan boğazlanmalarına takaddüm etmesi cihetiyle de ayrıca şayan-i dikkat olmak üzere, "Cumhuriyet" gazetesinde Ankara özel muhabiri Nüzhet Haşim imzasıyla intişar eden uzun bir makalenin şu son tıkralarına bakınız: "Hayır Efendileri Unutmamalı ki bu vatanda her şeyden muazzez, her haktan daha hakim bir inkılap var dır. Köhne zihniyetin üstünden bir silindir gibi geçme dikçe ve eski, altında yam-yassı olmadıkça bu memle kette yalnız o hükümran olacaktır Behemehal bir da rağacı kuracaksınız, ve evvela şu " hal-i tabii" denilen belayı aşacaksınız! Nasıl ihmal edilebilir ki inkılabı besle.•
•••
26
HlLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMlYE
yip yetiştinın Türk milletinin ve yüz binlerce delikanlının ka nıdı.r. Hiç bu aziz varlıkarın emekleri mel'un ihtirasın "hürriyet-i kelam" dediği gevezeliğe feda mı edilir? ihti ras kahr olsun, onu boğunuz. Ve hakikatı dinleyiniz. O di yor ki: Efendilerı Yalnız inkılap ile inkılabı yapanlar vardır. Bundan bc1şka ne bu diyarda hak vardır, ne de bu kapıda ekmek!.." (Cumhuriyet, 8 Teşrinlsani 1 340) Dernel< ki bugünkü Türkiye'de yalnız i n kılap ile inkıla bı yapanlar vardır. Diğer mevcudiyetler ne kadar rnühim ve ne kadar rnernlekete yardırncı ve faydalı olsalar yine yok rnesabesindedir, hakkı idamdır. Maaşallah yeni Türkiye di yarında ne hak ne de ekmek bırakmayan, eskileri silindir gibi altına ozip yam-yassı yapan, "hürriyet-i keh'im" gibi yeni prensipleri de gevezelik derecesine indiren, mernle kette gayr-i tabiifiği yaşatmak üzere onun zıdd-ı tanımı olan "hal-i tabiii" nin hayatına asarak nihay,et verdiren bu " inkılap" ne acayip şeymiş? .. Bir vakitler, ilan-ı harp de virlerinde bize, h ürriyetin her şeyden rnühirn ve rnuhterern olduğunu tolkin etmekle bitirernezlerdi. Meğerse onun da üstünde daha bilmediğimiz neler vermiş! Herşeyden yük sek olan in�alap imiş. inkılap ne imiş, derneyiniz. inkılap ol sun da isterse şimdiki gibi h ürriyetten istibdada inkılab ol sun! Esasen hürriyetin iyi bir şey olduğu yalandı. O zaman lar bizi aldatmak için öyle söylemişlerdi. Baksana, ' 'hürriyet-ı kelim'' adı ile hukuk-i başer beyannarneleri nin başına yazılan şey gevezelikten ibaret imiş. Hakikatan de öyle! Lal<in maalesef d ikkat edernernişiz. Namık Ke
mal'in: "NE efsunkar imişsin, ah ey didar-ı hürriyet. Esir-i sışkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten "
demesi d e ı3açrna imiş. Asıl sihir ve füsOn inkılabta imiş.
Dernek ki hürriyet dedikleri ne sevişilecek, ne de ilan olu nacak bir ş1�y değilmiş, rnodası çabucak geçmeye mah kOrnrnuş. Yoksa Sultan Hamid 95'de hürriyeti kaldırmasın
da haklı mıydı? Yok yok o haklı olamaz, Osmanlı Sultanla rındandır. Sonra, rnernlekette daha asılmaya müstahak n e
HİLAFET VE KEMALlZM
27
kadar şeyler varmış. ilk asılacak " hal-i tabii" imiş. Bes belli bu da pek hain-i vatan bir şey olacak! Ne ise biz şim di inkılaba gelelim: Bizim eski bildiklerimizi alt-üst eden, katıksız cehalete çıkaran hürriyet gibi evvelce takdis etti ğimiz mefhumları da yokluğa dönüştüren bu inkılap acaba nasıl şeydir? Yenir mi yenmez mi? Yenip yutulacak bir şe ye de hiç benzemiyor. Gerçi, inkılap dönmek, demektir. Bu nu yapanlar, sürdürmeye çalışanlar, anlaşılan hergün dö necekler, döneklik gösterecekler. Üç-dört sene evvel hila feti ve islamiyeti kurtardı denilen adamın panorama gös terir gibi döne döne Panama şapkası ile ortaya çıkıvere ceğini (1) ve Müslüman mahallesinde salyangoz satmak tan beter bir halde, Kastamonu'non -kıyıcığında da değil ortasında Müslüman Türklere: "Siz de benim gibi şapka giyeceksiniz. Huzuruma, hocalarımza varıncaya kadar baş açık (2) reverans yaparak gireceksiniz. Kadınları nızı açacaksınız, onlar da yüzlerini cihana göstersiner ve gözleri ile cihanı görebilsinlerı Bunda korkulaca bir şey yoktur." (3) diyerek, yüzü gözü açılmamış sıkılgan ba kireleri kandıranları andırır surette, müsüman zihniyetine göre küstahlığın en büyüğü derecesini göstermeye cür'et edeceğini hiç bir kimse hatır ve hayaline getirebilir miydi? Bugünkü Türkiye'de her şeyin üstünde tutulan ve dön mek manasında olan " inkılap"ın içinde bir kerre dinden dönmek vardır. Belki asıl ehemmiyet inkılabın bu cihetin de olacak mı evvelce pek kıymetli bildiğimiz hürriyetler ve ismet örtüleri, bu, dinden dönmek hatırı için feda ediliyor, (1) Mustafa Kemal Anadolu'da şapka seyahatine ilk Panama Şapkası ile
çıkmıştır. (2) "-Kastamonu ile Taşköprü arasında- yollarda bütün köylüler zafer takları yapmılardı. Köylüler kurbanlar keserek ve baş açık reverans ya parak Gazi Hazretlerini selamladılar... Taşköprüye saat 4'ü 20 geçerek vasıl oldular. Kadınlı erkekli bütün Taşköprü, Gazi Hazretlerini istikbal etti. Hocalar da dahil olduğu halde bütün halk baş açık olarak kendileri ne arz-ı ta'zim eyledi." (Vakit, 30 Ağustos 1 925) (3) Mustafa Kemal'in en ewel Kastamonu'da şapka giyerek halk ara sında irad ettiği nutuktan bir parçadır.
28
RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
istibdatlar ve celladlar ta'zim ve takdise mazhar oluyor. Şapka beşor üstü bir saadet tacı masabesinde tutuluyor. Öyle olmasa şapka bayramındaki fevkalade cOş ü hurOş ne den neş'et msin? Bu serpuşun M üslümanlığa dokunur ye ri yok dediklerine ne bakıyorsunuz? Alelade bir kOlah de ğiştirmek ü;�erine bu kadar nümayişler, Türkiye'de hemen her şeyi durduran çılgınca m eserret hareketleri görülebilir miydi? Bu serpuşu ilk önce viiayatiere bizzat Mustafa Ke mal götürdü, tamim ve terviç etti . Hem de şapka giydikten ve giydirdikl:en sonra halkın gözünde büyüdüğü kadar, on dan önce büyümemişti. inkılabın hali işte bu merkezde. . . Cumhu riyete gelince; m ukabilinde işlenen bu kadar tahribata göre bari bu Cumhuriyetin aslı olsa insanın yüre ği o derecede yanmaz. Halbuki Kemalist Türkiye kadar CumhuriyeUan uzak hiç bir memleket yoktur. işte ben, iç te ve dışta bulunan bütün Mustafa Kemal dalkavuklarının, utanmamak ve kızarmamak için idrnan görmüş yüzlerine bağırarak söylüyorum ki; Türkiye Cumhuriyeti feci bir ya landan ibareıttir.Hadleri varsa benimle bu hususta insanca m ünakaşa €'tsinler, ve davamın isbatına insanca mani ol sunlar! . . insanca munakaşayı şart koşmaktan maksadım, me sela Roman�fa Müslümanlarının ahlakını bozmak gayesiyle Dobruca' Pı!zarcığı'nda Türkçe dille neşr olunan terbiye siz bir gazeteye Mecidiye'den yazılmış bir makalede ge çen gün tesadüfen okuduğum vech ile, meyhane kahpe lerinden aldığı sermaye-i fuyuzat ile m üslümanların evia dını talim ve terbiye etmekte bulunan makale yazarının Türkiyedeki tazyik ve tedhiş politikasını açıklığa karşı in kara kalkışması gibi sarhoş sayıklamalarını, tabiatıyla, in sanca m üba:hese ve münakaşa hududu dışında bırak maktır. Bütün Türkiye memleketlerini yerle bir ederek nalkı nın üzerine k urulmuş işret ve sefahet sonfrası haline geti ren Mustafa Kemal avanesinin meze kırpıntılarından ta
HİLAFET VE KEMALİZM
_
29
uzaklarda nasip uman böyle gözleri dumanlanmış fıçı gibi şahitleri hakikati ne kadar inkara çalışsalar faydası yoktur. Alemin gözü kör değil. Daha geçenlerde Türkiye'de yeni den sahneye konan mebuslar ve risayet-i cumhur seçimi komedisi üzerine maruf "Tan" gazetesi ne ağır şeyler yaz dr ve bu ağır itharnların altında Türkiye esir pazarının rek lamcı gazeteleri, cevap vereceğiz diyerek, ne kadar kıvran dılar ne kadar ezildilerı Kendilerini de, müdafaa deniler:ı kut sal vazifeyi de ne kadar kepaze ettiler! .. Bundan başka, Türkiye gazetelerinin, abdestinde şüp hesi olanlarda görülen vesvese ile daima m evzu bahs et tiklerine nazaran Avrupalılar, Garb milletleri, Avrupa ve Amerika mü newerieri Türkiye'nin h ü kü met ve idare siste mini bir türlü anlayamıyorlarmış! " Nasıl oluyor da sizde
hiç gürültü, patırtı olmadan, münazaa ve mücadeleye hacet kalmadan en mühim seçimler sessizce, sedasız ca icra ediliyor? Hükümet neyi arzu ederse halk da hep bir ağızdan onu arzu ediyor. Hükümet makinesi ile hal kın hareketi hiç bir noktada biri birine taklaşmıyor. M untazam, dengeli ve belki müttehid bir kitle halinde siniz. Keşki bizim mekleketimizde de böyle olsa ı . " Di .
yorlarmış ... Lakirdiden anlayan aklı başında adamlara gö re bu sözler pek acı bir istihza mahiyetindedir. Lakin Avru pa seyahatlarinde böyle tarizi i ve imalı sözlere m uhatap ol maktan hali kalmayan Kemalist ricali pişkinlikten gelerek, Avrupalıların akıl erdiremedikeri ve güya hayret ve gıbta
ile karşıdan baktıkları bu simayi, şöyle kestirme bir cevap ile halletmek yolunu buluyorlar: "Sizin Mustafa Kemali niz yok kil " işte Türkiye idare ruhunun, Türkiyedeki esrar-engiz Cumhuriyet m uammasının tahlili, Mustafa Kemal'in eliyle seçtiği mebuslardan Yakup Kadri (x) gibi yazarlarının or taya koyduğu bu veeize içindedir. Yani yeni Türkiye'de Mustafa Kemal her şeydir, bütün m illetin ve bütün mukad desatın temeli de değil, edata kendisidir. Lakin Avrupalı lar Hz. i sa dan sonra insana tapmayı kabul edemedikle•••
'
(x) Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)nın "Kemalizm" adlı başmakalesine ba kınız: Ek: 1
30
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
ri nden kendilerine bir Mustafa Kemal vücuda getirememiş ler, yahut Allahın isa'ya hulülünü akıtıarına sığdırdıkları hal de, Cumhuri;{et namına bir adam tanıyarak, bir milletin bir şahsa huiCIIüııü akıllarına sığdıramıyorlar. Müslümanlıkta ise
mahiCıka tapmak veya huiCıle kail olmak hiç bulunmadığın dan, Türkiye, Müslüman Dini ü zere olduğu m üddetçe ken disine böyle bir mabud tedarik etmek lüzumunu düşOnme diği gibi, sultan ve halifeler devrinde padişahlara izafe edi len kutsiyet bile peygambere vekalet derecesini geçmedi ğine göre, kutsiyeti böylece kanaatkarane bir surette dini kaynaklardan iktibas eden Su ltanlar, insanların şimdiki gi bi Allah ve Peygamber tanımaz, maddiyat varken manevi yata önem ve1·mez olduğu devirlerde kutsiyet payesini mil lete vererek akıllarını yerinden oynattıktan sonra kutsiyet lerini de, mevGudiyetlerini de ellerinden alarak hepsini nef sinde toplayan asri bir mabud halinde kendilerine prezan te etmek yolunu keşf edememişler. Onlar ne ise, eskimiş ve modası geqmiş adamlar! Ya şu Avrupalıların şaşkınlığı na ne dersiniz? Yeni Türkiye'nin, kül halinde her şeyini tak lid ederek terc1kki edeceğiz dediği Avrupalıların şaşkınlığı na!.. Cumhuriyetteki hikimiyet-i milliye esasına sadakatre saplanarak ipi n ucunu bir kere millet denilen çoğunluğa kaptırmış olduklarından, bu dağınık kuweti Türkiye Cum
h uriyetinde olduğu gibi bir adamın avucunun içine sıkıştır mak, ve "Hakimiyet-i milliyeyi ne yapacaksınız?" deme ye cür'et edenler olursa "milleti ihtiva eden kabza onu da içine atmı�ıtır. " diye vermek usulünü bir türlü akılları kavrayamıyor. Yok, yok yeni Türkiye'nin Avrupa'yı kendi sine marifet ve medeniyet üstadı olarak gösterdiğine ne ba kıyorsunuz? Bu bir tevazudur. Türkiye Mustafa Kemal'i olmayan Avrupa'nın öğrencisi nasıl olur? Yahut arkasın dan nasıl gider? Daha ilk adımlarda onları geçmiş ve. ka bul ettiği Cumhuriyeti, onların akıl erdiremeyeceği bir
mahiyete dönüştürmüştür. Demek ki Türkiye'nin inkılap da hisi, herkesin bildiği Cumhuriyette bile inkılap vücuda ge tirerek: "Çelebi böyle olur bizde de konser dediğin" fehvasın ca, Türk'ün eseri haline koyduktan sonra kabul etmeyi şe refiyle m ütenas:ip bulmuştur.
HİLAFET VE KEMALİZM
31
i TTi HAT V E TERAKKi Anayasa hukuku kitabiarının tarifine göre, Cumhuri yetierin hükümet-i terdiye karşıtı olmasına rağmen işte Türkiye Cumhuriyeti, tek kişide tecelli eden bir Cumhuriyet-i ferdiyedir. Hem ferd hem Cumhuriyet iki zıt nasıl biraraya gelir, demeyiniz!.. O takdirde, Avrupalılar gibi Türkiye Cum huriyetini anlamaktan acziyelinizi göstermiş olursunuz. işte Türkiye Cumhuriyeti bir adamdan ibaret olduğu ve bir ada m ı n kendi kendisiyle mücadele ve münazaa etmesi muta sawer olmadığı için Türkiye'de parti kavgaları, seçim mü cadeleleri, hükümete karşı matbuat hücumları ve tenkitle ri görülemez. Türkiye Cumhuriyeti yalnız bir adamın şah sına o kadar inhisar etmiştir ki şayet o bir adam, eski arka daşlarından bir çoklarını şimdiye kadar sürekli açığa çıkar dığı gibi bugünkü a'van ve yardımcılarının çoğunluğundan da ayrılarak bir kaç bendesiyle ve belki tek başına bir tara fa kalsa Türkiye Cumhuriyetinin onun bulunduğu tarafta olduğuna hükm edilmek lazım gelir. Vaktiyle benim mebusluğum zamanında ittihat ve Te rakki mebuslarının yarıdan çok fazlası ve adeta büyük ço ğunluğu "Hizb-i Cedid" adı ile ötekilerden ayrılmaya baş ladılar. Ve bil'fiil ayrıldılar. Lakin Tal'at, Enver, Cemal, " hizb-i kadim" de kaldığından ittihat ve Terakki onların tarafında kalmış ve ayrılan çoğunluk, ihtihat ve Terakki' ye asi sayılmıştı. Halbuki ekseriyet halinde bulunan "Hizb-i Cedid" in maksadı ittihad ve Terakkiden ayrılmak değil, sı nırlı kişilerin tahakkümünden kurtularak ayıklanmış bir itti hat ve Terakki teşkil etmek idi. Fakat ayrılmak istedikeri
mütegallibe azınlığının partiden tard ve ihracını akıllarına getirmeyerak partiyi yeniden teşkile lüzum gördüklerinden girişimlerinde m uvaffak olamadılar ve eski vaziyatierine dönmek mecburiyatini kabul ettiler. O zaman "Tanzimat" gazetesine yazdığım bir makalede, mealen: " ittihatçılar,
32
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t tsLJ\MtYE
boşuna uğraşmayın, Tal'at, Enver, Cemal nerede ise it tihat ve Terakki oradadır. Çünkü ittihad ve Terakki on ların şahsmdan ibarettir. Bütün diğerleriniz bir araya toplanarak onları yalnız başına bıraksanız yine partı on larda kalır. Çünkü itthad .ve Terakki kanuni ve meşru bir siyasi pıırti değil. Bir şekavet çetesi ve bir zorba oca ğıdır." demiştim . Sonuncia n e partisine, n e Meclis-i Mebusana, n e de Padaşaha sr:>rmadan Türkiyeyi Harb-i Umumi'ye sokan it tihat ve Ter;sıkki kahramanları hakkında o zamanki sözüm ne kadar do[)ru idi ve ne kadar dğru çıktı ise Türkiye Cum h uriyeti hakionda şimdiki sözüm de o kadar ve belki daha fazla doğrudur. Hele bir partiyi üç - beş kişinin zabt etme sine nisbetle bir memleket cumhuriyetini bir adamın şah sında toplama ve yutması sabık ittihat ve Terakki'ye ben zemiş (. . . okunmadı) çok işlenmiş ve çok tatbik edilmiş bir istibdat olduğundan adına istibdat denilmek bile, istibdat ile memnudur. Bu, Cumhuriyet postuna bürünmüş kuzey kutbuna arkasını dayamış bir bozkurt istibdadı, ve daha doğrusu bir cıç kurt istibdadıdır. Hiç bir memleketin başına gelmeyen bu afet, kendi milletini kendi askerine kırdıran bu ordu hamakatı Avrupalıların anlayamıyacağı ve teşhis edemiyeceği helak edici bir marazdır. Her hususta Garp, millet ve devletlerini rehber ittihaz edeceğiz diyım şarlatanların, cumhuriyeti millete bırakma yıp cumhuriyet hüh1sası gibi bir şahsa temsil ettirmeleri ne, memleke:tte muhtelif partilerin kurulmasını kabul etme melerine, seç:im mücadelelerini kabul etmemelerine, siya si m ücadele ve m ünazaalardan kurtulduk diye sevinmek ve iftihar etmekten utanmamalarına; hükümeti tenkit, Meclis-i Mebusanı tenkit vadilerinde söz söylemeyi men et melerine; me:tıusları bir adama tayin ettirmelerine ve müt tefikan· milletin reyini onlara verdirmelerine ve sonra onla ra bile Meclis· i Mebusanda serbest söz söyletmemelerine; "söz hürriyetii" gevezeliğinden kurtulduk, diye yine utanma dan sevinmelr;}rine ve iftihar etmelerine ilave olarak: " Av-
HİLAFET VE KEMALlZM
33
rupalılar da bizim gibi yapmak isterler amma yapamaz lar. (Hakimiyet Milletindir) levhasını kalın yazı ile Meclis I Mebusan'ın en göze çarpan bir yerine astıktan sonra artık millet halt etmesin . Haddini bilsin. Biz ona haki miyet ünvanı verdik. Efendiliği ile kanaat etsin. Hiçbir şeye karışmasın. Her şeyi biz yapacağız. Fakat nam ona ait olaracak. Şeref onun, zahmeti bizim, daha ne ister. Her meziyyeti, her şerefi Mustafa Kemal'in üzerinde topluyorsak da o da miletin halasını olduğu gibi her ha rekette " M illetin iradesini yerine getiriyorum . " diyerek kendisini aradan çıkarmak fedakarlığını kabul ettiği ci hetle, her şeyi Mustafa Kemal'in elinde olmasından mil letin şeref ve nüfuzuna bir. halel gelmek şöyle dursun, belki bu suretle şeref ve nüfuzu artar. Hükümetin ve yü ce meclisinin milletten aldığı kuvvet ve selahiyetle mil leti karşısında tirtir titretmesi ve gazaba gelince kırıp geçirmesi bile milletin kendi kuvvet ve kudretine ter cüman olduğundan, millet için memnun olacak ve hat ta iftihar edilecek bir şeydir." Fikrini milletin kafasına sok
mak ve bütün dünyaya anlatmak . . . işte Avrupa hükümetleri ve diplamatları bu ince nok taları kavrayamazlar. Ya kendilerinde veya milletlerinde bu yüksek kabiliyat yok. Her halde onlar, yeni Türkiye ricali
gibi cesur değil . . . M illet kendilerinden korkacağına kendi leri milletten korkuyorlar. Güya Cumhuriyetin gereği bu imiş . . . Halbuki o eski Cumhuriyetler, ve o cumhuriyetler deki hükümetin zayıf kalması gibi büyük bir mahzur var dır. Milleti korkutmayan hükümet, dışarıyı nasıl korkutabi lir? Ama milleti korkutup sindirince m utlakiyat ve istibdat
olurmuş. Yok yok o istemiyerek, mecburi korkutmak sure tinde olur. Yeni Türkiye'de ise millet hükümetten istibdat za manlarına n isbetle bin kat fazla korkar, lakin memnun ola rak korkar. Sanki millet, bu yeni cumhuriyet hükümetinin ı:Jönüllü esiridir.
34
HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
i şte rrıeselenin ruhu buradadır. Marifet ve deM-i hü kümeti mutlakıyettekihükümet kuwetiyle h ükümetten he sap sorması ve mebus seçimine kadar her işi onun üzeri ne terk etmesi hep bu memnuniyelin eseridir. i şte son me bus seçiminde M ustafa Kemal'e sanki bütün millet, "ve killerimizi seçmede sen vekil ol !' demiş ve onun için bü tün millet Mustafa Kemal'i milletin ittifakla istediği mebus lar bu adamlar olduğunu kerameti ile bilmiş, anlamış ve yahut ikinci seçmenlerden, birinci seçmeniere kadar bü tün millet ·f,ertleri ile teker teker görüşmüş, aniaşmış gibi bir fikirler ııyumluluğu! . Türkiyo Cum huriyetinin, "ne sihirdir ne keramet" tar zında hayar oyununu andıran nazariyeler silsilesini n care yanına kaptırdığımız sözlerimiz de mevzuu gibi ciddiyetini iyiden kaybetti. Ciddi konuşmak lazım gelince, belli bir şey ki m utlakiyet ve istibdat mu kabili olan meşrutiyetten ve daha fazla olarak cumhuriyetin icip ettiği ve Ankara Hükü meti nin Mı3clis-i Mebusan duvarına astığı ''Hakimiyet-i M illiye", knlimesinin lafzı veyahut locadaki hünü h attı ile değil de manasının tahakkuku icabı ile, millet için memle kette siyasi mücadeleler sahasının bil-fiil açılmasına daya lıdır. Hakimiyet-i Milliye devrinde muhtelif partiler, muhte lif ictihatlar qözükmeme ihtimali yoktur. Hele mebus seçi mi gibi Hakimiyet-i Milliye n in temel taşı halinde bulunan bir meseleyl'3, millet kanşmayıp hükümetin, özellikle ken disi · milletin seçimine muhtaç olan reisicumhurun el koy ması hakimiyet-i milliyenin (ha)sına, havsalasına sığacak şeylerden doğildir. Şayet Ankara yaranının iddia ettiği gibi hükümet, m i llete hakimiyetini ve hükümete karşı her hak ve selahiyetini vermiş, millet de "Aldım , kabul ettim. Fa kat yine sarııa hibe ettim. " demiş ise bu hal, cumhuriyet ve hakimiyet için millette ehliyet olmadığının ve belki bu tür idare milletçe kabul olunmadığının en sarih bir i�irafı dır. Millete hakimiyet verilir de kabul etmez, yine istibdat taki gibi hakimiyeti hükümete terk ederse olur mu? Kabul etmek değil, kapar bile. Amma böyle vermenin, kapar mı.
'
"
HİLAFET VE KEMALlZM
35
sı n? tarzında acı bir istihzadan başka manası olmadığı için milleti malına sahip olmak üzere ciddi bir davet telakki edil mesine imkan görülememiştir. Ve bu acı istahzayı millet da rağaçlarına verdiği yüzlerce, binlerce kurbanlarla tecrübe ederek anladıktan sonra ittihat ve Terakki devrinde " Has ret olduk eski lstibdada biz" yanıp�yıkılmasıyla hakimi yeti hükümetten beter bulduğu gibi, şimdi ise, o devri n dön me databından daha müthiş bir kurt-kapanına düştüğünü görerek her şeyden ve hatta dünyasından bile vaz geç miştir. \ı Milletin, hakimiyeti hükümete terk ettiği falan yok. O, her hakkı kemal-i şeretle kullanıyor. Lakin hükümetini, ve bilhassa Gazi'sini pek çok sevdiğinden hukukunu kullanır ken memleketin muhtaç olduğu sukünete dikkat ve ihtima mını unutmadığı için seçimlerde hiç gürültü patırdı, niza ve kavga olmuyor. Hükümetin namzetlerini kabulde tereddüt göstermeden hemen millet ittifak ediveriyor. Hükümetle mil let arasında, yine Mustafa Kemal sayesinde tam bir den ge hüküm sürüyor. . . diyerek Türkiye'nin son senelerdeki vaziyatini tevcih ve izah etmeye acaba imkan var mıdır? Acaba Ankara hükümet ricalinin ve bütün Kemalist gaze telerin ahmak yerine koyduğu dünya kamuoyu, onların ha tırı için hakikat-i halden bu derece göz yum mayı ve kendi sine gösterilen ahmak yerinde durmayı kabul eder mi? Hü kümetin arzusuyla bütün millet fertlerir:'in re'y ve rızası ara sında bu kadar uygunluk sağlanmasına başeriyat tabiat ka nununca ihtimal verebilir misiniz? 300 şu kadar mebusun hepsi Mustafa Kemal'in adayı olduklarına hürmeten bü tün milletin müsavi ve müttefik oy alsınlar, bir hane halkı bir fikirde ittifak edemez. Nerede kaldı 14 milyon millet efra dı!.. Türkiye sekanesi Allah'ta, Peygamber'de bu derece ittifak edememiştir. Sonra Mustafa Kemal ve adayları iyi adamlar, vatanperver adamlar oldukları için bütün iyi adam lar da onlara oy versinler. Lakin memlekette hiç kötü adam, hiç vatan haini yok mu? Türkiye gazeteleri yalnız istanbul' da 50 bin sabıkalı bulunduğunu yazıyorlardı. i şte bu fena
36
HİLAFET-t MUAZZAMA-t tSLAMlYE
adamlar da :seçimde kendileri gibi bir fena adama oy ver seler ya! Hayır, onlar da oyların ı Mustafa Kemal'in aday larına veriyor. Suikast suçlarına girişenler, girişecek olan lar, diyerek darağaçları'na çekilen bu kadar adamlara sah ne olan Türkiye'de Mustafa Kemal'in namzedi hilatına oy vermek hakk:ını kullanan tek bir adama tesadüf edilemiyor. Reisicumhurun h ayatına kast edecek adam var, hem çok. Lakin ne kendisine ve ne gerekli gördüğü mebus adayları na muhalefet edecek tek bir adam yok. Zahir bu memle ketin insanlan kanuni muhalefet yapmaktan hoşlanmaz, illa cinayet şeklinde yapmak ister. Hulasa seçimlerde bir mil letin şu kadar milyon efradından bir tanesi bile hariçte kal mamak üzere hepsinin içten isteği ile tayin edilmiş aday larda ittifak otmesini tabiat-ı beşeriye kabu etmez. Ya bu nun tahtında m üstatir bir "huve" vardır, veyahut Türkiye sekenesini insanlık sının d ışında farz etmek lazım gelir. Türkiye'de icra-i hükümet eden aç gözlü müstebitler bu mü him noksanı düşünemediler. Düşünseler, seçimlerde "kesr-i musaddek" kabilinden hiç olmazsa küçük bir azın lığı muhalif !ıöstermek inceliğine riayet ederlerdi.
HiLAFET VE KEMALİZM
37
HiLAFETIN YlKillŞlNA DOGRU
"Allah sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunan lara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı (halife seçtiği) gibi kendilerine de yeryüzüne sahip ve hakim kı!a cağını (halife kılacağını), onlar için beğenip seçtiği dini (ls lam'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdik· leri korku dönemlerinden sonra, bunun yerine onlara gü ven sağlayacağını va'detti. Çünkü onlar bana kulluk eder ler, hiçbir şeyi bana eş tutrnazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlar {fasık lar)dır." (NOr (24) 55) Mustafa Kemal' e beşeriyetin çok üstünde bir vasiyet vermeye çalışan müstebitlerden bed-mest Yunus Nadi bir makalesinde onu binbir cepheli bir prizmaya benzetmiş ti. Hakikaten pek çok cepheli ve daha çok yüzlü olan bu mahlükun, şimdi daima IAnetle yad ettiği veli-nitemi Da mad Ferid Paşa hükümeti zamanında memuriyat-i fevka lade ile Anadolu'ya gönderilirken Halife tarafından da eli ne verilen hususi ve mahrem ferman sayesinde başına top ladığı kuvvetle emanete hiyanet ve emn iyeti su i istimal ede rek hükümet-i metbuasını, Halife'nin şahsını, süh!lesini, i s lamiyetin asırlardan beri miras bıraktığı Hilafetini ve niha yet şeriatını, dinini yıkabilmesindeki fevkaladelikler, cezbe ye tutulmuş dalkavukların ı n tasvir ve tasavvurları vech ile kendisinin büyüklüğünde aranması ise, huzurunda bu oyunlar oynanan milletin küçüklüğünde aramak daha doğ ru olur. Bir kaç sene içinde Türkiye'de olup biten işler ve oy nanan oyunlar insana hakikatan hüzün verir. i l k başta, i s tanbul' daki Halifeyi ve Halife'nin hukuk ve n üfuzunu kur tarmak davası! Arkasından halifenin hukuku ve nüfusu bu kurtarma davacıları tarafından gasp olunarak Hilafetin sal tanat ve hükümetten tefr1ki devresil Ü çüncü devre Cum h uriyet ilan ı ! Dördüncü ·devre Halafetin tamamen ilgiisı ve
38
HİLAFET-t MUAZZAMA-t İSLAMtYE
dini kurumların tatili ile hükümette laikliğin tatbiki ve h ükü met kuvvetiyle memlekette dinsizliğin tervici! Şu kadar var ki bu devrede, devletin dini, Din-i islam olduğu hakkında eski Kanurı-i Esasi' den devr olunmuş madde, geçerliliği olmamakla beraber Teşkilat-ı Esasiye Kanu nu ' nda lafzen ibka edilmi�;tir. Dindarlar bununla bir müddet avundular ve dinsizliklem karşı bunu kesmez bir silah gibi kullandılar. Halbuki dindarların elinde ciddi bir iş göremeyen bu hayır sız dini madde, ekseriya zorlanan kör silahlar, sahibini kes mesi kabilinden olarak, Kürdistan kıyamı üzerine elebaş ları asıp kesen hükümetin tavkalade işine yaradı. Hala ehl-i imana karşı kurulmuş bir tuzak gibi devletin Teşkilat-ı Esa siye Kanununda yazılı duruyor. i şte bu tedhiş devresiyle, bu devir içinde Mustafa Kemal'in hakiki çehresini göste ren şapkalı Türkiye manzaralı dramın beşinci perdesini tem sil etmiş oluyor. i nkılap<;ı ve dolapçı Ankara hükümetinin nereden baş layıp neredeı karar kıldığın ı gösterecek çizgilerden birini teş kil eden HiWfet meselesinin Selanik hakkabazları elinde al d ığı şekilleri ve her şekle göre hakkabazların maksadına alet olarak kullanılan kalemleri bu eserde takip edeceğiz. 1 Şimdi Hilafetin en ağır cezalarla ismini u nutturmaya çalışan Kemalistler, birinci perdede "Selbeb-i nizam-ı alem olan Halife-i Müslimin idame-AIIahu hilafetehu ve şekvetehu ila yevmi'd-din Hazretleri . . . " diyerek sahne ye çıkmışlardı. Kemalci sahtekarlığının dolandırıcılığının bu na ait vesikasını iki sene evvel kendi elleriyle neşr ettiler. Damad Ferid Paşa' nin ikinci devre-i H ükümetinde Anado lu 'daki Mustafa Kemal harekatının Makam-ı Hilafete kar şı bagy ve isyan mahiyeti iktisap ettiğine dair Makam-i Meşihat-ı i!>l amiye 'den bir fetva sadır olmuştu. Bu fetva ya mukabil o zaman Kemalciler de bir fetva uydurmuşlar ve bunu elle,rinin altındaki bir takım müftülere imza ettire rek Anadolu 'da neşr etmişler. Ankara hükümetinin mürewic-i efkan olarak istanbul 'da intişar eden "Cumhu-
HİLAFET VE KEMALlZM
·
39
riyet Gazetesi " yakın bir maziinin vukuatını okuyucuları nın nazar-ı ibretine vaz etmek maksadıyla 25 Haziran 1 340 tarihli n üshasında her i ki fetva suretini " Fesat ve hakikat karşı karşıya" başlığı altında sütunianna dere etmişti. Biz de onları aynen buraya nakl edeceğiz. Ta ki fesadın han gisinde ve hakikatın hangisinde olduğunu basiret ve ba sar sahibieri takdir etsin: "Şeyhülislam Dürrizade'nin Fetvası" "Sebeb-i Nizam-ı alem olan halife-i islam idame-AIIahu hilafetehu ila yevmi'l-kıyam Hazretlerinin taht-ı velayetin de bulunan bilad-i i slamiyede bazı eşhas-ı şerire ittifak ve ittahat ve kendilerine bazı ruesa intihap ederek teb-a-yı sadıka-i Şahanayi hiyel ve tezvirat ile iğfal ve idiale ve bila amr-i ali ahaliden asker cem 'ine kıyam edip zahirde aske ri iaşe ve techiz bahanesiyle ve hakikatta cem-i mal sev dasıyla hilaf-i şer'i şerif ve mugayir-i emr-i münif bir takım garamat ve vergiler tarh ve tevzi' ve enva-ı tazyik ve işken celerle.halkın emval ve eŞyasını gasp ve garet ve bu vech ile ibadullaha zulmü itiyad ve tecrime cesaret ve memalik i mahrusenin bazı kurra ve biladına hücQm ile tahrib ve hak ile yeksan ve teb'a-yi sadıkadan nice n üfus-i masumeyi kati ve itlaf ve dima'-i mahkQnei sefk ve iraka ettikleri ve canib-i Emürü'I-Mümininden mansup bazı memurin-i ilmiye ve as keriyye ve mulkiyeyi hod-be-hod azi ve kendi hem-paralarını nasb ve merkez-i H ilafet ile memalik-i mehrusenin muva salat ve münakalat ve muhaberatını kat' ve taraf-ı devlet ten sadır olan evamirin men' ve merkezi diğer marnalikten tecrid ile şevket-i H ilateti kesr ve tevhini kasd ederek ma kamı mualla-ı imamete ihanet etmekle taat-i imamdan hu ruc ve devlet-i aliyye'nin nizarn ve intizamını ve biladın asa yışını i hlal için neşr-i eracif ve işaa-yı ekazib ile nası fitne ye saik ve sai-i bil-fesad oldukları zahir ve muhakkak olan emr-i aliden sonra hala inat ve fesatlarında ısrar ederler ise mezburların hebasetlerinden tathir-i bilad ve şerr u ma zarratlarından tahlis-i ibad vacip olup "Allahın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın!" (Hucurat (49)-9) ·
40
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t lSLAMlYE
rıass-ı ker1mi mucibince kati ve kitalleri meşru ve olur mu, beyan buyurula! El-Cevap = Allahu teaiA a'lem: Olur!
farz
. (Ketebehu el-fakir es-seyid Dürrizade Abdullah, ufiye anhu) Bu suretle marnalik-i mahruse�i şahanede harb ve dar be kudretl{�ri bulunan m üslümanlar, i mam-ı Adil Halifemiz Sultan Yahidüddün Han Hazretlerinin etrafında toplanıp mukatele için vaki olan davet ve emrine icabet ve bügat-ı mezburun ile mukatele etmeleri vacib olur mu, beyan bu yurula? El-Cevap: Allahü Teala A'lem: Olur! {Ketebehu el-fakir/Es-Seyyid Dürrizade Abdullah ufiye an hu) "Cumlhuriyet" gazetesinin tabirine göre hakiki ula manın fetvası: "Sebeb-i nizam-ı alem olan halife-i M üslimin adamel lahu hiiAfet<ehu ve şevketuhu ila yemvi'd-din hazretlerinin makam-ı· saltanat ve hiiAfeti olan i stanbul; Emirü 'I Mü'minin'irı hılaf-ı merziyyesi olarak a'dA-ı m üslimin olan düvel-i mu�asama tarafından fiilen işgal edilerek, asakir-i i slamiye aslihasından tecrid ve bazıları bi-gayr-ı hakkın kati ve makarr-ı Hilafetin muhafazasını kafil bilcümle istihkamat ve kila' ve vesait i saire-i harbiyeyi zabt ve muamelat-ı res miyeyi tedvire ve cuyuş-i m üslimini techize · memur olan Bab-ı Ali ve Harbiye Nezaretine vasiyet edilerek Halifeyi menafi-i hal<ikiye-i milleti zamin tedabir ittihazından fiilen men' ve idare-i örtiye ilan ve divan-ı harblar teşkil ile i ngi liz kavaninini tatbiken muhakeme ve tecziye etmek sure tiyle Halifenin hakk-ı kazasına müdahale ve kezalik hilaf-ı merzi-i Hilafetpanahi olarak ecza-i Memalik-i Osmaniye' den i zmir, Adana, Maraş-Antep, Urfa ve havalisine düş manlar tarafından tecavüz edilerek tab'a-yi gayr-i Müslime
HlLAFET VE KEMALİZM
41
ile bil-iştirak i slamları katliam ve mallarını nehb ü garet ve mu hadderatı tecavüz ve mukaddesat-ı Müslimini tahkir eder oldukiannda ber-vechi meşruh maruz-i hakaret ve esaret olan Halife-i Müslimin'in istihlası hususunda kudret-i mürn kineleri sarfetmek Müslimine farz olu mu? El-Cevap: Olur! Bu suretle hukuk-i meşruasım ve Hilafetin kudret-i ma neviyesini istirdat ve bil-fiil m aruz-i tecavüz olan memalik-i mezbureyi düşmanlardan tathir için m ücadele eden cumhur-i MüslimTn şer'an bağT olurlar mı? El-Cevap: Olmazlari Bu suretle düvel-i muazzamanın ikrah ve iğfaliyle va kıa ve hakikata gayr-ı muvafık olarak sadır olan fetvalar, cumhur-i Müslimin için şer'an muta' ve mamulün-bih olur mu? El-Cevap: Olmaz" Arz olunan fetvaiarın, başında Ankara Müftüsü ve bu gün Diyanet işeri Reisi Rıf'at Efendi olduğu halde 1 53 m ü ft ü taratından i mza ve neşr o l u n d u ğ u n u d a " Cumh uriyet" kaydediyor. Mezbur Rıf'at Efendi, "Taaddüt-i zevcat din-i islam'da mecburi değildir . " d i yerek laik Ankara hükümetinin teaddüt-i zevcata dair meş ru izin, dini hükümleri ibtal hakkındaki arzusun u terviç et tiğinden, din ve dünya ayrılığına dair hükümet-i la-diniyyeyi ve şapka iktisasını kabul ve müdafaa maksadıyla gazete lere beyanatta bulunduğundan, yukanda bahs ettiğimiz Ho ca Rıf at tır Geri kalan 1 52 müttünün büyük bir kısmı mer kum gibi laik olan hükümeHn mizacına hizmet m ukabilin de kendilerine bir dünyalık demin etmek daiye-i manture sinde kalan yağcılardan ve diğerleri de Ankara eşkiyası n ı n zorbalık baskıstna direnemiyen zavallılardan ibarettir. Bunların haricinde mezkur hakkabaz ve müzevvir fetvala ra imza koymaktan kaçınmaları sebebiyle bağHer tarafından darağacına çekilen müftüler de vardır ki asıl hakiki alim vas tma layık olan bu şüheda-i dinden Cumhuriyetçi Yunus Nadi hiç bahs etmiyor. Şimdi bu müftülerin ruhlarına üç '
'
.
42
Hh.AFET-1 MUAZZAMA-t İSLA.MtYE
sene ew1�1 Mekke-i Mükerreme'de muhacir olarak irtihal eden ve t-laticetü' I-Kübra'nın civarına defn olunan birinci fetva sahibi Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Bey in ru hu mülakı olmuştur. Mustafa Kemal aleyhinde baği fetva sını vermBk şerefi nasıl merhum müşarrunileyhaya nasıp olmuş ise, öldükten sonra Cenab·ı H atice ye komşu bu l u n mak gibi fetvasının m ükafatı olduğuna şüphe etmedi ğim en yiiıksek bir paye de yine bu talihli zata nisbet ol muştur. Vefatında ben de Mekke-i Mükerreme'de idim. Ce nazesinde hazır bulundum. Ve dünyadaki fetvası gibi ahi retteki mesvasını da kıskandım . M ukalbil fetvaların esası tezvirat ve uydurmalara da yalı olduğuna gelince; bugün bunu isbata hic hacet kalma mıştır. Ana.doludaki Mustafa Kemal harekatının, istanbul' da esaret lıalinde bulunan Halifeyi kurtarmaya yönelik ol duğu mezlıQr fetvalarda tasrih ve iddia edilmiş iken, mez kQr harekatin önce Halifeyi makam ve seh�hiyetinden tec rid ile, ikinci olarak HiliHeti büsbütün ortadan kaldırınakla neticelendiğine nazaran o hareketin . . . . . kendilerine Hila fet Makam ına karşı asi ve baği hükmü veren Dürri"zade' nin fetvasını kendileri kabul etmiş oldukları gibi Halifeyi tah Usten ve en çok Hilafet Merkezinde i ngiliz kanunlarının tat bikine karşı Hilafet Makamının hüküm verme hakkını istir dat ve iadeden dem vuran kendi fetvalarını da yine kendi leri, en haince ve . . . surette tekzib etmişlerdir. Kurtarılması va'd olunan Hilafet Makamı bugün nerededir? Kimlerin eliy le yıkılmıştıır? Hilafetin hakk-ı kazası, ahkam-ı şer'iyyenin icrası manasına olduğu halde şeriat kanunlarını ilga ede rek yerine ecnebi kanunlarını, isviçre kanunlarını tatbik edenler kim lerdir? Gözleri kör . . . . okuyucular bütün bu id diaların yerindeki terslikeri görüyor. Hafifeye "idame Al· lahu hilafetiehu ve şevketehu ila yevmi'ddin " diye dua ederek, fetva alıp veren Hilafet düşmanlarının sahtekarlık larına bakınız? . . . Türkiye'de mukaddesatı tahkir etmekten zevk alan VEı i slam kadınlarını "muhadderat" tabirinden uzaklaştırmak için ne lazımsa yapmaktan geri durmayan '
'
...
H1LAFET VE KEMALİZM
43
heriflerin fetv61arında mukaddesatı ve muhadderatı mevzu bahs ...... olduklarından utanmak da besbelli, kadınlardan hayayı kaldıranlara düşmüyor mu şimdi? Türkiyede ewel ki hususi harem hayatın ı umuma açan Mustafa Kemal'in hükümet erkanı o devirlerde i slam Türk kadınma ait sui kastlarını gizlemek ve Türk milletini aldatmak için gayet mu hafazakarane idare-i kehim ediyorlardı. Mustafa Kemal' in mukarreblerinden ve Türklüğün en m ünewer ve teceddüt-perver mürşidlerinden olan Müfide Ferid Hanım' ı n -bugün Londra setiri olan Ferid Bey'in haremi- Türk kadıniiğı hakkında (Asosiet Press) muhabirine vuku'bulan beyatına ben bile inanarak, sözlerini "Dini Mücedditler" narnındaki eserime aynen dere etmiştim . Diyordu ki: "Haremin sakin hayatı kadının ta!liatı ve millet-i ic timaiyenin zarureti ile tevafuk etmektedir. Ben şimdi ye kadar Amerika ve Avrupa kadınlarının istifade etmek te oldukları ıstikialı kıskanıyordum. Fakat şimdi görü yorum ve anlıyorum ki Rus kadınının ısrafatı , Avustur ya kadınının müfrit hassasiyeti, ingiliz kadınının lakay diliği, ve Amerikalı kadının garabet-i ah va l i karşısında harem kad ı n ı daha ali' evsaf ve m eziyet!ere maliktir. Ecnebiler nazarrnda kadın hukuku; tuvaıet için çılgınca sarfiyat yapmak, geç evlenmek ve çocuk doğurmamak demektir . Ecnebi kadınlan moda mağazaları , tiyatrolar ve romanlar için yaşarlar. . . . Bize, Türk kadınianna gelince; biz de asrl kadın hukukumuzu elde etm eyi kafanııza yerleştir di ve bu mücadelede tabii mez iyetle ri mizde n bir kısm ı n ı fe da ettik. Biz de tahrip edici, müsrif ve lüzumsuz birer mahiCık haline geldik. Şimdi artık bu hayata bir nihayet vermenin tam zeminidir. Milli hareket, tarzımız artık taavvun etmiş tir. Esasen çoktan beri kadının mevkii kendi evi olduğuna ve onu onda muhafaza için en güzel çarenin harem hayatı bulunduğuna kaniyiz. Harem hayatı, kadına daha geniş bir hürriyet temin eder ve onu suistimale sevk etmez. Biz halis ev kadınlarıyız. Az çok hepimiz aynı şekilde elbi·
44
Hh.AFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
se ve peç•� ta�ı ıyoruz. Bu, modaya kurban olmamıza da mani oluyor. Işte biz, Türk kadınlarının hürriyetini böyle anlıyoruz. ' ' Hem istanbul'daki halifenin ve hükümetin Mustafa Kea mal aleyhinde fetva ısdarı meselesine varıncaya kadar bü tün efat ve icraatlarında düşman devletler tarafından (mek rüh) olduklarını iddia ediyorlar, hem de daha sonra gelişen olaylar üzeırine onları sorumlu tutmaya kalkışıyorlar. Hal buki ne devletler Hallfeyi eşkiya-i Kemaliye kadar zecr ve baskı altıncı almışlar ve ne de birinci fetvanın sahibi Dürri� zade mertı u m Anadolu'da mukabil fetvalan imzaya davet olunan müiftüler derecesinde cebr ve ikraha maruz kalmış idi. Hasılı mukabil fetvalar serapa yalanlar ile doludur. Saf Anadolu atıalisine hoş görünmek için Halife hakkında fet valarında kullandıkları ululayıcı lafızlar ile ani tırsatın hulü lünde Halif1�ye reva gördükleri alçakça hakaretleri karşılaş tı rı nca herillerin yalancılığının ve kallaşlığının seviyesi bi raz daha anlaşılır. Sahtekarlıklarının en belli bir vesikası ma hiyetinde bulunan ve mukabil fetvaları beş sene ewel kendi gazeteleri ile tekrar neşr ve ilan etmekten sıkıimamaları da utanmanın, akıtiarına gelmernek derecesinde bunlarca unutulmuş bir hale geldiğine delalet eder.
Hh.AFET VE KEMALİZM
45
KARŞIT FETVALARlN ARDlNDAN Şeyhüllslim Dürrizade merhumun adı geçen fetvası bana Mısır macararnı yad ettirir. Mısırlıfar bu fetvanın ba na ait olduğu görüşünde ısrar etmişler. Ve bir çok defa ga zeteleri ile vaki olan tashih ve tezkirima rağmen iki Şeyhü lislamı birbirinden temyiz ve tefrike bir türlü muvaffak ola mamışlardı. istanbul 'dan Mısır'a ilk geldiğim zaman, ga zeteleri "sahlbu�l-fetvi" Mustafa Sabri geldi, dediler. Ve Mısır'da oturduğum kadar hergün matbuatta arsızca tariz lerle ve hususi telgraflarla beni ta'ciz ettiler. Bu meyanda; " Mısır hainlere sığınak olamaz, Hicaz'a gidin." diyen ler bile oldu. Ben ise fetva vermek şerefinin maalesef ba na nasip olmadığını ve Mısırlıların en açık bir meselede ce halet ve dalaletlerini yüzlerine vurmak için hakikatı beyan mecburiyelinde kaldığımı, Hicaz Meliki Hazretlerinin da veti üzerine Mısır'dan ayrılırken "ei-Mukaddam" ve "ei Ehram" gazetelerinde yazdım. Benim makalem onları büs bütün ç.ı ldırtmış. Bu terbiyesiz edebiyat nümunelerini Mekke-1 Mükerreme'de okudum. Benen daha sonra Dür� rizade Abdullah Bey de Mekke-i Mükerreme'ye geldi ve arası çok geçmeden orada irtihal-i dar-ı beka oldu. Bunun üzerine Mısır gazeteleri: " Mustafa Sabri, sahibu'l-fetva, Mekke'de öldü. " diye yazdılar. Melik Hüseyin Hazretle� ri bunlarla m ünakaşayı münasip görmediği için ben bir şey yazamıyordum. N ihayet ailem efradından bir kısmının has talanması hasebiyle beş ay sonra Mısır'a avdet ettim. Bu defa da, Mustafa Sabri yine geldi, Hicaz'da vefat mese· lesinin aslı yokmuş, dediler. Ben cevap vermemekte de vam ediyordum. Bir kaç ay sonra "Emiru 'ş-Şuara" faka bını verdikleri Şevki Bey, sabık Hidiv'in i stanbul'dan av det eden validesini istikbal saqedinde uzun bir kaside yazdı. Bu kasideyi "ei-Ahram" gazetesi ser-sütUn halinde neşr
46
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l tSLAMlYE
etti. Kasidenin 5-1 O beyti Halife Vahidüddin'in ta' n ve taş niine tahsis oıunmu'ştu. Müşarünileyh, "Tağutların velisi " ve " Kötülerin imamı " tabirleri ile anılıyor. Buna mukabil Mustafa Kemal de bir i slam kurtarıcısı gibi göklere çıkarı hyordu. Dayanamadım. Açık bir mektup ile kasldeye lüzum suz dere edile n bu çirkin yersiz sözleri tenkit ettim . Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde şairleri tavsif ederken " Yapmadık larını söylüyr:;)rlar" buyuruyor. Ben ise bu şairi " Bi l me diklerini söyfüyorlar" denilecek kısım sırasına bulduğu mu söyledim. Kastdede Mustafa Kemal'in "ferd" tabiri ile istibdadı kaldırdığı iddia olunuyor. Halbuki Türkiye'de "ferd" giymemiş, "kıred", " maymun" peyda olmuştur, de dim. Bundan IJaşka Emmirü'I-Mü'minin'e h a ksız yere te cavüz Emirü ':ş-Şuara'dan sadır olsa dahi büyük bir h ad dini bilmezlik olacağı gibi veli-nimeti bulunan Hidiv ailesi ni medh ederi<en o ailenin efendisi makamı nda bulunan bir zatı hicv etmek şiir ve edep noktasından medh oluna nın efendisine saldırı derecesinde çirkin düşmüş olduğu nu ve sabık Hidiv'e, Umumi Harb zamanında olduğu gibi mütarekeden :;onra Sultan Vahidüddi n ' i n , benim kendi min de kabinesinde dahil b ulunduğum bir hükümeti tara fından, aylık, bi nlerce lira tahsisat verildiğini zorunlu olarak, yüzlerine çarpilm. Emiru'ş-Şuara bunu da b H m iy or, de dim. H ülasa, şairin kendi veli-nimetini medh ederken "an lamadığı ciheıten " veli-nimetinin veli-nimetine tecvüz et tiğini ve binaenaleyh şüursuz şair olduğunu isbat ettim. La kin b undan ne şair utandı , ne Mısırlılar, ne de medhiyeyi büyük bir övün ç ve gurur ile kabul eden H idiv'in validesif Aksine Emiru 'ş;·Şuara'n ın avanı bana adi küfürlerle h aka ret ettiler. HÜCL'm edenler arasında bir Mahkeme-i Şer'iy ye avukatının aleyhimde pek ileri gitmesi ve M ustafa Ke mal' i n Mehakim-i Şer•iyye ve Ahkam-ı Şer' iyye düşmanı olduğunu bilmemesi pek acayibime gidiyordu. Benim için " Mekke'den kcıra haberi geldi ve insanlar kendisinden kurtuldu derken, "ei-Mukaddam" sahifeleri üzerinde yi ne sesi yüksel�rıeye başladı. ' ' diyordu. Hem de bu .adam
HILAFET VE KEMALİZM
47
yine beni " Şerde ebedi fetva sahibi" tabiri ile anıyordu. Bunun üzerine yazdığım makalelerimin birinde bu müzmin hatalarını tashih ederken : " Sizi tezkir ettiğim kadar bir mü'mini tezkire çahşsam, müzekker olurdu. " demiştim . O sıralarda bir garibeye daha şahit oldum. "ei Ahram"a edebi makaleler yazan Yusuf Harndi Yegen: "Emiru'ş-Şuara Şevki Bey vaktiyle Sultan Abdülhamid'i medh sadedinde kasideler yazmıştı. Şimdi nasıl hicv ediyor?" diyerek, şairin benim tenkit ettiğim kasldesini ten kit etmek istedi. Ardından; Muhammed Kandil er-Rahmani adında diğer bir avukat ve yazar, son kasldenin Sultan Ab dülhamid merhum hakkında olmayıp belki Sultan Vahi düddin'e ait olduğunu ve hatta bu sebeble, müşarüna leyh'ln dostu ve Şeyhülislamı bulunan Mustafa Sabri nin tepki ve tenkitlerini çektiğini ihtar etti . Yusuf Harndi ise ka sidede Sultan H a mid' in h icvi kast olunduğunu iddiada ıs rarlı olarak, istibdat gibi, ihticab gibi şeylerden bahis olan ve Sultan Vahidüddin'e uygun olmayıp, Sultan Hamid'e yakışan bazı beyitleri ile de istişhat ettikten sonra da "Şeyh Mustafa Sabri yine başka türlü anladı, derseniz, onu ba na sormayınız, kendisine sorunuz. " dedi. Ve beni m ka dar tankidinde batıl ile vekardan hararnı cem eden başka bir adam daha göremediğini, ilave etti. Sanki o diyarda kör ceryanı tenvir ve tevkie çalışmak batıl , haksız hakareti red etmek de vekar dışında bir hareket sayılıyordu. Haydi bp. kalım, dedim. Yeni bir fahiş hatayı harnil olarak karşıma ye ni bir muteriz daha çıkmış old u . Şevki ' nin kasTdesindeki hiciv, Sultan Hami'd'e mi aittir, yoksa Sultan Vahidüddin'e mi? Şair ise orada değil, fakat şairliğin yüksek zevkinin ken disine bahş ettiği gurur hakkı ile burn u Kaf Dağında ola rak sessiz ve suskun oturuyor. Ve hiç olmazsa bir defaya mahsus olmak üzere insafa gelerek: "Yok, bu kadar yan lışlık olmaz, Şeyh Mustafa Sabri'nin telakkisi doğrudur ve benim hücum Sultan Vahidüddin'e aittir." demiyor du. Yahut sarhoşluk durumu ile ihtimal ki şair kendisi de -sözünün sıyak ve sıbakındaki kat'l karineden kat-ı nazarla'
·
48
HİLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
hangi padi::ıahı hicv ettiğini tamamen bilmiyordu. Bunun üzerine dedim ki, Yusuf Hamdi Bey'in anlayamaniış ol masına rağmen şairin maksadı Sultan Vahidüddin'e ta arruz olduğu şüphe ve tereddüt götürmez. Sultan Hamkt' e atı p tutmaki:a hasmı bulunan i ttihatçıları alkışlamak, mo dası geçmiş ve foyası meydana çıkmış bir yanlışlıktır ki Mustafa Kemal'i medh ederek S ultan Vahidüddin'i ba tırmak gibi cı zaman için henüz revacını m uhfaza etmekte bulunan yeni bir dalalet mevcut iken Şevki ayarında bir şair-i devranını bugünkü kasidesini bayat bir dalalet-i fik riyeye istinail ettirmek hiç münasip değildir. H icvinin nite lemelerinde Sultan Vahidüddin'in hal ve mesleğine teva fuk bulunmamasına gelince, bu cihet, Yusuf H arndi Bey' e hak verdirmekten ziyade, şairin haksızlığını ortaya kayan benim tenkedime hak verdirir. Ben böyle yazdıktan sonra · Yusuf Hameli Bey artık aidiyet meselesindeki hatasında daha fazla ısrar ederniyerak sert-i hacalet için bu defa da b_!3ni acı sözHilükle, kaba sözlülükle m uahezeye başladı. Ve "kalem yerine eline sopa almış, rast gelenin kafast· na indiriyor." dedi. Son cevabımda: " Mısırlılar! Ne acayip adamlarsınız? Mustafa Kemal' i n siyasi kasımlarından diye bana ve Halife'ye ilk başta üst perdeden taarruz ve tecavüz eden sizsiniz. Büyük büyük yanlışilkiara düşen de sizsiniz. Ağır tenkitlere dayanama yacak adam büyük hatalardan kaçınır, ve hele ağır teca vüzlerde bulunmaz. Benim elimde sopa görüyorsanız onu sizin elinizden aldım. Beni , batıl ile vekar haricine çıkmayı cem etmekle tavsif eden zatı lı kendisi zulm ile tazallumu cem ettiğinin farkında olmuyor. Hem tecavüz ediyor, hem de karşılık şiddetli gelince şikayet ediyor. Ve siz daha ne lerin farkında ıjeğifsiniz. Bırakınız Türkiye'ye ait siyasi me selelerin avamızını . . . Siz henüz iki Şeyhülislami dört defa !htardan sonra bile yine birbirinden ayırt edemiyorsunuz. Iki Padişahı da biribirinden temyiz edemiyorsunuz. Baş şa iriniz tavsit ve tasvir ederken iltibasa düşüyor. içinizdeki havas muhatabtnı da şairin muradını yanlış taşhis ediyor,
HİLAFET VE KEMAL1ZM
49
.
Arapça makalelerle size ve en büyük şairinize mukabale de bulunmasını cür'etkArlık saydığın ız ve ne kadar Arapça yazsa da Arap olmadığı belli oluyor, dediğiniz Mustafa Sab ri ise şairinizin şiirini ve muradını sizden daha doğru anlı yor. Kendiniz sebeb olarak açtığınız münakaşa yolunda her gün bir hatanızı tashih ettikçe bundan mahcup ve yola gel· miş olacağınız yerde bana hizmet ediyorsunuz. istanbul' dan Mısır toprağına ilk defa sığındığımız zaman iskende riye' de ailemle beraber üzerimize süprüntü ve çamur attı nız. Ve sonra gazetelerinizde menşur ve manzum yazıları nızla şahsımıza ve masieğimize taarruzdan geri durmadı nız. Garipliğinden cesaret alarak namus sahibierine sataş mayı bir şey sanmaktaki hatanızı da sopaya teşbih ettiği niz kalemimle size aniatacağım ve cezasız bırakmıyaca ğım ," dedim. Ve son makalemi ibni er-Rumi'nin beyitleri ile bağladım. Hakikatan benim Mısır sergüzeştim ve oradaki vazi yetim görülecek bir şeydi. Mısırlılar Mustafa Kemal' e ku
laktan aşık olmuştular. O sebeble ulemasının, cuhelıi sının ağzında bu Isim, esma-1 hüsnadan biri gibi dola şıyordu. Onun hasımiarından olduğum için de beni mi saflrliğlme ve muhacirllğlme rağmen pek nezaketsiz ve belki pek terbiyesiz bir s.u rette karşıladılar. islam mem leket! emeliyle iltica ettiğim o memleketin hakkımdaki o sul-muamelesini değil dünyada, ahirette bile u nutma yacağım. Paraca ve hatta ilirnce pek zengin olan bu di yarda gördüğüm akıl ve muhakeme fakirliğini başka bir yerde göremem·. Yoksulluğu n azami haddi içinde yarı dan fazlası hasta olan aile fertlerimin ihtiyacını tedarik için gece yarıları eczahanelere koşarken bir taraftan da matbuat mücadelesinde Mısırlılara kendi dilleri ile yazı yetiştlriyordum. Karştmda kurulan ve bir garip yüreği susturamamakla cahiliyet ırkçıltğı alevlenen bir mem leketin münafık cephesi asla manevi kuvvetimi sarsa madı. Ben yalnızdım. Bir makalemde kendilerine yaz dığım üzere o diyarda benim gibi garip olan hak ve ha-
50
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
kikatten b2ışka müzahirim yoktu. Pek ender olarak ba na taraftar çıkmak isteyen zevat bile imzalanm gizle yerek yazıyorlar ve seslerini kafi derecede yükseltemi yorlardı. Muamafih benim yardıma ihtiyacım yoktu. Bel ki yerlilerdım de bir doğru sözün çıkmasına memleke tin ihtiyacı 11ardı. Münakaşa devam ettikçe muarızlarım, düştükleri hatatarla benim elime adeta silah ve müham mit depoları teslim ediyorlardı. O günkü hayatm şidde ti arasında bu eğlenceli mücadele benim için bir teselli teşkil etti. Muarızların hepsi Mısırlı idi. Yalnız, Türk ve yahut ihtimal ki melez bir şey olarak Lazkiye sabık mu tasarrıfı Abdülgani Sünni vardı. Bu da Mustafa Kemal'in ve güya onun arkasında bulunan bütün Türk milletinin mü dafii sıfatıyla her i kisinin de hasmı mevkiinde kalan bana hücum ediyor ve ağza alınmaz tabirlerle ben i yerlilerden fazla ısırmaya çalışıyordu. Ancak adam M ustafa Kemal' in mahiyetini Hilafet ve i slamiyet hakkındaki suiniyyeti le hiyle hareket ediyordu. M ısırlıların ahmaklığına tam bir iti madı olduğundan en adi muğalatanın orada geçeceğine kail bulunuycırdu. Harif muhitin ruhunu anlamıştı. Ve me sele Mustafa Kemal'in galip gelmesinde idi. Yunan'a ga lip, Halife'ye nalip, Şeyhülislam'a galip, din-i islama galip ... Galip olsun da kime galip olursa olsun, Mısır'ın, bu, tarihi bir seciyesidk. Hz. Ö mer'i n valisi Amr bin el-As Hazretle rinin: "Arzuha zehep, ve mauha aceb ve ehluha li-men galeb" diye Mısır' ı tarif etmesinden çok ewel, Firavun ve Hz. Musa devrine ait olarak Kur'an-ı Kerim'deki "Üstün ge lirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız, dediler." (Şua ra/40) nazm-ı eelili bu seciyeyi pek güzel izah etmektedir. i şte hükümetten elini çeken H alife'nin nüfCızu daha fazla ve bütün i slam alemine şamil olacağından, güya M ustafa Kemal'in Halife'ye fazla paye vermek için hükümeti elin den bıraktıranık i stanbul'da oturmakla iktifa usulünü ihdas ettiğine varıncaya kadar Abdülgani Sünni adındaki gay retli ve cür'etli müdafi tarafından iddia olunmuştur. O sıra da bir aralık Şer'i Mahkemeterin ilgası mevzubahs oldu.
HiLAFET VE KEMALIZM
51
Ve bütün Mısır gazeteleri " Mehaklm�i Diniyye" diye yaz mışlardı. Avukat Abdülgani Türkiye'de dini mahkemeler bulunmadığını ve Şer'i Mahkemelerin, Dini Mahkemeler ol madığını, çünkü oraya gayr-i m üslimlerin de müracaat ete bileceğini yazarak güya bu havadisi tashi h etti . Halbuki Mehakim·i Şer'iyye, Mehakim�i Diniye olmasa Mustafa Kemal onları niye ilga edecekti? Fakat Mısırlılar, bugünkü şapkalı Gazi'nin gerek diyanetperverliğirie ve gerek hila fete h ürmetkarlığına toz kondurmamak için sarf edilen bu hazeyanlara gazetelerinde, kulaklarında bol bol yer veri yorlardı. Nihayet Mustafa Kemal gayrete geldi. Hakkındaki bu yalancı isnatları red edecek icraata girişti. Yani istan bul'da halife makamına nasp ettiği Abdülmecid Efendi yi ve bütün Al-i Osmanı vapurlara dotdurarak mal ihtirasın dan fazla bir sür'at ve suhuletıe harice sevk etti. Mehakim-i Şer'iyyeyi kapattı. Medaris-i diniyeyi kapattı. inkılabın yeni bir perdesini açtı ve birlikte Mısırlıların perdeli gözlerini de açarak beni utandırdı. Abdülgani Sünni'ye gelince, o ka dar yazılardan sonra bu netice üzerine utandı mı bilmem. Bana kalırsa, Hayır! Çünkü o yazılan henüz yazarken bile utanmamaya kadar vermiş gibi yazıyordu. Maamafih Arap ça kitabımda ben bu heritin mugalatlarını kafi derecede yü züne çarparak Mısır'da tesis ettiği dalalet suçlarına mühim surette sekte vurdum. Mezkur eserde çok şeylerden bahs edilmiş olmakla beraber en ziyade hükümetsiz hilafet ola m ıyacağı meselesine, kitabın mevzuunu teşkil edecek de recede ehemmiyet verilmiş ve Abdülmecid Efendi nin sul tadan mücerred hilafet makamındaki vaziyeti tenkit edil m iştir. Şimdi günü geçmiş olan bu konu, Hilafet meselesi nin geçirdiği değişikliklerden en şayan-ı tetkik bir safhası na ait olmak cihetiyle şu kitabımızı da alakadar edecek öne mi haizdir. Binaenaleyh meseleyi aşağıdaki şekilde bura da da bir nebze izah edeceğiz: Yeni Türkiye hükümetinin i slam Dininden ilgisini kes tiğine daha 1 922'de Hilafetle hükümeti birbirinden ayırdık ları zaman hükm etmiş ve Mısır gazetelerinde bu rey ve '
'
52 dİLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAMİYE rnütalaamı kat'iyyet ve sarahatle ortaya koymuştum. H ila feti hükümetten tecrid ve tefrik etmek ne demek olduğunu i slam aleminin ve özellikle i slam ulamasının tereddütsüz anlaması lazım gelirken, maalesef, o zaman M ısır muhar rirleri ve M ısır uleması şayan-ı taaccub bir idrak sukutu ile meselanin nıahiyetini kavrayamadılar. Sanki Mustafa Ke ma Yunan askerin i hezimete uğrattığı bir i zmir hücumu ile i slam Aleminin de akıl ve muhakemesini de bozmuş, da ğıtmış idi. Binaenaleyh o zamanlar i slamın an'anelerini peşi sıra yıkarkar de yine hep bu adamı mazur görüyorlardı . Ve belki alkışlıyordu. Güya ki i slam Dini'nin müesses müdev van prensipleri yokmuş, ve her şeyden yüksek ilmi mahi yeti ile teşhi�.; olunmak lazım gelen bu din, bir beldenin olu şup verilme�.;ine tabi imiş ve daha doğrusu gavur i zmir'ine feda edilir bir şeymiş gibi düşünüyorlardı. Öyle diyebilirim ki Mısır'ın büyük çoğunluğunun, Hilafeti hükümetten tefrik meselesini, esas şeriate muhalefet derecesi nokta-i naza rından alaya almak suretiyle gösterdikleri düşünce sapık lığı, dini meselalerde hal ve akt hakkını haiz olmak merte besinden on ları iskat etmiştir. Ve Ankara hükümetinin bi lahare H ilafoti büsbütün ilga etmesinden bir bucuk sene evvel H ilafet Meselesi'nin esas telakkisinde kifayetsizlik lerini, kabiliyotsizliklerini isbat etmiş olan bu alimler için artık bundan sonra H ilafet kongrelerinde söz söylemek ve gö rüş beyan e':mek selahiyeti kalmamıştır. Okuyucular arasında bu sözlerini haddinden büyük bir dava tarzında görenlerin bulunması i htimaline karşı iddia larımı isbat Eıdeceğim: Hükümetle bir arada olan hilafetin hükümete dini bir renk ve büyük bir şeref vermekten baş ka bir büyüklüğü olamıyacağı gibi hükümetin de dini bir sı fat ve haysiyetten ibaret bulunan Hilatete kuvvet verme sinden başka zarar verecek bir yeri olmadığından Hilafet le hükümeti l>irbirinden tecrid etmek, dini d ünyadan ve si yasetten ve bil-mukabele dünyayı ve siyaseti yani h ükümeti dinden ayırmak demekti ki ayırım olayında bu muamma ga yet bariz ve bedihi olduğu halde M ısır uleması, tüm açıklı-
HİLAFET VE KEMALİZM
53
ğına rağmen bu noktayı anlayamadı. Ve bu hadiseden beş altı ay sonra Türkiye matbuatı ve Mustafa Kemal hüküme tinin rical i , şimdi Türkiye'de herkesin serbest serbest söy lediği bu, din ve dünya ayrılığını ikrar ve ifşaya bağlamış kan, Mısır uleması bu açıklamalar üzerine, yine ayırım ha disesinin istihdaf ettiği vahim maksada intikal için lazım ge len uyanıkiiğı kazanamadı. Ancak bu açıklamalar üzerine HiliHetin hükümetten tefriki din ile dünya arasını ayırmak demek olduğu ortaya çıktı. Ve iddialarımın bu kadarı sabit oldu. Amma Kemalcilerin itirafları ile sabit olu, yoksa Mı sırlıların kend iliğinden veya benim ihtar ve ikazımdan an lamaları ile değil! Hatta işin bu kademesinde dinin dünya dan ve siyasetten ayrıldığı anlaşıldı da hükümetin dinden ayrıldu yine belli olmadı. Halbuki bunlar, bu ayrılıklar en ba sit m antıki intikal ile mağlum olacak derecede birbirinin ay rılmaz birer parçaları idiler. Lakin bu yumuşaklığın sebebi vardı: Zira Kemalciler dinin dünyadan ve siyasetten ayrıl dığını itiraf etmişler, fakat bunun ayrılmaz gereği masabe sinde olsa bile h ükümetin dinden ayrıldığını henüz harfi har fine itiraf etmemişlerdi. Mısır'ın ehl-i hal ve akti ise akılları nı saplandığı girdaptan ancak Kemalcilerin itiraf ettiği ka dar hareket ettirebiliyorlar. Mantık! gerekierin baskısına rağ men başka türlü asla yerinden oynamıyorlardı. Halbuki on ların itirafına hacet kalmadan maselenin daha başında ben anladım ve anlatmaya çalıştım ki Mustafa Kemal Hilafeti hükümetten neye ayırıyor ve hükümeti kendi tarafına ala rak Hilafeti muhmel ve muattal bir halde n için Abdülme cid E fendi ye terk ediyor? Çünkü H ilafetle Hz. Peygamber Efendimizin makamına geçmek ve binaenaleyh ahkam-ı şer'iyye dairesinde icra-i hükümet etmek vazifesi var. An kara hükümeti ise ahkam-ı şer'iyyeye tabi olma,yarak ha reket etmek istiyor. Böyle olmasa hükümeti kendisine alan Mustafa Kemal Hi lafete neden rağbet etmiyordu? Ona rağ bet etmiyordu? Ona rağbet yerine, cesaret etmedi, desek Hilafeti daha sora büsbütün ilgaya cesaret eden adam, uh desine almaya cesaret edemez miydi? Şu halde H ilfıfetin '
54
H1LAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMiYE
kabahatı Pey�}amber postu olmak gibi, Mustafa Kemal'in aslına inanma.dığı bir payeden ibaret bulunmasında, yahut H ilafetle bir arada bulunacak bir hükümetin şer'i kanun lar ile mukayyed bulunmasında görülüyordu. Onlar ise hü kümeti o kayıtlardan kurtarmak azminde idiler. Hilafete düş manlıkları da hep bundan ileri geliyordu . Lakin Mısırlılar Mustafa Kema l in Hilafet düşmanı olduğuna da inanmıyor lar. Şer'i kanunları hükümetten uzaklaştırmak niyetinde ol duğuna da inanmıyorlardı. Şimdi bu noktalar tamamen be nim dediğim şekilde sabit oldu ve o zamanlar M üslümanlı ğına ve harniyet-i i slamiyesine toz kondurmadıkları Mus tafa Kemal hükümeti, şimdi Halifeyi kovduğu gibi, bu asır da ittibaa layı�: değildir, diyerek şariat-ı i slamiye kanunları nı da Türkiye'den kovdu da bize de ewelki maseieierin ye rine m ünakaşa ve mücadele zemini olarak şimdi Avrupa kanunları ile Müslümanlığın i lahi kanunlarını mukayese vazi fesi çıktı. M ısırlılar bu hale ne buyururlar? i şte, durup du rurken H ilafetten ayrılan hükümetin yapacağı, dini ve şer'i kanunlardan myrılmak idi. Hz.Peygamber Efendimizin ne h ükümeti ve ne de hükümetten mütevaris H ilafeti bulun madığını son zamanlarda iddia ederek ortaya atılan Mısır' ın Mansura Kadısı Şeyh Abdürrazik, bu davasına hakkıyla müvazi olarak hükümetlerin din ile mukayyet olmamaları nı da beraber iddia etti ki en doğrusu da budur. Yani i sla mi hükümetlerden, kendi zeminleri ile H ilafet ya nez' edilir veya tefrik edilirse mutlaka bu h ükümetleri din ile ve ah karn ı şer'iyye ile m ukayyet olmaktan çıkarmak maksadıyla nez ve tefrik edilir. Bu maksadı ewelce, yani Mustafa Kemal' in H alefeti h ül<ümetten ve belki hükümeti dinden ayırdığı zamanda anls:mayıp ve bu münkeri o zaman layık olduğu şiddet ve ehernmiyetle karşılamayıp da Mansura Kadıs ı ' nın kitabı kör <gözleri açılan . . . ve ancak bugün ifaya mec burfyet hissed(m Mısırlılar ve Ezherlilerin boynunda geç kal mış olmak vebal ve mes'uliyeti hala duruyor! (1 ) '
(1) Mansura kadı�:ının kitabı hakkında söyliyeceğimiz sözleri bu eserin sonlarına bırakıyoruz.
HlLAFET VE KEMALİZM
55
i şte hükümeti H iliifetten ayırmanız, h ü kü meti dinderı ayırmak ve çıkarmak, şer'i şeritin h ü kümet üzerindeki mu rakebe hakkını kesmak ve h ü kümet sıfatıyla şeriatın emir ve nehyinin tanımamak ve tanıttırmamak gibi vahim neti celere münhasır olacağı ap-aşikdr bir şeydi. Lakin Mısır ula ması harıl harıl bu şariat ayırımını uydurmaya ve Tarih-i Hu lefa'dan misal bulmaya çalışıyorlardı . Halbuki ısırıcı hule fa devirlerindeki vuku bulan ve hi lafeti hükümet ve kuvvet ten ayıran zorlayıcı hareketler şimdi bizim için imtisali ve özellikle ihticaca salih ve makbul bir şey olmamakla bera ber şimdiki hal ile o zamanlardaki ahval arasında dağlar kadar fark vardır. Yalnız şurasını söylemek yeterlidir ki o devirlerde halifelerden hükümet kuvvetini alanların mak sadr alel-ade tegallubten ibaretti. Hilafeti uhdesine almayı gözüne kestiramiyen ve bunu Mustafa Kemal gibi tahkir edici değil, belki çok m uazzam gören m ütegallip, hükümeti almakla yetinme zorunluluğunda kalarak hilafetle hükümet de bu suretle zarureten birbirinden ayrılmış olurdu. Yoksa eski mütegallibler hilafet sıfatını beğenmediklerinden ve Peygamber mevkiinin şerefine inanmadıklarından yahut o sıfat olunca şeriat kanunları hükümette işlerlik kazanmış olmak lazım geldiğini düşünerek ve Mustafa Kemal gibi dinsiz inhkılap fikri takip ederek hilafeti , mevsimi gelince büsbütün ilga etmek üzere ayrı bir tarafta bırakmış değil lerdi. O devirlerde Avrupa tahsil ve terbiyesi ile müslümanlık zihniyetinden ·uzaklaşmış ve Mustafa Kemal'in kafirane bid'atlarını Müslü manca tavile kryam ederek, 13 asırlık i s lam Tarihini alaşağı ettiğini bugün daha serbest bir lisanla hükümet ricaline söyleten (1 ) markurnun icraatına vaktiyle i slam Tarihinden misaller arayıp bulan Mısır ulamasının ah makçı gayretkeşliklerini hayvanlıkla tavsit etmek çok de-
(·1) Adiiye vekili Mahmut Es' ad mel'unu Temyiz Mahkemesinde irad etti (ıi bir nutukta böyle söylemişti (Vakit .20/6/1 926) Bkz: Ek: ll
56
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
ğildir. Kanun-i Esaside yazılı olan hükümranlık hukukuna bile müdahale edilen ve Umumi Harbe Türkiye'nin iştiraki ilan olunduğu sırada iradesini istihsale lüzum görülmeyen Sultan Roşad gibi (2) Osmanlı Halifeleri de Meşrutiyetten beri millete karşı tegallup ve tahakkum görülmek şöyle dursun, Enver gii)i, Mustafa Kemal gibi türedilerin tegallup ve ta hakkümüne halitelerin maruz kaldığı malum ve maruf iken Mısırlılarm Hilafet meselesini münakaşa esnasında hala Ha lifelerin i:ıtibdadından bahs etmeleri; hükü m etten ve emr ü nehydı3 alakası kesilerek halife yapılan Abdülmecid Efendi'yu "Emirü'I-Mü'minin" demeleri hayvanlık ve Sul tan Vahiduddin'in hiyaneti hakkındaki iftiralara, tahkik ve tetkik etmeden ağızlarını doldura doldura iştirak etmeleri de edebs izlik değil de nedir? Mustafa Kemal Türkiye'de hükümeti hilafetten ayırdığı zaman bu meseleyi güya i s lam Dini 'te i slam Tarihi nokta-i nazarından tetkik maksa dıyla 1 39:33 n umaralı "ei-Ahram" da uzun bir makale ya zan ve Ernevi, Abbasi ve Osmanlı halifelerini tarih boyun ca zulm ve istabdatla lekeledikten ve Vahidüddin'e gelin ce hepsinin kötülüklerini unutturduğnu recmen bil-gayb ifa de ettikten sonra: ' ' Bu fenalıkların cümlesi ümmetin ken
di üzerinde tasarruf hakkını tamamen bir adama verme sindedir. Şimdi bu hakikati gören Türk milletinin haii feye, Hz.ı:ııeygamber'in ef'alinden namazda imam olmak g ibi Allatı ile kulları arasında kalacak ve halife tarafın· dan müsı:akillen ifasında mahzur olmayacak vazifeleri terk eder1ek ibadullahın hukukuna taalluk eden i lahi ah ldimın terıfız ve murakabesinde kendini temsil eden mil let vekiiiEıırine, yani Meclis-i Mebusan'a tevdi etmiş ol masında hiç bir mahzur olmadığım ve Halitelerin üm meti esaret altında bırakan fesat-ı istibdadına mani ol-
(2) Jöntürk l<omitesinin Harb-i
Umumiye iştirak için Almanya ile ittifak muahedesi ııkt ettiğinden Padişah'a mal u mat verilmedikten başka o za man Sadrazam bulunan Mısırlı Said Halim Paşa'nın bile buna sonradan muttali olduğunu, izmir Suikasdi meselesinden dolayı Ankara isıikiiii Mah kemesinde iBticvap edilen Küçük Tal'at ve benzeri JöntOrk erkanının ifa delerine alie n 1 348/1926 tarihli (Tan) gazetesi yazmıştır.
HİLAFET VE KEMALİZM
57
mak üzere ihdas edilen böyle bir vazifeleri taksim usu lünün şayan-ı kabul ve tebrik görülmesi lazım geldiğini ve buna iman edenlerin kendi birincisi olduğunu" söy leyerek makalesine nihayet veren Mısır'ın namlı fuzelasın dan Muhammed e i M ı sri ye şimdi insan ne dese öfkesini alabilir? i slamın mazisi ve tarihine ait o derece geniş ma lumat ile i sıamın ve Türkiye'nin hal-i hazırı hakkında gaf letlerine mebni, uzaklara matuf nazariarı i le önünü göre meyen bakar-körler gibi hareket ettiklerine şahit oldular. Böyle ulemanın, i slamiyelin zararına hizmet eden ilimleri cahilden beter bir şekilde sahibierinin yüzlerine çarpılma ya layıktır. Hiç bir zorunluluk yokken Mustafa Kemal'in or taya çıkardığı h ilafet ve hükümet tefriki bid'atını te'vil et mek mecburiyeti sanki onların üzerine tereddüp ediyordu. Herlf yaptığı işleri i slam Alemine ve i slam U lamasına hiç sormuyor, lakin onlar i slam Dininden ziyade bir türedinin -
'
hareketlerine tabi imişler gibi arkasından te'vil yetiştirmeye çalışmaktan, bir defa da " d ur bakalı m , ne yap ıyo rs tın ? demeye vakit bulamıyorlardı. i slamın hükümet ve hilafeti "
ni heritin istediği şekle sokmak için böyle çapraşık te'viller bulmaya hacet ve zaruret nereden hasıl olmuştu? Yoksa i slam Dini ile oynanabilir de Mustafa Kemal ile oynarımaı mı? Yani i slam Dini'nin semadan nazif olmasından daha önemli olmak üzere bu adam da gökten zenbil iie mi inrnişti? i zmir'i feth etmiş imiş, feth etmeye yetişmeyeydi! Çün kü onu bir i slam fatihinin takip ettiği fikir ve gaye ile feth etmedi. Şark'ta Müslümaniiğı yıkmak ve Avrupalılık mef kCıresini m uzaffer kılmak için feth etti. Maksat bu olduğu nu Mustafa Kemal'in Maarif Vekili Hamdullah Suphi "Mu allimin Cemiyeti" kongresinde irad ettiği nutukta açıkla mıştır. Kendi ibaresi de aynen şöyledir:
" Efendiler i Bugünkü Türkiye Şark'ta Garblılık mü messilidi r. Garblılara karşı Garbın düsturları nı müda faa ederek muharebe ettik. Avrupalılar mağlup oldular. Muzaffer olan Avrupalılıktır. Biz mağlup olsaydık, köh ne Asya ve Asyalılık kazanırdı. Siz, benim karşımdaki
58
HILAFET-İ MUAZZAMA-l tsLAMtYE
muallimler Türk milletinin kulağına söylediğimiz yeni sözün, ıreni hakikatın telkincileri olarak bitmiş bir ha· yat şekli yerine yeni bir hayat şekli kuruyorsunuz . " Na tan gaz�ıtesi, 1 3/6/1 341}
"Fe ehlen biha ve sehlen ve inna biha evvelü el· mü'min(jn " diyen Mısır aleminin şimdi kulakları çınlasın.
Eğer i slam alemi ve i slam uleması, ta ibtidasından yanlış lıkla i slam kahramanı sandıkları Mustafa Kemal' den, i sıa
m ı n şeaiı-ine ve H ilafetin hukukuna taarruz tarzında aykırı hareketiEır ve fena alametler görülmeye başladığı dakika dan itibairen herife karşı i slam Dini'nin icap ettiği vaziyeti takınsaydı şimdiki gibi iş işten geçmeden, Türkiye'nin dini ve i slam aleminin hi lafeti hak ile yeksan edilmeden vazife lerini idrak ve ifa etmiş olurlardı. Benim gibi bir adam yarı on ı r u n u ve bütün kuvvetini aramıza girmiş olan d i n düş manlarınlll düşmanlıklarını müslümanlara anlatmak ve ken dilerini ikna etmek yolunda tüketirse bu düşmaniıkiara kar şı tedbir eılınmasına nasıl vakit bulacağız? Din düşmanıa rına karşı elimizi kolumuzu harekete getirmeden evvel zih n imizi harekete getirmekte bu kadar zahmet çeker ve bu kadar geç kalırsak, onlarla bizim başa çıkabilmemiz m ü m kün ve mutasavver değildir. i şte içimizdeki i slam Dini düş manlarının bütün maskeleri yüzlerinden düştüğü ve şap kalarına v<ırıncaya kadar açıkhk kazandığı bir zamanda yaz dığım eserlerimin bir çok sayfalarını hala Kemalistlerin din sizliğinde şüphe eden Müslümanların şüphelerinin izale sine ait deliii ve vesikalarla doldurmak mecburiyatinde kal malı mı idirn? Böyle adamların ahiretteki vaziyatini Cenab-ı Hak şu ayet'i kerime ile beyan buyuruyor:
"Ve "Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevii cehennemln mahkumları ara" sında oım,!izdık. " diye ilave ederler. " (Mülk/1 0}
f Şirzenıe-i Kemaliye'nin, h ü kümeti hilafetten ayınrken dinden de ayırmış oldukları gerek mantıki gereklerde ve ge rek din ile clünyayı veyahut d i n ile siyaseti ayırmak gibi ya-' rı açık, yarı kapalı tabirler altında kendi i ritatlan ile bütün
HİLAFET VE KEMALİZM
59
subOt bulduktan sonra bunun mahzurlarının da o kadar bü yütülecek bir şey değilmiş gibi sayıldığını görüyor ve Ke malcilerin i slam Dini'ne yönelik suikasdına karşı bu dere ce mütegafil davranan i slam Alemi'nin dargınlığından me yus oluyordum. Herifler; dünyadan ve siyasetten ayırdığı nız dini ahirete mi gönderiyorsun uz, diye bağıran bir m üs lüman sesi duyulmaması ne kadar gücü me gidiyordi. Dün yayı ve siyaseti, yani h ü kü meti d inin müdahalesinden kur taracak, dini hakuk-i medaniye ve siyasisendin iskat etmiş olan bir memlekete, Dar·• i slam, denebilir miydi? Başı şeriata bağlı olmamak üzere müteşekkil bir hükümet, i s lam h ü kümeti olamıyacağı gibi o hükümet bir ecnebi hü kümet değil, de, halkın, milletin kendi kendine teşkil ettiği bir milli hükümet ise öyle bir m illetin de kişilerce isimleri Ahmed, Mehmet olmasına rağmen, i slam Dini ile ilgileri hükümetleri vasıtasıyla toptan kesilmiş olması zaruri idi. Yalnız bu hallere karşı içinden kan ağlayan ve elinden bir şey gelmediği gibi memleketinden hicret imkanını da bula mayan aceze-i ahali için bir mazeret hakkı kalıyor. (1). Fa kat bunlara bedel Türkiye dışında, Ankara hükümetinin din ve dünyayı birbirinden ayırmaya ve bu suretle dini ahirete bırakarak dünyadan vücudunun izalesine matuf icraat ve kararlarındaki cinayeti Mustafa Kemal'in hatırı için kapat maya veya hafif göstermeye çalışan müslümanların ve bil hassa akıllılarının vaziyetleri, islami kaideler nokta-i naza rından pek tehlikeli bir halde bulunuyordu. Demek ki herTf, Anadolu'nun ortasında kurduğu dinsiz hükümetle, bir ta raftan 600 seneden beri ve belki daha fazla bir müddetle i slam Dini'ne göğsünü kale yapan bir milleti toptan ithada sevk ederek d i n ve d ünyalarını tahrib ettiği gibi, bu icraatr kendilerine tasdik ettirdiği uzaktaki müslümanların dini va ziyetlerini de tehlikeye sokarak onlara da az zararı dokun-
(1 ) "Kendilerine yazık eden kimselere melekler. canlarını alırken (Ne iş de idiniz) dediler. Bunlar: (Biz yeryüzünde çaresizdik} diye cevap verdi ler. Melekler de: (Allahın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya?) dediler. işte onların barınağı cehennemdir: Orası ne kötü bir gidiş (ye ri)dir./Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiç bir ça _ reye gücü yetmeyen ler, hiçbir yol bulamayalar müstesnadır. /Işte bunla r ı . umulur ki Allah affeder: Allah affedici, bağışlayıcıdır." (Nisa/97-99)
60
HtLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
muş olmuyordu . B u yaı.dıklarım, h e p Mustafa Kemal hükümetinin hi lafeti resme n ve sarahaten ilga ve Osmanlı Hanedanını Türkiye dıı}ına i hrac etmeden evvelki icraat ve kararlarına aittir. Ve hiJkümet-i merkuma müslümanlığa ve hilafete ne fenalık etti, ne darbe vurdu ise, işte hep o evvelki icraat ve kararlan ile, yani hilafetin hOkümetten tefrikine ve laik h ukümet tHşkiline dair olan icraat ve kararları ile yapmış. Esasları o zamandan kurulmuştur. H ilafetin açıkça ilgası ile Abdülmecid Efendi nin ve sair hanadanın ihracından ibaret olan sonraki hadiselere gelince, yeni bir şey sayıl masına bilo layık olmayarak evvelce kurulan esasın tatbi kinden ibarettir. Mısır gibi, H ind gibi i slam alemi ise esası m utazamm ın olan evvelki hadiselere karşı ilgisiz davrana rak, ehemnıiyetçe ikinci derecede kalması lazım gelen sor. hilafet hadisesi üzerine yaygarayı kopardılar. O güne ka dar Ankara hükümetinin koltuğu altında yaşayan ve belki mühim vazfiler ifa eden Abdülaziz Çaviş gibi büyük bir alim ancak bu hadise üzerine Türkiye'yi terk ederek K e m al cı bombası Müslümanlığın ciğe rine isabet ediyor" başlık lı Mısır'da makaleler yazıyor. Halbuki Hilafet Makamının hü· kümeti . . . hukuk ve selahiyeti ve bütün meşguliyeti ref' ve nez' olunduktan, ve buna da i slam alemi "Ehlerı ve sehl e n " rıza gösterdikten sonra artık hiç bir işi, vazifesi, ve hükmü olmayan halifenin i stanbul 'da oturması ile d ışar d a oturması arasında önemli bir fark olmaması gerekir. Aca ba i slam aleımi, Mustafa Kemal'in h ü kümetten tecrid olu� nan hilafet r:ıakamına i kba ettirdiği Abdülmecid Efendi'yi i stanbul'dan çıkartırken mi azi olundu sandı? Halbuki o, '
"
istanbul'da otururken de mazul olarak oturuyordu. Daha
nasb olunurl<en işten el çektirilm iş, ve vazifesinden azi edil miş değildi. i nsan daha başka türlü nasıl azi edilir? H ükü meti Mustafa Kemal almak ve hilafeti Abdülmecid Efen di ye bırakmak suretiyle aralarında güya taksim yaptılar ve bu taksim üzerine ittifak ettiler değil mi? Halbuki bütün kuv-. vet ve salahiyet, hükümeti alan tarafa gitmiş ve hilafetin lafzı bir isimle kalan halife öte taraftaki kuvvet ve hükü me tin emrine kEmdini teslim etmiş, mutbu iken, tabi olmuştu. '
HiLAFET VE KEMALİZM
61
Nasıl ki hükü metin bir polisi, HaiTfeyi bir gece yarısı ansı zın saraydan ve i stanbul'dan çıkarıp atmaya kafi geldi. Ve o zaman Abdülmecid Efendi bir bucuk sene evvel tayin olunduğu makamın Makam-ı Hilafet olmadığını anladı. Onun için ben vaktiyle Sultan Vahidüddin'in hal'l ve hila fetin hükümetten tecridi ilan olunduğu zaman: " Bu hadi senin: Halifenin şahsının değil, Hilafetin sonudur. " di ye Mısır gazetelerinde bağırmıştım: (ei-Ahram, 2 Kanuni evvel 1 922, ei-Mukaddam, keza.). O tarihte yazdığım şey ler tesadüfün te'yid ettiği kenanet veyahut ince bir teraset eseri değildi. Besbelli bir şey olduğu için bunu vaktinde an lamak bana bir mefharet ve marifet hissesi ayırmaz. Fakat anlamayanlar, özellikle söyledikten sonra anlamayanlara büyük bir masiyet ve hacalet yükler. H akikaten ne idi o hükümet ve hilafet!.. Ahkam-ı Şer' iyyenin icrasına memur ve hihafet ve hükümet reisi olan Hz.Peygamber'in halifesi ve vekili olacak zatın elinden hü kümeti alınca o zat Cenab-ı Peygamber'in nesine vekalet edecekti? Dolmabahçe Sarayı'da ikamete marnur olduk tan başka Abdülmecid Efendi'ye bir vazife ayrılmamış ol duğundan müşarünileyh'in nasb olunduğu bir buçuk sene işgal ettiği makam, asla Makam-ı H iliifet değildi. Dini irşadat tarzında uydurulan ve bir gün aslı çıkmadıktan baş ka nesli bile gösterilmeden va' d olunan vazifler ise ulama ya ait vazifelerden ibaret olacaktı. Çünkü ulema da verese-i enbiya olmak cihe!iyle bir tür hilafet vekaleti haizdirler. Ve ulamanın hilafeti ile halftenin hilateti arasındaki far:< bi rinin elinde hükümet ve maddi kuvvet bulunarak, diğerinde bulunmamasıyla ortaya çıkar. ( . . . . ) i şte ey okuyucu! Mustafa Kemal'in inkılaplarının uğ radığı bu devirleri de, merhaleleri de sakın unutma ki bu oyunların ne acayıp yollardan geçerek şimdiki uğursuz ve çelişik neticelere vasıl olduğunu kuşatabiiesini Evet, hatı rına getir ki Kemaleiter bir zaman: " Hilafet hükümetler de olur, hem daha parlak olur. " diye ne kadar tutturmuş lar. Mustafa Kemal'in hallfesi Abdülmecid Efendi' nin . . . F. 4
62
H1LAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAMİYE
yuvasından daha çürük olan vaziyeti makul ve meşru gös termeye çalışmışlar ve tam bir buçuk sene bu davayı takip ve isbat sahasında çene çalmışlar, yazı yazmışlar, bizim kilere de beğendirm işlerdi .{ . . ) H ülaseten hilafet "Hükümet-i Şer'iyye" demek oldu ğu ve " Hükümet-i Meşruta" ve "Hükümet-i Cumhuriye" gibi hükümetin bir tür özelliğinden ibaret bulunduğu cihet le, n as ı l hükümetten ayrılmış Meşrutiyet ve Cumhuriyet ola mazsa, öylece hükümetten tefrik edilmiş H ilafet de olamı yacaktı. BLı bunu islam alemine anlatmaya çalışıyor ve mu vaffak olamıyorduk. Tam bu esnada, hükümetten tecerrütle akli ve şer'T mahiyeti kalmamış ve yalnız lafz1 manası kal mış olan " Hilafete" alıştırdığı i slam efkar-r umumiyesi ile çocuk oyuncağı gibi oynamaktan kolay bir şey olmadığını tefrik ve tecrid meselesinde m ü kemmelen tecrübe etmiş olan Mustnfa Kemal bu vak'adan bir sene sonra günün birinde bir Fransız m uharririne (Matin muharriri Moris Ma res) vaki olan beyanatında: " Hükümetten m ücerred Hi lafet olamilz, belki hilafet hükümetten ibarettir. " diye rek bir sene evvelki icraat ve iddialarının gerek mülakatla ve gerek i slam alemi ile istihzadan başka bir şey olmadığı ve bu istihzayı kabul edenlerin yüzüne vurmak tarzında ik rar ve ifşasına başlamış ve tefrik-i h ükümet: ve hilafet ka ziyyesine ait Mustafa Kemal in mel 'un maksadı hakkında o zaman kadar geçen görüntülere ad ırmayan i slam alemi nin kafasına "Tak!" dedirtmek için mezkCır kaziyeyi ken disi setr etmek ve efkar ve siyasetini hiçe saydığı da o be yanatında söylediği müslümanları tefrik-i h ükümet ve hila fet meselesi ile nasıl bir oyun oynadığını aniatmak zama nının hulul €'tmek üzere olduğuna ima ve işaret etmiştir. O esnada i stanbul'da serbest matbuat erkanına karşı ku rulan i stiklal Mahkemesi vasıtasıyla suçluların ve avukat larının lisanından "Laik Cumhuriyet" için toplanan arz-i itaat ve ubudiyet istekleri de Kemalcilerin memleketteki va ziyetlerinin kimdilerine emniyet-bahş bir halde bulunduğu n u göstermiş ve Müslüman ahalinin 1 7- 1 8 seneden beri .
'
HiLAFET VE KEMALİZM
63
tekrar tekrar süngü kuwetiyle tarü mar edilen efkar-ı umu miyesi hakkında bu m uhakemeler suküneti def'e bir tec rübe ve bir ' ' LAik Konferans'' yerine geçmiş olarak arka sı çok geçmeden de Hilafetin adına ek olarak isminin de ilgası ve Al-i Osman'ın kadıniarına ve ufacık çocuklarına varıncaya kadar tümünün Türkiye'den i hracı ve Mehakim i Şer'iyye ve Medaris-i i slamiye gibi dini müesseselerin de yine ilgası vukua gelmiştir. Mustafa Kemal hükümetinin Hilafeti tamamen ilga et mesi üzerine, ewelce hükümetten mücerred Hilafeti mü dafaa eden dalkavuklar, tıpkı, sahibi hangi tarafı gösterir se o tarafa koşan eğitilmiş köpekler gibi istikamet değişti rerek, hilafetin bu zamanda ehli kalmadığı, l üzumsuzluğu, ewelden de aslı olmadığı tarzında m utad üzere derece de rece yükselen yeni yeni davalar takibine koyuldular. Bu dal kavuklardan en hararetlilerinin davalarını delillerini de bu kitabta tetkik ölçüsüne vuracağız ve m ugalataların ın foya sınr meydana çıkaracağız. Lakin daha ewel hilafeti bir kerre icmalen tarif edelim:
H i LAFET GERÇEGi Hilafet lügatte başkasının halefi olmak ve yerine geç mek manasınadır. ört-i şer'ldeki manasının hülasası da dini ve dünyevl riyaseti, yani hükümet-i islamiye riyasetini ih rai: ederek Peygamber Efendemiz (s.a.v.) Hazretlerinin ha lftesi olmaktır ki riyaset makamında Genab-ı Peygamber' in yüce eserine ne kadar uyulursa hilafet sıfatı da o nis bette tahakkuk ve tecelli eder. Hilafet sıfatının tahakkukun da en ziyade gözetilecek nokta burası olmakla beraber lü gat manası ile "halife" sayılacak zatın müstahlef olması na i mam ibni Hazm lüzum göstermiş ve Genab-ı Peygam ber Efendimizin hafifesi ünvanını yalnız Ebu Bekr-i Sıddik Hazretleri'ne hasr eylemiştir. Çünkü Peygamber Efendi miz tarafından istihlaf olunmak şerefini yalnız Müşarünileyh haiz olarak, mesela Hz.Fanik da bu itibarla olsa olsa Ebu
64
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
Bekr'in ha lifesi olabilir. Çünkü kendisi onun tarafından is tihlaf edilmiştir. Gerçi Ebu Bekr es�Sıddik'ı da, ashab-ı kirarndan lıiç bir kimseyi de Fahr-ı alem Efendimiz kendi lerine halift3 oarak açıkça göstermemişlerse de kendilerin den sonra Ebu Bekr'in o makamı işgal edeceği gerek işa ret ve gere.k: doğal işaret ile anlatmaktan hali kalmamışlar dır. Bu sebeple ashab-ı kirarn m üttefikan Ebu Bekr'e " Halife-i R asulillah" ünvanını vermişlerdir. Cenab-ı Pey gamber Efr�ndemizin onu kendilerine halife nasb ve inti hab ettiği hıerhangi bir suretle ashab-ı kirama malum olma sa bu ismi lvlüşarünileyh'e ıtlak etmekte bu derece dilbirli ğ i olabilir miydi? H atta Ömer e i-F ar uk a "Halife-i Resulillah" demediler. Ve bir müddet " Resulullah'ın ha lifesinin hcılifesi" dedikten sonra bu tabiri uzunca bula rak "Emirü'I-Mü'miin" demeyi m ünasip gördüler. Riva yete nazara::ı ibtida bu ad ile Hz. Ömer' i Abdullah bin Cahş veyahut Amr bin As ile Mağiretu ibni Şube yad etmiş, ya h ut bir tarat�an fütuhat haberi getiren bir zat Medine'ye gi rişte "Emirli' l-mü'minin nerede?" diye sormuş, ve b u ih timallerden herhangi birinin neticesinde bu ünvan ashab-ı kirarn tarafından da tasvib ve tahsin ile kabul edilmiştir. Maamafih " halife" lafıının lügavi manasının tahak kukunda isti hlaf edilmiş olmak şartına lüzum yoktu r. i stih laf edilmeksizin de herhangi bir makama kaim olan zata lügat bakımndan " halife" ıtlak edilmesi sahihtir. Binae naleyh Ebu Bekr es-Sıddik'tan sonra i slamın reisliğinde bulunan zata da m ümkün olduğu kadar siret-i Nebeviyeyi takip etmek şartıyla " Rasulullah'ın hallfesi" denilmesin de bir mani yoktur. Evet, bir tür lakip ve alem halinde "Halife-i Rasuhllah" ünvanı ile müşerref olan yaln ız Ebu Bekrez-Sıdcjlik:dır. Lakin biz b urada lakab nitelenmesin den ziyade manevi nitelerneyi nazar-ı d ikkate alarak i slam hükümeti başkanlığındaki Cenab-ı Peygamber Efendimi zin yüce eserine ne kadar uyulursa h ilafet sıfatının o n is bette tahakkuk ve tecelli edeceğini söyledik. Bu itiyad ile, Hilafet mevkiinde bulunan zevatın Cenab-ı Peygamberi '
65
HiLAFET VE KEMALİZM
hakkıyla temsil etmesi ve hilafetin tam manasıyla n itelen miş bulunması nadir olduğundan fıkıh kitabiarında " hilafet" tabirinden ziyade " imamet-i Kü b ra tabiri ma ruftur. " Benden sonra hilafet 30 senedir. Bundan son ra melikliğe ve saltanata dönüşür.'' mealindaki hadis-i şe rifin manası da " hilafet-i kamile ; ' nin az vakit devam ede ceğini bildirmekten ibarettir. Lakin benim de şu izahatımdan, bu zamanda hilafet kalmadığına ve binaenaleyh An kara h ükümetinin hilafeti ilga kararında isabet ettiğine kail olduğum anlaşılmamalı dır. Hilafeti ilga etmeni n müslümanlığa karşı ne büyük ci nayet olduğunu anlatmak maksadıyla bu eseri yazan adam dan öyle bir fikir çıkmasına imkan var m ıdır? Daha doğru su ben hilafetin lüzümunda şüphe ve tereddüd gösteren insanların hem akıllı hem de müslü man olmalarına i htimal veremem. Çünkü bu zamanda Hz. Peygamber Efendimizi hakkıyla temsil edecek bir halife ister bulunsun, ister bu lunmasın, i slam hükümeti bulunacak ya ve o hükümetin reisinin eser-i eelil-i Nebeviye mümkün mertebe uygun ha reket etmesi M üslümanlarca matlub ve mültezem olacak ya, işte bu noktalar matbub ve m ültezem olunca hilatetin lüzumunda da tereddüde mahal kalmaz. Hilafete ehil adam yoksa, hükümet riyasetine de ehil adam yok demektir. Hal buki hükü met ve riyaset-i hükümet her halde muattal kala maz. Mümkün olduğu kadar ehliyeti haiz olan bir zatı ora ya geçirmekten sarf-ı nazar edilemez. Öyle ise bu zatın mümkün olduğu kadar Cenab-ı Peygamber'in yolundan git mesinden de sarf-ı nazar edilemez. Yani Müslüman h ükü metinde ahkam-ı şer'iyye tatil edilemez. M üslümari hükü metinde ahkam-ı şer'iyyeyi muattal bırakmamak lüzumu, Müslüman lara hükümet lazım olduğu kadar mutlaka hila fetin de lüzumunu intaç eder. Çünkü daima i slam h ükü meti bulunsun ve onun reisi m ü mkün olduğu kadar Pey gamber'imizin yolunda gitsin, demenin, üzerimizde daima mümkün olduğu kadar Cenab-ı Peygambere hilafet ve ve kalet edebilecek bir zatı icra-i hükümet etsin, demekten kıl kadar farkı yoktur. Evet, benim Türkiye Cumhuriyeti'nin ku rucuları gibi, i slam Dini'nin hayatına kasd eden Allah ve "
66
HİLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
Peygamber' düşmanlarının, bin türlü hile ve desiseler isti mali ile hila.feti ilga ederek: "Bundan sonra Türkiye Hü kümeti ve hiç bir hükümet Peygamber'e vekalet ve ahkam-ı şer'iyyeye tabiiyet etmiyecek, böyle kayıtlarla mukayyed ·Olmayacak" denmasine aklım ermez. Lakin bir vakitte Marıısura kaadısı Abdürrazik, sabık Mecelle ko m isyonu rei si ve i zmir meusu müteveffa Seyid Bey, vak tiyle " Kasicıle·i Bürde" ye nazire söyleyen M ısırı�"!. emirü'ş şuarası Şevki, Sebillürreşad muharrirlerinden Omer Rı za gibi m üs lümanlık davasında bulunan heriflerin hilafet maslesinde Ankara hükümetinin herakatını tasvib etmele rine akıl erdiremez. Acaba bu adamlar da Şeriat-ı M u ham mediyenin i slam hükümetlerinde ve i slam diyarında yürür lükten kaldırılmasını m ı istiyorlar? Çünkü h iliHeti ilga eden Ankara hükümetinin bugün Tü rkiye'de vasıl olduğu netice budur. Vakıa hilafet meselesinin müslüm anca ictihad ve ih@l.fa müsait bazı ince noktaları vardır. Fakat Arikara h ü kü metinin bu mesele hakkındaki fikir ve maksadı o i nce noktalardan büsbütün bu mesele hakkındaki fikir ve mak sadı o i nce noktalardan büsbütün ayrı olmak üzere gayet basit ve vazıtıtır. Mustafa Kemal şimdiki zamanda Peygam berin hilafetine ehil in!?an bulunmadığından veyahut müs lümanları bir noktada cem ve idare imkanı bugün için mev cut olmadığından hilafeti ilga etmedi. Belki peygamberi, ye n i tabir ile is!ihlafe (1) şayan görmediğinden ayet ve ha dislere dayal ı şeriat kanunlarının bu medeniyet asrında kıymet-i tatbi!<iyesi olamıyacağına kail olduğundan ilga et medi ki bu da M üslümanlığın bu medeniyet asrında kıymeti alamıyacağını söylemekten kat'iyyen farklı bir şey değildi. Ankara hükümetinin Türkiye inkılabı namına bütün icraatı ve o hüküme:in en yetkil i ricalinin aşağıdaki açıklamaları, bu dediğim şoylere bağıra bağıra şehadet etmektedir. Ad· liye vekili Mahmud Es'at Bey, Temyiz Mahkemesinde nut kun u irad edHrken, harfiyyen şu sözleri söylemişti: (1) istihlat: Yerine başkasını hale! yapmaktan ibaret olarak sabıkın sıfa tıdır. Şimdiki Türk muharrirlerinin istimal ettiği gibi lahilin sıfatı olarak baş kasının yerine geçmek değildir.
HİLAFET VE KEMALİZM
67
" Hü kkam-ı kiraml . . . Muasır medeniyet içinde Türk milletinin mukadderatını, ortaçağa ait esaslara, bütün açık hakikatiere rağmen özel bir kasıtla veya şuursuz bir inatla, bağlı kılmak davası, tarihin suçlar/cürümler diye kayd etmey hak kazandığı bir faciadır. Bu gün ın kilab dönmeyen kat'i kararları bu kanlı cephenin sah ne olduğu 13 asrı tekmil saçmalıkları ile baş aşağı et miş bulunuyor. " (Vakit, 20/6/1 926) (Bkz: Ek: l l). Mustafa Kemal inkılabının, 1 3 asır süren i slam tarihi nin ve i slam Dini'nin butlanını meydana getirmekle m uvaz zaf ve mübahi olduğuna delalet eden bu gibi vesaik, say maya gelmeyecek derecededir. Ben bunlardan bir haylisi ni eserierime de koydum. Şimdi, hilafetin ilgasında Anka ra hükümetine taraftarlık ve yardakçılık eden Müslüman lardan nümune olarak isimlerini az evvel zikr ettiğim eş has ne demek istiyorlar? Mesela ilkbaharda Kahire'de top lanıp dağılan H ilafet Kongresini tezyif ile fü rk gazetele rinde tekrar tekrar mevzu bahs eden Ömer Rıza, 25 Ma yıs tarihli "Vakit" gazetesinde "Hilafet kongresi komedisi" başlığı ile yazdığı makalesinde nakl ettikten sonra şöyle diyor: "Camiu'I-Ezher şeyhi, hilafetin peygamberden son ra vücut bulduğunu, binaenalyh islam Dini ile alakası bulunmadığını unutuyor. Bundan başka Müslümanlar arasında vahdet vücuda getiren amil, hilafet değil, biz zat Müslümanlığın . . . ruhani ve insanlığı i rşad eden yücelikleridir. " "Bkz: Ek: l l l). Bir kere hilafeti, gözden düşürmek ve i slam Dini ile mü nasebeti olmadığını anlatmak için bunun Peygamberden sonra vücut bulduğunu dermeyan etmesi gayet haklıdır. Hi lafet, Müslümüanların hükümetinin, kendisini, Cenab-ı Pey gamber'in eserine tabiiyetle m uvazzaf ve m ukayyed bilme sinden ibaret olduğunu söylemiştik. Şimdi asr-ı saadette Cenab-ı Peygamber'den sonra ayrıca bir de eser-i Nebe viye'ye uymakla m uvazzaf bir hükümet reisi mevcut değil di diyerek Peygamber Efendimiz'den sonra da müslüman-
68
RtLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMiYE
lar kendi l,erine hiç h ükümet reisi ittihaz etmesinler yahut ederlerse onu Peygamberin eserine tabiiyetle m uvazzaf kıl masınlar mı? Herif, asr-ı saadetten sonra gelecek hükümet reisierinin olduğu kadar Cenab-ı Peygamber'in mukarnını boş bırakmamaya çalışacak sıfat ve haysiyette olmasnı ha iz, hem d€ı Peygamber zamanında böyle bir şey yoktu, di yerek islaıntyet namına sanki bir bid'at gibi . . . hükümet ve reis-i hükümetin eser-i Nebeviye tabi olmasını, yani " Laik" olmasını boğeniyor. Laik hükümet ve hükümet başkanı asr-ı saadette var mıydı? Dalkavuğun mugalatasını beğeniyar musunuz? Asr-ı N ebevide mevcut değilmiş. Tabii olamaz dı. Çünkü vücud-i şerifleri hilafet ve vekaletten ibarettir. Fakat o zaman hilafet yoktu, diyene asr-ı saadetten sonra islim Dini'nıe ait her hizmete (ne) verilecektir? H ilafet, is lam Dini'ne hizmet eder mi? H ü kümet reisinin Peygambe re vekalet sebebiyle memlekette islam Dini'nin hükfım ve kanunlarını yürütmesini ve islam Dini'nin himayesiyle m u vazzaf olup, "isl am iyete hizmet etmez de Ankara hüküme tinin islam kan unlarını ve 1 3 asırlık islam esaslarını hergün tahkir ve te,z:yif ederek M üslümanlarda alemin içine çıka cak yüz ve haysiyet bırakmaması islamiyete hizmet eder! .. ? " Müslümanlığı yükselten hilafet değil, bizzat müslü manlığın ke,ndisidir." diyor. işte müslümanlığın ulviyetini inkar etmemekle münazaradaki mevkiini cidden sindirmiş olan bu, dinsiz hükümetin dindar dalkavuğuna demeli ki: Peki, Müslümanlığın yanı başında Peygamber vekili bulu nacak bir hükümet idaresinde mi mahzuz olur, yoksa bu ulviyeti irtica. şeklinde göstermeye bütün kuwet ve bela gatıyla çalışan "h1Uk" hükümet idaresinde mi mutlu olur? M üslümanlı�ıın i nsanlığı irşad eden tealimi de senin dediği gibi çok güzEıl! Lakin gözlerin görmüyor m u ki Türkiye'nin la-dini hükümeti bütün bu öğretimi ta'til ve tenkil etti. . . . ya zı yazdığın " :S ebilürreşad" ı kapattığını bilirsin. Evvelce o mecmuada (eline) hizmetle geçimini temin ediyordun. O ka pılar kapandı:�tan sonra şimdi de küfur ve ithadı öncü ya parak sefil hc:;yatı n ı sürüklemeye çalışıyorsun . Çünkü bu-
_
HiLAFET VE KEMALiZM
69
gün Türkiye'deki dinsiz hayatın sürmesi� böyle yazılarla ka zanılır. Gazetelerde böyle yazılara yer bulunur. Eğer hila fetin icap ettirdiği M üslüman h ükümeti olsa, aksine şimdi Müslümanlığın Türkie'de kapalı kalan tealim kapılarını.. . .gi bi dini imanı para ve menfaat olan herifler de o zaman ona göre başka türlü yazardınız. Asıl Ankara hükümetini hila fete ve i slamiyete karşı harekatının muhtelif safhaları var dır ki onların hepsini herkesten fazla bir alakadarlıkla ta kip ederken Araptan , Türkten bir çok (alçaklarla) çarpış tım. Her adımda, arası çok geçmeden zamanın beni tas dik ettiğini... muarızlarımın haksızlığı zaten pek bariz bir hal de olmakla beraber Mustafa Kemal'in son harekatına .... ewelki küfriyatı biraz üstünü kapalı kaldığından bir gün ev velki yardakçılarının da vaziyeti ....... gerek olsa yine şim dikine nisbete bir mazerete istinat ettirilebiliyordu . Lakin bugün . . . . i slamiyeti yıkmak için hilafeti yıktığı tamamen tebey yun ve tahakkuk ettiği bir zamanda Ö mer Rıza Bey, hem Müslümanlığın ü lviyetinden , faziletinden bahs ederek h i lafet yıkıcılığı çarpışmasını yürütmüş, bir çok şeyler gibi ha yasızlığın de sarı olmadığını gösteriyor. H ih1fet... en yük sek ve hakim mevkide bulunacak adama, din-i Mübin'in hamisi sıfat ve vazifesin i ele geçirirken, bir memlekette i s lam Dininin şan ve şerefinin bakasına taraftar olduğunu söyleyip.... hi lafeti ve islamiyeti birlikte teziii ve tahrib eden lere hak vermesi , akıllara hayret veren bir tenakuzdur. Ö mer Rıza denilen adam Mısır'da açılan hilafet kongresi ni tenkit ve belki istihzaya layık ........ biraz hakkı vardır. La kin kongrenin başarısızlığa mahkumiyetinden Ankara hü kümetinin hilafeti hedımı etmiş olduğuna delil ve hüccet... sayması, işte, b u edebsizliğin kaynağıdır! .... Ö ldürdüğü hi lafeti diritmeye çalışan . . . sanki bir i slam mühiti mesaisin de daima ... maruz kalsa bundan Ankara'ya ve Mustafa Ke mal'e ait olarak çıkacak netice hissesi daima (mevcut ola caktır.) Onun için kongrede hazır bulunan M ısırın ve m uh telif i slam memleketlerinin (temsilcilerinden beklenen) en
70
RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAM1YE
birinci vaıife i slam hilafetini kendi eliyle yıkan ve kendi aya ğı ile tekmeleyen (alçakları) protesto ederek işe başlamak idi. Lakın muhtelif maksatların tesiri altında . . . kongre aza sı tam bir halis niyyetle m ücehhez olmadıklarından bu di ni celadeti gösteremediler. . . H ilafet düşmanlarının yardak çıları kongre ile alay etmeye cesaret bulurlar. Eğer kongre gelecekteld m üzakerelere iştirak edecek azaların bir hayli noktalarde. ihtilaf edebileceğini ve lakin her şeyden evvel, Türkiye'de türeyen dinsiz hükümetin Hilafet-i Muazzazama yi i slamiy�eyi şu hale getirmekle i slam Dinine ve Müslü manlara bOyük bir ihanette bulunmuş olduğu kanaatinde bütün i slam alemi murahhaslarının ortak fikirde ,olması i k tiza edecer�ini umuma tercüman olarak ilk eelsesinde ve açılış n utkunda kayd ve tesbit edeydi, Hilatetin yeni kuru culuğunu omuziayan hadimleri, yıkıcıianna karşı birinci za feri kazanmış ve H ilafet düşmanlarının ağızlarını kapatmış olacaktı. Halbuki hilafete Türkiye'den tard ve teb'ld ede rek her isteyen için kendi tarafına ve m uhitine çekmek tır· satını hazırlamış olan Ankara hükümetine dil uzatmak mü nasip değilmiş gibi iltima·sı bir vaziyet, hilafet ve i slamiye lin dostunu, düşmanını tanımak ve yüce menfaatlerini her şeye tercih otmekle mükellef olan kongre heyetine zaaf iras etmiştir. H ilafet kongresi daha geçen sene (1 925) açılacaktı. Buna m ukaddime olarak kongrede Mısır müslümanlarını temsil edec13k ulema ve tuzaladan müteşekkil ilmi heyet tarafından i �;lam Alemi'nin her tarafına davetname şeklin de matbu mecelleler neşr olunmuş ve m ü'temerin (kong renin) programı ve toplantı maksadı hakkında izahat veril mişti. Bu ihzari mecellelerin m ünderecatında hakkıyla ta rafsızlık ve samirniyet hissi m uhafaza edilem�diğini göre rek mü'temerin muvaffakiyeti hakkında o zamandan şüp heye düşmüştüm. Mezkur mecellelerde isim tasrih edile rek hilafetleri nin kabul edilmemesi esas ittihaz olunan ze vat.. Abdülıııecid Etendi'nin hilafetine sultadan ve h ükü metten soyutlanmış olduğu için gayr-i sahih nazarıyla ba-
HlLAFET VE KEMALiZM
71
kılacağını ifade eden fıkrasını kaltırtmıştı. H ilafetin hükümet kuwetinden tecr1d ve tefrikini haiz olmadığını ve belki hi l afetin i slami hüküme�ten ibaret olduğunu üç sene ewel Abdülmecid Efendi Istanbul'da sultasız ve hükümetsiz otururken ve Mustafa Kemal'in isteklisi iken Mısır gazete lerinde isbata çalıştığı esnada beni de oradaki köpek ya zarlara karşı sultasız halife gibi yapa yalnız bırakan M ısır uleması, demek ki Mustafa Kemal, Türkiyedeki hilafet su ikasdını ikmal edinceye kadar hakikatı bile bile seslerini çı karmamışlar. Ve belki bana saldırırken M ustafa Kemal makam-ı hilafet aleyhine harekatında alkışiayan sefihleri ni onlar da en az sukGtleri ile teşci' etmişlerdi. O zaman Mustafa Kemal hükümetsiz hilafet olur, demişti. Bunlar da olur, diyordu . Ben, olmaz, dedim, kabul etmediler. Sonra Mustafa Kemal de olmaz, diyerek hilafeti i lga etti. Şimdi M ısırlılar da Abdülmecid Efendi'nin hilafetini, hükümetten soyutlanmış olduğu için sahih değildi, diyorlar. Lakin M us tafa Kemal, sahih değil, dedikten sonra bunlar da onu tas dik ettiler. M ısırlıların fikirlerindeki değişiklik, hakikatı son radan olsun itiraf mahiyetinde değil de sırf yine Mustafa Kemal 'i tasdik mahiyetinde olduğuna mebni, Mustafa Ke mal 'in tayin ettiği Abdülmecid Efendi' nin h ilafetinin sa h i h olmadığı ve belki Mustafa Kemal'in kendisinin hilafet düşmanı olduğu tebeyyün ettikten sonra bu h ilafet düşma nının halife-i mahlu' olan Sultan Vahidüddin'in hiliifetten hal 'inin de sahih olmadığı şu hakikatlerle birlikte yine te beyyun etmek lazım gelirken, M ustafa Kema l 'in Vahidüd din aleyhinde M ısırlılar üzerinde yaptığı eski etki, M ısır ka m uoyunda değişikliğe uğradıktan sonra da yine önemini m u hafaza etmiş olarak kongrede hilafeti mevzu-bahs ola caz zevat mayanından Vahidüddin'i ihraca kafi geliyor. (1). Ve adı geçen değişikliğin hak ve hakikat noktasından hiç bir semeresi görülmeyerak ewelce Vahidüddin'in aleyhin de ve Abdülmecid Efendi' n in lehinde Mustafa Kemal ile birleşen M ısırlıların bu defa da her ikisinin h ilafeti aleyhin de merkum ile birleşmelerinden ibaret kalıyor. Bu nokta(1) O zaman merhum müşarüniıeyh, hayatta idi.
12
H1LAFET-İ MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
lar Mısırlıl�ırın fikirlerine ya i nsicam-ı mantık! bulunmadığı na veyahurt derin bir haksızlık ve garazkarlık bulunduğ u na delalet edor. i stanbul 'daki hilafet makamı fasılalı darbeleri ile büs bütün yıkıltncaya kadar " Batalu'l-islam" yalancı ü nvanı nı verdikleı·i yıkıcının, i slam alemi tarafından alkışiara ve hallfetin lanıetiere gark edilmesini i slam Tarih i , bu devrin Müslümanları üzürinde silinmez bir leke olarak kayd ede ceği gibi, ırıkılan hilafetin yerine yenisinin tesisi mevzu bahs olduğu zamanda Osmanlı hanadanından hilafete bu seretle zi'l-yed olan iki zattan hiç birisinin ismi ileri sürüle miyeceğini şart koşmak ve esas ittihaz etmek, hak ve hakikatın izhar ve ihyasına taraftarlık manası ifade eden taraf sızlıkla te'll\' kabul edecek bir şey değildir. i slam Aleminin ve bilhassa M ısır'ın, Mustafa Kemal lehinde ve halife aley hinde bu de rece yanlış telakkiye kapılması ve yanlışlık an laşıldıktan s:onra da ewelki gaflet hareketlerinde görülen hararete muadil bir hararetle muhabbet ve nefret hedefle rini tam mukabil tarafianna göre tebdll etmiyerek, hatayı tamir ve teUifi etmenin hakkını vermekte tutuculuk göster mesi, ortada dönen bir takım siyasi a'raz ile efkar-ı i slami yenin ciddiyetini, safvet ve salahatini kaybetm iş olduğuna delalet eder. Acaba Mustafa Kemal'in hiliifet ve i slamiyat düşmanı olduğu tebeyyun ettikten sonra aleyhinde efkar-ı i slamiyenin ;reteri derecede görülmemesi, hilateti yıkarken Türkiye'den Osmanlı Hilafetinden uzaklaştırarak, istenilen tarafa çekilebilecek bir hale getirmiş olmasının minnettar lığını mı mulıafaza ettiklerinden ileri geliyordu? i şin içinde özel maksatlar bulunmasa, hilateti ihya maksadıyla toplanan islami bir kongrede, hilafetin katli aley hine söz söylemek için gerek vardı, mani yoktu. Öyle ya b u i slam mtırahhasları dünyanın dört bir yanından gele rek Kahire'do niye toplantı yaptılar? Murahhas gönderme yen ufak tefe k bazı müslüman muhitlerinin meseleye ala kakadarlık göstermekteki geri kalmalarında Ankara h ükü metinin tesiri ol�uğunu bilmek lazım gelir. Ankara hükü-
HİLAFET VE KEMALiZM
73
meti ile tamamen müttefik ve müttehid bulunan Bolşevik Rusya hükümetinin idaresi altındaki Müslümanlar da m u rahhasları ile " Mekke" kongresine iştirak ettikleri halde Kahire'de toplanan hilafet kongresine iştirak edememiş lerdir (x). Evet, tesir ve tazyik altında murahhas gönder meyen yerleri istisna ettikten sonra bütün i slam böiQeleri m urahhasları Kahira'de niçin toplantılar? Muazzam Islam Hilafeti'nin başına gelen ve kendilerini tedbir almaya sevk eden halin esasını bir kere ortaya koymak lazım değil mi? Asırlardan beri Türkiye'de devam eden Hilafetin aslı ve nesli ve meslek ve akidesi başta meçhul, daha sonra fena ale metlerle ma'lül bir şahıs paldır güldür yıkıyor. Ona bu hak nerden gelmiş ve nasıl mecburiyat hasıl olmuş?
(x) Bakınız: Ek: IV
7
7A.
HİLAFET-t MUAZZAMA-t İSLAMİYE
H i LA FET VE EMPERYALiST OYUN LAR Yukandaki izahat :ımızın gereğince hilafet, islam h ü kü metindon ibaret ise, laik Ankara hükümeti gibi dini bağ lardan, Allaha hamd olsun, soyutlanmamış ve soyutlanmayı da hatırına. getirmemiş bulunan Müslüman hükümetlerinin her birinde hilafet mevcut demektir. O halde bu hükümet ler, hilafeti kendi muhitlerine almak için neye telaş ve te halük göstı.� riyorlar? Yok bu hükümetler, bilmiyerek ürünü toplamaya mı çalışıyorlar? i kinci olarak yeryüzünde bulu nan sayısız islam hükümetlerinden her birinde halifenin bir den fazla _olması, hadis-i şerifte men olunmuştur; ve bu hadis-i şeri1ı, birden çok olmaya engel olmak için ortaya çı kan ikinci hilafenin öldürülmesini emr etmektedir. Şimdi bu noktalara cevap verelim: Hih1fetin şer'! manası bizim dediğimiz gibi, islam hü kümeti reisi iğinden başka bir şey değildir. Ve bir memle kette, bir mi llette iki hükümet olamıyacağından dolayı ha llfenin de birden fazla olmasına meydan verilmemesi hikmet-i idaı'e noktasından zaruri bir şeydir: M üslümanlık ise, şeriat nazarında tek millet sayıldığından., müslüman ların hilafetinde de vahdet lazım olduğu kadar hükümetle rinde de vahdet lazım ve matlubdur. Bütün bunların sebe bi de M üslürrıanların parçalanmaya doğru gitmemesini te min etmektir . Lakin dünyanın şimdiki durumu, islamın bir idare altında toplanmasına mani olacak sayısız islam hü kümetlerinin varlığını gerekli kılıyorsa, bu, hükümetlerin sa yısı ölçüsünde artık halitelerin de taaddüdü zaruret kesb eder. Çünkü iıilafette vahdetin lüzumu, hükümeti m utazam mın olmasından ve hükümetin vahdet icap etmesinden neş'et etmiştir. Binaenaleyh zarurete binaeri müteaddit is lam hükümetlerinin varlığını kabul ediyorsak, müteaddit ha llfelerin varlığını da kabul etmemiz iktiza eder. Şu izahata nazaran şimc'iki halde mevcut islam hükümetleri M üslü-
HİLAFET VE KEMALİZM
75
manların din ve dünyasına nezaretle peygamber mevkiin de bulunduklarını, yani bil-fiil islam halifesi olduklarını bil mali ve o yüce esere uygun hareketten ibaret olan yüksek vazifelerini takdir etmelidir. Müslümanların, ihtimal ki bir hükümet idaresi altında toplanmasına mani olan son durumlarının gereği olarak bir tür hilafet daha vardır ki o da örten en büyük ve en kudretli islam Hükümetine has olan bir sıfat ve ünvandan ibarettir. islam hükümetlerinin kendi aralarında bir tanesine fazla pa ye ve adeta riyaset vermelerini ifade eden bu manaca hi lafet tabiatıyla taaddüt edemez. Kahire kongresinde mü zakere mevzuu olan hilafet de budur. Her iki manasınca hilafet, hem dini ve hem siyasi bir makam olmakla beraber sonun cu manasıyla biraz daha siyasi bir hususiyat kazanır. Yani M üslümanlığın son vaziyatince siyasi menfaaetleri böyle bir makamın vücudunu icap ettirmiştir. Şimdi belki Ankara hükümetinin hilafet meselesinde avukatlığını deruhte eden özel para ile tutulan adamı Ömer Rıza, benim son özlerimden ip ucu olarak Ankara hükü metinin ilga ettiği hilatette, işte sadr-ı islam 'da mecut ol mayıp sonradan ihdas edildiği anlaşılan ve dini olmaktan fazla siyasi haysiyeti haiz olan ikinci tür hilafettir, diyecek olur. Lakin böyle demekle Ankara hükümetinin mevkiini kurtaramaz. Çünkü, ewela hükümet-i merkume ahkam-ı şer'iyye ile mukayyed olmamak için hilafetin birinci türünü de ikincisi ile birlikte ilga etmiştir. Hatta daha doğrusu Müs lüman hükümetlerinin, aralarında payiaşamadığı makam, hilafetin siyasi ciheti galip olan ikinci türü olduğu halde M ustafa Kemal'in en fazla istemediği ve ilga etmek iste diği ise Hilafetin, dini ciheti galip olan birinci nev'idir. Ya h ut ikinci ile birincinin müşterek kaderini teşkil eden dini noktadır. Yani her ikisinde bulunan ahkam-ı şer'iyye ile mu kayyed noktasıdır. ikincinin ihtiva ettiği ziyade-i farikaya, yani en baş hükümet olmak noktasına gelince, bundan An kara hükümetinin istemiyeceği ve rağbet etmiyeceği bir ci het yoktur. Onun istemediği ve düşman olduğu dindar hü-
76
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAM1YE
kümetlerin en başında bulunmaktadır. Hükümetlerin din dar olmasına o kadar mu'teriz ki bunun için en baş hükü mete sahip olmayı bile kabul etmiyor. Saniyı:m, ikinci tür hilatetin daha ziyade siyasi mahi yeti haiz bulunması ve hatta islamın bir hükümet idaresi altında toplanmasına mani olan son durumundan sonra or taya çıkmış olması, hilafetin dini ve asli mahiyetinden uzak laşmak tarzında deği l , belki islam'da bir hükümet ve bir hilafet olmak ana kaziyesinin bir tür tazmln ve telafisinden ibaret olara.k ehemmiyetini arttırır, eksiltmez. Salisen, islamın son vaziyatine göre siyasi çıkarları nın varlığını icap ettiği hür hilafete Mustafa Kemal'in ha sım. ve muarız olmasının manası nedir? Gerçek siyasi çı karlar,bunuın varlığının•gerekmediğine kail olamaz. Zira is lam h ükümetleri arasında bir baş hükümet bulunmanın şu andaki islam alemine bir tür vahdet sağlayan siyasi çıkan apaçık olduktan başka tekmi l islam aleminin buna taraftar olması ve yalnız Kemalistlerin, ingiliz gibi asırlara varan hi lafet düşmanları i le hem-fikir olarak bunun aleyhinde bu lunması siyasi çıkarlarına ayrıca kat'l bir hücettir. Ömer Rım za 'nin zikri geçen kongre makalesinde; " ingiliz hükü me tinin meml.fıru olduğu söylenilen" tarzında tanıttırdığı Hin di inayetullah Han in yine adı geçen makale ifadelerin den olmak iizere; "Hilafet meselesinin tehir edilmesi, fa kat daimi bıir hilafet heyetinin teşkili, bu heyeti yaşata cak ve faaliyeti idame edecek mali bir müessesenin vü cuda getirilmesi gibi pek eskilerce fikirler beyan ettik ten sonra Ililafetin bir ferde tafvizini amir nass bulun madğını, h ilafetin hilafet-i akvam olduğunu" söyleye rek kongrede h ilafet aleyhdarı gibi görüş beyan eden ye gane muratıhas olması da bu meselade M ustafa Kemal ile, ingilizlerrin ve ingiliz memurunun fikirleri birbirine ya kın olduğunu göstermektedir. Hindli murahhasın kişisel hi lafeti nefy ederek, h ilafet-i akvama kail olması da ciddi bir tetkik eseri olmayıp zamanımııda moda olan demokrasi na zariyelerinin sathl surette taklldinden ibarettir. Halbuki '
,
RtLAFET VE KEMALİZM
77
" Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yapaca ğım, dedi vakıt" (Bakara: 30) ayet-i kerimesinde işaret bu yurulduğu üzere, farz üzerine hakim olan beni beşer hila feti, yani mutlak surette hilafet-i nev'iyye-i insaniyeyi geç tekten sonra hükümet-i akvam gibi teşkilatı temsil eden hi lafet hep. kişisel hilafete racidir. Çünkü hükü metlerde pa dişah veya reisicumhur gibi her ne ad ile olursa olsun mut laka bir baş bulunur. H ü kümet bir meclisten ibaret olsa bi le bu meclise içlerinden riyaset eder. Ondan da kat'ı na zarla meclis hükümetleri yine hükümet-i akvam değildir. Belki hükümet-i efraddır. Her ne ise ingilizler gibi, ingiliz memur olduğu sanılan inayetullah Han ın da müslüman lıktaki hilafet fikrine taraftar olduğu görülüyor. Şimdi bu mü nasebetle başka bir mesele-i mühimmeye sözü akta rıyorum: '
LOZAN VE iNGiLiZLER
Kemalcilerin hilafeti ve Osmanlı Devleti'ni feda ede rek büyük devletlerden, harb-i umumi mütarekesinin son senelerinde Türklere en ziyade muarız görünen ingilte renin " Loza_n" kongresinde desteğini kazanmak üzere da ha ewelden gizli bir pazarlık yapmış olmaları hakkında ben de bir kanaat vardır ki.. . i zmir'i, Edirne'yi Türkiye'ye iade ve ecnebi imtiyazlarını ilga hususunda Anadolu'da Yunan ordusunu bazmakla büyük devletlere karşı u mumi harbte ki mağlubiyetimizi de galibiyete dönüştürmesi pek ziyade uzak olan Kemalci hamasetten ziyade ... lehinde bir dava nak olması lazım gelen bu b üyü k hiyaneti keşf etmek için ince bir ileri görüşe lüzum yoktur. Hatta bu gizli pazarlığın bazı diplomasi ifadelerinden sızan ifşaat ve itiraflarına bile tesadüf edilir.
78
H1LAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
Lozan Kongresi son bularak murahhaslarrn memle· ketlerine avdetini müteakıp Avam Karnarasında bu mese le mevzu-t>ahs olduğu zaman mebuslardan biri : " ingiliz tarihinde böyle bir i nhi:zam siyaseti geçmemiştir. Türk ler, harbteı ingilizlere galip gelselerdi bundan fazla mü saadelere mazhar olamazlardı. " diyerek konferans ka rarlarını i n�;Jiliz menfaatı hesabına tenkit etmişti. Hariciye müsteşarı 'Ju itiraza kısaca şu cevabı verdi : "Bu mesele yi kadim Türk Devleti ile şimdiki Türk Devleti arasın daki farka dikkatle muhakeme ediniz. Şimdi o milli bil' . devlettir. " Bu muhtasar cevabın manası derindir. Ve o derin mananın kısaca ifadesi de şimdiki Türk Devleti 'nin bir islam Devlı3ti olmadığını, yani islam hilafetini haiz olmak tan sarf-ı nazar ettiğindendir. ingilterinin en büyük kazan cı işte bu noktadadır, demek isteniliyor. Yoksa Türkiye mill1 devlet olmakla ingiltere'nin Harb-ı Umumideki galibiyet hak kından fera!Jat etmesi ve harbten ewelki vaziyetine nisbetfe biraz da üste vermesi lazım gelmez. Lozan sulhünün, hakikatan araştırma ve düşünüp ta şınmalara muhtaç esrarı vardır. Bu esrar perdelerini yalnız selamet-i muhakeme ile, yalnız mantık kuwetiyle parçala yıp maveramna nüfuz etmek mümkün iken kaziyye olarak akl-i selim ııahibleri ve hakikat takipçiferi için, bu m uam manın halline yardım edecek delil ve arnareler ve itiraflara da sahip olmak güç bir şey değildir. Büyük devletler tara fından "Sevr" muahedesinde yerin dibine geçirilen Türk iye'nin Lozan muahedesi ile birden bire şahikalara çıkma sı, mağlup il'en galibiyet semalarında takla atması, asırlar dan beri süren kapitülasyonları üzerinden kaldırıp atması sihir midir, kararnet midir, yeni Türk peygamberinin bir mu cizesi midir''! M ustafıı Kemal ordusunu n Yunan ordusunu Anado lu'da mağlup etmesi Kamelistlerce ne kadar büyütülse yi ne bu zaferin, (Lozan) kazancına nisbetle bacağı çok kısa kalıyor. (Sakarya) kenanndan başlayıp izmir sahilinde ni hayet bulan bu muzafferiyetin tesiri (Atina) üzerinde his-
·
HİLAFET VE KEMALİZM
79
solunması yine çok fazla ve çok uzak ihtimal iken bu zafe rin italyayı, Fransayı, Büyük Britanya adasından i ngilizleri korkutması, yumuşatması, Ankara kuweti önünde baş eğ dirmesi, sayesinde müyesser olmuştur? Harb-i Umumi arkadaşları olan Bulgar, Avusturya-Macaristan ve Alman ya devletleri ile birlikte Türk'ü de mağlup ederek, yine Mus tafa Kemal ve arkadaşlarının kumanda ettiği ordulara isti nad eden Türkiye hükümeti, (Mondros) mütarekesi ile ema na düşüren ve Boğazları açtırıpistanbul'a kadar giren i ngi lizler, Fransızlar, halyanlar nasıl oluyor da yalnız başına ka lan Türk'ü n son hamlesi önünde hepsi birden aczını izhar etmeye ve üstünlüğünü teslim ederek çekilip gitmeye mec buriyat hissediyorlar? Lozan masasının başında, neticele nan bir harbin silah arkadaşlığı vazifesini ifa etmiş bir mil letin mümessili ve şahsen sevdikleri Venizelos' u susturup Türk murahhasına üst perdeden söz söylemek ve istekle rini sıralamak fırsat ve selahiyetini veriyorlar? Dostlarına düşmanlık, düşmanıarına dostluk mükafatı tevdi eder gibi bir vaziyet alıyorlar?! i ngiliz ve Fransız siyaseti ne kadar vefasız olsa da bu mertebe gafil ve kendi menfaatlerini bu derece gayr-i müdrik olamazdı. Yok yok gaflet ve hama kat, ingiliz ve Fransız hariciye nazıriarının ağzını, dili sağır ismet (Paşa)nın Lozan Meclisinde sebebsiz bağladığına za hib olanlardır. i 'tilaf Devletleri, Kral Kostantin'e temayül göstererek Venizelos'tan yüz çevirdiği için Yunan milleti ne ne kadar gücenmiş olsalar, yine Umumi H arbte Alman ya ile birleşerek ve Boğazları kapatarak harbin uzamasma sebeb ve kendilerine büyük engel olan Türk milleti ile on ları bu vaziyete sokan ittihat ve Terakki'ye ve ittihat ve Terakki 'nin istihalesi halinde bulunan Kemalisliere hiddet lerinden fazla hiddet edernemeleri iktiza eder. Özellikle itilaf taraftarı olarak Yunan Milleti'nin, kadrini bilmediğine kız dıkları Venizelos'a Lozan'da kendileri de bir tekme vura cak değillerdi ya! Zamanın ahengine sesini uydurarak "Ya Şasın Mustafa Kemal Paşa!" diye bağırınakla halli müm kün olmayan bu m u ammaları aklı başında kalan her Türk-
80
HiLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMiYE
'ü n ve Türkiye ile alakadar olan her müslümanın düşün mesi ve bu soruları kendi kendine sorması lazım gelir. Halbuki bu sözler, her kerameti kendilerine isnat eder ken şımardıkça şımaran Kemalistler tarafından, kafi de recede ifşa r�di!miştir. Bu şımankhk vesikalarından bir kıs mını tetkik etmekte olduğumuz konuların aydınlanmasına medar olmc:k üzere bu makamda ayağıda zikr ve irad ediyoruz: "Yeni Türkiye ve Ale m" başlığı ve Ağaoğlu Ahmet imzasıyla 524 numaralı "Milliyet"te yazılan baş makale den: (30/7/1 �327). " Biz Asyal oto-teokıatik, mağlup, esir bir devletten, beş sene içinde Jwrupai, halk�ı, demokratik, galip hür ve müs takil bir devlet çıkardıki Bu hayır-bahş Herkül am eliyesi na sıl yapıldı? Uzaktan ve yakından bakanların aynı derece de gözleri kamaşıyor cıkılları şayıyor, başları dönüyor!" "Ve gerç:ekte, Lozan sulhnamesinin yeni Türkiye'ye temin etmiş olduğu istiklal ve beyne'l-milel, bu Türkiye'nin tahakkuk ettirmiş olduğu mucizelerden birisi değil midir?" " U nutmamahdır ki Kapitülasyon lar rejimi ta Fatih za manından beı i devam ettiği gibi, Lozan kongresine kadar vaki olan hiç bir beyne'I-miJel konferansta da Türk murah hasları Avrupa murahhasları ile !TIÜsavi telakki edilerek ma sa başına otuı·muş değildiler. Devletin kuvvetli zamanla rında dahi Tü ri< m uranhasları Asya! bir devletin murahhas lan muamelesine m; ,ruz kalmışlar ve ikinci derecede öne mi haiz olmuşlar. Taritıte ilk Qefa Lozan Konferansındadır ki Türk murahl1asl2ın /wrupa m ümessilleri ile müsavi ola rak masa başına oıur·ıyorlar ve işte bu masa üzerindedir ki, Fatih zamanından beri devam eden o menhus kapitü lasyon zincirlerini milletin ve devletin boynundan alıp par çalıyorlar!'' "Ve buna Türk n e zaman muvaffak oluyor, biliyor mu sunuz? " Hasta Adam"ın ölüm hükmü verildiği günün fer dasında mağlup Türkiye'nin her tarafı istila ya uğradığı bü tün zinde cihazi arı elinden alındığı, hükümeti, hükümdan düşmanlarla birleşerek kendisine hiyanet eylediği devrin nihayetinde ! . . "
HlLAFET VE KEMALiZM
81
Yağma yok Ağaoğlu Ahmet adındaki kör dalkavuk ! ' Herkesi de kendin gibi kör mü zannediyorsun? Düşmanlar la birleşerek Türkiye'ye hiyanet eden h ü kümet ve h ü küm darın bu hiyaneti menfaatleri hesabına irtikap ettiği i ngiliz ler, Fransız ve h alyanlar da kendilerine bu derece hizmet eden dostlarını düşmaniarına çiğneterek i stanbul'dan kaç maya mecbur olacak derecde aciz ve Lozandaki son hO· küm mevkiini muhafaza ederken de yine hep dostlarına rağmen düşmanlarını muzaffer çıkaracak derecede hesa· bını ve pusufasını şaşırmış olabHir mi? Makaleden nakle devam edelim: "Bu hadise yeni Türkiye'nin tahakkuk ettirmeye mu vaffak olduğu mucizelerden, efsanelerden en mühimmi, en aniaşılmayan ı değil midir? Unutmamalıdır ki Umumi Harb esnasında i tilaf Devletleri, yani Fransa, i ngiltere, i talya ve bütün müttefikleri Türkiye'yi kendi aleyhlerinde olarak gör meyi Kapitülasyonların ilgasına tercih etmişlerdi. Türkiye' n i n müttefikleri bulunan i talya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan ise ittihat ve ittifaka rağmen, Kapilütasyonla rın ilgasını düşmanlar ile beraber onlar kadar şiddetli içe rikli bir lisanla protesto etmişlerdi. O derecede dost ve düş man devletdler kapitülasyonlara kıymet ve ehemmiyet ve riyorlardı!" " i şte bu dost ve düşman devletlerdir ki, bu defa yine m üttehiden ve m üttefikan aynı kapitülasyonları bütün te ferruatı ile beraber lağv etmeye mecbur kalıyorlar.!" Acaba neden mecbur kalıyorlar? Herb-i Umum1deki dost düşman, yani galip ve mağlup devletlerin hepsi bir den yeni Türkiye'nin önünde neye mağlup ve mecbur ka lıyorlar? "Mağrur Lord Gürzan' u n ilk kere olarak eğilrnek ve teslim-i nefs mecburiyatini hissediyor!" Neden, acaba neden? Galip i ngiliz murahhası, mağ lup Türkiye murahhasının ö nü nde bedavaya eğildi mi? Bu eğilme her halde Türkiye ricalinin Gazi Hazretlerine (!) arz-ı tazimat mahiyetide olmamaktır. ! "
F.S
82
H!LAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
"Ve Idrnin önünde! Dünkü bir mağlubun Sevr'de ha yatına nihayet verilmiş ve tedfin merasimi icra edilmiş bir ölü önünde!" Lord Gü rzon un karşılıklı razı oluş hali, bu ölünün top rağına hürmeten vuku bulmuş olmasın!?" " Bütün bir an'anaye, bütün bir zihniyete, bütün bir be şeriyete karşı icra edilen bu ameliyeyi yapanlar yen i Türki ye'yi vücu:la getiren· aynı rühberlerdir: Yani Gazi ve ismet Paşa ve arkadaşları!.." H a ha! Alaşıldı: Kocaman devletlerin eğilmesi M usta· fa Kemal'in mavi, isınet'in kara gözlerine karşı olmuş? "Asırlardan beri devam eden kapitülasyon zincirleri parçalanıp atılıyor. Ve Türk devletini Avrupa Devletleri ile müsavl ve hem-hukuk olduğu esası resmen bütün devlet ler tarafından kabul ve tasdik oluyor. Yalnız dört sene ev vel bunun böyle olacağını birisi çıkıp da iddia etmiş olsay dı, divanelik değilse- hiç olmazsa hülyaperestlikle tavzif edi lirdi? Fakat işte bugün bu, muazzam ve tarihi bir hakikat ve bir vak'adır!" " Dahi rehberterin önderlikleri ile bu val<'ayı tahakkuk ettirmeye m uvaffak olan Türk milleti için diğer ve nisbeten daha pürüzHüz ve daha az karışık olan sahalarda da aynı derecede m uvaffakiyatler ihrazı hiç de uzak sayılmamalı dır. Zira yapılan ameliye- mahiyeti itibariyle bir değildi. Ve m uhtelif teforruatı arasında sıkı bir alaka ve ahenk mev cuttur. Lozan sulh-namesinin esaslarını telkin eden ruh ne idiyse, şahsi saltanatın ve hilafetin ilgası, Cumhuriyetin te' s'lsini, medeni kanunun kabulunü ve son unda bütün yapıl m ış ve yapılmakta bulunan değişikliklerin icrasını ilham eden de odl! r!" "En kuvvetli olduğu zamanlarda kapitülasyonları ka bul eden bir devletin en zayıf gözüktüğü bir zamanda aynı kapitülasyonları her-çi-bad-a-bad (ne olursa olsun) kaldır maya kalkışabilmesi için bu devletin maddi ve manevi bün yesinde m ü him ve derin değişikliklerin vakı olması lazım değil midir?" '
HİLAFET VE KEMALİZM
83
işte Ankara cephesinde mü him bir mevkii haiz olan bir adamın imzasıyla ve tam itina ile " Mi l liyet" gazetesinde neşr olunan ve yeni Türkiye hükümeti kurucularının med hini hedef alan bu makale kadar onları itharn edecek parlak bir itiraf vesikası nı insan arasa bulamaz. Makalenin bütün belağatıyla yeni Türkiye hesabına öğündüğü ve hay retler celb etmeye çalıştığı noktaya, ey okuyucu, sen de parmağını iyice bas! ingilizler, Fransızlar, halyanlar gibi H arb-ı Umumi'de Türklere ve müttefiklerine galip gelen en güçlü devletlerin, savaştan sonra sulh masasının başında idama mahkum bir mağlup sıfatıyla karşılaştıkları Türklere en kuwetli devirlerinde ve hatta galip geldiği muharabeler neticesinde bie edilegeldikleri müsaadeleri ibraz etmeleri için işin içinde bam-başka bir sebeb bulunmak ve gayet esrar-engiz bir manevra çevrilmiş olmak lazım geldiği gi bi, bu manavrada Türkler kazanmış ve m üsaedatı ibraz eden büyük devletler kaybetmiş olmak ihtimali de yoktur. Çünkü Türklere karşı harp meydanında kazanarak istan bul'a kadar giren bu devletler, sulh-masasının başında akıl larını ve menfaatlarini kaybetmiş olamazlar. Yunan ordu sunun Anadolu'dan çekilmeye mecbur olmasına müsavatta kalmak manasından fazla bir mana atf ederek Türkiye'nin Yunan'a galip geldiğini kabul etsek bile, hasseten Yuna nistan'a nisbetle ka.z anılan bu galebenin m ükatatını aslın dan, çok büyük bir faizle, Türkiye'ye karşı galibiyetleri söz götürmeyen diğer bütün devletlerin de ödemeye mecburi yat duymaları h iç bir akıl ve mantığa ve siyaset ve menta at mikyasına sığmaz. Büyük devletler Lozan muahedesinde Türkiye'ye ver dikleri bol bol müsaedata mukabil elbette verdiklerinden daha m ühim olarak acaba Türkiye'den ne aldılar? Hakika ten , galibin mağluba vermesi ve verdiğinden çok fazlasını alması gayr-ı kabil olduğu cihetle galip devletlerin bu an laşmada m utlaka Türkiye'den çok büyük şeyler almak ol d uğuna hükm edilmek lazım gelmez mi? Özellikle Türki ye'ye açıktan verilen menfaatler karşılığında onlardan ali: nan şeylerin gizli tutulması tavizlerin önemini kat kat arttır ma:Kra ve akıl ve mantığı cidden meraka d üşürmektedir,
•
84
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAM1YE
işte bll büyük muammayı zaman çözmüştür. Ve suret-i haııenazai:an, gerçekte meselanin işin 6aşında 9iii11ütü" lacak kadar· mühımOiduğu tahakkul< etmel<tedir. Sulhün ak: tinden biraı: sonra Türl<iye'xe altı yüz senelik hilafetle, bi� senelik Islamiyelin ilga olunmasından ve şimdiye kadar ��zünün kutupları derecesinde hiç bir kaşifin eli yeti şemiyen ls/am haremlerinin na-mahremlere açılmasından anlaşılıyor ki yeni Türkiye hükü meti, umumi harbte yenil diiği devletlerin önüne kendi devletinin ve milletinin m ukad �esatını atarak yani en zalim galiplere en sefil mağlubla rın. yerebileceği şeyleri vererek; milletlerin , vatanlarını ve mevcudiyetlerini tehlikeye koyan m uharebelere kadar gi rişmeyi göze alırken son gaye olarak muhafazasını düşün d ükleri manevi varlıklarından Türk milleti hesabına feragat ederek mill€ıtin U mu mi Harb'e iştirakinin tazminatını ödemiş . ve Türk'ün mazisine ve müstakbeline alçaklık verecek olan bu yüz karasını kapatarak işin içinden yüz akıyla (!) çıkmış göün me k üzere devletlerden biraz da üste almış ! ! Şimdi c ikkat ettiniz m i ? Ankara murahhası i smet'in Lo zan sulh kongresinde büyük devletlerin m urahhaslarına ka fa tutar ve at:eme çalım satareası na takındığı vaziyetle M us· tafa Kemal 'den aldığı talimat m ucibince sulh alış verişin de oynadığı role ve gösterdiği m arifet ve maharete!.. Koca kahraman lar, bir taraftan hilafet hükümetini ve bizza� feyi ingilizlere satılmış gôstermel<le lel<elemeye çalışırkeq asıl kendileri deviedin hilfdetini, Islam kanunlarını, milletin dinini ve tarihini ıngilizlere, Fransızlara ve ıtalyanlara sat� m ışlar. Merrıleket satmak iftirasına kıyas kabul etmeye bir hakikat olm:3.k üzere kendileri memleketin ruhunu ve na-1 musunu satmışlar. Ev satmakla evin haremindeki namu su satmaldan hangisi dafıa agiTbir alçaklıktır? üzeilikle ha life ve hükümet hakkında , memaliki niTn9ilizlere sattılar, di· yerek M. Kemal şirketinin yaptığı hokkabaz yaygaraları akıl ve mantığın kabul ederneye ceği ve hilafetin sübO· tu na şahit olduğu bir müfteri efsanesi mahiyetinde bulun d uğu na nazaran bu müfteriler meml!3ketin n.?musu ile be: @!2!3r mill�ti� §lkıl v_.e mantığını da yok bahasına satmışlar-
HlLAFET VE KEMALİZM
85
�,Öyle olmasa para ile satın �ldıkları Türkiye'den ingiliz leri hangi kuwet çıkarabilirdi? Iki paralık M ustafa Kemal kuvvetin baskısına boyun eğerek ingilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin istanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Ke malistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir. Kemalistler den biraz para ile daha ziyade zorla aldıkları Musul 'da ba kınız ingilizler nasıl yerleşmiş oturuyorlar! Denizierin ha kimi olan ingiliz'in elinden iç karadaki Musul'u kurtarama ya kadir olamayan Kemalist kuvveti, açık boğazların biti şiğinde bulunan istanbul' u nasıl kurtarabilirdi? Acaba in gilizler istanbul'u bırakıp giderken onu kendilerine satan adamlardan paralarını geri almaya da vakit bulamamışlar mıdır? Bu sıralarda baş-bayi Halife Vahüdüddin de hazır Türkiye dışında bulunduğuna nazaran i ngilizler, paraları nın �•arşılığında rehine olarak kendisini niçin zabt ve tevkif etmediler? Diğer itilatcı bayi' ler de istanbul ve Türkiye kıy metindaki ingiliz liraları cablerinde bulunduğu halde itti hat ve Terakki tirarileri gibi Avrupa'nın lüks şehirlerinde ve mükellef otellerinde safa sürmeyi bırakıp da Arabistan çöllerinde ve Balkan kayalıklarında oturmak -istemeyi ne den tercih ettiler? Hangi tarafa ba.k ılsa sokak politikacıları nın süprüntü propagandalarından ibaret olduğu görülen if tira tozu dumanı arasında d inini, namusunu pazara çıkar dıkları Türk milletinin memleketini satmak efsaneleri ile de akılları üzerlerine heva oyunu oynayan hakkabazarın oyun larının mahiyeti Türkiye'de ve islam Aleminde tamamen an laşıldıktan sonra hala bu oyunu ara sıra tekrar etmekten utanmayan kalemi ve vicdanı nasırlaşmış yazarlar Türki ye'de bulunduğu gibi Türk milletinin aklı üzerinde oynanan bu hava oyunlarının Türkiye dışındaki komisyoncu şube leri de gazete adı verdikleri kapazelik yaftaları ile daima bu hava ve iftira oyununu tekrar ederek m ültecilerin arka sından "Vatanlarını Satanlar" diyerek ü rürle'r. Türkiye' deki müfteriler darağaçlarının sayesinde yüzlerine tüküren bulunmayacağından emin olarak maskaraca oyunlarına de vam edebildikleri halde hariçteki maskaralık şubelerinin ha-
86
HU..AFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMtYE
yasızlıkta 9üvendikleri dayanak noktaları, Türk milletinin ak lı ile istihza edilebileceği veyahut Türk milletinde adata al data akıl bırakmadıkları hakkında kanaat tammeleridir. Onun için Türk milletine bu adamların yaptığı sürekli ha kareti hiç kimse hiç bir millete yapmamıştır ve hiç bir mü I letin aklı ile oynanılmak hakaretine Türk milleti kadar ta hammül ettiği görülmemiştir. Selfmik'i kabe-i hürriyet itti haz eden ,Jön-Türklerin Türk aklı üzerine oynadığı büyük hava oyun'ları, Bosna-Hersek' e kadar uzanan Osmanlı Ru melinin Türkiye hesabına başını yedikten sonra da bugün hala o zamanı n Selanik'te ve Manastır'da çıkan " Silah" ve "Süng,ti" gazetelerinin demdarlığını yapmak ve hatı ratın ı ihya ,etmek üzere Batı Trakya'da kalan bir avuç Ru· meli Türktl'nün aklını şaşırmak vazifesi ile mükellef bir Ke malist gazotasinin yine o meş'um hava oyunlarına devam ettiği ve e�>ki baykuş nameleri ile tarihin tekerrürüne ter cüman olduğu ibret gözü önünde görülmekte ve milletten de eskisi gibi yine bir ses işitilmemektedir. Eski baykuş dö küntüsü de aynı gayeye vasıl oluncaya kadar habis nefes ler sarf etmektedir. Muhalıflere isnat ve iftira edilen vatan satmak cürmü ile Türk milletinin namusunu ve dinini satmaktan ibaret ola rak Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından bil-fiil işlenen cinayet aranında bazı Kemalistlerin iddiasına nazaran şöyle bir fark varclır ki güya büyük dahinin Türkiye'de yaptığı din siz hareketler ve münfıklıklar Avrupa devletlerini aldatmak için siyasetHn icrası lazım gelen muvakkat şeylermiş. Hat ta Lozan muahedesindeki müsaedat-ı düveliyenin iç yüzü ne dair ben i m burada yazdığım şeyleri de belki bu tür Ke malistler kendi fikirlerinin ve iddialarının te'yidi mahiyetin de telakki ederler. Buna inanan müslümanlara gelince, on ların bunu üşenmeden muhakeme edecek aklı olmadıktan başka Avrupalıları aldatma meselesinin aslı çıkmaz da bu na intizar eelerken bir gün kendilerinin canı çıkarsa Avru pada bu adamların, kaybedilmiş olacak hakiki bir din ve imanı da yoktur. Çünkü dinleri her tahrib darbesine müsa-
HlLAFET VE KEMALİZM
87
it olan. . . adamların müslümanlıklarının aslı olmadı_ğma � hükm edilmek daha doğru olur. Avrupalıilan aldatmak teranesiyle, aldanmaya talip müslümanları aldatmak dinsiz Kemalistler için hakikatan hoş bir eğlencedir. Demek ki Türkler hilafeti ilga etmişler: Muvakkaten , yani Avrupalıları aldatmak için, şer'i kanun ları ilga ederek isviçre Kanununu almışlar Muvakkaten , şapka giymişler: Muvakkaten, camileri yıkıyorı·ar: M uvak katen, yani Avrupalıları aldatmak için kızlarını Hristiyanla ra tezviç edecekler: Muvakkaten, yani Avrupalıları aldat mak için, yarı çıplak bir halde karılarını na-mahrem erkek lerin kolları arasında oynatıyorlar: Muvakkaten, o Avrupa l ıları aldatmak için!!.. Va'd ettiğimiz vesikaları nakle devam edelim: 29 Temmuz 1 927 Tarihli "Milliyet" gazetesinin "Türk Milleti'nin istihkakı" başlıklı başmakalesinden: (Siirt Me busu Mahmut (x), sayı: 523) " Lozan sulhünün sene-i devriyesi m ünasebetiyle is met Paşa Hazretleri'nin yaptıkları beyanatta bu muahe de ile Türkiye'nin Garp usulünde milli bir devlet olmak hak kını teyid ettiğini ve milletimize bugünkü vaziyeti temin eden, uzun ve çetin bir mücadeleden ibaret olduğunu izah ettikten sonra şu sözleri ilave buyurmuşlardır: (Dört seneden beri Türk Milleti'nin gelişmeleri, mille timizin istidat ve istihkakının lozan gününde fark edildiğin den daha yüksek bulunduğunu ispat etmiştir.)" "Şüphe yok, muhterem i smet Paşa bunları ifade eder ken o günlerin ızdırabından, müzakereler esnasında ken disine tevcih edilen tarizlerden, Türk Milleti hakkında hak sız ve yersiz olarak yapılan iftira ve isnatlardan mülhem ol muştur. istilaya uğratılan toprakların ı istirdat için, çiğnenen haklarını müdafaa için, tehdit altında bulunan hayatını kur tarmak için mücadele sahnesine dahil olan Türk Milleti, fe dakarlığın mükaafatını büyük ve kat'i bir zaferle görmüş tü. Lozan'da hayat ve haklarını beyne'l-milel bir hüccet ile tesbit ettirmek istiyordu . Talep ettiği şeylerde mübalağalı ·
(x) Sonradan "Soydan" . soyadını aldı/SA. BKZ: Ek: V
88
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t !SLAM1YE
telakki edil ecek hiç bir madde yoktu. " Her millet mukad deratma b izzat sahip olmalıdır. Devletlerin istiklali her tür taarrUi! ve müdafaalardan azade bulunmalıdır. Mil Jetler için hürriyet, müsavat ve hakk-ı hayat asıldır. ' ' Biz Lozan'd� v::ıktiyle bu prensipleri ortaya koyan ve bunların müdafi liğin i deruhte ettiklerini söyleyenlerle karşı karşı ya gelmişti!<. Bütün bu sözlü sözler, yalnız kitap ve naza riyat sahasında kalacaktı. Her halde zalim ve müstebit ol mayı göze almadan Türk Milleti'nin istediği bu tabii hakla rı red etme!< çok müşkül olacaktı. Lozan'da hasım cephe sinde bulunanlar hakikatın önünde, dünyanın her tarafın da ilan ettiideri kendi prensiplerinin önünde tereddütsüz eğilmali idiler. Fakat böyle olmadı. Haklı taleplerimize de makavemet ettiler. Açıkçası Türklere medeni bir millet muamelesi yapmaktan çekiniyorlardı. Muarızlarımızın zahiren istinat ettiği sebebler şunlardı: 1 )Türk lVIiiieti, askeri bir millettir. iyi harp eder, fa kat medeni kabiliyeti noksandır. 2) Türkiye 'nin idari ve siyasi usulleri ilahi kanun lardan mülhemdir. Onun zihniyeti, asri hayata uymaya, asri usul vtı skideleri kabule müsait değildir. 3) Türkiye'de emniyetsizlik, asayişsizlik asıldır. Onun için ecnebilerin ve gayr-i müslim azınlıkların ha yatını oradcı hususi ahkam ile teyit etmelidir." Türk adliyesi, eldeki kanunlarla mutlak bir adaletin te minine kadir değildir. Orada muayyen hususlar için beyne'I miJel muhtelit mahkemelerin bir tür hakk-ı kazası olmak la zımdır." 5) Bütün bu esaslar nazar-ı dikkate alınınca Lozan'da bundan dört sene evvel iddia ettikleri vech ile Türk Milleti medeni h ukuk ve h ürriyete mazhar olabilmesi için behe mehal bir istilıale ve istihzar devresi geçirmelidir. Yani bir kaç sene daha esaret ve tahakkum altında yaşamalıdır. " " Lozan meydanının muhasım cephesinde aleyhimizde irad edilen bu sebebleri kırmak için -ismet Paşa' nın dediği gibi- pek çetin mücadelefare katlandık. Orada hür ve me-
HlLAFET VE KEMALİZM
89
deni milletiere yaraşan bir sulh akt ettik. işte dört seneden beridir ki, ictimai ve siyasi sahalarda çalışıyoruz. Bugün bü yük bir arnniyetle o vakit bize yapılan yukarıdaki isnatlar üzerinde durmak ve bunların ne kadar çür ük iddialara da yalı bulunduğunu göstermek mümkündür: " "Türk Milleti, yalnız harp sahnelerinde değil, inkı lap ve medeniyet sahnelerinde de hiç bir milletten geri kalmadığını gerçekleştirdiği ısiahat hareketlerle isbat etti. " Türkiye Cumhuriyeti'nin kanunları , muasır milletierin kanunlarından mülhem olarak yapılmıştır. Türkiye'de asa yiş ve adaletin hükümran olduğunu anlamak için yalnız bu rada çalışan ecnebi mütehassislerini, ecnebi sermayedar larını dinlemek kafidir. Türk adliyesinde yapılan ısiahat ve inkılabın yüksek derecesini hala havsalalarına sığdırama yanlar var. i sviçre Medeni Kanununu aynen kabul ve tat bike başlamak suretiyle Türk Milleti ıslahatta, asri ha yat ve medeniyete uymakta ne kadar halis ve samimi bir emel ile mütehassis olduğunu gösterdi." Bu vesikadan açıktan açığa anlaşılıyor ki Ankara' nın murahhası i smet, Lozan sulh müzakeresinde Türkiye adı na devletlerden sağladığı müsaadeleri kılıcına dayanarak sağlamamış, Türkiye'nin dinT kanunlarla idare olunmasın dan, .yani islami bir hükümet olmaktan feragat edeceği hak kmcracrevretrere verdi" ı teminat sayesinde elde etmiş. ö zaman ev etler ısmet ın bu temınatına guçlu e ınanmış lar. Fakat şimdi ismet: (işte o gün verdiğimiz sözde na sıl durduğumuzu Avrupa'ya göstererek vadimizi yeri ne getirmek hususundaki sadakatimizi isbat ettik. Türk iye'yi Müslümanlıktan çıkardık. i lahi kanunları attık, mi deniyete kabiliyelimizi onların o günkü tahminlerine gö re inanmıyacakları derecede bir sür'at ve muvaffakiyeı le meydana koyduk.) diye seviniyar ve iftihar ediyor, ki bizim de isbat etmek istediğimiz müddeamız budur. M üddeamızın önemine göre te'yidatını ibraz etmeye üşenmiyeceğiz, işte bir vesika daha:
90
H:tLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
1 8 Mayıs 1 927 tarihli "Milliyet" gazetesine "Siirt Me busu Mahmut" imzası ve " i nkılap Türkiyesi" başlığı ile yazılan başrrıakaleden: " 20. asırda yaşıyorduk. Fakat manevi hayatımız, yani terbiy(� usullerimiz, kanunlarımız, adetlerimiz, adab-ı ictimaüyemiz kurun-i vustai (orta çağa ait) sima sını muhafaza ediyordu. O ruh ve idare ile hayatın bu· günkü müceıdelelerinde -hiç olmazsa- m üdafaa vaziye tlnde bile kalmak müşküldü. i lahi bir hamle ile esaret bağından sıırrılmak lazımdı. Son inkılap işte bu zaruret ten doğdu . ' ' " Umumi Harbten sonra eski reisicumhur Amerikalı Prof. Yilson diyor ki: "(Dünyada reşid milletler vardır. Gayr-ı reşid milletler vardır. Gayr-i reşid milletler idare usullerinde münhasıran dini esaslardan ahkam çıkaran milletlerdir. Reşit milletler, bu bağlardan kendilerini kurtaramazlar. Bu dünyada ami riyat ve hakimiyet behemehal reşid milletiere özgü o.l malı dır. Bununla beraber gayr-i reşit milletler kendi başlarına bırakılamazlar. Çünkü dayandıkları hükümler güçsüzdür. Kendilerini idare edemezler. U luslararası ihtilaflara yol açar lar. Kuwetli devletlerin hırsiarını çekerler. Onun için gayr-ı reşid milletleri reşid milletierin mandasına tevdi etmelidir.) " Mantık! safsatalar çoğunlukla en kuwetli hakikatle re bile galip geliyor: Yilson'un bu mantığı, Umumi Harb sülhüne bir e•sas teşkil etmişti. Hakkımızda tatbik edil· rnek istenen Sevr cezası bu mantığa istinaden hükm olunmuştu . " Dini kammlarla idare olunan miletierin istiklaline mü dahale edilerek vesayet altına alınmak tarzında Amerika rei· sicumhurunun Umumi Harb sonunda ortaya attığı ve dev letlerin kabul ııttiği düsturun Türkiye'ye Sevr muahedesin deki ağır şartl<ırla cezalandırmaya sebeb olması hakkındaki bu apaçık itiraf, bizim yukarıdan beri ortaya attığımız iddi aların en açık bir isbatıdır. Merhum Halife Vaıhidüddin'e mensup hükümetler, memleketin dinini fidye-i necat vere(x) Makaleyi kaynağından araştınp kitabın sonuna koyduk Bkz: Ek: VI
RtLAFET VE KEMALİZM
91
rek devletlerin ağır sulh tekliflerinden Türkiyeyi kurtarmak yolunu düşünmemişler. Çünkü vatanın istiklali kaziyyesi nin çok kıymetli tanınması, vatanın daşında ve toprağındaki maddi kıymetten neş'et etmeyip vatanın istiklali sayesin de milletin mahfuz kalacak olan dini ve namusu gibi ma neviyat ve mukaddesatının kıymet ve izzetinden ileri gel diğine nazaran, bu mukaddesatı feda ederek kazanılacak istiklalin hayvanları memnun edebilecek ve manaviyatı ile yaşayan insanlar için en büyük asaret sayılabilecek bir şey olduğu cihetle böyle bir şeyi teklife cesaret edebilmiştir. Halbuki Türkiye'nin (en kara) hükümetçileri bu pazarlığa tam manasıyla mal bulmuş M ağrib1 gibi sarılmışlar ve in sanların istiklalinde maksadı feda ederek vasıtayı kurtar makla aldattıkları . . . adamlara alçaklığı marifet bahasına satmak istemişlerdir. Vesikadan satırları altına çizgi koyduğumuz ilk fıkra ların sonundaki " i lahi bir hamle ile esaret bağından sıy rıl mak lazımdı. Son inkılap işte bu zaruretten doğdu." cümlelerine de dikkat edi niz. Türkiye'deki dinsizlik in kı labı bir zaruretten doğmuş!.. Bu inkılap öyle iddia edildiği gibi milletin arzusuna tabi olmaktan, falandan değil , galip devletlerin m izacına uygun hareket zorunluluğundan ileri gelmiş. Böyle yapılmasa Türkiye'nin istiklfilini kurtarmak m ümkün olmayacakmış. ilahi (!) bir hamle i le . .... ve esaret bağından sıyrılmışlar, Yani d inden sıyrılacaklarını devlet lere va'd ederek Türkiye'nin istiklalini ve asaretten kurtu l uşnu temin edebilmişlerdir. Dinden ve ilahi kanunlardan sıyrılmak hareketine de " ilahi hamle" demeye utanmıyor lar. Dilin kemiği yok, denildiği gibi bunların yüzünde utan mak da olmadığından la-i lahi hareketlerin i ilahi hareket di ye nitelemekte güçlük çekmiyorlar. Vay maskaralar vay! Diğer ve son vesikaya geçelim: 26 Temm uz 1 928 tarihli " Milliyet" gazetesinin " Lo zan Hatıraları" (x) başlığı altında yayınlanan (Siirt Mebu su Mahmud'un) baş makalesinden: (x) Makaleyi kitabın sonuna olduğu gibi araştırıp koyduk. Bkz: Ek:
VII
92 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiiYE
"Ankara-25 Temmuz 1 927- i ki gün ewel sulh müna sebetiyle yazdığımız makaleyi okuyan bir ecnebi dostumuz açıktan açığa bize dedi ki: (Doğrusu siz Lozan m uahedesinin önem ve mahiyeti ni olduğu g ibi okuyucularımza açıklayamıyorsunuz. Halbuki b u m uahecle Türk tarihinde, Türk M illeti'nin, ictimai ve si yasi hayatı yolunda mühim bir dönü m noktasıdır. Lozan m üzakerelerini fena idare etmek yüzünden harp mey" danlarında kazadığınız o emsalsiz zaferler hiçe müncer olabilirdi. l:..ozan muahedesi Türkiye için yenilik ve inm kılap hareketlerinin zaferi için Avrupalılar tarafından te· yid etiimiş resmi bir hüccet oldu. Onu her sene layık ol duğu derecede kutlamaltsınız.) " Şü ph(�siz dostum uzun hakkı vardır. Milli Türkiye, müstevli Yunan ordusuna karşı mukaddes bir harp açmış tı. Düşman cephede yalnız Yunanistan bulunmuyordu. Sevr antlaşmasirılın bahş ettiği h ukuk ve imtiyazları bir türlü fe da edemeyen Avrupa'nın sair devletleri de -zahirde değil se bile, mamın- Yunan ordusu ile beraber bulunuyordu. Mü cadelemiz kat'i bir zaferle neticelendikten sonra Lozan'a gittik. Burada yalnız Yunanistan'la olan davamızı değil, bütün Avruıpa ile aramızda asırlardan beri mevcut olan ihtilafları hal ve tasi etmek mecburiyatinde kaldık. Sulh masasında, artık müzmin bir hale gelmiş bulunan Şark meselesini \hal ve Anadolu'nun merkezinde doğan ye ni Türkiye oıevleti ile Avrupa arasındaki yeni münase betleri başt<ın başa tanzim etmek lazımdı. Bunun için de Lozan masasında eşit koşullar dairesinde Avrupa ile karşı karşıya oturmaktan başka çare yoktu. Halbuki Umumi Harb'ten sonraki sulhlerin düzenlenmesinde galip müt tefikler çok insafsız bir müzakere usulü ibda' etmişler� d i . Tıpkı ilk ��ağlarda olduğu gibi mağlublara söz hakkı verilmiyor, i:stedikleri şeyleri onlara sadece dikte etti rerek imzalatıyorlardı. i şte Osmanlı i mparatorluğunun hayatına sor,ı veren ve Türk milletinin hiç bir sahada in kişafına meydan verecek kapıyı açık bırakmayan Sevr muahedesi Saltanat Türkiyesine bu suretle kabul etti rilmiştir. Tür�;lerin azmi bütün bu usulleri söküp attı. Lo zan muahedeısi büsbütün başka esaslara dayandırıldı."
HİLAFET VE KEMALİZM
93
D e mek ki Sevr Andiaşması saltanat ve h ilafet hükü metine Avrupa devletlerinin insafsızcasına zorlaması sa yesinde kabul ettirilmiş, saltanat ve hilafet hükümetinin i n gilizler tarafından satın alındığını iddia ediyordular ya! Cebr ile bey ve şira bir arada ictima' eder mi? Yoksa siz yalan söylemeye ve iftira etmeye utanmaz mısınız? Bak, kendi ifaden izle yalanınızı tutmak ve iftiralarınızı yüzünüze vur mak ne kadar kolay oluyor. Makalede bir yabancı dost dilinden yazarın nakl ettiği şu cümleler de dikkate şayan ve düşündürücüdür: " lozan müzakerelerin i fena idare etmek yüzünden harp meydanlarında kazandığrmrz o emsalsiz zaferler hi çe müncer olabilirdi. lozan m uahedesi Türkiye için yeni lik ve inkılap hareketlerinin zaferi için Avrupalılar tarafından teyid edilmiş resmi bir hüccet old u . " Bu cümlelerfnen kuwetli mar:ıası şudur: "Harp mey danlarında kazandığınız o emsalsiz zaferler" diyerek bü yütmeye çalıştığınız şeyler Avrupa devletlerin tn nazarında (bir) hiçtir. Siz Lozan muahedesindeki müsaedatı büyük devletlere va' d ettiğiniz yenilik ve inkılap hareketleri saye sinde temin ettiniz. Yenilik ve inkılabınıza dair lozan'da ya pılan ve devletlerin de işine gelen pazarlık, gerek Türkiye için ve gerek yenilik ve inkılap hareketlerinin Türkiye'de za feri için Avrupalılar tarafından te'yid edilmiş iki taraflı bir senet mahiyetini haizdir. Bu senet icabınca siz Türkiye'de va'd ettiğiniz yenilik ve inkılap hareketlerin i icra edeceksi niz. Devletler de o hareketlerde size müzaheret edecek lerdir. Demek Türkiye'nin la-dini teceddüt hareketleri dev ıetıerce o kadar lüzumlu ki hem bunun karşılığında devlet ler Türkiye'ye Lozan m uahedesindeki müsaadeleri bahş ediyorlar, hem de teceddüt hareketlerinin icrasında Anka ra hükümetine kendileri de yardım edecekler. Ta ki teced düt ve inkılap hareketleri Türkiye'de m uzaffer olsun, müş kilat ve engeller yüzünden akamete mahkum olmasın! Avrupalıların Türkiye teceddüt ve inkılabına birinci yar dımları yeni Türkiye rehberlerine inkılap hareketlerinden do-
94 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
layı dahilde muarız ve m u'terizler zuhur ettikçe inkılapçı ların:· " Biz bu sayede devletlerle şerefli bir sulh akdine muvaffak olduk. Bu sayede Türkiye'yi ecnebi kapitü lasyonlarından kurtardı k." diyebilmelerindedir. Diğer mü zaheretleri de Avrupa matbuat ve muhaberatının Türkiye inkılabının konusu geçtikçe daima bunun lehinde idare-i ka lam etmeleri, M ustafa Kemal'in ve hükümet adamlarının medih ve mr;ınkıbelerini teşhir etmekten geri durmamaları göstermektedir. Vesikaya avdet ediyoruz: "Lozan mücadelesinde ismet Paşa'nın sökmek için en fazla uğraştı��ı cephe, kapitülasyon belası idi. Devletler ara zi, nakdi meselelerden ziyade kapitülasyonların ilgası me selesinden sinirleniyorlardı. Onlar esasa m uvafakat etmek le beraber y·eni Türkiye'nin tasawur ettiği ıslahatı tahak kuk ettirinceye kadar bir intikal devresi daha geçirmek lü zumunu ileri sürüyorlardı. Bu nokta etrafında bütün dev letlerin murs hhasları ittifak etmişlerdi. .. Demek l\i devletler Lozan müzakeresi esnasında Türk iye murahha:>ları tarafından va'd edilen la-dini teceddüt ve inkrlclp islahatının kuweden fiile çıkacağına inannmıyorlar mış, kapitülasyonların ilgasını inkılap va'dinin tahakkukun dan sonraya tehir etmek istemişler. " Bunları n hepsine ilmi ve arneli nokta-i nazardan ma kul cevap vermekten ismet Paşa geri kalmadı. En niha yet, Türkiye B . M . Meclisi'nin ve reisinin son kararı budur, diyerek görüşünde ısrarlı bulunduğunu ilave etti. " " Müdafaa ettiğimiz netice sağlanmıştı. Bu, Avru pa'nın göbejjinde kazanılmış büyük bir zaferdi. Konfe rans esnasmda ısiahat hareketlerinde samimi olduğu muzu, memleketi muasır kunanlarla idare edeceğimi zi, ecnebilem ve onların hukukuna karşı hayır-hah ola cağımızı söyleyen baş-murahhasımız ısmet Paşa, bu gün bir hükü11riet reisi sıfatıyla verdiği sözü tutuyor. Ar tık kanunlarıımza dini bir mahiyet atf edilemez. Artık ha ki mlerimizin <çürük esaslardan ilham almış olduğu söy lenemez. Artık Türkiye'nin kanunları azınlık ve yaban. cıların hukukunu yeteri derecede sağlayamıyor, deni "
·ıe� . "
HİLAFET VE KEMALİZM
95
işte açıkça görülüyor ki Lozan mücadelesinde Hoca Nasreddin Efendi'nin yorganı gibi kavga, Türkiye'nin dini // üzerinde olmuş, asıl pazarlık bunun üzerinde cereyan et- 1 miş. Şimdi artık dini kanunlarını terk eden Türkiye'nin din- J sizliğine Avrupa'nın bir diyeceği kalmamış. Türkiye dinden çıkarsa, orada azınlıkların, yani gayr-i müslim milletierin hu kuku daha iyi sağlanırmış! Devletlerin ewelce Türkiye'de cari olan islam kanun Iarına bu derece düşman olmaları dini husumetten mi neş' et ediyordu? Yoksa islam kanuniarına dayanan bir hükü met idaresi altında Hristiyanların ve gayr-ı müslim azınlık ların zulme maruz kalacağı mülahazasından mı neş'et edi yordu? ikinci ihtimal daha makul gibi göründüğüne rağmen gerçeğe uygun değildir. Çünkü Meclis-i Mebusan'ında tek bir Hristiyan mebusu bulunmayan yalancı Türkiye Cumhu riyeti değil, parlamentosunda Dürzilerle gayr-ı müslim me busları, a'yanları, kabinesinde Hristiyan Nazıriarı bulunan Türkiye Meşrut1 hükümetinin bile gayr-i müslim azınlıklar hakkında islam kanunları kadar adalet ve merhamet iddi asına hakkı yoktur. Lozan müzakerelerine hakim olan dev letler bunu bilmeyecek derecede gafil değillerdi. Ve şayet bilmiyorlarsa Türkiye idaresindeki gayr-i müslim azınlıkla rın kendilerine sormakta anlayabilirlerdi. 1 0 Temmuz hür riyet ilanından sonraki ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan ın da ittihat ve Terakki hükümetinin Makedonya'da Rum tarla Bulgarlar arasında uzun bir niza' ve şikak meselesi teşkil eden Kiliselerin haksız olarak Bulgarlara verilmesini tercih suretiyle i htilale nihayet vermek istediği ve mesele Meclis-i Mebusan'a sevk edildiği esnada i zmir Mebusu Aristidi Paşa tarafından mecliste söylenen sözü burada hatırlatmak isterim: "Hükümetin fetvahanesi var, Meclis-i Mebusan bu meseleyi oraya havale etsin , Fetvahane' nin vereceği rey'e biz Rumlar razıyız. " Gayr-ı müslim azınlıkların ve bilhassa H ristiyanların hu kukunu h imaye namına uzun devirlerde Osmanlı Devleti' in başına musafiat olan Avrupa genel siyasetinin ve bilhas'
96 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t !SLAM1YE
sa Ingiliz siyasetinin hakikat ve samirniyetten ne kadar uzakta kaldığını anlamak için , bugün istanbul 'da kalan gayr-i müslim azınlıkları şahit göstermeye hacet yoktur. Bil hassa o aıınlıkların çoğunluğu nu haiz bulunan Rumlar, za lim Ankaret hükümetinin idaresi altında inierken sabık Os manlı Devleti'nin idaresinde b ulundukları zamana ait tatlı hatıraların 1:;azibesi ile mübadele tekliflerini kabul etmemek te musır olarak yerlerinde kalmayı ve Ankara'nın tahammül ötesi zuiCımlerine tahammül etmeyi tercih ettiklerini söyle meye de gerek yoktur. ( ... .) . . . BugOn memleketleri veya kendileri Türkiye'den ay rılan komşt!l Hristiyan devletlerin idaresine intikal eden Hris tiyanlar bilo Osmanlı idaresinden, son örnek olarak hepi mizin şahit olduğumuz Sultan Hamid idaresine rahmet okumakta ve hasret nazarı i le bakmakta tereddüt etmiyor lar. Sultan Hamid idaresinin medeniyet ve adil düzeni ise babasının bayrından ziyade varisi bulunduğu islam idare sinin hayırlı bakiyesini muhafaza etmekte bulunmasından ileri geliyordu. Türkiye1'nin satvetine cihan devletlerinin boyun eğdi ği Yavuz Sultan Selim devrinde padişahın gayr-i m üslim teb'ayı islamı kabule zorlamak hakkındaki iradesine,: "Şer i Şerif zimmet ehline böyle bir zorunluluk yüklemez.'' diyerek karşı duran Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi nin dayandığı ve Yavuz Selim gibi azametli bir padişahın, önünde azminden geri dönmeye mecbur olduğu islam şe riatı kanunla:r idaresinin adaleti i le şaki Ankara hükümeti nin adaletini mukayeseden, islam Dininin dostuna da düş manına da teeddüb etmek düşer. Lakin Batı medeniyetinin insaf ve adalet hususunda ne derece samirniyetten arı olduğuna bakınız ki Osmanlı Devleti'nin son devirleri süresince-gayr-ı m üslim azınlıkla rın himayesini dillerine dotayarak devletin başına m usallat olan Garp siyaset ve matbuatı iki paralık Ankara hüküme tine dalkavulduk için maziye ait bütün davaların ı . inkar zil letine kadar düşünüyorlar. .
'
RtLAFET VE KEMALİZM
97
(Deyl Telgraf) adındaki meşhur ingiliz gazetesinden naklen, 4 Teşrinisani 1 928 tarihli "Milliyet" gazetesinde neşr edilen aşağıdaki yazıda bakınız ne deniliyor: "Yeni Turkiye" (x} "Deyl Telgraf gazetesi son gelen nüshasında "Mu tarekeyi müteakıp on senelik Türkiye" unvanlı uzun bir ma kale neşr etmiştir. Gazetenin hususi surette istanbul'a gön derdiği muhabir, makalesinde, hayret-engiz bir istihale dev rinden ve muzaffer Türk milletinin bütun engelleri devire rek tarihte emsali görOlmemiş ordularla ileriediğinden bahs etmekte ve Gazi Hazretlerinin Garblılaşma siyasetini iza ha çalışmaktadır. Muhabir diyor ki: (Tarihle iştigal eden kimseler ister Türk dostu, ister Türk düşmanı olsun, son on senelik Türkiye'deki olay ve hare kaleri göz önüne getirince eski fikrini radikal bir surette ve bütün sür'atiyle değişterrnek mecburiyetindedir. Yeni Türk· iye bütün eski an'aneleri tamamiyle yıkmıştır. Eski çürük Türkiye imparatorluğu dehşetli bir değişim ile bam-başka yeni m uazzam bir Türkiye Cumhuriyeti kurmuştur). "Muhabir Türk milli m ücadelesinin bazı tarihi sayfa larından bahs ederek artık Türkiye'de bir azınlık mese lesinin kalmadığından ve Türklerin kendi evlerinde hakim olduklarından Rum, Ermeni ve Yahudilerin geçmişte Türkiye'yi hasta adam yapan unsurları olduklarından bahs etmektedir." Demek ki Avrupalılar tarafından gayr-i müslüm tab'a sına karşı daima kabahatil çıkarılan eski Türkiye'nin kaba hatı yokmuş, kabahat gayr-ı müslim teb'ada imiş. Dinden imandan soyutlanan yeni Tü rkiye'ye hürmeten Avrupalılar şimdi bu hakikatı itiraf ediyorlar. Bir mü him ingiliz gazete sinin Türkiye'deki eski i ngiliz himayesi görenleri aleyhine bu kadar açık surette dil değiştirmesi Garp siyaset ve me deniyetinin gerektiğinde ne derecelere düşebileceğini gös teren bir vesikadır.
(x) Yazının tümü kitabın sonundadır./Bkz: EK: VIII
98
RtLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMiYE
iÇ VE DIŞ SAPlKLAR ingilizlerle Mustafa Kemal muvazaasının izlerini, Lozan müzakereleri zamanına kadar teh ir etmeyerek "Mudanya" mütarekesinden ve Yunan'ın hezimete uğratılmasından ev velKi, yani ingilizleri Anadolu'da ortaya çıkan Kemal! kıya mı nı bastırmak üzere hem istanbul'daki halife hükümeti ne cebr ve tazyik icra ettikleri, hem de müşkilat göstermek ten geri durmadıkları zamanlarda bile bulmak mümkündür. Istanbul'un ve Halife'nin ecnebi askeri işgali altında ser best hareketten mahrum vaziyeti, Anadolu'yu Halife aley hine ayaklandıran Mustafa Kemal'i mücadelede galip ge tırmeye sebeb olduğu gibi ba�langıcından itibaren üç se ne süren Mustafa Kemal hareketinin Yunanlıta.ra karşı yüz ağartamıyarak mağlubıyetle ve Anadolu içinde şehirden şe hire çekilmekle geçen birinci, ikinci ve kısmen üçüncü se nelerinde b ıle, memleketin savunması namına yine bu ha reketten hayır ve menfaat husulü ihtimalini hatırından çı karmayan ve esasen M ustafa Kemal'i Anadolu'ya husus! bir vaziyet ve mahiyette gönderen Padişah'ın, hiç bir za man bu kıyaJl!ı tam vicdanı ile bastırmak mesleğini istitzam etmiyerek Cl ) lngılızlerı savsamakla vakit geçirdiği ve Mus tafa Kemal ' le onlara oyun oynamaya çalı�tığı esnada i n gilizler de aynı adamla Pedişah'a Hilafet Makamı na oyun etmek tırsatını kaçırmamışlardır. U mumi' Harp neticesinde izmir'i, ve-lov geçici olsun istanbul'daki Hilafet Hüküme ti'nin elinden alarak Yunanll lara veren ve sonra bunu An kara'nın lai�; hükümetine aide eden ingilizler, kast! olarak suçlu duruma düşürdükleri Hilafeti , bu alışveriş içinde is lam Alemine sızdırmadan komisyon alarak aldılar. Taac cup otunur l<i bir. izmir meselesi, islam H ilafeti'nin başını yemeye yetti de Islam'ın o muazzam Hilfdeti'ni, Türkiye''
üzerine istanbul'dan asker sevki,, seneler geçtiği hal de Yunan ordusuna karşı kendisinin bir iş görmediği ve aksine Anado lu'nun pek çok yerlerini Yunan ordusuna harben işgal ettirerek devlete (Sevr) muahedHsindeki ağır şartların yükletilmesine sebeb olduğu bir za mana müsadiftir. Yunan ordusuna karşı hayat eseri göstermeye başla dıktan sona ise Mustafa Kemal'in açıkça Hilafet Ma k amı na isyan ede cek derecede şi marması bile Padişah tarafından ciddi bar karşılığı davet etmemiştir. Dikl;ate şayandır ki Mustafa Kemal ilk utanmazcasına telg ratını kendisi hakkında mülayim ve müsaid bir meslek takip etmesinden (1) Mustafa Ke:nal
'
HlLAFET VE KEMALiZM
99
nin muazzez diyaneti gibi can damarına dakunacak iki me se/e Ankara h ükümetinin başını yemeye hala kafi ge lemiyor. Fransız filozofo mösyö Gustave le Bon 1 923'de yaz dığı " Dünyanın adem-i muvazenesi" adlı eserinde: " ingilizierin U mumi Harb mütarekesinden sonra Hi· lafeti yıkmak sevdasına düşmelerini, 250 milyon müs lümanın dini bağları ile bu büyük kemiyetin yücelttiği Halife'nin kuvvet ve önemini hakkıyle anlayamamış ol maktan doğan bir hata" olarak telakki eder, i ngilizler' in, siyasiyatta ideaist olmadıklarını ve girişimlerinde bir en gele çarpar çarpmaz hatalarında ısrar etmeyerek icabrna göre derhal bir ric'at çizgisine mesleğini döndürme sana tında yekta olduklarını söyleyen Fransız filozofu, adı geçen eserinde ingilizleri, bence, hakkıyle tarif etmek üzere si yasette idealist olduklarını ve lakin idealist görünmemek teki maharetleri icabından olarak gayelerine ulaşmak için takibine başladıkları yolda ısrarlı olmayıp lüzumunda yol de ğiştirmeyi suhuletle kabul etmek mesleğinde olduklarını söylese daha fazla işin özüne uygun olurdu. işte i ngilizler ce Hilafeti yıkmak bir idealdL Onun için, kendi elleri ile, ken di kuwetleri ile bu maksada ulaşmak güç veya zor olduğu anlaşıldıktan sonra, bu kitabın yazılış tarihinin idrak edem�di9i bir zamanda Hilafeti, M ustafa Kemal'e yıktırmak �oluna giriştiler. Ve muvaffak oldular. Umumi Harb'ten mağlup çıkan Türkiye'nin Hilafeti haiz Ölan Padişah'ını ve Padişah hükümetini, Türkiye'nin Umumi Harb'e iştirakte medhal sahibi olmadıkları halde, mağlubiyetin sorumlulu ğu altında acze düşürmek... H alife h ükümetiyle Türkiye' nin çıkarlarına oldukça uygun bir sul he yanaşmadıktan baş ka Anadol u'da devam eden Mustafa Kemal harekatından da istanbul'daki Halife hükümetini sorumlu tutarak, sulh şartlarını gittikçe ağırlaşırmak ... Ve el altından Mustafa Ke' mal ile anlaşarak Türkiye nam ve hesabına müsaedatı ona va'd etmek ve kendisini bu seretle Halife'nin şahsına kar tarzında takip olunan plan saşı takviye ve teşci' eylemek .
•
•·
dolayı "vatanperver vezir" adını verdiği Tevfik Paşa ni n hükümeti za manında çekti. Padişah da ondan sonra o hükümeti sonuna kadar de ğiştirmedi. Değiştirmek için vuku bulan tavsiyeleri de dinlemedi. '
100 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t tSLAMİYE
yesinde H iliifet'e ait Ingiliz suikasdı yoluna girmiş olduğu gibi, bu işi Mustafa Kemi!l'e gördürmekte şöyle b!r suhu let ve mahaıet de vardır ki Islam Alemi'nin o zaman Islam'ın kurtarıcısı, tmafet'in müncii tanıdığı Mustafa Kemal'in, Hi lafet' i yıkacağın ı kimse hatırına getirmiyor ve yıkma işlemi son buluncetya kadar buna kimse inanmıyordu. N itekim Hi lafet' in hükı:imetten soyutlanması ile başlayan en büyük darbenin önem ve vehametin i islam Alemi bir türlü anla yamadı. Ve bunu te'vil ve tahfife çalışan -işgüzar- alimie rin meş'um himmetisriyle kabul ettikten sonra alt tarafını getirmek Mustafa Kemal için pek kolaylaştı. Müslüman lar ise iş bu raddeye gelinceye kadar Mustafa Kemal'i in giliz düşmanı ve Türkiye'deki Mustafa Kemal düşman larını da insıilizlerin dostu ve müttefik! zannetmekte de vam ediyorl ardı. Şimdi ise, i ngilizierin asıl müttefiki kim olduğu, istanbul'daki Htlafeti yıktırmak için kimi kullan dığı Müslüıırıanlarca anla�ılmak zamanı çoktan gelmiş, ve yalnız bı.mdan sonra lngirizlerin anlayacağı bir şey kalmıştır ki o da bu Hftafet yıkıcılığının kendi siyasetle rine de hayır getirmiyeceği masetesinden ibarettir. Çün kü Müslümanların bu en büyük makam ve mercii uzun ma zisinden tevarus ettiği tecrübelerle alemin dengesini tutan sulh arnillerinden biri idi. Ve bunun varlığı ile başka dev letlerin idaresinde bulunan Müslümanlar teselli bulmuş olu yorlardı. Şimdi ise Hilafetsiz islam Alemi tesellisiz kaldığı gibi i ngilizisi'in son halifenin h ayatını kurtarmış görünme sine rağmen Hilafete vaki olan suikasttaki eli ve rolü kapa lı kalmadı. Son zamanlarda " Musul" meselesinden dola yı ingilizlerle tekrar yüzüşür gibi olduktan sonra yelkenleri indirmeye mecbur o}an .Mustafa Kemal'in de anlayacağı pir şey vardır ki o da lslam Hi lafeU'n i lozan Konferansı'n- . da ucuz satmış ve Musul Meselest'nin , o zamanki alış-veriş . 'esnasında t urkıye lehine hallı ıçin ısrar etmediğinde hata etmış olmasıdır. Şımdı Turkıye'nın ıkinci bir Hilafeti ve ikinci . bir dini daha yoktur ki onları feda ile de Musul'u kazana OTrsin! 3 Kanüriisani 1 926 tarihli "Vakit" gazetesinde ya ·zılı oldu ğu üzere, Cemiyet-i Akvam'ın M usul meselesine ait kararı ile, Türkiye'nin Sevr muahedesinirı ortadan (koparmak) kalchrmak istediği araziden fazla mühim arazi kı-
HiLAFET VE KEMALİZM
101
sımlarını ortadan (koparmış) kaldırmış olduğunu Belgrad sefiri Hikmet Bey gazetelere beyanatında söylemiştir. O halde Sevr m uahedesini kabul etmiyerek bütün i'tilaf dev letlerini Anadolu'da ve Lozan'da mağlup eden Ankara Hü kümeti' nin yalnız bir i ngilizi üfürükle havaya uçurması de ğil, Musul'dan Irak'tan bile koğması lazım gelirdi. Lakin ma alesef yeni Türkiye, hilafet ve diyanet gibi tavizler sermaye si sayesinde elde ettiği galibiyet zulmü en sefih miras-yedi cömertfiği ile bir alış-verişte harcamıştı. islam'ın Hilafet kalesini içinden yıkmak için, lngılizle rin Anadolu'da beliren Mustafa Kemal harekatından isti fade etmek istedikleri ve islam Dini hakkında gızli düşman l ığı hasebiyle böyle mel'un bir hizmete istihdama elverışli olduğunu anladıkları o sergerdeye "Mudanya" mutarekesın de ve Lozan muahedesinde fazla nüfuz ve önem verdir dikleri pek bariz bir hakikattır. işin içinde i ngilizlerle Mus tafa Kemal arasında Hilafet ve islamiyel aleyhine bir an laşma ve bir gizli pazarlık olmasa, sırf Anadolu'dan Yu nan'ı çıkarmakla, büyük devletler şöyle dursun, Yunan'ı bile yola getirmek ve Lozan'da ortaya atılan Türkiye isteklerini kabule mecbur etmek lazım gelmez. Evvela, bu mücade lede Yunan arazisinden bir karış yer işgal olunmamıştır. ikinci olarak, Büyük Devletlerin Umumi Harb'te silah arka daşı bulunan ve yine o harbin zeyli olmak üzere kendileri tarafından izmir'e sevk olunan Yunan Devleti, kendilerinin hakim bulunduğu sulh konferansında Türkiye'nin nasıl mağlubu sayılır? Umumi Harb hesaplarını tasfiye eden sulh konferanslarında münferid galibiyetlerin ve mağlubiyetle rin hükmü olsa, Almanya, Avusturya orduları harbte Romanya ve Sırbıstan memleketlerini hemen baştan ba şa işgal etmişler ve mütarekeye kadar çekilmemişlerdi. Öyel iken Düvel-i Muazzam, Avusturya arazisini Roman ya ve Sırbıstan arasında paylaştıran müttefiklerine peşkeş çekti. Ve muhasımlarına göz açtırmadı. Acaba Türkfye'ye gelince, devletlere bu cömertlik nereden geldi? Eskiden beri sanki Türkiye'yi pek severler ve himaye ederler miyF. 6
102: HiLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMİYE
di? O halele işin içinde başka esrar ve esl:ıab bulunduğu nu kabul ntmek zarurl olmaz mı? Sultan Abdülhamid 'in kumandam Edhem Paşa merhum Yunan ordusuna karşı bu seferki gibi Anadolu içlerinde değil, Yunanistan içinde üstünlük sağlamıştı. Öyle iken, ne Edhem Paşa saltanat iddiası ve Hilafetin ilgası hakkını kendisinde görmüş ve ne de devletl€·r ve bilhassa i ngilizler galibiyetimiz üzerine ya bancı imtiyaz statükolarını değiştirmişlerdi. Hatta harbin esas gerekçesi olan Girid üzerindeki hukukumuz u bile ta nımaya ve Yunan'a tanrttırmaya yaklaşmamışlardır. Biz bil miyormuyuz ki Kemalciler; i ngiltere, Fransa ve italya gibi müslüman teb'ası bulunan devletlere Hilafet'le beraber Türkiye'de Hilafetin kaza hakkını devletlere Hilafet'le be raber Türkiye'de Hilafetin kaza hakkını temsil eden Şer'l MahkemeiNin ilgasını, Sovyet hükümetine de Türkiye'ye dinsizlik inkılabı yaparak o yol ile Bolşevikliğin tervlcini va'd etmek sayesinde Lozan sulhünde birinci taraftan m ülaye met, ikinci taraftan m üzaheret gördüler. H ilafetin ve Şer'l Mahkemeleı-in ilgası arzusunda bulunan devletler bizim iyi liğimizi mi düşünüyorlardı yoksa kendi elimizle kuyumuzu mu kazıyorlardı? Crasını siz takdir ediniz. Demek ki Mus tafa Kemal'in murahhası Türkiye'nin hilafeti ve diyaneti fe da etmek sayesinde sulh konferansında başarı kazanabil m iştir. Kitabım zın başlarında söylediğimiz vech ile inkılapçı ve dolapçı Ankara hükümetinin nereden başlayıp nerede karar kıldığın ı gösterecek sinema şeritlerinden birini teşkil eden H ilafet Meselesi'ne ait hareketli devirlerin ortaların da, yani yalnız Hulefa-i Raşidln'in h ilafetleri sa:hTh ve diğer lerinin gayr-ı sahTh olmak; mevsimin modası ve günün pa rolası olduğu zamanlarda sabık Adiiye Vekili ve izmir Me busu mütevcıffa Seyyid de bu meseleye dair Ankara Mec lisinde uzun bir nutuk irad etmiş ve bir bucuk sene ewel hükümet kuwetinden soyutlanan Hilafet'in artık tamamen ilgası hakkınd aki gerekçayi içerdiği için Ankara pazatında önemle deöer verdirilmek istenilen bu nutuk, kitap şeklin-
HİLAFET VE KEMALİZM
103
de tab' ve neşr olunmuştu. Türkiye'de 1 5-20 seneden beri türeyen ve günden güne açıklık kazanan dinsiz kuvvetle rin ve hükümetlerin avukatlığını yaparak onlardan bol bol istifade eden merkum, ilmi ve dini hakikatleri bilmiyenlere karşı tahrif etmek san'atında maharet ve cahilane göste rirken dünyada misli ender bulunan şarlatanlardan oldu ğu görüldü. Nutuklarında avamın işitmediği dini kitaplar. ve islam ulamasının isimleri ile beraber konuya ilgisi olmayan bir takım ilmi maseieierin ötesinden berisinden ağzını dol dura d oldura bahs etmek adeti ve şöhret sebebi idi. Bu ma r i fetleri ile dinsiz hükümetlerin ve partilerin himayesi sa yesinde bu herif beş-on sene Türkiye'de bir dini alim gibi yaşadı. Bahse konu nutkunun baş tarafında da kendisinin maksadı meseleni n dini yönünü izah etmekten ibaret olup siyasi yönü maksadından hariç olduğunu ve o cihetin çö zümü Meclis'e ait bulunduğunu söylüyor. Herif hainfiğe da ha buradan başlıyor, din yönünü siyaset yönünden ayrı gös teriyor. Ve din, siyasete karışmaz demek isteyerek dinin dünyadan ve hükümetten ayrı olması tarzındaki kiHirce da vaya taraftarlık ve yardakçılık gösteriyor. Yine nutkun ba şında, sözü istediği kadar uzatmaya hakkı olduğunu anla tırken de: ' ' Bu mesele gayet önemlidir. islam aleminde daha şimdiye kadar böyle (bir) inkılap vaki olmamıştır. Değil i slam aleminde, belki yeryüzünde vaki olan inkıllapla rın en büyüğü , en önemH<Jidir. " diyor. Nutkun ve kitabın özü de Hulefa-i Raşidin Hazretlerinden sonra Hilafetin şart ları tam olmadığından, o zamandan bugüne kadar mevcut hilaletierin sur! (görünürde) olduğunu ve binaenaleyh ilga sında şer'an bir mahzur olmadığını beyandan ibarettir. Hi latetin yeni ilga olunduğu zamanda nasıl ağız kullanıldığı na dikkat ediyor musunuz? Herit şer'an mahzur olmadığın dan bahsediyor. Şimdi ise herhangi bir şeyin şer'an mah zuru bulunmasının da önemi yoktur. Çünkü, şeriatın öne mi yoktur. Ne ise bunu bırakalım da biz de Seyyid'in sö züne göre mukabele edelim:
104 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
Hakil\1 veya suri her ne şekilde olursa olsun Müslüman lık aleminde Asr-ı Saadetten bugüne kadar muhafaza edi len ve ilgası, değil islam Alemi'nin, belki bütün yeryüzü nün en mühim inkılabını teşkil eden Hilafet Makamı zaman ve makan cihetiyle bu derece önemi haiz olduğu halde böy le (bir) makamı kendi elimizle yıkmak için araya araya bu labileceğ miz şer'T cevaz bizi tatmine kifayet edebilir mi? Bunun il�ıasında şer'an mahzur yokmuş diyelim, ibkasın da mahzur var m ıydı? Cevazdan tahyir (istediğini seçme) anlaşılarak, ilgası caiz olan şeyin ibkası da caiz olduğun dan böyle mü him bir meseleye cesaret verdi rrnek için bize şer'i cevaz değil, şer'i vücup lazımdı. islam Alemi'nin ve belki yeryüzünün bu derece önemle telal,ki ettiği hila.feti mize kusur ve noksanlık isnat etmek için bu derece alışık ve incedEm ineeye ilmi telkikierde bulunmak zorunluluğu bize nereden hasıl oldu? B u n e kötü dava, bu ne kötü tet kikat! Mü:;lümanlar bir hareketin içinde görünüp duran iha net elini yakalamaya koşmayıp da böyle bedhahane ve mü nafıkça n Jtuklara karşı ağızlarını açarak mest ve mebhud kalmayı c:a vazife bileceklerdi? Bu şarlatan heritin nutku nu dinierlcen bir müslüman kalkıp da: " Bu sözlere naza ran islam'ın bin üç yüzsenelik hilafeti, tam şartlarını haiz olmadığıırıın farkına vanlmayarak devam edip durmuş, onun dini kusurlarını düşmaniarına vekaleten sen an lamış ve meydana çıkarmışsın ı Pek iyi, şimdi onu dini nokta-i neızarından kusurlu diye beğenmiyerek bozalım da yerine• Ankara'nın layık ve la-dini hükümetini mi ika me edelim, demek istiyorsun? Sözü uzatma ve maksa dını açık ve çabuk söyle!" diyerek haritin safsatalarını ağ zına tıkamadı! O zaman islam'ın bin üç yüz senelik hilfife tini yıkan Ankara hükümet ricali şimdi de Isiarneyitin bin 'tiç yuz senelık tarıhını yıktıklarını ögüne öğüne söylüyorlar! Kitab ın beşinci sayfasının sonunda: "Her şeyden evvel şu noktayı arz edeyim ki Hilafet hükümet demek" tir. " deniyor. Vay utanmaz herlf vay! Bunu hilafetin ilgası ve Abdülımecid Efendi'nin Türkiye'den ihracı zamanında ·
HİLAFET VE KEMAL1ZM
105
söylüyor. Ondan ewel: "Hilafeti hükümetten ayırmak lazımdır, hilafet başka hükümet başkadır. Hatta hükü metten soyutlanmış hilafet daha nüfuzlu ve şerefli olur. ' ' diye tutturan Ankara hükümetinin hükümetsiz hilafeti islam alemine kabul ettirmeye çalıştığı zamanlarda bu hakikatı neye söylemedi? Başta halkı aldatarak hilatetin hükümeti ni yani kuwetini elinden almak ve zamanı gelinece onu bir tekme ile yıkıvermek için böyle yapmak lazım idi değil mi? Sekizinci sayfasında da; "Ya Davud! i nna cealnake hali feten fi'l-arzı fehkum beyne 'n-nase bi 'l-hakkı" ayetini okuyarak fa-i tefrikiye ile hilafete hüküm yürütüldüğünü ve hilaftten maksat ihkak-ı hak ve ibtal-ı batıl kaziyyesi, yani halkın hukukunu korumak suretiyle halifenin vazifes1 hü kümet vazifesi olduğunu da şimdi itiraf ve hükümetsiz hi lafet hakkındaki eski davalarımız yalandı, demek istiyor! Sonra bu kaşarlanmış avukat, Ankara' nın eski dava larından dönerken nasıl bir tenakuz çukuruna düştüğünü de fark edemiyor. Hilafet, hükümet demekse, onu ilgaya lüzum gösterenler hükümeti de ilga etseler ya! Son iddia ve itiraflarına göre, hükümetten ibaret olan hilafetin ilgası hükümetin ilgasını icap etmez mi? Lakin hükümetin ve hü kümetteki efendilerinin bendesi bulunan avukat bu cihete hiç yaklaşmıyor. Onun için, kitabın 26. sayfasında " Bun dan hükümet tesisine de lüzum yoktur, manası çıkmaz, hilaletin şartlarını toplayan bir imam tayini güçleştiği surette yine hükümet tesisi vacip olu . ' ' diyer. Düşüne miyor ki islam hükümet demek olan Halife tayinine layık adam bulunmadığı surette de hükümet ve hükümet reisli. ğini en küçüğü liyakatla boş bırakmamak zaruri olduğu ka dar hilafet makamını da boş bırakmama zaruri olur. Bu "Hi lafet, hükümettir." şeklinde kendilerinin de sonunda iti raf ettiği kaziyyenin mantıki gereğidir. Evet şurası var ki hi lafet yalnız h ükümetten ibaret değil de hükümet-i islami yeden ibarettir. Ve bu adamlar islami hükümet reisliğine tamamen layık adam bulunmazsa islamiyatten büsbütün vaz geçelim ve yalnız hükümeti ibka edelim, demek isti yorlar.
1 06 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
Merkuın müteveffanın, i mam-ı A'zam ve sair bazı eka biri Mansur�'un hilafeti aleyhinde bulunmakla hilafet pren sibine aleyhdar gibi göstermeye çalışması da şaşkıncı bir şarlatanlıktr r. Nasıl ki i mam-ı A'zam'ın, Hz. Hasan evladın dan (Muhammed Mehdi)ye bey'at ve müzaheret için giz lice halkı teşvik ettiğine dair kitabında yazdığı fıkralarda şar latanlığın foyasını çıkararak o konudaki .şaşkınlığı te'yid et mektedir. Herlf konuşmasında daha bir çok m ugalatalar yapıyor: " Halift� vekil demektir. Ona vekaleti veren millet, isterse vek:ile ihtiyacım yok, kendi işimi kendim göre ceğim, rüşd yaşına ulaştım , tasarruf-i am hakkını artık kimseye w�rmiyeceğim diyecek olursa, ona ne dene bilir, işte şimdi biz de böyle yapmak istiyoruz. Buna fı kıh ve huku k itibariyle hiç bir mani yoktur." diyor. (sh: 45)
Demek ki millet şimdi kimseye vekalet vermiyerek işi ni kendi görmek istiyor ve onun için hilafeti ilga ediyormuş. Öyle ise sözüm yabana, Ankara Meclisindekilere heyet ve kalet verdi? Yoksa onlar vekilin de üstünde olarak milletin h iç bir dediıJi yok. Vuku buluncaya kadar hiç bir şeyden haberi de yok. Rüşte ulaştı dediği millet, Ankara hüküme tinden, umacıdan korkan çocuktan beter bir halde, korku yor. Ve bu hokkabazlıkları milletin sahlh bir seçimle vekil Ieri bile olmayan zorbalar Meclis'in daha zorba olan m üte gallibesi çıkarıyor. Mustafa Kemal'in temsil ettiği ve bu mü tegallibe, darağacı kuwetiyle milletten zorla yetki alan Mec lis'ten de zor·ıa yetki alarak bütün işleri görüyor. Gerisi son suz yalan! . . Hz.öm1H d e ölürken yerine halife tayin etmemiş. işi altı kişiden kurulu bir şura meclisine bırakmış. Halbuki Hz.Ömer'in (bu) havalesinden hilafet vazifesi sonuna ka dar o Mecles'le idare olunsun, manası çıkmaz. Halifeyi o meclis seçskı, demek istemiştir. Nitekim öyle de olmuştur. Hz.Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali Hazaratı'nın hi lafet vazifele ri ne kadar büyük bir liyakat ve dikkatle ifa et tiklerine dair de gerçekte güzel ve etkili, lakin kanundışı
HİLAFET VE KEMALIZM
107
bir takım sözler söyledi'kten sonra; ya Hulefa-i Raşidin'i kabirierinden çırakıp bu makama oturtmak yahut hilafet, hükümet demek olduğuna göre, Hulefai Raşidin kabirie rinden çıkarıp bu makama oturtamayı nca hi lafeti ilga lazım gelirse hükümeti de birlikte i lga etmek l azım gelir. Safsa tanın mantıki sonucu budur. "Başımızda heyula gibi bir halife bulunmanın ne manası var?" diyo r . "Heyula" ta biri ile de halifenin vazifesiz, boşu-boşuna oturduğu na ta riz etmek istiyor. Halbuki halifenin vazifesini ve hü kümeti ni, " Böyle daha iyi olur" kelimesiyle, elinden alan da ken dileridi r. Sonra böyle söyleyen de kendileri. .. H il afeti n ve imam tayininin lüzumu hakkında ayet yok m uş. Hadis de yokmuş. Yaln ız imamların, yani halifelerin Kureyş'ten olacağına dair olan hadis-i şerif ile h ilafetten bah seden bir iki hadis varmış. Onlar da yeterli değilmiş. "imam nasbının vücubu hakkında ki olemanın icmaına bir şey denemezse de allame Adududdin, " Mevakaf" adında ki muteber kitabında: Şartlarını haiz imam bulunmazsa ehl-i islam üzerine imam tayin etmenin vacip olmadığı nı, yazar. " diyor. Pek iyi! Biz de hepsini kabul ettik, diye lim. Hil�l.fet olmasa da olurmuş. Ol unca kimin gözüne batı yorsa onu da araştırmayalım. Ve hepsinden vaz geçeli m . Çünkü b i r diyeceğiniz yok ya! Artık müslü manlara hükü metin lüzumunu münakaşasız kabul edeceğinize şüphe yoktur. Lakin bu hükümet, islam Dini kanunları ile mi amil olsun yoksa Avrupa kanu nlarını mi taklid etsin? Madem ki din ve şeriat noktasından meseleyi tetkik edeceğinizi söy lediniz. O halde yine hiç şüphe yok ki Müslüman Hükümeti, islam kanunları alanında hareket etmesi lazım gelir. Böyle de olunca o hükümet, Hz. Peygamber Efendimizin hükü meti makamına kaim olur ve reisi de ol hazretin, kaim makamı ve halifesi tabirine liyakat kazanır. Yani , siz hali feyi kaldırmak isterken o, yine sizin karşınıza çıkar ki bunu da istemezsiniz. Öyle ise sizin hilafeti i lga etmekten asıl maksadınız islami kanu nlar ile mukayyet olmayan laik hü kümet kurmaktır. Lakin münafıklığınızdan konuşmanızda bu nu açıkça söylemiyorsunuz!
108
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMIYE
Işte sabık Adiiye Vekili ve Darü'I-Fünıln meşhur mü derrisi mllteveffa Seyyid Bey'in utanmadan n utuk diye irad ettiği ve kitap diye bastırıp dağıttığı yaldızlı ibarelerirı foyası bu k adarcık bir temasla izale edildikten sonra onun altında antan- ka:;ip fikirler bundan ibarettir. xx X Mansura kadısı Al i Abdürrazik'ın "el- i slam ve UsuiCı' l-H ü km" adı ile geçen sene neşr ettiği kitap, Mısır' da mühim bir hadise teşkil etmiştir. Kitabı ben de gördüm. Yazan, islc:.m Dini'nde hilafetin yeri olmadığını iddia edi yor, kitap w� sünnet gibi şer'l delillerden d ayanağ ı yoktur, diyor. Bu hHrlfin sesinin perdesi, müteveffa Seyyid'in se sinden de yüksek. Hule1a-i Raşidin'in hilafetlerini de tes lim etmiyor, Ebu Bek r'in hilafeti hakkındaki m üslümanla rın icmaını cıa sağlam görmüyor. Hülasa, " Nasb·ı i mam " hakkında şimdiye kadar Müslümanlar arasında meşhur ve müsellem ol an şer'! vücubu tanımıyor. "Ebu Bekir kendi kendine hallife dedi . Hz.Peygamber ' i n hükümeti yoktu
diyor. Sonra Cenab-ı Peygam ber' in "mel1�k" olmadığını ileri sürüyor. Ebu Bekirin hila feti zamanında zekat vermeyeniere karşı açtığı muharebe leri tenkit ediyor. islam Tarihi' nde " M ü rtedclin " m uhare beleri adı ile biHnen o olaylard a tenkil olunan adamların hepsinin mü1·ted olduğunu teslim etmiyor. Neticede islam Dini'nin cebri gücü ve hükümetle m ünasebeti olmadığını iddia ederek tıpkı Türkiye'de geçerli olan dinsiz hüküme tin davası gibi dinin dünyadan ve siyaset ve hükümetten ayrılması lüzumuna kail oluyor. Heritin iddiaları hilafet me selesine dair o güne kadar Türkive'de yazılan eserlerde gördüğümüz şöylerdan çok faz la ve o nisbette batı! olmak la beraber bu son mübtedi' hilatetin inkan He h ü kü meti n dinden soyutlanması lüzumunu be rabe r iddia ederek hem sözteri arasmda bu ci hette n mantıl<i bir irtibat gözetmiş, hem de hilate·ti ilg adan maksad, hükümetin dinsizleştiril mesi olduğu hakkındaki bizim eski davamızı te'yid ve tas dik etmiş oluyor. ki halefi ve hafifesi olsu n . "
·
HtLAFET VE KEMALİZM
109
Bu kitabın yayın ı üzerine M ısır uleması ve islam ka muoyu takdire şayan dini bir gayret ve uyanış eseri göste rerek yazarının te'dibini istemişlerdir. "Ezher"de kurulan 25 kişilik bir büyük ulema heyeti huzurunda muhakemesi icra edilmiş ve muhakeme neticesinde heritin u lema mes leğinden tart ve ihracına karar verilmiş; hükümetçe de, do ğal olarak, memuriyetinden el çektirilmiştir. Demek ki Mı sır bu defa islami vazifesini hakkıyla ifa etmiş ve benim ken disine hakkımı helal etmeye kısmen hak kazanmıştır. is lam Dini'nin Mısır'da bu suretle sahibsiz bırakılmamış ol ması Türkiye'de hükümet taraftarlarını KUDURTmuştu. Ga zeteler, Mansura Kaadısı aleyhindeki tezahürata "Taas subun zaferi" adını taktılar. Ve nasıl karşılık vereceklerini bilemediler. Ardından kitabını, bizim mahud (Ömer Rıza)'ya terceme ettirip tefrika suretiyle neşr ederek ve yazarın ilmi kudret ve fikri h ürriyetine şahi d olarak hızlarını almaya ça l ıştılar. islami ilimlerle münasebetleri olmayan Türkiye ga zetelerinin Mansura Kaadısı'na taraftar çıkmalarının hiç bir ilmi kıymeti olmadıktan başka islam Dini hakkındaki suini yet ve düşmanlıkları herkes nazarında ortaya çıkan bu ga zetelerin taraftarh ğı, iki taraf arasında gizli bir haince ittifa ka delalet etmekle, mezkCır kitaba faydalı olmaktan ziyade zarar ve şüphe çekici olmuştur. Eserin Türkiye'deki cahil propagandacıları bir vakit yazarının ismini doğruca yaza mamışlar bile. Tercemesine tahsis edilen sütunun başın da günlerce: ' ' Müellifi Ali Abdürrezzak' ' ibaresi görülmüş ve Türkler için alışılmamış olan doğrusunun, yani aslında ki "Abdurrazık"ın farkına varılamamıştır. Bundan başka Türkçe dercemesinde bazı tahrifler de vardır. Yeni Türkiye hükümeti ve basını sahtekarlık yapma dan olur mu? Sanki Mansura Kaadısı'nın kitabındaki bo zukluk yetmiyormuş gibi kitabı kendi görüşlerine uydurmak içinh biraz da Kemalcılar bozm uşlar. Tercemeye sırası ile okumadığım halde "Vakit" gazetesinin 21 Ağustos (1 926) tkarihli sayısında tesadüfen gözü me ilişen büyük bir tahrif ile bu hakikate muttali oldum.
I 10
HtLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
-'\ Hayası:ı: Ankara hükümeti Anadolu'yu ve islam Alemi'
n i iğfal için :
"Sebeb-i nizam-i alem olan Halife-i Müsli min edame Allahu hilafetehu ve şevketehu ila yevmi ed din hazretlerinin . . i l h " tarzında neşr ettiği fetvalarla ken ..
d i s i n i i stanbu ldaki halifeinin h ü rmetkar bir hizmetçisi gös terdikten b i r m üddet sonra Halife Vahidüddin'in şah s ı n ı bin t ü r l ü desiseler v e entrikalarla ekarte ederek yerine b ü yük b i r taz i m l e Abdülmecid Efendi 'yi getiriyor. G etirirken Halife ' n i n h ü k ü m etini kendisine çaldırtıyor. Ve h ü k ü m et siz halife daiıa şerefli ve kapsa m l ı olur diyerek bu kaçır m a n ı n içerdii] i s uikasdı belli etmemeye çalışıyor ve başa rıyor. Daha sonra h ilateti ilga ediyor.
Abdülmecid Efen
d i 'yi
de Türkiye'den koğuyor. Bu hareketi haklı ve isabetli göstermek maksadıyla Seyyid' i n kitap şeklinde basılan n ut kundan başka ayrıca bu konuya dair Ankara'da yayınlanan kitabta yalnız H ulefa-i Raşidlyn Hazarat ı ' n ı n hiliHetleri sa hlh olduğunu ve alt tarafındakiler müstebit maliklerden iba ret olarak hilafetleri n i n aslı olmadığını yazdıkları gibi "Hila 30 senedir. " hadis i n i de o kitabta or
fet, benden sonra
taya koymuşlardı. Bu sefer ise H ulefa-i Raşidyn ' i n hilafet lerini inkar ednn Mısırlı 'nın kitabına mal bulmuş Mağribl gibi saldırdılar. B u hain ve korkak herifler gerideki adımlar üze rinde dolaşacaklarına Hz. Peygamber'in peygamberliği n i n a s l ı yoktu, deyip i ş i n içinden çıkmal ı , y a n i a s ı l maksadları nı söiyle m e l i d irler. Evet, b u n u n da sırası geliyor. ima yo l uyla tekrar tekrar söylediler ya! . . Açıkça söylemeleri n i n sı rası gelecek dHmek isterim . Hilafeti hükümetten tefrik ede rek halifen i n h ü k ü m et kuwet i n i elinden ald ıktan sonra hi l afeti i lga etme k kolaylaştığı gibi d i n i , siyasetten ve d ünye vi kuvvetten tecrid ile beraber, sah i plenecek hocaları kırıp geçirdikten sonra bunun da mülğa olduğ u n u
i l an etmek
çok kolaylaşmıştır. M ısırlı kaad ı n ı n kitabı hakkında yazacağı m şeyler çok uzun olmayacaktır. O n u n kitabını Mısır'ın en büyük alim lerinden iki yüce zat kadar, Ş iyh Bahiyt ve M uhammed el-Hazar Hüse;rin, baştan ayağa kadar takip ve tetkik ede-
HİLAFET VE KEMALiZM
lll
rek mükemmel eserler yazmışlardır. Ben o eserleri kendi tenkitlerimi tesbit ettikten sonra g ü rdüm (1 ). Onlar sabık kaadının kitabının hemen her birini m ünakaşa zeminine koymuşlar ve el-hak m uzaffer OLMUŞLAR! Ben onu yal nız bir iki can damanndan yakalamıştım. Mısır alimlerinin reddiyelerini okuduktan sonra da hedefemi genişletmeye ve bu ilaveden başka bir şeyle kendi sözlerimi ta'd ile lü zum görmedim. B u kişilerin kitabiarı ve bilhassa Şeyh Bahiyt ' i n eseri içerik itibariyle benim kısa ve kıvrak görüşlerime kıyasen çok zengindir. Fakat hiç bir yerde onlarla görüşlerimiz bir birine aykırı düşmemiştir. Yalnız m üslümanlar nazarında halftenin sultasına ve kuvvetin e Cenab-ı Hakkın sultasın dan m üstefat sayılmak zuretiyle i lahi bir renk verildiğine dair kaadının kitabında artaya attığı iddiayı onlar ceffe'J kalem red ve inkar ettikleri ve h ilafet sultasının yalnız üm metinin sultasına i lahi kanundan iktibas etmesi itibariyle makamında bir tür kudsiyet bulunduğunu inkara lüzum yok tur. Ancak halifeni n emri şari' i n (kan un koyucunun) emri ne muhalif olmamak şartıyla m ukaddestir. Ve islam hall felerinde la-yuhtilik (hata etmezlik) i mtiyazı yoktur. Binae naleyh h ilafet sultasının dayanağına itiraz eden kadı efen di, hallteleri Katolik papazları gibi göstermekte haksızdır. H alifeleri överken meslekleri icabı ile mübalağa vadisine sapan bazı şairlerin sözlerini güya islam anlayışı diye ken di anlayışına delil olarak irad etmesi ise, reddiye yazan alim lerin dedikleri gibi gayet manasızdır. "Dini M ücedd i tle r " de de yazdığım vech ile h ilafet hü kümeti , yani islam hükümeti tam manasıyla bir meşrutl hü kümettir. Ve islam ulaması bu islam Devleti'nin mebusları durumundadırlar. Kitabı bahse konu olan Mansura Kaadı� sı "es-Siyaset" gazetesinde büyük islam m u harriri Emiru'I-Beyan Şekib Arslan B e y' e karşı yazdığı bir ma kalede islam hükümetinin meşrutT hükümet mahiyetinde olduğunu i nkar ederse de islam hükümetlerinde bulunan meşrutiyet, Avrupa asrT hükümetlerindeki meşrutiyetten da( 1 ) Bu eserleri tabii Ömer Rıza da görmüştür. Lakin aslını Türkiye gaze
telerinde baliandıra baliandıra terceme etmişken, reddiyelerden bahse hiç yaklaşmamıştır.
1 12
J-IiLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
ha kuvvetli ve daha esaslıd ır. Çünkü asrl hü kümetler par lamento ile i htila.f halinde hükümet reisinin iradesiyle Meclis-i Meb usan 'ı fesh edebilirler. Lakin islam Devleti' nin, islam u lamasından kurulan parlamentoyu fesh edemez. � Mansur:ı. Kaadısı Ali Abdurrazik, M ısır ilmi ve dini me hafilinde galeyanı m ucib olan adı geçen eseri, Türkiye i n kılabını te'yid m aksadıyla yazdığını belli etmemeye çalış mış ve kitab:a Türkiye'nin ve Mustafa Kemal 'in ismini hiç kaale almamış olduğu halde daha sonra "es-Siyaset" ga zetesiyle neşr ettiğini söylediğimiz makalede Ankara hü kümetini açıktan açığa müdafaa ederek kitabında gizledi ği mel'un m aksadı meydana koymuştur. Türkçemizin eski bir atasözündeki "Siroz Kaadısı"na taş çıkaran M ısırlı kaadının kitabı hakkında söyliyeceği m sözlerin çok uzun olmayacağın ı arz etmiştim. Ben i lk ön ce, bu kadının ahmakça, hilafetini tan ımadıklarından dola yı Ebu Bekr'in hilafetini kabul etmeyen bu kaadıya da mür ted muamelesi yaparım. Ve ne yapıyorsun, derse, Ebu Bekr'in mes leğini tatbik ediyorum. O ictihadında hata et mişse aynı h ayatı ben de yaparak Ebu Bekr'in eserine ik tifa etmekle iftihar ederim , derim. Ankara hü kümeti, i sla m ı n huzurur da tezkiye edeceğim diye, Sıddik-ı Ekber ve Faruk-i A'z�ım gibi islam Tarihi'nin yüz-suyu olan dailerin (?) yine tesli m ve itiraz edeceği vech ile bütün dünyan ın hükümetlerine iffet ve adalet nümunasi gösteren zevata dil uzatmak abestir. Ankara hükümetine paye vermek için baş tan ayağa O s manlı Sultan larının h izmetleri yırtıldı. Bu da kafi gelmemiş. Şimdi de Ebu Bekr'in ve Ö mer'in makam Iarına saldırıl ıyor. Ve Mustafa Kema!'i ve hükümetini sa vunma gaymtiyle Osmanl ı halifelerine H u lefa-i Raşidln 'in de kadrini hor görmek ve h ilafet sıfatiarını ibtal etmek la zım geliyorsa Ankara hükümetinin nasıl bir hü kümet oldu ğunu bari bu ·adan anlamalıdır. Kendisine müslümanlar ara sı bir yer ve bir meşrutiyet verdirmeleri için Peygamber'in birinci hallfesin i önemden düşürmeye lüzum hasıl olmak kadar merkum hükümet hakkında elim bir d üşüş olabilir mi?
HİLAFET VE KEMALİZM
1 13
Markum yazar, Ebu Bekr, Hz. Peygamber'in hallfesi mi idi, değil mi idi? Diye tutturduğu sırada HzAii ile Sa'd bin Ubade gibi Ebu Bekr'e bey'atten kaçınan bir kaç zat tan başka bütün ashabın , kendisine: "Halife-i Rasulullah" dediğini inkar edemiyor. " Milel ve Nihai" sahibi i mam i bni Hazm'ın: " Ebu Bekr'i Hz.Peygamber istihlaf etmese bu kadar ashab kendisine halife demezdi. Çünkü halife, kendi kendine bu makama kaim olan değil , o makam sahibinin ikamesiyle kaim olan manasınadır. " demesi de lügat itibarıyle tenkit edişine rağmen m üşarünileyhi Hz.Peygamber Efendimiz açıkça istihlaf etmemiş bile ol sa o kadar ashabın halife tabir ve telkininde kendisi Pey gamber makamına kaim telakki ettiklerine delalet bulun duğu zahir, bahir bir haldedir. islam Dini'nde sahabe-i ki ram aniayaşının ne derece önemi haiz olduğunu da Man sura Kadısı bilir. Bir iki m üstesnadan başka bütün asha bın Ebu Bekr'in hiliHetine kail olması yazarın iddiası vech ile icma teşkil edemese bile m üthiş bir tevatür teşkil eder. Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri de bize işte böyle münferit mu halefetlerin ihlal edemediği hadd-i tevatürle vasıl olmuştur. Dikkate şayandır ki Hz.Peygamer'den sonra islamın reis liğini derunte etmeye en ziyade layık bir zat sıfatıyla Ebu Bekr'e rakip olması gereken Ömer bin ei-Hattab'in ken disi, halkı Ebu Bekr'e biyate davet ediyor ve Mansura Ka adısı'nın kitabında yazılı olduğu üzere şöyle söylüyor: "Cenab-ı Hak sizin reylerinizi içinizden en hayırlınız olan Cenab-ı Peygamberin dostu ve ikinin ikincisi tabiri ile Kur'an-ı Keri-min o hazrete ittisal ve münasebetine şahid olduğu zat üzerinde toplanarak kalkın biy'at edin." Cumhur-i ashabın tabiri üzere Ebu Bekr'e "Halife-i Rasulellah" denildiğini, kelimenin lügat manası yoluyla bu ad landırmanın Peygamber'den geldiği anlaşılması bile bir iki is tisnadan başka bütün ashabın bu tabir üzerinde ittifakından aynı kaynağa intikal edebilir! Zira hulefa sözünün i slam Dinin deki önemi Genab-ı Peygamber'den mülhem olduklarına hük medildiğinden ileri gelmektedir. Daha doğrusu bir iki saha-
1 1 4 J-ItLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
binin Ebu Bt!kr'e bey' atta m uhalif veya geri kalmasını hi lafet ve imam tayini kaziyyesindeki icmaa mani göstermek mantıksız bir şeydir. Çünkü bu muhalefet, Ebu Bekr'i ter cih noktasına ait olarak hilafet prensibinde, yani hiliHetin ve imam nasbının lüzumu meselesinde m uhalefet ifade et mez. Nasıl ifade edebilir ki Ebu Bekr i n hilafet ve imame tinde m uhalif kalanların en m ü himmi olan i mamı Ali, da ha sonra bizzat hilafet ve imameti kabul etmiştir. Onun için Cenab-ı Peygamber'den sonra ashab-ı kiramın icma' ve it tifak ile imam nasbına lüzum görülmüş olması meselesin de tereddüte düşmek akıllı işi değildir. Ne demek? Halkın umur ve m uamelatını tedvir için ashab zamanında hükü mete ihtiyaç yok muydu? Ve sahabe asrı hiç bir zaman hü kümetsiz kal d ı mı? Bunun lüzumunda herkes m üttefik ol duğu halde cumhur-i ashabın tenslbi ile H ilafet Makamı' na Ebu Bekr seçilmiş olunmuştur. Ebu Bekr'e başta rey vermeyen bir kaç zata sorulsa, Müşarünileyh'in işgal etti ği makamın, Hilafet Makamı olduğunu tasdikte sairleri gi bi onlar da tereddüt etmezlerd i . Mesele bundan ibarettir. Yazar bir aralık imam tayini hakkındaki icmaı itiraf ede cek gibi oluyoı-. Lakin bu sefer de bu icmaın, vücup mahi yetinde şer'! bir hüküm ifade edebilmesi için kitap ve sün nette varlığı icap eden m üstenidi yoktur, d iyor. "Ey iman edenler! Allah'a itaat eden, Peygamber' e ve sizden olan emir sahibierine (idarecilere) de itaat edin . " (Nisa/59) Ve . " Halbuki onu , Rasule ve ya aralarında yetki sahibi kimselere (Uiu'l-emr'e) götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi." (Nisa/83) ayetiHri ile " i mamlar Kureyş'tendir. " , " M üslü man cemaate imam lüzumludur. " , " Her kim de boyu nunda (devlete bir bağlılık) bey'atı olmayarak ölürse, ca hiliyet ölümü i le ölür. " , " Benden sonra Ebu Bekr ve Ömer' e iktida ediniz. " tarzındaki hadls-i şerifleri n de mevzu-bahs, icma için dayanağı olmaya kifayet edecek açıklığı haiz old uklarını teslim etmiyor. Halbuki daha fazla açıklık olsa, icına ile istidlale hacet kalmaksızın mezkur '
. .
RtLAFET VE KEMALİZM
1 15
nasslann kendileri imam nasbının lüzum ve vücubuna de lil sayılır. Daha doğrusu, bence, "Onlara (düşmanlara) kar şı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın " (Enfal/60) ayet-i kerimesi bile, islamın şevketini muhafaza için h ükümet teşkili ve imam nasbı lazım ve vacip olduğuna re' sen delil veyahut bu bab taki icmaa müsnedün ileyh olarak kifayet eder. Yazar bir aralık da, imam ve halife tayininden maksat, şer'i ahkamı tenfiz ve i slamın esaslarını ikame için herhangi bir şekilde olursa olsun bir hükümet teşkili ile bir hükümet reisi tayini ise, bunun lüzumununa diyeceği olmadığını. ik rar ile beraber, tu kahanın imarnet konusunda tarif ettikleri halife ile bunun arasında fark bulunduğundan bunlardan birinin lüzum ve vücubunu i ktiza etmez, diyor. Ben de ev vel ve aher, eserierirnde arz ettiğim vech ile halifeyi her hangi bir şekildeki h ükümetin riyasetinde bulunarak dün ya siyaseti ve din hiraseti (korunması) başta mümkün ol duğu kadar Hz. Peygamber'in mesleğini takip etmek sure tiyle makamına kaim olan (geçen) zat olmak üzere kabul ederim ve Mansura Kaadısı nın bu son sözünü h ilafeti iti rafa mecburiyat manasma tutarım. Çünkü kendisinin ay nen tabi üzere şer'i ahkamı tenfiz ve dini şeairi ikame için herhangi bir şekilde olursa olsun bir hükümet teşkil i ile bir reis-i hükümet tayininin lüzum ve vücubuna bir diyeceği yoksa, işte benim istediğim ve Ankara hükümetinin iste mediği hilafet ve halife de yoktur. Dikkate şayandır ki " Ö mer Rıza" mel'unu Türk basınında,yazarın bu sözünü kat'i olarak yanlış terceme etmiştir. Yazar bu konularda halifelerin, hükümetlerini cebr ve kuvvet sayesinde idame ettikleri ve hiç birinin, zamanında muarazadan salim kalmaması gibi her hükümet için az çok tabii olduğu cihetle asıl mseleye tesiri olmayacağı ve sa ded dışı sayılacak şeylerde dermeyan etmiştir. UICım ve fü nCın'un şubelerini i hmal etmeyen islam ulamasının siyasi ilimiere ilgisiz kalmalan halltelerin istibdadından neş'et et tiğine dair olan görüşü de sadetle sahih olarak ilgisi olma...
'
1 1 6 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
yan meselelerden olmakla beraber, din u lemasının siyasi yat ile iştiga.lden memn u niyeti Ankara hükümeti gibi la-dinT hükümetlerce h alife hükümetlerinden çok fazla gerekli ol duğuna nazaran bu memnuniyeti büyük bir kabahat say makla Manıwra Kaadrsı adeta baltayı taşa vurmuş oluyor. Hele haiTfelr�rin i slami hükümetleri hakkında: " i stibdatla rını ve hırsiarını tatmin için bir din uydurarak, bru dini bütün idam işlerine, bütün siyasi girişimlerine yegane kaynak ve yegane merci göstermişlerdir." demesi her noktadan bir galat-ı rü'yet eseridir. Müslümanların um Or ve m uamelatına dini hükümetler karıştırılmamış, i slam Dini' nin kendisi sayısız ayet ve hadisleri ile bu işlere m üdahale etmiştir. Ve hükümetler i htiras ve istibdatlarını tatmin için dini her işe karıştırmak şöyle dursun bizim bildiğimiz An kara hüküm:ıti gibi zalım ve eşkiya hükümetleri, diledikleri gibi hareket edebilmek üzere dinin halkın işlerine müda halesi ve hükümetler üzerindeki morakabesin i kesmeye ça l ışırlar. Çünkü d i n zalime ve m ü stebide yardım etmez, en gel olur. Vaktiyle halifeleri azdırıp çileden çıkaran ve istib dada sevk edenler de, şimdiki dinsiz hükü metlere yaran mak için hilafet aleyhinde yazılar yazan dalkavukların tıy netindeki adamlardır. H alitelerin bazı devirlerde hilafet sıfatı haleldar olduğu na ve bazan kuru bir isimden başka hiç bir hükmü ve nü fuzu kalmadığına ve şevket ve haysiyetleri sönen tialifeleri: "Onların ölümlerine dünya gözyaşı dökmedi. Ve bayram lar ile cumalar da ibtal olunmadı." Beytinin mediOiünce; ne arayan, ne de arkalarından ağlayan bulunmadığına dair olan sözleri de yazarda kal natın gerçeklerini görecek göz olmadığını gösteriyor. Kita bımızın baş taraflarında ismi geçen M ısır'ın emlru'ş şuarası Şevki de Ankara hükümetinin hilafeti ilgasından islam Dini'ne bir zarar gelmediğini bir şiiri nde yazmış. M ı sır'ın dinsizleı ·i ile Türkiye'nin la-dini hükümeti arasında del fallık vazifesini ifa etmekte bulunan Ömer Rıza 26 Hazi·
. HiLAFET V E KEMALiZM
1 17
ran 1 926 tarihli "Vakit" gazetesinde Şevki' nin bu şiirin den Türkiye inkılabı adına fahr ve m ü bahat ile bahs edi yor. (x) Bu şiirin Mansura Ka adıs ı nın kitabından m ukad dem veya muahhar olduğunu ve hangisinin hangisine da lalette önder olduğunu anlayamadım. Bir kerre vazifeleri ni müdrik ve muktedir. i slam hal ifeleri nden sonra müslü manlığa zaaft görüldüğü ve ahlak fesadına meydan açıl dığı inkar edilerneycek bir halde iken mesela şimdiki m üs lümanlık alemini, hulefa-i raşidin yahut halife Ömer bin Ab dülaziz, ya h ut halife Fatih, ve halife Yavuz Selim devrin deki gibi gören adamlar eski bir Arap şairinin şu beyitfari ne hakkıyla ma-sadak olurlar: "insanlardan, hayvan da vardır. Işitir, görür insan su· retinde ... '
M alındaki her bir musibeti bilir. Aldırmaz dinine isabet edene . .
(x) Bkz: Ek-IX
."
l lS
HİLAFET-t MUAZZAMA-t İSLAMiYE
HiLAFET: H Ü K Ü MET VE SiYASETTiR
Kaadı Abdü rra:zi k in, halifelerin nüfuzu kalmadığından bahs ettiği eski devirlerde onların makamına yine bir ta kım islamı h ü kümetler geçerek şer'7 ahkamı tenfizden iba ret olan hilafet vazifesi onların tarafından ifa edilmesi sa yesinde i�;lam Dini payidar olmuştur. Kitabın son fasıllarında yazarca açıkça tecviz olunduğu üzere değer hil afet büs bütün i lga olunınakla beraber yerine bugünkü Türkiye'de olduğu gi:::ıi dinden soyutlanm ış ve belki dinsizliği sürdü ren hükümetler kaim olsa az vakitte islam Dini'nin ahkam ve esaslannın nam ve nişanı kalmayacağını tamine hacet var mıdır, bilmem? Türkiye'de hilafet ilga edilmiş ve islam Dini'ne de yok edici darbeler indirilmiştir. Bunun uğursuz etkileri sail" islam memleketlerine de bulaşmaktan hali kal mamakla tıeraber, Allaha hamd olsun, başka taraflarda bu dereceye kadar hilateti temsil eden islam hükümetleri mevcuttur. M ısırlı Kaadı ile şairi yanıltan da burasıdır. Şa yet bu iki zayıf görüşlü adam , dekolte kadınları balalarda yabancılarla kucak kucağa dans eden ve h ükümet adam lanna n utul�larında on üç asırlık i slam Tarihi'ni yerle bir et tik diye övünmek hakkı veren Türkiye'de de islam Dini'ne bir zarar ge,ımediğine kail iseler artık onların bildiği islam Dini, " Müslümanlıkta hitan vardır. Binaenaleyh bu di· ne giren bil' daha çıkamaz . " diyen " Celal Nuri'nin bildi ği islam Dini gibi acayip bir şey yahut kuvvet ve h ükümet dalkavuklannın yüzleri gibi nasırlanmış bir madde olmak lazım gelir. Mansura Kaadısının kitabının ikinci, üçüncü kısmı da ha bozuktur. Buralarda islam Dini'nin hükümeti ve kaza hakkı olamıyacağı, Hz. Peygamber'i n de icra�i hükümet et mediği çünkt:i kendisinin padişah olmadığı ve islam Dini' nin ahkamı hClkümetin cebri gücü ile değil de insanların vic'
1 19
HiLAFET VE KEMALİZM
dan! arzuları ile boyun eğilmesi ve ikna gücüne dayanma sı lazım geleceği iddia edi l mektedir. Vicdani arzu ile bo yun eğmek ve zorlayıcı güç ile değil, ikna gücüne dayan mak gibi cazibeli şeyleri zon zamanların hükümetleri ve hü kü met yardakçıları i slam Dini'ne tavsiye etmekten ve mü nasip görmekten geri d u rmazlar. Bu vaziyette kalmak din Iere daha iyi nüfuz temin edeceğini de söylerler. Halbuki n üfuz için can veren hükümetler nedense bu güzel ve çe kici durumu kendileri için bazan yeterli görmezler ve zorlayı cı güce malik olmadan mutmain olamazlar. Maamafih biz bu meseleyi akıl ve hikmet ve dinin konusuna uygun nok tadan tetkik edecek değiliz. M ünazara.mızın tutmuş oldu ğu yolda yürüyerek islam D ini'nin bu konudaki mizaç ve rıazasını takip edeceğiz. Nitekim kadı efendi de deminki müddeaları n ı isbat sadedinde Cenab-ı Peygamber'in bazı yerlere memur gönderdiği vaki' ise de b u nların kaadının ziyade valiye benzediğini (1 ) ve her halde Asr-ı Saadet'in h ü kümet teşkilatından mahrum olduğu n u söyliyerek Hz.Peygamber'in padişah olmadığını açıklayan hadls-i şerif ile " Dinde zorlama yoktur, çünkü doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edelmiştir. " (Bakara/256), . . . Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin . .. " (Kehf/29), " Eğer Rab bin dileseydi , yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde, sen, inanmaları için insanları zorlu yor musun?" (Yunus/99), "Çünkü sen ancak öğüt veri cisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin. ' ' (Gaşiye/21 ) ve " Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin . Sadece tehdidimden kor kanlara Kur'anla öğüt ver." (Kaf/45) gibi islam Dininin zor layıcı olmadığını gösteren ayetleri kayd ve irat etmiştir. "
(1) Kaadının vazifesi valininkinden fazla hükümet işi olduğu ve daha zi yade hükümet ve hakimiyete delalet ettiği için müellif Genab-ı Peygam ber'in kaadııarını valiye benzetme k istiyor. Başka bir eserimde bahs etti· ği m vech ile Romanya'da Müslüman adı taşıyan bazı türedi gençler vak tiyle hükümet-i mahalliye tarafından müslümanlara verilmiş olan şer'i mah keme teşkili imtiyazına kendi elleri ile balta vurmaya heveslenmelerin· deki şaşkınlığın derecesini bundan anlayabilirsiniz.
120 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAM1YE
Ayetlnrle istidla.linin cevabı gelecektir. Vad ettiğim vech ile konuyu uzatmamak i çi n , Hz.Peygamber Efendimizi (s.a.v.) icra-i hükümete benzeyen efalinin hepsine birer kulp takmaya çalışmasını da münakaşa ile karşılamayacağım. Ancak Mansura gibi bir beldede senelerce şer'! şerif adı na kaadıhk eden bir adamın daha sonra şeriatın ve Genab-ı Peygambeır'in kaaza hakkını inkar etmesi, Mansura kaadl lığında kendisinin de sahtekar olduğunu söylemek dere cesinde bir hayasızlıktır. Genab-ı Peygamber'in, Allah ta rafından kilaza hakkı olmadığı halde; "Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. ' ' (Azhab/36}, ' ' Eğer bir hususta anlaşmaı lığa düşerseniz -AIIah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsıınız- onu Allah'a ve Rasulüne götürün." (Ni sa/59), " Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazhk hususunda seni hakem kılıp sonra da ver diğin hükiimden içlerinde hiç bir sıkıntn duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş ol mazlar. " (l\lisa/65) ve "Onlar, aralarında hüküm verme si için Allah'a ve Peygamber'e çağrıldıklarında, bakar sm ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler/Ama eğer (Allah ve Rasulünün hükm ettiği) hak kendi lahlerine ise, ona, gönülden bağlı olarak saygı ile gelirler./Kalblerin de bir hastalık mı var; yoksa şüphe ve tereddüt içinde midirler? Yoksa Allah ve Rasulü'nün kendilerine zulum ve haksızhlt edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl za limler kendileridiri/Aralarında hüküm vermesi için Al· lah 'a ve Rcı:sulü'ne davet edildiklerinde, " işittik ve itaat ettik." demek, sadece müminlerin söyliyeceği sözdür. i şte asıl bUirılar kurtuluşa erenlerdir. "(Nur/48-51 ) tarzın daki ayet-i kerime nedir? Kaadı bu apaçık ayetleri görme miş mi? Bir aralık yazar, Genab-ı Peygamber'in kaazası ve ka adıları bulunduğunu teslim i le beraber valilerini ve kaadı-
RtLAFET VE KEMALİZM
121
larını tayinde takip ettiği usul ve nizamatın bilinmediğine, ve siyaset ve hükümet ruhu mesabesinde.bulunan mali iş ler ile fazlaca meşgul olduğunu ve bir çok tahsil ve ciba yet memurları bulunduğunu da teslim ile beraber varidat ve mesarifi o halde neden defterlere kayt ettirmediğine tahvil-i kelam ediyor? Peygamber Efendimiz Hazretlerinin işlerinde basitlik olduğunu da söylüyor. Cenab-ı Peygam ber'in kaazaya ait usul ve nizarnatı mechul veya mefkut ise Hz. ömer tarafından Mısır'a kaadı tayin olunan Ebu Mu sa e i Eş ari'nin eline verdiği ve ibni'Kayyım ei-Cavzi'nin "i'lamu'l-Muvakkiln" ında ve sair muteber eserlerde mazc but ve mebsut bulunduğu vech ile en müterakki hukuk mü tehassıslarını hayrette bırakacak derecede mükemmelliğine şahit olduğumuz kaaza düsturlarını Ömer nereden aldı? Hz.Ömer'in Cenab-ı Peygamber'den başka muallimi var mıydı? �- Peygamber Efendimiz Hazretleri'nin hükümetine de lalet eden bütün alarnet ve olayları te'vil ve ta'lile çalışan Mansura Kaadısı, Gazavat-ı Nebeviye'ye gelince, bocalı yor, geveliyor, ne kulp takacağını şaşırıyor . ... Ne olurdu Cenab-ı Peygamber muharebe yapmamış olaydı, Kaadının işine ve ibda' ettiği iddialarına pek yara yacaktı. Lakin yaptı. Hem pek mühim muharabeler yaptı. Inkar edilemez ki etsin. Şimdi ne yapsın? Cenab-ı Peygam ber'in hükümeti ve saltanatı yoktu ki muharebeleri onlar narnma yapmış olsun. Din namına yaptı, dese, dinin zorla yıcı gücü olmadığını iddia etmişti. Muharebe ise cebrin en son derecesidir. işte Peygamber Efendimizin Bedir, Uhud, Ahzap, Tebük, Mekke'nin fethi , Haybar'in fethi ve benzeri namlarla bilinen ve gerçekleşen savaşları Mısırlı Kaadı'nın kitabını ve kitabındaki müddealarını berbat etmeye kafi gel miştir. Denilse yeridir ki Asr-ı Saadetteki muharabeler müş riklerin belini kırdığı gibi bin üç yüz sene sonra yeni dava larla ortaya atılan Mansura Kaadısı da belini kırmıştır. He rif kat' iyen bu muharebe meselesinin altından kalkamıyor. Ve bu müşkülü kitabında hal ederneden bırakıyor. Bu mu-
'
·
F.7
. 1 22 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
harebel€!r yüzünden Hz. Peygamber' in, itirafına mecburiyet hasıl olan hükü metini, nübüvvetinin dışında da din ile ala kası olmayan beşeri ve dünyevl bir mesele halinde saymayı düşünmnş. Kulakların alışmadığı bu fikre kail olmakta ne beis ve ne m ani var? Demeye kadar ileri gittikten sonra bu fikrin kerıdi görüşünce de uzak ihtimal olduğunu i lave edi yor. Lakin Türkçe gazetelerde yayınlanan tercemade ika' edilen talırifat cümlesinden olmak şu son cümle tay edile rek Cenab-ı Peygamber'in hükümeti ile nübüwetinin, biri birine bar�ı olmayan ayrı ayrı işler ve sıfatıardan ibaret ol ması suretindeki fikir, yazarın muhtar görüşü gibi gösteril miştir. Bunun sebebi; çünkü yazarın , kendinden ziyade gayretini 9üden mütercim, mezkur tahrifi yapmaza, yazar, kitabının asıl can alacak noktasında bir şeye karar veremi yerek mei�hepsiz kalacaktır. Nasıl ki biraz evel de söyledi ğimiz vech ile harlf bu bahsi kat'1 bir karara bağlayama mış ve an,�ak gevelemiştir. işte mütercim , kitabın bu aybı nı kapatmaya çalışıyor. Ve yazarın görüşünü bu merkez de imiş gil>i gösteriyor. Gerçi bu sahtekarlığa hacet kalma mak üzew yazar, daha ileride Genab-ı Peygamber'in h ü kümetine nıüstakil ve gayr-i d ini mana vermekten ise bu nu büsbütün inkar ederek Hazret'in h ükümeti yoktu diye kesip atıyor, ama dağlar gibi muharebat-ı Nebeviyeyi orta dan kaldırmadan böylece kesip atmanın hiç bir önemi ol mayacağın ı, besbelli idrak eden mütercim, efendisi için başka bir mezhep kararlaştırmak i htiyacından kurtulamıyor. işte m uharebat-ı Nebeviyeye ait olaylar, Peygamber Efendimizin hükümet ve sultasına delalet h ususunda hiç bir fikir ilkelliğinin önünde duramıyacağı kahr edici vesika lar teşkileWği gibi Kur'an-ı Kerim' deki sayfalar dolusu ci hat eyetleri ve hem bu h ükümet ve sulta meselesini te'yld eder, hem ele o laylarla m üeyyed olduğu için te'vlli kabil ol madığı halde b ul unan adı geçen ayetler, yukarıda geçen "Dinde zorılam a yoktur " ve benzerleri gibi, Peygamber Efend imizin hükümet ve sultası olmadığına delil olarak ya zar tarafından irad olunan ayetler hakkında da zevahiri üze..
HtLAFET VE KEMALİZM
123
re telakki edilmeyerak te'vlle zorunluluk husule getirir. Bu ayetler de: (Rasulüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremez� sin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir. " (Kasas/56), ' ' (Resulüm) inkara koşanlar sana kaygı vermesin. Çün kü onlar, Allah'a hiç bir zarar veremezler." (Al-i im ran/1 76), "(Resulüm) Elbette sen ölülere duyuramazsın, arkalarını dönüp giden sağırlara o daveti işittiremez sin . " (Rum/52) ayetleri gibi küfür ve inadında dik başlılık edenleri takbih etmek suretiyle Cenab-ı Peygamber'i tes liye sadedinde verid olmuşlardır. Peygamber Efendimizin zorlayıcı olmaması, Genab-ı Hakkın kudreti dahilinde ola bilecek surette insanları kalbierine hakim olarak onları ar zu edilen tarafa yönlendirme iktidarına malik olmamak ma nasına olduğu gibi, dinde ikhar ve icbar olmaması da, bu tabirler mükellefi müteannid yapan şeylerde müstamel ve mutasavver olduğundan bu cümleyi takip eden ayetten de anlaşılacağı vech ile " Rüşd ile dalal birbirinden ayrılmış tır." ve mesele hak ve hikikatın temayüz etmesindedir. On dan sonrasına gelince, çıkarlarını isteyenler için cebr ve ik rah tabirine mahal olmayıp ya/vararak hak ve hakikatı ka bule talip olmak düşer, demektir. "Onları uyarsan da uyar masan da onlar için birdir, inanmazlar." (Yasin/1 0), "On ları bırak, yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oya laya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler.'' (Hicr/3) tarzındaki ayetlerde Genab-ı Peygamber'in irşadlarından mütenebbih olmayanların ezeli şekavet ile felah bulmama ya ve ahiret azabından. kurtulmamaya mahkum bedbaht lardan ibaret olduğunu beyan etmek suretiyle yine Genab-ı Peygamber'i tesliye kabilinden olarak, yoksa beşir ve ne zir sıfatiarını haiz olan o Hazreti, Genab-ı Hakkın idaresi taallük etmedikçe etkisi olmayacağını beyan ve kafirleri in zardan men ve nehy manasma veyahut onları kendi ken dilerine terk ederek tebliğ ve irşad vazifesini yüzüstü bı rakmaya teşvik manasına yorumlanamaz. Bu kere ' ' Biz, her ümmete bir ibadet tarzı gösterdik ki, onlar bunun tatbikçileridirler. Öyle ise onlar bu işte seninle çekiş-
124 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
mesinler. Sen, Rabbine davet et. Zira sen , hakikaten dostoğrı.ı bir yoldasın./Eğer seninle m ünakaşa ve mü cadeleye girişirlerse, " Allah, yaptığınızı çok iyi bilmek tedir. ' ' dtı!/Çünkü Allah kıyamet gününde, ihtilaf etmek te olduğuınuz konulara dair a ranızda hükm edecektir. " (Hac/67-69} ayetlerini de zahiri manaları ile sözün gelişine mi bırakac:ağız. Böyle olursa, yani ihtihlfın çözümü kıyamete bırakıhrsa Genab-ı Peygamber'e dünyada ma'kulat ile ik na vazifesi bile kalmıyor. Binaenaleyh yalnız ayetterin ma nası ve gelişi asla Masnura kaadısının sandığı gibi olamaz. Gerek . . . . . veyah ut benim ilave ettiğim bütün bu ayetler, is lamın bideıyetindeki kuvvetin yetersizliği zamanına ait ola rak, daha sonra nazil olan m ücadele ve mu harebe ayetle ri ile mefsuh olmak da mümkündür. Cumhur-i u lemanın ray leri de bu merkezdedir. Gerçekte bu gibi ayetler hep Mek ki'dir, sey\' ayetleri ise Medenidir. H ülasa, Genab-ı Peygamber'in hükümet ve sultası me vut olduğunu kabul etmek zaruridir. Çünkü m uharebe ve m usalaha hükü met ve sultanın en barız şiarıdır. Şu kadar var ki Fahr-i Alem Efendimiz hükümet ve saltanatı . . . . . ve padişah ihtişamı göstermeye rağbet etmemiştir. Yoksa za hiri alayiş ve merasimden kat'-ı nazarla tam manasıyla hü kümeti vardır. ( . . . . ./Okunamamıştır . . . .) . . . . . . . . (Okunamamıştır) . . . . Fazla olarak bu ayetlerin içinde Hz. Peygamber'in savaşiarına pek açık bir dini safha dolduranlar da vardır. Şu ayetlem bakınız ve Peygamber Efendimiz'in savaşları nı din ile iloisi olmayan beşeri ve dünyevi meşgaleler ha linde saymak isteyen yazarla gayretkeş m ütercimin bun lardan h as,:! ibret alamamış olmalarına hayret ediniz: " Fitne· tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilineeye kadar onlarla savaşın. " (Bakara/1 93), "Onlarla sı:ıvaşırsınız, veya müslüman olurlar. Eğer ita at ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. ' ' (Feth/1 6), " O halde, d ünya hayatını ah i ret karşılığın da satanlaır, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yo lunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona ya kında büviik bir mükafat vereceCıiz. " (N isa/74) .
HİLAFET VE KEMALİZM
125
" Kendilerine Kitap verilenlerden Al lah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasulünün haram kıldı9ı ni haram saymayan ve Hak Dini (kendisine) din edinme yen kimselerle; küçülerek elleriyle cizye verinceye ka dar savaşın . " (Tevbe/29) "Şöyle ki: Allah yolunda onlara bir susuzluk, bir yorgunluk ve bir açlığın erişmesi, katirieri öfkelendire cek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir ba şarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendile rine salih bir amel yazılması içindir." (Tevbe/1 20). "Allah mü'mi nlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü on lar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat'ta, i ncil'de ( 1 ) ve Kur'an'da Allah ü.zerine hak bir vaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine geti ren kim vardır? O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. i şte bu, (gerçekten) büyük kurtuluştur." (Tevbe/1 1 1 ) "Eğer Allah'a hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordu nun birbiri ile karşılaştığı (Bedir savaşı) günü kulumu za indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasulü ne, O'nun akrabalarına, yetim lere, yoksullara ve (harç lıksız kalmış) yolcuya aittir ." (Ental/41 ) "EY iman edenler! (Savaşmak için) herhangi bir (1) Bu ayet-i kerime, geçmiş ümetlerde de cihadın din ile ilgili olduğgnu gösteriyor. Kendileri ile münazara sadedinde bulunduğum mübtedilerin in karına rağmen cihadın islam Dinindeki mevkii ise nümune olarak nakl ettiğimiz ayetlerden ve hakikatlerden apaçık anlaşılıyor. Muharabeler dini gayelere mi istinat etmeli, yoksa vatanı ve milli gayelere mi? Bence, in san dini ebedi saadet va'd eden bir hakikat diye sever. Milleti ve vatanı nı da kendisine mensup olduğu için. Binaenaleyh şuursuzca hareket eden avam, vazifesinin üst tarafı mürailiğe sapmadıkça milleti ve vatanını net sinden fazla sevemez. Ve kendini onlar için feda edemez. Milet ve vatan teranelerine (ilahi) musıkisinden fazla kudsiyel ve tesir vermeye çalışan vatanpervarierin aksine kendi nefsi için vatanın milletine zindan ve hatta mezbaha yaptığını çok kere gördük. Hele milliyetperverlerin yüzde eliisi aile teşkil ederek milli nesle bizzat iştirak etmeyi hayatı için yüksünüp tek başına yaşarlar. Ve bunu gayet tabii bir durum sayarlar. "Dini Mü ceddiller"de diyanet ve milliyet m ukayasesine dair bir bahis yazmıştım.
126 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMtYE
topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin! Ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." (Enfal/45) "Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya di· ğer bölüğe ıı.ı laşıp mevzi tutma durumu dışında kim öy· le bir gündı! onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Al lah'ın gazabı ile döner, onun yeri de cehennemdir. O ne kötü varılacak yerdir. " (Enfal/16) "iman tıdip, Allah yolunda hicret ve cihat edenler; (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü'ıninler onlardir. O nlar için mağfiret ve bol rızık vardır. " (Enfal/74) " Haram ayları çıkınca m üşrikleri bulduğunuz yer de öldürün. Onları yakalayın , onları haps edin ve onla rı hergözeth�me yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serl,est bırakın. Çünkü Allah çok yargılayan, çok esirgeyundir. ' ' (Tevbe/5) "EY iman edenleri Size ne oldu ki " Allah yolunda savaşa çıkın ' ' denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsu n uz? Ahiret (hayatına) dünya hayatını tercilh mi ediyor sunuz? Fakait dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. " (Tevbe/38) " Eğer (size emr olunan bu savaşa) çıkmazsanız, (Al lah) sizi pek �ıcıklı bir azap ile cezalandıracak ve yerini ze sizden b a�ıka (emirlerine itaat eden) bir kavim getire cek; siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiç bir zarar veremi yeceksiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. " (Tevbe/39) " Eğer si2: O 'na (Muhammed 'e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki), iki kişiden biri olduğu halde (Rasul ullah ve Ebu Bekir) kafirler O'nu (Mekke'den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada (Sevr ma ğarasında) idiller. (Ebu Bekir korkunca Rasulullah) o za man arkadaşnıa "üzülme Allah bizimle beraberdir'' diyor du. Bunun üze rine Allah ona (sukünet sağlayan) emniye tini indirdi. Onu sizin görmediğiniz bir ordu ile-destek ledi ve kafir olanların sözünü alçalttı. Allahın sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sa hibidir . " (Tevbe/40)
HİLAFET VE KEMALiZM
1 27
"And olsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir 'de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakı nın ki O'na şükr etmiş olasınız." (Al-i imran/1 23) "O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: "indi rilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, si zin için yeterli değil midir?" (Al-i imran/1 24) " Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız ve eğer onlar (düşmanlarınız) şu anda üzerinize gelirler se, Rabbiniz, alametli beş bin melekle sizi takviye eder. /Allah bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbieriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'ındır. " (Al-i imran/1 25-1 26) Buhari ve Müslim'de; "Rasulullah {s.a.v.) buyurdu ki : Allah'tan başka hak ilah olmadığına ve Muhammed'in Rasulullah olduğuna {zahirde) şehadet, namazı ikame, zekAtı edi edinceye kadar insanlar ile mu harebe etmek bana emr olundu. Onlar, Hakk-ı islam olmak üze· re canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Ba tınlarından dolayı olan) hesaplarına gelince o (hesabı görmek) Allah'a kalmıştır." (Tecrid/no: 24) Yine Sahih-i Buhari'de zikr olunduğu üzere " Ahzab'· 'ın hezimete uğratılmasıyla son bulan Hendek Muharebe· si 'ni müteakıp islam ordusu Medine etrafındaki siperierden şehir içine avdet etmiş ve m uharebe yorgunluğu giderme ye medar olmak için ezvac-ı tahiratından Zeyneb binti Cahş nezdinde mübarek başlarını yıkamakta iken Cebrail (a.s.) nazil olarak ve "Ya Rasulelfah, silahı bıraktınız mı? Lakin melekler bırakmamıştır." diyerek Beni Kureyza üzerine yürümeleri hakkındaki irade-i Sübhaniyeyi tebliğ etmiştir. (Buhari, cüz':5, sh: 29) Peygamber Efendimizin m uharebeleri din ile alakadar olmayarak sade bir dünya işi ise, bu ayetler, bu hadisler nedir? Peygamber Efendimiz: "Kelime-i Şehadet getire rek islam Dini'ni kabul ettirinceye kadar nas ile muha· rebeye memurum." buyuruyor. Kur'an-ı Kerim de (yuka nda geçen) ayetler ile mü'minlere cihad vazifelerinin ilahi
128 HİLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
gayesini gıösteriyor. Din işi değil de sırıf dünya işi olsa mü cahidlerin katillerini ve maktullerini Genab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de neye cennetle müjdeliyor Harp tirariarın ı neye ce hennem azabıyla tehdld ediyor? iki taratın savaşçılarından neden müminlere yardım vad ediyor? Bedir ayetinde açık landığı üztıre neye meleklerden " üç bin" ve " beş b i n " tabirleri i l e binlerce yardımcı ordusu gönderiyor? Dünya işi ne melaike karıştırarak teşviklerde bulunmanın manası ne dir? HendEık m uharebsinin avdetinde Fahr-i Alem Efendi miz vazifenin son bulduğuna inanarak yıkanmakta iken Be ni Kureyza üzerine yürümek emrini Cebrail'in tebliğ etmesi ne demektir? Ganimetierin taksimine varıncaya kadar ci hat alkarnının Kur'an nassları ile tayin olunmasına ne m a na verilebmr? Allah' ın ve Kitabu'llah'ın bu derece m uda hale,ettiği w� alaka gösterdiği iş, gayr-i dini alabilir mi? Böy le (bir) nazariyeye ihtimal veren yazar, özellikle bu fike sa hibinden ziyade kanaat getiren mütercim delirmişler m idir? Yoksa Kur'an-ı Kerim' i n de bir kısmı dini ve bir kısmı gayr ı dini midir'! "es-Silıaset" narnındaki M ısır gazetesinden naklen Türk gazetelerinin yazdığına göre {Vakit, 26 Ağustos), ka adı Abdürra.zik, Ezher'de m uhakeme olunurkan kendisi ne yöneltilen ithamlar arasında: "Peygamber Efendimi zin, müslünıanlığı neşr ve tebliğ için değil, bir memle ket tesisi için cihat ettiğini söylemişsin l" demişler. Ka adı buna cevaben; eserinde böyle bir şey olduğun u inkar etmiş. Halbuki, kitabta, dinin cebri güce ve h ükümet kuv vetine istinat edemiyeceğini söylemiştir ki bu da dinin neşri için muharebe olmaz, ve Peyşgamber bunun için muhare be etmemiştil', demenin aynıdır. Binaenaleyh memleket ve devlet te'slsi maksadıyla harp etmiş olmak i htimalini kabul etmiş olur. Israr ederse, kitabında öne sürdüğü iddiala nnın en m ühiınminden feregat ediyor, demektir. Vakıa mü ellif, dinde ikrah ve icbar olmamak esasın ı pek fazla ilti zam etmiş o lmasına rağmen, kitabın 79. sayfasında; H.z. PeygambEır'in dini davetini tesbit için cihad yaptığını
HILAFET VE KEMALiZM
129
söylemitir, ki o itiraf, kitabında ısrarla iltizam ettiği esasa aykırı düşer. Zira, din davetin i tesbit için harb ve cihad yap mak dine kat'iyyen cebr ve ikrah karıştırmak olur. Bu da kitabın pek çok noktalarına ve özellikle 53. sayfasındaki: " Peygamberler terihi nde, insanları, kılıcın keskin tarafı ile Allaha imana sevk eden ve dine ikna için kavmi ile mu harebe eden kimse bilmiyoruz. " fıkrası ile taban ta bana zıttır. işte bu tenakuzlar, hep dine cebr ve ikrah ka rıştırmamak davasını, müddeasını sikleti ile ezen harp ve cihad meselesinin altında bocalamaktan başka bir şey de ğildir. Aynı sikletin sebebiyet verdiği şaşkınlıkla, Cenab-ı Peygamber'e hiç bir zaman siyaset ve hükümet isnat et meye yaklaşmayan Şeyh Abdurrazık, 67. sayfada dünya ve ahiretin siyasetini veriyor. Sonra, bu makamda beni m de acizane bir fikrim var: Din için harp ve ci had açmayı gayr-ı medeni bulanlara karşı ben aksine medenileşmeye ve gelişmeye dayanağı olma yan vahşi hayvanların cinsiyet ve menfaat mücadeleleri ile birbirlerini yok etmeleri gibi insanlar arasında da sırf m illi yet veya menfaat ihtirasları ile vuku bulan muharebeleri gayr-ı makul ve gayr-i medeni bulurum. Diyorum ki muha rebe mutlaka dini bir sıfatla Allah adına yapılmalı ve şer-'i şerifin, yani ilahi kanunların m üsaadesine iktiran etmelidir. Insanların canına, malına taallük eden hükümlerde muta' ve muhterem olmak için böyle bir kutsiyeti haiz olmalı, ya ni mahkemelerde mutlaka Allah namına hüküm vermeli dir. ilahi kanunlara müstenit ve müntehi olmayarak sırf in sanlar tarafından yapılan kanu nlarla insan hakları üzerin de mahv ve isbat icra etmeye, asıp kesrnek tarzında ceza lar vermeye, . . . insan kanı akı tan mu harebeler yapmaya be nim aklım ermez. Ben bu meseleden " i slam Hukuku Avrupa Hukuku" adındaki eserimde de bahsettim. Biraz daha geniş bir zemin üzerinde mütalaa yürüttüğüm o ki tabta demiştim ki: " Kanun namına denilince, akan sular durur ve kimsenin kanını dökmeye hakkı kalmazmış. Yağma yok! işin içinde Allah'ın kanunu olmaz da se nin, benim, yani ... mechul insanların yaptığı kanunlara
1 30 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
kalırsa, o nlara dayanarak ben hiç kimsenin malına ve canına ilişrnek için hiç bir kimsede hak tasavvur ede mem. işttı din, insanlar üzerindeki böyle mühim tasar rufları bir yetkiye bağlayarak hakimiyet mev kiinde bulunan insanlara vicdani bir teslimiyet verir. Dikkate ştıyandır ki Müslümanlıkta koyun veya tavuk bi le besmete ile, yani Allah namına kesmr. Ve bu şarta riayet edilrnezse kesilen hayvanı n eti yenmlyeceği Kur' an'ın sarahatı ile sabittir. Hayvanı boğaziarken böylece Allahın admı zikr etmenin manası . . . . . . şartın verdiği izin üzerine bu boğazlama işine cesaret edebiliyorum. Ve binaenaleyh hangi tür hayvanat hakkında mezuni yet varsa emiardan seçiyorum. Yoksa etini yemek için hayvanı ktısmeye ne hak ve selahiyetim olabilirdi, de� mektir. . . . Uu da hakimin hükmüne dini bir renk verme siyle hasıl olur. " . Mu harebe ise insanların hayatı ile da ha büyük rrıikyasta oynamayı ve iki taraflı oynamak mahi yetinde olduğundan dini dayanağa ihtiyacı daha fazladır. Hele gayr-i r:::l i ni muharebelerde mağlup olmak, telef-i nefs etmek telafisi m ümkün olmayan bir hüsrandır. Dini m uha rebelerde is13 şehidi gazisinden geri kalmayacak surette her ihtimale karşı kazanç ve mükafat temin olunmuştur. Ve böy le sağlam te minatlı manevi kuvvetle m ücehhez olan , yani dini gayretiyle hareket eden orduya, vatan ve millet aşkıy la hareket eden ordu katı olarak mukavemet edemez. Çün kü bu tarz harekette iki taraflı kazanaç olamıyacağı gibi va tan ve millet aşkının mukabil tarafta da aynı kuvvetle mev cudiyetine bir mani olmadığından faik bir manevi k uvvet sayılmaması lazım gelir. Lakin karşı tarafın kendine göre bir dini bulunarak onun gayretiyle hareket etmesi dini zih niyetinin neşvesini ihlal etmez. Çünkü bizim yukarıdan beri sözümüz H al< dine aittir. Ve bu dini hakkı haiz olmak yal nız bir tarafa mahsus olarak diğer tarafa karşı imtiyazını muhafaza eder. Halbuki m ütekabil vatan ve m illiyet h isleri arasında hak ve batıl rüçhanı aramak ve bulmak imkanı yoktur. H ülasa dini saika, özellikle m üslüman dininin u lvi •........•..
HİLAFET VE KEMALiZM
131
saikası şahikalara galebe eder. Ve belki müslümantığın hem maddi cihanda hem manevi cihanda h iç mağlubiyeti mutasawer değildir. Zira dünyada olmazsa ahirette n ihai zafer on und ur. Bu sebepledir ki işte mesela ben yalnız ba şıma Türkiye'nin dinsiz hükümetiyle mücahede ederken, mücadele halindeki bir dinsizi korkutan mağlubiyet ihtimali beni tehdit edemez. Şimdi daha iyi anlaşılmış olmak lazım gelir ki, müslü manın muharebesi de, muhakemesi de dini ile alakadar dır. Genab-ı Peygamber Efendimizin gazveJerini ve bazı ayetlerdeki u mumi h itaba nazaran belki alel-itlak cihatı din den ayırmak, cihad ayetlerini Kur'an-ı Kerim 'den çıkarmak derecesinde zordur. Kur'an-ı Kerim, hüküm ayetlerini de ihmal etmemiştir. M uharebe ve muhakeme dinden ayrıla mayınca hükümet de zarurl olarak ayrılamaz. Çünkü mu harebe ve m uhakeme hükümet işidir. Müslüman Dini'nin hükümetle ilgisini kesmeye çalışan Mansura Kadısına " Hır sızlık eden erkek ve kadlnın, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan (başkalarına) bir ibret olmak üzere, ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. " (Maide/38) ve "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vuru n. " (Nur/2) ayetlerini de sormalı. Hiç şüphesiz islam Dini'nin ahkamından olan bugibi şer'i hadleri hü kümetten başkası icra edemez. Nasıl ki Mansura Kaadısı nın, h ü kümetini inkar ettiği Hz.Peygamber de bu şer'i had leri icra etmiştir. Asr-ı saadetle recm olunan (Gamiz bin Ma lik e i- Eslami) nin olayı meşhur ve mazbuttur. ( 1 )
( 1 ) Mustafa Sa bri Efendi nin b u eseri, Yarın"ın 70. sayfasına kadar ya yınlanmış ve " Peyam-ı islam"ın 3. sayısı (31 Ekim 1 930) ile, "devamı var) denmasine rağmen son bulmuştur. S.A. '
IHİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
D i N VE M i LLi YET Ne zamandan beri " milliyet" akımları hakkında yazı yazmak isterdim. Yazı konularının biri birine nöbet vermi yecek derecede çokluğu bu konuyu geciktirmeye uğratı yordu. Maanıafih ben bu mesele üzerine evvelce de gaze telerde ve m üstakil eserlerde görüş beyan etmekten hali kalmamıştım. Lakin Türkiye'nin ve Türk milletinin yeni hal ve vaziyeti yımi sözlere lüzum gösteriyordu. Filistin'i Arap larla YadudilıH arasında bir mücadele ve kavga sahnesi ha line getiren meşhur i ngiliz Lordu (Belfor)un vefatı müna sebetiyle "ei-Camiatü'I-Arabiyye" adındaki muteber Ku dOs gazetesinin müteveffaya izafetle neşrettiği eski beya natı arasında nazar-i dikkatimi çeken bir söz, din ve mili yet meselesi hakkında yazmak istediğim makaleleri çabuk laştırmaya sHbeb oldu. Yalnız yımi Türkiye'de veyahut orasının peyki ve göl gesi gibi harr�ket eden muhitlerde değil, bell<i yeni Türki ye'nin muarııları sırasında. yer almakla beraber bir çok hu suslarda o diyarın deliliklerini takfide özenen !hafif meşreb liler, zayıf akıllılar arasında bile " milliyet" havası çalanlar ve yolunu şa�ıırıp dalalette kalanlar eksik değildir. Şam 'da çıkan Türkçtı, Arapça, Çerkesçe yanar döner renkli bir gazetenin Ka.be yolu üzerindeki Kafkaslılık ruhu ve milli yet fikri takip ettiğini gördüğüm zaman , Arabistan'da Çer keslik fikrine revaç verilmesin i şaheser bir şaşkınlık örne ği saymakla kalmayarak, Arabistan'da Çerkeslik milliyeti nin muhafaze.sı endişesine düşülmesini bile çok m ünase betsiz bulm uştum . Hele muhafaza-i milliyet sevdası ile la tin harflerini kabule lüzum görülmesı beni büsbütün sinir lendirmişti. Şam'da tavattun eden Çerkesler, milliyetleri ni kaybedip de m uhitin etkisi altında Araplaşsalar bundan ne ziyan edecekler? Kaybedecekleri Çerkeslik yerine Arap milliyeti kazanmak ziyan mı, yoksa kar m ı sayılmaya layık-
HİLAFET VE KEMALİZM
1 33
tır? Benim elimden gelse Türkleri de Arap yaparım, sa ir müslümanları da Bunların vaktiyle Araptaşmadığı na de çok teessüf ederim. Zenbilli Ali Efendi merhumu, Şeyhülislamların, ken dimle kiyas edilerniyecek mertebede, büyüklerinden bildi ğim halde, bu noktada ben Yavuz Sultan Selim 'in daha iyi düşündüğüne kaniim. Cennetmekan Şeyhülislam'ın de diği gibi, Türk'ü n resmi dilini Arapça'ya çevirmek hak ve selahiyetini, şer-i şeritin riayet ettiği lisan hürriyeti icabıyla Padişah'a verilemezse de, Padişah'ın mütalaasındaki bü yük siyasi masiahat ta şer-i şeritin takdir nazarından kaç mayacak derecede mühim olduğundan, Yavuz Selim in yerinde olsaydım, Şeyhülislam'ı dinlemezim. Lakin şeriat m ümessillerinin sözlerine karşı gelmekten , o büyük Padi şah'ların ne kadar kaçındıklarını anlamalı ki Birinci Selim gibi, yar ve ağyarı kılıcına boyun eğdiren bir Padişah, şer-i şeritin hükmü önünde kuzu gibi itaat vaziyeti almış, ve fay dası şer-i şerife de şamil olacak büyük bir azminden vaz geçivermiştir. Şeyhülislam'ı da islam Şeriatı'nın hürriyetper verliğine dayanarak öyle bir Padişah'ın azmine mani olmak la tebcile şayan bir eeladet göstermişse de görüş üstünlü ğü Sultan Selim tarafında kalmıştır. Milliyet davalarının aleyhinde bulunduğum halde Türk 'ün, vaktiyle dilini değiştirerek Arap olmadığına üzülen aciz lerinin de, bu fikir ile Arap milliyeti takip etmiş olduğum ve milliyetçilik aleyhindeki mesleğime karşı b u suretle tena kuz yaparken, (okunamadı . . .) taraftar çıkmak gibi bir seeiye za'fı ve hatta bir şaşkınlık ve hamiyetsitlik eseri göstermekle kaldığım hatıra gelebilir. Zaten milli izzet-i mefsten mah rum olduğunu iddia ederek, milliyet meselelerindeki ser best düşüncelerimle beni ithama yetnenen fırsat düşkünü düşmaniarım vardır. Lakin, hatıra gelebilmesine rağmen yu karıki iliraza mahat yoktur. Türklüğü, Araplıkla mübadele ye razı olduğumdan dolayı milli izzet-i nefisten mahrumi yetime hükm etmek isteyenler Yavuz Sultan Selim 'in de milli izzet-i nefisten mahrum olduğunu iddia edemezler ••.
'
1 34 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
ya? ... Belki ederler de! Fakat, utanmaları pek kıt olduğu bundan da a nlaşılan adamların sözüne akıl ve nakıl pazar larında beş para veren olmaz. Zararı yok, bu zıp-çıktı Türk lerin milli sec:iyeleri, Osmanoğlu Yavuz Selim'inkinden da ha yüksek olsun da ben imki onun derecesinde kalsın! En doğrusu milliyetçiferin iddiası vechile eğer milliye tin kıymeti varsa bu hususta en ziyade öneml i noktasını li san meselesi teşkil etmesi lazım geldiğine ve Arap dilinin ne Türk diliyle ne de Çerkes diliyle kıyas kabul atmiyecek derecede üsit ünlüğü haiz olduğuna nazaran insan , milliye tin küçüğüneı sahip olup da on un ile iftihar edeceğine bü yüğüne mali!( olarak onunla iftihar etmek daha karlı ve da ha makul olur. Halbuki Arap milliyetini kazanmayı Türk milliyetinde kalmaya tercih etmek de milli bir fikir, ve hatta milliyet fik rinde tercih sahibierinden olmak derecesinde ileri gitmek ve yüksek ayarlı milliyet takip etmek mahiyetinde olmayıp, meselanin sebebi milliyetçilik fikrinden ziyade islamcılık zih niyetidir. Yan i, mesela Türk iken Araplığı tercih eden, Müs lümanlığa fazla bağlılığı sebebiyle tercih eder, milliyetçmkte m üşkülpesen dliğinden değil. Nasıl ki Yavuz Sultan Selim de milliyetin1i din fikri içinde eritmek isteyen büyük bir i slamcı idi. Benim de Araplığa eğilimim Kur'an-ı Kerim (de ki ayetler) sayesinde Müslümanlığın daha iyi m uhafaza edi leceğine kani olduğumdandır. islam düşmanları Arap harf lerini atmak yoluyla Kur'an-ı Kerlm'i ortadan kaldırmak is tedikleri gibi ben de islamiyetin dayanak noktaların ı sağ lamlaştırmak için, Arapçayı lisan ittihaz etmek derecesin de kendimize mal edinmek isterim. Ama bundan Türklü ğümüz m utazarrır olurmuş ... Biz müstefid oluruz ya!.. Dün yada da insanların çalışması menfaat ve m azarrat hesabı üzerine cereyan eder. Hayatını ve hayatının sonunu düşün mek i htiyacında olan akıllı için dünya ve ahiret saadetini cem etmekten büyük gaye olamaz. Aman, milliyetimize ha lel gelmesin, diyerek aklın tayiı:ı ve temyiz ettiği mühim fay daları elden kaçırmak olmaz. Insan m illiyetsiz de kalmaz. Birini kaybede•rken doğal olarak diğerine malik olur. Elve-
HİLAFET VE KEMALİZM
1 35
rir ki aklını kaybetmesin. Onu daima kendisine rehber itti haz etsin . Bu cihet sağlandıktan sonra diğer kayıpların gi derilmesi kabildir. Hülasa, milliyet insanlardan ayrılmayan bir sıfattır. Onu kendilerine fıtratları sağlamıştır. Bunaena leyh onunla fazla meşgul olmak, hasılı tahsil ile uğraşmak kadar batıl ve beyhude olur. Milliyet haddi-zatında bir ma rifet ve bir kıymet ise bu, herkeste vardır. Ve hiç bir kimse nin diğerine karşı, milliyet gibi, kendi kendine hasıl olan bir sıfatı, temayüz ve tefahur mevzuu yapmaya hakkı yoktur. insanlar kazandıkları faziletlerle biri birlerinden ayrılırlar. i nsanların kazanılmış faziletiere kabiliyeti olmasa hayvan Iara karşı bile imtiyazları kalmaz. (Yarın, 1 4/4/1 930, sh: 1 sayı: 62) Bir insan için mensup olduğu milletin, diğer milletler mensupianna karşı büyük bir m eziyet ve övünç kaynağı sa yılması doğru ise diğerlerinin milliyeti kendilerine naktse teşkil etmesi lazım gelir. Çünkü meziyet ve mefharet ne sebt işlerden olduğu cihetle bunları sağlamaya hak kaza nan tarafın bulunanlara nisbetle öncülük ve üstünlüğü ha iz olması, onların da buna karşı meziyetsiz, aşağı konum da kalmaları gerekir. Ve bu hale nazaran -her müsabaka da birincilik kürsüsünün sahibi birden fazla olamıyacağı gibi- dünyada milli üstünlük şerefine hak kazanan millet de mutlaka bir tane olmak, diğerlerinin milliyeti ise kendileri hakkında adeta derece derece töhmet ve hacalet serma yesi yerine geçmek zarur1 olur. Meseleye akıl ve mantık nazarıyla bakılınca verilecek h ükum budur. Halbuki dün yada milli şeref ve meziyetin yalnız bir millete inhisarı, ci han milliyetçilerinin gelişi güzel bir tanesinden başkasının işine gelmiyeceğinden, onları tatmin için her milletin ken di görüşüne göre diğerlerinden üstün ve şerefli olması ge rekecektir ki eğer bu görüşler gerçeğe aykırı ise milliyet da vaları birer dalalet yoluna çıkar. Ve eğer gerçeğin kendisi
l 36 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t lSLAMtYE
ise birbi •ine aykırı ve ters olan bu davaları hakikat tanıya bilmek üzere dünyada birbirine zıt hakikatierin varlığını ka bul etmeık, yani her milleti milliyet meselesinde kendi iddi· asına uygun olarak işin aslında da diğerlerinden üstün sa yarak dünyadaki milliyetler sayısınca sayısız milli birinci l iklere diJşüncemizde yer vermemiz laz1m gelir. Milli birincilik davasını, teslime layık bir hak gibi her milletin �:ulağına koyarak, "en iyisi sensin ve yalnız se nin milletinin şeref iddiasına hakkı vardır.'' tarzında hem tekelci V(3 hem genelleyicil iği ifade eden karşılıklı teşrifat ile her ta,rafa ayrı ayrı cemile göstermek, milliyet davaları nı birbirine nakz ettirmek mahiyetinde olduğu gibi, her millet kendisini diğer milletlerden üstün bilmek ve en önde bu me seleye uygun olmak suretiyle her mil let için başkalarına nis betle öncülük ve üstünlük hakkını korumakta, "takaddü· mü eş-şEıyi ala nefsihi" tabir olunan meşhur istihale ve butlan yerinin de üstünde olarak ' ' tekaddümü eş-şey'i ala ma tekaddeme aleyhi " yani, "Şeyin kendisi üzerine ta hakkum ��denlere takaddüm etmesi " gibi en batıl bir fik· rin bozuk damgası sırıtmaktadır. Fıtratında akıl ve mantık istikameti bulunmakla mümtaz olan insanlardan, m uhal ar kasında koşmak değil, akla yakın şeylere uymak beklenir. Denil\rse ki: Milliy1at fikirleri gayr-ı m uattal duygulara dayalı olduğu cihetle ma,kulata istinat ihtiyacından varestedir. Onun için milliyet ceı·eyan larını akla uydurmaya lüzum yoktur. Akıl ve mantık kurallarına uygunluğu kabul olmamasına rağmen milliyet dugusu, insanların tabiatında saklıdır. Hem de ak lın uygun bulduğu şeylere dayalı akımlara daha kuwetli bir şekilde saklıdır." Biz de bunun cevabında deriz ki: Evet, insanlarda mil· liyet taassubu ilkel bir hal olarak mevcuttu. Sonra, sonra insanlık terakki ederek, milliyet gibi aklı tatmin etmeyen tabii ortaklıkları yeterli görmemeye ve fikri ortakhklar ve bağlar aramaya başladı. insan türünün en büyük kıymet ve öne mi aklında ,olduğu için onun m ünasebetleri koyun veya ta-
HİLAFET VE KEMALİZM
l37
vuk sürüsü gibi milli daire içinde sıkıştırılamazdı . Maddi ve manevi meslek ve doktrinlerin i rtibatı buradan doğdu. Ve bu bağlar, insanı n kıymet ve imtiyaz noktası olan aklın dan kuwet aldığı cihetle, tabiatıyla m illi bağlardan yüksek tutulmaya layık görüldü. Çünkü insan, en büyük insanlık sermayesi olan aklını işletmeye başlayınca her şeyde men faat aramak ve menfaalının muacceleri ile de kanaat etmi yerek ömrünün sonuna ve belki öldükten sonra intikal ede ceği aleme doğru sürüp giden müeccel menfaatler ve mutlu akibetler takip etmek andişisene düştü. Bu menfaatler ve bunun karşılığındaki mazarratlar arasında, büyüklüğünün derecesine göre milli ortaklık ve münasebetleri bir tarafa bıraktırarak, gerektiğinde, değil millet fertlerini biri birinden, kardeşi kartaşten ve ebeveyni evladından ayırırsa çok gö rülmeyecek mertebede önem kazananlar oldu. Dünyevi ve uhrevi kısırnlara ayrılan bu çıkar yollarını, insan, milliyete gi bi hazırda bulmayarak, aklı ile tetkik ve tecrübeleri sonun da sonradan keşf etmiş ve güzide emellerinin sağlanma sını bunlardan beklerneye karar vermiştir. Onun için, bun larla meşgul olması milliyet havası çalmayı tercihte tered düt etmez. Bu çıkarlardan d ünyaya ait kısımlann ın milliyet duy gusuna galip gelecek derecede önemini b u kondua mua rızlarımız olan dinsiz m il liyetçiler de takdir ve tesli m eder ler. Mesela bir millet içinde bulunmak, özellikle o millet fert lerinin ilerici geçinenlerine yeterli gelmez de bir de hususi parti teşkiline lüzum görürler. Partilerinin fikir ve görüş ürü nü bir de programı bulunur. Ve bu programa gönül bağla yanlar millet içinde ayrı bir millet vücuda getirmek derece sinde birbirlerine bağlı olarak, program dışında kalanlar dan ve özellikle programın m uhaliflerinden ayrılırlar. Yeri ne göre m uhaliflerin ayrı m il let efradından olduklan şöyle dursun, insani kişilerden oldukları bile inkar edilerek ken dilerine isnat edilmedik fenalık kalmaz. Yaşamaları felaket, ölmeleri n imet sayılır. Ne kötü olsalar, bunlar da bizim mil letimizdendir, denilerak haklarında biraz insaf ve merha-
1 38 HİLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
met duyulmaz. Bu sözü onlardan m uhaliflerine merhamet istediği zımnında söylemiyorum. Karşılığında benim de eken dileri hakkındaki duygularım aynı derecede şiddetli ve amansızdır. Lakin ben milliyetçi olmadığım için onlara karşı şiddetli husumet besiernekte mazur sayılabilirim. Lakin on lar hem milliyetçilik davasında hem de milletdaştarının ka nına susamış bir halde nasıl bulunabilirler? Bu noktadaki tenakuzu görmemeleri elbette ya akıllannın veya milleyit duygularının eksikliğindendir. Milletdaşları hakkında mer hamet duygusu taşımamaları da millet duygusundan mah rum olmalarının eseridir. Muarızlarını milliyet h ududu dışı na çıkarınaları da kendi mahrumiyatıerinden neş'et etmek tedir. Çünkü insan kabahatil olabilir. Kabahatine göre en ağır cezaya da mahküm olur. Fakat milliyetinden çıkarıla maz. Hani kendileri "insan ne yapsa dinden çıkmaz" de miyorlar mı? fşte bu, ne yapsa çıkmamak kaziyasi milliyet hakkında. doğrudur. Din hakkında değil! Öyle iken bu adam lar hergün dine söverler de dinden çıkmış olmazlar. Fakat kendileri başkasını kolaycacık milliyelinden çıkarırlar. Her ne ise bu ciheti uzatacak değilim. Milliyetten çık manın ve çıkarılmanın imkanı olmakla beraber, bunun din den çıkm ak kadar dinsiz milliyetçelirin de çıkar duygusu ile bağlı olduklan siyasi partileri karşısında milliyet bağına ve milliyet duygusuna beş paralık önem vermedikleri göz önündedir. Parti aykırılığı yüzünden bir millet arasında bu derecede ayrı gayrı görüşlere- müstahak olarak veya olmayarak- maruz kalanlar olur. Aynı millet içinde bu de rece parçalan ma makbul ve övünülecek bir şey olmamak la beraber çok kere vakidir. Menfaat uğrunda, sevilmeyen milletdaşların kanını, ca nını feda e tmekten çekinmeyenler, m illiyet konusunda arz etmek iste·diğimiz görüşün fena taraftan bir örnektir. Hal buki meseleye iyi tarafından da örnek getirebiliriz: Mesela vatanın ko runması duygusuyla insanlar sevgili mi !letdaş larının savaşlara, ölümlere atılmasına lüzum gösterirler. Bu nun zahir ''e bahir manası vatanın çıkarını denge sırasın-
HiLAFET VE KEMALİZM
139
da milliyet duygusuna üstün tutmaktır. Çünkü vatanları on lara milliyetçilerinden fazla çıkar sağlar. Onun için vatan yolunda kanlarının son damlasını akıtmaya milleti teşvik ederler. Eğer u hrevi vatana da i nansalar, onun daha fazla önemli olan menfaatlerini temin yolunda da gerektiğinde, milletlerini ve milliyetlerini feda etmekten hiç çekinmezler. Demek ki i nsanların hareket ve eğilimlerinde her şeye ta kaddüm eden amil, çıkardır. Milliyet, müsbet menfaatten sonraya kalır. Belki milliyet meselesi çekilip uzatılarak esas olan menfaate uydurulur ve icabında alınır, satılır bir şey dir. Geçen sene iskeçe'den ve dağdan bir takım Pomak lar gazetelerle bana yazdıkları mektublarında milliyetlerini inkar ederek Türklük iddiasına kalkışmışlardı. Zahir,. çıkar larını bu tarafta görüyorlardı Eğer Türkiye gibi zayıf akıl sa hiblerini cezb eden bir Pomak hükümeti olaydı, bu adam lar Türkiye'ye heves ederler miydi? (Yarın , 28 Nisan 1 930, sh: 1 ve 4. sayı: 63) Bundan önceki makalelerimizde "milliyet" adı veri len akımın, saliklerini deli divane ettiği derecede, makul bir şey olmadığını hayli izah ettik. Ve milliyet duygusu insan larda tabii olduğu kadar ilkel bir haslet olduğundan, insan ların gelişmesi ile önemini kaybederek onun yerine, insa nın duygusundan ziyade aklını cezb edecek maddi ve ma nevi bağların kaim olduğuna nazaran, terakki iddia edilen asırlarda m illi hasep ve nesep davaları takip etmenin, tah lil sonucu i nsanhkta ilkellik devirlerine dönüş mahiyetinde bulunduğunu da anlatmış olduk. Bu notka-i nazardan "milliyet" taassubu medeniyet le hiç uyum sağlamayan ve duyguları, incelik (ve nezaket) kazanarak yükselmiş insanlara hiç yakışmayan bir haldir. Onun için, fazilet ve medeniyet dini olan ve insanı temizfe me gayesi takip eden Müslümanlık milliyet taassubunun şiddetle aleyhinde bulunmuş ve bu dinin Yüce Peygam beri milliyet davaları hakkında "Cahiliyet intisabı" tabiri ni buyurduktan başka böyle cahilce intisapta bulunan adamları azarlamak için hiç bir hadis-i şerifte emsaline tesadüf edilmeyen ağır kelimeleri kullanarak haklarında şiddetli ga-
1 40 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE zap izha1· buyurmuşlardır. ( 1 ). Çünkü, islam Dini'nin doğu şu, Arabistan yarımadasının kabile kavga ve m ücadeleleri ile daimi bir savaş sahnesi halinde bulunduğu zamana te sadüf etmektedir. Eğer Müsl ümanlık kabile farkından or taya çıkan düşmanlıklarla yanıp kavrulan o diyarın i mdadı na ilahi rahmet gibi yetişmeseydi , Arap milleti birbirini yer, bitirirdi. Peygamberimiz en evvel Arabı birb.irine din kar deşi yaparak o milletin hayatını kurtardı. (2). işte isam Di ninin söndürmeyi başardığı o ayrılık, gayrılık ateşini körük Iemek istr�yenler hakkında Peygamber Efendimiz büsbü tün fazla bir tepki gösteriyorlar. Biz de milliyetçilik aleyhin deki masieğimizi hem Peygamberimizin yüce mesleğine hem de akıl ve mantık ve insanlık gereğine uyma zorunlu luğu ile ta kip ediyoruz. Milliyet tutuculuğu, islam Dini'nin ahkamına, akıl ve mantık kurallarına uygun olmadığı gibi, uluslararası adalet fikrinin kurulmasına da en güçlü bir en geldir. Bu içten gelen duygu ile herkes: "Ben Uzeyte kabilesinden olmaktan başka, Bir şey tanımam. Kabile·m dalalette kalırsa ben de kalırım. Hak yoluna giderse, ben de giderim . " (3) diyen şaire uyarak nefsi hakkında rüşt ve dalalet farkı göz etmemek derecesinde dumanlanmış gözle kalmaya razı olacağı gibi , milletinin ve milletdaşlarının gayretini güder ken yabancıların apaçık haklarını zıyaa uğratmakla önce likle tereddüt etmez. Belki bunu milli harniyet gereklerin den sayar. işte milliyetçi, ben im milleti m , benim kabilem , benim mahallem, beni m akrabam diyerek evren hakkında nefsine taaı' lukü derecesine göre hüküm veren bir bencil(1) " Cahiliyet tarzı ile, ben filan kabileye mensubum, diye iftihar etmek isteyen adamı, taktir zımnında ona: "Babanın bilmem nesini ağzına sok!" deyin. Hem de kinaye tabiri ile yetinmeyip müstehcen şeyin ismini açıklayın" demektir. (2) "Hepiniz Allah'ın ipine yapışın. Ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki ni· metini hatırlayın ki birbirinize düşman iken kalbierinizi telif etti de sırf bir ni met olan islami n· hidayeti sayesinde hepiniz kardeş oldunuz." (3/103) de mektir. ittihatç1lar kendi zamanlarında bu ayet ile herkesi partilerine da vet ederlerdi. Halbuki Allahın ipinden murat dinsizlerin ve ipsizlerin ipi olamazdı. (3) Bu şiiri söylnyen, Asr-ı Saadetteki "Huneyn" savşında maktul düşen Oureyt bin es-Samat adındaki, meşhur cahiliye şairidir.
RtLAFET VE KEMALİZM
141
dir. Dindar da dindaşını, sevgi hususunda tercih etse de hukuk noktasında eşitlik kanununu ihlal edemez. Bu nokta da dini) kendisini taraf tutmaya sürükleyeceği yerde adale ti gözetmeye zorunlu kılar. Kur'an-ı K erim: ' ' EY mürnin lerı Hak ve adalet vazifesini yerine getirmek hususun da çok dikkatli ve ihtimamh davranınız. Şahitlikleriniz Allah için olarak, nefsiniz veya ebeveyniniz veya akra banız aleyhinde bile olsa hakikat yönüne yönelik olun sun . " (Nisa/1 35) buyurduğu gibi diğer bir ayet-i kerimade de: " Herhangi bir kavim hakkındaki buğz ve husumeti niz sizi kendilerine karşı adaletsiz muamele ile günah karlığa sevk etmesin." (Maide/8) buyuruluyor. Din adam ları dinlerinin emri gereğince hak ve adalet kanuniarına bağlı oldukları halde milliyetin hak ve adalet kanunu yok tur. Onun kanu n u taraf tutmaktan ibarettir. Bu sebebten " milliyet" taassubu ile dini taassu p arasında fark vardır. H atta bu sebebten din gayretine "taassub" ıttakı bile doğ ru bir tabir değildir. Kavmiyet manasınca " milliyet" fikri insanlık arasın da haksızlık ve eşitsizlik sebebi olduğundan as{ı "milliyet" mefhumunda temel değişiklikler yapılmıştır. Mesela bir dev letin idaresi altında bulunan halk, m uhtelif ırk ve unsurlara mensup olsa da çağdaş anlayışa göre bir millet sayılırlar. Ve her unsurun kendilerini ayrı millet saymasına izin veril mez. Çünkü böyle yapılmasa bir devletin halkı aralarında ayrılık gayrilik fikri_güden m u htelif milletlerden terekküb et m iş olarak birleşik ve samimi siyasi bir kitle teşkil edemez ler. Ve o devlete hepsi sadakatle bağlı olmazlar. Onun için mesela bugünkü Türkiye'de yaşayan unsurların hepsini Türk saymak istiyorlar. Kürt, Laz, Çerkes, Arnavut farkını değil, adını bile kabul etmiyorlar. Oradaki Rumiara bıle Ordodaks-Türk demeye çalışıyorlar. Demek ki bugün kü • (milliyet" ırk ve kan bağlarından soyutlanarak siyasi bir çerçeve içinde ve adeta " hükümet milleti" mahiyetinde tesbit edilmiştir. Ve bir devlet içinde başka bir milliyet da vası takip etmenin, bugünkü anlayışa göre, başka devlet F.8
. 1.42 HİLAFET-t MUAZZAMA-i İSLAMiYE
davası tai�\p etmekten farkı yoktur. Çünkü bir devletin bir
milleti olacak ve içinde ikinci bir milletin varlığı, devlet için· de diğer \)ir devletin varlığı kadar tecviz edilmeyecektir. Özellikle devletlerde, yani halk h ükümetlerinde devlet ile milet tam b i r birlik halinde bulunacaktır. Fakat bir devlet içinde muhtelif dinlerln mensubu bulunabilir ve hüküme
tin resmi dini b u nlardan birisi olduğu halde diğerlerinin var·
liğını da h1ikümet tanırnamazlık etmez. Çünkü dinde ayrı
lık siyasettr9 ayrıhğı gerektirmediğinden din farkını hükümet kıskanmac:an kabul eder. Lakin bugünkü " milliyet" tama men siyası· bir mahiyet kazanarak devletin mahiyeti ile bir leştiğ i için h ükumetler, idareleri içinde bir milletten başka milliyet tanımazlar. Bu hususta cidden kıskançlık gösterir ler. Lozan muahedesinin, Yunanistan'da azınlık mesele sinden bahsederken , "Türk" ismini hiç kaale almaması nın m an as· da budur. Şu izahata nazaran Yunanistan içinde Türklük ve hatta Kemalistlik fikri takip ettiklerin i açıktan açığa söylemekle devlet ve millet mathumları hakkında birbirinden cahi l ol duklannı ilan eden iki gazeteci taslağının hareketleri, ce haletlerine bağışlanmıyacak kadar devlet bağına karşı bü yük bir cina;tettir. Çünkü bugünkü "milliyet", devlet m ik yası ile ölçü.ldüğünden Türkiye h ududu dışında h iç kimse Türklük iddia edemez. Ederse, bunun manası " ben Türk teb'asındaııım" demek olu . Çünkü bugün, "Türklük"ün Türkiyelilikte n başka b i r resmi ve siyasi manası kalmamış tır. Azı nlıkların yalnız dinleri cihetiyle özellikleri vardır. Ve bu özellik muahedeler ile sağlanmıştır. Başl<a ne milliyet özelliğine, ne de dinsizlik özelliğine gerek hükümetler ve gerek devletlerin muahedeleri beş paralık önem vermez. ilim düşmanlığı yüzünden aşk ile cehalete sarılmakta örneği bulunmayan şu azınlık muhitinde kendilerine m üs lüman diyemediklerinden ne h ükümet ne de Lozan m ua hedesinin tan ımayacağı Türk milleti namına Yunanistan' da yaygara koparan mecnunlara biz bu dersleri telkin et meye çalıştıkça o nlar cehaletlerine cehalet, ve cinnetleri-
HlLAFET VE KEMALİZM
143
ne cinnet kataral<, Türklük davası ile kendilerinin memle keti olmadığına kail oldukları şu memleketten bizi koğma ya kalkışıyorlar. Bu kaşarlanm ış cahillerin kendilerini tali mimize karşı mükafatıan da böyle cahilce olmak eğlenceli bir şeydir. (Yarın, 5 Haziran 1 930, sayı: 65, sh: 2) Her memlekette bulunan muhtelif u nsarlara mensup vatandaşlardan mürekkeb bir devlet ve bir birlik vücuda ge lebilmek için, geçen makalede izah ettiğimiz vech ile milli yet anlayışının tebdil ve tağyirine mecburiyat hasıl olarak devlet ve h ükümet mizacına tabi bir itibari iş haline gelme si, eski " milliyet" fikirlerinin iflasın ı isbat ettiği gibi Kapi talistlikle beraber Nasyonalistlik akımlannın tepkisi masa besinde bulunan Komünistlik hadisesiyle de eski milliyet fikirlerinin modası kalmadığı ve kalsa bile sınırlı etki alanı ile Komün istlik gibi genişlemeye istidatlı fikri ve doktriner akımlar karşısında karşı koyma gücünü haiz olmadığı sa bit olmuştur. Her milletten insan kaydetmeye müsait olan Komünistlik, Bolşeviklik gibi tehlikesi büyük akımların kar şısına çıkabilmek için, tekelci bir fıtrat altında kolay kolay çoğalmak bilmeyen ve fıtri farklarla birbirinden müteneffir kalmak mesleğini takip eden "milliyet" kuvvetleri maddi bakımdan yeterli olmayacağı gibi kendisinden başkasını ta n ımayan ve başkalarına karşı hak ve adalet ah karnı ile mu kayyet olmayan milli zihniyetler de Komünistlik ve Bolşe viklik yağmacılığına mani olacak manevi bir kuvvet de yok tur. Binaenaleyh bu tehlikelerin karşısına çıkacak kuvvet, şu anda kemiyeti, milli karniyetlerden çok fazla olduktan sonra başka daima sür'at-le çoğalmak istidadında bulunan ve haram, helal inançları ile ibahe mesleği (haramı işlerneyi mübah gören akım/S.A.)ni red eden din kuvvetleridir. Garp medaniyeti ile beraber meydan alarak bugüne kadar dünyada saltanat süren ve son zamanlarda gelişme alameti göstermeye başlayan Kapilalistliğin faiczci mesle ğine de, bunun yerine geçmek isteyen Komünistlik ibahe ci mesleğine de özell iği üzere mani olacak yegane kuvvet, din kuvveti ve zihniyetinden i baret olduğu içindir ki Anka ra hükümeti , Türkiye'yi Bolşevik Rusya ya yaklaştırmak '
1 44 HİLAFET-İ MUAZZAMA-i İSLAMiYE
kasdıyla dininden soyutlamaya lüzum gördü. Dinin mümes sili olan �Wafet, Türkiye'de Bolşevik seline karşı bir kale idi. Gariptir ki b u kaleyi yıkmak hususunda Bolşevik düş manı geçinen ingiltere'nin yardımı oldu. Ve daha garibi ola rak, i ngilizler bu halin pişmanhğım hissedecekleri yerde is lam alemini baştan başa tazyik eden ve dinsiz Türkiye' ye mülayirn çehre gösteren ingiliz siyaseti hala devam et mektedir. M akalemizin konusunu dağıtmayalım: Din ve milliyet m ukayasesi bizi başka vadi lere de sevk edebilir. M evzuya dönü m nol<tasında şunu söyliyeyim ki " milliyet"cilik aley·· h inde man:! um ve mansur yazıtarım olduğundan dolayı beni genellikle milliyet fikrine düşman sananlar yanılırlar. Ben dilleri ve acetleri aynı olan insanların birbirleriyle anlaşmak ta en doğal kolaylığa mazhar olacakların ve hem-cinsleri ile bir arada yaşamakta bulundukları zevk, lezzet ve saa deti başka suretle temin edemiyeceklerin i takdir ederim . H i ç bir zaman tek başına yaşayamayan ve kendini savun maya kadir olamayan insanların teşkil edecekleri en yakın ortak kitlenin milliyet camiası olduğunu da takdi r ederim. Bunlardan başka ben ne kadar milliyet fikir ve eğilimi n i tenkit etsem de, yükselmiş insanlara layık görmesam de alemin milliyetinden vaz geçmediğini, en fazla sevdiğim, miltiyetlerini kend i m itliyetime tercih ettiğim Arapların bile m il li taraf tuı mak ilkelerinden azade kalamadıkarını, Arap lık ·karşısında Türk'e ve saireye az çok yabancı nazarıyla baktıklarını, neri kalan i slam un�urlarının da aynı ilietle ma'101 olduklarını, ve hasıl ı , diğer Islam ü mmetlerin i , şimdiki milli çılğınlıklarından nefret ve şikayet ettiğimiz Türk mille ti kadar da milliyet meselelerinde feragat ve fedakarlık gös teremedi klerini görüyorum. M üslüman Türkterin hepsinin beni m gibi A rab'ı nefsine tercih ettiğini ve sair islami un surları kendinden ayrı gayrı saymadığını, Osmanlı saltana tının Türk kadar, belki daha fazla Arnavuttan, Araptan, Çer kesten , Boşnaktan, Kürtten , Gürcüden vükela ve vüzerası bulunduğunu unutup dünkü ittihatçılar'la bugünkü Kema listler'in miHi münasebetsizliklerini Türk' e mal ederek ken dilerinin de umumi bir tarzda mukabil milliyet davaları ta kibine koyuldukların ı da görüyoruz.
HiLAFET VE KEMALİZM
1 45
Lakin gördüğümüz bütün bu acı şeylerle beraber, herbi ri bu suretle kendi havasını çalmakta olan islam milletleri nin fefah bulduğunu da görmüyoruz. Bir de alem yanlış milliyet davalarından vazgeçmiyor diye bizim de onlara hid detlenerek denk bir yanlış yol takip etmemiz lazım gelmez ya! Türkiye'den ayrılan islam milfetlerini ittihatçıfarın ve Ke malistlerin hareketi şaşırttı ise bize de yeniden onların şaş kınlığın ın bir eşini yapmak vazifesi düşmez. Evet, M üslüman milletler Umumi Harb'ten sonra ta raf taraf kendi memleketlerinin ve milletlerinin derdine düş tüler. Fakat islam Alemi'nin başına gelen son felaketler Ük önce Türk'ün başına geldi. Türkiye'yi din düşmanı Ankara hükümetinin istilası üzerine ilk önce M üslüman Türk, va tanını kaybetti. Ondan önce Bolşevik istifasına maruz ka lan R usya'dan canını kurtaran Müslümünlar, ve hatta Rus lar istanbul'da ve Türkiye'de sığınacak yer buldular. Za ten Istanbul asırlarca Osmanlı payı-tahtı halinde, kişi ve ce maat olarak, her M üslüman için ve belki her insan için tek lifsiz bir sığınak olmakta devam etmişti. Daha sonra istan bul'un kendisi ve bizzat Türkiye'nin müslümanları vatah sız kalınca onlara karşı hiç bir islam muhidi kapısın ı ve kol larını açmadı. Kenar bucakta bulunan islam H ükümetleri nin, islam gazetelerinin, islam ulemasının, yeni Türkiye'den dinini ve ırzını kaçırmak mecburiyatinde kalan müslüman lar nereye gidecek, diye düşünmek akıllarına bile gelmedi. Bir yere gidemeyip kalanlar, şapka giymernek için evlerin de ölünceye kadar nefsini haps etmeye karar verenler ne olacak? Hac farizasın ı eda maksadıya bile dışarıya çıkma larına izin verilmeyen Türk müslümanları göz göre göre din lerini kaybedip ve zamanın geçmesi ile unutulup gidecekler mi? Hele bundan sonraki nesil, babalarının dinine varis olmak tan tamamen mahrum m u kalacaklar? Merhum babaların mahrum çocuklarının vebali yaln ız Ankara hükümetine m i ait olacak? Mes'uliyetten çocukların babalarına v e uzakta yakında bulunan Müslüman h ükümetlerine ve Müslüman milletlerine bir pay çıkmayacak mı? Sağlam Müslümanlık
146 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMIYE
devri olsa bunun için Arabistan'da, Hindistan 'da Afganis tan'da ve d ünyanın her tarafında bulunan M üslüman mil letler ayaklanırlar ve hükümetleri aldırmıyorsa onları da ayaklanrraya mecbur ederlerdi. Ankara hükümeti islam Di ni'nin özerinde hora teperken, dans ederken mutlaka key fine bırakmazlardı. Nasıl ki şu andaki Müslüman milletleri nin de dindaşları yerine milletdaşları Ankara baskısı altın da olsaydı, her taraftan m üdahaleler vuku bulurdu. Mat buat yayg aralarının arkası kesilmezdi. O milletler, o hükü metler müstakil olmasalar bile istiklallerini i ng iliz, Fransız tahakküm ünden kurtarmaya çalıştıklarının yarısı kadar ol sun dinlerini ve dirıdaşiarını An kara(nın) tahribine karşı mü dafaa edemezler miydi? Ankara'nın setirieri n i ve şahben derlerini 1-iliqaz'dan, Mısır'dan , Şam'dan koğamazlar mıy dı? istiklai isterneyi Avrupa'dan öğrendiler, islam Dini'ne ilan-ı harp eden Ankara'nın meşruiyetini tasdik etmeyi ve Türkiye dahilinde islam Dini 'ne ve M üslümanlara reva gö rülen ihanet ve hakaretlere m üdahale etmeyi de Garp si yasetinden öğrendiler, asrın modasına göre hareket edi yorlar değil mi? Fakat Müslümanca işler böyle takip olun maz. Ve hareketlerini M üslümanca düzen lemiyen islam milletlerinin yolu selamete çıkmaz. Türkiye içinde kısılıp kalan ve gidecek yer ve hicret ala nı bulamayan M üslümanlardan başka, Balkan memleket leri sakinlerinden oldukları halde Kemalist tahriklerinin akıl larını başlanndan aldığı ve yüzlerini Türkiye'ye döndürdü ğü gafillere uymak istemeyen ve lakin gafil kısmın bozgun l uğu yüzünden h usule gelen sarsıntı ile kendileri de olduk ları yerlerde kalamamak endişesinden m uzdarıp olan müs lümanlar nereye gitsin? diye düşünecek ve telaş edecek müslüman lıükümetlerden, milletlerden m uharir ve müte fekkirlerderı: de alakadar kimseler göremiyoruz. Balkan müslümanlarından, m üslümanlığı Kemalistliğe dönüşmüş bulunan kısmın hamiliğini Ankara hükümeti deruhte etmiş, bunların menfaatı ve m üslümanlıkta sebat eden kısmın za rara uğraması hesabına mahalli hükümeti ta'clz etmek ve
HİLAFET VE KEMALIZM
147
başını ağırtmaktan bir an ayrı kalmıyor. Ve bu aciz, hami siz müslüman kısmın ve hatta bizzat m üslümanlığın h ima yesi Hristiyan Balkan hükümetlerinin i nsani omuzlarına ka lıyor. Öte taraftaki Mısır, Hicaz, Irak hükümetlerinin ve yer yüzündeki islam m illetlerinin bu işlerden hiç bir haberleri bile olmuyor. M uhterem ' ' intibah' ' gazetesinin geçen sa yısında okuduk ki Bulgar Maarif Nezareti islam mekteble rinde Kur'an-ı Kerim derslerine önem verilmernekte oldu ğunu haber aldığından dini tedrisat saatlerinin çoğaltılma sını emr etmiş, Müslüman teb'asının dinini kaybederek ah laksız kalmasına razı alamıyacağını da gerekçe göstermiş. Şimdi kaderin cilvesine bakın ki Balkan Devletleri idaresin de bulunan M üslüman halk arasında dahili bir diniilik ve dinsizlik ittirakının mücadele ve muharebesi cereyan edi yor. Müslümandan azma Türkiye hükümeti meseleye dı şardan bumunu sokarak dinsiz tarafa destek oluyor ve res mi, gayr-i resmi vasıtalar(la) nüfuzunu kullanarak dindar ta rafı acze düşürmeye çalışıyor. Pek çok milyonlarca müslü man teb'ası bulunduğuna nazaran bazılarının büyük bir is lam devleti saydığı ingiltere'de dinsiz Türkiye hükümetine pey-rev olarak Kıbrıs'ta dinsiz Türklerin emellerini terviç edi yor, islam mekteblerinde Kur'an-ı Kerim harfleri yerine la tin harflerini ikame ederek adanın dindar Türklerine kan ağlatıyor. Kıbrıs'ta (Türkiye)nin içi gibi dinsizlerin galebesi ile neticelenen ve Yunanistan'da, Bulgar,istan'da, Sırbis tan'da, Romanya'da hala mücadele ve muharebesi devam eden ve islam Dini'nin hayat ve mematına müteallik bulu nan bu meselelerden muhtelif islam hükümeterinin ve üç yüz milyonluk Müslüman milletlerinin haberi bile olmuyor. Mücadele devam eden Balkan memleketlerinde hariçten ve dahilden üst-üste katianan dinsiz kuvvetlerin dayanış malı tertib ve teşvikleri eseri olarak, sözüm yabana, müs lüman rnektablerinin kendi arzulan ile ellerinden atmak is tedikleri Kur'an-ı Kerim 'in hukuk ve hürmetini muhfaza va zifesi Balkanlardaki Hristiyan hükümetlere yönelik kalıyor. Soysuz müslümanlar arasında bu derece sahipsiz kalan
1 48 HtLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMtYE
Kur'an-ı Kerim' e onlar sahip çıkmak lüzumunu hissediyor lar. övnü ve şerefi bu H ristiyan hükümetlere, ar ve haca leti umumiyetle M üslüman devletlere ait olmak lazımken, b u cilvH-i kadere n e b uyurursunuz? Buralarda bulunan M üslüman ların ahvali ile Türkiye'deki islam düşmanı hü kümet alakadar oluyor da neden islam hükümetleri alaka dar olmuyor? Ötekindeki dinsizlik gayretinin m ukabil inde, berikiler: alakadarlığa sevk edecek hiç bir din gayreti yok mudur? Türkiye hükümeti M üslümanlıktan resmen alaka sını kastikten sonra hariçteki M üslümanlarla meşgul olma ya hakkı kalmamış ve bu iştigal hakkı M ısır gibi, Hicaz gibi islam hüt<ümetlerine intikal etmiş değil midir? Böyle m ukad des h ukvktan haberdar olmayan h ükümetlere nasıl kına sam , meselenin önem hakkını eda etmiş olacağımı bil miyorum . işte Balkanlardaki müslümanları d a umumen dinsiz leştirmedt3n veya densizlere mağlup ettirmeden rahat et miyeceği anlaşılan dahil ve haricin m üttefik kuvvetleri çir kinliklerine devam eder ve yerel H ri stiyan kuvvetleri de bu kadar çalışma karşısında M üslümanlığın fahri himayesin den usanıı·larsa bu müslüman lar nereye gidecek? Bu di yarın Kemali st propagandasın a kapılan gafilleri başların şapka koyarak akın akın Türkiye'ye gidiyor. M üslümanlar da gitmek lazım gelirse, nereye gideceklerini bilmiyorlar. Çünkü bunlara hiç bir islam muhitinden davet ve sahip çık ma vuku bulduğu yok. Eğer böyle bir şey olsaydı, gafiller de belki yollarını doğrulturlardı. Kendilerinin doğduğu ve geçmişlerin i n göm ü l ü bulunduğu memleketlerinde kalma ları daha uygun olduğu halde Kemalist tahrikleriyle baş layan ve biribirine sirayet eden bu umumi m üslüman boz ğununu yeni Türkiye batakhanesine uygunsuz i slam m u hitlerinde toplayarak mahv ve heder cihetinden kurtarma ya çalışmayı din borcu bilen müsl ü manlar nerede? Umumi Harb m ütarekesinden sonra 1 50 bin Ermeni Suriye'ye, 1 00 bine yakın Yahudi Filistin ' e yerleşti. Bunun yüzde biri ka.dar M üslüman m uhacirin bir i slam m uhitine
HİLAFET VE KEMALİZM
149
yerleştiği işitilmedi. Ne zaman ki Türkie, Darü'l-istam ol maktan çıktıktan sonra ne E rmeniler ve ne Yahudiler . . (Türkler) derecesinde yersiz v e yurtsuz, bilhassa sahipsiz kalmamışlardı. Ermenilerin yeni teşekkül etmiş memleke ti var. Cemiyet-i Akvam'da hamileri var. Yahudilere gel i n ce ( . . . . . okunamadı). i şte ben bu meseleyi h iç bir tarafa çekmlyerek hepi mizin kabahatını söylüyorum. Çünkü hiç bir milletin savu nucusu değilim. G ücüm yettiği kadar hak ve hakikatın ve i slamiyetin m üdafiiyim . Mısır, Filisti n, I rak ve Suriye gibi sabık Osmanl ı Devleti'nden ayrılarak parça parça olan memleketıere, o devletin kadrin i bilmediklerini başa kak mak istemiyorum. Bunu bizzat Türkler bilmedi ki onlar bil sin. Ben ancak hepsinin başına Müslümanlık bağının kad rini bilmediklerini ve m ucipince hareket etmediklerin i kak mak istiyorum. Biraz evvel arz ettiğim vech ile herkesin milliyetin i sev mesine de bi r şey demem. Ancak yeni Türklük gibi dine zıt çıkan m i l liyetlerden şiddetle uzak tutarım. Dine aykırı olmamakla beraber bazı islam unsurlarının mensupların da ve bazı Arap yazarlannda tecrübe ettiğim vech ile ev velce Müslümanlık tarafından red olunduktan sonra Garp efkannı taklid vasi les i yle yine aramıza giren ve din bağını i ki nci dereceye düşüren " milliyet" aşk ve muhabbetine de çok kızarım. Hiç bir kimsenin m i lliyeti nazarımda ale me rahmet değildir. Eskiden "din " , " milliyet"in içinde mü him bir rükn olarak dahil sayılırdı ve di ne aykırı bulunan hal ve hareket, milliyete de aykırı sayılırdı. Böyle milliyete ben de hürmet ederim . Daha doğrusu "milliyet" kel imesinin asıl manası "din" demektir. " Hanif olarak i brahim 'in milletine (di n ine) tabi olunuz." ((Nisa/225) ayeti de bunu gösterir. Fa kat bu kelimeyi Türk yazarları "kavim" manasında kullan m ışlar. Ve hala Araplar, bizim "millet" dediğimiz yerde " ümmet" derler. Milliyetlerini isıamiyet içinde örtmeyi ge rekli görerek bu hususta islam milletlerine tam bir örnek
1 50 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
olacak bir fazilet gösteren eski Müslüman Türkler dıne mev zu olan bu kelimeyi kasten kullanmışlar sanırım. Buna karı m ıyarak i lm-i hallerine de "din ve millet ikisi birdir" diye yazmışlar. Dini, " milliyet" yapmak ve müslümanlıktan ayrı milliyet tanımamak istemişler. Viyana kapılarına kadar gi denler bu Türkler idi. Bu Türkler hakkında Ankara Mecli si'nin mümtaz simalarından Bolu Mebusu Falih Rıfkı, bir kaç sene ı:ıvvel gazetelere yazdığı seyahat makalelerinin birinde şöyle söylemişti: "Osmanlı tarihini bilir misiniz? Bu imparatorluk umu mi tarihin azametlerinden biri idi. H ududumuzun bir ucu , Viyana'ya iki saat mesafede, bir ucu i ran içlerinde, Kara deniz, Marmara iki havzamız; Romanya, Bulgaristan, MA caristan, Sırbistan, Yunanistan, Arnavutluk birer vilayeti m iz; Arabistan, bütün Mısır, Şimali Afrika. . . Brezilyanın bir vilayeti , bü�ün i ngiltere'yi içine aldığı gibi galiba bu impa ratorluk bütün Brezilya'yı içine alırdı. O esnada bazı Fran sız tüccarlan büyük padişahtan mürüwet istediler. Osmanlı kim , Fransı:t nerede? Kanuni Süleyman için Fransız Kra lı, valilerinin herhangi birinden daha mühim değildi. Misa firlerine lütGfl arda bulundu. i şte kapitülasyonlar bunlardı." Demek ki bu imparatorluktan l ütuf gören devletler de sonradan l ütufların hakkını ters olarak ödemişler, tarih-i umumide büyüklüğüne şahit olduğumuz bu imparatorlu ğun bugün tari h i n i nkara kalkışan sizin gibi na-halef evia dı da uhdenize d üşen küfran vazifesini yerine getermekte kusur etmiyorsunuz. Her ne ise en eski düşmanlarından en yeni düşman Iarına kadar büyüklüğünü inkar edemedikleri Osman la Dev leti dini, adaleti, beyne'l-milel müruweti şiar edinerek, Av rupa'da, Asya'da, Afrika'da hakim olmuştu. Şimdi bu dev leti bozup yeniden kuran milliyetçi Türkler ise Ankara ka pısındaki Sakarya muzafferiyatinin sarhoşluğu ile dini, mil liyeti ve i nsarıiyeti kaybettiler. (Yarın, 25/7/1 930, sayı: 67, sh: 1 , 2 ve 3).
HiLAFET VE KEMALiZM
151
Milliyet mefhumunda mühim bir rükn olarak "din"in dahil ve muteber bulunduğu ve hele hiç bir milliyete kıyas edilmiş olmamak üzere M üslüman olmayanı bulunmayan ve çok kere " Müslüman" tabirine eşit ve denk gibi sayı lan "Türk" milliyetinde müslümanlık bir yön veya bir şart derecesinde gerekli olduğu cihetle, dine hiyanet eden Türk lerin cinayeti, milliyete hiyanet olmak lazım geldiği, bun dan önceki makalemden anlaşılmıştır. islameyeti kendisi ne " milliyet" yaparak,milli ayrılık, gayrılık davası güdmek gibi ilkelliklerden nefsini tenz'ih ve arıtmaya muvaffak olan Türk milliyetinin islamiyat can damarı yerinde bulunduğu halde bir takım çibiliyetsiz zıpçıktı Türkler, M üslümanlığa " hor" bakar da milliyet davasına kalkar. Demek ki bu ser, seriler, bu cahiller "milliyet" çalımı satarkan Türk miliyeti ne demek olduğunu bilmezler. "Yarın"ın "din eartisi "n e rakip olarak " milliyet partisi" teşkil ederler. Dinsiz milli- . y:et olamıyacağın ı, ve bilhassa dinsizlikle Türk milliyetinin taban tabana zıt olduğunu idrak edemezler. Türk arasında yeni zuhur eden ve eğer eski " Gaga vuz"lara Türk denilebilirse müslümanlıktan ilgilerini kes melerine rağmen kendilerine de Türk denilebilen bu "milliyet" putperestleri hala Türkün kalbini yeni Türkiye'ye bağlayıp yönlendirirkan arasını eski Türkiye gibi müslüman zannettirmek ve H ristiyan toprağında bulunan Türkler, Po maklar ve Müslümanlık yönünden Türk'e bağlı bulunan sair unsurlar için Türkiye'yi en doğal bir hicret yeri ve enin de sonunda gidilecek bir yer durumunda göstermek isterler. "Türkün aklı sonradan gelir", denildiği gibi bu mü zewir propagandaya kapılan şaşkın Türkler de, analarının, babalarının memleketini bırakıp Türkiye'ye giderken i slam toprağına giittiğini fark ederek giderler, oraya giderken da ha ilk adımda başlarına şapka koymak ve Islam kıyafetin den çıkmak mecburiyatine m aruz kalmaları bile orası hak kında ki eski zihniyeti tas h ihe medar olamıyarak, Türkiye' ye h icret edenlerin büyük bir çoğunluğu yine her halde es kiTürkiye'den miras kalan islamiyet cazibesi ile gider. Yani
152
RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
Türk'ün ve Türkiye'nin hakkında öyle sabit bir kanaat var dır k i "şapka" dan alarnet-i küfur olmak özelliği zail oluyor da Türk'r:en Müslümanlık özelliği zail olmuyor. Yani M üs lümanlık Türk'ün damarına bu derece işlemiştir. Lakin, her kesin tesi'im edeceği ne şüphe etmediğim bu sözümün m a nası: -Dinsizlerin de çok işine geleceği vech i le- "Türk ne yapsa dil'lden çıkmaz ve islam Dini onun keyfine göre lastik gibi uzanır, kısalı r. " demek olmayıp; maksad, isıa rniyetle TOrklüğün i rtibatının şiddetini anlatmak ve islami yatten alakasını kesen Türklerin Türklük m illiyeti ile de ala kaları alamıyacağını izah etmektedir. Türk'ün m üslüman lıkla alaka.s ını, " milli" ve ayrılması imkansız olmasından çıkarılacal< doğru m ana dini olmayanın Türk milliyetine in tisaba hakkı olmamasıdır. Yoksa dinsiz Türklerin de m üs lüman olması değildir. Evet, bu iki noktayı temylz edeme yen Türkler vardır ki "Türk'ün aklı sonradan gelir" darb-ı meseline rağmen, böyle Türklerin aklı sonradan gelmez. Sonuna kadar aldanır; dinsiz oldukları kadar milliyetsiz ve cibiliyetsiz Türklerin oyuncağı olur. Milliyetleri i slamiyetle kaşnaşan ve belki milliyetlerini· islamiyet iç:inde eriterek medeniyet ve insanlığa aykırı le kelerden uzak ve temizlenmiş bir milliyet n üm Ct nesi göste ren Türklerden muradım, altı yedi asırlık ömür sürmüş, ci hangirlik payesine ayak basmış, ve Şark medeniyetinin son temsilcisi olarak her türlü azarnet ve semahatıyla dünyaya " efendi"lik dersi vermiş olan ( 1 ) Osmanlı Türkleridir. Pa dişahları "�ladimü'I-Haremeşni eş-Şerifeyn ", yani iki is lamiyet har\·minin mizmetkarı olan bu Türkler'le Selçuk Türkleri i ki�;i de dinsiz Türklüğü kabul etmezler, öyle din den soyutlanmış mil\iyetin yüzüne tükürmezler! Eski Türk mümessili olan Osmanlı i m paratorluğu tari hini çekemediklerinden, ellerinden gelse üzerine batıilik çiz gisi çekmek isteyen yeni Türklerin bile geçen makalem de nakl ettiğim şehadet ve itirafı ile genel tarihi n azamet lerinden say1 lan o büyük imparatorluğun ne kadar dindar olduğuna ve dindarlığı sayesinde islami büyüklüğünü mü kemmel olarak hazm ederek, sonradan görmelerin , ne ol(1) Şimdi Yeni Türkiye'de "Efendi"lik sıfatı mülgadır.
HiLAFET VE KEMALlZM
1 53
dum delisi, olanların Allah ile rekabet etmek derecesinde düştüğü küçüklüklere düşmediğine bir misal olarak Sultan Selim l in şu (Arapça) beyitlerini nazar-ı dikkat ve ibrete vaz edelim: " Mülk ve saltanat ancak Cenab-ı Hakkındır. Dünyada herhangi bir emeline ulaşan fani, Sonunda elindekini geri vermeye mecbur olacak. Geçici elde ettiği şeyin, sorumluluğunu taşıyacak. (Yani saadeti son bulacak ve sorumluluğu sürecektir.) Şayet benim ve gerek başkasının yeryüzünde. Bir parmak ucu kadar mülkiyet ve hakimiyeti olsa, Allah'ın mülkünde şeriki olmak lazım gelirdi." (1) Türk milliyetinin miyarını, Müslüman Osmanlı ve Selçuklu Türklerinden alarak onlardan evvelki putperest ve yahut en sonraki hevaperest ve zen-perest Türk'ü kaale almayışım, Türk'ün tarihindeki şan ve şerefinden bugün el de mevcut lisanına kadar nesi varsa hepsinin Müslüman Türk devirlerine ait olduğundandır. En eski Türk'ün Boz kurt masalı ndan başka bir şeyi olmadığı gibi yeni Türk 'ün milli övgü ve eserleri adına bir Frenk şapkası ile bir latin hurufu ve bir i sviçre Kanunu vardır. Osmanlı Türk lerinin Viyana kuşatmaianna bedel Anadolu ortasındaki kuşatılmışlığını takip eden dünkü Sakarya ve inönü zafer leri bile şapkalı Türk ün eseri değildir. Şapkalı Türk ün he n üz hiç bir devletle mu harebe ettiğine şahit olmadık. Mu sul'u savaşsız ingilizlere verdiğini biliyoruz. Başkasından bir karış yer aldığını bilmiyoruz. Şapkalı Türkiye, iskeceli zengin beylerin, paşaların, hacı-babaların din ve dünyaca iflas eden çocukları gibi eskiden . kalanı bitirmiş, yeniden bir şey kazanmamış babasının ocağına incir dikmekten baş ka bir marifet gösterememiştir. Türk milliyeti islamiyatten ayrılmayı kabul etmediği gibi Türk'ün dini gidince dünyası da kalmayacağına eski zengin i skeçe Türkleri He yenile rinin hali arasındaki göze çarpan manidar bir delil değil mi dir? (Yarın, 8/Ağustos 1 930, sayı: 68, sh: 1 ). '
'
'
'
(1) Müşarün ileyh bu beyitleri Mısır'ın fethinden sonra söylemiştir.
154 HİLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
Bir milletin milliyetin i teşkil ve temsil eden esaslar ara sında o milletin mensup olduğu dinini de kemal-i ehemmi yetle dikkate almak gerektiğinden, dine aykırı hal ve hare ketlerin mrlliyetine de m uzır ve münafi sayılması lazım gel diğini yazmıştık. Bu sebebte n , zen-perest Türk'ü, üçünü de birbirinden asli unsu rlarından sayılan dinde değişme, doğrudan doğruya milliyette tebeddül ve tegayyur husule getirdikten, başka ibadetterin adetlere ve hatta edebiyat Iara tesiri dolayısıyla, milliyetin diğer unsurları üzerinde de dinin gayet m üh i m rolleri vardır. Binaenaleyh b i n senedir, M üslüman yaşayan {Şeria tın kestiği parmak acımaz.), (Ramazan'da oruc yiyenin bayramda yüzü kara olur.) tarzındı darb-ı mesel ler kabul eden ve nihayet dini uğruna ölen ve bu zihniyetlerle cihan gir devletler teşkiline m uvaffak olan dünkü dindar Türk mil leti Asya'da, Avrupalılık satan bugünkü dinsiz ve an 'ane siz hercai Türk ile bir m i lletten sayılamazlar. Abdestinde şüphe olmayan dünkü Türk ile iki cami arasında kalmış bi namazdan beter bir hale gelen son Türk'ü nasıl bir m i llet ten sayabiliriz ki? Bunlardan her ikisinin itikatları da adet leri de biribiıinden tamamen ayrılarak hem mezhebleri, hem de meşreblmi değişmiş, yani aralarında ruhen ve fikren ve sureten ve �;'!reten tehaluf hasıl olmuştur. Dini i le beraber eski m i lliyetin i de unutmaya çalışan, yani Türklükten nasi bi kalmayan bugünkü Türk, meşhur Türk şairlerinin ede biyat örneklerine geçen bir çok şiirlerinden artık bir şey an lamayacak ve bir yabancı m i l let mensubu g i bi bu Türkçe şiirlerin zevl<ine varamıyacaktır. (Peyam-ı islam, n u m a ra: 4, 1 7 Teşrinisani 1 930, sh: 2).
·
HİLAFET VE KEMALiZM
1 55
MASKELER S 1 YRI LlYOR! Türkiye Cumhuriyeti geçen hafta bir muradına daha erdi . Teşkilat-ı Esasiye Kanunu' ndan , devletin dini i sıarn olduğunu söyliyen fıkrasını kaldırdı. Reisicumhurun ve me busların, seçimin ardından yeminleri icra olunurken " Allah" adına "yemin " etmeyi de dinsiz devlet adamla rının ağzına yakıştıramıyarak bundan sonra namusa yemin usulünü tatbike karar verdi. Yeni and içme ibaresini de ona göre tesbit ederek değişen Anayasa'nın metnine yazdı . Dört sene önce (1 924) Türkiye'de Şer'i Mahkemeler ve Dini Tedrisat ilga olunurken ve hele iki sene evvel de fıkıh ve şeriat kanunlarını yürürlükten kaldırarak yerine i s viçre Kanunları konulurken Yeni Türkiye Devleti 'nin i s lam Devleti olmaktan çıktığını il€ın ederek devletin dini, is lam olduğu hakkındaki maddenin de daha o zaman TeşkilcU-ı Esasiye Kanunu'ndan çıkarılması lazım gelmişti. Lakin din ve devlet haini hükümet, belki millet hazmedemez diyerek sahtekarlığı elden bırakmamak üzere manasız bir lafzı kalmış olan o maddeyi bir ric'at hattı gibi senelerce kanun metninde ibka etti. .. Gafil millet bu cansız madde nin kanunda mevcudiyetiyle hayli müddet kendini avuttu. Bazan buna güvenerek dinsizlerle mücadeleye girenler ve hükümetin gazabına uğrayanlar oldu. Dinsiz Ankara'yı dinli göstermeye çalışan münafık avukatlar, bu maddeyi dava Ianna hüccet makamında kullandı. En sonra geçenlerde tarihi nutkunu irad eden Mustafa Kemal, bu diyaneti hüc cetinin sahte olduğunu itiraf etti. Yukarıdan galen bu işa retle kanun metnindeki o ölü maddenin artık defn ine ruh sat verilmiş olarak emre hazır hizmetkarlar meclisince m üt tefikan gereğinin yapılmasına karar verildi. Ankara Hükü meti, saltanattan ayırmak suretiyle başta manasını öldür düğü Hilafeti bir m üddet cansız ve manasız olarak istan-
1 56
H1LAFET-1 MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
bul'da Uttuktan sonra lafzını da manasma ekli olarak ilga ettiği gil)i, devletin dinine dair olan Anayasa maddesinin· işini bitirmeyi de böylece iki hamleye tabi tutarak birineide manasını ve ikincide lafzını ilga etmiş oldu. (on satır oku iıamadıJSA). Bu gazete (Muhadenet/SA): " Devletin dini ni kanunda yazmaya ne lüzum var? Apaçık olan b i r şe yi söylemek ister mi? Din, kağıtta n ve mürekkebten mi ibarettir?" diyerek maselenin müdataasım çok kolaylaş tınyor. Devleti n dinini evvelden kanuna yazmamakla, ya zılmışını i)ozmak arasındaki mühim farkı sanki bilmiyor. Ma şaallah, Türkiye dinsiz olduktan sonra m ı devletin dini açık lık kazan mış? Bu bebledir ki: anayasalarına dinlerini ya zan devi(Hierden hiç birisinin dini Türkiye'ninki kadar be dlhi olamamış! Bir de, kanundan bu sefer devletin dinini kaldırmışiar, dilini yazmışlar. Burası yazılmadan malum de ğil m i imiş? Türk Devleti'nin dili, Türkçedir, demek, bedi hinin hem de zikri abes türüne örnek teşkil etmez mi? Es kisi gibi Osmanlı Devleti olsa belki llsanından bahse lüzum görülebiliı·di. Hem de devletin dili kağıttan ve mürekkeb ten mi ibarettir ki kanuna yazılmakla mahfuziyeti temin edii miş sayılıyor? Maamafih din inde durmayan Türkiye 'nin di li nde d uracağı da bence çok şüphelidir. M anası na riayet eıdilmeyen muvazaalı maddenin yerine konulma sı bile Türk dili için bir uğursuzlu k alametidir. Anayasadan dini çıkardıktan sonra da "Muhadenet'· 'n yaptığı ��ibi hala, behadet davalan arasında bilakis be dahete karşı devletin din li olduğun a yalancı şahitliği etme nin faydası olmayacağını istanbul gazeteleri anlamış ola caklar ki onlar artık devletin dinini müdafaa etmiyorlar. " Devlet rrıefhumunun din ve imanla ne ilgisi olabilir? Devlet on.ııc tutar mı, Devlet namaz kılar mı?" diyorlar. Binaenaleyh devletin dininden bahs eden eski Anayasa maddesinin zaten manasız ve ilmen kıymetsiz olduğun u iddia edere'k müslüman kam uoyun u yeni b i r şaşırtma ha reketle karşılamaya çalışıyorlar ki maksadları, devletin din sizliğin den milletin dinine bir zarar gelmediğini anlatmaktır.
HlLAFET VE KEMALİZM
157
Demek ki o maddeyi kaldıranlar hiç bir şeyi ilga etme rnişler. Eskiden de devletin dini yokmuş. Devlet mefhumu na din isnat ve izafe edilemiyeceğini eski Türkler anlaya rnamışlar . . . Yeni adamlar gelmiş, bu yanlışlığı görmüş ve o maddeyi kaldırarak Anayasayı bir manasıilıktan kurtar mışlar. Eskilerle yeniler arasındaki fark bu sözlere göre ade ta bir n iza lafzı derecesine indiği cihetle yeni tadilatı, mü cerret ibare ve ifade tashihinden ibaret saymak lazım geli yor. Yeni tadilatta devletin dinini mevzubahs eden bir mad deden de ahkam-ı şer'iyyenin doğrudan doğruya millet meclisi tarafından tenftzi meselesi kaldırılmıştır. Eski ka nun ile yenisi arasındaki bu fark da acaba lafzi bir çatışma kabilinden midir? Devlet mathumunun dini, imanı olamı yacağı gibi bir binadan, bir salondan ibaret olan Meclis'i n ahkam-ı şer'iyyeyi tenfiz etmesinde d e manasızlık v e im kansızlık gördüklerinden bunu da kaldırdılar mı diyeceğiz? Yağma yok, tevilci efendiler! Evvelce ahkam-ı şer'iyyeni n tenfızi Hilafet Makamı'na aitti. H ilafeti ilga ederken, ahkam-ı şer'iyyeni n tenfizini M illet Meclisine nakl etmişlerdi. " Ha life vazifesi n i yapamıyor, m i l let ke ndi iş i n i kendi görecek. " diy.erek türlü türlü yaygaralar d a yap mışlardı. Şimdi ahkam-ı şer'iyyeni n tenfizi vazifesini millet meclisinden de söküp atıyorlar. Anlaşılan onun da vazife sini ifaya ehliyeti olmadığı görüldü. Hem de görüldü ya, ahkam-ı şer'iyyeyi tenfiz etmedi ya, o halde yine evvelki madde gibi manasız bir lafızdan ibaret olan o sözü kanun metninde ne için ibka edip durmalı? Oradan da çıkar, git sin. Daha doğrusu ahkam-ı şer'iyyenin tenfiz olunmaması matlup idi. Ve H ilafet onun için lağv olunmuştu. Hilafetin ahkam-ı şer'iyyeyi tenfiz ile m uvazzaf olmasından başka kabahatı yoktu. Kabahatı başka Halife'nin şahsına ve sonra makamına yüklettiler. O zaman ahkam-ı şer'iyyeye dil uza tamazlardı. Hallfeyi kötülemek, hilafeti yıkmak daha kolay görünmüştü. Yıktılar, vazifesini Millet Meclisine nakl etti ler. Şimdi oradan da alıyorlar. Açıkta bırakıyorlar. Demek ki Hilatetin ilgası ve belki daha evvelce hükümetten tecrldi
l 58
HlLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
mesele�:inden itibaren . . . ahkam-ı şer'iyyenin tenfizine ni hayet vermek idi. Kavga onun başında idi. Şimdi buna asli n iza m ı diyeceğiz, yoksa dönme dolabı gibi bir kaç katlı ve çok deriırı manalı bir niza' mı? En �•onda ahkam-ı Şer' iyyenin tenfızi vazifesini Millet Meclisi'nden de alarak açıkta bırakanların söyliyeceği söz şudur: Açıkta bırakmadık, vicdaniara tevdi ettik! Ben de biliyorum , açıkta bırakmadılar, defn ettiler. Aleyhindr� söylemekten, vicdaniara taarruz etmekten vaz geçerek medfeninde bari rahat bıraksalar ya! Ne gezer!. . . Devlf3t mefhumunun d i n v e imanla alakası olamıyacağı ve, devlel müslüman oldu, devlet namaz kıldı, devlet oruc tuttu, denilemiyeceği meselesine gelince; vakıa mefhuma fii l isnat o l unmaz. insan yer, içer, söyler, iradesiyle h are ket eder ve çok işler yapar ve mahlük olduğu halde i nsan mefhumunun elinden bu işlerin hiç birisi gelmez. Mantık diliyle " kiiUi-i tabii" tabir olunan insanın hariçte vücudu bile yoktur. işte devlet mehfum u da tabiatıyla böyle olarak kendisine hiç bir iş isnat edilemez. Hani, devlet çıktı, veya battı, deriH ya. Devletin mefhumu hakkında böyle i htimal ler bile m utasavver değildir. Lakin vaktiyle devletin dini islam olduğunu söyleyen ler, devlet mefhu m unundan mı din aramışlar? Devlet, harp yaptı , devint sulh akt etti, devlet m uzaffer oldu, devlet m ü zakereye girişti , devlet filan teklifi red etti, denildiği zaman devletin mefhumu murat olmadığı gibi dini mevzu-bahs olan devletten de yine mefhu m kast ve i rade edilmez. Haniya bu defa Anayasa'ya devletin dili Türkçe olduğunu yazmış lar ya! Halbuki devlet mefh u m unun dili de olmaz. Mefhum konuşabilir mi? Hariçte vücudu yok ki lisanı olsun. Maska ralığı görüyorsun uz ya! Devletin dili oluyor da dini alamı yor. Neden�) Dili bulunur ve konuşmaya kadir olursa dini de kabul edebilir. Her şeye dili dönüyor da buna dönmü yorsa, o baı?ka!. .
HiLAFET VE KEMALiZM
1 59
Maamafih devlet methumunun din ve i manla alakası olamıyacağı tarzındaki yeni mugalata, eski Türklerden baş ka, hala Anayasalarında devletlerinin resmi dininden bahs eden bütün mil letleri, belki geçen haftaya kadar mezkur maddeyi m u hafazaya lüzum gören yeni Türkleri, yani ken dilerini bile mantıksızlıkla itharn etmektedir. (Yarın, sayı: 20, 27 Nisan 1928, sh: 1 ve 4) Devletin , i slam Devleti olduğunu beyan eden maddey i Anayasadan tay ve ihraç eden Ankara ricalinin şu ha reketini tevclh sadedinde " d evletin din ve imanla alaka sı olamaz, devlet namaz kılmaz, devlet oruc tutmaz." diyerek, bundan milletin din ve i manla alakasına hale! gel miyeceğini anlatmak isteyen münafık gazeteler, hakikatte milletin gaflet uykusuna hale! getirmernek isterler. M il let, memleket ve hükümetten mürekkeb olan "devlet" mef humunda evvela "millet" dahi l bulunduğuna nazaran cüz' ün alakadar olduğu şeylerle kül! ün de alakadar olmasına icap eden mantık! zaruret hükmünce eğer milletin din ve imanla alakası varsa, devletin de alakası olmak lazım ğe leceğinden başka, malumdur ki Kanun-i Esasiyi millet ya zar, hükümetine yazdırır, ve yeni tabiri ile dikte ettirir. Onun için, " i ş bu kanunun icrasına falan nezaret memurdur." tarzında her kanunun nihayetine yazılması mutad olan madde, Anayasanın sonunda yoktur, ki bu da Anayasala rın sahibi ve murakrbı millet olduğunu gösterir. i şte m illet, hürriyet ve sairesi gibi kendisince mühim ve kıymetli olan hususları bu kanuna yazarak onlara raiyet edeceğine dair hükümetten söz alır. Ve haddi zatmda Kanun-i Esasller m il letle hükümet arasında mün'akit bir esas muahedesi, bir sulh muahedesi demeKtır. Kanun-i Esasi'nin başına, dev letin dinini yazmaktan maksad da devleti teşkil eden mil letin , kendisine kıymet ve m u h afazasına, memleketin mu hafazası kadar ve belki daha fazla önem verdiği mukad desatının başında dini bulunduğunu hükümete anlatmak ve ona göre hareket etmesi için hükümeti taahhüt altına almaktır. Şimdi milletle hükümet arasındaki esas mukavele nameden din maddesinin kaldırılmasına razı olan Türk mil-
160
HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
leti, milli maksatları arasından dini çıkararak, nazarında kıy met ve ehemmiyeti kalmadığını kabu l etmiş ve hükümeti de artık dinine hürmet ve riayet mecburiyelinden azade bı rakmış oluyor. Demek ki Kanun-i Esasi'de mevzu-bahs olan devletin dini, hakikatta .milletin dinidir. Ve onu yürürlükten kaldırmc\k, milletin dinini yürürlükten kaldırmaktır. Dini hak kında bu düşüşü kabu l eden millet nasıl dinli kalabilir? Hükümet-i Cumhuriye, milletin hükümeti olduğu gibi islam Dini de milletin dini ise ne için Kanün-i Esasi'deki özenli yerine kr3ndi eli ile balta vursun? ikinci olarak, millet dinli ve h ükümet dinsiz kalamaz. Bu kabil değildir. Çünkü millet , dini ahkamla m ukayyet ve hükümet gayr-ı m ukayyet olunca hükümet milletin dinine tecavüz ndebilir, demektir. H ükümetin din ile m ukayyet ol masın ı kabul eden milletd, dinine tecavüz hakkını kendisi vermiştir. Hükümet de zaten bu hak ve selahiyeti sırf mil letin dinine tecavüz etmek için almıştır. Yoksa zoru nedir, Kanun-i Esasi'deki maddeden zararı nedir? Madem ki bu, · çocuk alc'atıcı gazetelerin dediği gibi devlet din ve imanla alaka, şanından olmayan bir mefhu mdan ibarettir. Bu iti barla akıl sahibi olmaktan da değildir ki din ile alakası ol sun! Mesoleyi, tamamen medreseye düşürmek mahiyetin de olan bu te'vlli haydi kabul edelim. Fakat medreseye dü şen meselede dinsizler mağlup olmaya mahkumdurlar. işte din, milletr:3 ait ve devlet, namaz kılamaz, oruç tutamaz ise de m illetin dinine Kanun-i Esasi'sinde yer verilmek sure tiyle de bir alaka gösteremez mi? L'lkin o zaman devlet, milletin dini ile m ukayyet olur ve Ankara' nın hesabına gel meyen de budur. Şimdi m il let, Ankara'nın istediği noktaya gelmiş ve dinini Kanun-i Esasi'sinden ihracın a muvafakat etmiştir. Dr9mek ki din ile m ukayyet olmayan h ükümet ona istediği gibi tecavüz edebilecektir. Mil!et kendisi din ile mu kayyet olduğundan, gayr-ı m ukayyet kalmasına m uvafakat ettiği hükümetine dinini yıkmak için mezuniyet vermiş ve millet de din kaydından bu yolla kurtulmak istemiş oluyor: " Benim yıl'<maya elim varmaz. Senin elinle olsun, böy� lece hem toptan olur, hem daha muntazam olur. Hem de,
ben yıkmar:Jım , dese, belki bu seretle Cenab-ı Hakkı da altatırım." demek gibi bir şey! . .
H!LAF'ET VE KEMALlZM
161
Canım, devlet ve hükümetin din ile mukayyet olmama sından dine tecavüzü nasıl çıkardın? diyemez siniz. Çün kü Ankara hükümetinin dine tecavüzü olmuş bir iş halin dedir. Ve bugünkü Kanün-i Esasi ta' dilinin manası vaki sal dırıyı milli iradeye yaklaştırmaktır. Gerçi Kanun-i Esasi'de ki din maddesinin kaldırılmasına muvafakatla hükümete resmen mezuniyet vermeden daha ewel h ükümet, mille tin dinini yıkmış ise de icazet-i lahikanı n geçmiş bir veka let hükmünde olduğu da malumdur. H ükümet milletin di nine tecavüz ettiği kadar etmiş, bundan sonra da saldırısı na devam edebilecek demektir. Kanun-i Esasi da'dili, te cavüzlerin geçmişine de geleceğine de millet tarafından hak ve salahiyet veriyor. Mesela hükümet, dünkü gün ca milerin bir kısmını fazladır, diyerek yıktığı gibi yarın da bir bahane ile kalan camilerde cemaatle namaz kılmayı yasak lasa din kaydı ile mukayyet olmadığını kabul ettiği hükü metine karşı milletin bir şey demeye hakkı olamaz. Çünkü hükümet, mukayyet olmadığı hususlarda istediğini yapma ya mezun olması lazım gelir. Din ile mukayyet olan miletin namaz kılması ne kadar tabii ise din ile mukayyet olma yan hükümetin de istediği anda onu namazdan ve sair di ni vazifelerden men etmesi o derecede tabiidir. Özellikle iş zıddıyete binerse hükümet sözünü yürütmeye kadirdir. Çünkü engelleme gücünü de millet onun eline teslim et miştir. Hele Türkiye'de her kasabanı n hOkümeti için cami lerinin cemaatını kahr ve tenkil etmek işten bile değildir. Görüyor musunuz namaz kılmak, oruç tutmak, dindar ol mak elinden gelmeyen devlet ve hükümet gibi mefhumla rı? Dinsizlik ellerinden nasıl gelebiliyor? Halbuki bu mese la medreseye düşunce; "isbatı mutasavver olmadığı yer de nefy de mutasavver olmamalıdır" kuralı gereğince, elinden dindarlık gelmeyen devlet ve hükümetin, dinsizlik de gelmemeli idi. işte size vaki ve muhtemel örnekleri ile hükümetin din den soyutlanmış olması ve milletin din ile bağımlı olması . nın tabii ve m antıki sonucu! Demek ki hükümetin dinden soyutlanması ile milletin dinine hale! gelmernek davaları F.9
1 62 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
kat'i ola .rak batıldır. Belki hükümetin soyutlanması sırf mil letin din1ine halel getirmek maksadıyla val<i olur. Bunun baş ka bir sobeb ve saiki yoktur. Ve böyle, kendisi din kaydın· dan azade olduğu cihetle milletin dinini istediği zaman yık· maktan çekinmeyecek bir hükümeti sırf ihtiar ve intihab et 'mekle, yani daha umulan dini tahribat vaki olmadan önce m illet, hükümeti ile beraber dinini terk etmiş sayılır. Akıl ve mantığın kabul ettiği bütün bu incelemelere gö re, milleıtin fıtratında her şeyden m ukaddes olması lazım gelen dinini h ükümetin saldırısından masun ve mahfuz tut mak için hükümeti de din kaydı altına almaktan başka ça re yoktur. H ükümet miletin dinini tanımak şartıyla millet de h ü kü meti tanıyacak ve milletin din ile hükümeti arasındaki uyum ve denge b u şekilde tesis edilmiş olacaktır. Yani ne zaman milletin dini ile hükümetin arzusu çatışsa, dinin sö zü üst golecektir. Çünkü hükümetin sözü üst gelmekten din e zarar gelir ama dinin sözü üstün gelmekten hüküme te zarar gelmez. Zira müslümanların bütün çıkarlarını üst lenen dinin, h ükümetin menfaatını da koruyacağına şüp he yoktur. Halbuki m illet, hükümetini dinine emniyet ettiği kadar dinini hükümetine emniyet edemez. Müslüman ta biatıyla istibdada eğilimli olan hükümetlerin ne hüsnü ni yetine, ne de akıl ve basiretine dini derecesinde itimat ede bilir. Mesoleni n maddi ciheti böyle olduğu gibi dinin sözü üstün gelrnekten hükümetin şeref ve haysiyetine bir naki se gelmecliği halde dindeki u ıvı ve ilahi haysiyet, zerre ka dar elinde kalmayı kabul etmez. Eski islam hükümdarları dinin ve islam şeriatının naçiz birer hadimi olmakla m üfte hir idiler. Hükümet reisierine bu durumu yalnız din ve şeri at uleması tayin etmemiştir. En münevver islam edibleri n i.n zihniye•ti de bu merkez dedir. Meşhur Abdülhak Ha mid in, meşhur eserinde "Tarık bin Ziyad" gibi Şam'dan kalkıp isparıya'yı fesh eden bir kahraman kumandanın di linden: "Bıeın amir değilim, a mirimiz Şeriattır." (Tarık, sh:67) dedi�ıi ve Tarık'ın üstü bulunan M usa bin N usayr da Tarık'a hitaben: _
'
HİLAFET VE KEMALiZM 1 63 "-Senin büyüğün benim! Seni ben terbiye ederim . Benim büyüğüm Halife'dir! Halife beni azarlar, Halife'· nin Amiri de Şeriattırl Vazifesini yapmazsa onun terbi· yesini de Şeriat verir." (Tarık, sh: 233) dedirtmiş olduğu hala Abdülhak Hamid'le beraber n azar-ı i b ret önünde du ruyor! "Nazır-ı ibret önünde" diyorum. Çünkü erzel öm ründe dinsiz Ankara hükümetinin reisine taabbutla (tapın makla/SA) geçimini sağlayan bugünkü Hamid'e sorsanız, utanmaya lüzum duymayarak ewelki sözlerine belki şunu ilave eder: " Halife'nin amiri olan Şeriat'ın amiri de Mustafa Ke· mal'dir. Şeriat, Halife'nin terbiyesini vermeye kadir ol duğu gibi Mustafa Kemal de hem Halife' nin, hem de Ha life'nin amiri bulunan Şeriat'ın tarbiyesini de verir!" (Ya rın, sayı: 21 , 1 1 Mayıs 1 928, sh:1 -4) Üçüncü olarak; Devletin dini islam olduğunu ifade eden maddenin Kanun-i Esasi'den çıkarılması, Türkiye(nin) laik, dinsiz bir hükümet kabul edilmesinin tabii sonucu ol duğu maiOmdur. işte devletin şimdi önceki dininden rucu etmesi de hükümetin dinden soyutlanması manasına ma tut olacaktır. Devletin dini olmamaktan, milletin dini olma mak lazım gelmez, diyen te'vilcilerin iddiasına muvafık olan da budur. Halbuki bir milletin dini olup olmadığını anlamak için onun teker teker efradını tetkik ve tecrübe ederek umu munu veya umumiyet yerine geçen çoğunluğu hakkında hüküm yürütmek kabil olmadığı cihetle, milleti temsil eden h ükümetin haline göre milletin dini hakkında bir fikir edin mek lüzumu hasıl olur. Türk milletinin hal-i hazıra gelince ye kadar müslüman milleti olarak tanınması bile vaktiyle bir islam devlet ve hükümeti vücuda getirmiş ve böylece dini bir manevi şahsiyetle idamesini prezante eden bir hü kümet ve devlet idaresi altında şimdiye kadar varlığını sür dürmüş olması sayesindedir. Bu cihet böyle olduğugibi mil letin ayinesi ve en m uteber örneği olan hükümetin, bade ma milleti, dini ile beraber. .. istinkaf etmesi elbette hayra alarnet olmayıp ya milleti hakkıyla temsil etmeyen, yani mil -letin haline uygun olmayan bir hükümet bulunduğuna ya hut milletin de dinini b ırakan bir hükümetle hem-hal oldu ğunu kabul ettiğine delalet eder.
164 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE Daha doğrusu dinsiz hükümet, dinsiz milletin mümes sifi olmas-ı lazım gelir. Çünkü milletin dağınık veya müte şekkil bir millet olmak üzere iki türlü görülüşü ve iki tür mev cudiyeti vardır. Kişi halinde milletin dini olup da hükümet ve müteşekkil bir cemiyet halinde dini olmazsa Müslüman lık böyle bir milleti kalben dinli olarak kabul edemez. Çün kü islam D1i ni, akıl ve hikm"et dini, ve bir medeniyet dini ol duğundan mensuplarının hükümet ve cemiyet haline da ha ziyade önem verir. Zaten, m�deniyet, şehir manasında olan medin eye mensup olmak demektir. Şehirde toplu bir surette yaşayan halkın ictimai bir nizarnı bulunması zaru reti hasıl ol ur. B u suretle medeniyet ve hükümete yol açı lır. işte müslümanlık yalnız kendini düşündürmeyip, genel durum ile beraber genel durumlarını tam bir ehemmiyetle nazar-ı dikkate aldıran ve bir milletin salahını, en fazla umu mi vaziyetlr�rinin ve ictimai hayatlarının salahı ile kaim ol duğunu pe;k güzel bilir. Ve bu medeniyet ve cemiyet dini, Müslümanların kişisel hal ve hareketlerine karışır da... da ha mühim olan cemiyet ve h ükümet hayatına karışmaz mı? Yani efrat halinde müslüman olmayı yeterli görerek hükü met ve cemiyet halinde müslüman olmaya lüzum göster mez olur mu? " Ben kendime bakarım. Alemin işine ka rışmam. Siyasetle uğraşmam" diyen ölgü n ruhlu ve düş kün himme!li mikroplar gibi islam Dinini de hissiz ve harni yetsiz aminerden mi sanıyorsunuz? " Sizden biriniz nefsi hakkında n e arzu ediyorsa din kardeşi hakkında da onu arzu etmedikçe iman etmiş olmaz." maalinde olan hadis-i şerif mucibince mü minler için kendi netsinden başka umu mun hayır ve şerri ile de ilglienmeyi iman borcu gösteren bir dinde heırkesin kendi kendine müslüman olmayı yeterli görmlyerek milleti ile beraber ..... müslüman olması, müs lüman hükilmet ve teşkilatı altında bulunması lazımdır. Müslüman bir milletin hükümeti, yabancı hükümeti gibi mil letin dinine !<arşı ilgisiz ve tarafsız kalarak milletin dinini be nimsemez ve kendi dini addetmezse, müslümanlık adına bu nasıl kepazeliktir? Dinin dünyadan, ve bir başka tabir le, h ükümet ve siyasetten ayrılmak meselesini çıkaranlar
HİLAFET VE KEMALIZM
165
islam Dini'ne en kestirme yoldan suikast etmek istemiş lerdir. Müslümanlığın kuyusunu kazmak için düzenlenen Kemalist kaziyyesinin en müthiş kısmını bu nokta teşkil et tiği halde bunu haddi zatında Müslümanlığa sığar bir şey gi bi göstererek Müslümanların gözüne perde çeken gizli din düşmanları bizim aramıza girmiş, teker teker millet fertle rini dinsiz yapmak müşkil olacak ve uzun sürecek, belki de dinsizler üzerine tehlike davet edecek olduğundan böyle yapmaktan ise hükümeti dinsizleştirmek ve bundan halkın dinine zarar gelmez, dersek, sonra dinsiz h ükümet de, mil letin dininin icabına bakar. Bu açık dönme dolabın anlaşıl mayacak neresi var? Dindar ahalinin başına dinsiz hükü meti neye dikiyorlar? Böyle bir hükümeti hala müslüman lık davasında bulunan millet kabul etse bile Müslümanlık kabul eder mi? Yok, yok!... islam Dini kendisini tanımayan hükümeti tanımak gaflet ve zilletinde bulunamaz: " Siz in sanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet siniz. iyiliği emr eder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız." (Al-i imran/1 1 O) ayet-i kerimesinde Müslü manların en birinci ayıncı sıfatı olarak gösterilen ma'rufu emr ve münkeri nehy vazifesi ciddi ve mükemmel bir şe kilde ifa olunması için hükümet mevkiinde bulunmak lazım geldiğini ve hükümet ve siyaset kuweti her kuwetin üs tünde bulunduğunu islam Dini çok iyi bilir. Ve o sebeble h ükümet ve siyaseti asla ve kat'a elden bırakamaz. "Alla hın hakkını Allaha, ve Kralın hakkını Krala veriniz' ' di yen H ristiyanlık belki hükümet ve siyasete karışmayabilir. Fakat esasen hükümet dini olan islanl Dini için, hükümet ve siyasetten elini çekmek kabil değildir. islam Dini'nin sair diniere kıyas edilmeyecek surette hükümet dini olduğunu (müverrihler) isbat etmiş ve (tüm Garplıların dikkatini) çek miştir. Öyle iken, hükümetten ayrılmayı kabul edebilecek durumda bulunan H ristiyanlık bile, m uazzam ingiltere hü kümeti gibi bir çok hükümetlerde görüldüğü vech ile hala hükümetten alakasını kesmiyar da islam Dini mi kesecek? ·(Yarın, sayı: 22, _25 Mayıs 1 928, sh 1 -4)
166 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
SIVRILAN IKINCI MASKE (Abdülmecid Komedisi)
Kanun-i Esasi'den (Anayasa'dan) devletin dinini sile rek din VH dünya ayrılığını resmen i lan eden Ankara hükü meti dinsiz çehresinden riya maskesini atmış olduğu gibi, bu mesı�le münasebetiyle, Kahire'de i n tişar eden " Müsavat" gazetesi de çıkışından beri komik bir maşa ha l inde suistimal ettiği "Hilafetçilik" perdesinin aralığından d insiz çehresini göstererek, Ankara'nın arkasından, o da maskesini sıyırmıştır. Vakıa bu iğreti M üslüman gazetesi, şimdiye kadar neşriyatında, samirniyetle bağlı olmadığı ve bağlı olmadığından iyice bilmediği Müslümanlık prensip lerine dakunacak sözleri kaleminden kaçırarak hakiki mes lek ve mahiyeti ni dikkatli nazariardan saklayamamakla sırt ladığı oyuna beceriksizliğini göstermekten hali kalamıyo ru. Lakin bu defa daha cahilce bu cesaretle foyasını mey dana koymuş oldu. işte is:lam Aleminde Türk dili ile yayınlanan tek hilafet gazetesi (1') de dinin devletten ayrılmasına esas itibariyle taraftar çıkıyor. . . Ne hazin bir hal! MezkCır gazeteni n 21 ve 33 numaralı sayılarında .bu fikri n takip ve terviç edildiğini görerek deıhşete düştük. Hilafet-i Muazzama-i islamiye, is lam tehzib ve terbiyesinden ziyade alafranga h ayata kıy met veren .Abdülmecid Efendi Hazretlerine; muazzam is lam h ilafet1'nin Jisan-ı hali olmak vazifesi de, menfaat ümit ettiği zevat ve makamların mizacını kollamaktan başka hiç bir şeye kıymet vermeyen Hafız ismail Efendi ye tenez zül ederse,. işte böyle günün birinde mAskeler sıyrılır, re zaletler sıntır kalır, Hilafet Makamı'nın yayın organı rolünü ifa etmek için dindar görünmeye l üzum hisseden bir gaze tenin müstı3ar dini bu kadar devam edebilir. Din ve devlet ayrılığının ne kadar müthiş bir dirisizli k olduğunu bi:r zamandan beri yazma�la bitiremiyoruz. "Mü'
HİLAFET VE KEMALİZM
1 67
savat' 'çı da bunları okuyor. Demek ki Ankara keferesi gi b! onun da dalaletten nasırlanmış kalemine tesir ·etmiyor muş. Bizim yazılarımızdan başka, Mansura Kaadısı Ali Ab durrazik'in bir kaç sene önce neşr olunan Arapça kitabın da mevzu bahs ettiği din ve devlet ayrıliğı nazariyasini red ve ibtali için Mısır uleması cild cild kitablar yazdılar, Ali Ab rurraziak'in kitabın ı yerin dibine geçirdiler. Hele Tunuslu Muhammed Hazar ei-Hüseyn adındaki değeri yüce alimin kitabını okuyup da bütün münazara noktalarında hasmına nasıl kat'i' darbelerle galebe ettiğini görüp anlamak, ve son ra ortada hiç bir şey yokmuş, söz alanı Mısır'da kendisine bırakılmış gibi, laubalice kalem sallam ak, müslamarilık ka idelerinin başını gözünü yaran, dini esasları alt-üst eden yazılarla H ilafete hizmet iddiasında bulunmak, sahte diya netperverlik içinde mukallitçe yenilikler satmak, Ankara' nın devleti dinden ayırmasına atıp tutarken taraftar çıkmak, inkılapçıların irtica ve taassup namelerine ağız uydurmak, bütün bu hakkabazlıklar " Müsavat"cı Hafız i smail Efen di gibi ne medreseden ve ne rnektabten feyz alamayan, acziyet sebebiyle m uarızlarının önünde boyun bükme eği limleri gösteren, Osmanlı saltanatı hanadanından i ngiliz devlet ricalinin dost ve ölülerine kadar, M ustafa Kemal' e övgüler ve Halife Vahidüddin ile birlikte Türkiye'den hari ce iltica eden muhalefet zümresine hicviyeler yazan emi'ru'ş-şuara Ahmet Şevki'ye kadar, tesettür-i nisvan aleyhinde neşriyatta bulunan servet sahibierinden Hedy Şu ravi Hanım'a, ve diyanet ve muhalefet mesleği ile masle ği gayr-ı mütecanis daha bir çok kimselere kadar, kuwet tahmin ettiği bütün yapışacak kapıları okşamak endişesi ile yolunu şaşırmış adamlar da görülebilir. Abdülmecid Efendi Hazretleri'nin şer'an sahih olma yan hilafetinin dellallığını deruhte eden bir gazeteden , Al lahın şeriatına taarruz vukuuna ait hilafetçilik noktasından hiç beklenmeyen böyle bir hareket olmakla beraber hila fetcilikte, sahih olmayan bir hilafeti temyize kadir olmayan lara sahih bahasına satmaktan ibaret olduğundan, şeriat
168 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAM!YE
ahkamı , hak ve hakikatle günün birinde takışması benim de· pek beklemediğim bir şey değildi. Yalnız o günün seçi minde acele etti, acemi bülbül vakitsiz öttü. Daha doğrusu Genab-ı Hetk sahte hilatetcinin basiretini bağladı, kendi ka lemi ile kuyusunu kazdırdı. Ve komedi o zamandan intak-ı hak vuku buldu. Dinsiz çehrenin vakitsiz sırıtmasında baş lıca amil Hafız ismail Efendi nin kara cehaleti olmuştur. Bedbaht adam, Kemalistlerden işittiği din ve dünya ayrılı ğını ufak bir şey zannetmiş, şer'i ilimler nazarında bunun vehametinin ne derece büyük olduğunu bilmiyormuş. iba dat, m uamEılat, ukubat, siyasiyat ve ictimaiyata ayrılmış ah karnı ile din ve d ünyayı toplu olarak elinde tutan islam şe riatının elinden anayasal ve siyasal haklarını almaya, din siz olmadık,;:a insanlar nasıl cür'et edebilirler? Devlet işle rine m üdahale edebilen dünyayı terk eder gibi bir köşeye çekilmeyi kabul etmeyen Kur'an-ı Kerim'dir. Onun -Allahın kitabı olduğunu tan ıyorsak- yalnız ahirete ait haberleri de ğil, dünyaya ait kanunlarını da kabul edeceğiz. Dini dün yadan ayırmak, islam Dini'nin kitap ve sünnette açıklanan ahkamın yarıdan fazlasını ta'til ve ilga etmek demek oldu ğunu Hafız i smail Efendi biliyor m u? Bilm iyor m u? Mus tafa Kemal lbu işi cebir ve hakaretle yapmış, "Müsavat' ' cı tatlılıkla, ,ihtiramla yapacakmış! O da dini devlet işlerine müdahale ettirmeyerak islam şeriatının dünyevi ahkamını ilga edecek değil mi? ilgadan büyük hakaret olur mu? Hem de islam Dini, tabiatıyla gücü yettiği ve inananiarına sözü nü geçirdiği müddetçe devlet ve hükümet işlerine m üda hale hakkından feragat etmez. O halde, dini devletten el çektirmeyi kararlaştıran Müsavatçı da zor kullanmaya mec bur olacak, islam Dini müslümanların kalbinde ölmedikçe o da bu işi tatlılıkla başaramıyacaktır. Tatlılıkla yapmakta ki maksadı, yoksa din-i islam'ın koyucusu bulunan Genab-ı Hakkın devleıt ve dünya işlerini insanlar kadar bilmediğine müslümanları ikna edeceğine mi işarettir? ittirak nazariye sinin bundan başka müslümana yolu ne olabilir? M ustafa Kemal tarafından Abdülmecid Efendi ye tevcih edilen H i'
'
HiLAFET VE KEMALİZM
1 69
latet Makamını, hükümetten ayrılmış bulunması cihetiyle islam Dini'nin tanımıyacağını en evvel kayt ve tesbit eden ben olmuştum. Hükümetten vaz geçmarneyi islam Dini'ni devlet ve hükümeti elden bırakmak gafletine düşürmek is tiyorlar? Yok yok siyasi istiklale, en uyanık diplamatlardan ziyade önem veren islam Dini , ilk önce, kendisini tanıyan Müslüman mileti ile münasebetlerinde iktidar mevkiine ha kim ve cismani hükümete sahip olarak tanınmak ister. Onun için, islam Dini bir memlekette mağlup olmadıkça si yasete hakimiyet mevkiini elden bırakmaz. Ve başka su retle ne kadar muhterem olsa bunu, himaye altında muh terem olmak sayarak, ne haysiyetine ve ne de emniyetine layık bulur. Dini devletten tefrik hadisesinin manası; ewelce hükümet dinini emri altında iken şimdi dini hükümetin em ri altına vererek mahkum vaziyatine düşürmektir. Tefrlk ta biri ile hadisenin vehametini kapatmaya çalışıyorlar. Din hükümete, hükümet de di ne müdahale etmeyecek zan nını veriyorlar. Halbuki dinin müdahalesinden ve emri al tından çıkan hükümet m utlaka dini emri altına alır. Türki yenin hali buna şahittir. Bu maselenin mantıki tahlilini de önceki yazılarımııda arz ettik . Sonradan müslüman mem leketinde mutlaka islam Dini'nin kanunları hakim olmak la zım gelir. onun için şer'an " Dar-ı i slam" , ünvanı, islami kanunların yürürlükte olduğu memleketlere ıtlak olunur. Bu dın, yukarıda da söylediğimiz vech ile cemiyet ve hükümet dını olduğundan, en kayıtsız bir devlet bile, vatandaşları nı. kendi kanunlarından başka kanunların hakimiyeti altın da görmeye nasıl tahanıırıül etmez ve bunu tabiiyet iddia sı ile kabil-i te'li'f bulmazsa, .!siam Dini de başka kanunlar la idare olunmak isteyen milletierin islama tabiiyetlerine inanmaz. islam Dini'nin devlet üzerindeki hakimiyet hak kını tanımak, tabiatıyla, Avrupa'nın fenni ve sinai terakki leri ile bu alanda i htisas sahibierinin selahiyetlerini tanıma mak değildir. Hükümetin şeriat kanuniarına boyun eğme si, hocaların her şeyi bilmek davasında bulunmaları ma-
1 70 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMIYE
nasını da ifade etmez. " Müsavat"cı, dinin devlet işlerine müdahalesiriden bu manaları çıkararak m uarızlarına iftira ile galebe zemini hazırlıyor. isJam rejiminde şeriat ve şeri atçılar hükümetin sahibi olarak her işi ehline tevdi' edecek ler. Ve yalnız islamın şevketi ile m üslümanların maslahatı nı gözetE,ceklerdir. Osmanlı saltanatının inkırazını, dini dev let işlerine m üdahale ettirerek, islam şeriatının sabit esas larına ba(�lı kalmaktan mütevellit göstermeyi de islam Di ni'ne iftira hususunda Kemalistlerden aşağı kalmadığı ve din aleyh inde aynen onların propagandalarını takfide özen diğini isbat etmiştir.( . . . . ) Lakin Hafız i smail Efendi kendine gelsin. islam Dini kuru bir rınev'izeden ibaret değildir. Müslümanlık teşkilatı demek de değildir; cismani hükümetin yaşama ve tenfiz vazifelerini birden haizdir. Sonra Osmanlı i mparatorluğu na, tarihi lıastalığı islam Dini'nden ve islam Dini'nin değiş mez anayasasından gelmemiş, aksine yüce dinine riayeti gevşetmesinden bulmuş, belasını da eski ve yeni yeniçe rilerinden ve nih ayet dinli medreseleri ihmal ederek, aşırı bir rağbet ve fazla bir muhabbetle koynunda beslediği din siz, imansız rnektablerden gelmiştir. Osmanlı imparatorlu ğ u Fatih Sultan ve Yavuz Selim zamahlanndaki gibi dini ne sarıldığı ve dini medrese saltanatı temsil ettiği devirler de cihangirfiğe yaklaşmıştı. Türkiye, din kaydını attıktan sonra, dünya dengesinde, vaktiyle dinli olarak elde ettiği üstün mertebeye vasıl olmadıkça, alçaklara dillerini kısa tut mak düşer. "Müsavat"cı ise mazi ve hale ait yüce haki katleri, Osmanlı imparatorluğunu bugünkü hclk-i izmihlale sererek üzorinde tapinmekle hızını ve hıncını alamayan din sizlerin bileı ters tarafından görmeye ve göstermeye çalışı yor. Osmanlı i mparatorluğunda dinin (devlete) m üdahale sini ve iştirakını temsil eden Şeyhülislamlığı, Umur-i Di" niye Nezareti tabiri ile din in devletten ayrılık teşkilatı vaz ninde tasvir etmesi de makCısiyetin bir n ü m unesidir.
HİLAFET VE KEMALİZM
171
....Abdülmecid Efendi Hazretleri nin bahil hilafet is nadından bu kadar cesaret alırsa Ankara hükümeti gibi mevcut bir kuwete arka çıkarsa, ne cevherler yumurtlaya cak! Dinsiz (Ankara) hilafet düşmanı olduğu bilinirken, bu bedbaht, hilafete taraftarlık kisvesi altında islam Dini'ni bal talamaya kalkışarak, ortaya büsbütün yeni şekilde bir din . sizlik koymak istiyor. Hükümetle arası açılan dinin hilafet le de arasını açarak, adeta bir "Hilafet-i La-Diniye" na zariyesi kurmaya çalışıyor. Mısır gibi ilim ve islam mahşe rinin ortasında çıkarılan bu münker sesten, Türklük namı na, Türk'ün mazide yaşattığı " Hilafet" namına, uzaktan uzağa utandım. Abdülmecid Efendi Hazretleri'nden "Mü savat"a bir tektir, bir tekzib gelmesi ihtimalini de -zayıf ol makla beraber- hesaba katarak ondan sonraki sayısını bek ledim. Temenni ettiğim tashihi bulamayınca işte Hafız i s mail Efendi 'yi ben tevbih adiyorum, halifesini de kendisin den ayırmıyorum. Demek ki dini her şeyden ayıran asri mo daya göre, dinsiz hükümetten sonra bir de "dinsiz hilafet" nazariyesine şahit olacağız. Bu gar'ibenin eşrat-ı saat ara sında yeri yoksa efrat-ı cehalet arasında yeri vardır. Demek ki kendi kendine Fransa'da oturan ve şimdiki halde sabık Osmanlı veliahdlığından başka bir sıfatı haiz olmayan Abdülmecid Efendi Hazretleri, fikirlerinin taraf tan olan gazetenin istediği gibi dini devletten ayırmak gö rüşünde bulunarak, daha halife olmadan H ilafet'e suikast fikirleri taşıdığını gösteriyor. Dinin devletten ayrılmasını ge rekli gören dinsizler var. Bunu anladık. Fakat bu ayırıma, halife tarafı da taraftarlık izhar edince bu hal, hükümetten tefr'ik edilen dinin hilafetten de tefriki mahiyetini alarak dün yada görülmemiş bir maskaralık olmuştur. Mustafa Kemal, Hilafete vazife-i diniye ve mahiyet-i diniye var, diyerek onu kendisinden uzaklaştırmıştı. Eğer Hafız Efendi' nin dinden tecrit ve tefrik ederek ·Abdülmecid Efendi Hazretleri'ne takdim ettiği la-dini hilafete. ihtimal verseydi o mevkii kendi sinde ahkordu. Halbuki Hilafetin, devlette ahkam-ı şer'iy yeyi tenfiz vazifesinden "Müsavat"ın halifesinin de mem'
172 HtLAFET-t MUAZZAMA-t İSLAMtYE
n un olmadığı anlaşılıyor. Hem Halifeyim, yani Cenab-ı Pey· gamber''ı n vekiliyim , diyecek; hem de veka.letini dini vazi· feden teGrit ve tasfiyeye kalkışacak! Mustafa Kemal'in ha· reketi, yani dinden devleti ayırması dinsizlik olmakla bera ber Müslümanlık haricinde dinsiz bir hükümeti akıl kabul edebilir. ı=akat dinsiz hilafeti akıl da kabul etmez. Onun için Mustafa Kemal, dinden tecridini mümkün gördüğü hükü· meti alm1ş, dinden ayrılması m ümkün olmayan Hil�ıfeti ret etmişti. Yeni Hilatetçiler ise dini bir mevki olan H ilafeti din den ayırmaya kalkarak olmayacak bir sevdaya düşmüş, ya n i hem dinsizlik ve hem ahmaklık göstermiş oluyorlar. Ak· lın ötesinde kalan böyle Hilafette Abdülmecid Efendi Haz· retleri, Cenab-ı Peygamber'in değil de şeytan ın bile vekili olamaz. ç;ünkü şeytan da böyle bir hamakatı kabul etmez. Kemalistfor hükümet kuwetini tamamen ele geçirinceye ka· dar islam Alemi'ne dindarlık vad etmişlerdi. Bunlar dinsiz lik vad ed\iyorlar, hem de Hilafet hükümeti namına vad edi· yorlardı! Merhum Sultan Vahidüddin'e ve hükümetine Anado lu'da Mustafa Kemal asi geldiği zaman, Abdümecid Efen· di Hazretreri' nin bu isyana gizliden ve açıktan ne derece arka çıktıüını ve Mustafa Kemal in merhum Sultan'ı is tanbul'dan hicrete mecbur eden pişdar k umandanı nasıl bir şevk ilı� karşıladığını burada tekrara \üzum yoktur. Bir gün ewel Sultan Vahidüddin'den münhal kalacak va'd olunan ma,karıia kavuşmak için, onun emniyetini suistimal eden asi düşmanı ile birleşrnek neticesinde Mustafa Ke· mal tarafından Abdülmecid Efendi Hazretleri'ne ayrılan ganimet payı, h ükümetsiz hilafetten ibaret olduğuna, ve bu şekilde Hilafetin kat'i olarak sahih olmadığına rağmen bir birini tutmayan bu iki zıtlığa, Abdülmecid Efendi Hazret· leri istanblıl'da Daimabahçe Sarayında oturduğu kadar tam bir minnet ve şükranla razı olduktan başka diğer hanedan azası ile bı�raber Türkiye haricine çıkarıldıktan sonra da, istanbul'da iken kabul ettiği hükümetsiz hilafette aynı mev kide bulunduğunu beyan ve ilan etmek suretiyle birinci fır'
,
HlLAFET VE KEMALİZM
1 73
sat anında durumunu tashihe lüzum görmiyerek M ustafa Kemal'in tayin ettiği gibi H ilafeti gayr-i sahih bir halde kal mış ve azli sahih olmayan Vahidüddin merhum hayatta olduğu kadar da bu sıfatla güya merhum müşarünileyh'e rekabet edip durmuştur. Abdülmecid Efendi Hazretleri Türkiye'den çıktıktan dört sene sonra ilk beyanname ola rak geçenlerde "Müsavat"ın neşr ederken nasıl kıymet ve receğini bilmediği ve merhum Hakan'ın ruhunu rencide et meye vesile ittihaz ettiği manasız Bolşevik Beyanname si 'ni yazacağına daha dört sene ewel, söylediğimiz beyan nameyi yazmalı idi. Sonra da Ankara hükümetini her din siz adımında takip ederek islam Alemi'nin nazar-ı dikkati ni çekmeye çalışmalıydı. Bir kaç sene önce Mısır da Ez her Meşihatı 'n ı n riyaseti altında H ilafet Kongresı'ne is lam aleminden m urahhas davet etmek üzere Mısır ulema sı tarafından neşr edilen ihzari mecellede de Abdülmecid Efendi Hazretleri'nin hükümetten tecrid edilmiş bulunan hih3fetinin sahih olmadığı yazılmıştı . Lakin Abdülmecid Efendi Hazretleri'nin ne careyan eden meselelerden ve ne de H ilafetinin baştan beri sahih olmadığından haberi var dı. Kendisi böyle şeyleri bilmediği gibi bilenlerle münase bette bulunmayı da alışkanlık haline getirmemişti. istanbul' da iken Celal Nuri sistemindeki adamların yazılarına ve mu sahabelerine tutkun olduğu gibi dışarıya çıktıktan sona da Sultan Vahidüddin tarafından kendi tarafına tebdil-i inti sap eden, istanbul'da iken kapısını beklediği ve hüküme tinde mOstahdem bulunduğu Hürriyet ve itilaf'ı lanetle an maya bile layık görmeyen Hafız ismail Efendi nin, ne söy lediğini bilmeyen ve yalnız dalkavuklukta kusur etmeyen gazetesi, kendisinin eski dostları ve Hafız'ın eski düşman ları bulunan ittihatçılarla birleşerek, kaybolan H ilafet tahtı nı kendisine iade edeceklerdi. Göz dikien yer Hilafet tahtı olduğundan Islam Dini'nin maruz kaldığı hakaretlere kim se önem vermiyor. O kadar önem verilmiyar ki Türkiye'nin bundan önceki dinsizleri demek olan ittihatçılara yaranmak için Hilafetin kendi gazetesi bile, aynı özentilikler arasında islam Dini'ne tekme atmaktan çekinmiyor. Türkiye inkıla bını medh eden Hedy Şu'ravi Hanım'a karşı güya islami'
'
174 H1LAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
yetin tesattıür-i nisvanını m üdafaa ederken kendisinin mu taassıp olmadığını , tesettürü birden bire değil de tedricen terke taraftar olduğunu, yüksek terbiye ile örtünan kadın ne kadar ar(ılsa nazarında mesture sayılacağını söylemesi ve daha sonra M ustafa Kemal'in dini devletten ayırması na başlangıç olarak m uvafakat etmesi gibi, islam Dini'nin ahkamı hilatına hep bu asri özentiliklerde Kemalistlere de halet yoksa ittihatçılara yakınlaşma sebebi d uyulmuştur. Çünkü dinin devletten tefriki esaslarını Mustafa Kemal da ha sonra a':{rıldığı ittihatçı arkadaşları ile birlikte kurmuş tur. Binaenaleyh Abdülmecid Efendi, bugünün muhalif leri sırasına geçen mezkur arkadaşları kazanmak için , ay nı dinsiz esasları kabul edebileceğini Hilafet gazetesi ile şimdiden vad ederek, Türkiye'de iken Hilafetin hükümet ten fedakarlık göstermek suretiyle Kemalistler'e söz ver diği gibi Türl<iye dışında da Hilafetin dininden fedakarlık ya parak ittihatçılara söz vermiş oluyor. Mustafa Kemal'in ayırdığı H ilafetle hükümet, bu se fer besbelli h ükümet noktasında akılla.nan Abdülmecid Efendi u hdtısinde birleştirilecek ve yalnız Hilafetin kendi si değil de elini devlet ve hükümet dışında bırakılacaktır. Güya ki saltanat ve hilafet atalarından kalmış da din, ata larından kalmıamış! Mustafa Kemal devrinde hükümet, Hi tafette dini açığa çıkardığı gibi bu defa Hilafet de dinden soyutlanara�: hükümetle birleştikten sonra her ikisi islam Dini'ni tanımayacaklar ve devlet işlerine müdahale ettirmi yecekler. Lakin yağma yok, efendiler! Şurasını biliniz ki Müslümanlar bu meskenette devam ederse Türkiye'de An kara dinsiz Cumhuriyeti hüküm sürer. Ve belki dinsizliği yavaş yavaş bütün islam alemlerine sirayet ettirir. Afga nistan bunun bir örneğidir. islam Alemi de islam inancı Şapkalı Gazi 'nin emir ve işaretiyle bir varmış bir yokmuş haline gelecek derecede çürükse, bu careyanın da esfel-i safiline kadar yolu açıktır. Yok, şayet Müslümanlık gayre te gelip de Aırıkara'yı yıkarsa gelecek inkılabın, sizin dü şündüğünüz 9ibi dinsiz Cumhuriyet makamına dinsiz Sal-
RtLAFET VE KEMALİZM
175
tanat'ın geçmesinden ibaret olacağına, dinsiz Cumhuriye ti yıkıp islam Cumhuriyeti yapmak daha çok tercih edilir. Çünkü bu inkılabın amelleri, bizim faraziyemize göre MOs lümanfar, hem de açık gözlü Müslümanlar olacağından ar tık herhangi bir şahıs veya aile hesabına hareket etmeyip ancak dinleri ve bizzat kendi mentaatleri hesabına hare ket edecekler. işte bu tarz d üşüncede Müsavat cı Hafız i smail Efendi nin dinsizlik tarafından asriliği ve saltanat ta rafından mürteciliği iltizam etmesine karşılık olarak bizim asrlliğimizdir. Mecid Efendi Hazretleri nden başka Hilafet gazete sine bigane kalmamaları lazım gelen sair Osmanlı hane danı azasına da, şu dinsiz neşriyatından dolayı Hafız is mail Efendi'yi şiddetle protesto etmek vazifesi düşerdi. Fa kat kendilerine nisbet iddia eden bir gazetenin islam Di ni'ne saldırısı onların tarafından da red olunmayınca ben de payiamamı hepsine yöneiterek muazzez dinimin gay retini güdmek mecburiyatinde kaldım. Bu gayret ve mec buriyat karşısında benim için hatırı sayılabilecek hiç bir nam ve makam olamıyacağından paylamamın şiddetini herkes, buna sebebiyet veren kabahatın önem derecesi ile ölçme lidirler. Şunu da bilmaliler ki din-i islam 'ın şeref ve haysi yeti ile alakadar olmayanların Hilafeti beni hiç alakadar et mez. islam Dini ile Hilafetten hangisi asli maksut ve han gisinin önemi ikinci derecede ve uzak olduğunu iyice dü şünmeden bu maselelerde samimi bir istikamet alınamaz. islam Dini'ni m uhafazaya lüzum görmiyerek Hilafet sevda sını muhafaza etmek, mantıksız olduğu kadar Rahman ta rafın akamete mahkum olacağını ve Hilafetin geçirmekte olduğu felaket devresinden alınacak ibret dersinin bu nok tada toplandığını bundan sonra bari anlamak lazım gelir. (Yarı, sayı: 23, 23 Haziran 1 928, sh: 2-4) "
'
'
1 76 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
DiNi DEVLETTEN AYlRMA CiNAYETi Esl\i Türkler, yani Müslüman Türkler dilinde ve Müs lüman Türkiye'de "din ve devlet" biribirinden ayrılmayan iki muai�zam benzerli k halinde bulundu. M illetin varlık se bebini ve bütün şeref ve haysiyetini, daima "din" baş, "devlet " eş olarak biribirine kenetlenmiş bulunan şu iki büyük kelime ile ifade edilirdi. Türkiye'yi parçalayacak, Türk'ü n bedenini ikiye bölecek bir düşman düşünülebilir di. Fakat Türk'ün din ve devlet adındaki iki vicdani ma'şu kasını biribirinden ayırabitecek bir düşman tasawur oluna mazdı. Türk'ü n kalbindeki ilahi aşkı söndürecek, dini bir uğruna ölen Türk'ü şehadet mertebesinden iskat ederek adi bir öllü derecesine indirecek, Türk'ün Allahını ve cen netini elinden alarak, dünyada yeni Türl<iye denilen esa ret ve se:falet cehennemine düşürdükten başka ahiretin de cehennemine liyakat kesb ettirmeden yakasını bırakmaya cak düşmanı ne kadar büyük bir düşman olmak lazım gelirdi. Haddi zatında ilmi kıymetten uzak olan "milliyet" im tiyazı, he r milletin kendine göre tam manası ile indi ma hiyeti haiz uydurma bir şey olduğu gibi ta'yir ve taklide ma ruz olarak tanınacak ve " milliyet" denecek bir hali kal mayan Türk milliyeti narnındaki iki katlı mevhuma Türkü iman ettirmek mukabilindeki hakiki i manından mahrum eden ve Türkiye'de din ve devlet arasını bozan millet düş manları bozgunculuklarının cezasını bir m uharebe olduğu zaman görecekleri Eski dindar Türk'ün askeri kıymetini bundan sonra rüyada görsünler. Dinsiz devlete tabi olan Türk milleti bundan sonra farz-ı muhal olarak milletçe ken disini dinolar larınetse bile dinsiz devletin emri ile artık can dan harp ��t""eyecek, cennetsiz ölüme gitmeyecek. Muha rebe devlı3t işi olduğu ve devletin din il'e alakası olmadığı için böyle bir devletin emri ile yapılan m uharebe pek de
RtLAFET VE KEMALİZM
177
din ile alakası olmayacak ki cenneti olsun! Böyle bir dev let gelecekte harbe giderken "Avn ü inayet-i Bari ile!. . . " harbe gidiyorum, diyemiyecek, devlet işine d i n karıştırmış olmamak için ordusunun muzafferiyatine dua bile edemi yecek, hala yemininden Allahın ismini çıkaran devletin Al lahtan yardım istemeye yüzü olur mu? Türkiye'de devletle dini ayıranlar dine inanmadıkların dan, düşmanlıklarından ayırdılar. Onlara bir diyeceğimiz yok. Fakat islam Dinine inanmakla beraber din ve devlet ayırımına müslümanlık m üsait olabilir sananların da, müs lümanlığı hiç bilmediklerine h ükm etmek lazım gelir. Cenab-ı Peygamber Efendimiz in hiç kimseden bir şey okumadığı ve okuyup yazmak bilmediği dinen ve tari hen malum ve müsbit olduğu gibi ashab-ı kirarnı da bu Nebi-i " Ü m mi"nin sohbetinin şerefinden başka kazanılmış bir meziyete ·malik değillerdi. Hiç bir mekteb ve medrese de ilim adına kimseden bir şey tahsil etmediler. Bi'set-i Ne beviye'ye kadar Araplar cehalet ve vahşet içinde idiler. Bil hassa Hicaz kıtası dünyadan h abersiz bir hal ve vaziyette idi. Halbuki Cenab-ı Peygamber Efendimize hizmet ve ya kınlıktan aldıkları feyz, onları hem d ince ve hem de dünya ca öyle bir kemale getirdi ki irtihal-i Nebevi'den sonra Me dine 'de tesis ettikleri hilafet hükümeti hala cihana şan ver mektedir. On-onbeş sene içinde dünyanın muhtelif kıtala rına hakim bir devlet-i m uazzama vücuda geldi. Ashab-ı Ki ram'ın din cihetinden başka, hükümet ve siyaset mesele lerinde de ne derece uyanı k olduklarını şundan anlamalı ki irtihal-i Nebevi gibi en büyük bir felaket anında Peygam ber Efendimizin defni meselesine de takdirnan aralarında bir hükümet reisi seçimi lüzumunu idrak ve takdir ettiler. Henüz birinci hükümetlerini teşkil ederken Ebu Bekr-i Sıd dık 'ı , uygar milletierin hükümet şekillerinde bugün en mil tekamil şekil olarak kabul ettikleri gibi "Şura"ya dayalı ve tam manasıyla demokrat bir h ü kümet reisi seçmişlerdi. Hü kümet, milletin bey'atı ile vücuda gelmiş ve meşveretle de vam etmişti. Ebu Bekr ilk hutbesinde: '
Jl78 HlLAFET-t MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
"E:y ahali! işlerinize nezaretle vazifelendirildim. Siz den üstün bir adam değilim. Bundan sonra da içiniz· den en zayıfınızı hakkına ulaştırıncaya kadar en güçlü, ve en kuvvetlinizi haddine dönüştürüneeye kadar en za. yıf sayacağım. Doğru hareket edersem , bana yardım edin! Yaınılırsam, yanlışımı düzeltin!" demişti. Ömıer el-Faruk da, hilafetinin başında irat ettiği hut belerinih birinde: "-Yanlış yola saparsam , beni doğrultun ! " demiş ve dinleyicilerden birinin: "-Öyle yaparsan seni kılıcımızla doğrulturuz!" tar zındaki cevabını da: "-Kavmimin içinde beni kıhcı ile doğrultacak adam olduğundan dolayı Cenab-ı Hakka ha m d ederim." diye karşılık vermişti. Ashab·ı kirarn devri ve her birinin hal tercemesi gerek is Jamiyet iqin ve gerek doğru uygarlık örneği arayan insanlık için tetk'il';e şayan bir hazinedir. O konular hakkında ayrı ay rı makale•ler ve büyük büyük kitaplar yazmak lazımdır. Bu rada o büyük konuya biraz temçıs edişirn, is!am Devleti'nin dinden ayrılması şöyle dursun, dine ne derece yapışık ol duğunu anlatmak maksadıyla vaki oldu. işte en yüksek si yasi terbiye ile daha başlangıcında olgunluğunu haiz ola rak doğan ashab hükümetinin birinci reisinin seçimini bir namaz meselesinden çıkarmışlardı. Peygamber Efendi· miz ölüm hastalığında namaz kıldırmayı Ebu Bekr'e emr etmiş olduğundan " Cenab-ı Peygamberin dinimiz için münasip gördüğünü bizim de dünyamız için münasip görmemiz icap eder.'' diyerek ittifakla Ebu Bekr'e bey' at etmişle,r. Ve dini riyaset makamının, hükümet reisliğin den ayrı bir şey olmadığını meydana koymuşlardır. Müslü man hükümetinin dinden ayrılamıyacağını başka suretle an lamayanlar, bu dikkate şayan olaydan anlasınlar. Ashab-ı kiramın h()kümet işlerini ne kadar iyi anladıklarını da unut masıniarı işte islam'da en büyük Hilafet H ükümeti mihra bın etrafında teşekkül etmek suretiyle din ve devleti birbi rine ve dsıha doğrusu devleti dine bağlamışlardı.
·
HİLAFET VE KEMAL1ZM
Abdülmecid Efendi Hazretleri ise, Mustafa Kemal' in devletten ayırıp attığı d i n i : -Ben d e istemem, der gibi Hilafetten de ayırmaya kalkışıyor! (Yarın, sayı: 24, 6 Temmuz 1928, sh: 1 ). i STi FA ED iYORUM (Yarın gazetesi müdüriyet-l aliyesine; Ankara hükümetinin Lozan muahedesiyle vatanla rı haricinde yaşamaya mecbur bıraktığı 1 50 Türkiyeli hakkında ahiren tabiiyeHen iskat kararı vererek icra et tiği yeni taarruz münasebetiyle kaleme aldığım melfuf cevabnamemin muhterem gazetenizde neşrini rica ede rim, efendim. M.Sabri) Bir zaman dehre şan veren Türkler Neydi ewel, ne oldu şimdi de bak: M üteezzi olur, eba eyler Görmeden göz, işitmeden de kulak; Darbedir fikri, akla; ... zikri elem! Deli mazurdur, delirdi desem! Yapamaz hem kıyıp da divane, Türk'ün endişesizce yaptığını; Din-i islam'dan mühinane Hare•tetlerle küfre saptığını; Hele zilletle zulme taptığını, Akıl almaz cihanda bir kavmin ... Tapar insan olur ki hayvana! O dalalette bir samirniyet Hissi icra-i hükm eder; lakin: Zulme kulluk eden bizim millet, Tapınır ölmeyip sürünrnek için!
180 HiLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMIYE
Memleket sanki bir dev ayn as ıd ır: Kocaman gösterir çocuklarını; Hokkabazlarla dalkavuklarını Arz eden bir tiyatro sahnesidir. . . Hareket, hem hayat: Oyunculann; Çalkanır bin çeşit göbek ve karın Ekseriyet, adetçe en a'zam Ekseriyet, seyirci; Lakin hem Bakıyor, hem de titriyor, tir tir; Çünkü onlardan intihab edilir Kanlı rollerde harcanan eşhas; Hep ölen kurtulur, kalanlar için: Daha müşkildir ihtimal halas, Daha müşkilder ah can sağ iken Ölüden beş beter olanlar için: D ünyevi, u hrevi reha bulmak; Bu hakikat acıklıdır cidden: Çıkamaz Türk kolay kolay yüzü ak!. . Süflörün bazı kere bir emri, Atl ay ı p sahn e d e n : Seyircil eri •..
·
Oynatır, sulta d urd urur saf saf;
Coşturur, koşturur mutaf mutaf! Türk'ün artık bugün işittiğ i ses, Yeni rehberlerinden aldığı ders;
An'anat ve m ukaddesat, ahlak, Din ve iman, azab-ı vicdan, hak, I>Aa'delet, merhamet, haram ve helal, Be l k i bir devre-i hesap ve sual, J\kıl ve mantık, ayıp, günah, tarih, lrz ve namus, edeb, şeref gibi her �:ayd, m ü lga! . . Ve m eydan işte fasih: Eski zincirler kınlsın hep; Kursun erkek kadınla bezm-i tarab!.. Hele şer'i Muhammedi denilen, On asırdır önünde Türk eğilen
RtLAFET VE KEMALİZM
181
Eski kan un ki gökten inmiş imiş Onu yıkmaktır en mukaddes iş; Kalmasın memlekette doğru, dürüst Hiç bir varlık olmadan alt-üst! Çünkü mana-i inkılap budur! Türk'e çıldır, kudur! De, tek deme: Dur! Bir avuç eşkiyaya ait hal, Olamaz bil-umum millete mat Diyerek i'tizar eden hala Ya tarafgi rl i k yapar, ya riya . . . Bir avuç eşkiyaya, o n milyon Şu kadar hür adam esir olmaz!.. Memleketin dahilinde rnekruh tarz
Etseniz Türkü: Hariç ez kanun! Gösterir hep: o dar-ı ikraha Müteveccih m u h acirln akını, Türkü n aklında zahmet olduğunu ! . . işi kalmış o kavmin Allah 'al Gitme ey yolcu! Dön yolundan, eğer izzet-i nefse malik insansan, Siyyema doğru bir müslümansan: Sana olmaz o memleket mehcer!.. Oradan gel de ibret al benden; Yol yakınkan nasi hat al bend e n ! Beni hain tanıttılarsa sana, Sen de hain, de! Dikkat et ama: Yeni Türklerce, doğru söyleyenin, En (modern) ism-i hassıdır: "Hain " ! Olduğun memlekette tercihan Otur . . . imkanı yoksa, Türkiye'den Başka yer bul. .. Ya ölmeden akdem Gömüt ecdadının mezarlığına! Gitme tev'an kaza bela ağına! Yektir: Akt-ı selim mantığına, F. l G
1 82 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
D<�r-ı idamdan diyar-ı ademi . . Galiba eski isme aldandık, Orada din kardeşin m i var sandın? Yaşıyor varsa son nefeslerini; Hiv işittin m i dünkü nefeslerini? Şimdi görsen tanır mısın Türk'ü? GH de bir kere gör! . . O gün belki, Ür1keceksin geçip de kendinden: Ailen, ailen değil ; sen, sen!.. Bulamam Türk ' ü , ben .de nalanım, Ararım: Nerde milletim , vatanım? i nanılmazdı girse rü'yaya Dö nmeler şaştı "dönme Türkiye"ye! Bu fe n a l ı k l a r ı n v u k u u n a h e p , Mil11 etin cehli gösteriise sebeb; Ya münevver denen erazil-i nas: Cel1linden ziyade yüz karası; Vatanın en onulmayan yarası; Onların ilmi varsa: ilim, iflas Edi�ror Asya-i suğrada: Daha bin yıl kalırsa razıdır, Eski cehliyle şimdi halk, orada Aranan her devirde mazidir!. . . Han i : Sünnet d üğünlerinde çocuk Kesilirken; gürültü, maskaralık Yaparak, bastıran adamlar olur Çocuğun canhıraş nalesini; işte bunlar da milletin sesini Boğarak, zulum içinde sur-i sürur Tıbl·ı nakkaresi ile ortalığı Doldururlar. Ve m uttasıl çalgı Na'r.a, alkış, kaside, ta'zimat!.. Ne tıazin mahşer-i h ayat ve memat: Halk, rahat döşeklerinde ölüm Bekl1�şirken zelil, dört büklüm: Kaplamış cevvi bir alay baykuş!
HiLAFET VE KEMALiZM
Handaden asmanı çınlatıyor! Ölüler aleminde: Tafra-furOş Bir hayasız hayat, keyf çatıyor! Bitme bilmez bu bahis, uzundur çok; Varılan bir netice var şöyle: Zir ü balası, has ve amm ıyla, Türk'ü mazur görmenin yol u yok! Mel'anet, meskenetle anlaşmış, Kalıplar, sanki müncemit taşmış! Öyle şeyler yapıldı Türkiye'de, Ki tahammül getirmeyip de hemen Ölüler kalkmalıydı kabrinden, Hareket hissi yoksa ihyada! . . Şuna e n çok hayıflanır, yanarım: Ne felakettir ey büyük Tanrım! Ki, demek mümkün olmuyor: Bana ne? " Bakınız Türk' lerin rezaletine" Denili rken, içinde ben de varım ! . . A h insanda fikr-i milliyet, Ne kadar cahilane bir illet! Hep o humma-i cehli coşturarak, Sevk ederler avamı her tarafa; Gah olur, bir paçavradan bayrak Yapılır, taçlar kalır turfa! . . Ne zamandır bu karha, bizde d e pek Had bir devreye girdi işleyerek; Şahlanır Türk ocaklarında d uman, Bu dumandan kurum alan ve satan Yosma beyler, hin oğlu hin paşalar, O ocaklarda çöp-çatan maşalar; Bir düzendir ki deme keyfine sen ; iyi dursun bu destgahi düzen! Ayı ran f i k ri d i r , h e r i n s a n ı Asıl insanca: yoksa cinsi değil: Var m ı , milliyeti . . . Diğerin hak sayılma imkanı? Sen Arapsan, falan da Çerkestir! Kendi şahsınla iftihara yüzün Tutmasın, sonra mil letinle öğün!
1 83
I H4 HILAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMlYE
iş bu hodgaml ıkla hasta şuur, Medeniyette irtica ediyor! Eııkilerden alır azca moda! . . H H m b u hodgamlık: M u kaddesm i ş Sanki m antık: Hava i miş, esmiş! BEınce: Milliyet iddiasıyla Yapılan her nev' hafiflikler, Görmemişlikten in bias eyler. . . Öyle eblehfirib ahvale, Fıtratım. iktizası zatan ben Müncezip bir nazarla bakmazken , H e le milletiyle birlikte Bozkurt'a kaptıran, maymun Gitıi oynattıran, tutup bir gün Şa,·k'tan Garb'a attıran, hem de Tü1·klük ve inkılap adl ı Mü tenakız, feci kurt masalı: Bü:>bütün oldu m ucib-i nefret! " Krendi cinsim de olsa bin lanet Onsı!" Dersem, değil miyim haklı? B u kadar iddia-i h ürriyet Edeın asrllerin esir aklı, Alrrııyor yoksa, alsa ben çoktan AtaGaktım zavall ı boynumdan: Tür{'e nisbet vebal ve töhmetini! . . Alsın Allah için hacaletinil H al- ü hüzn-ı iştirnal böyle iken, Yeni bir na' me, bir aclb haber: Karakuşlar karar vermişler Beni iskata tabiiyetten ! işitip kahkaha i l e güldüm ben! Ve teşekkürler ettim işte ben , fakat, Beni iskat edenler, etmiş halt!. . Haydi oradan şaşkın ızam! Sizi çok bildiğim için tanımam!
RtLAFET VE KEMALİZM
Ne ki bir lahza diyetinizden; adam, Hak boğan, susturan (sehpa-ipi)niz Ç ı ksa: ipsiz kalırsınız hepiniz!.. Müslüman Türk'ü, öldürüp, ne kadar Mal-ı mevrusu varsa hep kapışan, Bir de, ıskatı arkasından koşan Muhtelis, muhteris haramileri Ne kadar aklınız sizin kıttır, Asıl ıskattır ki: Sak ıttı r ! Çabuk geç kaldınız! V e beyhude Zahmet etmişsiniz şu meselede . . . Sizin olsun karanlık Ankara'nız; Bana metbu' olur mu hiç dinsiz Bir hükümet, ne haddi var zaten?! Ona tabi değildim evvelden! Tabiiyet telaşi zaittir! Ben asıl isterim ki: Türklükten çıkayım, ah! Kabil olsun da; Sökeyim, işte derdi ta kökten, Beşeriyet ilaç bulsun da!.. Biraz evvel de söyledim: insan, Çıkamaz yoksa her bataklıktan; Yenilikler satar da hep geridir; Denemez: Hür değil misin? Çık, g ir! Kimi hemşehrilik alır fahri! Şu benim Türklüğüme: Pek cebri! Evet, Allah'a itimadım çok; Ona hiç bir cihetce güçlük yok; O benim ilticamı red etmez; Şu yürekten bir hami ret etmez: Türk eğer. .. her gelenle Türkiye'de uyuşan; .. . inönü'nde, Çankaya'da kaynaşan; . . . üstelikle tedricen G üzelim inbisar-ı aileyi bozarak, herkes aherinkinden M üşterek istifade etmeyi düşünüp; zencinin firaşi için
1 85
1 86 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMIYE
hazır olmuş birer dekolte kelebel< kadar oynak kadınlı, erkekli m uhtelif ailattan mali m uhtelit bezm-i vuslat akt ederek; m edeni bir nev'i Kızılbaşlık olması için de, mum söndürmek şöyle d ursun, latif, rengarenk n u rlar altında: Aşikare, açık ağ1uş ağuşa, çift çift yapışık,. Bi1r birinden hayat alıp vererek, Kzıibten kalbe sevgi sızdırarak ral<s eden; . . . ciddi olsa, geçmişine küfr edip, daima i lah-ı cedid Ba rgahında dest bir sine yaşayan hergünde bir yeni iyd; . . . D ü n : Hilafetçi , M üslümancı; bugün : Bolşevik, Türkçü , diktatör, halkçı, Kırışık, zü'l-vücüh bir m ünci Aşkı n ı n sekr ve cinnetiyle mecnun Esl<i sermaye-i mefahiri ne, Ölrıüş i nsanların kemiklerine Tüf;ürüp, levs atıp . . . . . . . Demekse, artık ben: Ba'dema-şahit olsun işte c i h an Yalnız m üslüman ve bir insan olarak kalmak üzere, Türklükten , şeref v e izzetimle istifa ettim Allah'ımın huzurunda! . . O h , h ürriyetim tamam işte! . . N e , derünunda gayret-i iman ne, urukunda mevce-i heyecan, ve n e ecdanının kanından kan kalmayan hanedan-ı Saltanata; Ne <le bir asl ı nesli na-ma'lüm, Düşman-ı ırz ü din, cehül ve zalüm,
HiLAFET VE KEMALİZM
1 87
şımarık, züppe, sonradan görme, kahpe, namert, kfifiru'n-ni'me, üste hırsız, reis-i ubaşan, yaman arsız, harls-ı servet ü şan , R e hn um a- i seffa h , seffahe , mütecasir, laim, küsUıhe, N isbetim var, Hü kümetu'l-lah'a tabiim! Milletim de, ibrahim m illetinden, bunanla fahr ederim! En büyük millet , en büyük devlet! Eski Osmanlı Türk'ünün zaten -Hani islam dini üzere ikeni lm-i halinde yer bulan memat, buydu . . . Lakin sonuncu nesi-i d eni O Nebiyyi Celile nisbeti Zayi etmekle kalmayıp, bir de: Türk'e, hatta o eski Peygamber, Bilakis kendi m üntesiblerde diye bir başka yave söylediler: -Hezeyan hududu yok, ne diyeyim?işte bizzat ruh-i ibrahim; Söyle tırnarhane harcı deli ; Böyle hep akıl ve nakli baltalayan, çoğu makhur ve m ünderis, ehll; Azi kahi r ve müfteris hayvan denecek kavme intisabı nasıl red ve inkar ederse, elhasıl Ben de aynıyla red e d i p Türkü, attım ü st ümden e n elim yükü . . . Tevbe ya Rabbi tevbe Türklüğümel. . . Beni Tiirk milletinden �ddetırıı:ıl. iskeçe-1 Temm uz 1927
(Yarın, sayı: 2,29/7/1 927)
1 1�8 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l tSLAMİYE
HEZEYAN TOPTANCILARI Hani;ra, Türkiye hokkabazlarının, bitmez tükenmez fahriyelerı ne nazaran inkılap ile oraya Avrupa'nın bütün hürriyeti , bütün medaniyeti ikame edileydi ya?! H ürriyet ve medeniyet, kad ınları erkekleri bir arada soyup teşhir eder gibi i stanbul'un deniz sahillerine yaymak ve diniere söğüp sayak mıdır? Dinsizlere şehvetperestler ve gönlü geniş teresiere verilen bu hürriyetlerin karşısındaki dindarların hürriyeti vn söz hakkı nerede? Hükümete muhalefet etmek isteyenlerin hürriyeti, ictihat ve tenkit etme hakkı nerede? Habluki bir milletin tekamülüne delil sayılan hürriyet ve medeniyet yol unda atacağı en birinci adım; hükümete karşı hürriyeti, milletle hükümet arasında Kanun-i Esasi söz leşmelerin<:ı rabt edilen siyasi hürriyetleridir. M illetin, hü kümet istibdatlarına boyun bükmediğini ve hükümet asa retlerinden kurtulup insani haysiyetine sahip olduğunu gös teren asıl medeni hürriyet budur. Bugünkü Türk milleti ise hürriyetin bu doğru adımını atmadıktan başka Meşrutiye tin ilanından beri attığını da geri almış bir haldedir. Bilenin bilmeyenin ağzında gezen h ürriyetin asıl ve esası işte bun dan ibaret olup, öte taraftaki dine ve ahlaka karşı h ürriyet, mütekamil nsanlar nazarında hürriyet bile değil de, belki hürriyetin, s uistimali sayılacak bir şeydir. Çünkü insanın Al lah'tan korkması, ayıptan korkması ve bu korkuların kayıt ları ile bağlı olmayı kabul etmesi hiç bir küçüklük ifade et mez. Allah ' ı . Peygamber' i saymamak bir marifet ve medeni şecaat da değildir. Şeriki ve naziri olmad ığından istibdat, zat-ı uluhiyetine mahsus olan Allah'ın tam manası ile ya rattığı kullan için kulluktan çıkmalarının imkanı olmadığna nazaran i nsan ın Allah'a ve diniere karşı hürriyetinin, had dini bilmemBkten başka manası bile yoktur. " Biz onların boyunlarına bir takım kelepçeler geçirdik. O halkalar çe-
1 89
HiLAFET VE KEMALiZM
nelere kadar dayanmıştır. Onun için kafaları yukarı kal kıktır . " (Yasin/B) ayetine tamamen uyacak halde o güne kadar hükümet boyunduruğu içine gömülmüş olan bugün kü Türk m illetinin dinine, ahlak ve an'analerine karşı sihir bazca hareketle hürriyet çalımı satmaya kalkışması kadar dünyada gülünecek ve iğrenilecek bir şey olamaz. Ve konumuz olan "Resimli Cuma ya dönelim: Örnek leri gösterildiği vech ile, her tarafından şehvaniyet, sefa het, dalkavukluk, şarlatanlık akan şu yazılarda bir ciddiyet, bir hakikat şaibesi bulmak imkanı yoktur. Mesela, Halife Vahidüddin ile Saray'da sık sık toplantılar yaptığından bah sedilen bit i ngiliz yüzbaşısı (Benet) var: Umumi Harb mü tarekesi üzerine, istanbul'un işgali zamanında vakıa bu adam, kendı kendine küçük bir siyasi merci olmaya ve is tanbul hükümetinin ayağına dolaşmaya başlamıştı. Ona gi dip gelenlerde en fazla hükü mete zorluk çıkarmak isteyen lerdi. Onun için merhum Ferid Paşa bu adamı Saray'a ve hayut Padişah'ın huzuruna sokmak şöyle dursun, kendi yanına bile yaklaştırmadı. i ngiltere siyasetiyle böyle bir (Ka piten) arasında münasebet olduğun u da hiç kabul etmez di. Mahud gazetenin yazarı ise o zamanda şöyle böyle is mi duyulan bazı hükümet adamları ile bu Kapitan' ı haka yık'i ahvalin büsbütün aksine olarak Padişah'ın huzurun da bir encümen halinde cem ediyor. Encümen azası ara sında gösterdiği Cemal Bey ve Vasfi Hoca ise Padişah'ı n huzuruna gayr-i resmi surette dahil oldukları vaki bile ol mayan adamlardı. Sonra, Vasfi Hoca'nın fotoğrafındaki ko caman sarığı ve bir kucak sakalı ile, gerçekten kendisinin gayet küçük sarığını ve tamamen köse sakalını, mukaya se edenler, her şeyden bahs eden şu gazetecinin, herke sin bildiği Vasfi Hoca'nın şahsını bile tanımayan ve i hti mal ki o devirde istanbul'da da bulunmayan serseri ma salcılardan olduğunu kolaycacık anlarlar. Vasfi Hoca 'yı haydi bilmesin .. Bugün cesedi kabrinde çürümüş iken , hala etini yemekten vaz geçmeyen istanbul'un günlük gazete cilerinin hemen hergün nesr ettikleri fotoğrafiarına naza ran ihtiyar olduğu herkesee bilinen ve meşhu r olan Halife Vahidüddin'i, Kaptan Benet encümeninde bir de likanlı gibi tasvir etmesine ne b u y u ru l u r? "
1 90 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMIYE
iştE' " Resimli Cuma " ve benzeri hurafe-namelerde bunun �ıibi siyasi alçaklar, dine karşı saçma sapan fikirler, tecrübesiz, temyizsiz, nev-heves gençlerin ve belki rnek· tep ÇOClAklarının zihinlerine aşılanıyar ve aşıyı tutturmak için şehvani mevzuların ve çıplak kadın fotoğraflarının etkili yar· dı mlarından istifade edilmek isteniliyor. Hel1� mecmuanın dini mevzulara dair alaycı küçültü· cu yazılarında, açık kadınlardan fazla sırıtan cehaletlerle bunların üzerinden sırtaran cesaretler insana şu zehabı ver mektedir': Türkiye halkı, asırlarca dünyayı titreten ecdadının gö ğüslerinden her şeyden mukaddes olarak sakladığı islam Din i ' ne karşı ne kadar derin bir husumet hissi ile mütehas sis i mişler. Türkiye inkılabın ı n i nzah ettiği fırsatta bu husu metler, doğruca bir kinle gizlendiği yerlerden boşalmış. Çir kin çirkin akıyor. Bunları gören bir yabancı, m uhakkak di· yecek ki: " Meğer Türkler, en az bin senedir başlarında taşıdıklan dinlerinden ne kadar nefret etmişler de şim· diye kadar söyleyemiyorlarmış. Zahir, bir adamın ken di dinini aşağılaması ayıp geliyormuş. i n kılap münase betiyle ayıp kalkmış, utanmaya lüzum kalmamış ve bu sırlar meydana çıkmış. " Halbuki maselenin hakikatı böyle d e değil, belki bun dan daha aşağıdır: Çünkü bugünkü Türkiye'de, yani Türk iye hükümetin i n .. laik hükümet mesleğine de sığmayacak bir halde; · dinsiz, ahlaksız matbuatın mecralarını bol bol açarken rııeydana bunları bırakmış olmak için dini matbu atı sustarınayı da ihmal etmemiştir. Türkiye'deki dinsiz ba· sının merl:li k ve medenilik noktasından ne kadar aşağı bir seviyede olduklarını şundan anlayınız ki hükümet korkusu ile memlekette, karşıianna cevap verecek adam çıkmaya cağını bile bile din-i islam 'a tecavüz etmekten utanmıyor lar. Bu eşitsiz durumun " Laik hükümet" prensibine bile uymayan bir haksızlık olduğunu söylemiştik. Çünkü laik hü kümetlerdB, dinin ne lehinde ne de aleyhinde olmayarak ta-
HİLAFET VE KEMALİZM
191
rafsız vaziyette bulunurlar. Ve daha uygun bir tabirle din ile ilgilenmezler. Vakıa islam Dini ile ilgilenmemek de müs lümanlıktan çıkmak için kifayet ederse de Türkiye'nin en kara hükümeti dine alakadar olmamakla yetinmiyerek din sizlik tarafına ilgi göstermiş ve " Laizm"in de ötesine geç miştir. (Yarın , sayı: 7, 28 Eylül 1 927, sh: 1 ve 4) Yeni Türkiye'nin ileri gelen mebuslarından ve yazar larından Rusyalı Ağaoğlu Ahmet, geçenlerde cereyan eden Türkiye'ye özel mebus seçimi komedisinin neticesin de Reisicumhur Partisi'nin yüzde 200 ekseriyetıe güya ba şarısı ortaya çıkması üzerine "Milliyet" gazetesi ile neşr ettiği bir başmakalede: "Çoktan beri memlekette belirginlik kazanmış gerçek ve m üsbet iki adım mevcut olduğunu, bunlardan birisi mü newerler ve terakkiperverler tarafından ve diğeri de-şimdiki aydınlar dediği sınıfın terbiyesiz tabiri ile /MS-yobazlar ve alayillar tarafından temsil olunduğunu söyliyerek, Türkiye halkını, son siyasi tarihinde gelip geçen sun'i siyasi parti ler dışında, en doğru ve en tabii bir taksim ile dinli ve din siz kısırnlara ayırmak lazım geldiğini işaret ettikten sonra, bu iki birbirine zıt ve fikri akım ın temsilcileri birbirine karşı katılıktan uzak, samimi ve namusluca iki parti teşkil ede rek m ücadeleye girişmiş olsaydılar aynı derecede memle keti temsil etmek iddiasında bulunmak hakkını kazanabi lirlerdi. Fakat ilericiler, daima ideallerini meydana koyarak açık cepheden yürüdükleri halde tutucular mahiyetierini ve emellerini açık meydana koymaktan çekinerek daima per de arkasında hareket etmek istediklerinden her zaman kar maşaya sebeb olmuşlardır. Veyahut düşman e linde alet olarak hıyanete sapmışlardır. Bu hususta yalnız itifat ve H ürriyet fırkasının tarihçesini hatırlatmak yeterlidir" diyor. Ağaoğlu Ahmed'in herkese malum olan çarpık gözü i le hakikatleri görerek tasvir ettiği bu sözler, o kadar sayı sız yalanlar yanlışlarla doludur ki bunları d üzaltrnek için ayrı · ayrı makaleler yazmak icap eder. Lakın o fıkraları biz bu rada, konumuzia şiddetli ilgisi olan bir noktasına temas et-
HILAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
1 92
mek üzere nakl ettik. Yazarın kendisi de belki makalesini, o noktayİ fikirlerde tersine tesbit maksadıyla yazmış ve batı! bir davayı yürütürken bir çok batıl ı şeyleri de davasının çiz gisi etrahna sıçratmaktan nefsini men edememiştir. Maksat; seçimde mebus ve m ümessil çıkarmaya mu vaffak olmayan dindarları çürütmektir. Öyle iken,yazarın, konuya 1-.l ürriyet ve i 'tilat Fıkrası' n ı karıştırması, muhatab larının z i lı n i n i karıştırmak için Kemalistleri n , iki tür hasmı arasında kaçamak oyununa m ü racaat ettiği gösteriyor. Düşman elinde alet olarak hiyanete sapmak gibi aynı ağız larda tekrar oluna oluna kendilerinin de i nanacağı hakikat şeklini kazanan bir iftira m ütearifesi bile, yazarın bu söz lerle kam uoyuna yutturmak isted iği karışık (hab)ın yaldızı makamında ihmal edilmemiştir. Makaleden nakl ettiğimiz şu küçük cüm lelerdeki bü yük büyük yanlışların düzeltil m esini buraya sığdıramıyaca ğımızı arı etmiştik.Yalnız topl u olarak söylemeden geçe miyeceğırniz noktalar var ki bir kere, Hürriyet ve i 'tilaf, mu h afazakal'ları ve dindarları temsil eden bir fırka değildi, ki burada ondan behse yazar ı n hakkı olabilsini Düşmanlığı, Kemalisliere ittihatçılıkları ' ndan intikal eden bu Hürriyet ve i t i l af ı n da, karşısında teşekkül ettiği ittihat ve Terak· ki Fıkrası gibi di ndarları ve dinsizleri vardı. Bir fark ile ki i tt i h atç ı l a r da dindarlar, asıl n üfuzu dinsizlerin eline ver m iş oldukları halde Harriyet ve i t ilatda böyle olmamıştı. Demek ki şimdiye kadar Türkiye'de din partisi, ne yazarın dediği gib; perde arkasından hareket etmek ve ne de açık bir cepheden yürümek üzere teşekkül etmiş değildir. Bu nun da sebebi: Aydı n adı verilen karşı taraftaki dinsiz akı mın açık bir yüzü ve sari h bir dille ve maksat ve mahiyetie rini ortaya çıkarmayıp diğer cazibeli isimler ve üstü kapalı programlarla siyas 1 teşekküller ve milll, vatani m üddealar arkasına saklanmalarıdır ki işte bu tarz faaliyet, m emleket üzerinde ceberut ve tahakkümlerini tamamlayıncaya kadar dindeiriara umumi ve mukabil teşkilat ve faaliyet ihtiyacı his settirmemiş, sonradan da bu kapılar mel'un bir istibdat eli '
'
'
'
HİLAFET VE KEMALİZM
193
ile onların üzerine tamamen kapanmıştır. Başka memle ketlerin dinsizleri yalancılık ve sahtekarlıkta Türkiye dinsiz lerine yetişememekle beraber bunların dindar Türk milleti ne aynadıkları dehşeti oyunda muzaffer olmalarının sırrını kendilerinin büyüklüğünde ise milletin küçüklüğünde ara mak daha doğru olur. i şte Ağaoğlu Ahmed'in ve eski ünvanı ile Ahmet Ağa yef' in makalesinden burada temas etmek istediğim nok taya gelmiş bulunuyor: Türkiye'de şimdiye kadar din taraf tarları samimi ve namusluca hareket etmemişler, hakiki yüz ve mahiyetleriyle ortaya çıkmamışlar da perde arkasından rol çevirmişler. Samimi olmak ve açık cepheden hareket etmek meziyetini, aydınlar ve ilericiler dediği dinsizler gös termiş. Öyle mi? Vay utanmaz vay! Hakikatle taban taba na zıddıyeti, yakın geçmişiere ait ufacık bir düşünce ile her kese malum olabilecek böyle bir açık yalanı düşünmeksi zin söylemekten utanmamak için insan, yazarın övdüğü dinsizlerden olmak şarttır. Arnavutluk'ta, Şeriat ilan ediyouz, diyerek Meşrutiyeti övdü rüp ilan edenler; Bab-ı Ali yi tekbirlerle basarak Har biye Nazırı'nı ve daha başkalarını öldürenler, " Allahın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayı n " ayet-i keri mesini partilerine adeta bayrak yapanlar, muhaliflerini Hris tiyancılıkla itharn ettikten sonra, " Patriğe mi rey verirsi niz, Halifeye mi?" diyerek mebus seçiminde partilerine oy toplayanlar: dinsiz lttihatçılar olduğu ve o zaman ara larında Ahmet Ağayef de bulunduğu gibi; . . daha dün, Ha lifeyi esaretten kurtaracağız, diyerek Anadolu halkını ve is lam askerin i arkalarma takan; Halife'nin verdiği resmi me muriyetlere ve hususi fermaniara istinat eden ve bu H ila fet ve islamiyat halaskarlığı propagandası i le bütün islam aleminden maddi ve manevi yardım ve . m üzaheretler te min ettikten sonra şimdi de islam siyaseti ile laik Türk hü kümetinin alakası alamıyacağını ve Türkiye'nin Şarklılığa · veda ederek tamamen Garplı olmaya azm ettiğini söyle mekten çekinmeyen, islamiyat ve Hilafet maskesi yüzle'
194 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
rinde buhiinduğu devrelerde içkiyi, haramdır, diyerek ya saklayan ve bugün maskeyi indirdikten sonra da hala Ana yasa'da dovletin dini, din-i islam olduğunu ifade eden mad deyi, h ükümete yaranmak için gazeteler dine hareketler sa vurmakta yarışırken büyük bir sahtekarlıkla ibka eden; ha. la, gazilik gibi din devrinden kalma şeref ve şöhret fakab larından isitifadeyi bırakmayan, kendileri Türkiye'de bir zevk ve şehvet devri açmakla sevinirken, g üya şehvani ihtiraslar nazarında fena bir şeymiş gibi hala eskı halifeleri ( . . .. ) olduğunds.n, islam Dini'ne . . . karşı yapılan kepazelikler .. . ciheti kazanmak için yapılıyor. Türkiye'de evvelki din gayretinin yerine . . . . dinsizlik gayretinin hakikatı .. dalkavukluktan ibarettir. ( . . . . . okunamadı/SA) (Yarın, sayı: 8, 1 3 Teşrinievvel 1 921', sh: 1 ve 4) Türkiye halkını iki sınıfa ayırarak, memlekette hayat hakkı ve her şeref ve saadeti " terakki- perver mektebliler" ü nvanı ile payelendirdiği dinsizlere layık gör dükten başka, ciddiyet ve sami rniyet gibi mertçe hasfetleri de onlara tıasr ve tahsis ederek "yobazlar ve alaylılar" adlı hareket adı altında kalan an'aneci diyanetperverlerin, Türkiye'de mebus çıkmak ve hatta mebus çıkarmak gibi anayasa alanından uzaklaştınimalarına sebep olarak, on ları samirniyetten uzak, sahtekar, yalancı ve dubaracı va ziyetinde gösteren Rusyalı Türkiye mebusu Ahmet Ağa yef'te utanmak kabiliyatı olaydı, bu m akalesini neşr eden aynı gazeteınin bir kaç hafta sonraki sayısında Reisicum hurlarının, tarihi hakikatierin başını-gözünü yararak irat et tiği uzun mıtku m ünasebetiyle neşr edilen ve inkılap kah ramanının hürriyetçiliğinin başlarında akt edilen Sivas Kongresi 'ne ait olan bir fotoğrafta yine, riyaset mevkiini iş işgal edene zamanki kahramanın, etrafına sarıkir bir hoca şimdiki tab iri ile (Yobaz)- ve bir tarafına bir şeyh efendi oturmuş olduğuna dikkat edip de utancından yerin dibine geçmesi lazım getirdi. (Milliye,t) gazetesinin düşünmeden derç ettiği bu fo toğraf Reisi<::umhurun nutkundan daha beliğ manalar ifa de ettiği g i b i , nutku dikkatle takip eden okuyucular, sabık Padişah yaırerinin ve nasb edilmiş kumandanın Padişah '-
HiLAFET VE KEMALIZM
195
tan başlayarak bütün Osmanlı devlet ricali ve milli hareket arkadaşlarını teker t�ker ve toplu olarak nasıl aldattığı nı, nut kun ötesinde berisinde ilan ve itiraf etmekte olduğuna ba karak, Ağaoğlu Ahmed'in dinsiz aydınlara cebren izafe et tiği samirniyet davasını çürütmek maksadıyla mı acaba bu uzun nutku söylemeye lüzum görmüştür? diye kendi ken dilerine soru sormak mecburiyatinde kalıyorlar. Büyük kahraman (!), devlet sisteminden, hilafet ve sal tanattan vazgeçmekle beraber, Anadolu'da türeyen ve ay kırı harekata başlayan kuvvetleri de işgal devletlerine kar şı dağıtmaya kıyamıyan eski amirlerinin omuzlarına basa rak şimdiki mevkiine kadar çıkmış; onlar, necip bir özveri ile sırf devlet ve vatanın kurtuluşunu düşündüklerinden ma kam ve rütbe düşkünü bir bencile aldanmışlar, hüsnü zan etmişler, vehayut yeteri derecede sui-zan edememişleri Şaşkınlıkianna doymasınlar! Şimdi " millet devleti" namı na kendi devletini kuran (1 ) dahi, ses çıkararnıyacak hal ve vaziyete soktuğu eski enkazın tepesinden "Limen el· mülkü el-yevme" (2) diyerek namına hutbe okuyor ve bomboş Türkiye'ye hitap ediyor. Ağaoğlu 'n un makalesine dönüyoruz: Yazar, son me bus seçimi komedisinin gösterdiği neticeye uygun olarak makalesinde siyasi hukuk d ışına çıkardığı ve ilerici rnek tabiilere karşılık tuttuğu yobazlar ve alaylılardan kurulu tu tucular, yani dindarlar sınıfı; ulemadan ve şimdi Türkiye' de vücudu varsa alaylı subaylardan başka avam büyük halk kitlesine ve bütün askerlere şamil olmak lazım geliyor ki, artık bunların asker olmayanı, hoca değilse de dindar ol duğu için yobaz tabiri altında ve asker olanları alaylı tabiri nin kapmasına dahil olacaklar. Lakin, önem ve haysiyetle ri olamasa da sayıca en büyük çoğunluğu haiz olan bu ka labalığın, mebus seçiminde, hem de Halk Partisi'ne ati me bus seçiminde hakkı ve payı olmamak, Türkiye'nin son se çimi adına ne kadar utanç verici bir şeydir! Türkiye'nin akıllı (1) Bu masele müstakil olarak yazılacak bir eserde izah ve isbat edilecektir. (2) Kur'an-ı Kerim'den iktibas olunan bu cümle Cenab-ı Hak tarafından kı yamet gününde irad buyurulacaktır. "Mülk bugün kimin?" demektir.
196
HtLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
yazarlarından geçinen Ağaoğlu delirmiş midir ki Türkiye Cumhuriyeti namına utanılacak hakikatler ifşa eden bu ma kalesini gazetenin başına yazmış, üzerine de: " Bir şeref borcu" başlığını kondurmuş! Türk'ün elbette ekseriyeti ha iz olan dindarianna azınlık derecesinde bile mebus verme yen sözüm yabana bir seçimin şerefi neresinderir? işte, akıllı yeri işgal eden mecnun, son mebusların genellikle din sizlerden sHçilmesindeki h ikmet ve isabetin i teşrih maksa dıyla Türkiye'deki din taraftarlarını, samirniyetsiz ve bilmem ne diyerek tezyif edeyim derken intak-ı hak kabilinden ola rak, bilhassa son Meclis-i Mebusan'da halkın çoğunluğu na temsil hakkı verilmediğini ve genel kurulu ile parlamen tonun azınhiç mebuslarının inhisarı altına girdiğini kendi ağzı ile söylemiş oluyor . Dikkat ::ılunmaltdır k i son seçimde dindar mebus çık mamasının iltizam edilmesini, dindarlara seçilmek hakkı ve rilmedikten başka, seçme hakkının da verilmemesi sure tinde tefslr ederek, Meclis-i Mebusan'ın, ihtiva edebileceği sayılı dindEı.r unsurlardan tecridi meselesi ile, dışardaki mil let sahasının i htiva ettiği büyük dindar avam kitlesinden seçme hakkının alı nması meselesini kasten ve mübalaga lı olarak birbrrine karıştırmış olmuyoruz. Belki, seçmekle se çilmek, mes,e leleri, gerçekten biribirine bağlı olduğundan "dindarlard<an mebus olmasın!" demek, "dindarlar ken dilerine mebus seçemesin! " demekle eşittir. (Yarın, sa yı: 9, 25 Taşrinievvel 1 927, s h : 1 ) Dinsizlerin, bilhassa yeni Türkiye dinsizlerinin açık cep heden yüı·emek ve samimi olmak gibi, dindar !ara vermek ve meziyet istemedikleri evsaf lerinden en uzak kimseler olduğuna delalet edecek şahit ve vesikaları saymaya kalkışan adam, onların yakın mazi de geçen sahte dindarlık nü mayışleri ile, g ünden g üne or taya çıkan kapkara dinsizlik hareketleri arasında kalır, Ka radeniz' i n med ve cezir dalgalarını saymaya kalkan adam gibi şaşırıp kalır. Bundan başka hiç olmazsa dalgaların med
HİLAFET VE KEMALiZM
1 97
ve cezir halini birbirinden ayırmak güç birşey değildir. Hal buki bunların bazan en dinsizce hareketleri bile dini bir çe kincenin koruması altında basit görüşlere karşı teşhisi mü$ kil bir manzara arz eder. Mesela geçenlerde "Milliyet" gazetesi başyazarı Si irt Mebusu Mahmut "Türkiye ve Hilafet" (x) başlığı ile yazdığı bir makaleyi, sırf yeni Türkiye' nin dinsizliğini teyit maksadıyla yazdığı halde Türkiye'de büyük bir isa betle ilgası cihetine gidilen Hilafet'in din ile alakası ol madığını, bu makalenin bir noktasında kayd etmek gi bi bir hakkabazlık yapmaktan da vaz geçmiyor. Hilafe tin din ile ilgisinin kabil-i inkar olmadığını ve Türkiye' de Hilafeti ilga etmenin, açık izleri hergün sürmekte ol duğundan dini ilga için olduğunu anlamayanlara anlat mak üzere müstakil bir eser yazdım. Onun için bu me seleyi oraya terk ederek, Siirt Mebusu Mahmutun ma kalesindeki diğer sözlere geçiyorum: Merkum Mebus, italya mebuslarından ve Faşistlerin en etkili üyelerinden olmakla beraber müstemlekeler ve is lam'ın durumları hakkında en iyi yazı yazmakla maruf ola rak tanıttığı Mösyö Kantalopa'nın aynı başlık altında ya zılmış bir makalesini bahse konu ediyor. italyan mebus makalesinde özetle diybrmuş ki: "Türk Cumhuriyeti vakıa Hilafeti ilga etti. Bütün ka nunlarını laik esaslarına dayandırdı, fakat tıpkı Fransa ' nın vaktiyle takip ettiği siyaset gibi, içerde dini kurum ları kaldırmak, dışarda ise dini kurumlar ile onların alem darlarını himaye siyasetini takip ediyor. Başka memle ketlerdeki Hil afet akımiarına rehber oluyor. Muhtelif is lam kongrelerine iştirak ediyor. " işte TOrkiye mebus ve yazarı d a Ankara hükümetinin vaziyatine ait yabancıların bu gibi anlayışını red ve tekzib maksadıyla yazdığı makalede şöyle diyor: "Bir defa bizde bir ruhban sınıfı olmadığı için bun ların ne içerde, ne dışarda himayesi mevzu-bahs ola maz."
(x)
Makalenin tamamı için bkz: Ek-X
1 98 HtLAFET-1 MUAZZAMA-t tSLAMtYE
" Cumhuriyetimizin siyasetiyle Fransa' nın mahut Katolik s>iyaseti arasında ise hiç bin münasebet yoktur. Bu itibarla halyalı yazarın yaptığı kıyas tamamiyle ba tıldır. Malürodur ki Fransa Cumhuriyeti galiba 1903 se nesinde olacak tedvin ettiği kanunlarla dahili Katolikli· ği imha ı�tmiş, dini kurumları ortadan kaldırmıştı. Hal buki dış�ırda takip ettiği siyaset tamamen bunun aksi idi. Fransa'nın Doğu 'da Hristiyanlan himaye ile kiliseye ve Papalığa karşı asırlara dayanan bağlılığını gösterdiği ve hatta bu zeminde bir çok işleri m illi bir izzet-i nefs me selesi h�ıline koyduğu çok defalar vakidir'' Anka.ra hükümetinin yarı resmi bir gazetesi olan "Mil liyet in baş makalesinden nakl ettiğimız şu satırların açık lığına naı:aran demek ki yeni Türkiye (LAiK) yani la-dini Fransa'dan bir kat daha fazla dinsiz imiş. (Uiik) Fransa, içerde dini kurumları kaldırmış ise de dışarda Katolikliği, H ristiyanları ve bilhassa ruhbanları himaye eder, ve gerek tiğinde, bu yüzden dini izzet-i nefsi rencide olursa buna milli izzet-i nef:> derecesinde ilgi göstererek sebebiyet veren her hangi bir devlet ve milletle mücadele ve muhasemeye gi rişirmiş. Halbuki Yeni Türkiye bu hususta, yani din ve mez hep alakadariiğı göstermek h ususunda, inkılaptan sonra ki Fransa ile de kabil-i kıyas olmayacak derecede mesele yi ciddi surette kesmiş imiş. Şimdi her Türk vatandaşı kendi mahiyetinl biraz hayret ve hicabla tahattur edebiliyormuş, asırlardan beri neden bir sürü hurafe-perestlere tabi olmuş imiş? Türk milletine izafe h u rafevi telakkiler onun kendi malı değilmiş? Bu sözleri "Türkiye ve H ilafet" makalesinde Siirt Mebu::ıu söylüyor. Türk'ün maziye ait olarak şimdi hay- · ret ve hicabla hatırladığı, hakikatta kendi malı olduğunu söylediği hurafevi telakkilerden maksadı da hem de islam hilafeti ve islam diyanetidir ki " Bu hilafet ve diyanet Türk 'e Araplardan gelmiştir. Kendi malı olmayan bir hura fevi şeyleıti Türkler nasıl olmuş da asırlarca benimse miş olduklarına şimdi utanıyorlar" demek istiyor. Bunun açıkça ifad esi budur. "
HlLAFET VE KEMALİZM
199
Bunu Türkiye iç ve dışarda olup da hem kendilı>rinı lll' hem Kemalistleri hala müslüman sanan adamlar gbr �li rı ışitsin , anlasın "Milliyet" başyazarının sözlerinden çıkan manaya hacet kalmaksızın bu maselenin daha açığını Re ısıcumhurları son nutkunda söylemedi mi? "Yeni Türkiye devletini Ankara'da kurarken, devletin eskisi gibi d i n i . din-i islam olduğuna dair yeni Anayasa'ya konulan mad de , o zamanın eski zihniyetinden ayrılmayan bazı me buslarına. H ilafetin ilgasın ı kabul etmeleri için ödünler makamında konolmuştu ki ilk fırsatta onun ilgası tasımlanmıştı" diyor. Demek kı büyük dahi adım adım din sızlikte ileri gidiyor. Ve her atılan adıma ondan sonraki adı mı tavizler gösteriyor. Bu ne hokkabazlıktır ki tavizl.eri de kendi içinden çıkarıyor. Yani, bunu yıkıyorum, karşılık ola rak da şunu yapıyorum diyeceği yerde, bunu yıkmakla ye tinerek, ötekini bırakıyorum, diyor. Halbuki bırakıyorum, de mesinde ciddi ve sadık olmadığını da bilahare alenen ken di ağzı ile söylüyor. Şimdi, adı geçen Ağaoğlu Ahmed'in aydın dinsizler, davalarını açık yönden ve samirniyetle yürütüyorlar diye rek tefahur etmesine karşı M ustafa Kemal'in, yakın geç mişe ait şu açık sahtekarlık itirafını hangi tarafa l<aydede ceğimizi tayine doğrusu biz de hayret içinde kaldık. işte Türkiye dinsizlerinin mabudu bile açık cepheden hareket etmemiş, diyerek Rusyalı Türk mebusun u yeni bir sustu rucu vesika ile utarıdırmaya kalksak ihtimal ki "Gazi'nin sahtekarliğı bile söylemesi açık cepheden hareket de ğil midir?" diye bize cevap verecek! Fakat ne olursa olsun asıl şaşılacak cihet, bütün bu dinsizlerin hareketlerine ve bu itiraflara rağmen her adım da dinsiz dahinin müslüman yardıkçılarının: "Dinden çık madı, dinden çıkmış olmadı, bir şey yok, bir şey yok_!" diye bağrışmaları ve gelecek adıma kalanı göstererek: " Iş te asıl lazım olan bu, duruyor ya! " demeleri, nöbet ona gelince de başka bir te'v11 ve teselli aramaya çalışmaları dır. Ne garip haldir ki Türkiye'nin bu yeni dahinin müslü-
200 HiLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMiYE
manlıktan çıkmak ve bütün Türkleri de çıkarmak için bu ka dar çabalamasına karşı bir takım sersern ve sırnaşık müs lümanlar hala kendisinin ya kasını bırakmıyorlar! işte Türk iye inkılabınrn meş'um mahiyetini hakkıyla anlamaya baş layan Arabistan ve Hindistan gibi büyük islam aleminin ba sınında Mustafa Kemal'in n utku esnasında açıkladığı de min ki sahtekarlık itirafına ait fıkra, h usus! telgraflarla çal kandığı ve büyük bir esef ve üzüntü ile karşılandığı halde Balkan Oevh3tleri idaresinde bulunan bazı küçük islam ül kelerinde Türkiye'nin dinsizliğini natık olan bu açıklık bile, bazı taraflardan bize yazıldığına nazaran hükümetin din den soyutlan ması ile tefsir olunarak halkın dinine bundan zarar gelmecliği iddia olunmakta imiş! Bir kere "devlet" ve " hü kümet" tabirleri biribirinden farklı olarak " devlet" e halk dahil olduğundan başka, farz ve takdir olarak mezkOr Anayasa maddesindeki "devlet' 'ten ' ' hüküm et' ' , manası kast edilmiş olsa bile ''milli hü kümet", " halk h ükümeti " , " cumhuriyet hükümeti" ad ları bile, özellikle böyle m illete izafe edilen bir hükümetin açıktan dinsiz liğini ve müslüman hükümeti olmadığını ilan etmesi üzerine de onu haTa kendisine h ükümet ve metbu' tanıyan ve onun din kanunları yerine kasten ikame ettiği dinsiz kanu nlara rızası ile itaat eden millet, teker teker ki şiler itibariyle değil de toptan irtidat etmiş olacağı gibi din dar millete d insiz milli hükümet teşkil etmelerini tecviz ve tavsiye eden dışardaki te'vTici Müslümanların kendileri bi le içerdeki m illetle beraber dinder çıkmış olurlar ki bunu kabul etmem e k küfür inadı değilse, budalahğın en son de recesidir. MiiiEıtin dini varmış da kendisi m uzaf olmak üze re neye dinsiz hükümet teşkil etmiş? M ill1 h ükümet, mille tin m ümessil i olduğuna nazaran dindar millet nasıl olur da kendisine dinsiz m ümessil tayin ederek kendi namına ve kendi üzerinde dinsizce icra-i ahkam olunmasını kabul eder? B u açıktan açığa küfre rıza değil midir? Hükü metin benim üzerimd e ahkam-ı diniye ile hükm etmesin de baş ka ahkam ve kunanlarla hükme etsin, ben üzerimde şeria tın, yani Allah ve RasuiO'nün hakim olmasını istemem, de mek, ne demektir?
HİLAFET VE KEMALİZM
. 201
Mesele bu kadar açık olduğu halde her havaya uyan ve dinlerini kendilerine oyuncak yapan yalancı müslüman lar zırva tevil i tarzındaki sözlerle Kemalistlerin savunucu luğunu ve yalancı şahitliğini yapmakta devam ediyorlar. Si irt Mebusu'nun teessüfle hikayesine nazaran baksanıza Av rupa'da Kemalistlerin dinsizliğine i nanmayanlar varmış ki Kemalistler " hala yaranamadık " diyerek en ziyade buna kızıyorlar. Acaba onlar da beriki müslüman avukatlar ah mak oldukları için mi inanmıyorlar.? Yoksa bu da Kemalist küfrünün düyada bile hüsranını gösteren ilahi bir hüküm mü? (Yarın , sayı: 1 0, 1 0/Teşrinisahi 1 927, sh: 1 ve 4) (Yarın)ın son sayılarında epeyce tekerrür eden bu baş lığı, yani " Hezeyan Toptancıları" terkibini " Resimli Cum'a" yazarı Habil Adem için seçmiştik. Lakin tabirin ilgi alanına, hatırda olan ve olmayan daha bir çok adamlar haf ta arasında gelip gelip dahil oluyorlar. Biz de bahsetme den geçemiyoruz. Söz uzuyor, konunun birinci ilgilisi olan Habil Adem'e ait söz nöbeti biribiri ardınca gecikmeye uğruyor. 24 Teşrinisani (1 927) tarihli "Milliyet" de Türkiye'nin yeni mebuslarından Necib Asım " Türk Gençlerine" h i taban yazdığı makaleye şöyle başlamış: " Mebusluğa seçilmemden sonra yazdığım şu ma kalede, evvela acizlerini adaylığa kabul buyuran muh terem Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Paşa Haz retleri ne, ikinci olarak da bu seçimi şifahen, telgrafla. mektubla kutlayan .zevat-ı kirama şurada teşekkür bor· cu mu ödemeyi bir borc bilirim." Türkiye'de hiç bir münakaşa ve mücadeleye lüzum gö rülmeden bir iki gün içinde terayağından kıl çeker gibi kemal-i suhuletle olup biten şu seçim meseleleri ne parlak bir komedidiri Reisicumhur mebusları seçiyor, mebuslar da Reisicum huru seçiyorlar. Çocukların : " Oldu bitti! " yahut " Padişahlık" oynaması kadar basit ve gayr-i ciddi bir olay! Yalnız bu oyun şakaya ve eşelerneye gelmez, çünkü yanı başında darağacından salıncak oyu n u da var. Baksanız da bu kanl ı komediyi de kutlayanlar varmış. Artık bunlar daki kalb değil de sindirici bir mideden i barettir. F. l
202 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
Nııcip Asım, kendisini mebusluğa seçen efendisine makale,sinde alenen teşekkür ettiği gibi diğer bir mebus, "Türk :şairi" nam ı ile anılan idmanlı bir dalkavuk da Mus tafa Ktıma l i n heykelinin açılış günü okuduğu manzume sinde �;öyle yaltaklanıyor: " Uçurum önünde koca dünyayı Avucla tutarak kurtaran sensin. Bu asra sığmayan ruhtan belli ki Sen yıkmak ve yapmak için gelensin. lrkımın binlerce yıl beklediği, ilk doğan münci peygamber sensin! ' Türkler sanki pek çok eskiden beri müslümanlığa sağ Iamca rabt-ı kalb etmedikleri cihetle başka peygamber bek liyorların ış! Halbuki di nsizlik dilinde peygamber olmadığı na nazaran şair eski ağız alışanlığı ile peygamberlik dini mertebr�sinden istimdat ederek irticai bir tarzda medhini yaldızlamaya çalışıyor. Mustafa Kemal büyük yaratıcı iken peygamberliğe bakalım tenezzül eder mi? Peygamberliği beğenmediği için vaktiyle H ilclfeti , yani peygamber veka letini uhdesine almak istemiyerek ilgası yönüne gitmeyi ter cih etmişti. Mehmen Emin'in şu sözüne de bakınız: "Artık bir Türkiye, bir vatan var ki, Burada her Türk'ün sultan kendisi. Bu aziz toprağın üzerindeki, Her köylü milletin bir efendisi." Köylü milletten harıç olmadığı halde milletin efendisi olmak, çok saçma ve çok yalan bir sözdür. " Millet efen di, hükümet hizmetkar! " tarzındaki Cumhuriyet ve milli hakimiyet yavesini söyliyecekti ama hükümet de mebus şa irin kendisin i n efendi olduğunu düşünerek böyle söyleme ye cesaret edemed i . Ve ancak saçmaladı. Hele Kemalist idaresinde ağzını kerpeten bile açmayan her Türk'ün ken disi sultan olmuş oldu! En doğrusu bu idare, sultanı; hain, milleti de: h ayvan derecesine indirmiştir. Son zamanlarda istanbul Şehremaneti at ve eşek eti satmaları için kasap'
H1LAFET VE KEMALiZM
203
!ara müsaade etmiş. " Milliyet" gazetesinin m izah yazarı, bu kararın isabet olduğundan bahs ederken, istanbul hal kı bundan sonra at, eşek eti yedikçe kalbierinde bunlara karşı muhabbet ve merhamet duygusu hasıl olarak "Himaye-i Hayvanat Cemiyet i"n in gayesine h izmet eder, diyor. Türkiye' nin terakki örneklerinden sayılmaya seza olan bu mesele, şayet oradaki seçim darlığının derecesini gösteren bir şey sayılmayacaksa bunun, halka at, eşek eti yedirerek kendilerinde biraz daha ehli hayvaniara tabiat ve kabiliyeti vücuda getirmek maksadıyla açıklanması daha uygun olur. x x X Avrupa' nın çağdaş medeniyetine değil hayvanları ko ruma cemiyetlerine bile yüz karası olan bu Türkiye'deki Ke malist saltanatın dalkavukluğu, meddahiiğı yalnız Türkiye Kemalistlerine münhasır kalmayıp bazan Avrupa gazete leri veya devlet adamları sırasında da "Hezeyan Toptancılığı" tabirine uygun olacak surette Türkiye dik tatörlüğünün dalkavukluğunu yapanlara tesadüf ediliyor. Mebus Necip Asım'ın bahse konu edilen makalesini yayıniayan aynı gazete sayısında tercemesini okuduğumuz, halyan sabık Hariciye vekili Kont isforçiya'nın Londra' da çıkan mecmualarından birisi ile mütareke devrine ait neşr ettiği m akale, işte bu kabil yazılardandır. "Türkiye'· ye karşı neden mağlüp olduk?" başlığını taşıyan bu ma kalede: "Mü him meselelerde korkakliğı ile tanınan son Sultan, artık mahkum olan ve tarihen rolü sona eren bir hanedam temsil ediyordu. ingiliz üniversitelerinde tah sil görmüş ve zahiren bir ingiliz celtilmenine benzeyen Damad Ferid Paşa bu son Sultan'ın son veziri idi." tar zında amiyane ve sathi mütalaalardan sonra Türkiye'yi ar tık ölmüş sanan ingiliz, Fransız, italyan ve Yunan devlet lerinin Mustafa Kemal 'e ,karşı mağlüp olduğunu yazıyor. o·zaman istanbul'da bir zaman italya siyasi mümessili ola-
204 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t lSLAMİYE
rak bulunan bu zatın yalnız kendisi mezkur hataları neti cesinde devletlerin mağlup ve mahcup o�acaklarını anla m ış imiş! işte Kemalistler için bu itiraf gayet parlak böbürlen me ve övünme değil mi? Onlar da gazetelerinde aleme kar şı yeni bir çalım sermayesi olarak bu makaleyi nakl ve ter ceme etmişler ya! Lakin bu bayat toptancı mallarını sürülmak istenildiği gibi kabul etmek için herkes fikir ve m u hakemeden soyut lanacak kadar gafil ve sade-di l olamaz ki!.. Bir kere Da· mat Ferid Paşa son Sultan'ın son vezlri değildi. Ferid Pa şa'nın son sadaretinden sonra tam iki seneyi aşkın bir müd detle Tevfik Paşa sadarette bUlundu. Ve Padişah'ı iğfal ederek Mlqstafa Kemal hükümetinin şekavet eline teslim etmek üzere bu m üddet içinde sarf-ı mesai etti. M ustafa Kemal'in ortaya çıkış esaslarına ait bütün esrar perdeleri ni çak çak edecek meseleleri neşre şimdiye kadar vakit bu lamadım. Homanya muhitin in Kemalist istibdadına destek olan hürriyetsizliği bu vazifenin te'hirine sebeb oldu. (Ya rın, sayı: 1 1 , 2/1 2/1 927, s h : 1 ). Bu son günlerde eski bir hezeyan toptancısının piya saya yeni meta'lar çıkardığını haber aldım. Bosna-Hersek islam uleması mesleğinden ve hatta islam Dini'nden zi yade Türki:te'deki türedi hükümetlerinin mizacına bağlı bir reisu'l-ulenıa mı vardır, ki zaman zaman o bedbaht diyara musafiat olan dinsizlik ve ahlaksızlık afetini zavallı Bosna müslümaniarına da sirayet ettirmeye çalışarak ve layık ol madığı dini riyaset makamına kendisini seçme gafletinde bulunan Bosnalılara günahlarının cezasını çektirrnek ister. Fransa Parlamentosunda laiklik kon usu m ünakaşa olun urkan bir mebusun : " Dünyada laikliği, yani dinsiz� liği bütün şumuli ile kabul etmiş bir m illet gösterebilir misiniz?" diyerek irat ettiği itiraza cevap veren meştıur la iklerden Mııarif Nazırı Erubeau'nun: " Evet, efendiler, dünyada böyle bir m illet vardır ve bu işi azm ve cesa retle tatbik ederek muvaffak olmuştur. O da Türk mil-
HlLAFET VE KEMALİZM
205
letidir. "(1 ) demesinden de anlaşılacağı vech ile seneler den beri bütün dünyanın, dinsizliğine şahit olduğu, yar ve ağyimn şaşıp kaldığı Ankara hükümetinin Saray-Bosna'd a propagandacı lğını deruhte ettiğine nazaran kendiisinin de Müslüman alimi kıyafetine g irmiş bir düşman-ı din olduğu çoktan tebeyyun ve tahakkuk eden böyle bir adamın o mü barek dini başkanlık makamını kontratlı gibi işgalde devam etmesine rıza göstermeleri yerel müslüman ahali için ha kikaten dünyevl bir zül ve u h revi bir vebal olarak kifayet eder. işte Bosna müslümaniarına ahirette cehenneme git meleri için şefaat ve menfaatı dakunacak olan bu reisu'l ulema, Kemalist hükümetin eserine tab'an müslümarı hem şehrilerine şapka giymeyi tecvlz ettikten başka, şapkalıla rı, diğerlerine örnek olmak üzere serbest serbest camilere girmeye teşvik edermiş. Şapka giyenierin namazdan, ab destten ve gusulden kurtulmak için bu kisveyi kabule koş tuklarını sanki biliyor da onları davet ediyor. Şapkanın ta bii halinde secdeye engel olan kenarlarını ve en az alın üze rine gelen siperlerini, çıkasıca gözleri, görmüyor mu? iki sene önce Ankara hukuk rnektabinin resmi açılış günü Re isicumhur ile Adiiye Veki li nin şeriat kanunları aleyhinde söyledikleri sözleri te'y'id edercasine üç gün sonra "Cumhuriyet" gazetesinde " inkılap ve hukuk" başlığı ile yayınlanan makalede: "Hayatın ölü ceset gibi attığı şeriata uymaya imkan var mıdır? Sema, namaz kıl, der. Hayat, insana ibadete fırsat vermez. " denildiğini de gör memiş mi? Ne ise, Bosna reisu'l-ulemasının şapka konu suna ait eski ve yeni sözlerin i burada münakaşa etmiye ceğiz. Uzun süreceği cihetle onları, bu konu hakkında ay rıca yazdığımız kitaba bırakıyoruz. Bizim burada bahs edeceğimiz başka noktalardır. Ce mal Hoca yakında Türkiye'ye gitmiş, g elmiş. Orada ken'
(1) Fransız bakanın fotoğrafı ile beraber beyanatı 3 Kaanunieweı (1 927) gazetesinin başında büyük bir iftiharla neşr olunmuş
tarihli " Milliyet" tur. Bkz: Ek-Xl
206 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
disini ne gıibi şahsi menfaatler karşılığında yeniden bir da ha satın almışlar ki vicdanı kadar kararmış gözleri ile ah valin gerçr3 klerini görmiyerek crasını cennet, ve halkını da cennet ehli gibi göstermeye çalışıyormuş. Ankara hüküme tine şeriat ve fıkıh kanunlarını i lgada hak kazandırma mak sadıyla fukahanın ictihadını ehemmiyetten düşürmek üze re, edille-i şer'iyye-i erbaadan icma-i ü mmetle kıyas-ı fu kahanın itimada şayan olmad ığını söylüyormuş. Yakıa ki tap ile sünnete, _yani ayetıile hadisiere bir şey denemezmiş. Lakin Türkiye'nin inkılap hareketlerinde bu i ki esasa do kunacak bfr şey görmüyorum, demek istiyormuş. Kadınla rın yüzlerini açmakta dini bir mahzur yoktur, diyormuş. islam Dini'ni ayak altına aldığı gibi islam ulamasını da tekmelerle susturarak papuç hırsızına çeviren bugünkü Türkiye'ye hem de dini ve şer'l bir dille savünmaya ağzı varan ulerran ın hala bu fena d ünyada bulunduğunu ve in san sıfatıyla insanlar arasında gezdiğini gördükçe ruhsal alçaklığın bu derecesine karşı hayretten nefrete, nefretten hayrete düşmekle yüreğimin h ızını alamıyorum. Dünyada hiç bir mes lek görebilir misiniz ki onun içinden bir adam çıksın da mesleğini hakaretler altıda yıkmaya çalışan ve bil fiil yıkan düşmanları ile beraber olsun. Tabiat ve insaniyat ten harıç olan b u durum, yüz bin teessüfle söylüyorum ki yalnız bazı i slam ulemasında görülmüştür. Nasıl ki Türki ye'de şer'l mahkemeler ve medreseler gibi dini kurumları yıkan ve dini dünyadan ve hükümetten ayırmaya rıza gös tererek dini:rı hükümet üzerindeki n üfuzunu kırdıktan son ra onu hükü metin emri ve tahakkOmu altına sokan Ankara Meclisi'nin hocaları da din ve ilim din aleyhindeki bu ka rarlara iştircık etmiştiler. U rfa Mebusu Şeyh Safvet mel' Onu dini Hilüfet kurumunun ilgasını Meclis'e teklif eden az gın mebuslann önderi idi. Bunlara kötü ulema, demek ya h ut ilimleri noksan cahiller h ükmünü vermek yetmez. ilim leri yoksa, ::ı erre kadar akılları, izzet-i netisieri de mi yok, M üslümaniıldan da mı yok? Yani bunların ilmi sukOtların dan ziyade ruhi sukutları hayrete şayandır. Hayır, hayır en
HİL�FET VE KEMALİZM
207
doğrusu bunlar müslüman değillerdi. Belki m üslümanlığın uleması kıyafetin� giren gizli düşmanları idi. Nasıl ki bir çok lan bugün şapka giyerek asli mahiyetierin i açığa çıkardılar. Geçen gün Türkiye gazetelerinde Diyanet işleri reis liği tarafından düzenlenmiş Türkçe hutbeler arasında va tanıri savunması mevzuuna ait bir hutbe gördüm. Bunda; " Düşmaniara karşı elinizden gelen her kuvveti hazırla yın. " ayet-i kerimesine istinat edilerek, adı geçen ayet-i ke rimenin i htiva ettiği n ü kte ve işaretlerden uzun uzadıya bahs ediliyordu. Fakat h utbeyi düzenleyen bu yüksek �n layışlı alçak alimler, ayetteki h itabın müslümanlara ve ls .lam hükümetine ait olduğunu ve dinsiz, laik Ankara hükü metinin bununla memur ve m uhatap alamıyacağını neye düşünmemişler? Dinsiz Ankara hükü meti m üslüman dini nin kitabında mensupianna tevcih ettiği emirleri kendi üze rine almak hakkını haiz değildir. O, Müslümanlığın düşman ları tarafındadır. Binaenaleyh ayet-i kerime gereğince kuv veti ve silahı o hazırlayacak değil, belki müslüman kuvveti ve silahı onun kendisine karşı hazırlanacaktır. Şu halde de mek ki dinsiz Diyanet işleri reisliği, ayetin manasını utan madan ve Allah'tan korkmadan aksine dönüştürüyor. Ve adeta M üslüman dininin harp planını düşmaniarına teslim etmek alçaklığında bulun uyor. Lakin böyle Ankara d iyanet işleri reisi gibi, Bosna reisu'l-uleması gibi sahtekar din alimlerinin mel'anetçe ha reketleri müslümanlara dalalette kalmak için beraat ve tes l iyet hücceti olamaz. Çünkü islam Dini kendilerinin de di nidir ve sorumluluğu ulemaya mahsus ve münhasır değil� dir. Şeytanın varlığı dalalet ve masiyet ehline nasıl maze ret sebebi olmazsa böyle münafık ve dalkavuk hocaların şaşırtıcı sözleri de müslümanlara hak ve hakikatın h uzu runda sorum luluktan kurtuluş sağlamaz. Çünkü akıl ve ba liğ olan her insan bizatihi mükelleftir. Dünya kanuniarına m uhalif hareket edenlerin cehaleti kendilerini cezadan ve mahkumeyetten kurtarmadığı gibi ahiret kanunları hakkında da cehalet özrü para etmez. Cahiller kıyamet gününde
20r5 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
böyle alim leri göstererek "Ey Rabbimiz! işte bunlar bizi şaşırttı. B inaenaleyh bizim cürmümüzü de onlara yük Ieterak azablarını kat kat ve şiddetli kılmakla iktifa bu yur! " (A'r::ıf: 38) dedikleri zaman, cevabında: " Hepinizin azabı muı:aaf olacaktır. Sizin kabahatınızın da ne kadar büyük olduğunu gerçi siz anlayamıyorsunuz." (A'raf/38) buyurulacaktır. Onun için müslümanlar gözlerini açmalı ve hakkı söyiHyen u lema ile batılı terviç eden münafıkları ayır maya çalışmalıdırlar. işte Bosna'da müslü manların bir "Gayret" cemiyeti varmış. Cemal Hoca o cem iyet üzerin de tesir etmeye çalışıyormuş. Maariften, ticaretten dem vu ruyormuş. Müslü manların ticaretine, ziraatına, sınaatına, din ve ahli�kı bozmayacak maarife herkes taraftardır. Fa kat böyle şeyler için gayret cemiyetleri vücuda getiren müs l ümanlara ne olur şaşıp yanılıp bir de dini gayrete cemiye ti teşkil etseler!.. Dinleri kendilerine hiç lazım değil mi? Bak salar ya bu kere M ısır'da, d insizlik ve ahlaksızlık akımları na karşı durmak için " islam Gençleri Cemiyeti" teşkil olunmuştur. Mebuslardan ve "ei-Hizbu'I-Vatanf" erkanın dan Abdül hamid Said Bey'in başkanlığı altında ulamanın meşhurlarndan bazı kişilerin yardımlarının eklenmesi ile kurulup henüz birinci toplantısında çoğunluğu yüksek mek tep talebesinden olmak üzere beş yüzü aşkın aza kayd eden bu cıımiyet, M ı sır da Kemalist fitnesinin gerçek ma hiyeti ve yayılma tehlikesi anlaşıldığı tarihten itibaren ya pılan mukabil hareketler arasında islamiyetin yanı k bağrına su serpecı3k en mühim ve en mübarek bir hareket sayıl maya şaya.ndır. Mısır'ın islam gençlerine bu fikri Amerika' da teşekkü l eden " islam Gençleri Cemiyeti" ilham etmiş. Amerikadakileri de orada mevcut yüzlerce Genç Hristiyan lar CemiyEıti gayret ve intibaha getirmiştir. Sakatını d insiz lere h izm:ıt yolunda ağartan Bosna'nın kart reisu'l u lemasına bu cıvan-merdane ve dindarane hareketlerden ibret almak düşmez mi? Orasın ı kendisinin nasırlanmış kal bi idrak etınezse, Bosna müslümanlarının harniyet ve di rayetlerini terk edelim de biz şimdi Cemal Hoca'nin yuka rıya kayt ettiğimiz d insiz safsatalarma cevap verelim: (Ya rın, sayı: 1 3, 9 Kanunisanl 1 928, sh:! ve 6) '
HiLAFET VE KEMALİZM
209
iCMA-i ÜMMETi SAPTIRANLAR
Bosna reisu'l-uleması Cemal Hoca, şimdiye kadar dünya üzerinde gelip geçen bütün islam h ükümetlerinin mer'i ve muteber tuttuğu ahkam-ı şer'iyye ve fıkhıyeyi bir cümlede kaldırıp atan Ankara hükümetine hak kazandır mak için, şer'i dört delilden kitap ile sünnete bir şey dene miyeceğini ve lakin icma-i ümmetle kıyas-ı fukahaya gelin ce bunları tanımamakta dini bir mahzur olmadığını söylüyor. islamiyetin bu gibi geçmiş ilme ait kon ularını okuma mış ve tetkTk etmemiş bii adam, Cemal Hoca'nın bu söz lerini işitince icma-ı ümmetle kıyas-ı fukaha'yı kitap ve sün net'ten çok ayrı ve çok aykırı şeyler sanır. Halbuki icma-ı ümmetle kıyas-ı lukaha'ya delil-i şer'i olma selahiyetinin ve rilmesi de kitap ve sünnetten alınmıştır. "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en ha yırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men'eder ve Allah'a inanırsınız." (Al-i imran/1 1 O). Ümmet-i Muham med'in, ümmetierin hayırlısı olduğuna ve emr ettikleri şey'e " Ma'ruf" yani , şer'an tanınmış, nehy ettiklerine de ism-ı mef'ul sıfatıyla " Münker" tabir buyurulduğuna nazaran bu ü mmet tarafından emr olunan , karar verilen şeylerin hak olması ve uyulması vacip tanınması icap eder. Ümmetin görüşü, ihtilaf ile inkısama uğrarsa hak ve isabetin hangi tarafta kaldığı kestirilemediğinden , hak tanınmak imtiyazı ümmetin ittifaka makrün olan re'ylerine, yani icmaa ait ol mak lazım gelir. Şu kadar var ki buradaki ümmetten re'y ve ictihada ehliyet şartlarını haiz olan ehl-i sünnet ve'l cemaat ulamasının hey'et-i umumiyesi maksut olarak, ile ride de izah edileceği vech ile avamın icmaa tesiri olmaz.
210 HtLAF:ET-1 MUAZZAMA-t İSLAM1YE
" iştE' böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olma nız, ReslJılü' n de sizin üzerinizde bir şahit olması için sizi orta (dengeli) bir millet kı ldı." (Bakara/1 43) ayet'i ke rlmesi de Ümmet-i Muhammed'in adaletle m uttasıf ve şe hadeti makbul olduğuna delalet ederek, hey'et-i umumi yesine hüdadan ismet vad edildiğini gösterir. Ve artık hak ve hakikat, islam ümmeti için, genel görüşleri dışında kal mayan bir" ilahi mevhibe halinde bulunmuş olur. " Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan baş ka bir yol a g iderse, onu o yolda bırakırız ve cehenne me sokarıız.' ' (Nisa/1 1 5) ayeti de müslümanların icma-ının kat'ı bir hüccet olduğunu ifade etmektedir. işte bu ayet-i kerime de Cenab-ı Peygamber Efendimize karşıtlı k ve mu halefet edenlerle mümin lerin mesleğinden başkasına itti ba edenleı· hakkında şiddetli cezayı içermiş bulunuyor. Mü minlerin mesleğine muhalefet, Peygambere muhalefet de recesinde bir cürum sayılmıştır. Ve bu cürmü i ki m uhale fetin bir araya gelmesinde mahal yoktur. Çünkü yalnız Pey gambere muhalefet, cezayı mu cip olmak için kifayet eder. Ve müminlere, yani müminlerin heyet-i umumiyesine mu halefet de başlı başına bir cürCım teşkil etmese, evvelkine zam ve il�ıvesi lüzumsuz çi rkin bir söz vaziyelinde kalır. Bundan başka gelecekte zikr olunan müminlerin mesleği , iman ve islam yoluna hami edilemez. Çünkü buna m uha lefet Peygambere muhalefet de dahil ve haklı olduğundan yine çirkin söz ve istidrake mahal kalmamak üzere ikinci muhalefetin ayrıca bir manası olmak lazımdır ki o da mü minlerin icma ve ittifakına muhalefetten ibarettir. Hem de müminlerin mesleğine " ittiba' " tabiri onların mesleğini kayıtsız ve şartsız aynen kabul etmek manasını ifade ede rek, iman ve islam gibi deliliere istinat eden şeylerde ittiba' tabiri pek ıuygun olmaz. ''Ümmetim dalalet üzere ictima etmez. ' ' , ' 'Mümin lerin güzeli gördükleri şey, Allah katında da güzeldir. " , " Allahın e l i cemaatın üzerindedir. " , " Cemaate b i r ka·
HiLAFET VE KEMALİZM
211
rış muhalefet eden kimse, cahiliyet ölümü üzere ölmüş olur." tarzındaki ehadls-i şerifeden her biri ayrı ayrı haber-i ahad olmakla beraber, Hatem'in sehaveti ve Cenab-ı Ali (k.v.)'nin şecaatına dair, her biri zan ifade etmekten ileri geçmeyen haber-i ahad derecesinde olduğu halde mec mu cihetinden manevi tevatürü haiz olmak cihetiyle ilm-i zaruri ifade eden rivayet ve h ikayeler gibi bu hadisler de manası mütevatir bir çoğunluk derecesinde bulunarak hey'et-i mecmuası ile icma'ın katı hüccet olduğuna dela let etmektedi r. Ayet ve hadislerden başka, icmaın katı hüccet oldu ğunda bütün ehl-i sünnet u lamasının icma ve ittifakı var dır. Ve bu ikinci icma', icmaı icma ile isbat tarzında (istek üzere müsadere) tabir olunan batıl bir devri tazammun etmeyip icmaın kat'! h üccet olduğuna akli delil teşkil eder. En büyük mectehidlerden k urulu olan bu kadar ulemanın, bir ağızdan icmaı kat'l hüccet olarak kabul etmesi kafiy yete ait hükümlerinde mutlaka kitap ile sünnetten bir nass-ı katıa istinat ettiklerini bize bildirir. Kat'l delilini elde etme den kat'f hüküm vermemek hususundaki .adetleri, adalet leri ve emanetleri bunu kat'i serette iktiza etmektedir. işte, icmaın hüccet-i katıa olduğunu müttefikan itiraf eden ve ya lan üzerine ittifakları tasavvur olunmay.acak derecede bu lunan ulema, bu ittifakları ile adeta " bizim elimizde bu nun kat'i müstenidi var." d iyerek, bize teminat vermiş olu yorlar. icmaın h üccetini kabul etmeyen miskin de asırdan asıra gelip geçen bütün din i mamlarının ictihadlarına itimat sızlık şeklinde de olmayarak sözlerine ve şehadetlerine i nanmamak tarzında ve kendilerini yalancı çıkarmak dere cesinde bir küstahlık işlemiş oluyor. Halbuki bu icma' , ilm i zaruri ifade eden tevatürün müslümanların havas kitlesi ne müstenit bulunan en üst derecesidir. "Bugün size dininizi ikmal ettim, üz�rinize nimeti mi tamamladım ve sizin için din olarak Islamı beğen dim . " (Maide/3) ayet-i kerimesi ile kemaline vasıl olduğu beyan buyurulan islam Dini'ni ahkamında kitap ile sünne-
2 12 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMİYE
tin serahat alanı dışında kalan halli m uhtaç meseleler hiç Cenab�ı P eygamber Efendimizin irtihafinden sonra, kitap ve sünnet esaslarından ahkam çıkarılmasına kadir ulama nın icma ve ittifakı merci olmaz da neresi olur? Yoksa ke maline vaml olduğu gelecekte beyan edilen islam Dini, ak sine nakıs kalmaya mı mahkumdur? Beş vakit namazlarımızı teşkil eden rek'at sayısı, du ru ve dinamık hareketler gibi dini zuraretler olarak kabul ettiğimiz diinl şeairimizin tafsilatına ait kanaatlerimizde an cak icma-i ümmet deliline istinat ettiğimiz cihetle, icma kafi h üccet olmazsa herhangi bir vakit namazını nasıl kılacağı mız ve kaç rek'at kılacağımız hakkındaki bilgimizin bile kat' iyyetle sabit olmayıp şüphe altında kalması lazım gelir. Ya rın , öbürg ü n namazlarda rukCı' sücudu ilga edeceğini tah min ettiğimiz Ankara hükümetinin Bosna reisu'l-uleması gi bi tasdlkçilori belki şimdiden böyle şüphelerin islam inanç ları arasına, girmesini arzu ederler. Bir misal daha söyfiyelim: Beş vakitte okunan ezan-ı M uhammed! hakkındaki hadisler, tavatür mertebesine ha iz olmadığına mebni ezanın kat'iyetle islamın şeairinden sa yılması icma' deli line istinat etmektedir. işte icmaa şer'l de liller arasında kıymet vermemek müslüman dininin ezan şe ari ni de şüpheye düşürecek bir fitne yolu olur. Bunun mi sali daha çcıl<tur. Ve hepsi Ankara hükümetinin islam Dini hakkında mutasavver bir suikasdını istihdaf eder. (Yarın, sayı: 1 4, 3/:Y1 928, sh: 1 ve 4) " Ey im;an edenler! Allah 'a itaat edin, Peygamber' e ' ve sizden olan emir sahibierine (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -AIIah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasul'e götürün. (Onların t al im atina göre hal\edin.) Bu hem ha yırlı, hem dt� netiçe bakımından daha iyidir." (Nisa/59) ayet-i kerlme:si ise Islam şeriatının dört tür delilini de ihtiva etmektedir. Allah'a itaat Kur'an-ı Kerim'e, Peygamber'e ita at de hadls-i şerltıere itaat ve i nkiyatı amir olduğu gibi ulu'l emre itaatten icmaı tanımak, niza' ve tereddüt vukuunda meseleyi kitap ve sünnetten istinbat edecekleri ahkama bi naen muamele eylemek, yani kıyas-ı fukaha ile amil olmak lüzumu anlaı;ıhr.
HİLAFET VE KEMALİZM
213
Ayetteki "Uiu 'l-emr" tabirinin en doğru tetslrine gö re bundan, müsl ümanların ulaması ve müctehitleri m urat olarak bir asrın, bütün müctehidlerinin ittifakı ile takarrur eden şer'i bir hüküm icma-ı ümmete müstenit addolunur, ve itaatı vacip olur. "Uiu'l-emr"i hükümetlerle tefsir etmek makul olamaz. Çünkü hükümetler zalimane ve gayr-ı meşru' emirlerde ve yasaklarda bulunmak ihtimali vardır ki bunları müslüman lar tanımakla muvazzaf değillerdir. Hatta "Herhangi bir işe itaat, ancak şeriata uygunluğuna bağlıdır. " ve "Aifah'a masiyette, mahhlka itaat olunmaz. " gibi i slami dOstur ların hükmünce müslümanlık, hükümetlerin böyle gayr-ı meşru' emirlerine itaat etmemeyi tercih eder,ve bizim dini miz bu gibi h ürriyet meselelerinde hükümetlere karşı hal ka medeni Avrupa'nın esaslarından fazla yetki verir. "Uiu'l-emr" hükümetle tefsir edilse bile hükümet amirleri müctehidlik mertebesine haiz bulunmadıkları su rette " Eğer bilmiyorsanız, zikir (ilim) ehlinden sorun." (Nahl/43) ayetinin müeddasınca hareketıerinde müctehit lerden istiyzan ve istitta ile mükellef oldukları gibi, ilim ve ictihad ehlinin müttefikan verecekleri cevabın mukfazası nı tatbik ve icra ile de mükellef olmaları lazım gelir. Yoksa iman ehline m üracaatta bir fayda mutasavver olamaz. Ve bu suret neticesinde de yine müctehitlerin icmaın uyulma sı lüzumu tebeyun ve tahakkuk etmiş olur. "icma-ı Ümmet" tabirinden anlaşılacağı vech ile müc tehitlerin ittifakı bütün islam m illetinin ittifakı masabesin de tutularak kerameten hak ve şer'an hüccet sayılmış ve bütün efrad-ı ümmetin raylerini cem etmek zor olduğu gi bi, fikir ve görüşe ehliyeti olmayan avamın ittifakına bina en hükm edilemiyeceğinden, onların m ümessili ve ehl-i hal ü akdı mevkiinde bulunan ictihat mertebesin i haiz ulama nın ittifakı milletin ittifakı mukamına ikame edilmiştir. Ayet-i kerimenin son fıkrasından anlaşılan kıyas-ı fu kahada gayr-ı mansus ahkamı, Allah ve RasuiQ tarafın�an ıı:ıansus olan emsal ve eşbahına irca etmekten ibarettir. Işte
214 HiLAFET-İ MUAZZAMA-İ İSLAMİYE
kıyas-ı ful<aha budur. Ve bunun makbul ve m u'teber olma sı işaret olunan ayet ile sabit olduu gibi, bizzat Genab-ı Peygamber Efendimiz buse ile orucun bozulup bozulma yacağını soran zata " Mazmaza/suyu ağızda çalkala mak/ile bozulursa bununla da bozulu r. " buyurmuş. Öl müş babası hesabına hacc etmek için soru soran kadına da: " Babanın zimmetinde birisine borcu olsaydı da ar kasından sen ödemek isteseydin, ödeyemez miydin?" tarzında cevap vererek kıyas-ı fukaha nümuneleri göster miştir. Allahın ve Rasulunün makbul saydığı kıyas-ı fuka hayı kabul etmeyen Bosna reisu'l-ulemasına ne demek la zım geleceğini artık siz tayin ediniz. işte kıyas-ı fukaha da icma-ı ümmet g ibi ahkam-ı şer'iyyenin dayanaklarından bi rini teşkil eder. Şu kadar var ki icma, delil-i kat'i; kıyas-ı fukaha da delil-i zannl mertebesini haizdir. Çünkü birincisi bütün müctehitlerin görüşlerinin ittifakına, i kincisi mücte hitlerinden bir kısmının re'ylerine istinat eder. Hem de bu re'yler, tabiatıyla indi olmayarak . . . kıyasın naslardan ma kisun aleyhi bulunduğu gibi icmaın da bir senedi bulunması zaruridir. icma--ı Ümmet'in islam Dini'nde kat'! hüccet olarak ka bulü yukandaki şekildeki üzere kitap ve sünnet'ten bir çok delaile miıstenit bulunduktan başka akli deliller de bu hu susta nakli delillerden geri kalmaz. icma esası, bugünkü demokrasinin de esasını teşkil ettiğine ve yalnız ilim ve ic tihad kayı\Jarının ilavesiyle icma-ı ümmette m ünevver de mokrasi esasının kabul adildiğine nazaran, asrilik iddiasın da bulunan Cemal Hoca'nın Islam Dinindeki icma-ı ümme te itiraz et:nesi bir cinnettir. Bu cinnet ona, zalim ve müs tebit bir hükümete dalkavukluk etmesinden gelmiştir. işte gördünüz mü? islam Dini zalim ve müstebit hükümetlerin emrine kıymet vermiyor, fakat icma-ı ü mmeti adeta ayet ve hadis gibi hüccet sayıyor. Hani sahte Ankara Cumhuriye tinin ağzında: "irade-i Milliye" adı i!e bir yalan tedavül edi yor ya! işt13 icma-ı ümmet o yalan tabirin doğrusuduL Bu sıfat ve selahiyeti islam Dini, islam m illetinin şuurlu mü messilleri ve tabii mebusları bulunan ulemanın ittifakına iza-
HiLAFET VE KEMALİZM
215
fe etmiştir. Milletin vekilieri b i r meselede ittifak ederlerse boyun eğilmez mı? Lakin Cemal Hoca gibi dalkavuk ve zelll hilkatteki adamlar millet vekilierinin ittifakının kıymet ve öne mini anlamazlar, m üstebit hükümetlerin keyfi hareketleri ne nass-ı kiHı' gibi iman ederler. islam Dini, ehfiyet şartfarını haiz müctehidferin umu mi ve müttefik kararlarına ittibar lazım ve vacip kılmış, fa kat arada ihtilaf vaki ise " Parleman" ( * ) usulünde oldu ğu gibi çoğunluk tarafına külliyet ve icma derecesinde önem vermiyerek, müctehitlerin çoğunluğuna veya azınlı ğına uyma h ususunda ü mmeti serbest bırakmıştır ki b u da gayet özgürlükçü bir m uamele olmakla beraber, hak ve ha kikate h ü rmet nokta-i nazarından da en doğru bir meslek tir. Çünkü hak ve hakikat görüş sayısı ile ölçülmez ve dai ma çoğunluk tarafında olmaz. ictihat sahibieri arasında i h tilaf olmayıp hepsenin reyi birleştiği ve hariçte hiç bir fikir ve ictihat kalmadığı surette ise bu müttefekun aleyh . . . . . ve tabii bir şey olamazken, icma-ı ümmete ve kıyas-ı fukaha ya şimdiye kadar ehl-i islamın verdiğı kıymet ve ehemmi yeti vermek istemeyen Cemal Hoca ne demek istiyor?
( *) Parleman: Parlamento, demek istiyor/SA
2 1 6 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
FUKAHANIN KIYASI
" Be n hiç bir kimseyi fikir ve ictihadımı kabule mec bur tutmuyoru m. " demesi de riyaset-i ilmiye makamın dan çekilmeden söylenecek bir söz değildir. işte Cemal Ho ca, değil kendisi gibi yal nız kalan ve şartlarını kapsama yan bir m üctehidin, bel ki bütün müctehidlerin sözünü, ic maını bir kuvvet ve bir kıymet saymamak suretiyle o me yanda kEındi bastığı dalı keserken, bugüne kadar işgal et tiği riyasGt-i ulema makamının müsta'ni-i anh olduğunu iti raf etmiş olur. Zaten böyle el altından dinsizlere alet olan dini reislr3r daha doğrusu deni reisler Ankara kabinesinde ki Şer'iyye Vekilieti' nin ilgasına kabinede ve Meclis-ı . Me busan'da bizzat re'y veren Şer'iyye Vekilieri gibi bugün Bosna' nın reisu'\-u\ema\ıK maKamının i\gasır.a oa Cema\
Hoca razı olabilir. Dinsizlere bu şekilde hizmetini ikmal et mekten çekinmiyeceğini sanırım. H izmetinin karşılığını on lardan fazlası i le alacağına emindir. Hasılı, Cemal Hoca' nın ilk ve son yayınlanan fikirlerine nazaran islam Dini'nde ulema ve fukaha ünvanı ile dini meseleleri hal ve fazla sa irlerinden fazla yetkili kimseler yoktur. Cemaleddin'in yar d ımcısı Osman Nuri'n i n sözünce islam D i n i ' nde "Ruhbaniyet" de yoktur. Halbuki "Ruhbarniyet"in, dağ ba şında veya başka bir uzlet köşesine çekilerek dünyayı terk etmek veya ibadet ve riyazetle meşgul olmak manasında olduğunu bu cahil ulema bilmiyorlar da bunu kendi kendi ne dini atıkarn vaz'ı ve helal ve haram uydurması mana sında kullanıyorlar. Mectehidin-i Kirarn Hazaratını da Allah' tan korkmadan arzularına ve akıllarına göre dinde ahkam koymaya katkışan veyahut müslümanlar tarafından kendi lerine böyle yetki makamı verilen kişiler durumunda sayılı yorlar ki bu da din imamları ile onlara tabi olan müslüman lara ayrıca bir iftiradır. islam müctehitleri kendi kendileri-
HiLAFET VE KEMALİZM
217
ne teşri-i ahkam hak ve imtiyazını iddia etmek gibi naklse lerden çok uzak ve çok münezzehtirler. Onlar ne haramı, helal, ve ne de helali haram yapamazlar. Cenab-ı Peygam ber bile kendi kendine bu hakka malik değildir. Nerede kaldı din uleması ... M üslümanlık, d inde ahkam ve kanu n koy mayı Cenab-ı Haktan başka kimseye vermez. Müctehitler Hazaratı ise ictihatlarında Allah'ın ve Peygamberin murad ve rızasını araştırmaktan başka hiç bir maksat takip etmez ler. Bosna reisu' l-uleması gibi i nsanların ve h ükümetlerin mizacın ı veyahut zamanın ihtiyacını kollamazlar. Bu cihet le onların ayat ve ehadis üzerindeki tatkikieri zamanın ihti yacına uymak ve bir arzuya tabi olmak gibi, ictihat ilminde "Teşehhi" tabir editen çürüklükle malul olmaz. ( .. ) ilim lerde müctehid hiç bir şeye bakmayarak mutlak hakkı araş tırır. Din ilminin müctehidi de kitap ve sünnetin mizac ve rızalığı ile kayıtlı olan hakkı arar. Çünkü onun nazarında hak-ı mutlak işte bu hakk-ı m ukayyetten ibarettir. Şaari'i n nokta-ı nazarından başka bir şey tanımayan ve kendisini yalnız emr-i kavlt mevkiinde gören islam Dini müctehitleri nin iman ve itikadınca, Şari'in ihata-i nazarı d ışında onun emrine karşı gelecek ne zaman i htiyacı, ne de başka bir şey vardır. Ve reisu'l-ulema gibi zamanın ihtiyacını bilmez ler. ilim tahsil etmek isteyen geli nin, kızların, kadınların te settüre riayet etmemelerin i zamanın ihtiyacından sayma sı gibi. .. . . . Bu hanım kızlar, erkek talebe ile bir mektebe ihtilat etmeseler, öğretmenin huzurunda da yüzleri peçeli olarak otursalar ve mekteblerine bu kıyafetle gidip gelse ler yüzleri ile beraber ilim tahsiline karşı akılları da kapan mış mı olacak? Bu defa belki reis bunda meşakkat olur, diyecektir. Çünkü zavallı meşakkatı da bilmez. insanların arkasında bunca yük taşımakla geçimini sağladığı dünya mııda kadının yüzündeki peçeyi bir yük sayanların mak sadı na-mahrem kadınlarla yüz-göz olmaktır. Bu onlarca zamana ait bir i htiyaç ve belki şehvani bir ihtiyaçtır. Sonra, biÇare Reisin Bosna'da eskiden beri kızların evieni neeye kadar erkekten kaçmadığını Türkistan'da, Arabistar:ı'ta,
2 Jl 8 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t tSLAMtYE
Rusya'da ve daha dünyanın bilmem hangi bucağında ka dınların açık gezdiğini delil göstererek, nerede olursa ol sun bir takım cahilce ve lau balice hareketlerden şer'l ah kam çıka rmaya kalkışması tam Reisu'l-Uiema'ya yakışa cak bir düşünce tarzıdır! Bunu alim-i istidlall değil, cahil tes lisine beıızetmek, ve batılı makisun aleyh yapmanın beliğ bir örneği saymak uygun olur. Fıkıh ilmi kitabiarındaki ka rarlaşmış hususları insanlar yaptı, diyerek din imamlarının ve m üslüman ların havassının , ashab zamanından beri kemal-i dikkatle m uhafazasına itina ettikleri şeair-i islami yeye iti m atsızlık telkin ederken kendisi ötede berideki avam-ı mı1slimlnin cahilce hareketlerinden ders almakta ol duğunu gösteriyor. Doğrusu bu adamda ulema ve fukaha nın sözlerine düşman ve cahillerin hareketlerine hayran ol mak ibtila.sı var. Besbelli müşabehet ilgisi bunu icap edi yor!.. (Ya:ın, sayı: 1 5, 1 7 Şubat 1 928, sh: 1 ve 4) islam Dini'nin asli kaynaklarını şöyle bir tarafa bıraka rak, bazi pervasız insanların ve hatta bazı çılgın milletterin uydurdukl arı hareketlerden ve emr-i vakilerden din konu sunda fetım almak ve hüküm vermek modası zamanımız da hayli ilerlemiştir. Böyle mübalatsız ve saygısız hareket lerin ve h ilkCımlerin dünyada bir cezasına çarpılmak tehli kesi görül mediği cihetle dini meselalerde haddini bilen ve bilmeyen '!erkes birer müftü kesilmiş, yetkili bir müctehid gibi mütal:3.a yü rütmeyi gözüne kestirmiştir. Nasıl ki geçen gün Gümı:ilçine'nin yeni cemaat reisi, Balkan gazetesi ' n i n muharririne kıyafet hakkında müftünün veremediği fet vayı vermi:ı. islam Dini'nin garip tecellisine bakınız ki Saray Bosna'nın dini bütün islam Cemaatı reisi mahalli gazete lerde neşr olunan mektubları i le dinsiz Reisu'l U lema'yı di ne davet eıderken Gümülçine Cemaat reisi dindar müftü efendiyi şm'i vazifesini ifadan men ' e cür'et edLyor. Sanki hata eder�;e ne olacak? Dinden mi çıkacak? Yağma yok! Dinden çıkmakk öyle eski hocaların anlattığı gibi şimdi ko lay değil . Bir adam kendi istemedikçe onu kim dinden çı karabilirmiş? işte Cemal Hoca da öyle diyor. Evet kimse
HlLAFET VE KEMALİZM
219
çıkaramaz, lakin dine karşı terbiyesini takınmaya mecbu riyat h issetmeyerak de zor ile müslüman kalmak ve adeta dinin başına bela olmak isteyeni Allah da çıkaramaz mı aca ba? Bana kalırsa dinden çıkmak korkusunu ceffe' l-kalem ilga eden asrflerin m uradını beri taraftaki gafil müslüman lar iyi anlamıyorlar. Dinden çıkmaktan korkmamanın ma nası, kolay kolay çıkılmadığından değil, çıkılsa da sanki ne lazım gelir, ne kaybedilmiş olur tarzında bir korkusuzluk ve bir tür asrllik şecaatı kazanmaktır. Onun için dini tepe tepe kullanırsın, din beni terk etse bile ben onun yakası n ı bırakman dersen , hele o kadar nazlanmasın . Dinin bana ihtiyacı benim ona ihtiyacımdan ziyadedir dersen, din, es ki kafalı şaşkın hocalar gibi değildir, milyonlarca müslüman ları elinden çıkarmak ister mi dersin , hasılı ne olsa diyebi lirsin. Çünkü dinin bugün murakıbı ve muhasibi yoktur. MahiOI bir arsa gibi herkes onun üzerinde futbol oynamak hakkına maliktir. Sözümüzü umumi ve mübhem bir serıeniş tarzında yürütmüş olmamak için misal i le de izah edelim, bakalım cahil reisu 'l-ulemanın dediği gibi insan dinden çıktığını sa rahaten itiraf etmedikçe müslümanlığına hiç bir taraftan toz kondurabilir mi imiş, kondurulamaz mı imiş? işte hala müs lümanlık davasını elinden bırakmayan ve ukaladan geçi nen bir çok adamlar var kı, Cemal Hoca'nin da şimdilik Al lah kelamı ve islamiyetin ebedi istinadgahı olduğunu tes lim ettiği Kur' an-ı Kerim' i n sarahaten müsaadesine iktiran eden deaddüt-i zevcatı vahşet sayarlar. Yine Kur'an-ın sa rahatı mucibince kadını erkeğe müsavi tutma yasağını, ada letsizlik sayarlar. Kur'an'daki miras ahkamını makul ve mantık! bulmayarak Frenk kanun verasetleri ile mücade leye kalkarlar. Kur'an-ı Kerim, Hz. Meryem'in iffet ve ismeti ne mükerrer ayetleri ile şehadet ederken, bütün dünyada ki kadınlardan eşref olduğunu söylerken , zor ile müslüman kalmak isteyen bu kabadayılar, Cenab-ı isa'nın -haşa- piç l iği hakkında kendi akı.l larınca kanaat muhafaza ederler. Yani Kur'an-ı Kerim'in şahadetini tekzib ederler. Türkiye
220 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
dışında ve muhalifler arasında gezen bir ittihatçı asker pa şası (x) bii irim ki işte b u itikatta bulunur. Hem de M üslü man geçin i r, belki islam Dini'nde ulemadan geçinir. Ve ta biatıyla ulemayı beğenmeyen ulemadan! Sonra geçen gün ikdam Ga:ı:etesi, Dobruca ' daki Mehakim-i Şer'iyye kadı lıklarının i l(;:ıası talebinde bulunan o havalinin südü bozuk Türk gençlerini alkışlarken kadılıkların muhafazasına çalı şanları da yobazlar falan diyerek dinsizlere Farmasonla ra mahsus tabirlerle tazyike yeltendiği sırada o mahkeme terin düstCıru'l-amel ittihaz ettiği Mecelle ahkamı, yani Şe riat kanunları hakkında da tabii' Türkiye'de m ünteşir bir ga zeteye yakışacak terbiyesizl ikler de bulunuyordu. Şer'i Mahkemeleri çürütmek için söylediği sözler ara· sında o mahkemlerden h ı rsızın eli kesilmesi gibi vahşice h ü kCımlar tadı r olduğunu da i lave ediyordu . H albuki hırsı zın bu şekilde cezalandırılmasını Kur'an-ı Kerim emr edi yor. Şimdi Dobruca mahkemelerinden böyle h ükümler sa dır da yok ya! Fakat i kdam (Gazetesi) onu şeriata ve Kur' an'a sövücülük olsun diye mevzu-bahs etmiş. Hı rsızın eli kesilmesi � akkında, sarih ayet-i kerimeden başka bir çok hadisler bulunduğu gibi Sahih-i Buhari ve imam-ı Ahmet bin Hambel 'in "Müsned"inde zikir edilmiş olarak, Cenab-; Peygamber'i n kendi sevgili kızı Fatıma dahi çalsa, elini ke seceğine y€ımin ettiğini ifade eden: "Sizden önceki insan ları ancak onların, içlerinde şerefli ve nüfuzlu kimse çal dığı zaman onu cezasız bırakır, içlerinde zayıf kimse çal dığı zaman ona ceza verir olmaları helak etmiştir. Mu hammed'irı nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki, M uhammed'in kızı Fatıma çatmış olsaydı , m uhakkak onun elini de keserdim . " (Şahih-i Buhari terc.9/4004) hadis-i şeri1i de " ikdam"cı gibi dinsizler ne bilirler, rre de bilseler önem verirler. Türkiye'nin ve Dobruca'nın dinini ve milleyetini kaybetmiş olan b u Mahkeme-i Şer'iyye d üş manları kadar d ünyada d.aha sefil düşüneeli adamlar olur m u acaba? Gayr-i müslim bir devlet idaresinde bulunan Mahkeme-i Şer'iyye'yi ilga ettirmek marifet değil, açtırmak (x) ilerde adı çeçecektir: Vehlb Paşa/S .A.
HİLAFET VE KEMALİZM
221
marifettir. Onların ilgası, dinine sadık müslüman teb'ası nrn hatırını nazar-ı dikkate almazsa Romen Hükümeti'nin çok işine gelir. Bir memlekette hakk-ı kazaya nail olmak, o ne mühim şeydir, ne büyük bir imtiyazdır, o imtiyaz? Dob ruca ve sair memleketlerdeki müslümanlara islam Dini' nin şerefi sayesinde verilmiştir. Şimdi de Dobruca'nin şaş kın Türkleri ellerinde bulunan ve kendi gayret ve himmat leri ile binde bir ... sağlamaya kudretleri yetişrnek ihtimali olmayan o büyük nimeti tepmek, ve sırf islam Dini'ne iha net olmak için tepmek cinnetinin hummasına tutulmuşlar. Sırf Müslü manlık Dobruca'da darbelensin , m utazarrır ol sun diye Şer'i M ahkemelerin islam münewerlerine resmi bir post, maddi bir menfaat temin ettiğini bile dumanlan mış gözleri görmüyor. Vay şaşkın herifler, vay aiÇak herif ler vay! Haydi sen gel de aklın ve insafın varsa şimdi bun lara yine Müslüman de bakalım! Beri taraftan " i kdam" Ga zetesi, yobazlar mahkeme kadılıklarındaki menfaatlarını bı· rakmıyorlar, diye güya onları ayıplıyor, hükümette bir san· dalyaya malik olmak ve o sandalyanın ödeneğini almak bir kabahat ise Türkiye'nin devlet adamları de hep kabahatlı ve menfaat-perest kimselerdir. Onlar da resmi makamları nı ve hükümeti bozup d ağıtsalar ya? Doğrusu gerek Dob· ruca'daki kendi mahkemeleri aleyhinde teşebbüs eden Türk ve Müslüman azmanlarının ve gerek Türkiye'deki teş vikçilerinin şu hareketi, mayası bozulmuş ve aklını kaçır mış olan Türk m illetine mahsus maskaralıklardır ki kendi menfaatine ve kendi şerefine bu derece haince tecavüz eden adamlar d ünyanın başka milletlerinde görülmek ihti· mali yoktur. Ne ise bu değildi. H ırsız hakkında Kur'an-ı Ke rim'in tayin ettiği mücazatı ta'n ve teşni ile andıklarını , bu na da bir misal olarak irad etmiştik. işte biraz ewel saydı ğımız vech ile, sarahaten Kur'an-ı Kerim 'de zikr olunan bir çok şer'i ahkamı beğenmemek ve red etmek cür'etinde bu lunsunlar, hem de Müslüman kalsınları Bu ne kadar tena kuz! Kur'an-ı Kerim'in münderecatını kısmen tahtie eden (hatalı sayan) adam, onun Allah kelamı olduğunu kabul etF. 1 2
222 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMİYE
mediğinen buna cür'et eder. Genab-ı Hak bazı şeylen iyi bilememiş! Şimdi akıllı kulları Allahın yanlşılarını tashih, ediyor! .. Denilemez ya! Demek ki herif Allahı beğenmiyor, Peygamberi tahkir ediyor, hem de Allah'a iman ettim, Pey gambere iman ettim, Müslümanım diyor .. Hocalar beni tek tir etti d iye kızıyor. Yobazlar benim dinime vicdanıma ne karışır? Beni m üslüman yapmak, gavur yapmak, afaroz et mek onların elinde mi, diyor. M üslümaniılda ruhbaniyet yok tur, böyle selahiyetler kimseye verilmemiştir, diyor. Halbuki işte Hocalar, ellerinde doğrusu söylemekten başka bir şey olmadı�:ıı için herTfi müstahak. . . . kimseyi gavur yapmak, müslümanlıkta i bka etmek ve günahı atv etmek hocaların elinde c laydı, belki haydi hatır için seni yine müslüman sa yacağız .... diyebilirlerdi. Lakin hoca ne yapsın? HerTti Kur' an tektir edriyor, akıl ve mantık tektir ediyor. Tenakuzlu imanı tektir ediyor. "Müslümanın kusuru olmaz mı? Cenab-ı Hak gafur ve rahim değil mi? insan fasık ve gü nahkar olarak müslüman kalamaz mı? Hocalar, kebai rin bile Ehl-i S ünnet Mezhebinde kabil-i afv olduğunu, küfrü mucip ol madığını söylerlerdi ya! " diyerek yine o beğenmediği hocaların sözü ile müslümanlığını müdafaa edecek olsa buna da imkan yoktur. Çünkü insan boyunca günaha batarak, Allah'ın emir ve nehyine karşı pek çok ku surlardıı bulunarak yine müslüman kalabilir. Hocalar da onu tektir etmezler. Nefsine, şeytana uyup günah işiemek fa kat g ü n ahını g ü nah, ve kabahatını kabahat sayarak had dini bilrnek ve kusurunu itiraf etmek başka, Allah' ı kaba hatlı çıkarmak, emir ve nehyini beğenmemek ve makul gör memek de başka .... Birinci tür ve şekildeki g ünahlar ne ka dar çok olsa i mana zarar vermez, çünkü imana aykırı ol maz. Lilkin ikinci tür ve şekildeki günahın zerresi bile ima nı zirü ;�eber etmeye kafidir. Çünkü Allahına ve Rasulü ne iman etmekle itiraz etmek bir kalbte toplanamaz. Allah'a ve Rasulü'ne itimatsızlık, hürmetsizlik hissi h asıl olan kal bin imanı ve tasdiki yalandır. ilah! ahkamı layık olduğu tes lim ve ta'zim ile karşılamayanların müslümanlıkları hakkın daki ikrar ve iddiaları da yalandır. (Yarın, sayı: 1 6, 2 M art 1 928, sh: 1 ve 4) ..
HlLAFET VE KEMALİZM
223
KüfOr ve iman meselesin i n tetk1ki, konumuza dahil de ğildi. Lakin Cemal Hoca nin bir sözü ile Gümülcine cemaat reisinin din ulamasına fetva dersi vermeye kalkması bizi biraz da bu meseleden behse sevk etti. Daha yukarıda te settür meselesine de henüz nöbet gelmeden sevk-i kelam ile bir� temas etmiş olduksa da tamamını sonraya bırakı yoruz. lema-ı ü mmet ile fukahanın ictihadı konusuna ait sözümüzü henüz bitirmediğimiz cihetle yine o konuya av '
det ediyoruz. Her ilirnde doğru sözü ihtisas sahibine bırakmak la zım gelirken dini meselalerde din ulamasın ı n nokta-i na zarlarına kendi fikirlerin i tercih ederek ulemaya ta'n ve teşni' etmek cür'etinde bulunan dinsizlerle müctehitlerin icmaına, fukahiinın kıyasına kıymet ve ehemmiyet verme me hususunda dinsizlerden farkı görülmeyen Cemal Ho ca 'ya diyoruz ki; evet, islam fukahası, teşri-i ahkam hakkı na malik değillerdir. i slam Dini onlara bu yetkiyi vermemiş
tir. Peygamber Efendimiz " Ben Allahın kuluyum." diye rek risaletini ilan ettiği gibi i slam uleması da hiç bir zaman Allah ve Peygamber huzurunda kendilerine istiklal-ı re'yi andıracak bir sıfat ve selahiyet iddia etmemişlerdir. Bu böy le olmakla beraber din babında fakih, gayr-ı fakih, alim, ca hil farkı yokmudur ki icmai ve infiradi müctehit sözün ü n önemi olmasın? "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyen bizzat Kur'an-ı Kerim değil midir? Farz-ı muhal ola rak dört şer'i delilin diğer üçün ü Cemal Hoca'nın arzusu vech ile çürüğe çıkarıp yalnız Kur' ana itimat edilse, Kur'an-ı Kerim' i n manasını iyi anlamak hussunda yine ömrünü Kur'an-ı Kerim'i anlamak için lazım olan ilim ve fenleri için de geçirmiş alimlerle cahilleri n farkı olmayacak mı? Ve bu alimler, şu ayetten şu şer'i hükmü anlaşılır, diye ittifak eder lerse onların ittifakına kıymet ve ehemmiyet verilmiyecek ' mi? Sonra (Bununla beraber) Müminlerin hepsinin top
tan setere çıkmaları doğru değildir. Onlardan her top loluktan bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde (onları Al-
224 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
lah'ın azabı ile) korkutmak için geride kalmalıdır. " (Tev be/1 22) ayet-i kerimesinde cihat farizasından bile istisna edilerek dinde tefakkuhla vatandaşlarını tezvir ve tahzire selahiyet i ktisab etmeleri Allah tarafından irade buyurulan adamlar k imlerdir? " Allah bir kula hayırlı bir (iş) dilerse dinde faklh yapar. " tabirinin aslı ve bir şeref ve meziyeti yok mudur? Ta ashab ve tabiin devrinden itibaren hiç bir dinin uiemasına kıyas olunmayacak surette islam Dini'ne hizmetleri geçen ve cildli eserleri ile bütün dünyada hukuk ilmi dersi veren müctehitler, muhaddisler olmasaydı islam Dini bize �:adar tahrif ve tağyirden masun olarak nasıl inti kal ederdi? Cahil Reisu'I-Uiema bilsin ki icma-ı ümmetin dayanağı l:ıulunan islam uleması Kur'an-ı Kerim'i 1 300 se neden beri olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. Eğer onların sözü ve icrna'ı hüccet olmazsa Kur'an-ı Kerim'in hüccet sa hibi olmak mevkii de tezelzül eder. Belki Cemal Hoca gi bi, d insizimin arzusuna hizmet eden din alimlerinin iste dikleri de budur. Lakin henüz buna sıra gelmemiştir. Evet, reis Cemaleddin'in, ben her zaman için hükmü cari ve ebedi oları Kur'an-ı Kerim 'e bakarım, diyerek fukahilyı, mezhep imamlarını istihfaf ederken Kur'an-ı Kerimi elinde kalkan yaptığına inanmayın ız, aldanmayızı. Bu zatın, fu kahanın al<valine, müctehid sözüne itimaıt etmem, Kur' an ve Hadli's'i tanırım, dediğine ne bakıyorsunuz? Böyle dinsiz kalkavuğu cahil hocaların asıl maksadı ayet ve ha disleri i bta! etmektir. Yoksa Kur'an ve hadisi, hadiseye tat bik etmek için bile fıkha ve ictihada ihtiyaç bulunduğunu bilmeyecel< ve takdir etmeyecek kadar akılsız olamazlar, Kur'an ve hadisiere istinat etmek isteyen adam, islam tık hı ve fukalıasını nasıl istihlaf edebilir ki nasslara istinat mesleğinin en sadık, en müdekkik adamları onlardır. On lar Cenab..ı Risaletpenah Efendimizle ashab-ı kiramın si ret ve harel<etlerini işieyecek ana kuralar i_tti haz etmek üze re o derecH tetkik ve takip etmişlerdir ki Islam alemindeki bazı müslüman kadınlarının adem-i tesettürünü, davasına cahilce bir :>e net olarak ortaya: atan Cemaleddin Hoca ken-
RtLAFET VE KEMALİZM
225
di asrının müslümanlarını bile o kadar bilmez. işte fıkıh ki taplarında tesbit edilen islamın şeairine, islamın "Altın Çağı" tabir olunan kaynak devrinden alınmıştır. Şimdi bu na mukabil Cemal Hoca da müslümanlığı, ir.an, Turan adetlerinden, veyahut istanbul' da, Bosna'da daha ewel den açık gezen kızların hareketlerinden alıp çıkartmaya ça lışıyor. Kur'an-ı Kerlm'i eline diline kalkan yaparak fukaha sö zünü alaya alan Cemal Hoca' nın ası l maksadı , Kur'an ve hadisleri ibtal etmektir, demiştim. Bakınız bu davamı nasıl isbat edeceğim: Malumdur ki, Türkiye'ye daha yakında gidip gelen Mü maileyh, oradaki Mustafa Kemal inkılabından medh ve si tayişle bahs etmiş ve bu inkılabın islam Dini'ne aykırı bir yönü olduğunu söylememiş, Bosna müslümanlarının da ye nilik yolunda yeni Türkiye'nin arkasından gitmesi dileğin de bile bulunuor. Demek ki Cemal Hoca, Türkiye inkılabı nın her tarafını bağeniyor. Seğenmediği ve ten!<ide l ayık gördüğü noktalar olsa açıklamalarında onlardan da bahs ederdi. (1). Türkiyi inkılabının en mühim yönü ise, orada h ükümetin Mecelle gibi fıkıhtan alınan kanunları ilga ede rek yerine isviçre kanunlarını i kame etmiştir. Demek ki Ce mal Hoca bunu da hoş görüyor. Hatta hoş gördüğü için icma-ı ümmete ve kıyas-ı fukahaya itimatsızlı k göstererek; M üslümanlık fıkıh kanunlarından ibaret değildir, demek is teyerek onların şu kanun mübadelelerini zımmen müdata aya bile çalışmış oluyor. Halbuki Kemalist Hükümeti fıkıh ve şeriat kanunlarını ayet ve hadisler gibi zamanın teced düdü ile teceddüt etmeyen sabit esaslara dayanmıfbulunmak töhmetiyle hükümetten iskat etmiştir. Yani ilim-ı fıkıh ka n unlarının onlara göre kusur ve kabahatı icma veya kıyas-
( 1 ) Cemaleddin'i düştüğü şu bataklıktan kurtarmak için, kendisine yar dımcı çıkan Osman Nuri maskakasının: "Mustafa Kemal Bosna hoca larından daha müslümandır" demesi de, bu rezillerin Mustafa Kemal' e bütün icraatında hak verdiklerini göstermez mi?
226 HtLAFET-t MUAZZAMA-t tsLAMlYE ı fukaha tarafında değildir. Çünkü bunlar zamana gore bir dereceye kadar değişebilir. Asıl değişmeyen ve ta'dil ve tebdil kabul etmeyen kitap ve sünnet vardı r ki fıkıh kanun larının en Jazla başı bu iki ana esasa bağlı olması asri (!) Kemalist h ü kümetin işine gelmemiştir. Bunu o h ükümetin erkanı ve özellikle Adiiye Vekili, büyük bir c ür'et ve yetki ile söyledilr3r. Bosna'nın reisu'l-uleması işitmediler mi? Ga zetelerde okumamış mı? Hain m ünafık! i cma-ı ümmeti ve kıyas-ı fuka.Myı beğenmiyor d a ayet ve h adisleri beğeni yar, öyle mi? Dinsiz efendileri icma ve kıyastan ziyade de ğişmeyen ayet ve hadisleri istemediklerini söylerlerken, on ların Bosna'daki savunma vekili, ayet ve hadisiere itimat ederim derse inanır m ısınız? . . . . Şer'i delillerden sayılan i c ma ile kıyasın sonucu, değişmeyen ayet ve hadisiere da yanmasaydı Kemalistler tarafından bu derecede redde ma ruz olmayacaktı. Onlar asıl yenilik kabul etmeye ayet ve hadisler ile anlaşamadılar. Ve bunların i lahi vahy olduğu na da inanmadıklarından, fıkıh ve şeriat kanunalrını i sviç re kanunlan ile mübadele ederek bir hamlede işin içinden çıktılar. Dalha doğrusu milletler ve millet meclisleri tarafın dan tanzım olunan bütün asri kanunlar, tıpkı icma-1 OM� MET ve kı;(as-ı Fukaha gibi ictihad mahsulüdür. Şu fark ile ki asri kanunları vücuda getien ictihatlar bir kayıt ile m u kayyet olmadığı halde icma-ı ü mmetle kıyas-ı fukahıiyı vü cuda getireın ictihatların kitap ile sünnetten birine m üsta nit ve müntehi olması şarttır. Bu şartı ve bu kaydı kaldırın ca ahkam-ı fıkhıye ile zamanımızdaki kanunların, ictihat ürü nü olmak nokta-i nazarından biri birine nisbetle hiç farklan kalmaz. Ve fıkıh kanunları Kemalistlerin bu derece husu met ve mulıalefetine maruz olm az, demek ki Kamelistle rin bu kamınlardan sırf-ı nazar etmelerine sebep, bunları yapan fukalıanın, serbest ictihadlarına, Allah ve Peygam ber sözüne başı bağlı bir ictihat takip etmiş olmalarıdır .. Ş u halde h e m !Kemalist i n kılabını tasvip eden, hem de "aye
te, hadise diyeceğim yok, fukahi kelamına ittiba' et mem ! " diyon Cemal Hoca'nın sözleri arasında intizam ve
RtLAFET VE KEMALIZM
227
insicamdan eser yoktur. Ayete, hadise inanmak ve itimat etmek iddiasında bulunan Cemal Hoca da, hareketlerini alkışladığı ve kendilerine perestiş ettiği Kemalistler gibi, ha kikatte ayet' e, hadis'e fukaha sözünden ziyade hasım olan bir dinsiz ve i mansızdır. Haydi, ayet ve hadisiere iman ve itimadı varsa söylesin ve cevap versin ki "Kur'an, hadis teceddüt etmediği ci hetle her asırda uygulanması gereken kanun olmaz.'' diyen Ankara h ükümeti adamlarının sözleri müslümanlığa sığır m ı , sığmaz mı? Kur'andaki miras ayetlerinin ahkamı na aykırı, başka türlü miras kanunu kabul etmek nass-ı Kur'ana m uhalefet midir, m uvafık mıdır? Kur'an nassları na m u halif hareket. . . . . . sayılarak dinden çıkmayı gerekli kıl masa da Kur'an nasslarına muhalif kanun yapmak ve Kur' an 'ın o husustaki ahkamını beğen memek müslümanlıkla ictima edebilir mi? M uharremat ayetindeki {Nisa/23) hük m ünce, i nsan ın halası, teyzesi, birader ve hemşire-zadesi kendisine mahrem olması icap ederken, bunlarla izdivac ı tecviz eden isvicre aile kanu nunun Türkiye'de tatbiki Kur' an nassları ile tezat teşkil eden bir Kızılbaşlık değil midir? ( 1 ) Reisu'l-ulema cevap ve·rsin! (Yarın, sayı: 1 7, 1 6 Mart 1 928, .sh: 1 )
(1) Türkiye'nin yeni aile kanununu ben görmedim. Fakat Mısır gazetele rinin neşriyatından anladım ki bu yeni kanun mesela bir kızın amcası ile izdivacına m üsaade ediyormuş. Yavaş yavaş kız kardeşleri ile annele riyle de cinsi münasebene bulunurlar!
HlLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
KADlNI AVRUPALI HALE GETiRMEK Yine i)U adamın "kadınlar yüzlerini açabilirler, bu'n· da dini bir mahzur yoktur." diyerek türlü m ugalatalarla müslümanların zihnini karıştırmasına meydan vermemek için, Kemalistan 'da tatbik ve tervlç ofunduğu vech ile, ka dınların yalnız yüzlerini açmakla kalmayıp bir çok arzu edi len yerlerini de açtıktan başka geti kalan kısımlannda da vücudu setr etmekten ziyade süsfeyen yarı çıplak kıyafe tiyle na-mahrem erkeklerin k ucağında dans etmesi de ca iz midir?, diye kendisine sorsunlar ve cevabını istesinler. Reisu'I-Uiemanın medh ve müdafaa ettiği Ankara hükümeti tarafından Türkiye'de harıl harıl tatbik olunan "balo" kı yafetindeki kadın inkişafı ve erkek-kadın ihtilatı müslüman lığa sığar mı sığmaz mı? Bu noktaya cevap versin; kadının yüzü avretidir, değildir tarzındaki meselelere kaçmasın. Hi lekarlığından, kalaşlığından bahsi değiştiriyor. Bugün üze rin d e anlaşma olamayan ve m üslü m anları, dindar alimleri telaşa düşüren, kadınların Tü rk iye'deki Kemalist h ü kümet ad a m l ar ı n ın istediği ve kendi kadınlan üzerinde tatbik etti ği vech ile l amamen açılmalarıdır. Reisu'I-Uiema'nın iste diği de bud ..ır. Bugünün tesettür ve adem-i tesettür mese lesi bundan ibarettir. Reis Cemaleddin, M ustafa Kemal' in Türklye' � e getirdiği yenifiği beğeniyor, " biz Bosnalılar da bu yolu taklfd edelim", demiyor mu? işte M ustafa Ke mal kad ın lan bu şekilde açmıştır. Reis, biz de bu şekilde yapalım, de11ek istiyor. Yüz açıp kapamak meselesi, aley hinde galeyana gelen müslüman kamu-oyunu şaşırtmak için Reis'in kaçamak noktasıdır. Başı sıkıştığından kendi sine itiraz eden saf ulemayı yüz açmak meselesine doğru çeki p götü rüyor ve niza' yeri orası imiş gibi idare-i kelam ediyor. Bu h;al müs lü m an memleketlerinde eskiden de var dı, diyor ve itirazcıları haksız çıkarmaya kalkıyor. Halbuki meselenin m ün akaşas ı Mustafa Kemal inkılabı üzerine or taya çıkmıştır. Ve o inkılabın mucip olduğu kadınların ge-
RtLAFET VE KEMALİZM
229
lişmesi bam başka bir şekilde olduğu gibi, bu inkılabı tas vib edenlerce istenen de, kadınların o şekilde gelişmeleri dir. Türkiye inkılabı lehinde propaganda yapan Cemal Ho ca memleketine böyle bir yenilikçilik aşılamak istiyor. "Mü' minin terasetinden korkunuz, çünkü o Allah'ın nuru ile bakar." hadis-i şerifine nazaran mü'minde bulunması la zım gelen terasetle bu işin Bosna müslümanlarınca çok tan anlaşılması lazım gelir. Ankara hükümetinin Türk kadınlarını ictimai durumla rı itibariyle tamamen Avrupa kadıniarına barızetrnek ve er keklerin arasına kapıp salı vermek istediğini, harem, se lamlık engellerini ber-taraf ettiğini, islam hanelerinde pen cere katesierine varıncaya kadar zorla kaldırdığını Reisu'I U iema biliyor. Avrupa kadınlarının açıklıkta erkeklerden farklı oln:ıamaları şöyle dursun kol; bacak, göğüs, omuz gibi erkeklerde açılması mutad olmayan ve belki hatır ve ha yale gelmeyen bir çok organ ın Avrupa kadınlarında erkek lerin bakışiarına açıldığını da biliyor. Ankara Hükümeti'nin arzusuna ve her vasıta ile çalıştığına nazaran Türk kadını da işte böyle olacak. Bir kısmı olmuş. Olmayan ve çoğun l uğ u haiz olan geri kalanı da zahirde kendilerine h ürriyet veriHyor, hürmet ediliyor davası altında ister istemez bu yola sevk edilecektir. işte hariçteki islam alemine Türkiye yo luyla ithal edilmek istenilen yeni fitnelerin en m ühimlerin den biri de eski müslümanların ev bark yıkımı tabir ettikle ri bu açık aile hayatıdır. (Bosna)nın islam aileleri de aynı yenilik yoluna girerek aynı derecede açılsınlar mı, açılma sınlar mı? Balalarda ve dans salonlarında müslüman ha remleri na-mahrem erkeklerle sarmaş dolaş olsunlar mı, olmasınlar mı? Yeni Türkiye'yi medh eden Reisu'I-Süfeha, Cemaleddin Efendi'nin Bosna Müslümanları ile yapmak istediği gizli pazarlığın manası budur. islam Dini'nde teset tür var mıdır, yok mudur, tarzındaki meseleyi, kadın yüzü mahrem midir, değil midir, şekline sokarak hastalığı bazan organik bir tabir altında gizleyen , bir taraftan da: " Evleri nizde oturun, eski cahiliyet kadınları gibi güzellikleri-
230 H!LAFET-1 MUAZZAMA-l tsLAMtYE
nizi d ışarda teşhir etmeyi n . ' ' mealinde bulunan (33/Ahzab/33) ayetinin ezvac-ı tahirat hakkında nazil oldu ğunu sö�liyerek diğer i slam kadınlarının tesettür bağından azade olduıkiarını i ham etmek suretiyle bazan da dilinin al tındaki maksadını açığa vurduran Reisu'I-Münafikin'in ule ma ile tesrettü r m ünazaasına girişmasinin manası da budur. Yukarıda da ima ettiğimiz üzere kadına erkeklerden farklı bir hususiyat vermedikten başka kadını erkeklerden çok fazla açarak ona sıfır-altı bir h ususiyat verdiği bilinen Avrupa m(:ıdeniyetinin isıamın mizacına en fazla uymayan ve kendi ukala ve hükemasını bile çoktan pişmanlığa sü rükleyen bu kadın hayatı meselesi Avrupa medeniyetinin en fena tarafı olduğu da malum olmak lazım gelir. Halbuki, · maalesef m üslümanlar arasında Garp medeniyetinin çığırtkanhğını yaparak bizim ile kanlı bıçak h mücadelrelere girişen içimizdeki mücedditlerin ve inkılap çılann en birinci maksadı da Garp medeniyetinin kadın va ziyetine ve aile hayatına taalluk eden yıkıcılık tarafıdır. On lar şimdiye kadar umumi hayatta ayrı duran kadınlarımızia erkeklerimizi karma, bizim eğlence alemlerinde biri birine yaklaştırmak ve kucağa atmak istiyorlar. i zdivacın manası çiftleşrnek olduğuna göre, karı-koca arasında husus! bir iz divaç kabul edilsin, diyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Ara mızdaki arılaşamamazlığın en derin uçurumu burasıdır. Yoksa Avrupa terakkiyatını, fennl ve sinai ilerlemesini kim istemez? Bizim bu hususta; Reisu'I-Uiema Cemalleddin gibi medenıyet taraftarı görünen sahtekarlann teşvikine ih tiyacımız yoktur. " M uhadderat-ı i slamiye" adı ile m üslü manların lisanına ve işitmesine gayet alışık gelen bir gay ret, hamiyel ve övün me tabiri vardı. izmir Fatihi (!) Türki ye'de asıl bu büyük kaleyi feth etti. Türkiye vatanını istila eden yabancı düşmanlar ile bu kaleyi feth edemezlerdi. Bosna müslümanlarının bu ana kadar muhafaza ettiği ve Sırbistan h ükümetinin diniere h ürmeten saldırıdan uzak tuttuğu böyle bir i slam sosyal kalesini de Ankara hüküme-
·
RtLAFET VE KEMALIZM
231
ti nammına Bosnadaki ajanı Reis Cemaleddin'in içeriden içeriye feth etmeye çalıştığı anlaşılıyor. Reisin hakiki mak sadını ortaya koyduktan sonra şimdi kendisi ile açık açık konuşabiliriz. Açıklık, kaypaklık üzerine islam Dini'nin ka dınlar hakkında erkeklerden farklı bir tür dikkat ve ihtima mı var mıdır, yok mudur? Ewela bunu tetkik edeceğiz. Yüz açıp kapamak bahsini sonraya bırakacağız. Şapka mese lesinde olduğu gibi kadınların tesettürü meselesinde de ye ni dinsizler hesabına eski müslümanları iğfal ve idiale çalı şan ahır-zaman hocalarından Reis Cemaleddin'in teset türü ezvac-ı mutahhanlt'a mah sus gibi göstermesinden başka " melbusat tamamiyle telakkiye ait bir şeydir, ve ona göre her zamanın bir telakkisi vardır. '' demesine na zaran markurnun tesettür-i nisvanı esasından i nkar ederek bunun da aslı olmadığını söylemek istediği sabit oluyor. Za ten bunlara göre müslümanların dinlerine ait olarak eski den bildikleri ve itikat ettikleri şeylerden -işte bunun aslı vardır, diyecekleri hiç bir şey yoktur. Daha doğrusu dini ilikatla rından her birisini dinsizler dil lerine dotayarak bunun aslı yok dedikçe her defasında onları tasdike hazırlanan ve bir kere de onlara: -Artık çok oldunuz, edebsizler! demek ihtiyacını duymayan müslümanların m üslümanlık larının aslı olmadığı için dini itikatlan da birer birer asılsız çıkıyor. M üslümanlar arasında yayılmaya başlayan yeni mo da dinsizlikleri müdafaa sadedinde bazı cahil tevilciler "Za manın tebeddülü ile ahkam tebeddül eder. " mealinde ki şer'! kuraldan istiane etmek isterler. Her h ususta zama nın icabını hakim tanıyan Reis Cemaleddin gibi zamana tabi alçaklar ve dinsiz maddeciler de bunu daima ileri sü rerler. Halbuki o kaidenin nerelerde geçerli olduğunu bu cahiller bilmezler. ( ....) (Yarın, sayı: 1 8, 3 Nisan 1 928, sh: 1 ) Müslümanlıkta tesettür-i nisvan, kitaba, sünnete, icma-. ı ü mmete müstenit olarak o derece sabit ve bilinen bir şey� dir ki bunu ancak islam Dini'nin kendisini i nkar edenler in kar edebilir. Kur'an-ı Kerim'in şu mufassal ayetine bakınız:
232 H1LAFET-t MUAZZAMA-t lSLAMİYE
{
" M;\imin kadınlara da söyle: .·Gözlerini harama bakmak· tan) konısunlar; namus ve lffetlerini esirgesinler. Görünen kısımlan müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etme sinler. Elaş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsün ler. Kocaları , babaları, kocalarının babaları, kendi oğul· ları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeş· lerinin <ı<ğullan, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadın· ları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (kölele· ri), erkeiderden kadına ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten d üşmüş]ı hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadın lık husuı;iyetlerinin farkında olmayan çocuklardan baş kasına zii netlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukla· rı zinetleıri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. (DikkatiEıri üzerine çekecek tarzda yürümesinleır) : (NOr/5 1 ) Ayet·i kerimade islam kadınlarının, kendilerinden kaç mayacağ ı sınırlı erkekler sayıldığı sırada "ev nisaihinne" tabiri ile �:adınlardan bile bahs olunması çok manidar ola rak; i slam kadınların ın, kendierine izafet ve münasebeti ol mayan, yani ahlak ve ahvalini bilmedikleri yabancı kadın lara bile �ıô rünmemelerini ifade etmekte olduğu ve bu da öyle kadınların, kendilerini na-mahrem erkeklere tarif ve tavsit etmeleri muhtemel olmakla izah edildiği gibi aynı se beble, tesettürden istisna edilen akraba arasında kadınla rın amcaları ile dayılanndan bahs olunmaması, çünkü on ların da oı�ulları na-mahrem olmak dolayısıyla aralarında bahsi geçmek i htimaline mahal kalmasın diye bazı ulam a nın telakkisi üzere amcalardan ve dayılardan da tesettür lazımdır, denilmesi şayan'ı di kkattir. i şte burada fukaha nın ictihadı olmasa ayetteki hasr ve kasr icabı ile nisvan-ı i slam'ın amcalarından da dayılanndan da kaçmaları lazım gelirdi. H adyi , yalnız Kur'an 'ı tanırım, diyen Reis Cema leddin buna bir çare bulsun bakalım! (Nisa) süresinde zikr olunan muharremat arasında " Ve erkek kardeşlerin kız� ları ve kız l<ardeşlerin kızları . . . " buyurulduğuna nazaran amcaya, dayıya nikah düşmemesi tesettürden. istisnaları nı beyande:n müstağni bir hale getirmez. Zira nikah düş-
HlLAFET VE KEMALIZM
233
memek başka, tesettürde başka meseledir. Onun için ni kah düşmeyen sair akraba tesettür ayetinin müstesnaları sırasında zikr olunmuştur. Amcanın, dayının oğullarına mahrem olduğu için tesettürden istisna edilen akraba me yanında bulunmamaları tarzındaki teveccüh ise, fakirirı re' yince makul değildir. Ve illa aynı mahzur, kayın pederler hakkında da cari olabilir. Halbuki "ev abai buğuletihinne" kavl-i şerifi ile onlar istisna edilmiştir. Amcalar ile ahvali kı yas ederek m üstesnalara ilhak etmek de pek uygun olmaz. Çünkü amca ile dayı da kardeş kadar yakın derecede ol m adığindan bu kıyas ayıncı yasak olur. En uygunu bunları " Ev beni ihvanihinne ev beni ehavatihinne deki kardeş çocuklarına kıyas etmektir. Üst taraftaki amca ile dayının tam karşılığı alt taraftaki kardeş çocuklarıdır. Ayet-i kerime işte ancak böyle kıyas-ı fukaha sayesinde arncalara dayı lara görünmek caiz olduğunu ifade edebilir. Bundan sonra, ayet-i kerimedeki "Gizlemekte olduk ları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasın lar. " cümlesi, kadınların sokakta yürürken zinetlerinin şı kırtısını duyurmak suretiyle nazar-ı dikkati çekmelerine de müsaade etmiyor ki islam uleması onların hoşa gidecek tarzda kendi seslerini işittirmekten öncelikle yasaklandık larını da bu cümleden istinbat ediyorlar. Nasıl ki ezvac-ı ta hirat hakkında varid olan ayet-i kerimesi de " Mütevazi bir eda ile konuşmayın, içinde kötülük bulunan erkekler ümide düşerler." diyor. Yukarıda yazdığımız mufassal tesettür ayetini en faz la kadınların zinetini mevzu-bahs ederek b u zinetlerin, zu huru zaruri olanlardan başkasını örtmeye lüzum göstermiş ve bu suretle o zinetierin yeri olan organları örtrnek daha fazla lazım olduğunu anlatmış oluyor. Çünkü kadın süs eş yalarını, yerlerine nisbet ve ittisalden kat-ı nazarla mOsta kil ve münfasıl bir halde, mesela kuyumcu d ükkaniarında erkeklerin görnesinde tabiatıyla hiç bir beis olmamak la zım geldiğine nazaran, mesturiyetin bu zinetiere asılma ye rinden neş'et ve sirayet ettiği anlaşılır. Ve bu ifade suretiy"
234 HiLAFET-! MUAZZAMA-1 1SLAMİYE
le kadının azasını doğrudan doğru mevzu-bahs etmeye bi le yaktaşmamak gibi bir tür sözle örtünmeye riayet oluna rak mesel13 nin önemine tenbih ve işaret buyurulmuş olur. Zuhuru za ruri olan zinetten , kadınların yüzleri ile ellerin deki zinet murad olanarak ayetin b u noktası da onların ei leri ile yüzlerini örtme mecburiyatinde olmadıklarını dela let etmektedir. Bu noktayı biraz sonra ikmal edeceğiz. Şim di tesettür ayetin i bırakalı m, biraz da hadislerden bahs edelim: islam şeriatının, kadınlar hakkındaki dikkatini göste ren hadis-i şerifler sayılmayacak kadar çoktur. Ve manevı tavatürü haiz olmak suretiyle kat'iyyet ifade edecek merte bededir. B unlardan kulağımıza gelen bazılarını aşağıda nakl ve terceme ediyoruz: * " Ki:ıdın setri lazım bir şeydir, (avrettir) açığa çı� karsa şeytan onu gözetler. " "Avret", h ududun geçit noktası manasına da gelir, ve hadls-i şerifte bu manada yakışır. * " Benden sonraya kalan ve erkekler için en mühim bir tehlike teşkil eden mesele, kadın meselesidir." * "Bir Eırkek ne zaman bir kadınla yalnız kalsa mut laka şeytan üçüncüleri olur.'' * "Namahrem kadıniann odasına girmekten sakının. Ensardan ilir zat, kadının kayın biraderi veya zevcinin diğer akrahasından biri hakkında ne buyurursun uz? di ye sordu, c:evabında, bu da ölüm kadar tehlikelidir, bu yuruldu . " * " K<ıdın yanında mahremi olmadıkça ne sefere çıksın, ne de yanına namahrem bir erkek girsin . " * " Ka dınlara yolun ortasından gitmek yasaktır. " * " Kaıdınlar ne selam verirler, ne de kendilerine selam verilir. ' ' Alafrangada selamdan başka kadının eli d e öpülür. Garp medeııiyetinin, adab-ı muaşeretine medhal ittihaz et tiği bu merasimden mahiyetine istidlal etmek güç bir şey değildir. Balolarla yarı çıplak kadınları kucaklamak ise bu
HiLAFET VE KEMALİZM
235
adab-ı muaşeretin müterakki bir safhasıdır. Halbuki bir ha disi şerife göre müslümanlı kta kadınlar birbirine bile bu de rece temas ve yaklaşmaktan memnudurlar. * "Hangi kadın ıtrıyattan bir şey sürünerek koku sunu neşr için erkeklerin olduğu yerden geçerse zani yedir. " * " Kadınların en hayırlı camii, evlerinin iç buca ğıdır." * "Camilerde erkek saflarının hayırlısı ilk saftır. Ka dın saflarının hayırlısı da son saftır. Onların ilk saffı ak sine safların sonudur. " * " Mümin haremini ve muharimini kıskanır. Cenab ı Hakkın kıskançlığı mürninden de ziyadedir." Garp medeniyetinde kıskançlık, hissiyalı yükselmemiş insanlara yakışan bir tür nakise sayılır ki bu noktada islam Medeniyeti, Garp medaniyeti ile hiç yarışamaz. " Bir beldede hicab-ı zenan ayb olup yine Bir yerde bais-i cemal ü fahr olur bu hal Sübhane men tehayyare fi sun'ihi el-ukul, Sübhane men bi kudretihi yu 'cizu el-fuhul" diyen "Terci-i Bend"in hakim nazımı Zıya Paşa merhum da bu farkı anlatmak istemiştir. Son zamanlarda asliyet ve asaleti bozulmuş türedi Türklerine fena görünen müslü manlığın bu g ibi hususiyatleri aksine bizim naıarımızda if fet ve nezahet hazineleridir. Kostence'nin maruf tabibierinden Dr. Sarafidi, on beş sene ewel (1 9 1 3)'1erde olsa gerek/SA) bana: ' 'Tür·klerle çok vakit bir arada oturduk da iyi adetlerini almadık . . " demişti. iyi adetleri nedir? Tarzındaki soruma da: "Mese la nezafetleri . . " diye cevap verdi. "Medeniyetin ölçü sü doktorlarca sabundur, hangi memlekette sabun sar fiyeti fazla ise uygar üstünlük o memleketin hakkıdır.'' sözünü de ben bu kişiden işittim. Daktorun söylediği ne zafet ise şüphe yok ki Türk'e müslümanlığından gelmişti. işte islam Dini'nde bir gusul farızası vardır ki müslüman Türk'ün adını kirleten türedilere bugün şüphesiz bu farı.
.
236 H1LAFET-1 MUAZZAMA-t tSLAM1YE
zada biin senelik ağır bir yük gibi çekilmez görünür. Halbu ki i slanıiyetin sayısız mefahirinden başka yalnız bir gusul meseltısi bile akıl ve hikmeti huzur-i ulviyetinde eğilmeye mecbur edecek bir kıymeti haizdir. Arabistan'ın en susuz ve en Ommi bir memleketinden intişara başlayan bu din, müslümanları ne kadar çok sebeblerle yıkatmak mecburi yatinde bulunduruyor. Buna şaşmak gerekmez mi? Dini· nin kudretini bilmeyen gafilferi düşünmeye davet ederim. (Yarın, sayı 1 9 , 1 3 Nisan 1 928, sh: 1 ) ... ... Müslümanlık h i ç bir kimseye doğal ihtiyaçlanndan nefsini soyutlayarak dünyayı terk etmeyi emr etmiz. Aksi ne, evlilik, " Ü mmetimin çokluğu ile ahirette iftihar ede rim ' diyen Peygamber Efendimiz Hazretlerinin sevilen bir sünnetidir. Ve başka dinlerde·oıduğu gibi evlenmiyenler için i slam Dini'nde hiç bir rüchan ve imtiyaz yoktur. Demek ki ,iinimiz helalinden istifade hususunda en küçük bir sınır lama ko nmasına bile taraftar olmamakla, tabii ihtiyaçların hakkını inkar etmediğini göstermiştir. Tabiat-ı beşeriyenin başkalarına ait kadınlardan da hiç olmazsa oynaşıp gülüş mek tawnda istifadeye saik ve m ütemayil olmasına gelin ce; bu noktada en halis ve en serbest tabiatın istediği şey, herkesin başkalarından istifade etmesi ve lakin başkaları nın kendi harim inden ne az ne de çok istifade etmemesi merkezindedir. Bu mürekkeb arzunun olumsuz yön ü , kıs kançlık dediğimiz haldir ki bu da insanda gayet tabii ve umumi bir histir. Bu hissin tadilini iltizam eden Garp me deniyeti, herkesin, biri birine ait olan şehvani hukuktan kar şılıklı .... kalbin hazzını ve ruhun şerefin i rencide eden bu manevi 13zaya nefsini alıştırmak mukabilinde fazla maddi ihtiraslar temin ederek ve özellikle ruhu hırpalayan ve kü çülten cihetin adab-ı ictimaiye halinde müştereken ve mü tekabilerı herkese taksim ve tamimi sayesinde önemini tah kike çalışarak Garp Medaniyeti'nin yardımının eklenme siyle beş1�riyet için zevkine bakmak ve manevi zarara o ka dar önenı vermemek tarzında m üsbet tarafı menfı tarafa galip ve rnuhdes bir sabit yol kabul edilmiştir Eğer işin için.
'
HİLAFET VE KEMALİZM
237
de Garp Medaniyeti gibi nüfuz sahibi bir vasıta olmasaydı , insanlıkta bu m uhdes anlayış tarzı kabıl edenler için yüz karası sayılmak derecesinden ileriye geçemezdi. Hele net sin hazzı meselesinden fedakarlık ederek izzet-i nefs tara fına önem vermeyi tercih eden necib ve nezih i slam anla yışının gerektiği tesettürü suçlu ve kabahatil çıkarmak de recesinde dinsizlerin ve yavuz h ı rsızların cesaret durumu almasına tasawur i m kanı edilemezdi. i slamiyetin nokta-i nazanndaki u lviyet ve fazilet in karı kabil olmamakla bera ber insanın h ü rriyet çizgisi, diğerlerinin hukuk ve hürriyeti ile çatıştığı noktada derhal tevkif etmek gibi mazbut ve m ü tearif kurala da uygun olarak, şehvani ihtiraslara verilen fazla hürriyetle iffet meselesinde herkesten biri birine kar şılıklı ve kısmen hak çizilmesi suretinin m utazammın olma sından hali kalmayacağı anarşiye Müslümanlıkta müsaa de edilmemiştir. Serbest ve karma m uaşeret hayatına heves edenle rin bir iddiası vardır Bu hayatta kimse kimsenin haremine fena gözle bakmaz. Ve fena bir duygu ile dokunmaz. O mahzurlar medeniyet adabı ile eğitilmemiş, duygusu incel memiş adamlar hakkında caridir. Binaenaleyh bu hayatta kimseden kimseye hak geçmek ve hak hududuna kısmen tecavüz vaki olmak mahzuru var değildir. 181 3 Numaralı "Karagöz" gazetesinden (1 Ağustos 1 341/1 925, sh: 3) vaktiyle bir yazı saklamıştım. Yeni hayat muaşeret hakkın daki iddiaya açıklıkla tercüman olduğu için o satırları ay nen buraya geçireceğim. Okuyucularım, " Karagöz" gibi adi bir gazetenin yazılarına görüş dayandırılır mı, demesin ler! Çünkü söyliyen kim olursa olsun, yeni hayat erbabının görüşlerini açıkça söylüyor, ve bunu dikkate şayan bir ma haretle müdafa a ediyor. Bir de gerek yeni Türkiye'de ve gerek orasınr takilde hevelenen komşu m u hitlerde en faz la i ntişar eden "Karagöz" gazetesi olduğundan, yeni ha yatta halk kitlesinin en fazla sözlerini dinlemeye rağbet gos_ terdiği bir yol göstericiye söz hakkı vererek onun sözleri üzerine görüş yürütmek kadar tabii bir şey olamaz. Önce
238 HİLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
halk basınından bahs edilirn, sonra Türkiye'deki yeni fi lo zofların :sözlerin i de m ünakaşa zeminine çel<eceğiz . " Ahlat'tan armuda" başlığı altında bu meseleye da ir yazdığı satırlarda " Karagöz" şöyle diyordu: "Dcıığru laf .stermisiniz? Biz çok fena zamanda dün yaya gelmişiz. Ya bundan 70-80 sene evvel geimeliydik, yahut de bundan 20-30 yıl sonra, biz şimdi medeniyetle, yeni hayatla eski hayat arasında bocalayıp duruyoruz. Ama herkes iç:in söylemiyorum . Daha çirkeften atlarken destur deyen ecinli meraklısı biçare erkeklerle .sokakta gördüğü komşusıma yüzünü göstermernek için eteğini kaldıran za vallı kadınlar var. Bunların yola gelmesi için daha yıllar is ter. Beni m dediğim şöyle yeni h ayata giren veyahut g irme ye hazırlanan gençler veyahut genç ruhlu yaşlılar delidir. Bunlar no büsbütün alafranga olabiliyorlar, ne de eski usul yaşayışlet kalabiliyorlar. Böyle ikisi ortası yaşamak ne fe nadır, Mr misiniz? Fakat ne olursa olsun dünya değişti. Herkes yavaş yavaş medeniyet yoluna giriyor. Ve yine doğ rusunu isterseniz, hayata girince inceliyor. Daha insan olu yor. GözO etrafı başka türlü görüyor. Yani medeni oluyor. Tecrübesi kolaydır. Mesela kadın diye evdeki aşçısı ile ka rısından, komşu hacı nine ile çamaşırcı dududan başka kim se görmeyen, evinde entari hırka giyip ayağına şiptik mer can terliker geçiren başı takyeli bir adamı şimdiki (mond) denilen k adınil erkekli bir topluluğa getiriniz. Atlamcağız karşısında ve etrafında bıngıl bıngıl çırıl çıplak hatun kişi leri görün:::e önce utanır, kızarır, sıkılır, sonra nefs-i amma resi galetıe çalar canlanır, şahlanır ve çoğa varmaz öyle ir hareket yapar ki halis muhlis bir ahlat olduğunu aleme isbat eder. Fakat bir de bu hayat içinde yetişmiş bir adamı düşünün. O mesela denize g irer, çok güzel kadınlar gö rür, fakat i)unu görmeye o kadar alışmıştır ki aklına ne şey tanın iğvası gelir, ne de nefs-i emmarenin sevdası. Sonra bu adam, mesela bir salonda yine açık ve çıplak kollu ha nımlarla vücut vücuda, göz göze, diz dize dans eder, fa kat yine söylüyorum, vücudunun bir kılı titremez. Aksine
HlLAFET VE KEMALİZM
239
kadına karşı olan zayıf damarı böyle böyle idrnan eder, pi şer, nefs-i emmaresi terbiye görür. Binaenaleyh yeni ce miyet hayatı dediğimiz hayat, hem eğlenceli hem rahat hem emniyetli: Geçen hafta bu hayatta pişen bir adam söy lüyordu: Geçen gün bizim hanım, erkek aşçının yanına baş açık çıkmıştı. Canım sıkıldı. Bir daha yapma, dedim. Bu adam hatunu her akşam ahbablarına çıkarır, dans ettirir, yalnız bırakırdı. Onun için merak ettim: -Neden dedim , herkese ç ıkarıyorsun ya! -Herkes başka. Benim çıkardıklarım-yeni hayatta yetişmiş kadına h ürmet etmeyi bilir insanlardır. Halbuki aşçı Tosun, kadını armut gibi yenen bir mahluk bilir, o başka dır, o başta. Ona hak verdim. Hakikatan bu hayatta pişmek, terbi ye görmek, ahiattıktan aşılı armut haline gelmek lazımdır, lazı m . " Yeni hayatta yetişmiş ve incelmiş adamları deniz ke narında "uryan püryan enfesu'n-nefais kısmından gü zel kadınların karşısında aklına şeytanın iğvası, nefs-i emmarenin sevdası" gelmiyeceği ve " bir salonda açık ve çıplak kollu hanımlarla vücud vücuda, göz göze diz dize dans ederken vücudunun bir kılı titremiyeceği" hakkındaki temi nat iddiaları tekzip için aynı n umaralı ga zetenin aynı sayfasında neşr olunan şu manzumeyi: " Ey karı' , bilirsen, gel etme nazı. Mızrabı al hele, eline yahu! Ben koşma söyleyim sen de çal sazı Bülbüller tü nesin teline yahu! X Gördüğün güzeli zannetme kızdır, iyine gelirse al, götür, sızdır. Amma ki dul için bu işler vızdır, ve lakin dokunma geline yahu! X
24·0 HILAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMIYE
Öylesi vardır ki. ... seçilmez aydan, Bazısı binici, hoşlanır taydan, Öyle bir sıçrar ki sanırsın yaydan, Zenbr�rek koymuşlar beline yahu! Kimisi Kimisi Kimisi Bayılır
X
cazibtir bir güle benzer, kokulu, sünbüle benzer. şakraktır bülbüle benzer. bitersin diline yahu! X
Bu afırın kızları yamandır yaman, Geçei"se eline bir güze aman, Yangı n çıkartırsın, davranıp heman, Sakın ha basma sen piline yahu!" Okumak yeterli ise de yeni hayat teliallarının yalancı lıklarını daha iyi yüzlerine vurmak üzere onlara diyeceğiz ki; insanın nefsi bir lazzet için . . . . salonlarda dans ederken vücud vücuda göz göze, diz dize gelmenin ne faydası var dır? " Karcıgöz"ün dediği gibi öyle bir cemiyete yeni giren adam ilk önce " bıngol bıngıl çırıl çıplak" kadınlardan uta nır, kızarır. sonra alışır, yani utanmayı kaldırır. Çırıl çıplak kadın erke·k göz göze, diz dize, vücut vücuda gelmekten maksat; incel miş, medenileşmiş dediği adamlarda olduğu gibi vücudun bir kılını titretmek midir, yoksa vücudu teme linden hamkete getirmek midir? "Mond" hayatı icat eden ler, kadınların erkekler üzerinde ve erkeklerin kadınlar üze rindeki etkisini izale etmek ve iki cinsi biri birinden müte hassis ve mütelezziz olmayacak bir hale getirnek için mi icat ettiler? Rica ederim insanı ahmak yerine koyması nlar! Vakıa çok kadın görmek ve çok kere onlara temas etmek bir tür göz tokluğu husule getirir. Yeni hayattaki emniyet savunucularının mugalatası da bu kurala dayanır. Lakin bu rada dikkat olunacak gayet mühim bir nokta vardır ki ka dın erkek rrıünasebetini yaln ız açık saçık görüşmekden ve dans vaziy1sıtindeki azanın temasından ibaret kalırsa bu ha lin tekerrürü cinsi eğilimleri teskin ve tatmin etmez, aksine körükler. Kadın erkek münasebetini bir marhaleye kadar gö-
HİLA�FET VE KEMALİZM
24 1
türüp orada tevkif etmek üzere ne kadar fazla tekrar etse niz, ne kadar fazla tenewu' ettirseniz bununla netsinizi kan dıramazsınız. Belki daha ziyade susatmış olursunuz. Eski bir Arap şairinin şu beyitleri çok manidardır: "Gözlerini kalbine öncü olarak Kapıp salıverirsen, gördüğün şeyler Seni huzursuz eder. Öyle şeyler görürsün ki Sen onların ne taınamına kadir Ne de bir kısmı hakkında sabredici değilsindir." Eski bir Türk şairinin de: " Yetmez mi temaşa-i cemal? Elde sunarsın. Ey aşık mahşerde buldukça yunarsm." dediği gibi dünyada, bi r kısm ına muvaffak olduktan sonra onunla yetinip ilerisine gitmekten müstağni kalınmayacak bir şey varsa o da kadın erkek temas ve yaklaşımıdır. Bi naenaleyh yeni hayatta alışıklıkla şeytan ağvasının ve nefs-i emmare sevdasının etkisi kalmayacağı tarzındaki teminat davaları batıldır. Evet, yeni hayatta çok kadın görmek ve çocukları ile vücut vücuda aynaşmak alışkaniiğı yüzünden cinsel eğilim lerde bir tür ülfet ve ünsiyet d uygusuzluğu ve göz tokluğu husuie gelmesi bir şart ile kabul edilebilir ki o da bu m u kaddemata doğal sonuçlarının inzimamıyla cinsi ihtiyaçlar da yeni hayat adamları hızını almış ve doyma noktasına gel miş olmak şartıyla... Bu manaca alışılıklıkta göz tokluğu bu lunabilir. Halbuki o suretle " Mond" h ayata iffet temin et memek, teminatsızlığı teminat yerine kabul etmekten farkı olamaz. Asri erkeğin kadınlara karşı gözü toktur, ne saye de: görüştüğü kadınlar sayesinde değil mi? Görüşmediği kadınlar sayesinde görüştüğü kadınlara karşı gözü tok de nilebilseydi, bunu hakiki teminat halinde kabul edebilirdik. Kadınlı erkekli sosyete hayatı savunucularından her zaman işitilen mugalatanın tahlili işte budur. "Karagöz"cü yaz.aç bu hayatta hem emniyet, hem de eğlence var demiyor muy du? Bu iki tabir, biri birine nakz için kifayet eder. F. 1 3
242 HlLAFET-1 MUAZZAMA-i İSLAMiYE
Hikayedeki alafranga adamın aşçı Tosun'dan karısı n ı kaçır'ııasına gelince; bunun nüktesini, herkese biri bi rinden ödünç istifade tem!n eden sosyete hayatına dahil olmak ic;in aşçı parçasının ictimai mevkii müsait olmama sında aı-amalıdır. . . Şu sözlerimi, alafranga muaşeret hayatı hakkında gö rüş yürütürken fazla suizanna kapıldığıma atf etmeyi niz. Be nim, " D i ni Mücedditler" adında, basılmış ve lakin nüsha lan Türkiye'den muhaceretimizle asi hükümetin eline ge çerek Mşr olunamamış bir eserim vardır. Tesettür mese lesini o �dtabta enine-boyuna tetkik ederek kadın erkek kar maşasındaki fenailkiara ma ni olan islami tesettür yerine o fenalıkla.ra karşı yeni hayatta siyah bir tecahul ve tegaful sütresi kaim olduğunu red olunarnıyacak deliller, şahadet ler ve itiı·aflarla ortaya koydu m. ( . . .) (Yarın, sayı: 20, 27 Ni san 1 928, sh: 2-3) ...... . Namazları kaç vakit kılacağız? Kaç rek'at kılaca ğız? Ve nasıl kılacağız? Bütün bunlar Kur'an-ı Kerim'den anlaşılmaz. Hadisler de m ütevatir olmayınca ne yapaca ğız? Beş: vakitte kıldığımız namazların dini zaruretlerimiz den olduğunu hangi esaslara bina edeceğiz? H ac nasıl ifa olunur? Haccın icrasına ve sene içindeki özel günlerine va rancıya l<adar bütün farz ve şartlarını Kur'an-ı Kerim'den mi anladık? Orucun herkes için m uayyen bir farz değil de fidye ile l<arışı k bir farz olduğunu Kur'an-ı Kerim'den çıkar maya çalışan yeni müctehidler (!) var. Zekatın ne olduğu nu ve ne kadar verileceğini ayetlerden aniayarak tayin ede meyiz. Bu meseleler hakkında izah at veren hadis-i şerifler de müte'latirlerden değilse ne yapacağız? işte bütün bu şüphelerlin köklerini icma-ı ümmet keser. Biz, asr-ı saadette ashab-ı �:iram Peygamber Efendimiz'in arkasında kaç va kitte, kaç: rek'at namaz kıldıklarını, nasıl oruc tuttuklarını, nasıl zekat verdiklerini, nasıl hac ettiklerini ve bu h ususta ulemanın icma ettiği noktaları nesilden nesile bizlere ka dar ulaşan büyük bir tevatürle biliyoruz. Hem şüpheye ma-
RtLAFET VE KEMALİZM
243
hal olmayacak surette biliyoruz. Çünkü Allaha hamd olsun, dinimizin ahkamı zıyaa, nisyana, veya tahrife uğramamış tır. islam Dini kadar ahkamı mahfuz ve mazbut bir din yok tur. Bunun için sarf olunan hi mmet akıllara hayret verir. Her asırda telif edilen binlerce fıkıh kitabını açarsan ız islam Di ni hakkındaki bilgilere ait olarak asr-ı saadet ve asr-ı as habtan başlayıp asırların üzerinden akan muazzam bir te vatür nehrinin zamanımıza dayandığını görürsünüz. Hem bu tevatür, yukarıda da söylediğimiz üzere alelade bir te vatür değil de her asrın havas ve münevverlerinin tevatü rüdür. Onun için şimdiye kadar aklı başında olan her m üs lüman dininin teessüs etmiş inançlarını, ahkamını gerçek liği apaçık kaziyeler halinde biliyor ve bunları iki manasıy la tanımakta hiç bir şüphe ve tereddüde düşmüyordu. Bu suretle, havasın tavatürüne avamın ve daha münasip ta birle umumun malümat ve tavatürünü de inzimam etmişti. icmaa dayalı şer'i ahkamın böylece tevatüre dayanarak dini zaruretler sırasında girmiş olanlardan herhangi birini tanış m am ak, istihfaf etmek, islam Dininin ahkamından olduğu şüphe götürmeye n bir şeyi inkar ve istihfaf etmek olduğun dan müslümanlıkla telif kabul atmiyecek ve kalbin tasdiki ne aykırı ve zıt düşecek bir kütar sayılıyord u . Zamanımız da dinsizlerin, hakkında ayet yoktur, diyerek itiraza kalkış tıkları bir çok şeyler de hep bu kabildendi. Yani hakkında ayet olmasa bile bu ahkamın dinde yazdığı başka bir yol ile, yani icma ve tevatür yoluyla sabit olmuştu. Zaten hak kında ayet olması da islam Dini'nde mevcudiyetine kana at getirmek için lazım Olacak değil miydi? işte bu kanaat başka vasıtalarla hasıl olmaktaydı. Nitekim tesettür-i nis van gibi, teaddüt-i zevcat gibi son asır dinsizlerinin tanki dine ve belki takbihine maruz olan meseleler de bu me yana dahil di. Yani bu tenkitler ve o tenkitçiler islam Dini' n i tenkit ve takbihe yönelik olarak, bu dini his samimu'l kalb tasdik etmek iddiasıyla kabil-i telif olamaz. itiraz eden lere sorarsanız "Hicap ayeti, ezvca-ı tahirata mahsus tur. " diyerek umumi surette tesettür-i nisvanı kabul etmek
244 HİLAfET-1 MUAZZAMA-l İSLAM1YE
. istemezltır. Teaddüt'i zevcatı da, hakkındaki ayetin adaletle meşrut olduğuna, diğer bir ayetin de zevceler arasındaki adaleti bozucu gibi gösterdiğini zannederek ilgaya çalışır lar. Onlann gerek tesettür-i nisvan ve gerek teaddüt-i zev cat ayetleri hakkındaki iddiaları da hiç doğru değil ya, fa kat şimdi tabii biz burada onun isbatına girişmiyeceğiz. Te settür konusunu yukarıdan beri tetkik ediyoruz. Teaddüt-i zevcat'ı da bir sırasında i rad ederiz. Şimdi şunu söylemek istiyoruz ki ayetlerin delaletinden kaçamak noktaları ara salar da fayda vermez. Çünkü islam Dini'nde tesettür-i nis van'ın da teaddüt-i zevcat'ın da vücudu icma-ı ümmet de liline dayalı olarak münakaşa götürmiyecek surette malum olan dini zaruretlerdendir. Ayetler kendi za' mlarınca te'vil etseler bile icmaı te'vil edemezler. Buna hile girmez. Usul-i fıkıh ulamasının " icma, ayet ve hadise takdim olunur." tarzındaki kanaatlarının hikmetini ben vaktiyle anlayama mıştım. Zamanımızdaki dinsizlerin hüsn-i niyete mahrCın ol mayarak bu meseleler hakkında kafaları karıştırmaya ça lışmaları o kuralın hikmetini bana anlattı. Şimdi onlar, ayet leri eğip bükerek arzularına göre istedikleri kadar mana ara sınlar. Beri taraftaki icma-ı ümmet açıklıkianna karşı nasıl çare bulacaklar? Onlara kalsa Ramazan orucunu bile Kur'an-ı Kerim 'in ayetine istinaden ilga ederek onun yeri ne fidye-i savm'ı ikame edeceklerdi . Lakin boşuna yorul masıniarı Ramazan orucunu farz-ı kat'i olduğundan müs lümanların şüphesi yok ki Kur'an-ı Kerim' den, başka bir ka çamak yolu çıkarıp da onları şüpheye düşürmek kabil olsun! Ömürlerini Kur'an-ı Kerim'in lafız ve manaları arasın da geçiren ve Kur'an-ı Kerim ile beraber Cenab-ı Peygam ber Efendimiz'in kavli ve fiili sünnetlerin i ashab-ı kiramın telakki ve teamülünü göz önü nde tutarak şer'i meseleler üzerinde i cm a ve ittifak ile görüş bildiren fukaha tabakala rı, bugüneı kadar Kur'an-ı Kerim'deki fidye ayetini görme diler de ayet ve hadisleri uzaktan işiten bugünün iki bucuk sahte mü<:tehidi mi bunun farkına vardı? Zaten icma-ı fu kahanın kitap ve sünnete takaddümünü ifade eden usOI ku-
RtLAFET VE KEMALİZM
245
ralının kaynağı da icma ehlini teşkil eden ulema ordusu nun kitap ve sünneti daha iyi görmüş ve anlamış olmaları hakkındaki tabii kanaat değil midir? Kitabullah'ın nurundan istifade kabiliyeti herkeste bulunamadığından gözü ve kalbi kararmış olanlar Kur'an-ı Kerlm'i bile kendilerine dalalet ve silesi yapabilirler. Kitabullah'ta fena kalbierin hüsranını art tırmak özelliği de vardır. Nitekim şu ayet-i kerimeler de buna işaret eder: " Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü minler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise yalnızca zi yanını arttırır.' ' (isra/82) " Herhangi bir sure indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: Bu sizin hanginizin imanını artırdı? iman edenlere gelince (bu sOre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler. /Kalblerine hastalık (kafirlik ve münafık lık) onlara gelince (bu sure) onlarm murdarlığına mur darlık katar. Onlar artık kafirler olarak ölürler. " (Tevbe/1 24-1 25) icma-i ümmete çok büyük kıymet veren usul uleması, Kur'an ayetleri üzerinde aykırı ictihatlar yapmaya kalkışa rak d i n/ ahkamın müslümanların kalbindeki yerlerini sars mak isteyenlere karşı büyük keramet göstermiştir. Çünkü bedbahtlar, ayetlerde kaçamak ittihaz ettikleri ictihatlarını icmada yürütemezler. Artık bu sefer de icmaın hüccet-i kat'· iyye olduğunu kabul etmeye kalkarlar. Lakin onu da kim se dinlemez. Alafranga ilmi ziyniyet erbabının en büyükle ri ile matbuat üzerinde münakaşa yaptım. M ünakaşada da "Tevatür, kat'i beyyine olur mu?" diyenleri, istatistiğe kıymet verirken mantıkla alay edenleri gördüm. irtan ve ze ka seviyeleri çok yüksek olmakla beraber henüz, mantığı ve tevatürü bilmiyorlardı. Şayet tevatür, esbab-ı i limden madut ve hüccet-i kat'iyye sayılmazsa, mesela; Paris'e git meyen bir adamın "Paris"in varlığı hakkındaki kat'i kana atı hangi ilmi sebebe dayanacaktır? Fatih Sultan Mehmet'· in istanbul' u feth etmiş olduğunda şüphe edilebilir mi? Ve bugün birisi çıksa da bunu şüpheli göstermeye çalışsa kim-
·
246
HtLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAM1YE
se dinle!' mi? işte icma-ı ü mmet ile sabit olan ve dini zaru retler sırasına giren dini bilgilerimiz de böyledir. Bunların içinde öyleleri vardır ki m ütevatir bulunmadığı ve icrası vü cup mertebesine çıkmayan sünnet kabilinden olduğu hal de, islarr Dini'nde mevcudiyeti icma-ı fukuha ve müslüman ların tavatürü ile kat'iyyet kesb etmiş dini zaruretlerden ol duğu için esasını- inkar eden ler ikfar olunu r. Ezan, hitan, nikah sürrınetleri gibi. (Yarın , sayı: 22, 25 Mayıs 1 928, sh: 2-3} HAFIZ iSMAil Cinayet ve R üsvaylığı Afakı Tutan ( i ttihat ve Terak ki)nin Artakalan Bir Paşasından i stimdat Etti. Hilafet Me selesindeın iftira Mezbelesine Düşüyorlar. Kemalistlerin yeni Türkiye'de yaptığı gibi, dini, devlet . ten ayırarak devlet -sahasında sözü geçmez ve hükmü yü rümez bir hale getirneye esas itibariyle taraftar çıkan Mı sır'da yayınlanan " M üsavat" gazetesine karşı 23 numa ralı " Yarın "da yazdığım uzun makale ile ona takaddüm eden malcalelerinde, b u mesele dinsizlerin müslümanlık aleyhinde kurulmuş haince bir düzenleri olduğunu, çünkü devlette etkisi kalmayan dinin, halk arası nda da haysiyet ve itibarı kalmayarak zevale yüz tutacağını ve m üslüman lık alıkamı ndan mühim bir kısmı esasen h ü kü mete düşen genel vaztelerden olmakla, devletin din bağından azade kalması demek, daha birinci adımda devletçe yürütülmesi lazım gelen dini ahkamın tatil ve i lgası demek olduğunu, ve bunun ;ıibi, i slam Hilafetinin fikir taraflısı olarak aleme prezante eden bir gazetede tecviz ve terviç edilmesi ka dar yakışıksız ve mantıksız bir şey alamıyacağını enine bo yuna isbat ve izah etmiştim . Söze ek olarak; vaktiyle Mus tafa Kemal tarafından hükümetsiz H ilafet makamına geti rilen Abdülmecid Efendi Hazretleri'nin, o tarzdaki eksik hilafetleri ı aten sahi h olmadığı halde şer'i esaslara vukuf suzluk yüzünden, şimdiye kadar gerek istanul'da ve ge rek hariçte bulundukları müddette durumlarının tashihe
HiLAFET VE KEMALİZM
247
muhtaç olduğunu fark edemeyen Müşarünilayh' i n , kendi cehaletine "Müsavat"çı Hafız ismail Efendi nin cehaleti de eklenerek, h ükümetsiz H ilafetten sonra, Mümaileyh'in delaletiyle bu kere de dinsiz devlet ve neticede dinsiz hila fet h ülyaları kurmakta olduklarına nazaran Helafet maka mını, o makam ın düşmanlarının bile hatır ve hayaline gel meyen bir oyu ncağa çevirdiklerini vazife gereği söyle miştim . " Müsavat"çı ise gerek kendisine ve gerek onun din siz nazariyelerini kabul etmiş görünen HaiTfesine karşı er kekçe açtığımız dini ve ilmi m ünazara cephesine yaklaş mayarak namertçesine şahsıma h ücum etmekle sadet ve mübahasaden kaçtığını kapatmaya çalışıyor. Kıyıda bucak ta bulu nan kendisi gibi islam Dini ve islam u lemasının düş manlarından aleyhime mektublar celb ederek onları n , ne zih ve kutsal ilmi münazara sahasında üzerime attığ ı pis çamurlardan medet ve yard ı m istiyor. işte aramızdaki m ü bahase ve münazara hesabına son "Müsavat" sayısında okuduğumuz satırlar şunlard ı r: " Romanya'dan general Vehib Paşa Hazretleri'nden sabık Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Hazretleri'ne ce vaben aldığımız mühim mektubdur ki tarafsızlığımız hase biyle aynen ve üzüntü ile yayınlıyoruz. El badi ezlem ! 2 1 Haziran 1 928 Huzur-i alilerine, Muhterem Bey Efendi Hazretleri, iskeçe de münteşir " Yarın" gazetesinin 16 n umara ve 21 M art 1 928 tari h l i sayısında ve " Hezeyan Toptancıları " başlığı ile başlayan makalede ima suretiyle acizlerini kast eden bazı satırlar tarafından görülmüş ve ge reken cevap re' sen baş yazar Mustafa Sabri Efendi'ye ve rilmiş olmakla beraber kam uoyuna karşı M ümaileyh'in ifti ralarını cevabsız bırakmamak için karaladığım bir iki satır m uteber gazaten izin bir köşesine sığdırılması niyazı ile ek olarak takdim edilmiştir. Acizane h ürmetlerimin kabulünü rica ve kalbi dostluklarınızın sürmesi ni beklerim beyim efendim hazretleri. Vehib Mehmet. '
'
248 HİLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
" iskr�çe de yayınlanan "Yarın" gazetesinin başyazarı M usıtafa Sabri Efendiye: Efendim , islanıiyetin yüce esaslarını ne şekilde bilip tanıdığımı ekte takdim ettiğim açıklamada göreceksi n iz. Bana karşı olan isnadınızdan dolayı ivedilikle tevbe ve istiğfar etme n iz lazım gelir. Yok, sizin iman ve kanaatiniz bundan gayri ise, m üslijman o lmayan ben değil, sizsiniz. Ş u halde "si zin dininiz size ve benim dinim bana." der ve geçerim. Ben başlı başına kanaat ve prensiplerimle yaşar bir ada mım. N e :zeyd' i n , ne de Amr'ın acz ve maskenet alanına girmekle izafı kıymetimi sol taraf boşluğuna i ndirmek iste rim. H avlayanların hırs, tamah ve menfaat peşinde dola şan seciy�asiz insanlardan daima uzak kalm ak isterim. Di� lenmek için sizin gibi ne Papa'nın mülakat isteyerek adı na arz-i vücut eden Kardinal'in dizerini öperim, ne de " Bol şev i k" le r i dolandırmak için Şeyhülislamlıktan kalma sarı ğı atarak i)aşıma şapka giyerim ! ! Özüm sözüm birdir. Vic dani kanaatini düzme ve fakat renkli cümle ve kelimelerle gizleyen ve saklayaniardan değilim. Bizzat m üteharrik ve başkasının teveccü h ve teşvikinden müstağ n iyim. Müslü manlığı yalnız kendi nefsine h asr eden gayr-i müslimler den n efmt ederim. işte bu kadar. 21 H aziran 1 928. Vehib Mehmet" Yine ı=ıomanya'dan üç tane sarı çizmeli Mehmet Ağa imzası ile ' ' Müsavat"a yazdırılan bir mektubta "Yarın" ga zetesi için, meslek ve meşrebi henüz belli o lmayan hercal gazete ( 1 ) ve benden başlayan yazarları hakkında da, ma zileri malum odun yastığı, tabirleri kullanılıyor. Ve işte sırf tarafsızlığ1 hasebiyle (!!) yayınladığı bu mektublarla Müsa vatçı Hafız ismail Efendi aramızda açılan din ve devleti ayırma ilmi münazarasında bahsi kazanm ış oluyor. Yan yal ı bir ittihatçı general ile üç Romanyalı (!) sarı çizmeli Mehmet Ağa'dan kurulu olan hall ü akt ehlinin kararı ile di ni devletten ayırma davasının isti'naf ve temylz olarak so n uçlandırılmasına karşı merhum mantık'ın ağzı dili yok ki '
( 1 ) Yoksa "Müsavat "ı mi tarif ediyorlar?
RtLAFET VE KEMALİZM
249
"davayı kazanırken beni kaybettiniz." diye bağırsın! yok, yok! .. M üsavatçı derdini Vehib Paşa'ya değil, Marko Pa şa 'ya anlatsın . Ve isterse Enver Paşa'yı da mezardan çı kararak bütün i ttihatçılarla birlikte aleyhime şahitlik etsin! Dini devletten ayırma cinayeti bununla kapatılamaz. Dinin. devlet üzerindeki etki ve hakimiyetini kesrnek meselesin den benim haysiyetimi kesrnek meselesine nasıl atiadın a Hafız? Sanki muhtelif renk ve şekle bürünmüş dinsizlerin fiili ve sözlü her türlü saldırıları karşısında "Onlar, geri dön mez dilsiz, sağır ve kördürler" (Bakara/1 8) vaziyatine dü şen M üslümanlar arasında garip kalan islam Dini'nin ga rip kalan hukukunu savu nurken dinsizlerin başına benim kadar bela olmuş bir adam görülmediğinden, şayet benim kişisel haysiyetimi kırabilirlerse dini meseleler münakaşa sında dinsizliğin zaferi sağlanacakmış gibi bir duygu ile Ke malistlerden başka ittihatçıların ve i 'til�fçıların dinsizleri de bir ağızdan benim davalarrmı, delillerimi bırakıp şahsıma hücum ediyorlar. Buna iftihar ederim ama -velev ki dinsiz lerin za'mınca- benim gibi bir acize kalmış olan islam Di ni'nin kimsesizliğine yüreğim sızlamasa!. . Gelelim Vehib Paşa'n ın mektubuna; Ber.ı üç dört ay evvel yazdığım makalelerimin birinde isim tasrih etmiyerek bir ittihatçı Paşa nın dinsizce fikirle rinden bahs etmiştim. i sim tayin etmediğimden hücum et mek istediğim hedefimin şahıs değil, fikir ve mezhep oldu ğu anlaşılması gerekirken Vehib Paşa bunu kendi üzeri ne almış. Ben onun ismini okuyuculardan sakladığım hal de o kendisini fikir ve mezhebinden tanımış. Mezhebinde dinsizlik bulunduğuna nazaran aklı da az olduğu için bu na kızmış ... Şimdi o kendi kendini teşhir ediyor. G üya ben ona iftira etmişim. Cahil adam henüz iftiranın l üğavl ve ka nuni manasını bilmiyor. Hüviyeti mechul ve ismi tayin edil memiş bir adama iftira olur mu? Dinsizliğini tenkit ederken '
250
HiLAFET-İ MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
alemden ismini sakladığım adam ittirama maruz kalmamış, korurnama mazhar olmuştur. Ama ben onun kim olduğu nu bilmiyormuşum. Bu da kabahat olmaz ya ... Bildiğim hal de alemH tanıttırmamaya gayret ettim. Tarizimi kendisine tanıttırmı:? olduğu ma gelince, bunun kababatı da bende de ğil, dinsi:i:lik ve ittihatçıltk sıfatlarının kendisine i ntibakında dır. Hattfı bu sıfatiarın birisi eksik olsa i ntibak tam olamı yacağından Vehib Paşa nin kuşkulanmaya hakkı olamaz. Demek ki Paşalık, ittihatçılık, dinsizli k sıfatları toplu olarak kendisinde mevcut ise masele'de iftira yoktur. Benim tarafımdan teşhir de yoktur. Sıfatlar kendisinde toplu olarak mevcut değilse onlardan şahsına intikal etmek le Vehib Paşa kendi kendine iftira etmiş olur. Binaenaleyh ikinci şıkka göre Paşa bu açık mektubu i le akılsızlığinı ve birici şık�a göre hem akılsızfığını hem de dinsizliğini isbat etmşitir. Işte böyle dinsizlikleri akıllannın ayağına dolaşan adamlar kendi elleriyle kendilerini mantık tutukevine teslim ederler. Vaktiyle köyün birinde bir adamın balı çalınmış. Bal sahibi köyün camiinde va'z eden hocaya vaazdan evvel derdini an latmış imiş. Hoca vaazın hararetli bir yerinde in sanların azdığını anlatırken: " Bak, bak! Alemin balını çal mış, şimdi gelmiş camide oturuyor, arı da başının üze rinde dolaşıyor! " deyince hırsız hemen eliyle başanın et rafında bir kavalamaca hareketi yapmak zorunluluğunu his setmiş ve hırsızlığı meydana çıkmış. işte Vehib Paşa da h ikayedeki hırsız kadar kendini ele vermiştir. Yoksa "Yarın" okuyucuları makalemda ismi geçmeyen ve· yal n ız dinsiziiili mevzubahs edilen Paşa'nın kim olduğunu bil miyeceklerdi·. Bir de iftira tabirine rağmen Paşa'nın o dinsizlikleri ka bul edip el:mediği mektubundan tamamen anlaşılmıyor. " Ekte takdim ettiğim" dediği açıklama nedir? Bize böyle bir şey gelmedi. Mektubunu da "Müsavat"ta gördük. Mek tubta " başlı başına kanaatlerirole yaşar adamım." de mesine nazaran da dini itikatlarının sair m üslümanların iti'
HiLAFET VE KEMALİZM
25 1
katıarına hala uygun düşmediği anlaşılıyor. Ne hacet? is terse uygun düşsün, isterse açıklamada yazdığı şeyter ehli sünnet ve'l cemaat akidelerinin aynı olsun. lakin Vehbi Pa �a'yı evvelden iyi bildiğim için bana düşmanlığından sırt Islam Dini'ne düşmanlığından ileri geldiğini de iyi bildiğim den vad olunan açıklamada müslüman.görülmesi beni ik na edemez. D indarlar, dinsizlik iddia edemezler ama din sizlik mezhebi, icabı halinde diyanet iddiasına müsaittir. On lar, özellikle islam Dini'nin uleması aleyhinde şehadet ede bilmek için ara sıra müslüman görünmek ihtiyacından kur tulamazlar. Değil kılıcı kırık Vehib Paşa, la-dini Türkiye' nin şanlı paşası bile Türkiye'nin dinini çizmelerinin altında çiğnemiş iken, müslümanları aldatmak mevkiinden tama men korkutmak durumuna intikal edemediği cihetle hala, müslüman değilim, demez. Belki Vehip Paşa da onun hak kında "Müslüman değildir" demekten kaçınır. Özetle Kur'an'ın tevciz ettiği teaddüt-i zevcatı takbih eden, "islam, Hristiyan arasında kız alıp vermek işle mine Kur'an mani değildir, din uleması ayeti yanlış tef sir etmişlerdir. " diyerek u lamalık ve ukalalık satan, ba basız çocuk doğmanın fennen muhal olduğunu iddia ede rek Hz isa yı Hz.Zekeriyya'nın gayr-·ı meşrıı veledi tanı yan , Hicaz Valisi iken Mekke-i Mükerreme'ye gelen sel Iere karşı engelleyici tedbirler alınması sırasında o zaman Mekke emiri bulunan Şerif H üseyin Hazretleri'nin mah remane engellemelerinden bahs ederek Zemzem suyu nun, Mekke etrafında biriktirilmiş yağmur sulan sayesinde hacıların ihtiyacına kafi geldiğini ve bunun tükenmemesin de bir fevkaladalik olmadığını söyleyen, yine Hicaz Valili ği zamanında kendini Zemzem kuyusuna atan bir adamın cesedini çıkarmak için yapılan araştırmada çeşit çeşit hay van laşelerine tesadüf edildiğini anlatmaya dayamayan Ve hib Paşa' n ı n şimdi müslüman olduğuna tabii ben inan mam. Allah'ın iki tane değeri yüce Peygamberi ile Kur'an ı Kerim'de iffet ve ismetine şehadet ettiği Hz. Meryem'i ve mübarek Zemzem suyunu lekelerneye çalışan adam, bu.
'
252 H1LAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMtYE
gün danyanın dinsizleri ile çarpışmakta bulunan Hoca Sab ri 'yi her hı�rhangi bir suretle lekelayerek dini m ücahede sa vaş alanı dışına çıkarmak gayretini güdmesi bile Vehib Pa şa'nın ihtida edemiyeceğine yeterli deiildir. Onun için, müs lümanlığını isbat maksadıyla ek olarak takdirninden bahs ettiği açıklaması da çingene delili gibi bir şey olacaktır. Çin genenin birisi çeri başlarının i kide birde topluluk adına pa ra isternesinden bıkarak, çingene olmadığına dair yarı resmi bir yerden kanıt almış. Yine bir gün umumi bir yerde otu rurken yanına sokularak para isteyen çeribaşına bu sefer çıkışırcasına: " Benden ne istiyorsun, ben çingene de ğilim. işte çingene olmadığı ma dair kanıtım!. . " demekle karşılık verince, çeribaşı orada hazır bulunan kişilere h ita ben: " Efe ndiler, sormak ayıp olmasın. Siz çingene mi siniz?" dEımiş. Onar da doğal olarak: "Hayır, o nasıl söz." diye cevap vermişler. "O halde deliliniz var ma?" demiş. "Delile nfı lüzum var!" diye cevap vermişler. "Ya bu ada ma baksanız a çingene olmadığına delil gösteriyor." de dikten sonra çingeneye dönerek: " Delil almaya neden zo runlulu k duyduğun anlaşıldı. Halt etme, ver paraları! " demiş! Şirndi gelelim Paşa'nın benim hakkımdaki isnatlarına; Ben bir kaç sene önce ita\ya seyahatımda şapka giymi şim, Papa'nın kardinalinin dizlerini öpmüşüm!.. Önce şu nu söyliyeyim ki yeni Türkiye'nin dinsizliğinin ilk kurucusu bulunan ittihat ve Terakki ocağında beslenmiş olarak kan lı, yangınlı. göçtürücü, öldürücü " han-ı yağma" lardan ka zandığı seı'Vetle Türkiye dışında bile saltanat hanedanı üye lerinden fazla refah içinde vakit geçiren ve Ankara hükü metinin Bı�rlin sefiri Kemaleddin Sami Paşa vasıtasıyla m uhalifler arasında ispiyonculuğu idare etmekte olan Ve hib Paşa ıı ın Kemalist inkılabından başka sabık ittihat ve Terakki fesat ve zulumlerine karşı da bütün devirlerinde mücadele eden benim gibi ezell bir düşman hakkında ha yır söylemiyeceği gayet belli bir şeydir. ittihatçılar, daha bundan 16 sene ewel sabık mebusluğum zamanında Türk.
'
,
HİLAFET VE KEMALİZM
253
iye'den birincı nicretimde Köstence sokaklarında şapka ile gazdiğimi iddia edere'k, daha sonra sürgünde öldürdükle ri merhum şair Hüseyin Kami'yi de: " Evet, ben de gör düm iki şapkayı biribiri üzerine giymişti. ' ' demeye mec bur etmişlerdi. Özellikle peygamberlere, Cenab-ı Mer yem'e ve pak Zemzem suyuna iftira eden Veh�b Paşa' nin bana iftira etmesi çok önemsiz kalır. Benim, ıtalya se yahatımda Şehzade Nizamüddin Efendi Hazretleri'nin he diye ettiği Astragan Çerkez kalpağını giydiğimi Vehib Pa şa bilir. Sonra kendisi şu anda Köstence'de fesli müslü manlar arasında şapka ile gezmekte olduğu halde beni ital ya'da şapka giymekle ithama kalkışıyor. Halep orada ise arşın buradadır, denildiği gibi, isteyen beni burada, Vehib Paşa'yı da Romanya'da gözleri ile görerek şapkayı kimin giydiğine ve kimin giyebildiğine yakın hasıl etmekle bera ber, kendi başında taşıdığı bir kisve ile başkasını lekele rneye çalışan hayasızı da gözle görebilirler. Kardinal'in dizini öpmek meselesinde de Vehib Pa şa mutlaka kendisinin yapabileceği ve ihtimal ki bil-fiil yap tığı alçaklığı kendine benzetme yoluyla bana da isnat et mek istemiştir. Vehib Paşa'nin münafıklıkla benim elimi öp tüğü vardır. Fakat benimm, ahirete intikal eden bir kaç ho camdan başka kimsenin elini öptüğümü gören yoktur. Pa pa' nın kardinaline gelinceye kadar bir hayli islam padişa hına yetişti m. Cennetmekan Sultan Abdülhamid'in bir çok defa Huzur Dersi'ne girdim. Merhum Sultan Reşad'fn tah ta ilk çıkışında kendisine m usafaha ile bey'at eden mebus lar arasında idim. Daha sonra iki defa daha h uzuruna gir dim. Merhum Sultan Vahidüddin ile m ülakatlarımın sayı sı ise yüzleri geçer. Bunların hiç birinde el etek öpmek gi bi bir şekilde mezellet durumunu aldığımı bilmiyorum. B u saydığım padişahlar şimdi hayatta değillerdir. Mekke-i Mü kerreme'ye Mısır'dan davetleri üzerine gittiğim ve orada beş altı ay ekmeğine ve nimetlerine boğulduğum sabık Hi caz Meliki Şerif Hüseyin Hazretleri'nin de pek çok defa hu zurları ile müşerref oldum. Fakat on urumu ihlal edecek zer-
254 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAM1YE
re Kaaar yaıtal<lanma durumunu göstermedi m . Böyle bir tıareketi kr3 ndim işlernekten şiddetle kaçındığım gibi bana karşı yapa nlara bile kızarım . Ve ben dünyada ne ilmimle, ne arnelimle iftihar etmeye kendimde hak ve selahiyet gör mediğim tıa.lde, zamanın bütün baskılarına rağmen onu rumu ve kalbimin metanetini bozmamış ve en küçük hak ve hakikat karşısında en büyük kuvvetiere önem verma rneyi meslok edinmiş olmakla iftihar eden bir adamım. Şerif Hüseyin Hazretleri'nin basında yazarlığa dönmemi uygun görmemelori gibi, fikri istiklalimi ilgilendiren bir sebeble ken dilerinden izin alarak Hicaz' ı terk ettim. Mısır'a geri dönü şümden sonra yalnız hastalarının sayısı altı, yedi taneden eksik olma:fan aile efradımla beraber yedi sekiz ay tam ma nasıyla kuru tahta üzerinde zaruri bir hayat geçirdim. Oğ lu m da orada yatakta hasta yattığı için yalnız başıma hem hasta bakıcıl!k yaptı m, hem de Mısır'ın o zamanki Kema$ list basın1 ile m ücadeleden ayrılmadım. Fakirlik ve yok sulluk seb(3biyle Melik Fuat Hazretleri'ne yahut M ısır'ın umera ve ayanından bir kişiye sığınmadım. Ettim isem söy lesinlerı Alçak ittihatçı paşasından duyduğum, diz öpmek ne kelimedir, nasıl bir tabirdir? Vakıa ben, Papa Hazretle rinin h iriciye nazırı Kardinal Gaspari ile görüştüm ve mü saadeleri i l e Vatikan Sarayı nı gezdim. Kardinar i le m üla kat esnasında bir aralık kendisinin bacağını bacağının üze rine koyarak oturduğuna dikkat ettim ve bunu Şark adab-ı muaşeretince biraz garip bulduğum için ben de öyle bir va ziyet almak. lüzumunu duydum. Şerif Hüseyin Hazretle ri'nin huzurunda bir gün mahdumları Şarki Ü rdün hüküm dan Emir Albdullah Hazretleri intiharın bir tür hamaset ese ri olduğu fik.rini öne sürmüşlerdi. Ben derhal Emir Hazret leri'nin görüşlerine iştirak edemiyeceğimi söyledim. Baba ları da benim fikrimi desteklediler. intihar konusu bir kere de ŞehzadH Nizameddin Efendi Hazretleri' nin evlerinde Vehib Paşa da hazır olduğu halde açılmıştı . Paşa, Şehza de nin babaları Yusuf izzeddin Efendi merhum ile baba ları mağfuru n-leh Abdülaziz Han'ın intihar ederek vefat et'
'
HİLAFET VE KEMAL1ZM
255
miş oldukların ı düşünerek bütün kuvvetiye intiharın lehin de söz söylemiş ve benimle munakaşayı uzatmıştı. Aynı toplantıda konu, gerek ittihatçıların, ve gerek Kemalistle rin muhalefetiyle tamamen ayrıldıkları siyasi noktalara in tikal ederek, ittihatçıların başladığı ve düşman ordularını Pay-ı Taht'a kadar ithale müsaid ve müeddi olan kötü bir mütareke ile bitirdiği Harb-i U mumi ertesindeki acıklı du rumun sorumluluğunu muhalefetin masum omuzuna yük letmek suretiyle, muhalefet h ükümetine karşı ittihatçıların ve Kemalcilerin kin dolu ağızlarında dolaşan en ağır itham� ları o mecliste Vehib Paşa nın ağzından da işitince tabia tıyla aramızdaki münakaşa itidalini kaybetmiş ve Vehib Pa şa ile ilişkimizin kesilmesine sebeb olmuştu. Utanmazlığın terecesine bakınız ki m uhalefeti suçlu gösterme alanında düşmanlarının davasını yerli yerince savunan Vehib Pa şa, aynı zamanda suçladığı muhalefet erkanı arasında bu lunuyor ve Ankara hükümeti hesabına yapılan bu m üca dele, muhalefetle birlikte Ankara'nın zulum ve gadrine uğ rayarak vatancüdalığa mahkum ettiği mazlum bir Şahza de nin gurbetteki evinde careyan ediyordu. Vehib Paşa' nın o günkü küstahfığının derecesi, başta arz ettiğim dal kavukluğunun etkisi arasında hakkıyla takdir olunamadı ğından üzüntü ile ondan sonra Şehzade Hazretleri ile de teması kestim. işte burada da bir çok müiOk ve ümera ismi saydım ki kendileri, hamd olsun, hayattadırlar. Bende alçaklık ve basitlik lekesini görmüşlerse doğruya şahitlik adına; söy lesinleri Kardinal Gaspari de hayatta olmalıdır. O da söy lesin ve isterse beni tekzib etsin! Bundan başka ilim ve siyaset adamları arasında bü yük bir mevki sahibi olan maruf bir zat, üç dört ay önce beni bir islam h ükümetinin himayesinde müreffeh bir ha yata davet etmişti. Himaye altında fikir istiklalini korumanın zarfuğundan bahisle teşekkür ve özür diledim. Gerekirse o zatı da şahit gösteririm. Bir olay daha nakl edeyim: Ab dülmecid Efendi Hazretleri'nin biraderleri Şehzade Sey'
'
256 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE .
feddih E.:fendi merhuma Beyrut'a geldikleri zaman muh teşem evini terk ve tahsis eden beldenin ayanından Ebu'l· Hayr el�il<assar bize de bir ikametgah isticar ve tefr1ş et mişti. Misafir okşayıcılığının minnetdan olduğum bu zat, Beyrut ta Mustafa Kemal aleyhinde yazdığım Arapça ki· tabın bamm ve yayımından vaz geçmemi rica tarzında ba na bir mHktup göndermişti. Kitabın neşrinden vaz geçme dikten başka bir noktasında bu mektubu m evzu bahs ve tenkit edrerek meslek ve metanetirnden fedakarlı k edemi yeceğimi anlattım. Kitabım meydanda, m ektup bahsi de içinde, mektup saibi olan zat-ı m uhterem de Beyrut'ta!.. " Bilmiycı,rsanız, zikr ehlinden sorunuz!" (Yarın, sayı: 25, (sene: 2) 20 Temmuz 1 928. sh: 1 vA 4) VEY'L O DALKAVUKLARA! (1) Kollz:rının kaba eti gayet zayıf ve yüzünün derisi ga yet kuvettli bir hasım ile m ücadeledeyiz. Müsavatçı , aramızdaki m ü nakaşayı, terbiyesizlik ve adilik sahnesine çevirdi. Kendisi , Ankara h ü kümetinin dini devletten ayırmasına muvafakat etmişti. Biz de bunun müs lümanlığa sığmayacağını söylemiştik. Lakin dünyada ve bil hassa bizim gazetelerimizin okunabileceği yerlerde müs lümanlık maatteessüf o kadar gevşemiş, o derece çökmüş ki ona sığmayacak hiç bir şey yok. işte dini devletten tec rid ve teb' id ederek devletin başını şeriata bağlı bulundur mamak fil<ri en açık bir dinsizlik olduğu halde M üsavatçı gibi henüı müslümanlık davasında bulunan bir adamın böy le bir fikri müslü man okuyucularının gözleri önünde bana karşı yürütmeye cesaret etmesi, islam kamuoyunun haya tından insanı ümitsizliğe sürükliyecek bir faciadır. B u taei ayı temaşa eden müslümanlardan kaç kişinin tüyleri ü rper diğini anlamak merakındayım. Islam Dini'nin ahkamı müslümanlar arasında kanun kuvvetin i lıaiz olsun m u olmasın mı? islamın elinde .bulu nan hükümetlerde bu topluluklarda şeriatın h ükmü yürü sün mü, yürüm esin mi? Diye müslümanlar arasında pazar lık yapılsın! Ve Hafız ismail isminde bir derbeder islam Di n i 'nin devlet üzerinde hükmü yürürnemesi tarafını i ltizam '
. .
HiLAFET VE KEMALİZM
257
ederek bu fikrini ahır zaman halifesi olacak zata ahır za man müslümanlarının huzurunda satmaya kalkışsın .. Fazla olarak, tarihe geçen büyük islam Devletlerinde yürürlü kte olduğu vech ile i slim Dini'nin devlet üzerindeki hakimiyet hakkının mahfuz kalmasından ibaret olarak bizim savun duğumuz i slam Dini hakkında d insiz Kemalistl�r kadar sui nazar besleyen bu hain heritin Kemalistler ayarında bir ka tir, hem de terbiyesiz bir kafir olmasına rağmen hala m üs lüman okuyuculara karşı bir m üslüman gibi söylemeye yü zü kalmış olsun! Bu hale ve bu manzaraya ağlamalı mı, gül mali mi yoksa kahr mı ol mal ı , ne yapmalı bilmiyorum!.. Benim hayatım dini ve siyasi ve bilhassa dini m üca hedeler ile geçmiştir. Kendileri ile basında münakaşa etti ğim adamlar ölülerden d i rilerden büyük bir topluluk teşkil eder. Allaha hamd olsun hiç bir mübahasede mağlup ol madım. Bu keramet de benim naçiz iktidarımda değil, her davanın haklı tarafını iltizam ederek münazırlarıma karşı dayandığı m hak ve hakikat kuvvetindedir. Ben mutadım ve fıtrl çekicilik ve istidadım vech ile hakka dayandıktan son ra karşımdakı hasmımın asrl �reyanlara ve gayr-i asrl sul tanlara, hükümetlere ve ordulara dayanması artık para et mez. Ben onun hakkın inayeti ve hakikatla işini bitiririm . Akıl v e mantık h uzuruna çıkacak yerin i bırakmam. Benimle kalem mücadelesine tutulan n ice maruf ve müstesna ze kalar görülmüştür ki "zor oyunu bozar" dedikleri gibi hak kın kuwetine dayanamıyarak mübahasede yerden yere ça rpılmış ve şaşırdığından mantığa saldırmak zorunluluğun da kalmış olmakla bu sefer de: " mantık yanılır mı, yanıl maz mı?" tarzındakı aramızda elbette başarısı yine beni m tarafıma aday- i kinci b i r m ünakaşa alanının açılmasına se bebiyet vermiştir. Müsavatç ı ile olan bu son m ücadelem de ise benim tarafımda bulunan hakkın ağırlığı, ondan ön ceki m ücadele! erime de kıyas kabul etmeyecek derecede üstün ve açıktır. Şimdiye kadar münazaralarımda hiç hak sız d ava omuzladığımı ve onun mü katatı olarak asla mağ lup olduğumu bilmediğim gibi bu seferki kadar haklı ve m ü-
2'.58
H!LAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAM1YE
nakaşa götürmez bir dava takibi i le vazifel i olduğumu da bilmiyoı·um. Lakin insanın m ünazarada bu derece haklı ol· ması ve hasmının da o ölçüde tutunacak yeri olmamıs yok olanla var olanın güreşmasine benzer bir tür tatsızlık ve nis betsizm; h usule getiriyor veyahut daha uygu n bir niteleme ile, birinci hamlede canı çıkan düşmanı boğazianma hır· hırları arasında taşesini didiklamek kadar i nsana iğrenme duygusu veriyor. Bu sebeble ben, daha başlanırken ve hat ta başlanmadan kazanılan ve kazanılmış i ken sırf hasmın hayasız:1ığı sebebiyle yeni hamle ve darbelere lüzum gös teren şu davada, arz ettiğim iğrenmeden zafer neşvesi duy maya vakit bulamıyorum. Hil8ıfet gazetesi tavrını takınarak oradan aldığı kuwetle Hilafetin güç kaynağı olan dini ve şeriatı devletçe kuwet ve kudrot mevkiinden uzaklaştırmaya ve hakimiyetten dü şürmeyo çalışan mecnun Müsavatçı, cehalet sebebiyle ve belki saı·hoşlu k eseri i le baltayı taşa vurmak derecesinde kalm ayıp efendisinin bastığı dala vururken, zararın ın, men faatının ve Hilafet Makamı nın mahiyetinin farkında olma yan efendisi de, kalkavuğunun "el-sultan ibni sultan ib ni sultan " nakaratı ile mest olarak zaten çürük olan duru munun cahil dalkavuklar altında büsbütün oyuncak oldu ğunu ve şapkalı m üslüman gibi tanınmaz bir hale geldiği ni düşünmeye lüzum bile görmüyor. Devlet dinden ayrıla cak, yani dinsiz alacak, Abdülmecid Efendi de halife sı�, fatıyla bu dinsiz devletin müstakbel reisi olacak! Tevekke· li en ewelden beri Abdülmecid Efendi nin h il afeti sahte ol duğunu söylem iyorum . Hakiki halife olsa hilafetin dinsiz devlet riyaseti haline dönüştürülmesini tecviz eder mi? Ü c retli dalkavukluğun "es-Sultan ibni es-Su ltan Abdülme cid Han'a karşı Tokatlı Hoca Sabri kim oluyor?" deme siyle iş bitmiyor ki!.. Mustafa Kemal'in teklif ettiği ve Sul tan Vahii düddin'in kabul etmediği sultasız h ilafeti kabul eden Abdülmecid Efendi, sultan değildir ki!.. Sultasız sul tan olamıyacağı gibi bu hal onun hilafetini de gayr-ı sahih bir hale �ıetirmemiş miydi? Demek ki hakiki ve ilmi bir teş'
'
HiLAFET VE KEMALİZM
259
his ile Abdülmecid Efendi hiç bir vakit ne sultan olmuş tur, ne halife! ibn's-Sultan olduğuna diyeceğim yok! Bil farz ve takdir sultan da olsa, halife de olsa, evvelce Mus tafa Kemal ile sultasız hih3.fet meselesinde anlaştığı gibi dini devletten tefrik ile devlet üzerinden dinin hcıkimiyetini kaldırmak isteyen m'ecnun bir serseri ile birleştiği dakika da da Tokatlı Hoca Sabri ona şeriatın tokadını indirmek ten çekin mez. Hocaların hak ve şeriata dayalı kuvvetleri ne ve nasihatlarıne boyun eğmeyi kibrine yediremiyen sul tanların Ankara hükümeti gibi batıl ve gayr-ı meşru kuvvet ler hakkından gelir. Neye düşünemiyorlar ki sabık Şeyhü lislam Hoca Sabri ile sultas ız sabık Sultan arasındaki de rece farkı, minberde hutbe okunurken: "Haktan saparsam, beni doğrultun" diyen ikinci halife Cenab-ı Ö mer'le, "Eğri hareket edersen seni kılıcıınızia doğrulturuz.' ' diyen A ' rabı arasındaki derece farkından büyük değildir. Tartışma konusu olan dinin hakimiyeti sorunu ise, Abdülmecid Efendi'nin sultaniiğı onun yanında Süreyya'ya karşı sera (arz, toprak) gibi kalır! Müsavatçı gözünü iyi açsın! Onun bugün dalkavuk luğuna kiralandığı ve Hoca Sabri ile beraber hocalığı, şey hülislamiiğı ve müslümaniiğı alaya alırken sultanl ığını si per aldığı Abdülmecid Efendi halife olarak, Mustafa Ke mal h ükümetinin tabiiyeti altına girmiş ve istanbul'dan o hükümetin, kendisini çıkardığı dakikaya kadar Mustafa Ke mal' e arz-ı itaat ve ubudiyette kusur etmemiştir. Karşısın daki Hoca Sabri ise, Abdülmecid Efendi'nin Mustafa Ke mal ile istemiyerek arası açıldığı tarihden senelerce evvel Mustafa Kemal'e karşı mücahede bayrağı açmış ve her türlü zorluk ve tehlikelere rağmen mesleğinde sendelerne yerek devam etmiştir. Hoca Sabri, Mustafa Kemal'in sa bık bendesi ile elbette bir olmaz. Mustafa Kemalin sabık bendesinin lahı k bendesi olan Müsavatçı ile hiç eşit ola maz. Her hakikatın aksini iddia etmek helak edici hastalı ğina tutulan hayasıza bakınız ki beni Ankara'ya kapağı ata mayan hocalardan saymak küstahlığına da cür'et ediyor!
260
HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
A zavallı! Ankaıra'ya kapağı atamayan seni n efendin Ab dülmecid Efendi 'dir. Ferid Paşa hükümeti mani olmasa belki Abdülmecid Efendi Ankara 'ya kaçardı. H atta oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi, bil-fiil kaçtı. Fakat Mustafa Kemal'in adem-i kabulüne uğrayarak geri çevrildi. Yalan cılığı da, iftiracılığı da kepaze eden Müsavatçı, Abdülme cid Efendi hakkında faydalı olmayan bu sözleri bana söy letmek için mi hakkımda hiç yakışmayacak şeyleri isnada kalkışıyoı? Ankara, istanbul' daki Bab-ı Ali hükümetiyle uzun müddet mücadele ve münakaşada bulunduktan sonra ilk defa olarak Hilafet Makamı 'na da sesinin perdesini yük selttiği telgrafı �921 başlarında Tevfik Paşa hükümetine çektiği zaman , Istanbul ufuklarını ve Saray m uhitin i kapla yan korku sessizliğini, Hoca Sabri'nin " Makam-ı Hilafet ve Ankara M eclisi ' ' başlıklı tarihi makalesi yırtmrştr. (x). Bu tarih i:le, Abdülmecid Efe n di nin istan bul'dan çıkarıl d ığı için P,nkara h ükümetine düşman olduğu tarih arasın da tam Ü(; seneli k bir zaman vardır. Daha doğrusu Anka ra'ya karşı m ücahedede Hoca Sabri ne kadar sabıkiyeti ,, haiz ise Abdülmecid Efendi de Bab-ı Ali hükümetine karşı Ankara hükümetinin kuruluşuna hizmette o derece sabı kiyeti haiz bir şahsiyettir. Anadolu 'daki Kemalist isyanını daha başında canlandırmak üzere M ustafa Kemal taratı na ittihak sden ilk kafile, " Memleket" gazetesi yazı kuru lu ve bazı hükümet memurlan He birlikte i.stanbul 'dan ka çarken mı3zkur gazetenin çıkardığı fevka!ade sayı, istan bul'daki h:.i kümet ve hilafet makamı aleyhi nde veliahd Ab dülmecid Efendi tarafından yazılmış uzun bir layihayı bay rak ittihaz etmişti . Bu maselelerde gerek benim gerek Ab dülmecid Efend i n in durumunu bilen binlerce, yüz binler ce insan henüz hayattadır. Müsavatçı'nın süpürge çöpün den daha zayıf kalemi tarihi zaruretleri değiştiremez. He sapsız ve ölçüsüz söylemekte eşi bulunmayan bu hazeyan toptancısı, Anadolu'ya kapağı atan hocaları sayarken on ların arasında gösterdiği Ermenekli Safvet Efendi'ye de iftira ediyor. Halbuki o zavallı adam, Ankara'nın sevmedi '
'
(x) Bu makale için bakınız: Sadık Albayrak; Cumhuriyete Doğru/Hilafeti� Sonu, istantıuı?1 989, sh: 1 9-25
RtLAFET VE KEMALİZM
261
ği ve istiklal Mahkemesi'nde beş sene mi on sene mi hap se mahküm ettirdiği bir muhaliftir. Müsavatçı, " U rfalı Safvet" diyecekti. Fakat mübahasede yediği ağır darbe lerle Hanya 'yı, Konya'yı şaşırdı. i şte bu Urfalı Safvet, An kara hükü meti nezdinde m evki kazanmak için hep Hoca Sabri'nin d üşmanlığından ve kendisini Bab-ı Meşihat'ta ki memuriyetinden azi etmesi gibi delil ve vasıtalardan yar dım beklerdi. Sabık Urfa Mebusu'nun gazetelerde bu yol da yazdığı m akaleleri de görmüş olması lazım gelen Mü savatçı'nın beni, benim husumetim sayesinde Ankara'da mevki kazanmaya çalışan adamlar sırasına koyması heze yan toptancılığının şaheserlerindendir. Hafız ismail namerdi, dini mübahase dışı ndaki vası talardan yardım dileyerek beni, za'f ve felaket zamanlarında Osmanlı Hanedam'na saldımakla itharn ediyor. Heritin bu noktada apaçık hakikatleri tahrif ile basit zihinleri karıştır maya çalıştığını ufacık bir dikkat, takdirde güçlük çekmez. Ewela felaket, Hanedan'a münhasır değildir. Vatandan ay rılık hasretine biz de maruzuz. Belki biz vatanımızı onlar dan bir çok sene ewel terk ettik. H atta kendileri istanbul' da, biz gurbette i ken onlar bizi düşünmüyorlardı, bile! i s tanbul'dan çı karılıp da çoğu üyeleri Beyrut'a geldikleri za man Mustafa Kemal duyar diye bizimle görüşmeye bile ce saret edemiyorlardı. Yani kendi nazariarında bile biz An kara' nın daha fazla kin ve düşmanlığına maruzduk. Öyle iken biz onları düşünmekten ve gücümüz yettiği kadar sa vunmaktan hiç geri kalmadık. Daha Hanedan'ın felakete uğramasından üç sene önce i stanbul 'da yayın ladığım adı geçen " Makam-ı Hilafet ve Ankara Meclisi" başlıklı ma kalemde Ankara Meclisi'ne sırf hanadanın hukukuna mü dafaa duygusuyla ilan-ı harp etmiştim. Afçak Hafız isma i l 'in dediği gibi Ankara'ya kapağı atmak duygusuyla ilan-ı harb etmiş olamazdım ya! ikinci olarak; herkes bilir kt Mus tafa Kemal, h usumetini ilk önce Hanedan'ın meşru reisi bulunan Halife Vahidüddin'e yöneiterek onu lekelemeye, onu ezmeye, maddi ve manevi bakımdan onu kah r etme ye çalışmıştır. işte ben, yedi sekiz senedir o meşru Halife-
262 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
yi savunma h ususunda h iç kimsenin gösterarnediği gay ret ve be�;aleti gösterdim. H akikatı tavzih ve zihinleri ay dınlatmak için Türkçe, Arapça makaleler ve kitablar yaz dım. Ve ir. şaallah daha da yazacağım. Sade Mısır'da beş altı sene önce Mustafa Kemal aleyh ine ağız açılamadığı bir devreele yalnız başıma bütün bir memleket basını ile bahse konu üzerinde mücadele ettim. Kemalist Mısır'ı en evvel kale mimle ben feth ettim, desem hiç de mübalağa olmaz. Benim için dünyevi, u hrevl bir şeref teşkil eden bu gazayı , Kemalist düşmaniarımdan başka, hangi durumda bulundukla.rı idrak edemeyen bazı na-cins m uhalif süprün tüleri de, hala Mısır'da kabul yüzü görmemek şeklinde aley hime bir hüccet gibi teşhir etmekle bitiremiyorlar. Daha sonra islam nazarında suküt eden Mustafa Ke mal' in vaktiyle merhum Vahidüddin'e sürdüğü lekeyi de hala gafil islam kamuoyu sürdürüyor. Hala, Abdülmecid Efendi üzı:ı rinde dolaşan teveccuh u n kurucusu da Musta fa Kemal'dir. işte Hanedan'a sadakat ve t-lilafet Makamı' na hizmet, Hanadan ın başı ve Mustafa Kemal zulüm ve düşmanlığının ilk kurbanı olan Halife Vahidüddin'i, Mus tafa Kema l ' in isnadlarından tenzih ve tebriede dayanacak tı. Ben bu vaziyefeyi tamı tam ına ifa ettim. H anedan' dan hiç birisi benim bu kon uda gösterdiğim gayret ve cesare tin yüzde !)irini gösteremedi. G östermedikten başka Hali fe Vahidücldin'i kötülemek ve d üşürmek için Abdülmecid Efendi gibi M ustafa Kemal'e gizliden ve açıktan yardım edenler bile oldu . Bu suretle Hanedan'a i hanet edenler, yine kendileri arasında bulundu. Hepimiz istanbul'da iken, Sultan Va h idüddin in damatları Şehzade Ömer Faruk Efendi ile sabık Sadrazam Tevfik Paşa n ı n oğlu, Musta fa Kemal'in gözüne girmek için kayınpederleri aleyhinde b irbirleri iiH yarışıyorlardı. Gafille•r! Hanedan'ın temel taşı yıktidıktan sonra diğer leri yerindo kalacak, ve bir kısmı da yıkılanın yerinde yer tutacaklarını sanıyorlardı. Müsavatçı'nın "Yaralı Arslan lar! ' ' tabiri ile benim üstü me kıştırtmak istediği bu kişilerin yaralarının üzerinde kendi tırnaklarının izi ve cahil doktor .
'
'
HILAFET VE KEMALİZM
263
mahiyetindaki dalkavuklarının tuzu vardır. Ben hak ve ha kikat aşk ve tutkunluğu i le acı sözlü bir adam olabilirim. Fakat sefil Müsavatçı'nın isnadı vech ile zaaf ve felaket lerinde Hanedan'ın aleyhine dönmek gibi bir na-mertliği ka bul etmem. Benden en uzak şey vefasızlık ve namertliktir. Hala ölmüş Halife'nin hakkını savunuyorum. Müsavatçı gi bi haksız birisinin dalkavukluğun u yapmıyorum. Bu sefer ki din ve devlet münakaşasında, namert Hafız ism ail 'in sa hipsiz gördüğü islam Dini aleyhinde bulunması ve Abdül mecid Efendi 'nin buna muvafakatını gösterir bir şekilde sesini çıkarmaması sebeb olmuştur. Müslümanlar dinsiz Ankara hükümetini devirmeye mu vaffak olursa Hafız ismail'in istediği gibi , Abdülmecid Efendi adına ta-dini saltanat k uracaklarına, la-dini Cumhu riyet yerine islami Cumhuriyet kurulması tercih olunur, de tniştim. Bu sözümü, Müsavatçı, iki cihetten yanlış anlamış. Birincisi Türkiye'deki la-dini Cumhuriyet'in yerine konula cak islami Cumhuriyet'in h ududu, şimdiki Türkiye hudu dunun aynı olmak, anlaşılması gerekirken HAfız i smail, bu islam Cumhuriyeti' nin, Suriye, ve Filistin'e doğru hudu dunu genişleterek Fransızların ve i ngilizterin oralardan el çekmesini gerektirmiş olmasından korkmuş! i ki ncisi olarak da islam Cumhuriyeti'ni dinsiz salta nata tercih edişimden, beni m Reisicumhur olmak istedi ğimi çıkararak bundan da m uhteris olduğuma delil çıkar mış, "Hulefa-i Raşidiyn Mustafa Sabri r.a. " diyerek alay da etmiş. Asrlli k davasında bulunan Hafız, müslümanca bir şey olursa yenilikçi şekilde de olsa ona mutlaka kızıyor, düş man·ve muarız oluyor. islam Cumhuriyeti olsa, ben de Ha fız isına il in ortaya koyduğu üzere, bil-farz ve'ttakdir reis adayı olmayı kursam, ne lazım gelir? işte bu meselede asıl onun işine gelmeyen islami Cumhuriyet'tir. Ve adeta An kara'nın bug ünkü la-dini Cu mhuriyeti baki kalma,k, islamT sine nisbetle nazarında da m ü raccahtır! Benim Reisicum rurluğuma gelince, bun da, şahsan bana husumetinden zi yade, Türkiye'de islam hükü metini temelleştirmeye çalışı rım diye, istemez. Bir de beni Abdülmecid Efen di ye ra'
'
264 HİL.\FET-1 MUAZZAMA-İ İSLAMİYE
kip göstererek duyguları tahrike çalışmak, dalkavukluk va zifesi nin qereklerinden görü n m üştür. Yoksa asrl düşünce ile seçimı3 bağlı olan herhangi bir makama adaylık koyma ayıp değildir. Eğer adayların muhterislikle lekelenmeleri ge rekirse hiç bir adaya oy verilmemek neticesi hasıl olur. la kin Hafız korkmasın, ben Reisicumhur olmak fikrinde de ğilim. Ehl iyet şartlarını kazan mak hususunda hiç bir eksi ğim olmamakla beraber yalnız benim bir halim var: Dalka vuklardan hoşlanmam. Bizim memleket ise o metaı pek bol yetiştirmiş. içerdekilerin halini Türkiye gazetelerinde oku yorsunt.JZ. Dışardakileri de görüyorsunuz. Ben Reisicum hur olsam , Allah korusun, bu dalkavuk bolluğuna karşı ne yaparım? i nsanlığı ve insanları benim yüce Peygamberim kadar anlayan olmamıştır. O, bir hadls-i şerifte " Dalkavu k ların ağzrna toprak saçınız! " buyuruyor. işte ben de o za man böyle yapmak isteyeceğim ve lakin buna Türkiye'nin toprağı ki fayet etmiyecek! . . (Yarın , 3 Ağustos 1 928. sh: 1 ve 4) VEYIL O DALKAVUKLARA (ll) (x) Hafı2: ismai l ' in dini devletten ayırmak meselesinde son savunma:>�; bu meselede kendisi Ankara h ü kümetinin mez hebine tabi olmayıp din ve devlet ayırımı nazariyesinde An kara' nın IV1üsavatçı mezhebine yaklaştığını söylemek gibi gülünç bir· iddiaya ek olarak; benim Meşihat Dairesinde çal ğı çaldırdığımı, kolalı yakalık ve renkli ipekten kravat taktı ğımı, şık potin , pantolon ve smokin giydiğimi, ihtimal ki kol tuğurnun altında da haç bulunduğunu sayıp sövmeye in hi sar etmiştir. Zavallı, bu adi sözlerle aklı sıra münazarayı kazanace,k!. . . Ewela, haç benim koltuğum altında değil, devletin başı şeriata bağlı olmasına " Hadramut" vahşiliği nazarıyla ba kan kendisinin alnındadır. i kinci olarak, ben temizliğine mebni kolalı yaka taka rım. Fakat lüzumsuz gördüğüm ve mukallid olmadığım için kravat takmam. Renkli ipekten boyun bağı renkli bir yalan(x) Veyl, yalan ve iftira alanlarında puyan olarak, kibir ve inatlarınan ken
dilerine okunan ayal-ı beyyinatı işitmemiş gibi davrananlara!
HİLAFET VE KEMALİZM
265
dır. Şık potin giyerim, setre pantolon giyerim . Smokin'i alelade bir setre olmakla beraber- yakasındaki ipeğinden dolayı giymiyorum. Lakin teceddüdün kabulu kabul olan larını almak kabahat, almamak taassub adı ile yine kaba hat olursa ne yapacağız? Sokak potini ile Meşihat Daire si nin halılarını çiğnemişim. Ben hangi ayakkabı ile nere lere basılabileceğini ayırabilirim. Meşihat'ta çalğı çaldırdı ğıma gelince, oğlumun Meşihat Konağı 'nda icra edilen dü ğününde bile çalgı çalınmadı. Maamafih ben arnelde ku sursuz bir adam değilim. Böyle şeyleri saymakta ne fayda vardır? Müsavatçı kendisi kusursuz mu imiş? Ben onun şeriata aykırı zararlı yayınlan dışında kişisel hiç bir kusur ve kabahatinde n bahsediyor m uyum? Sultan Hamid mer h umun on liral ık kavuklu hadimi imişim. Cenneti ol mazsa Allah'a bile ibadet etmez m işim. Kendisi besbelli cenneti olsa da Allah'a ibadet etmeyecek. Daha benim sırtımda Me şi hat'ın beyaz kisvesi vahşi kaplan postuna benzemiş. Bu nu da, tarihine kalben düşman olduğu Meşihat Dairesin deki layık olmadığı dini memuriyetinden azı edişimden an lamış olacak. Particilikle malul ve geçici Şeyhülislamlığımda (müebbed mi olacaktı?) lüzumsuz saldırılarla bin bir mua rıza çamur atm ışım. Her vakit bin bir çeşit dinsizlerle uğ raştım zahir! Görüyor musunuz, Hafız i sın ai l in sadedden uzak, o ölçüde parlak cümleleri ni? Asrl Efendinin medeni yet ve marifeti dini ve ilmi tartışmaları, şahsiyata dökmek midir? Anlıyoruz: dini ve siyasi mü him meseleleri n münaka şasında hakem olmak yetkisini haiz Türk kamuoyu, Türki ye'de Ankara h ükümetinin istilası altında kapalı olduğun dan, dışarda kalan Türk kamuoyunu şarlatanlıkla kendi ta rafına çekmek için gözüne kestiren Müsavatçı , ciddi mü nazara usulünü bırakıp kara softa, mürteci, mutaassıp, ve vahşi gibi dinsiz ve terbiyesiz söğüntülerle, adi iftiralarla, kişisel dedikodularla üstünlük sağlama çaresine girişmiştir. Geçen sayıda eli karalı Vehib Paşa nın ve Romanya'· daki sarı çizmeli (!) Meh met Ağalardan getirdiği mektub'
'
'
1.66 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
lar, hep acizlere yakışan cimri erneilere müracaat ürünü değil miydi? Lakin bu küçüklük alanında çırpınan Hafız'ı biz daha büyük bir imtihan alanına çekerek, Arapça bir ma kale ile mr�seleyi Mısır basınına nakl etmiştik. Bu mesele den Hafız "Müsavatı Mısır gazetelerine jurnal etti. " di yerek kendi sanatına uygun bir tabirle bahs ettikten ve "Mosavat 'ı kapatınız, kapattırınız. " tarzında M ısır ulama sına şikayet etmek gibi tenezzül etmiyeceğimiz başı açık bir yalanı, okuyucuiannın Arapça anlamamasına itimaden alış kanlık üzere üstümüze attıktan sonra, makalemizi yayınla yan "ei-Ahbar"ın, üç gün sonraki sayısı ile, H alife Haz retlerine Sfildırıdan dolayı M ustafa Sabri'yi berbat ettiğini söylüyor. Ozel bendi kim yazmış, bizim makalelerimize en mutena sütunlarını tahsis etmek nezaketinde bulunan "ei Ahbar" g :ızetesi tarafından m ı yazılmış? Yoksa yetki sa hibi bir im;m ile dışırdan mı gönderi lmiş, ne olmuş? Orala rını izaha Hafız ismail hiç yanaşmıyor. Bunlar nasıl kaJJaş ifadeleridiı·? Muhalefet adına uygun görmediği yazıları sö züm yabaı1a m uhalefet gazetesi olan " Müsavat" , m uha lefetin Şeyhülislam ' ı aleyhinde bir delil gibi nasıl ortaya ata bilir? Nası l delildir ki Hafız onu açık alırıla okuyucularına şarh ve izah edemiyor? Benim aleyhimde yazılmış bir ya zıyı muhal1:fete dakunacak d iye terceme edememek ne de mektir? MDsavatçı'nın kallaşlığını bilmeyen okuyucular yal nız bi noktaya dikkat etseler kifayet eder. Şimdi biz önce, Hafız'ın gazetesinde hem bahs ettiği hem de tercemesini ortaya koyamadığı " bend-i mahsus" karikatürünün Arap ça metnini aynen şuraya nakl edelim. Hafız'ın, benim için; "ei-Ahbar"a yazdığı makalesinden dolayı hak kazandığı ücretini tamamen almış diyerek aleyhimde mal bulmuş mağrıbT gibi sarıldığı bu yazıyı okuyucular gözleri ile görsün ler ve unulmasınlar ki beni m makalemi baş sayfasında ya yınlayan " ei-Ahbar", bunu beşinci sayfasının bir yerine sıkıştı rm ışi ır: (Parçalanmış Piyon) ("el-�1hbar"ın Perşembe günkü sayısında Mustafa
HİLAPET VE KEMALiZM
267
Sabri ismindeki şahsın, Islam HiliHeti hakkında yalpalayıp iftira ettiği sözlerini yayınlamakla iyi etti. Bu abuk-sabuk ve fahiş sözlerle bu hazeyanca adamın herkese karşı mu � a lefet ettiği hususta M.la ısrar ettiği anlaşılıyor. Zaten o yuz den bütün M ısırlıları n gazabın ı üzerine çekmiş ti. ei-Ahbar ve öbür gazetelerimiz, onun işgalcilere yal taklanması, baskıcıları hoş karşılaması neticesi battığı gü nahlar sebebiyle zel il ve hakir bir şekilde vatanımızdan sü rülüp Mısır'a iltica ettiği sıralarda foyasını ortaya dökmüştü. Bu isyancı günahkar, islam diyarından korku içinde ka çarak Yunan beldelerine gitmişti . Gazetler arada da işle diği rezalet ve utanç duyulacak işlerini yazmıştı . Şimdi ise düşmanlarımız bu adamın H ilafet ve Peygamber Hallfesi hakkındaki ağız dolusu boş laf ve hezeyanlarını bize karşı kullanıyorlar. Fakat bu ufunetli ve batıl sözlü adamın arka sında olanlar bilsin ki o rşi bitmiş, parçalanmış bir piyon dur, yaptıkları Allah'ın izni ile boş çıkacaktır. "Sahafi!Bir Gazeteci") Afeyhimde "ei-Ahbar"a yazı yazarak Müsavatçı 'ya yardımcı çıkan , ve fakat ismini koymaya cesaret edeme yen bu alçak kişi, muhal efeti kötülemeden beni kötüleye miyor. Heritin iddiasına nazaran ben , istanbulu işgal eden ecnebi kuvvetlerle birleştiğim için vatanı terke mecbur ola rak M ısır'a i ltica etmişim. M ısır halkı ve basını da beni tür lü hakaretlerle karşılamış ve neticede memleketlerinden koğmuşlar. istanbul'u işgal eden yabancı kuvvetlerle bir leşrnek ve daha açık tabirle; Türkiye'yi yabancılara satmak, Kemalistlerin muhalefete isnat ettiği mahut ve merdut bir töhmettir. işte Müsavat'ın yardakçısı beni bununla, yani m uhalefet lekesiyle tekelemek istiyor. Gerçekte önce, itti hatçılara ve ikinci olarak Kemalistlere muhalefet bir leke ise ben bunlara tepeden tırnağa kadar bulaşmışım . O za manın Kemalist Mısırlıları da muhalefetin tek temsilcisi ola rak beni tanıdıklarından bana hücum etmişler. Mülteciler arasında Hafız isınail ayarında muhalifler de bulunmuş ise de Mısırlılar onların ne şahsına ne m uhalefetine önem ver memiş . . . Bunu ben söylemiyorum, Hafız isın ail in benim aleyhimde şahit gösterdiği ve muhalefet adına tercemesi'
268 H!LAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMtYE
ni uygun çıörmediği sözüm yabana " bend-i maksus"tan çıkan man a budur. Bunda m u halefeti de alaya alınmış ol duğundan H afız, bunu muhalefet namına tercemeden ka çıyor, kaçarken davul çalmak kabilinden olarak benim aley hime şatii1 göstermekten de vaz geçemiyor. Halbuki mu halif mesiBği nde bir adam, muhalefeti suçlayan ve kendi sini muhal efette hiçe sayan bu yazıyı kıymetli bir meta' gi bi ortaya süremez. Bunun mantıki sonucu Hafız'ın ya aklı veya muhalefetin aslı olmadığını gösterir. Heritin benim MI sır'dan ko11ulduğuma dair olan sözü de yalandır. Mekke' den Mısır'a avdetimin dörtüncü beşinci ayında istanbul' dan gelen sabık Hidiv'in validesine hitaben " Emiru'ş Şuara" ünvanını haiz bulunan Ahmet Şevki, "ei-Ahram" gazetesiyle neşr ettiği karşılama kasidesinde Sultan Va hidüddin ile anti-Kemalist etbaını rencide edecek ağır it hamlarda bulunduğundan b.ir açık mektup ile şaire karşı lık verdim 11e bu suretle başlayan ikinci basın mücadelesi ne istediğim kadar devam ederek muarızlarımı akıl ve man tık ölçülerinde rezil ettikten sona, çoğalan hasta ailem ef radının hiç olmazsa Suriye'ye hava değişikliği yapmaları na doktorlcır tarafından lüzum gösterilmesi üzerine ihtiya rımla Mısır'ı terk ettim. iskenderiye tabibierinden loran zo, Selim Usan, Ancelidis, Karbola Efendiler şahittir. Bu noktanın m aksat üzerinde olmamakla beraber hakikatı böy ledir. Müs��vatçı'nın ekabir dalkavukluğu sırasında geçen sayılarının birinde adına bir başmakale tahsis ettiği şair Şevki Bey de işte, böyle Mustafa Kemal meddahı ve mu halefet düşmanı olan bir saldırgandır. Halifeyi ve anti Kemalist Türkleri hicv eden bir şairin yıldönümü ihtifaline iştirak ederek, pis bir Kemalist ağzıyla " el-Ahbar"da ba na söverkeıı hakikatta bütün muhalefete saldırmış olan din düşmanının sözlerine sevinerek meslek noktasından tam manasıyla i:ıocaladığını ve ne yaptığını bilmediğini göste ren Hafız hımail' de, eğer m eslek namusu varsa bu kadar anti-karakter hareketlerden sonra artık m uhalefetten ve anti-Kemalistlikten çıktığını itiraf etmeli, yoksa kendi kale-
. HiLAFET VE KEMALİZM
269
miyle yaptığı birbirine zıt haltlarını onun beyinsiz başına pa raları m . Bir de gazetesinde, maneviyatımı darmadağın et mek istiyor, diyerek benden yan ıp yakılıyor. Elbette kendi ağzı ile her defasında ayrı bir kapana tutulan muhalefet ve hilafet sıçan ına yapılacak muamele budur. Şimdi Hafız ismail ' i n yapacağı bir şey kaldı: ittihatçı Vehib Paşa'dan yard ı m dilediği gibi, " ei-Ah bar"da güya bana hücum ederken muhalefetin ortak düşmanı olduğunu gösteren herlfi aramızda hakem yaptığı gibi, en cazibeli or ganlarını yabancı bakışiara açan , na-mahrem erkeklerle ku cak kucağa dans eden kadınların iffetini haleldar saymak suretiyle islam Dini'nin tesettür kanununu savu nduğum için, eski Türkiye' nin Şeyhülislamından çıkan böyle sözle ri Avrupalılar duysalar ne derler? Diyerek beni ayıplama ve alçaltmaya �alktığı gibi, sair diniere kıyas edilmemek üzere özell ikle Islam Dini'nin ana esasları ile tellfi kabil ol madığına bi naen red ettiğimiz din ve devlet ayırımı mese lesinde de Avrupalıların hükmüne müracaat ederek islam Dini'nin akıl ve hikmete bir din olup olmadığına binaen red ettiğimiz din ve devlet ayırımı meselesinde de Avrupalıla rın hükmüne mü racaat ederek islam Dini'nin akıl ve hik mete uygun bir din olup olmad ığını gayr-i Müslimlerin reyi ile tayin etmek . . . Muhalefet aleyhine ittihatçıları ve Kemalcileri hakem yapan, Müslüman tesettürünü Avrupa zihniyeti ile tenkit ve takbi h eden Müsavatçıdan islam Dini'nin asıl ve esası hak k ındaki fikir ve nazarında da gayr-ı M üslim Avrupa'nın fikir ve nazarına tabi olmak hiç uzak değildir. Muhalefet düş manlığını, diyanet düşmanlığını her vesile ile ağzından ka çırmakta kusur etmeyen bu münafıkı artık bizim karşımıza daha açı k bir yüzle çıkmaya davet zamanı gelmiştir. Kal bindeki Şeyhülislam d üşmanl ığının benim şahsıma mün hasır kalmayarak Osmanlı Tarihi süresince bütün Şeyhü lislamiara şam i l olduğ u n u anlatması da m üslümanlık na m ına manidar bir şey olduğu gibi Abdülmecid Efendi'nin hilafetine gönül verirken benim siyasi ve ictimal mevkiimi
270 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMtYE
alaya alması da muhalefet hesabına manidar bir şeydir. Fa kat Abdüffmecid Efendi m uhalefetin halifesi değildir. Ha kiki halife'{e karşı Mustafa Kemal' i n çıkardığı ve işini gör dükten sorıra batırdığı acayıp vaziyatteki bir kişidir. işte ben, tarihte geçen bütün Osmanlı Halifeleri hakkında hürmeti m uhafaza ederek yalnız bu zatın gayr-ı sahih olan yerini tanım ıyorum , ki bu hareket, Müsavatçı'nın bana ve bütün Şeyhülislamiara hücumu ölçüsünde bir haddini bilmezlik teşkil etmez. Müsavatçı'nın din ve devlet ayırımı meselesinde din den çıktığıını söylememda de kendisinin gücüne gitmesi· ne rağmen hiç bir aşırılık yoktur. Şeriat memurlarından hoş lanmayan adı geçen ayırım ile şeriatın devlet üzerindeki hakimiyetini ilgaya taraftar olan Hafız'ı sade şeyhülislam lar değil, bir na'tında; ikrar-ı kafir ist zi şer' tu inhiraf Buıhan gümreh ist bi-gayri tü iktida" diyen Fuzruli gibi, islam şai rlerini bile tektir ediyor. Namık Kemal merh umun üstadı dünkü Ş inasi de: "Acımaz kes tiği parmerk şer'in" diyerek şeriatın hakimiyetini yücelti yor. A.z va�;itte Türkiye'yi istila eden dini cehalet, Hafız is mail gibi kr:ındisine alim lik, vaizlik mertebesinde gören ya rım alimlerin, düne kadar i slam uluma ve şairlerince bili nen en açıl<, en kat'i dini meseleleri yadırgamasına ve an· !attıktan sonra da anlamamasına sebeb olmuştur. M üsüınanlıkta din devletten ve devlet dinden ayrılma·· yacağını anlatmak için makalelerimizin birinde, Rasulul� lah ' ın i rtihc:ılini m üteakıp Sıddık-ı Ekber'in hilafete seçimi ni ashab-ı kiramın, Rasul-i Ekrem Efendimizin ölüm hasta lığında Mescid-i Nebevl'de namaz kıldırmayı emr etmesin den çıkarmış olduklarına nazar-ı dikkati çekmiştik. Hafız, bu meseleye ait olan şu mühim istidlalimizi, önce islam Tari hinden noksan bir kopya tabiri ile alaya almaya yelteniyor. Halbuki bu istidlal ben i m kendi malımdır. H iç bir yerden kopya edilmemiştir. Müsavatçı kopya tabiri ne layık sözleri kendi yazılarında arasın! iki nci olarak Hafız, Sıddık-ı Ek· ber gibi islam haiTfelerinin bu en büyük örneğinin seçim
27 1
H1LAFET VE KEMALİZM
şeklini ve H ulefa-i Raşidinin hükümet şekillerini tam bir ör nek sayılmasına layık görmemeye bile cür'et ediyor. Hulefa i Raşidin'in h ü kümetleri, yani bizim istediğimiz dini h ükü metler, cumhur!, demokratik sıfatlarla nitelenemezmiş! Öyle ilkel hükümetler, şu asrın gelişmiş hükümetlerine benzeti lemezmiş. islafT!daki o geçici hükümet, Peygamberin ve fatı ile sarsılan Islam birliği ni korumak için kabul edilmiş geçici bir şekil imiş. Hz.Ebu Bekr ile Ömer el-Faruk za manına inhisar etmiş, ve sayısız ayrılma ve ihtilatlara kay nak olmuş imiş. Burada da başından büyük sözler söyle meye heveslenen Hafız, Ebu Bekir ve Ö mer Hazeratını hilafet makamına getiren seçim tarzını son zamanların cum hurbaşkanı seçimlerine nisbetle kusurlu, gelişmemiş sa yarak Cenab-ı Peygamber'den sonra islam 'ın en büyük iki kişisi üzerinde akt edilen hilafet seçimini hemen hemen sa kat ve gayr-ı meşru' göstermeye cür'et ediyor. Avrupa me deniyetinin yaldızh ve aptalca şekillerine kendini kaptıran Hafız'ın güdük aklınca Ebu Bekir ve Ömer Hazaratı n ı n seçimlerinden daha doğru v e h a k v e hakikata daha yakın sayılmaya layıktır! . . Halbuki bu seçimde tam rey alan Türk iye Reisicum huru, şekilden kat-ı nazara hakikatte yarı ya rıya rey almaktan bile çok uzaktadır. Başka yerlerdeki se çimlere de cebr ve zorlama karışmasa bile mutlaka h ile ler, iğfaller, ve türlü türlü şarlatanlıklar, ve canbazlıklar ka rışır ve neticede izafı çoğunluğu sağlayan seçilmiş reisi cumhurun karşısında milyonlarca muhalif ve muarız bulu n u r. Şeyhayn ve Ömereyn (Ebu Bekir ve Ömer yüce adla rının özetlenmiş üvanlarıdır) H azaratının i kisinin de seçim lerinde ise, ensardan Sa'd bin Ubade den başka tek bir muhalif kalmamıştır. Umuma karşı bir muhaliften başka mu arızı ve itirazcısı olmayan dünyanın hangi reisicumhur se çimi varsa göstersin de ondan sonra Hafız, Allahtan kork madan ve Peygamberle ashabından utanmadan Ebu Be kir ve Ömer Hazeratı nın seçimlerine itiraz etsin ! Bu se çimler sayısız ayrılma ve ihtilaflara sebeb ve kaynak olmuş iriıiş. Hangi ittirak ve ihtiliHiara sebeb ve kaynak?! . . Ebu '
'
'
272 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
Bekir ve ömer' i hilafet makamına seçmekte sayısız ittirak ve ihtilaflara sebeb olan bir yan lışlık, bir haksızlık olmuş! .. Ve bu n u r i htilafa meydan verıniyecek daha salim ve adil bir şekli varmış da i hmal edilmiş! . . Ashab-ı kiramın icma'· dan sahih bir sayıdan eksik olan ittifakını hatalı gösterme mahiyetindaki sakat fikri M üsavatçı olsa olsa cahilce der vişfiği vasıtasıyla Rafizilik Mezhebinden almış olacak. Ha fız'ın, münakaşa baskısı ile deşilen dimağından yeni ve eski zihniyetiere dair daha ne bozuk şeyler çıkacak bakalım!? Geçecn makalemda hikaye ettiğim üzere benimle mü cadeleye tutuşanlar hakikatle mücadeleye girişmiş demek olduklarırdan yarı yolda mantığa küfr etmek mecburiyelin de kalanlara tesadüf edildiği gibi, işte Hafız isınail de be nim sözlerim i çürütmek için bu sefer mantıktan da muhte rem olan !Ebu Bekir, ö m er i n hükümet ve hilafetlerini çü rütmek ve tenkit etmek mecburiyatine düştü. işi buraya ka dar getirdikten , yani ben davamı Ebu Bekir, Ömer hilafet ve hükümetlerine sigorta ettikten ve Hafız sigorta muame lesine bir şey diyemiyerek dayandığım hazinenin iflasını id diaya kall<tıktan sonra ben artık bu kötü hasmı Peygam ber'e atıp tutmak raddesine getirmernek için Ebu Bakir ve ö mer de konuyu durdursam da olur. Lakin, gönül ile ba his olmaı:, dedikleri gibi Abdülmecid E fendi nin asıl ve esastan uzak hilafetin i beğenip de islamın iki h ilafet abi desi halinde bulunan Ebu Bekir ile Ömer'i n h ilafetlerini ve hükümeUerini beğenmeyen heritin aklına siz ne dersiniz? Ben onun aklını Eflaton' u n aklına benzeteceğim ama o be ni i ki bin sene geriye götürüyorsun, diyerek bu benzetme yi kabul etmiyecek! Nasıl ki bu çok akıllı adam, ileriliği, ge riliği sırf zaman ile ölçlüğünden Sıddık-ı Ekber'in h ilafe tinden islam h ü kümetine örnek gösterişimize karşı: " is lam ve Türk gibi büyük olaylar ve medeniyetler yaşa mış bir m illet� on üç asır geriye dön denilir mi?" diyor! Acaba h a ngi Islamı, hangi Türk'ü ballandırarak Ebu Sa kir, Ömer devrine benzem ekle değerin i indirme cihetine gidilmektl3n kaçınıyır? islam ise Ebu Bekr'e, Ömer'e ben'
'
'
HİLAFET VE KEMALiZM
273
zerneyi şerefierin şerefi sayar. Türk ise bugüne gelinceye kadar o da öyle . . . Çünkü o da islam ! . . Bugünkü Türk'e bak diyeceğim, yok! Bugünkü Türk Devleti'nin Adiiye vekili Mahmut Es'ad da isam kanunlarını tezyff ederken tıpkı Ha fız ismail gibi Türk'e on üç asır evvel geriye dön denile mez, demişti . Müsavatçı bunu almış yanına bir de laf ol sun diye " islam" kalemisini katmıştır.
Hulefa-i Raşidin hükümetleri hakkındaki sakat sözleri nin, islam birliğini muhafaza için ittihaz olunmuş geçici şekil tabirine göre, ondan sonra islam 'ın birliğini korumaya l ü zum olmaması , yahut islamın birliğini koruyan şeklin, ge çici olmayıp sürekli olmak gerekmesi gibi kendi kendini na kıs yönlerinden başka, o sözlerdeki hataları saymak ve izah etmek üzere kocaman bir kitap yazmamız lazım gelir. Bi zim yazmamıza da hacet yok. Hafız Arapça bilse ve daha umumi tabirle söz aniasa M ısır ulemasının, bir kaç sene evvel din ve devlet ayrılığı lehinde, yani M üsavatçı mezhe binde bulunan Ali Abdurrazik'in kitabını red maksadıyla yazıp neşr ettikleri cildli kitabiarı okuyarak, islam Devleti ne ve Hulefa-i Raşidin hükümetlerine ait sözlerdeki hata larının derecesini anlar! x x X
Sahafı (Gazeteci) kimdir? " ei-Ahbar"daki son makalem üzerine yukarıda nakl ettiğimiz makaleler kusurunu yazarak bana hücum eden Hafız ismini açıklamaya cesaret edemeyen adama, Müsa vat' ın kahramanına avdet ediyoruz. H iç bir şey olmasa bu imza koymamak meselesi o ya zının hasis mahiyeti hakkında bir fikir verebilir. Böyle yazı sına sahip çıkmayan adamları , doğurduğu çocuğu halkın görebileceği yere gizlice bırakıp savuşan kadınlara benze tirim . Müsavatta mechul bir adamdan daha bahs ediliyor. Bir kaç ay evvel "el-Ahbar"da neşr olunan ve on sütun luk aslı bu kere Hatız tarafından bir kaç satır içerisinde özet Ienirken tamamen tahrif edilen "ed-Din ve's-Siyaset"
274
HlLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAMİYE
başlıklı J\rapça makalemden dolayı benim için güya bir Ez her alim i; " Tı m arhaneye la yık olan bu adam memleke tinizde nasıl Şeyhülisla m lık etti?" diyerek hayretini açık lamış. H:ıfız, bunu "Vallahilazim " teminatıyla gazetesin de hikay,e ediyor. Yem i n edeceğine o Ezher aliminin ismi ni söylemek yeterliydi. Lakin ne Hafız'ın bir isim söylemek haddidir, ne de kendini bilen bir Ezher aliminin " ed-Din ve's-Siyasetü " makalesine itiraz etmek! . . Beni o makale den dola;n tırnarhaneye gönderen adamı ben bir yere gön dermem, ahıra bağlanm. Şimdi haydi bu adamı, Hafız' ın ahırdan geri kalmayan muhayyilesinde bırakalı m , dursun! Fakat son Hilafet makalesi üzerine aleyhimde e i Ahbar a yazı yazan ve gerçekten okuyucuların h uzuruna çıkmaya yüzü olmayan sinsi hasmı kolundan yakalayarak m eyda na çıkaracağız: ifade tarzından anladık ve hiç şüphemiz yok ki bu herif , kendisine Mısır'da Halifenin tarzından anladık ve hiç şüphemiz yok ki bu herif, kendisine Mısır'da H alife niri vekili nüsün ü veren Vahidül Eyyubi darbeleridir. Hal buki işte t u adam , "ei-Ahrar" gazetesinin ilavesi tarzın da "Sah ibu ' l-imtiyaz: Vahid e i E yy ubi imzasıyla 1 91 2 'de nreşr olunup, matbu sayısı yanımızda saklı bulu nan vesikada Mısır prenslerini Türkiye'ye iane dere etmek töhmetiyle M ısır'daki i ng i liz memuru Lord Kiçn e r ' e j urnal ettiği gibi, vesikanı n ikinci fıkrasında da "Osmanlı sultan larının h i l tıfe tle r i sahih değildir, gasb e d il m iştir Halife Kurayş'ten olmak şarttır. Araplar ne zamana kadar bu tarihi gasbın dev a mı n a izin verecekler?" diyerek, henüz M ısır' ve bütün Arabistan Osmanlı idaresinde bulunduğu bir zamanda Osmanlı Halltelerini de kendi teb ' ası olan ne db Arap kavmine jurnal etmiştir. Balkan Harbine tesadüf eden bu tarihte o kapazelikleri yapan bu şahıs, Mısır'da Ke malistlik, revacını koruduğu zamanda devrede onun türk üsünü çağırmış, sonradan aleyhine dönmüştür. "ei Ahbar"dak, muhalefetine aleyhdar yazısı ise Kemalistli k ten iyi dönemediğini ve bu haliyle beraber hil afet vekaleti yaptığını anlatmaktadır. ihtimal ki imzasını saklamasının se beblerinden biri de budur. "
-
-
"
"
.
275
HiLAFET VE KEMALIZM
Kureyşllik meselesi m uhakkık tarihçi ibni Haldun u n himmetiyle u lema arasında çözümlenmiş b i r mesele oldu ğuna nazaran hilafetlerinin sihhatinde şüphe edilmeyen Os manlı sultanları n ı nesep engeli ile bir kalemde tezylf et tikten sonra bugün , aynı sülaleye mensup bulunan Abdül mecid Efendi nin hilafetinin M ısır'da vekaletini deruhte eden herlfi işte m ahiyetinin çıplaklığı ile okuyucuların kar şısına çıkardık. isteyen yüzüne gayıbtan bir kere tükürsün! Aklı varsa Abdülmecid Efendi de b u harekete iştirak et sin. Hoca S a b ri yi kötülemek için ittihatçı Vehib Paşa' dan sonra desteğine müracaat ettiğin kahraman arkada şın bu muydu? Diyerek Hafız i smail in suratının payını da vermek, okuyucuların dirayetine bırakılmış bir keyfiyettir. -Henüz cevabımız bitmedi- (Yarın, sayı: 27, 1 5 Ağustos 1 928, sh: 2-4). VEYL O DALKAVUKLARA! {lll) Hafız i smail in yazdığına göre ben Arapça makalem de Mısır ulemasına " Müsavat"ı jurnal etmişim . O gazete yi kapatınız, kapattırınız, demişi m . M üsavatçı din ve dev leti tefrlke ait mezhebinden Mısır ulemasının haberdar ol masın ı niye istemiyor? Mezhebine güvenen adam, sözle rinin başka dile terceme edilmesinden memnun olur. Ga zete kapatmak meselesine gelince; bu benim Arapça ma kalelerimi görmelerine ve anlarnalarına ihtimal vermidiği okuyucularını cevabım yayınlanıncaya kadar aldattığını kar sayan Hafız ismail'in kuru iftirasıdır. Çünkü böyle bir şey makalemde asla bahse kon u edilmediği gibi böyle şeyler hükümete ait işlerdir. Ben ise makalemde hem hilfı.fetçi ve hem de la-dini hükümetçi Hafız i smai l ' in içi dışını tutma yan batı! mezhebini teşhir ve teşrlh ederken M ısır ulaması na ve islam kamuoyuna hitap ettim . Benim hükümellerle işim yok. Yedi ·"düvel"e dalkavukluk eden h ü kümet kedi si Hafız ismail kendisine baksın, jurnali de kendisinde ve hempalarında arasın! Türkiye'de Kemalistlerin çıkardığı ve M ısır'daki M üsavatçı'nın iştirak ettiği din ve devlet ayı rımı nazariyasini iptal ederken m üzaheretlerine m üracaat '
'
'
'
'
276 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t tSLAMİYE
ettiği m Mısır uleması siyasetle uğraşmazmış, edemezmiş. M ısır'ın Şeyhülislam ı masabesinde bulunan ei�Ezher Şey hi, bakan lar kuruluna dahil değilmiş, hükümetin dine temas etmeyen işlerde ulemadan bir şey sormazmış, hatta Mısır Parlame n tosunda teaddüt-i zevcatın yasaklanmasını içe ren bir k a n u n projesi m üzakere halinde i m iş . . . . Bu sözler M ısır'da cia d i n ve devlet ayrılmıştır, M ısır h ükümeti de din bağı ile bağımlı değildir, demek istiyor. Ve "kimi kime jur nal ediyorsun? Mısır' ı bu ilim ve güne.ş Ibeldesini Necid mi, yoksa San'a mı sandın?" diyor. I slamın doğuş yeri olan H icaz mı sandın, da diyecek ama, bunu şimdilik söy leyemiyor,. etrafında dolaşıyor. islam hilafeti gazetesinin ağ zına bakın da ibret alın . Kur'an-ı Kerim 'in izi n verdiği Te addüti zelfcatı yasaklamakla mı M ısır ilim ve güneş belde si olacak�) Ulerr anın siyasetle uğraşmaması, uğraştınlmaması dinsizlerin düzmece planlarında gayet mühim bir yer tut muş ve is lam Dini' n i n gerçeğine ilgisiz olanlarca hoş gö rülmüş biı· meseledir. Dini n devlete, yani siyaset ve hükü mete m üdahale etmemesin i terviç etmekte islam Dini'ne ne büyük bir suikast saklı olduğunu kolayca anlayan islam uleması, ulamanın siyasetle iştigal etmemesi meselesine gelince biJnu isteyenlerin suiniyetini hakkıyla takdir ede memişler, kos-kocaman adamlardan bu fikre hak verenler olmuş, dini devletten ayırmak ci nayetiyle bu meselenin sı kı sıkıya il9ili olduğu, ve o cinayeti eyleme ulaştıracak sui kast yolunda bu masetenin en mü h i m bir merhale teşkil et tiği hakkıyla anlaşılmamıştır. Elbette ulema d i n i siyasetten uzaklaştırınca, siyaset ve hükümet dinsizlerin ve en az is lam Dini'ni bilmiyenlerin eline geçecek ve ondan sonra din sizlik veya.hut cehalet, h ükümet kuwetiyle din üzerinde ta nakkum edecektir. Din ve devlet tefrikinden maksat her iki sinin biribirine karışmamasından ibaret olmayıp hüküme tin din ile çatışan arzularını dine hakim kılmaktan ibaret ola rak, tefrik tabirinin bu maksadı örtmeye matuf bulunduğu nu ewelce söylemiştik. işte ulemanın siyasetle uğraşma ması gibi işin başmda mahzuru takdir edilmeyen me-
HiLAFET VE KEMALiZM
277
sele, din ve devleti ayırmak ve daha doğru bir tabii'le dini devletin emri altına koymak meselesinin bir safha sıdır. işin iç yüzünün böyle olduğunu bir mürnin tera setiyle görmek ve din ulemasının i slam hükümetlerin de siyasetle uğraşması her sınıftan ziyade yetkisi, ve belki islam dinini hükümetlere çiğnettirmemek için mec buriyeti bulunduğunu ilan etmek şerefi bu asırda (bu) aciz kula müyesser olmuştur, diyebilirim. Maksatlarını çok iyi anladığım için dinsizler bana düşman oldukları kadar hiç bir hocaya düşman olmamışlardır. Bunlar saf hocaları kandırmak üzere: U lema hürmet makamında kal malı siyasi mücadelelere karışarak hürmet edilmesi ge reken kutsal makamlarını tehlikeye atmamalı, çünkü si yasi mücadelede mağlup olmak da var, hücuma ve ha karete maruz olmak da var.' ' derler. Pek iyi ama siyası mücadelelere karışmayan ulemayı hürmet makamında tu tacak kim? Mücadelede galip gelenler değil mi? Galiple rio keyfine kalmış olan ihtiram makamı, günün birinde is tiskal görmek ihtimamiyle sarsıntılı bir sığıntı yeridir ki mağ lubiyet tehlikesi bu aşağılama tehlikesine nisbetle daha çok arnniyetli ve bilhassa daha çok haysiyetli kalır. ikinci olarak, siyasi mücadeleleri m u hterem vaziyat lerine karıştırmayan din uleması hayat mücadelesinin dı şında kalamazlar. Özellikle vazifeleri şer'f ahkamın nüfu zunu muhafaza etmek olduğundan bu maksat uğrunda her tehlikeye göğüs germek ve,icabında hakaretlere katlanmak da vazifeleridir. Ulemanın şahısları ve mevkileri ne kadar m uhterem olsa enbiya derecesini geçemez. Halbuki biz zat Peygamberler hakarete m aruz olmuşlar, fakat vazife lerini takibden kaçınmamışlardır. Peygamber Efendimiz' in savaşlarında galip gelmidiği de olmuş, lakin bu hal ne şanına, ne azim ve imanına hale! getirmemiştir. Hayat yo lunda ve vazife uğrunda insanların tesadüf edebileceği mü sait olmayan d urumlardan bile ü mmetine örnek gösteren Peygamber Efendimiz'in varisieri durumundaki islam ule ması için Peygamber'den fazla i mtiyaz ile umumi hayat dı şında bir h ürmet ve istirahat hayatı i hdas edilemez. Edilir se m üslümanlık bunu tanımaz.
278 HiL.\FET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
Ulfımanın siyasete m üdahaleden elin i kesmek, dini devlete müdahaleden men etmenin ve hükümeti dinsizleş tirmenin mukaddimesi olduğundandır ki dinsizlir hep din ulamas'na siyasetie uğraşmak hak ve yetkisini vermemek isterlerken, kendi tabiatma bırakılan islam kamuoyu aksi ne siyaHetinin başında ulemayı görmek ister. T ürkiye'de Meşrutiyet'in i lanının ardından bir defaya mahsus olarak icra edilen serbest mebus seçiminde halk en çok hocala ra oy vormiş ve Birinci Meclis'i hocalarla doldurmuştu. Gerçi o Meclis'te vazifelerini suistimal eden hocalardan çok fena örn ekler de görülmüştür. Hocala�, arasından ahlaksız lar ve etıliyetsizler bulunduğunu hiç bir vakit inkar etmem. Bununla beraber o Meclis'in en namusfu mebuslarından Selanik Mebusu Artas E fendi ' nin Osmanlı Parlamento suna ait dört senelik temas ve tecrübesinden kalan bir ha tıra ile, Mustafa Namık Paşa merhuma bahs ederken: " Meclis'in en müstakim unsuruna hocalar sınıfı arasın da tesadüf ediliyordu." demiş olması gibi tarafsızca bir şahitlik duygusu ile mesleğim adına her zaman iftihar ede rim. Şüp1e yoktur ki Türkiye'de Parlamento hayatı o ilk Mec lis'le beraber sönmüş ve alt tarafına mebusan şeklinde in san fosil 'eri biriktil<çe birikmiştir. Biri nci seçimde bu kadar isabet gösteren Türkiye halkı ondan sonraki seçimlerde bo yuna tazyik ve tahakküm altına düşmeseydi gün geçtikçe Meclisfeı·in üyelerini daha iyi seçmeye muvaffak olacaktı. Ufemanın siyasete karışmamasının dini devfetten tefrik me selesi ile şiddetli olarak ilgili olduğunu şundan anmafıdır ki; tefrTkçiler, islam şeriatı tebliğden ibarettir ve bunda tenfiz dahil de{ıildir, diye iddia ederler. Peygamber Efendimiz'in de hükümeti ve tebliğden başka bir vazifesi yoktu, derler. Halbuki o fikri n esası batıf olmakla beraber enbiyanın vari si olan ulamanı n vazifesi e m ri bil-marOf ve nehyi ani'l· münkerirı yalnız tebliğ kısm ına m ü nhasır kalsa bile doğru hareket etmeyen hükümetleri tenkit vazifesi yine bunda da hil olur ve zarurT olarak mesele siyasetle iştigal şekline dönüşür.
HiLAFET VE KEMALİZM
279
M üsavatçı Hafız ismail, u lemanın siyasetle iştigaline m uarız olmak prensibini diğer yenilikleri gibi dinsizlerden kopya ediyor. Bu fikirde olanların dilinde eksik olmayan "si yaset pisliği" tabiri de kopyacılıktan başka bir şey değil dir. Siyaset, dinsizlerin elinde kirlenmiştir. Dindarların si yaseti namuslu ve adilee olur. Ve siyaset mevkii, yani halk üzerinde icra-i hükümet etmek pisliğe değil, tenzih ve tek rime layık bir mevkidir. Hükümet, dine temas etmeyen meselelerde ulemadan görüş sormamalıymış, Hafız'ın iddiasına nazaran Mısır'da da böyle yapıl ıyormuş. Dine temas keyfiyetinin temyiz ve takdiri kime ait olacak? Tabiatıyla bu hakkı da hükümet ken di tarafına ayırır ve netice, hükümet için canının istediğini sormak ve istemediğini sormamak şekline dönüşür. Bakı nız t-lafız, bize körlük olmak üzere teaddüt-i zevcatın ya saklanması hakkında bir kanun projesinin Mısır Parlamen tosunda müzakere gündeminde olduğunu yazıyor ve bu na seviniyor. Biz de kendisine soralim ki teaddüt-i zevcat' ın yasaklanması dine temas eden meselelerden değil mi dir? O halde Hafız, hem kendisini ve hem M ısır hükümeti ni tenakuza düşürmüş olmuyor mu? Makalelerimizin için de böyle yüzlerce soru vardır ki, Hafız onlara cevap vere memiştir. Ham iş: Gazetenin düzenlenmesi son bulmak üzere iken 38 n umaralı " Müsavat" geldi. Münakaşa alanını başına dar getirdiğimiz Hafız ismail'i biz s adet dışında da peşisıra ko valayarak yetiştiğimiz yerlerde darbelerimizi indiriyoruz. O edeb dairesinde savunmayı ayıklama sermayelerini çok tan bitirdiği cihetle üzerimize çeşit çeşit pislikler atıyor. Ge rek onları temizlemek ve gerek hasmımızın saded dışında yuvarlandığı çukurları da okuyuculara anlatmak için bizim bazan çokça oyalanmamız lazım geliyor. Biz onun hiç bir itirazını cevabsız bırakmıyoruz. Fakat buna gazetenin hac mi kafi gelmediğinden bazı noktaların cevabına doğal ola rak nöbet geç geliyor. Onun için Hafız, italya'da şapka giy-
2 80 HiLAFET-i MUAZZAMA-i lSLAMlYE
mek meselesi arasında Vehib Paşa nin bahse konu ettiği Bolşevili dalandırma meselesi üzerinde fazlaca durarak buna cevap vermediğini bir iki, defadır arsızlanarak tekra ra cür'et bulmuş. Bu sayıda bir de Meşihat Makamı'nda iken Türkiye h ü kü metinden 1 5-20 bin l ira tazminat almak meselesi ilave etmiş. Acele etmesin, hepsine cevap vere· ceğiz. ilk sadedi teşkil eden meselade mağlubiyetine ka· namadığr ndan sadet hariçlerine sığınan serseri hasmımızı biz daha bin meselade kepaze edeceğiz. O daha bizim hiç bir cümlemizin altından kalkamadı. Yüzlerce itirazımızı ce vabsız bwakarak un utturmak yolunu tuttu. Biz her mesele· yi didik didik ediyoruz ve edeceğiz. Hafız ismail'in kat'f ola· rak yakaf;ını bırakmayacağız. Sadet hariçlerini de onun ba· şına dar fıetireceğiz. Bunların kendisini bir sayıda yapmak istiyoruz ama maatteessüf sayfalarımız yetişmiyor. "Yarın" gazetesine b ir de o b ü r gün ilave etmek lazım geliyor!.. Müs;avatçı'nın üçüncü m üzahereti: . Son Müsavat'a Rodos'tan Sadık llhami imzasıyla mektup yazan şahıs, Ankara hükümetinin vatan-cüdalığa mecbur ettiği Türk mülteciterin himayesine doğru Cemiyet i Akvam muhalifinde bir hareket başladığından bahs eden Cenevre gazetelerinin yayını n ı müjderedikten sonra bu ha· berin sevinci ile, din ve devlet meselesinden dolayı M üsa vat'ı s ı k ı ştı r an gazetemizi ahmaklıkla itharn ve tavsit ede rek Hafız ismail 'e taraf çıkıyor. Ve "fazıl-ı muhterem" ta biri ile andığı Mustafa Sabri Efe n di ye tuttuğu eğri yoldan dönmesi tavsiyesinde bulun uyor. Cemiyet-i Akvam nez dinde o rneselenin muharrıkı kim olduğunu bu kadir bilmez adam anl adığı zaman ahmaklığın da kendisinde olduğunu fark ve temyiz edecektir. (Yarın, sayı: 28, 31 Ağustos 1 928, sh: 1 ve 4) VEVL O DALKAVUKLARA! (IV) Asrili k hevesini dinsizlerden ve Kemalistlerden kopya eden Mü:savatçı Hafız ismail , tıpkı asri öncüleri gibi dini devletten ilgisi n i kestirmekle resmen düşman ilan ederken siyasetle i ştigalden men etmek istediği ulemaya da bu düş'
'
HİLAFET VE KEMALiZM
28 1
manlığından pay çıkarmayı i hmal etmiyor. islam Dini'nin hükümlerine ulamadan başka sahiplenecek unsur olma dığını bildiğinden bu iki düşmanlığın m üslümanlığı hazm ademiyen kalbierde mutlaka eşit olarak yaşaması lazım gel diğini takdir ediyor. islam milletinin hükümeti elbette Şüra" hükümeti olacağı gibi din u lamasının da millet adına hal ve aktte yetkili olan mebuslar yerinde bulunması gerek e ceğinden işte islam milletinin bu doğal vekillerinin, devlet ve hükümeti dinden ayırıp başıboş bir hal d e bırakmıyarak dinin ahkamına ram etmek isteyeceklerinden korkuyor. Ve korktuğu için, henüz i ktidar m evkiine gelmemiş olan m üs takbel ve muhayyel H ilafeti, Mecidiye hükü metine daha şimdiden, mebuslarını istemeyen m üstebit h ü kümetlerin sulniyetini telkin ediyor. Bunlar , murakabe altına girmek is temeyen ve girseler bile çoğ u n lukla sözlerinde durmayan hükümetler için hep tabii şeyler. işin tabii olmayan ve ah maklığa delalet eden ciheti h ükümete geçmeden ortada fol yok, yumurta yokken istibdadı ve dinsiz meramını açıkla maktadır. Mustafa Kemal hüküm etini taklit ederek dinden ayrıl mış ve sıyrılmış bir devlet başkanlığına geçerek tarihte ge çen Osmanlı H alifelerine kötü bir halef yapmak istediği Ab· dülmecid Hükümeti'ni hayalinde kurarken esiatının asır larca sürüp gelen devletinden kuvvet al maya lüzum görü yor da o asırlardır sürüp gelen devletin veli nimeti olan is lam şeriatma karşı küfran-ı nimette beis görmüyor. Müsavatçı, Meşihat-ı islamiye ile birlikte şeriatı , ta rih boyunca Osmanlı Devleti 'n in baş belası sayıyor. O dev letin şeriat sayesinde, şeriata hürmet ve şeriat adamları na itaat sayesinde payidar olduğunu aklına bile getirmek istemiyor. Tunus alimi M u hammed el-Hazar ei-Hüseyni bundan önceki makalelerimda bahse onu edindiğim kita b ı n ı n 84 . sayfasında Ve:zir H ayreddin'in (Osmanlı Devle· ti'nin vezirlerinden Tunuslu Hayreddin Paşa merhum olacaktır.) " Akvamu' I-Mesalik" adlı eserinden naklen: " Sultan Selim'in oğlu Sultan Süleyman'ın onuncu hic-
282 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
ri asrın başlarında tanzim ettiği kanunda Islam mülkü nün şeı·-i şerif üzere kurulmuş olduğunu ve şeriatı her kesten fazla bilen din, ulamasının şeriata aykırı bir ha· le muttıali' oldukları takdirde önce sözle münkeri değiş tirmeye- çalışmaları ve söz etki yapmazsa nasihatleri nin etkrli olmamasından askeri öndeı·leri haberdar et· maleri llüzumunu koyarak maslahata aykırı olsa bile kendi i!;teğinin infazını sürdüren Sultan'ın hal'i ile ye rine hanedan azasından bir diğerinin geçirilmesi hak kında ulema ve vüzeradan ahd ü misak aldığını" kay dediyor. Saltanatı zamanında Türkiye dünyanın en şanlı ve şev ketli devl eti olan Kanuni Sultan Süleyman, şer-i şerife dev let ve hükümette bu derece nüfuz ve kudret vermiş. Göç men olarak Nis'te oturan Abdülmacid Efendi ise kendisi ne n isbet iddia eden bir gazeteci taslağının kalemini şeria ta, edep alanı n a davet etmekten aciz! . . Artık aradaki farkı kıyas ediniz! Mısı r'da din ve devletin durumundan kendisinin şeri at kaçkın ı mezhebine uygun noktalar arayıp bulmaya çalı şan M üs<avatçı , M ısır kabinesinde din temsilcisi bulunma dığını söylemişti. Halbuki böyle şeyler benim aleyhime hüc cet tekil etmez. M ısır hükümetinin kusuru lı alinde kalır. Ben islam h ükümetine " en büyük örnek" olarak Sıddık-ı Ek· ber' i n hü kümetin i göstermiştim . Bu sefer Osmanl ı hükü metinden de emsale şayan bir nümune zikr ettim. işgal al tında kurtılan M ısır h ükümetini örnek göstermedim. Hükü metlerin statükolarını kat'i nas kıymetinde saymak, Hafız ismail gitıi h ükümet dalkavuklarının şiarıdır. Maamafih Ha fız'in sandığı gibi M ısır'da dini devletten ayırma cinayeti, Allaha hamd olsun, yerine getirilememiştir. Devletin dini, islam Dini' dir. Yani başı boş bırakılı değildir. Şer'! mahke meleri vat·dır. Nizami mahkemelerinde de medeni kanun olarak islam fıkhından alınmış kanun lara istinat edilir. is viçre kanununa değil. .. Mısırda din ve devlet ayırımı olma sı şöyle dursun, bunun başı açık bir dinsizlik olduğu dev-
HiLAFET VE KEMALiZM
283
!etçe takdir edilerek böyle bir fikri terviç eden Mansura Ka adısı Ali Abdurrazik bir kaç sene evvel Hafız'ın da Mısır' da bulunduğu bir zamanda bir u lema heyeti huzurunda mu hakeme ile memuriyatinen tart edilmiştir. Ve tart işini tabi atıyla devlet yapmıştır. Lakin M üsavatçı kendisi bizzat Mı sır'da bulunduğu halde akıl ve fikri bin bir çeşit hükümet halifaları içinde yaşadığından m uhitini iyice görmüyor. Mı sır'ın da tabii dinsizleri de vard ır. Hafız onların çabalama sını görüyor. Ye kendi arzusuna tevafuk ettiğinden oldu bit ti, sanıyor! 38 numaralı " ' Müsavat"ta ikinci Vehib Paşa mektu buna istinaden italya'da şapka giyrnek meselesiyle Sol şevikieri dolandırmak kaziyyesi tekrar ediliyor. Birinci mek tubundaki iftirasını te'yit ve tavsit etmek isteyen Paşa' nın bu defaki ifadesine nazaran Bolşevikleri dolandırmak için benim onlarla şapkalı olarak görüşmeme sabık Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey lüzum göstermiş. Müh�katı hazır lamaya çalışan da Miralay Tahir Ali Bey imiş. Fakat se beblerden bir sebeb için bu m ü lakat Bolşevikler t,arafın dan kabul olunmamış (1 ). Ve dolandırıcılık kuvveden fiile çıkmamış, niyette kalmış! Vehib Paşa bu mektubunun ba şında: " Hoca'ya şapka giydiğinden dolayı tariz etmiş de ğilim." diyor. Yani şapka fena bir şey değildir. Hala Ro manya'da benim giydiğim de odur. Ben şapka taraftarı ol duğumdan Hoca'nın şapka aleyhinde yazı yazmasına kı zıyorum, demek istiyor. Şapkanın cevazına kaH olsam, dev letin dinden ayrılmasını kabul etsem, Vehib Paşa ve em sali şahıslarla aramızda hiç bir �usumet yönü bulunmıya cağını ben de biliyorum. Hafız ısmail de benim için , Gü mülçine'de şapka kahramanlığı yapıyor, şapka giyenierin karısı boştur, islam kabristanına defn olunmaları caiz de ğildir, diyen Gümülçine ho calarına "Yarın " gazetesinde (1) Belki Vatikan'a Çerkez kalpağı ile kabul adildiğine Müsavatçı'nın canı sıkıldığı Hoca Sabri'nin Bolşevikler de şapkasına itiraz etmişlerdir. Sanki Vatikan'a Çerkez kalpağı ile girerken Hafız benim yanımda imiş. Yahut dini devletten tefrik mübahesasinin içinde bu kere görüşüp konuştuğu· mu n.'oturup kalktığırnın hesabını vermeye mecbur imişimi Utanmaz. sa det haricine çıkıyor!
284 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAM1YE n iye arka çıkıyor? diyerek adı geçen sayılı Müsavat'ında yine bana nasıl sövüp sayacağını bilmiyor. Demek ki be nim asıl kabahatım şapka aleyhinde bulunuşumdur. Lakin, i talya gibi kimsenin görmediği bir yerde şapka giydiğimi iddia ederek benden zorla cevaz fetvası almaya kalkışan şaşkın lanı:ı kendileri şapka taraftarı. Dinden tefrik ve tec rid edilen dinsiz devlet taraftarı oldukları halde m uhalefet te ne işleri var? Türkiye haricine n için çıkm ışlar? Ne ise Vehib Paşa 'nın mektubuna gelelim: M ümai· leyh, hakikımdaki şapka giyrnek ve Bolşevikleri dolandır mak dave1sına Mehmet Ali ve Tahir Ali Beyleri şahit gös terirken dolandırıcılığa teşebbüs fiilende onları da bana suç ortağı olarak gösteriyor. Yani benim aleyhi mde ikame etti· ği şahitleri yine kendi ifadeleriyle itharn ederek şahitlik eh· liyetinden iskat ediyor. Şahitlerini kendisi çürüten Vehlb Paşa gibi ahmak iddiacı ve iftiracı dünyada güç bulunur. Ve yalnız onun bu ahmaklığına H_afız i smail ayarında şuu runu kaybetmiş bir serseri istinat ve iştirak eder. Kuwreden fiile çıkmayan m uhayyel bir dolandırıcılık ve bu esnada şapka giyrnek davaları ile dini devletten tefrTk m übahesr�sini kazanmaya çalışan fikir ve ahlak terbiyesi züğürd ü Uafız i smail , bu seferki yazılarında Meşihat M a karnı'na nelir gelmez ilk işi m , hükümetten 1 5-20 bin lira tazminat almak olduğunu söyliyerek, daha önce anılan mu hayyel do! andırıcılığa bir de kuwden fiile çıkmış kısmını ila ve ediyor. Yapamadığım fenalıkla beni lekelemiş olduğu na kanaat edemediğinden bu sefer Hafız bana ait haklı bir suç buluyor ve bununla artı k din ve devlet münakaşasını ve Abdülınecid Efendi Hazretleri'nin dinden soyutlanan hih�fetinin meşruiyetini büsbütün halletmiş oluyor! 1 5-20 bin lira diyerel< iftirasının miktarını bile tesbit edemiyen Hafız'ın tefessüh Eıtm iş hafızasından çıkarıp okuyucularına takdim ettiiği bu il<i iftira, vaktiyle birinci defa Meşihat'tan çekildi ğim zaman, aleyhimde yazı yazmaya heveslenen ve ba sında o zamanın lahık ve sabı k kabine azaları ile Maliye Nazırını şahitliğe davet ederek neşr ettiğim kat'1 cevabım la yalanları yüzerine çarpılarak susmaya mecbur edilen Ke malist Gai!etelerin, tecrübesinden sus-pus çıktıkları bir ya·
HtLA.FET VE KEMALİZM
285
vedir ki Hafız ismail sefili bu kokmuş yaveyi ağzında çiğ neyerek, okuyucularına sunarken sırf onların hal ve mazi hakkındaki gafletlerine güveniyor. Böyle haysiyetsiz herif ler karşılarındaki hasımlarından ziyade okuyucularını tah kir ederler. istanbul'da bulu nduğum uz zaman mezkCır taz minat ittirasında Hafız ismail, Kemalistlerle birlikte sesi ni çıkarmaya cesaret etmiş bir adam bile değilken sefil bir duygu ile bilineni bilinmezi birleştireceğine, hükm ettiği za man ve mekan farkından kuvvet ve cesaret almaya çalışa rak bizzat uyduranların başına çıkaramadığı bir iftira da vasını şimdi kendisi takibe yelteniyor. Din ve devlet mese lelerinde Kemalistlerin prensiplerini kabul ettiği gibi m uha lefet reisierini tekelemek için de Kemaistlerin tutturamadı ğı iftira propagandalarını isteyerek kullanarak muhalefetten ve m üslümanlıktan çıkma izlerini günden güne gösteren Müsavatçı ile beraber, mahalefet gazetelerinin okuyucu ları da meslek ve meşreblerini değiştirmeye karar verdiler se, bu propagandaları Hafız ismail bol bol harcasını Ge lecek sayıda, memleketi yabancılara sattınız da desin. Ma amaih, "Sahafi" imzasıyla Vehid ei-Eyyubi tarafından " ei-Ahbar" yazılan ve " Müsavat"ta muhalefet adına ter ceme edilemeyen sözleri aleyhinde bir h üccet gibi ortaya atmakla Hafız onu da demiş gibi oldu. O sözler arasında bir şey var kı Hafız onu terceme den de istinkaf etmediğine nazaran "Sahafi" imzası al tında gizlenen katili ile ortaklaşa ve açıkça bana isnat et mek hayasızlığında bulunuyor: Ben, Yunanistan'daki neş riyatımla, yani "Yarın"a yazdığım makalelerle din düşman Iarına alet oluyormuşum. Bu zamanda islam Dini'nin en faal d üşmanı Türkiye'deki Ankara hükümeti ile Müsavatçı Ha fız ismail gibi o hükümetin dinsiz prensiplerini Türkiye d ı şında taklit edenlerden ibarettir. Ben ise özellikle bunların aleyhinde yazıyorum. Türkçe, Arapça makalelerimi herkes görüyor. Din düşmaniarına alet olmak bu demek midir? Din düşmaniarına musallat olan bir adamı alet diye gösteren ler ya dünyan ı n hayasızlık şampiyonluğuna çıkmışlar ve yahut kelimelerin manalarını da tersine çevirmeye kendi lerini kadir sanm ışlardır. En doğrusu böyle şeyler muba-
286 HiLAFET-İ MUAZZAMA-i İSLAMiYE
hasede yedikleri darbelerin şiddetinden kendilerinde zu h u ra ba.şlayan cinnet alametleridir. Başki bir mesele üze· rine "ei-Ahbar"da benimle münakaşa eden "ei-Faruki" gibi aklı başında m u arızlarım beni " es-seyfu l meslül fev ka rikı\Hıı a'dayı el-islam fi Ankara" diye n itelerken, beri ki herlflerin makCıs sözleri elbette delirme izleridir. Mübahasanin neticesi: Münazaralarımda haklı tarafı tuttuğumdan hak ve ha kikatın inayetiyle m utlaka galip gelirim, demiştim. Marifet bende clmadığını, hak ve h akikat kuwetine karşı geline miyeceğ ini ilave etmiştim. M üsavatçı utanmadan bu sözü m ü tahrif ederek: " Ben alimim, mübahesede kaybet m em . " şekline sokmuş. Fakat işte dediğim oldu.38 numa ral ı "Müsavat" ı n baş makalesinin sonlarında Hafız isına il i n şöyle bir sözü var: " Bununla beraber ü mitsiz deği· liz. Kişilı�r tani, milletler bakidi r. Türk, faraza tüm islam milletlerine ait olan Hilafeti kaybetse de Padişah 'ını ka zanacaktır. Memleketimizin müstakbel idare şekli , en son demokrasi kuralları! üzerine kurulmuş Meşrutiyet Devleti Padişahı olacaktır . " i şte bu sözler dini devletten ayırmak ıazariyesi ile kabil-i cem ' olmadığını ne zaman dan beri isbata çalıştığımız Hilafetçilik davasından Hafız'ın geri döndüğünü ve bizim iddia ettiğimiz şeyin sübQtu He m ü nakaşa mevzuu olan maselenin neticetendiğini göste rir. Hafız, dinden soyutlanan devletin Halifesi olamıyaca ğına, ols<ı olsa Padişah'ı bulunacağına artık kanaat ge tirmiş. Ve Abdülmecid Efendi nin müstakbel Hilafet'ten sarf-ı nazarla m üstakbel padişahlığına tahvil-i emel ettiği ni açıkça tiraf etmiştir. Hasmı m ız, ağzından kaçırdığı şu iti· rafa nazaran m übahase'de mecburi olarak yenildiğini ka bul ediyor . Fakat hak yola dönüşü kabul etmiyor. Yani Hi latetten vaz geçiyor, dinsiziikten vaz geçmiyor. Allahın da lalete düşürdüğü kimsenin kurtarıcısı yoktur. Ve onları bı rak, azgınlıkları içinde debelenip dursunlar! (Yarın, sayı: 29, 29 Eylül 1 928, sh: 1 ve 4). '
'
HİLAFET VE KEMALİZM
287
RAMAZAN ORUCU FiDYE iLE GEÇiŞTiRiLEBiLiR Mİ? -Süleyman Nazif'e cevapi ki yüzlü Türkiye Cumhuriyeti' nin besbelli l_isanı da iki çatal olması gerektiğindendir ki islam Dini'nin gümbür güm bür yıkıldığı o memlekette m üslümanlığın yalnız yıkılış se si işitilirken bununla dengeli olarak yıkıcıların bir kısmının bu ameliyata ait alen! memnuniyat ve şamatat sesleri ara sında bir kısım tavcılar da bu hareketlerden dine sir zarar gelmiyeceği nakaratını, dini duygularından yaralanan ta rafla alay eder gibi tegannide geri kalmazlar. isıamiyete in dirilen her yen i darbeden dinsizlerin zafer keyfi sürdüğü sırada bunların demdarlığını omuziayan te'vilçiler de, söz de müslüman halkı oyalamaktan haz duyarlar.. Önderler, hareketlerini d ine zarar olsun diye yaptıkları ve taptıklarını öğünerek saklamadıkları halde goygoycular: "Bir şey yok, bir şey yok.' ' yaygaraları ile olup biten şeylere yakınlık tel kin ve temin ederler. islam Dini' nin, içerde her gün dara ğacı altından geçen ve dışarda garabetin zehrini yudum yudum için gayretkeşleri ise iki cepheden ilerleyen düşma nın hangisi ile m ücadele edeceğini şaşırır ve elde avuçta tutulamıyacak kaypak bir madde gibi ortaya atılan yeni me seleleri n hedef sayılacak tarafını tayinden aciz kalırlar. Di ne karşı işlenen her hadise isıamiyete dokunur veya do kunmaz tarzında mı münakaşa edilecek, yoksa milletin kur tuluş hareketleri arasında din bağından da kurtulmak ve binaenaleyh dine dokunmak lazım olup olmadığını mı tes bite çalışacak? Din muzırdır, diyenlerle m i uğraşsın, mu tazarrır değildir, diyenlerle mi? Davanın i ki şekli ile birden ortaya atılmasında dinsiz lerin şu istifadesi var•ki; islameyetin bir taraftan mazarratı ve hayata kabiliyatsizliği bahse konu olmakla başlamışken, diğer taraftan , herhangi bir hareketin dinsizlik veya dine riayetsizlik olacağını isbat ve izah mecburiyeti karşısında kalanlar için, bu suretle emekleri heder olacağına göre da-
288 HiLAFET-İ MUAZZAMA-i İSLAMiYE
vararının takibinde lezzet ve hararet hakkı kalmayacağın dan d in si.zliğin cehr1 tarafını idare edenler, te'vilci arkadaş larının k a rşısındaki m ücahedeleri bezginlik vermiş olduk· ları gibi dinin kabul edemiyeceği hiç bir hareket tasawur etmeyen te'vilciler de açık dinsizlere cesaret vererek, hat tü hareket temin ederek, güzlde işler gibi. . . . ve hükümeti dinden ayırmak, islamiyette hilafete lüzum görmemek şer'\ mahkeme ve dini medreseleri softa kurumları diye kapat mak, şer'i ve fıkhf ahkamı Arap kanu n u ve orta-çağ hura feleri saye:rak yürürlükten düşürmek hep iki cepheden yü rütülmüş ve nihayet tehditle kazanılmış davalardandır. Ramazan orucunun fidye i le düşürü lmesi meselesine gelince; şeriatın muamelat ve ictimaiyata ait ahkamı gibi Hüküm-i şaklyeni n işine gelmeyecek bir yönü olmayan na mazla, orucia onların alış-verişi olmamakla beraber, islam Dini 'nde bunların yeri pek mühim olduğu gibi zaten şimdi· ki m üslümanların şu iki ibadetten başka müslümanlıkarı na delalet edecek bir hali kalmadığına nazaran , halkı şu son islami şiarlanndan soğutmak ve vaz geçirmekle din siz Ankara h ükümetinin arzusuna hizmet edileceğini tak· dir eden d a lkavuklar; halkın namaz, oruç hakkındaki ezel1 akldelerini sarsmak için zihinlerini teşvlş edecek yayınları i hmal etmeJ!erek, bu meselelerden de dinsiz hükümete ce mile ve kendi istifadelerine vaslle zemini bulmaya çalışı yorlar. Şapl<a meselesinde olduğu gibi, Ramazan orucu nu umumerı fidye ile geçiştirmek, fikri n i ortaya atan basın alanında aktörlü k vazifesi yine Süleyman Nazif ile Ubey d u ll ah'a düşmüş! Böyle y13ni moda alimlerin , yani dinsiz d i n ulamasının Ramazan oruc u n u fidye ile çare bulmak üzere Kur'an-ı Ke· rim 'in ayetlerinden mana çıkarılmasına kalkışmaları, Diya· net işleri re,isi Hoca Rif'at ve benzeri akılsız ulemanın teaddüt-i zevcat yasağı meselesini Allah'ın kitabına Uydur· mak ve daha doğrusu Allah'ın kitabını ona uydurmak zah meti gibi boş zahmetlerden sayılır. (Dinin ahkamın ı n ) icra sını vazife ec'inmemiş bu zevatın şimdiki çalışmasını ben, ·
H1LAFET VE KEMALİZM
289
keyif için ölüyü açma ameliyatı yapmaya benzetiyorum. Benzetmemda aşırılık bulunduğunu sanmayınız. Türk mil letinin şer'l vazifeleri, ve bu cümleden olarak orucu, ken disine (Laik) hükümet kabul ettikten ve şeriatın hakimiye tini tanımamaya karar verdikten sonra mı gerekli bir yüküm lülük haline gelmiş ki Süleyman Nazif ve Ubeydullah şirrıdi bu sorumluluğun yükünü hafffletmeye çare aramak lüzu munu duyuyorlar, yoksa kendileri şimdiye kadar hiç oruc tutmamışlar da bu defa memlekette pek garip kaldığını gör dükleri islam Dini'ne merhamet olarak bundan sonra oruç tutmaya kalkışmaları üzerine bu mesele ile zihnen meşgul oldukları esnada mı fidye usulüne el atmışlar? Yahut şu sırada böyle konuları gazetelere düşürerek Türkiye'de di ne ilgi gösterildiğini ve Kur' an' a uygun hareket olunmak üzere ayetterin manaları hakkında tetkikat icrasından geri kahnmadığı fikir ve zannını husule getirmeyi mi istiyorlar? Yeni keşşafların oruç hakkındaki nazariyasini ilmi bir tarzda tenkit ve tetklk etmeyi gözüme kestiremediğimden; meseleyi, etrafında dolaşarak uzaktan baltalamaya çalış tığım akla gelmiş olma ihtimaline karşı, maselenin içine de gireceğim ve ayet-i kerimenin delaleti nokta-i nazarından da fikirlerinin ne derece kıymeti haiz olduğunu gösterece ğim. El verir ki okuyucular, uzunca sürece bir etki konusu nun buraya sıkıştırıtmasına müsaade etsinler, ve üşenme yip dikkatle okusunlar. Üşenen, " i ' lalcilik" deyip geçer, çünkü memleketimizde böyle yeni bir hastalık daha vardır ki bunun da kaynağı cehalettir. insan bilmediği şeye düş man olmaz mı ya? Halbuki o i'lalcilik adı ile lüzumsuz gö rülen şeyler Arap lisanının gelişmesine ait nazariyelerdir. Bu dilin araştırmacıları, yani sarf ve nahiv uleması bin se neden fazla bir zamandan beri bunun için kütüphaneler do lusu eserler yazmışlardır. Şimdi Arabın dil kurallarını i'lal cilik falan diyerek beğenmemeve ne hakkımız var? Halbu ki ayetleri, hadisleri tetkik ederken biz bunlara muhtacız. Maamafih biz yazacağımız bu konuda i'lal filan da yoktur. Ancak hem kaçmak, hem davut çalmak kabilinden olmak
290 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
üzere dini mesele/ere suret-i haktan itiraz eden ve hem de bu meseleleri kaynağından tetklke yaklaşmayan sahte müctehitlerin malumunuz olan halini söylemek istiyoruz. Ne ise bi:z vazitemize bakalım: Öne€: savm ayetlerini tamamen yazalım: " Ey i man edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetiere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı. Umu• lur ki, korunursunuz." "Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. ihtiyarlık veya şifa umudu kal· mamış h�ıstalık gibi devamlı mazereti olup da oruç tut· maya güç:leri yetmeyeniere fidye gerekir. Fidye, bir fa. kir doyumu miktardır. Bunun dışında kim gönüllü bir ha yır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer gerçekleri anlıyorsamz, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır." " Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak ken disine Kur'an indi rilen aydır. Sizden her kim hilali (Ra mazan ayı nın ilk ayını) görürse oruç tutsun , (oruca baş lasın). Kim o anda hasta veya yolcu oluırsa tutamadığı günler saırısınca başka günlerde tutsun. Allah size ko laylık ister, zorluk istemez. O , sayıyı tamamlamanızı, si ze doğru yolu gösterdiği için Allah' ı ta'zim etmenizi is ter. U muliır ki şükr edersiniz. " (Bakara/1 83-1 85) Yeni rnüctehitlerin dayanak ve şahit göstermek nok taları "güçreri yetmeyenlere, bir fakir doyumu fidye (ver meleri) far;�dır. ' ' yüce sözünden i barettir. Binaenaleyh yal· n ız bu cüm lenin ibaresi ve manası tahlil edilecektir. Ön ve arka ayetleri ise bu cümleyi tahlll esnasında kendilerine mü· racaat gemkeceğinden sırası ile yazılmıştı. Şimdi ben bu cümlenin manasın ı anlarken ne Ubeydullah Efendi ni n yaptığı gibi Ferruh Efendi'nin Türkçe tetsiri n i ve ne de bü· yük Arapça tefsirleri esas kabul etmeyerek, yani evvelce söylenmiş sözlerin hiç birisi ile m ukayyet olmayarak ade· tin dos-doÇıru manasını dikkate alacağım: '
HiLAFET VE KEMALİZM
29 1
Ayettek i "Yutiküne" fiilinin mastan olan
"
ltake"ye
lügatm müsaadesi üzere iki türlü mana verilebilir: Biri mut lak istidaa, diğeri zahmet ve meşakkata makn1n bir istidaa,
Ubeydu llah Efendi'nin "Vatan" gazetesinde yazdığını söylediği makalesini göremediğimden bu iki manadan han gisini aldığını bilmiyorum. Nazif Bey, 33 numaralı "Resimli Gazete" ile neşr ettiği makalesinde : (x) "Ve alel-lezine yutıkane-hu fidyetü taamı miskin, buyurularak, fakiri yedirmeye muktedir olanların, oruç tutmaya takatı yeten kişiler olsalar bile hasta ve yolcu lar gibi oruç tutmayabilecekleri sarahaten bildirilmek tedir. " demesine nazaran itakayı, m utlak istidaa manasına hami etmiştir. itaka fiilinin önündeki mef'ul zami rine gelince ya bir satır yukanda geçen siyam'a racidir ki zahir ve ilk akla gelen de budur. Yahut altındaki fidye 'ye racidir. Fakat bu ihtimal, zahire aykırıdır. Nazif Bey ise, ayeti tefsir eden sözü geçen ketarnında biri savm'a ve biri de fidyeye ait olmak üzere iki i ktidardan bahs ettiklerine göre bu zamiri hem sı yama ve hem fidyeye, ikisine birden irca etmiş oluyorlar ki işte bu olamaz. Zamir bunlardan yalnız birine raci' ola caktır. O halde ayetin tefsirinde şu iki tür kudretten, yani savm veya fidye kudretlerinden yalnız birisi mevzu-bahs olabilir. " Nazif Bey de zamiri, merci'lerden yalnız biri sine göndermiş, ve diğerine taalluk eden kudreti lüzu muna mebni kendiliğinden ilave etmiştir. " diyemeyiz. Çünkü makalenin bir fıkrasında: "Selahiyetdar ulemadan rica ederim, ayet lafızlarına dışardan bir insan fikri ka rıştırmaksızın beni ikna etsinler ki bir miskin it' am eden bir müslim, behemehal oruc ile mükelleftir diyen Na zif Bey'in öyie bir ilaveye kat'iyyen hakları yoktur. H atta ayetin tefsirine ait olmak üzere nakl ettiğimiz deminki söz leri arasındaki "Oruç tutmayabilecekleri" ibaresi de ula madan rica ettikleri şarta kendilerinin boyun eğmedikleri."
(x) Tam metin için bkz: Ek-XII
292 HILAFET-İ MUAZZAMA-i İSLAMiYE
n i gösteren diğer bir haksız ilavedir. Bu sözle ri , ayetin ma. nasın ı izah makamında söylediklerini de iddia edemezler.. Zira sözlerini sarahaten bildiri lmektedir.' ' ibaresi ile bi· tiriyorlar. Sarahaten bildirilen manalar ise ayetin mantuku· na ekiEmen şeyleri ihtiva edemez. Şu halde hem kendilerinin koyduğu mu kaveleye hem de işin esasına uygun olarak ayetten anlamaya hakkımız olan mana şudur: " Onu m uktedir olanlar üzerine fidye, yani fakiri it'am vazifesi tereddüb eder. " . ltake'yi Nazif Bey 'in \{aptığı gibi mutlak isdidaa'ya hami ile beraber önün· deki zamlrin m erciini de ihtimal racihaa göre tayin edince ayetin tıpkı tıpkısına manası şöyle olur: "Sıyama kudreti olanlar, üzerine fidye, yani fakiri it'am vazifesi tered· düp edıer. " Bu ndan sonra, ayetin sarahatinden anladığı m ız şu rnisklni it' am yükümlülüğü ya üst tarafında mezkur olan " Oruc size yazıldı . " ayetinin tebliğ ettiği savrn yü kümlülüğüne ekleme halinde bulunur, yahut savm yüküm lülüğünden soyutanmış ve olumsuz bir halde bulunur. Mü fessirlerden pek nadir bazı kişiler, birinci ihtimale zahib ola rak oruca m u ktedir olanlar için şükrane-i kudret tarzında sıyam ih� it'amı cem' etmek vazife olduğuna h ükm etmiş lerdir. Ragıp isfahani " Müfredat" adındaki meşhur ese· rinde bu şekli, ayetin sarahatma en fazla m uvafık sayar. Ancak bu ikinci yükümlülük için tabii bir şart halinde mail bir kudret m uteber olmak lazım gelir. Ve alt tarafında zikr olanu n tatavvu', it' amın m iktarına ait olur. Lakin ayetteki fidye tabiri ile yine bu ayetleri takip eden: "Ve şayet oruç tutarsamz, sizin için daha hayırlıdır. " yüce sözü, sıyam ile it'amın cem'ini gerektien tefslre bence pek mülayim düş mez. Maamafih itakayı savma kudret hem de Nazif Bey i n düşündüğü gibi, meşakkatle m ukayyet olmayarak mutlak surette kudret manasma yorduktan sonra, miskin' i n yedi· rilmesini ilave olarak yükümlülük halinde sayan tefsTrden başka ayet için makul bir mana düşünüle- mez. Ve cihet, yakında izah ol unacaktır. ' '
'
HiLAFET VE KEMALlZM
293
Nazif Bey in marazisine muvafık olan i kinci ihtimale, yani it' amın sıyamdan müsta'ni olması ihtimaline gelince, bunda bir kere "ziyadetü ale'n-nass" mahzuru vardır. Çünkü ayetin açıklığı -vücubu yukanki ayetle sabit olan- sı yamı terk etmenin cevazını ifade etmez. Bel ki it'amın vü cubunu ifade eder. Şu kadar var ki fidye tabirinden bu h u susta biraz istifade etmek mümkündür. Lakin bundan son ra, aşağıdaki üzere, daha büyük bir mahzur var: Ayeti: "Sı yama muktedir olanlar fidye vermekle mükelleftirler. " manasma hami edince b u ifadedeki manasızlık nazar-ı dik katı çekmez mi? Savme kadir olanlar fidye verecekse oru cu kim tutacak? Savme kadir olmayanlar mı? Kimse tut mayacaksa o halde savm diye başlayıp fidye ile bitirilen bu vazifenin mahiyeti nedir? Yoksa savm , mahiyeti oruç tutmaya kadir olanların fidye vermesinden mi ibarettir? Oruç tutabilenler, oruç tutmayacakmış da· fidye verecek miş, tutamayanlar ise ti:ıbiatıyla tutamazlar. Demek ki Kur'an-ı Kerim 'in savm mükellefiyeti bahsinde savmden eser kalmıyor, fidye bahsi oluyor. Belki asl ı işler halde ol mayan şeyin bedeli ve fidyesi de olamıyacağından fidye bahsi bile olamaz. Sanki sıyama iktidar oruç tutmak için lazım değilmiş de fidye vermek için lazımmış gibi münase betsiz bir şey! Çü.nkü "kimseler " istiğrakı ifade eden bir çoğuldur. Oruç tutmak iktidarını haiz olanlar ne kadar var sa hepsinden fidye ile mükellef demektir. Vücup ifade eden " ala" da bunu gösterir. Bir de ıtake'yi mutlak kudretle tefsir edince oruç tut maya kudretlerinden dolayı fidye ie mükellef olanlar, aye tin hemen bitişiğinde bahsi geçen hastalar ve misafirler ile dalaşık bir ihtilata maruz kalırlar. Hastalar ve misafirler ve bilhassa misafirler arasında oruç tutmaya kadir olanlar var sa bunlar ne yapacak? Fidye mi verecek? Yoksa sıhhat ve ifakat kazandıktan sot'lfa gününe gün tutarak kaza mı ede cek? Hastalarla misafirlerin h ükmü ayrıca beyan buyurul muştur, diyerek mürninler hakkında gününe gün tutmak şık kının tayinini kabul etsek bile, hiç bir suretle mazereti ol'
...
294 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
mayan d iğer takat ve iktidar sahibierinin istifade edrebile ceği fidye usulünden bunların istifade edememelerinde mü him bir nisbetsizlik olur. Ayel:i hem arz ettiğimiz manasızlıktan kurtarmak hem de oruç makamına fidyeyi ikame etmek isteyenlerin fikri ne uydurmak için münasip olan, itake fiilinin önündeki men sub zamiri altındaki fidyeye göndermek ve fidyenin taam ı miskin" ile tefsir edilmiş olmasından da zamlr ile mercii arasındaki tezkir ve te'nis ihtilatına karşı medar-ı te'lif te darik etmekti. B u ihtimalde şu külfetten başka bir de lisan ' Arab'ta r;ari olmayan " ızmar kabi ez-zikr" mahzuru var sa da mübteda-i muahhar halinde bulunan mercii n rütbe ten takaddümünü ileri sürerek bu mahzura da çare-saz ol mak mümkündür. iıtibas makamında zamlrin hem de hilal ' zahir olarak m uahhara rucu'u hem de zamir ile mercii ara sında ve l ev bi-hasbi'z-zahi r mevcut olan tezkir ve te'nis ihtilafı yüzünden ilbas-ı mezkürun teşeddüdü gibi lafzi ma nilerde hataya göz yumulduktan sonra, zamlrdeki ikinci ih timale gön3 ayetin hülaseten manası şöyle olur: "Fidye ver meye kadir olanlar fidye ile mükelleftir." M alt kudret ol maksızın fidye verilemiyeceği beyana m uhtaç olmayacak surette malum bir şey iken fidyenin böyle bir kayıt ile tak yidine lüzvm görülmüş olması da itake fiilinin önündeki za miri fidyeye göndermek ihtimali için başkaca bir zaaf teş kil eder. Hüccotü' Allah el-Baliga sahibi de "el-Fevzu'I-Kebir fi Usul-ı et-Tefsir" adl ı kitabında zamiri fidyeye göndere rek ayete böylece mana vermiş ve lakin fidyeyi oruca bedel halinde telakki etmiyerek yine oruc mükellefiyeti baki kal mak üzere bunu sadaka-ı fıtra hami etmiştir. Sadaka-ı fıtra fidye ıtlakt kabil-i tevcih ol makla beraber tabir-i mezkur oruç bedeli olarak saymaya daha ziyade kabiliyetlidir. Alt taraf taki "Ve şa:r·et oruç tutarsanız, sizin için hayırlıdır. " cü nı lesi de fidye•'ye sadaka-ı fıtr mana�ı vermek suretindeki tev clh ile pek barışmaz. Binaenaleyh zam1'rin merciinde şu kül fetli ve mercuh ihtimal kabul olunduktan sonra bunun, ayeti "
-
HİLAFET VE KEMALiZM
295
Süleyman Nazif ve Ubeydullah Efendi gibi yeni müfes sirlerin (!) arzularına takrib için kabul edilmiş olması daha uygundur. Hem de bu suretle onlar, ayeti birinci ihtimalde söylediğimiz manasızlığa sevk etmiş olmaktan kurtulurlar, bununla beraber biz müfessirferi bir vartadan kurtarıp di ğer vartaya düşüreceğiz. Zira burada gayet m ü him ve na zik bir nokta var ki onu yeni m üfessirler, yen i müctehidler hiç anlayamaz. Çünkü eğer Kur'an-ı Kerim 'in bu ayeti, fid ye vermeye kudreti bulunan ların savm i le fidye arasında muhayyer olduklarını anlatacaksa, böyle manaların edat-ı tebliği vücup ifade eden "Ala ' ' değil de cevaz ifade eden "Lam"dır. Öyle· ya! Ehl-i yesar (solcular/SA) üzerine dü şen vazife m utlaka fidye vermek olmayıp yeni m üctehitle rin mezhebine göre onlar da isterlerse oruç tutamaz değil ya! ( . . . . ) Bu ayetleri şimdiye kadar eskilerden ve yenilerden ve Araplardan k imse doğru anlayamadı da feyz-i Cumhu riyelle Süleyman Nazif Bey, bir de Ubeydullah Efendi mi anladı? Hülasa, "Ve alellezine yutıkunehu fidye . . . " cümle sinin tefsirinde müfessirler başlıca iki kısma ayrılmışlardır: Birinci kısım, ıtaka'yı, Süleyman Nazif Bey g ibi mutlak is tidaaya hami ederler, zamiri de sıyama gönderirler. Lakin bunlar fidye m üsaadesini islamın ilk dönemlerine hasr ede rek, sonradan bu cümlenin " Ve men şehide minkumu 'ş şehre fe'l-yesumhu" umumi emri ile nesh olunduğuna ka ildirler ve bu suretle Süleyman Nazif Bey ' i n görüşü bun larınkinden ayrılır. i kinci kısım ehl-i tefsir ise ıtakayı güç lükle kadir olmak manasma alarak, ayetten, çok yaşlıfar hakkında fukaMnın gösterdiği müsaadeyi çıkarırlar. Şeyh Muhammed Abduh, kömür madenierinde çalışan arnele gibi meşakkatlı işlerin ücretlilerini de bunlara ekler ve bu suretle ayette neshe kail olmaya hacet kalmamış olur. Bu müfessirler zümresi, Arabın " Takat"ı kuwet dereceleri nin ednasında, yani meşakkata yakın olan istidaada kul-
296 H1LAFET-İ MUAZZAMA-i lSLAMlYE
landığın ı söylerler Şeyh Muhammed Abduh da bu fikir· dedir. " Rabbimiz takat getiremiyeceğimiz şeyi bize yük· leme! ' yüce sözü de bu kullanıma uygundur. Yoksa, " bi· zi hiç b ir zahmet ve meşakkate maruz bırakma! ' ' demek değildi r Lakin bence gerek neshe kail olan ve gerek olmayan iki kısırı müfessirin ikisine de ayrı ayrı itirazlar varit olur. H ele Süleyman Nezif Bey' e bu itirazların hepsi birden va rittir. Birincisi olur tutmaya kadir olanların fidye ile yüküm· lü olması tarzında Nazif Bey' e tevcih ettiğimiz münasebet sizlik iti!·azı , bu, neshe kail olan birinci kısım tefsir sahibie rini de hırpalayacak b i r mahzurdur. Çünkü ayetin nesh olunduktan sonra hükmü baki kalırsa da nesh oluncaya kadar man ası m ahfuz olmak, yani nesh oluncaya kadar kendisinden anlaşılacak manada bir biçimsizlik bulunmak lazımdı ı . Binaenaleyh haddi zatındaki manasızlık nesh ile telafi olu namaz. Bu mü nasebetsizliği izale için adı geçen m üfessirlerin "ve allellezine yutıkünehu fidyetü " cüm lesinden sonra takdir ettikleri "En ifturü" ilavesi ise ne be· n i m zevkime n e de Süleyman Nazif Bey in vaz'ettiği mu· kaveleyG uygun düşer. Ayeti önce manasızlığa sevk etmek, sonra da bunu tamir için ayetin sarahalı dışınçla ilaveler yapmak m akul değildir. Ayetin sarahalı oruç tutmaya ka· dir olanlara fidye vazifesi düştüğünü söylüyor ve bu ifa dedeki acayiblik ise nazar ı dikkate çarpacak bir halde bu lunuyor. Bu m ünasebetsizliğ i izale maksadıyla ilave yapan, te'vil h ususunda kendi vazifesini ifa etmiş olsa bile ayetin, tebyin vı� tebliğin hakkını edadaki kusuruna bunun fayda sı olmaı . Halbuki mahzurun esası itakeyi h akkında eda· daki kusuruna bunun faydası olmaz. Halbuki mahzurun esası itakıryi m utlak kudrete hami ve telkinin butlanına hükm etm elidir i takeye mutlak kudret manası vermekle be raber ay.3tte neshe kail olan birinci kısım tefsir ehlinin mü talaası, hastalar ve yolcular arasında bulunabilecek takat sahibieri ile diğer !akat erbabının hükmü ihtilata maruz kal mış tarzında Süleyman Nazif Bey' e tevcih ettiğimiz mah zur ile de m a l Cıldur. .
.
...
'
,
-
.
'
HiLAFET VE KEMALİZM
297
Hasta ve m isafir hakkındaki iznin tekrarın ı müteakıp varit olan "Allah size, kolaylığı murat eder, zorluğu de ğil ." ayetinden de fidye izninin tekrarını çıkarmak ise pek zayıf bir ihtimale binaen hükm etmek olur. Çünkü misafir ve hastaya ait olan izinierin tekrarında ayniyet derecesin de açıklık ittizam olunmuşkan fidye müsaadesini, yüsr ve usr (kolaylık ve zorluk) tabirleri ile gayet üstü kapalı ve umu mi bir tarzda ifade etmek pek nisbetsizdir. Onun için, mü fessirlerden hiç biri yüsr ve usr cümlesine o yolda mana vermeyi hatırına getirmiyerek bazıları bunu, hasta ve mi safir hakkında iftarın vücubu manasına, bazıları da sıyam ile iftardan hangisi hastanın ve yolcunun kolayına gelirse onu ihtiyar edebileceği manasma saymışlardır. Hele fidye müsaadesini, zahmet çekerek oruç tutabileceklere hasr eden müfessirler sınıfının, mücmeliyetine rağmen yüsr ve usr ayetinden mezkur müsaadenin tekrarını istihraca bir de receye kadar hakları olsa bile Süleyman Nazif Bey gibi fidye müsaadesini kolaylıkla rouç tutabilenlere kadar ya yan yeni müfessirlerin görüşüne göre "Allah size kolaylı ğı ister, zorluğu değil." ayetini bu iznin tekran manasma saymakta hiç münasebet yoktur. Bu itirazların hepsinden kurtulmak için, fakirin kendim ce mahsus olan görüşümce, hem fidye ayetindeki itakeyi , neshe gitmeyen müfessirlerden Süleyman Nazif Bey den ma' adasının, yani eskilerinin dediği gibi zor güce yormalı, hem de neshe kail olmalıdır. Yani iki zümrenin sözlerinden birer parçasını almalıdır. Buna göre bir kere ayetin mana sının makuliyeti temin edilmiş olarak "Oruç tutmakta zah· met çekenler fidye ile yükümlüdür." demek olur. '
Yenicilik önderlerinin en akıllı, yani islami ilimlerde en fazla bilgi sahibi Kazanlı Musa Bigiyef Efendi (x) oldu ğu halde "Uzun Günlerde Rüze" adı ile 1 4 sene evvel (1 9 14?) bu meseleye dair neşr ettiği kos-kocaman eserin de bizim teceddüt-perverler kadar cehalet eseri gösterme miş olmakla beraber, o bile ukalalık yapmak ve esiaf-ı ule (x) Ayrıca bkz: Ek-l ll-b
198 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
maya muhalefet etmek sevdasıyla acayıp acayıp hatalara düşmü�ıtür. Yukanya sırası i le yazdığımız ayetlerden "Şeh· ru Ramazan ellezi " ayetine gelinceye kadar olan kıs m ında icmal üzere sıyamın farziyetinden ve ondan sonra tahsiserı Ramazan orucundan bahs olunmuş; eslaf, bun lardan ikincisin i , birincinin tafsi l ve tefsiri gibi telakki ede rek aradaki ikiliği heder etmişlermiş. Bu sözlerinden ken· disinin birinci kısım ayetleri Ramazan orucundan başka bir oruca W3 hatta kitabı kendileri için yazdığı soğuk beldeler halkına mahsus bir tür umuma hami edeceği tahmin olun d uğu ve bunu andırır bazı kısır sözleri de bulunduğu halde oraların halkından oruc yükümlülüğü Ramazana ve maa dasına, ashna ve bedeline şamil olmak üzere tamamen kal· dırd ığını görürsün üz. işte soğuk beldeler halkına mahsus ve Ramazan orucundan başka bir tür oruç bulunduğunu vehme düşüren sözleri ile öyle yerler halkına hiç oruç la zım olmadığını gösteren sözleri: "Giindüzleri haftalar kadar, aylar kadar uzun, ya hut günleri yakını yerlerde mekanın özelliği ile, takat üs· tü soğulkluk ya hararet zamanlarında zamanın özelliği ile Ramazam eda takat dışında kalırsa o takdirde" ey yamen rrıa'dudat "hitabı nass-ı muhkem olmak üzere ha kim olur.'' (sh : 78) (Biziim tevcihimize göre iki müstakH hitap vardır: Bi· ri Rama:�an ayet'i kerimesi. Ramazani itibar mümkün (olan) yerlerde o ayet-i kerime hakim olur. Diğeri " Küti be alaykumu es-siyamu . . . . . . . . ayyeman ma.'düdat" ayet-i kerimesi Ramazani itibar mümkün değil yerlerde o ayet i kerime istiklal üzere hükü m , Ramazani itibar mümkün (olan) yerlerde ittihat üzere hükm eder. " (sh: 80). "Kur'an-ı Kerim 'in sarih massına göre kutublarda ve civannda ruze (oruc) hiç bir vakit farz değildir. _Zira rCıze yalnız sayılı günlerde, yani tefavutleri yok gibi mu' tedil, adEıdi az günlerde farz kılınmıştır. Senesi bir gün düz bir gt�ceden ibaret kutublarda yahut gündüzleri, ge celeri haftalar, aylar kadar devam eden soğuk mınta...
RtLAFET VE KEMALİZM
299
kalarda eyyam-ı ma'dude bulunmamak cihetiyle o yer lerde ikamet eder insanlar savmın farziyeti hıtabından istisna kılınmış olur. " (sh: 9 1 ) " Kur'an-ı Kerim' in nazm-ı mu'cizi irşadıyla, ben ayet-i sıyamdan soğuk ro mtakaları istisna fikrine gel dim. iki ayetten birini istisna lüzumu, o ayetlerde var gelmeleri, cümleleri lağv etmemek zarureti beni şu fik re sevk etti." (92) "(Ve alellezina yutıkunehu fidyetü . " ayet-i kerime si mefhumuna göre takat kılınmaz rüze bila-bedel sakıt olur. Zira kudret yokken teklif mümkün değildir. Buna göre hem rüze vacip olmaz, hem fidyesi . " (1 805 "(Ve alellezina yutıkunehu fidyetü " ayet-i kerimesi kazası vacip değil fidye bedelinde sakıt rüze özürlerini mantukuyla fidyesi de vacip değil rüze özürlerini mef humuyla ihata etmiştir. " (1 84) Evvela gündüzleri geceleri haftalarca uzun yerlerde eyyam-ı ma'dude bulunmadığı ve eyyam-ı ma'dudenin te favutleri (farkları) yok gibi m utedil günler manasma oldu ğu görülmüştür. i kinci olarak; size sayılı günleri orucıa geçirmek farz kılınmıştır, demekten, sayılı günleri olmayan yerlerde oru cun farz olmadığını anlatmak gibi menfi bir manayı kast et mek aykırı bir ifadedir. Üçüncü olarak; "Sayılı günler ayeti Ramazani itibar mümkün olmayan yerlerde istiklal üzere, Ramazani iti bar mümkün yerlerde ittihat üzere hakim olur." denil mesine nazaran bu ayet, gerek Ramazan! itibar mümkün olan ve gerek olmayan yerlerde savm-ı Ramazan'dan baş ka bir oruç bulunduğuna delalet etmemiş olduğu cihetle esiatın önceki sıyam ayetlerin i sonraki Ramazan ayetleri nin icmal ve özetlenmesi halinde saymalarından farklı bir şey söylen m iş olmuyor. Dördüncü olarak; ayları günleri belli olmayan yerler de Ramazan yükümlülüğünün sukutu , Ramazanın şuhu dunu varlık sebebi sayan geçmiş ulamanın beyanatından da anlaşılabilir bir şeydir. ..
..
300 RtLAFET-İ MUAZZAMA-1 lSLAM1YE
Beşinci olarak, günleri tayin olunmayan mücmel sıyam ayetlerinin ardındaki "Fe men kane m inkum merizan ev ala seferin ve alellezine yutıkunehu fidyetü." gibi ka za ve bec el suretlerini beyan eden ayetler, Musa Bigiyef Efendi'nh, kitabındaki iddiası vech i le mevsimsiz olursa sayılı günler ayetinden kendisin in anlayışı gibi asla oruç farz almayan Jterlerin beyanı akabinde bu ayetlerin daha fazla mevsimsir olması iktiza eder . A l t ı n c ı o l arak M usa E fe ndi E bu Nuaym ın "Müstahreci" i l e Sünen-i Beyhaki'den na�l ettiğimiz eser hakkında: " Eğer bu sabit ise fidye ayeti, (Fe'men şehi de m inkurnu 'ş-şehrefe' l-yesumhu) ayetinden sonra nazil olmuş ola:n mensuhluk beliyesinden kurtulur. " diyerek fidye ayetini genel oruç emrinin etkisinden çıkarıp, aksine umumi emri fidye ayetinin etk isi altına sokmakla ayetterin gerek tertib tarzına ve gerek ifade ahengine nazaran ga yet mai<Cıs bir fikre zahib olmuştur. Kur'an-ı Kerim'in ayet leri arasındaki şahit olunan düzen, n üzOI tertibine tabi ol mayıp, nüzulü daha sonra olan ayeti n tilavetinde tekaddu mü caiz ve vaki ise de bu durum, Kur'an-ı Kerim'in biribiri ne nazaran müstakil ve oldukça birbirine uzak fıkraları ara sında cari olabilerek, biri birine tamamen bitişik ayetler ara sında tertib ve nüzOiün bu derecede aksine tilavet tertibi caiz olmamak l azım gelir. Çünkü böyle bir terslik, kast edilen mananın yan lış aniaşılmasına sebeb olur. işte "Ey iman edenler, oruç size yazıldı " ayetinin, ... fidye ayeti ile be raber islam'da sıyama dair i l k tebliğ olduğu ve Ramazan ayeti " Ki onda Kur'an nazıl oldu . " nitelemesi ile ev vel ce bilinen islamın bir şiarının önemle yad ve tezkarı ka bilinden ola.rak "Sizden kim ay'a ulaşırsa onda oruç tut sun." kat'7 emrine öncü olmak makamında bulunduğu pek aşikardır. P,rtık sıra ile biri biri n i takip eden bu ayetlerden, son söz mevkiinde bulunan " Sizden kim ki ay' a ulaşır '>a, onda cıruç tutsun. " cümlesinden, geçen fidye ayeti rni yoksa fidye ayetinin bu ayeti m i ta'dll etmesi lazım ge leceği, ifadr:min usiObu namına anlaşılmayacak bir şey de•••
'
. . .
.•.
HtLAFET VE KEMALİZM
301
ğildir. Sıyam hakkında ewelce zikri geçen müsaadelerden
bir kısmının bu son söz üzerine aynen tekrarına da lüzum
görül m üşkan fidye m üsaadesinin tekrar edilmemesi ise bundan ewel açıkladığımız vech ile meseleye bir kat da ha açıklık vermektedir. Binaenaleyh Sünen-l Beyhaki'de ki eserin , bize tehlkkimiz gibi, Ramazan orucunun teklifi nin başlangıcı zamanlarına mahsus olup "(Ramazan) ayı na kim ulaşırsa, onda oruç tutsun." kat'i emri ile son bu lan bir müsaadeyi anlatmış bulunması daha makul ve ha tıra gelebilir. Yedinci olarak, Kazanlı müctehid, sıyamın farz olma · sında insanları iradelerine hakim olmaya alıştırarak tehzib ve terbiye etmek hikmeti bulunduğunu riyazet ve şehveti kırma gibi ewelki ulamanın gösterdiği maslahatları bağen mediğini söyledikten sonra garebeti ile dikkat çekici olan şu sözleri ilave etmiştir: "soğuk mıntakaların . soğuk ik·
limlerlnde, havalarında ömür sürer insanların iradele rini sıyam gibi şer'i tedbirle terbiyeye hacet yokluğuna göre Şarl' o yerlerde ömür geçiren insanları orucu iba det olmak sıfatıyla teklif etmemiş olsa gerek." (93). Müş tehiyat, netsin meyl ettiği şeyler, demek olduğuna naza ran şehveti kırmaktan netsin haz ve eğilimlerine karşı mü cahede ve engelleme maksut olarak bunda iradeyi takvi ye ve terbiye maslahatı da saklı olduğu gibi soğuk iklimie rin sekanesinin iradi ve ahlaki terbiyeden müsta'ni oldu ğunu iddia etmekten ise, bu iklimierin sekanesi ile mizaç olarak harsa ve fazla intibaha maruz olan sıcak ve mutedil memleket ahalisi arasında şehveti kırmaya ihtiyaç cihetiy le fark aramak daha doğru olurdu. Musa Biglyef in .adı geçen kitabında istifadeye şayan noktalar da bulunmakla beraber bunlar; büyük alimiere kar şı haddi aşıcı saldırıları ve kötümserlikleri arasında kaybol makla liyakat kazanmıştır. Bundan başka Kazanlı mücte hid, güneşin doğuşu, batışı, zeval vakitlerinde namaz kıl mak rnekruh olmasını güneşe tapanlara teşebbuhten men'e hami etmek tarzındaki tevcihe tercihan; "Tabiat ta'
,
F. l.6
302 RtLAFET-İ MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
pıcıları kuyaşa (güneşe) secde edererse elbette güne-ı şin uluhiyetine itikat etkisi ile secde ederler. (Ve Rab• bin, başkasına değil, ancak kendisine ibadet etmenize, hükm etti) mediUlunce tabiata tapanların gerçekte ma budla:rı Hudadır. Uluhiyeti itikat sonunda secde eder· lerse :�ecde edilen gerçekte Hüda'dır. Tabiata tapanlaı' nisbette ne kadar hata atmişlerse de kasıllarında elbette isabet ederler. islam Şeriatı tabiata tapanların kasıtla> rında isabeti itibar hem ihtiram edip o u c vakitler sec deyi taıbiata tapanlara tahsis etmiş olsa gerek." (55). De . rnek ki en batıl fikirlere· de kitabında revaç vermeye kalkışmıştır. Güneşe tapanlar, uluhiyetin i ilikat ederek taptıkları için Allah'a tapmış gibi olurlarmış. Özrü kabahatinden bü yük kabilinden olarak güneşin uluhiyetin i itikat fikr ve mak sadına ihtiramen islam Şeriatı bu vakitleri g üneşe tapan lara bırakmış i m iş. Halbuki islam Şeriatı onların şirkten baş ka bir şey olmayan i naçlarına h ü rmet etmek şöyle dursun, bu itikadı şiddetle ibtal ve tezyif için adı geçen vakitleri büs bütün öldürerek ö zamanlarda Hak olan mabuda ibadeti bile yasak etmi ştir. Musa Efendi' nin, azami derecede bo zuk olan bu fikirlerde kaynağı Muhyiddin bin Arab ' ın "Fü· tuhat" ı clır. Bu noktaları "Ve Rabbin, ancak kendisine iba· det etmenize hükm etti." ayet-i kerimesi ile beraber "Yeni i slam Müctehidlerin.in Kıymet-i i lmiyesi" adındaki kit� bırnda tıah ettim. Muısa Bigiyefı sıyam ayetinde m üfessirlerin neshden bahs etmeleri m ünasebetiyle Kur'an'ın ayetlerinde nesh va ki olduğunu i nkar ederek " Biz, bir ayetin hükmünü yü rürlükten kaldırır veya onu u nutturur (ertelersek), her· halde dııha iyisini veya benzerini getiririz.' ' (Bakara/1 06) ve " Biz, bir ayeti başka bir ayetin yerine getirdiğimiz zaman . . . " (Nahl/1 01) tarzındaki Kur'ani beyanatlara da geçmiş şeriatların ayetlerin i n nesh ve tebdlli ile tefsir et· miştir. N1eshin esasın ı inkar ile Kur'an ayetlerinde biribiri· ne nisbe'!tle hiç nasih ve mensuh bulunmadığı hakkınç!aki Batılı iddiaların m ünakaşasına da başlarsak oruç bahsi şu
H1LAFET VE KEMALİZM
303
kitabımızın tahammulü dışına uzatmış olaca�ımız cihetle artık bundan sarf-ı nazar ediyoruz. Maamafih şunu söyle mek lazımdır ki Kazanit müctehid 'in Ramazan orucu hak kındaki fikri ve niyeti bizim müctehidlerinki kadar fasit de öildir. Mümaileyh de bir kısım müfessirler gibi mensuhiye tine kail olmadı�ı fidye ayetini oruç tutmakta fazla zahmet çekenler hakkında tel&kki etmiş ve Islam Dini'nin beş şar tından en büyük temellerinden biri olarak on üç asır i slam Tarihinde devam eden Ramazan orucunun büyük önemi ni bizim türedi müctehidler gibi inkar etmemiştir. Gerçekte " i slam beş (esas) üzerine bina edilmiştir:
Şehadetü en Lallahe illeilah ve enne Muhammeden Ra sulullah ve ikame's-saiate ve itai'z-zekate ve hacce 'l beyte ve savme Ramazan' ' hadis-i şerifinin içeriği üzere
Islam Dini'nin beş esasından sayılmış olan Ramazan oru cu böyle beş-on paralık bir bedel karşılığında herkesten sa kıt olacak derecede önemsiz olamıyacağını ve bin üç yüz şu kadar senenin kapsadığı milyarlarca müslümanın ordu lar teşkil eden ulama ve fudalasıyla birlikte bağlı bulunduk ları oruç vazifesine, Kur'an-ı Kerim'in manasını ittifakla yan lış anlamak yüzünden bu derece lüzumsuz bir şekilde, i s lam Dini'ni taşıyan temellük bir sulhu tanıyarak bağlanmış olmalarına veyahut o islam ulamasının dağ yığınları vücu da getiren fıkıh ve hadis kitabiarının kos-koca bir konusu nu boşu boşuna " Kitabu's-Savm" ihtimarnil adı altında işgal etmiş bulunmalarına ihtimal verilemiyeceğini takdir etmek Süleyman Nazif Bey e çok yakışırdı. Asr-ı Saadet ve asr-ı ashabın namaz, oruç, hacc, zekat gibi i slamın um deleri hakkındaki anlaşıyını bize nakl eden ve ulaştıran müslümanların zincirleme nesillerine ilave olarak fukaha ve muhaddislerin eserlerinden teşekkül eden o şahika ve sikaların büyütücü şahitlikleri ile bu umdelerin i slam Dini'n deki gerçek kıymetle�i arasında bu derece nisbetsizlik ta sawur olunabilir mi? Islam Alemi'nin üzerinden geçen bin üç yüz kusQr senenin, hiç bir şeyle telafi olunarnıyacak de recede büyük bir önem ve kat'iyetle telakki olunan bin üç '
304 HILAFET-I MUAZZAMA-t lSLAMlYE
yüz kus>Cır Ramazanı , m ütemadiyen amil bir tevatürün te kerrür ürünü olabilir mi? Bu kadar müslümanların mütesel silen as r-ı Saadetten tevarüs ettikleri oruc ayını on üç asır bir geçiş üzere geçmiş olmasına ne mana verilebilir? is lam tarihinin alelade şahadet ve itinasına mazhar olmak değil de islam senesinin aylarından birine ebedi bir imti yaz vermiş ve gecesine, gündüzüne başka bir mahiyet ka zandırm ış ve şimdiye kadar bir kere bile kesintiye uğrama dan bin üç yüz defa sene'i devriyesine bütün islam alemin de hürmet ve riayet gösterilmiş ve her sene-i devriyesi otuz gün devam etmek dolayısıyla islam. beldelerindaki her mi n are 39. 000 defa şenlanmiş ve her Islam kasabasında na m ına gü nde en az üçerden 1 1 7.000 pare top atılmış, her günü bir bayram olduğu gibi daima büyük bir bayram lle de neticetenmiş ve bir Kadir Gecesi Kur'an ayeti ile bin aydan daha şerefli sayılmış b ulunan Ramazan ayını ufa. cık bir seçme hakkı ile, baştan başa mahiyeti değişebilir ve ucuzGa bir para ile satılabilir tarzda düşünmek Süley man Na;tif Bey' e bilmem nasıl kolay gelmiştir? Gerçekte şimdiki halde mizacına hizmet cazibesinin etkisinde bulun duğu " Laik" Türkiye hükümeti, bunu ve diğer islamın şe airini, be l ki tamamen bedavaya vermek fikrindedir. Lakin meşhur ,e dibitniz o hükümetin cebr ve mekr üzere kurul muş olan güç ve pazusuna güvenmesin: " (O:nlara)"-Daha önce, sizin için bir zeval olmadı ğına, yemin etmemiş miydiniz?" (denir)." "(Si:zden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtların da oturc!iunuz. Onlara nasıl işlem yaptağımız size apa çık belli l>lmuştu. Ve size bir çok misaller de vermiştik." " Hileel erinin cezası Allah katında (malum) iken, on lar, tuzaldarını kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar y1erinden gidecek değildi. '' " O i�alde bakın, Allah'ın, Peygamberine verdiği sözden c:ayacağını sanmal Çünkü Allah, intikam sahi bi mutlal{ üstündür. " (ibrahim/44-47)
H!LAF'ET VE KEMALİZM
305
Süleyman Nazif Bey in oruc fidyesi ayetine ait sözle rinden: "ilahi emir bence müfessirlerin, fakihlerin, müc tehid imamların mevzu olmayan hadislerin üstünde ol duğundan . . " cümlesindeki ' ' mevzu hadisler" dabiri de dikkatimi çekti. Bu tabir ile bazı fitneci m ü nekkitlerin açtığı uygunsuz yolu takiben hadislerin mevzu olanlarından do layı sahihlerini de şüpheli göstermek gibi bir kötü niyet gös termiş olmasını cidden ayıpladım ve çok üzüldüm. Emr-i ilahi kendisince müfessirlerin, fakihlerin, müctehid imam ların ve mevzu olmayan hadislerin üstünde olduğundan mı yoksa dinsiz Ankara hükümetinin arzusu i lahi emri n de üs tünde olduğundan mı şimdiye kadar hatırına gelmeyen bu yeni ictihatlara tutulduğunu kendi kendine sorsun . Nebevi hadisler hakkında itimatsızhk telkin eden yeni çıkma adam lar, islam maarifi arasında " ilm-i Hadis" adı ile bir ilim bu lunduğundan haberi olmamak derecesinde bu meselele re ilgisizdirler. Onlara verilecek civabı "Dini Mücedditler" de yazmıştım . Burada tekrarına lüzum görmüyorum. (Son) (Bu "Savm Risalesi" Yarı n ' ın sayı: 1 6-22, 2 Mart 1 928·25 Mayıs 1 928 tarihli nüshaları arasında yayınlan mıştır/SA). '
.
306 HtLAFET-1 MUAZZAMA-t lSLAMlYE
CÜ H ELA MARi FETLERi LSil' hükümetin Gazi'si i stanbul'a geldiği gün başına toplanarı eyyam reisierine hitaben bir konuşma yapmıştı. Bu konuşma o kadar ballandırıldı ki dalkavuklukta benzeri bulunmayan istanbul şehremini, oldukça uzunluğuna rağ. men b u nutku, mermer levha üzerine çizdirerek meşhur "Sis" manzumesinde Tevfik Fikret' in ; "Gr�çmişlere rahmet diyen elvah�ı mekabir" cümlesinden: "Geçmişiere lanet diyen elvah-ı mekabir (mezar ya zıları/SA) suretine tabdili ile ölü i stanbulsekenesinin umu· mi mezarlığı halinde bulunan sokak başlarına sanki birer mezartaşı kitabesi gibi ta'like karar vermişti. N utkun, perestişkarlarınca en parlak noktası, Dofma· bahçe Sa rayı 'nı göstererek: "Artık bu saray, zılluflahla· rın değil,, zıfl olmayan, hakikat olan milietin sarayıdır." tarzında :�öylediği başından büyük hasletli fıkra teşkil edi· yordu. istanbul gazeteleri bu fıkranın belagat ve icazını şerh ve izah zımnında baş makaleler yazdılar. Ağaoğlu Ahmet 7 Temml!ız (1 927) tarihli "Milliyet"e yazdığı baş makale· nin sonunda: "Mustafa Kemal Allah'ın gölgesi değil, mil letin ifadesidir. " diyordu. (x) Gerek din ve gerek edeb ve edebiyat nokta-i nazarın dan pek cahil olduklarına bakmadan biribirilerini alkışiayan bu adamlar sanki laf söylemiş oluyorlar. Eski padişahlara, med h makamında "Zıllullah", yani "Allahın gölgesi ve sayesi" denirmiş. Şimdi o padişahların yerine geçen Mus tafa Kemı:�l; ben Alahın gölgesi değilim, hakikat olan mil letin mümessiliyim, diyor. Ve hayalden ibaret olan gölge hakikat dorecesine çıkamaz. Elbet hakikat, hayalden ÜS· tündür, dEımek isteyerek, Frenklerin "Jeu de M ot " tabir ettikleri "Kelime oyunu" arasında kendisini eski padişah· ların üstüne çıkarmış veyahut "Zıllullah " ünvanı ile mü· (x) Başmaka lenin tam menti için bkz: Ek·Xıll
' HtLAFET VE KEMALİZM
307
"Gölgeden çıkar, bu, Insana şeref ve mefharet verir ml?" de
bahi olan o padişahların şaşkınlığını anlatarak: ne
miş oluyor. Halbuki asıl şaşkınlık kendisindedir, çünkü o gölge Al lahın gölgesi olduğuna göre Türk milletinin ifade ettiği ve edeceği hakikatler onun yanında kaç paralıdır? Türk mil leti hayalden ibaret olmasın d a istediği kadar hakikat ol sun ve Mustafa Kemal de bu hakikatın, yani milletin mü messil i bulunsun, her ne olsa yine Allahın gölgesiyle ya rışmaya çıkışamaz. Allahın gölgesi bütün hakikatleri göl gede bırakacağı gibi bizzat Türk milleti i lahi kudretin en naçiz bir eseri değil midir? ·
"Bir zerre demekse şu semavata göre arz Bi'n-nisbe demek, etmeliyim kendimi yok farz."
Kendini bilen hakikat·ehli, böyle şiirlerle Allahın büyük lüğünü anlatmaya çalışırken, Ankara Aeisicumhuru gibi ne oldum delisi olan haddini bilmezler de Allahın gölgesini ala ya alarak ağızsız, dilsiz Türk milletini ve daha doğrusu
kendisini Allah ile yarışa çıkarıyor.
Osmanlı sultanlarının i htişamlı merasim günlerinde:
"Mağrur olma Padişah'ıml Senden büyük Allah var!"
diye bağıran vazifeli bir memur bulunurdu. Türkiye Reisi cumhuru ise, gölgesini alaya almak suretiyle Allah'a karşı gururunu kendisi ilan ediyor. Reisicumhurun Dolmabahçe Sarayına girdiği gün, Al lahın gölgesine meydan okuyarak irat ettiği acayıp nutkun o noktasında, doğrusu, dinleye nlerden, sözünü esirgeme yen birinin çıkıp da biraz kaba da olsa, " Evet, artık bu sa raylar Zıllullah'ların değil, zırtullahlarındır.'' demesi bek lenirdi. ' Müslümanlık iddia eden adamlardan şimdi belki öyle leri vardır ki Mustafa Kemal'in böyle ölçüsüz sözlerle Al lahı beğenmediğini çok görmez de bizim M ustafa Kemal'i ve sözlerini beğenmeyerek tenkit edişimizi çok görür, Ya ni Allahtan korkmaz da Mustafa Kemal'den korkar. Biz de böyle müslümanların hem aklına hem de müslümanlığına şaşarı�.
30ll H1LAFET-t MUAZZAMA-t tSLAMlYE
Mesel,e gayet açıktır: Padişahları ve tabiatıya padişah· ların iyilerini, eski adamlar gayet geniş ve faydalı olan ila hi gölgenin ne kadar mühim olduğunda kim şüphe eder? Yoksa herl<es, her hükümet reisi o " Zıllullah" tabiri gibi büyük ünvana liyakat kesb edemez. Nasıl ki Ankara hükü met reisi de kendi itirafiyle zıllullah değildir. Olamaz ki! Nutkun, güya hakikat olan Türk milletine n isbetle Al· lah ın gölgesini de önemsiz saydığı meynanda olmakla be· raber biz bunu zorla iyiye yarmaya çalışarak diyelim ki: "N utuk salıibi (Zıllullah)'ı küçük görmüyor, belki bu bü· yük tabiri Jdm çıkarmış, padişahların zıllullah olmak ne haddi imiş ve insan nasıl zıllullah olabilirmiş. " tarzın· da, bu tabiri kullanan eslafımızı techil etmek istiyor. Birin· ci i htimale 9öre, eski adamların, gölge olmaya özenerek, iftihar etmesini ve medh olunmasını bilarnernekten ibaret olan gafletlı3ri, ikinci i htimale göre de Allahın gölgesi gibi tabirlerle övgüde manasız ve münasebetsiz m ü balağatla rı kayd ve tesbit edilmiş oluyor! Halbuki birinci i htimalin istihdaf ettiği gaflet, yukarıda izah olunduğu vech ile asıl n utuk sahibine ait old uğu gibi, ikinci ihtimalden çıkan cehalet de yine esiatın üzerinde de· ğil, Daimabahçe Sarayı'nda mütekellim-vahde olan zatın üzerinde kalmak l azım gelir. Çünkü '" zıllullah" mecaz! tabiri, eski Osmanlıların, ve m üslüman ların selahiyet dışında kendi kendilerine uydur· dukları bir tı�rkib değildir. Bu tabiri bazı hadis-i şeriflerde bizzat Cenab-ı Peygamber Efendimiz istimal buyurmuş lardır. Nebevi kullanım ile me'sQr tabirler sırasına geçme seydi zaten bunu geçmişteki Muslümanlar kendi kendile rine kullanmaya cesaret etmezlerdi. Allah'a taalluk eden meselelerdeki sakınırcasına dini terbiyeleri buna mani olurdu. işte h aclls kitabiarından "ei-Camiu's-Sağir"de derç edilmiş yedi tane hadis-i şerif: "es-Sultanu zıllullahı fi'l arz " ibare:siyle başlar. Bunlardan birisinde: "Sultan yer yüzünde Allahın gölgesidir. Dayanağı olmayan zayıflar .••
HiLAFET VE KEMALİZM
309
ona sığınır. Ve bir taraftan zulm görenler, haksızlığa ma ruz kalanlar da onun sayesinde intikam alırlar, hakları na vasıl olurlar." buyuruluyor. Bu hadislerden biri de; " Hz. Ebu Bekr-ı Sıddik tara fından rivayet edilmiştir: "Adil ve mutevazi bir sultan, bir hükümet reisi yeryüzünde Allahın gölgesi ve mezraıdır ki vazifesini ifa ile geçen her gününde yetmiş sıddik ka dar iş görmüş ve sevap kazanmış olur." buyuruluyor. Görülüyor ki Dolmabahçe misafiri "zıllullah" tabiri ile alay ederken Cenab-ı Peygamber Efendimiz'in hadis-i şe rlfleri ile de alay ettiğinin farkına varmamıştır. Farkına var sa da onun için önemi yoktur ya! Allahı ve gölgesini alaya alan peygameri değiller mi? Bilmem ki bu hallerinden sonra da m üslümanlardan bazı miskin ve mendeburlar gibi: Ne diyelim, sağ olsun da ne söylerse söylesin. Kim istihfaf ederse etsin mi diyeceğiz? Reisicum hu r istanbul'a geldiğinin ertesinde Tayyare Cemiyeti nin merkezini ziyaret etmiştir. Oradakilerle gö rüşürken kurban derilerinden toplanan ianenin bu sene ge çen seneden fazla olduğuna dair kedisine verilen bilgi üze rine Reisicumhur'un " Kurban kesmeyip bedelini vermeliler" demiş olduğunu, "Ve öyle yapanlar da var." diye cevap aldığını Istanbul gazeteleri yazdılar. Halk kur ban kesmesin paralarını Tayyare Cemiyeti'ne versin, di yerek dini hükümlerde mahv ve isbat yapmak la-dini bir hü kümet reisi için önemsiz ve kolay bir şeydir. Biz de mese lanin o cihetinden bahs edecek değiliz. Bizim nazar-ı dik kati çekeceğimiz nokta, müslümanların dini üstünlükleri üzerinde cebr ve baskı icra ederek ve ulu orta emirler ve rerek: " Kurban kesilmesin , parası Tayyare Cemiyetine verilsin." diyen adamların, ahkam-ı islamiye hakkında ce haletlerinden veya bile bile m übalatsızlıklarından başka, ik tisadi cihette de bu adamların cehaletleri ve idraksizlikleri dir. Kurban kesilemeyip de parası Tayyeri Cemiyeti iane sine verilirse sanki ne olacak? Maksat, hem kurban kese rek dini vazifesini ifa etmeye ve hem de o kadar bir mebla'
310 HILAFET-! MUAZZAMA-1 1SLAMİYE
ğı iane olarak
Tayyare Cemiyeti
'
ne vermeye gücü yetme
yen halk (jinini bıraksın, dünyaya baksın demek değil mi? Işte cehalet ve adem-i dikkat işin bu noktasındadır. Çünkü
bilindiği üzere müslümanhkta nisaba malik adamlara va
cip olan kurban kesme vazifesi kurban bayramı günlerin- · de şartlarına uygun bir hayvan üzerinde kan akıtmaktır. Kur ban kesm:ten sonra etini dağıtmak vazife ve veeibe dışın da kalır. Binaenayelh kurban bayramını idrak eden ve eko nomiye riayet etmek isteyen müslüman kurban keserse bu· nun eti ile evini yirmi, yirmi beş gün idare eder. Kesmezse
yirmi beş ıgünlük eti kasaptan para ile satın alacaktır.
Şu
halde bu adam kurban kesmeyip parasını hükümetin gös
terdiği yerfJ vereceğine ve sonra kasabtan para ile et alma ya mecbur olacağına kurbanını kessin , etini yesin ve bunu
bitirinceye kadar çarşıdan et almasın da çarşıdan alacağı
etin parasırıı ianeye versin. Kurbanın parasını değil. Demek müslümanı dini vazifesinden men etmeksizin işin düzeltil· mesi mümkündür. Ve aradaki fark çarşıdan et almakla ev
de koyun kesip etini yemek derecesinde basittir. Bu kadar
kolay bir h(�saba akıl erdiremeyip kurban kesme dini vazi
fesi ile herlhangi bir vatani ianenin birbiri i l e karşı karşıya geleceğini sanarak 1 300 senelik islami kuralları bozmaya katkışan veı ukalalığı dinsizlikte arayan zavall.ı ların ne de rece anlayışı sınırlı adamlar olduğuna d ikkat ediyor musu nuz? Senelierden beri gözlerini kurban paralarma dikmiş
olan
" laik"
hükümetin, bu kadar mü·nevver adamları ile
bu böyle basit bir iktisadi meselanin dini duyguları rencide etmeden suhuletle çözüm ü cihetine akıl erdiremiyenlerini ayıplamakta hakkımız yok mu? insaf ehli söylesinleri
rın, sayı: 2, 29/711927, sh: 2�3)
•
.
(Ya
HtLAFET VE KEMALÄ°ZM
EKLER
311
312 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMlYE Ek:
"KEMALiZM" Avnıpalılarca pek alışılmış vepek cana yakın bir tabir haline giı·en bu kelime, bizde, maalesef, lazım geldiği ka dar reva�: ve sarahat iktasap edememiştir. Garp matbuatı
n ı takip edenler pek ala bilirler ki, Anadolu'da "Milli
Mücadele" başlar başlamaz bütün medeniyet aleminde buna "K,emalist Harekati" adı verilmişti. Nasıl ki sonra dan milli ordunun ismine "Kemalist Ordusu", Türkiye Bü yük M i l l et M eclisi H ü kü m et i n i n adına " Kemalist Hükümefti" denilmişti. O zamanlar istiklal mücadelesinin en hararetli taraf
tarları ar�.sında bile bu tabiri beğenmeyenler, bunu, Avru pa basınınca Türk milletinin açtığı muazzam cidali bir şah
sa münhasır göstermek suretiyle o mücadelenin genişlik ve kapsamını sınırlamak için meydana atılmış bir söz sa
yanlar çoktu. Hatta belki, bu adın şanlı sahibinin de bizzat bundan üzüntü duyduğu anlar vardır. Zira, "Hakimiyet milletindiir" düsturunu koyan ve her eserini millete izafe
de adeta vicdani bir zevk duyan bu asil şahsiyetin büyük
idealizmi ve her idealiste has olan derin mahviyeti böyle
bir ünvanı -velev başkaları velev ağyar tarafından olsa da memnunivetle kabul etmesine manidir. Fakat bütün Türk Milleti gibi onun da bilmesi lazımdır ki, bugün,
"Kemalizm"
kelimesinin ifade ettiği mana bir şahsa veya bir partiye alem olmaktan daha çok şümuiiO ve daha çok geniş bir mahiyet
almıştır.
" Kemalizm"
beşeriyetın ruhunu bir şimşek gibi
kat' eden ve izleri asırların sinesinde müebbed birer nura ni çizgi halinde kalan bazı vicdan ve fikir hareketlerinin, bazı siyasi ve fı�lsefi mesleklerin, bazı dini veya mezhebi akım· ların adı gibi olmuştur. "Kemalizm" bir hareket düstu.ru, bir işarettir. " Kemalizm" bir tür vatanperverliğin, bir tOr
inkılapçılr�ırn adıdır.
"Kemalizm" bir prensiptir. "Cumhuriyet Halk Fırkası " aleyhdarlarrnrn ikide bir,
bize sormaktan büyük bir zevk duydukları bir soru vardı .
Bunlar bize derlerdi k i : "Hani sizin programınız?" Ger çe o zanan olduğu gibi bugün de Cumhuriyet Halk Parti·
HlLAFET VE KEMALİZM
313
si'nin yazılı ve basılı bir programı yoktur. Çünkü onun prog ramı canlı bir mevcudiyettir. Onun programı bir insandır. Düşünen, yapan, m uvaffak olan yazan, hisseden bir ka mil insandır. Bu insan, maddi ve manevi hiç bir kudretin yetişemi
yeceği bir sür'atle yüzüyor, gah bir yıldırım olup Türk düş manlarının beynine i niyor, gah bir nur olup karanlıkları ya
rıyor, gah kahr edici bir tekme halinde başkuş yuvası vi
ran kurumları yıkıyor, gah kurtarıcı bir el şekline girerek pe rişan bir ülkeden yeni, metin ve muntazam bir devlet çıka rıyor. Bu harikulade iradeni n bin bir türlü tecelliyalı hangi bir programa sığar. Bu daima yürüyen, daima atılan şeyi,
baş döndürücü seyr ve tekamulünün bir noktasında dur durup bir kitabı n içinde dondurmak ne m ü m kündür? " Ke-·
malizm"in bundan sonra daha nerelere varacağı, daha ne
ler dağuracağı malum mudur ki, ona kelimelerden bir had, ve kitabiardan bir çerçeve tayin edilebilsin. " Kemalizm'
'in en bariz vasıflarından birisi de hiç durmaksızın sürekli
tekamül ve tekevvOn halinde bulunması değil midir?
Milli iradenin tecell i etmek üzere bulunduğu şu gün lerde gerek yeni mebus adayları ve gerek bunların seçmen
leri bizce her şeyden evvel bu hakikatı bilmek zorunlulu ğundadırlar. Biz yalnız Cumhuriyet ve Halkçılık prensiple
rine uymakla kalmıyoruz. " Kemalizm" denilen bir işarete doğru atılıyoruz. Dilden dile, ağızdan ağıza " Kemalizm" parolasını veriyoruz. Zira Türk Cumhuriyetinin ondan doğ
duğuna ve bizi halka iten kuvvetin o olduğuna ·iman ediyoruz. Acaba " Mustafa Kemal" olmasaydı sekiz seneden
beri hayran nazarlarımız önünde birbirini takip eden m u azzam olayların hiç biri vuku' bulmayacak mıydı? Biz " Kemalizm" aşkını böyle bir taassuba kadar götürmek is
temeyiz. Hiç şüphesiz ki asil ve kahraman Türk milleti na mert düşmaniarına karşı kendisini müdafaa etmek kudre tini gösterecekti. Hiç şüphesiz ki, namusun u , şerefini, ca nını ve ırzını başkasına satan hainleri atv etmiyecekti. Ve
3 1 4 HİLAFET-İ MUAZZAMA-1 1SLAM!YE
onların oturduğu sarayarın çatısını başlarına indirecekti. Hiç şüphesiz ki bütün istikla.l m ü cadelesi esnasında kendisine tek dayanak olan halkın, bütün sefaletine, bütün kimsesiz· liğine rağmen malıyla, canıyla bu cidale tek kuweti bahş eden civanmert Anadolu köylüsünün sevgisini bir ha· reket düsturu ittihaz edecekti. Hiç şüphesiz ki başına ge. !en felaketierin mühim bir kısmının arkasını asırtarca me· deniyat alemine çevirmiş olmaktan tevellut ettiğini anlaya· cak ve tek kurtuluş çaresin i o alemin aydınlığına koşmak· ta bulacaktı .. Fakat nasıl? N e şekilde? Ne kadar zamanda? işte bunları iayin etmek zordur. Bütün bu olayların yaratıcı ve m üjdeleyicisi olan bu büyük adam, her olaya o kadar kendi damgasını vurmuş, o kadar kendi şahsiyetinden ver· m iştir ki gerek istiklal cidalinin, gerek i n kılap hareketleri· nin onsuz, aynı mutlu şartlar içinde, aynı yıldırım sür'atıyla bugünkü neticelere varılabileceğini tahm i n m ümkün de· ğildir: Onun içindir ki, biz de, bütün cihanla beraber, şu son seneler içinde Türkiye'de vuku bulan askeri, siyasi, ictimai mucizelerin mrrını " Kemalizm "de arıyoruz. "Kemalizm'· 'de buluyoruz. Ve tabiri n çıktığı adın büyük sahibini yalnız bir büyük şef olarak değil, aynı zamanda hareket tarzı, fa aliyet tarzı, düşünce tarzı, mizacı, tabiatı, h ülasa bütün şah siyeti ayrı birer ders, ayrı birer örnek teşkil eden bir mür şit, bir insan·ı kamil sayıyoruz. Bu anlayışı bir manevi di· siplin, bir manevi prensip haline getirmek, onu tedvin ve talim etmek. işte, Türk gençliğinin tasis ve takip edeceği en büyük ideati bu olmalıdır. (Yakup Kadri, Kemalizm (baş makale), Milliyet, 20 Ağustos 1 927, sh: 1 , sene: 2, sa yı : 545)
315
H1LAFET VE l<EMALlZM
Ek: l l
Adiiye vakitimizin Mahkeme·i Temyiz de yaptıkJim konuşma: "Çağdaş uygarlık içinde mukadderatımızı Ortaça· ğa ait esaslara bağlı kılmak davası, tarihin, sürüp ge len suçlar, diye kayd ettiği bir faciadır." Adiiye vekili Mahmut Es'ad Bey, Eskişeh i r den ge çerken Temyiz Mahkemesi heyeti tarafından şereflerine bir ziyafet verilmişti. Vekil Bey, Temyiz bahçesinde Tem yiz heyetine verdiği mukabil ziyafette kendi zamanına ait çalışma ve faaliyet ile bundan sonra tatbikine devam ede ceği program hakkında mü him bir nutuk irat etmişlerdi. Bu nutuklannda özellikle demişlerdir ki: "Bakanlığım zamanına ait adli çalışma etrafında orta ya çıkan görüşlerim i ve bunların neticelerini en büyük Türk mahkemesi huzurunda tesbit etmei ve bu vasile ile bizden uzaklarda bulunan bütün meslekdaşlarıma ve çalışma ar kadaşlarıma hitab etmeyi faydalı bulmaktayım. Adiiye Ve kaletine geldiğim zaman tesbit ettiğim program şu üç mü him esası ihtiva ediyordu: 1) Kanunlar, 2) Adiiye unsurları, 3) Teşkilat. Muhterem hakimlerı Geeeli gündüzlü süren, sert, çetin fakat yüzü dönme yen yılmaz bir çalışmadan sonra inkılabın bir an bile tehiri caiz olmayan kati gereklerini, efradından bulunmakla ifti har ettiğimiz Türk milletinin ve onun Büyük Meclisi'nin ira desiyle bir sıra kanunlar halinde tesbit etmiş bulunuyoruz. Adiiye Vekaletince verilen direktifler dahilinde inkılabın bu büyük eserlerini hazırlayan pek muhterem mesai arkadaş larıma Türk Cumhuriyeti'nin en büyük hakimleri huzurun da bir kere daha teşekkürlerimi ulaştırmak isterim. '
'
316 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
Muhterem hakimler!
Ça!�daş uygarlık içinde Türk milletinin m ukadderatını
·
ortaçağa ait temellere, bütün haykıran gerçekiere rağmen, kasıtlı bir şekilde veya şuursuz bir i natla bağlı kılmak da
vası tarihin sürüp giden suçlar, diye kayd etmeye hak ka zandığı bir faciadır. Bugün inkılabın dönmeyen kati karar ları bu kanlı facianın sahne olduğu on üç asn tüm boşluk ları ile baş aşağı etmiş bulunuyor.
Bu yıkalan alem üzerinde kurulan, yeni Türk hayatı,
yeni Türk medaniyeti altında inkılabın yere düşmeyen ve
daima yCıkselen m uzaffer bayrağı ile çağdaş uygarlığın en genç ve en dinç safhasını arz etmektedir.
Dün hayal içinde gözüken bu manzara bugün mem leketimizin hakiki çehresidir. Hakikatler hayalleri geçmiş
tir, denebilir.
Mutıterem hakimler!
Nazarımda her hakkın üstünde bir hak vardır ki,
o da
mazlum insan kitlelerini haklarına, efendiliklerine kavuştu ran inkıl�ıbtır. inkılabın prensipleridir. Unutmamak lazımdır ki Türk inkılabının her prensibi yığın yığın Türk eviadları nın kanlan ve kemikleri ile yazıl m ıştır. Türk Adliyesi en bü yük şeren bu esasların af kabul etmez müdafii olmakla gö
rür ve duyar. Türk adliyecileri her vakit uzaklara kadar gö ren uyanık nöbetçiler halinde inkılabı bekleyecekler. Esa sen yeni kanunlanmızın hedeflediği maksad, inkılabın, Cumhuri;tetin yaptırımı olmaktan başka bir şey değildir.
Kanunlar:
Bir aralık ortaya bir de ihtiyaç nazariyesi atıl m ıştı. De
niliyordu ��i;
mektedir."
" Bu kanunlar ihtiyaçlarımıza uygun düşme
Ben bu fikre de hiç bir zaman iştirak etmedim.
Bence m1�mleketin ihtiyacı, pek mübrem bir i htiyacı vardı:
Çağdaş uygarlık düsturlarını kayıtsız, şartsız ve pürüzsüz,
zaman kaybetmeksizin olduğu gibi bir kül halinde kabul et mekti. Bunun içindir ki Cumhuriyet kanunlarını Batıdan ta dilatsız olarak nakl ettik."
RtLAFET VE KEMALiZM
3 17
Adiiye unsurları: Mahmet Es'ad Bey, burada Ankara Adiiye Hukuk Mektebinden, hakimler kanunundan, maaşlara kısmen ya pılan ve kısmen yapılacak olan zamlardan bahs etmişler ve demişlerdir ki: "-Ankara Hukukunda tabele olarak 300 Türk genci var dır. Bu sırada imtihanlarını başarı ile vermekte bulunan bu gençlere müdevven kanunlar halinde kabul ettiğimiz en son hukuk esasları öğretilmektedir. Kendilerinden Adliyemizin büyük istifadeler edeceğine kat'i olarak mutmain bulun maktayım. Hakimler kanununu tedvin etmemiz bir zarure ti, kanun memurlarının mukadderdtanı bir kanun ile tes bit edilmemiş olması mühim bir noksandı. Çünkü kanunu tatbik eden hakimierin vaziyeti kanuna dayanmıyordu." ..... Teşkilat: "Teşkilatta hedefimiz sür'at, ·sadelik ve isabettir. Bu üç mühim noktayı temin için hayli kanunlar tedvin ettik. Ka pitülasyon belasından kurtulmamıza vaktiyle muvafakat et meyen milletiere hitabla diyebilirim ki, bizde adli muame lelerdeki sür'at, kolaylık diğer Avruap devletlerinin muame latındaki sOr'aften kati olarak aşağı değildir, ileridedir." Muhterem hakimler! inkılabın yeni ve büyük kanunlarının tatbiki Türk adli yecilerinin şüphe etmediğim kabiliyat ve liyakatlarının bir imtihan devresi olacaktır. Meslekdaşlarımın Türk tarihinin en esaslı dönüm noktalarından birisini teşkil eden, dost ve düşmanın heyecanla takip ettiği bu çok çetin imtihandan başarı ile çıkacaklarından asla tereddüt etmemekteyim." Mahmut Esad Bey'in ardından Temyiz Mahkemesi bi rinci reisi ihsan Bey Efendi de karşılık olarak, konuşup özetle demişlerdir ki: " Maruzatıma son verirken, çağdaş uygarlığın gerekle rine uygun ve Türk milletinin, ictimai, iktisadi ve ticari çı karlarını ve düzenini sağlamaya hadim Cumhuriyet'in adil kanunlarını tatbikle iftihar eden Cumhuriyet hakimleri bü yük inkılabımızın prensiplerine ve onun en büyük eseri olan
3 1 8 HiLAFET-İ MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
Cumhuriyet mefhumuna tamamen uygun ve uyumlu şekil· de geceıli gündüzlü faaliyetlerine devam ve gayret ve çalış· ma ile gayeyi tah ki k ettireceklerini arz ve temin eder ve ba· şanlarının dileğiyle hürmetlerimizi sunarım efendim." Bakan Bey cevaben: "Vücuda getirilen eser, benim değil, Türk milletinin ve inkılabının büyük liderinindir. Benim bu eser etrafındaki ro lü m bütün çalışma arkadaşlarım gibi sadece bir işçi olarak çalışmaktan ibarettir." "Türk adliyesinin en yüksek makamını kazanan hakim· lerimizin yeni kanunların tatbikinde müşkülata maruz kalın· m ıyacağı hakkındaki vaadlerini, benim de görüşümü des teklemesi itibariyle, önem ve memnuniyetle kayd ediyorum. Sözlerime son verirken sert ve çetin hayat şartları içinde vazifelerinize yüksek fedakarlıklan ile başarmakta bulunan bütün çai ışma arkadaşlarım ı h ü rmetle selamlar, kendileri· ne sürekli başarılar dileri m . " demişlerdir. (Vakit, 20/6/1 926, sh: 2 sütun: 5-7)
HlLAFET VE KEMALİZM
319
Ek: I l l-a
MISIR ULEMASININ GiRiŞiMi SONUÇSUZ KALDI! (Kahire)de Camiui-Ezher Şeyhi'nin toplamak ve Mı sır'da Klerikal bir hükümete esas ittahaz etmek istediği Hi lafet Kongresi'nin düşük bir cenin olacağını bu sütunlar da iddia ve iddiamızı isbat eden tezahüratı kaydede gel miştik. Bu hafta içinde aldığımız bilgiler, iddiamızı kat kat tak viye etmektedir. M ısır ulamasının bu gibi hareketler ile et kilerini arttıracaklarına, aksine halk nazarında düşmükte ol duklarını görüyoruz. Önce şunu kayd edelim ki Hindistan U lema Cemiye ti, M ısır Camiu 'I-Ezher Şeyhi tarafından Hilafet Kongre si ne iştirak için gönderdiği daveti müzakere ederek bu daveti red etmeye karar vermiştir. Hindistan ulamasının bu hareket tarzı, Ezher ulamasın ın kendi meslekdaşları nez dinde bile hiç bir itibarı haiz olmadıklarını göstermiyor mu? Bundan başka Şimal Müslümanları da Ezhercilerin davetini kabul etmeye karar vermişler, Mısır gibi ecnebi iş gali altında yaşayan bir memleketin Hilafet Kongresi akt etmek gibi işlere girişmasin i hayretle karşıladıklarını ifade etmişlerdir. Bu suretle bütün islam aleminin, Hilafet ve Hilafet Kongresi hakkındaki görüşü tezahür etmiştir. Hiç bir is lam milleti veya cemaatı TBMM'nin ilga ve imha ettiği bu m ünfesih kurumu i hyaya, ya cesaret edemiyor, yahut ihya etmek istemiyor. Çünkü bu kurumun hayatında bir fayda görmüyor. Bu vaziyet karşısında ardı sıra geri çekilmeye uğrayan M ısır Camiu'l-Ezher Şeyhi, Kongrenin maksadını değiş tirerek, Kongreni n ,Halife seçmek için değil, ancak H ilafe te l üzum olup olmadığını tetkik etmek üzere toplanacağın ı söylemiştir. '
no HİLAFET-1 M UAZZAMA-t lSLAMlYE
Caml:u 'I Ezher Şeyhi davetinin u{)radığı sui-kabul kar· şısında bu ardınca geri çekilme ile H i laJet hakkında müs bet menfi hiç bir kanaatı bulunmadığını göstermektedir. · Yoksa Şeyh H azretlerinin (!) Hilafet hakkında bir kanaatı olsa, onur,ı lüzum veya lüzumsuzluğunu tetkike hiç ihtiyaç duymazdı. Daha dün Hilafeti dini bir farz sayan bu adam, bugün HiliUetin lüzum veya lüzumsuzluğundan bahseder ve bilhassa bu adam Camiu'I-Ezher Şeyhi olursa o zaman bu adamın ciddiyet ve samimiyetin en hakkıyla şüphe et· mek gerekir. Çünkü bir adamın dini kanaatleri bile sarsıntı halindedir. MeşhrJr Mansura Kaadıst " i slamiyet ve Hükümetin Esasla rı "1 eserin yazan Şey h Ali Abdürrazik Bey son ola· rak uıemanın bu vaziyatini tahlil eden güzel bir makalesin· de diyor ki: ·
Mısır 1.1lemasının H ilafet adına yaptıkları hareketin din lle bir Ilgisi var mı? i h tima l ki hal§ bazı kişiler bu hareketin Hak din adına seçilen garazsız ıvazsız bir ha· reket oldu<ğuna inanıyorlar. Hayır, bu hareketin Hak din· le, veya Zat-ı Ece11-i A'la ile zerre kadar bir ilgisi yok tur. B u sırf siyasi bir harekettir. Ulemayı sağa sola çe viren, ileriye geriye götüren sırf siyasettir. " i kinci Hamid Halife iken, zamanı n u l eması , Hila fetin , mutlakiyet hükümeti, olduğunu, Meşrutiyet' in di ne aykırı bulunduğunu söylüyorlardı. Türkiye'de Meş rutiyet ilan olununca bu sefer dini esaslara en uygun hükümetirıı Meşrutiyet olduğu söylenildi. ' ' " Mısır'da siyasi durum karışık olduğu için d i n ma nıma söyle•nilen sözler de karışıktır. Bir kaç ay evvel Hi lafet hare lı:eti kuvvetliydl. O zaman dinin Hilafete des tek olduğ�;ı ortaya atıldı. " "Huafr9ti inkar edenler kafir sayıldı. Fakat bir kaç ay sonra durum değişti. ih racat, sarsıntıya uğradı. Si· yaset ufuki!arında bir takım sisler, bulutlar belirdi. Hila· fet Hareketi'nin başanya uğrarnaması ihtimali zaafa uğ·
HlLAFET VE KEMALİZM
321
radı. Bunun üzerine dinin Hilafet h akkı nda k i görüşü de değişti. B i n ae n a leyh Hilafet hor görüldü. Camiu'I-Ezher bile Hiliıfetin lüzum veya lüzumsuzluğu mesele lerinin tetkike muhtaç olduğunu söyledi. ' ' " Bu n e hayrete şayan bir haldir. Dinde tezebzub ve teşevvuş yoktur. Din bir •evi bugün helal yarın ha ram nymaı: P.l"',cak bu d.inin başıııa öyle bir cc•naat. çul lanmıştır ki hN devirde dini tellikete u�ratmı�tı .. Dlo isP.
Şeyhi
.•
onun narnma söz sÇyleyen , oı1w'l emlr ve yasaklarını deqiştlren bu adamlardan kaçıtıır. · '
E::sasen Mısır u l a ması nın son olarak vuku bulan bir ha reketi M ısır karrnıoyı ı llıerkıde acıklı bir kötü etki bırakmıştır. (Kadir) gecesi münrısebetiyle Mısır cam il erind e icra orunan dinf merasime iştirak eden ulerna, o geceyi islam halkı ile beraber ibadet ve taatıe geçireceklerine ingiltere' nin fevkala d e komiseri Lord (Core Loyd) tarafından vuku bulan davete icabetle o geceyi ingiliz Lord u n un sarayın da geçirmişlerdir. Bu olay müteaddit gazetelerde ulama nın şiddetle alaya alınmasına sebeb olmuştur. Görülüyor ki Mısır Camiu'I-Ezher Şeyhi ile avenPsi nin HiliHeti ihya etmeyi hedefleyen ha reketl erin in ıçyü?i': herkes tarafından anlaşılmış ve neticede bu harekr: dka mete uğramıştır. (Ömer Rıza, Vakit, 26 Nisan 1 926, sh: 2). '
F. 1 7
322 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
E k : l l l-b
CJ\RULLAH EFENDi M t sı r ve Hicaz'a niçin gittiğini anlatıyor! Rus müslümanları heyt?.ti azasından Musa Carullah Efendii son olarak Ankara;ya g itm iş Başvekilimiz!e tema�"1 miş ve tek rar şe h rim ize avde t etm i şti r. Musa Carullah .1 Efendi , şu beyanatı bulunmuştur: "-Mısır'da toplanacak Hilafet Kongrtesi'ne davetli ola· rak gidiyorum . Aynı zam;:lnda Mekke Ko11gresi'r�e de heııı davetli)im .ve hem de Rusya MOslümanlarının, Türkistan ve Çin M üslümanlarının vekili olarak gidecek ve Konore de bazı beyanatta bulunacağım." M ısır'da Kongre H ih�fet meselelerini m üzakere v e ay n ı zam cında mahiyetini tayin edecektir. M ekke Kongresi· ne gelince; Haremeyn ve m ukaddes topraklar işleri, hacı· ları n emniyet ve sela.met meseleleri m üzakere ed i l ecektir. -Rv sya m üslümanlarının ictimai ve siyasi durum ları nas ı ldır? Muı;a Carullah Efendi burada sözlerini tam bir fikir h ü rriyeti ile söyl ediğ i n i beya n ederek, dedi ki: "-Rsuya M üslümanları siyasi ve ictimai vaziyetle· rinden ınemnundurlar!" -Türkistan Çin'i müslümanlarının durumu nasıldır? "-Türkistan Çin'i müslümanları arasında son zaman larda ingilizierin etkisi fazlalaşmıştır. Türk inkılabı ve Türk m il l eti n in istilaeriara karşı açtığı mücadelede kazandığı za fer ve siy asi istiklal , Şim al T ü rkl e rind e p e k b üyü k m emn u n iyet, hü:>nü hürmet ve çok samimi bağl ar doğu rmuştur." "Bilhassa Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin Türk'ün m i l li ve siyasi istiklalinde gösterdiği büyük kahra man l rk , v1� de ha $imal Türklerince nihayetsiz takdirleri celb etm işti r." Rusya'dan gel e n müslü manla r: Hica;! Kongresi'ne gidecek o lan R us müslümanlan h eyeti dün sabah bir motorla Kavak'tan Trabyadak Rus Sefereth2ınesi'ne gitmişle r, orada konsolos yoldaş Putme kin tarafından kabul edilmişlerdir.
H1LAFET VE KEMALİZM
323
Rus meha.filinden aldığımız bilgiye göre, Sovyet hükü rmeti, Rus m üslümanlan murahhaslarının Hicaz Kongre �i'ne iştiraklerine izin vermiştir. Murahaslar bir kaç güne kadar şehrimizden hareket edeceklerdir. Dün akşam murah qasları şerefine Yol daş Putmekin tarafından bir ziyafet ve rilmiştir. Hicaz Kongresinde Murahhaslanmız: Hicaz Kongresi'ne hükümetimizi temsil etmek üzere gönderilecek olan istanbul Mebusu Edib Bey dün şehri ınize geldi. Edib Bey Hicaz a ancak on gün sonra hareket ede ceğini söylemiştir. Hicaz Kongresi'ne gideceği yazılan Süleyman Şev ket Bey de şehrimize ulaşmıştır. Süleyman Şevket Bey, yazıldığı gibi h ükümeti mizi temsilen Hicaz Kongresi'ne memur edilmemiştir. Şevket Bey, Hicaz hükümeti nezdinde hükümelimizi resmen temsil edecektir. Süleyman Şevket Bey'in retakatinde Feridun Bey isminde bir katibi vardır. Şevket Bey vaktiyle Mekke' de fırka kumandanlığını ifa etmiş ve Arapça'ya vakıf bir zat tır. (Vakit. 1 9/5/1 926. sh: 2) '
324 .HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMlYE
E k : l l l-c
ŞEHRiMiZE GELEN RIZAEDDiN EFENDi KiMDiR? Üç dört g ü n ewel Kazan, Türkistan, Kırım ve Kaza· kistan m üslüman Türkleri tarafından Hicaz Kongresi'ne iştirak etmfık için gönderilen sekiz kişilik bir heyet şehri mize gelmişti. Heyetin Reisi " Dahili Rusya ve Sibarya Müslüman Türklerinin Diniye Nezareti" reisi m üftü Rı· zaeddin bin Fahreddin Hazretleridir. Kırım müftüsü Hacı Muslihiddin, Türkistan ulamasından Abdülvahid Kari, adı geçen Diniıte Nezareti azalarından Keşşafüddin Tercü man, Mehdi Ma'kul, Kazanlı alimlerdir. Abdurrahman Ömer ve Trahir ilyas Efendiler heyet azasındandırlar. Bu heyı�tin reisi olan Rızaüddin ibni Fahreddin Efendi kimdir? . Meşrutiyet devrinin istanbul basını, özellikle Türkçü ba sın RızaüdC:Iin E1endi den sık sık bahs ederdi . (1). O gün· lerde bu zaı: m üftü değildi. Orenburg şehrinde yayınlan makta olan iilml ve edebi " Şura" mecmuasının başyazarı idi. Bu sefer bizim ondan bahsedişimiz de m üftülüğünden dolayı değildir. Rızaeddin Efendi her şeyden önce araştırmacı ve mü tefekkir bir alimdir. Araştırmaları sonucunda mühim tarihi eserler meydana getirmiş ve kıymetli milli tarih malumat ve vesikalan toplamıştır. Bizzat bir çok ahlaki ve ictimai fi kirler ortaya koymuştur. E n karışık mazi i le uğraşan ve za hiren kendi ruh derinliklerine çekilmiş gibi gözüken bu zat günün mesolelerin i de asla gözden kaçırmamış ve sade Kazan Türklüğünün değil, bütün Orta Türklerin fikri ve milli hareketlerinde büyük etken olmuştur. O, araştırmalarında kılı kırk yarareasma m üdekkik olduğu gibi m uhakeme ve düşüncelerinde hakimane ve sakindir. Lakin zahi ren sa kin olan bu muhakemeler ne kadar kuwetli bir mantıkla meşbudurlar! Yazılarının mantığı gayet kuwetli olmakla be'
(1 ) Ziya Gökalp Bey "Türkçülüğün Esasları"nda bu zatın ismini yanlış olarak "Ziyaecldin bin Fahreddin " diye kaydetmiştir.
HiLAFET VE KEMALiZM
325
raber edebi çeşnisi de pek yüksektir. O, hakiki manasıyla bir yazardır. O pek çok okuyan, daima düşünen ve çok ya zan bir alimdir. Fakat katiyyetle söyleyebilirim ki o, kendi sinin hakkıyla kavrayamadığı konuya dair hiç bir şey yaz madığı gibi, umum için faydası olup olmayacağını düşün meden de hiç bir meseleyi kaleme almamıştır. O, felsefe için faydası olacağna kanaat getirence en küçük ahlaki ri saleler ve hatta h ikayeler yazmaktan da çekinmemiş, la kin bu gün faydası pek açık olmayan fakat gelecekte fev kalade büyük önemi haiz olacak tarihi bilgileri toplamak tan da geri durmamıştır. Yalnız kısmen basılan "Asar" adlı eseri kıymeti daha şimdiden aniaşılmaya başlayan m illi ta rih malumat ve vesikalarını ihtiva etmektedir. "Şura" Mec muası da geleceğin Türk araştırmacıları gibi gayet m ü him bir kaynak sayılacaktır. Onun " Meşhur Hatunlar" adlı ese ri ile " Meşhur Erler" adı altında yayınladığı serileri de bü yük önemi haizdirler. Onun m uhtelif ictimaT ve tarihi me selelere ait etüdleri hesabsızdır. Bunlar içinde en hacimli olanı "Dini ve i ctimai Meseleler" adını taşıyan eseridir. Rızaeddin Efendi küçük bir köy medresesinde oku muş, Rusya içerisinde de pek az seyahat etmiş, dışarıya ancak şimdi çıkmıştır. Fakat filozof "Kant" bütün ömrün de doğum yeri olan (Königsberg) şehrinden dışarıya çık madığı halde ölmez, unutulmaz felsefi sistemlerini keşf et tiği gibi, bizim Rızaeddin Efendi de müslüman ve Türk dün yası hakkındaki derin fikirlerini pek sevdiği m ütevazı (Ufa) şehrinden pek nadir dışarıya çı ktığı günlerde meydana koy m uştur. Zira yeryüzünde hiç seyahat icra etmeyen bu gibi zatlar tefekkOr dünyasında büyük büyük mesafeler alır lar/Kazanlı A.Battal X
Heyet bir kaç güne kadar gidiyor: Hicaz Kongresi'ne iştirak etmek üzere Rusya dan ge len heyet bir kaç güne kadar hareket edecektir. Bugün pa saport muamelelerini ikmal etmekle meşguldur. Nusret Bey'i ziyaret ediyorlar: Mekke Kongresi'ne gitmek üzere Rus müslümanları '
326
HILAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
adına gelen heyetten Keşşafüddin Tercüman Efendi dün Hariciye nıurahhasımız Nusret Bey'i ı:iyaretle heyetin zi yareti için randevu alm ıştır. Aynı zamanda kendilerine ko laylık gösterilmesi zımnı nda Moskova Sefirimiz ZekaT Bey i n bir mektubunu da takdim etmiştir. Heyet bugün Nusret Bev taratından 3-5 arasında kabul olu n acaktır. (Va kit, 20/5/1 926, sh: 1 ve 2} '
HiLAFET VE KEMALİZM
327
Ek: l l l-d HiCAZ KONGRESiNE GiDEN RUSYA MÜSLÜMANLARI -Dün vali Süleyman ve Hariciye mürahhası Nusret Beyleri ziyaret ettiler, · Cumartesi gidiyorlarHicaz Kongresi'ne Rusya Müslümanları namına işti rak etmek üzere şehrimize gelen murahhas heyet, reisieri Rızaeddin bin Fahreddin Efendi ile beraber dün istanbul valisi Süleyman Sami Bey le Hariciye murahhasımız Nus ret Bey'i ziyaret etmişlerdir. Bu ziyareti yapanlar Taşkent Dini Nezareti heyeti re isi ve sabık ikinci Duma azasından Abdülhamid Maji, Ab durrauf Kaarioğlu Efendi , Keşşafeddin Tercümanl Efen di ve diğer iki arkadaşlarıdır. Heyet Soyvet sefaretinin oto mobili ile ziyaretlerini yapmışlardır. Daha önce, heyetin, hüccac zannıyla ve Karantine Ni zamnamesi mucibince karaya çıkmalarına izin verilmemiş ise de daha sonra murahhas heyeti olmaları dolayısıyla Sıh hiye Vekaleti'ne müracaat edilerek izin alınmıştır. Heyet Cumartesi günü doğru vapur bulurlarsa hare ket edeceklerdir. Bu mümkün olmazsa hareketleri Pazar tesi gününe kalacaktır. Heyet üyelerinden Şimal Türkleri arasında ilim ve fa zileti i le şöhret bulmuş olan Musa Carullah Efendi, Kong re hakkında şunları söyledi: -Ben önce Mısır'a gidiyorum. M ısır Kongresine şah sen davet edildiğim için oraya gideceğim. Ondan sonra Mekke'ye giderek oradakı Kongreye iştirak edeceğim. Şeh rinizde kalamıyacaktım fakat pasaport m uamelesinin ikmali için zorunlu olarak seyahatımı biraz geciktirdim. Mekke Kongresi'ne iştirakım, Leningrad, Moskova, Türkistan ve Rusya'daki Çin müslümanları admadır. Mekke Kongresi'ne benim hiç bir teklitim yoktur. Kongreden maksat, Kutsal Beldeler ve Haremeyn'in ko runmasının sağlanması, hacıların azimet ve avdetlerini ko laylaştırmaktır. '
328
HiLAFET-İ MUAZZAMA-l İSLAMiYE
Rusya müslümanları bugünkü siyasi ve ic:timai hal lerinden ıııemnundurlar. Bugünkü Rus idaresi siyaset aleminde önemli bir kuvvettir. Türkiye-Sovyet ittifakı bu nokta-i nazardan gayet büyük önemi haizdir. Rusya müslümanlarının ictimai, ticari ve iktisadi saha· larda büyük faaliyetleri vardır. Müslüman Cu m huriyetle ri ndeki Türk mekteblerinde tedrisat tamamiyle Türkçedir. Bununla beraber Rusça da ek olarak öijretilmektedir. Devlet dairelerindeki işlemler ta mamiyle Tiirkçedir. Türk Cum huriyetlerinde Türk diline, Türk edebiyatma karşı büyük bir itina vardır. Bu itina, hem hükümet, hem de halk tarafından gösteril mektedir. -Rusya:'da Müslümanlar şapka giyiyorlar mı? -Bizim için serpuşun önemi yoktur. Dış elbisesinin bizce önemi kalmamıştır. Biz sizin gibi değiliz. Siz şapkayı geç kabul ettiniz. Mesela ben 20 seneden beri açık başla na maz kılıyorum." (Vakit, 21/5/1 926, sh: 1 -3) '
HİLAFET VE KEMALlZM
Ek:
329
l l l-e
H iLAFET KONGRESi i FLAS ETTi -Bu " el-Ezher"in hezimeti demektir ve bundan en çok istifade edecek olanlar MısırlılardırMısır'da Camiu'I-Ezher Şeyhi'nin düzenlenmesine gi riştiği Hilafet Kongresi' nden "Vakit"te bir çok dela bahs etmiş, bundan üç ay evvel bu konuya dair yazdığım ilk ya zıda bu kongrenin başarısızlığa uğrayacağını, bu suretie Türk inkılabının alem-şumul olduğu keyfiyetinin bir kere da ha ortaya çıkacağını söylemiştim. Son defa 26 Nisan ta rihli "Vakit"te yine bu meseleyi mevzu-bahs ederek . Camlu'l-Ezher tarafından i cra olunan girişimin kati başarı sızlığa uğradığını delilleriyle isbat etmiştim . Dün Kahira'den alınan haberler 1 3 Mayıs'ta (1 926) top lanan Hilafet Kongresi'nin sonuçsuz dağıldığını haber ve rerek görüşümüzü te'ylt etmekte, özgürlükçü ve yenilikçi fikirlerio irtica ve taassup zihniyetine karşı zafer kazandı ğını göstermekteydi . Bu sonuçtan memnun olmamak müm kün değildir. Geçen sene Mansura Kaadısı Şeyh Ali Abdurrazık Bey, Türk inkılabından aldığı i lham ile yazdığı islam iyet ve Esasat-ı Hükümet" adlı eserini neşr ettiği zaman Ez her uleması hükümeti siyasetlerine alet ederek bu aydın is lam alimini kaadıhktan azi ettirmeye muvaffak olmuşlar, he defi mechul olmayıp siyasetlerinin yenilik hareketine karşı gelebileceğini tahmin ile faaliyetlerine hararetle devam et mişlerdi. O günden beri Ezh er Uleması, her tarafa bir çok davetnameler gönderiyor, i slam kavimlerini kongrelerine temsilci göndermeye teşvik ediyor, her fırsattan istifade ile basında yayında bulunuyor, hasılı taassup ocaklarını hima ye edecek kişisel bir H ilafet tesisi için bütün kuvvetleriyle çalışıyorlardı. Mısır'da Ezher ulamasının bu girişimlerine muhalefet edenler, yok değildi. "
330
HİLAFET-t MUAZZAMA-t İSLAMIYE
Fakat l)U muhalifler, Ezher Uleması na şiddetli bir dil kulanmaktan çekiniyorlardı. Ezher uleması bir taraftan Mı sır hüküme :ine, diğer taraftan Mısır hükümetinin de tabi ol duğu maka mlara da güvenerek hareket ettiklerinden hiç bir kimse on larla açıktan açığa mücadele etmiyorlardı. Bi naenaleyh !::zher'in bu girişimleriyle, her memleketten zi yade Mısır'ı,1 ufuk mukadderatını karanlıklaştıracak olan bu hareketleri 1 le , bizim gibi, cidal edenler çok azdı. Fakat ha kikate, inkılap ve yenilikçiliğin kaldırıcı savunma kuvveti ne dayanar bu çok az'ın fikri, üstünlük sağlamış, neticde açıkça çok heybetli fakat gerçekte çok çürük makamlara dayanan "Eıi-Ezher" hezimete uğramıştır. Bu hezimetten en çok müst,3fi't olacak memleket, Mısır'dır. Bundan sonra Mısır'da yenilik taraftarları seslerini biraz daha yükselte bilecekler ve Mısır halkı Ezher'in hakiki mahiyetini daha iyi anlayac<lktır/Ö mer Rıza. '
X x x
Dün bu mesele hakkında A. Battal Bey den Musa Ca rullah E fe nd i ye hitaben bir mektup aldık. Vakıa Hilafet Kongresinin neticesiz olarak dağılmış olmasına nazaran Musa Carutlah Efe nd i nin kongreye iştirakı mevzu-bahs edilemez. A ncak Musa Carul!ah Efendi'nin beyanatının gerek hariçteki, gerek dahildeki Türkler arasında bir dere ce dikkat çei�ici görüldüğünü ifade etmiş olmak için A.Bat tal Bey in mektubunu aynen neşr ediyoruz: Musa C:arullah Efendi 'den bir istiyzah: Efendim, istanbu: gazeteleri m uhabirierine verdiğiniz mülakat larda "yüksek siyaset" meselelerine hiç temas etmeden, ancak kongralere iştirakinize ait söylediğiniz bazı sözler de bizce aniaşılamayan noktalar vardır. Zat-ı alinizden bu hususta bir istiyzahta bulunmak istiyorum: 1) Gere!; "ikdam" ve gerek "Akşam" gazeteleri mı.ı habirlerine Türkista n , hatta Türkistan Çini müslümanları adına da muıahhas olduğunuzu söylüyorsunuz. Halbuki he'
'
'
'
HiLAFET VE KEMALİZM
331
yet azaları içinde Türkistan adına Abdülvahid Kaarı Haz retleri de vardır. Onu hiç olmazsa Türkistan (bugünkü Öz bekistan)ın bir şehri (Taşkent) murahhas olarak seçmiş tir. Sizi Türkistan'ın hangi şehri seçti? 2) Yine siz "Dahili Rusya ve Sibirya Müslüman Türk leri Diniye Nezareti' nin emri üzere seçilmiş bir murah hassınız. Acaba bu kurum R usya hudutlarının dışında bu lunan Çin M üslümanlarından da herhangi bir murahhas seçtirmek yetkisini haiz m idir? 3) Mısır Hilafak Kongresi'ne gideceğinizi defalarca söylüyorsunuz. Halbuki mezkur "Diniye Nezareti" Mısır Kongresine gitmemeyi uygun bulmuştur. Rusya gazetele rinde "Nezaret"in bu hususa ait yoldaş " Kalenin'·'e gön derdiği telgrafını da okumuştuk. Daha önceki gün istanbul gazetelerinde Sovyet ajansının şu tebliği yayınlandı: "Rus ya müslümanları heyeti Kahi �e Kongresine iştirakı red etmiştir. Zira heyet Mısır'daki Ingiliz hakimiyetinin müs· tümanlara söz ve fikir hürriyetini yasaklıyacağını dikkate almaktadır. 30 milyon müslümanın mümessillerinin iş tirak etmemesi Hilafet Kongresi 'nin toplanmasını im· kansız kılacağı tahmin edilmektedir. " Şimdi �at-ı alinize soruyoruz: Bu halde sizin Kahire Kongresi'ne gitmekte ısrar edip durmanızın manası nedi r?/Kazanlı A.Battal. (Vakit, 23 Ma yıs 1 926, sh: 2) "
332 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
Ek: 1 1 1-1
MISIR HiLAFET KONGRESi KOMEDiSi -Oturumlar yapılmış, bir H indli bütün mezhep ve tari· katıerir ilgasını istemiştirÖr ceki gün bozulma haberini yazdığımız Mısır Hil� fet K o ngre s i' nin akt ettiği toplantılara dair ayrıntılı bilgiler almış bulunuyoruz. Bu bilgilerden önce şunu anlıyoruz ki Mı sır Hilafet K on g re s i aleni otu rumlar yapılmasına cesaret edemerniş, bütün oturumiarını gizli yaparak basma bir teb liği göndermekle yetin miştir. B ütün M ısır'da hayret ve is tiğrab il sı karşılanan bu hareketin gerçek sebebini keşf et mek zo · değildir. Ezher ulaması davet ettikleri şahısların temsili bir yetkiyi haiz olmadıklarını biliyorlardı. H ilafet hak kında fikirlerin şiddetlenmiş olduğuna da vakıftılar. Bundan başka ancak gizli bir muhit içinde telkin i kabil gizli bir fikir veya siyasi bir gayeyi takip ediyorlardı. H ülasa, Ezher U le· ması içi:ıde bu kongreyi düzenlemeye gi rişenler adeta ko miteciliğe başlamışlardı. Kon grenin 1 3 Mayıs'ta akt olunan ilk oturumunun res mi tebliÇıinden anlaşılıyor ki Camiu'I-Ezher Şeyhi bir nu tuk irat e·tmiştir. Bu nutukta uzun mesafeler kat ederek ve büyük yorgunluklara katlanarak Mısır'a gelen temsilcilere teşekkür edilmektedir. Halbuki M ısır gazetelerinin da açık laması üzere böyle zahmetlere katlananlar pek azdır. "ei Ehra m " gazetesi 1 4 Mayıs tarih li sayısında " Kongre'ye
iştirak edenlerin çoğu Mısır' da muı<ım bulunuyorlardı. Bunlar memleketlerinde haiz oldukları mevki d o layı s ıyl a davet olunmuşlard ır. " diyor. Camiu'I-Ezher Şeyhi müteakiben Hi lafetin öneminden
bahsetmiş, onun müslümanlığı yükseltmek ve müslüman ları birleştirmek hususunda büyük bir etkisi olduğunu, bi naenaleyh müslümanların din ahkamına ve kabul ettikleri hükümet teşkilatina uygun bir şekilde H ilafet meselesini çözmeleri gerektiğini beyan etmiştir.
HİLAFET VE KEMALİZM
333
Camiu'l-Ezher Şeyhi , Hilafetin Peygamber den son ra vücut bulduğunu , binaenaleyh din ahkamı ile bir alaka sı bulunmadığını unutuyor. Bundan başka müslümanlar arasında birlik vücuda getiren etken Hilafet değil, bizzat Müslümanlıktır. Müslümaniiğı yükselten Hilafet değil, bizzat müslümanlığın ulviyeti, engel kaldıran ruhani kudreti ve in sanlığı irşad eden bilgileridir. Camiu'l-Ezher Şeyhi nin nutkunu din ledikten sonra cemaat yemeye davet olunmuş, fakat garibi şu ki yemek listelerinde Arapça keli meler latin harfleriyle yazılmış! Kongre ikinci oturumunu 1 6 Mayus günü akt etti. Hay fa Müftüsü Murat Efendi basının kongreye davet edilme sine itiraz ederek, bütün islam kamuoyuna kongrenin du rumunu bildirecek basının daveti üzerinde ısrar etmiş. Mü teşebbis heyetin basını neye davet etmediğini sormuş. Verilen cevap güldürücüdür. Basında Müslüman, Hris tiyan da varmış da onun için gazetelere tebliğler verilmesi ile yetinilmiş. Tunuslu Şeyh Sealebi, bu cevabı red etmiş, mevzu bahs edilen meselelerin de bir sır olmadığını söylemiş, Iraklı Seyyid Hatib de kendisini teyid etmiş, fakat Ezherciler iti raz etmişler ve meseleni n (ON Ü çler) heyetine hava! e edil mesini istemişler. Ardından H ilafetin mahiyeti, vücubu, şart ları, bu şartları haiz bir H ilafetin vücut bulup bulamıyaca ğı, vücut bularnazsa ne yapacağını, kongre tarafından bir zat Hiliifete tayin olunursa bu kararın ne suretle icra edile ceği meselelerini çözecek iki heyet seçilerek ikinci oturum sona erdi. 17 Mayıs'da (ON Üçler) heyeti toplanarak ilmi idari me seleleri tetkike başlamış ve her mesele üzerinde şiddetle münakaşa etmiştir. Kongreye başkan vekili seçilmesi du rumu şiddetli bir münakaşa kapısı açmış, nihayet başka nın istediği zatı vekil ataması kararlaştırılmıştır. Oturumla rın aleni olması meselesi bahse konu olmuş, Mısırlı Şeyh Hüseyin Vali ile Hindli i nayetullah Han şiddetle itiraz et mişler, neticede Tunuslu Şeyh Sealebi yalnız kalmış, otu rumların gizli olması karar altına alınmıştır. '
'
334 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t 1SLAMİYE
Bu otururnun en dikkate şayan olayı H indli i nayetul lah Han'ın bir saat süren konferansıdır. i ngiliz h ükümetinin memurlarından olduğu söylenen bu zat, konferansta Hilafet meselesinin ertelenmesi, fakat daimi bir Hilafet heyetinin teşkili, bu heyeti yaşatacak ve faaliyetini idame edecek mali bir kurumun meydana geti rilmesi için pek i ngilizce fikirler ortaya attıktan sonra H ila fetin bir kişiye tefvizini emr eden bir dini deli l bulunmadığı nı Hil�fetin " Hih3fet-i Akvam" olduğunu beyan etmiş, son ra da Hantefilik, Şafiilik, Hanbelilik, Malikilik gibi mezheb Ieri n, Kadirilik, Nakşibendilik gibi tarikatların tamamen il gasıı:ıı teklif etmiştir. Ilmi tfıtkikat ile meşgul olan "On Birler" heyeti ise Hi liHeti tetkike başlamadan evvel Musul Müftüsü Ubeydi, şu soruyu sormuş: "-Tetkikat taklidi mi, yoksa ictihadi mi olacak? Ya ni yalnız t'lnc�kilerin eserlerine müracaatla mı yetinile cek, yoksa herkes tetkik ve geniş araştırmadan sonra sağladığı kanaatı mı söyliyecek?" Fakat "On Birler" heyeti konunun "taklidi" olması nı kararlaştırmış, binaenaleyh "Şeyh Ubeydi de o halde nassların aynen tesbit olunmsını kaynakların gösterilme sini istemiş! Sonunda Halife hakkında şu şartlar tesbit olunmuş: Müslüman olmak, Adaleti icra etmek, i lim sahibi olmak, Aza ve du:tuları salim olmak, Cesur olmak, Dini himaye etmek, Kafirlerle cihad etmek! Şartlan haiz bir Hilafet vücuda getirmeye imkan bu lunup bulunmadığını, bulunmazsa ne yapılacağını mevzu bahs eden iki heyet şimdilik şartları haiz bir Hilafet vücuda getirilemiyoceğini, binaenaleyh her sene bir islam memle ketinde bir kongre akt ederek meselanin öne alınma ve is lam kamuoyunun tetkik olunmasına karar vermiştir. i ntimal ki bütün heyetler içinde sözün en fazla doğru sunu söyleyen heyet de budur. Çünkü meseleyi m u hale talik etmiştir. ·
HiLAFET VE KEMALİZM
335
Mısır'da toplanan ve sonuçsuz dağılan H ilafet Kong resi 'nin faaliyetinin özeti bundan ibarettir. Görülüyor ki bu kadar kişi toplanıyor da içinde müslü manlığa faydalı, müslümanlara yardımcı bir fikir ortaya atan bulunmuyor. Bunu islamın kötü talihine veya müslümanların cehaletine atf etmek hususunda insan mütereddit, hayret te kalıyor. Müslümanların, Hz. Kur'an gibi ebedl bir rehberi var ken Hz.Kur'an risaletin manasını ve bütün Müslümaniiğı cami i ken Zeyd ve Amr'in H ilafetine, H ilafet adı altında ta hakkum etmesine, müslümanları ezmesine ne lüzum var? Müslümanların iman ettikleri, en yüksek mefkCıre say dıkları "Allahın kitabı" elimizde bulundukça vicdanlarımız ilahi vahyin ezell ışıkları ile mü nevverdir. O kitap adına ti caret edecek hiç bir şahsa, o kitabı kalkan edinerek türlü türlü siyasetlere, türlü türlü hırsiara alet olacak hiç bir ma kama ihtiyacımız yoktur. Ezherciler şunu aniasalar da kendilerini, herkesi de müsterih etseler!. .. (Ömer Rıza, Mısır HiUifet Kongresi Ko med isi, Vakit, 25/5/1 926, sh: 3)
336 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAM1YE
Ek: 1 1 1-g
HiLAFET KONGRESiNDE HANGi HÜKÜMETLER ADlNA KiMLER BULUNDU? Kahire'den gelen h aberlere göre Hilafet Kongresi' nin ilk toplantısında bulunan azanın isimleri aşağıdadır: M ısır h ü kümeti azalan: Başkan, Camiu'I-Ezher Şey hi M uhammed Ebu'I-Fazi Efendi. Mısı�r diya rı müftüsü Abdurrahman Karaa Efendi, Hüseyin 'lali Efendi, Ce m iyet i Tedamun ei-Umma reisi M uhammed Ferac ei-Minyavl Efendi, Şeyh Abdurra zik i brahirrı ei-Huball Efendi, M ısır'ın önde gelen ulamasın dan Muhammed Hüseyin Efendi, Camiu'l-Ezher Şeyhi sa bı k vekili Muhammed Şakir Efendi, Ta ri kat ı Sofiye Şey hi ulemanın önde ge l en leri n den Abdülhamid ei-Bekri Efen di, Ahmet Timur Paşa, Vahid Bey el-Eyyubi. Tunus Beyl i ğ i nden : Seyyid M uhammed es-Salihi Efendi. Merakı�ş h ü kümetinden: es-Seyyid M uhammed es Sıddik Efer di. Güney Afrika hükümetinden: Ahmed Sahadıryan Efendi, Ebu Bekr Cemaleddin Efendi . Polonya h ükümetinden: Müftü Yakup Efendi. Hindistan' dan: i nayetullah Han e!-Maşrıki. Doğu �lind Adalarından: el-Hac Abdülkerim Emruı lah Efendi, Abdullah Ahmet Efendi. Filistin hükümetinden: Halil ei-Halidi, Es'ad eş Şukayrl Efendi, ismail ei-Hatib Efendi, Hasan Ebu es Suud Efendi, Mu hammed Murad Efendi, Cemal ei-Hüseynl Efendi, Arif r31-Deccant Paşa, isa Menun Efeni. Irak hm;ümetinden: Ataullah ei-Hatib Efendi, Abdu lazız es-Seal ebi Efendi. -
-
HİLAFET VE KEMALİZM
337
Yemenden: eş-Şeyh Abdurrahman bin Ali Efendi . Tihameden : {Yemen)-es-Seyyid ei-Mur'unl ei-İdrisl. Trablusgarbtan: Ahmet Şuteyvi es-Sevihli Bey, Ahmet ei-Merlzi Bey, en-Ni hami Halise Bey, Ömer ei-Münyavl Efendi. Berka Emlri: es-Seyyid idris es-Sunusl. Suriye hükümetinden: Tacüddin ei-HüsnT Efendi, Ab dülkadir ei-Hatlb Efendi. (Vakit, 26/5/1 926, sh: 2)
338 HİLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
Ek: IV
HiCAZ KONGRESi NiÇiN TOPLANlYOR?
-HaGcın tanzimi ve H icaz idaresin i n tayini Hic;ız'da önümüzdeki Haziran ayı içinde toplanacak olan Kongreye bizim tarafımızdan istanb u l mebusu Edib Servet Bey'in m urahhas olarak gideceği malumdur. Edib Servet Bey bugünlerde Hicaz'a doğru hareket edecektir. Bu kongr·eye Türkiye'den başka Rusya müslümanları adı na bir kaç gün önce istanbul'dan hareket etmiş olan he yet, sonra iran ve Afgan hükü metleri tarafından seçilmiş birer heyet iştirak edecektir. Hindistan, Bülucistan, Ca va, Mısu·, Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Fas, Suriye ve Irak gibi muhtelif müslüman memleketlerinin kongre mu vacehesinde ne vaziyet alacağı henüz bilinmiyor. Maama fih en önde gelen ihtimal bütün bu memleketlerden de yi ne Hica:z.'a birer heyet gönderilecektir. M uhtelif yerlerden Hicaz'a nidecek olan m u rahhasların orada ne gün tama men toplanacağı bilinmediğinden kongre için tayin edilmiş bir toplantı g ünü tesbit edilmemiştir. H icaz Kongresinin maksadı Haccın tanzlmi ve H icaz idaresinin tayini mese lesedir. Çünkü bugün H icaz'da müslümanlar-arası tanın mış istikrarlı bir idare şekli bulu nmadığı için dünyanın hiç bir tarafından müslüman milletleri Hacca gidememektedir ler. Bütün hayatı Hacc'dan ibaret olan Hicaz'ın bu vaziyette kalması, arasını bugün iktisadi bir setalet içinde bıraktığın dan ibni e l S u u d durumu ıslah etmek için müslümanlar arası bir kongre toplamaya lüzum görmüştür. Şimal Türkleri' nin telgrafı: Hicaz'da toplanacak olan Kongre'de Şimal Türkleri ni temsil etmek üzere şehrimizden hareket eden heyet, memleketimizden ayrılışı münasebetiyle Reisicumhur Haz retleri'ne aşağıdaki teşekkür telgrafını göndermiştir: -
RtLAFET VE KEMALİZM
339
"Sovyetler ittihadi Cumhuriyetleri M üslümanlarını, Mekke'de Haccın tanzimi ve kutsal yerlerin idare şeklini tetkik etmek üzere toplanacak olan konferansta temsile me mur olan murahhas heyeti Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerek Boğazlardan geçerken gösterilen fevkalade kolay lıktan ve gerekse istanbul'da ikameti esnasında hakların da gösterilen tezahürlerden ve büyük misafirpervariikten do ğan şükranlarını doğrudan doğruya Zat-ı Devletlerine arz'a .imkan bulamadıklarınan bu telgrafla Zat-ı Riyasetpenahi lerine karşı borçlu bulundukları sıcak teşekkürleri .ulaştır maya bizleri aracı kılmışlardır." Murahhas heyeti reisi: Rı zaeddin
Murahhas heyeti katib-i umumisi: Abdurrahman. (Vakit, 30/5/1 926, sh: 2)
340 HiLAFET-i MUAZZAMA-l İSLAMiYE
Ek: V
TÜRK N�l ilLETi'NiN iSTiHKAK! Lozan �:ulhünün yıldönümü münasebetiyle i smet Pa şa Hartezle ri nin yaptıkları beyanatta bu muahede ile Türk iye'nin Garp usulünde yüce bir devlet olmak hakkını teyit ettiğini ve mi lletimiz bugünkü vaziyeti ternin eden etkenin, uzun ve çetin bir m ücadeleden i baret olduğunu izah ettik ten sonra şu sözleri Have buyurmuşlar: "Dört sımeden beri Türk milletinin gelişmeleri, mil letimizin istidat ve istihkakının lozan gününde fark edil diğinden daha yüksek bulunduğunu isbat etmişti r." . Şüphe yok, m uhterem ismet Paşa bunları ifade eder ken o günlerin ızdırabından , müzakereler esnasında ken disine tevcih �edilen tarizle�den, Türk milleti hakkında hak sız ve yersiz olarak yapılan iftira ve istinatlardan m ülhem olmuştur. istil:3.ya uğratılan topraklarını geri almak içi n , çiğ nenan hakların ı müdafaa için, tehdit altında bulunan ha yatını kurtarmak için m ücadele sahnesine dahil olan Türk milleti , fedakarlığın m ü kafaatını kat'i bir zaferle görmüştü. Lozan'da hayat ve haklarını beynelmilel bir h üccet ile tes bit ettirmek istiyordu . Talep ettiği şeylerde m übalağalı sa yılacak hiç bir madde yoktu. H er m illet mukadderatına bizzat sahip o l malıdır. Devletlerin istiklali her tür saidı rı ve savunmci!ardan kurtarılmış olmalıdır. Milletler için hürriyet, eşitlik ve hayat hakkı asıldır. " Biz, lozan'da vaktiyle hep pr ·ensiperi ortaya koyan ve bunların savunu culuğunu derulıte ettiklerini söyleyenlerle karşı f<arşıya gel miştik. Bütün bu süslü sözler, yalnız kitap ve nazariyat sa hasında kalaca'><:t ı. Her halde zalim ve müstebit olmayı göze almadan Türk milletinin istediği bu doğal haklan red etmek çok müşkil olacaktı. Lozan'da hasım cephesinde bulunan lar hakikatin önünde, dünyanın her tarafında ilan ettikleri '
"
HİLAFET VE KEMALlZM
341
kendi prensiplerinin önünde tereddütsüz eğilmeli idiler. Fa kat öyle olmadı. Haklı isteklerimize de mukavemet ettiler. Açıkcası Türklere medeni bir millet muamelesi yapmaktan çekiniyorlardı. M uarızlarımızın zahiren dayandığı sebebler şunlardı: 1 ) Türk m illeti askeri bir millettir. iyi harp eder. Fakat medeni kabiliyeti noksandır. 2) Türkiye'nin idari ve siyasi usulleri Ilahi kanunlardan mülhemdir. Onun zihniyeti, asri hayata uymaya, asri usul ve akideleri kabule müsait değildir. 3) Türkiye'de emniyetsizlik, asayişsizlik asıldır. Onun için ecnebilerin ve gayr-ı müslim azınlıkların hayatını ora da h ususi ahkam ile te'yit etmelidir. 4) Türk adliyesi eldeki kanunlarla mutlak bir adaletin teminine kadir değildi. Orada muayyen h ususlar için ulus lararası karma mahkemelerin bir tür kaza hakkı olmak la zımdır. 5) Bütün bu esaslar dikkate alınınca Lozan'da bundan dört sene evvel iddia ettikleri vech ile Türk milleti medeni hukuk ve hürriyete mazhar olabilmesi için behemehal bir değişme ve hazırlık devresi geçirmelidir. Yani bir kaç se ne daha esaret ve tanakkQm altında yaşamalıdır. Lozan meydanının muhasım cephesinde aleyhimizde irad edilen bu sebebleri kırmak için -ismet Paşa 'nın de· diği gibi- pek çetin mücadelelere katlandık: Orada hür ve medeni milletiere yaraşan bir sulh akt ettik. Işte dört sene den beridir ki icitamai ve siyasi sahalarda çalışıyoruz. Bu gün büyük bir arnniyetle o vakit bize yapılan yukarıdaki is natl ar üzerinde durmak ve bunların ne kadar çürük iddia lara dayalı olduğunu göstermek mümkündür: Türk milleti, yalnız harp sahnelerinde değil, i nkılap ve medeniyet sahnelerinde de hiç bir milletin geri kalmadığı nı, gerçekleştirdiği ısiahat hareketleri ile isbat etti. Türkiye Cumhuriyetinin kanunları, çağdaş ulusların ka nunlarından mühlem olarak yapılmıştır. Türkiye'de asayış ve adaletin hükümran olduğunu anlamak için yalnız buraF.18
342 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
da çalışarı ecnebi mütehassıslarını, ecnebi sermayedarları nı dinlemek yeterlidir. Türk adliyesinde yapılan ısiahat ve inkılabın )'Üksek derecesini hala havsalarına sıÇıdıramayan lar var. isviçre medeni kan u n un u aynen kabu l ve tatbike başlamak suretiyle Türk milleti ıslahatta, asri hayat ve me deniyete uymakta ne kadar halis ve sami mJ bir emel ile mü tehassis olduğunu gösterdi. Türk milleti soyfal ve medeni vazifesinin bittiğine henüz kani değildir. Hayat ve medeni· yet yolunda gerçekleştireceği daha bir çok işleri bulundu ğunu müdriktir. Bizim her zaman ve herkese karşı övüne rek i lan edeceğimiz şey, bütün bunları başarmak için kafi bir azim ve kuvvetle mücehhez olduğumuz hakikatıdır. iş te başvek i l is met Paşa Hazretlerinin: "Milletim izin isti· dat ve istihkakının lozan gününde fark edildiğinden da ha yüksel{ bulunduğunu" ifade suretiyle bu vaziyete ter cüman olmak istemiştir. (Mahmut, (Siirt mebusu), Türk milletinin istihkakı, Milliyet, sayı: 523, 29/7/1 927, sh: 1)
HiLAFET VE KEMALİZM
343
Ek: V I
iNKILAP TÜRKiYESi Yeni Türkiyenin kurduğu sistemin güzellik ve fazilet lerini dahilde bütün vatandaşlar anladı. Her tür teceddüt hareketlerine " bid'at", sanat ve medeniyet in her tür te cellilerine "frenk icadı" diyen sakat dimağlar ortadan kalk tı . Memleketin -kültür seviyesi en aşağı olan muhitlerde bile- bugünkü idarenin nimetleri takdir ediliyor. Türkiye' de yapılan in kılabı sınırlı ve aydın bir zümrenin eseri tarz edenler, hakikatan canlı misalleri önünde mağlup oldular. Fakat bu hakikat bir türlü dış aleme anlatılamıyor. Bugün kü Türkiye'nin eskisinden büsbütün farklı bir idaresi ve zih niyetini olduğunu Avrupa ve Amerika kolaylıkla anlayamı yor. Yabancı dostlarımız hemen daime bizden " Kendinizi tanımıyorsunuz!" diye şikayet ederler. Bu şikayetlerinde büsbütün hakları yok değildir. Fakat bunu biraz da asırlar dan beri kafalarında yer tutan ananevi telakkilere atf etmek lazımdır. Bugün Garp hayatı ve medaniyeti ile Şark'ın ha yat ve medaniyeti arasında şüphe yok, büyük mesafeler vardır. Şarkçılar bunu itiraf ediyorlar. Halbuki Garb'ın dü şünür sınıfları bile Şarklılarla G arblıların kabiliyatleri ara sında bir fark olmadığını bir tü-rlü ikrar edemiyorlari Batı! anlayışların üzerinde ısrar etmenin bir sebeb ve kaynağı da budur. Bundan başka asırlardan beri Garb'ta yaşamış, Garb medeniyet ve irfanı ile tem asta bulunmuş olan Türk milletini esatiri bir Şark milleti farz etmekte isa bet yoktur. Geçenlerde Türkiye'ye gelen Amerikalı bir mil yarder etrafında gördüğü canlılıktan ve yenilikten hayrete kalarak " Ben burada ölü bir Türkiye'ye değil, yaşayan Türkiye'yi gördüm." demişti. Ölü Türkiye, Saltanat Türk iyesi; yaşayan Türkiye de inkılap Türkiyesi' dir. Bu iki Türk iye arasındaki bariz farkları daima hatırlamalıyız.
344 HILAFET-İ MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
i nkılr�btan evvelki Türkiye asr1 bir devlet olmaktan uzaktı. Miutlakiyet ve Meyrutiyet devrinde bile devlet iş· lerinde P adişahlığ ı n veya onun namına hüküm süren bir zümrenin etki ve n üfuzu geçerli bulunmuyordu. Devletin dayanağı olan kanuni hükümler, değişmez nasslara daya l ı idi. Bütı:in teşkilat çağdaş olmayan, bugünkü hayata uy mayan wsullere ahirete ait hükümlere göre yapılmıştı. Ta tim ve terbiyede gaye, vatandaşları yalnız ahirete hazırla maktan ii::>aretti . Halbuki islam Dini'nin felsefesi bile bu nun aksini telkin ediyordu . Yirminci asırda yaşıyorduk. Fakat manevi hayatımız, yani terbiye usullerimiz, kanunlarımız, adetlerimiz, sosyal adabımız kurun-i vustal (orta çağa ait) simasin i koruyordu. O ruh ve idare ile hayatın bugünkü m ücadelelerinde -hiç olmazsa- müdataa vaziyatinde bile kalmak m üşküldü. ila hi bir hamle ile esaret bağından sıyrılmak lazımdı. Son in kılap i.şte bu zaruretten doğdu . Umumi Harb'ten sonra eski reisicuhur A meri ka lı Prof. Wilson diyordu ki: "Dünyada reşit milletler vardır. Reşid olmayan millet ler vardır. Reşid olmayan milletler idare şekillerinde özel l ikle dini esaslardan ahkam çıkaran milletlerdir. Reşid mil letler, bu kayıtlardan kendilerini kurtaramazlar." "Bu dünyada amirli k ve hakimiyet mutlaka reşid mil letiere has olmalıdır. Bununla beraber gayr-i reşit milletler kendi başlarına bırakılamazlar. Çünkü dayandıkları ahkam kuvvetsizdir. Kendilerini idare edemezler. Uluslararası ih tilaflara yol açarlar. Kuvvetli devletlerin h ırsiarını çekerler. Onun için reşit olmayan milletleri, reşit milletierin manda sına tevdi etme lidir." Mantı k1 safsatalar, çoğunlukla en kuvvetli hakikatiere bile gali p gelir. Wilson'un bu mantığı, Umumi Harb sul hüne bir e sas teşkil etmişti. H akkımızda tatbik edilmek is tenen SE!VT cezası bu mantığa dayanılarak hükm olunmuştıı .
·
H!LAFET VE KEMALİZM
· 345
Türkiye'nin tarihe arz ettiği misal, bir milletin reşit ve ya gayr-i reşit olduğuna h ü km etmenin dış görünüşe da yalı basit usul ve mülahazalarla mümkü n olmadığını gös termiştir. Cihan sulhünü sürekli bir tehdit ve tehlikeye ma ruz bırakan sebebler arasında milletler hakkında verilen yanlış h ükOm ve kararlar birinci derecede bir önemi haiz dir. Yeni Türkiye, hayat ve faaliyetlerini çağdaş uyğarlığın botün gereklerini uyduran, memleketin gelişme ve ilerle mesi için Garp usul ve kanunlarını almakta hiç bir tered dütü göstermeyen bir zihniyetıe idare olunuyor. Bu gerçe ğin her tarafta anlaşılması, yalnız Türkiye için bir nimet de ğil, milletierin o kadar özledikleri sulh için de bir fayda teş k.il edecektir. (Siirt Mebusu Mahmet, inkılap Türkiyesi, Milliyet, sayı 454, 1 8 Mayıs 1 927/16 Zilmadre 1 345).
·
346 HlLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
Ek: V I \
" LOZAN HATIRALARI ...
"
Ankara, 25/7/1 927- iki gün ewel sulh günü münase betiyle yazdıüımız makaleyi okuyan bir yabancı dostumuz, açıktan açığa bize dedi ki: "Doğru{;u siz Lozan muahedesinin önem ve mahi yetini olduğl!ı gibi okuyucularımza açıklayamıyorsunuz. Halbuki bu muahede Türk tarihinde Türk milletinin ic timai ve siyasi hayat yolunda mü him bir dönüm nokta sıdır. (Lozan müzakerelerin i fena idare etmek yüzünden harp meydan:larında kazandığımız o emsalsiz zaferler hi çe müncer olabilirdi. Lozan muahedesi Türkiye için, yeni lik ve inkılap hareketlerinin zaferi için Avrupalılar tarafın dan te'yid edilmiş resmi bir hüccet oldu.) Onun her sene layık olduğu derecede kutlamalısınız. " Şüphesiz dostumuzun hakkı vardır. Mill1 Türkiye, isti lacı Yunan ordUsuna karşı m ukaddes bir harp açmıştı. Düş man cephede yalnız Yunanistan bulunmuyordu. Sevr mu ahedesinin beıhş ettiği hukuk ve imtiyazları bir türlü feda edemeyen Avrupa'nın sair devletleri de -zahirde değilse bile manen- Yunan ordusu ile beraber bulunuyordu. Mü cadelemiz kat'i bir zaferle neticelendikten sonra Lozan'a gittik. Burada ıralnız Yunanistan'la olan davamızı değil, bü tün Avrupa ile aramızda asırlardan beri mevcut olan i hti lalları hal ve tasi etmek zorunluluğ unda kaldık. Sulh ma sasında, artık müzmi n bir hale gelmiş bulun an Şark me selesini hal ve Anadolu'nun merkezinde doğan yeni Türk iye devleti ile Avrupa arasındaki yeni m ünasebetleri baş tan başa tanzim etmek lazlmdı. Builun için de Lozan ma sasında eşit şaı11ar dairesinde Avrupa ile karşı karşıya otur maktan başka çare yoktu. H albuki U mumi Harb 'te n son raki sulhlerin dilzenlenmesinde galip müttefikler çok i nsaf sız bir müzarer,eı usul! ibda etmişlerdi. Tıpkı ilk çağlarda ol-
HiLAFET VE KEMALIZM
347
duğu gibi mağluplara söz hakkı verilmiyor, istedikleri şey leri onlara sadece dikte ettirerek imzalatırlardı. işte Osmanlı i mparatorluğu'nun hayatına son veren ve Türk milletinin hiç bir sahada gelişmesine meydan verecek kapıyı açık bı rakmayan Sevr m uahedesi saltanat Türkiyesine bu suret le kabul ettirilmişti. Türklerin azmi, bütün bu usulleri sö küp attı. Lozan muahedesi büsbütün başka esaslara da yandırıldı. Daha muahedenin başında bir taraftan akit yapan dev letlerin, diğer taraftan yeni Türkiye'nin, iki taraf milletleri n i n müşterek refah ve saadeti için elzem olan ticaret ve barışma ilişkilerinin "Devletlerin istiklal ve hakimiyetine h ürmet esasına dayal ı olması lüzu munu kabul ettiklerini" ve uluslararası ilişkilerin " devletlerin istiklal ve hakimiyetine hürmet esasına dayalı " olmasını kay detmişlerdi. Baş murahhasımız ismet Paşa, her vasileden istifade ile Türk hakimiyetinin, Türk istiklaninin emniyet al- · tında bulunması lüzumunu ileri sürüyorqu. ismet Paşa' nın b u sürekli ısrarı bir aralık müteveffa Lord Gürzon'u sinir lendirmişti. Büyük Britanya'nın baş m urahhası bağırdı: "Türk baş murahhasının bu iddiasını red etmekten bıktım . Türk murahhası unutuyor ki dünyada Türk ha kimiyerinden başka bir hakimiyet yok değildir. Konfe ransta bulunan murahhas heyetler de hiç olmazsa Türk· iye'ninki kadar önemli ve onun kadar hukuk ve imti yazıarına karşı hassas müstakil hakimiyetleri temsil edi· yorlar.'' dedikten sonra bu hakimiyet hayaletini terk etme sini ismet Paşa dan istedi. Garp cephesinin muzaffer ku mandanı bu tarizin altında kalmadı. Aynı şiddetle cevap verdi: " Türk hakimiyetinden çok bahs edişimizden şika yet ediyorlar. Biz burada istiklalini müdrik ve adil bir sulh isteyen bir milleti temsil ediyoruz. Konferansa eşitlik dairesinde muamele göreceğimiz dileğiyle geldik. Eğer hakimiyetimizden sık sık bahsetmeye lüzum gördüysek bunun sebebi vardır. Bize, hakimiyelimize halel vere'
348 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t tsU\MtYE
cek teklifler yapılıyor. Yoksa eşitlik dairesinde muamele yapıldığı gün sulh On aktine hiç bir mant kalmaz." Lozan mücadelesinde ismet Paşa'nın sökmek için en fazla uğraştığı cephe, kapitülasyon belası idi. Oevletleır, arazı, nakdi meselelerden ziyade kapitülos yanların ilgası meselesinden sinirleniyorlardı. Önlar esasa m uvatakat etmekle beraber yeni Türkiye'nin tasawur-edi· len ıslahatı t�ıhakkuk ettirinceye kadar bir intikal devresi daha geçirmek lüwmunu ileri sürüyorlardı . Bu nokta etrafında bütün devletlerin murahhasları ittifak etmişlerdi. Kapitülasyonlardan senelerce o kadar ızdırap çeken Japon murahhası Baron Hayaşi bile arkadaşlarından ge ri kalmıyor, tısas itibarıyla Türklerin eğilimlerine taraftar ol makla beraber Japonya'ya imtisalen bir intikal ve istihsar devresinin lüzumuna kani bulunduğunu söylüyordu . hal ya m urahha:sı Marki Garani diyordu ki: " Ümit f�diyoruz ki Türkiye az bir zaman zarfında çağdaş gerı!klere tamamen uygun kanunlar yapacak tır. Fakat bugün yeni Türkiye mahkemeleri henüz ehli yetini isbat (\dememiş bulunduklarınan, onlar ya dini ah kamdan mülhem yahut çağdaş uluslararası münasebet lerin doğurduğu ihtiyaçlarla hem-ahenk olmamaların dan dolayı ısiaha muhtaçdırlar. Unutulmamalı ki Japonya bu hedef i elde edineeye kadar 20 sene sürekli çalışmış ve hazırlanmıştır." Bütün murahhaslar aynı vadide kuwetli ve tehditkar nu tuklar i rat ettiler. Bunların hepsi n� ilmi ve arneli bakış açı larından makul cevap vermekten ısmet Paşa geri kalma dı. En nihayet, Türkiye BMM'nin ve reisinin son kararı bu dur, diyerek nokta-i nazarında ısrarlı bulunduğunu ilave etti. Müdafaa etti ğimiz sonuç elde edilmişti. Bu Avrupanın gö beğinde kazanılmış büyük bir zaferdi . Konferans esnasın da, ısiahat hareketlerinde samimi olduğumuzu, memleke ti çağdaş kanunlarla idare edeceğimizi, yabaneriara ve on ların hukukura karşı hayırhah olacağımızı söyleyen baş mu rahhasımız bmet Paşa, bugün bir hükümet reisi sıfatıyla
HİLAFET VE KEMAL!ZM
349
verdiği sözü tutuyor. Artık kanunlarımıza dini bir mahiyet atf edilemez. Artık hakimlerimizin çürük esaslardan mül hem olduğu söylenemez. Artık Türkiye'nin kanunları azın lık ve yabancıların hukukunu yeterli derecede sağlıyamı yor, denilemez. Tuttuğumuz yol hak yoludl\r. terakki ve iti la yoludur. Bunda sebat etmek lazımdır. l nkılap ve sulh esasları, Türkiye'ye geniş bir inkişaf imkanını vermiştir. Bugün ü n ve yarının nesilleri bu esasları muhafaza ile yükümlüdürler. Bu vazifenin ifası her vatandaşın çatışma ve dikkat sarf etmesini gerektiriyor. U nutulmamalı ki kıy metli, güzel bir şeyin korunması çoğunlukla onu yeniden kazanmak kadar zordur. (Siirt Mebusu Mahmut, Lozan hatıraları, Milliyet, 26/7/1 927, sh: 1 -3, sütun: 1 -4)
350 H1LAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
Ek: VIII
YENii TÜRKiYE " Daily Telegraph" on senelik olaylar hakkında ne diyor" Daily Telegraph" gazetesinin son gelen sayısında " Mütarekreyi m üteakıp on senelik Türkiye" başlıklı uzun bir makale yayınlanmıştır. Gazetenin özel olarak istanbul'a gönderdiği m uhabir makalesinde hayret-engiz bir istihale devrinden ve muzaffer Türk milletinin bütün engelleri de· virerek tarihte örneği görülmemiş adımlarla ileriediğinden bahsetmel<te ve Gazi Hazretleri nin Garplı laşma siyaseti· n i izaha ç�lışmaktadır. M uhabir diyor ki: "Taril'rıle uğraşan kimseler ister Türk dostu, ister Türk düşmanı olsun, son on senelik Türkiyedeki olay ve hareketleri göz önüne getirince eski fikrini radikal bir surette ve bütün sür'atiyle değiştirmek mecburiye· tindedir. Yeni Türkiye bütün eski an:aneleri tamamiyie yıkmıştır. Eski çürük Türkiya imparatorluğu dehşetli bir değişme ;,ıe bam-başka yeni ve muazzam bir Türkiye Cumhuriy(�ti olmuştur. ' ' M uhabir Türk milli mücahedesinin bazı tarihi sayfala rından bahsederek artık Türkiye'de bir azınlık meselesinin kalmadığından ve Türklerin kendi evlerinde hakim olduk· larından Rum, Ermeni ve Yahudilerin geçmişteki Türkiye'yi hasta adam yapan unsurlar olduklarından bahsetmektedir. M uhab i r diyor ki: "Türk rönesansının dikkate şayan noktalarından bi· .ri, inkılabın bütün safhalarında üç büyük şahsiyetiı:ı kuv· vetli ve kuı::lretle iktidar mevkiinde kalmış olmalarıdır. Gazi Hazreı:ıerinden sonra isınet ve Fevzi Paşalar, Türk; iye 'nin yen i rejiminde bel kemiği olan iki büyük şahsi· yettir. Fevı:i Paşa sakin bir sfenks gibi b ütün perdele· rin arkasında Türk milli hareketinin bütün kuvvetlerini '
H!LAFET VE KEMALİZM
35 1
pek yüksek bir liyakatla idare eden bir kudrettir. Bun lar, "Türkiye Türklerindir." urodesini tatbik mevkiine koy maya azm etmiş kudretli şahsiyetleridir. (Milliyet, 4 Teş rinisani 1 928, sayı: 980, 3. sene, sh: 2, sütun: 3) x x X
"Türk inkılapları ve bunlarla mukaddes fikir ittifakını akt eden Türk aydınları gelişmenin m utlak zaruretine uy maka milli i rfanın Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu tesbit ve tedvin ettiler: M illet, rönesansı hazırlayan büyük bir uya nış hareketi ile eski ölü kültürü atarak, hayatta, sanatta ve bütün fikir aleminde yeni canlı kültüre doğru tırmanmaya başladı." (Hasan Cem il, Hars Tebdili, Milliyet, 4(Lsa ni/1928, sh: 2) Ek: ı x
"iNKILABIMIZIN MANEVi FATOHATI" "Üç sene önce TBMM Hilafet kurumunu iloa ettiqi za man, islam aleminin şurasında burasında bir takım patırtılar kopmuş, Hilafetin ilgasını havsalalarına sığdıramayanıar, Hii�Uetin ihyası lehinde propagandaya başlamışlardır. Üç sene devam eden bu propagandalar, bir netice vermişti: Mısır Hilafet Kongresi'nin ictimaı. Fakat bu kongre ne ya pabildi? H ilafet ihya mi etti? Asla! Belki bütün bu kongre nin yapabildiği HiUlfetin idam deliline boyun eğmekten iba retti. " " Biz bu kongrenin geçirdiği safhaları bütün ayrıntıları ile arz etmiş, Kongrenin akamete uğrayacağını toplanma sından önce söylemiş, sonunda Kongrenin akametiyle is lam aleminde Türk inkılabında, özgürlükçü yenilikçiliğin çok büyük bir zafer kazanacağını açıklamıştık." "Gerçekte bu Kongre'nin kendiliğinden dağılması, Hi lafetin mevhum bir kurum olduğunu kerhen itiraf etmesi, bir Halife seçmek için toplandığı halde " Hilafet" kelime-
352 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMİYE
sinin doğurduğu herhangi bir mesele etrafında birleşemi· yerek ve bir karar veremiyerak inhilale . uğraması, eski zihniyetlerin, köhne fikirerin ilgisizfiğe uğradığını gösteri yordu." " Fakat bizim bugün bahse konu edeceğimiz olay, in kılı�bımı;wrı dünya islam kamuoyunda icra ettiği etkilerin ye ni bir safhasıdır. Şimdiye kadar inkılabımızın leh ve aley hinde bit çok şeyler söylenmişti. Fakat artık i nkılabımız en güçlü alimlerden, en büyük şairlerden yayıncılar, m üjdele yiciler buluyor, iki üç sene evvel inkılabımızın lehinde bir söz söyh�mekten ü rkenler, bugün bütün bu belagatleri ile bütün heyecanları ile inkılabımızı ifade ediyorlar! Bunun en parlak örneği, Mısır'ın en meşhur şairi, Ahmet Şevki Bey yalnız yeni Mısır'in en büyük şairi değil, altı asırdan beri Arap eds·biyatının bir örneğini göremediği yüksek bir sa natkardır. "Nil Şairi " ve "Şairlerin Emiri " ünvaniarı ile maruf olan Şevki, otuz seneden beri islam'ın elemlerini te rennümm etti." " Rurneli'nin Türk dünyasından ayrılması ile netice le n a n rrı eş ' u m harbi n e rtesi nde " , " En d ü l ü s ü n Hemşiresine" adlı en acı mersiyeyi yazan, Nil Şairi Şev ki idi! Türk'ün istiklal savaşını tebcil eden, Sakarya'nın hey betli günlerini tahayyül eden , Dumlupınar'ın asırlara hakim şanını ter€;nnüm eden bu büyük şair, bugün de Türk inkı labının fey;dni, şu andaki insan ve onların zürriyetlerine üfü rüyor!" "Arapça ile konuşan bütün milletler, Mısırlı Şair'in de hası huzurı�mda hürmetle eğilir, ve eserlerini derin bir zevk ve duygu ile ol<ur." " Biz burada şairin son şiire ait bediasından bahs et mek istiyoruz. Yalnız Şevki'nin şiirini terceme edeceğimiz anlaşılmastn . Hayır, biz yalnız bu şiirin dayandığı fikirle ri ifadeye çalışacağız. " " Mısırl1 şai r, Hilafet tarihe gömüldüğü zaman, o n u bir marsiye ile teşyi'etmişti. Bunun üzerine onun, "Türk meşrebli" olduğunu söylemişler, şair bunlara cevap ve rerek diyor ki: ' Beni T ürk meşrebli olmakla itharn ediyorlar. Evet,
HlLAFET VE KEMALIZM
353
kahramanların aşkı kalbimi doldurmuştur. Ben yalnız kendi hissine tercüman olan bir adam değilim. Şiirimle bütün Nil vadisinin şuurunu ifade ettiğime Hüda şa hittir.' " Hilafetin ilgasından ve bunun neticelerinden bahs edi yerken şair şu kuwetli sözleri söylüyor: 'Hilafet tarihe mal oldu, Halifeden eser kalmadı da ne oldu' 'Tanrı ile kulları arasındaki bağları mı kesildi? Ha yır, hazar ehli içinde bir kimse (şehadetini) unutmadı. Bedevilerden hiç bir kabile irtidat etmedi. Aksinhe, ce maat cemaat namazlar kılınıyor. Herkes serbest serbest duasını ediyor, namaz, niyaz, oruç, zekiıt sürüp gidi yor. Gücü olanlar, hac farizasını ifa ediyor, Ramazan ve Kurban bayramları, bütün eski neş'e ve şetaretleri ile devam edip duruyurt' ' Efendiler! Memleketleri tuzak kurup şunun bunun mal ve mülkünü gasp etmekle meşgul avcı kaadılardan, müs lümanların evkaf ve hayratını bir mer'a sayarak ona m u sanat sankiılardan kurtarınızl Islah ve yenilik yolunu tutu nuz. Cansız cesetleri zamanın ruhu ile yaşatınız!" "Şevki Bey bu sözleri ile kul haklarına tuzak kuran gad dar avciların yolsuzluk alanı olmak derecesine inen şer'l mahkemelerin en hayırlı maksatlar uğrunda vakf ettiği hal de sürü sürü tufeyliler için bir mer'a teşkil ederek taassup ve gerilerneyi yaşatmayı çalışan medreselerin ilgasını is temekte, bunların hepsini birer mikrop sayarak bu mikrob ların tahribatından memleketin korunmasını ve kurtarılma sını telkin etmektedir." " M ısır ve bütün Arap edebiyatı şimdiye kadar böyle bir ses duymamıştı. Arap edebiyatında köhne kurumlara karşı vuku bulan ilk isyan hamlesi, belki budur." "Türk i n kılabının hergün genişleyecek olan bu mane vi fetihleri karşısında derin bir haz duymamak mümkün mü dür?" (Ömer Rıza; i nkılabımızın manevi fütuhatı, Vakit, 26/6/1 926, sh: 2, sütun: 1 -2)
354 HlLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
Ek: X
"TÜR',<iYE VE HiLAFET" Türk nörüşüne, Türkiye'nin genel anlayışına göre ar tık büsbüt!Jn tarihe intikal etmiş bulunan b u eski meseleyi niçin karıştlrıyoruz? Bugünkü makalemize niçin bahse ko n u ediniyoruz? Türkiye ve Türkler içi n H ilafet meselesi bun dan böyle cidd i bir münakaşa konusu olur mu? Şurası bir gerçektir ki bu maseleni n tarihi ve din1 man iyetin i onun si yasi ve ictmai hayatımızda yaptığı ol umsuz etkileri anla mayan bir Türk kalmamıştır H ilafete dini bir mahi yet atf eden, bina enaleyh onun ilgasını, Türk seeiye ve itikadları ile telif imk;a nını bul amayan yerl i ve yabancı kötümserterin samimi ve gayr-i samimi endişelerine rağmen Büyük Ga· zi ve onun i nkılap idaresi, meseleyi kökünden çözd ü. Mu hitte hiç bir sarsıntıya yer vermeden hakikatı her vatanda şa anlatabildL Bilmiyoruz kaçıncı defadır, fakat tekrar an laşıldı ki Türk mil letin i n medeni ve gelişme istidadı çok yük sektir. Türk milletine izafe edilen hurafeci anlayış onun malı değildir. Türk milleti hurafelere, h ayaletiere değil, realite lere kıymet verir. Yalnız ona, h itap etmesin i bilrnek lazım dır. Onu, gı�rçeğe ulaştıran yolu göstermek lazımdır. Şim di her Türk vatandaşı m aziyi biraz hayret ve hatta uta nçla hatıra getiı iyor Asırlardan beri neden bir sürü h urafe perestlere tabi olmuşuz? Neden nefislerini, ailelerini ve mu hitlerirıi , !Yi idare edemeyen bedbaht sultan ve halitelerin ih tiraslarına esir ve onların gerçekte mevcut olmayan manevi nüfuzlarına mahkum kalmışız. Aslında bu yönleri hatıra ge tirmek, biraz acıdır, fakat geleceğe ait çalışmamız nokta sından mütılm bir etken olmak itibariyle her halde fayda dan hali deüi l d i r Geçenlerde i talya m ebuslarından ve Fa.· şistlerin etkin üyelerinden olan bir zatın : "Türkiye ve HiUifet" başlıkl ı bir makalesini gördük. Yakın zamanlara kadar Müst<�mlekeler Bakanlığı müsteşariığında bul u nan
,
.
,
,
.
.
HİLAFET VE KEMALİZM
355
ve Milano'da yayınlanan "Curriera Della Sera" yazarla rından olup müstemlekeler ve isıamın durumları hakkında en iyi yazı yazmakla bilinen Mösyö Kantaloya'nın bu ma kalesi, vakıa ü ç ay önce yazılmıştır. Fakat bu gibi esaslı meselelere taalluk eden kanaatler, günün ve olayların et kisiyle kolay kolay değişmediği için kuvvetli olarak hükm edilebilir ki gerek o zat ve gerek onun okuyucu ve mürid leri bugün de aynı kanaattedirler. Maatteessüf bizim vazi femiz yalnız dalalet içinde kalmış olan vatandaşların ruh larını tasfiye ile yetinmek değildir. Dış alemde inkılabımız ve genel siyasetimiz hakkındaki anlayışı da tashih ile yü kümlü bulunuyoruz. Unutmamalı ki " hakikat " ı muzaffer kılmak için nihayetsiz mesai sarfına mecburuz. italyan mebus ve yazar, adı geçen makalesinde özelte diyor ki: "Türk Cumhuriyeti, vakıa Hilafeti ilga ett i . Bütün kanunlarını h1ik esaslarına dayandırd ı . Fakat tıpkı Fransanı n vaktiyle takip ettiği si yaset gibi, içerde d i ni kurumları kaldırmak, d ışarda ise d i ni kurumlar ile onların öncü lerin i koruma siyasetini takip ediyor, başka m e m l e ketlerdeki H i l afet akımiarına rehber o l uyor, muhte l i f i s lam kongrelerine iştirak ediyor!" Bir defa, bizde, bir ruhban sınıfı olmadığı için bunların ne içerde, ne de dışarda himayesi mevzu-bahs olamaz. Cumhuriyetimizin siyasetiyle Fransanın mahut Kato lik siyaseti arasında ise hiç bir münasebet yoktur. Bu iti barta yazarın yaptığı kıyas, tamamen batıldır. Malumdur ki Fransa Cumhuriyeti -galiba 1 903 senesinde olacak- ted vin ettiği kanunlarla içerde Katolikliği imha etmiş, dini ku rumları ortadan kaldırmıştı. Halbuki harici olarak takip etti ği siyaset tamamen bunun aksi idi. Fransanın, Şark'ta H ris tiyanlan himaye ile kiliseye ve Papalığa karşı asırları gö ren sadakatını gösterdiği ve hatta bu zeminde bir çok işle ri m illi bir onur meselesi haline koyduğu çok defalar vakidir.
356 HlLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMiYE
italyan yazar ilave olarak diyor ki: "Sovyet Rusya d� aynı suretle hareket etti. i ç iktisadiyat ve maliyesini sos yalize ettikten sonra Sovyet hükümeti, yeniden büyük mu hazatakar hükümetler ve zengin zorbatarla münase· bet kurmaya başlamıştır. " Rusva'nın ne gibi hal ve şartlar altında yeni hayat ve prensiplma sarıldığını burada mavzu-bahs etn:ıek zaittir. Biz burada ıralnız Türkiye nin Hilafet meselesiyle olan ilgisi ni, daha doğrusu alasızlığını bir kaç sözle ifade edeceğiz. Bu 2�at gibi herkes de öğrensin ki, yeni Türkiye'nin ye n i hayat ve yeni idare anlayışı tamamen değişmiştir. Türk iye'nin H ilafet ile olan bağının derecesi, artık tarihi bir ha tıradan başka bir şey değildir. Milli hayat ve tarihimiz mey dandadır. Türk m illeti bu kurum yüzünden hiç bir fayda gör medi. Aksine Hilafet sebebiyle haklı haksız tarizlere he def oldu. Öyle bir zamandayız ki her millet, kendi gelece ğine hakim olmalıdır. Mazinin ve tarihin etkisiyle milletie rin hayatına karışmak ve mukadderatına hakim olmuş olan kurumlar, zihniyetierin değişmesi, daha doğrusu hakika tın tecelfi:3i önünde yıkılmaya mahkQmdurlar. H ilatet kuru munun uğradığı akibet, bunun tabii bir neticesidir. Cum huriyet TDrkiyesinin siyaseti açıktır. Onun için mill1 hudut ları içinde, -en kapsamlı manasıyla· istiklal ve birlik içinde gelişmek isteyen yeni Türkiye'nin, dışarda maceralar ara masına imkan yoktur. Tecrübe edilmiş ve başarı sağlana mamış tedbi rlere yeniden baş vuracak kadar gafil değiliz. Her halde Cumhuriyet Türkiyesinin bu kanaatinde çok samimi olduğunu haricin de bilmesi, sulh ve müsalemet hesabına, pek faydalı bir şey olur. (Siirt Mebusu Mahmut, Tarkiye ve Hilafet, Milliyet, 30 Eylül 1 927, sh: 1 ) '
Ek: Xl
Laikliği tamamiyie kabul eden hangi millet vardır? B unda muvaffak olan Türk Milleti'dir. Monsiuer Edvard Erueau (Edvar Eriyo) baş yazarımı za meml el;etim izdeki faaliyeti özel bir ilgi ile takip ettiğini söylüyor.
RtLAFET VE KEMALİZM
357
Baş yazarımız Siirt Mebusu Mahmut Bey, Sovyet Rusya'nın onuncu yıldönümü m ünasebetiyle geçenlerde Moskova'da yapılan merasirnde bulunduktan sonra diğer Avrupa merkezlerine giderek tatkikierde bulunmak istemiş tir. Mahmut Bey, bu maksatla Berlin ve Londra'ya gittiği gibi Paris' e de azimet etmiş ve orada bir çok siyaset ada mı ile beraber (Puankare) Kabinesinin Maarif Nazarı Mon sieur (Eriyö) ile bir mürakat yapmıştır. Başyazarımızın Paris'ten telgrafla gönderdiği bu mühl katı aşağıya alıyoruz: Paris-2 (Başyazarımızdan) Mösye Eriyö ile görüştüm . Maarif Nezaretindeki makamında beni büyük b i r nezaket le kabul eden Fransanın sabık Başvekili ve bugünkü Ma arif Nazırı, kendisine sorduğum sorulara kısa ve açık ce vaplar verdi. Sayahatım esnasında görüştüğüm bazı siya set adamlarının, bugünkü uluslararası durumun bir kaç ay öncesine nisbette vahi m bulunduğu hakkında gösterdikle ri endişeden bahs ettim . Mösyö E riyö nun Türkiye hakkındaki görüşleri: "·Türkiye hakkındaki duygularım, bilinmektedir. Si yasi hayatımda fırsat ve imkan buldukça Türkiye'nin hu kukunu savunmaya çalıştım. Bunun sebebi Türklere hoş görünmek değildir. Samimi kanaatim bu idi. Bugün de ayni kanaatle mütehassis olduğumu söylemeye lü zuni var mı bilmem? Ankaradaki faaliyetini�i hususi bir ilgi ve takdir ile takip ediyorum. Türkiye'yi ıstanbul'da, izmir'de ve bazı taratlarında tanımak itibariyle yapılan işlerin büyüklüğünü tasavvur edebiliyorum.'' " i ki üç gün evvel Maarif bütçesinin müsakeresi es nasında laiklik bahsi müzakere edildiği zaman mebus lardan bazısı tariz makamında bana sordular: -Ne yapı yorsunuz? Dünyada laikliği bütün kapsamıyla kabul etmiş başka bir m illet gösterebilir misiniz? " Derhal cevap verdim: -Evet, efendiler, dünyada böyle bir millet vardır ve bu işi azim ve cesaretle tatbik ederek muvaffak olmuş tur, o da Türk milletidir." '
358 HİLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMiYE
Mö:syö Eriyö, münasip bir vakitte TOrkiye'ye gelmek ten memnun olacağını söylediği zaman: ' ' -Fakat bu defa doğru ,t,nkara'ya gelmelisiniz. Çünkü yeni Türkiye'nin manası ve ruhu ancak orada anlaşılabilir. ' ' dedim. (Si· irt Mebvrsu Mahmat, Milliyet, 3 Kanunievvel 1 927, sh: 1) Ek: XII
RAIVIAZAN MUSAHASESi Süleyman Nazif ictimal ahvalimizdeki büyük değişim, en çok Rama zan aylc:1rında göze çarpıyor. Hele yaşları biraz ilerlemiş olanlar, bu farkı daha bariz ve daha özlem duyan bir na zarla görürler. Bu gözlerim ne kadar debdebeli iftarlara şa hit oldu. Bazı sofralarda adeta bir saltanat tahtının ihtişa mı vardı. Konusu zühd ve riyazet olan oruç, bizde icap et tiği ve layık olduğu sadelikten çıkmış, Ramazan'ın gün ve geceleri senede bir ay minareterin şerefelerinden kahve hanenin peykeferine kadar, her yerde tantanalar teşhir eden bir bayram olmuştu. Bayramların namazdan sonraki hali bile hiç bir vakit Ramazan'ın revnakını bulamazdı. Her :sınıftan halka açık bulunan cami sergilerinde, me sela şeytıin yazısı ile bir Mushaf-ı Şerffi ihtiram ile mahfa zasından çıkararak temaşa eden kerruferli bir sadrazam, bir şeyhülislamdan biraz ötede bir kalem m ümeyyizi, bir Bab-ı fetva m ukayyidi musavver bir Şahname'nin sayfala rını çevirir; inci, anber, Necef taşından kokaya kadar güna gün tesbilılerin taneleri, biraz evvel ikindi abdestiyle bir kere ' daha yıkanmış olan, eı ıerin avare parmaklan arasında ya vaş yavaş döner; herkes oruç neşvesini iftar neşvesine isal için sabımızlığını avutmaya çalışır. Hatiziann okuduğu Mu kabeleler hazır bulunanların vecd ve sükunu içinde dinl� nir ve daha ötede bir vaiz bazan ve nadiren dini hakikat/e� ri vukQf VH belagatle izah ederken, yanı başında bir hırsız, yine din zıdına hazeyanlar saçar; her sokak bir meslreye istihale etmiş; dolaşanlar, oturanlar, hep bir maksada yö nelik; Herl<es Ramazan'ın keyfini azami derecede çıkarmak istiyor.
RtLAFET VE KEMALlZM
359
Yusuf Kamil Paşa nin padişahları bile hayrette bıra kan mükellef sofrasından en fakir müslümanların bakır ve ya tahtadan sinisine kadar her iftardan ruhani ve masum bir neş'e intişar eder ve bu mesti-i safa, gözlerden ve zai kalardan ruhlara sinerdi. Hele büyük cemaatlere, nur ve elhan içinde pür gaşy, ibadetler ettiren teravih namazlan nın ihtişamı pek cazip bir şiirdir. Müslüman olmayan ne ka dar şair ve sanatkar gördüm ki bu manzaranın huzurunda sonuna kadar mebhut ve mütehassis kalmışlar ve teessür lerini kalem, fırça ve name ile sürdürmeye çalışmışlardır. Yirminci asrın kahr edici medaniyeti en kuvvetli töre leri yıkıp deviriyor. Eski Ramazan alemleri büsbütün uzak laşmasa bile baş döndürecek sür'atle değişime uğradt Biz den sonra gelecek olanlar bizim gördüğümüz Ramazan ların haşmet ve seslerini temaşadan mahrum kalacaklar dır. Geçim sıkıntıları orucun neşvesine değil, bizzat oruca bile tahakki.Jm etmektedir. Oruç tutmamak önceleri büyük bir ayıp ve utanç, bü yük bir günah sayılırdı. Şimdi islamın insafı daha müsama hakardır. Hasta ve seferber olanları -kolaylık ve takat ha linde kaza edilmek şartıyla- oruç tutma yükümlülüğünden azat etmiş olan Allah, bu ümmetin nasıl bir içtimai hastalıkla ve nasıl bir seferberlikle didiştiğini biliyor ve görüyor. El bette afv eder. Yetkili ulamadan bu münasebetle bir açıklama bekle mek isterim: Orucun farziyatini emr eden ayet-i kerime -ki Bakara suresindedir- " Ey iman edenler, oruç size yazıldı (farz kılındı) . . ... " şeklinde başlar. Ve bunu takip eden ayette has ta ve yolcuların -diğer günlerde kaza etmek üzere- bo zabilecekleri emr edildikten sonra, . . . Ve miskini yedir meye takatı olanlara fidye vermek de " buyurularak, fakiri yedirmeye muktedir olanların oruç tutmaya güç geti r.e bilseler bile , hasta ve yolcular gibi oruç tutmayabilecek leri açıkça bildirilmektedir. Hatta "kaza" diğer iki özre, yani maraz ve setere mahsus iken, fakiri yedirme fidyesini ver'
"
...
360 H1LAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
miş olanıann buna da mecbur bulunmadıkları ayet-i kari menin mea!l inden çıkarılıyor. Sarıksız ulemadan bir dostu rnun ihtarı üz.erine, Kaadı Beyzavi ve Zemahşeri nin tat sirlerini tet�·. ik ettim . Ayet-i ker1menin sarahatı karşısında bir takım hı:!susi tevi llerle manayı başka mecraya dökm_ek istemişler. Halbuki ayet, mensuh değildir. Ve sarahat mu vacehesinde delalete itibar yoktur. Kaldı ki burada sara hat da, delalet de müfessirlerin vermek istedikleri manayı terviç etmei�. Ben bu meseleyi Kütubhane�i Umumi'de tetkik eder ken , orada tesadüf ettiğim muhakkikln-i u lemadan bir zat şu hadis-i şerTti okudu: ''Allah azimetini vermeyi sevdiği gibi, ruhsal: vermeyi de sever. " Hadisin mealinden an laşıldığına göre Cenab-ı Hak, emirlerinin icra olunması gi bi, behş etti\Ji müsaade ve suhuletlerden i stifade edilme sini de sever. B u hadis hem Buhari'de, hem Asım Efen di'nin Arap�:a Kamus tercemesinde vardır. Yetkil i ulamadan rica ederim: Ayet-i kerlmenin, elfazı na dışardan bir kelime, beşerT bir fikir karıştırmaksızın, beni ikna etsinler ki bir miskin it'am eden bir müslim, m utlaka oruç ile de m ü kelleftir. Aynı ayette ve bu fidyeyi m utazam mın olan kelimelerden sonraki kaydı da yalnız "Orucunuz hakkınızda hayırlıdır." ihtarını ihtiva ettiğinden bir gü na farziyet ve mükellefiyat arz etmiyor. i lahi emir bence mütessirlerin, fukahanın, müctehid imamların, m::ıvzu olmayan hadislerin üstünde olduğundan, ulema-i kiram beni bu hususta tenvir ve ikna etmezlerse kendi ictihadımla hareket edeceğimi ilan ederim. Vebal var sa Kur an ı Azimüşşan'ı yanlış anlayan ve anlatanların boynuna! (Sül eyman Nazif: (K öş emden) Ramazan Muhasebesi, (2) Resimli ı3azete, sayı: 33 , 1 9/4/1 340 (1 924), sh: 2) '
'
-
HİLAFET VE KEMALiZM
361
Ek: X I I I
"Gazimizin irşadları" başlığı ile Ağaoğlu Ahmet'in Mustafa Kemal'i övdüğü yazı: 'Türkçenin ve Türk düşüncesinin müstakbel tarihçı leri hiç şüphe yoktur ki Mustafa Kemal Paşa Hazretıeri' ne ayrıca bir fasıl tahsis edeceklerdir. Türk etkili konuşma cılığına Gazi Paşa Hazretleri yeni bir şekil ve renk verdi ler. Üslubun güzelliğine manan ın ulviyetini, zarfm fetafeti ne mazrufun derinliğini i lave ettiler. Paşa' nın ifadesinde Türkçemiz garip ve hayret verici bir kuvvet buluyor. Onu dinleyenler yalnız hayali okşayan teşbih ve istiarelere hay ran kalmazlar, aynı zamanda da dimağı derinden sarsan fikir hüzmelerinin saldırısı altına kalırlar. Bu bakış açısından Paşa tt azretleri' nin istanbullula ra hitaben irat buyurduktan n utuk, bilhassa dikkate $a yandır. Bu n utkun her cümlesi, üzerinde uzun uzun düşünü lecek bir vacizedir. Fakat biz şimdilik n utkun yalnız aşağı ya aldığımız kısmı üzerinde d urmak istiyoruz; Gazi Paşa Hazretleri diyorlar ki: "Vatanın imarı, milletin refahı daha çok gayret ve çalışma istemektedir. Duyguları ve vicdani anlayışları ilim ve fen i le geliştirme ve terbiye ederek toplumsal hayatımızın gerçek huzur ve saadetine çalışmak ulvi bir görüştür. Bu görüşü, size, aziz istanbul halkına sekiz sene evveline kadar içinde yedi evliya kuvvetinde he yula tasavvur ettirilmek istenilen bu Sarayın içinde söy lüyorum. Yalnız, artık bu saray, Zıllulahların değil; zıl olmayan, hakikat olan milletin sarayıdır. Ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bulunmakla bahti yarım!" Altını çizdiğimiz şu bir kaç cümle içine, yenileşma dev rine girmiş olan koca bir devletin derin ve şümuiiG bir prog ramı sığdırıl m ıştır. Sekiz seneden beri devam eden bir de vir, bir çok i nkılabla doludur; Aileden başlayarak devlete kadar bütün ictimai ve siyası kurumlarıız şekil ve mahiyet Ierini değiştirdiler. Dünyanın hiç bir tarafında ve hiç bir dev rinde emsaline tesadüf olunmayan bir sür'at ve kat'iyyetle icra edilmiş olan bu i n kıh1bın tüm millet tarafından nasıl teF. 1 9
362 HiLAFET-İ MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
lakki ve kabul olund uğuna en açık delil ve örnek, bu inkı labın ruhu olan ve inkılabı bütün manası i le kendi şansın da temsil e :len Gazi Hazretleri 'ne karşı istanbu l halkının gösterdiği nevgi ve bağlılıkdır. Fakat bütün bunlara rağmen inkılabın bütün ürünleri, bütün teyizleri şimdiden temin ve iktitat edilmiş sayılabilir mi? Büyük rehberimiz bu soruya şu cevabı veriyor: "Va tanın imarı ve milletin refahı daha çok gayret ve çalış ma istemel<tedir." Bu cümlenin ifade ettiği samimiyet, vazife fikri ve so rumluluk mit! etin kendisine karşı gösterdiği bağlılık ve sevgi ile uygun değil m idir? . inkılap ve yeniliğin kahramanına duyduğu sevgi ve aşkın coşkusu ile 'sermest olan halka bü yük rehberimiz vazifelerin henüz tamamen yapıl mamış ol duğunu, dal1a bir çok gayret ve mesainin sarfı gerektiğini ihtar buyurd ular. Vazife ve sorumluluk duygusunun bu ne yüce bir örrıeğidir? Çalışmak, daima çalışmak, elbirliği ile ortaklaşa çalış mak! i şte büyü k Gazimizin bize işaret buyurdu kları kurtu luş yolu! Aynı zamanda büyük rehber çalışmanın yolunu da gös termektedirler: Biz yeni ailenin, yen i devletin, yeni hükü metin , yeni hukukun esaslarını, prensiplerini vaz' ve ilan ettik. Bunların gerektirdiği kanunları tanzim ve neşr ettik. Fakat bir de bütün bu esasları, bu prensipleri, bu kanu nla rı canlandırmak, hayata zerk etmek, tatbikat sahasındaki feyz ve ürünlerini toplamak lazımdır. Bunu nasıl yapacağız? Büyük rr;ıh berimiz bu alan üzerindeki yol u m uzu da şu veciz cümle i le ifade buyuruyorlar: " Duyguları ve vicda ni telkinleri ilim ve fen ile canlandırıp terbiye ederek top lumumuzun gerçek huzur ve saaditine çalışmak, ulvi bir görüştür. " ilim ve 1en: işte bizi kurtaracak sihirli k uvvetler! Cehl ve cehalet, şahsi saltanatlar istibdat usulünün ne derece daya-ıak noktası ise , ilim ve fen ve irfan d.a o ölçü-
HILAFET VE KEMALİZM
363
de Cum huriyet usulünün ayağa kalkma asasıdır. Binaena leyh dahasının kuweti ile istibdat ve şahsi saltanatı yıkıp yerine milletine hakimiyetini ikame eden bir reisi n bize ça lışmak hususunda ilim ve fen yolunu tavsiye buyurması, yine aynı samirniyet ve duy·u sorumluluğu ile, vazife bilir liğin bir görüntüsüdür!! Cumhuriyette idrak ve şuur esastır. ikinci seçmenini seçen 18 yaşındaki delikanlıdan başlayarak devleti idare eden adamlara kadar -bilerek hareket etmek- yaptığmıız inkılabın gereklerindendir. istibdatta telkin vasıtası korku dur. Binaenaleyh arniller ne kadar kaba saba ve cahil olur larsa o ölçüde bu telkin vasıtası şiddetini gösterir. Cumhu riyette ise telkin vasıtaları aksine vicdanlardır, kanaatler dir. Burada, arniller ilim ve fen ile, bilgi ve irfanla ne kadar mücehhez olurlarsa o ölçüde başarı sağlamış olurlar. işte büyük rehberimiz yukarıda kayd ettiğimiz cümle ile çalış mak hususunda bu ilim ve fen yolunu tutmak gerektiğini işaret etmişlerdir. Konulan yeni esaslar ile prensipleri ha yata aşılamak ve tatbikat sahasında faydalı kılabiirnek için mutlak bu ilim ve fen yol undan yürümeliyiz! Artık Kaba Sakallara, Arap izzetlere, sihirbaz ufürük çülere aramızda yer yoktur. Zira hakimiyet milletin olduğun dan , yalnız millete hizmet edenler, milletin maddi ve ma nevi refah ve saadetine çalışanlardır ki milletin sevgi ve bağlılığına mazhar olabilirler. Hurafeler devri geçti, haki katler devri geldi. Hurafeler devrinde halk yoktu. Allah'ın gölgesi olan ve yedi evliyanın kuwetini haiz bulunan Pa dişah vardı. Bütün nimetler, bütün izzetler bu Padişah'a aitti ve ondan gelirdi. Hakikatler devrinde ise ne Zıllullah var, ne evliya ve ne Padişah! Yalnı halk vardır. Binaena leyh bu devirde de bütün nimetler, bütün izzetlerin halka ait olması ve ondan gelmesi pek tabiidir. Yalnız burada çok büyük bir fark vardır: Padişahlar müşahhas ve muayyen kişiler olduklarından, onların keyif ve heveslerine tabi ol mak, izzet ve n imete nail olmak için yeterliydi. Burada li yakat, zeka, bilgi, irfan şart değildi. Millet ve halk ise, gayr-ı
364 H1LAFET-İ MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
şahsi ve gayr-i muayyen olduğundan keyif ve heves sahi bi olamazlar. Burada nimet ve izzete nail olabilmek için, liyakat, ehliyet, ilim ve fen , h izmet ve zeka şarttır! Bütün memleket ve bilhassa istanbul bizzat bu farkın maddetE!n şahidi oldular. Zıllullah ve yedi evliyanın kuvve tini haiz oldukları iddia olunanlar memleketi ve i stanbulu düşmaniara ve binbir hakaret ve perişanilkiara terk etmekte tereddüt etmediler. Mustafa Kemal ise, bin bir zorluklara, sıkıntılara, meşakkatlere göğüs gererek aynı memleket ve istanbul'u düşmandan deha ve zekasının feyzi ile kurtardı! istanbul halkının Gazi Paşa'ya karşı göstermiş olduk lan taşkın �e samimi sevgi ve bağlılığın esaslarını burada aramalıdır. Istanbul irfanca memleketin diğer kısımlarından daha yüksek olduğundan Mustafa Kema l 'in ne olduğunu elbette k i daha ziyade takdir ve idrak eder ve binaenaleyh bağlılığın da o derece derin o lması lazım gelir. Mustafa Kemal, Allahın gölgesi değildir: M illetin ifa desidir. M ustafa Kemal, kuvvetini evliyalardan değil, milletten alır. Nail olduğu izzet ve şerefi hurafelere değil; zekasına, dehasıne , m illet ve vatana karşı göstermiş olduğu muaz zam hizmetlere borçludur. Ve bundan sonra daima böyle olacaktır. En mütevazi bir Türk hemşehrisi dahi M ustafa Kemal ol mak selahiyetini haizdir: Elverir ki aynı dehayı, ay nı zekayı haiz olsun ve aynı hizmetleri ibraz etsin! ( Ağ a oğlu Ahmet, Gazimizin irşadları, Milliyet, 7/7/1 927, sh: 1 ve 4)
HlLAFET VE KEMALİZM
365
MUSTAFA SABRi EFENDi'NiN REFERANS VERDi Gi VE ÜZERi NDE DURDUGU KONULARLA i LG i Li AÇIK LAMALAR. ...
Gazi 'nin beyanatı Matbuat Cemiyeti Reisi Hakkı Tarık B. bir kaç gün ev vel Yalova'da Reisicumhur Hz. tarafından kabul edildiği za man Bulgar gazetecilerinin davetini Gazi Hz.' ne arzetmiş tir. Gazi Hz. komşu milletin bu dostane teşebbüsü ile ya kından alakadar olmuşlar ve çok kıymetli beyanatta bulu narak fikirlerini şu suretle h ulasa ve izah buyurmuşlardır: "-Ben balkan harbinden sonra Ateşemiliter olarak Saf ya'ya gitmiştim efendiler, orada en aşağı bir yıl kaldım. Bul gar'larla ailevi denilebilecek kadar çok yakından temasta bulundum ve bu temaslar bende şayanı dikkat intibalar, his ler uyandırdı. Bu noktayı ayrıca tetkik ve tahlil edince görüp anla dım ki bu histe; Türk'le Bulgar'ın bir asıldan gelmiş ol masının tesiri vardır. Türk ve Bulgar, ayni menşe olan orta Asya yayiasından gelmiş ve ayni müşterek kanı muhafaza etmiştir. O zaman bu neticeyi, en özlü Bulgar'lara söyedim, bunlardan tarih cereyanlannı, beşeriyeti anlamış olanlar be ni teyit etmişlerdir. B ulgaristan'da yaşadıkça onlara m uhabbetim arttı. Çok tabiidir ki benim Bulgar'lara gösterdiğim bu muhab bet ve merbutiyet de onlar tarafından ayni m uhabbet ve ayni hislerle mu kabele gördü. O günden, bugüne kadar bu ciddi ve samimi kardeş yakınlığının sebep ve manası da büyük bir vüzuh ve sarahat almıştır. Şüphe yok ki Türk ter'de ve belki Bulgar'larda dil ve din ihtihifları meyda na getiren arniller olmuştur. Fakat artık bugün 1 930 se nesinde hala bu amillere, masallardan, hurafelerden,
366 HİLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
adi politika careyanlarından ibaret olan bu arniliere ne Türk'lerin, ne de Türk'lerle ayni kandan olan Bulgar' ların ehemmiyet vereceğini zannetmiyorum . " Ciddi bir tetkik mahsulü olan bu kıymet izahat üzerine Hakkı Tank B. şüphe ettiği bir noktayı tenvir için: -Çok doğru buyuruyorsu nuz, Paşam, lakin Bulgar'la rın bu düşüncelere iştirak edeceğini zan ve farzeder misi niz? Demiştir. Gazi Hz. bu suale şöyle cevap vermişlerdir: -Zan lar ve faraziyeler üzerinde değil, hakikatler üze rinde konuşuyoruz." (Vakit, 26/7/1 930)
HILAFET VE KEMALIZM
367
M ÜSLÜMANLIKTAKi BUHRAN-1 HAZlR (Şark ' ı n en büyü k yazarı Şekip Arslan B ey ' i n imzasıyla 1 95 nu maral ı " e i-Feth " g azetesinde intişar eden fevkalade mü h i m bir makalen i n tercemesi d i r . M akaleyi u z un lu ğ u n a bakmayarak bir de fada neşr etmek istedik, ve parçalamaya k ıyamadı k . Okuyucudi k katle o k u m aları n ı larımızın tavsiye ederiz ./Yar ı n " M üte rc i m i : M .Sabri Efendi) islam aleminin başına gelen ve onu ne islam tarihin de ve ne de Haçlı olaylarında örneği geçmemiş olan şu an daki yıkılışa sürükleyen musibetlerin sebeblerini tetklk edenler türlü türlü ihtimaliere zahib oluyorlar. Müslümaniiğı k uşatan tehlikeler, mihnetler hakkındaki düşünce ve gö rüşlerin her yönünü nazar-ı d ikkate alarak bu helak edici vartadan çıkmanın yolunu ve bu istilacı hastalığın Hacını arı yorlar. Herkes bu h ususta kendi görüşünü ileri sürüyor, fik rinin isabetin i isbata çalışıyor, her biri bir çare düşünüyor, bir yol gösteriyor. M ütefekkirlerinin bir kısmı islam Alemi'nin derdini Av rupa' nın sömürgeci siyasetinde, Batı ve K uzey milletleri nin mal için, altına saptıkları için didişmesinde, geceyi gün düze katıp lhtimamını para kazanmaya, para biriktirmeye hasr ederek geçimlerini tanzim ve islah zımnında beden lerinin refah ve rahatını temine ve netisierinin şehvetini tat mine çalışmalarında görüyorlar. Bu milletler, Yemen'in sa hibi i mam Yahya Hazretleri'nin nitelemeleri üzere, kendi memleketlerinin şikarlarını kalburdan geçirerek yiyip bitir�
3158 HİLAFET-1 MUAZZAMA-İ İSLAMİYE
dikten so 1ra i slam Alemi nin başına üşüşmüşler. Onların mamelek n i de isti'lale ve servet kaynaklarını istihsale ça lışarak kendi servetlerine servet ve refahianna refahiyet kat mak sevdasına düşmüşlerdir. Mütefekkirlerinin diğer bir kısmı Batılı milletierin islam beldeleri \izerine vaki olan sürekli hücOmlarını sırf para ta mahı ve maddi menfaat kasdı ile tefsire hasr etmiyerek işin içinde bu Gihetler bu gayelerde matlub olmakla beraber asıl maksatlarının gayr-i maddi bir noktaya yönelik olduğunu iddia ediyorlar. Yani bütün bu h ücumları vaktiyle i slam Ale mi ve Eh H Salip arasında asırlarca devam eden savaşla rın ek' i ve tamamlayıcısı halinde sayarak, denizin med ve cezri gibi ıı< �h o yana, gah bu yana meyl eden her iki tara fın muhtelif d u rumlardan sonra bu asırlarda Batılı millet ler, kuvvet ve kudret kazanmakla evvelce başaramadıkla rı savaşa yen iden başlamış ve o zaman boşuna akıttıklan kanlarının semeresini bugün koparmaya çalışmış oluyor lar, diyorlar. Mesela Fransızlar vaktiyle Haçlı savaşları es nasında S:niye üzerine on bir defa yürüdüler. Birinci ve Üçüncü Napolyon zamanlarında bu hareketler tekrar edil di. Lakin te.rihteki bütün bu savaş hareketlerinin semeresi mal ve can kaybederek ya alel-acele veya daha sonra geri dönmekten ibaret kaldı. Işte Fransızlar, vaktiyle 1 3 defa mu sali at olup da istemiyerek bırakmaya mecbur oldukları Su riye de buçün yer!eşmeye çahşır\arsa hiç taaccCıb edilmez. i ngilizler de Ortaçağ 'da imparator Arslan Yürekli Ri şar i n kumandası altında (Kud Os-i Şerlf)'i istila etmek iste mişler ve S ultan Selahaddin Eyyubi tarafından red edil· mişlerdi. Bu çağlarda yapmaktan aciz kaldıkları bir girişi mi 750 sen3! sonra ikmal ederek, kalbierindeki eski habis ve hüsran ateşin i Mareşal A llenby'in efiyle söndürmüş ol d ular. N itekim işte bu Mareşal, Selahaddin Eyyubl'nin eserini ingilizierin sekiz ası r sonra ibtale muvaffak olduk larını, hiç h atır saymaksızın açıklamıştır. Bazılar da diyor ki: H ayır, bu işlerde ne dini düşmanlığın ve ne de Haçlı savaşlarının etkisi vardır. Çünkü Hris'
'
'
HILAFET VE KEMALiZM
369
tiyanlık tutuculuğu Avrupa'dan kalkmıştır. (Bu sözü yeni likçiler ve sömürgeciler iğfal maksadıyla söylerler.) Şim di dini tutuculuk yerine medeniyet tutuculuğu geçmiştir. (Halbuki hakikatte gerek o medeniyet ve gerek o hars Hristiyanlık üzerine kuruludur. Ve Avrupanın Hristiyan Jığı Sami, Yunan, latin prensiplerinin bir karışımıdır.) Demek ki bugünkü Avrupayı i lgilendiren şey, kendi dinini neşr etmek değil de Şark harsından daha yüksek ve insan türüne daha fazla faydalı olan kendi harsını neşr etmektir. (1 ) . Diğer bir fikre göre d e islam alemi üzerine vaki olan bu Batı hücu mu, Avrupa devletleri arasındaki rekabetten ve yaşamak için mücadele mecburiyelinden neş'et etmek tedir. Her devlet komşusunun üstünlük sağlamasından ve ya kalabalıklığından çekinerek, ticaret yolunun kapanma masını temin maksadıyla islam bölgelerinden birine el koy mak zorunluluğunu hissediyor. Yahut başka bir devletin, oralarını istila ederek kuwet ve genişlik bulmasına ve dev l.etler arası siyaset ve riyaset sahasında galebe ve önder lik kazanmasına mani olmayı vazife sayıyor. Sayılan fikir sahibierinin hepsi de saydığımız sebeb lerden herhangi birini tercih neticesinde müslümanlığın ve islam devletleri ile m illetlerinin uğradığı za'fı görüyor, ve gelecekteki tehlikelerin hepsini zikr edilen sebeblerden bi rine veya tümüne bağlıyor. Bizim fikrimize gelince; bu bahane ve tahlilierin hepsi doğrudur. Bu musibetlerin hepsi isıamın üstüne çökmüş ve islam alemi bu uçurumların hepsine yuvarlanmıştır. Ve bunların hiç birinde ne asi cihetiyle m übalağa ve ne de teh likelerin tartısında ve terazisinde hiç bir şekilde fazlalık yok tur. Lakin bunların hepsi bu asırda müslümanların ve i s lam hükümetleririiri salik oldukları talim mesleğine nisbet le zarar ve hatır yönüyle çok az ve çok hafif kalırlar. O ta Jim mesleği ki m üslümanlar hakkında neticesi sömürge si(1) Fransızca " kültür" kelimesinin manasını ifade için Arap yazarları "sekafet" ve Türkler "hars" kelimesini kullanıyorlar. Biz de bu gibi ke limeleri terceme ederken Türkçe istimali takip mecburiyelinde kahyoruz .
(Mütercim)
370 HtLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMlYE
yasetinden de, Haçlı savaşlarından da, iktisadi yağmacı Ilkiardan da ve her türlü belalardan ve musibetlerden de fazla veyl ve hel ake müncer olacaktır. Bu talim mesleğinin manası, müslüman gencinin kü çüklüğünden göğüs tahtasına işlenecek ne bir akidesi ve ne de Kur' an ' ı n hıfzından ve Arapça kavaidden bir nasibi olmamak ve ondan sonra da yine kendisinden müslüman olması beldemek gibi manasız bir şeydi r. Bugün M üslümanlar fikirterin azgınlığından, ilhad gi bi, ibahe gibi, itaatsizl i k gibi maddi olan her şeyi kabul et mek ve manevi olan her şeyden yüz çevirmek gibi şimdiki islam Alemi'nin mübtela olduğu ve son senelerde Batılıla nh (Frenklerin} bileğini yetişme müslümanlarda varlığına dikkat ettiğ1 şeylerin intişarından şikayet ediyorlar. Çok de falar Avrupa gazetelerinde, mecmualarında ve savaşı ta kip eden son yıllarda Şark'ı gören Avrupalı seyyahların müstakil eserlerinde okuduğumuza nazaran bugün islam beldelerinde dinsizlik yayılmaktadır. Onlar bu zamanın müs lümanlarında görülen bu fikri hareketi 1 8. asırda Avrupayı istila eden l'ikrl harekete çok benzetiyorlar. Hollanda'da çıkan bir mecmuada okudum ki; is lam Aleminde bu dinsiz hareket devam etmez. Lakin şim dilik her tatrafa yaygın bir haldedir. ' ' Yine is'ifiçreli meşhur yazar (Vilyam Martin} bu kış yaptığı Şam ve Bağdat seyahatlerinden döndüğü zaman Cenevre'de bir kaç defa konferans verdi. Ve bunlardan " Bağdattaki: müşahedelerine nazaran Irak gençlerini is lam Dini ile ilgisi olmadığını" açıkladı. Musul'da 1 50 seneden beri merkezleri bulunan Fran sız ruhban kurumlarından birinin başkanı olup, kendisi de 35 senedir Irak'ta ikamet eden bir zat, Paris'te yaptığı bir konuşmada: "Müslüman gençleri arasında din sevilmez oldu, dinsizlik korkunç bir şekilde yayıldı. Ve bu yüz den ahlak o derece bozuldu ki biz Hristiyan ruhanileri, dinlerine satrılan ihtiyarları bu dinsiz gençlere tercih eder olduk. ' · dedi ve sonra bu rahib, bu kötü durum kar şısında Irak hOkümetinin gösterdiği fazla zaaftan (dolayı) şi "
kayet etti.
HiLAFET VE KEMALİZM
37 1
Öte yanda bütün Mısır halkı da, ara sıra Millet Mecli sine kadar ulaşan din düşmanlığı görüntüsünden yanıp ya kılıyorlar. Öyle görüntüler ki bunlar olmasa Mısır'ın üniver sitesi düşünce hürriyeti adına bizzat bir şek ve şüphe oca ğı haline gelmezdi. Sırf Suriye'de kaburga kemikleri altında sür'atle sira yet etmekte bulunan bir çok dinsizlik vereminin mikrobla rını taşımaktadır. Eğer Genab-ı Hak, i ngilizierin ve Fran sızların kalbierine ilham edip de onlar Arap kavminin si yasi istikfalleri hakkındaki anlaşma maddelerini yerine ge tirselerdi Suriye'de müslümanlık müthiş bir şekilde sukut etmiş bulunu rdu. Lakin itilaf devletlerinin sözlerinde ve va' dierinde dur ması, Şarklllara ve bilhassa m üslümanlara fena muamele etmesi, Almanlara galip gelmeden önce, kuzu gibi munis iken galip geldikten sonra kurt'a dönüşmesi ve buna mü masif zalim siyasetleri, müslü manlarda gençleri de dahil olduğu halde islami bir hareket uyandırdı. Ve bunun kay nağı sözünde durmayan, haksızlık ve hile politikası takip eden yabancı düşmanlığı oldu. Eğer sözlerinde durmuş ol salardı, onları seveceklerdi ve onların hatırı için müslüman lığı sevmiyeceklerdi. Lakin döneklik gösterdiklerinden on lara buğz ve hiddet ve islama muhabbet ve ric'at ettiler. Genellikle durum böyle demiyorum. Çünkü ıtlakı üze re söz söylemek caiz değildir. Fakat çoğunluk hakkında bu tasvir, Suriye'nin halet-i ruhiyesine cidden uygundur, di yorum. Şurasını muhakkak biliyorum ki harbin bitiminden önce namaz, oruç nedir bilmeyen, ve dinsiz prensipiere cehren kail olan Suriyeli islam gençlerinden çoğu harb ten sonraki i ngiliz ve Fransız siyasetlerini görünce onlara rağmen namaz kılmaya, oruç tutmaya ve i slamın yücelik lerini yerine getirmeye başladılar. işittim ki yalnız fes giyen bir takım adamlar bunun üzerine sarık sardılar. Ve ben ka niim ki farz-ı muhal olarak itilaf devletleri Araplara karşı ta ahhütlerinde sadık kalsalardı bu gibi adamlar onlara cemile olarak şapka giymiş bulunurlardı. Böyle bir halet-i ruhiye izdırap sebebi görünmekle beraber sahih olarak vakidir da!
372 HlLAFET-1 MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
· Yine \)un u n gibi " Siyonist Vatan-ı Kaıvmisi" felaketi olmasa Filistin'de şimdiki gibi müslümanlığa yapışmak gö rülmiyece:<ti. Ve o mahut islam Devleti, Yunan'a galip ge lip de Avrupa onunla Lozan m uahedesini akt etmeseydi, orada ne dinsizlik olacaktı, ne islam düşmanlığı sürecekti, ne de kıyafette, harflerde, kanunlarda yapılan şu değişiklik ler vuku bulmayacaktı, ne de rehberlerinin hatırına bugünkü yaptıkları ve yapacakarı şeylerden hiç birisi hatıra gelme yecekti. Evet, kimse inkar edemez ki bu hükümet eskisi gibi gayr-ı maruf, akibetinin de nereye varacağını da bilmiye rek kalsaydı ve m üttefikler bugüne kadar memleketlerini işgal altıncia bulu ndursalardı o hükümetin mahut reisi her Cum'a Me viid-i Şerif kıraatinde hazır bulunacak ve her üç beş günde bir irat edeceği n utuklarında Arap kavmi " mil letdaşımıı.", M ısırlı "milletdaşımız" diyerek onları ihtiram ve ihtimarnla dilinden düşürmeyecek, islam aleminden bahs edecek, kendisinin dine yardım için, Halifeyi yaban cıların elinden kurtarmak ve Hilafeti korumak için kıyam et tiğinden bahs edecek, ve daha bunlara benzer şeylerden bahs edecek, ve daima Şerif Ahmet Sunusi' nin elini öpe cek, onu i:>tasyondan istikbal edecek, " M u harebe baş ladı, Buhari-i Şerif kıraat ederek imdadımıza yetişiniz. ! " mealinde Mardi n 'den çektiği telgrafı gibi telgraflar çeke rek ve bugı.inkü reis-i vükelası daima Seyyid Sunusl'ye ge lerek önünde iki saat diz çökecek ve Fatiha rica etmeden kalkmayacaktı . Evet o kavim istiklalinden emin olmayarak şek ile yakin arasındaki salıncakta kalsaydı durumun tas vir ettiğimiz gibi olacağı müttefekun aleyh bir kaziye idi. Bu durum o cemaate de münhasır olmayarak bu as rın Arap ge nçleri hakkında da geçerlidir. Demek ki m üslü manlığa baskı zamanında avdet ederler. Bu umumi bir has lettir. işte o devlet, yine bir gün büyük devlerlerden biri ile harbe girse onda öyle islam ve iman, cumalar, mevlidler, hatimler, Zıkirler görürsünüz ki o kadarı Mekk-i Mükerre me'de görı:i lmez.
RtLAFET VE KEMALİZM
373
Kur'an-ı Kerim ne kadar doğru söylüyor: " i nsanın ba şına bir felaket gelince yattığı, oturduğu, kalktığı yer de hep bizden yardım diler. Lakin sıkıntısını üzerinen atıp da kendisini rahata erdirdiğimiz zaman sanki bize evvelce sıkıntısın ı gidermek için bize sığınmamış gibi minnetsizce alnı dağrusuna çeker gider. Dönüp dola şıp yine bize muhtaç olacağını düşünmiyerek hesabsız ve ihtiyatsız hareket eden müsrifleri imtihan için fena hareketleri kendilerine güzel gösterilmiştir. " (Yunus/1 2) Şu ayet-i kerime de buna benzer: " i nsanlar bunalin ca Allah'a yalvarırlar, Ya Rab bizi bu sıkıntıdan kurta rırsan şükrünü edaya çalışan muti kullarından olacağız, derler. Lakin Cenab-ı Hak ihtiyaçlarını giderince hemen şımarmaya ve dünyayı haksız yere biribirine katarak if sat etmeye başlarlar. " (Yunus/22-23) Diğer ayet-i kerlmede de: ' ' Üzerinizdeki bütün nimet ler ve saadetler Allahtandır. Bundan başka size bir mu sibet gelse Alla h 'a yalvarırsınız. Yan i kendi itirafınızia sizi felaketlerden kurtaran da yine Cenab-ı Haktır. La kin sonra garabet ve tenakuza bakınız ki Cenab-ı Hak duanızı kabul ederek sizi selamete çıkarınca içinizden bazılarınız küfran-ı nimete vesile bulmak için gerçek kurtaneıyı bırakıp kerameti başkalarından bilirler ve on ları adeta Allah'a şerik ve rakip çıkarırlar. Ey veti-i ni metlerini şaşıranları Verdiğim mühletten istifade etti ğiniz kadar şımarınız. Durumunuzun vehametini ileri de anlayacaksınız." (Nahl/53-55) demektir. Bu manada birbirine yakın ifadelerle daha pek çok ayet-i kerime vardır. Ve bazılarının mantuku bugün aynen müşahade edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'in bu mazmuna te ması tekrar etmesi de insanlarda bu haletin, ve bu hasla tin kesret üzere mevcut olduğuna tenbih ve işaret içindir. Yani insanlar Allah'ı yük altında ve musibet demlerinde ta nırlar. iyi gün görünce azarlar, türlü hava çalarlar. ilk anda hatıriarına gelen de ya ilhad veya bilerek inkar olur.
. 3'/4
H!LAFET-1 MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
Ufak bir saadet ve selamet ışığının yüzlerine gülüm semesiy16' halkın hemen küfOr ve ilhada koşmalarının asli illetine dikkat edersek bunu, zamanımızdaki yeni yetişme lerin islami eğitimden nasip alamamış olmalarından dola yı ilk rüzgarda temelsiz akidelerinin yıkılmaya arnade ol masında lıuluruz. On döıt yaşında iken babası tarafından Avrupa'ya gön derilen, no kavminin inancından ve ne de m üslümanlığın dayandığı delil ve burhanlardan lıiç bir şey bilmediği cihetle Avrupa'ya ham ürün halinde vasıl olan ve orada müslüman l ığa yöneli!� her türlü ihanet ve hakaret anlayışı ile dimağı deldurularak kendine: " i şte senin milletinin böyle hare· ketsiz, zayıf ve geri kalması hep din-i islamın eseridir." denilerak vetişen gençlerden ne beklersiniz? Sözüm ya bana, bu y�e ni i slam ordusunun nazarında islam dinine ve islam hars n a karşı nefret ve kerahet h assi teessüs eder se şayan-ı taaccub olur mu? Belki böyle yetişen gençlerde dirıe hürmet hissi kalır sa hayret etmek lazım gelir. Hele bunların arasında bir ta ne fiilen miislümanca hareket edene tesadüf edilirse dün yadan mantığın kalktığına hükm olunur, yani o derece uzak laşmış görülmeye layık olur. Şunu da söyliyelim ki biz, ilim tahsili için Avrupa'ya gönderilen müslüman çocuklarından az bir kısmı dindar kalmış veya dinde dinsiz derecesine düşmemiş olduğunu inkar etmiyoruz. Ancak biliyoruz ki böyleleri, Avrupaya gönderilmeden ewel akait ilminden bir şey almış vnyahut sağlam islam terbiyesine malik bir aile nin eviadı olduklarından kendilerine küçüklükten itibaren o terbiyenin sağlamlık bulması sayesinde Avrupa tesir ve tahribinden azade kalm ış olanlara inhisar eder. Şu halc'e kabahat Avrupa'nın değildir. O, tabii kendi terbiyesini vermek ister. O Avrupa ki eğer i nsafı varsa is lam Dini'nin hakikatine ait kendisinin de ilmi olmadığını ve islam hakkırıda ona vasıl olan ilmin değiştirilmiş ve tahrif edilmiş olarak u laştığını tasdik ve teslimde tereddüt etmez. Kabahat ve iıata ancak küçük yaştakı eviadını Fransa'ya,
HltAFET VE KEMALiZM
37 5
i ngiltere'ye, Almanya'ya, Belçika'ya, i sviçre'ye ve Avus turya'ya gönderip de vatanın istikbali için adam yetiştirdi ğine kail olan islam hükümetlerinindir. Zira o gönderilen gençler -pek azı müstesna olarak- akidelerine h ücum vu kuu ihtimaline karşı kendilerini müdafaa edecek manevi si lahlardan hiç biri ile mücehhez olmadıklarından, meşhu dumuz olduğu vech ile, her muhataraya maruzdurlar. Sonra hatanın daha büyüğü, işin nereye varacağını dü şünmeden Avrupa sadmasine tahammül edebilecek kabi liyette olup olmadıklarını tetkike lüzum hissetmeden çocuk larını biribirinden görerek Avrupaya gönderen ebeveyni n hatasıdır. Avrupa tahsili görmek lazımdır, belki zaruridir. Özel likle tabii ilimler, makine, iktisat, ziraat ve ticaret ilimteri hak kındaki zaruret daha ziyade geçerlidir. Lakin Avrupadan bu ilimleri almamız, dini inancımızdan, adetlerimizden, ah lakımızdan, zevklerimizden, kavmi ve ictimai güzellikleri mizden sıyrılmamızı neden gerekli kılsın? Bizden evvel bi zim gibi Şarklı bir millet olan Japonlar bu ilimleri aldılar, bu ilimlerde kudret ve maharet gösterdiler. Avrupalıların se viyesine çıktılar. Ve bir çok cihetlerinde Avrupalılan geçti ler. Lakin dinden, akideden , zevkten , meşrebten, kitabet ve edebiyattan neye malik idilerse onların üzerinde de se bat ettiler. Bir türlü anlayamıyoruz ki neden yalnız biz· müs lümanlara gelince Avrupa tahsili alacak olduğumuz takdir de Avrupa medeniyetinin istisnasız bütün kisvelerine bü rünmek vacip oluyor? Ve böyle yapmazsak güya tahsil ve talimimiz nakıs ve i htiyaca yetersiz kalıyor? Yine bir türlü anlıyamıyoruz ki neden Avrupanın kendisi, bu derece-i te rakkiye vasıl olduğu halde H ristiyanlığı bırakmadı? Ve din onun bu terakkisine zarar vermedi? En şaşılacak cihet şudur ki ciğer-parelerini düşünüp taşınmadan Avrupa'ya bırakıp salıveren konu edinilen ba baların kendilerine bakarsanız hakkıyla müslüman, tarzia rına sünnetlerine riayetkar olmak derecesinde mümin, müt taki kimseler olduğunu görürsünüz. Ve bunların ahval-i şah siyelerinde hiç bir itiraz edilecek cihet göremezsiniz. Ço-
376 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l tSLAM!YE
cuklarının tekva, edep ve fazilet hususunda kendileri gibi olmalarını arzu etmekten de hali kalmazlar. B ununla bera ber işte bu babalar da, çocuklarının istikbali , Avrupaya tah sile göndorilmelerine mütevakkıf olduğu hakkında bir ka naat hasıl olmuştur. Fulan ve fulan efendinin çocukları Berlin'e veya Paris'e veya Londra'ya tahsile gitti, diyerek bu babaların kalbierinde bir gayret ve bir heves ateşi alevie nir ve ondan sonra kendi çocuklarını da diğerlerinin gittiği yerlere göndermekten başka bir şey düşünmezler. Bakar sınız ki bunlardan birisi Paris'te tahsil görmüş çocuğu bu lunma�la iftihar eder. O ne büyük saadet ve m uvaffakiyat tir ki çocuğıunu Avrupa'ya gönderiyor... O çocuğun dini a.ki deden, Arapçadan, yani kendi dilinden sermayesi sıfır de recesinde imiş. Onun ne önemi var? Bu yolculuğun ve bu tahsilin neticesi nasıl çıkarsa çıksın onun da önemi yok. Peder namazını kılar, orucunu tutar, bazan zekatı ve rir, hatta hac farizasını da eda eder, müslümanlık hakkın da hiç bir şekilde söz veya havadis işitmeye tahammül ede mez. Dini yolunda canını esirgemez. Bir de hamur gibi yu muşak ve değişime istidatlı körpe çocuğunu Avrupa'ya gön dererek ok yaydan çıkar gibi dininden çıkmasına önem ver mez, bu, a klın idrak edirneyeceği bir tenakuzdur. Daha !;Jaribi bu evladdan bazıları Avrupa tahsilinden sonra babctlarının nezdine avdet ederken Şark medeniye tini ve isıanı harsını istihkar, fikir ve kanaatleri ile dimağla rı dolmuş bulunduğundan babaları ile alay ederler. Ailele rine hakare:t bakışları ile bakarlar. Onlarla din konusunda mücadele ve münakaşa ederler. Huzurlarında vahşi i nkar ve Peygamberi tekzib ederler. Ve dini akldelerinin hurafat ve esatire dayalı olduğunu yüzlerine karşı söylerler. Baba nın da nihayet oğluna cevabı da: " Biz böyle doğduk, böy le yetişti k, böyle öleceğiz. Lakin siz istediğiniz gibi ha reket edebilirsiniz. " demeye münhasır kalı r. işte namaz kılan, oruç tutan, zekat veren müslüma nın, ailesi hakkındaki siyaseti bundan i barettir. Hayatıma yemin ederim ki eviadını küfur, il had ve dinleri inkar yolla-
.
HlLAFET VE KEMALİZM
377
rına sevk eden bu babanın namazının, sair taat ve ibadet lerinin kendisine katiyyen faydası olamaz. Çocuğunu silah sız harbe gönderen adam mazur olursa, itikat ve iman bur hanı ile techiz edilmemiş eviadını Garp diyarına gönderen baba da mazur olabilir. Sonra, müslüman ve mütedeyyin babalar, eviadları nın istikbali hakkında bu derece ilgisiz olurlarsa esasen di ne ilgisi olmayan babaların hali nasıl olacağını artık siz kı yas ediniz. Şüphesiz bunlar çocuklarının kendileri gibi fıtri dinsizlikle kalmasını yeterli görmediklerinden onlara, din sizliği il me ve delile dayandırarak sağlamlaştıracak bir hars i ktisab ettirmek emeliyle tasariayarak Avrupa tahsilini ilti zam ederler. Her halde bu babaların hepsi ve her türlüsü eviadı için Avrupa merkezlerinden birine giderek, sonu nereye varır sa varsın , orada tahsil görmekten başka bir istikbal gör memekte müttefiktirler. Eğer bu adamlar işin gerçeğini dü şünseler çiftçilikte mümarese h usule getim ek yahut bir sa n atta maharet kazanmak veya ticaret işlerine vukuf peyda etmek, çocukları hakkında ne yapacaklarını bilmediğimiz ilimierin tahsilinden kat kat faydalı olacağını anlarlar. Hal buki bütün sanayi de Şark memleketlerinin Avrupa'ya muh taç olduğunu, Şark Avrupaya bir kuruşluk icraat yaparsa karşılığında oradan üç kuruşlu k eşya ve emtia satıp aldığı nı görüp duruyorlar. Şark' ın, siyaset yönünden olmazsa ik tisat cihetinden Garbın esiri olduğunu da görüyorlar. Me sela Türkiye'nin bugün kü mali durumuna baksınlar, Avru pa'nın servetine malik olmaksızın Avrupa kılık-kıyafetini tak· lit ederek Avrupalllaşmak hevesi o diyarın iktisadiyatma ne kadar zarar getirmiştir. Avrupaya makine veya elektrik veyahut dokumacılık ve bunlara benzer bir sanat tahsili için giden Mısırlı, Şam lı bazı gençlere rast geldiğim zaman, sırf dil ve ilim tahsili maksadıyla gelmiş olanlardan fazla hoşuma giderdi ki bu da ilim ve lisanın cemiyetimize faydası olmadığından değil de sanayi, ziraat ve ticareti de ihtiva eden medeniyet ve
378 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l İSLAMİYE
ümran vasıtaları arasıda denge husule getirmemiz, ve her şeyde Avrupalılara uyacak isek terakki için lazım olan öl çü daire:>inde maarifi yayma kuralına raiyette de uymamız istenmiş olacağ ındandır. Tekı ·ar edeyim ki ben bu makalede ıtlakı üzerine hü küm yürüterek Avrupa tahsili gören gençlerin hepsinin inançsızlık ile illetil olduğunu iddia etmiyorum. Bu gençle rin içind€ı, istifade ettiği bilgi ile memleketine faydalı olan ve prensipleri temiz kalan gençler de vardır. Ben şunu söy lemek istiyorum ki aklına ve metanetine sahip olmadan ço cuğu Avnıpaya göndermenin manası ona, m üslümanlıktan ve din prensiplerinden kendisinde eser bulunmayan bir Av rupalı kaırmağı vermektir. Böyle çocuklar, yetişmiş birer genç olarak memleketlerine dönünce ya m illiyetine düşman olur, yahı.;t onu küçük görür. Ve şimdiki islam muhitlerin de gördü�:ıümüz yenilik eskilik m ünaferetlerin i ihzar eder. Sonra iki fırka arasında gördüğümüz bu münaferet, dere ce derece fikirterden ellere intikal ederek kanlar akacak, ihtilaller kopacak ve hesabın üstünde fenalıklar olacaktır. Belki bize itiraz makamı nda: ' 'Türkiye'de baştan aya ğa inkılap oldu, fakat senin korktuğun şeylerden hiç b iri meydana !�etmedi . " diyenter olur. Halbuki Türkiye'de iş lerin son bıJiduğunu ve durumun şimdiki gördüğümüz şe kil üzere kurulmuş ve takarrur edeceğini kimse iddia ede mez. Şimdilik Türk'ü sukünete mecbur eden, hali hazırda ki ictimai inl<:ılaba razı olmaktan ziyade dahili fitnelerle dev letlerin yine Türkiye arazisine üşüşmelerine fırsat ve vasi le vermek korkusu, ve acısını tattıktan sonra bin m üşkilat ile kurtuldu!] u ecnebi esaretin e yeniden düşmek endişesi dir. Bir de Türkiye'de güç ve takat bırakmayan sürekli sa vaşların yorgunluğu üzerine ele geçen şu rahat ve sukO net durumuıu m uhafaza için seslerini çıkarmıyorlar, diş lerini sıkryorlar: " Bu böyle kalmaz, sabrın sonu selamet tir. " diyorla'. Hülasa b iz müslümanlar tahsil ve talim anarşisinden dolayı büyük telakki içindeyiz. Ve bu uyumsuz tahsil ve talim sebebiyle islam aleminde ve onun bizzat kendi ev-
HlLAFET VE KEMALİZM
379
ladı arasında öyle fitneler, öyle kargaşalıklar olacak ki yıkıntısı yabanc.ı i sti lasını geçecektir. Çünkü Frenk işgali altında bulunan Islam beldelerinden zamanın geçmesi ile, sabı r ve sebat ve akılcı hareketlerle bu ecnebi gölgesi çe kilecektir. Lakin dahili hastalıklardan kurtuluş olmayacak tır. Şunu iyi bilelim ki bütün tabiat ilimlerinde derinleşrnek ve sonsuz derecede maddiyata sarılmakla beraber hars larını, üzerinden 1 9 asrı aşkın bir zaman geçen dineri ile 30 asrı aşkın bir zaman geçen dil ve edebiyatiarına bina eden, ve o yeni ilimiere ait aşırı düşkünlük ve ihtiraslan, bu eski şeylerini muhafaza etmelerine mani olmayan ge lişmiş milletierin eserine iktifa etmedikçe bizim için fevz ve felah yoktur . Lozan: Şekip Arslan Mütercimi: Mustafa Sabri Ham iş: Balkanlarda, bilhassa Batı Trakya'da oturan müslü manlar, Arapçadan terceme ettiğimiz bu m ü h im makale den islam alemine ait bir çok şeyler öğrenecekleri gibi is lam aleminin her tarafında ilim tahsili için önemli miktarda çocuklarını gelişmiş Batılı başkentlerine gönderen zengin müslümanlar bulunduğunu da öğrenerek on ların gerek servetlerini ve gerek çocuklarının ilim tahsil i uğrunda para esirgenıemeleri gibi kendilerinde bulunmayan meziyetle rini kıskanmaya lüzum görmedikten başka kendi hallerine şükr edecekler ve diyecekler ki : Bizim çocuklarımızı tahsil ve tali m için Garp merkezlerine göndermeye paramız yok sa da ihtiyacımız da yok. Bizimkiler Türkiye' den esen ye nilik havasına ağızlarını açarak, okumadan dinsizlik elde edebilirler. Eviadlarını ilim tahsili zımnında dinsiz yapmak için büyük masraflar ihtiyarı ile uzak beldelere gönderen babalar gibi ilmin mübarek adını kirletmeden cehalet için de yoğrulmuş olarak bu maksada vasıl olmakta bulunan bizler kendimizi daha mes'ud sayabileceğiz. Bir buçuk cahil Kemalist gazete ile bir gençler kulübü bizim muhitimizde maksadı temine kafi geliyor da artıyor. Biz şimdiye kadar
380 HlLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMİYE
çocuklarımı;�ın kendileri şöyle dursun, m uallimierinin bile hangi mektHbte veya medresade tahsil görmüş oldukları nı arayıp sormak zahmetine düşmedik. Medrese tahsilinin modası geçmiş, mektep tahsilinin de modası bize gelme miştir. Latin harfleri hevesiyle eski yazılarım ızı da zayi ede rek i ki harf arasında büsbütün ümmi bir hale gelirsek da ha karlı çıkar::ağız. i ki çeşit yazılı alaca gazetelerimizia fes li, şapkalı ve kasketli rengarenk insaniarım ız ve camilerde kasketlerini ııersine çevirerek palyaço kıyafetleri ile cema at saflan arasına karışan yenileşma örneklerimiz terakki dünyasına şan verecek bir ha:ldedir. Hülasa bize gerek eski ve gerek yeni tarzda ilim tahsilinin lüzumu yoktur. Çocuk larımızı ne kadar okutsak " burada benden başka okumuş yoktur." diyrerek sabık Şeyhü lislam'a muydan okuyan ve sahtekarlık hmat eden i ske çe nin Himmetli nahiyesinden Aziz Efendi kadar okutamayız. Ve daha ziyade talim ve terbiye iktisap ettiremeyiz. M.S. (Yarın, sayı: 66, 23 Hazi ran 1 930, slı: 1 -3) '
HlLAFET VE KEMALiZM
381
TÜRK ASRi Li<�i VE ARAP M EDENiYEri (Lozan'da Ş e k i p Arslan b aşkan lığında i l m i b i r h eyet tarafı ndan yayı n lanan " Le Nation Ara b " a d l ı Fransızca mecm uadan ter ceme edilmiştir/Yarın) Bilindiği üzere Ankara, Avrupa asriliğini almakta bağnaz lık gösteriyor. Şapka, dans, latin harfleri, isviçre medeni ka nunu, ıtalyan ceza kanunu kabul olunmuş, mazi ile ilgi ka silmek derecesinde ileri gidilmiştir. Söylendiğine göre Şark musıkisine de müsaade edilmemektedir. Hatta alaturka ye mek pişirmenin bile tamamen Garp pişirme usuiO arasın da Arap isimlerinden alınmış olan Ali Rıza, ismail Hakkı, Hüseyin KAzim ilh ... gibi Türk isimlerinin bundan sonra Jan Jul, Marsel, Ksaviye, Vilyam, Maks ve saire gibi Latin veya Cermen isimleri ile değiştirilmesi tasawurları ileri sü rülmektedir. Demek oluyor ki Kemalist Türkiye, ilim, sa nat, kanun ve nizarn sahasında Batılı maariti almakla ye tinmiyor, ictimai tabiri ile, tırnaklarının ucuna kadar Avru pai olmak istiyor. Bu cümleden olmak üzere, mazi ile ta mamen alakayı kesrnek için, Türk Tarihinin de okutulma ması düşünüldü. Artık herkes Türk Tarihinin Mustafa Ke mal' den başlamasını, Türkiye'yi Asya'ya bağlayan olaylar dan bahs olunmamasını istiyor. Bir taraftan da bu teşebbüs güç görüldüğünden, Türkiye'nin esasen Avrupa! bir dev let olduğu, Asya'dan hiç bir şey almadığı iddia edilmek tar zında tarihi ve coğrafi hakikatler ile oynanılarak müşkilatın çözümüne soyunuldu. Nitekim Türkiye Hariciye Nazırı Tevfik Rüştü Bey, iki sene ewel Cenevre'de Silahlan manın Sınırlandırılması Konferansı'nda (1 928'de) kongrenin konusu ile hiç ilgisi olmadığı halde- Türkiye'nin
F.20
382 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
mali nokta-i nazarından daima Avrupalı bir devlet olduğu nu Türk Tarihi ' n i n isbat ettiğin i söyledi . Kemalist Türkler gelecekte Avrupalı olmakla kanmayarak, mazide de öyle olduklarını arzu. ediyorlar. Tarih için ne kötü bir hal!... On lar Japonya tarzında yenilenmeyi mesela Avrupa ilimleri ni tahsil ederek, çağdaş fenleri kabul ederek, fakat esas itibariyle Japon kalmak tarzında yeniliği anlayamıyorlar. Ha yır! Kemalist Türkler maziden hiç bir iz bırakmayacak kök lü bir i n kılüp meydana getirmek istiyorlar. Onlar, doğum anları, Ankara hükümetinin iktidar mev kiine geldi!Ji tarihten başlayan yeni kuşak olmak emelin dedir. Türkiye'deki yenilikçi ilerlemelerine ait bu sözler doğ ru mudur? Türk milletinin latin harflerini o kadar çabukluk la kabulü doğru m udur? Bu inkılap girişiminden beri Türk iye'de işlerin bu derece ideal bir şekle girdiği hakikat mı dır? Biz Araplar bu meselelere müdahale edecek değiliz. Türkler serbest bir millettir. Cesurdurlar. Hareketlerini müd riktirler. Or!ların büyük çoğunluğunun bir azınlık diktatör lüğüne mahkum olduğu bize taalluk etmediği gibi, bazı Av rupa muhabirierinin durumu gül gibi göstermesine rağmen, d uruma val<ıf olanların Türkiye'de hüküm sürdüğünü bil dirdiği mali buhrandan da bahsetmek bize düşmez. Yine böylece, Türkiyedeki kültür buhranını tasvir etmek, orada yayın alanında iki üç gazete kaldığını, onlarm da hükümet tahsisatı olmadan çıkamadığını söylemek ve saire ve sai re de . . . bize ait değildir. Bunlar bizim yetkimiz dışında ka lır. Bize kalan hepsinin , Arap(lar) aleyhindeki kötüleyici be yanat ve teı:ahüratına iştirak etmediğini memnuniyetle gör düğümüz Türk halkının kuşatıldığı zorluklara galip gelme sini, ve mes'ud ve müreffeh olmasını temenni etmekten iba rettir. Bu mailalenin asıl konusu şudur: Kemalistler, içinde o kadar sahtelikler ve çocukluklar bulunan zikri geçen ye niliği kabul ettiğinden beri her fırsatta Arap harsını, Arap me deniyetini, Jl.rap tarihin i . . . h ülasa Arap ve M üslüman olan her şeyi h ırpalamayı kendilerine vazife edinmişlerdir. Ne-
H1LAFET VE KEMALIZM
383
zakete ve bizzat hakikata aykırı olan bu hareketlere lüzum kalmadan da Avrupalllaşmak hususundaki kararlan hoş gösterilebilirdi. Lakin Ankara, Hristiyan Avrupa'ya, islam ve bütün Şark ile münasebetini kesmekte samimi, hakiki ve kat'T olduğunu isbat etmek istiyordu. Böle olursa Avru pa kendi insanların(ailesi)dan imiş gibi Türkiye'yi sinesine bastıracak. Tam siyasi bir propaganda. Bu efendiler, Tay mis, Tan, Le Journal, De Deba, Le Journal de Ceneve gibi bazı Avrupa gazetelerinden bir G . , bir N . , bir V. gibi mu harrir ve yazarlarını kendilerine bend ederek Türkiye'nin islam ananeleri üzere devamındaki mazarratı ve bunların terki gerekliliği hakkında neşriyatta bulundurdular. En kay nak bir ders olan Arapça, Avrupa'nın en büyük üniversite lerinde okutulduğu bir zamanda Türkiye'de ilga edildi. Ve daha garip olarak para cezası tehdidi altında henüz Türk arazisinde yaşayan yarım milyon Arap, ana dilleri ile ko n uşmaktan men olundular. Yeni Türkler, Arap harsının Türkiye'den ad ve izlerini kaldırmaya giriştiler. Fakat bütün bunlar Arap etkisini sön dürmeye kafi gelmiyecektir. Biz, bunu bir maceradan baş ka bir şey saymıyoruz. H iç şüphe edilemez ki adı geçen muhabirler, Avrupada Kemalistler hesabına adi propagan dadan başka bir şey yapmış olmuyorlar. Ve ekseriya her parçadan yeni bir tarih demiri dökmeye çalışan bazı Türk aydınlarının diktesi altına yazıyorlar. Genellikle latin harsı na mensup olan bu muhabirierini bizzat müşteşriklerin bile bilemedikleri (Şeriat)ın bütün tafsilatına ve teknik terimle rine vakıf olmaları ve istanbul'dan veya Ankara'dan gön derilen bu muhabir mektublarını okuyanları n , bunların pro paganda muhteviyatındaki maksatlara velev sun'i bir par mak ile dokunabilmeleri im kan haricindedir. Çok muhte meldir ki bu muharrirler, arzu olunan (Tez)leri izah ettir mek üzere kendilerine memnuniyetle ihzar edilen olayla rın doğruluğuna kani bulun uyorlar. Fakat, ancak Arap di linde derin ilim sahibi ve islam hukukuna tam bir vukuf sa hibi olanların anlayabileceği o muhtelif meseleleri tamamen
384 E:IİLAFET-İ MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
araştırabildil\lerini k!'lt'iyyen iddia edemezer. Beş altı sen� den beri biz gerek Islam ve Araplık hakkında ve gerekse umumi bir tarzda Şark hakkında en hayall fikirleri ihtiva eden bu kabil pek çok makaleler gördük. Kemalistler ay n ı propagandayı tabii Angio-Sakson ve Cermen alemin de de tecrübe ettiler. Fakat nazar-ı dikkate asıl çarpan şu rasıdır ki Almanlar bunlara aldanmadılar. Zira hemen üç seneden beri en ciddi Alman gazeteleri, yen i Türkiye hak kında öyle derin tetkikat neşr ettiler ki, ne maddi ve ne de manevi nokta-i nazardan Türkler hakkında övünülücü de ğildir. Bu makalelerdeki meslek isbatının, mevzu-bahs la tin m uharrirl,e rinin hayaiT tasvirleri ile tammen zıddiyet ha l inde bulunduğnu m üşahade ettik. Her mem leket menfaa tine uygun bıuld uğu propagandayı yapmakta serbesttir, de nilebilir. Evet, gerçekte öyledir. Fakat Şark hakkında fena malamat almış olan bir Garp halkını o kadar cür'etkarca suistimal etmekte serbest, değildir. Bu mühim mevzu üze rinde okuyuculanmıza tamamen durumu izah edebilmek üzere bazı misaller irad, ve oyun çok sürdüğü için sonuna kadar susmaya m uvaffak olamadığımızdan dolayı da özür dilemek isti}·oruz. "Türk milleti ve yeni kurumları" adı altında Monsi eur N. Anka.ra'dan "Journal de Deba ya yazıyor: " Bu anii değişim nasıl vücuda geldi? Yeni yapının dayandığı esası muhakeme edebilmek için bu mesele yi saklamaya lüzum vardır. Türk alemi, Almanya'dan başka her tıarafta derin mechuliyetler içinde kaldığın dan tavzih Eılzemder de. (Jurnal dö Deba m uharriirinin bu rada hakkı var. Onun içindir ki Almanya'da Türk asrlliği hak kında ihtiyatlı davranıyorlar.) Aynı itikatta olmaları baha nesiyle Türkler, (Harra, Hamada, Nefouz) gibi lav, taş ve kumdan ibar·et olan çöl Arapları ile, bazı mezhebleri, te davisi kabil olmayan bir halde gerici olan (Felemenk)'e tabi Hindli müslümanları karıştırılıyorlar. Her şeyi yo rulmaksızın yapmak mülabesiyle, islam ve dolayısıyla Türkler hakkında ataJet mütearifesi teessus etmiştir. "
RtLAFET VE KEMALIZM
385
Halbuki Türkler, Arapların zihniyet mazariyelerine en faz la isyan edenler, bedevilerin ayıncı vasfı olan Samilere ait nakiselere raci tefrikalara en ziyade zıt mizaçtakiler arasında sayılırlar." Bazı Türk okum uşlarının telkin ettiği bu satırlarda ne kadar hayal ve tahrif bulunduğunu isbat etmemize m üsa ade buyurulsun. Evvela şurasını söyliyelim ki (Deba) mu habiri , ne aslı (Nefoud) olan (Nefouz)u, ne de (Harra) ve (Homada)yı bilir. Bilgiyi ona yanlış telaffuzleriyle birlikte ve ren Türklerdir.: Maamafih işte o Harra, Hamada ve Nefo ud'un Arabiandır ki islamdan evvel de, sonra da d ünyanın en parlak medeniyetlerinden birini meydana getirdiler. Av rupanın hiç hatasız bir kopyası olmak, Garp medeniyetini seyyiatına varıncaya kadar iktibas etmek isteyen asn Türk iye: Araplar, medeniyet bahsinde bu derect3 m uhmel bir halde mevzu-bahs edilebilir mi? Edilemez mi? Yine bunu aynı Avrupa'ya, tabii Araba karşı da, Türk' e karşı da yabancı bulunduğundan , tarafsızlığında şüphe edilerniyecek oian Avrupa'ya müracaat ederek öğrensin ! Harra gibi volkanik havalide veya çöl üzerindeki Nefoud hudutları üzerinde sa kin bulunmak; Arap kavmi gibi zeki bir milleti, medeni, me deniyete kabiliyetli olmaktan ve bu dağlık ve çöl içinde ar zın en şirin ve münbit beldeleri arasında anılan şehirlere malik olmaktan men edemez. Nitekim Harra'nın yanı ba şında çok adamların bilmemesine rağmen (Medine) gibi en gönü l aldatıcı bir bahçe bulunmaktadır. Yine böylece (Havran) civarında diğer (Harra)'nın yanı başında (Şam) şehri vardır ki, bu beldenin letafeti hakkında tafsilat ver mek icap etmez, sanırız. Geniş çöller ihtiva eden Arabis tan yarımadasında Yemen ve Necid gibi, Anadolu'nun herhangi bir sahasından daha münbit ovaları ve hayrete şayan dağları bulunan havali mevcuttur. işte o yarımada da Himyerilerin, Sabiilerin Suriye Bedevilerinin eski me deniyetleri ve çölün ta ortasında (Palmir) gibi ilk zaman ların en latif beldesini tesbit ettiler. Bugüne kadar azameti taklit bile edilebilerek devam eden " Baalbek"de çöle bi· tişik bir yerdedir. Yearach; Mukayyis, Umman, Petra, Me-
386 HlLAF'ET-1 MuAZZAMA-t 1SLAM1YE
dayin gibi son ikisi kayalar içinde kesilip inşa edilen bel deler hep o çöl adamları taratından tesis edildi. Orta çağ Iara asırlarca (Paris)lik eden Bağdat, o Albbasi başkenti de aynı çe l adamları tarafından bina edilmişti. Cordane, S�ville, Toh�de, Gırnata, Fas, Merakeş, Kahire ilh. de pederleri, aynı çöllerin bedevi nesillerinden olan hep o adamlar tarafından inşa edildiler. Babası bedevi olanın me denileşmesi kabil değildir, denildiği içindir ki, Almanın ba bası da ba'rbar olduğundan, Macar'ın babası da Atilla ol duğundan medenileşemediler değil mi? Medeniyet ve kabili yat sadedinde Sami ırkını istihfaf etmek çok garip ve gayr ı adil olmaz: m ı ki; (Tyr) ve (Kartaca)nın sahibi olan Feni keliler, Samidirler. (Ninova) ve (Babil)in yapıcısı olan Mı sırlılar Samidirler. Bu kadar mümtaz olan Yahudiler de Samidirler, B u nokta bize istanbul'da çıkan günlük bir ga zetede (Cemal) imzasıyla yazılan bir makalede, Cezayir'deki Arap mahallesinden nefretle bahs olunurken bütün Arap şehirleri hakkında kullanılan kötümser tasvirleri ve bil hassa Suri'fe beldeleri için, Arabın medenileşmedeki ka biliyetsizliği (!) malum olduğundan onlar da daha yüz se ne geri kalacaklar, denilmesini hatırlattı. Zavallı m uharrir u nutmuş ki, Suriye ne kadar geri olursa oIsan Anadolu' ya yine üsWn bir vaziyettedir. Eğer bu tenkitler bize Pa ris te veya Berlin'de oturan bir adam tarafından gelmiş ol saydı, biraz anlayabilirdik. Fakat bir Ankaralı yoldaştan gel diği için mesele değişiyor. işte bu ders, komşularımıza ten kit edecekleri zaman biraz düşünmeleri için inşaallah yar d ımcı olur. Arabların nazariyat zihn iyetieri dedikleri, bütün ileri mil letiere mah�>us olan felsefi inkişaftan başka bir şey değil dir. Bu nazariyeler, en "realist" milletlerde de vardı. Fel sefe, tahakkuku işi kuvvetli ve şiddetli bir dimağa ve derin bir hakikat cluygusuna dayanan en büyük medeniyetle- . rin kurucusu olmaktan ne Arabları ve ne de diğer Sami mil letleri men etmemiştir. Arablar, müsbet ilimleri bilmemek le itharn edileımezler. Zira (cebir)i icat eden onlar, arzın mih verini riyaziye ile ölçen(de) onlardır. .•.
·
'
HİLAFET VE KEMALİZM
387
Bedeviler, çadırda yaşayan ve mevsime göre yer de ğiştiren kabilelerdir. Lakin içlerinde bedevi kısmı bulunan yalnız Arablar değildir. Bu tür halktan Türklerde daha faz la vardır. Ve Anadolu, Türkmen denilen Türk bedevileri ile doludur. Türkmenlerin Arap bedevilerinden bir farkı varsa o da Arap bedevileri daha zeki ve daha kabiliyetli oldukla nndandır. Biz, bunları söylemekle, bazı Kemalistler'in tahrif ettikleri hakikatı tesbite çalışırken, Türklerin izzet-i nefsini yaralamak istemiyoruz. Bizim Türklerle her şeye rağmen zail olmaz yakınlıklarımız vardır. Diğer taraftan öne sürdü ğümüz fikirlerde bütün Avrupa tarihçileri ve sosyologları müttefiktirler. Biz bu konuda, görüşlerine bütün noktalar da iştirak etmiyerek, sözü en büyük Türk muharrirlerinden Celal Nuri Bey'e bırakıyoruz. Mümaileyh diyor ki: " Biz harbten başka bir şeyden hoşlaşmadık. Biz de imar fikri yoktur. Savaşlarımız birer ordugaha ben zer. Bütün inşaatımızda hep "muvakkat" kokusu vardır. Osmanlı milletine gelince; o, kelimenin hakiki manasıyla Türk değildir. Belki müdeaddit ırklardan mürekkeb bir halitadır ki, Osmanlılık bu i mtizaç sayeside güzelleşmiş ve halis kanlı Türklüğün yontulmamışlığı üzere kalma mıştır. " Evet, işte bu yazar, matbuat ve hatta cihan tarihi üze rine şimdiki "sansür" konulmadan önce nakl ettiğimiz sa tırları yazabiliyordu. Şimdi artık diktatörlük, fikri faaliyetle rin bütün şubelerini kaplamıştır. Muhabirierin mektublarından i ktibas edilmiş bir örnek daha: "Tatar ve Turan hukukçuları, Peygamberin sünne tine hürmetkar olduklarını te'yidden fari' olmadılar. Fa kat bir taraftan da daha serbestçe açıklamalar ortaya koyabilmek üzere, hakikatta kitap ve fikir itibariyle bir birinin gayrı oldukları halde zahiri kurtarmak için ahkam-ı esasiyede müttefik oldukları ilan edilen ve bir takım sahte an'aneler icat ederek haricen ve mahsusen burunlarını alimane tenkitler içinde dolaştıran dört mez hebi taklit ediyorlardı."
388 HtLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMlYE
Bu efendilerin kendilerine verilen bilgiye göre yazdık ları, belki her millette çeşidi mevcut olan bir sınıf hocalar hakkında doğru düşebilir. Fakat islam hukuk ve islam fu kahası hakkında asla tevafuk edemez. Nakli yapma ve onu sahih olare:k kabul ettirmek kadar zor bir şey yoktur. Ger çekte saht13 nakiller i cat etmek fena bir adım olmuştu. La kin onlar, çabuk anlaşıldılar ve haklarında bir çok eser telif edilerek bir cümlede red ve cerh olundular. D iğer kaynak ları mevsuk olmadığından "zayıf" adı altında toplanan bir sınıf nakiller de varsa da bunların h iç birisi kanun mahiye tini haiz cleğildir. Kaynakları epeyce müsbet olmakla "Hasen" tabir edilen bir diğer tür vardır. Bunlar kanun ola bilmek için eshab-ı mahsusanin oluşması şarttır. Ancak o sebebler uyurnun çıkarına dayanmalıdır. Yalnız Kur'an ayetleri ve ashab-ı kiramın Peygamberden işiterek rivayet ettikleri meşhur hadislerdir ki kanu n mahiyetini haiz olan islam hukul<unun esasını teşkil ederler. Kur'an ayetleri ara sından da mezhep ve itikada taalluk edenlerle dünyada ve cismaniyetı� mütedair olanları tefrik etmek gerekir. Mezhep ile alakası olmayıp da medeni maddelere ta alluk edenk�rde şer'-i Nebl eda olunduğu gibi sabit değil dir. Böyle rrıeselelerde teşri' icap ettiği zaman nazar-ı iti bara alınacak gaye ammenin menfaatıdır. Kendilerine ima edilmek istEmilen ve sahalan gayet geniş ve m ün keşif olan Mezahib·i Erbaa, ana meselalerde müttefiktirler. Araların da varlığınclan bahs edilen ihtilaf ise, dinen yasak değil, belki bilakis rahmetin kendisi sayılmıştır. Zira, her hangi bir meselede mezhebierden birinde müsait fikre tesadüf olu namazsa o zaman diğerine müracaat edilir ve bu suretle mü'minin bizzat şeriattan uzaklaşmasına meydan verilmez. Hz.Peygamber "Ü mmetim arasındaki ihtilaf nazar-ı rah mettir. " buyurdular. Mezahib-i erbaa şeriat işinde amme nin menfaaline ve mahalli adetlere tevfik esasını kabul et tiler. Herke:> bilir ki islam hukukunun esası dört kaynağa istinat eder: Kitap, sünnet, icma-ı ümmet, kıyas-ı fuka ha. Eğer b i t bu meseleleri tamim edecek olursak bu ba-
HİLAFET VE KEMALİZM
389
h iste kocaman eserler yazmak lazım gelir. Biz burada, hak kımızdaki eski ba.tıl fikirleri aldıkları enti-püften malumat i le bir kat daha güçlenmiş olan o gazete m uharrirlerine şura sını göstermek istiyoruz ki i mal ettikleri (tez) doğru değil dir. Kendilerini tekzib edern iyecek adamlara hitab ettikle rini sanan bazı Türk okumuşları artık ne hakikatiere ve ne de m ü nakaşası kabil olmayan olaylara hürmet etmez ol m uşlar. Tabiatıyla Ortaçağdan ve hatta şu asırda Hristiyan lığın arz ettiği sukOnet ve hareketsizlik islami mehafilde mevcut ise de, bu durum hiç bir zaman islam şeriatının bir fakih nazarında yeni zamanlara intibakını temin edecek elas tikiyeti haiz olmadığını ifade etmez. Sabık Osmanlı impa ratorluğunun (Mecelle) adı verilen Medeni Kanunu, ilk sayfalarında yalnız Hanefi Mezhebi'nin değil, dört mezhebi n ahkamına nazaran kabul edilmiş kül ll kuralları havidir. Bu kurallar, en geniş ve parlak müdevvenata hadim olabilirler. Bu u mu mi kural ve ibareterin hiç birisi ne ilmi hakikatıere aykırı tek bir kelime ihtiva etmemekle dini kitablar içinde mümtaz olan Kur'an-ı Kerim 'e, ne de cahil bir hocanın de ğil, hakiki bir müctehidin geniş bir ihata ile anladığı gerçek sünnete aykırı değildir. Uydurulmuş nakillerin de mürev videri olabilir. Lakin hakiki nakiller, Avrupa'nın -Ankara oradan iktibasta bulunmazdan evvel- yürürlükte bulunan m u htelif yeni kanuniarına hukukçular tarafından esas itti haz edilmişlerdir. (Deba) gazetesi m uhabiri tarafından da tasdik edilen bu hadise isbat ediyor ki; Kitap ve sünnetin münevver müfessirleri, yalnız yeni icabiara tatbik ettirerek kıymetini bilmekle kalmıyorlar, belki bu intibakı islam h u kukunurı umumi prensiplerine de m uvafık buluyorlar. Bü yük bir Islam şeriatçısı: "Ammenin menfaatı nerede ise Allah'ın dini oradadır. ' dedi. Goldzier ve saire gibi bir çok Avrupalı müşteşrik, islam Şeriatı konusunu tetkik ve teteb bu'ettiler. (i mam-ı Maverdi)nin mütercimi Kont Ostrorog, jslam hukuk felsefesine dair eserler terceme etti. Diğer meşhur müellifleri de zikre gerek görmüyoruz. Türkiye'nin son asırlardaki gerilemesinde zaruret sebebiyle siyasi, ta rihi, milli, hayati ve idari asaretini görmek istemeyen bazı
·
390 HlLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
Türk münevverlerine itimat ederek Avrupalı m uhabirierin öne süre geldikleri delillerin çürüklüğünü ve verdikleri bil gilerin yaniışilığını an lamak için o kişilerin eserlerine müra caat etmek k ifayet eder. Şimdi o aydınlar, bütün sorumlu luğu vaktiyle kabul ettikleri islam Şeriatına ve Arap harsı na yükleteref( hareketsizliklerinin kabahatın ı bunlarda gör mek istiyorlar. Adamlarına göre, eğer bu kanun ve hars ol masaymış, şimdi onlar bütün m illetierin önünde bulunacak larmış. Ee pe k ala, işte bundan sonra bol bol vakitleri var!.. Ewelce umran eserleri ile o kadar büyü k olan Arab lar da bir çok milletler gibi i n h itata yüz tuttular. Eğer Ara bın gerileme sebeblerini tetklk edecek olursak, hemen her arnilden (alınan) o sebebleri, bütün Arabistan'ı ... Türk bel delerini ve Af;emistan 'ın marnur medeniyetlerini tahrib et miş olan ve c.sılları Türklükle birleşen Moğolların tarihin de, misli geçmemiş ve akılları hayrete düşüren istilaların da buluruz. Son asırlarda Arapların uğradığı akamet, ata ret ve gerilik de dahil olmasına rağmen bu kavmin asıl ge rileme sorumluluğu, geniş ölçüde her halde Araplardan başkalarına !eveccüh eder. islam Şe ri atını ve Arap harsını sorumlu çıkarmak ko lay gibi görünürse de, keyfe göre istenilen meseleyi tadil etmeyecek derecede tarih beliğ ve müşkülpesenttir. Ke malistlerin a ksini iddia etmesine rağmen, Avrupayı asır larca titreten Türk askeri nüfCızu, bütün şaharnetini Osmanlı camiasında toplanan islami güçlere borçludur. Ankara Türkleri ve onların propaganda uşakları, Türk asrlliğini ge niş geniş övEırek Turan' dan gelecek menfaatlere kaslde okuya dursunlar, lakin hiç bir zaman şahidi tarih olan ve sayısız takdirl<arı ve m üdatileri bulunan Arap medeniyetini çürütemiyeceklerdir. Dinsiz Yeni Türkiye, bir harbe girsin de, eski an'a neperver ve elindar Türkiye gibi kendini m üdafaa edebile cek midir, o zaman öğrenecektir." (Lozan/Le Nation D'A rab'tan: Yarıırı, sayı: 63-64, 28 Nisan/15 Mayıs 1 930, sh: 3 ve 2) M üte rcimi: i brahim Sabiri) ( * ) ( * ) Yazının m antıki akışı ve fikir üsıubü, Mustafa Sabri'ye yakınlık ifade etmektedir. (SA)
HİLAFET VE KEMALiZM
391
ASYAll DEGiLLER! Bu başlık ile, Emirü'I-Beyan Şekib Arslan Bey Efen di'ye ait olmak üzere Arapça "ei-Ahbar" refik-i muhtere mimizin 3 Nisan (1 928) tarihli sayısında, okuduğumuz baş makaleyi önemine binaen aşağıya alıyoruz: " Silahlanmayı sınırlama kongresi adı ile Cenevre'de bir kongre toplandı. Bu toplantıya Rusya ve Amerika gibi, Cemiyet-i Akvam'a dahi l olmayan devletler de davet edil di. Kongre azası toplanı p müzakereye başladıktan sonra Rus murahhas heyeti başkan ı Litovinof bu müzakereye Türkiye 'nin de iştirakını teklif etti. Teklif kabul olunarak Türkiye de davet edildi ve oradan da Hariciye Vekili Tev fik Rüştü nün başkanl ığ ı altında bir heyet geldi. Bu su retle kongre'de yer alan Tevfik Rüştü müzakere esnasın da, Türkiye'yi kongreye davet ettiren Rus m urahhasının fi kirlerine destek çıktı. Mümaileyhinin bu hareketinde tenkide şayan bir şey görmüyoruz. Özellikle Rusların teklifi makul idi ve sulh ta raftarlığı davasına diğer mürai devletlerin tekliflerinden da ha mülayım idi. Çünkü o devletler silahianmanın sınırian dıniması arzusu ile kendilerini sulh dostu gösteriyorlar ve hakikatta ne ihtiraslarından, ne fütuhatlarından, ne de he nüz feth etmedik leri memleketler hakkındaki sui niyetlerinden h iç bir şey feda etmiyorlar. Onların silahların sınırlandırılmasından maksadı, kendilerini m utlak bıraka rak diğer devletleri bir takım bağlar ile bağlamaktır . . . Tevfik Rüştü, Litovinof'u destekiernekte yalnız d a de ğildi. Çünkü kendisine nisbette siyasi mevkii ve nüfuz tesi ri çok yüksek olan Alman murahhası Kont (Burilsbury) Rus teklifini daha şiddetli bir açıklıkla savunmuştu. Buraya kadar bir şey söylemeye hakkımız yok. Lakin Tevfik R ü ş tü bununla yetin meyip, elli tane devletin tem silcileri arasında bulunmasını fırsat bilerek Şarkiiiiktan da '
392 HİLAFET-1 MUAZZAMA-1 1SLAM1YE
sıyrıldı. Hali:>uki Türkiye'nin Asyalı ve Avrupalı olması, kong renin konu:su ile hiç ilgili bir mesele değildi. U\kın An kara ricali ve özellikle Tevfik Rüştü Asya'dan ilgisini kes mekle Avrupalı ların teveccühunu çekmeye çaiışmakta hiç bir fırsatı kaçırmazlar. Bu Tevfik Rüştü ' n ü n bir kaç ay ev vel bazı Avrupa gazete muhabirlerine: " Bizim n� Şark ile, ne Şark milletleri ile, ne Müslü manlıkla, ne Islam ilimleri ile münasebetimiz yok. On lardan bütün alakamızı kestik, kendilerini tanımıyoruz.' ' diye açıkladığını gazeteler yazdı. Coğraf)lası, tarihi ve her şeyi Şarklı olduğunu söyle yen bir Şark devletinin Hariciye Nazırı, istihfafı ve belki iha neti ifade eCecek bir şekilde Şark islam m illetlerinden yüz çeviriyor. Halbuki bilhassa Hariciye Nazırlan, dillerine pek ziyade sahip olarak kelimeleri iyice tartarak söylememek ve en küçük milletiere bile dakunacak sözlerden kaçınmak· la m ü kellef adamlardır. lakin Şark., Türkiye Hariciye Na zırı' nın ağzına pek kolay gelmiş, münasebetli m ünesebet siz her fırsatta oradan ilgisini kestiğini ilan ediyor. Bu kong rede de kalktı dedi ki: " Biz Asyalı değiliz. Çünkü (Bosfor) Asyayı Avrupa' dan ayırmaz, belki Avrupa'ya bağlar. Türk milletinin bü tün tarihi bu coğrafi hakikatı isbat eder. Ve bizim bü yük Reisimiı! Gazi Mustafa Kemal 'in yapmakta olduğu büyük ıslah i:şlemleri Avrupa ile Türk milleti arasındaki harsi ve medeni bağları teyit ederek tarihi gerçek hali ne koymuştur. Bu yönün bizim için zaruri bir esas ol duğunu takd1lr ederek istiklalimizi temine muvaffak olan Reisimiz, duwmumuzu erişilmeyecek derecede metin ve emi n b ir Şiekle soktuğu cihetle artık kuvvetimize gü veniyoruz. Vr� netsimize hürmet etmeyi biliyoruz. ilh." Bunu b6ylece söyledi. Halbuki bu konuya dair ondan kimse bir şey sormamıştı. Kongrenin müzakere ettiği me seleler arasında da böyle bir şey yoktu. Fakat o, Avrupall lara yaltaklamnak istiyo rd u . B ütün h areket çizgisi ile bu noktayı takip ediyordu. Teşekkür olunur ki Türkiye'nin kuv,
H1LAFET VE KEMAL1ZM
393
vetile övünü rken adeti vech ile dört beş sene sonra mem leket nüfusunun 45 milyona ulaşacağını söylemedi. Evet, Türkistan Tatarlarının Anadolu'ya m uhaceretleri ile nüfu sun çoğaltılmasına yardımcı sağlıklı tedbirler alınması sa yesinde Türkiye nüfusunun beş senede 13 m ilyondan 45 milyona çıkması tarzındaki h urafeciliği bu defa da tekrar ederek, muhtelif devletlerin m u rahhas heyetlerini güldür rnek istemedi. Türkistan Tatarları'nın Anadoluya muha cereti gibi ancak Ankara ricali nden bazılarının mu hayyile sinde yer bulabilecek olan ve daha önce Tevfik Rüştü' den işitilen h urafe, dinleyenleri çok güldürmüştü . Her ne ise bu defa da Avrupalı! ık, Asyalılık davaları ile, kongrede Avrupa devletlerini teşkil eden murahhasların hürmetini kazandığına ihtimal vermiyoruz. Böyle iddialar la ne Avrupalıların Türkiye'ye sevgisi artar, ne (Musolini) merhamete gelerek Antal ya'ya, Menteşe'ye göz koymak tan vaz geçer, ne Yunan ·intikam fikrini bırakır, ne Bulgar ilk fırsatta Edirne'yi geri almak arzusundan feragat eder, ne Fransa Kilikya'yı unutur, ne i ngiliz böyle sözlere alda narak Anadolu'nun bağrında bir Kürdistan kurulmasını ta savvurdan sarf-ı nazar eder. Sonra, şurasına hayretteyiz ki Türk milletinin baştan başa tarihi göz önünde iken Türkiye nasıl oluyor da Asyalı olmuyor? Türk milletinin tarih i isbat eder ki Osmanoğul� ları bütün Balkanları, Macaristan 'a, Polonya'ya, Basa� rabya'ya, varıncaya kadar istilası altına aldı, Viyana'yı mu hasara etti. Fakat kendileri Asyalı idi. Osmanlı devletinin tarihi isbat eder ki 1 877'deki Rus m uharebesine kadar bu devlet, Avrupa kısmında 20 milyon teb'aya malikti . Öyle iken Avrupalılık iddia etmemişti. Şimdi Avrupa tarafında an cak bir milyon kadar nüfusu kalan Türkiye nasıl Avrupa dev leti olabilir? Acaba tarih ve coğrafya insanın, istediği gibi tahakkum edeceği memluk malı mıdır? Hangi Şark veya Garp tarihi Türkiye'nin Asyalı olmadığına delalet eder? Ve hangi coğrafya Edirne vilayetinin asıl ve Anadolu 'nun ay rıntı olduğunu gösterir. Evet, Şarkiıiardan ilgilerini keserek Frenkleşmek isti yorlar ve bunu kurtulus volu sanıyorlar. Avrupalılık , heves
394 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMiYE
ve çekicili(ıinin onlarda fazlasıyla mevcut olduğu hıüsellem dir, ve lakin bu halin kendileri n i Avrupa düşmanından kur taracağı müsellem değildir. Asri v,a müterakki olmak için Asya'dan, Şark'tan ve bunlara benzer vasıflardan yüz çevirmek gerektiğine ge lince; Türkler ne kadar i lerleseler Japonlar' ın derecesine erişemezler. Böyle iken bir defa de Japonlar' ın " Asyalı değiliz." Yahut "Şark milletlerinden değiliz." dediği vaki olmamıştır. Belki orada Asya ve Şark milletlerini cem ' ve tevhit maksadıyla kurulmuş bir cemiyet bile vardır. Tevfik Rüştü'nün öyle m illetler arası bir toplantıda Türkiye adına söylediği söz, bütün Asya milletlerini nefret ettirir, fakaı bir tane Avrupalıyı bile cezb ve imale etmez. Çünkü Avrupalılar tarihi de çağrafyayı da bilirler. O sözle rin boşuna bir yaltaklanma olduğunu da bili rler. Mustafa Kemal, Ankara' da kıyam ederken irad ettiği n utkunda "Biz yüz milyon Türk'üz. Yüz milyon da Arab kardeşlerimiz var. " dediğini unuttu galiba! Evet, o nutuk lar, Yunanll!lar'la m uharebeleri son bulmadan önce idi. La kin ne de olsa söylendi ve gazetelerde zabt ve tescil edil di. Acaba Mustafa Kemal'in o zamanlar öğünerek intisap ettiği yüz milyon Türk, yüz m ilyon Arap, Avrupa milletle rinden mi iı::l i ? Biz necib Türk milletinin büyük çoğunluğu itibariyle Türkiye haı iciye vekilinin ağzından m ükerreren sadır olan bu gibi soğuk açıklamalarından müteessir ola cağını takdir ediyoruz. lakin böyle adamların: "Nefsi mize hürmet etmesini öğrendik" demeleri doğru oldu ğunu söylemek istiyoruz. Çünkü vatanın ı ve aslını inkar edenler netisierine hürmet etmeyenlerdir./Cenevre, 24 Mart (Yarın, sayı: 21 , 1 1 Mayıs 1 928, sh: 3·4) ·
AYAK UYDU RMAK MECB URiYETiNDEYiZ! Hir ictimai kitle pek doğaldır ki zaman ın akış tarzına adımını uydurmak zorunluluğunu d uyar. Lakin bu zorun-
HiLAFET VE KEMALİZM
395
l uluk kendisini i htiyaçların şiddetiyle uygun olarak hisseti rirse kitle yavaş sanılacak bir hareketle yüce hedeflerine doğru ilerleyebilir. ihtiyaçların giderilmesi hususunda lazım gelen mücadeleler milletin azmi, iradesi , seeiyasi üzerin de olumsuz etkiler yaparsa hareket durur. işte hayat kanunları ile, ahiret akideleri arasındaki mü cadele o vakit başlar. Bugün görüyoruz ki pek berbat bataklıklar ve ölüm teh likelerinden ibaret olan taassub sahralarına geniş berzah larla birleşen dinlerin manevi etkisi altında kalan bütün mil letler hiÇ bir ilerleme izi gösterememişlerdir. Şark milletle ri, bütün Asya, bu iddianın hakikatı isbat eder. Çünkü sanayi uygarlığı ihtiyaçların ürü nüdür. Dinlerin etkisi altında kalan Doğu milletleri karşılaştıkları ihtiyaçla rı temin ederek def etmek çaresine katlanamazlar. Onla rın azimleri, iradeleri, seeiyeleri hayat için ciddi mücadele edecek her türlü hasJetleri artık dumura uğramıştır. Zaten dinlerin de kuruluş sebebi hemen hemen mad di ihtiyaçları temin ile def etmek değil, onu duyurmamakla def etmekten başka bir şey değildir. Bu tıpkı i radesine ha kim olamayan bir adamın üzüntü, etkilenme gibi şeylerden kaçmak için onları unutmak ihtiyacı ile içkiye sarılması gi bidir. Tabii doğrudan doğruya merkez sikletini ruhtan alan bu manzume, hayır, şerr, kaza, kader, i rade-i cüz'iyye, kül liye gibi bir çok, fakat birbirinden ayrılması imkansız itikat lar koymakla insanlığın benliğini istila eder. Bunun netice si olarak her kişi dünyaya ait bağını günden güne kaybe derek ahirete ait bir aşkın heyecanları içinde, bir afyonkeş durumu ile sürüklenir durur. Kuruluş maksad ı bu nokta ol duğu için her din de bu suretle çalışmıştır. Manevi akldelere dikkat edilirse bu pek çabuk anlaşı l ır. i nsanlar da bu anlayışların etkisi altında muhafazakar ve adem-i teşebbüs sahibi olurlar. Bir millet maddi ihtiyaçlarını bizzat temin edebilmek seeiyesini kazanmaya başladığı günden sonra taassub na zariyelerinin hükmü halkın benliğinde bir misafir durumun da kalır. Hayata ait fikirlerin ilerlemesi ile uygun olarak ahi rete ait anlayışlar da yerlerini kaybederler.
396 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t 1SLAM1YE
Lakin bu nisbet bir ahenk altında ilerleyemezse o va· kit inkılaplar kanlı olur. Kan çok vakit cemiyet malzemesi· nin suyu 9ibi kullanılır. Ahirete ait akideler yerlerini terk et· medikieri gibi ihtiyaçlar bütün şiddetiyle, kendisini duyu rursa meydana gelecek olan baskı bu iki yönden birisini mutlaka yıkacaktır. Fakat, ekseri zamanlar galip gelen mad diyattır. Bu noktaya gelir gelmez memleketimizde m utaassıp muhafaza.kar şahsiyetterin bakışlarını çekmek isteriz. Bir defa Asya'nın ve Amerika'nın bir kısmı müstesna dünyanı n her milleti bizden m ilyonlarca fersah ileride bulunuyor- artık hissediyoruz ki dünyayı u n utmak için ko· nulmuş ola.n kanaatlerle dünyada yaşamak i m kanı yoktur. Eğer böylı3 imkan kabuL edersek gelişmiş milletierin gös terecekleri bir lokma ekmeğe karşı birbirimizi çiğneyerek koşmaklığrmız ve bir bahçeci beygiri uyumlutuğu ile sürekli olarak çalışmaklığımız, fakat başkası için çalışmaklığımız lazımdır. Buna ise hayat demek azaôtır. Bugüne kadar na sılsa bu bozuk yolda başkalarının çıkarı için sürüklendik, fakat artık an lıyoruz ki yaşamak mutlaka d idinmeye, mü cadeleye clayanmaktadır. Karşımıza çıkan şiddetli ihtiyaç dalgaları azmimize irademize olumsuz etkiler yaptığı gün kendimizi her türlü hak ve hayattan mahrum bulacağız. Hiç kimsenin vicdani kanaatine karışmıyor, ve kanşmak da hak kımız oldu�ıun u iddia etmek istemiyoruz. Fakat bu kanaat ler. vicdanlaJda kalmalı, bu kudsiyet fidanlannın etrafını çir kin taassub dikenleri sarmamahdır. Bir sarık, bir şapka, bir keman namesi için memlekette dinsizlik, imansızlık mese lesi çıkaran hocalarımız artık her türlü hadiseyi soğuk kan lılık ile karşılamak lazım geldiğini unutmamalıdırlar.Zaman bizi kendisi ile beraber sürüklüyor. Biz de o akıma ayak uy durmak mer;buriyetinde bulunuyoruz. Bu sür'atın azalma sı için çabalayanlar, akım ı n önüne geçmek isteyenler her şeyden evvGI bilmelidirler ki kendileri ezileceklerdir. Lakin ayaklarım ız altında kalacak olan binlerce, milyonlarca(en gel)lerin cesetleri de bu akışın sür'atine zerre kadar etki atmiyecektir. •
RtLAFET VE KEMALİZM
397
ictimaiyatın tarihi meydandadır. Emeli yaşamak olan ve bu hususun her ne suretle olursa olsun sağlanmasına çalışmayı gözüne almış bulunan bir milletin nelere kadir ol duğunu orada görmek mümkündür. Şapka meselesine, dünya (işlerinin) dinden ayrılmasına itiraz edenler, mede niyet kanunlarını kabul etmek istemeyenler pek açık bir şe kilde aldanacaklardır. Tabiatın kanu nları, kahvehanelerin, halvethanelerin dedikoduları ile, yahut bir kaç şuursuz hareketin etkisiyle kıymetlerinden soyutlanmıyacak kadar kuvvetli ve zorlu durlar. Ne kadır yazık o kafalara ki akıntıların önüne geçmek, hadisenin akışına m uhalefet etmek gafletinde bulunuyor lar. (Mehmet Hilmi, Yeni Adım (sermuharriri), numara: 3, birinci sene, 1 6 leşrinievet 1 926, sh: 1 ) i skece (Kisanti) GÜMÜLÇi NE M ÜFTÜLÜGÜNDE AZiLLER VE TAYi NLER Gümülçine'nin tayin edilmiş müftüsü Nevzat Hoca' nın azi edilerek yerine Hacı Ahmet Efendi isminde birisi" nin tayin olunduğunu bundan önceki sayılarımızın birinde yazmıştık. Bu münasebet ile müftüler hakkında bir şeyler yazmak vazifesini hissediyoruz. Herkes biliyor ki Gümülçine'de bugünek kadar müf tülük eden Nevzat Hoca en büyük din memuru olduğu gi bi memleketin içinde en büyük tefrikanın da m üsebbibi ol m uştur. Zamanın gereklerinden olan bir çok şeyleri bu adam taassubunun, sahip olduğu köhne zihniyetin içine sığdıramamış, bütün gençleri ihtiyarları birbirine düşüren sebebleri hazırlamış, onları faal bir hale sokmuştur. Bütün hocalar gibi bu azi edilmiş Gümülçine müftü sü de Türklük aleminde meydana gelen yenilik inkılabla nnı hazm edememiştir. Bu hazımsızlığını da yine bütün ho calar gibi ortaya çıkarmış, kendi karşıtıarına katir, taraftar Iarına özü bütün müslüman nazarıyla bakmıştır. işte bu se bebten Gümülçine halkı keşmekeş içindedir.
398 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMIYE
Türklü k alemindeki yeni fikirlere, iyi hareketlere kö rükörüne m uhalefet eden, sanki bu kuwetli akımın önün de d u rabileceğini ümit eden bu zavallı hoca, milletten de ğil, h ükümetten aldığı yetki belgesi ile Türklüğe aleyhdar bir çok icraatı yapmıştır. Ve yapmak istemiştir. Onun bu milleyete, terakki ve yenifiğe hayatını Türkiye den Batı Trakya'ya firar eden Türklük düşmanlarının yüzlerine te bessümler serpmiştir. Onun için son zamanlarda bütün ka çaklar mültü Nevzat'ın etrafında toplanmışlar. Bu şuursuz Hoca'yı teşvik ile takdir ile bu kara yola sevk etmeye uğra şıyorlardı. Batı Trakya içindeki kaçakların , Yüz Ellilikler' den kaçan hocalara kadar her Türklük düşmanının Gümül çine'de kendisine bu yudum ekmek bulabilmek ümidi, bu Hoca Nev;�at ile yine ona benzeyen iki hocanın onlarca ümitli ve emelli icraatından ve arzusundan doğuyordu . Yüz Elliliklerdeirı Mustafa Sabri' nin çıkardığı "Yarın", yine Yüz Eliikierden Çopur ismail Hakkı nın çıkardığı " i 'tila " , Ka ra feriye l i Hasan isminde bir kaçağın " Balkan" adındaki gazeteleri bugün kara kalbii Türk düşmanları bulunduğu kanaati ile Gümülçine'ye yerleşmişlerdir. Batı Trakya' da, Türkler arasında Türklük düşmanı şahısların bir yudum ek mek bulabil meleri iyi değildir, hiç şüphesiz fenalığın daha büyüğü ise Gümü lçine gibi Türk'ü bol bir muhitte böyle milliyetini ir kar eden, anasına kurşun atan şahısların bu l u nmasıdır. Bugüneı kadar Gümülçine halkının, gençlerinin nazar-ı dikkatlerini çektiğimiz gibi, mebuslarının dikkatlerini çek tik. Kaçaklann gazetelerine beyanatta bulunan, şapka me selesini bür türlü sindiremiyen ve sindirrnek istemeyen Ha· fız Galip Efr� nd i n in şimdi azi edilmiş müftü Nevzat Ho· ca nın tekrar tayin i için çalıştığın ı işitiyoruz. Kendisine te essüfler ede,riz. Şapka g iydiği için bir şahsı babasının mirasından mah rum etmeye kalkan ve mahrum eden, karısını boş düşü ren ve bunlara benzer acayiblikler yumurtlayan ve bütün Türk düşmanlarını etrafına toplayan bir Hoca'nın tekrar ta'
'
'
'
'
HlLAFET VE KEMALİZM
399
yini ile uğraşan bu mebus efendiye düşen en kıymetli va zife müftü ve cemaat seçimleri hakkını hükümetten iste rnek ve bu suretle millete bir iyilik etmektir. Müftü Nevzat'ın yerine tayin edilen adamın ne kıymet te, ne kıratta bir şahsiyet olduğunu tabii bilmiyoruz. Onun hakkında henüz bir şeyler yazmayacağız. Fakat şu kadar kayd edelim ki, biz, m illetin kuwetine dayanmayan mev kie gelen cemaatlerden de, müftülerden diğer komisyon lardan da iş bekleyemeyiz. Zira bunlar milletin değil, tayin eden gücün adamıdırlar. Şu kadar zamandan beri iskeçe'de, Gümülçine'de ce maat azi edilir, yerine başkası tayin olunur. Müftü değişti rilir, diğeri tayin olunur. Komisyonlar atılır, yenileri getirilir. Fakat bütün bu karışıklıklar Batı Trakyalı Türkler' e hiç bir hak vermez. Aksine her gelen cemaat, gideni, her gelen müftü kendinden bir öncekini aratmaktadır. Jurnalcilik, tez virat yapmak, halk arasına nifak ve tefrika sokmak hep bu makamlara ve suretle gelen kimselerin yegane icraatlarıdır. Halbuki memleketimizde müftülük tarafından yapıla cak pek çok şeyler vardır. Dini işlerimizde kat'i olarak bir ciddiyet kalmamıştır. Şer'i mahkemeler artık bizim ihtiyaç larımıza kifayet etmiyor. Onları ya değiştirmeli, yahut biraz akla yakın bir hale sokmalıyız. Evlenmek, ayrılmak, miras, eytam ve saire bütün bunlar bizim için çözümü gereken sorunlardır. Ne Gümülçine'nin, ne iskeçe'nin ne de bü tün dünyanın bu tarzda idare edilen eytamından, evkafın dan hiç bir hayır gelmez. B inaenaleyh meseleleri bu türlü düşünmeliyiz. Bugün iki tayin edilmiş müttünün elindeki ek sik, eski, bir kara manzumenin içeriği ile kos-koca bir mil let nasıl idare olunur. Bilhassa o müttüler de iş adamı ol maktan ziyade partilerin, hükümetin adamı olur, vazifeleri nifak ve tefrika saçma� olursa!. . Gümülçine müftüsünün azi ve diğerinin tayini mese lesinde, demek istiyoruz ki, dünkünün ewelki günkünden, bugünkünün dünkünden ayrıiabilmesi -bu şartlar içinde pek de ümit edilemez. işin en iyisi reylerimizle gelmemiş ,
400 RtLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMIYE
olan bu adaımfarı bu makamlardan tutup atmalı, kendi seç tiklerimizi oturtmalıyız. Zira, kaçaklara etmek bulmak, halk arasına nifak sokmaktan başka bir iş yapamayan bu adam lara ne lüzum vardır? (Mehmet Hilmi, Yeni Adım, ikinci sene, numa.ra: 1 29, 27 Haziı:an 1 928, sh: 1 , iskeçe/Kisan ti. "Cumhuıriyet'te, hakim kanun olmalıdır!' vacizesi ile, bu gazete, l<endi çizgisini şöyle niteliyordu: " Siyasi, icti mai, iktisadi Türk gazetesidir.")
SON CEVABlMlZ Geçen haftaki " i'tila"da 1 50'1ik listesine · ait sui . itadesini ve m üftülük, m üderrislik meselelerinde cemaat-ı hazıraya taraftar olarak Şevki ve Hacı Yakup Efendiler' e m uarız bulunması yüzünden ewelce aramızda başlayan münakaşa sadedi ile hiç m ünasebeti olmayan M. izzet im zalı uzun bir tecavüzname gördük. (Yarın)daki, adı geçen münakaşanı n Şeyhülislam-ı sabık Mustafa Sabri Efendi Hazretleri'nin kalem i ile idare edildiğini farz ve iddia eden imza sahibi :>ekiz on sütunluk hakaret ve h ücumunu Mus tafa Sabri E''endi'ye tevcih etmek küstahlığında bulunuyor. (Yarın) gazetesinin sahibi ve sorum l u m üdürü, üze rinde yazılı olan H.Fehmi-' dir. Yani benim. Açıkça başka bir imza ile yazıtmadıkça gazetenin bütün m ü nderecatı ka nunen ve hul<uken ve münhasıran bana ait, ve h u ku k-i akt, akide raci ikıen farz ve iddia esasına istihat ile gazetenin münderecatından kendilerine husumet teveccuh etmeyen herhangi bir zata sorumluluk atf etmeye kalkışmak kadar gülünç bir cohalet tasavvur olunamaz. Yazık ki bu ceha letle bulaşık şecaatı gösteren mecnun, Gümülçine'de da va vekilliği ilo iştigal ediyor. Yok yok örf ve kanu n sınırını bu derece aşan kara cahil dava vekili olamaz, adi bir arzu halcidir. Çünkü benim gazetemin münderecatına kızip da Şeyhülislam Efendi'yi mahkemeye davet etmek ne kadar
HtLAFET VE KEMALİZM
40 1
gülünç ve duyulmamış, olursa böyle bir davayı kamuoyu
önünde dermeyan etmek de o derece komik bir cinnet a' lameti sayılır. Bütün dünyanın hükümet ve basın kanunlarının bana
izafe edeceği b u yazıları ben yazmıyormuşum da M ustafa
yaı;ıyormuş. Bana çok görmüş desem, hakaret-namesinde cahil diye tavsit ettiği Müşarünileyh'e de çok görmesi lazım gelir. Nasıl ki Müşarünlleyh'in ga
Sabri Efendi
zetemde neşr olunan şiir hakkında idare-i kelam ederken :
"Şair olduğunu bilmiyorduk, başka şiirini görmedik."
diyor. (Yarın) belki bana ait yazıları Mustafa Sabri Efendi yazdığı gibi, Müşarünileyh de belki o şiiri başkasına yaz dırmıştır. izzet Efendi de bu hakaret-namesini belki sar hoş bir tulumbacıya y&Zdırmış. Şimdi bu, ne söylediğini ve kime söylediğini bilmey�n akılsızlık sarhoşu adam: "Be n karşımda Mustafa Sabri
Efendi'yi isterim de isterim. ' ' diyerek tepiniyor ve bu su retle karşısına çıkmış veya çıkacak farz ettiği Müşarüni leyh in gölgesine havladıkça havlıyor. (itiiA) allamalerinin (Yarın) ile aralarında '
açılan mü bahase ve münazarada düştükleri müşkiUitın içinden çıka
mayınca mevhum ve faraziyelerden çare aramaya, husu met teveccuh etmeyen kapıları çalmaya kalkıştıklarını gö
ren ve münazara adabını bilen okuyucu, bu hale şaşıp kal mıştır. Mübahese meydanında (Yarın) kendilerini sıkıştır dıkça bahisten bahise atladılar, olmadı. Konu dışında ifti
ralara atladılar, olmadı. Şimdi de m uhatabtan muhataba atlamak hevesine düştüler. Aciz ve çaresiz mızıkçılar, ne reye gidiyorsunuz? (Yarın) ın sözlerine cevap veriniz! Ve hiç olmazsa haddinizi bilin iz! ..
Mustafa Sabri Efendi, ağzı bozuk arzuhalci izzet Efendi ile mübahese ve münakaşaya tenezzül etmez. O, ilim ve kalem kudretini Ahmet Mithatler, Hüseyin Cahid· ler, Manastırlı ismail Hakkı Efendiler, Abdullah Cevdet ler, Cenap Şahabeddinler, lütfi Fikriler, Süleyman NaF.2 1
402 HlLAFET-1 MUAZZAMA-t İSLAMIYE
zifler, Haşim Nahidler'e m ü bahese ederek Türkiye'de ve hariçte henüz hayatta olan yüz binlerce muarızın malumu olduğu üı:ere hepsinde gali p gelerek cihana tanıttırmıştır. Bu saydı�jım birinci tabaka meşhurlardan hiç birisi müba hese esnasında M üşarunileyh'e cehrisnat etmek gibi hür metsizliktl:l bulunmadıktan başka, meşhur edib Cenab Şa habeddin Bey'le " Peyam-ı Sabah" sütunlarında careyan eden "Te•addüt-i Zevcat" münakaşası arasında edib-i Mü şarunileyh'in, m uhatabı ve m ünazırı Mustafa Sabri Efen· di için: " Dala sakalları yeni çıkmaya başlayan genç bir hoca oldıJğu zamandan itibaren gönlümün Şeyhülis· lam'ı idi.' ' diye yazdıklarını, arzuharcı izzet Efendi gibi hiz met ve fa;!ilet inkarcılanndan başka, kadir-şinaslar unut mamışardıır. izzet Efendi'nin hezeyannamesinde Musta· fa Sabri E fendi 'ye rakip gibi gösterdiği kişilerden edib ve meşhur mOcahid Refik Halid Bey de mütareke devrine ait yazıp neşr ettiği " Mine-lbab ilei-Mihrab" isimli eserine mu halefetin ve Ferid Paşa kabinelerinin yegane değerli rük nü Şeyhü!lislam Mustafa Sabri Efendi olduğun u tasrlh eder. Meşrutiyetin ilanından sonra istanbul'da bütün ulema n ı n iştirakıyle teşekkül eden Cemiyet-i i lmiye-i islamiye nin yayın organı olan " Beyanü'I·Hak" ilmi mecmuasının başından sonuna kadar baş yazarlığını idare etmiş bulu nan Mustafa Sabri Efendi besbelli böyle bir vazifeyi izzet Efendi tarafından isnat olunan cehaleti (!) ile idare etmiştir. Bütün bu kıymet ve fazilet vesikaları, dikkat sahibieri nin hafızasından, arzuhalci izzet Efendi 'nin kıymetsiz ha tırı için s ilinip gidecek mi sanıyorlar? Hele mağfur ve mağ dur şehid A11i Kemal Bey'in hemen hergün denilecek de· recede sık sık bir tekerrürle " Peyam-ı Sabah"ın baş sü tunlarında M ustafa Sabri. Efendi Hazretleri nin fazı ve ke maline karşr gösterdiği hürmet ve tutkunluğu da acaba mer h u m ile ve çıeçmiş zaman ile birljkte öldü gitti mi, dersiniz? Mustafa Sabri Efendi'nin Ittihat ve Terakki ile Ke· malizme karşı bitmek ve yorulmak bilmeyen mücahedesi'
'
HILAFET VE KEMALIZM
403
ne ve bu husustaki eğilip bükülme kabul etmeyen hizmet
ve faaliyetine gelince, bunu i skeçe ' deki i slam Lisesi mü dürü All Vasfi Efendi ' nin hocası bulunan meşhur ulema
ve muhaliflerden merhum Dehri Efendi ' nin bir sözü ile an latmak kifayet eder. Merhum; istanbul'da belli başlı . an
maya ve saymaya değer bin on Iki (1 012) muhalif var dır, dedikten sonra on Iki kişinin isimlerini sayar ve bin' den sorulunca; o da Mustafa Sabri Efendi'dir, derdi. Dehri Efendi ölmüş ise de bu sözü merhumun ağzından işiten ler sağdır.
iık devirde
Mustafa Kemal'i lslamiyet ve Hilafetin
kurtarıcısı sanan Mısır Arabları, Mısır ulema ve udebası ie, " Ehram" ve " Mukattam" gibi büyük gazeteler üzerinde kendi dilleri ile kalem mücadelesine girişerek muhalefeti
ve Halife Vahidüddin'i gurbet alemi nde, hasta efrat ve ai
lesinin başında savunan ve hakkıyla onları ilzama muvaf fak olan, daha sonra bu maseieiere dair Beyrut'te "en
Nekir ali münkeri en-ni 'me min ed-din ve'l-hilafet ve'l ümmet" adı ile Arapça koskoca bir eser neşr ederek, mu halefetin haklı davasını ve Kemalizm'in daha sonra mey
dana çıkan la-dini maksadı n ı islam alemine üç dört sene
daha ewel (1 923-1 924) tanıttıran Mustafa Sabri Efendi' den başka bir adam daha varsa göstersinler. izzet Efendi
o Arapça kitabı okumaktan bile acizdir. H ülasa Mustafa Sabri Efendi kadar hem dini müca hede ve hem siyasi mücadeleyi cem'eden ve hükümette onun kadar muhalefetin elinden tutan bir Türk din ve dev let adamı yoktur. Onu sevmeyenin ya dini, ya muhalefeti
veyahut tıyneti bozuktur. Onun için siyasi düşmanları dini bir adam {Kierikal) diyerek ulemadan olduğunu başına kak maktan başka bir üstünlük sebebi bulamazlar. Ve böyle
söylemekle de dinin siyasetten ayrılması gibi dinsizliğin ve
Kemalizm'in, müslümanlığa göre en batı! ve en muzır bir prensibini kabul ettiklerini göstermişlerdir. Şimdi bizim burada ancak bazılarını sayabildiğimiz şu müsbet, delilli vesikalar karşısında arzuhalcı lzzet Efen di'nin Mustafa Sabri Efendi hakkındaki sebebsiz, senet
s.iz ve münasebetsiz, tıpkı jurnal masalı gibi uydurma söz-
404 HİLAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMlYE
lerinin soi<ak dedikoduları derecesinde bir kıymeti olaca
ğına elbette okuyucu dikkat eder. Lehte ve aleyhte böyle şahsiyat meseleleri ile biz, gazetemizin sütunlarını hiç iş gal etmeyerek ve bilen bilir, diyerek bunları kamuoyunun iz' anına t€ırf.< etmek isterdik. Lakin ne yazık ki Trakya müs lümanları, vaktiyle Türkiye'de cereyan etmiş fırka müna kaşaları arasında Parmakkapı külhanbeylerinin, takım teş kil ederek , eski
(Yeniçeri)
kazanı yerine tulumbacı sandı
ğı kaldırdıklarına ve. Ferid Paşa hükümetlerinin başarısı na engel olmakta lttihatcılar ve Kemaleiter kadar zi
medhal olduklarına, hasılı maziye ve tarihe karışan kepa
zileklere vakıf değillerdir. M .izzet'in "itila"da attığı nara lar hep o ;�aman, müfrit Parmakkapı fırkasının, Mustafa Sabri Efendi' nin başkanlığı altında kurulan Mutedil Hür
riyet ve i tilaf Fırkası'na karşı yaptığı şamataların zaman
la geçmesi ve mekanın ihtilafından feyz ve cesaret alan düşmanın derdi ve muzevvir yansımalarıdır.
ilk defa. istanbul 'dan Mısır'a iltica ettiği zeman, Mus in henüz dinsizliğine vakıf olmadıklarından, gayretini güden Arapların, Şeyhülislam Efendi ye şeref ve ren hakaretlerinden kinaye olarak izzet'i n hezeyanname
tafa Kemeıl
'
'
" Unutmayınız ki Mısır sizi, üzerinize yaş hayvan gübresi at;;ırak karşıladı. " demesi de jurnal hikayesinin
sinde:
gevelenmesi gibi meseleyi iyi anlatmadan efkar-ı umumi yeden yankesicilik yapmaktı. Muhalif geçinen hayasıza ba· kınız ki muhalefetin Şeyhülislamına karşı yapılan Kema list şamatalarından şevk ve lezzetle bahs ederek kamuo
yunu iğfal i\e, bu hadiseden Müşarünileyh'e bir ar ve ha· calet payı iıstihracına sevk edriyor. (1 ). Sonra, Mısır'da şöyle olduk, Mekke'de oturamadık, /
Romanya'da oturamadık, tarzındaki muahezeler ve itham·
lar nedir? Tokrar etmek lazım geliyor ki hakikatan izzet sen utanmaz şeymişsini Bu sözlerin: "iyi adamlar olsaydınız
Turkiye'de, memleketinizde otururdunuz."
Adım' cının sözlerinden ne farkı vı:ırrlır?
diyen
Yeni
(1) Şimdi, Mıs1r'ın bu yaş gübreli hikayesini, Yeni Adım'cı da Mustafa aldığı Sabri Efendi'ye karşı ağzına sakız yapmış, çiğniyor. Ve ağzından " iti lii ' refikine içinden teşekkür ediyor.
HiLAFET VE KEMALİZM
405
Özetle, bundan sonra yazacağınız yazılara ben de ce vap vermiyeceğim, Şeyhülislam Efendi cahil olsun, siz " i'tila"cılar alim olun. Din m ücahidi olan, Ramazan'da is lam rnektabinin dershanelerinde alenen oruç yiyerek müs lümanların eviadını talim ve terbiye eden, din mücahidleri; islam ulamasına ve Şeyhülislam'a softa, yobaz ve şakku'l islam diyerek hakaret eden; ahiret, cennet, cehen11em, sı rat, hulle donu, hürmet-i hamr, mi'rac-ı Nebevi gibi Islamın itikat ve mukaddesatı ile istihza edici manzumeler neşr eden yeni sistem din mücahidleri! Bu noktada şüpheniz ve bize bir diyeceğiniz kalma ması için o manzumenin şer'i icabını ilgili makamlardan açıkça soralım: Gümülcine ve Meriç müftüleri faziletlü efendilerden açık lstlfta: (i'tlla) gazetesinin 69 n umaralı sayısında münderiç " Ey Hocaml" başlıklı manzumeyi, ulamadan bir zata ta riz ve taarruz maksadıyla m ünderecatını kabul ve iltizam ederek neşr ettikleri gibi 83 numaralı nüshasında da içki gibi manzume diyerek, mezkur manzumenin sayısız şer'i ahkama karşı saldırısını tasvip etmekte ısrarlı olan "i'tila" gazetesi yayıncı ve yazariarına din mücahidi ıtlakı ve hatta Müslüman ıtlakı sahih ve caiz olur mu, beyan buyurula!? Hasan Fehmi Lah ika: Şeyhüllslam Efendi' nin, yeni Türkiye'deki dinsiz, vah şi ve behimi i nkalablardan müteessir olarak Türklükten is tifa ettiklerine dair gazetemizle neşr olunan ve her taraftan büyük takdirlerle karşılanan manzum şaheserleri hakkın da M.izzet'in çirkin yakıştırmaları var: Merkum , şiirin ve zin ve kafiyasini beğen miyor, sabık hanedan-ı saltanata ait tenkidi ve Türk milleti aleyhi ndeki ithamları, ahlaki ve dini bir suç sayıyor! Vezin ve katiye meselelerinde izzet, benim kadar bi le fikir beyan etmeye yetkili olmadığı cihetle, bu noktayı dik-
406 HlLAFET-t MUAZZAMA-t İSLAMİYE kate almayarak, diğer siyasi ve dini noktalar hakkında gö rüşlerini alma.k üzere Efendi H azretleri'ne müracaata lü zum gördüm. Ve meseleyi arz ettim. Buyurdular ki: -Mevcut Hanedan-ı Saltanat hakkındaki serzenişin, hiç bir suçlamadan çekinmiyerek, hakayik-i ahvalin, her noktada dos-doğrusunu söylemek ibtilasından, ve hastalı ğın bazı taratiarını gizleyip de Türkiye'ye ait hicranları ta mamen ağlayacak olan bir şiirin eksik yeri kalmamasını ar zu etmekten i leri gelmişti. Memleketteki zalim hükümetle mazlum mille1 i, ikisini birden ıtab ve muahezeye müstahak gösterirken , bugün de dünkü gibi lakaydi h ayatı yaşadık ları i nkar olunamayan Hanedan-ı Saltanatı, bundan istis na edemezdirn. Edersem, haksızlık ve adaletsizlik olurdu. Maamafih bu meseleyi ileride uzun uzadıya tetkik ve teş rih edeceğim . Şimdilik şiirde bu kadar söyledim. Ve söy lerken, bulandırdığım suda balık aviarnaya çıkacak böyle hulüskarlık özentilerinin de, başka kanaat taşıyan ciddi ic tihat sahibierinin de bulunabileceğini bilerek söyledim. Bunlardan birinci kısmı teşkil edenler arasında, millet ve saltanat hanedanı gibi biri asri, diğeri tarihi en büyük kuvvet tanınmış iki dayanak noktası bularak bana hücum etmek fırsatın ı bu manzumede gafletle kendilerine vermiş olduğumu zanneden ve maselenin hak ve hakikat ciheti ne önem vermeyen sinsi hasımiarım vardır ki onlar; doğ ruyu söyleme!< için gerekirse bütün dünya halkından ayrıl mayı kabul ve tercih etmek itiyatında bir adam olduğnu unu tarak asıl kendileri gaflete düşmüşlerdir. Manzumode Türklük ve milliyet davalarının red ve takb'ihi n i kendisinde pek aykırı bir hareket sayarak şiddetli tevbihe layık nören bu m uteriz de galiba öteki gazetenin sahibi gibi; "Asibiyete davet eden bizden değildir. Asa biyet üzere kitalde bulunan bizden değildir. Asabiyet üzere ölen bi:zden değildir." tarzındaki pek çok eser ve h adisle islam'da kavmiyat davasının merdut ve yasak ol duğunu bilmiyor. Meşhur islamda kavmiyet davasının mar dut ve yasak olduğunu bilmiyor. Meşhur islam yazarı
HİLAFET VE KEMALİZM
407
A'yandan Babanzade Ahmet Naim Bey.Efendi'nin bu ko nuda m ü h i m bir eserin i on, on iki sene evvel "Sebilürreşad" neşr etmişti. islami ilimlerle münasebeti olanlarca malumdur ki is lam tarihinde, islami devrin karşıtı Cahiliyet devridir. Çün kü islamiyet, insanlara ilim getirmiş, ilmi emr etmiş, Cahi liyat devrine son vermiştir. Ne yazık ki dinlerine karşı küfran-ı nimet eden bugünkü seviyesizler Müslümaniiğı ce halet kaynağı sayarak din dışına çıkmakla ilim arıyorlar. işte milliyet davası da avamı cezb edebilen ve ilim ehline ya kışmayan bir dava olduğundan hadis-i şeriflerde bizzat Cenab-ı Peygamber Efendimiz tarafından buna cahiliyat davası adı verilmiş ve Müslümanlar bundan men ve tahzir edilmiştir. Müslümanlık gayretiyle milliyetimi istihfaf ettiğim için beni ayıplayanların bu gibi islami esaslardan büsbü tün habersiz oldukları anlaşılıyor. islam'da kavmiyel davası olmadığındandır ki eski Müs lüman Türklerin ilm-i halinde; " Din ve milliyet, ikisi bir dir. Yani milliyet, dinden ibarettir." diye kabul edilmiş idi. itirazcının, taraftarlığına özendiği Henedan-ı Saltanat bile, Osmanlı Hanedan-ı Saltanatıdır. Türk hanedan-ı sal tanadı değildir. Yani Türklük camiasım onlar da devlete esas olarak kabul etmemişlerdir. Şer'an mezmum ve işin aslında ibtidai ve gayr-ı medeni duygulara dayalı olan bu kavmiyel ve milliyet davasına bizde fazla olarak önem ve ren ittihatçılar'la Kemalistler' dir. Mu'teriz bilmiyerek on ların nazariyasini müdafaa ediyor. Meseleni n dini ve islami ci hatlerinden kat'-ı nazarla: " Milletim nev-i beşerdir, vatanım rüy-i zemin . " di yen Tevfik Fikret Bey gibi, hür ve müterakkı fikirli adam lar, milliyet davalarını red ade-gelmişlerdir. Halbuki şimdi mü nevver geçinen bir takım kara cahiller, böyle adamlara vatansız diyorlar! Yalnız müslüman kalarak, Türklükten istifa edenin, va tan sevgisi olmadığından imanı da şüpheli olacağını söyli ''erek bilmediği bahislere karışan muteriz, "Vatan sevgi-
408 HiLAFET-İ MUAZZAMA-t İSLAMİYE
si imandandır. " fıkrasına telmih etmek iste miş, lakin bu fıkra, çoklarının sandığı gibi hadis değildir. Bununla bera ber, Türklüğe gücenmek vatana m uhabbetsizliği de istil zam etmez. Dinini ayaklar altına alan millete karşı nefret izhar etmenin i mana zarar vermesi şöyle dursun, şer'i ah karnı ilga edereik isviçre kanununa tabi olan dinsiz h ükü metin partisine; son mebus seçiminde görüldüğü ve dün yanın hiç bir memleket ve m illetinde görülmediği ve görül m iyeceği veeh ile on milyonu aşkın toplam n üfustan bir ta ne hariç kalmamak üzere m üttefikan re'y vererek m üza heretin i izhar eden bir millete buğz etmek belki iman ve islam borcudur. Bu noktada m u'teriz, milliyeti islamiyete tercih eden din sizlerin görüşüne meyl ediyor. Halbuki Cenab-ı Hak Bnrae S u resi'nde şöyle buyurmuştur: " Eğer sizi r,ı babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, haremleri niz, kavim ve kabileniz, üzerine titrediğiniz tt caretiniz, eviniz, barkınız, yani vatanınız, nazarınızda Al· lahtan ve Peygamber'den ve Allah ve Peygamber yo lunda mOcahed,eden daha sevgili ise i lahi mücazata ha zır olunuz. " (Tııvbe/24) Yine M ücaclele SOresinin sonundaki: "Allaha ve ahiret gününe iman eden hiç bir mille tin efradı Allah ı1e rasulu ile zıtlaşanlar hakkında baba ları olsa da, eviadları olsa da, kardeşleri olsa da, mil letdaşları olsa <ıla m uhabbet besleyemez. Cenab-ı Hak imanı ancak böylelerden yakınlık ve münasebetini ke senlerin kalbindre tesbit etti. " (Mücadele/22) buyuruluyor. Bu ayet-i kerime, Uhud Muharebesi'nde babasını kati eden Aşere-i Mübeşşere'den Ebu Ubeyde bin ei-Cerrah ve kardeşini kati eden Ubeyd bin Ömer, yahut Bedir Gü nü'nde dayısını ôldüren Ömer ei-Hattab ile oğlunu m üba rezeye davet edon Ebu Bekr-ı Sıddık Haı.eratt hakkında nazif olmuştur. islamiyeti ayağının altına alan Türk milleti ne karşı benim i�;tifa haraketim, ashab-ı kiramın Kur'an-ı Kerim'de medh ve takdir buyurulan hareketlerine nisbet le çok hafif kalır.
HiLAFET VE KEMALiZM
409
Türkiye halkının baskı altında bulunmaları ise, irtidat inkılabına boyun bükmaleri ile kabule şayan blr mazeret olacağını sanmıyorum. Ewela, bu zorba gücü , önüne durulmaz bir hale ge tirmek derecesinde başına çıkaran, milletin kendisidir. Mus tafa Kemal millete bugünkü kadar kadir ve kahir bir ye's belası olmadan çok ewel, yani bundan altı-yedi sene (1 920-1 921 ) önce bunun, din ve devlet ve millet hakkında ne azim bir afet olacağını en acı bir dille istanbul gazetele rinde yazarak Türk milletini uyarmaya çalışan bu abd-i aciz olduğu için şimdi onların zorunlu mazeretlerini kabul etme mek beni m hakkımdır. i kinci olarak, baskı uygulayanlar ile baskıya maruz ka lanların sayısı arasındaki fark o kadar m ü himdir ki bu de rece kalabal ık bir koyun sürüsü bile olsa, o ölçüde azlık bir çoban teşkiliiiı nın cebren itaatı altına alınamaz. Koyun sürüsünün korkudan anlamaması ve bunların korku ve ümi di idrak eden hayvan-ı natık türüne mensup olması cihe tiyle mazereti te'yide gelince; bu da beşerin, hürriyet ve hakimiyete saik olan akıl ve idrakini esaret ve mahkumi yat sebebi saymak gibi makOs bir düşünce olur. Binaenaleyh bugün Türk milletini ya ölü farz etmek ve yahut M ustafa Kemal hükümeti ile kalben ve vicdanen be raber farz lazım gelir ki ben ise ne ölümü ve ne de o hükü metle iştirakı kabul ederim . " Ümmetim, zalimin zülmü nü yüzüne vurmaktan çekinir bir hale gelirse Allah Te ala onları artık kendi hallerine terk ederek medet ve ina yetini haklarında çabasız bırakır. " hadis-i şerifi de bu sö zümü teyit eder. itirazemın sözüne bakılırsa, bundan sonra hiç bir Türk 'ün bana ne bir selam, ve n e bir dilim ekmek vermemesi iktiza edermiş. Hareket rehberi ayet ve hadisler olması icap eden M üslüman, dinine hayrı olmayan Türk'ün ne selamı n ı a l ı r , n e ekmeOine m in net eder. " Sotramızı paylaşamıyorlar" diyerek hep sofradan, paylaşmadan bahs eden öteki gazeteci gibi, bu itirazemı n gözü de ek mek diliminde olduğu anlaşılıyor. (Yarın, sayı: 5, 2 Eylül 1 927, sh: 2-6)
410 H1LAFET-1 MUAZZAMA-l lSLAMlYE
TÜRKiYE iN KILABI VE MISIR BASlNI Türkiye' de camiierin başka şekli konulması ve namaz erkanının de,ğiştirilmesi, ibadet sırasında çalgı çalınması gi bi yenilikler düşünülmekte olduğu Mısır gazeteleri hayret ve taaccubta mevı.u-bahs ediyorlar. Bizim daha fazla hay retimizi çekren yön ise, 1 Temmuz (1 928) tarihli "es Siyaset" g�ızetesinin istanbul özel m uhabirine atfen bu mesele hak�anda yayınladığı makaleyi; h ilafet aleyhinde, şer'i kanunlar aleyhinde "Vakit" gazetesinde ve sair yer lerde yazdığı makaleleriyle Türkiye inkılabının yenı med dahiarı sırasında basınca önem kazanan ömer Rıza nın yazmış olme1sıd ır Münafıklık yarışmasında Ubeyd u llah'ı geride bıraka cak g i b i tı i r i stidat gösteren bu herif, vaktiyle "Sebilürreşad" d ini mecmuasına yaza yatardı. H a!ta Türkiye'de d i ni basın susturulduğu zaman bu herif de ls tiklal Mahkfımesi'ne sevk olunmuş ve orada Mısır tabii yetinden olduğunu söylemişti. '
.
istiklal Mıahkemesi'nden çıkalıda n beri d insiz Türkiye
inkılabın ın el i bayraklı dellallar ınden oldu. işte Mıs ı r daki
" es-Siyaset " gazetesi ne yazdığı Arapça makalede bu bile Türkiye üniversitesinde müzakere konusu olan namaz i nkılabın dan hayretle bahs ediyor. Ve ardında n ü niversite rektörlü ğünden Türkiye gazetele rine gönderi len bir tebliğ de iddia edildiği üzere üniversitede böyle bir m üzakere geç memiş gibi konuşulmasını da başka türlü etkilere atf ede rek aksine tekzibin içeriğin in inanılacak bir şey olmadığ ını söylüyor. Demek ki bu adam Türkiye gazetel erine yazı ya zarken başk�ı. Mısır gazetelerine yazarken de başka tikre hizmet e?erek i�i türlü kalem kullanıyor. Gerçekte Arapça . m �kalesınd e "Omer Rıza" imzasın ı koymam ış, yalnız " Omer"le ye!tinmişse de bu ikisi gerçekte bir adamdı r. Ve ancak iki yüzlü mesleği ne göre iki imza kullanma k istemiş'
HİLAFET VE KEMALlZM
41 1
tir. Maamafih muhabirliğini deruhte ettiği ve i stanbul'daki yazılarından farklı makaleler yazdığı "es-Siyaset" gaze tesi de sağlam bir ayakkabı olmayıp Mısır" ı n dinsiz gaze tesi ise de her halde Türkiye basını gibi bir g ü n yapılan bir şeyi ertesi günü inkilr ederek örtbas etmek gibi maskara lıkları kabul edecek kadar aşağı bir seviyede değildir. Türkiye'nin namaz i nkıh!bına dair 20 Haziran (1 928) tarihli "ei-Mukaddam" gazetesinde ise "Zeyneb Ahmet Muhammed" i mzasıyla.Mısırlı bir hanım tarafından gayet latif bir m�kale yazılmıştır. Bu makalenin bazı kısımlarını aşağıya, terceme edip koyuyoruz: "Hicri yılbaşı olan Muharrem aylarında her yıl Türk kar deşlerimizin sene başı teriklerini i slam aleminin ortasında patıayan ve kulaklarının zarını bozan bombalar içinde almaya alıştık. Bir sene başında insanları şapka giymeye icbar ede rek muhalefet edenleri darağacına çekmek olayları ile kar şılaştığımız gibi ertesi sene de müslüman ile gayr-ı müs lim arasında karşılıklı kız alıp vermek usulünün gerekli gö rülüp propaganda edilmesi ve daha ertesi yıl şimdiy kadar Türklerin yazılarında kullanılan bu hüsnü hattı, güzel sa natlar arasında en fazla ileriye götürenler Türkler olduğun dan korunması da en çok kendilerine düşen Arap harfleri nin latin harfleri ile değiştirilmesi birer kanun halini aldık ça, inşaallah, bu sene Türkiye'nin yeni bir münasebetsiz hareketiyle karşılaşmayız, d iyerek ternanniye mecbur olu yoruz. Lakin onlar başladıklan yolda ilerlemek ve yılbaşı hareketlerine ait adetlerini m uhafaza etmek azminde . ol duklarını gösteriyorlar. Nasıl ki bu sene Muharrem'in i lk gününün doğuşu ile beraber gerek "ei-Mukaddam" mu habirinin ve gerek " Royter" ajansının yılbaşı tebriği şek linde yeni bir m üjdelemesine mazhar olduk. Bu tebşire na zaran yeni Türkiye, camilerde sokak iskarpinleri ile yürü mek, halk namaz kılarken camiin bir köşesinde namaz kı lanları şevke getirmek üzere çalgı çalınmak gibi müslüman. taktın büsbütün çıkmaya sebeb düşünce ve tasanlara sah ne olmaktadır.
412 HILAFET-İ MUAZZAMA-l 1SLAM1YE
Yeni Tii'ı rkiye 'yi böyle fikirlere sevk eden halet-i ruhi· ye nedendir bilemiyorum. Arabiardan ve Nebi-i Arabi Mu hammed s.a.v. vasıtasıyla kendilerine vasıl olan bütün di· ni ahkamdan nefretle, kendi aralarından ç ıkacak yeni bir Türk Peygarmberi' ne tabi olmak üzere onun dini yönlen dirmelerine ı:emin ve zaman hazırlamak ve bu suretle mil li bir arzu ve qhtiyacı tatmin etmek mi istiyorlar? Yoksa Ana döl u muıaffeıriyetinden "Ne oldum" delisi mi oldular? O halde uyku uyuyanlar için de bir durum tayini yahut yalnız iki ayak üzerine yürümenin yasaklanması hakkında da ya rın o memleketlerde bir kanun sadır olmayacağını kimse temin edemeız. Hepimiz biliyoruz ki Hind müslÜmanları camilerinin bi rinde namaz J{ılarken Mecusi Hindulann muzıkaları ile ora dan geçmelerri iki taraf arasında büyük arbedeyi ve muka teleyi mucip olmuştur. Binaenaleyh Hindistandaki Hilafet Cemiyeti riccıli günün birinde Türkiye'ye gidecek olsalar camilere sokak potini ile girebileceklerini ve abdest alma dan namaz kılabileceklerini şimdiden öğrenmiş olunca aca ba ne diyecelder? Acaba Türkiye camilerinde kabulü düşünülen musıki aletleri, askeri musıkası mıdır, yoksa ince saz takımı mı· dır? Namazda bulunan cemaat ı heyecana vermek için ara da taksim de yapılacak mıdır? Sonra namaz cematainden birinin hoşuna gider de bir nağmeyi tekrar ettirmek isterse dileği yerine getirilecek mi? Yoksa camilere şimdiki Kur' an ayetleri yerine "Tekrar isteği yasaktır!" levhaları mı asılacaktır? Yeni namaz değişikliği icabı ile, camilere cemaat çe kebilecek güzol sesli müezzinler seçilecek, diyorlar. Lakin Türklerin, bizinı bildiğimize göre sesleri, emir ve nehye ya rar haşin seslerdir, teıanniye elverişli yumuşak sesler de ğildir. Bu seb1�ble komşu milletlerden yardım istemeye mahtuç olacaklardır. Binaenaleyh ben şimdiden onlara, Mı sırlılar tarafından vekalet ile Abdüllatif Bina ve Salih Ab dülhayy gibi meşhur (şarkı) okuyucu isimleri takdim ede·
RtLAFET VE KEMALIZM
413
biliriz. Şurasını da tem i n ederim ki Türkiye halkı her gece bu müezzinlerin minarelerde ezanlarını dinlemekten saba ha kadar namaz kılmaya vakit bulamıyacaklar ve müezzin lerin dinleyicileri, arası çok geçmeden "ezan azgınları " lakabını almış olacaklardır. Türkiye camilerine cemaat çekmek meselesi üzerine bir şey daha hatırıma geldi: Mısır'ın Cafe Şantenlerinin alemce meşhu ru iki bülbülü masabesinde bulunan "Üm m ü Gülsum"a Ayasotya Camii'nde Cuma namazlarmdan ewel Kehf Suresini okutturmak tecrübesi yapılsa . . . Neti cesi öyle tahmin ediyorum k i cami, cemaatin hücumların dan dolup taşacaktır. Bu suretle birinci, ikinci, üçüncü de recelere ayrılmış biletler ve duhuliyelerle cemaat kabul olunmak ve bu yüzden (meselA Şehremanetine/ Bu da bizden-Yarın) büyücek bir i stifade kapısı açılmak mümkün olacaktır. Sonra bir gün bakacaksınız ki çoğunlukla mugan niye/şarkıcı dinlenen perdelerde olduğu gibi namaz kılan lar arasında da coşkunluk sebebiyle bir çarpışma vuku bu lacak, polis araya girecek, Ayasofya Şeyhi mahkemeye sevk olunacak ve camiin iki ay müddetle kapatılmasına hü küm verilerek bu feci oyu n u n perdesi bu şekilde kapanmış olacaktır." (Yarın, sayı: 25, 20/7/1 928, sh: 3)