Yusuf Sözmez- Musibetler Ne Söyler

Page 1

YUSUF SÖNMEZ

3.

BASKI


dertte derman bulanlar

musibetler ne söyler? YUSUF SÖNMEZ Yayın Yön.etmerıi: NESİL YAYINLARI Dr. Veli Sırım Ediwr: Ali Erdogan

Mizanpaj: Ahmet Ay

Kapak:

Sanayi Cd. Bilge Sk. No: 2 Yenibosna 34196 Bahçelievler /Istanbul Tel: (0212) 551 32 25 pbll. Faks: (0212) 551 26 59

İnternet: www.nesi1ya.y1n1ar1. com e-posta: nesi1@nesi7yayin1ari. com

Kenan Bıyıklı

Oretim: Ali Osman Macit

ISBN: 978-975-269-433-0 Baskı: Şubat2008

Baskı-Cilt: Pasifik Ofset Çobançeşme Mah. Kalend.er Sk. No: 5 Yenibosna 1 ls tanbul Tel: (0212) 551 1119

�.W �

ESI• L

©Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gere�ince bu eserin yayın hakkı anlaşmalı olarak Nesil Basım Yayın'a aittir. !zinsiz. kısmen ya da tamamen ço�altılıp yayınlinamaz.


dertte derman bulanlar

musibetler ne söyler? YUSUF SÖNMEZ

�ESiL


1969

yılında Igdır'da dogdu. Ilk ve orta ögrenimini lstanbul'da tamamladı. Yüksek ögrenimini iseAnkara Oniversitesi llahiyat.Fakültesindeyaparak yılında mezun oldu. Aynı yıl ögretmenlige başladı. Halen bu görevine devam etmektedir. Yazar aynı zamanda Dost TV ve Bizim Radyo'da şiir, mus iki ve hayaca dair"!çimden Geçenler" adlı programı hazırlayıp sunmaktadır.

1992

YUSUF SÖNMEZ e-posta: yusufsorunezlll@gmail.com

YAYINLANMIŞ

ESERİ

Risale-i Nur Sohbetlerinde Etkili Anlatım

Dertte Derman

Bulanlar Musibetler Ne Söyler?


<®�içi n d e k i ler Bu da Geçer Ya HO! . . . . . . 9 Başlarken. . ........................................................................ 13 .

. . . .

.

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . .

. . . .

.

Birinci Bölüm

EN BÜYÜK MUSIBETLER EN BÜYÜKLERE GELiR Ya Rab! Sevgilin Babasız Kaldı . . .. .. . . Enbiyadan Daha Şiddetli Imtihan Edilen Hiç Kimse Yoktur . . .. .. . Göz Yaşları Toprağa Damlıyordu . .. . .... . Ermiş Ağacın Yapraklarını Döktüğü Gibi. . . . Uhud'daki Imtihan . . . . . . . Hayır, Açım! Göz Ağlar, Kalp Mahzun Olur ResOiullah'ı Aç Gördüğüm Zaman Ağlardım . .. . Bu, Sevenin Sevgilisini Özleyişidir .. .. . .. . .... . . .

. . . . . .

. . . .

. .

. . . . . .

. . . .

. . . .

. . .

22

. 23 25 27 28 31 32 .. 34 . 36 Hayatta Başarnaza Gelen Olumsuzluklarm Hikmeti 37 .

. . . . . . . . . .

. . . . . . . . . .

. . . . . . . .

. . .

. . . .

. . . . . . .

. . .

. . . .

. . .

.

. . . .

. . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

. . . . .

. .

. . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . .

.

.

..

.

. . . . .

.

. . . . . . .

. . . . . . . . . . . . .

. . . . .

. . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

.

. . . . . . .

. .

.

. . . . . . .

.

. . .

. . .

. . . . .

. . . .

. . . . . .

. . . . . ..

ikinci Bölüm

PEYGAMBERLER Hiç Dost, Dostunu Öldürür mü? . Ey YOsuf! Gözlerin, Ne Kadar Güzel! ... . . . . . . Musibet Şiddetienince Sabredemediğin Şeylerin iç Yüzü . YOsufun (a.s.) Başına Gelenler. ... .. . . EyyOb'un (a.s.) Sabrı ... .. .. . . . . . Ateş Niye Yakmadı? .. . . .. Ey Yakub! Sen, Beni, Yarattığıma mı . . ... ... .. ..... . . . Şikayet Ediyorsun? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . .

. . . . . . .

. . . . .

. .

. . . . . . .

. . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . .

. . . . . . .

.

. . . .

.

. .

. . . . . . . . . . . .

. . . . . . .

. .

Insanin isyana Hakka Yoktur

. . . . . . . .

.

. . .

. . .

. .

. . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

.

. . .

. . . . . .

. . . . . . .

.

.

. . . .

. . . . .

. . . . . .

.

.

43

. 44

. 46 . ..47 . . . 51 . .. .55 57 ..

.

. . . . . . . . .

. . . . .

. .

. . .

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . .

... . ..

. . . . . . .

. . . .

.

.

. . . .

. .

. . .

. . .

. . . . . . . .

. . . . . . . . . . .

. 59 . . .

. .......... . .......................... .. .

62


Üçüncü Bölüm

SAHABE-i KIRAM Sahabelerin imanındaki Alamet Allah Bize Verdiği Emanetini Geri Aldı. Allah'ım! Selamımı ResCılü'ne Ulaştır Asıl Makbul Sabır Valiahi Kazandım! Dertler ve Borçlar Sen, Allah'ın Şeytanı Çıkarmış Olduğu Bir Eve, Onu Tekrar Sokmak mı istiyorsun? Melekleri Gören Bir Kimse, Bu Dertlere Razı Olmaz mı? Benden Razı mısın? Senin Oğluna Firdevs-i A'la Nasip Oldu Taziyede Ölçü Ahiret Azabının Yanında Dünya Azabının Ne önemi Var! Kalbirn Hep Sana Aşıktı Kişi ile Cehennem Arasındaki Engel Allah'ın Benim Hakkımdaki Takdiri, Gözümün Görmesinden Daha Güzeldir Sabredenle, Şükredenin Kabri Artık Diğer Musibetler Bana Su Içmek Gibi Gelir Musibet Ittiraya Dönüşünce Dünya Rahat Yeri Değildi Ey Fatıma! Gelen Her Musibete Bir Karşılık Verilir Kim Allah'tan Başka Her Şeyden Yüz Çevirir ve Her Şeyi Allah'tan Beklerse Senin Mislin Gibi Bir Musibet, Bana Bir Daha Ulaşmaz Sakın Halinden Şikayet Etme! Sen Buna Takat Getiremezsin Sıkıntı Içindeyken Bile Rızayı Düşünenler Başkalarından Ümidimi Kesip Sana Yöneldim Fakir Mü'minlere Müjde Mü'min Kultarımdan Biri, Imtihanı Hamd ile Karşılarsa

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

67 69 71 73 75 77 78 80 82 83 85 87 89 90

92 94 97 99 102 104

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

Umumi Felaketlerde Masumlar Niçin Korunmuyor

106 108 11 O 112 113 116 118 120

Haksiziikiara ve Zulümlere Niçin Müsaade Ediliyor?

...............................................

122


Dördüncü Bölüm

TABITN: SAHABEYİ iZLEYEN ALTlN NESiL Sabrı ve Kanaatı Bu Köleden Öğreniniz . . .. ... . . 127 Bu Halin Fakirlik Değil midir? . . ... . . . 129 Başka Gömleği Yok ki. .. . . ... .. . . . . 130 Allah Hakkımda Neyi Takdir Etmişse, Ben Onu İsterim .. 132 İbrahim Ethem'in Binekleri . .. .. .. . . . .. 133 Sana Çok Acıyorum . . ... .. .. . ..... .... 135 Hastalanınca . ........... ..... .... .. . .. . . . .. . . ... .. 136 ilmin Sana Eza ve Cefadan Başka Bir Şey Getirmedi. ... . 138 Halinde Bir Değişiklik Oldu mu? .. ... . .. . . . . 139 Esas Zor Olan . . . ... . . .. . . . .. . . . .. 141 Sadakam Olsun . ...... . ... ... .. . .. . . . .. . . 142 Ömer bin Abdülaziz Zehirlenince. . . .. . . . . 144 imam-ı A'zam'ı Akrep Sokunca . .. . . . . . ... 146 Hesapsız Cennete Girmek için . ... .. . ... . ....... 147 Yüreklerindeki Güzelliğin, Yüzlerine Vurulduğu Yusuflar . . .. . .. .. . ... . .. 149 Bir Defasında Kalbirn Öyle Dağıldı ki . . . .. . .. .... 151 ..

...........

. .

.... . .

..

.

..

...

. ..

.

...

. .

..

..

..

..

. . . ..

. . . .. .. . .. . . . . . ....

. . .. . .

. .

..... . . . . . . . .

.. .

.

. . ...

.. . . .

..

.

.

.

. . .

....

.

.. ..

.. ...

... . .

.

.

.

..... . .

.

. . . . . . . ..

. ....

.

.

.

.

.

.

.

.. . . .

.....

.

..

.....

..

. . . .... . . .

. .

....

.

.

. . .

.....

. . . . . . . .

. .. . .

..

.

.

.

.

.

.

.

...

.

...

.

.

.

.

. .

. . . .

.

Hayat Nedir

....

. . . . . .....

. .

..........

.

...

.

..

..

.

. . .

..

. ...

.

..

..

..

.

.. .

. .

... . .. .

.

..

. .. .

. . ..

..

.

.

..

. .

. . ... .

. .. .

. . .

..

.

. . ... . . . . . .

...... . . . . . . . . .

... .. . . ....

. . . ..

.. .

..

..

...

.

. .

.

.. .

. . ..

........

. .

.

...

. . ....

.

..

.

. ..

. .

................ ............... .......................................

153

Beşinci Bölüm

ALLAH DOSTLARI Gözleri Görmeyen Allah Dostunun Sırrı . .... .. .. . 161 O'ndan Gelene Razıyız! .. ... . .... ..... .. . .. . . 164 Iki Cihan Sultan'ı (a.s.m.) Önümüzde Yürürken . . .. 165 Dostu Düşmana Şikayet Etmekten Utandım . . . .. . .. 167 Çaresiz Kaldım... ... . .... .. . . .. .. .. 169 Hasta Bir Bedevi . . . . . . ... .. . . . 171 O Gönlünü Yaktığı Kulunun Bir de Evini Yakmaz .. . .. . 173 Karaya Çıkınca O Çürük Tahta da Yok! .. . . . 175 . . . 177 Sabrın Mükafatı . . . . . . Hallac-ı Mansurun Sabrı ... . . . ..... ... .. .. ... .. . 179 . 181 . .. . . .. . . ... .... Bizi Tebrik Edin . . . 183 . .. . .. Bekir Berk'in Şeker Gibi Şükrü .. .. . .. . . 185 . . Zehirlendiğimi Anladım, Ama Hakkım Helal Olsun 188 . . . Ne Diye Müdafaa Karalamakla Uğraşıyorsun? 190 . .. . Rabbimin Rızasına Razı Oldum . .. . ... .. ..

. . .

. . . .

...

.

.

...

...

.

..

. . . . .. . . . .. .

. .

.

.

.. .

. . ..

. . .. ..

.

.

.

. . . . . . ..

. . . . . . ..

. . . . . . .. . ... . ... . . . .

.. . . .

. .

. .

...

..

.

. . . ..... . ..

.

.

.

. ....

..

.. . . . .

.

. . . ...

.

. . . ...

..

.

..

..

..

...

..... . . .

.

..

...

. . .

. . ...

..

.. ..

....

..

..

. . .

. . ..

7

.

... .

. .

.

..

. . . ...

. . .

.

..

. . .. ..

...

..

....

. ....

.

...

....

. . . . . . . .. . .

. . . .

..

.

.. ..

.. . .

. .. . . .. . .

..

...

. ..

. .. . . . .

.

. . ..

. .

. .. .

.. .

..

. .

.

.

. . ..

. .

..

.. .

.

..

.

....

.

. . . ......

. . . ... . ..

. .. . . . . . . ........ . . .....

. . .. . .. . .

..

.

.

· · · . .


Otuz Yıldır, Kalbirnden Acısını Silernedim Yemek Helaldi Fakat Zalimin Tabağı Içinde Getirdiler Biz de O'nun istediğini Istiyoruz Yoksa Kalbin Taş mıdır? Belaya Sabretmek Beden lle Değil, Himmet lledir Kulumun Gönül Meyvesini mi Kopardınız? Iki Özelliğimiz Vardı Suya Girmeden Önce

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Musibetler Ne Söyler

......................................................

Faydalamlan Kaynaklar

..................................................

3

192 193 194 196 197 198 200 202 205 206


�Bu d a Geçer Ya HO! BİR MUSİBET, BİR FEI..AKET, BİR KAZA sonrası in­ sanlann olumsuz hallerine şahit oldunuz mu hiç? Annesini, babasını, eşini ve bilhassa çocuğunu kaybeden malızun bir yüreğin feryadını dinlediniz mi? Hani şikayet, tenkit ve isyan dolu cümleler vardır. -Bizi mi buldun bu belayı vermek için? Dünyada bir sü­ rü kötü insan var... -Neden benim eviadım öldü, neden? Bunca insan içinde niçin o... - Yıllardır bu hastalığın elinden çektiğim cefa kalmadı. Bittim artık... - Fakirlik canıma tak etti. Birçok insan çalışmadan sefa sürüyor, ama biz acılar içinde kıvranıyoruz. Daha nice şikayetler vardır. O kadar ki, bir kısmı insanın imarum tehlikeye sokar. Oysa hiçbir insanın o şikayetlere, isyanlara, tenkitlere hakkı yoktur. Bir kere, biz kimiz, neye sahibiz ki, elinden malı alınmış birisi gibi hak iddia ediyoruz? Nail olduğumuz sonsuz nimetierin hangi birisinin şükrü­ nü hakkıyla yapmışız ki, haddimizi aşarak Cenab-ı Hakk'ı tenkit ediyoruz? Rahmetiyle her şeyi kuşatan Erhamürrabiıniııden gaflet ederek, hangi bakla O nun şefkatini suçluyoruz? Elbette ki, bir musibet anında yürek yanar, gönül malızun olur, gözler yaşarır. Ölümü, hastalığı, yoksulluğu, yangını sabırla, gülerek, rıza ile karşılamak herkesin harcı değildir. 9


Fakat hüzün yaşarken nefis ve şeytanın tahrik ettiği isyan duygulannı gemlemek, takdire boyun eğmek, her musibetin hikmetine ve güzel yüzüne bakmak mümkündür. insaniann maruz kaldığı bela ve musibetlerin sayısız hikmetleri vardır. Hiçbir musibet, acı ve keder yoktur ki, insanın günahlan­ m affettirmesin, sevap kazandırmasın, derecesini arttırma­ sın... insaniann çektiği bütün acılar, günah kirinden anndıran sabun gibidir. Nimetlerden mahrum olmak, onlann kıymetini fark etti­

rir ve insanı şükre sevk eder.

Dünyadaki fakirlik, ahiretteki gerçek zenginliktir. Hastalık, hem organlanmızın ne büyük bir nimet olduğu­ nu fark etmeye vesile olur, hem de cehennemden azad edip cennetin yolunu açar. Musibetleri sabır ve şükürle karşılamak, bazen insanı kendi çabasıyla çıkamayacağı mertebelere, hatta velayet ma­ kamına bile çıkarabilir... Tüm musibet ve sıkıntılar birer imtihandır. Kimi fakirlik­ le, kimi zenginlikle, kimi hastalıkla, kimi sağlıkla, kimi eşi ve çocuklanyla, kimi aşın duygulanyla imtihan olur. Bu imtihanlar, insamn gelişmesine, terakki etmesine, yü­ celmesine vesiledir. Musibet ve belalann, arzu ve mahrumiyetlerin getirdiği en muhteşem nimet ise, insanın aczini ve faknın tam hisse­ dip, çaresizliğini aniayıp Allah'a gözyaşıyla yönelmesi, belki de hiçbir zaman ulaşamayacağı bir yakin haliyle, bir nevi hu­ zur kazanıp namaz ve dua ile sonsuz ralınıetin kapısını çal­ masıdır. Belki de hiçbir kimse, yüreği acıyla yoğrulduğu anki kadar Rabbine ihtiyaç hissedip hakkıyla yönelemez. Acılar hem insanı olgunlaşbrır, hem de marifetullahta ye­ ni keşifler yapmasına ve duanın esranın kavramasına sebep olur. 10


İşte bu düşüncelerle elinizdeki kitabı hazırlayan değerli kardeşimiz eğitimci yazar Yusuf Sönmez, Asr-ı Saadetten gü­ nümüze kadar gelen yaşanmış örneklerle musibetlerin hik­ metini, faydalarını, nasıl karşılamak gerektiğini anlatıyor. Başta Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmak üzere sahabe­ lerin ve Allah dostl arının destansı hayatlarından kesitler su­ nuyor. Her birini gözyaşıyla okuyup kendi hayatınızla mukayese edeceğiniz bu olaylar gösteriyor ki, büyük nimetierin külfeti de büyüktür, muhteşem mükafatlar muhteşem bedeller ister, rahmete mazhariyetİn büyüklüğü ve genişliği, çekilen zahme­ tin büyüklüğü nispetindedir. Sahip olduğu nimetierin farkında olmayan, şükrü, kanaatİ ve sabn unutan, elde ettikçe daha fazlasını isteyen, hep ha­ linden şika.yetçi ve israfçı günümüz insanının bu muhteşem örneklerden alacağı çok büyük dersler var. Sizi kitapla baş başa bırakırken, bela ve musibetlerin hik­ metlerini kendiniz öğrenmekle birlikte çevrenizi de bu konu­ da aydınlatmanızı tavsiye ediyorum. Ceınil Tokpınar

Aralık, 2007

lt



�Başla rke n ... HER ŞEY MUHTEŞEM bir takdirle başladı... Hayat ve içinde yaşadığımız dünya her şeyle birlikte bu mükemmel iradenin ve takdirin tasarrufu altında devam et­ mekte. İmanın en parlak sureti ise, varlık illemindeki her şeyin O'nun takdiriyle olduğuna ve başımıza gelen her hadisenin O'nun izni ve keremiyle buyur edildiğine olan teslimiyeti­ mizdir. Hani hep birbirimize sık sık "Allah razı olsun." deriz ya. Evet muhakkak ki "Allah razı olsun" ama bakalım önce; "Biz O'ndan razı mıyız?" sualine vereceğimiz cevap bu bakımdan çok önemlidir. İsrail oğullan Hz. Musa'ya: "Rabbinden dile de bize ya­ pınca rızasını kazanacağımız bir amel bildirsin" deyince Hz. Musa: "Allah'ım! Dediklerini duydun" diye Allah'a yalvanr. Rabbimiz Hz. Musa'ya buyurur ki: ''Ya Musa! Söyle onlara benden razı olsunlar ki, ben de onlardan razı olayım." İşte Beyyine Suresi sekizinci ayet; "Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuştur" derken tam da bunu söyler. Ka derin iman esasları arasına girmesinin en büyük hik­ metlerinden birisi de bu değil midir zaten. Yani Rabbimizden gelen her şeye razı olmak.... O'nun takdir ettiği her şeyi güzel bilmek. O'nun bize nasip ettiklerine gönül boşluğu ile kanaat etmek. Ama elbette ki elimizden gelen her şeyi yapmakla bir­ likte. Tasavvufta buna "nza makamı" diyoruz, fakat İslam ahla­ kında zaten baştan sona imanın en güzel tecellisi ve yaşam biçimidir bu anlayış.

Aslında bu kitap, biraz da zamannnızda insanlığı mntsuz eden IDOclerTte ile birlikte, se�e;!eşen dünyaya çözüm ol13


ması gereken Müslümanların da derece derece bu küresel, bulaşıcı salgın hastalığa düçar oluşlannın altındaki sebepleri analiz etmek adına farklı bir özellik de taşıyor. Zira bu durum pek çoğumuzun içinde taşıdığı huzursuz­ luk, doyumsuzluk ve memnuniyetsizlildere kapı açarak insa­ nın kalp, ruh ve akıl gibi en önemli merkezlerinin pek çok materyalist istilaya maruz kalmasıyla birlikte hayatın içinde­ ki ihtiraslanmız ve tutkularımızın hep dünyaya ve nefse bakınası sonucunda imtihanlarımız çok daha şiddetlenmiş. Böyle olunca hayatın içinde başımıza gelen olumsuzluklar her birimizde derece derece bir takım bunalım ve çöküşler yaşatıyor. Dolayısıyla olaylan yorumlayış biçimimiz durduğumuz yere ve bakış açıımza göre şekillendiği için hep göreceli olu­ yor. Ve maalesef bakışlar da hep dünya cihetinden ve nefis hesabına olunca dünyaımza ve nefsimize zarar veren her bir şey bizim lügatimizde "kötü ve çirkin" olarak yorumlanıyor. Halbuki her şeyin Rabbimizin izniyle ve takdiriyle geldi­ ğine olan inancımız sayesinde eserdeki pek çok misalde gö­ rüleceği gibi "kötü ve çirkin gibi görünenler" bile güzelleşi­ yor. Böylece olumsuzluklarm altındaki pek çok hikmet kare­ leri de okunuveriyor.

Yani Şems-i Ezeli'ye (Sonsuz Güneşe) bakan meyveler O'nun altında daha da olgunlaşıp, tatlanıp pişerken, yüzünü O na çeviremeyip, O'ndan çevirenler ise tatsız ve çiğ kalıp acılaşıyorlar. Bu yüzdendir ki ashnda İmam-ı Rabhani'nin dediği gibi: ç'Bu dünyamn en kıymetli sermayesi, üzüntüler ve sıkıntılar­ dır. Bu dünya sofrasının en tatlı yemeği, dert ve musibetler­ dir. Bu tatlı nimetleri acı ilaçlarla kaplamışlar. Bunun için, dostlara dert ve sıkıntı yağdırmaya başlamışlardır. Saadetli, akıllı olanlar, bunlann içine yerleştirilen tatlıları görür. Üze­ rindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğnerler. Acılardan tat alır­ lar. Nasıl tatlı olmasın ki, sevgiliden gelen her şey tatlı olur. İşte Allah 'tan razı olmak deyince Rabbü'l-Alemin 'e en üst »

derecede güvenmenin ve başımıza gelen her şeyin tamamen 14


bizim onu karşılama ta vrımıza ve biçimimize bağlı olarak şe­ kil aldığını söyleyebiliriz. Başımıza gelenleri sabır ve kanaaile

karşılarsak hayır itir� şikayet ve isyanla karşılarsak şer olur. Daha da doğrusu gerçek musibet, gerçek bela olur ki bu da zifiri karanlığın, ebedi üzüntünün, sıkıntınm ve bedbaht­ hğın adıdır. Bu da imanın tam zıddı bir bakış ve anlayış bi­ çimidir. Bu sebeple Hz. Peygamber'e iman nedir diye sorulduğun­ da uo sabırdır. diye cevap vermiştir. Yani imanın en güzel tariDerinden biri de O'na, O'ndan gelene ve O'nun rahmetine tam bir itimat, tam bir teslimiyet ve tam bir güven duymak­ tır. O'ndan geleni baş-göz etmektir. Zaten Müslüman tabiri de "teslim olan " anlamına gelir ki bu hal; insanın böylesi bir iman sayesinde kendisi ile hanşık olması, iç huzuruna ermesi ve selamete, kurtuluşa kavuşması şeklinde yaşama dökülen tanımı olmaktadır. Bir başka anlamda ise Bediüzzaman 'ın dedı'ği gibi,· Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Onu bulan -iman edip teslim olan- zindanda da olsa saraylardadır, bahtiyardır. Görünüşte sıkıntı da çekse, gönlü gül gülistan olur. 71

***

Açıkçası, böyle bir kitabı kaleme almak için niyetlendiğimde, "Allah'ın izniyle kısa bir sürede bitiririm." diye dü­ şünmüştürn. Fakat Rabb-i Rahim'imiz hem yaşayacağımız bir talom musibetleri daha iyi yorumlamak ve O'ndan razı olmak hem de kitabı yazarken yaşamak adına bizi imtihan etti. Dolayısıyla bir taraftan yaşarken bir taraftan da başta Peygamber Efendimiz ve diğer büyük zatlann hayat kareleri­ ni yakaladıkça sıkı bir iç hesaplaşması yaşadım. Kitabın iki yıl süren hazırlık safhası boyunca önce aziz ba­ bacığımın pankreas kanserine yakalanması, hastalık süreci, kısmetine fiili olarak razı oluşu, testirniyeti ve halinden hiç şikayet etınemesi, haliyle ve sözleriyle bizle dolaylı bir biçim­ de veda edişi ve vefab hiç unutamayacağım hallerdi. ..


Arkasından bacanağıınızı ve baldızıınızı bir trafik kaza­ sında kaybedişimiz ve arkalannda bıraktıklan iki minik yavru... Bu arada bizim ufaklığın bumuna kaçırdığı ve az kalsın nefesine kaçan ufak oyuncak parçası... Validemin şimdilerde boynunda çıkan ve doktorlann "kanser" dediği kitle... Sonuçta tiroit kanseri olduğunu öğ­ rendiğim anlarda duyduğum hisler... "Dert..." Evet belki de hemen hemen her birimizin uza­ ğında kalmayı yeğlediği, ağır hasarlı yıkıcı izler bırakan bir il­ let. Karşılaştığımızda pek çoğumuzun yenildiği hatta sicim siciın eridiği yaman bir düşman. "Dert" sözcüğü bile içinde ne çok şey saklar değil mi? .. Oysa insan hayatı efsunlu bir ka­ nşımsa "içindekiler" kısmında "dertler, musibetler ve zah­ metler" de vardır. Hem de pek çok çeşitleriyie... Elbetteki hayatı dertler silsilesinden ibaret görme gibi bir çabarnız yok. Veya peşinen söyleyelim ki bazı doğu kökenli dinlerdeki mistik bir anlayışı yüceitme gayretinde de değiliz. Fakat, şurası bir gerçektir ki hayatın içindeki mutluluk ve huzur bir bakıma dertlerin ve musibetlerin aniaşılma biçi­ miyle çok yakından ilgilidir. Dertsiz ve tasasız bir hayat hepimizin özlemidir ama şu da bir gerçektir ki, dünya hayatı dertsiz ve tasasız olmaz bir tür­ lü. Bu isteğimizin karşılık bulacağı en güzel yer de dolayısıyla cennettir, ebedi saadettir. Yani dünya bize bir bakıma der ki; ''aradığın şeyin adresi bende değil, boşuna yorulma, boşuna zahmet çekme. Bende dert var, meşakkat var, hizmet var, im­ tihan var." Böylece fani dünyanın dertleri kiminin inançlannı yeşer­ tip filizlendirirken, kimininkim ise daha da güçlendirir. Ki­ mininkini de zayıflatır, isyan ettirir hatta ve hatta öldürür. Yani her bir dert der ki; ''hiçbir şeyi hakiki anlamda sahip­ lenıneye çalışma, çünkü her şeyin sahibi kimse, senin de sa­ hibin odur. Sen şu dünyaya malik olarak değil misafir olarak gelmişsin. '

16


Ve her bir musibet, her bir dert sana acizliğinle beraber hakiki sahibini ve sultanını hatırlatmak içindir, hakikatte mi­ safir olduğunu, sonsuza aday olduğunu hatırlatmak için... O öyle bir Rabb-i Rahim'dir ki, seni gerçek hayatta sınırsızlaş­ tırmak için bu dünyada sınırlarını hatırlatır. Bu dünyada sı­ nırlannı anlamakla, sınırsızı anlarsın. Sonsuz olana kapılar açılır ve sınırlannı bilmen seni sınırsız bir kudretle tanıştınr. Ve onunla tanışman, her şeye O'nun adıyla bakman sana ebedi saadetin lambasını yakar, sonsuz güzelliklerin kapısını açar. Böylece her derdin içinde dermanı, her zahmetin içinde rahmeti görürsün. Manevi bir ameliyat olur. Görünüşte neş­ ter keser, acıtır, zahmet ve sıkıntı verir fakat neşterin arka­ sındaki şefkatli kudret ve rahmet elini görebilirsen şifayı yü­ reğinde hissedebilirsin. Bedenin yanarken gönlün gül gülis­ tan olur Ve... ve dert küçülür, değişir, başka, yüksek bir anlam ifa­ de eder, manasım bırakır ve gider. Hikmet makası bir model gibi keser, biçer. Şikayet etmez­ sin, hatta memnun olursun. Bilirsin ki bu esnada yaşadıkla­ nn ebedi bir saadetin provasıdır. Dolayısıyla tüm bunlann ardından Richard Bach'ın dediği gibi denilebilir ki: "Her problem, içinde bir armağan saklar." İşte Rab böyle terbiye eder; hem de en güzel şekliyle. En hikınetli, en merhametli şekliyle... Bu yüzdendir O'nun mü'­ minierin Rabb-i Rahlm'i olması. Ve yine bu yüzdendir kai­ natta Ralıman isminin tecellileri... Evet dostlar, insan olarak her birimiz şu fani dünyada dertlere müptelayız. Dertsiz insan neredeyse yok gibi. Kimi­ nin derdi hayırsız evlat iken, kiminin kocası kumarbaz, kimi­ nin ortağı sahtekar. Kimi genç şefkatsiz, sorumsuz bir baba­ dan, kimi de birbiriyle geçinerneyen ailesinden dertli, kimi geçim sıkıntısından. Kimi ötelerdeki eviadını özlerken bir di­ ğeri de yaban ellerde kalmanın ezikliğini yüreğinde saklar gizlice. Velhasıl kimi en yakınını, en sevdiğini kaybetmekten, kimi de en yakınındakilerden dertlidir. 17


Madem dertlerimiz ihtiyaçlar kadar, istek ve arzularımız kadar sınırsız. Hem madem kainatta boşluk yok. Öyleyse dertlerimiz hiç bitmeyecek, zengin de kalsak, fakirleşsek de... genç de kalsak, yaşlansak da... Dolayısıyla dertler hayatın bir gerçeği, tıpkı aynanın arka yüzü gibi. Madem ki dert var, dertsiz insan yok şu dünyada. Öyleyse öyle bir dertle dertlenmek gerek ki, başka derde dert dedirtmesin. Rabbimizin sonsuz hoşnutluğunu, sonsuz mu­ habbetini ve sonsuz nzasını kazanmak için '(O'ndan razı ol­ mak" en büyük derdimiz olsun. Zira insan hiçbir şeyden acı ve ıstırap duymasaydı, her­ halde hayat çekilmez ve monoton olurdu. Verilenierin kıyme­ ti nasıl anlaşılabilirdi ki .. Aşık Veysel bu hakikate bir cümle­ lik bir not düşer; "anlatmam derdirni dertsiz insana; dert çekmeyen dert kıymeti bilemez." En sonunda da der ki: "Kör oldum, Veysel oldum." Mevlana ise; "gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı." der. Hasılı; "nzayı" ararken Rabbimizin bizim için demiediği hayat çayında, "musibetler" tomurcuk olsun. Yudumlayıp çe­ kerken içimize, damaklarımızda güzel tadı kalsın. Rabbimin, tüm okuyucularımızı kendisinden razı olanlar­ dan eylemesi için en güzel cevaplar vermesi ve rahmetiyle imtihan etmesi dualanyla... .

Yusuf SÖNMEZ

7 ÜCak,2008

18


B i ri n c i B ö l ü m

KAiNATIN EFENDiSi HZ. MUHAMMED (a.s.m.)


1/Ey huzur içinde olan nefis! Sen O'ndan (Allalı 'tan) razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl. Ve cennetüne gir. Ir

(Fecr: 27, 28, 29, 30) '1Andolsun sizi biraz korku biraz açlık biraz da rnallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihatı edeceğiz. Sabredenlere (lütf-u keremimi) müjdele ki, onlar kendilerine bir bela geldiği zaman "Biz (dünyada) Allah 'ın teslim olmuş �ullarıyız ve biz ahirette de ancak O'na dönücüleriz diyenlerdir. Rablerinden mağfiret ve rahmet hep onların üzerinedir. Ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir. "

(Bakara: 155-157) "Mükafatm büyüklüğü belanın büyük/ üğü n ispetindedir. Allah bir cemanti sevdi mi onları musibete müptela eder. Kim bundan razı olursa, Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa Allah da ondan razı olmaz ''

(Tirmizi, Zühd: 57; İbni Mace, Fiten: 23; Müsned, 427,429)


�E n B üyü k M us i betle r E n B üyü k le re Geli r "Sabredenlere, mükafatları hesapszz verilir. '/

(Zümer: 10)

HASTAilGIN Ş İDDETİ, ateşin yükseldiği sebebiyle Pey­ gamber Efendimiz yatağında bile rahat edemiyordu. Bir o ta­ rafa, bir bu tarafa dönüyordu. Hastalığın ıstırabı, gün geçtik­ çe fazlalaştı. Başucunda bulunanlar, bu durum sebebiyle, "Ya Resulallah! Eğer bizden birisi bu derece ıstırap çekti­ ğini gösterse sen bizi uyarırdın" dediler. Resill-i Ekrem cevabıyla durumunu şöyle izah etti: '<Benim hastalığım bildiğiniz gibi değil, oldukça zordur. Allah Tea.Ia, salih ve mü'min kullarım belanın, hastalığın ve musibetin en şiddetlilerine mübtela eder. Fakat o bela, o mu­ sibet ve o hastalık vasıtasıyla, o mü'min salih kulunun dere­ cesini yükseltir, günahlarını yok eder, ayağına bir diken de ·batsa." Efendimiz'in (a.s.m.) hastalık esnasında çektiği acı ve ıstı­ rap öylesine büyüktü ki Hz. Aişe Validerniz şöyle diyordu: "Hakil<aten Resulullah'ın hastalığından daha zor, daha şiddetli bir hastalık görmedik." Muhakkak ki Rabbimiz dağına göre kar veriyordu.


�Ya Ra b ! Sevg i l i n Ba bas1z Ka ld 1 "Muhakkak ki Allah, kendisine güvenen ve sığınanları sever. " (Al-i İmran: 159) EN SEVGİLİNİN AMCASI ABBAS'IN (r.a.) oğlu Abdul­ lah'a (r.a.) prnann kaynağından gelen kutsi ve ibretli bir ha­ berdir aktanlan. Öyle bir haber, öyle ibretli bir hakikattir ki şu yaşanan musibet, belki de Allah Resfılü'nün hayatındaki muva:ffakiye­ tin, Allah'ın yardımı ve inayetiyle O'nun seçilmişliğinin arka planında Rabbine gösterdiği sabır ve teslimiyetİn bir müka­ fatıdır. Her şeyin gerçek sahibine ve merhametlilerin en merha­ metlisine karşı gösterilmesi gereken teveccüh ve tutkunun en güzel misalini taşır, mana aleminde yaşanan şu hakikat. Kısa ama manası derin hadiseyi Abbas oğlu Abdullah büyük bir özenle aktarır bize: Allah'ın Elçisi'nin babası Abdullah ölünce melekler Allah'a (c.c) hüzünlenerek derler... "Ya Rab! Sevgilin babasız kaldı." Allah (c.c) cevap verir: "O'nun Koruyucusu ve Yardımcısı Benim..." Bu, musibetin görünmeyen perde arkasıdır. Emin olalım ki musibeti ve sıkıntıları sabır ve teslimiyetle karşıladığımız ve O'na olan İmanımızı muhafaza ettiğimiz sürece bizlerin de koruyucusu ve yardımcısı Rabb-i Rahlln.'imizdir. Yeter ki elimizden geldiğince O kutlu Nebi'nin ölümsüz ayak izlerini sürelim dünyalarımızda.

22


�E n b iya d a n Da ha Ş i d d et l i imt i ha n Ed i le n H i ç Ki mse Yo kt u r "Ben Azimu 'ş-Şfin, salih kullanm için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım. "

(Buhar!, Bed'ül-Halk: 8, Müslim, Cennet: 2) EBU SAİD EL-HUDRİ (r.a.) yanındaki sahabelerle Hz. Peygamber'i ziyaret için huzura çıktıklannda Resulullah'ın üzerinde kadife bir örtü vardı. Öyle ki, ellerini kadife örtünün üzerine koyduklarında "hastalık ateşini" o kadife üzerinden hissediyorlardı. Allah Resffiü'nün ateşi öylesine şiddetliyili ki, sabaheler vücuduna dokunmaktan çekiniyordu. "Sübhanallah bu ateş de ne?" diye sorunca, Hz. Peygam­ ber: "Enbiyadan daha şiddetli imtihan edilen hiç kimse yoktur. Onların imtihanları da ecirleri de kat kat olur. Onlardan bir kısmına şiddetli fakirlik verilmişti. Öyle ki, gecede ve gündüzde giyinip örtünecek bir abadan başka bir şeyleri olmazdı. Bazı Peygamberlerin musibet karşısındaki sevinçleri, sizin ilisan karşısındaki sevincinizden daha fazlaydı." demişti. Bu ibretli ders karşısında sahabeler, tefekkürle dolu ibret­ li bir düşüneeye gömülecekti... En şiddetli imtihanlarda bile en büyük dersleri nefsinde yaşayan ve yine nefsinde yaşayarak ders veren bir Peygam­ ber...


O'nun hala taptaze yaşayan sözlerine her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Bu sözler öylesine güçlü bir imanın ifadesiydi ki, nimete de musibete de bakış açımızı kökünden değiştiriyor ve musibetin de bir başka nimet oldu­ ğunu fısıldıyordu. Elbette ki meyvelerinin lezzetine iman edebildiğimiz de­ recede...

24-


�G öz Yaşla ri Topra ğa Da m l1yo rd u "Odur ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı . .. "

(Secde: 7) ANNESİNİ YALNIZ ALTI YIL görebilmişti. O altı yılın büyük bir kısmı da süt annesinin yanında geçmişti. Mekke sıcaktı. Çocuklar, daha serin beldelere gönderiliyorlardı süt anneler eşliğinde. O da süt annenin yanında geçirmişti pek çok yılını. Annesi vefat ederken yanındaydı. Mekke'den uzaktaydılar. Kimsesiz ve memleketinden uzakta annesinin ölümünü yaşadı... Ayrılığın ateşini kor kor hissetti çocuk yüreğinde. Annesi­ ni gömülü olduğu yerde bırakıp, yalnız dönmüştü Mekke'ye. Babası gibi annesinin mezarı da yoktu memleketinde. Hudeybiye Uroresinden Mekke'ye giderken Ebva'ya uğra­ dı Peygamberimiz. Cenab-ı Hak'tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Mübarek elleriyle kabri düzeltti. Gözlerinden yaşlar döküldü. Ağlıyordu ... Sevgili peygamberimiz annesinin kabri başında bir çocuk gibi ağlıyordu. Altı yaşında bir çocuk gibi belki... Şefkatin kaynağı, şefkat kapısı annesi için ağlıyordu. Göz yaşları toprağa damlıyordu. Arkadaşları da ağladılar. İçlerinden biri sordu: "Ey Allah'ın Resillü niçin bu kadar ağlıyorsunuz?" Efendimiz kainat güzeli, başını kaldırdı. Gözyaşları yüzünden aşağılara kaydı. 25


"Annemin benim hakkımdaki sınırsız şefkatini düşündüm de... Mekkeli müşrikler Ebu Talib'in yetiıni diyorlardı O'nun için. Düşünün insan ruhundaki en yıkıcı duygulardan birisidir anne ve babanın şefkatinden ve himayesinden yoksun olmak. İnsan ruhunun bu durumu tam manasıyla kavrayabilmesi için ancak ve ancak bu hali bizzat yaşaması gerekiyordu. Hz. Peygamberin nazik kalbindeki şefkat hissini ise zirve­ ye çıkarıp terbiye eden bizzat O'nun (a.s.m.) Rabb-i Rahlm'i idi. Belki de O'nu şefkat peygamberi yapan sırlardan biriydi bu. Dolayısı ile yetimleri, düşkünleri ve zayıflan en iyi anla­ yan O oluyordu. Rahmet-i Ralımanın aynası tarzmda alemle­ ri içine alacak kadar genişliyor ve Rabbi O'nu alemiere rah­ met yapıyordu. Bu ise O'nun acziyetini ve fakriyetini tam anlamıyla his­ setmesiyle mümkün oluyordu ki, işte böylesi rahmet manza­ raları sıla.nb ve musibet pencereleri açılmadan görülemiyor­ du. O ise ruhuna açılan bu pencerelerden bin bir çeşit güzel­ likleri seyrediyordu. "

26


��Erm iş Ağ a c ı n Yapra kla rın ı D ö kt ü ğ ü G i b i "Allah kime hayır dilerse,(onun günahlarını bağışlamak ve manevi derecesini yükseltmek için) ona musibet verir. " (Buhan, Merda: ı) ABDULLAH İ BN-İ MESUD o gün, Resülullah'ın huzu­ runa çıktığında hayatı boyunca etkisinden kurtulamadığı ve karşılaştığı her musibette teselli bulduğu büyük bir dersle karşılaşmıştı. Yanına yaklaştığında ateş nöbetindeydi, elini mübarek yüzüne koydu. Fakat eli sıcaklığına d«!Janaı;nadı. Dedi ki: "Ya Resillallah! Ne kadar da çok ateşin var?" "Evet" dedi Allah Resülü. "Benim hastalığıının harareti sizden iki kişinin ateşi gibidir." deyince Abdullah İ bn-i Me­ sud: 'eya Resillallah! Sana iki kişinin sevabı verilir" demişti. Bunun üzerine Allah Resillü asırlar boyu mü'ıninlerin yü­ zünü güldürecek şu anlamlı müjdeyi veriyordu: "Evet, nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim. Yeryüzünde hastalıktan ya da başka bir sebepten dolayı bir zorluğa ve musibete düşmüş hiçbir Müslüman yoktur ki, o günahlarını ermiş ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökme­ sin." Rabbimiz öyle merhametli ve şetkatliydi ki, günahların­ dan arındırmak ve derecesini yükseltmek istediği kulunu sı­ kıntı ve zorluklarla sa:flaştınp, temizliyordu. Bu ilisana isyan yakışır mıydı?..

21


�U h u d ' d a ki i mt i h a n "Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. "

(Tirmizi, Cennet: 4)

UHUT SAVAŞI'NIN EN K RİTİK ve en acı zamanlanydı yaşananlar... Kureyş'ten Abdullah bin Şehab, Utbe bin Ebi Vakkas, ibn­ i Kamiyye ve Übey bin �alef�arında Hz. Peygamber'i öl­ dürmek için anlaştılar. Ibn-i Kamiyye, Hz. Peygamber'e taşla vurdu. Hz. Peygamber'in (a.s.m.) başına giydiği tolganın hal­ kalan mübarek yanaklanna hattı. Sakalına kanlar damlar­ ken, Hz. Peygamber ridasının bir ucuyla mübarek kanlanın siliyor ve: "Kendilerini Allah'a davet eden bir peygambere böyle ya­ pan bir kavim nasıl olur felah bu1ur ve saadete erer?" diye hayıflanıyordu. Hz. Peygamber (a.s.m.) bu haldeyken Cebrail (a.s.) şu ayeti indirdi: r-

"Allah'ın onların tövbelerini kabu1 veya onlara azap etme­ sinde sana hiçbir iş düşmez. Çünkü onlar zalimlerdir." Ridasıyla yanağının kanlarını silen Hz. Peygamber (a.s.m.): "Eğer bu kanlar yere düşseydi. Gökten arz ehline azap ya­ ğardı. Ey Allah'ım! Kavmimi affet. Çünkü onlar bilmiyorlar" diye dua buyurdu.

28


Utbe bin Ebi Vakkas1ın attığı bir taşla Hz. Peygamber'in alt dudağt yanldı ve mübarek dişlerinden biri kınldı. Abdul­ lah bin Şihab7ın attığı diğer bir taş ile de dirseği yaralandı. Manzara öylesine yürek yaralayıcıydı ki; Şeyh İbn-i Hacer, Sahilı-i Buhari şerhinde, Ubud harbinde Hz. Peygam­ ber'e yetmişten fazla kılıç sallandığmı kaydetmişti. İbn-i Kamiyye, Peygamber'e (a.s.m.) kılıç vurmak istedi. Hz. Peygamber bu kılıçtan korunmak isterken, üzerindeki zırhların ağırlığı ile dengesi bozuldu, çukur bir yere düştü. Talha bin Ebu Abdullah, İbn-i Kamiyye'nin Hz. Peygamber'e savurduğu kılıcı eliyle karşıladı. Talha'nın kolu bu yüzden ço­ lak kaldı. Talha bu haliyle Hz. Peygamber'i düştüğü yerden kaldırdı. Talha, o gün müşriklerden çok keskin nişancı, attı­ ğım vuran okçu Malik bin Zübeyr'in attığı, Resillullah'm (a.s.m.) başına doğru gelen bir oku da eliyle karşıladı. Bu ok da Talha'nın elini parçaladı. Parmaklannın bütün sinirleri kesildi. Elinin kemikleri kırıldı. Öyle ki Hz. Peygamber (a.s.m.) Talha'yı taltif için; "Talha bugün gücünün yettiğini ortaya koydu" buyurdu. Ve en sonunda Talha müşriklerden birinin başına vurdu­ ğu bir kılıç darbesi ile baygın bir şekilde yere düştü. Hadisenin bu kısmından sonrasını Hz. Ebu Bekir anlatır ve der ki : "Elime geçirdiğim bir miktar suyu Hz. Peygamber'e (a.s.m.) götürdüm. Suyu Talha'ya götürmemi emir buyurdu. Talha bayılmış, başından kanlar akıyordu. Suyu yüzüne serp­ tim, bir ara kendine geldi ve: "Resillün hali nedir?" diye sordu. 'O iyidir. Sana su gön­ derdi' dedim. Talha: 'Elhamdülillah, bundan sonra her ne musibet gelse gam değil,' diyordu.

29


O gün Uhud'da ağır bir imtihan yaşanıyordu. Müslüman­ lar yaşadıkları bozgun ve verdikleri kayıplar karşısında sabır imtiham veriyorlardı. Çıkanlması gereken çok büyük dersler vardı ve bu dersler hem yenilgileriyle hem kaybettikleri yakınlarıyla hem Resu­ lullah'ın öldürüldüğü söylentisiyle hem de bazılannın gani­ met telaşesi sonucunda tam bir zorluk ve sabır imtihanı veri­ yorlardı sahabeler.

Bütün bu yaşananlar ise, sabırlarıyla birlikte onların Rab­ lerine olan imanlanın arttınyordu.


�ee=)H ayl r, Aç1 m ! "Rabbin için sabret" (Müddessir: 7) EBU HUREYRE, EN ÇOK HAD İ S rivayet eden ve ilim tahsil eden Suffe ehlindeki fakir ve bekar sahabelerden biriy­ di. Pek çok sahabe çalışıp ailesinin maişetini temin etıneye çalışırken O, Allah Resfilü'nün her hareketinde hikmet ara­ yıp, her sözünü hıfzına alıp kaydetme derdiyle meşgul olmayı seçmişti. Şimdi ise Allah Resfilü'nü hiç alışık olmadığı bir halde ··badet ederken görmüştü. Evet Allah Resfilü namaz kılıyor fakat hiç ayağa kalkma­ dan oturduğu yerde kılıyordu. Onu namazını bitirinceye ka­ dar seyretti. Kainatın sevgilisi namazım bitirdiğinde hemen yanına yaklaşıp merak ve üzüntülü bir tonla sordu: "Ey Allah'ın Elçisi! Hasta mısın?" Allah ResUlünün bu soru karşısında verdiği cevap Ebu Hureyre için de, ''ıffiiketim toplumu" diye tarif edilen bir çıl­ gınlıktan nasibini alan günümüzün Müslüman toplumlan olan bizler için de yeterince kanımızı donduracak cinsten bir cevaptı: ,...açım H "H ccyır, Ne dersiniz hiç oturarak namaz kılacak kadar aç kaldık mı? Buna rağmen nankörlüklerimiz istek ve arzulanmız ka­ dar devamlı saı;ılci. İşte asıl musibet de bu değil miydi? Şükrü de sabrı da peyderpey gerçek anlamda unutmak... "-

31


<@�Göz Ağ la r, Ka lp M a h z u n O lu r "Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuştur. " (Beyyine: 8)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN (A. S.M.) Hz. Mariye'den doğan, oğlu Hz. İbrahim, bir buçuk yaşında iken süt annesi Ümmü Bürde'nin evinde bulunuyordu. Peygamber Efendimiz, oğlunun hastalandığını işitince, Hz. İbrahim'in yanına gittiler. Onu kucağına aldıklarında can vermek üzereydi. Peygamberimizin mübarek gözlerinden yaşlar akınaya başladı. Damla damla şefkat akıyordu. Adeta Rabman ve Rahim olan Allah'ın bütün cemali isimleri Allah Resülü'nün gözyaş­ lannda kristalleşiyordu. Cenab-ı Hakk'ın, Resulünü şefkCU..ine ve rahmetine en güzel ayna yaptığı nadide anlarda� bi!iydi. "Sen de mi ağlıyorsun, Ya Resftlallah" diyen Hz. Abdur­ rahman bin Avfa: ı

-1'

"Ey İbn-i Avf, benim bu. ağlamarn ölü ·üzerine bir ahme� ve acımarlan tfbarett:i?. Ben, ancak kendisinde bulunma an hasJetleri sayarak, ölü rizerine yüksek sesle, bağırarak ağla­ D;"ağı yasak ettim. Ben sizi, günah ve ahmaklık olan iki bağı­ nştan men ettim. Biri nimete kavuşulduğu ·sıradaki eğlence, oyun, şeytan çalgılarından, ikincisi de, bir musibete ve fela­ kete uğrayınca, bağırıp, yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmak­ tan ve şeytan şamatasından men ettim." Sonra; "Merhameti olmayan kişiye merhamet edilmez." buyurdu. İbrahim vefat edince:

32


"Ey İbrahim! Ölüm Allah'ın emri olup biz de yakın za­ manda sana kavuşacak olmasaydık senin için daha fazla fer­ yat ve figan edecektim. Göz ağlar, kalp malızun olur. Rabbi­ mizin razı olduğundan başka söz söylemeyiz. Ey İbrahim! Senin firakınla mahzunuz;" diyordu. İşte insana ve mü'mine yaraşır bir ayrılık tablosu. Elbette ki Allah'ın hikmeti gereği insana verdiği en ulvi ve en insani duygulardan biriydi hüzün. Aynlık ve hüzün ise sabırla birlikte olunca asilleşiyor ve mü'minin yüreğini arş-ı Ralımana yükseltiyordu. Çünkü Rabbin rahmeti ve şefkati "merhamet edenle" beraberdi...


��­ ResG lu lla h ' l Aç G ö rd ü ğ ü m Za m a n Ağ la rd i m "Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir" (Bakara: 153) HZ. Ai ŞE VALİ DEM İ Z, Resillullah'ı (a.s.m.) ne zaman aç görse ağlardı. Onu öylesine bir sevgi ve şefkatle seviyordu ki, Resülullah'ın bu halleri Ai şe validemizin içini yakıyordu. Bir gün, arbk bu duygu, ruhunda öylesine taştı ki, kendi­ sine: "Ya Resfilallah! Allah'tan istesen de nzkını çok olarak ver­ se" dediğinde Allah Resnlü şöyle dedi: "Ya Aişe hayatım yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; Eğer Rabbim'den bu dağların altın olup, gittiğim her yere benimle gitmelerini istesem Rabbim ilisan ed�rdi. Fakat ben dünyanın açlığını tokluğuna, faldfllğini ze.ngınJ.ıği­ ne, sıkıntısım huzuniiıa tei·cih•ettiİn�" "Ey Aişe, dünya Muhammed'e (a.s.m.) ve onun Ehl-i Bey­ tine gerekmez. Ya Aişe, Allah bütün Ü lülazm Peygamberle­ ·

rinden, dünyanın sılqntı ve �ziyetlerine karşı· sabn istediği ' gibi, _jünyanm-se� mli: şeylerinden:- sahredip uz .. .!._hl J.yı is\_. tem�ştir. Benim haklarnda da buna razı olmuş ve onlara neyi teklif etmiş ise, bana da onu teklif ederek: "ih ülazm Peygamberlerin salırettiği gibi sen de sabret ! ' demiştir. Valiahi ben O'na itaat ederim v e diğer Peygamber­ lerin salırettiği gibi ben de gücümün yettiği kadar sabrede­ rim. Kuvvet ve kudret ancak Allah'tandır." Allah Resillü'nün Rabbiyle arasındaki bu tatlı teslimiyet, memnuniyet ve emniyet bağındaki sım çok güzel özetleyen cümlelerdi bunlar.


Dolayısıyla Resfılullah'ın en önemli sünnetinden biriydi sabır. Öyle büyük ve bereketli bir sünnetli ki, dünya hayatında insanın başına gelebilecek bütün olumsuzlukların panzehiri­ ni içinde taşıyor ve imamn derecesi kadar sabnn derecesi de mü'mine derece katıp, dayanak oluyordu. Bu yüzden Hz. Peygamber, kendisinden imanı soranlara: "0, sabır ve cömertliktir." diye tarif ediyordu.

35


�<:")B u , Seve n i n Sevg i li s i n i Özleyi ş i d i r "Sizin yanınızdaki tükenir, oysa Allah kahndaki kalıcıdır. Hiç şüphesiz biz, sabredenlerin mükafatını, yaptıklarının daha iyisi ile vereceğiz. " (Nahl: 96) MUTE... Sevenlerin, candan ve canlanndan çok sevenlerin sevdik­ leriyle buluştuklan yer. Musibetin ilisana dönüştüğü daha doğrusu perdelerin çe­ kilip aralandığı ve cennetin berraklaştığı, Rahmamn rahme­ tinin billurlaştığını gören seçilmiş bahtiyarlar... İşte Zeyd de, o bahtiyarlardan biridir ve sevdiklerinden başta Allah Resulü, eşleri, çocuklan ve mü'minler olmak üze­ re "En Büyük Sevgili" ye kavuşmak uğruna ayrılmışlardır. Evet Mute'de "En Büyük Sevgilisi" , "Rabbi" için destan yazıp, şehit düşenlerden biri de Hz. Zeyd'dir. Haber Medine'ye ulaştığı gün şehit evlatlığın evi ve çocuk­ lan Allah Resillü tarafından ziyaret edildi. Zeyd'in �çük kızı taze olan baba acısıyla Allah Resillü'nün eteğine sanldı ve içli içli ağlamaya başladı. Resillullah ise bir yandan küçük yetimleri kucaklamakta diğer yandan da sesli olarak hıçkıra hıçkıra ağlayarak çocuk­ ların acısına ortak olunca yanında bulunan bir arkadaşı da­ yanamayıp: "Ey Allah'ın elçisi! Bu nedir?" diye sorunca: "Bu, sevenin sevgilisini özleyişidir." dedi. İşte bir şefkat tecellisi ve işte bir musibet vesilesiyle sevginin ve özlernin Resillullah'ın dilindeki tercümesi... Bir musibetin hakikati ancak bu kadar güzel ifade edilebilir. 36


HAYATTA BAŞ l M lZA G EL E N O L U M S UZLU KLARl N H I KM ETi 1 . Kendi yaptığ ı m ız kötül ü kler sebebiyle olabilir. Allah insanlara hiç zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler. (Yunus: 44) Baş ı n ıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işledikleri­ nizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder. (Şura: 30) "Size bir hayır isabet ettiği zaman o Allah'tand ır. Bir kötü­ lük isabet ettiği zaman ise kendi nefsinizdendir." (Nisa: 79) Hz. Aişe'ye: "lçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onun­ la hesaba çeker ve dilediğini bağışlar." (Bakara: 284) ayetiy­ le, "Kim kötülük yaparsa cezasını görür." (Nisa: 1 23) ayetinin ne demek olduğu sorulduğunda, o da bunu Hz. Peygambere daha önce sorduğunu ve şöyle cevap verdiğini nakletmiştir: "Bu Allah ' ı n hastalık ve kazadan tut, cebine koyduğu ba­ sit bir eşya n ı n kaybıyla duyduğu üzüntüye varı ncaya kadar maruz kald ığ ı musibetlerle kulunu (dünyada) cezaland ırma­ sıd ı r. Böylece kul, peyderpey günahlardan arı nmış olarak çı­ kar, tıpkı ham altı n ı n körükten saf kızıl (altın) çıktığı gibi." (Tirmizi, Tefsir, Bakara) 2 . MO'minin günahları n ı temizleyip berraklaştırmak için olabilir. "Hang i müslümana hasta l ı k (ve bir diken veya daha kü­ çük bir şey de olsa eziyet veren bir şey) isabet ederse, ağa­ cın hazan vakti yaprakları döküldüğü gibi, Allah bu musibet­ leri onun hatalarma keffaret kılarak günahların ı döker." (Bu­ hari, Merda: 1 3) "Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hasta l ı k bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun se7


bebiyle mü'minin güna h ı ndan bir kısm ı n ı mağfıret buyurur." (Buhari , Marda: 1 ; Müslim, Birr 52; Tirmizi, Cenaiz: 1 ) "Mü'min erkek ve kad ın ı n nefsinde, çocuğunda, mal ı nda bela eksik olmaz. Ta ki hatasız olarak Allah'a kavuşsun." Muvatta, Cenaiz: 40; Tirmizi, Zühd: 57) "Şüphesiz salih kimseler sıkıntıya maruz bırakıl ır. Mü'­ min'e bir diken veya daha küçüğü de olsa herhangi bir musi­ bet dokunursa, mutlaka bununla bir günahı dökülür ve mar­ tebesi de bir mertebe yükseltilir." (Müsned, 6: 1 60, 2 1 5) "Allah Teala hazretleri ferman etti: "lzzetim ve eelalim hakkı içi n , mağfıret etmek istediğim hiç kimseyi, bedenine bir hasta l ı k, rızkına bir darl ı k vererek boynundaki günahları ndan temizlemeden dünyadan çıkarmayacağ ım." (Rezin tahric etmiştir) "Müslümana fenalı k, hastal ı k, keder, hüzün, eziyet ve iç sıkıntısı ndan tutun da bir diken batmasına kadar uğrad ığı her musibete karş ı l ı k Cenab-ı Hak onun suçları nı ve günah­ ları n ı örter." (Müslim, Birr: 52) 3. Mü'minin cennette derecesini arttırıp, yüksek n imetiere kavuşması için olabilir. Sabredenlerin mükafatı n ı , yapmakta oldukların ı n daha güzeliyle vereceğiz. (Nah l : 96) Sabredenlere, mükafatları hesapsız verilir. (Zümer: 1 O) "Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felakete sab­ rederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükafatı n ı boşa, çıkarmaz" (Yusuf: 90) Siz geçici dünya mal ı n ı istiyorsunuz. Halbuki Allah ahireti kazanmanızı diliyor. " (Enfal : 67) "Allah kime hayır dilerse,(onun günahları n ı bağ ışlamak ve manevi derecesini yükseltmek için) ona musibet verir." (Buhari, Merda: 1 ) "Ku l , Allah'ın kendisi için takdir ettiği dereceye arneli ile ulaşamazsa, Allah, onun canı na, mal ı na veya çocuğuna bir musibet verir, o da bunlara sabrederse böylece Allah'ın ken-

38


disine takdir ettiği mertebeye ulaşı r." (Ahmet b. Hanbel , Müsned, 5/272) "Musibetler, yüzterin karard ığı kıyamet gününde sahibinin yüzünü ak eder." (Taberani, Camiu's-Sağir, 6: 273, Hadis No: 92 1 8) "Hastalıktan dolayı sızianan mü'mine hayret ederim eğer hasta l ı ktaki mükafatı bilseydi ölüp Aziz ve Celtl olan Allah'a kavuşuncaya kadar hasta kalmak isterdi." (Taberani, Evsat; Camiu's-Sağlr, 4: 304, Hadis No: 5388) "insanların bela/imtihan yönünden en şiddetlisi, en çok belaya mübtela olanları peygamberlerdir, sonra salihler, son­ ra da derece derece iyi hal sahibi diğer mü'minlerdir." (Dari­ mi, c. 2, s. 320) 4. I mtihan için olabilir. "0, insanlar sand ı lar mı ki 'iman ettik' demeleriyle bırakı­ lacaklar da imtihana çekilmeyecekler? Doğrusu biz onlardan ewelkileri de denedik. Allah sad ı k olanları da muhakkak bi­ lecek, yalancı olanları da ... " (Ankebut: 2-3).

"Görmezler mi ki, her yıl, bir veya i ki defa imtihan olunur­ lar, sonra da tövbe etmezler, ibret almazlar." (Tevbe: 1 26) . . . Belki de hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha ha­ yı rlıd ır. Belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötü­ dür. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara: 2 1 6) "Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki, içinizden, cihad eden­ leri (güçlüklere) sabredenleri bilelim . . . " (M uhammed, 31 ). "Musibetler mü'minin imtihan vesilesidir." (Keşfü'I-Hafa, 2: 295) "Şüphe edilen altın, ateşle muayene edildiği gibi, insan da bela ile imtihan olur." (Taberanl) Allah'ı ve Resulünü seven, belaya hazırl ı kl ı olsun, sabı r zırh ı n ı giysin! (Beyhaki)

9



i ki nc i B ö l ü m

PEYGAMBER LER


"Allah onlardan/ onlar da Allah/tan razı olmuştur.

11

(Beyyine: 8) "Sabretmekte yarışın ız! (Ali İmran: 200)

11

"Şüphesiz ben Peygamber ve Salih kimseyi/ sizlerin Allalı /m ihsanma sevindiğinizden daha çok bela ve musibetlere sevindiklerini görüyorum. " (Müsned, 3: 94) "En büyük (en zor) imtihana tabi olanlar peygamberlerdir. " (Buhar!, Merda: 3; Tirmizi, Zühd: 57; İbn Ma ce, Fiten: 23) Mus 'ab İbnu Sa 'd (r.a.) naklediyor: / "Ey Allah m Resulii i dedim, insanlardan kim ler en çok belaya uğrar? " "Peygamberler, sonra büyüklükte onlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nispetinde belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nispetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Ta o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar. " / (Tirmizi, Zühd: 67)


�H i ç D ost, Dost u n u Ö ld ü rü r m ü ? "Yüz ler vardır, o gün ter ü tazedir, Rablerini görecektir. " (Kıyamet: 22-23) ÖL ÜM VAKTi GELİ P KARŞISINDA Hz. Azrail'i (a.s.) görünce Hz. İbrahim (a.s.) biraz nazlandı: "Ey Azrail" dedi, "Hiç dost, dostunu öldürür mü?" Azrail, nasıl bir cevap vereceğini bilemedi Allalı dostuna. Zira vazifesi boyunca hiç böyle bir soroyla karşılaşmamıştı. Çaresiz bir halde Ralıman'ın huzuruna döndü ve medet istedi... Alemierin Rabbi: "Git ona ve sor bakalım" dedi, "Hiç dost dosta kavuşmak­ tan kaçınır mı?" Azrail'den (a.s.) bu nefes kesici cevabı alan İbrahim (a.s.) mest oldu. Ve dedi ki: "Ey Azrail! Elini çabuk tut... Dostu dostuna bir an evvel kavuştur." Ölüme bile böyle baktığımızda nasıl da Güllük gülistanlık oluyor.

r'""fği fi değişiyor.

Demek Id temelde hadiselere balaşımız başımıza gelen be­ la ve masibederin de rengini böylesine değiştirebilir. Velhasıl hayat yolculuğunda her şey güzelleşir; ya bizzat veya sonuçlan itibariyle. . .

43


��Ey Yusuf! Gözle ri n , N e Ka d a r G üzel! "Allah takva sahipleriyle beraberdir. " (Bakara Sfuesi: 194) YÜSUF'UN (A.S.) YÜZÜNÜN GÜZELLİGİ, Züleyha'nın kalbine, onun sevgisini düşürmüştü. Yusuf (a.s.) ise pek çok imtihan ve musibetlerden geçmiş, bundan sonraki imtihanlarda da Rabbinin rahmetini uman­ lardandı. O Rabbinin rahrneti olmasa helak olacağını bilen­ lerdendi. Fakat şeytan bir kere Züleyha'mn kanına girmişti. Züley­ ha ne yapıp edip Yusufu (a.s.) elde etmeyi kafasına koymuş­ tu. En sonunda, bir gün, onu, kendisiyle temasa hevesien­ dirrnek maksadı ile, Yusuf (a.s.) güzelliklerini anınağa başla­ dı: "Ey Yusuf! Saçın, ne kadar güzel!'' deyince Yusuf (a.s.): "Cesedimden, ilk dökülecek şey, odur!" dedi. Züleyha: "Ey Yftsuf! Gözlerin, ne kadar güzel!" deyince de: "Cesedimden, ilk önce, yere akacak şey, o' dur!" dedi. Züleyha Yusufun (a.s.) nefsine hitap ediyor Yusuf (a.s.) ise aklıyla ve kalbiyle sadece Züleyha'yı değil nefsini de sus­ turuyordu. Züleyha: "Ey Yusuf! Yüzün, ne kadar güzel!" dediğinde ise Yusuf (a.s.): "0, toprak içindir, toprak, onu, yiyecektir!" dedi.


Acaba bize gelen hevesatlı haramlara ve nefsin yakıcı is­ teklerine karşın Yusuf (a.s.) gibi akıl ve kalhimizin rağmına hareket eden nefsimizi susturabiliyor muyuz? .. Karşıdan gelen ve nefsimizle birlik olup bizi tam da yüre­ ğimizin on ikisinden vurmaya çalışan böylesi cazibelı bela ve musibetlere Yfrsuf (a.s.) gibi cevaplar verebilİyor muyuz? ...


�M u si bet S i d detle n i n ce . . . "Gerçekten biz, Eyyab 'u (a.s.) sabırlı bulmuştuk. O, ne güzel kuldu, daima Allaha yönelirdi. " (Sad: 44) EYYÜB 'UN (AS.) İMTİHANI, on sekiz- yıl sürdü. Yakın,

uzak, herkes, ondan ayrıldı. Eyyfib'un (a.s.) musibet ve imtihanı şiddetlendiği zaman, yüce Allah ' a şöyle hamd ve senada bulundu: "Haınd, Rabbü'l-Aı emin olan Allah ' a mahsustur. Ben, Rabbim olan Sana hamd ederim ki, bana ilisanda bulundun. Bana, mal ve evlat verdin. Kalbimde, bunların girmediği bir bölüm kalmadı. Sonra, hepsini, benden geri aldın, kalbim, onlardan boşaldı. Artık, benim aramla Senin arana, bir şey girer değildir! "Ey Rabbim! Bundan önce beni, gündüzleri, mal sevgisi, telaşı, oyalıyordu. Geceleri de, beni kendilerine olan şefka­ timden dolayı evlat sevgisi, oyalıyordu. Ne mutlu ki, şu anda onlardan boşalmışımı Gözümü, ku­ lağımı, gecemi, gündüzümü, Senin zikrin, şükrün, takdis ve tehlilin ile geçiriyorum!" Demek ki musibet ve imtihan şiddetlendiği zaman daha çok tefekkür etmeli ve her birimiz kendi dünyalanmızda ba­ şımıza gelen hadiselerin hikmetlerini yakalamaya çalışmalı­ yız. Hepsinden de önemlisi Rabbin takdirini ilisan gibi öpüp baş göz etmeliyiz. En azından Eyyfib'un (a.s.) bu münacaahnı hatırımızda tutmalıyız.

.f6


�Sa b re d e m ed i ğ i n Şeyle ri n i ç Yüzü "Sabrın imandaki yeri, başı n bedendeki yeri gibidir.

"

(Hz. Ali) "M ÜSA (A.S.) İ SRAİ LOGULLARININ arasında hutbe okumak için ayağa kalktığında kendisine, "insanların hangisi en alimdir?" diye soruldu. Müsa (a.s.) "En alim benim" dedi. Allah ona: "İ ki denizin kavuştuğu yerde benim kullanından bir kul var, o senden daha iliındir," diye vahy indirdi. Müsa (a.s.) "Ey Rabbim! Benim için onunla buluşmanın yolu ne­ dir?" diye sordu. Kendisine: "Azık olarak bir zenbilin içine tuzlu bir balık koyarak sırtına al. Bu balığı nerede kaybedersen, o zat ora­ dadır" denildi. Musa (a.s.) yola revan oldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. Bu zat Yuşa bin Nun idi. Musa (a.s.) zenbilde bir balık taşıyordu. Hizmetçisi lle birlikte yüıii yerek gittiler. Ni­ hayet bir kayaya vardılar. Orada balığın kaybolduğunu anla­ dıklannda örtünmüş bir adam görd�. Ü zerinde bir elbise vardı. Musa (a.s.) ona selam verdi. Hızır (a.s.) O'na: "Ve aleykümselam sen kimsin?" dedi. Müsa (a.s.): "Ben Musa'yım! " deyince Hızır (a.s.) : "Beni İ srail'in Müsa'sı mı?" diye sordu. Musa (a.s. ) : "Evet" dedi. Hızır (a.s.): "Sen Allah'ın ilminden bir ilmi bilmek'tesin ki, Allah onu ana öğretmiştir. Onu ben bilmem. Ben de All ah'ın ilminden bir ilim üzereyim ki, onu bana öğretmiştir. Sen de onu bilemezsin" dedi.


Musa (a.s.) ona: "Sana öğretilenden, hakkı bana öğretmek şartıyla sana tabi olabilir miyim?" diye sordu. Hızır (a.s.): "Sen benimle beraber sabra takat getiremezsin, iyice bil­ ınediğİn bir şeye nasıl sabredebilirsin ki? Bir şey yok ki, ben onu yapınağa memur olurum . Sen onu görürsen sabrede­ mezsin." dedi. Mfisa (a.s.): "Beni inşallah sabırlı bulacaksın. Sana hiç bir hususta karşı gelmem" dedi. Hızır (a.s.) ona:

"O halde bana tabi olursan, bana hiçbir şey sorma. Ta ki kendim sana ondan bir şey anlabncaya kadarr' dedi. Musa (a.s.), "pekala! " cevabım verdi. Sonra Hızır'la Mfisa (a.s.) deniz salıilinden yürüyerek yola devam ettiler. Derken yanlarına bir gemi uğradı. Bunlar ken­ dilerini gemiye almalan hususunda gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı derhal tamdılar, ikisini de ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. O sırada b ' serçe gelerek geminin kena­ nna konup denizden bir yudum su aldı. Hızır (a.s.): "Ya Mfisa! Benim ilmim ile senin ilmin Allah'ın ilmi ya­ mnda, serçenin denizden azalttı� su kadar bile değildir" de­ di. Sonra Hızır (a.s.) geminin 'İahtalarından birine vurarak onu çıkardı. Bunun üzerine Mfisa (a.s.) ona: "Bir cemaat bizi parasız gemilerine bindirdiler. Sen onla­ gemisine kastederek içindekileri batırmak için mi deli­ yorsun? Gerçekten çok büyük bir iş yaptın" dedi. Hızır (a.s.): rm

"Ben sana, benimle beraber sabra güç getiremezsin demedim mı. ' ' " ded'ı. M"usa" (a.s. ) : "Unuttuğumdan dolayı beni kınama. Bu işte benim başı­ ma güçlük de çıkarma" dedi. Bundan sonr�miden çıktılar. Sahilde yürüderken bir de baknlar ki, bilçocUR diğer çocuk­ larla oynuyor. Hızır (a.s.) hemen onun kafasından tutarak eliyle başını kopardı ve çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Musa (a.s.): "Masum birisini, kısas hakkın olmaksızın öldürdün! Ger­ çekten yadırganacak bir şey yaptın" dedi. Hızır (a.s.): 48


"Ben, sana benimle beraber sabra güç getiremezsin de­ medim mi?" dedi. Müsa (a.s.) ''Bundan sonra bir şey sorar­ sam, bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim tarafıından özür derecesine vardın" dedi. Yıne yürüdüler, nihayet bir köye vararak köylülerden yi­ yecek istediler. Onlar, kendilerini misafir kabul etmekten çe­ kindiler. Bu sefer o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar bul­ dular. Hızır (a.s.) onu doğrulttu. Musa (a.s.) ona: "Bir kavim ki kendilerine geldik de bizi ne misafir alclılar, ne de doyurdular. Dilesen bunun için ücret alabilirdin" dedi. Hızır (a.s.): "Artık bu seninle benim aramızın ayrılınasıdır. Sabrede­ mediğin şeyin tevilini sana haber vereceğim" dedi. )"Birincisi; gemi denizde çalışan bir takım fakirierin idi. Onun için ben gemiyi kusurlu yapmak istedim ki, arkaların­ da her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı. Onu zapterlecek hükümdar geldiği vakit, gemiyi delinmiş bu­ lacak ve bırakıp gidecek. Fakirler de onu tahta ile tamir ede­ ceklerdi. İkincisi; çocuk büyüseydi kendisi kafir olacağı gibi, anne 2 ve babasım da küfre se�decekti. Bu sebeple biz onun yeri­ ne annesiyle babasına, Allah'tan ondan daha faydalı ve daha merhametli bir evlat vermesini diledik Üçüncüsü; bu duvar, şehirde iki yetim çocuğa ait idi. Al­ 3tında onlara ait bir define vardı. Babalan da salih bir kimse idi. -:Alliili diledi ki, ikisi de rüştlerine ersinler (akıl baliğ ol­ sunlar, evlenecek çağa gelene kadar büyüsünler) definelerini çıkarsınlar. -

Bu Allah'ın bir merhametidir. Ben bunlan kendi isteğimle yapmadım. İşte senin, üzerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur." "Allah, muhakkak sabredenlerle beraberdir." (Ba�ra: 1 53) ayeti gerçekten de mü'min için O'nun iradesine teslim olmanın ve başımıza O'ndan gelen her hadisenin hayır oldu49


ğuna öyle bir delildir ki, O'nun bütün işleri hikınetlidir ve en güzel esma tecellileri O'nundur. Terzilik sanatını bilmeyen zahiren bakınca kumaşın ke­ silmesi, biçilmesi, iğnelenmesi kumaşa zarar verir zanneder. Fakat sonunda bakar ki şahane bir elbise ortaya çıkmış. Terziyi ve ustalığını bilen, maharetine ve ona güvenen biri ise, makasın her kesişinin, iğnenin her batışımn ne kadar gü­ zel bir hikmete bağlı olduğunu bilir. O öyle bir hikmetle keser, biçer ki en güzel elbiseler O'nun iradesiyle vücut bulur. İşte iman; O'ndan gelenin en güzel olduğunu bilmek ve O'na razı olmaktır.

50


�Yusuf' u n ( a . s . J Başı n a Gele n le r . . . "Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarzdır. " (AclfuU, Keşfü'l-Hafa 2: 21) YUSUF'UN (A.S.) ÜVEY KARDEŞLE Rİ, babalan Hz. Yakub'un (a.s.) gerek çocukluğu ve gerekse gençlik çağında Yfisufu (a.s.) ne kadar çok sevdiğini ve onun üzerine titredi­ ğini gördükçe, onu kıskanmaya başladılar. Babalarının huzu­ runa çıkıp Yusufu (a.s.), kendileriyle birlikte kıra gönderme­ si için konuşmaya karar verdiler. Yakub'un (a.s.) yanına gidip önünde durdular. Yakub (a.s.), çocuklannın karşısında sıralandıklarını görünce, onla­ ra:

"Nedir istediğiniz?" diye sordu. Kardeşleri Yfisufun (a. s.), kendileriyle birlikte larlara gitmesine ve gezip oynamasına müsaade etmesini istediler ve onu, iyice koruyacaklarını bildirdiler. Yakub (a.s.), onların dalgınlığa kapılıp Yfisufu (a.s.), kurda yedirmelerinden kork­ tuğunu söyledi. Onlar, kendilerinin güçlü bir topluluk olduğunu, böyle bir musibetin asla vuku bulamayacağını ileri sürdüler. Yakub'a (a.s.) oğullanna kurt tehlikesinden bahsettiren, o sıralarda görmüş olduğu bir rü ' ya idi. Yakub (a.s.), rü ' yasında, bir dağ başmda Yusufu (a.s.) öl­ dürmek için, üzerine on kurdun aldırdığını, onlardan bir kurdun ise, onu koruduğunu, sonra yer yarılıp içine girdiğini, ancak, üç gün sonra oradan çıkabildiğini görmüştü. Bunun için Yfisuf (a.s.) hakkında kurt korkusuna düşmüş ve oğulla­ nna: "Onu, kurdun yemesinden korkuyorum! " demişti. Yfisuf (a.s. ) : 51


"Babacığım ! Beni, onlarla gönder! " dedi. Yakub (a.s.): du.

"Sen de, onlarla birlikte gitmeyi istiyor musun?" diye sor­

Yftsuf (a.s.): "Evet! " deyince, Yakub (a.s.) onun da kardeş­ leriyle birlikte gitmesine izin verdi. Yusuf elbisesini giydi. Yakub (a.s.), onu kaFdeşleriyle birlikte gönderdi. Kardeşleri, Yftsufu (a.s.), yapmacık ikramlar göstererek götürdüler. Otlak yerine vardıklan zaman, düşmanlıklarını, açığa vurdular, onu, dövmeğe başladılar. Kardeşlerinden biri, Yu­ sufu (a.s.) döver, Yusuf, başka birini, imdadına çağırır, o da, gelip yardım yerine, onu, döverdi ! Kendisine.J onlardan bir acıyamnı görmedi. Yusufu (a.s.) öldüresiye Clövdüier.. Yakub'dan (a.s.), Yftsuf (a.s.) için aldıkları yiyeceği, kö­ peklerine yedirdiler. Yusuf (a.s.) son derece susamıştı. Onlara : "Öldürmeden önce, bana, azıcık su içiriniz! " diye yalvar­ dığı halde, su da, içirmediler! Onlardan hiç birinin, kendisine acımadığım görünce: "Ey Babacığım ! Ey Yakub! Cfu-iye oğullannın, Senin oğlu­ na yaptıklannı bilmiyor musun? ! Bir bilsen ! Ey Babacığıın ! Onlar, senin alıdini bozdular, vasiyetini, zayi ettiler!" diyerek feryat ediyordu. Rubil, hemen tutup onu öldürmek için göğsünün üzerine yatırarak: "Ey Rab ıl ' ın ojlu�ü ' yana söyle de, seni, kurtar­ sın ! " dedi. Yftsuf (a.s.), Yehuza ' dan yardım istedi.Yusufun (a.s.) teyzesinin oğlu olup diğerlerine nazaran Yusuf (a.s.) hakkında biraz daha insaflı, biraz daha ileri görüşlü olan Yehuza, onlara: "Siz, onu, öldürmeyeceğiniz hakkında bana kesin söz ver­ miş değil miydiniz? ! Onu, kuyuya, bırakınız! " deyince, Yftsufu (a.s.) bırakmak için kuyunun yaruna sürüyüp götürdüler! Bu kuyu Medyen ile Mısır arasında bulunan Beytülmakdis bölgesinde, Hz. Yakub'un evine üç fersahlık uzaklıkta bir yerde idi. Korkunç, 52


karanlık, dibi geniş ağzı dar, içine bırakılan canlının kolayca düşüp ölebileceği, içinden çıkılınası imkansız, s� tuzlu bir kuyu idi. Bu kuyu, Nuh'un (a.s.) oğullarından Sam ın kazdığı kuyulardandı. Ahzan Kuyusu diye de, anılırdı. Kardeşleri, Yusufu (a.s.) bu kuyuya bırakmak maksadı ile, kuyunun içine sarkıtbklan zaman Yusuf (a.s.), kuyunun kenarına elleriyle tutunmuştu. Bunun üzerine, onun ellerini, boynuna bağladılar. Ü ze­ rindeki gömleğini de, soyduktan sonra, kendisini kuyuya sarkıttılar. Yusuf (a.s.): "Kardeşlerim! Gömleğimi, bana geri verin! Kuyuda, onun­ la örtüneyim. Kuyudaki haşeratı, onunla tutup kendimden defedeyim! Ölümümden sonra da, o, bana, kefen olsun!" dedi. Kardeşleri: "Güneşi, Ay ' ı ve on bir yıldızı, çağır da, seni, oraya alıştı­ ncı olsunlar!" dediler. Yusuf (a.s.): "Ben, hiç bir şey göremiyorum !" dedi. Onu, kuyunun yan­ sına varıncaya kadar sarkıtıp ölsün diye birden bırakıverdi­ ler! Yusuf (a.s.), kuyudaki suyun içine düştü. Kuyudaki bir kayanın üzerine çıkıp dikildi. Kardeşleri, kuyuya bıraktıklan zaman Yusuf (a.s.) ağlı­ yordu. Kuyunun başındaki kardeşleri, ona, seslenince, Yusuf (a.s.) onların merhamete geldiklerini sanıp cevap vermişti. Hemen, üzerine, bir kaya parçası bırakıp onu, öldürmek is­ tediler. Yehuza, kalktı, onlan böyle yapmaktan men etti ve: "Hani, siz, onu, öldürmeyeceğiniz hakkında, bana kesin söz vermiştiniz!?" dedi. Ve böylece onu kuyuda yalnızlığa terk ettiler. Yusuf (a.s.) ku)'l! a bırakıldığı zaman, ôn yedi yaşındaydı ve o anda bütün ebepler susmuştu... Bu kör kuyuda yalnız başınaydı ve sığınacağı Rabbinden başkası yoktu. Rabb-i Rahlmi, adeta onunla arasındaki per­ deleri ve sebepleri teker teker aralıyor ve Yusufa sabırla be­ raber tevhid, tevekkül ve teslimiyet dersi veriyordu.


Ve Yusuf sevdiklerinden uzaklaştıkça Rabbine yaklaşıyor­ du. Onu kaybeden hiçbir şey bulamazken, Onu bulan hiçbir şey kaybetmeyecekti. Bu yüksek mertebeye çıkmak ise bazen bir kuyuya düşmekten bazen bir iftiraya uğramaktan bazen de bir zindana girmekten geçecekti. Oysa Mısır'ın maliye b� giden yol da Rabbine gi­ den yol gibi bir takım sıkıntı ve musibetlerden geçiyordu. Rabb-i Rahim kendisine teslim olup sabredenlere kendi yol­ lannı açıyordu. Hem manen hem de maddeten ... İşte Yusufun kıssası böyle pek çok mesajlarla doluydu. Yeter ki teslimiyet, sabırla ve tevekkülle yükselsin di. ..


�EyyG b ' u n ( a .s . ) Sa b r1 Yuhakkak ki Allah, sabredenleri sever. ,, (.Al-i İmran: 146) ŞAM ' IN BESENİYE KÖYÜNÜN doğu ve batısı arasında bulunan her şeyi; dağları, ovaları, içindekilerle birlikte deve, sığır, davar, at, merkep, her cins mal, Eyyüb'a (a.s.) aitti. .All ona erkek, kadın bir çok ev halkı da ilisan et­ Yüc.e...ah mişti.'On ü erkek eviadı vardı. Bir süre sonra ise Eyylib'un (a.s.) bütün serveti yok oldu. Üzerlerine ev yıkılıp bütün oğulları, öldü! Fakat o, bunlara rağmen, hep Yüce All ah ' a hamd ve se­ nada bulunmaktan, ibadete devamdan, verdiğine şükür, uğ­ radığı bela ve rnusibetlere sabredip katianmaktan yılmadı. ''Zaten onlar Allah ' a ait. Onları, bize emanet olarak ver­ mişti. Onlru:_ı , ister bırakır, ister geri alır! Ben, annemin kar­ nından lak olarak çlktıın ve çıplak olarak toprağa, kabre döneceğim. Çıplak olarak da, Rabbirnin huzuruna çıkaca­ ğım ! " deyip Allah ' a şükretmeğe devam etti. Eyyfrb (a.s.), a ı zamanda da hastalandı. İlk defa olarak Çiçe veya ....Cüzzam hastalığına tutuldu. Yemeği ancak, iki elini birleştirereK tutup ağzına güçlükle götürüyordu. Dili şi­ şer ağzını doldurur, bağırsaldan, vazifesini yapmaz olurdu. Yediği şey, karnına girdiği gibi çıkar, vücuduna yararlı ol­ mazdı. Ayaklarında güç kalmaz, kendini taşıyamaz hale ge­ tirdi. Vaktiyle kendilerini ev halkı gibi geçindiriliği kimselere avuç açar oldu. Onlar, bir tek lokına verirler, onu da başına kakarlar, kendisini kınar ve ayıplarlardı. Bütün oğullan öldü ve elinden tutacak, yardım edecek kimsesi kalmadı. Ailesi ona küstü. Akrabalan, dostlan da kendisinden yüz çevirip, ilgilerini kesti. Tanıdıklan, kendisini tanımaz oldu.

'ÇıP

35


Bütün haklan inkar edilip yaptığı iyilikler unutuldu. Ses­ Ienişine ses verilın edilmez oldu. Köy halkı, kendi­ sini, köy dışındaki çoplüğe sürüp çıkannca Eyyüb (a.s.) üze­ rine gerilen bir gölgeTıkte oannmağa başladı. Yanına, zevcesinden başka pek uğrayan olmazdı. İhtiyaç­ lannı, yalnız eşi gidip gelip görürdü. Eyyüb (a.s.), uğradıklan bela ve musibetin kaldırılması için yıllarca dua etmedi. Zevcesi Leyya Hatun, bir gün: "Sen, duası makbul bir Zat " sm. Sana şifa vermesi için, Al­ lah ' a dua etsen ya! " demişti. Eyyüb (a.s.) : "Biz, yıl nimetler içinde yaşadık. Bırak ta, yetmiş ,., yıl da, musmet içinde bulunalım ! " dedi. Eyyfi.b (a.s.); kaybettikleri servet, evlat ve sıhhate ağlayan zevcesine:

��

''Onları, bize kim ilisan etti?" diye sordu. Zevcesi: "Allah ihsan etti." dedi. Eyyüb (a.s.): "Onlardan, kaç yıl yararlandık?" diye sordu. Zevcesi:

� yıl ! " dedi. Eyyüb (a.s.) : "Allah, bizi, bu m kaç yıldan beri mübtela kılıyor?" diye sordu. Zevcesi. ''Yedi yıldan beri ! " dedi. Eyyfrb (a.s.) : "Geçim botluğu ve rahatlık içinde bulunduğumuz gibi, Rabbimizin, bizi uğrattığı şu sıkıntıya da, seksen yıl katlan­ mamız gerekmez mi?" dedi. İşte Eyyüb'un (a.s.) sabrı ile meşhur olması Peygamberle­ rin imandaki üstünlüğünü göstermesi bakımından manidar­ dır. Rabbimizin ilisan ettiği sayısız nimetiere duyarsız kalan bizlerin başımıza gelen en ufak bir terslikte, _ Qg_dye musibet­ te üzerimizdeki nimetlerini unuturcasına nasıl da hemen is­ yana ve şikayetlere başlayıveriyoruz. Verilince herkes teşekkür edebilir fakat verilenierin bazı­ lan alındığında asıl iıntihanımız başlar. Bize verilen her şeyi bir emanet gibi kendimizi ise emanetçi olarak görebiliyor muyuz?

56


�Ateş N iye Ya k ma d 1 ? "Kim Allah 'a tevekkül ederse, O, ona yeter.

"

(Talak: 31) İ B RAHiM'İN (A. S.) İÇİNDEKİ rhakiki ateşı fark edeme­ yenler Onu dışarıdaki mecazi ateşierde yakınayı planladılar. Ve zaman tekrar kristalleşrnek için Hz. İbrahim'i beklerneye başladı. Ateş musibet ve belaya karşı teslimiyetin, sabrın ve imanın gülümseyişinin kristalleşen karelerini ibret için tüm insanlara resme�eye hazırlanıyordu.

Ateşin kulu olan emrut) İbrahim (a.s.) için, her çeşit odun toplanmasını emretti. Toplanan çakıl taşlarıyla da bü­ yük bir ateş çukuru, tandır yaptırttı . Öylesine geniş bir ateş çukuruydu ki üç ay boyunca odun toplarup yığılmıştı.

Ocağın içine yığılan odunlar her taraftan tutuşturuldu. Ateş o kadar alevlenmişti ki, uçan kuşlar oradan geçecek ol­ salar, sıcaklığın şiddetinden yamp düşüyorlardı. Hararetİn şiddetinden, bazılan yer altındaki bodrumlara sığınmak zorunda kalmışlardı. İbrahim'i (a.s.) ateşe atmak için, yüksek bir binanın üze­ rine çıkardılar. Ellerini ve ayaklarım sımsıkı bağladılar. Bi­ nanın üzerine de bir mancınık kurdular. Hz. İbrahim'i man­ cınığın kefesine koydular. İbrahim (a.s.) bağlanırken, Rabb-i Rahim'ine: "Senden başka ilah yoktur. Sen her noksandan münezzeh ve mukaddessin. Alemierin Rabbisin! Hamd, ancak sana mahsustur. Mülk, Senindir. Senin şerlkin yoktur! " dedi. Bütün nefesler tutulmuştu. İbrahim (a.s.) mancınıkla ha­ vaya atıldığında, artık bütün sebepler susmuş ve iflas etmişti. İşte tam da bu anda Cebrail (a.s.) Rz. İbrahim'e göründü ve: 57


,�

�/'

"Ey İbrahim bir hacetin var mı?" diye sordu. İbrahim (a.s.) : "Sana ise hayır! " dedi. Cebrail (a.s.): "Öyle ise hacetini Rabbinden dile! " dedi. İbrahim (a.s.) : "O'nun; halimi, dileğimi,-bilmesi bana yeter! " dedi. Ve başını göge kaldırıp: "Ey Allab'ım ! Sen göklerde teksin! Yerde de teksin ! Ben de yerde bir tekim ! Yerde benden başka, Sana ibadet edecek kimse yoktur. Allah, bana yeter! O ne güzel vekildir! " dedi. Ateşin içine atıldığı zaman bu korkunç manzara karşısın­ da, İbrahim'in (a.s.) Raob.:i Rahim'ine olan tevekkül ve tes­ Hıniyeti öylesine dprJcraydi' ki, o anda adeta bütün perdeler şeffaflaşmış ve her biri bir kenara çekllnri şti. işte ooylesine katıksız bir tevhlt ve mükafat1arla dolu büyük neticeler böy­ lesine büyük musibet ve imtihanlar sayesinde oluyordu. Ve Enbiya Suresi J ayette ifadesini bulan o mucizevi emir, bütün ihtişamıyla tecellisini buluyordu : "Ey ..ateşl �··bra-him'e karşı, serin ve selametlik ol! '' Ateş Rabbin buyurduğu gibi oldu. Ateşten sıcaklık ve ya­ kıcılık özelliği alınarak bir ışık haline getirildi. Ateş sadece İbrahim'in (a.s.) bağlandığı ipleri yaktı. - -Evet, ayet adeta diyordu ki, "h akkın ızda takdir edilmiş bela ve musibetlerin lehinizde serin ve selamete dönerek ma­ nevi sıçrayışlara kavuşabilmek için İbrahim'in (a.s.) tevekkül ve teslimiyetinden dersler almalısınız." Evet bir tarafta inada dayanan bir inkar ve ret diğer taraf­ ta ise teslime dayanan bir tevhit ve kabul. Hem de bütün zer­ releriyle . . . Biri fani güç ve kuvvete dayandıkça acizleşirken diğeri sonsuz kudrete ve rahmete acziyetini ve çaresizliğini aniayıp sığındıkça kuvvetleniyordu. Böylesi iman zirvelerine kanat açıp uçmak da ancak mu­ sibet ve sıkıntı rüzgarları sayesinde oluyordu. Bütün mesele şiddetle esen rüzgarlara gönül lıoşluğuyla acz ve fakr kanatıarım açmaktı ...

�.

53


��Ey Ya ku b ! S e n , B e n i , Ya ratt 1 ğ 1 m a m 1 Ş i kayet Ed iyo rsu n ? "Ben derdimi de, üzün tümü de ancak Allah 'a şikayet ederim, dedi. " (Yusuf: 86) YAKu B (A.S.), Yusuftan (a.s.) dolayı üzüntülere düş­ müştü. Zayıflamış, yaşlanmıştı. Kaşları, gözlerinin yanaklarının yumrusu üzerine düşer, onları, bezle kaldırırdı. Bir gün, ona bir komşusu: "Ey Yakub! Sende gördüğüm şu başına gelen hal nedir?" İhtiyar olmadan, ilıtiyarladın! Tükendin, gittin! Sen bu gidişle babanın, kardeşinin eriştiği yaşa bile eri­ şemeyeceksin!" deyince Yakub (a.s.) komşusuna dönerek: _"Zamanın uzunluğu ve üzüntülerin çoklu� ! " diye halini özetledi. Yüce Allah: "Ey Yakub! Beni, yarattığıma mı şikayet ediyorsun? !" diye . vahyedince, Yakub (a.s.): ''Ya Rab! Ben, bir hata işledim! Onu, bana bağışla! " dedi. Yüce Allah: "Bağışladım! " buyurdu. Bundan sonra Yakub (a.s.), derdini soranlara: "Ben, taşan kederimi ve üzüntümü, yalnız Allah'a şikayet ve arz ederim!" derdi. Rabbimiz Nebilerini işte böyle terbiye ediyordu. 'Her halimize, her tavnmıza dikkat!

59


Kimden, kime şikayet ediyoruz. Şikayet sadece Rabbe olmalıdır. Şikayet ve hoşnutsuz bir hayat nankörlüğün fısıltı­ sıdır aslında. Şikayetler ise musibetleri çoğaltınaktan ve Rabbi unutturmaktan başka bir şeye yaramaz. Rabbini unutan insanlara şekva eder. Hz. Yakub'unki (a.s.) bir aniıktı ama ya bizimkiler . . .


i N SAN I N I SYANA HAKKI YO KTU R "O (Allah) ki, yaratt1ğ1 her şeyi güzel yapt1 . " . .

(Secde: 7) insanın üç bakı mdan isyana hakkı yoktur. Biri ncis i :

Mülkün gerçek s a i b ı o l a n Allah, insa n ı isimlerine en gü­ zel ayna yapmıştır. Kainatı ve insan ı "ihtişamı n ı , güzellikleri­ ni ve ihsa n ı n ı görmek ve görünmek için yaratan" Sultanı mız, varl ı k alemini başta insan olmak üzere en güzel model yap­ mıştır. Usta bir terzinin kumaşı "kesmesi, biçmesi, iğneler batır­ ması" görünüşte belki de kumaşın mahvalması gibi görünse de aslı nda sonuç itibariyle şahane bir elbisenin ortaya çık­ ması adı na çok anlamlı ve hikmetlidir. Makasın kestiği her yer, iğneterin battığı bir dizi yol, nas ı l ki hikmetli b i r maksada hizmet ediyorsa hasta l ı k, açlık, fakir­ lik gibi bir dizi olumsuz gibi görünen ve zannedilen haller de insanın hayat elbisesinin güzel leşmesi ve Rabbin güzel isim­ lerinin görünmesi için bir vesile olur. Hastalı kla "Şafı" ismi görü nür. Açl ı kla "Rezzak" ismi, ihti­ yaçlarla "Kadir, Rahman, Kerim, Muhsin, Gani" isimleri . . . Evet Kud� eli yaratı r, Hikmet makası biçer, Rahmet iğ­ nesi batırır. lman eden yükselir, itimat eden kazanır . . . Zira O , mülkün sahibi olduğu gibi mülkündeki her şeyi de yaratma mertebelerinin en güzelinde yaratır.

St


ikincisi :

Hayat olumsuz gibi görünen unsurlarla mücadele saye­ sinde yükselir, temizlenir, anlam bulur ve mükemmele kavu­ şur. I nsan kötüye, kötülüklere ve hayatın içindeki olumsuzluk­ lara karşı direnç gösterip mukavemet ettikçe güçlenir ve ha­ yattaki gerçek başarıyı yakalar. Dolayısı ile güzellik, çirkinliklerle beraber anlam bulur. Öyleyse Habil lerin değerinin anlaşılması için Kabillerin de varolması gerekir. Olumluların tonlarıyla anlaşılması ve yük­ selişi, olumsuzların tonlarıyla var olması na bağlıdır. Çünkü her şey zıdd ıyla bilinir, aniaş ı l ı p açığa çıkar. Yani Rahmet; zahmetin , meşakkatin ve sıkıntıların içinde gizlenmiştir Bu sebeple, "Her şey güzel olsayd ı , her şey güzel olmaz­ d ı ." Üçü ncüsü :

Bu dünya hayatı bir sınama ve imtihandan ibarettir. Lez­ zet, ücret ve mükafat değil, yaratıcıyı tanıyıp, ona ibadet et­ me ve kişilik bulma yeridir. Işte hastal ı klar ve musibetler şu fan i dünyadaki zayıfl ığı­ mızı ve çaresizliğimizi aniayarak yönümüzü yaralıcıya ve sonsuz hayata çeviriyorsa, gelip geçici hevesiere ve zevkle­ re gömülmemizi engelleyip bizi düşündOrüyorsa, sab ı rla ge­ çirilen saat ve dakikaları , günlerce ve aylarca ibadet hükmü­ ne getiriyorsa elbette şikayete değil şükre sebeptir. lmtihanda başarı l ı olmanın gereği ise çal ışmak ve ter dökmektir. Şu dünya ağacı nda Oigunlaş talianman ı n yolu, yılma­ dan ve bı kmadan sabı rla ve aşkla yüzünü uneşe çevirip durmaktır. Zira O öylesine güzel ve hikmet/i bir güneştir ki yakt1kça olgunlaştmr, pişirir ve tatlandmr. Öyle ki cennete lay1k meyveler yapar.


Öyleyse insanm isyana hakki yoktur. Belki, O 'nun kudre­ tine ve hikmetine itimat edip sadece O 'na güvenmelidir. Zira hakiki ibadetin en önemli Sirlarmdan biri de "Rabb-i Rahim 'in isteğine ve iradesine ram olmakta " gizlidir. Hem O 'nun irade ve tasarrufunu imkan ve ihtimal Şiklan­ n m en güzeli olarak bilmek, emin ve teslim olmak, imanm en yüksek derecesidir.

ô


Üçü n c ü B ö l ü m

SAHABE-i KiRAM


Her nefis ölümü tadıcıdır. Sizi denemek için hayzrla da, şer­ le de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz. (Enbiya: 35) Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: "Biz önceden tedbirimizi almıştık" derler ve sevinç içinde dönüp giderler. De ki: "Allah ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlam ızdır. Ve müminler yalnızca Allah a tevekkül etmelidirler. " (Tevbe: 50-51) 1

1

Mü 'min mü temadiyen rüzgarın eğici tesirine maruz bir bitkiye benzer. Mü 'min devamlı belalarla baş başadır. Münaftğın misali de çam ağacı gibidir. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç zrgalanmaz. (Buhari, Marda: 1; Tirmizi, Emsal: 4) Mü 'mine isabet edip de onun hoşlamnadığı her şey musibettir.

(Ramfız el-Ehadis)


��­ Sa ha b e leri n i ma n i n d a ki Ala rnet "Mü 'minin işi hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu özellik yalnız mü 'mine özgü­ dür. Zira nimet verildiğinde şükreder. Bu ise onun için ha­ yırlıdır. Başına bir musibet gelirse sabreder. Bu da onun için hayır olur. " (Müslim, Zühd: 64; Müsned, 4: 332,333, 6: 15) YARATILIŞIN NURLU TILSIMI, muhabbet ve şefkat Peygamberi Resill-i Ekrem (a.s.m.) bir gün sahabelerinin ya­ nına geldi ve dedi ki: "Nasıl sabahladınız?" Cevap verdiler: "Allah'a iman eder bir halde sabahladık, ey Allah'ın Resu­ lü ! " Efendimiz buyurdular ki: "İmanınızın alameti nedir?" Sahabeler şöyle karşılık verdiler: "Belaya karşı sabrederiz. Genişlik üzerine şükreder, kaza­ ya razı oluruz! . ." Allah sevgilisi, mesafelere hayat veren gözlerle onlara baktı ve dedi ki: "Kabe'nin Rabbinin hakkı için, siz gerçekten mü'minlersi. nız ı. . .. " Başımıza gelen hadiselere karşı bir mü'min olarak genel tavnm ız nedir? Başımıza gelen hadiseler ya olumludur veya olumsuz. Başımıza gelen her hadisenin adresini biliyorsak yani ne­ reden ve niçin geldiğiilin farkındaysak hayata bakışımız, ha67


yatı kavrayışımız ve algılayışımızda çok büyük değişiklikler söz konusu olacaktır. Ve iki temel tavır bizim duruşumuzun ve imanımızın en önemli belirleyicisi olacaktır. Bu iki temel tavrın altında ya­ tan gerçek ise, hiçbir hadisenin başıboş, rasgele ve kendili­ ğinden olmadığıdır. Hayatın içinde büyük bir imtihanı tezahürleri olan "veri­ lenler" ve "alınanlar" a karşı "şükür" , "sabır" ve "nza" da imanın en büyük tezahürü olarak sayılacaktır. Ve ımanın kö­ kündeki bu şifreli kelimeler, mü'minin dünyasında her za­ man derinliğini koruyacaktır . . .

63


�Alla h B i ze Ve rd i ğ i E m a neti n i G e ri Ald ı "Hiçbir Müslüman yoktur ki bülU.ğa ermemiş bir çocuğu ölsün de, Allah, bol rahme ı sebebiyle, onu cennete koymasın. " (Nesai, Cenaiz: 23) PEYGAMBER EFENDİMİZ'E (AS.M.) on yıl devamlı hizmet etmekle şerefleneri-EMS bin Malik'in (r.a.) annesi Hz. Ümmü Süle�in oğlu, çok sevimli bir çağında ağır hastala­ rup, babası Ebu Talha'nın evde bulunmadığı bir sırada öl­ müştü. Ümmü Süleym, Onu yıkayıp kefenledi ve evin bir kö­ şesine koydu. Ev halkına da: "Ebu Talha'ya oğlunun öldüğünü, ben söylemedikçe, hiç­ biriniz söylemeyiniz! " diye tembih etti. Akşam olunca, Ebu Talha (r.a.) eve geldi. "Çocuk nasıl dır?" diye sordu. Ümmü Süleym (r.anha) da : "Çocuğun ıstırabı dindi. Rahatlaştığını sanıyorum!" dedi. Hz. Ebu Talha, onun sözünden, çocuğun gerçekten iyileştiğini sandı. Ümmü Süleym (r.anha) akşam yemeğini hazır­ ladı. Kocası oruçluydu. Ona yemeğini yedirdi, içirdi. O güne kadar hiç yapmadığı şekilde ö� erek süslendi. Ona karşı ne­ şeli görünmeye çalıştı. Sonra yattılar. Gecenin sonuna doğru Ebu Talha (r.a.) mescide çıkmak isteyince, Hz. Ümmü Sü­ leym! "Ey Ebu Talha! Şu komşumuzun yaptığına baksana" dedi. O da: "Ne oldu?" diye sorunca: "Benden emanet bir şey aldılar. Onu geri aldım diye ağ­ lamaya başladılar" dedi. Hz. Ebu Talha: "Hiç öyle şey olur mu?" deyince, hanımı: 69


"İşte, Allah bize verdiği emanetini geri aldı" diyerek çocu­ ğun öldüğünü kendisine bildirdi. O da bunun üzerine çocu­ ğun ölmüş olduğunu görünce, sakin ve vakur bir şekilde, "İnna Iiliahi ve inna ileyhi raciun" (Biz Allah için varız ve Al­ lah'a döndürüleceğiz.) dedi. Sonra sabah namazını kılmak için mescide gitti. Namazdan sonra çocuğunun öldüğünü ve hanımı ile arasında geçen durumu ResUluilah Efendimiz'e (a.s.m.) haber verince her ikisi için de: "Cenab-ı Hak, bu gecenizi hakkınızda mübarek eylesin! " diye dua etti. Ümmü Süleym (r.anha) oğlu Abdullah'a hamile kalmıştı. Bu çocuk, Ürnınü Süleym'in, Resillullah (a.s.m.) ile beraber katıldığı bir harpte dünyaya gelmiş, Peygamberimiz (a.s.m.) ona Abdullah ismini koyup, hakkında hayır dua etmişti. Bu duanın bereketiyle Abdullah bin Talha'mn ye_gj veya dokuz oğlu olmuştu kiJ hepsi de Kur'an-ı Kerlmi ezberleyip, hafız _... o muşlardı.

-

Peygamber Efendimiz (a.s.m.), " Beni hak Peygamber ola­ rak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ürnmü Süleym çocu­ ğun ölümüne sabrettiği için Allah onu bir çocukla müjdele­ di." diye buyurdu. Hepimiz birbirimize emanetiz, biz hiçbir şeyin hakiki sa­ hibi değiliz, kendimizin bile... Adeta gaflete dalıp dalıp çıkışianınıza karşın başırmza ge­ len her musibet, kaybettiğimiz her yakınımız ve her sevdiği­ miz bize der ki: "Biz sana değil, O'na aidiz ve yine O'na dönü­ yoruz."

70


1 lo

'9

�Alla h ' l m ! Sela m 1 m 1 ResG l ü ' n e U laşt i r "Kıyamet günü, afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin makaslarla kazınmış olmasını temenni edecekler" (Tirmizi, Zühd: 59) HUBEYB İLE ZEYD tuzağa düşürülerek esir edildikten sonra Mekke'ye götürüldüler. uharrem-in sonunda, Temim bölgesinde iki darağacı hazırlandi. irili ufaklı Mekke müşrik­ leri de orada toplandılar. İki Sahabe, Temim'e getirilirken birbirleriyle kucaklaşıp helalleştiler. Din yolunda gelen bu musibete karşı birbirleri­ ne sabrı tavsiye ettiler. Hubeyb, darağacı önüne getirilmişti. Etrafındakilerden iki rekat namaz kılmak için müsaade istedi. İlk kez asılmadan önce iki rekat namaz kılmak adeti Hubeyb'ten kalmış oldu. Hubeyb; "Eğer ölümden korktu demeyecek olsalardı namazı daha da uzatırdım" diyordu. Hubeyb, ellerini kaldırıp Kureyş'e beddua etti: "Allah'ım ! Kureyş müşriklerinin topluluklanın dağıt, birer birer canlannı al, hiç birini sağ bırakma. " Bu bedduayı işiten kafiderden bazıları kendilerini yere at­ tılar. Kalplerine müthiş bir korku düştü. Bir kısmı oradan uzaklaştı. Kalan bedbahtlar, H ubeyb 'i darağacına çıkardılar ve H u­ beyb'e; ' İslam'dan vazgeç, seni serbest bırakalım" dediler. Hu­ beyb; ·

71


"Bütün yeryüzünü bana verseniz İslam'dan dönmem" ce­ vabını verdi. Bir başka müşrik Hubeyb'e: "İster miydin şimdi Muhammed senin yerinde olsaydı da, sen evinde çocuklannın yanında olaydın ?" diyordu. H ubeyb ona; ''Vallahi benim elinizden kurtulup çocuklaruna kavuş­ mam için, onun ayağına bir diken batınasına dahi razı deği­ lim" dedi. Hubeyb; "Ey Rabbim ! Burada düşmanlardan başka bir yüz göremi­ yorum, senin dostuna ve babibine selamımı ulaştıracak hiç kimse yok. Allah'ım! Benim selamımı sen Resiliüne ulaşbr." diye dua buyurdu." Ve tam da bu sırada Zeyd bin Eslem (r.a.) Hz. Peygambe­ rin yanında şahit olduğu ilahi ikramı şöyle anlatıyordu: "Biz bir cemaatle Hz. Peygamber'in meclisindeydik. Bir­ den Hz. Peygamber'de vahiy eseri görüldü. Sonra buyurdu ki: 'Ve aleyküm Selam ve rahmetullahi ve beraketühü. Kureyş, Hubeyb'i katletti. Cebrail (a.s.) bana selamını getirdi." Ölümü Allah ve Resulü için şerbet yapıp içenler . . Bütün sevdiklerini "Sevgili" uğruna feda edenler . . . Sahabeler . . . Ölümle karşılaştıklannda yeni en dirilenler . . . Musibeti Allah'ın hediyesi olarak görenler ve madalyon yapıp yüreklerine takanlar . . . Musibete uğrayıp zorda kaldığımızda Allah Resillü'ne bir selam gönderelim bizler de şu fitneli ahir zamandan Hubeyb misali ... .

72


�Asi l M a kb u l Sa b ı r "Ey Ademoğlu ! İlk sadme (musibet çarpması) sırasında sabreder, buna benim mükafat vereceğimi ümit edersen, ben cennet dışında bir sevaba razı olmayacağım. "

(İbn-i Mace) BİR KADININ ÇOCUGU ÖLMÜŞTÜ. Ağlayıp bağın­ yordu. O an Peygamber oradan geçiyordu. Ağlayan kadına teselli vermek istedi. Onunla ilgilendi. Kadına: "Allah'a karşı gelmekten sakın ve sabret." dedi. Kadın o taşkınlık anında kendisiyle konuşanın kim oldu­ ğunu fark etmeden kaba sözler söyledi. "Git başımdan! Benim ıstırabımı sen ne bilirsin?" Oysa o ıstırabın ne olduğunu O'ndan (a.s.m.) daha iyi bi­ len kim olabilirdi kif Hz. Fatma'nın dışında tüm çocuklannı kendisi kabre koymuştu. O ümmetinin dünya ve ahiretteki sıkınhlanna bir anne yüreğinin çocuğu için hissettiklerini hisseden kişiydi. Peygamberimiz kadına karşılık vermeden oradan uzaklaş­ tı. O gittikten sonra orada bulunanlar: "Ne yaptın! " dediler. "Ne yaptın! " Kadın şaşırmıştı. "O kimdi? ' dedi. Allah Resulü idi." dediler. "O'nunla nasıl böyle konuşursun! " Kadın daha büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Demek ki Al­ lah Resülüydü o konuşan. Çocuğunun ölüm acısını unutmuş, aklı başından gitmişti. 1,


_

'j

-1.

Allah Resillü'ne nasıl öyle konuşmuştu! M dilemek, özür beyan etmek için Peygamberin huzuruna koştu. "Ey Allah'ın Resillü kusura bakmayın, affedin, bağışlayın beni ! Sizi tanıyamadım" Allah Resillü dedi ki: "Asıl makbul sabır musibetle ilk karşılaştığın andaki sabırdır." Sabır nedir, gerçek sabn gösterebilenin alanıeti var mıdır, "Allah sabredenlerle beraberdir" hükmüne ve müjdesine nail olmanın, O'nun yakınlığım ve inayetini ruhlarda ve yürekler­ de hissetmenin formülü tam da budur işte. Acaba içimizde duyduğumuz ilk tavır ve his nasıl bir me­ sajı içinde taşımaktadır? Gizli bir isyanı ve nankörlüğü mü yoksa derin bir teslimiyet ve tevekkülü mü? Kalbimizde hükmünü bulan ilk duygu, hangisi acaba?

14


�Va lla h i Kaza n d 1 m ! "Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır. " (Müslim, Cennet: 6) SAVAŞIN EN KIZIŞTIGI anlardan biriydi. Amir bin Füheyre de pek çok sahabe gibi Allah için her şeyini ortaya koymuş, adeta alev alev şehadetle yanıp tutuşu­ yordu. Rabb-i Rahim ise samirniyetle isteyene istediğinin karşılı­ ğında en güzel cevabı verendi. Öyle ki bir an Amir bin Füheyre için zaman ve savaşın içindeki bütün nesneler durmuştu. Beni Kilap kabilesinden Cebbar bin Süleınl'nin attığı mız­ rak vücudunun diğer tarafından çıktığında savaşın içindeki fotoğraf bir anda donmuş ve Amir'in dudaklannda çınlayan 'Vallahi kazandım! " narası zihinlere kazınmıştı. "Vallahi kazandım! " narasındaki tesir onu şehit eden Cebbar bin Süleml'nin kulaklarında öylesine yankılanmaya başladı ki kendi kendine: "Acaba bu sözü niye söyledi? Neyi kazandı?" diye düşün­ meden edemedi. Hemen Dehhak bin Süfyan el-Kilabi'ye gitti, gördüklerini anlatb ve: "Amir neyi kazandı?" diye ona sordu. Dahhak: "Vallahi cenneti kazandım" demek istemiş dedi. Diğer taraftan da Cebbar bin Sülemi'yi İslam'a davet etti. O da Müslüman oldu. 75


Cebbar bin Sülemi bu olaydan öylesine etkilenmişti ki: "Amir şehit olurken benim Müslüman olmama da sebep ol­ du." demişti. Daha sonra Dalıhak bir mektupla Cebbar bin Sülemi'den işittiği hadiseyi Hz. Peygamber'e bildirdiğinde Resill-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.): "Evet, melekler onun cesedini defnedip ruhunu ala-yı illiyyine çıkardılar" buyurdu. Kazanmak ve kaybetmek. .. Modem (!) insanın dünyasına adeta kazırcasına yerleştir­ diği iki önemli kavram. Fakat öylesine dünyaya daldık ki kav­ ramlan ters yüz ettik. Kazanırken kaybetmek gibi bir girdaba girerken kaybe­ derken kazanmayı unuttuk. Daha da doğrusu kazanmak için kaybetmeyi, kazanmak için bedel ödemeyi göze alamadık. Böyle olunca da "cennet ucuz değil" hakikatini tam sindire­ medik. Dolayısıyla kaybetmek ve kazanmak bakış açısına göre değişen göreceli bir kavram olabiliyor çoğu kez. İ şte bize kazanmak için kaybetmeyi öğreten şahane, canlı bir ders.

Musibetlere biraz da böyle baksak. . .

76


�D e rt le r ve B o rç la r . . . "Eğer mü 'min iseniz Allah 'a tevekkül ediniz. " (Maide: 23) PEYGAMBER (A. S.M.) bir gün mescide girdi ve orada Ensar'dan Ebu Ümame denilen adama rastladı da, kendisi­ ne: "Ey Ebu Üm am e, Ne diye namaz vaktinin dışında seni mescitte oturur halde görüyorum?" diye sordu. Ebu Umame: "Beni saran dertler ve borçlar yüzünden ey Allah'ın Resu­ lü" dedi. Peygamber (a.s.m.): "Sana bir dua öğreteyim mi ki, bunu okuduğun zaman, Allah derdine deva verir, borcunu ödettirir?" buyurdu. Bu­ nun üzerine Ebu Ümame : "Öğret, ey Allah'ın Resillü, dedi. Peygamber (a.s.m.) : "Sabah ve akşam şu duayı oku ! buyurdu. "Ey Allah'ım, kederden, dertten, acizden ve tembellikten, korkudan ve cimrilikten, borcun üstelenmesinden ve insan­ ların kalınndan sana sığınınm ! " Ebu Umame diyor ki: Bunu okudum, Allah hem derdimi giderdi, hem de borcumu ödetti. M usibet ve dertler kaderden atılan taşlara benzerler. Tıp­ kı çobanın yanlış yollara giren koyunlan çevirmek için taş­ laması gibi. Rabbimiz de, adeta kulunun sesini işitmek ve dergah-ı ulfthiyetine sığınıp dua etmesi için kaderden taşlar atar. Çünkü o kulunun yakanş sesini çok sever.

77


��Se n , Alla h ' ı n Şeyta n ı Ç ı ka rm ış O ld u ğ u B i r Eve , O n u Tekra r S o k m a k m ı i st iyo rsu n ? "Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allah tan bekleyen mü min kulum un ka­ tımdaki karşılığı cennettir. " (Buhar!, Rikak: 6) 1

1

KATAN S EFERİNDEN DÖNÜNCE, Ebu Selerne'nin (r.a.) yarası birdenbire deşildi ve kendisi yatağa düştü. Tam beş ay, durmadan yarasından kan aktı ve tehlikeli bir hai al­ dı. Peygamberimiz (a.s.m.) durum dan haberdar olur olmaz, süt kardeşi ve çok sevdiği sahabesinin yanına gittiler. Ebu Selerne (r.a.) vefat etmek üzere olduğundan, evdeki kadınlar ağlaşmaya başlamışlardı. Vefat edince, gözleri açık kalmış olduğundan, Resuluilah (a.s.m.) mübarek elleriyle gözlerini kapayıp hayır dua etti. O sırada ağlaşan aile fertle­ rine de: "Siz, kendinize hayırdan başka dua etmeyiniz. Çünkü me­ lekler, ölünün yanında bulunur ve ölü sahiplerinin söyledik­ lerine "amin ! " derler.' diyerek, onların ağlayıp feryat etme­ melerini emir buyurdu. Sonra, Ebu Selerne (r.a.) için şöyle dua etti: "Ey Allahım! Onun kabrini genişlet ve rahat kıl. Orada onun için aydınlık yap ve nurunu çoğalt! Günahını affet. Hi­ dayete kavuşanlar arasındaki derecesini yücelt, yükselt. Onun arkasında bıraktıklanna da sen halef (vekil) ol. Bizi de, onu da mağfiret eyle! Ey aJ.emlerin Rabbi olan Allahım! " son­ ra da: 73


"Muhakkak ki, ruh çıktığı zaman, göz onu takip eder. Ölürrün iki gözünün yukanya doğru dikildiğini görmediniz mi?" buyurdu. Daha sonra Ebu Selerne'nin (r.a.) cenazesi, Aliye mevki­ inde bulunan kuyu sularıyla yıkandı ve Medine kabristanına defn edildi. Hz. Ebu Selerne'nin ölümü hakkında hanımı iJiiiin ü-sete� (r.anha) diyor ki: "Ebu Selerne vefat ettiği zaman gurbet ilde ölen bir garip­ tir. Muhakkak ki, ona dillere destan olacak bir ağlayışla ağla­ yacağım!" deyip ağlamak için hazırlanmıştım. O sırada, Me­ dine köylerinden bir kadın da gelip ağlamada bana yardımcı olmak isteyince, kendisini Resuluilah (a.s.m.) karşıladı ve iki kere; "Sen, Allah'ın şeytanı çıkarmış olduğu bir eve, onu tekrar sokmak mı istiyorsun? buyurdu. Bunun üzerine ben de ağ­ lamaktan vazgeçtim." (Müslim, Cenaiz: ıo) Ağlamanın ölçüsü odur ki isyanı ve şekvayı çağrışhrma­ sın. Rahman'ı ve Ralıman'ın şefkatini hissettirsin. Biri şeytana davetiyedir diğeri rahmet meleklerine ...

79

·


� M e le kle ri G ö re n B i r Ki mse, B u D e rtle re Raz1 O lm a z m 1 ? ''Bağışlayıcı bir Rab olan Allah 'tan onlara söz olarak bir selam gelir. " (Yasin: 58) ASIIABDAN İMRAN BİN H Ü S EYİN ( RA ) midesinden rahatsızlanmış, ishale yakalanmıştı. Hastalandığı sıralarda karnının dağlarunasım tavsiye ettiler. Ancak o, kabul etmedi. Vefatından iki sene önce çok ısrar ettiler. Dağlandı. "Dağlandık, fakat sıhhat ve afiyete kavuşamadık" derdi. Dağianmadan önce-1nele eri görürdü. Dağlanınca melek­ leri göremez oldu. Sonra Allah'a çok yalvardı. Tövbe etti.

Bir süre sonra öyle bir safiyete kavuştu ki, melekleri tek­ rar görmeye başladı.

-

f

Yakalandığı hastalığı sebebiyle ne oturabilir, ne de ayakta durabiliyordu. Kendisine hurma dallarından bir sedir yap­ mışlardı. Orada günlerini geçirir, Rabbini zikrederdi. Otuz sene bu hal devam etti. Mitraf ile kardeşi A'la, ziyaretine gittiler. Mitraf, onun bu halini görünce ağladı. Hz. İmran: "Niçin ağlıyorsunuz?" deyince, O da: "Senin haline ağlıyorum" diye cevap verdi. Hz. İmran: "Ağlama, ben ölünceye kadar da kimseye söyleme! Melek­ ler benim ziyaretime gelip selam veriyorlar. Meleklerin sela­ mını alıyor, onlarla konuşuyorum. Onlann bu ziyaretlerin­ den fazlasıyla memnun oluyor, hasta olduğumdan dolayı ve­ rilen bu nimetiere şükrediyorum. 80


Böyle bir hastalık halinde melekleri gören bir kimse, bu dertlere razı olmaz mı?" dedi. Evet her şeyin bir bedeli var. Zahmette rahmet, rahmette zahmet vardı. Rabbimize kul olduğunu, O'na iman ettiğini söyleyen her mü'mini imtihan edip sınayacaktı Rabbimiz. Zira o şefkatli Sultan, kullarını cennetteki nimetlerine zi­ yadesiyle mazhar etmek istiyordu.

31


B e n d e n Raz1 m 1s 1 n ? "Allah onlardan, onlar da Allah 'tan razı olmuştur. " (Beyyine: 8) BİR GÜN PEYGAMBER (A. S.M.) Ebu Bekir ile duruyordu. Ebu Bekir'in sırtmda bir aba vardı . İki yakasını göğsü üzerinde dikenle birbirine iliştirmişti. O sırada Cebrail (a.s.) indi. Allah Res·Ulü'ne Cenab-ı Hakk'ın selamını arz eyledikten sonra: "Ya Resfilallah, Ebu Bekir'in hali ne? Sırtında iki yakası dikenle tutturulmuş bir aba ile görüyorum." dedi. Resfilul­ lah: "Ey Cibril, O, Mekke'nin fethinden önce bütün malını in­ fak eyledi." buyurdu. "Kendisine Allah'ın selamını ilet ve ona söyle, Rabbi diyor ki: "Fakr-u zaruret içinde benden razı mısın, yoksa bana kızı­ yer musun?! " Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) Ebu Bekir' e dönerek Al­ lah'ın selamını iletti ve: "Ey Eba Bekir, Rabbin: 'Ebu Bekir fakr-u zaruret içinde benden razı mı, yoksa bana kızıyor mu?' diye sorduruyor" deyince. Ebu Bekir aglamaya başladı ve: "Ben mi Rabbime kızacağım, ben mi Rabbimden razı olacağım ! " ''Ya Rasulallah! Rabbimden razıyım." Dedi. O'na inandıktan, O'nunla olduktan, O'na itaatkar olduk­ tan sonra zahmetler hesapsız rahmetiere dönüşüyordu. Allah in takdirine razı olanlan7 Allah da lütufve keremiyle böylesine takdir ediyordu. 82


�Se n i n O ğ lu na Fi rd evs - i A' la N a s i p O ld u "Çocuğu ölen kimseyi teselli edene cennet hırkası verilir. Musibete uğrayanı teselli eden, onun sevabı kadar sevap kazanır. " (Tirmizi, Cenaiz: 74) ÜMMÜ HARİSE, HZ. ENES'İN ( R.A.) halasıydı. Oğlu Harise ise annesine çok saygılı bir gençti. Harise (r.a.), Bedir savaşına katılmıştı. Savaştan sonra havuzdan su içerken isabet eden bir akla şehit olmuştu. Oğlunun şahadetine anne Ümmü Harise çok üzülmüştü. Üzüntüsü bir türlü dinrnek bilmiyordu. O güzel kapıya koştu. "Ey Allah'ın Peygamberi. Bana oğlumdan haber verir mi­ sin? Yeri neresidir?" Anne yüreği, oğlunun ahiretteki yeri için endişe ediyordu. "Ya Resullalah, eğer oğlum cennette ise sabredeceğim, eğer başka bir yerde ise dünyada kaldığım sürece ağlamaya devam edeceğim." Hz. Peygamber, oğlunun durumunu merak eden bu üzün­ tülü anneye durumundan haber verdi. Bedir gibi önemli bir savaşta şehit olan bu genç hakkında Resill-i Ekrem (a.s.m.), yüreği yanan anneye dedi ki: "Ey Ümmü Harise! Şüphesiz cennette pek çok bahçeler vardır. Ama senin oğluna Pirdevs-i A'la nasip oldu." (Buhari, Cihad: 14) Peygamber, annenin merakını gidermek için orayı tanım­ lamaya başladı:


"Onun tavarn Arş-ı Rahmandır. Cennetteki nehirler bura­ dan kaynar. Allah yolunda atılan bir adım, dünya ve içindeki­ lerden daha hayırlıdır. Sizden birinin yay ve okunun işgal et­ tiği yer cennette dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır."

Cennetin varhğı ve teseliisi mü'minin kederine ve üzünru­ süne panzehir oluyordu. Ayrılık ve musibet geçici; kavuşma, ödül ve mükafat bald idi . .

84


�Taziye d e Ö lç ü "Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-z Hakk sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir. " (Tirmizi, Birr: 76) HZ. CAFER, TAYYAR LAKABIYLA cennete uçtuğunu, savaşta şehit düştüğünü peygamberin haber verdiği saha­ beydi. Allah'ın sevgilisi gönül gözüyle, Mu'te'de savaşın her anını sahabelerine haber verrnekteydi. Cafer şehit düştükten sonra Peygamberimiz Cafer'in evine gitti. Eşi Esma hiçbir şeyden habersiz ev işiyle meşguldü. Pey­ gamberimiz sordu: ' Ey Esma, Cafer'in oğullan nerede?" Esma olanlardan habersiz Hz. Peygamberin yanına getirdi oğullarını. Peygamberimiz (a.s.m.), küçük çocuklan kucakla­ yıp, öptü. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Esma bir anda algıladı her şeyi ve sordu: "Anam babam sana feda olsun ya ResUlallah niçin ağlı­ yorsunuz? Yoksa Cafer ve arkadaşlanndan acı bir haber mi erişti? Peygamberimiz Esma ya: "Evet" dedi. "Onlar bugün şehit oldu." Esma ağlamaya başlamıştı. Tüm kadınlar toplanıverdi bir anda evine. Peygamberimiz (a.s.m.) Esma'ya dedi ki: "Ey Esma ağzından uygunsuz ve kaba b i r söz çıkmasına izin verme ve göğsünü de dövme." İlk taziyeyi Esma'ya sabı:c tavsiyesiyle kendisi yapan Pey­ gamber, evine döndüğünde eşierine buyurdu : 85


"Cafer ailesi için yemek yapmayı ihmal etrneyiniz." İslam'da ölen kişinin ailesi için ilk yemek yapma başladı. Esma'ya üç gün yemek yapıldı. İşte taziyelerimizdeki rengi belirleyen ölçü:

C

Birincisi; sabn ve nzayı tavsiye, İkincisi; acıyı, özlemi, vefayı paylaşmak.

86

o

gün


��Ah i ret Aza b ı n ı n Ya n ı n d a D ü nya Aza b ı n ı n N e Ö n e m i Va r !

<U.

"Ya Rabbi, bana öyle aktrı ver ki, musibetler bana kolay gelsin ! " (Tirmizi, Deavat: 79) MEKKE'DE MÜSLÜMANLARA yapılan eziyet had saf­ haya ulaşmıştı. Peygamberimiz'in (a.s.m.) yaruna gelerek sordular: "Ey Allah'ın elçisi bizi kurtarması için Allah'a dua etmeyecek misin?" Peygamberimiz (a.s.m.) onlara sabır tavsiye etti. Eski devirlerde dini uğruna çile çeken insanları anlattı. Testere ile kesilmişlerdi. Çukurlara gömülmüşlerdi. Etleri parça parça edilmişti. Bunlardan birisi de bir kadındı. . . Firavun'un kızına yıllarca berberlik yapan bir hanım. Pey­ gamberimiz (a.s.m.), büyük çilelere sabırla tahammül ederek işkence ve güçlüklere katianan bu hanımı, sahabelerine şöyle tanıttı: "Firavun herkesin kendisine tapmasını istiyor, tapmayan­ ları öldürüyordu. Bu kadının da Allah'a iman ettiğini duyun­ ca çocuklarıyla birlikte c�t� e ,_atıl�asım emretti. Kadıinn gözleri önünde çocuklanın tek tek ateşe attılar. Kadın evlatlarımn yanışım tarif edilmez acılarla seyretti. Sıra en küçük çocuğuna gelmişti. Bebekti, henüz kundak­ taydı yavrucak. Acıya dayanamayacağını sandı anne. Ciğerle­ ri kalbi, tüm vücudu acıyordu, yanıyordu. Ama asla isyan etmiyordu, etmeyecekti de. Zira Allah'a olan imanından taviz veremezdi. Bebeğini ateşe fırlattılar. Yamyordu. . . 37


Öyle bir an geldi ki kadın imamndan vazgeçme noktasına yaklaştı. Korktu ateşten . . . Tam bu anda, kadının iman boyutunda Allah bir mucize gerçekleştirdi. Bebek konuşmaya başladı. Annesine: "Anneciğiın at kendini ! Ahiret azabının yanında dünya azabmm ne önemi var!" diye seslendi. Kadın, Allah'tan gelen bu işaret üzerine hiç tereddüt et­ meden kendini ateşe attı. . . Sonsuz hayatın serinliğüıe..kavuşabilmek için başımıza ge­ len musibet ve imtihanları dünya ateşlerine benzetebiliriz. Eğer Allah'a sığınır ve O ndan gelen güllerinin dikenlerine katlanabilirsek bütün narlar (ateşler) nura, karanlıklar ay­ dınlığa, şer gibi görünenler hayra dönecektir . . .

88


�Ka l b i m H e p Sa n a Aşt kt t i/Yüce Allah bir kulunu severse, ona musibet verir ki dua ve niyazını işitsin. "

(Ramfız el-Ehadis; Beyhak1, Şi'bü'l-İman) ALLAH'IN ŞEREFLi ELÇİSİNİN (a.s.m.) arkadaşların,./' dan�uaz b. Cebel (r.a.) son nefeslerini alıp vermekteydi. Artık dünya yolculuğunun sonuna gelmişti. Önünde ise bir istasyon, büyük bir hesap ve ebedi bir ha­ yat vardı. imtihan nihayetlerriyor ve ömür sermayesinin sayılı za­ manları iyice azalınıştı. Allah Resftlü (a.s.m.) : "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz." demişti. Hz. Muaz'ın (r.a.) ise biraz kendine geldiği zamanlarda di­ linde hep şu cümleler vardı:

.--:'_l\llah'ım canımı bildiğin gibi al ! Kalbirn hep sana aşıktı." İçi büyük manalarla dolu ve tüm sıkıntıları hiçe indiren şahane bir cümle. Rabbimiz hepimizi yaşarken de ölüm sarhoşluğu halin­ deyken de kalbi Ona aşık ve teslim olanlardan eylesin.

39

.J­


��K i ş i i le C e h e n n e m Ara s i ri d a ki E n g e l "Kimin ba!ig (ergen) olmamış ü ç eviadı ölmüşse, bu çocuklar, onu ateşten koruyan bir kale olur, ölen evlat iki, hatta bir olsa da ... (Buhar!, İlim: 36, Cenfuz: 6, İ'tisam 9; "

Müslim, Birr: 152)

B İ R GÜN PEYGAMB ERİMİZiN yanına bir hanım geldi. Peygamberimize (a.s.m.) sordu:

"Ey Allah'ın elçisi ! Senin sözlerinden hep erkekler fayda­ lanıyor. Biz kadınlara da bir gün ayır, o gün senin yanına ge­ lelim. Allah'ın sana öğrettiğini biz de öğrenelim." Peygamberimiz (a.s.m.) bu akıllı kadının haklı isteğini, olumlu karşıladı. 'Falan gün, şu yerde toplammz. " buyurdu. O gün Peygamberlerini dinlemek için kadınlar toplandı­ lar. Peygamberimiz (a.s.m.) onların yaruna gitti. Onlara Allah'ın isteklerini öğretti ve bazı tavsiyelerde bu­ lundu. Sonra bu hanımlara dedi ki: "İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üç tane­ sini kendinden önce ahirete göndersin de, onlar kendisi ile cehennem arasında bir engel olmasın.' Bir kadın: "Ya iki çocuğu ile ölenler diye sordu." Peygamberimiz iki defa tekrarlayarak: "İkisi için de öyledir buyurdu."

90


Her şeyin iki yüzü vardır. Biri hayra bakar biri şerre. Her şeyin iki yüzünü görebilen için şer ve çirkin gibi görünen bile hayır olur. Sonsuz hayat penceresinden bakınca, hayır "şükür", şer ve çirkin gibi görünenler ise "nza ve sabır" olur.

91


�Alla h ' t n B e n i m H a kkt m d a ki Ta kd i ri , Gözü m ü n G ö rm es i n d e n D a h a G ü zeld i r uBen kimin iki sevdiğini almışsam o da sevabznı umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükafat vermeye razı olmam. " (Tirmizi, Zühd: 58) SAGLIGINDA CENNETLE müjdelenen on sahabeden biri olan Hz. Sa' d b. Ebi Vakkas'ın ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu. Bu halde iken Mekke'ye gelmişti. Mekke halkı etrafına toplanıp, "Bana dua et, bana dua et" deyince hepsine dua ediyordu. Abdullah bin es-Saib: " Ben gençtim, bir ara Ona yaklaş­ ve kendimi tanıtınağa çalıştım. Beni tanıdı ve:

tırn

"Sen Mekke'nin en iyi okurlarından birisin" dedi. Ben de : "Evet" dedikten sonra bir ara: "Amca senin duan makbul, herkese dua edip duruyorsun, kendin için dua etsen de göz­ lerin açılsa olmaz mı?" dedim. Sa'd (r.a.) gülümseyerek:

r

"Oğlum Allah'ın benim haklamd� t.akdiri (gözümün görm�mesi), gözümün görmesinden dana gmeldk�" buyur­ du. Rabbin takdirine gönül hoşluğu ve rızayla boyun eğmelç namazda ve secdede O'na gönül hoşluğu ve nzayla boyun eğmenin izdüşümü oluyordu. Sevgiliden gelen her şey güzel, her bir şey hayır taşıyordu. Yeter ki fark edip, idrak edip, iman haline gelsindi.

92


Onlar Resiil-i Ekrem 'den (a.s.m.) aldıklan dersi, böylesi­ ne güzel yaşıyorlardı. Allah 'ın kendisi hakkında takdir ettiği mü 'min için şıklarm içinde en güzeliydi Bunu hissedebilmek ve buna iman edebilmek ise sahabeyi cennette O şanlı Ne­ bi'ye (a.s.m.) komşu ediyordu.

9


�Sa b rede n le , S ü kred e n i n Ka b ri

�, diğer yansı ise şükürilü.r. "

" İmanın yansı s

(Beyhaki) KADIN SAHABELERDEN Hifa Hatun (r.anha), bir gün Peygamber Efendimiz'in (a.s.m.) huzuruna gelerek, "Ey Al­ lah'ın Resffiü! Bana, beni cennete götürecek bir iş (amel) öğ­ ret" dedi. Bu arzu ve isteği üzerine ResUluilah (a.s.m. ) : "Önce bir erkekle evlenmen lazımdır. Bununla ilinin yarı­ sını emniyete alırsın." buyurdu.Bu emir üzerine : "Ey Allah'ın Resulü! Dengim kim olabilir? Bana Rabeşis­ tan hükümdan Melik Necaşl evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabul etmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz deve ile birçok ziynetler veren de oldu. Onu da ka­ bul etmedim. Bu gün ise ahirette kurtuluşun evlenmekte ol­ duğunu buyuruyorsunuz. Ya Resulallah ! Siz kimi beğenip, uygun görürseniz, ben ona razıyım" dedi. ResUluilah (a.s.m.), Hlfa Hatun'a Sahabeden kimin ismini verirse, diğerlerinin ümitsiz olacağını anlayıp, "Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen." buyurdu. Sahabelerin hepsi bu duruına razı oldu. Allah, Aslıaba öyle bir uyku verdi ki, hiçbir sahabe erken uyanamadı. Resuluilah (a.s.m.) önce ki­ min geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Süheyb (r.a.) göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zayıf ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabeydi. Hifa Hatun ise, son derece güzel ve zen­ gindi. Namazdan sonra Hifa Hatun (r.anha), Allah'ın kazasına razı olduğunu, Hz. Resffiullah'a (a.s.m.) arz etti. Resffiullah (a.s.m.) bu durum üzerine hutbe okudu, nikah akdi yapıldı 94


ve; "Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, evine götür." buyurdu. Süheyb (r.a); ''Ya ResiHal­ lah! Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. Benim evim mescit­ tir." dedi. Bunları işiten Hifa Hatun (r.anha), Süheyb'e (r.a) on bin dirhem gümüşlük bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da ona hediye ettiğini bildirdi ve Süheyb'in kendisini götürmesini istedi. Resill. ullah (a.s.m.) onlara çok dua etti. Sabaheler de, Hifa Hatun'un bu hareketini çok övüp, Allah'a şükrettiler. Süheyb ve Hifa Hatun kalkıp, konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hifa hatun (r.anha) : '{Ey Süheyb ! İyi bil ki, ben sana nimetim, sen bana imtihan sebebisin. Sen bu nimet e şükür, ben bu imtihana sabır için, gel, bu geceyi ibadet ve dua ile geçirelim. Sen şülcür ediciler, ben de sabrediciler sevabına kavuşalım. Çünkü ResUluilah (a.s.m.) "Cennet'te yüksek çardak vardır. Burada yalnız şükredenler ve sabredenler bulunur" buyurdu. Zifaf gecesi ikisi de Allah'a karşı ibadet ve dua ettiler. Süheyb (r.a), Mescide geldi. Cebrail (a.s) geeeki durumdan Hz. Resillullah'ı haberdar etti. Cennet ve Cemal-i İlahi ile müjde verdi. Resillullah (a.s.m.); "Ey Süheyb, geeeki halinizi, sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim?'' huyurunca Süheyb (r.a) "Ya Resillullah siz söyleyiniz." dedi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) "Siz cennetliksiniz ve Allah'ı göreceksiniz." müjdesi­ ni verdi. Süheyb (r.a.) sevincinden, Allah'ı görmek ve O'na kavuşmak.aşkından secdeye kapanarak şöyle dua etti; "Ya Rabbi! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara bulaş­ madan ruhumu al." dedi. Allah onun bu duasını kabul ede­ rek, secdede ruhunu aldı. Sabaheler bu duruma ağladı. Resillullah (a.s.m.): "Daha şaşılacak şey Hifa'nın da bu anda ruhunu Hakk'a teslim etmiş olmasıdır." buyurdu. Her 95

.r


ikisinin de namazını kllarak yan yana defnettiler. Başlan ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine; "Bu Allah'ın nimetine şükredenin kabridir." Diğerine de; "Bu Allah'ın imtihanına sabredenin kabridir." diye yazdı­ lar. İşte Rabb-i Rahim'e ve O'nun Şanlı Elçisinin tavsiyesine uymak için sabrı ve şükrü seçerrlerin kanat ve teşekkür fotoğ­ rafı. Bu fotoğraf öylesine rızay-ı halıiyi arayan bir fotoğraftır ki, hem cenneti hem de Cemaluilahı meyve vermiştir. Ne dersiniz kaderden gelen ve hakkımızda takdir edilenle­ re bir taraftan kanaat ve sabır diğer taraftan şükürle muka­ bele edebilİyor muyuz?

Hayattaki başarıları ve güzel hadiseleri kendimize verip öğünürken başarısızlıkları ve kötü gibi görünen hadiseleri de kadere veya başka sebeplere verip şikayet ederek isyanvari hallere mi giriyoruz?

96


<®� Art ı k D i ğ e r M us i betle r B a n a S u i ç m e k G i b i Geli r "Kullarzmdan herhangi birine, bedeninde, malında veya ev­ ladznda bir musibet verdiğimiz vakit, bu m usibeti güzel bir sabırla karşılarsa, kıyamet günü onun için mizan kurmak ve defter açmaktan haya ederim " (Hakim, Cfuniu' s Sa ğlr : 487, Hadis No: 6043) -

UHUD SAVAŞlNIN SONRASINDA Medine'ye dönüldü. Yol boyunca kabileler Resfi.lullah'a geçmiş olsun temennisin­ de bulundular. Kadınlar, erkekler, çocuklar Hz. Peygamber'i karşılıyor­ lardı. Birçoğu, yakınlannı kaybettiği halde; "Sana gelen musibetlerden başka her musibet bize kolay­

dır Ya Resfilallah ! " diyorlardı.

Dönüşte yol, Beni Abdieşhel kabilesine ulaştı. Sa'd bin Muaz'ın (r.a.) annesi Kebşe binti Rafi' uzaktan koşup geldi. Sa' d (r.a.); "Bu gelen annemdir, ya Resfi.lallah! " dedi. Kebşe, anne ha­

tun Hz. Peygamber'in (a.s.m.) önüne kadar koştu ve:

"Ya Resfi.lallah! Seni selametle gördüm ya, artık diğer musibetler bana su içmek gibi gelir," dedi. Resfi.lallah, onu se­ lamladı sonra şehit olan oğlu Amr bin Muaz için başsağlığı diledi. "Ey Sa' d'ın annesi ! Sana müjdeler olsun, ev halkımza da müjde ver ki; şehitleriniz birbirleriyle arkadaş olmuş, cennet menzillerinde geziniyorlar. Onlann ev halkları hakkındaki şefaatleri kabul edilmiştir," dedi. O zaife kadın:

97

\


"Biz onlann haline razı olduk. Bundan sonra onlann hali­ ne kim ağlar. Ya Resill allah! Bizler için dua buyur," diye rica­ da bulundu. Hz. Peygamber (a.s.m.): ''Ya Rab! Kalplerinden üzüntülerini gider ve musibetleri­ ne ecir ihsan eyle," diye dua buyurdu. Resillullah'ın hayab ve sevgisi söz konusu olduğunda on­ lar kendi musibetlerini bile unutuyorlardı. Resillullah'm getirdiği hakikatler ve Kur'an hizmeti söz konusu olduğunda biz de günümüzde kendi meselelerimizi ve dertlerimizi unutabiliyor muyuz? . . .

93


�M us i bet i tt i raya D ö n ü ş ü n ce . . . "Eğer sabır insan olsaydı, çok kerim ve cömert olurdu. " (Taberaru) DİL UZATANLAR UZATTlLAR. . İstedikleri sözleri söy­ lediler . . . .

Hz. Aişe annesine; 'halkın benim için söyledikleri nedir?' diye sordu. Annesi; ' Kıskançlık yüzünden böyle sözler söyler­ ler' diye onu teselli etmeye çalıştı. Hz. Aişe şaşırrnışb. 'Sübhanallah! Halk bu sözleri söylemiş mi? Bu sözler baba­ ma ve Hz. Peygamber'e ulaştı mı? Bunlar konuşulurken sen bana niye söylemedin?' diyerek annesine sitem etti ve ağla­ maya başladı. Hz. Ebu Bekir Kur'an okuyordu. Kızının sesini işitince; 'Aişe niye ağlıyor?' diyerek eşine seslendi. Eşi; 'Halkın sözlerini yeni işitmiş' dedi. Hz. Ebu Bekir de kızıyla ağlamaya başladı. Bir saat kadar ağlaşblar. Sonra Ebu Bekir; 'Kızcağızım feryadı bırak ve sabret. Allah ne hüküm verir görelim' diye onu teselli etmeye çalıştı. Ancak Aişe'nin (r.anha) gözünden ne yaş diniyor, ne de gözüne uyku giri­ yordu. Bu dayanılması çok zor bir acıydı. Hz. Peygamber ise Büreyde'yi çağırmış ve: "Aişe'nin sana şüphe verecek bir halini gördün mü?" diye sormuş. Büreyde: "Hayır Ya Resulallah! Seni hakla gönderen Allah için ha­ yır! Aişe halis kızıl altından daha saf ve temizdir." Demişti. Hz. Peygamber Büreyde'den bu sözleri işitince mescide geldi. Allah'a hamd ettikten sonra halka; 'Ey iman edenler! İçinizden bana kim yardım edecek ta ki ben ailem hakkında ileri geri konuşanlardan intikamımı alayım. Allah hakkı için 99


ben, ailem hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bah­ settikleri kişi hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem.' Sa'd bin Muaz ayağa kalktı; 'Ya Resulallah ! Senin yardım­ cın benim; eğer onlar Evs kabilesinden ise emir ver. Boyun­ Iarım vurayım. Eğer Hazreç'ten iseler yine emret, senin em­ rini yerine getirmeye gücümüz yeter' dedi.

Bu sözleri işiten Hazreç kabilesi reisierinden tSa:d bin Ubade ileri atıldı; 'Ya Muaz yalan söylüyorsun. Onlar Haz­ reç'ten ise sen onları öldüremezsin; eğer kendi kavminden ise de öldüremezsin. Sen bu sözün Hazreçlilerden çıktığını bildiğin için böyle konuşuyorsun,' dedi.

Muaz'ın amcaoğlu Useyd bin Hudayr, ayağa kalktı Uba­ de'ye: 'Sen yalan söylüyorsun! Allah hakkı için, o sözü kim söylemişse onu öldürürüz. Ne var ki sen münafıksın ve mü­ nafıklar için mücadele ediyorsun.' Tartışma büyüyüp Evs ve Hazreçliler birbirine girince Hz. Peygamber onları yatışnrdı ve intikam sözünden vazgeçti. Bu olanlan Hz. Aişe'ye ulaştınyorlardı. İki gün iki gece gözüne uyku girmedi. Gözlerinin yaşı dinmedi, ağlamaktan ciğerleri parçalanacak hale g� Derken Hz. Peygamber eve geldi ve selam verip oturdu. Bir ay sonra ilk kez Hz. Peygam­ ber Hz. Aişe'nin yamnda oturmuştu. Hz. Peygamber eve geldiğinde Aişe (r.anha) sıtmadan tit­ riyordu. 'Buna ne oldu?' diye sorunca. Annesi; 'Sıtması var ya Resulallah,' dedi. Hz. Peygamber ham d ve sena ile söze baş­ ladı. Aişe'ye; 'Sen hakkında söylenenlerden temiz isen Allah bunu bildirir. Yok, bir günah işlemişsen Allah'a dön ! Tövbe et! Allah bir günah işleyip de kendine dönen ve affını isteyen insaniann tövbesini kabul eder' dedi. Bu sözleri Hz. Peygamber'den işitince; 'Yaşım küçük ol­ duğu için Kur' an' dan halime uygun bir örnek bulamıyordum. Vallahi ben biliyorum ki, hakkımda söylenenler kulağınıza girip kalbinizde yer etmiş. Günahsızım desem inanmayacak­ sınız, o günahı işledim desem ona inanacaksınız. Aramızdaki hadiseye Yusufun babasının dediği sözden başka bir şey bu-

166

-


larmyorum. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklannıza ancak Allah'tan yardım istenir . .,. dedi. Kısa bir süre sonra Hz. Peygamberde vahiy eseri göründü. Annem, Hz. Peygambe�'in başı altına bir yastık verip üzerine bir elbise örttü. Birazdan Hz. Peygamber yüzünde nurdan damlalada tebessüm ederek örtüsünü kaldırdı. İlk sözü; 'Sa­ na müjde ey Aişe! Allah senin temizliğine şahadet etti' oldu. Hz. Peygamber gelip Aiş e4tn elini tuttu. O ise kızgınlıkla eli­ ni çekti. Hz. Peygamber Nür""Sfuesi'nden; 'O yalanı uyduran­ lar içinizden bir gruptur.' diye başlayan on ayeti okudu. Babası alnından öptü ve 'Git, Resulullah'a teşekkür et' dedi. Aişe ise; 'Bu hususta Allah'tan başka kimseye minnettar değilim' dedi. Hz. Peygamber mescide gitti ve Aişe hakkında inen ayetleri ashabına okudu. Ebu Eyyüb-el Ensari'ye hanımı ; "İşittin mi? Aişe hakkın­ da neler konuşuluyor?" deyince O, eşine sonradan ayette ay­ nıyla geçeceği şekilde; "Bu konuda konuşmamız yakışık al­ maz, haşa bu büyük bir iftiradır" demişti. Allah bu iftiraya karışan diğer insanlan ayette, Ebu Ey­ yüb'ün (r.a.) bu sözüyle azarlıyordu. Ve bu ayet-i kerimeler kıyamete kadar terennüm edilecekti. Bu büyük bir iftiraydı fakat Hz. Aişe gibi bir büyük sahabe gösterdiği sabır ve tevekkülle Rabbine öylesine dua edip yak­ laştı ve öyle bir mertebeye yükseldi ki,. asırlar boyu iftiraya uğrayan mürninler hep onu ve onun sabrınl, tevekkülünü ör­ nek aldılar. İşte Rabbimiz hepimizi böylesi çeşit çeşit imtihanlada sı­ nıyordu. Kiminin inkan ve günahlan birikiyor, kiminin de bir çırpıda günahlan dökülüyor veya bir anda dereceleri yük­ seliyordu.

101


-<®�D ü nya Ra h at Ye ri Değ i ld i "İbadetin başı sabzrdır. " (Hakim) EV İŞLERİ AGlR VE MEŞAKKATLİYDİ o zamanlar. Bu yüzden pek çok ailenin evde yardımcılan vardı. Hz. Peygamberin, karşılarken ayağa kalkıp yerini verdiği kızı Hz. Fatıma'nın ise, evde ateş kenarında ekmek pişirmek, el değinneni ile arpa öğütrnek ve ev süpürrnekten yüzünün rengi kaçmış, elleri kabarmış, elbisesi kirlenmişti. Onun bu haline artık dayanamayan Hz. Ali, Fatıma'ya de­ di ki: "Resulullah'ın ashabı, harpten birkaç esir gönderdi. Hz. Peygamber'e git ve halimizi anlat, hizmetimiz için bir cariye versin." Bu fikir, Fatıma'mn da hoşuna gitti. Hz. Peygamber'e git­ ti. Hz. Peygamber'i evde bulamadı. Halini Hz. Aişe'ye anlatıp geri döndü. Hz Peygamber olanlan, Hz. Aişe' den öğrendi. Kalkıp o gece Fatıma'nın evine geldi. Uyumak için yatak­ larına giren Ali ve Fatıma, Hz. Peygamber'i görünce kalkmak istediler. Ancak Hz. Peygamber izin vermedi. Başuçlarına ge­ lip yastıkları üzerine oturdu ve mübarek ayaklannı ı · sinin arasına uzattı. Mübarek yüzünü Hz. Fatıma'ya dönere : "Ey Fahma ! Sen hizmetçi isternek için evimize gelmişsin." Hz. Ali : "Ya Resulallah! Onu ben göndermiştim, işin çokluğundan fazlaca yoruluyordu." Hz. Peygamber: "Ben size bir şey öğreteyim. O hizmetçiden daha iyidir. Yatağınıza girdiğinizde ôtUZ tiç defa Allahu Ekber, -otUz üç 162


defa Sübhanallah ve otuz üç defa Elhamdülillah deyin. Bu si­ ze hizmetçiden daha ço'K aydalı olur. Suffe Ashabı ihtiyaç içinde kıvranırken ben size hizmetçi veremem! Ey Fatıma sabret! Kadınlann en hayırlısı ailesine faydalı o1andır." bu­ yurdu. "Fatıma da (r.anha): "Allah'tan ve Allah'ın Resillü'nden razıyım." dedi. İşte bir tarafta cennet çiçeği Hz. Fatıma diğer tarafta ise iki cihan Sultanı Resftlullah . . .

S ab n ve meşakkati bir ömür yaşıyordu onlar. Çünkü: " Dünya rahat yeri değildi."

163


��- · Ey Fat ı m a ! G e le n H e r M u s i bete B i r Ka rş ı lı k Ve ri l i r uSabret! Senin sabrın da ancak Allah 'ın yardımı iledir. " (Nahl: 127) PEYGAMB ERiMiz (A.S.M.) vefatından önce Humma hastalığına tutuldu. Bu hastalık 1 3 gün sürdü. Resw-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Hz. Aişe'nin hücresine girip yattığı sırada, Üsame bin Zeyd (r.a.) huzuruna geldi. ResUluilah (a.s.m.) 23 senelik PeygaiJlb ik müddetinde son tarafında Bizans üzerine gidecek olarak hazırladığı olan orduya kumandan tayin ettiği Üsfune bin Zeyd' e (r.a.) hareket etmesini buyurdu.

-SuriYe

Bu sırada Peygamberimizin (a.s.m.) hastalığı şiddetlendi. Kızı Hz. Fatıma'yı yanına çağırıp kulağına birşeyler söyledi. Hz. Fatıma ağlamaya başladı. Sonra ikinci defa birşeyler söy­ leyince Hz. Fatıma güldü. Resillullah (a.s.m.) lazı Hz. Fatıma'ya vefat edeceğini söy­ leyince Hz. Fatıma ağlamış, sonra da: "Sana müjde olsun ki, bütün ehlimden önce bana kavuşa­ cak sensin. Ey Fatıma! Cennet kadınlannın efendisi olmaya razı değil misin?" buyurunca da Hz. Fatıma sevinip gülmüş­ tü. Resill-i Ekrem (a.s.m.) vefat edeceği sırada Hz. Ali'ye, Hz. Aişe'ye vasiyet ve nasüıatta bulundu. Bu sırada ağlayıp göz­ yaşı döken Hz. Fatıma'ya : "Kızım bir miktar sabreyle, ağlama. Zira Hamele-i Arş (melekler) senin ağlarnan üzerine ağlaşırlar." buyurdu. Hz.


Fatıma'mn gözyaşım sildi. Teselli verip Allah'tan sabır ver­ mesini diledi ve: "Ey kızım, benim ruhum kabz olacak. "İnna Iiliahi ve inna ileyhi raci'fuı" (Allah'a aidiz ve yine O'na döndürüleceğiz.) diyesin. Ey Fatıma gelen her muslbete bir karşılık verilir" buyurdu. Sakın ola ki senin sabnn diğer kadınlann sabrın­ dan daha az olmasın." Bir müddet mübarek gözlerini kapadı, sonra da: "Bundan sonra babana üzüntü, keder ve tasa olmaz. Zira fani alemden ve milinet (imtihan ve sıkınb) yerinden kurtu­ luyor" buyurdu. Evet ölüm Hz. İsa'mn tabiriyle; "kapanan bir kapı değil açılan bir kapıydı. " Artık hizmetin, zahmetin ve meşakkatin bitip, ücretin ve sonsuz güzelliklerin başlad_ığı yerdi. Bir pay­ dostu. Fani hayattan bostan-ı cinana (cennet bahçelerine) pervaz etmekti. Elbette ki Resulullah'ın defninden sonra Hz. Fabma'nın: "İçiniz, gönlünüz, toprağı Resfilullah'ın (a.s.m.) üzerine atmaya nasıl razı oldu. Sizin gönüllerinizde Resillullah (a.s.m.) için hiç merhamet yok mu idi? O, sizlere iyilik hayır öğretmemiş miydi?" dediği gibi O'ndan aynimak da bu kadar kolay değildi. Ama insanlık aleminde en büyük musibet olan O'nun ve­ fatı ve O'ndan aynlık çok zordu. Ve O'nun öğrettiği gibi bu en büyük musibete sabretmek de Hz. Fabma'yı ve sahabeleri o denli yükseklere çıkartıyordu. Tıpkı uçurtmaların, rüzgara karşı durdukça yükselmeleri gibi. . .

165


�Ki m Alla h 'ta n Başka H e r Şeyd e n Yüz Çevi ri r ve H e r Ş eyi Alla h 'ta n B e kle rse . . . "Kim geçim sıkıntısından dolayı insanlara dert yanarsa, onun ihtiyacı giderilmez, açığı kapanmaz. Fakat kim geçim darlığını Allah 'a arz ederse.� Allah onun sıkıntısını giderir, bolluğa çıkarır. "

(Tirmizi, Zühd: 18; Ebu Davud, Zekat: 28) BABASININ ŞAHADETİYLE evin bütün yükü Hz. � Said el-Hudri'nin omuzlarına yüklendi. Evin geçimini sağlayacak kimse olmadığı için, ailesi bir hayli sıkıntıya düştü. Annesi ile çok sabırlı olduklanndan dertlerini sıkıntılannı kimseye söylemezlerdi. Aç kaldıklan zaman kannlanna taş - bağla arak, açlıklarını gidermeye çalışırlardı. -

.

-

Bir gün annesi dayanamamış: "Evladım, ResUluilah Efendimiz (a.s.m.) kendisine başvu­ ranlan hiç geri çevirmiyor, onlara yiyecek bir şey bulup veri­ yor. Sen de git, belki hakkımızda hayırlı olur, diyerek Ebu Sa'id'i (r.a.) Resulullah'a gönderdi. O'nu, Ashabına nasihat verirken buldu. Oturup dinlerneğe başladı. Bir ara Resftlullah Efendimiz (a.s.m.) : "Kim Allah'tan başka her şeyden yüz çevirir ve her şeyi Al­

lah'tan beklerse, Allah onu gani eyler, zengin kılar. Sabırdan üstün bir rızık yokur. Eğer sabra razı değilseniz, isteyiniz ve­ reyim" buyurdu. Bu mübarek sözleri işiten Hz. Ebu Sa'id el-Hudri, Pey­ gamber Efendimiz'den (a.s.m.) bir şey isteyemedi. Eve gelip 106


durumu annesine olduğu gibi anlattı. Böylece ikisi de sabır ve dua yolunu tercih ettiler. Allah Resfilü'nün ders verdiği gibi sadece Rablerinden ih­ las ve tevekkülle istemeye devam ettiler. Ebu Sa'id el-Hudri'nin (r.a.) bu hareketinden kısa bir süre sonra işleri yolunda gitti. Öyle ki Medine'nin � n zenginlerinden oldular ... Evet özellikle de elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra kalbini sadece Rabbine çevirip sabırla O'ndan isteyen her mütevekkil, Onda en güzel karşılığını bulacakb. Böylesi bir Sab ne güzel bir nzıktı. Hz. Peygamber, As­ habına nasihat ederken aslında böylesi bir sabrın ve teslimi­ yetİn de imanın en yüksek mertebelerindeki tılsımlı anahtalr­ larını kalbirnize emanet etmiş oluyordu. Evet biz O'na, O'nun istediği gibi gönlümüzü çevirebilsek Rabb-i Rahim'imiz de bizi yalnız bırakmayacağını vaad edi­ yor ve diyordu ki : "Kim Allah '8 (sığmıp) tevekkül ederse O (Allah) ona yeter. }; (Talak: 31) -

--

167


�S e n i n M isli n G i b i B i r M us i bet , B a n a· B i r D a ha U la ş m a z "Kul için, Allah katında öyle bir makam vardır ki, kul yaptıkları ile ona erişemez. Ancak Allah, kulunu bir muswetre imtihan ederek onu bu makama eriştirir. ll

(RamCız el-Ehadis) MUHAREBE BİTMİŞTİ. Peygamber Efendimiz'in (a.s.m.) vefatı şayiası Medine'ye ulaşınca, Hz. Safiyye hatun hemen Uhud'a hareket etti. Uhud meydanına gelince, oğlu Hz. Zübeyr'i ve Hz. Ali'yi görüp, önce Resillullah'ın (a.s.m.) halini sordu. Hz. Ali: "Hamd olsun iyidir" deyince ferahladı. Fakat Hz. Safiye: "Bana onu göster" deyince, Hz. Ali, Peygamber Efendi­ miz'i (a.s.m.) işaretle gösterdi. Peygamberimiz yaralı idi. Peygamberimizin sağ olduğuna şükretti. Hz. Safiye, baba­ anne bir kardeşi olan, Hz. Hamza'nın durumunu da görmek istiyordu. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hz. Safiyye'nin gelmekte olduğunu görünce, Hz. Zübeyr bin Avvfun'a: "Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin" buyur­ du. Zübeyr bin Avva m (r.a.) "Anneciğim ! Resillullah (a.s.m.) geri dönmenizi emredi­ yor" deyince, Hz. Safiyye: "Eğer ona yapılanı bana göstermernek için geri dönecek­ sem, zaten ben kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğ­ renmiş bulunuyorum. O, bu musibete Allah___yolunda uğramış bulunuyor. Biz Allah yolunda QUJldan. daha beter olanlarına da razıyız. Sevabını Allah'tan bekleyeceğiz. Inşallah sabredip, katlanacağız" dedi.

168


Hz. Zübeyr bin Avvam, olanlan Resillullah'a (a.s.m.) an­ lattı. ResUluilah (a.s.m.) Safiye'nin (r.anha) metanetini du­ yunca, cesedin yanına gelmesine izin verdi. Hz. Safiye, Hz. Hamza'nın cesedinin parça parça olduğu­ nu görünce kendisini zapt etti. Ellerini açıp dua ederek "İrma Iilialı ve inna ileyhi raciun" (Allah'a aidiz ve yine O'na döndü­ rüleceğiz) dedi ve cesedinin yanına oturup sessizce ağlamaya başladı. Onunla, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ve Fatıma da ses­ sizce ağladılar. Hz. Safiye: "Senin mislin gibi bir musibet, bana bir daha ulaşmaz" diyordu. Firdevs cennetlerine işte böyle yükseliyorrlu sahabeler . . . kimisi Allah yolunda şehit olarak kimisi de onların bu perva­ sız ve yürek dağlayan şehadetlerine sabrederek yükseliyordu. Şehitlerin efendisi Hz. Hamza �bi kimisi sevgiliye hayatını armağan ediyordu Hz. Safiye gibi de kimisi sabrını ve tesli­ miyetini... Ya biz dostlar ya biz ... başımıza gelen her hadisenin arka­ sında O'nun bu rahmet ve hikmet elini görebiliyor muyuz? O'nun yolunda gitmek de güzel, O'nun yolunda gidene sab­ retmek de.

109


�Sa ki n H a l i n d e n Ş i kayet Etm e ! Resulullah'a (a.s.m.) imandan sorulunca buyurdular ki: "0, sabır ve cömertliktir. " (Taberaru) BİR GÜN HZ. PEYGAMBER: "Ya İmran, sen de bilirsin ki biz seni çok severiz. Kızım Fatıma rahatsızınış. Eğer beraber gelirsen ziyaretine, hatının sormağa gidelim." deyince O da: "Anam, babam, canım sana feda olsun Ya ResUlallah gide- • lim," diye cevap verdi. Kalkıp, beraberce Hz. Fabma'nın evine geldiler. Hz. Pey­ gamber kapıyı çaldı ve "Esselamü aleyküm Ya Ehlel Beyti" diye selam vererek içeri girdi. Hz. Fatıma : "Ve aleykümüsselam, sevgili babacığım ! buyurun." deyin­ ce Hz. Peygamber: " Kızım , yanım da İmran bin _Hüseyin var, ba ını öı:t," bgyurdu. Hz. Fatıma :

"Babacığım seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu yün örtüden başka örtünecek bir şeyim yok." dedi. Hz. Peygamber de: "

Kızım işte onunla örtün" buyurdu. Hz. Fatıma:

( "Babacığım! Başımı örtsem vücudum, \_ başım açık kalır." deyince Hz. Peygamber

vücudumu örtsem

"Örtüyü düz değil köşeleme, yani uzunlamasına ört." bu­ yurdular. İmran dışardan bu konuşmalan işittikçe gözlerinden yaş, ciğerlerinden kan geliyordu. Hz. Fatıma'nın dünyaya hiç bağ­ lanınamasına gıpta ediyordu. l l tl

_


Nihayet Hz. Fatıma güzelce başını bağlayıp örttükte n son­ ra İmran'ın içeri girmesine izin verildi. İnıran içeride Hz. Peygamber'in arkasında oturdu. Hz. Peygamber: "Kızım, nasılsın, rahatsızlığın nasıl oldu?" diye hatınnı sordu. O da: "Babacığım, bu gece çok rahatsızdım. Sancıdan sabaha kadar uyuyamadım. Şimdi öyle bir haldeyim ki, bir lokma ekmek yemeğe bile takatim kalmadı. Açlıktan çok bitkinim" dedi. Bu söz üzerine Allah'ın sevgilisi, Resill-i Ekrem'in (a.s.m.) mübarek gözlerinden yaşlar damladı ve dedi ki: "Kızım sakın halinden şikayet etme! Allah'a yemin ederim ki ben, yaratıklann en üstünü, Allahü, Teala'nın sevgilisi ol­ duğum halde, üç gündür mideme bir lokına ekmek girmedi. Halbuki, Rabbimden istesem beni doyuncaya kadar yedirir. Fakat ümmetime ibret olması için geçici rızıklan, sonsuz rızıklar için feda ettim." Evet günümüzde daha konforlu bir hayat yaşamak, sürek­ li olarak hayat standardını yükseltmek uğruna yalanlar söy­ leniyor, zulümler yapılıyor, aldatılıyor. . . Dünyada aranan rahatlık sonsuz hayatın güzelliklerini perdeleyiveriyor. Meşru daire dışına çıkılarak elde edilen tüm kazançlar ve haller aslında Rabbimizin takdirine razı olmamanın, şikaye­ tin ve isyanın fiili bir tercümesi olmuyor muydu? Kısacık dünya hayatının cam parçalan için ahiret elmasla­ nnın reddedilmesi ve helal haram demeden dünyaya dalmak Allah'tan razı olmamak anlamına gelmiyor muydu? . . .

tu


�S e n B u n a Ta kat Get i re m ezs i n Resul-i Ekrem (a.s.m.) bir kimsenin "Ya- Rabbi! Senden sabır istiyorum ! " dediğini işitince ona: "Allah 'tan bela istedin şimdi de afiyet iste" buyurdular. (Tirmizi, Deavat: 99) PEYGAM BERiMiz (A.S.M.) Müslümaniann arasmda dolaşırken çok zayıf, kuş yavrusu gibi olmuş bir zata rastladı. Ona: "Allah'a bir şeyle dua ediyor veya O'ndan bir şey istiyor muydun ?'' diye sordu. o zat: "Evet ya Resülallah, 'Allahım ! bana ahirette ne ile ceza ve­ receksen, onu bana dünyada peşin ver.' diye dua ediior­ 'dum." Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.): "Sübhanallah! Sen buna takat getiremezsin, buna gücün yetmez. 'Allahım ! bize dünyada iyilik� ahirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru' diye dua etseydin ya !" bu­ yurdu. Hemen sonra da Allah'a onun için dua etti ve Allah da (O'nun duası bereketiyle) şifasını verdi. Bize her şeyin en güzelini gösteren Hz. Peygamber (a.s.m.) Allah'ın takdirine nza göstermek kadar, musibet ve sıkınblan talep etmemeyi de yine bir o kadar dikkat çekerek gösterir. Hastalık ve musibetler istenmez. Fakat verildiğinde de hikmet meyveleri "sabırla" toplanır.

ıt2

_


�S i ki nt i i çi n d eyken B i le R 1 zay1 D ü şü n e n le r . . . 11Zorluk gelip de şu kayanın içine girse mutlaka kolaylı peşinden gelip içeri girer ve zorluğu oradan çıkarır. "

(İbn-i Kesir) RESÜLULLAH (A. S.M.) bir defasında: "Fakfrlilde öğü­ n ürüm 77buyurdu. Hz. Ali bu sözü Habib-i Ekrem'den (a.s.m.) işitince dün­ yaya hiç kıyınet verınemeye başladı ve çok fakir oldu.

Öyle ki bugün eline bin altın geçse, bir tanesi ertesi güne kalsın demez, hepsini fakiriere dağıtırdı. Resul-i Ekrem (a.s.m.), Hz. Ali'ye cömertlerin sultanı manasına gelen, "Sul­ tanü 1-Eshıya" buyurdular. Bir gün Hz. Ali, Hz. Fatıma'ya: "Evde yiyecek bir şey var mı, çok acıktım" buyurdu. Hz. Fatıma evde bir şey olmadığını, yalnız altı akçenin olduğunu söyleyerek: "Bu akçeler ile çarşıdan yiyecek al. Bir de Hasan, Hüseyin meyve istemişlerdi. Biraz da meyve alırsın" dedi. Hz. Ali altı akçeyi alıp çarşıya çıktı. Yolda giderken bir kimsenin, bir Müslüman'ın yakasına yapışmış; "Ya hakkımı ver veya yürü mahkemeye gidelim ." dediğini, yakasını bırakmadığım gördü. Borçlu adam; "Bana birkaç gün daha müsaade et! " diyorsa da yakasına yapışan: "Hayır ben de sıkıntıdayım, bir saat bile bekleyecek halde değilim ' diyordu. Hz. Ali bunlann çekişmelerini görünce yanianna yaklaşıp : ll


"Münakaşanız kaç para içindir?" buyurdu. "Altı akçedir" dediler. Hz. Ali: . "Müslümanı bu sıkıntıdan kurtarayım, nasılsa Hz. Fatı­ ma'ya bir cevap buluruİiı ," diye düşündü.Yanındaki altı ak­ çeyi vererek, borçlu Müslüman'ı sıkıntıdan kurtardı. Bir zaman: "Fatıma'ya ne söyleyeyim?" diye düşüneeye daldı. Sonunda: "Nasıl olsa Fatıma kadıniann seyyidesi, Re­ sulullah'ın kızıdır, bir şey demez." diyerek eli boş eve döndü. Hz. Hasan ve Hüseyin kapıya koştular. Babalannın meyve getireceğini ümit ediyorlardı. Babalanmn ellerini boş görün­ ce ağlamaya başladılar. Hz. Fatıma'ya: ''Verdiğin altı akçe ile bir Müslüman'ı hapisten kurtar­ dım," buyurdu. Hz. Fatıma: "Çok iyi yaptın, elhamdülillah, bir Müslüman'ı hapisten kurtarmışsın. Rabb-i Rahlm bize kafidir," dedi. Fakat biraz malızun oldu. Hz. Ali üzüntüsünü sezip, iki oğlunun da ağladıklannı gö­ rünce gönlünde bir kınkhk hissetti. Bu elem ile dışan çıktı. "Bari gidip Resillullah'ın ( a.s.m.) mübarek yüzünü göre­ yim de, bu üzüntüden kurtulayım" diye düşündü. Zira Resillullah'ın (a.s.m.) mübarek yüzüne bakan kimsenin her üzüntüsü gittiği gibi, kalbinde sürftr ve safa hasıl olurdu. Gi­ derken yolda birini gördü. Elinde besili bi &ve vardı. Hz. Ali'ye: .

"Ey yiğit! Bu deveyi satıyorum, alır mısın?" dedi. Hz. Ali "Şimdi param yoktur" deyince O şahıs: "Sana veresiye veri­ rim" dedi. Hz. Ali: "Kaça veriyorsun?" buyurdu. O şahıs:

üz akçeye veririm." dedi. Hz. Ali: "Kabul ettim." Ceva­ bım verince O şahıs da: "Peki ben de kabul ettim," dedi. Deveyi, Hz. Ali'ye teslim etti. Hz. Ali deveyi almış, biraz gitmişti. Bir adama rastladı. Hz. Ali'ye: "Bu deveyi bana satar mısın?" dedi. Hz. Ali: "Evet sata­ nm" buyurdu. O kimse:


"Üç yüz akçeye bana verir misin?" dedi. Hz. Ali: "Olur ve­ ririm," dedi. Deveyi o şahsa sattı. Üç yüz akçeyi peşin alınca doğru çarşıya gitti. Yiyecek ve meyveler aldı. Evine girince çocuklar sevindiler. Babalarının getirdiği yi­ yecek ve meyveleri yemeğe koyuldular. Fatimat-üz-Zehra (r.anha) Hz. Ali'den bu yiyecekleri nereden aldığını sordu. Hz. Ali meseleyi anlattı. Yemeklerini yiyip Allah'a hamd ve sena ettikten sonra Hz. Ali, Hz. Fatıma'ya: "Ben, Resill-i Ekrem'in sohbetine gidiyorum" diyerek ev­ den çıktı. Yolda Resill-i Ekrem'e, yanında Aslıab-ı Kirarn oldukları halde, rastladı. Meğer Resill-i Ekrem (a.s.m.), Hz. Ali ve Fatı­ ma'yı görrneğe geliyorlarrnış. Resillullah (a.s.m.) "Ya Ali! Deveyi kimden alıp, kime sattın?" buyurdu. Hz. Ali: "Allah ve Resulü bilir," dedi. Resill-i Ekrem (a.s.m.): ''Ya Ali! Sana deveyi satan Cebrill (a.s.), satın alan da İs­ rMil (a.s.) idi. Deve de cennet develerinden idi. O Müslü­ man'ı sıkıntıdan kurtardığın için Cenab-ı Hak dünyada bire elli lıasene (sevab) verdi. Ahirette vereceğinin hesahım ise kendisinden başka kimse bilmez." buyurdu.

Kardeşini sıkıntıdan kurtarmak uğruna sıkıntıya düşenie­ rin yaranı Hz. Allah'tır. Sabır ve sıkıntıda Allah'ın hoşnutluğunu arayaniann elleri asla boş kalmayacaktır.

115


�B a şka la ri n d a n Ü m i d i m i Kesi p Sa n a Yö n e ld i m . "Cennetin etrafı mekarihle (nefs in hoşlanmadığı şeylerle) sarılmış tır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır. "

(Buhari, Rikak: 28; Müsned, 2: 333,373) HİCRETİN 6ı. YILINDA çöl ün ortasında iki ordu . . . Bir tarafta Hz. Peygamber'in omuzlanndan indirmeye kı­ yamadığı toruntı-; yiğitlik, fedakarlık, iman, cihat ve hak uğ­ runa her şeyinden geçmenin sadık örneği Hz. Hüseyin ve çevresinde kümelenmiş temiz mü'minler . . . Öte yanda ise dünya ve makam sevgisi, babl taassup ve ırkçılık, kin ve cehaletle hareket eden binlerce kişilik gözü dönmüş güruh. Acımasızlığın vicdanına seslendi Peygamber tomurcuğu: "Acaba aranızda teryadımıza yetişip bize yardımda bulu­ nacak kimse yok mu? Acaba Resffiullah'ın (a.s.m.) haremini (Ehl-i Beyti) savunacak yok mu?" Zalimler ordusu arasında kargaşa baş gösterdi. Hz. Hüse­ yin'in yardım istediğini duyan karşı saftaki bazı askerler, pişmanlık duyarak kendi çevrelerindeki askerleri öldürmeye başladılar. Çok sürmedi, onlar da şehit oldu. Hazret Hüseyin ellerini göğe açtı: "Allah'ım ! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim Sensin. Kalp­ leri zayıflatan, kurtuluş yollarını kapatan, dostları kaçıran düşmanlan sevindiren nice gam ve musibetleri Sana şikayet ettim. Başkalarından ümidimi kesip Sana yöneldim. Ve Sen o U6


gam ve üzüntüyü giderdin, onları Sen izale ettin, her nimetin sahibi ve her dileğin nihayeti de Sensin." Facia yavaş yavaş görünmeye başlamışb. Peygamber to­ murcuğu, çevresindeki sadık dostlarına seslendi: "Ey dostlarım ! Cennet karşınızdadır. Kapıları yüzünüze açık, nehirleri akıyor ve meyveleri yetişmiştir. Resuluilah ve Allah yolunun şehidleri, sizi orada beklemekte ve geleceğinizi birbirlerine müjdelemekteler. Abdullah b. Arnmar b. Yahud dedi ki: 'Allah'a andolsun, Hüseyin gibi musibete uğrayan bir kimseyi görmedim. Evlat­ ları ve yarenieri gözleri önünde öldürüldüğü halde yiğitçe kı­ lıç sallıyor, meşhur kahramanlar, karşısından kaçıyor ve hiç kimse karşısına çıkmaya cüret edemiyordu." Ve Peygamber tomurcuğu Hz. Hüseyin, namertleri Rab­ binin adaletine ısmarlayıp şehadet şerbetini yudumlayarak sevgilisine koşuyordu .. . Hz. Peygamberin aziz torunu musibet içinde dahi haktan zerre kadar taviz vermedi. Zulme ve zalime boyun eğip seyir­ ci kalmadı. Sadece Allah'a güvendi, O'na sığındı. Zira O biliyordu ki Allah'ın nzası, ancak Allah'tan gelene rıza gösterdiği makamdı.

117


�- · Fa ki r � ü ' m i n le re M üj d e . . . "(M irtic sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenZerin büyük çoğunluğunun fakirler olduğun u gördüm . .. (Buhar!, Rikak: 5 1 , Müslim, Zühd: 93) BİR KİMSE GELiP, 'Ta Resillallah! Kıyamet günü, in­ sanların Allah'a en yakın olanlanın bize bildirir misin?" Re­ sfrlullah (a.s.m.) buyurdu ki: "Kıyamet günü Allah'a en yakın olanlar, Allah'tan korkan­ lar, O'na karşı tevazu sahibi olanlar ve Allah'ı en çok zikre­ denlerdir." O kimse: "Ya ResiHallah! İnsanlar arasında cennete ilk defa onlar mı girecek?" diye sordu. Resillullah (a.s.m.): "Hayır, cennete ilk girecek olanlar onlar değildir" buyur­ du. Soran kimse: 'Ta Resillallah, öyle ise cennete ilk girecek olanları bana söyler misin?" dedi. Resillullah (a.s.m.) buyurdu ki: "Cennete ilk girecek olanlar, mü'minlerin fakirleridir. On­ lar cennetin kapısına geldikleri zaman, melekler onları karşı­ layacaklar ve "hesabınızı veriniz, ondan sonra geliniz." diye­ cekler. Fakir mü'minler de derler ki: "Biz neyin hesahım vereceğiz ki, kullandığımız, kendisin­ den istifade ettiğimiz bir malımız yoktu. Biz funir değildik ki adaletle veya zulümle hükmetmiş olalım. Biz, bize gelen m­ nin emirleri ile Allah'a kavuşuncaya kadar O'na ibadet ettik." Fakir mü'minlere müjde . . . 11 3


Hatta ve hatta şayet fakir mü'minler bu hale sabredip, ibadete ve şükre devam ederlerse yaşantılan bu niyetle riya­ zet ve nefis terbiyesi hükmüne geçer. Bunun ecri ve güzelliği ise hem burada hem de öte illernde anlaşılacaktrr.

U9


--:::®�M ü ' m i n Ku lla r1 m d a n B i ri , i mt i h a n 1 H a m d i le Ka rş 1 la rsa . . . "Cennet ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine, nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürü me mesafesini doldururlar . .. "

(Tirmizi, Cennet: 17) BİR GÜN EBU EŞ'AS ES-SAGANİ (R.A.) Şam Cami-i şerifine gitmişti. Orada sahabeden Şeddad bin Evs (r.a.) ile karşılaştı. Şeddad (r.a.), geniş bir bilgiye sahipti. Devrinde, her iliın­ de kendisine müracaat edilirdi. Yumuşak huylu, açık sözlü, hiddet zamanında öfkesine hakimdi. ibadet ve Allah'ın beğendiği işlerde çok gayretliydi. Kalbi Allah'ın korkusu ile doluydu. Yattığı zaman tefekküre dalar­ dı.

Allah'ın ralınıeti ile birlikte, azabını da hatırlar: "Ya Rabbi! Cehennem ateşini düşündükçe uykum kaçı­ yor" derdi.

Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta çok titiz olup, bun­ ları güler yüz, tatlı dille insanlara anlatırdı. Şeddad'ın (r.a.) hususiyetlerinden biri de, ağzından, lü­ zumsuz ve olur olmaz sözlerin çıkmamasıydı. O, riya ve gös­ terişten çok sakınırdı. Ebu Eş'as es-Sağarıl (r.a.), ona nereye gideceğini sordu. Hasta bir arkadaşım ziyaret edeceğini söyledi. Böylece birlik­ te hasta ziyaretine gittiler. t 20


Ziyaret için içeri girdiler ve Şeddad (r.a.) hastaya, duru­ munun nasıl olduğunu sordu. Hasta "Nimet içerisinde oldu­ ğunu" söyledi. Bunun üzerine, Şeddad (r.a.) şöyle buyurdu: "Günahlannın affedildiğini sana müjdelerim. Çünkü, Pey­ gamber Efendimiz (a.s.m.) : "All ah buyurur ki: Mü'min kulla­ nından birini imtihan ettiğim zaman, o bu imtihanı hamd ile karşılarsa, yatağından anasından doğduğu günkü gibi, gü­ nahlanndan temizlenmiş olarak kalkar.'' buyurdu. Elbette hepimizin bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz gü­ nahlar çok. Rabb-i Rahim'imiz bu günahlan mü'min kuluna duyduğu şefkatinden dolayı huzuruna çıkmadan önce temiz­ lerneyi murad eder. Ve Kur'an-ı Azimüşşan'da der ki Ralı­ man olan Sultanımız: "Siz dünyaya ait şeyler istiyorsunuz. Allah ise sonsuz ha­ yatı kazanınanızı istiyor." (Enfal: 67)

121


U M U M i - FELAKETLE RDE MAS U M LAR N iÇ i N KORU N M UYO R, HAKS lZLl KLARA VE ZU L Ü M LERE N iÇ i N M ÜSAAD E E D i LiYO R? Biri ncisi :

Eğer masumlar ve mü'minler her defası nda felaket ve musibetlerde korunup, muhafaza edilselerdi, haks ızlar da hemen karşılığını görselerdi o zaman imtihan ve tecrübe et­ menin bir anlamı kalmazd ı . Gerçeğiyle sahtesi birbirinden ayrışmazd ı . Tıpkı altınla kömürü n ayn ı kapta birl i kte ateşe maruz kalması sonucunda biri kıymetlilik vasfın ı yitiri rken, diğeri bu n iteliğini koruması n ı n ötesinde daha da safiaşması ve güzel­ leşmesi gibi. işte Ebu Bekir gibi altın ruhlu insanlarla Ebu Cehil g ibi kömür ruhlular da dünyada böylesine yakıcı imti­ hanlara tabi tutulurlar ki sınamalar ve sınavlar bozulması n _ Ne birine ayrıca l ı k tan ı n ı r n e de diğerine haksızl ı k ve adaletsizli k yap ı l ı r. Kanunlar ve sebepler herkes için adalet­ lidir. Ne iradeyi elden alacak kadar bir zorlama ve an ı nda bir ceza ne de a n ı nda bir muhafaza ve mükafat Dolayısı ile tam bir imtihan dünyasıdır yaşananlar . . . ikincisi:

Masumların ve mü'minler umumi felaketlerde canların ı kaybederlerse şehitlik, yaralan ı rlarsa gazilik makamına yük­ selirler. Şayet mallarını kaybederlerse malları bakileşir ve sadaka sevabı alırlar. Iradeleri d ı ş ı nda başlarına gelen olumsuzlu klara sabret­ meleri karş ı l ı ğ ı nda iradelertyle elde edemeyecekleri derece­ lerde ibadet sevabı kazan ı rlar. Hem de karş ılaştı rılamayacak kadar kat kat fazla olarak . . .


Üçüncüsü:

Allah adaletlidir ve bütün mahlukatı n Rabbidir. O öyle bir Rahman ve öyle bir Rahim'dir ki, Kur'an-ı Kerimdeki sürele­ rin başında bulunan besmete ile bize bunu hatırlatıyor. işte bizi yaratı p dünya imtihan ı nda bize hadiseler karşısında seç­ me iradesi ve hürriyeti veren Allah, ayn ı zamanda mühlet de vermiştir. Tanıdığı süre ve mühlet boyunca son nefese kadar irade­ mizi elimizden alacak derecede hürriyetimize müdahale edip, bizi hemen cezaland ırm ıyor. Kendisini inkar edenlere, isyan edenlere dahi ömürlerinin son nefeslerine kadar fı rsat­ lar veriyor. Asr-ı Saadette çok sonralardan Müslüman olan pek çok sahabeyi hatı rlayabiliriz. Ayn ı şekilde kimileri de hak yoldan ayrı l ı p isyana ve inkara da düşebilir. önemli olan son nefese kadar iman ı muhafaza etmektir. Demek ki imtihan bunu gerektirir. Tıpkı öğretmenin imti­ hana hiç müdahale etmemesi , verdiği mühlet bittikten sonra sınavı değerlendirmesi gibi. işte bu s ı rdan olsa gerek Bostan ve Gülistan gibi değerl i eseriere imza atan Sadi der ki: "Ne Kabe'deki arneline güvenebilir ne de sarhoşun yüzü­ ne tövbe kapısı kapan ı r."

12



D ö rd ü n c ü B ö lü m

TABiiN : SAHABEYi iZLEYEN ALTIN NESiL


" . . . Belki de hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hp­ yırlıdır. Belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kö­ tüdür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. "

(Bakara: 216) "Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklerneyiz; eli­ mizde hakkı söylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. "

(Mü'minfrn Sfrresi: 62) "Gerçek musibet dine gelen musibettir. "

(Lem'alar) "Kulun Allah Teala'yı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allah Teala'yı seviyor demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek, bu sevgiye delil ve alarnet yapıldı. Birisi Peygamber Efendimiz 'e (a.s.m.): "Ben seni seviyorum. " deyince; uFakirlik için bir elbise hazırla " bu­ yurdu. Bir başkası gelip Peygamber Efendim.iz'e (a.s. m.); "Ben Allah Teala'yı seviyorum. deyince; "Bela için elbise hazırla " buyurdu. " 1/

(Behaeddm-i Buhari)


�Sa b ri ve Ka naati B u Kö le d e n Ö ğ re n i n iz "Tevekkül, kalbin Allahü Teala'ya güvenmesidir. ,

(Ebu Said-i Harraz)

AB DULLAH B İ N M ÜB AREK gördüklerinden ibret alır­ dı.

Soğuk bir kış günü Nişabur pazarmda giderken, sırtında yalnız bir gömleği olduğu için üşüyüp titreyen bir köleye rastladı. Bu kış gününde sırtındaki sade bir gömlekle üşüyen bu köle şefkatini tahrik etmişti. Biraz yanına sokuldu ve ona; "Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mı?" dedi. Köle; "Efendime ne söyleyebilirim ki, o halimi görüyor ve bili­ yor." deyince, Abdullah bin Mübarek hazretleri feryat ederek yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sabn ve kanaatı bu köleden öğreniniz." buyurdu. Sabır ve kanaat iki iman tılsımı. Tevekkülün zirvesindeki sırrın formülü. Evet Rabb-i Rahim'imiz bizi görüyor ve biliyor. Biz onu görmesek de . . . Belki bazen bu derinliği hayatın içindeki koşuşturınaca yüzünden tam manasıyla kavrayamıyoruz. 127


Bütün zerrelerimizde O'nun yakınlığını ve kuşatıcılığını hissedebildiğimizde her halimizle ona olan teslimiyetimizin de hikmet perdeleri bir gül geneası güzelliğinde açılacaktır doğrusu. Abdullah bin Mübarek'in bakışındaki ve hadiseleri yo­ ruınlayışındaki güzellik misali . . .

12.8


�B u H a li n Fa kirli k Değ i l m i d i r? "Tevekkül, bedeni kulluğa, kalbi Allah 'a çevirmek ve yetecek kadar rızka rfizı olmaktır. "

(Ebu Eyyfıb-i Sahtiyaru) TABİİNİN MEŞI-IÜR ALiMLERİNDEN ve evliyfuıın büyüklerinden İbrahim Etheın Hazretleri Dünya malına ehemmiyet vermez, mübarek kalbi daima Allah ile meşguldü. Zenginlerden birisi kendisine bin altın getirdi ve: "Bunu kabul buyurun" dedi. İbramm Ethem Hazretleri: "Ben fak"ırlerden bir şey almam" buyurdular. O zat: "Ben fakir değilim" deyince İbrahim Ethem Hazretleri: "Bu sahip olduğun maldan daha ziyadesini ister misin?" diye sordu. o zat: "Evet>' deyince "Bu altınları al götür, zira fakirler içinde en fakir sensin. Bu halin fakirlik değil midir?'' cevabını verdi. Gerçek zengin gerçekten fakir olduğunu bilen, gerçek fa­ kir de kendisini zengin zannedendir. Allah'a tevekkülü tam olan sahabedeki isar hasieti gibi. . . Teveccüh ve talep halka değil, her zaman Hakk'a olmalı­ dır.

t29


�B aş ka Gö m leğ i Yok k i . . . " İnsan, Allahü Teala'nın saf kullarından olduğunu ş u dört şeyle bilir: Rahatı terk ederse, az olsa bile olandan verirse, faklrleşmesi kendisine sevimli gelirse, övülmek ve kötülenmek kendisine aynı gelirse. "

(Zünnfin-ı Mısri) TABİİNDEN HALiFE HZ. ÖMER B İN ABDÜLAZIZ'­ İN barış ve huzur içinde hüküm süren idaresini çekemeyen­ ler vardı. Bunlar, ehl-i bid'attan Hariciler ve menfaati zede­ lenen gruplardı. Halifenin hayatına kıymak için çareler aradılar. Nihayet hizmetçi kölesini bin altınla kandırarak, bu mü­ barek zatı zehirlettiler. Ömer bin Abdüla.Zız zehirlendiğini anlayınca kölesini ça­ ğırdı. "Ben sana bir fenalık yapmadığım halde bu ihaneti bana niçin yaptın? Doğru söyle, seni affedeyim" deyince; köle yap­ tığı bu çirkin harekete pek pişman olup, üzüldü. Köle ağlayarak yerlere kapandı, yalvararak: "Ya Emir-el-mü'minin! Bana bin altın vermek suretiyle bu ihaneti yaptırdılar" dedi. Halife altınları getirterek, devlet hazinesine gönderdi. Kö­ leyi affetti. Hasta halindeyken, kayın biraderi Mesleme İbni Abdill­ melik ziyaretine geldi. 136


Hz. Ömer bin Abdülaziz'in üzerinde bir gömlek vardı. Kız kardeşi Fatıma'ya; "Em1r-ül-mü'min1nin elbisesini yıkayınız" dedi. Tekrar geldiğinde gömleğin yıkanmamış olduğunu göre­ rek kardeşi Fatıma'ya; "Ben size gömleği yıkayınız, diye emretmedim mi?" de­ yince bütün halkımn hayat seviyesini yükseltip, iki buçuk yıl bile sürmeyen hilafetinin sonunda yirmi beş yıl zekat verile­ cek kimse bulunamamış olmasına rağmen, aldığı cevap hay­ ret vericiyili : "V allahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu yı­ kayalım. "

Onlar bilafeti kendilerine hizmet ettirme değil, kendileri­ nin hizmet ettiği bir makam olarak görüyorlardı. Onlar hayatı ücret yeri olarak değil, hizmet yeri olarak gö­ rüyordu. Onlar devlet imkanlanndan şahsı ve çevreleri adına tay­ dalanmaktan korkup titreyenlerdendi. Onlar Hz. Peygamberin gerçek halifesiydi. Onlar her im­ kan ellerinde olmasına rağmen meşakkati ve sabrı tercih edenlerdendi. imkanlar içindeyken sıkıntı çekenlerdi. Onlar ahireti dünyaya tercih edenlerdendi. Günümüzde böyle büyük zatları örnek alan idarecilere öy­ le çok ihtiyaç var ki . . .

131


�- · Alla h H a kkı mda N eyi Ta kd i r Et m i şse, B e n O n u i ste ri m ''Tevekkjj), tecelli eden kadere ve hükme teslim ve razı olmaktır. "

(İbn-i Mesrfrk) TABİİNDEN HADİS VE FIKIR ALiMi Hz. Vehib bin Verd'e dediler ki : ,..

t/

·

"Siz, Allah'a kavuşmak, için hemen ölmeyi mi arzu ederr; siniz? Allah'a daha fazla ibadet edebilmek için daha çok ya­ şamayı mı arzu edersiniz? Yoksa hiçbir şey düşünmeden Allah'ın takdirine razı olup susn1ayı mı tercih edersiniz?" Hz. Vehib buna cevap olarak buyurdu ki: "Ben hiç bir şey demem. Allah benim hakkıında neyi irade edip takdir etmiş ise, ben onu isterim. Onu severim ve ondan razı olurum." Orada bulunanların hepsi bu cevaptan çok memnun oldu­ lar. Topluluğun içinde olan Süfyan-ı Sevri (r.a.) kalkıp Hz. Vehib'e sarıldı ve alnından öpüp: "En doğrusunu sen söyledin" buyurdu . Bu sözler sadece bilgece söylenmiş sözler değildi. Aynı zamanda bizzat yaşanarak ve yaşamın içinde sindirilerek söylenen sözlerdi. Bu yüzdendi belki de yaşandıkça hayat bulan sözlerin ha­ yat vermesi. . .

J32


��i b ra h i m Et h e m ' i n B i n ekle ri "Mevla görelim neyler; neylerse güzel eyler. "

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) MANA VADiLERİNİN SULTANI İbrahim bin Ethem yaya olarak hacca gidiyordu. Yakıcı güneş altında, çöl deni­ zinde aşk ve şevkle yol alıyordu. Yolda, deve üstünde bir Arap ile karşılaştı. Arap hayret edip sordu: "Ey yalnız adam! Nereye böyle?" İbrahim bin Ethem gülümsedi: "Ya sen nereye gidiyorsun?" ''Beytullah'ı ziyarete . . . " "Ben de Beytullah' a gidiyorum." "Nasıl olur? Bineğİn yok, azığın yok. Bu gın çölleri nasıl yürür gidersin ki?"

uzun

yolları, kız-

"Benim bir çok bineğim var ama sen göremezsin." Arap, büsbütün hayret edip sordu: "Bunlar nedir? Nasıl şeylerdir? Bana da anlat ki bileyim . . . "

O ışık gönl!._llü sultan şöyle cevap verdi : "Benim �� ır" adlı bir bineğim vardır. Başıma bir bela gelcij mi onun sırtına atlarım. Nimete kavuştuğum zaman, "şükür'" adlı bir bineğim vardır, onunla giderim. Bir kazaya Uğiachğıın zaman hemen '"nz(!'' adlı bineğim imdadıma ko­ şar . . . " Arap'ın gönlüne şevk ve heyecan dalgalan doldu ve saa­ detle sordu: "Daha başka neyin var?" İbrahim bin Ethem'in (r.b.) yü­ zünde nokta nokta aydınlık: l33


--

Bir de, dedi; "Nefsim beni bir şeye zorladığı zaman düşü­ nürüm ki, ömrümün çoğu gitmiş azı kalmıştır. Bu durumu hatıriayarak nefsime uymaktan son derece sakınının . . . " Arap nihayet kendine gelmişti: "Vallahi, desene, asıl yaya benmişim de binek sahibi sen­ mişsin. " Ne dersiniz dostlar, şu hayatın çalkantılı yolculuğu içinde maddi bineklerimizi elde etmeye çalıştığımız kadar manevi binekierimize de sahip çıkabiliyor muyuz? Hayatın içindeki bunca stresi, sılantıyı ve musibeti sadece zayıfomuzlarm11z taşıyabilir mi? Sırtımızdaki ve kalbimizdeki ağır yükleri Rabbimizin ver­ diği "sabır'' 7 ��ükür" ve ((rıza " bineklerine yükleyelim de yaya kalmayalım şu !ani dünyada.

134


�Sa n a Ç o k Actyo ru m "Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarznı bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah ' ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir. "

(Buhar!, Rikak: 30; Müslim, Zühd: 8) TABİİNİN BÜYÜK ALİMLERİNDEN Muhammed bin Vasi'nin hacağında amansız bir yara vardır.

Muhammed bin Vasi ise oldukça rahat ve huzur içindedir. Ne bir ah ! Ne de bir ıshrap belirtisi . . . Hatta O'nun simasındaki huzuru ve teslimiyeti gören bel­ ki de ayağındaki yarayı dahi fark edemeyecektir. Fakat her nasılsa yarayı biri gördü. Aman Allah'ım! Ger­ çekten de oldukça kötü görünmekteydi. Konuşma arasında bir fırsatını buldu ve Muhammed bin Vasi'nin hacağındaki amansız yarayı kastederek dedi ki: "Sana çok acıyorum." Muhammed bin Vasi ise: "Ben aksini düşünüyor ve hacağırndaki yaranın gözümde çıkmadığına şükrediyorum." dedi. Evet aslında imtihan dediğimiz şey kesinlikle, nerde dur­ duğumuz ve nerden, nasıl baktığıınızia birebir ilişkilidir. Mühim olan nelerle karşılaştığımızdan çok, karşılaştıkla­ runıza verdiğimiz tepkilerdir. Şayet her şeye her şeyi bize verenin kıstaslanyla bakabili­ yor ve karşılık verebiliyorsak her şey güzelleş ecektir. Ya biz­ zat veya sonuçlan bakımından. Zira her şey güzel olsaydı, her şey güzel olmazdı. 135


�H asta la n l n ca . . . "Sabrını güzel yap. O ne güzel ferahlzk verici bir şeydir. Kim Allahü Teala'dan korkatsa, ona eziyet ve sıkıntı dokunmaz. Allahü Teala'dan hayır ve iyilik umanlar, umduklarına kavuşurlar. "

(imam-ı Şam) TABİİNDEN SÜFYAN-I SEVRİ ( R.A.) Basra'da hasta­ landı. Karnı ağrıdığından devamlı abdesti bozuluyordu. Ab­ destsiz ölmek korkusuyla o gece altmış defa abdest aldı ve hasta haliyle hep namaz kıldı. Vefatı yaklaştığında Hz. Ab­ dullah bin Mehdi'ye: "Beni yatağımdan indirip, yüzümü yere koyunuz. Çünkü vakit tamam oldu" buyurdu. Hz. Abdullah, Süfyan-ı Sevrl'nin yüzünü toprağa koyup, dostlara haber vereyim diye dışan çıktığında, herkesin hazır­ lanmış olarak beklediklerini gördü. "Size kim haber verdi?" deyince, hepsi de: "Rüyada haydi kalkın. Süyfan'ın cenaze narnazına bazır­ lanın" diye bir ses işittik dediler. Bazılan içeri girdiler. Hz. Süfyan, son anlarını yaşıyorlıu. Yastığının altından içinde bin altın bulunan bir kese çıkardı. "Bunu sadaka olarak dağıtın" buyurdu. Orada bulunanlar hayret edip, "Allah! Allah ! Bu zat, dünya malına kıyınet vermez, ya­ nında dünyaiık bulundurmaz, hatta dünyaiık olan hediyeleri de kabul etmez idi. Bu kadar para biriktirmesinin hikmeti nedir?" diye birbirlerine sordular. Söylediklerini işitince bu­ yurdu ki, 1 6


"Bu para ile dinimi ve bedenimi korudum. Şeytan elbisen ve yiyecek şeylerin yok, bunlar için dünyalık kazan" diye ne kadar vesvese vermiş ise, her defasında 'İşte altın' diyerek bu altınlan gösterdim ve onu başımdan def ettim. Bu altınlan ona karşı silah olarak kullandım." Bundan sonra kelime-i şehadeti söyledi ve ruhunu teslim etti. Rabbimiz geçici zevkler için sonsuz güzellikleri unutan ve unutturan nefsimizin ve dini dünya ile değiştirenierin vesve­ selerinden korunmak için mukavemet versin. Maddeyi de bu manada nasip etsin. Parayı maksat değil, maksadı için kullananlardan eylesin. Tıpkı Süfyan-ı Sevri (r.a.) gibi . . .

137


<®� i lm i n Sa n a Eza ve Cefa d a n B a ş ka B i r Şey Get i rm e d i "Sabır, yüzü ekşitmeden, acıyı yudum yudum içine sindirmektir. "

(Cüneyd-i Bağdadl) İMAM- I AzAM EBU HANİFE, sahip olduğu ilmi, bir geçim vasıtası yapmamış, resmi bir görev de kabul etmemiş­ tL

Irak valisi İbn-i Hubeyre, kendisine bir ara kadılık teklif etti. Ebu Hanife kadılığı kabul etmedi. Bunun üzerine kendisine işkence yaptılar dayak atıp hap­ settiler. Annesi oğlunun bu haline çok üzüldü. "Ah oğlum ! İlınin sana eza ve cefadan başka bir şey getir­ medi." deyince Ebu Hanife : "Üzülme anacığım, onlar bana dünyayı vermek istiyorlar, ben ise ahireti istiyorum. Ahirette Allah'ın azabına maruz 1 kalmaktansa, dünyada işkenceye katlanırım" dedi. Onlar pek çok sıkıntı ve İşkenceyi göze alabilecek kadar ilmin izzetini dünyanın rahatına değişebiliyordu. Zira onlar gerçek ilim aşıklarıydı.

138


�H a li n d e B i r Değ i ş i kli k O ld u m u ? "Bir nimete kavuşan kimse "Elharndülillahi fil{i külli hfil " (her hal üzerine şükürler olsun.) duasını okursa, o nimete şükrettniş olur. Bir muszbetle karşılaşınca bu duiiyı okursa, o musfbete sabretmiş olur. "

(Ebu İshak el-Fezan) TABİİNDEN OLAN MUTARRİ F BİN ABDULLAH Hazretleri Son derece sabırlı ve tevekkül sahibi olup, kadere razı olanlardandı. Bir oğlu vardı, vefat etti. Hiç üzüntülü hali görünmedi. Sakalım taradı, güzel elbi­ selerini giydi. Bazıları buna hayret ettiler. Bu hareketlerinin sebebini sordular. Cevabında: "Ölüm karşısında, nza göstermeyip feryat etmemi mi bek­ liyorsunuz? Rabbime yemin olsun; eğer dünya ve içindekile­ rin hepsi benim olsaydı sonra, ahiretin bir yudum suyu (kevser suyu) karşılığı bunları almak isteselerdi hiç düşün­ meden hemen verirdim. O bir yudum suyu, bu dünya ve içindekilerin hepsine tercih ederdim ' buyurdu. Geceleri daha iyi ibadet ve Allah'ın kullarına hizmet ede­ bilmek için uyur ve: "Gecemi uyuyarak geçiririm. Pişman olmuş olarak sabah­ larım . Bu hali; bütün geceyi ibadetle geçirip, sabaha kendini beğenmiş olarak çıkanın halinden daha fazla severim" derdi. İçi dışına, dışı içine uygun bir zat olup: "Bir kulun dışı içi bir olunca Cenab-ı Hak: 'İşte benim gerçek kulum budur' buyurur" derdi.

13 9


Mutarrif bin Abdullah'ı çekemeyenler ona çirkin iftiralar­ da bulunarak, dönemin Emevi valisi Ziyad bin Ebih'e şikayet ettiler. Ziyad da askerlerine Mutarrif hazretlerini getirmelerini emretti. Bu sırada kendisi Basra'da idi. Hz. Mutarrifi Ziyad'a getirdiler. Ziyad adamlanna sordu: "Siz onu çağınrken şeklinde, halinde bir değişiklik oldu mu?" "Hayır" dediler. Bunun üzerine: "O halde bu hal ancak sa.Iih kimselerde bulunur. Onu der­ hal serbest bıralan ve özür dileyin" diye emretti. Evet musibet gelmeden önceki halle musibet geldikten sonraki halin aynı olması. . . Söylenınesi kolay fakat yaşanınası zor bir hakikat. Rab­ bimiz İmanımızı hakikatleri yaşar hale getirtsin ama yine de rahmetiyle imtihan ve terbiye etsin.

146


�<:""\Esas Z o r O la n "Hoşlanmadığznzza sabretmedikçe, hoşlandzğznızı elde edemezsiniz. "

(Hz. İsa) TABİİNİN BÜYÜKLERİNDEN ve on iki imam'ın dör­ düncüsü Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynel Abid1n'i (r.a.) elleri ke­ lepçeli, ayaklarında kayış bağlı olduğu halde Medine'den Bağdad'a götürüyorlardı. Hz. Zühri, onu bu halde görünce çok ağladı. Ve dedi ki: "Keşke şimdi sizin yerinizde benim ellerim kelepçeli ol­ saydı." Zeynel Abidin (r.a.) de ona dedi ki: "Ya Zühri bu bize hiç zor gelmez, istediğim zaman el ve ayakl anını açabilirim." Ve çok hafif bir silkinme ile elindeki kelepçeyi ve ayağın­ daki kayışı açb. Kısa bir zaman sonra eline kelepçeyi, ayağına kayışı tekrar geçirerek buyurdu ki : "Bunlar kulların cezasıdır ve kolaydır, istediğimiz zaman açabiliriz. Esas zor olan Allah'ın azahıdır." İşte asıl musibet dine, imana, inanca, ahiretimize gelen musibetlerdir. Onun dışındaki sıkınb ve musibetler zaten gü­ nahları silen ve mü'minin derecelerini artıran manevi hediye ve ihsanlardır.


�Sa d a ka m O lsu n uKulun: gerçek mü 'min olup olmadığı bela ve ferahlıkla karşılaştığı anlarda belli olur. Ferahlık günlerinde şükredip bela günlerinde sızlanan kimse, (kulluk ve mü 'minlik iddiasında) yalancıdır. "

(İbn-i Ata) TABİİN ALİMLERİNDEN Reb!' bin Heysem (r.a.), kim­ seye beddua etmezdi. O, herşeyi Rabbi'nden bilir, O'ndan ge­ len her şeye sabır eder, tevekkülünü bozmazdı. Bir gün namaz kılarken, yirmi bin dirhem değerindeki atının çalındığını gördü.

Fakat ne namazı bozdu ve ne de üzüldü. Yanında bulu­ nanlar: "Nasıl oldu bu iş yazık oldu atına ! " diye kendisini teselli ediyorlardı. O ise, "Atın yularını çözerken çalan adamı görmüştüm" dedi.

Onların "O halde niçin mam' olmadınız?" demeleri üzerine: r

"Atımdan daha sevimli olan bir şey ile, yani namaz kıl­ makla meşguldüm. Onu kaçıramazdım, onun için" dedi. Adamlar hırsıza beddua etmeye başlayınca, Rebl' onlara dedi ki:

--

"Hayır, beddua etmeyin. Ben atımı ona hediye ettim. Sadakam olsun" Başına gelen hırsızlık gibi bir musibeti hakkında duasıyla ve imanıyla hayra ve ibadete dönüştüren büyük ilim. Onların dünyaya verdikleri değer bu kadardı. 141


Beddua edenlere mani olacak kadar yüksek ve asil ruh­ Iuydu onlar. Zira imanlan ve balleri o kadar engindi ki; ne dünya malından kazandıklarına sevinç gösteriyorlar ne de kaybettiklerine elem ve hüzün döküyorlardı.


�Ö m e r b i n Abdü lazlz Z e h i rle n i n ce . . . " Ö lümü gerçekten tanımış bir kimseye, dünya bela ve mu­ sibetleri, dert ve sıkın tıları çok hafif gelir. "

(Ka'b'ül-Ahbar) TABİİNDEN HALİFE HZ. ÖMER BİN ABDÜLAZIZ zehirlerup yatağa düşünce yakınları dediler ki: "Beyt-ül-mal'dan ailene bir şeyler vasiyet et, senden sonra onlar sıkıntıya düşmemeli." Cevabı akillara durgunluk verecek ve tüyleri ürpertecek kadar müthişti: "Çocuklarım şu iki tip insanlardan birisi olacaktır. İyi, salih insan veya kötü şerir insan. Salih insan olurlarsa, Kur'an-ı Kerlmin A'raf süresi, yüz doksan altıncı ayet-i keri­ mesinde buyurulan: "Ey Resfılüm! Müşriklere de ki; size karşı benim yardım­ cım, Kur'an-ı Kerimi indiren Allah'tır ve O bütün sa.Iihlere de yardımcıdır." ayeti yetişir. Kötü insan olurlarsa, o takdirde ben onlan, günah işlemeleri için güçlendiremem. Çocukları­ na dönerek: "Evlatlarım! İki ihtimal var. Ya sizi zengin edeceğim; o takdirde babanız cehennemİ boylayacak. Yahut da fakir kala­ caksınız; babanız cennete gidecek. Babanızın cennete girmesi şartıyla fakir kalmayı, onun cehennemİ boylaması şartıyla, zengin olmaya tercih edin. Şimdi yarnından aynlın ve benden sonra sakın Beytülmal görevlilerini rahatsız etmeyin. Şunu iyi bilin ki, size verilmesini vasiyet ettiğim para miktarı sade­ ce yiTiliil)IT dinardır."

144


Ömer bin Abdülaz1z'in (r.a.) hastalığı ağırlaşınca tabip ça­ ğırdılar. Tabip : "Bu zehir içmiştir. Ben bunun hayatı haklanda teminat veremem" deyince Halife : "Sade bana değil, zehir içmemiş olanların hayatı haklanda da teminat verme" buyurdu. Bu ne kadar keskin bir iman ve ne kadar yüks ek bir tevek­ kül. İşte bu anlar rıza makamının kristalleşip asnmıza yansı­ yan panltılanydı. Endişe yok, güvensizlik yok, tamabkadık yok. Rezzak-ı Hakiki'ye emniyet tam. Takdir-i Hüda'ya teslimiyet tam.

-


�i m a m - 1 A'za m ' 1 Akrep Soku n ca . . . "Allah 'a itaatsizlik ettiğimi, eşeğimin ve hizmetçimin bana itaatsizlik etmelerinden anlarzm. "

(Fudayl b. İyad) iMAM-I A'ZAM TALEBELERİ ARASINDA bulunduğu bir sırada hiç beklemedikleri bir şey oldu. Akrep onca talebe arasında İmam-ı A'zam'ı bulmuş ve sohbetin en tatlı yerinde de hiç fark ettirmeden mübarek be­ denini soktu ve yere düştü. Acaba tüm bu yaşananlar bir tesadüften ibaret olabilir miydi? Talebelen şaşkınlıktan kurtulur kurtillm az yere düşen bu akrebi öldürmek isteyince, İmam-ı A'zam talebelerine mani olarak şunları söyledi: "Onu öldürmeyiniz, kendimi onunla tecrübe etmek istiyo­ rum, bakalım haklannda hadis-i şerlfte, ç�imlerin kani ze­ hirdir. "'"buyurulan alimiere diliii miyim?" dedi. Talebelen akrebi izlemeye başladılar. Kısa bir süre sonra akrep kıvrandı, büzüldü ve hemen öl­ dü. İşte can tehlikesi söz konusu olduğunda önce kendini dü­ şünmesi çok normalken, musibet anında bile Hz. Peygambe­ rin hadisindeki müjdeye nail olmanın lezzetini tatmak iste­ yen 15riyük deha, büyük müctehid . . .

146


�H esa psız C e n n ete G i rm e k I ç i n "Ben kimin iki sevdiğini almışsam o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükafat vermeye razı olmam. "

(Tirmizi, Zühd: 58) GÖZLERİ KÖR OLAN EBÜ BAsİR bir gün, Cafer-i Sadık'ın babası İmfun-ı Bakır ile konuşuyorlardı. Ebu Basir: "Siz Resulullah'ın (a.s.m.) torunlanndansınız" dedi. "Evet" buyurdu. "Siz Resulullahın (a.s.m.) vfuisisiniz" dedi. "Evet" buyurdu. "Peki sizde ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan, baras hastalığını gideren, evlerdeki yiyeceklerden, eşyalardan ha­ ber veren kuvvet var mıdır?" diye sorduğunda: "Evet, Allah'ın izniyle vardır" buyurdu. İmam-ı Bakır gözleri kör olan Ebu Basir'in yanına yak­ laşmasını istedi. O da yaklaştı. Mübarek elini yüzüne sürdü ve Ebu Basir'in kör olan gözleri birden açıldı. Görmeye baş­ ladı. Tekrar elini yüzüne sürdü. Gözleri yine görmez oldu. Bunun üzerine İmam-ı Bakır: "Dünyada gözlerin görüp, ahirette hesaba çekilmek mi istersin, yoksa hesapsız cennete girmek mi istersin?" diye sordu. Ebu Basir de dünyada görmeyip, ahirette, cennete hesap­ sız girmeyi tercih etti.

t-47

+


Evet Hz. Peygamberin o bereketli torunlarından böyle ders almışb İmam Bakır. Hz. Peygamberi bir kutsi hadiste Rabbimizden bize şu müjdeli hakikati ders veriyordu: "Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihan edersem o da sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bedel cenneti veririm."* (*) Buhari hadiste geçen "iki sevdiği ile,, tabirinden "göz­ lerin" kastedildiğini söyler.

l-i8


� Yü re kleri n d e ki G ü zelli ğ i n , Yüzleri n e Vu ru ld u ğ u Yusu fla r . . . "Sabır, muszbetler içindeyken bile edebe riayet etmektir. "

(İbn-i Ata) "TABİİNİN B ÜYÜKLERİNDEN ve Medine-i Münevve­ re'deki yedi büyük fıkıh iliminden biri olan Süleyman bin Yesar, bir defasında bir arkadaşı ile Medine'den Ebva'ya git­ mişti. Bir ara arkadaşı onu çadırda bırakıp, bir iş için yanından ayrılmışb . Yakınlanndaki çadırdan bir kadın onu görmüş, güzel su­ retine hayran kalıp, çadıra gelmişti. Bir şeyler istiyor zannederek yiyecek öteberi vermek üzere iken, kadın kötü düşüncesini söyledi. Süleyman bin Yesar, kadına: "Seni şeytan saptırmış" deyip, başını ellerinin arasına alıp, ağlamaya başladı. Kadın onun ağlamaya başladığını gö­ rerek şaşırdı. Oraya geldiğine pişman olup, hemen çadınna döndü. Arkadaşı gelip, onun ağladığını görünce: "Hayrola çocuklannı mı hatırladın ?" dedi. Durumu öğre­ nince o da ağlamaya başladı. Bunun üzerine Süleyman bin Yesar, peki sen niçin ağlıyorsun, dedi. Arkadaşı: "Sen böyle bir tehlikeden kurtuldun. Acaba ben böyle bir şeyde tehlikeden kurtulabilir miydim? diye ağlıyo­ rum." dedi.

149


Bundan sonra Ka 'be-yi ziyaret için Mekke'ye gittiler. Mek­ ke'ye vanp, Ka'be-yi tavaf ettiler. Süleyman bin Yesar, tavaftan sonra bir köşeye çekilip bi­ raz uyudu. Rüyasında Yfisufu (a.s.) gördü. Hz. Yusuf, Ebva'daki kadından sakınmasından dolayı onu methetti ve o halini çok beğendiğini söyledi." En büyük imtihanlardan biri de kadındır. Şeytanın insa­ mn ayağım kaydırdığı en kolay yollardan biri ve insamn karşı koymakta en çok zorlandığı darnan da nefsanilik üzerine ku­ rulmuş uçurumlardır. Hele hele günümüzde iffetini korumak üzere nefsini ha­ kim olup sabretmek uğruna Hz. Yusufun peşinden giden gençlere ne büyük mükafatlar hazırlanmıştır . . . Nefsinin istek ve arzulan yerine, Rabb-i Rahim'inin rıza­ sına teslim olanlara ne mutlu. Yüreklerindeki güzelliğin, yüzlerine vurolduğu Yusuflara müjdeler olsun . . .

150


<®�B i r Defa s i n d a Ka lb i rn Öyle Da ğ 1 ld 1 k i . . . "Ma'rifetin şükrü takva, izzetin Şükrü tevazu, nıuszbetin şükrü sabırdır. " (Ahmed bin Yahya el-Cela) KİMS EDEN B İ R ŞEY KABUL etmezdi Hz. Rabia. Bir keresinde Hasan-ı Basri hazretleri kendisini ziyarete gelmiş­ ti. Kulübesinin kapısında, zenginlerden birinin ağlamakta olduğunu gördü. "Niçin ağlıyorsunuz?" diye sordu. O zengin; "Zühd ve kerem sahibi şu hatlin olmasa, halk mahvolur. O, zamanın bereketidir. Allah bizi, bir çok bela ve sıkıntılar­ dan onun hürmetine muhafaza etmektedir. Ona bir miktar yardırnım olsun diye şu altın dolu keseyi getirdim. Fakat ka­ bul etmez diye korkuyorum. Onun için ağlıyorurn. Siz bunu ona verseniz, belki sizin hatınnız için kabul eder" dedi. Hasan-ı Basri hazretleri içeri girip olanları bildirince, Hz. Rabia buyurdu ki; "Ben bu dünyalıkları bunların hakiki sahibi olan Allah'tan isterneğe utanır iken başkasından nasıl alının? Allah bu dünyada, kendisini inkar edenlerin dahi rızkım vermekte iken, kalbi Onun muhabbetiyle yanan birinin rızkı­ m vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selamımızı söyle. Kalbi malızun olmasın. Biz Allah'tan başkasından bir şey almamaya abdettik Hiç bir kimseden bir şey beklerniyoruz. Geleni kabul etmiyoruz.

!S I


Bir defasında devlete ait olan bir kandilin ışığından istifa­ de ederek gömleğiınİ yamadım da kalbirn öyle dağıldı ki, o dildiğimi sökünceye kadar kalbimi topadayamadım. ' Elimize geçen her şeyi elimizin emeğiyle Allah namına almak ve O'ndan geldiğini bilerek almak . . . en büyük zengin­ lik de bu değil mi? Kendimizi Allah'tan başka kimseye muh­ taç bilmernek ve hissetmernek Kalbirnizi bir yoklayalım hele! Nerelerde, nelerin peşinde koşuyor? ibadet ederken yüreklerimizde duymak istediğimiz derece derece lezzetler nerede? Helal, haram hassasiyeti mi var, nerden ve nasıl geldiğini düşünmemenin duyarsızlığı mı?

-

152


HAYAT

N E D I R?

Hayat! Ne denli sürprizler ve ibretlerle dolusun. Bazen torbanm içinden birden öyle bir şey Çikanveriyorsun ki, mutluluktan uçuruyorsun. Bazen de hiç beklenmeyen bir gerçekle çtktyorsun önümü­ ze, durduruyorsun bizi adeta. Düşündürüyorsun . . . Hiç beklenmeyen bir anda, hiç beklenmeyen birisiyle, Belki de, belki de hiç beklenmeyen bir şekilde. Aksi halde hiç düşünmezdik belki de . . . "Seni düşünmemizi istiyorsun. " Hayat! Okşuyorsun . . . Hem de şefkatle okşuyorsun. Bazen anne ve babalanmtzm elleriyle okşuyorsun, Bazen de önümüze serdiğin nimetlenn çeşitleriyle ve güzel­ likleriyle . . . Bizi hiç ihmal etmiyorsun. Verdikçe cömertliğin/e okşuyorsun, sevdikçe sevdirdik/erin/e okşuyorsun. Her ihtiyaç duyduğumuz anda, her sJktşttğtmtz yerde, Her çaresizliğimizi ve zaytf!JğtmtzJ anladJğtmtzda. Ştmanklik ve avarefik yerine sevgi ve vefa istiyorsun. "Seni hissetmemizi istiyorsun " Hayat! Öğretiyarsun . . . Sadece kimlik bilgilerinden ibaret o/madtğtmtzt 153


Sadece nefes almak, yemek, içmek, uyumak ve eğlenmek­ ten ibaret bir var/1k OlmadiğimlZI öğretiyorsun. Hayatta olmakla mekanik olmanm, hayatta olmakla parall olman m, Hayatta olmakla sahip olmanm, hayatta olmakla şöhret olmanm, Hayatta olmakla yapmacik ve sahte olman m çok farkli şeyler olduğunu öğretiyorsun. Ama sadece öğrenmek isteyene, samimi olana, yüreğini açana, Seni bir mektep, bir ders, bir imtihan gibi görebilene öğretiyorsun. Nefsimizde, görüp yaşadJklanm1zda, tad1p dokunduklanmlz­ da, her bir şeyde, her bir hadisede: "Seni okurnamiZI istiyorsun " Hayat! Pişiriyorsun . . . Verilenleri yavaş yavaş ald1ğmda, bitmeyecek zannedilenleri bitirdiğinde, Hastalik, bela ve musibetlerle karşllaştJrdJğmda, "Bizim " diye kavga edip camm1z1 verdiklerimizin, "her şey olmad1ğ1m " Çok derinden hissettiriyorsun Çok güçlüyken, gençken, sağflkflyken, sevdiklerimiz/e bera­ berken, VarflklfYken anlayamadlklanmlzl; zayiflatarak, bir mikroba, bir kansere mağlup ederek, Belki de yeri gelince bir parça kuru ekmeğe muhtaç ederek, ittiraya uğratarak, korkutarak, DüşmanlanmiZI çoğa/tarak, ih­ tiyar/atarak, sevdiklerimizi bizden alarak anlatworsun. Anla­ makta güçlük çektiğimiz veya anlamak istemediklerimizi öyle güzel anlatworsun ki Çirkin gibi görünenler bile güzel/eşiyar dolaylSlYia . . . Evet yanmadan pişmek mümkün olmuyor.


Öylesine ham1z ki şu fani dünyada . . . Her yani1Ş1m1zda, her a/damş1mtzda, her düştüğümüzde, her kaybettiğimizde pişiriyorsun. "Bizim pişmemizi istiyorsun" Hayat! Rengarenksin. Her güzel rengin ve her güzel ismin tonlan m ve manas1m gönlünde taşworsun. Bazen yağmur gibi tslatworsun . . . Bazen güneş gibi aydmlatwor, bazen ytldtzlar gibi haşmetle parlworsun. Bazen gece kadar haşyetle, Bazen de bir gül goncas1 Jetafeti ve muhabbetiyle sanyarsun ruhumuzu. Bazen f1rtma/1 bir denizin celal/i dalgalan gibi gönül/erimizin sahillerine çarparken Bazen de bir ke/ebeğin nazlt ve niyazlt uçuşu gibi, Bir uğur böceğinin şefkatini haber veren saltn/ŞI gibi duygu­ lanmlzt teskin ediyorsun. Bir çekirgenin ruha sükOn veren tarifsiz /ezzeti gibi benliği­ roizde seni zikretmemizi istiyorsun. Maviden yeşile, beyazdan eflatuna, her ismin/e ve her ton unla güzelsin. Ac1dan tatliya, hüzünden huzura, sevinçten sabra her şeyin­ le hoşsun, her şeyin/e muhteşemsin. Böylece bizi renkten renge boyuyar halden hale sokuyorsun. Her vurduğun renkte, her boyad1ğm tonda ve her halükarda; "Seni tammam1z1 istiyorsun" Hayat! Adaletlisin. Seni tamyana da tammayana da mühlet veriyorsun.

1 5


Kİm seni nasil görürse öyle karştflk veriyorsun. Kim ne isti­ yor ve arzuluyorsa onu veriyorsun. Kim nas1l bakarsa öyle görünüyorsun Her arayana arad1ğmm karş1flğ1 oluyorsun. Ftrsatlar veriyor, çağnlar yap1yorsun. Kim hangi dilden antworsa onun diliyle cevap veriyorsun. Öyle tatltsm ki, seni tamyan da seviyor tam ma yan da . . . Öyle gerçeksin ki, seni ellerinde tuttuklanm sananlar da hissedebiliyor, Senin şefkatli ellerine tutunanlar da . . . Velhaslf; muamelen, kim, sana nasıl yaklaşworsa, aynen öyle. lyiye iyi, kötüye kötü . . . Şefkatle muamele ettiğine inanana şefkatle, Ac1mas1zca muameleye maruz kald1ğma inanana aCimaSlZCa. Dedik ya kim nasll bakarsa öyle görünüyorsun Dolaytswla problem sende değil sana bakaniann bakiş/ann­ da, nas11 bakttk/annda . . . Yani her musibetin arkasmda, her zulmün altmda, her hak­ sJz!tğm karş1smda, Her güzelliğin ve iyi şeyin, her şefkatli rahmelin içinde senin "adaletin" var. Bu yüzden her hükmümüzde, her hareketimizde, her işimizde ·

1'Adaletli olmamtzt istiyorsun" Ey atom alt1 parçaetkiardan Alp Dağ/anna, Ga/aksilerden insan kalbinin derinliklerine varmcaya dek her şeyi kuşatan güzelf Seni işitmemizi, aniamamiZI istiyorsun. Seni bilmemizi, tammam1zt istiyorsun. Seni sevrnemizi ve kendimizi sana sevdirmemizi istiyorsun

156


Seni ilik/erimizde, seni zerre/erimizde hissedelim istiyorsun. Eşya ve mah/uk, alem ve her şey "sana muhabbet/e ve se­ nin muhabbetinle " hayat bulmuş. ·

Ey merhametliferin en merhamet/isi! Adaletiiierin en adalet/isi! Şüphesiz ki sen hayatstn. Hayat sensin.

157


" . . . Allah 'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler toplu luğu ndan başkası Allah ' m rahmetinden umut kesmez. "

(Yusuf Sı1resi: 87) "Benim takdirime razı olmayan ve benim verdiğim musibete sabretmeyen, kendine benden başka bir Rab arasın " Hadfs-i Kudsz

(Taberaru, Cfuniu's-Sağir, 4: 469, hadis no: 6009) �� İnsanlardan biri, Allahü Tefila'ya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allahü Telila'ya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allahü Tealti'ya tevekkül etseydi, O'nun, hakkındaki mua­ melesine de rfizı olurdu. "

(Bişr-i Hafi) İmam Şaft1'nin; "Başka bir şey nazil olmasaydı, Kur'an 'dan bu su re yeterdi" dediği Asr suresini, Mevlana yorumlarken der ki: "Sabır Hakk'ın adıyla beraber geçiyor. Ve'l-Asr Suresi'nin sonunu oku da gör. Cenab-ı Hak, yüz binlerce kimya yarattı ama sabır kimyasına benzer var mı ya ? "

(Mesnevi) Demirin halis olması ateş iledir.

(Şah-i Nakşibend)


Bes i n c i B ö lü m

ALLAH DOSTLARI


�G özle ri G ö rm eye n Alla h Dostu n u n S1 rr1 Derman arardım derdime; Derdim bana derman imiş

. . .

(Niyazi-i Mısrl) GÖNENLİ MEHMET EFENDİ, Sultan Ahmet Camii'ne tayin edilince çevreyi incelemiş. Fakir ve düşkün kimseleri bulup ilgilenmek istemiş. o civarda oturan ama (kör) bir kimseyi tespit edip ziyaretine gitmiş. Selamdan sonra: "Efendim ben Sultan Ahmet Camii'ne imam geldim. Hem sizi ziyaret etmek hem de üzerime düşen bir görev varsa onu ifa etmek isterim" demiş. Ama adam : "Allah razı olsun, hoş geldiniz" demiş. Hoca efendi: "Maaşınız falan var mı?" diye sormuş. "Hayır, yok" cevabını vermiş adam. Hoca efendi: "Peki, başka yerden geliriniz falan?" demiş. Ama adam: "Hayır, herhangi bir gelirim yok! " demiş. "Peki, neyle geçiniyorsunuz?" diye sorunca; ama öfkelen­ miş: "Bundan size ne efendi? Bir de imamsımz, rızık haa! Rızık kimden hoca? Gidebilirsiniz! . . . " diye konuşmuş. Hoca efendi çıkmak zorunda kalmış. Lakin o gece gözüne uyku girmemiş. Ertesi gün sabah yine gitmiş ve kapıyı çal­ mış. Ama adam İçeriden: "Kimsin?" diye seslenmiş. Hoca efendi : "Dün kovduğun yüzsüz imam" cevabını vermiş. Ama adam kapıyı açmış: "Gene neye geldin?" diye söylenmiş. Hoca efendi: 161


"Hiç efendim, ziyaretinize geldinı. Beni bin defa kovsanız da yine geleceğim. Yine geleceğim1' demiş. Ama adam: "Adın ne senin, ne derler sana?" demiş. Hoca efendi: "Adım Mehmet Öğütçü, efendim. Gönenli Hoca diye ta­ nırlar beni" diye karşılık vermiş. Ama adam bunu duyunca: "Buyur gir içeri, konuşalım" diyerek içeriye buyur etmiş. Hoca efendi içeri girince ama adam: "Kusura balana hoca, dün kalbini kırdım. Hakkını helaJ. et" demiş. Hoca efendi: "Estağfirullah efendim. Sizi dinliyorum" demiş. Ama adam şöyle anlatmış: "Benim sırnın şu, hoca. Ben her gün kuşluk namazını kıl­ dıktan sonra, "Ya Rabbi ! Kuşluk senindir, güzellik senindir, nimet ve her şey senindir. Eğer nzkım gökte ise, yere in dir. Yerde ise, çıkar. Uzakta ise, yaklaştır. Haram ise, helaJ. et. Dar ise, genişlet ve elime ilet.' diye dua ederim. Sonra elle­ rimi yüzüme sürer sürmez, biri gelir sağ dizime vurur. "Aç elini! " der. O günkü ihtiyacımı verir gider. Bu her gün böyle devam eder." Hoca efendi onu hayretle dinlerken ama adam sözlerine devam etmiş : ' Aynı zat bugün de geldi ve sağ diziine vurarak benim kısmetinıi verdikten sonra, sol dizime vurarak, " Bunu da Gö­ nenli Mehmet Efendi'ye ver." dedi. Al kısmetini! . . . " "

Büyük alim, fakirierin ve talebelerin manevi babası Gö­ nenli Hoca efendi içti içli ağlamaya başlamış ve "İlahi ya Rabbi! Hikmetinden sual olunmaz." diyormuş. -

Hoca efendi şunu kendisi söylemiştir: "O ama adamdan bu mübarek kısmeti aldıktan sonra ömrü hayatımda hiç dar­ lık çekmedim." Görmek ya da görememek. . . Görmek için her zaman bir çift göz yetmeyebilir. Bazen görmediğini zannettiğiıniz kimileri, görüyor zannettiğimiz kimilerinden daha iyi görebilir. Görmenin ön şartı bir çift göz değildir. Görmenin ön şartı salih ve selim bir kalptir. 162


Dolayısıyla Rabb-i Rahim'den gelene şikayetçi olmayıp tam teslim olanlar sırra ererler. Gönlünü sadece O'na açanla­ nn gönlü ötelere de açılır. Zira O, Fettah'tır. Açanların en gü­ zeli ve en hayırlısıdır O. Hem kula verilen bütün varlıklar yokluktan gelmiştir. Bü­ tün açışlar ve açtınşlar aslında yokluğun varlığa inkılap et­

mesinden ve ettirilmesinden başka bir şey değildir ki her musibet ve kayıp bu anlamda bir açılışı ve açtırılışı ifade eder. Tabii ki gönül pencerelerinin güneşliklerini açıp bakabi­ lenler için ... İnsanın şu fani dünyada pek çok şey başına gelebilir. Fa­ kat ne olursa olsun Rabb-i Rahim halini kendisinden başka kimseye açmaya tenezzül etmeyen ve sabreden kullarını asla darda bırakmıyor. Çünkü o ikram edenlerin en güzelidir, hem kalbini kendisine açanlann kalbini "fettahiyet' sımyla açıyor hem de kendisine el açanlara ve açılanlara Kerim is­ miyle ikramlann en güzelini yapıyor. Velhasıl, görmek isteyenleri ama da olsa görür yapıyor.

1 63


�O ' n d a n Gele n e Razıy1z ! n

Rıza, belayı nimet saymaktır. "

(Cüneyd-i Bağdadi) ABDULLAH-I DERLEVI 'NİN mübarek vücutlannda birkaç tane hastalık vardı. Bu hastalıklar sebebiyle namazla­ rını özürlü kılardı. Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp: "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden dua istiyor. Cenab-ı Hak da dualarınızı reddetmiyor. Her gelen, şifaya kavuşarak huzfi.runuzdan ayrılıyor. HaJ.buki sizdeki hastalıklan biliyoruz. Dua huyurup da bu dertlerden kurtul­ sanız olmaz mı?" diye sordu. O da; "Onlar hastalıktan kurtulmak için dua istiyorlar. Biz ise, Allahü TeaJ.a'nın verdiği bu dert ve belaJ.ardan, O gönderdiği için razıyız. Dert ve belaJ.ar, kemend-i mahbftb (sevgilinin kemendi) olduğundan Ralıman ve Rahim olan Allah bu dert­ leri sevdiği kullarından diledilderine verir." dedi. Allah dostları dertte dermanı, hastalıkta şifayı, sabırda lezzeti gördükleri ve dertleri sevgilinin gül çiçeklerine ben­ zettİkleri için şekva ebnek bir yana kurtuluşları için bir nevi can sirnitleri olarak görüyorlardı.

164


�i ki C i h a n S u lta n ' 1 (a . s . m . ) Ö n ü m ü z d e Yü rü rke n . . . "Edeblerden Allah'a en yakın olanı: Allah 'ı Rab tanımak, O'na itaat ederek hareket etmek, neşe ve nimet zamanında Allah'a hamd etmek ve sıkıntıda sabretmektir. "

(İbn-i Sirin) DÜNYA TARİH İNDE ORDUSUYLA Sina Çölü'nü iki hükümdar geçmişti: Birisi M.Ö. 525 senesinde İran Şahı Kambiz, diğeri ise yi­ ne M.Ö. Makedonya Kralı İskender' di. Bu çölde, gündüz sıcaklık 40-50 dereceye kadar çıkar, ge­ celeri ise o dereceye kadar düşerdi. Yavuz Sultan Selim Han, ordusuyla çölü geçmeye hazırla­ nıyordu. Ancak, devlet erkanından bazılan çölü geçmenin mümkün olmadığını söylemişlerse de, Sultan bunları dinle­ memiş ve yoluna devam etmişti. Hatta geri dönmekte ısrar eden Hüseyin Paşa'nın çadınnı başına yıktırmıştı. Ordu 2 Ocak'ta Kurban Bayramı'nın birinci günü Gazze'ye vardı. Burada 9 Ocak 1517 gününe kadar kalındı. Yavuz Sul­ tan Selim Han, bütün orduyu teftişten geçirdi. Uzun bir süre devam edecek çöl geçişi için her şey düşünülmüş ve hiç eksik bırakılmaınıştı. Allah'ın bir lütfu olarak senelerden beri yağmur yüzü görmeyen bu çöle yağmur yağmaya başlamış, hatta bazı yerlere kar düştüğü de görülmüştü. Bu suretle Tih Salırası'nın dayanılmaz sıcaklığı yok olmuş, her taraf bahar serinliği içinde iken ordu yoluna devam etmişti. Bütün kuvvetleriyle Gazze' de toplanan Osmanlı ordusu eksikliklerini tamamladıktan sonra Sina Çölü'nü (Tih Sahra-

165


sı) aşmak üzere 9 Ocak 1517 günü yürüyüşe geçti, geniş ve kumlu sahaya girdi. Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nde, kızgın kumlar üzerinde ilerliyordu. Bir ara Yavuz Sultan Selim Han atından indi ve yaya olarak yürümeye başladı. Bunu gören devlet erkanı ve süvari birlikleri de atıanndan inerek yaya olarak yürümeye başladılar. Sultanın yürümesinin manasını anlamamışlardı. Herkes bunun sebebini merak ediyordu. Bir ara bunu öğ­ renmek isteyen Hasan Can, Sultan Selim Han'a yaklaşarak: "Hayırdır inşallah Sultan'ım ! Bütün ordu, devletlü Padi­ şahımız acep niçin yaya yürürler? Merak eder. " diye sorunca, büyük Sultan: "İki cihan Sultan'ı Peygamber Efendimiz (a.s.m.) önü­ müzde yaya yürürken, biz nasıl at üzerinde olabiliriz" diye cevap verdi. Böylece çöl hiçbir zayiat vermeden geçilmiş, Nil Nehri'ne yaklaşılmıştı. Allah yolunda güçlüklere ve sıkıntılara göğüs germek çok kolay bir iş değildir. Hele hele bu sıkıntılar toplu bir halde aşılmaya çalışılıyorsa . . . Hele hele Allah'ın adını ve şanını yaymak için yola çıkıl­ mışsa şeytan böyle bir toplulukla sürekli olarak uğraşır ve vesvese verir. Fakat Allah'ın rahmeti de yine bu uğurda sab­ redenlerindir. İşte O'nun yolunda sabredenlere müjde olabilecek ve bu uğurda Resulullah'ın (a.s.m.) teveccühünü arayanlar için her zahmetin arkasından manevi bir ikramın geldiğini gösteren ibretli bir kesittir hepimiz için yaşananlar . . .

166


�Dostu D ü ş m a n a Ş i kayet Et m e kten Uta n d 1 m Sevgiliden gelen bela, bahşiştir. Bahşişi kabul etmemek ise hatadzr.

(İsmail Fakirullah) İKİ BÜYÜK ALLAH DOSTU Cüneyd-i Bağdadi ile Ebu Bekir Şibll aynı günlerde hastalanmışlardı. Her ikisini de aynı hekim tedavi etmekteydi . . . Ve hekim dinsizdi ... Hekim önce, Ebu Bekir Şibli'ye gidip sordu: "Rahatsızlığın nedir?" deyince Şibli: "Hiç!' diye cevap verdi. Hekim daha sonra aynı soruyu Cüneyd' e de sordu, O ise, ayrıntısıyla bütün hastalığını anlattı . . . Bir süre sonra iki büyük gönül, Cüneyd ve Şibli karşılaştı­ lar. Şibll, Cüneyd'e " Rahatsızlığı nı bir dinsizin önüne niye serdin ?" diye so­ runca Cüneyd: "Bilsin istedim, dost olana böyle yapılıyor. Ya düşmana ne yaparlar!" dedi. Sonra da hikmetini anlamadığı şeyi Cüneyd, Şibli'ye sordu : "Peki, sen niçin rahatsızlığını söylemedin ?" Şibli: "Dostu düşma na şikayet etmekten utandım." dedi. Cüneyd'in verdiği cevap ne denli güzelse Şibli'ninki de en az o kadar güzeldir. 1 7


Şimdi dikkatle düşünelim değerli dostlar "acaba hayatın içinde bizim için takdir edilenler, içinde hoşumuza gitmeyen­ leri kimlerin önüne niçin seriyoruz ve kimlere niçin şikayet ediyoruz? O'na mı şikayet ediyoruz, O'ndan mı? . . . Fark ibadetle isyan, sığınınayla nankörlük kadar derin­ dir . . .

168


�Ç a resiz Ka ld t m "Allah seni yarattıklarından uzaklaştırdığı zaman bil ki, sana dostluğunun kapısını açmak istiyor. " (İbn Ataullah İskenderi) YAŞLI BİR KADIN Cüneyd-i Bağdadiye gelip kaybolmuş olan oğlunun bulunması için dua istemişti. Cüneyd'in cevabı ise kısaydı: "Sabret! " Zavallı kadın, boyun büküp, geri döndü . . . Birkaç gün sonra, evlat ateşiyle yüreği kavrulan dertli ana tekrar gelerek: "Efendim ! " dedi, "Ne olur, bu sefer dua buyursanız! " Cüneyd'in cevabı yine kısaydı: "Sabret! " Kadın b u kez daha zorlanarak da olsa yine itaat etti. Yut­ kundu, yumruklarını kapadı, dişlerini sıktı ve yine itaat ha­ linde geri döndü. Birkaç gün geçince ve yaşlı kadın bir kez daha Cüneyd'in karşısına çıktı ve yine dileğini tekrarladı. Cüneyd'in cevabı değişmedi. Fakat bu kez yaşlı ana hazırlıklıydı. Üçüncü kez de "sabret! " cevabını alınca bu kez dönüp gitmedi, itaat et­ medi. "Efendim" dedi, "Artık dayanacak gücüm kalmadı. Ben artık çaresiz kaldım." Cüneyt bunun üzerine hiç sesini çıkarmadan ellerini kal­ dırdı, Allah'a dua etti. Sonra kadına dönüp: "Eğer" dedi, "Doğru söylüyorsan git, çünkü evladın evine dönmüştür." Yaşlı kadın bu müjdenin ümidiyle, hızla evine döndü. Ve 169


dünyalar onun oldu. Gerçekten de ciğer parçası evde onu beklemekteydi. Halk hayretle Cüneyd-i Bağdaili'ye sordu: "Çocuğun dön­ düğünü nereden bildiniz?'' O, Kur'an'dan bir ayetle cevap verdi: "Çaresizlerin çağn­ sına O'ndan başka cevap veren yoktur." (Nemi : 62) O kadın: "Çaresiz kaldım, deyince anladım ki rahmet ve kudret imdadına koşacak ! " Demek ki çaresizliğimiz büyük bir hazine . . . Çaresizliğimizi e n ziyade anladığımız ve fark ettiğimiz zamanlar ise bela ve musibet anları . . . E n sıkıntılı anlar sonsuz güzelliklerin anahtarl arını içinde saklar. Bu halet bizi bir anda rahmet-İ Ralımana yükseltir. Hele bir de bu çaresizliğimizden ders alıp Rabb-i Rahim'imi­ ze karşı acizliğimizi ve fukaralığımızı daha sık hissedebil­ sek. . . Hayatımızda devrim olurdu.

170


�H a sta B i r Bedevi "Bela ve musibet, arifler için bir kandil, Allah yolunu ara­ yanlar için bir uyarıcı, gafiller için ise ölüm habercisidir. Kişi, bir musibete maruz kalıp hoşnutluk göstermedikçe ve sabretmedikçe imanın tadını bulamaz. "

(Cüneyd-i Bağdadi) GÖNLÜNDE SADECE ALLAH'IN (C.C.) varlığına izin vermiş bir bedevi hasta vardı. Mütevekkil ve dirayetli bir hastaydı. Belki de bu yüzden olsa gerek kendisine dediler ki: "Kurtuluş ümidin yok, muhakkak öleceksin . . . " İnsan ne denli dirayetli de olsa bu sözleri duyduğunda mutlaka yüreği sızlar ve malızun olur. Belki de artık konuşmaya takati kalmaz. Şevki söner, etrafındakilerle pek de ilgilenmek istemez. Fakat o bedevi etrafındakilere şu soruyu sordu: "Ölünce nereye götürülüriim . . .

"

Etrafındakiler "Allah nereyi dilerse oraya! " deyince Bedevi içindeki imanım ve Rabbine olan güvenini şu cüm­ leyle özetleyiverdi: "Öyleyse, kendisinden hayırdan başka bir şey görmediği­ min dileğine uymaktan hoşlanmaz mıyım? . . . "

İşte hayatım ız boyunca kulağımıza küpe etmemiz gereken bir başka ölçü. Başımıza gelen bütün hadiselerde Rabbimize hüsn-ü zan beslemek.

171


O'ndan bize gelen her şeyin ama her bir şeyin iman etmiş­ sek haynna İnanmak. Zira bir kutsi hadiste "Ben kulumun zannı üzerineyim" derken Rabbimizden her gelene O'nun gü­ zel esmasının üzerimizdeki tecellileri açısından bakmak ka­ mil imanın gereğidir. Emin olun ki nasıl iman edip yaşarsak öyle muamele gö­ rüyoruz. Hem bu illernde hem de ötede. Ne dersiniz, şikayet mi ediyoruz halimizle ve sözlerimizle, teşekkür mü? . . .

172


� O G ö n lü n ü Ya kt 1 ğ 1 Ku lu n u n B i r d e Evi n i Ya kmaz "Tevekküt kendini kulluk denizine atıp, kalbini Allah'a bağlamaktır. Verirse şükür, vermezse sabır etmelidir. " (Ebu

Tür ab N ahşeb!)

YAŞLI KADlN YOLDA ağır adımlarla yürümekteydi. Arkadan gelen biri soluk soluğa: "Ana" dedi, "Sizin mahalle yanıyor. Ateş her yanı sardı. Senin eve doğru geliyor." Kadın istifini hiç bozmadı. Ağır ağır yürümeye devam etti. Haberi getiren, "Herhalde anlamadı" diye düşündü. Ve felaket haberini bir kez daha tekrar etti : "Ana" dedi, mahalleniz yamyor. Ateş alev alev. Senin eve yaklaştı." Halbuki yaşlı kadın her şeyi çok iyi anlamıştı. Ve o bir Al­ lah dostuydu. Sakin ve her şeyden emin bir yüz ifadesiyle, heyecanlı ha­ berciye dönerek, mütevekkil bir edayla ve derinden duyduğu teslimiyetİn huzuroyla tane tane konuşmaya başladı: "Meraklanma evladım ! Benim eve bir şey olmaz. Çünkü O gönlünü yaktığı kulunun bir de evini yakmaz." Evet "Mü'min odur ki ne kazandığına mesrur ne de kay­ bettiğille malızun olmaz." Hakikatini teslimiyetiyle birlikte gösteren bir evliya anamız . . . O'na sığınmak, O'na güvenmek, O'ndan emin olmak, O'ndan geleni O'nun için bilmek. Ne tatlı bir tebessüme dö17


nüştürür iman o güzelim tevekkülü. N e hoş bir sığınmadır o. . . Hakiki musibet evin yanması değil gönlün yanmamasıdır her şeyin sahibi için. Onun için ... İnsanın insaniyetini yakıp kül eden bir hastalıktır bu ...

114


�/"")Ka raya C 1 k 1 n ca O Ç ü rü k Ta hta da Yo k ! "Allah 'ın takdirine rıza göstermeyen kimsenin ahmaklığının tedavisi yoktur. " (Meymfuı bin Mihran)

AZiz MAHMUD HÜDAİ fırtınalı bir kış gecesi, Eminö­ nü'nden Üsküdar'a geçmek azmindeydi. Kaç para teklif ederse etsin "gözü kara" bir kayıkçı bulamadı. Çaresiz, geri dönmek üzere iken, nihayet bir kayıkçı bu­ lundu. Ve "gözü kara" kayıkçı ile beraber Boğaz'a açıldılar . . . Kayıkçının niyeti Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerini de­ nemek, cihan padişahını bile kendine bende etmiş o büyük­ lüğe gerçekten sahip olup olmadığını test etmekti. Kayık bağazın ortasım bulmuştu . . . Ve dev dalgalann ku­ cağında bir fındık kabuğundan farksız bir o yana bir bu yana savrulup durmaktaydı. Rengi muma dönmüş olan kayıkçı, bir yandan küreklere asılmaya çalışırken nihayet sordu: "Efendi Hazretleri! Farkında mısın, şu an ölümle senin aranda şu küçücük, çürük tahta parçası var?" Mahmud Hüdai, cevap verirken kırda geziniyormuşçasına rahattı: "Evlat sen gam çekme, küreklere asıl. Zira karaya çıkınca o çüriik tah'ta da yok! " dedi. Evet hayatta Rabb-i Rahim'imize kendimizi en yakın his­ settiğimiz anlar belki de en sıkıştığımız anlardır. Bu anlar ise belki de kendimizi ölüme çok yakın hissettiğimiz anlardır. İş175


te bazen bir takım sebepler bu duygularımızın kristalleştiği zamanları tetikler. Oysa küçücük veya adi bir sebep bile her an bizi bu diyar­ dan başka diyarlara uçurabilir. Fakat bunu nefsimiz çoğu zaman hissetmek istemez. Nefsini "raziyye" mertebesine çıkarmış olanlar Rabbin takdir ettiğine her zaman razı olurlar hatta acz ve zaaflannı musibetlerin derinden hissedilmediği zamanlarda dahi his­ sederler. İşte o ihtişamlı sultanın yakınlığını hissetmenin en önemli yollarından birisi de insanın aczini ve fakrını yani çaresizli­ ğini, zayıflığını, güçsüzlüğünü ve sadeliğini her zaman ama her zaman hissedebilmesinde saklıdır. . .

1 76


�Sa b ri n M ü kafat1 "Hanımının eziyet ve sıkıntı vermesine sabreden kimseye, Allah, Hz. Eyyub'a verilen sevaptan verir. " (Ka'b'ül-Ahbar) E BU'L- HASAN HARKA.N1 hazretleri bir gün dağa odun toplamaya gitmişti. Evine gelen misafirine, h anım ı: "Şu koca sakalına bak, hiç düşünmeden yaptığın işe kat­ landığın bunca zahmete bak. Be adam senin başka işin gücün yok muydu da yollara düşüp bunca zamanını beyhude yere harcadın? Bir alımağı görmek için bu kadar zahmete değer mi? Ne şeyhi? Ne mürşidi be akılsız! Şeyh mi görmedin sen hayatında? Benim kocam nerede, şeyh olmak nerede? Ona Müslüman demek bile caiz değil ! " diye çıkıştı. Misafir şaşırıp kaldı. Uzaklardan gelmişti. Çarşıya indi. Ebu'I-Hasan'ın nerede bulunabileceğini sordu. Dediler ki: "Ebu'l-Hasan fakir bir adamdır. Dağdan odun toplar, sa­ tar ve onunla geçinir. Şöyle dağ yoluna doğru biraz yürürsen onu bulabilirsin." Misafir dağ yoluna doğru ilerledi. Hem yürüyor hem de: "Böyle yüce bir insan nasıl oluyor da böylesine kötü huy­ lu, yılan dilli, küfürbaz bir kadını evinde tutuyor?" diye dü­ şünüyordu. Az ilerde ihtiyar bir adam gördü. Adam odunu aslamn sır­ tına yüklemiş, bir yılanı da kamçı diye eline almış, yavaş ya­ vaş geliyordu. Misafir küçük dilini yutacak gibi oldu. Birden bağırdı: "Delirdin mi sen ihtiyar? At o yılanı elinden, o yılan on fili öldürür! " Ebu'I-Hasan hazretleri:

117


"Onun zehri beni öldürmez evlat! Bizim eve uğradın değil mi?" "Uğradım, ama sen yoktun ki?" "Ben yoktum, ama evde o canavar vardı. Ben kırk yıldan beri o canavar ruhlu kadının zulmüne sabrederim. Yüce Al­ lah da benim sabnına mükafat olarak bu canavarlan benim emrime verdi. Senin on fili öldürür dediğin yılan şimdi sana hoş geldin diyor." Ebu'I-Hasan hazretleri aslanla yılana hitap etti: ''Yavrulanm ormandaki yerinize gidin." Canavarlar derhal dağ yolunda gözden kayboldular. Ebu'I­ Hasan hazretleri de odunu kendisi sırtıadı ve evine döndü. Allah insanı en yakınları ile de imtihan edebilir. Bazen anne babayla, bazen evlatla, bazen de böyle bir hanımla . . . Önemli olan ise başımıza gelen b u imtihanlara karşı bizden sudur eden tavırlar ve duruşlardır. İmtihanın unsurlan herkes için farklı şeyler olabilir ama bizim Rabbimize olan teslimiyetimiz ve O'ndan şekva etme­ den yaşayacağımız "sabır" ve "tevekkül" bizleri de Ebu'l-Ha­ san Harkani derecesine çıkarabilir. Çünkü hep söylediğimiz gibi "rahmet" zahmetin içindeki "sabırda" gizlenmiştir.

t78


�H a lla c - 1 M a nsu ru n S a b r i "Sabır güzeldir. Bu ise, insanlara şikfiyette bulunmamaktır. " (Bişr-i Hafi) B İ R GÜN K ENDİSİNE; "Sabır nedir?" diye sorduklann­ da; "Sabır odur ki; iki elini ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hatta bundan daha acrub muameleler ya­ parlar da bir kere ab etmez." demişti. Bu sözü ise başına gelen musibet cereyan ettiğinde daha iyi anlaşılacaktı. ***

Hallac-ı Mansur'la ilgili taraflı ve olumsuz haberler Hal1feye ulaşınca; "Fitne çıkarmak istiyor, onu katıediniz veya 'Enel-Hak' sözünden dönen e kadar sopalayımz." emrini verdi. Bunun üzerine Hallac-ı Mansfu hazretlerini Bağdat'ta Tak Kapısı'na götürdüler. Evvela yüz kırbaç vurdular. Kendisin­ den en küçük bir ses çıkmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklanm kestiler. Hallac-ı Mansfrr'un (r.aleyh) elleri ve ayaklan kesildiğin­ de; "Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybet­ mekten sararıyorum." buyurdu. ***

Taşlar . Kan . . Kanlar içindeki Mansur ... Ses yok. . Tebessüm . O esnada bir dostu taş yerine bir gül attı. Bir inilti . . . Bir inilti ki , yürelder titredi. Sordular: ..

.

.

.

179


"Taş yağmuru altında iniernedin de bir güle karşı ne diye böyle iniedin ?" "Taş atanlar, halden anlamazlar ki attıkları taşlar bizi in­ citsin. Ama ya halden anlayanlar . . . Değil taş, gül atsalar dahi o gül incitir, inletir. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti." dedi. İşte bir Hakk aşığınm "maksadını aşan sözünden" dolayı başına gelenler ve başına gelenlere karşı, duruşu ve sab n . . . Evet hikmet makası kesip biçiyordu. Öyle dantel dantel iş­ leniyordu ki böylesi büyük ruhlar adeta bir sır olup önce yük­ sek alemlerde sonra asırlar ötesindeki muhataplannın gönül­ lerinde vücut buluyordu. Maddeye ve kelimelere sığmayanlar kendilerini anlayan­ lan arıyorlardı.

1 80


�B i z i Te b ri k Ed i n "İnsanlar arasına karışıp, onların eziyet ve sıkıntılarına sabreden mü 'min, insanlara karışmayan, onların eziyet ve sıkıntzlarına sabır ve tahammül göstermeyen kimseden daha hayırlıdzr. " (Tirmizi, Kıyame: 55; İbn-i Mace, Fiten: 23) MAHKUMİYET KARARINDAN sonra Nur talebelerini Önce umumi koğuşa koydular. Mahkumlar adet üzere "Hoş geldin" e geldiler: "Geçmiş olsun beyler" diye söze başlayınca talebeler: "Biz üzülmüyoruz. İslam için, iman için buraya girdik. Bi­ ze geçmiş olsun demeyin, bizi tebrik edin." dediler. Mahpuslar bu nurlu gençlerin etrafını çevirdiler. Onlar da hemen asli vazifeleri olan iman dersi yapmaya başladılar. Savcı Nur Talebelerinin diğer mahkumlan etraflanna topla­ dıklarını haber alınca, onlan hücreye koydurmuştu. Üstelik tek kişilik yere üç kişi birden! Birkaç gün bu hücrede büyük sılantı çektiler. Ayrıca Hüsnü Bayram'ı falakaya yatırıp işkenceye başladılar. Hüsnü Bayram ise gardiyanlar vurdukça her defasında: "Yaşasın zalimler için cehennem ! " diye bağırıyordu. Tüm bunlar yaşanmıştır ve bunlar zahmeti gidip rahmeti kalan ulvi h atıralardır. Bizim hayatl anmız da öyle veya böyle bir şekilde geçecek­ tir. Ama önemli olan nelerin uğrunda, nasıl geçip gittiği değil midir? uu


Çektiğimiz veya çekeceğimiz zahmetler ulvi hedefler uğ­ runa olursa bizi de melekler dahi tebrik edecektir. Ve haya­ tımızın bütün dakikaları ve saatleri bu bakış açısı sayesinde ibadet hükmüne geçecektir. Değil böylesi falakalar, ayağımıza ufacık bir diken batsa bile . . .

182


�B e k i r B e rk' i n Şeker G i b i Ş ü krü "Mü 'min, Allah'tan korktuğu kadar hiç bir şeyden korkmaz. Şiddetli bir hastalığa yakalanır veya feci bir kaza veya belaya uğrarsa, gizli veya aşikar 'Ya Rabbi, bana bu belayı neden verdin ? ' diye şikayetçi olmaz. Bilakis hasta lığa, belaya ve kazaya rağmen Allah 'ı zikrederek şükreder. " (İmam-ı A' zam) B EKİ R B EYİN YAKIN DOSTU ve dava arkadaşlarından Mehmet Kırkıncı vefatından bir iki hafta evvel Fatih'teki kli­ nikte ziyaretine gitmişti. Vücutça çok zayıflamış, uygulanan ışın tedavisi dolayısıyla da sakalının tamamına yakını dökülmüştü. Bir zamanlar kar kış, yokluk, imkansızlık demeden aslan­ lar gibi davadan davaya koşarak dünya hukuk tarihinde tam bir hukuk, hürriyet ve şeref dersi veren Bekir Berk, erimiş muma dönmüştü. Sesi çok az çıkıyor, zorla nefes alabiliyordu. Buna rağmen gayet huzurlu bir ruh iklimi içerisindeydi. Mehmet Kırkıncı, onu o halde görünce göz yaşlarına ha­ kim olamamıştı. Bunun üzerine Bekir Berk: "Mahzun ve mükedder almayınız. Ben halimden çok memnunum. Kat'iyetle şikayetçi değilim. Benim bu hastalığım şeker değil, şükür hastalığıdır." dedi.

1 83


Hayatı boyunca bir kumandan gibi davalan uğruna hak­ sızlığa uğrayan mazlumları ve masumlan savunm ak için mahkeme mahkeme dolaşarak hukuk tarihinde en büyük re­ korlara imza atan Bekir Berk'in hasta halindeki şükrü dahi şeker gibiydi. Türkiye'nin dört bir yanındaki mahkemelere giderken çektiği sıkıntı ve çilelere karşı sergilediği azmi, fedakarlığı ve sabrı gibi. . .


<®�Ze h i rle n d i ğ i m i An la d i m , Ama H a kki m H e la l O lsu n "Rıza, kaderin tecellileri, acıları karşısında, kalbin sürur içinde olmasıdır. N

(Zünnlın -i Mısri) KAPIYA H IZLI HlZLI VURULUYORDU. Bir yandan da yüksek sesle bağınyorlardı : "Efendi Hazretleri seni çağırıyor, haydi kalk, yetiş ! " Mehmet Feyzi kapıya koştu, baktı, kimse yok. Başını iki yana salladı, "Allah Allah, kim çalıyor bu kapıyı dedi ve içeri girdi. Tam oturacaktı ki, kapı yine çalmaya başladı. Yine aynı ses: "Efendi Hazretleri seni çağırıyor, ne duruyorsun?" Bu sefer daha hızlı davrandı, kapıyı sertçe açtı. Yine kimse yok! Söylenerek tekrar içeriye girdi. Aynı şey üçüncü kez tek­ rarlanınca, üzerine paltosunu aldı, çıktı. Bediüzzaman'ın evine geldi. Fakat evde kimse yoktu. Üs­ tat kıra çıkmış olmalıydı. Hemen Hancı Mehmed'e koştu. "Mehmed Efendi, Üstad kıra çıkmak için senden izin aldı mı?" Hancı Mehmed, "Evet aldı, ama az önce, at kendi başına geri döndü. Bediüzzaman ise yoktu. Ben de merak ettim, ne­ ler olduğunu! " Mehmet Feyzi'nin dışan fırlamasıyla ata atıarnası bir ol­ du. Atı dört nala sürdü.

1 35


Heyecan ve korkudan soğuk terler döküyordu. Acaba Üs­ tada ne olmuştu? Kısa bir zaman sonra dağa ulaştı. Biraz daha ilerleyince, yol kenarında Bediüzzaman'ın yattığını gördü. Kendisini adeta attan aşağı attı. "Aman Üstadım, canım sana feda olsun, ne oldu?" Bediüzzaman yan baygın şekilde yerde yatıyor ve çırpını­ yordu. Çok acı çektiği belliydi. Istırap dolu bir sesle: "Kardeşim, sen nereden çıktın, nasıl haber aldın?" "Siz çağırtrnışsınız Üstadım" diye cevap verdi Mehmet Feyzi. Bir yandan da Bediüzzaman'ın üstünü başım temizli­ yordu. "Hayır ben çağırtmadım. Seni bana Allah gönderdi. Beni zehiriediler kardeşim." dedi. Mehmet Feyzi Bediüzzaman'ı ata bindirerek eve getirdi. Yatağına yatırdı. Ateşler içinde yanıyordu. O gece Çaycı Emini e birlikte yanında kaldılar. Bediüzzaman bitkin bir vaziyette yatıyordu. Bazen gözle­ rini açıyor, dudaklannı kımıldatıyor, ancak fazla dayanamı­ yor, yine halsiz düşüyordu. Bir ara Mebmed Feyziyle Emin diğer odada uykuya dalmışlardı. Bediüzzaman'ın odasından gelen sesle gözlerini açtılar. Hazin bir seda ile dua ve niyaz ediliyordu. "Allah Allah ! " dedi Çaycı Emin. "Üstad çok hasta, o oku­ yar olamaz bu okuyan kim acaba?" Mehmed Feyzi, "Sus kardeşim, sesini çıkarma" dedi. Ama Emin dayanarnayıp odasına girdi. Ses bir anda kesi­ liverdi. Bediüzzaman ise baygın ve bitkin bir vaziyette yatı­ yordu. Sabaha karşı Bediüzzaman uyandı. Giyindi, abdest aldı, seccadenin başına geçti. Narnaza kadar dua ve ibadetle meş­ gul oldu. Cevşen ve Kur'an okudu. 1 86


Sonra Eminle Mehmed Feyzi'yi yanına çağırdı. Biraz ken­ dine gelmişti. "Kardeşlerim" dedi. "Ben Cenab-ı Hakk'a şük­ rediyorum. Ben bu gece, vird ve dualarımı tamamlayama­ mıştım. Birisi benim yerime tamamladı." Namazını kıldı biraz daha İstirahat etti. Sabahleyin biraz daha iyiydi. Ve nasıl zehirlendiğini anlat­ tı: "Kıra çıkarken yol üzerindeki bakkaldan elma almıştım. O elma zehirliymiş. Ona zehir şınnga etmişler. Yer yemez kıv­ ranmaya başladım. Zehirlendiğimi anladım. O bakkah da al­ dattılar. Ama hakkım helal olsun. İnşallah hidayete gelirler." Hayatı boyunca 21 defa zehirlenen Bediüzzaman'ın çek­ mediği çile, görmediği cefa kalmamıştı. Sürgünler, tecrid-i mutlaklar, mahkemeler, iftiralar, hapishaneler ve psikolojik baskılar . . . hem de bir ömür boyu . . . Sonuç iman hizmetine devam ve bütün aleyhindekileri af­ fedip, hakkını dahi helal etmek gibi bir büyüklük. Kişilere ve basit olaylara takılıp kalmadan düşmanını bile iman etmesi şartıyla kucaklayan büyük ve asil bir ruh. Kaderin İslam yolunda ilcram ettiği musibet, meşakkat ve dertleri bir kere değil hayatı boyunca şerbet yapıp afiyetle içen derfini bir mütefekkir ve sade bir kul.

1 87


�� N e D iye M ü dafa a Ka ra la ma k la U ğ raş1yo rs u n ? "Cennette ağlayan bir adam bulunur. Ona niçin ağlıyorsun denir. O şöyle cevap verir: Ben Allah yolunda öldürüldüm. Şehidlik o kadar güzel ki, tekrar dünyaya döndürülüp,üç defa daha şehid olmayı arzu ediyorum. Fakat daha fazla şehid olamadığım için ağlıyorum. " (Ka'b'ill-Ahbar) SALIYI ÇARŞAMBAYA bağlayan geceydi, yani sabahın­ da mazlumlar hakkındaki kararın açıklanacağı gece . . . Hepsi Ankara Hapishanesinin o muzdarip koğuşunday­ dı . . . Müdafaanameleri hazırlamalan için mazlumlara tanınan bir günlük sürenin sonuna yaklaşılıyordu. Herkes bir şeyler karamakla meşguldü. Bütün bunlar olurken iki eski dost vardı ki onlar farklı alemlerdeydi. Ali Haydar Efendi Fetih Suresini okuyor ve mutad sayıya

delalet etsin diye her okuyuşunda karyolaya bir çizik atıyor­ du. Atıf Hoca ise sekiz sahife olarak yazdığı müdaafanamesini elinde büzmüş bekliyordu. Ali Haydar Efendi : 'Atıf Efendi ! Rüyada şeyhimi gördüm, bana 33 defa Fetih Silresini okumaını işaret buyurdular, bu vesileyle inşallah halas kalacağıını telkin ettiler. Siz de okuyun. Hakk:ınızda ta-

188


lep edilen malıkurniyet Allah'ın izniyle kalkar." deyince Atıf Efendi: "Ben de Kainatın Efendisi'ni (a.s.m.) gördüm. Bana: "Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun ?" dedi. İman gözlüğüyle bakanlar için idam sehpası sevgiliye açı­ Jan kapıya dönüşüyordu. Ve sahibine inanılmaz mertebeler kat ettiıiyordu. Ham bir hadiste Hz. Peygamber'in müjdele­ diğigibi: " Kıyamet günü, afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin makaslarla kazmmış ol­ masını temenni edecekler" (Tinnizi, Zühd: 59)

..

189


�<=\Ra b b i m i n R 1 zas 1 n a Raz1 O ld u m "Rıza, belayı nfmet saymaktır. "

(Cüneyd-i Bağdacü) FUDAYL BİN İYAD HAZRETLERiNiN oğlu Ali, Kur'­ an-ı Kerim'den bir sureyi sonuna kadar okuyamaz ve dinle­ yemezdi. Biraz okuyunca veya dinleyillee ayet-i kerimelecin tesiri ile düşüp bayılırdı. Sonuna kadar tahammül edemezdi. Bir gün Fudayl bin İyad hazretlerine bir karl (Kur'an-ı Ke­ rim okuyan) geldi. Onu oğlunun yanına gönderdi ve buyurdu ki: "Oğluma Kur'an-ı Kerim oku. Dinlemekten çok hoşlanır. "Zilza.I" ve "El-Karia" sfuelerini okuma, çünkü kıyamet sözünü dinlemeye tahammül edemez, takat getiremez." O karl gitti. Kazara, el-Kana silresini okudu. Dördüncü ayet-i kerimeye gelince Hz. Fudayl'ın oğlu Ali, "Allah! . . . " deyip düştü. Baktılar ki ruhunu teslim etmişti. Fudayl bin İyad, oğlu vefat edince tebessüm etti. Halbuki otuz yıldır hiç gülmemişti. "Ey Fudayl ! Bu gün gülünecek gün müdür?" diye sordu­ lar. Bunlara cevap olarak buyurdu ki: "Ben şu anda, Peygamber Efendimiz'in de (a.s.m.) tatmış olduğu 'evladın ölüm acısını' tatmış bulunuyorum. Anladım ki, Rabbim eviadımın ölümüne razıdır. Madem ki oğlumun ölümünde Rabbim'in rızası vardır. Ben de Rabbimin nzasına razı oldum. Onun için güldüm."

190


O anda, o demde, ilk sadme halinde yani musibetin vur­ duğu o ilk anda Rabb-i Rahim'in rahmetini ve hikmetini yüz­ ler tecellilerle hissedip, anlayabilmek. Ne büyük bahtiyarlık yalancı sahiplenmelerden kurtulup sahib-i hakikiye kavuşmak. Onun rahmetine teslim olmak. Ne kadar da zor . . .

191


��Otuz Y 1 ld 1 r, Ka l b i rn d e n At 1 s 1 n 1 S i le rn e d i m "Elmas yontulmadan, insan da yanılmadan mükemmelleşemez. " a. Jenkins) SIRRİ-Yİ SEKATİ, bir gün, bir hata işledi ! O hatanın ateşi otuz yıldır içinde durmakta, hatırladıkça kalbi cayır cayır yanmaktaydı. İçindeki görünmeyen ateş ve yangın görünen bir ateş ve yangınla başlamıştı. Bir gün Bağdat şehrinde, Sırri-yi Sekati'nin dükkamnın da bulunduğu semtte yangın çıktı. Bütün dükkanlar yandığı haide yalnız Onun dükkanı yanmamıştı. Dükkanının yanınadığı haberi gelince, "Elhamdülillah" diye Cenab-ı Allah'a şükretti. Hemen akabinde, başkalarının zarar ve ziyanını düşün­ mediğini hatırlayıp, çok tövbe ve istiğfar etti. Keffaret olarak dükkanındaki bütün mallarımı fakiriere dağıttı. Buna rağmen Sırri-yi Sekati der ki: Fakat otuz yıldır, kalbirnden bunun acısını silemedim .. " Özellikle de zamanımızda sadece kendisini düşünen ve "önce ben" , "ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?" diyen bizlerin herhalde Sırri-yi Sekan'den çıkara­ cağı çok dersler olsa gerek.

192


�.c=)Ye m e k H e la ld i Fa kat Za li m i n Ta ba ğ i i ç i n d e Get i rd i ler Son deminde Cüneydi Bağdadz'ye "La ilithe illallah " kelime-i tevhfdini söylemesi telkin edildiği vakit, "Ben O'nu unutmadım ki hfitırlayayzm " demişti. ZÜNNÜN -İ MISRİ'Yİ hapsetmişlerdi Günlerce aç kalmıştı. Zor ve sıkıntılı günl erdi. imtihan şiddetliydi fakat Zünnftn-i Mısri'den hiç şikayet duyulmamıştı. Tam da tersine şükür ve teslimiyet halinden hiçbir şey kaybetmemişti. Bir gün All ah dostu bir kadın Onun çektiği sıkıntıları du­ yunca, yüreği bu zulme dayanarnadı ve iplik parası ile hazır­ ladığı yemekten Allah için gönderdi. Fakat Zünnun-i Mısri günlerce aç kalmasına rağmen ye­ meği yemedi ve hatta dokunın adı da. Kadın bu durumdan haberdar olup, işitince, üzüldü. "Helai para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin?" diye haber gönderince Zünnun-i Mısri bu ihlaslı ve vefalı muame­ leyi cevapsız bırakamadı. 'Evet yemek helaldi. Fakat zilimin tabağı içinde getirdi­ ler." buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi . . . Onlar musibete uğrayıp günlerce hapsedilseler bile yine de zalime karşı hiç taviz vermiyorlardı. Ya biz? Asıl musibet nefsimize gelen musibet miydi? Dinimize gelen musibet miydi? (9


�B i z d e O ' n u n i sted i ğ i n i i st iyo ruz " Uçurtmalar, rüzgar kuvvetiyle değil, b u kuvvete karşı uçtukları için yükselirler. "

(William Churchill) BİR GÜN MALiK B İN DİNAR (r.a.) Hz. Rabia'nın yanı­ na gitmişti. Abdestini almış, kalan sudan bir kaç yudum da içmişti. Dikkat etti, testinin bir tarafı kınktı ve çok eski bir hasırda oturuyordu. Kerpiçten yapılmış bir de yastığı vardı. Malik bin Dinar (r.a.) bunları görünce çok üzüldü, içi yandı ve: "Ey Rabia ! Zengin arkadaşlarım var. Kabul edersen sana onlardan bir şeyler alayım'' dedi. Hz. Rabia, Malik bin Di­ nar'a (r.a.) dönerek: "Ya Malik! Bana da, onlara da nzkı veren Allah'tır. O, fa­ klrleri fakir olduğu için unutup, zenginleri. de zengin olduğu için hatırlıyor ve yardım ediyor mu sanıyorsunT' dedi. Malik bin Dinar da: "Hayır, hiç öyle olur mu?" dedi. Bunun üzerine: "Madem ki Rabbim benim halimi biliyor, benim hatırlat­ mama lüzum yok. O, öyle istiyor, biz de O'nun istediğini isti­ yoruz" diye cevap verdi. Aslında tüm stres ve sıkıntıların kaynağını kurutan bir bakıştır böylesi bir iman. "Kadere iman eden kederlerden kurtulur" hakikatinin te­ celli ettiği bir kalbin malızun olması düşünülebilir mi?

194


Hakkımızda hayırlı olanları baki aleme göre tefekkür etti­ ğimizde mü'min için kaderde takdir edilenler çok daha şef­ faflaşır. Öyleyse Rabbimizin bizler için istediği hayrın ta kendisi­ dir. Gücümüzün yetmediği, elimizin yetişmediği yerlerde ila­ hi takdirle birlikte hayra olan imanımız bizi inanılmaz dere­ cede rahatlatıp huzur verecektir.

J95


�Yoksa Ka lb i n Taş m t d t r? "Sabrın aZameti üçtür: "Samimf bir rıztı şikayeti terk, kaderin tecellisini gönül hoşluğuyla kabullenme. "

(Şah Şüca' Kirmaru) ZAMANINDA "MÜEDDİB-İ EVLİYA" (Velileri terbiye edip yetiştiren) diye meşhfu Ebu Bekr Varak hazretleri, biri­ cik oğlunu mektebe göndermişti. Bir gün çocuğunun benzinin sararmakta, bedeninin tit­ remekte olduğunu gördü. Sebebini sorduğunda: "Hocam bana bir ayet-i kerime öğretti. O ayette Cenab-ı Hak: "Eğer siz (dünyada) küfrederseniz çocukları ak saçlı ihti­ yarlara çevirecek olan bir günde (kıyamet gününün şiddet ve azabından) kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?" (Müzzemmil: 17) buyuruyordu. Bu ayetin şiddetinden böyle oldum" dedi. Çocuk hastalandı. Bir müddet sonra da vefat etti. Babası Ebu Bekr el-Verrak, oğlunun mezarımn başında ağlayarak kendi kendine şöyle dedi: 'Ey Ebu Bekr! Çocuğun bir ayet işitmekle hastalamp can verdi. Bunca yıldır Kur'an-ı Kerim okur hatmedersin. Sana bir şey olmuyor. Yoksa kalbin taş mıdır? . . . " Başlarına gelen böylesi zor bir musibette bile nefsini yer­ den yere vuran böylesi zatlar karşısında herhalde sadece: "Ey nefsim sen kalbini çok mu yumuşak zannediyorsun?" demekten başka çaremiz olmasa gerek. . . 196


�<0B e laya Sa b retm e k B e d e n i le Değ i l, H i m m et i led i r "Allah 'tan gafil olmak, ateşte olmaktan beterdir. "

(Cüneyd-i Bağdadl)

İBN-İ BEGAVİ OLARAK DA tanınan Ebü'l-Hüseyin (r.a.), zayıf ve halsiz bir ihtiyann kırbaçlandığını, o haline rağmen ihtiyann sabrettiğini gördü. İbn-i Begavi bir an kendisini onun yerine koydu. Aman Allah'ım ! Ne denli zor bir imtihandı . . . Bunca zayıf ve yaşlı bir bedenin bu yüke nasıl tahammül edebildiğille şaşırdı. Merakla ve hayranlıkla ihtiyarın yanına sokulurken : "Bu kadar halsiz ve güçsüz olmanıza rağmen, nasıl b u ka­ dar ezaya sabredebiliyorsunuz?" diye sordu İbn-i Begavi. İhtiyar: "Evladım ! Belaya sabretmek ve tahammül etmek beden ile değil, himmet iledir" dedi. İbn-i Begavi, "Peki, sabır nedir?" deyince, ihtiyar: "Sabır, bela geldiği zamanki halin ile, bela gittiği zamanki halin eşit olmasıdır" dedi. Belanın dereceleri olduğu gibi sabrın da dereceleri var el­ bette. Belki de sabnn en üst derecesini ifade eden ve bizi düşün­ düren bir tarif. Rabbimiz yine de rahmetiyle ve keremiyle imtihan etsin hepimizi. . .

1 97


�C")­ K u lu m u n Gö n ü l M eyvesin i m i Ko pa rd 1 n 1z? usabır ü ç çeşittir: Birincisi; farzların yapılmasında güçlükZere sabretmek. Bunun üç yüz derece sevabı vardır. İkincisi; haramlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma hususunda sabır. Bunun alh yüz derece sevabı vardır. Üçüncüsü; ilk sarsıntıda, musfbetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdzr. Bunun dokuz yüz derece fazileti vardır. "

(Abdullah İbn-i Abbas) EBU SiNAN, OGLU SİNAN'I defnettiğinde kabrin kena­ nnda Ebu Talha el-Havlan1 oturuyordu. Defin işinden çıkın­ ca Ebu Sina' a: "Sana müjde vermeyeyim mi?" dedi. Ebu Sinan: "Tabü, söyle! " deyince; "Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.) bana anlath" diye söze başlayıp Resulullah'ın şu sözlerini nakletti: Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah meleklerine: "Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız?" buyurur. Me­ lekler: "Evet" derler. Cenab- ı Hak: "Kulumun gönül meyvesini {ciğerparesini) mi kopardı­ mz?" buyurur. Melekler: "Evet" derler. Allah Terua: "Peki, kulum ne dedi?" Melekler:

193


"Sana harndetti ve "İnna lillahi ve inna ileyhi racifın" (Muhakkak ki Allah'a aidiz ve yine O'na döndürüleceğiz.) di­ yerek sana dönüşü, (kavuşmayı hatırladı ve arzuladı) derler. Bunun üzerine Allah: "O halde kulum için cennette bir köşk inşa edin ve adını da 'Beytu'l-hamd' (hamd evi) koyun! " buyurur. Aslına bakarsak emri veren Rabbimizdir. Fakat insan bu­ nu fark edip, emir verenlerin en güzeline tabi olabilecek mi­ dir? O'nun hükmüne karşı boynumuz kıldan ince mi?. .

199


�i ki Özelli ğ i m i z Va rd 1 . . . "Ne gibi arnelin var ? " diye sorduklarında; " Ölümüm yakın olmasa size arnelimden bahsetmezdim. Ama mademki ölmek üzereyim, söyleyeyim. Tam kırk yıl kalbimin kapısını bekledim. Ne zaman Allah ' tan başka bir şey kalbi me ginnek istedi ise onu hemen kovdum " (Kettaru)

KIYAMET GÜNÜ GELİNCE, Allah, Muhammedllerden bazılarını kabirierinden kanatlandırarak cennetiere uçurdu. Onlar da orada neşe ve coşkuyla koşuştular ve diledikleri ni­ metlere kondular. Melekler onlara: "Hesaplaşma gördünüz mü?" diye sorunca, onlar: "Hiç bir hesap görmedik." dediler. Melekler onlara: "Sıratı aştıniz mı?" diye sordu. Onlar da : "Biz sıratı da görmedik" dediler. Melekler onlara bu kez: "Cehennemİ gördünüz mü?" deyince, onlar: "Hiç bir şey görmedik" diye cevap verdiler. Bunun üzerine melekler: "Siz kimin ümmetindensiniz? diye sordu. Onlar: "Muhammed ümmetindeniz" dediler. Bunun üzerine me­ lekler: "Allah'ın hoşnutluğu üzerinize olsun, dünyada ne amel iş­ lediğinizi bize söyler misiniz?" sorusuna karşılık: "İki özelliğimiz vardı, onlar sayesinde Allah'ın fazileti ile bu dereceye ulaştık." diye cevap verdiler. Melekler: "O iki özellik nelerdi?" deyince:


"Yalnız başımıza kalınca Allah'ın emrine karşı gelmekten haya ederdik ve Allah'ın payımıza ayırdığı nzka az da olsa ra­ zı olurduk" diye cevap verdiler. Bunun üzerine melekler on­ lara: "Bu derece size layıktır." diye cevap verdiler. İşte Hz. Peygamber'in "Sabır imamn yansıdır. ' buyurdu­ ğu hadisin aynadaki muhteşem sureti. O'nun tek bir sözü bile nice büyük mükafatları içinde saklamış. "Kanaat tükenınez hazinedir." derken de, teslimiyeti kanaatİn içinde ararken de . . . Rıza makamıyla hesap, sırat, cehennem görmeden kanat­ larup cennete uçmak ne büyük saadet, ne büyük müjde. Rabb-i Rahim'e safi iman ve safi teslimiyet için Muham­ medi olabilmek ne güzel. . .

jl


�Suya G i rm e d e n Ö n ce Acıyı tatmayan, tatlıyı anlamaz.

(Anonim)

B İ R PADİŞAHIN ACEMi bir kölesi vardı. Bir gün bu köleyle gemiye binmişti. Köle şimdiye kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz gör­ memişti. Gemi yolculuğunun bir takım sıkıntılan ve zorluklan var­ dı. Köle, gemi limandan ayrıldığı andan itibaren titremeye başladı. Ne yaptıiarsa köleyi sakinleştiremediler. Gemide ilim bir kişi vardı. Hükümdara: "Müsaade ederseniz ben onu susturayım." dedi. Hükümdar da O zata izin verdi. O zat, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya hattı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar. Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sakin oturdu. Hükümdar ilimden bu işin hikmetini sordu. O da; "Köle suya girmeden evvel, gemideki selametin karlrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzurla, saadet ve sıhhatte böyledir. Huzur içinde, mesut ve mutlu bir tarzda yaşayan, bir fela­ kete uğramadıkça, o huzur ve saadetin kıymetini bilmez.

262.


İnsan hasta olmadıkça da, sağlığımn kıymetini bilmez', dedi. Bir belaya ve felakete uğradığında malızun olma, Cenab-ı Hakk'ın nice gizli lütuflan vardır onda. Yeter ki Rabb-i Rahim ve Hakim., den gelen her halin, hal­ leşmenin en güzel hali olduğunu bilelim. . .

263


M U S I B ETLER N E SÖYLER? Insa n ı n istek ve arzuları sonsuzdur . . . Her şeyi gönlüne doldurmak ister. Fakat eli kısad ı r, yetişemez . . . Kendi gücüne güvenir. . . Fakat çaresizdir. . . Zalimdir . . . Zulmeder . . . Gücü sever, Oysa güçsüzdür. . . Nerden geldiğini unutur . . . Uzaya çı kar, yıld ızları seyreder, Fakat kendi kendine mağlup olur . . . Çaresizl iğine çözüm bulamaz . . . Çoğunlukla kendini güvende zanneder . . . Oysa her an ölüme yak ı nd ı r. . . Yakın . . . Çok yakın . . . limine güven ir. . . Heyhat. . . N e çare ? . . . Oysa bir mikroba mağlup olur . . . Kendini güçlü san ı r . . . Tersini hiç düşünmez . . . Oysa bazen hayatı, tersinden d e okumalı insan . . . Tersinden de okuyabilmeli . . . Başka bir taraftan da bakabilmeli hayata . . . Kendisiyle, yaptı klarıyla övünür. . . Oysa . . . Hiçbir şey kararı nda durmaz . . . Gelen gider . . . Giden gelmez . . . Bazen de kibirlenir. . . Ezer . . . 204


Ve ezilir . . . Gençliğine bel bağlar . . . Oysa yaşlan ı r . . . Kimsesiz kal ı r. . . I nsan h iç ölmeyecekmiş gibi dünyada kalacağ ı n ı zanneder. . . Kendini beğenir, Kibirlidir. . . H ı rsl ıd ı r . . . Doyumsuzdur . . . Sahibinden kaçar, Dünyadaki gayesini unutur . . . Dünyayı sımsıkı kucaklar . . . Enaniyetlidir . . . Malikiyet dava eder, Sahiplenmeye çal ışır . . . Nankördür, cahildir, gafıldir . . . Kendisini ilahlaştı rrr . . . Oysa insan, acizdir, zayıftır, fakirdir . . . Ve ölümlü . . . Ölümsüz olan, her şeyi elinde tutan, Mutlak güç ve kudret sahibi sadece ve sadece Allah'tı r. Işte musibetler insana tam da bunu anlatır. Tam da bunu . . . Ve öğretir . . . Hem de zerrelerinde hissettirerek öğretir . . . Ve insan yaşad ıkça pişer, Piştikçe öğrenir. Öğrendikçe, anlad ı kça, iman ettikçe, "AIIah'tan razı olur."

235


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.