Bahçivan Fanzin Mektup Yıl:1 Sayı: 5 Ocak / Şubat 2015
Çizim: Serkan Çatar Hüseyin Alemdar – Serap Aslı Araklı – Mehmet Sümer Selma Cengiz – Serkan Çatar - Ozan Baygın – Muhammet Enes Yayla Saniye Özbek - Emin Kalınkara - Azer Şelte - Beyza Görgülü Feyza Görgülü – Hatice Sude Sertgöz - Seher Atalan – Ayşe Sünbül
Sıra dışı bir öykünün kahramanları dolaşıyor etrafta… ve seslenilen hitaplar yankılanıyor, Uçsuz bucaksız bir yer.. Titriyor varlıklar…
Ve mektuplar ölmekten korkmuyor şimdi… Yaşayan ölüler içinde bir satır arasıyız…
Yazgı belirsiz..
Dostoyevski / İnsancıklar 1 Temmuz
Varenka’dan Makar Alekseyeviç’e Biliyorsunuz, müzmin hastayım ben, sizin çalıştığınız gibi çalışmam olanaksız, sürekli yapabileceğim bir işim de yok. Ne yapmalıyım bu halde? İkinizin de benim için bulunduğunuz özverilere tanık oldukça tükenip duruyorum. Size herhangi bir iyiliğim olabilir mi? Bana ne denli ihtiyaç duyuyorsunuz, dostum? Ne hayrımı gördünüz ki? Fakat tüm kalbimle adanmış, güçlü, yıkılmaz bir sevgi duyuyorum size, candan seviyorum sizi. Ama kederim bitimsiz. Salt sevmek için güç bulabiliyorum, elimden sevmek geliyor; tamamı bu. Ne iyiliğinize karşılık verebilecek, ne de size iyilik edebilecek haldeyim. Artık bana izin verin, enine boyuna düşünüp karar verin ve bana bildirin. Makar Alekseyeviç’ten Varenka’ya Anlamsız laflar ediyorsunuz Varenka’cığım, resmen çılgınlık bu! Neler geçiyor aklınızdan? Sorun hiç de sandığınız gibi değil. Boş laftan başka bir şey değil bu. Laf aramızda fakat neyiniz yok bakalım söyleyin bana, anacığım? Biz sizi, siz de bizi seviyorsunuz… Topumuz mutluyuz, huzurluyuz. Tanrı’dan daha ne dileyelim? Olur mu canım siz de! Tanımadığınız insanların evinde ne işin var? Siz tanımadığınız insanların ne demek olduğunu bilmiyorsunuz hala… ben söyleyeyim ne anlama geldiğini. Onların ekmeğini yemek zorunda olduğum için bilirim ben onları anacığım. İyi bilirim üstelik. Onlar kötü insanlardır Varenka, öylesine ki, paylayışları, kinayeleri, anlayışsızlıkları incitir o içli kalbinizi. Aramızda huzurlu, ferah, sevimli, misafirperver bir evdeymiş gibi duyumsuyorsunuz kendinizi. Siz gidince ne yapacağız?
Zülâl, Söyleyeceklerimi Yaz ve Anla! Hüseyin Alemdar [23 Aralık
2014] Gebze (Yokilçe)
Sevgili Zülâl! Söyleyeceklerimi yazdıracak biri olsaydı çok şey anlatabilirdim. Yalnızlık kalemde daha bir yalnızlığa nikâhlandığımı sol elimin parmakları değil gözlerim ve kalbim anlatabilir ancak. Beni anla! Hatırlamak da bir yerde hüzündür; sustukça ve yazdıkça hatırlar insan. On üçümden yirmi üçüme kanat alıştırmaları yaptığım her yaşımı şimdiki gibi hatırlarım. Benim şair yaşım değil de, utana sıkıla içimden önüme bakarak kendimi defterlere konuştuğum ilk şiir yaşım on üçtür Zülâl. Sonraki yaşlarda Orhan Veli ve Cahit Sıtkı’dan mülhem Nâzım Hikmet şiirlerinde bulmuşumdur on üçümü okudukça; bundan olacaktır her şiirim her dizem biraz devrim biraz ağlamaktır. Tıpkı Şeyh Bedreddin Destanı’ndan çise çise hâlâ defterime yağan şu dizeler gibi: “Yağmur çiseliyor/Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir/Ve yağmurda ıslanan/yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir//Yağmur çiseliyor/Serez çarşısı dilsiz/Serez çarşısı kör/Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü/Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü//Yağmur çiseliyor.” Ben geceyi, yalnızlığı, yağmuru ve diklenmeyi senden öğrendim) dim dik Nâzım! Karacaoğlan, türküler, ailem, ilçem, aşk ve N.’nin (Nâzım değil) gizlisinden göz ve kalp hakkı var üzerimde... On dördüm ki, nasıl da kendi sesinin külü, Kerem Gibi--“Hava toprak gibi gebe/Hava kurşun gibi ağır.” Otuz yıldır: Bağır bağır bağır bağırıyorum!
Hüseyin Alemdar Hatırlamak herkesin gençliğidir biraz da Zülâl! Buraya kadar kalbime ve ellerime bakarak geldim ya, kendime ve dünyaya bakmalarım büsbütün şiirdendir; sırasıdır ömrümü başa saracağım. Sahi, çocukluk da gençlik de bobinleri başa sarmadır! Sen ki Zülâl, yirmi üçümü bilmezsin. Yirmi üçüm biraz da Nâzım; o Nâzım ki ben biraz, Memet Fuat’a yazdığı mektuplardaki gibi baba-oğul tadında. Babadan oğula, oğuldan babaya gidememenin/kavuşamamanın kaç şiiri var hepsi aklımda! İşte, o mektuplardan birinin hiç eskimeyen tadı aklımdan öte içimde: “Şairin dünyası, en az bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için,
sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından (yansımasından) başka bir şey değildir; bundan dolayıdır ki dış dünyası dar olanın iç dünyası ise daracıktır.” Şiirlerden ve
kitaplardan bu yana, kaç yaş yaşadım kaç yaşım olduysa öldüklerimin ve yaşadıklarımın birazı sen, birazı Nâzım işte! Ah Zülâl, kendime ve içime konuştukça içim nasıl da kimsesiz! Sahi, on beşim Japon Balıkçısı ve Kızçocuğu, on altım Ceviz Ağacı ve Son Otobüs’tür biraz. Âh, gün gün vuruyorum ömrümü ve inandığım şeyleri mihenge! Kalemde keder, kâğıtta sevinç; sayende... Hatırlamak herkesin balkonudur biraz Zülâl. Geçmişe ve şiirle lekeli bir gençliğe en güzel balkondan bakılır. Balkon demişken ey Nâzım, on sekizimde beni yaşama bağlayan Yaşamaya Dair şiirlerin vardı ya senin, o vakitler şiirleri şiirlere kardeş yapar balkonuma asardım; bendeki “Balkon” imgesi Sezai Karakoç ve Necati Cumalı şiirleri olup senin şiirlerinin arasına karışırdı. Bir gün senden gökyüzü Cumalı’dan göktaşı çalarak sokaktan geçen uzun boylu ve uzun saçlı bir bayana ne de hızlı fırlatmıştım gençliğimi. O uzun boylu bayan sonra sonra sen oldun Zülâl
Hüseyin Alemdar .
“Benim küçük öksüzüm, genç dulum/Ben senin hem baban, hem kocanım!” Hem baba hem koca olmanın en sıcak yaşıdır on
sekiz. Bakar bakar da hani, ne baba oluruz kendimize ne koca! Ey Nâzım, ey Zülâl! Benim şu on sekiz yaşım ki belki de benim sendeki kırk sekiz yaşındır ne belli; büyük ihtimalle âşıksın ve ülkenden uzaktasın, biraz hastasın, elini göğsüne götürdüğün an parmaklarının ucu angina pektoris, büyük bir ciddiyetle ucu ucuna yaşama sarılansın... Bir yaştan sonra bütün kadınlar kana ve kalbe Zülâl be Nâzım. Seni ve şiirini, gerçek aşkı tam yaşımda tanı(ma)mış olsaydım, ne hatırlanacak on sekiz yaşım olurdu ne de Yaşamaya Dair bir hikâyem, ne de sen Zülâl: “Yaşamak şakaya gelmez/büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/bir sincap gibi meselâ/yani, yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden/yani, bütün işin gücün yaşamak olacak (...)//Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı/yetmişinde
bile, meselâ, zeytin dikeceksin/hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil/ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için/yaşamak, yani ağır bastığından.” İnadına yaşamak... Gece ve uzam, kalbim hâlâ
en uzak yıldızla arkadaş; sayende! Hatırlamak hem gençliği hem balkonudur insanın Zülâl! Balkon demişken, benim gençliğim balkonumdan terasıma en çok da on dokuz yaşımdır. Ömrümün yirmi ve yirmi iki yaş arası 12 Eylül’le birlikte askerlik dönemime denk gelir. Kırk bir vakit otuz üç incelik söylemiş bir şairin ara vakitleri ara incelikleri sırası gelir de yazılır belki. Dürtme beni Zülâl, ben bende değilem şimdi! Sahi, yasaklı ya da yasaksız kitaplar ve dergiler tekrar okunmak üzere en güzel balkonlara ve teraslara gömülür! –Bana sormayın böyle nereye! Çok gittim çok yittim, az yaşadım; kendimi kitaplara gömmeye gidiyorum! Âh o on dokuz yaşım ve Nâzim! Tehlikeli ve kötü hüzünler çağım işte Zülâl. Her şeyim hiç unutamadığım bir alacakaranlık gibi Karıma Mektup, anam babam tadında Kuvâyi Milliye “Türk Köylüsü”, hiç bitiremediğim bir İstanbul ki hâlâ kanar Dört Hapisaneden, al sana bir de Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler...
Hüseyin Alemdar Bir gün çocukluğunu, aileni, şehrini, aşklarını ve hattâ 835 satırlık şiirini bile terk edebilirsin belki şair, ama unutma ki Saman Sarısı’nı ne sen ne bir başka dünyalı asla terk edemez! İşte böyle tam şurda, düşürdüm ömrümün bir parçasını; on dokuz dâhil geçen yaşlarımın günlerine tek tek baktım da hemen her günüm hem saman hem sarı işte Zülâl: “Küba’dan döndüm bu sabah/Küba meydanında altı milyon kişi akı karası melezi/ışıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya/sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin/işin kolayına kaçmadan ama/gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil/ne de
ak örtüde elmaların/ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini/sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”--Şairler olmasa değil mutluluğun mutsuzluğun bile bir resmi yok Nâzım! Söyleyeceklerim yirmi birimden elli birime
defterler dolusu. Beni tut, beni anla, beni bırakma Zülâl! Ya sonrası diyeceksin, biliyorum! Sonrası Çocuk ve Allah Fazıl Hüsnü Dağlarca, sonrası Sisler Bulvarı Attilâ İlhan, sonrası Türk Mavisi Cahit Külebi, sonrası Yumuşak G Metin Eloğlu, sonrası Kestim Kara Saçlarımı Gülten Akın, sonrası Perçemli Sokak Oktay Rifat, sonrası Saint-Antoine’ın Güvercinleri İlhan Berk, sonrası Ben Ruhi Bey Nasılım Edip Cansever, sonrası Üvercinka Cemal Süreya, sonrası Sıragöller Ülkü Tamer, sonrası Geyikli Gece Turgut Uyar, sonrası Kınar Hanım’ın Denizleri Ece Ayhan, sonrası Zaman ve Ayna Şiirleri Hilmi Yavuz, sonrası Albatros Adı Bir Gün Gelecek Ercüment Uçarı, sonrası Eski Nisan Ataol Behramoğlu... Sonrası tek tek şiirler, her yılıma denk düşecek daha nice kitap elbette! Bir gölün, bir gökyüzünün defterini günbegün kendi defteri gibi işleyen şairler bir de. Sonrası şöyle böyle yaş kırk dokuz, elli, elli bir; her satırıma, her dizeme uzun bir mektup gibi bak Zülâl! Sonrası, en sonrası iyilik, güzellik... Kendine iyi bak.
Serap Aslı Araklı 24 Aralık 2014 / Çamlıca
Sevgili büyük saat, Çocukluğum duvardaki büyük saatin yaşama ayarlı olmasıyla geçti. Turgut Ağabey o günlerde nasıl saati yaşama ayarlarsa şimdi sen de kitap odamı şiire ayarlıyorsun. Evde en çok sevdiğim nesne seninle yan yana durduğumuz kenarları eskimiş çerçeve. Biri gelip her şeyi alsa bile geriye o kaldıysa ziyan yok yeter derim. Sahi evde kitaptan başka neyimiz var? Biraz Asu biraz Çocuk ve Allah… Zamanın eteklerinden tutamıyorum sen gideli altı yıl olmuş. “Kocaman yıldızlar altında ufacık dünyamız ve minnacık bir hane” demiştin bir şiirinde. Artık bana dünya kocaman gelmiyor. Sadece bir haneden nefes alıyorum. Nasihatlerini dinleyemedim içimdekileri sonsuz yazdım, yazıyorum… Oysaki bu deniz senin gibi küçük kızlar için çok dalgalı demiştin, sen okulunu oku. İkisini de yapamamaktan korkarak ikisine de kendimi fena âşık hissediyorum. Cemal Ağabeyin dediği gibi şimdi bana oradan ”Sudan soğuk” bakıyor musun? Yaşasan bastonunu bir de benim için kaldırır mıydın havaya? Sahi Havaya Çizilen Dünya gibi bazen fena halde kendimi boşluklara anlatıyorum. “Yazdıklarını gözden geçir hep eleştir başa dön tekrar bak” dediğin günden beri sürekli şiirlerimi yırtıyorum. Susuz toprağın yağmura kavuşması gibi şiire uyuyorum şiirle kalkıyorum. Senin beklediğin mesleklerin hiçbirine ait olamadım. Arada bir sevinme telaşıdır geliyor neyse ki mutluluk hep seni tanıdığım yaşımda! İlk kitabımı çıkardım geçen yıl sana gösteremedim. Oysaki hürmetli bir yaprak gibi önünde titrerdim sen şiirden bahsederken. Sen ne çok varsın kitabımda, şiirimde, ruhumda… Oradan bir yerden bana arada Çocuk ve Allah selamı yolluyorsun alıyorum. Beni kıran insanları düşünerek mısralarımı kırıyorum. Benim şiirim hep kırıklardan oluşuyor sanki acıyan taraflarımla yazıyorum. Ölümden bahsetmeyi sevmezdin biliyorum, ben şiirlerimde hep ölümü anlatıyorum.
Serap Aslı Araklı “Yıkamasınlar vücudumu yıkamasınlar çılgınca seviyorum sıcaklığımı. “derdin seni yıkayan ellere de anlattın mı sıcaklığını? Çocukluğumun Kadıköy imgesi ben şimdi Dersim’in dağlarına gelin oldum. Yaşasan “Nerden buldun bu oğlanı?” derdin. Sonra biraz şiirden konuşurdun onunla; sadece okuyucu olduğunu, aşını yuvasını önemsediğini anlayınca da “Afferim sana kız” diye tebrik ederdin beni eminim. İnsan evlenince yüreğine daha büyük kayalar koyuyor, daha derin uçurumlara düşüyor, ölüme iki adım daha yaklaşıyor. Sen bu yüzden mi bahsetmezdin evlilikten? Ömür Abla sana bir çocuk şefkatiyle baktığında bu yüzden mi mutluydun? Kendimi hecelere ayırıyorum hep bir hece eksik çıkıyor, mutsuzluktan yapılmış bir kolye gibiyim. Her boncuk siyah alyans ölümü hatırlatıyor. Bana oradan sevda içinde türkümüzü söyleme hayat öyle bildiğimiz gibi yaşanmıyor! Tüm mağlubiyetler kurayla bana çıkıyor. Sahi safım ben safım… Âşık olmak anne olmak şiir telaşımızı öldürür mü? Oysa benim susacak ne çok kelimem var. “Saydım insanın doksan dokuz tane yalnızlığı var “ demişti Didem Madak. Ben bütün yalnızlıklarımı aynı anda ağırlıyorum. Öylesine Ağır Hasta’yım ki her gün bir yalnızlık daha yazıyorum. Ben istemeyi bilmiyorum üstat ben mutlu olmayı bilmiyorum. Benim hayattan anladığım sadece yalnızlık. Sana bu satırları bir mor yorgan yalnızlık evinden yazıyorum. Tam da klavyeye uzanan kollarımın üzerinde minik ayaklar var sağ tarafımdan elime vuruyor. Sana yazdıklarımdan haberi var mı? Oradan buraya gelip onun elini tutup kitaplarından birini sonsuzluğu anlatan imzanla süsleyecek misin? Zeynep’e bir imzalı kitap alabilir miyiz bayım? Sakın oralarda tavlaya çok sarıp yorgun düşme. Futbol, siyaset, hayat her zamanki gibi berbat. Babam hayata inat çivi gibi yaşıyor. Her gün daha berbat bir güne uyanıyoruz. Sana baktım şimdi çerçevenin tozunu almıyorum biliyorum sen seversin aynı kalmayı. Yine bir yıla sensiz giriyoruz. Oradakilere selam söyle bu kış benim yalnızlığımın kışıdır. Sıkı giyin üşütme, hürmetler…
AŞKTIR DEDİM HİÇ DÜŞÜNMEDİM Mehmet Sümer
halbuki ben bunları hiç düşünmemiştim yetişkin yaz meyvesinin çatladığını aşktan gökyüzünün aydınlandığını içimizden parlayan ışıkla ve ellerin dedim suda yüzen balıklar gibi berrak ellerin bir akşamüstü çarşılardan gelen sesler gibi telaşlı akşamın alacasını çağırır gibi yalnızlığa düşünmemiştim nereye gider insan yağmurdan sonra terk edilmiş kediler yıkık evlerde yalnız başına sızlayan ağaçlar üşüyen serçeler batan güneş boşuna düşünmemiştim trenler ne çeker ah o yüklü vagonlarda biliyorum boşuna heveslendim içimde zaptolunmaz bir güvercin yüzüme kapanan bütün kapılarda aşktır dedim, bekledim aşktır beni çağıran kelebek fısıltısıyla düşünmedim aşk kopan uçurtma, vurulan kuş ve gökyüzü: kapkara
Orhan Veli [İstanbul] 10 Aralık 1947 Nahit, Geçen hafta iki liram olsaydı iki tane çifte bahis bileti alacaktım. Biri Düldül – Neslihan, öteki Çınar - Neslihan. Düldül koşmamış. Çınar – Neslihan kombinezonunun 44,5 lira verdiğini öğrenince doğrusu çok üzüldüm. Parasız zamanımda epey işime yarayacaktı. Bu haftaki koşuları geçen haftadaki kadar sağlam göremiyorum. Mamafih gittiğin taktirde şu söyleyeceğim atlara oynarsam fena olmaz. Birinci koşuda iş yok. İkinci koşuda Aşkar’a ganyan, plase. Üçüncü koşuda Sim ve Zırh az miktarda plase. Üçüncü koşuda Sim ve Zırh az miktarda plase. Dördüncü koşuda Meram ve Çiğdem’e birer ganyan. Son koşuda Yunt’a ganyan, plase. Çifte ve ikili oynama. Bilhassa son ikiliye katiyen oynama. Eğer mutlaka oynamak istersen birinci ikilide iki tane Aşkar – Çınar, bir tane de Aşkar – Kısmet oyna. Çifte de bir tane Meram – Yunt, bir tane Çiğdem – Yunt oynayabilir. Fazla değil. Bu haftaki koşularda ümidim en fazla Yunt’tan. Onun da ganyanı ile plasesi az vermez sanıyorum. Yarışlarda Fahir’i görürsen Radyo’dan gelecek para işinin ne olduğunu sormanı rica ederim. İşte sana bir sürü angarya. Affını diler mektubunu beklerim. Pek çok selam ve sevgiler. (Bu mektubumu mektup sayma)
Azer Şelte Hayat ile ilgili beklentilerimiz, sanat ile ilgili beklentilerimiz var. Bu beklentilere hayal diyenler, o beklentileri hayal edemeyenler, birde hayalleri beklenti yapanlar var işte onlarda yaşamıyor. Genelde sanat, özelde tiyatro sadece bir zevk meselesi değildir. Bu satın alınan bir zevk meselesidir. Yüzlerce insanın, onlarca ailenin bir günlük barınma ihtiyacını dahi olsa karşılıyorsa ortada bir sanat vardır. Hayatta kalma sanatı. Tek hayalim sanat yapmak diyen biri mümkün mertebe aylaklık yapma olanağına sahip olmalıdır. Zira Bertrand Russell`e göre aylaklık yapanlar sanat üretebilir ve onu geliştirebilir. Tek hayalli insanların, hayallerini satın alacak kadar paraları olduğunu varsayarak çok hayalli insanlara yöneliyoruz. Hayalimiz güzel bir dünyada güzel bir tiyatroda güzel bir oyun yapmak. Ama bu bizim tek hayalimiz değil birçok hayalimizden biri. İlk önceliğimiz değil birçok önceliğimizden biri. Molliere'in George Dandin oyununun baş kişisi oyuna adını veren George Dandin soylu olduğunda bütün dertlerinin biteceğini,güneşin hiç batmayacağını ve karanlığın hiç çökmeyeceğini sanıyordu.( Hayalinde ki işe kavuştuğunda tüm sorunlardan kurtulacağını sanmak gibi) Halbuki soylu olmak için aranan şart kandı…köktü…ve aileydi.. Aslında bir nevi kan faşizmiydi… Oysa hayal sadece soylu olmak olmamalıydı yada kapitalizmin bizleri çalışırsanız, güzel mevkinız olursa daha saygın bir insan olursunuz başarılı olursunuz, daha iyi bir birey olursunuz gibi koşullamalarının sonucu sadece iş, başarı için mücadele olmamalıydı, hayalin soylu insanlara gerek olmayan bir dünyanın sade vatandaşı olabilmek olmalıydı… Tiyatro ve sanatın kendisi bunu başarabilir. Bir insanın tek hayali ya da tek hayal kırıklığı olmak yerine, birçok mutluluğundan veya birçok mutsuzluğundan biri olabilir. Ülkenin birinde, bir şehirde bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk çiçekleri çok severmiş..Hani altınlarla dolu saray mı yoksa gül bahçelerimi deseler gül bahçelerini seçermiş..Ama bir gün bakmış ki kimse onun gibi çiçekleri sevmiyor..Önce öfkelenmiş..Sonra etrafındaki herkese küsmüş.Günler geçmiş öfkesi üzüntüye dönmüş...
Azer Şelte Düşünmüş taşınmış ve bu çocuk tüm dünyanın çiçeklerle donatılması için savaşmaya karar vermiş. (Çocuk aklı işte) Başlamış mücadeleye..Tohumlar saçmış..Rengarenk güller dikmiş... Aklında tek şey,bütün dünya çiçeklerle donatılacak ve herkes çiçekler kadar özgür olacak demiş ve işe kendi ülkesinde koyulmuş...Bu ülkede yaşayan herkes mutluluk ve huzur içinde yaşamaya başlamış.. Ağlamak neymiş unutmuşlar...Fakat bir gün kötü bahçıvanların yaşadığı diğer ülkelerden bir haber gelmiş..Ve bu haber kısa zamanda bütün ülkeye yayılmış..Mutluluk ve huzura kavuşmuş insanları bir korku sarmış..Çünkü kötü bahçıvanların yaşadığı diğer ülkeler bu ülkeye savaş açmışlar..Önce karanlık çökmüş..Sonra tüm çiçekler birden solmuş.. Bu ülkenin her yeri çiçekmiş..Savaşacak hiç askerleri olmadığından herkes korkuyla evlerine kaçmış..Sıkıyönetim ilan edilmiş.. Fakat biri varmış ki çiçekleri bırakmamış.. Hain bahçıvanlar tıpkı çiçeklere kıydıkları gibi bu çocuğa da kıymışlar.. Yaşı 12.. Almışlar işkencelere... Senin dünya görüşün sosyal bir sınıfın, diğer bir sosyal sınıf üzerine tahakkümüdür, ben komünistim diyeceksin ifadende ve imzalayacaksın. Çocuk cinsel tacizlerden, verilen elektriklerden sonunda pes etmiş. Evet, ben Komünistim demiş. Demiş ama o dedikleri şeyin ne olduğunu bile bilmiyormuş ki.. Çocuğu çıkarmışlar mahkemeye... Hâkim sormuş? Savcının iddiasına ne diyorsun? Çocuk anlamamış. Savcı ne iddaa etmiş bilmiyormuşki. Çiçeklerimi istiyorum der gibi bakmış hâkimin yüzüne. Hâkim kızmış. Niye bakıyorsun, soruma cevap ver demiş? Çocuk ;çiçeklerimi istiyorum..Bana karanfillerimi,güllerimi,papatyalarımı verin....
Azer Şelte 32 yıl ceza almış… Çiçekleri boynu bükük onu beklemişler..Her gün ağlamışlar..Çocuk her şeyi öğrenmiş. Evrenin gerçeğini, hayatın çiçeklerin özgürlüğünden ibaret olmadığını...mücadelenin insanların mutluluğu için olduğunu ve doğa ile uyum içinde yaşanacağını... Hayaller, sanat bizim için önemli..çok önemli…ama hayaller bütün insani unsurları barındırdığı müddetçe önemli…
Aslolan çocukluk hayallerimizi inkâr etmeden ama o hayallerinde esiri olmadan yaşamak... İnsan olmanın da en kutsal görevinin kendiside zaten budur. Ve bu tüm meslek dallarında ki insanlar için geçerli bir durumdur. Bizler yani nefes alanlar, hayata nefes almak için gelenler George Dandin gibi tek hayali soylu olmak olanlardan olamayız... Bizler yani nefes alanlar, hayata nefes almak için gelenler hayalimizin gerçekleşmediği noktada kendimiz için, çocuklar için, mutluluk için yeni hayaller kurmak zorundayız...
Bu mektup hayalleri gerçekleşmediği için kendini dünyanın kara boşluğuna atan, atmak üzere olan, güzelliklerden vazgeçenlere yazıldı… Sizler bir sevgili saçı okşayamadan bu dünyadan vazgeçmeyin...
Selma Cengiz Sevgili Mavi,
[Kadıköy/Yel değirmeni] 7 Ocak 2015
Hatırlar mısın bilmem ama senin ile bir karşılaşmamızda; Felek, bizi yolumuzdan çevirmeye çalışan ‘gurbetçi halk’ gibiydi. O sıralarda senin güneşin epey kızıllaşmış ve yarını düşünmüyordun. Arkanda sakladığın, küçük tahta evlerinle mutlak mümkinatını arıyordun. Nedir, ne değildir hepsinden bihaberdin. Ve yine biz seninle ziyaretçilerin bitmek bilmediği, o pınar gölünün etrafını saran; kutsal kitabın çöl sıcaklarına vurduğu bir günde tanışmıştık.. epey telaşlıydın. Yüzün, bir ateş gibi yokluktan sorulara doğru uzanan, daim anıları arıyordu. En son geçenlerde gördüm yine seni. Çok mahsun duruyordun. Güzelliğinden bir burukluk gelip geçmiş ve kuşların, küçük bir adadın arkasında yas tutuyordu. Onları geri getirmek yerine, evveli olmayan bir sarhoşun peşinden koşuyordun. Gittikçe derinleşen rengine ne sebep verdi bilmiyorum. Ama artık kendine gelme vakti gelmedi mi sence de? Senin adresine ulaşabilmek için zamanın yollarına budandım. Her ne kadar budanmak, yenilenmenin küçük tarifiyse de, görülen elbet tek bir manadır. Parıltılar’da da böyle diyordu.. “Başka bir yüz nasıl
görülebilir? Her ne varsa birbirinin aynı, hep bir arada görülmektedir.”
Bu mektup elbet ziyaret ettiğin muhabbetler içerisinde sana ulaşacak ve eline düşecektir. Senden haber almayalı epey oldu ve gittikçe körleşen dünyaya ayak uyduramaz oldum. Önceleri seni gördüğümde, beyazlar içinde büyüyen bir oğlan çocuğunu andırıyordun. Şimdiler de ise kendini siyahlara büründürmüş bir kış çocuğu olmuşsun diyorlar.. Biliyorum, kışları varlıklar beyaz giymez ama ben, seni beyazlar yağdıran tanrının gününde de hiç göremedim. Bilirim ki, senin meskenin; temiz suların bahçelerinde dokunmak ve dokumaktır fakat arada bir ‘mavi beyaz’ rengine bürünüpte, rüzgarı öpsen ne sevinirdim..
Selma Cengiz Bir Beyazı bir de seni yok edemeyeceğim.. Yeni yılın ilk günlerinde seni göremesem de diğer arkadaşın olan Beyaz avuçlarıma düşüverdi.. Beyaz, yüzüme çarparak, gözlerini öyle yumuyordu feleğin kürsüsü aklıma titredi; görülen Beyaz, bir an da yaşlara dönüştü. Sonra fark ettim ki onları bana yollayan sendin ve Beyaza karşı koymadan, başımdan omuzlarıma kadar uzanan ve ışıl ışıl parlayan gözlerimin özbenine hapsettim. Seni özlediğimi biliyorsun.. evet özledim öyle özledim ki.. Tüm hızımla koşup evinin yolu tutmak geliyor içimden..oysa evinin yolunu hatırlamaz oldum kendimi hatırlamaz oldum.. Yazı beklemelisin diyor arkadaşlarım.. Bende biliyorum.. Ama bizim buralarda yaza daha epey var ve o vakte kadar Beyaz kaç kere gelir de seni bana hatırlatır bilemem.. arada da olsa sen yazsan, hal hatır sorsan.. birkaç anı göndersen ve ben seni anımsasam.. Umarım en yakın vakitte büründüğün koyuluğundan vazgeçip kendine dönersin.. Aynalara dönersin. Mektubu yazar yazmaz hemen sana postalıyorum.. Postacı bir iki gün içinde sana ulaştırır ancak bizim buralarda her şey öyle yoğun ki postacı senin evine ulaştırana kadar sen başka bir şehrin memleketine dönüşmezsin umarım. Ona gidip söyleyeceğim isterse biraz bahşişte vereceğim.. Senin evinin posta kutusu da yoktu, unutmadım.. Postacıya kapının altından atmasını söyleyip,çabuk olmasını isteyeceğim.. Elbet sen gittiğin yerden geri döndüğünde birileri ona sana verecek.. Beyaz bir zarf ve mavi bir kağıda yazılmış satırlar yolluyorum lütfen dediklerimi ciddiye al ve arada buralara uğra.. Gündüzleri o kadar mühim değil ama geceleri yokluk çok belli.. sana ait çok az şey kalıyor burada ve ben seni raflarda kirletilmiş bir yığından alıp sıcak bir köşe de uyutmak istiyorum..
Selma Cengiz Birkaç gün içinde beyaz buralara tekrardan uğrayabilirmiş.. Bu sefer hemen gitmesine izin vermeyeceğim.. Senin nerede olduğunu öğrenmem için onunla konuşmam gerek. Kendine iyi bakmalısın mavi.. Ben kendime çokta iyi bakamıyorum ve seni görmeden de bakamayacağım.. Çünkü en son sen ben ve Beyaz.. Üçümüzde gülüyorduk.. O fotoğraf hala elimde ama onu da sarıp, dolabımın bir köşesine kaldırdım çünkü onu kaldırmam gerektiğini de sen söylemiştin.. ama seninle görüştüğümüz zamanlarda bana hep fotoğrafla ilgili tarihlerden söz ediyordun öyleyse neden o fotoğrafı unutmamı istiyorsun anlamış değilim.. senin bu hallerin Mavi.. bir anlayabilsem.. Seni yalnız tek bir tondan inşa edebilsem.. Beyaz ile beraber gökyüzünün dokuzuncu katmanında oluşturduğunuz ‘gök medeniyet renklerini’ unutmamışsındır.. Beyaz, etrafına surlar çekerek adalar oluşturmuş sende eşsiz renginle elindeki fırçayla üfürükler saçarak birlikte kentler inşa ediyordunuz. Bilmem hatırlar mısın ama o sıralarda sen beni pek bilmezdin.. Ve ben senin en çok o rengini severdim. Çünkü insanların yanında göremediğim gülümsemenin rengini siz yaratıyordunuz. Düşünüyorum da Mavi, seni orada görmeseydim belki de hiçbir vakit uyanmaya mecalim olmayacaktı.. Sonraları sen beni gördün, bir sonraki görüşme.. Bir sonraki görüşme ve sonraki görüşmelerimiz ise berrak ve ıslak günlerin harçlığıydı.. Harçlığımızda hemen tükeniverirdi. Sağlıcakla kal.. Çabuk yaşlanmamalısın.. Bunu sakın unutma: “Ruhun senin rengindir”
Emin Kalınkara
Okuyucuya notlar 1- Bu mektubu Il Postino(Postacı) filminin kendim için alternatif sonu olarak yazıyorum. Filmin senaryosunu bir yerde kesip tamamen farklı bir son ile şekilleniyor. Mektubu Mario Ruoppolo’nun ağzından bizzat kendim yazdım. Mektubun göndereni Mario Ruoppolo fakat yazarı benim. 2- Film boyunca Beatrice Beatrije şeklinde söylendi.
Emin Kalınkara
Sevgili eşim Beatrice’e, Beatrice, hayatımın anlamı ve tanıdığım tüm kadınların arasında en güzeli, bu sana Şili’den yazdığım ilk ve muhtemelen son mektup. Pablo, ben ve Donna Rosa iyiyiz fakat başımızda birkaç sıkıntı var. Bunlardan ilki ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Ve Sevgilim, Şili Hükümeti tarafından ülke dışına çıkış belirsiz bir süre için yasaklandı.Ülkeye giriş de tutuklama emirleri alan aydınlar hariç yasak.Ve şunu da söylemeliyim ki hiçbir taşıma aracının artık ülke dışına çıkma izni yok. Yasaklar kalkana kadar Şili’de kalmak zorundayım. İki gün önce Pablo’ya sordum.O da birkaç ay sürebilir yasaklar dedi. Dönüşüm birkaç ay ertelenmiş oldu böylelikle. Sen nasılsın bu arada? Küçük Pablomuz iyidir umarım. Halanı da sormak istiyorum. O da iyi mi? İşçilere yemek verme konusunda anlaşmaya vardınız mı? Eğer anlaşmaya vardıysanız sanırım birkaç ay ben orada olamayacağım için başka bir aşçı bulmak zorunda kalacaksınız. Fakat dönünce ben işi devralırım. Burada tüm aydınların evlerini askerler bekliyor. Sokakta, bahçede, parklarda her yerde askerler var. Ve biz, Donna ve ben, Pablo Neruda’nın tanıdığı olduğumuz için şu an çok büyük bir tehlike altındayız. Pabloya birkaç suçtan dava açıldı. Fakat Pablo biri hariç hepsinden kurtuldu, sevgilim. Kurtulamadığı tek suçsa ki bence bu suç değil, ülkesi zor durumdayken halkına sırt çevirip ülkesinden kaçması. Şu anki hükümet onun bir vatan haini olduğunu düşünüyor. Aydınlar zor durumda halkının yanında olmalıymış.
Emin Kalınkara
Pablo bizim ülkemize kendi ülkesinde can güvenliği olmadığı için gelmişti. Yarı sürgündeydi bizim ülkemizde. Bu onun değil önceki hükümetin suçu bence, sevgilim, Beatrice. Fakat bana kalırsa o hala başta kadınlar olmak üzere halkın şairi. Pablo’dan birkaç şiir dersi aldım sevgilim. Ve bende birkaç şiir yazdım. Metafor kullanmaya bile çalıştım hatta. Tabii tamamını sana yazdım, Beatrice. Ancak şiirlerimi sadece göz göze geldiğimizde okuyabilirim. Donna’nın söylediğine göre bu olağanüstü durum devam ettiği sürece Pablo’nun ve yanındakilerin hapse girme tehlikesi var. Burada birkaç hafta postacılık yaptım fakat sonra hükümet değişimi nedeniyle görevden sebepsiz yere alındım. Bu aralar aydınların, özelliklede yazarların, postacılığını yapıyorum devletten habersiz. Fakat öğrenirlerse başım belaya girebilir. Bu işi sevdiğim için yapıyorum sevgilim ama en çok da Pablo böyle istiyor diye yapıyorum. Seninde bildiğin gibi o benim en iyi arkadaşım. Buradan söyleyeceklerim bu kadar sevgilim. Umarım siz, orada, mutlusunuzdur. Sizi çok özledim. Umarım en kısa zamanda görüşürüz. Tüm sevgilerimle. Mario Ruoppolo
Ozan Baygın Sevgili Çocuk, Bugün yine dört duvar arasında sıkışıp kaldım. Ve yine hayâllerle doldurdum dağınık odamın içini. Tamam ! Kabul. İnkâr etmiyorum. Hayâllerimin gayesi sendin, kış ortasında üşütmeyen, ılıman gülümseyişinle. Hatırlar mısın ? Yelkovan, akrebini hızlı hızlı kovalardı. Zamanımız kısıtlıydı, dardı. Hatta içimde minik bir telaş vardı. Bir iksir fısıldamıştın kulağıma, gizemli bir anahtarı bana emanet edivermiştin o gün. Ben aşka boyun eğmem diyerek kestirip atardım bir kenara her şeyi. Boyun eğdim mi ? Eğdim. Yenildim mi ? Yenildim. Hatırla ! Oda çok soğuktu, dört duvar iliklerimi dondurmuştu üstelik. Unutmamışsındır. Hatırla iyi hatırla hadi ! Bana gaz lambanı hediye etmiştin. Sahi en güzel şiirler, soğuk odaların sıcak gaz lambası aydınlığında inşa edilmedi mi ? Unutma çocuk ! Şaman ağacına çaput bağlayıp tuttuğumuz ortak dileği unutma. Unutma okuduğum ilk şiirin sözlerini. “Üşümek var yokluğunda, bir yerlerde sen varsın hâlâ. Gece, bakışlarından sessiz adımlarına düşerken hece hece, Sana tapınmak var mabetsiz evrende. “ Diyerek haykırdığımı unutma ! Dört duvar arasında sıkıştım, pıstım bugün çocuk. Boyun eğdim mi ? Eğdim. Yenildim mi ? Yenildim. İçimi ateş, sokakları riyakârlar basmış ne hazin. Kendimi bugün alıkoyuyorum çocuk…
Çizim: Saniye Özbek
Hayalleri yüce olanlara… Sizler! Evet evet size sesleniyoruz! Duyuyor musunuz bizi? Çokta uzaktan gelmiyor sesimiz…
Sizler yaşça küçüksünüz diye gerçek olanları sizlerden saklayacak değiliz... Tüm güzellikleri bilmeniz gerektiği gibi çirkinliklerle de karşılaşacağınız bu dünyadan haberdar olmanız gerek… Mektupları sizlerden saklamayacağız... Sandıkların bir köşesine sıkıştırıp, yıllar sonra size sunmayacağız.
Dünyayı çizerken, bir kalemde sizin eliniz de olsun dostlarımız
Muhammet Enes Yayla [Bursa] 8 Ocak 2015 Ey Dünya, Görebiliyor musun, şu ağaç kavuğu; gün geçtikçe yeşeriyor ve çok yaprağı oluyor. Görebiliyor musun, senin içindeki insanlarda teknolojiyi geliştiriyorlar. Teknoloji geliştikçe hayallerimiz de azalıyor. Eskiden insanlar daha mutluymuş. Arkadaşlık bağları daha
güçlüymüş. Bu çağda insanlar, teknolojiyle uğraştıkları için arkadaşlarıyla vakit geçiremiyorlar. Teknolojik icatlardan uzaklaşıp düşler kuralım ve hayallerimizi güçlendirelim. Benim hayalimde belki imkansız ama kuşlar gibi gökyüzünde uçmak var hem de sevdiğim bir insanla. Atatürk İlköğretim Okulu 3/F
Çizim: Muhammet Enes Yayla 3/F
Hatice Sude Sertgöz [Alanya]5 Ocak 2015 Merhaba Babacığım,
Sevgili Babacığım, Nasılsın iyi misin? Kardeşim, ben, annem hepimiz seni özledik. Sensiz hayat çok zor. Baba biliyor musun? Ben 6 yaşındayım ve birinci sınıfa gidiyorum. Her arkadaşımı babası okula bırakıyor ama beni kimse bırakmıyor. Çok üzülüyorum, kimsesiz kaldım. Geceleri yatmadan önce, sen gelesin diye dualar ediyorum. Öğretmenim, ailemizle ilgili ödevler verdiğinde ben yapamıyorum. Sana hep şiirler yazıyorum. Şiirlerimden bir tanesini söyleyeyim mi? İşte şiirim bu:
Sensin benim Ciğerim, kanım Burnumda tüten Gülüm, bahçemdeki Çiçeğim sensin babacığım Babacığım beğendin mi? Sevdin mi? Canım babam seni çok özledim.
Toslak Ketenlik Orta Okulu / Taslak Köyü / 5-A
Feyza Görgülü
[Alanya]5 Ocak 2015 Merhaba Bahçivan Fanzin, Ben Feyza, şimdi size biraz kendimden bahsedeyim.. Antalya/Alanya, Ketenlik Mahallesinde yaşıyorum. Abuzer Öğretmenim fanzinden çok bahsetti. Biz de okulumuzda fanzin çıkartıyoruz. Fanzinde ben de yer alıyorum. Ne kadar güzel değil mi? İlerde ben yazar olmak istiyorum. İsmimim kitaplarda, ruhumun insanlarla birlikte olmasını istiyorum. Her zaman mutlu olmayı, yeri gelince üzülmeyi, yeri gelince gülmeyi bilmek istiyorum.
Hayatta iyi günler olduğu gibi kötü günler de var. Ve ben sizin her zaman mutlu olmanızı istiyorum. O gülen yüzünüzün hiç ağlamamasını istiyorum… ,
Sevgilerimle…
Toslak Ketenlik Ortaokulu 5/A
Seher Atalan [Alanya]5 Ocak 2015 Sevgili Bahçivan Fanzin, Merhaba, ben sizin adınızı bilmiyorum ama fanzininizin adını biliyorum. Ben isterseniz kendimi tanıtayım. Benim adım Seher. 11 yaşındayım. Yeşim gözlerim, kahverengi saçlarım var. Ben Taslak Ketenlik Ortaokulunda okuyorum. Herkes yazar olmak ister ama bazıları çok ister. Ben çok isteyenlerden birisiyim. Size yazdığım şiirlerden bir tanesini yazayım. İşte şiirim! Bugün Bugün her zaman ki gibi Güneş doğdu Güneşin altında bir Gün başladı yine
Bugün erkenden kalktım Ufacık güneşe baktım Düşündüm ki Bugün güneş farklı olsun Düşündüm, bugün güneş Ufacık tefecik olsun Her zaman ki gibi Yeni bir güne hazır olsun Benim şiirimi umarım beğenmişsinizdir.. Sevgilerimle.. Toslak Ketenlik Ortaokulu 5/A
Beyza Görgülü [Alanya]5 Ocak 2015 Merhaba Bahçivan Fanzin, Sizi hiç görmedim ve sizi tanımıyorum. Ben Beyza, 10 yaşındayım. Abuzer Hocam sizden bahsetti. Güzel işler yapıyormuşsunuz. Sizi tanımak istiyorum. En yakın zaman da İstanbul’a geleceğim. Sizinle tanışmayı çok istiyorum. Mektubuma yanıt verirseniz çok mutlu olurum. Biz de okulda Mor Kuzu Fanzin’i çıkarıyoruz. Aynı işi yapıyoruz… Sevgilerimle…
Ayşe Sünbül [Alanya]5 Ocak 2015
Sevgili Bahçivan Fanzin,
Ben Ayşe, Ketenlik Ortaokulu’nda 5. sınıfa gidiyorum. Öğretmenim sizden bahsetti. Biz de bir fanzin çıkarttık. Bunun içinde ben de varım. Şimdi bunu sizin fanzininiz için yazıyoruz. Öğretmenimiz beğendiklerini toplayacak. Beğendikleri sizin fanzininiz de yer alacak.
Sevgilerimle…
Dostoyevski / İnsancıklar 20 Eylül Makar Alekseyeviç’ten Varenka’ya Yarın nikâhlanacağınızı, ertesi gün gideceğinizi, Bay Bikov’un arabayı şimdiden kiraladığını söyledi. Şansınız açık olsun anacığım! Bahtiyar olmanız beni de bahtiyar eder. Kiliseye, nikâhınıza zevkle gelecektim, fakat imkânsız anacığım. Belim kopuyor ağrıdan. Tasalandığım bir şey var: artık mektuplarımızı kim taşıyacak? Evet, Fedora’ya büyük iyilikte bulunmuşsunuz çocuğum! Çok hayırlı bir iş bu dostum, örnek alınası bir tutum! Bu yüzden Tanrı sevindirecektir sizi. İyiliklerin mutlaka karşılığı olur. Ahlak, ilahi adaletin nezdinde kıymet kazanır. Haydi sağlıcakla kalın Varenka’dan Makar Alekseyeviç’e İşte her şey tamam! Yazgım çizildi artık. Fakat bunun ne tür bir yazgı olduğunu kestiremiyorum. Tanrı’nın iradesine uyuyorum. Yarın yola çıkıyoruz. Size elveda diyorum, benim aziz dostum, baş tacım! Benim için üzülmeyin, bahtiyar olun, aklınızdan çıkarmayın beni! Tanrı sizinle olsun! Siz aklımdan hiç çıkmayacaksınız, sizin için Tanrı’ya yalvaracağım. Bu da sonlandı demek! Yeni bir hayata ilk adımlarımı fazla güzel olmayan anılarla atıyorum. Bu nedenle değerli hatıranız özel bir yere sahip olacak kalbimde. Size söz dostum yazacağım. Geleceğin ne getireceğini tanrı bilir. Şimdi birbirimize kesin olarak elveda diyelim dostum, bana en yakın olan. Ah şimdi size sarılmayı o kadar isterdim ki!... Elveda dostum, elveda… Huzurlu ve esen kalın. Adınıza, Tanrı’ya yalvaracağım sürekli. Ah öyle hüzünlüyüm ki… o kadar büyük bir yük var ki kalbimde! Bay Bikov beni çağırıyor…
İletişim ve yazı göndermek için: Bahcivan.fanzin@gmail.com Facebook/Bahçivan Fanzin Twitter/BahcivanFanzin Kadıköy / Yeldeğirmeni