Naçizane Görünmez Kentler

Page 1

Şengül Has Naçizane

Görünmez Kentler



Rosi Braidotti: Herkese günaydın! Yeni, dijital kampüsümüzden yaptığımız bu yayın aynı zamanda dersimizin küresel bir niteliğe kavuşturmuştur. Bugün yüksek teknolojili etkileşimselliğin ulaşabildiği akıllı mekanlardaki herkese ulaşabiliyor olmanın heyecanıyla dersime başlıyorum. Kimi açılardan teknolojik akıllı kent mekanları, bilgi ve dolaşımı toplumsal düzenin kalbine yerleştirip üniversiteyi yerinden ederek onun yerine geçer. Bugün tartışacağımız tam da kentin öğrenme konusunda nerede olduğu… Bu konunun sadece teoride, metin temelli kalmaması için bir konuğumuz var: Streetsmart. Önemli bir konu, buradan çıktığınızda hepinizin ama hepinizin bu konuyu öğrenmiş olmanız bekleniyor. Streetsmart veya streetwise, şehir hayatında ayakta kalabilmiş olandır. Kelimenin içerdiği sokak ve akıl kelimelerine de dikkatinizi çekmek isterim. Kendini biraz anlatır mısın Streetsmart? Streetsmart: Yetişkin olmak, sosyal psikolojide karmaşıklıkla baş etme yeteneğiyle ilişkilendirilir. Bu da şüphesiz, insanın kabuğundan çıkmasıyla alakalıdır. Okullarda geniş koridorların olmasının sebebi de budur. Sınıfta öğrenci kendini ifade eder de, koridorda başkalarının arasında o karmaşıklıkla baş etmeyi öğrenir. Şehir ve şehrin sokakları da böyledir, insana karmaşıklıkla yarım kalmışla birlikte yaşamayı öğretir. Rosi Braidotti: Üniversite artık muhafazakar modeliyle devam etmemektedir. Üniversitenin akademik standartlarının atıftan azade kılınması, beşeri bilimlerin ülke ve topluluk mevhumları hakkında bambaşka düşünebilmesine imkan sağlamıştır. Bu, onu özgürleştirmiştir, birazcık. Ama bugünün üniversitelerinde geleneksel yapıyı da okuyabilmek hala mümkündür. Akademik standartların atıftan azade oluşunun bir de olumsuz yanı vardır ki… Bir öğrenci içeri girer: Rosi Braidotti’yi yönetimden çağırıyorlar. RB: Hemen mi! Ama burada bütün dünyaya canlı yayında ulaşabilen ders veriyorum. Öğrenci: ‘’Farketmezmiş hemen gidecekmişsiniz!’’ RB: İşte tam da bu olumsuz yanı!

Kent ve Eğitim

Rosi Braidotti’nin dersi şimdi yayında!


Q, öyle bir kent ki, her bir binasına denetimle alır ziyaretçilerini. Her bir binaya girmeden küçük bekleme anları oluşur, bu yüzden. Burada yaşayanlar bu kurallara alışmıştır ama bu kente yabancı biri bu düzen içinde büyük bir uyumsuzluk yaratır. Girişlerde oluşan bekleme anlarına şehirlinin hiç tahammülü yoktur. Çok basittir bu kural onlara göre, neden öğrenilmez ki! Bir binada tökezlenebilinir, ikinci binada da olabilir ama neden bir kent kuralı öğrenmeye kentli olmayanlar böylesine direnç gösterir! Kentte yaşayanlara göre kente giren herkes bu kuralı öğrenip öyle girmeliydi. Dolayısıyla kentin çeperlerine sınıflar inşa ettiler. Şehre girmek isteyenler burada durur ve denetimden hızlıca geçebilmenin eğitimini alırlar. Kentin çeperindeki bu sınıfların duruşu, kale gibidir; şehri çevreler ve korur: kapıdan eğitimsiz geçenlere karşı. Sınıfın içinde ise hocanın yeri ayrıdır, bilmeyenlerin yeri ayrı. Nasıl olmasın! Geçmişte eşit oldukları zamanlar kentte yaşanmış, kentte bir araya eşit biçimde gelmişler ve öğrenmemişlerdir. Bu onlara müstehaktır. Çeperdeki bu okullarda, sınıfın en arkasında bırakılmış, daha iyi öğretebilmek için uygulama alanları da mevcuttur: ‘’ Evet, herkes beni dinliyor. 10 adım gibi bir mesafede cep telefonunuzu çantanıza atıyorsunuz. Sonraki 6 adımı serbest atabilirsiniz. 3 adım kala montu çıkarıyorsunuz ve 1 adım kala da kemeri. BAKIN BURASI ÖNEMLİ! Takılarınız varsa 2 adım kala çıkarmaya başlamalısınız.’’ Şehir genişlediğinde yeni bir çeper oluşturur. Yeni sınıflar yeni çeperlerde oluşur. Eskisi ise müzelere dönüştürülmüştür.


Binalarda inşa edilen metrekare kadar da kentin sokaklarının da olduğu bir kentte, okullara sınıfların inşa edildiği kadar da koridor inşa edilir. Vurgulanan şey belirlidir; ötekiyle karşılaşmalar önemlidir. Evde birlikte yaşadıklarını bilir de insan, sokağa çıktığında ötekini öğrenir. Okullar da en çok bunu öğretmek istemiştir. Sınıfındakileri tanırsın da koridorda ötekini öğrenirsin. Eğitimin başında bu gereklilik aynı okuldakileri öğrenmektir. Bir sonraki aşamada, kenttekiler ve kentte kendini var etmek öğrenilir. Bu düşüncenin uzantısı olarak, eğitimin son zorunlu evresindeki öğrenciler başka bir şehire gönderilir. Sonraki aşama da belki başka bir ülkeye göndermektir. Son zorunlu evrenin öğrencilerinin hiçbiri o şehirde büyümüş kişiler değildir. Hepsi bu yolla yaşamak zorunda olduklarından, şehirde kaybolmak zorunda bırakılmıştır. Gittikleri kentlerde yaşayanlar da onları yabancı oldukları için sevmez. Çözümü, birçok şeye çözüm getirdikleri gibi yine okullar getirir. Öğrenciler, geldikleri şehirde, bulundukları okulda hazırlık sınıfında 1 yıl okuyacaklar. Hazırlık sınıfında da Google Maps uygulamasıyla şehirde gezecekler ve şehiri öğreneceklerdir. Hazırlığa ayrılan 1 yıl boyunca yapmaları gereken budur: Sınıfta şehrin sokaklarında gezmek ve her sokağı bundan sonra bu şehirde vakit geçirmek üzere hatırlamak. Birkaç sene denedikten sonra anlaşılır ki, şehri öğrenmek için bu yaptıkları hiçbir işe yaramamaktadır. Öğrenen ancak içinde yaşadıkça öğrenir onu. Birileriyle karşılaştıkça, yaşadıkça anlar sokakları. Şehir öğrenildiğinde başka bir ülkeye gitmek için yola çıkar.


Okul :

+

Okulumsu

Sistemdeki bir yerlerdeki açığı kapatacak insanları yetiştirmek şehirlerde okulların görevidir. Öyle olması beklenir ama okullar kendilerine yüklenen bir dünya başka yükün altında bu görevlerini tam olarak yerine getirmekte zorlanırlar. Ya da yeni yeni öyle olmaya başlamıştır, son birkaç yüzyılda. Eskiden dolaylı olarak yapsa da artık daha direkttir, yönetimsel müdahaleler. Bilimden biraz uzaklaşmış okul, özgürleşmiş de aynı zamanda. Her türlü standarttan uzaklaşmış. Okulun nasıl konumlanacağı devletin, yöneticisinin, öğreteninin ve öğrencisinin kararlarına kalmış artık. Bu oluştan sonraki adım ise, okulumsular oluşturup, okullarda mümkün olmayan eğitimi mümkün hale getirmek olmuş.

_

Okullarda kullanılmasını hem öğretenin hem öğrencinin hem de okul yöneticisinin çok sevdiği bir kelime varmış: ‘’Tartışmak’’. Bu 3 aktörün dillerine pelesenk olmuş bu kelime. Okul yöneticisi okulunun ne kadar özgür olduğunu göstermek için kullanırmış bu kelimeyi. Öğretenler, öğretme yöntemi olarak ‘tartışma’yı kullandıkları için gururlularmış. Öğrenciler de her yaptıkları işte ‘tartışma’yı ne kadar detaylı yaptıklarını söyleyerek öğretmenlerin gözüne girmeye çalışırlarmış.

ve geri kalan seyler :

Kendini bir gün okulumsuda bulan bir okul öğrencisi, okulumsunun tanıtımını yapması gereken konumda okuldaki alışkanlıkla tartışmak kelimesini kullanmış:

+

_

‘’Vereceğiniz paranın karşılığını alacağınızı sizi temin ederim. Örneğin dün akşamki eğitimimiz de çok güzeldi, oldukça verimli geçti. Güzel bir tartışma oldu.’’ ‘’Ne?! Tartışma mı oldu eğitiminizde?’’ ‘’Tartışma dediysem, konu üzerine yani. Herkes çok memnun…’’ ‘’Tartışma oldu ama yani… Peki teşekkür ederim.’’ Okul özgürleşmişti de, dışındaki şeyler hala özgür değildi. Okulumsular dahil…


A’nın sokaklarında dolaşmak, labirentte dolaşmak gibidir. Her dolaşım kendini yeniden yaratır. Dolaşan kişi her seferinden kaybolur. Her seferinden bir yere ulaşır. Her seferinde geçmiş olduğu yolları öğrenmeyi başarır ama yeniden yola çıktığında bildiklerini unutması, yolunu yeniden yaratması gerekir. Her defasında kişi hem kişi kendi yolunu yaratır, hem de çıktığı yol kişiyi. Yola çıkarken koyulan hedef sınırsız ihtimallerden biri olur. Hedef belirleyip oraya gitmek de kaybolmak da hepsi sorumluluk. Öğrencinin artık kendini yönlendiren bir halde, gittiği yolun sorumluluğu da ondadır. Tecrübeliler, biraz daha fazla bilenler yollarda gezmeyi bırakmış, hedef belirleyenlere yol göstermek için kente yerleştirilmiştir. Yola çıkanlara hedeflerine göre yol gösterirler: ‘’Sağa dönüş yasak’’ , ‘’Azami Hız’’, ’’Tek yön’’, ‘’Park Yeri’’ Öğrenci gittiği yolda aradığını bulmaya çalışırken, tecrübeliler onlara yol gösterir, yeni araçlar sunar. Tecrübelilerin önerdiği kurallara uymamanın bir cezası yoktur, onların kurallarına uyup uymamak tamamen yoldaki kişiye, hedefi olanlara kalmıştır. Yoldakinin sorumluluğu artık daha fazladır.


Kentin tamamında öğrenme gerçekleşir de, bazı yerler öğrenme alanları olarak yoğunlaşır. Bu yoğun yerlerin kentte konumlandığı yer de değişir; kimisi kent merkezinde kalır kimisi en uzağında. Kimisi de merkez ile uzağı arasında bir yerlere yoğunlaşır. İlk akla gelen bu yoğunlaşmanın ihtiyaç nerede olduğuna göre konumlandığıdır ama gerçekte öyle bir sebep yoktur. Öyle denk gelmiştir. Kentin içinde oluşanlar ihtiyaçlarına yakındır; öğretenler de öğrenenler de kentin içine dağılır, ritüelin gerçekleşeceği zaman onlar da yoğunlaşır, yoğunlaşmalarına izin veren yer ise o anlığına kentte öğrenme alanı haline gelir. Bu alanlardan birisi, şehrin tam ortasında kalan 3 apartmandan dönüştürülmüştür. Dersin ritüeli bitip sokağa çıkıldığında bakkaldan alışveriş yaparlar. Öğrenenin öğretene aynı iş için bekliyorlarsa öncelik vermesi gerekir. İhtiyaçların çoğu ayrılmıştır aslında. Yemekhaneleri, tuvaletleri, okula girişler farklıdır, ama geri kalan bir araya gelişlerde öğreten ayrıcalık bekler.

Kentin dışında olanı ise, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak yerleri çevresinde var eder. Bu ıssız adaya düşen öğrenen ve öğretenlerin yanlarına hiçbir şey almalarına gerek yoktur. Toplu taşımayla gelmek kolay değildir yalnızca. Öğrenci profili de bu sebeple tamamen farklılaşır. Çoğunluğu oraya ulaşmanın kolay yolunu bulanlar oluşturur. Bu yeteneklerinden dolayı, onların da öncelik talep etme hakkı vardır. Yemekhanede, tuvalette, girişlerde öğrenenle öğreten eşitlerdir. Hiyerarşi, kentteki konumda mı aranmalıydı, kolay ulaşım yolunu bulmayla mı? Yoksa öğretenin de öğrenenin de zincirleme etkilerinin nerelere varacağını hesap ederek karar verdiği tavrında mı?


Toplumun ne düşündüğünü de tamamen buradan anlamak mümkün. Her geçen gün algoritmalarımızı iyileştiriyoruz, kullanıcılarımızı bizi daha severek kullanması için elimizden geleni yapıyoruz. Algoritmalarımız artık sizi ve zevklerinizi, düşüncelerinizi detaylı biçimde analiz ediyor ve size uygun, size benzer öneriler sunuyor. Zygmunt Bauman: Flanörün ustası olduğu sanat, baktığını farkettirmeden görmektir. Aslında Facebook’ta seninle eşit koşuldakilere farkettirmeden gezebiliyorsun. Sadece izleyici olmayı tercih etmek, karşına çıkan her ögeyle düşünmek. Benim asıl karşı çıkacağım şey, oluşturmayı planladığın cemaatler… İnsanları ötekiyle karşılaştırmak için elinde inanılmaz bir imkan var. Ama sen bunu tersi yönde, hep kendi sesini duyması yönünde kullanıyorsun. Evet, insanlar cemaatlerin içinde yaşamayı arzu ederler ama ‘’bir cemaat içerisinde olma’’ ayrıcalığını elde etmek için ödenmesi gereken bir bedel vardır. Bedel, özgürlük cinsinden ödenir ve farklı olarak ‘’özerklik’’, ‘’kendi kendini savunma hakkı’’, ‘’kendin olma hakkı’’ diye adlandırılır. Hangisini seçerseniz seçin, bir miktar kazanır, bir miktar da kaybedersiniz. Cemaat anlayışının ‘’doğallığına’’ inen ölümcül darbe, bilişimin ilerlemesiyle, yani enformasyon akışının insanların ulaşımına bağımlı olmaktan kurtulmasıyla gelmiştir. MZ: Günümüzde yaşanan yaygın uyuşturucu bağımlılığından zalim totaliter rejimlere çeşitli sosyopolitik çalkantıların büyük ölçüde toplulukların, yani cemaatlerin, parçalanıp dağılmış olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Haziran 2017’de Facebook toplulukları zirvesinde de bu konuyu ele aldık. Bundan sonrası için, küresel topluluklar oluşturmanın gerekliliğine inanıyorum. Bu işi artık mühendislerimiz yapacak. ZB: Cemaatte güçlü bir sosyal kontrol söz konusudur; kent yaşamında görülen bireysellik ve mahremiyet anlayışı yok denecek kadar azdır. Süreklilik cemaatle ilişkilerinin önemli karakteristiklerinden biridir. Modern kentlerden bahsettin ya, endüstri devriminden sonrasında cemaatleri yeniden oluşturmak istenmiştir. Fabrikaların çevresinde kurulan örnek köyler, düzgün konutlarla ve aynı zamanda şapeller, ilkokullar, hastaneler ve basit sosyal tesislerle donatılmıştı, bunların hepsi de, fabrika sahibi tarafından üretim kompleksinin geri kalanıyla birlikte önceden tasarlanmıştı. Niyet, işyerinin etrafında toplanmış bir cemaati yeniden oluşturmak ve diğer taraftan fabrikada istihdamı, ‘’bütün bir yaşam’’ uğraşı haline getirmekti. Sonuç olarak demek istediğim; internet ve sosyal medya tarihte yeni bir kırılma noktası. Yeni cemaatin nasıl yaratılacağı da iyi tartılmalı… Dikkatli ol !

İnternet ve Cemaat

Mark Zuckerberg: Geçenlerde bir kitap karıştırıyordum; flaneur diye bir kavram karşıma çıktı. Modern kentlerin ilk zamanlarında ortaya çıkan karakter, ortaçağın mahremiyetinden kurtulmuş şehir sokaklarında gezinen insanlar. Kurduğumuz site, Facebook da çağımızın koşullarıyla bu kavramı yeniden yaratmak için fırsat. Artık şehirde gezinmeyi, bulunduğunuz yerde cihazlarınızla yapmanız mümkün. Üstelik anında istediğiniz şeye ulaşmak, mesajını göndermek mümkün. İstediğin kişiye ulaşman ve iletişim kurman mümkün. Hayatındaki önemli anları herkesle anında paylaşabilirsin.


Gerçek ve sanalın birlikte yaşamaya başladığı bir şehir. Gerçek şehirde yaşayanların sanalla tanışmasının ilk aşamalarında görgü kuralları farklıydı, şimdi, birlikte yaşamasına alıştıkları bu zamanda ise farklı. Gerçek kısım dijitali hiç istememişti. Gerçekte birbirleriyle konuşan insanlardan biri sanalı kontrol etse, bu ayıptı. Artık ayıp değil. Böylesine kenetlenmişlerin sonrasında ayrılması da zor olmuş. Gerçek, bir gün sanalsız kalmış. Bu mahrumiyetin sebepleri çok kolay, ama sonuçları dayanılmazmış. Kimse ulaşamamış sanaldaki gezip gördüklerine. Bir sürü vakti varmış aslında günün, sanalsız ne yapacağını bilmeyenler için. Ne yapılacağını bilememeyi, buldukları yeni yöntem izler: Zihinde canlandırma. O da sanalmış. Gözlerini kapatıyorsun. Sanalla bağlantını sağlamak senin ellerinde. Şimdi açıyorsun uygulamayı. Yeni görselleri görüyorsun. Anasayfanda aşağılara iniyorsun. Kimlerin çıkacağını tahmin edebilirsin. İmajın tamamını canlandırmak değil gereken, sendeki duygusuna odaklan. Sürüklüyorsun, hızlıca bir sonrakine. En yakınların, en haberdar oldukların çıkıyor karşına. Hayatlarındaki zaten senin bildiğin gelişmeyi paylaşmışlar. Görselin üzerine konduracağın kalbi görüyorsun ve devaam… Aah!! Sen tanıdıklarının arasındayken, bir anda karşına çıkan az ünlüler… Bu defa da Z’nin reklamını yapıyor ve seni ne kadar samimi olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Gerçekten beklemediğin bir anda mı? Şaşırtıcı bir fotoğraf paylaşmış. Şaşırtıcı mı, canlandırabiliyor musun onu? Flanörlüğün yerinde artık biraz da sörf yapmak varsa, insan sörfü gözler kapalı yapılabilir mi? Flanörün gezdikçe değişen düşünceleri, gözler kapalı sörf yaparken de yine gelişir mi? Gözler kapalı düşünülenler, yeni kapı açabilir mi?


Bıdı bıdı! Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı Bıdı Bıdı! Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı bıdı!

?

Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı bıdı bıdı!

Medium is the Massage. / Araç mesajdır. ?

Bıdı bıdı bıdı! Bıdı

Aynen!

Aynen!

Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı! Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı bıdı bıdı! Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı bıdı! Bıdı!

Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı

Bıdı bıdı! Bıdı bıdı bıdı! Bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıddı bıdı

Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı!

Bıdı bıdı bıdı!

Bıdı

Aynen aynen!

Bıdı bıdı!

Bıdı Bıdı Bıdı!

Araç, mesajsa bu iki ortamın aynı olduğu iddia edilebilir. Eğer toplumda oluşan, onu ayrıştıran ön kabulleri silersek… İnsanlarla etkileşim biçimi aynıdır; arkadaş olmazsın da daha mesafelidir, diğer aynı şeydir. Böylelikle tanıştığın/tanışmadığına ulaşılabilirlik çok kolaylaşmıştır, sınırı yoktur sen istersen sınırlarsın. Yarattığın karakter, kamusal veya özel olabilir. Yeni gönderileri görmek için yapılan parmak hareketi bile aynıdır. Dijital iki ortam temel yöntemleri itibariyle birbirinin aynısıdır. Neredeyse… Kullanımları bu kadar benzerlikleri üzerinden gelişmemiştir. Ayrışırlar yapılan paylaşımlarda. Bu 2 ortamın aynılıklarını da farklılıklarını da bilir kullanıcı. Birinde olan özellik, birkaç zaman sonra öbüründe de olmalıdır. Bir gün, 2 araç çok temel bir noktada ayrılırlar: Birisi kullanıcının paylaştığı ifadesine cevap verilebilme özelliğini kapatır, diğerinde bu özellik açık kalır. Aynı olmasına öyle alışılmıştır ki, açık kalandan bunu ilk farkeden isyana başlar: ‘’Burada yazdığıma cevapları kapatma hakkı nasıl olamaz!’’

Bıdı Bıdı!

Hemen ardından bu söylediğine de cevaplar yağar. Burada diktatörlüğe yer yoktur! Şimdilik! Peki, cevapların kapatıldığı yerde midir diktatörlük? Tam tersi, cevapların her birinin önemsiz olduğu, duyulmadığı yerde diktatörlük yok sayılır mı?

Bıdı bıdı bıdı!

?

Aynen!


İnsana yeni bir yeteneğin eklendiği zamanlarda, efsaneleri de değişti. Tek bir yerde bulunmayı normal karşılanırken, artık 2 yerde aktif olmaya başlanmış. Harika bir özellikmiş bu. Önceden tek bir işi yaparlarken, artık 2-3 işi birlikte yapabilmek zamanı genişletmekmiş. Yetmeyen 24 saatin katlanması demekmiş bu. Artık hem konuşup, bir yandan okuyup, bir yandan da yazabiliyor. Bir sonraki soru, nasıl üçe veya dörde katlanacağı olmuş. Bu keşifle ve yeni sorularla insan da değişiyor, mümkün ama mümkün değil gibi gözüken efsaneleri de değişime başlamış… Kulaktan kulağa dolaşan hikaye artık, 3 işi bir arada yapan insanlar. Hatta bunların aralarından çok azının 4 işi birden yapabildiği, bunu yapmayı da 5 işi birden yapan birinden öğrendikleri konuşulurmuş. Bunu yapmak popüler olur ve herkes böylelikle sınırlarını aşmaya çalışmaktaymış. Ama insanların gözleri tek bir yere bakabilirken, ekranları bir uygulamayı gösterebilirken, yapabileceklerini 5’e çıkarmak bir hayalmiş. Ulaşılmasına zorlanan bir efsane… Sonuçta aynı anda gözün takip edebileceği şey yalnızca 1 taneymiş. 5 işi birden yapıldığı efsanesi, zamana bakışın çözünürlüğündenmiş.


Jane Jacobs: Arsamı kesinlikle size devretmeyi düşünmüyorum, buna ikna olmaya gelmedim. Sadece sizin argümanlarınızı dinlemek için burdayım. Başlayın! TOKİ Arabulucu: Lütfen önce sizinle başlayalım… Size arsanızın değerinden oldukça yüksek bir teklifte bulunduk, bundan daha yükseğini teklif edeni bulamazsınız. Neden bize devretmiyorsunuz? JJ: Bakın burası şehrin içinde kalan bir alan değil. Sizin davranış biçimlerinizse ne burayı kırsal olarak koruyabilecek şeyler, ne de şehirden yapabilecek şeyler. TOKİ Arabulucu: Hayır yanılıyorsunuz, buraya kaç konut yapacağımızdan haberiniz yok galiba. Burası bir şehrin küçülmüş hali olacak. Gelmeden sizin kitabınızı okudum. Bir sokakta olması gereken ticari aktiviteleri sıraladığınız bölüm özellikle dikkatimi çekti. Yapacağımız proje tam da bu aslında. Orayı canlandırmak için bütün o ticari aktiviteleri koyacağız ve orayı canlı bir şehir haline getireceğiz. JJ: Büyük şehirler sadece kasabaların daha büyük halleri değildir. Banliyölerin daha kalabalık hallerine de benzemezler. Kasabalardan ve banliyölerden çok temel konularda ayrılırlar ve bu konulardan biri de şehirlerin haliyle yabancılarla dolu olmasıdır. Büyük şehirlerde yaşayan herhangi bir kişi gündelik hayatında tanıdıklarından ziyade yabancılarla karşılaşır. Sadece kamusal toplanma alanlarında yabancılara daha sık rastlanmaz, insan kapısının önünde de sık sık yabancılarla karşılaşır. Penceresinden dışarıyı izlerken de yabancıyla karşılaşır. Şehirde mahremiyet kıymetli bir şey haline gelir. Küçük yerleşim yerlerindeyse herkes özel hayatınızı bilir. Şehirde herkes bilmez, sadece sizin anlatmayı seçtiğiniz kişiler sizin hakkınızda çok şey bilir. Şehirde yaşayan pek çok kişiye değerli görünen şehir özelliklerinden biridir bu; ayrıca büyük şehir hayatının son derece tutulan ve özenle muhafaza edilen bir armağanıdır. Up from Porto Rico’nun (Porto Riko’dan Buraya) yazarı antropolog Elena Padilla, New York’un yoksul ve bakımsız bir mahallesinde Porto Rikoluların hayatını tasvir ederken insanların birbiri hakkında ne kadar şey bildiğini -kim güvenilirdir, kim değildir; kim yasaları uygulamaz, kim yasalara uymaya çalışır; kim becerikli ve bilgilidir, kim beceriksiz ve cahildir- ve bu tip şeylerin nasıl bilindiğini kamusal kaldırım hayatı ve bu hayata bağlı teşekküller üzerinden ele alıyor. Bir yandan da bir fincan kahveyle mutfakta ağırlananların ne kadar seçme olduğunu, bağların ne kadar güçlü olduğunu, kişinin özel hayatını ve şahsi meselelerini bilenlerin sayısının ne kadar sınırlı olduğunu anlatıyor. TOKİ işte tam bu ikisinin arasında. TOKİ’de insanlar hem şehirde yaşamanın avantajını yitiriyor, hem de banliyöde yaşama avantajından yoksun oluyorlar. TOKİ Arabulucu: Tamam Jane hanım, biraz daha fiyatı artıralım. Arabuluculuk hizmetimiz de bu son görüşmeyi yapıyor, kabul etmezseniz, yasal yollarla zaten el koyacağız. JJ: Siz bahsettiğiniz projeyi gerçekleştirdiğinizde, buranın çeşitliliğini, mahremiyetini veya asayişini kim sağlayacak? TOKİ Arabulucu: Birkaç kişilik ekip kurarız, onlar çalışır o konuda siz merak etmeyin!

Cemaat ve Kent

TOKİ Arabulucusu: Jane Hanım, hoşgeldiniz! Teşekkür ederim görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için.


Toplu yaşamanın 2 uç noktası vardır. İkisi birbirinin içinde de bulunabilir, zaman zaman birbirine de dönüşebilir. Bu dönüşümü her gün yaşamasının hikayesi bu yer… Uç noktaların birisi içine kapalıdır, meseleler kendi içlerinde olup biter. Bu uç noktaya dahil insanlar ortak bir kültürü paylaşır, az çok birbirine de benzerler. Kendi aralarındaki ilişkileri samimiyet ve dayanışmaya dayalıdır da dışarıya kapalıdırlar. Uç noktalardan diğeri ise, çeşitliliktir. Kim olduğun sorusu sorulmaz bile o çeşitliliğin içinde. O kadar farklı kişi vardır ki orada farklı sebeplerle… Geniş, çok geniş bir ağ içerisinde incecik iplerle bağlanılan insanlardır. Kentlerin bu uçlardan hangisine yakınsa kendisine öyle bir kimlik oluşturması, oraya sabitlemesi beklenir, bu yolla ayrıştırılır. Ama gerçekte, bunun sınırları o kadar da keskin ayrışmaz. İkisi birden olur birçok kez, ayrışamaz. P’de ise ayrışır da günün farklı zamanlarında ayrışır.

Kendi halinde bir yaşamın olduğu bir yer. Burada çeşitlilik yok. Çeşitliliğin en çoğu yanıbaşında da, çeşitliliğe bulaşmaz. İstediğinde kolayca ulaşır isteyen çeşitliliğe, istemeyen de buradaki sayılı kişi tanıdığıyla koskoca hayatını geçirebilir. Çeşitlilikten günün yalnızca tek zamanı geliş olur buraya. Buranın farklılığı, değişikliği yakındaki çeşitliliği çeker. Fakat yalnızca günün bir vakti. O vakitte, orası da çeşitlidir. Büyük yer olmuştur artık. Yalnızca o vakitte, oradaki bütün davranış biçimleri farklılaşır. Yakın olduğu çeşitliliğe benzer. Sokaklarında yabancılar dolaşır, kendi kendine olduğu zamanda kendi arasında konuşarak vakit geçiren esnaf şimdi çeşitlilikten birilerini kapmaya uğraşır. Çeşitlilik insanları gittikten sonra ise, tanıdığı birkaç kişiyle kapalı yaşantısına geri döner. Çeşitlilik olur orası, günün birkaç saatliğine. O yüzden büyük şehirden sayılır belki.


Bir arada yaşama yeridir kent. Herkes en çok da bu özelliği için burayı arzular belki de. Birlikte kullanırlar imkanlarını. Bir yerden bir yere gitme araçlarını mesela. Bir araçta yaşları farklı bir sürü insanlar görülür. Hepsinin o aracı kullanma gerekçesi farklıdır. Gençler bir yere yetişmeye çalışır, yaşlılar ise şehri gezmek için çıkmışlardır. Aylak aylak gezineceklerdir. Avare hareketlerini sergilerler de, bir kısmında da tersiymiş gibi davranışlar görülür. Araç bir yerden yola çıkar, hemen sonraki durağında yolculuğunu tamamlar. 2 yer arasında gidip gelir bütün gün boyunca. Kalkacağı yerden teker teker binilir de varış durağında inmek 5-10 dakikacık vakit alacaktır. Bu süreyi beklemeye tahammülü olmayanlar yolun yarısında, inilecek yere doğru yanaşırlar. Genellikle gençler yetişecekleri yerler için yaparlar bunu. Varış durağına gelindiğinde de gençler duraksamaksızın koşuşturmasına devam eder. Her gün geldikleri yolları bildiklerinden, koşuşturma rotası bile en kestirme olandır, önceki günlerden tecrübelerle belirlenmiştir.

Yaşlıların bir acelesi yoktur. Ama yolun yarısında inilecek noktaya yaklaşan birçok insanla birlikte hareket etme isteği duyarlar. Acelesi yoktur ama o da kalkar inilecek yere yaklaşır, ilk inecekler arasında beklemeye başlar. Ne zaman ki araç yanaşır, gençler duraksamadan bir yere koşuşturmaya devam eder, o zaman duraksayıp çevresine bakanlar, avare gezecek insanlar kendini ele verir diğerlerinin arasında. O zaman neden erkenden kalkıp araçtan inmeye kalkışmıştır? Diğerleriyle bir araya gelmek, aynıymış gibi davranmak güzeldir, şehrin karakteridir. Özellikle de bu şehrin.


‘Kent’in sağlığı yalnızca bir grubu ilgilendirir gibi, durmadan bu konuyla uğraşan bir grup varmış. Bu grubun bütün üyeleri sessiz konuşurmuş. Herkes buna alışıkmış, dolayısıyla ufak seslerle konuşmak ve ufak sesleri duymak alışkanlıklarıymış. Her hafta 2-3 defa toplanıp ‘kent’in sağlığının nasıl olduğuyla ilgili konuşurlarmış. Mümkün olsa, her gün bunu yapmak isterlermiş. Neyse ki toplandıklarında çeşitliliği savunurlarmış. Kentin sağlığının en temel gerekliliğinin çoğulluk olması gerektiğine birbirlerini her gün yeniden ikna ederlermiş. Tersini düşünen var mıymış? Ama nasıl tersi olabilirmiş?! Çeşitlilik olmalıymış.

Toplantıların birinde yine küçük seslerle konuşmaktalarmış: ‘’Şehirde çeşitlilik ne kadar değerli olduğu’’ imiş konuştukları konu. Giderek daha da derinleşmiş konu. Herkes tam konsantre, zaten ikna oldukları bu konunun en ufak fısıltılarını bile kaçırmamak için. Birden pencerelerden bir ses duyulmuş, sokaktan bağıranlar geçiyormuş. Gruptaki herkes çok şaşırmış. Bağıranlar onlar için oldukça yabancıymış. İçerideki ses, grubun şaşkınlığıyla kesilmiş. Birkaç saniye sonra, bir kişi yadırgamış dışarıdan geçenleri: ‘’Cık cık cık!’’ Birkaçı kararsız kalmış, bakışlarını devirmekle yetinmiş. Geri kalanlar ise dönüp, kınayanlara bakmış, kınayarak. Şehirde çeşitliliği öğrenmek olsa olsa bu kadarmış.


Eski Roma’da bir Censor: Yaşadığım dönemde en önemli 2 görevim vardı. İlki vatandaşların ve onların malvarlıklarının resmi biçimde kayda alınması, diğeri ise toplumun ahlak yapısını korumaktı. Cezalandırdığım kişiler, ignominia olur, toplumdaki itibarlarını kaybederler. Anlattığın zamanlarda benim yaptığım bu işleri yapanlar kimler? PV: Herkes! Bugün KÜRESELLEŞME’nin 2 tamamlayıcı görünümünü dikkate almak gerekiyor: bir yandan, haberleşmenin ve ulaşımın ZAMANSAL SIKIŞMA’sı nedeniyle mesafelerin aşırı ölçüde kısalması; diğer yandan, TELE-GÖZETİM’in giderek yaygınlaşmakta olması. Eskiden görüş mesafesi dışında olan şeyleri de görmeyi sağlayan ‘’ufuk ötesi optik’’ sayesinde yirmi dört saatte yirmi dört saat, yedi günde yedi gün ‘’tele-varolan’’ bir dünyanın yeni görüntüsüdür bu. Herkes, herkesin malvarlığının takibinde. Herkes, herkesin ahlakının koruyucusu. Birisinin toplumdaki itibarını kaybettirmek artık çok kolay. Bir yandan herkes herkesinkine şahit oluyor, diğer yandan da araçlar böyle verileri biriktirme peşinde. Eski Roma’da bir Censor: Benim görevimin ahlak yapısıyla anılmamın sebebi, bütün bunları denetliyor olmamdı. Şimdi herkes herkesi denetliyor demek… Şehirlere nasıl yansıyor bu? PV: Ağızdan kulağa ilerleyen ihbardan, aleyhte konuşma ve sahte suçlamalardan, dedikodunun verdiği toplumsal zarardan, ihbarcılara sağlanan bedava telefon hizmetinden, şüphelilerin telefonunun dinlenmesinden sonra optik ihbarcılık çağı başlamıştır artık. Gözetim kameraları yalnızca sokaklarda, caddelerde, bankalarda ve süpermarketlerde değil, evlerde, yoksul mahallelerin toplu konutlarında da yaygınlaşmakta. İnternette de canlı kameralar çoğalmakta. Earthcam servis sağlayıcısı sayesinde evde oturarak tüm dünyayı dolaşmak mümkün. Her bir aracı, sağladığı imkanlara göre bir şehir gibi düşünmek de mümkün…

İnternet ve Kent

Paul Virilio: Bugün hiç durmadan yinelenen KÜRESELLEŞME teriminin altında nelerin yattığını sormamak mümkün mü? Burada karşımıza çıkan şey, modern çağın telekomünikasyon araçlarının elektronik atmosferi içinde sıkışmış küçük bir gezegenin ‘’mekanın sonu’’nun başlamış olmasıdır. Yeni yeni önem kazanan bir dünyasal zamanın anındalığı mesafelerin gerçekliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu küresel yersizleşme yalnızca ‘’ulusal’’ değil, toplumsal kimliğin de doğasını etkilemekte, ulus devletten ziyade kentin kendisini ve ulusların jeopolitikasını sorgulama konusu yapmaktadır. Zamansal mesafeler ortadan kalktıkça mekan imgesi de genelleşmektedir: ‘’Sanki bütün gezegeni kaplayan bir patlama olmuş. En gizli köşe bile çiğ bir ışık tarafından gölgeden çekip çıkarılıyor,’’ diye yazıyordu Ernst Jünger, dünyanın gerçekliğinin aydınlanması karşısında. Dalgaların sınır-hızlarının kullanılması sayesinde live’ın, canlı yayının, ‘’doğrudan’’ın belirişi, bildiğimiz ‘’tele-vizyon’’u, uzaktan-görmeyi bir BÜYÜK GEZEGEN OPTİĞİ haline getirmektedir. Eylemlerin eşzamanlılığının giderek eylemlerin ardışıklığının yerini aldığı bir DÜNYASAL ZAMAN…


Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, kişilerin de kurumların da yaşamını yayınlamasını zorunlu hale getirmiş. Hem görünen hem görünmeyen her şey paylaşım malzemesi haline gelmiş. Küçük işletmelerin kendini duyurması için bulundukları şehirlerin büyük olması şartı kalkmış. Şehirde olmaktansa insanlara paylaşacak bir hikaye verebilmek, büyümek için tek gereklilik haline gelmiş. Önceden hijyen için takılan, çokça görmekten artık görünmez olan eldivenlerden ve eldiven taktıran bu yerlerden kimse bahsetmezken, artık herkes bu eldivenleri desenleri için paylaşmaktaymış. Sıradan görünen fırınlardan çıkan ekmekler, üzerlerine kürdanla iliştirilmiş minik bir bayrakla çıkarmış. Giyilen t-shirtlerdeki baskılar hikayesiyle gelmeli, satılan bardaklar mutluluk verebilme gibi bir sorumluluk üstlenmeliymiş. Kiralanabilen yerler fotoğraf çekmelik bir duvar ayırır, acayipleştirirmiş. Sadece baharat dökme biçiminin fotografik olması sayesinde büyüyebilen işletmeler varmış.

Küçük işletmelerin kendini sürdürmesi için büyük şehrin bir köşebaşında dükkana girecek müşterisini beklemesine artık gerek kalmamış. Artık bu işletmeler, iyi hikayeler satmanın yollarını oldukları yerden arayabilirlermiş. Artık dükkana gelecek mahalleliye, canlı bir köşebaşına ihtiyaçları yokmuş. Dükkanları nerede olursa olsun, bütün dünyadan müşteriyi dükkana getirtebilme güçleri varmış. İşletmeler, bütün dünyadan gelecek müşterilerini beklerken, bütün insanlar yayıncı kimlikleriyle hikayeleri deneyimlemenin peşindelermiş. Bir grup insan çok sevmiş bu hikayeleri, diğer bir grup ise hikayelerden yorgun, hikayelere tepkili.


Gece ile gündüzü Güneş’in aydınlatmasıyla ayrılan dünyadan, hiç ışığını yok etmeyen dünyaların birinden bu hikaye… Güneş’in ışığı bir dizi hareketi getirir, bütün bu çabalama birbirinin hareketine dahası için neden yaratır. Karanlığın olmasının ise kentten götürdükleri ve kente getirdikleri vardır. Fakat genellikle kötü şeylerin metaforuydu; mesela cahilliğin. Gündüz sokaklardaki yoğun hareketlerinin yok olması demekti gece. En belirgin özelliği buydu gecenin. Uyuklama haliydi. Bunun böyle olmadığı bir şehir nasıl olurdu ki… X kenti, hayatını güneşin ışığına göre değil, hiç bitmek bilmeyen bir ışığa göre kurgulamıştı. Gündüz veya gece olmasının kontrol edilemeyen bir şeylerde olması durumu ortadan kalkmıştı. Yapay olan ışığı günün her zamanında var etmek mümkündü. İnanılmaz bir imkandı bu. Karanlık da yok edilmiş gibiydi, metaforunun hatırlattığı şeyler de…

Bu kentte gece mi gündüz mü olduğu baş parmak hareketiyle anlaşılırdı. Bu hareketin sonucunda çokça hareketle karşılaşıyorsa gündüzdü, olan bitene yetişmek zorunda hissedilirdi. Eğer parmak hareketinden sonraki akış, yavaşlamışsa artık gece olmuş demekti. Eskisine göre oldukça azalmıştı gece. Nadiren gece olmaktaydı bu kentte. Geceye ihtiyaç niye olsundu ki… Hareket gündüzdeydi. Karanlığın çağrıştırdığı metaforlar da yok olsun diyeydi bunlar. Yok olmuş muydu, gece gibi?


Ora Yerlerin karakterleri, oranın kültürüyle birlikte oluşur ve algılara yerleşir. Görenlerin, içinde yaşayanların algılarına genellikle. O evlerin cephesinin rengi aslında iklimle ilgilidir. Aktarımı zor iken oranın olarak kalır. Ne zaman ki görselleri yaygınlaşmaya başlar, o kültür herkesçe bilinir olur. Herkes gitmek ister veya gitmiştir veya imgesini zihnine kaydetmiştir. Oraya ait olan şeylerin hatırlattıkları da güzeldir, bu yüzden yayılması çok ama çok iyi bir fikirdir.

Beyaz ve mavi renklerini kullanarak dekorasyonunu hemen her yerde konumlanabilecek bir dükkan kullanır, sonrasında dükkanlar hemen her yerde konumlanır… İsmi Oranın Muhallebicisi’dir. Taş duvar dekorlarını da ekler, oranın çiçeklerini de. İzleyicinin görsel sınırlarından yararlanma peşindedir. Gerçekten oranın olduğuna müşterisini ikna etmeye çalışır. Bir diğer yandan da öyle bir çoğalmıştır ki, oranın muhallebicisi artık her yerde olabilir birçok oranın muhallebicisidir. İlginç olan, buranın orası olduğunu nasıl da herkes bilmektedir?

Ora


Kent, gerçekte kendisini oluşturan insanlardan ve bu insanların dolaşıp durduğu sokaklardan meydana gelir. Sokaklarda yoğunlaşılır, seyrekleşilir. Bunu sağlayan da büyük ölçüde ihtiyaçlarını giderdikleri dükkanlardır. Vitrinler de insanların bizim dükkandaki ürünlerimiz bunlar demek için vardır. Dijital bir dünyanın da hayatlara girmesiyle bütün bu altyapı dijital dünya için de kopyalar. Apayrı görünürler ilk oluştuklarında. Zihinlerde hep ayrılırlar. Ama yapılan eylemler hem dijitalde hem fizikide aynısı olduğu için melezleşme başlar. Sanal kısım, fizikiden bir şey öğrenir, sonra fiziki sanaldan. Fiziki dünya vitrininde kendini sergiler, insanları içeri çekmeye uğraşır. Sanalda da böyle bir dil gelişmiştir. Birkaç boyut eksilmiştir, bir fotoğraf olmuştur vitrin. Altında yazar: ‘’Şimdi Alışveriş Yap!’’ Butona tıkladığınızda yönlendirilirsiniz. İnsanaları alışverişe çekmenin dijitalde pek de başka yolu yoktur. Mesajı direkt söylemelidir. Fiziki dünyada ise dolaylıdır oysa bu yol. Kapısını açık bırakır, vitrininde sattıklarını sergiler. Melezlendiğinde iki taraf da birbirine bir şeyler öğretir. Günün birinde bir dükkan vitrinine koskocaman : ‘’Şimdi Alışveriş Yap!’’ yazısı koyar. Öyle ki, gören oradan ne satın alabileceğini bile göremez.


21.00 m

Face-höyük Birbirinden haberdar olmanın birçok çeşidinin mümkün olduğu bir yer burası. İstersen bir kartpostal gönderebilirsin, istersen de dürtmek mümkün. Ötekinden gelecek veriye de verilebilecek tepkilerin tek tip. Tepkin sadece olumlu olabilir; olumsuz olursa ya sessiz kalman ya da çok yüksek sesle bağırman gerekir. Birbirine bitişik yaşam alanlarından oluşmakta bu yer. Sokakları yok, ama bağlantı kurmak daha kolay. Bağlantı kurabileceğine gidebileceğin apayrı bir düzlem var. O düzlemde bulunduğunda ise, bütün bağlantılar gözlenebilir hale geliyor. Bu yüzden günlük hayatın çoğunluğu bu düzlemde geçmekte imiş.

Her yeni gelecek kişiye de yer varmış. Evini inşa edebileceğin sınırlar herkesinkiyle eşit olarak belirlenmiş. Her yeni kişiyle evin tanımı değişmeye hazır olurmuş da, pek de değişemezmiş. Sadece olumlu tepki mümkünken, olumsuz olanın ne olduğunu farketmek de çok zormuş. Her kişinin yakın olduklarına göre şehir kendini değiştirirmiş. Herkesin kafasındaki şehir imgesi biricikmiş, bu yüzden. Herkese herşeye de yer varmış. Her gelenle genişlemiş, yüksekliğini artırmış Face-höyük. Yığılma 21 metreye ulaşmış.


Eski Belediye Başkanı: Biz bu şehre çok hizmet verdik. Birçok atıl kalmış yerleri dönüştürdük. Şimdi o yerlerde çok iyi durumda siteler var. Artık sokağımda ne oldu korkusu yaşamıyor vatandaş. Yaşam alanına güvenliğiyle giriyor. Hem böyle yerlerde sadece insanların evleri yok, bu insanların ortak kullandığı ama herkesi içine almayan bir alan var. Artık insanlar zamanlarını böyle yerlerde geçirmeyi seviyor. SS: Evet, bir müşterek oluşturmak insanın sevdikleri. Ama bunlar yalıtık müşterekler. Problemli kısım, müşterek mekanı nesne gibi görmeniz ve her yere neredeyse aynı duvarlarla çevrili devasa yerler yaratmanız. Siz müşterek alanı tanımlayamazsınız. Burada yaptığınız 2 hata var: İlki, insanları böyle yerlerde belirli tanımlara, belirli kalıplara hapsetmeniz. İkincisi, bu mekanların yeniden üretimine son derece kapalı olması. Ama siz bunu böyle algılamıyorsunuz da, kamusal alan kullanıcısını tek tipleştiriyorsunuz. Örtük veya açık biçimde kontrol edebilmek için. Olması gereken, bu müşterek alanların genişleyebilmesi. EBB: Siz isteseniz de istemeseniz de adaletsizlikler hep artmakta. Benim görev alanımın içinde şehirde de veya mekanı hiçe sayan başka mecralarda da. Ben bu duruma ne yapabilirim ki? SS: Bu konuya teslim de olabilirsiniz, bu zayıf bir taraf olur. Veya kararınızı uzun, yorucu bir yöntemden yana kullanıp, insanların bahsettiğiniz adaletsizliklerinden kaçıp sığınacağı bir yer haline de getirebilirsiniz şehri. Zaten siz isteseniz de istemeseniz de birlikte iş görme pratikleri şehrin her yerinde, her gün olmakta. Bu yarattığınız hiyerarşiler bir yandan oluşmuş gibi yaparken, diğer yandan da dağılmakta. Müşterekleşme, zaten biraz da bu demek. Oluşabilen, dağılabilen ve geçirebilen bir yapı. Hiçbir müşterek sonsuza kadar varolamaz ki… EBB: Aaa! Gezi olayları biz bir şey yapmasak da bitecek miydi yani??

Kent ve Hiyerarşi

Stavros Stavrides: Artık görevde değilsiniz. görevde olduğunuzda veya şimdiki yönetimle, neden bu şehirlilere kamusal veya özel alanı dışında bir alan yaratılmıyor?



Kentte bir rota, parkların, karşılaşma alanlarının cömertliğine alıştırır insanı. Bu rotada yapılar çekilir, yer açar parkları oluşturmak için. Yaratılan boşluklar, kentte kalmış son parklar gibi bütün kentte yaşayanları çeker, yalnızca kendi çevresinde yaşayanları değil. Bu sayede garanti eder, birkaç yıl daha yaşamayı. Bu parkların cazibesinin bölgeden olduğu düşünülür hep. Kente yeni bir park yapılacaksa, bu bölgede olması ilk karardır bu yüzden. Parkları tüm şehirden gelen insanlarla öyle çeşitlilik barındırır hale gelir ki, sokakları bile özel alanlar sayılabilir parklara göre. Sokakların kullanıcısı sadece orada oturanlar olduğu içindir, parklar günün her saati bütün kentten insanları bulundurur. Bu rotada gezenler, her ziyarette yeni bir park görmeye başlarlar. Yeni parklar mı inşa edilir, onlar mı artık dahasını görmeye başlar, kimse tam olarak bilemez. Bu yeni parka yaklaşırlar, yaklaştıkça da davetkar görünür park. Kalın duvarlarla ayırmamıştır kendini, tam da apartmanlar çekilmiş de oluşmuş gibidir. İyice yaklaşınca görülür ki: Kapısı kilitlidir! Kilit kimdedir? Parkı sahiplenenler, canı parkta oturmak istediğinde gelir buraya, kapısını açar, içeride vakit geçirir tek başına. Hiçbir karşılaşma yaşayamaz. Dolaşamaz da, her gün gördüğü yeri bir kez daha görmek çekici değildir. Tek başına oturduğu yerden sokaktan geçenleri görür yalnızca. Parkta oturmuş sayılmış mıdır? Başkasıyla karşılaşılmayan park, park mıdır?


Her kent zamanla dönüşür ama C kenti, her dönüşümünü varolan adaletsizliklerini yeniden yaratır. Eşikleri her gün artar, C’nin. Eşikleri çoğaldıkça adaletsizlikleri de çoğalır. Çoğalan adaletsizlikler de kendine yeni yeni meslekler yaratır. Bu meslekler de adaletsizliği daha da artırmak üzerine mekanizmalarla çalışırlar. Bu mesleklerden biri, sahip olduklarını nasıl estetik sunarım derdindedir. Sahip oldukları da her gün artar, izleyende her gün daha çok sahip olma duygusu uyandırır. İlerleyen zamanlarda da izleyeniyle arasında bekleyecek birine ihtiyaç duyar. Bu da yepyeni bir diğer mesleği doğurur. Bu meslekler çok hızla çoğalır ama bir türlü de doyuma ulaşmaz şehir. Her geçen gün, fotoğraflarda estetikliği artırmak üzere hizmet edecek yeni atmosferler

oluşur ve kısa sürede yok olur. Bu atmosferlerin de bir yerinde gizlenmiş ikincil mesleğin ilanları asılı durur. Hem bu işte çalışacak aranmaktadır, hem de eğitimi verilmektedir. Şehrin bu atmosferlere de, buralardan kurulacak iletişimle yetişecek insanlara da ne çok ihtiyacı vardır… Birgün, sahip olduklarını sergileyenin elindekileri almak istemiş izleyenler. Fotoğrafının arkaplanından yeri tespit edilip, gidip çalmışlar. Eşiği nasıl aşmışlar? Eşikte bekleyenlere verilen eğitimde bunun cevabı yok muymuş? İzleyenlerin tamamı o gün, sahip olduklarını değil, bu çalma hikayesini izlemiş. İzleyenler, izlerken buradan ortak bir mesaj çıkarmış: Eşiklerde duracak daha çok kişiye ihtiyaç var!


Fizikselde dünyada gerçekleşen her şey, artık sanala geçmiştir. Diyaloglar artık sanalda, birbirinden haberdar olmak sanalda… Parayla uğraşmak sanalda, yapılan konferanslar sanalda… Üretmek bile artık sanalda bir takım aktiviteleri ifade eder olmuş, komşu olmakla kastedilen şey bile, sanalda birbiriyle daha çok ortaklık kurmakla ilişkilendirilir, derecesi de algoritmalarca ölçülür olmuştur. Öznenin bulunduğu yer ile varoluşu yok edilmiştir, ama oluşan ihtiyaçla ilişkileri yer ile tanımlamaya ihtiyaç duyuluyor, dolayısıyla yeniden başlanıyordur. Şehrin sokaklarına yerleştirilmiş cihazlarda kullanım, günlük hayatın içine yedirilmiş bir zorunluluktur. Yüzlerce insana bir cihaz düşer ve insanlar teker teker kullanır bu cihazı. Cihazı kullanmak önemli değildir de, kullanmak için sıraya girilmesi ve o sırada vakit geçirilmesi önemlidir. Vakit geçirirken komşularla karşılaşılır. Yüzyüze konuşma fırsatı doğar. Ayaküstü bir sohbetle birbirinden haberdar olunur veya diğer söylemle diğeri sevimli bir yolla gözetlenir. Buradaki haberleşmelerde öğrenilenler üzerinden, toplumsal farklılıklar yeniden inşa edilir, sanki duvarlar yıkılıp başka bir yere başka bir sebeple yeniden yapılır. Birkaç gün sonra, yeni insanlarla karşılaşmayla yeniden farklı şekilde inşa edilir… Sonra tekrar…


V kenti, insanların ve insan olmayanların apayrı ağları kullandıkları bir kent. Bu farklı ağların uzunlukları, hareket biçimleri ve dolayısıyla hızları da farklıdır. Birbirlerini yok saymaya çalışırlar da bir yer gelir kesişmek zorunda kalırlar. Kesişme noktalarında biri durur ve diğerine yol verir. Anlaşmazlık çıkma ihtimaline karşı kural belirlenmiştir, yerlerdeki çizgilerle geçiş hakkı verilirmiş. Bu kural pek bilinmez, pek uygulanmazmış. Kesişimlerden birinde, insana geçiş hakkı verilen yer hiç kullanılmazmış. İşaret oradaymış da kesişim tam orası değilmiş belli ki…

İnsanlar bu konuya karşı birleşerek sorunu çözmüşler. Öncesinde toplanırlarmış, amaçlarına uygun yerde, kuralı bileni bilmeyeni beklemeden geçiş üstünlüğü elde ederlermiş.


Şeh ird ek

is

üre

, luşum ir o nb içi ak rm

kliliğ i da ha çab uk laş tı

yalnızca şehrin noktalarını birleştirme işlevini ani biçimde yapar. Çevre nasıl değişiyor, pek de anlaşılmaz. Yüzeydeki sürekliliği birden bölüp, hareketi hızlandırır. Şehir de değil, şehrin dışında bir şey de… Ama tamamıyla şehirden bir imgenin eşiklerinden birinde bir garip hiyerarşi oluşup, dağılır. Birileri tam eşiklerde durmak üzerine görevlendirilmiştir. En yetkililerden biri yetkilerinin küçük bir kısmını vermiştir, yada vermemiş, vermiş gibi yapmıştır. Eşiklerde bir biçimde görevlendirilmiş bu yetkililer gün boyunca bekler. Giyimine, haline, tavrına bakar ve seçtikleri birilerini durdurur. Bu bazen kendisine benzeyen olur, bazen benzemeyen. Sorar: ‘’ Taşıdıklarınızı görebilir miyim?’’. Eşikten sonrası için tehlikeli olup olmadığına karar vermek de ona kalmıştır. Yetkisi budur.

Ötekinin çantasını ve içini gördüğünde

Kendisine benzeyeni de taşıdıklarından anlar, benzemeyeni de bu yolla öğrenir. Benzemeyende tahammül edemeyeceği bir şey olursa, kendisine bırakılmış bir karar vardır. Şiddet de uygulayabilir, sesini çıkarmadan geç de diyebilir. Kendisinin kim olduğunu bütün herkesin taşıdıklarını görerek inşa eder biraz da… Taşıdıklarınızı görebilir miyim? diye seslenir, kendisinden yaşça küçüğe dediğini yaptırabilmenin eminliğiyle, bulunduğu durumunun hiyerarşisinin gücüyle… (Yaşça küçüğe yetkisi daha fazladır.) Cıcııırt! Çanta açılır. Biraz karıştırılır. Bunlar ne böyle? Kask abi. Boks antremanına gidiyorum da. Ooo kardeşim! Sen ne duruyorsun o zaman. Geç geç!

hiyerarşi yok olmuştu.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.