İklim Değişikliği Risk Yönetimi

Page 1

TÜRKİYE’DE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ RİSK YÖNETİMİ



TÜRKİYE’NİN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİ’NE İLİŞKİN İKİNCİ ULUSAL BİLDİRİMİ HAZIRLIK FAALİYETLERİNİN DESTEKLENMESİ PROJESİ

TÜRKİYE’DE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ RİSK YÖNETİMİ

Hazırlayan: Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu 2012


© Her hakkı saklıdır. T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Aralık 2012, Ankara.

Kaynak belirtilmesi kaydıyla alıntılara izin verilir.

Kaynakça Bilgisi: Kadıoğlu, M. 2012. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi. Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, 172 sf.

ISBN: 978-605-5294-12-0

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, İklim Değişikliği Dairesi Başkanlığı Ehlibeyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. 1271. Sok. No: 13 06520 Balgat - Ankara Tel: +90 (312) 586 3000 • Faks: +90 (312) 474 0318 http://www.iklim.gov.tr • e-posta: iklim@csb.gov.tr

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Birlik Mah. 415. Cad. No: 11 06610 Çankaya - Ankara Tel: +90 (312) 454 1100 • Faks: +90 (312) 496 1463 http://www.undp.org.tr

Yazar: Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu Yayına Hazırlayan: Öznur Oğuz Kuntasal, Yıldıray Lise Grafik Tasarım: SAYAN Peyzaj Mim. Ltd. Şti. Fotoğraflar: Alper Acar, Deniz Tapan, FAO arşivi, Koray Abacı, Yıldıray Lise

Bu yayın, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın koordinasyonunda yürütülen, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın uygulayıcısı olduğu ve Küresel Çevre Fonu (GEF) tarafından desteklenen “Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin İkinci Ulusal Bildirimi Hazırlık Faaliyetlerinin Desteklenmesi Projesi” kapsamında hazırlanmıştır.

Bu belge, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, GEF ve Birleşmiş Milletler resmi belgesi olarak düşünülmemelidir.


Önsöz

İ

çinde bulunduğumuz yüzyıl birçok teknolojik imkânı insanlığın hizmetine sunarken, bir yandan da insanlığın ortak değeri olan çevreden geri getirilmesi zor, hatta imkânsız olan değerleri de alıp götürmektedir.

Çevre sorunlarının toplum yaşamını olumsuz yönde etkilemeye başlaması, yönetimin her düzeyde sorunları çözecek yeni strateji ve politikalar geliştirmesine, bu politikaları çevreyle uyumlu hale getirmesine ve uygulamasına ihtiyaç oluşturmuştur. Çevreyi korumak ve kirlilik ile mücadele kapsamında ortaya konulan politika ve stratejiler, mevcut ekonomik sistem ile uyumlu, sürdürülebilir kalkınma ve ekonomik büyümeyi destekleyen, yatırımları teşvik eden ve istihdamı arttıran bir doğrultuda olmak zorundadır. Doğa sınırsız bir kaynak olmadığı gibi kendini yenileme kabiliyeti de sınırlıdır. İnsan faaliyetleri sonucunda bozulan ekolojik dengenin yeniden düzelmesi zor hatta bazen imkânsızdır. İklim değişikliği günümüzde insanlığın karşılaştığı en büyük ve karmaşık problemlerden bir tanesidir. İklim değişikliği çevresel bir mesele olmasının yanında aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmayı yakından etkileyen bir husustur. İklim değişikliği ile mücadelede; politika belirleyicilerin karşı karşıya bulunduğu güçlük, iklim değişikliğinin etkilerini anlamak, en uygun düzeyde uyum sağlanmasına yönelik stratejileri belirlemek ve bunları akılcı politikalara dönüştürerek uygulamaktır. İklim değişikliğinin insan yaşamına ve doğaya olan olumsuz etkileri ile mücadele etmek amacıyla birçok ülkenin bir araya gelerek imzaladığı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, sorunun ciddiyetinin yanı sıra tüm Tarafların sorunla baş etme yönündeki kararlılığının da göstergesidir. Küresel sıcaklık artışı ile birlikte yaşanan geniş ölçekteki değişim, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye gibi iklim değişikliğine hassas ülkeler için de tedbir alınması gerekli bir mevzudur. İklim değişiminin etkilerine karşı uyum sağlayabilme kapasitesinin arttırılması ve bu konuda gerekli planların biran önce hazırlanarak uygulamaya konulması Bakanlığımızın önemle üzerinde durduğu bir husustur. Bu kapsamda, Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına yönelik küresel çabalara kendi özel şartları ve imkânları çerçevesinde katkıda bulunmak amacıyla Ulusal İklim Değişikliği Stratejisini hazırlamıştır. Söz konusu belge, Türkiye’nin ulusal azaltım, uyum, teknoloji, finansman ve kapasite oluşturma politikalarını ortaya koymaktadır. Türkiye, yüksek yaşam kalitesiyle refahı tüm vatandaşlarına düşük karbon yoğunluğu ile sunabilen bir ülke olmak için enerji verimliliğini yaygınlaştırmayı; temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını arttırmayı ve iklim değişikliği politikalarını kalkınma politikalarıyla entegre etmeyi hedeflemektedir. Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) bu temel yaklaşım ışığında, Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesi’nin uygulamasına yönelik olarak hazırlanmıştır. Türkiye küresel iklim değişikliğinin potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’de iklim değişikliğine bağlı olarak artması öngörülen doğal afetler: aşırı hava olayları, orman yangınları, fırtınalar, seller, dolu, sıcak hava dalgaları, heyelan ve çığ olarak sıralanmaktadır. Ülkemizde de iklim değişikliğine bağlı olarak sellerin neden olduğu ekonomik kayıplar depremlerin neden olduğu ekonomik kayıplara eşit hale gelmiştir. Sadece fırtınalarla birlikte görülen yıldırımların neden olduğu can kayıplarının son yıllarda büyük bir artış göstererek 400’e ulaştığı verilerle tespit edilmiştir. Buna paralel olarak 2000’li yıllarda meydana gelen meteorolojik afetlerin sayısında 1960’lı yıllara göre 3 kat, sigorta kayıpları açısından 15 kat ve ekonomik kayıplar açısından 9 kat artış olduğu belirlenmiştir. İklim değişikliği bir sürdürülebilir kalkınma sorunudur. İklim değişikliğinin etkileri konusunda planlama yapılması ve bunlardan kaynaklanan risklerin yönetilmesi, ülkelerin sürdürülebilir ekonomik büyümesine destek sağlanması anlamına gelir. Ülkemizde, iklim değişikliğine uyumun ulusal, bölgesel ve yerel politikalara, sürdürülebilirlik yolunda ve kalkınma hedeflerimiz çerçevesinde entegre edilmesi hedeflenmektedir. Çevre duyarlılığının daha disipliner bir yaklaşımla sürdürebilmesi için bilgi kaynaklarına ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir. Bu nedenle, hazırlanan bu rapor böyle bir ihtiyacı karşılamak için önemli bir rehberdir. Ülkemizi gelecekte daha iyi noktalara taşımak, insanlığın ortak değeri olan çevrenin korunması, elbirliğiyle göstereceğimiz daha büyük gayret ve hassasiyetle mümkün olacaktır. Bu bağlamda, söz konusu bu rapor kapsamında gerçekleştirilen başarılı çalışmalar için ilgili tüm paydaşlarımıza teşekkür ediyor, yaşanılabilir bir çevrede mutlu insanların yaşadığı Türkiye ve Dünya temenni ediyorum. Mehmet BAŞ Çevre Yönetimi Genel Müdürü

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

i


Teşekkür Raporda kullanılan veri ve bilgiye ulaşım konusunda destek sağlayan Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü; Tarım, Hayvan ve Köy İşleri Bakanlığı; Hazine Müsteşarlığı; Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, GAPSEL ile İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü çalışanlarına teşekkürlerimizi sunarız. Ayrıca yayının hazırlanmasında destek ve katkı sağlayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı personeli ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı çalışanlarına da teşekkür ederiz.

ii

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Kısaltmalar AB

Avrupa Birliği

ABD

Amerika Birleşik Devletleri

AÇA

Avrupa Çevre Ajansı

AFAD Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFEM

Avrupa Doğal Afetler Eğitim Merkezi

AİGM

Afet İşleri Genel Müdürlüğü

AR3

Üçüncü Değerlendirme Raporu

AR4

Dördüncü Değerlendirme Raporu

ARA

Afet Riskinin Azaltılması

BDT

Bağımsız Devletler Topluluğu

BM Birleşmiş Milletler BMMYK

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

GSMH

Gayri Safi Milli Hâsıla

GSYH

Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla

GTHB

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı

HES

Hidro-Elektrik Santralı

INPE

Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü

IPCC

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli

ISDR

Afetleri Azalma Uluslararası Stratejisi

İEUTK

İzleme Erken Uyarı ve Tahmin Komitesi

İTÜ

İstanbul Teknik Üniversitesi

JMA

Japon Meteoroloji Ajansı

KIZILAY

Türk Kızılay Derneği

KTÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi MA Mutabakat Anlaşması

CAIC

Colorado Çığ Araştırma Merkezi

MDG

Milenyum Kalkınma Hedefleri

CRED

Afet Kaynaklı Salgın Hastalıklar Araştırma Merkezi

MDG-F

Milenyum Kalkınma Hedefleri Fonu

ÇAGEM

Afet İşleri Genel Müdürlüğü-Çığ Araştırma Geliştirme, Etüd ve Önlem Şb.Md

ÇEM

Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü

ÇŞB

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

DG

Derece Gün

DPPI

Afet Hazırlık ve Önleme İnisiyatifi

DPT

Devlet Planlama Teşkilatı

DSİ

MDG-F 1680 Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi MEB

Milli Eğitim Bakanlığı

MEER

Marmara Depremi Acil Yeniden Yapılandırma Projesi

MERP

Marmara Depremi Rehabilitasyon Programı

MGM

Meteoroloji Genel Müdürlüğü

NAO

Kuzey Atlantik Salınımı (North Atlantic Oscillation)

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü

NAOI

Kuzey Atlantik Salınımı Endeksi

DMİ

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü

NASA

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi

EM-DAT

Acil Durum Veritabanı (Emergency Event Database)

NOAA

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi

OECD

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı

OFDA

ABD Yabancı Afet Yardımları Ofisi

OGM

Orman Genel Müdürlüğü

OİP

OGM Orman İdaresi ve Planlama Dairesi

OYM

OGM Orman Yangınlarıyla Mücadele Dairesi

RDK

Risk Değerlendirme Komitesi

SG

Sera Gazı

FAO Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FRA

Orman Kaynakları Değerlendirme Raporu

GAP

Güneydoğu Anadolu Projesi

GAPSEL

Bölgesinde Sele Maruz Kalan Alanlarda Sel Riskinin Azaltılması Projesi

GDA

Güneydoğu Avrupa

GEO

Küresel Yer Gözlem Grubu

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

iii


TÜMAS

MGM Türkiye Meteorolojik Arşiv Sistemi

TÜSİAD

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği

UDSEP

Ulusal Deprem Stratejisi

UNCDD

BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi

UNDAF

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu

Birleşmiş Milletler Kalkınma Yardım Çerçeve Programı

UNDP

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

GTHB

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı

UNEP Birleşmiş Milletler Çevre Programı

TABIS

Türkiye Afet Bilgi Sistemi

UNFCCC

TAGEM

Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü

TAR

Üçüncü Değerlendirme Raporu

UNHCR Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

TARSİM

Tarım Sigortaları Havuz İşletmeleri A.Ş.

UNIDO Birleşmiş Milletler Sınaî Kalkınma Teşkilatı

TEİAŞ

Türkiye Elektrik İletim A.Ş.

UNISDR

TMMOB

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği

BM Uluslararası Afet Zararlarını Azaltma Stratejisi

TOBB

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

UNWTO

BM Dünya Turizm Organizasyonu

TRGM

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü

USGS

Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezi

TUAA

AFAD Türkiye Ulusal Afet Arşivi

WB

Dünya Bankası

TÜBİTAK

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu

WHO

Dünya Sağlık Örgütü

WMO

Dünya Meteoroloji Örgütü

TÜGEM

Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü

SREX

IPCC Özel İhtisas Raporu: İklim Değişikliğine Uyumu Artırmak Amacı ile

Aşırı Olaylar ile Afet Riskinin Yönetimi

STK

Sivil Toplum Kuruluşu

SYDGM

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü

SYDTF

iv

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Birleşmiş Milletler İklim Değişimi Çerçeve Sözleşmesi


İçindekiler Önsöz

i

Teşekkürler

ii

Kısaltmalar

iii

İçindekiler

v

Şekillerin Listesi

vi

Tabloların Listesi

x

Kutuların Listesi

x

Yönetici Özeti

xi

Executive Summary

xiii 1

1. GİRİŞ

2.

1.1. Amaç ve Kapsam

1

1.2. Genel Tanımlar

3

PROBLEM

7

2.1. Dünyadaki Durum

7

2.1.1. Gözlenen Değişimler ve Etkileri

7

2.1.2. Beklenen Değişimler ve Etkileri

11

2.2. Türkiye’deki Durum

14

2.2.1. Gözlenen Değişimler ve Etkileri

14

2.2.2. Beklenen Değişimler ve Etkileri

17

3. UYUM VE RİSK YÖNETİMİ

20

4. AFET TÜRÜNE GÖRE DEĞERLENDİRME

25

4.1. Sıcak Hava Dalgası

25

4.2. Don ve Buzlanma

35

4.3. Orman Yangınları

41

4.4. Kuraklık

51

4.5. Seller

68

4.6. Rüzgar Fırtınaları

86

4.7. Oraj ve Yıldırım

97

4.8. Dolu

103

4.9. Kar Fırtınaları ve Çığlar

111

4.10. Kütle Hareketleri

119

5. SONUÇ VE ÖNERİLER

128

6. KAYNAKÇA

132

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

v


Şekillerin Listesi Şekil 1.1. Küresel iklim değişikliği, afetler ile birlikte iklim değişikliğine uyum ve afet risklerini azaltma/önleme çalışmaları arasındaki ilişkilerin şematik gösterimi

6

Şekil 2.1. 1980-2010 yılları arasında dünyada görülen doğal afetlerin türleri ve oluşum sayılarının zamansal değişimleri

9

Şekil 2.2. 1980-2007 yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin oluşum sayılarına göre yüzde dağılımları

9

Şekil 2.3. 1980-2007 yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin neden olduğu can kayıplarının dağılım oranları

10

Şekil 2.4. 1980-2007 yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin neden olduğu ekonomik kayıpların dağılım oranları

10

Şekil 2.5. 1956-2005 yılları arasında dünyada görülen jeolojik ve hidro-meteorolojik afetlerin neden olduğu can kayıplarının değişimi ve karşılaştırması

11

Şekil 2.6. 1956-2005 yılları arasında dünyada görülen jeolojik ve hidro-meteorolojik afetlerin neden olduğu ekonomik kayıpların değişimi ve karşılaştırması

11

Şekil 2.7. Normal sıcaklık dağılımında ortalama hava sıcaklığındaki değişimi ekstrem değerleri nasıl değiştireceğinin şematik gösterimi

12

Şekil 2.8. Türkiye’nin enlemlere göre konumu ve atmosferin genel dolaşımı için de yaz ve kış aylarında Türkiye’yi etkileyen belli başlı faktörlerin basitleştirilmiş şematik gösterimi

12

Şekil 2.9. Yüksek basınç merkezlerinin blokajı ile birlikte soğuk ve sıcak Avrupa kışlarında fırtına yörüngeleri

13

Şekil 2.10. Türkiye’de hidro-meteorolojik afetlerin oluşum yüzdeleri (1940-2010)

14

Şekil 2.11. 1940-2010 yılları arasında Türkiye’de oluşan meteorolojik afetlerin oluşum sayılarının on yıllık dönemlerde değişimleri

14

Şekil 2.12. 1950-2010 yılları arasında Türkiye’de oluşan hidro-meteorolojik afetlerin yıllık toplam sayılarının zamanla değişimi

15

Şekil 2.13. Türkiye’de hidro-meteorolojik afet oluşumlarının aylara göre dağılımı

15

Şekil 2.14. Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre ülkemizde görülen meteorolojik karakterli doğal afet oluşum sayılarının mekânsal dağılımı

16

Şekil 2.15. Hidro-meteorolojik tehlikelere ait 1958-2000 yıllarında görülen olay sayılarının Türkiye genelinde illere göre dağılımları

16

Şekil 2.16. 1950-2007 yılları arasında Türkiye’de kullanılmaz hale gelmiş ya da gelmesi muhtemel hanelerin nakiline neden olan afetlerin yüzdesi

17

Şekil 2.17. 21. yüzyılın sonuna doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesindeki ülkelerin beklenen aşırı iklim olaylarına maruz kalma sıraları

18

Şekil 2. 18. Sıcak hava gün sayılarındaki yıllık değişimlere (1961-1990 dönemle kıyasla) dair projeksiyonlar ve şiddetli yağmur gün sayıları için yapılan projeksiyonlar

19

Şekil 3.1. IPCC SREX’in temel yaklaşımın şematik gösterimi

22

Şekil 3.2. Küresel iklim değişiminde afet risklerini yönetebilmek için iklim değişikliğine uyum ve afet risk yönetimi yaklaşımlarının şematik gösterimi

23

Şekil 3.3. Genel anlamda iklim değişikliği risklerinin sonuç (risk - afet), olay (tehlike) ve sosyal faktörler (maruziyet ve savunmasızlık, yani zarar görebilirlik) şeklindeki temel bileşenleri.

24

Şekil 4.1.1. Ortalama yıllık sıcaklığın yüksek sıcaklıklara doğru kayması durumunda, aşırı günlük sıcaklıklar ile ölümler arasındaki ilişkinin 2050 yılına doğru nasıl değişeceğinin şematik bir gösterimi

26

Şekil 4.1.2. TEİAŞ verilerine göre bazı illerin 2010 yılı mevsimsel elektrik tüketim miktarları

27

Şekil 4.1.3. Kentsel Isı Adası olarak bu durumun şematik bir gösterimi

28

Şekil 4.1.4. Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklık eğilimleri

28

Şekil 4.1.5. Türkiye’nin ilk 10 günlük en yüksek sıcaklık rekorlarının kırıldığı yerler ve zamanlar

29

Şekil 4.1.6. 1961-1990 normallerine göre 2050’li yıllarda hava sıcaklığı ortalamasında örneğin 1.6°C’lik bir artışın İngiltere’deki aşırı hava sıcaklıklarında nasıl yaklaşık 25 kat artışa neden olabileceğinin şematik gösterimi

30

Şekil 4.1.7. En yüksek günlük hava sıcaklığı 30°C’nin üzerinde olduğu tropikal günlerin Türkiye genelinde yıllara göre değişimi

32

vi

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.1.8. Gece hava sıcaklığı 20 °C’nin üzerinde olduğu tropikal gecelerin Türkiye genelinde yıllara göre değişimi

32

Şekil 4.1.9. En yüksek günlük hava sıcaklığı 30°C’nin üzerinde olduğu (tropikal) günlerin yıllara göre Ankara, Şile ve Trabzon’daki değişimi

33

Şekil 4.1.10. Trabzon’da her yıl kayıt edilen günlük en düşük hava sıcaklıklarının yıllara göre değişimi

33

Şekil 4.2.1. Donlu günlerin uzun yıllar ortalamasına ait yersel dağılımı

38

Şekil 4.2.2. İlkbaharda en geç görülen don olaylarının ortalama tarihlerinin yersel dağılımı

38

Şekil 4.2.3. Sonbaharda en erken görülen don olaylarının ortalama tarihlerinin yersel dağılımı

39

Şekil 4.2.4. Türkiye’nin ilk 10 en düşük günlük hava sıcaklığı rekorunun kırıldığı yer ve zamanlar

40

Şekil 4.3.1. Türkiye’deki orman varlığının ülke genelindeki dağılımı

41

Şekil 4.3.2. 2002-2010 yılları arasında Türk Kızılay’ı tarafından yardım yapılan 113 orman yangınının yıllara göre eklenik toplamı

42

Şekil 4.3.3. Türkiye’de Orman İşletme Müdürlüklerinin orman yangınına hassaslık derecelerine göre dağılımı

43

Şekil 4.3.4. Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında orman yangını afet sayılarının illere göre dağılımı

44

Şekil 4.3.5. OGM OYM’ye göre 2005-2010 yılları arasında orman bölge müdürlükleri bazında görülen orman yangını sayısı ve bu yangınlarda yanan toplan alan miktarları

44

Şekil 4.3.6. 1937-2011 yılları arasında çıkan yıllık toplam orman yangını sayılarının zamanla değişimi

45

Şekil 4.3.7. 1937-2011 yılları arasında çıkan orman yangınlarında yanan alan miktarlarının yıllara göre değişimi

45

Şekil 4.3.8. 1953-2010 yılları arasındaki mevsimsel toplam orman yangını sayılarının değişimi

46

Şekil 4.3.9. 2005-2010 yılları için aylık toplam orman yangınları sayısı ve yanan alanların dağılımı (OGM, 2011)

46

Şekil 4.3.10. Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında görülen orman yangınlarının mevsimsel ve yerel dağılımı

47

Şekil 4.3.11. 2005-2010 yılları arasında Türkiye, ormanlarını yılda 50-250 bin ha olarak artırmış ülkeler arasında gösterilmektedir

49

Şekil 4.3.12. 2011 yılında çıkan orman yangınlarının sebeplerine göre yüzdesel dağılımı

50

Şekil 4.4.1. Türkiye’de ortalama yıllık yağış miktarının yersel dağılımı

54

Şekil 4.4.2. Türkiye’de MGM fevk gözlemlerine göre 1950-2010 yılları arasında rapor edilen kuraklık afeti sayısının uzun yıllara göre zamansal dağılımı

54

Şekil 4.4.3. MGM yağış gözlemlerine göre 1950-2010 yılları arasında Türkiye’de gözlenen yıllık toplam yağış miktarlarının yıllara göre değişimi

55

Şekil 4.4.4. 2001-2010 yılları arası Türkiye’de kuraklıktan (km2 olarak) etkilenen alanların aylara göre değişimi

56

Şekil 4.4.5. MGM yağış gözlemlerine göre 1950-2010 yılları arasında Türkiye’de gözlenen aylık toplam yağış miktarlarının ortalamaları

56

Şekil 4.4.6. Türkiye’de 1940-2006 yılları arasında yağışlarda uzun süreli değişimler ve eğilimlerin bölgesel dağılımı

57

Şekil 4.4.7. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında afete neden olan kuraklık olaylarının alansal dağılımı

57

Şekil 4.4.8. Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında afete neden olan kuraklık olaylarının sayısının onar yıllık değişimleri

59

Şekil 4.5.1. Yağış tekerrürlerine göre sel yatağı, sel tehlike sınırı ve sel tehlike bölgesini şematik gösterimi

69

Şekil 4.5.2. Ülkemizde gözlenen sel afetlerinin illere göre dağılımı

71

Şekil 4.5.3. DSİ Genel Müdürlüğü’nün 1999 yılına kadar inşa ettiği su yapılarının dağılımı

72

Şekil 4.5.4. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında Türkiye genelinde meydana gelen sellerin sayısı, neden olduğu can, toprak ve maddi kayıpların beşer yıllık değişimi

72

Şekil 4.5.5. 1975-2012 yılları arasında DSİ tarafından başlatılan taşkınla mücadele projeleri kapsamında inşa edilen taşkından korunma tesislerinin ve korunan alanların bölgelere göre değişimi

73

Şekil 4.5.6. Türkiye’de oluşan sellerin yıllık toplam sayılarının 1940-2010 yılları arasındaki zamansal değişimi

73

Şekil 4.5.7. DSİ Bölge Müdürlüklerinin sorumluluk alanları ve havza numaraları

74

Şekil 4.5.8. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sel oluşum sayılarının DSİ havzalarına göre dağılımı

75

Şekil 4.5.9. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin en fazla oluştuğu ayların DSİ havzalarına göre dağılımı

75

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

vii


Şekil 4.5.10. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin neden olduğu can kayıplarının DSİ havzalarına göre dağılımı

76

Şekil 4.5.11. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin neden olduğu maddi kayıpların DSİ havzalarına göre dağılımı

76

Şekil 4.5.12. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin neden olduğu toprak kayıplarının DSİ havzalarına göre dağılımı

76

Şekil 4.5.13. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen sellerin mevsimlere göre dağılımı

77

Şekil 4.5.14. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen sellerin aylara göre dağılımı

77

Şekil 4.5.15. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen sellerin mevsimlere göre yerel dağılımı

78

Şekil 4.5.16. DMİ fevk rasatlarına göre Türkiye’de sellerin 1940-2010 yılları arasında mevsimlere göre zamansal değişimi

78

Şekil 4.5.17. 1940-2010 MGM yağış kayıtlarına göre kayıtlara geçmiş olan ilk 10 günlük en yüksek toplam yağış miktarlarının görüldüğü iller ve tarihleri

79

Şekil 4.5.18. 1940-2010 MGM yağış kayıtlarına göre İstanbul Kartal Meteoroloji İstasyonu’nda kayıtlara geçmiş olan ilk 10 günlük en yüksek toplam yağış miktarları ve yılları

80

Şekil 4.5.19. 1940-2010 MGM yağış kayıtlarına göre İstanbul Ankara Meteoroloji İstasyonu’nda kayıtlara geçmiş olan ilk 10 günlük en yüksek toplam yağış miktarları ve yılları

80

Şekil 4.5.20. MGM ve AFAD kayıtlarına göre 7 ilde kayıtlara geçmiş olan en fazla sel afetinin gözlendiği yıllar

81

Şekil 4.5.21. MGM ve AFAD kayıtlarına göre 7 ilde kayıtlara geçmiş olan sel afeti sayılarının 1940-1975 ila 1976-2010 yılları arasındaki karşılaştırılması

81

Şekil 4.5.22. MGM ve AFAD kayıtlarına geçmiş olan sel afeti sayılarının 1940-2010 yılı arasındaki onar yıllık karşılaştırılmaları

81

Şekil 4.5.23. 1975-2012 (Ağustos ayına kadar) DSİ kayıtlarına geçmiş olan akarsu seli (taşkın) afetinin sayıları, neden oldukları can kayıpları ve su altında kalan alanların yıllık değişimleri

83

Şekil 4.6.1. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgâr ve fırtına gözlem sayılarının yersel dağılımı

89

Şekil 4.6.2. Türkiye’de 2001-2010 yılları arasında gözlenen hortum olaylarının yersel dağılımları

89

Şekil 4.6.3. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgâr ve fırtınaların yıllara göre zamansal dağılımı

90

Şekil 4.6.4. Türkiye’de 2001-2010 yılları arasında Türkiye’de gözlenen hortum olaylarının yıllık dağılımları

90

Şekil 4.6.5. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgâr ve fırtınaların mevsimlere ve aylara göre dağılımı

91

Şekil 4.6.6. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında gözlenen hortum olaylarının aylık dağılımları

91

Şekil 4.6.7. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgâr ve fırtınaların mevsimlere göre dağılımı

92

Şekil 4.6.8. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgâr ve fırtınaların yıllara göre değişimin mevsimlere göre dağılımı

92

Şekil 4.6.9. Bazı illerde 1940-2010 yılları arasında görülen en kuvvetli rüzgâr fırtınalarının yılları ve sayıları

93

Şekil 4.6.10. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen en kuvvetli rüzgâr fırtınalarının iki farklı dönemdeki sayılarının karşılaştırılması

94

Şekil 4.6.11. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında gözlenen düz esen rüzgâr fırtınaları ve hortum olaylarının onar yıllık dağılımları

94

Şekil 4.7.1. Türkiye sıcaklık karasallığının dağılımı

98

Şekil 4.7.2. Türkiye’de MGM fevk gözlemlerine göre yıldırımların görüldüğü yerler

99

Şekil 4.7.3. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk rastlarında görülen yıldırımların yıllık değişimi

99

Şekil 4.7.4. Meteoroloji Genel Müdürlüğü Uzaktan Algılama Ürünleri arasında yer alan yıldırım oluşumlarına dair bir örnek

100

Şekil 4.7.5. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk gözlemleriyle belirlenen yıldırımların mevsimsel dağılım yüzdeleri

100

Şekil 4.7.6. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk gözlemleriyle belirlenen yıldırımların aylık oluşum yüzdeleri

100

Şekil 4.7.7. Bazı illerimiz için aylık ortalama orajlı gün sayısı ile oluşum yüzdelerinin yıl içindeki aylara göre değişimi

101

Şekil 4.7.8. Türkiye’de yıl içinde görülen orajlı günlerin aylara göre oluşma yüzdesi

101

Şekil 4.7.9. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk rastlarında görülen yıldırımların yıllık değişimi

102

Şekil 4.7.10. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk gözlemleriyle belirlenen yıldırımların onar yıllık değişimi

102

viii

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.8.1. 1940-2010 yılları arasında ortalama yıllık dolu oluşum sayısının alansal dağılımı

105

Şekil 4.8.2. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının coğrafik bölgelerimize göre dağılım yüzdeleri

105

Şekil 4.8.3. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının mevsimsel ve aylık dağılım yüzdeleri

106

Şekil 4.8.4. Türkiye’de 1940-2010 yıllarında gözlenen dolu afeti ve dolu yağışlı gün sayılarının yıllara göre değişimi

106

Şekil 4.8.5. AFAD verilerine göre yıllık toplam dolu yağışlı gün ve dolu afeti sayılarının değişimi

106

Şekil 4.8.6. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının mevsimlere göre yersel değişimi

107

Şekil 4.8.7. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının mevsimlere göre zamansal değişimi

108

Şekil 4.8.8. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında dolu afetinin onar yıllık oluşum sayılarının değişimi

109

Şekil 4.8.9. Türkiye’de 1940-2010 yıllarında bazı illerimizde görülen en fazla dolu afetinin gözlendiği yıllar ve sayıları

109

Şekil 4.8.10. Türkiye’de 1940-2010 yıllarında bazı illerimizdeki dolu oluşumlarının iki farklı döneme göre değişimi

110

Şekil 4.9.1. Ülkemizde özellikle dağlık alanlarda çığ düşmesi görülen yerler Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri dağlarında yoğunlaşmıştır

112

Şekil 4.9.2. Aşırı kar yağışı nedeniyle sosyo-ekonomik hayatın sıkça durduğu, can ve mal kayıplarının olduğu yerlerin dağılımı

113

Şekil 4.9.3. Türkiye’de görülen çığların yıllık toplam sayısının zamanla değişimi

114

Şekil 4.9.4. Türkiye’de yaşanan çığ olayları sayılarının mevsimlere ve illere göre dağılımı

114

Şekil 4.9.5. Türkiye’de değişik mevsimlerde görülen çığların yıllık toplam sayısının zamanla değişimi

116

Şekil 4.9.6. Türkiye’de 1890-2011 yılları arasında görülen çığ olaylarının oluşumu, ölü ve yaralı sayılarının onar yıllık periyotlarla değişimi

117

Şekil 4.10.1. Ülkemizde 1950-2010 yılları arasında yaşanan yıllık toplam heyelan sayılarının illerimize göre dağılımı

121

Şekil 4.10.2. Ülkemizde yaşanan kaya düşmeleri sayılarının illerimize göre dağılımı

121

Şekil 4.10.3. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan heyelan sayılarının mevsimlere ve illere göre dağılımı

122

Şekil 4.10.4. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan kaya düşmesi sayılarının yıllara ve mevsimlere göre dağılımı

123

Şekil 4.10.5. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan heyelan sayılarının yıllara göre dağılımı

123

Şekil 4.10.6. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan kaya düşmesi sayılarının yıllara göre dağılımı

124

Şekil 4.10.7. Türkiye’de uzun yıllar boyunca yaşanan heyelan sayılarının yıllara ve mevsimlere göre dağılımı

124

Şekil 4.10.8. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan kaya düşmesi sayılarının yıllara ve mevsimlere göre dağılımı

125

Şekil 4.10.9. 1950-2010 yılları arasında oluşan heyelanların sayısındaki onar yıllık değişimler

126

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

ix


Tabloların Listesi Tablo 1.1. Doğal tehlikeler ve afetlerin sınıflandırılması

4

Tablo 2.1. Dünyadaki doğal afetlerin karakteristik özellikleri ve çeşitli etkilerinin puanlanmasına göre önem sıraları

8

Tablo 2.2. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan yapılan afet yardımlarının 2000-2011 (Mayıs ayına kadar) miktarları

17

Tablo 3.1. UNDP’nin iklim ile ilişkili afelerin zararlarının azaltılması veya önlenmesi için yapılan projelerde takip edilmesini tavsiye ettiği adımlar

24

Tablo 4.2.1. TARSİM tarafından ödenen sigorta hasarlarının hasar nedeni (Bitkisel üretim bazında)

37

Tablo 4.3.1. Yangına hassas alanların hassasiyet derecisine göre etkilediği alanların büyüklüğü

44

Tablo 4.4.1. Üç farklı iklim değişikliği senaryosuna göre şu anki ve 2050 yılındaki koşullarda m cinsinden kişi başına düşecek olan su miktarları

61

Tablo 4.4.2. Bütünleşik kuraklık takibi için kullanılabilecek hidro-meteorolojik parametreler ve alarm seviyeleri

64

3

Tablo 4.5.1. Yıllara göre TARSİM tarafından yapılan sel sigortaları ödemeleri

74

Tablo 4.6.1. 2007 yılında Türkiye genelinde görülen rüzgar fırtınalarına örnekler

88

Tablo 4.6.2. En yüksek rüzgârların estiği yön/hız, yer ve tarihleri ve en yüksek rüzgârların estiği yön ve hızları

93

Tablo 4.8.1. TARSİM tarafından sigorta poliçeleri kapsamında ödenen hasarların hasar nedeni (Bitkisel üretim bazında)

104

Tablo 4.10.1. 1958-2000 yılları arasında görülen heyelan olayları ve riskine maruz nüfus bakımından Türkiye’deki ilk 15 il

122

Tablo 4.10.2. 1958-2000 yılları arasında görülen kaya düşmesi olayları ve riskine maruz nüfus bakımından Türkiye’deki ilk 15 il

122

Tablo 5.1. İklim değişikliği nedeniyle artan hidro-meteorolojik afetlerin toplumların sosyo-ekonomik durumlarına göre oluşturduğu riskler ve bu risklere karşı genel anlamda alınması gereken uyum ve risk yönetimi önlemlerine örnekler

130

Kutuların Listesi Kutu 1.1. Mini sözlük

5

Kutu 4.1.1. Sıcak Hava Dalgaları ve Bina Sektöründeki Enerji Tüketimi

29

Kutu 4.1.2. Güneş, Kum ve Deniz Turizmi

31

Kutu 4.1.3. Isınan Türkiye Denizlerinde Yaşam

35

Kutu 4.2.1. Karayollarındaki Çiy ve Kırağının Anlamı

36

Kutu 4.2.2. Dikkat! Köprü ve Viyadükler Yoldan Önce Donar

37

Kutu 4.3.1. Erozyon

48

Kutu 4.4.1. Küresel iklim değişikliği su kaynaklarımızı tehdit ediyor

58

Kutu 4.4.2. Küçük Buzul Çağı ve Osmanlı’da Celâlî İsyanları

59

Kutu 4.4.3. Türkiye’de İklim Göçüne Suruç İlçesi Örneği

61

Kutu 4.4.4. Sanal Su ve Suyun İktisadi Kullanımı

66

Kutu 4.4.5. Türkiye’de Çölleşme

67

Kutu 4.4.6. Yaz Turizmi ve Su Tüketimi

67

Kutu 4.5.1. Küresel İklim Değişimi ve Su Yapılarının Planlanması

70

Kutu 4.5.2. Deniz Su Seviyesi Yükselmesi ve Kıyı Selleri

70

Kutu 4.5.3. Şehir Selleri Ülkemizin Birinci Afeti Olma Yolunda

83

Kutu 4.5.4. 2009 Giresun Selleri ve Alınan Dersler

84

Kutu 4.5.5. GAPSEL: Sel Riskinin Azaltılmasına Yönelik Toplum Tabanlı Bir Proje

84

Kutu 4.6.1. Lodos ve Soba Zehirlenmeleri

96

Kutu 4.9.1. Çatıdaki Kar Yükü

113

Kutu 4.9.2. Kentlerde Karla ve Kışla Mücadele

115

Kutu 4.9.3. Küresel İklim değişimi ve Kış Turizmi

116

x

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Yönetici Özeti

S

on yıllarda Türkiye’de afetlerden dolayı ortaya çıkan maddi kayıplar hızla artıyor. Türkiye’de insan kaynaklı iklim değişikliğine bağlı olarak sadece büyük şehirlerimizde meydana gelen sel hasarlarının neden olduğu maddi kayıplar depremlerin neden olduğu maddi kayıplara yaklaştı. Sadece yıldırımların yol açtığı can kaybı sayısı son iki yılda yüzlerce kişiye ulaştı. Dolu hasarı ise tarım sigortası ödemelerinde birinci sıraya yerleşti. Can ve mal güvenliğini sağlamak, temel bir insan ihtiyacı ve toplumun refah temel şartlardan biridir. Bununla beraber, toplumların refahını yükseltmek sürdürülebilir kalkınmayla mümkün olacaktır. Sosyo-ekonomik yapısı kadar, ekolojik yapısı da kırılgan olan Türkiye, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesi’nde aşırı hava olaylarına en çok maruz kalacak ülkeler listesinde üçüncü sırada gösteriliyor. İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında görülebilecek bir-iki derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış olması anlamına geliyor. Türkiye’de, son zamanlarda, hızla artan hava ve iklim olaylarının şiddeti, bunlara karşı toplumların zarar görebilirliği ve daha fazla insanın bu olaylara maruz kaldığı hidro-meteorolojik afetlere ait birçok örnek mevcut. Küresel iklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de üst tropiklerdeki çöl iklimine benzer sıcak ve kuru bir iklim hâkim olmaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye Türkiye’ye doğru kayması. Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de artıyor. Artan rüzgar fırtınaları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetlerin daha sık, daha şiddetli, daha uzun süreli ve her yerde etkili olmasına neden oluyor. Dünyada, ortalama hava sıcaklıkları arasında rekor olarak kaydedilen 12 sıcaklığın tümü 1997 yılından sonrası gözlendi. Dünya, güneş etkinliklerinin en düşük seviyede olduğu 2010 öncesi yıllarda bu sıcaklık rekorlarını kırdığı için Mart 2013’de güneş lekelerinin en üst seviyeye çıkmasıyla birlikte daha büyük sıcaklık rekorların kırılmasından endişe ediliyor. Havanın bu şekilde ısınmaya devam etmesi, Avrupa’da 35 bin kişinin erken hasat olmasına (ölümüne) neden olan Ağustos 2003 sıcak hava dalgasının, Türkiye dahil Güney Avrupa’da görülme riskinin de en az iki kat artması ve normal bir durum haline gelmesi anlamına geliyor. Aşırı sıcaklıklar, kısa süreli şiddetli yağışlarla birlikte ani sellere neden olan gök gürültülü sağanak yağışları artırıyor. Böylece Türkiye’de 100 yılda bir görülebilecek şiddetteki

yağışların neden olduğu seller ve kuraklıklar, 2070 yılına kadar her 10-50 yılda bir tekrarlanabilir. Türkiye’de, 1963 yılında 140 civarında sel yaşanmışken, 2010 yılında 160’dan fazla sel meydana geldi. Her yıl yaşanan ortalama 200 civarında sel afeti sonucunda, yılda ortalama 100 milyon dolar maddi kayıp meydana geliyor. Böylece, 1995 yılında Türkiye’nin GSYH’nin %0,5’ine ulaşan, sellerin neden olduğu maddi kayıplar, son yıllarda hızla artarak depremlerin neden olduğu kayıplara yaklaştı. Ülkemizde şiddetli rüzgârlara bağlı olarak oluşan fırtınaların sayısında da ciddi bir artış var. Bu fırtınaların sayısı uzun yıllardan beri yılda 50’nin altında seyrederken, 2010›da bu rakam 250’ye yaklaştı. Pek bilmediğimiz meteorolojik hortumlar ise son iki yıldır her yerde yıkıcı bir hal almaya başladı. Sadece fırtınalarla birlikte görülen yıldırımların Türkiye’de neden olduğu can kaybı sayısı son yıllarda 400 kişiyi aştı. Türkiye’deki orman yangınların %12’sine de yıldırımlar neden oluyor. Ortalama sıcaklıkta her 1 derece artış, yıldırımların sayısında da yaklaşık %20’lik bir artışa neden olacak. Aynı şekilde bir kaç derecelik sıcaklık artışı, orman yangınlarını da misliyle artıracaktır. Türkiye’de orman yangınları yılda yaklaşık 450 hektarlık orman alanını tahrip ediyor ve 2007 yılından bu yana orman yangınlarının sayısında artış gözleniyor. Giderek farklılaşan hava olaylarının arasına tarım sektörü için don olaylarını ve dolu yağışlarını eklemek gerekiyor. Bu meteorolojik olaylar da artık yüksek ekonomik kayba neden olan önemli afetler arasında sayılıyor. “Üstü açık bir fabrika” olarak nitelenen tarım sektöründe bitkisel üretim için don ve dolu, en büyük riski oluşturuyor. Türkiye genelinde 1940 – 2010 yılları arasında meydana gelen dolu yağışlarına bakıldığında 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren dolu yağışlı gün sayısı 50’lerden 200’ün üzerine çıkmıştır. Dolu yağışları bazen, can ve mal kayıplarına yol açarak afet boyutuna ulaşıyor, bazen de sellere neden olarak ikincil afetlere neden oluyor. Sıcaklık arttıkça kar yağışları azalıyor ancak çığ görülme sıklığı hızla artıyor. Son yıllarda Türkiye’de de çığ oluşum sayısında artış gözleniyor. Türkiye’de çığ sayısının hidro-meteorolojik afetler içindeki oranı 1967 – 1987 dönemi için %3 iken, bu oran 1998 – 2008 döneminde %8’e çıktı. Ancak tehdit sadece afetler değildir. Her 1 derecelik sıcaklık artışıyla dağlardaki kar örtüsü ve dolayısıyla kayak pistleri 150 metre yukarı çekiliyor. Bu durum, 1500 metrenin altındaki kış ve kayak tesisleri ve Davraz gibi güneydeki kış turizm tesislerinin verimli kullanımını tehlikeye sokuyor. İklim değişikliğin etkileri arasında, kuraklık en tehlikeli ve başa çıkılması en zor afet olarak görülebilir. Tarımsal ürünlerde, meraların ve orman ürünlerinde azalma; yangınlarda artış; su seviyelerinde azalma; besi hayvanları ve Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

xi


yaban hayvanlarının ölüm oranlarında artış; yaban hayatı ve balık türlerinde gözlenen zararlar kuraklığın çevre üzerine doğrudan etkileri arasındadır. Örneğin, 1990’lı yıllardaki iklim şartlarına göre Türkiye’de bir yılda kişi başına düşen su miktarı 3.070 metreküptü. Artan nüfusla birlikte, küresel iklim değişiminin de etkisiyle daha kurak bir iklime sahip olacağımız göz önüne alındığında, 2050’de Türkiye’de bir yılda kişi başına düşen su miktarının 700 metreküpe kadar düşeceği tahmin ediliyor. Diğer bir deyişle, değişen iklimimiz ve artan nüfusumuzla 2050 yılında ülkemiz su fakiri ülkelerden biri olabilir. Kuraklık gibi nedenler, kırsal alanda yerel ekonomiyi olumsuz etkileyip geçim sıkıntısını da artırıyor. Bu nedenle dünyada milyonlarca insan “iklim göçmeni” olmuş durumdadır. Bu göçmenlerin sayısının 2050 yılına kadar 150 milyonu aşması beklenmekte. Son yıllarda, örneğin şehirlerimizde yaşanan sel felaketlerinin daha birinin bıraktığı izler silinmeden üstüne yeni bir sel felaketi ekleniyor. Benzer şekillerde doğal ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin artırdığı aşırı hava ve iklim olaylarının şu an hissedilen kötü etkilerinin ileriki yıllarda katlanarak artması bekleniyor. Bütün bu nedenlerden dolayı, Türkiye’de de “Afet Risk Yönetimi Stratejisi”yle birlikte “İklim Değişikliğine Uyum”, artık tüm politika, plan ve programlarda “İklim Risk Yönetimi” adı altında bütünleşik bir şekilde ele alınmalıdır. İklim risk yönetimi yaklaşımı ile, Türkiye’de halkın güvenliği ve refahı için yaptığımız çalışmalardan daha yüksek katma değerler üretebilmesi mümkün olabilecektir. Ayrıca bu yaklaşım, benimsediğimiz uluslararası belgelerdeki hedeflerimize daha kolay ulaşmamıza ve uluslararası finans kaynaklarından daha etkin bir şekilde yararlanılabilmemize de imkan sunacaktır.

xii

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Executive Summary

I

n Turkey, economic damages due to climate changes increase in last years. In Turkey, due to the human induced climate change flood disaster financial damages approximate earthquake damages in the metropolitans. Loss of lives caused by lightings only reached to hundreds the last two years. Hail damage took the first place in insurance payments. One of the basic welfare conditions of a public and human being is to provide security of life and property. Besides that, to increase the public welfare is possible with sustainable development Turkey is the third country whose socioeconomic structure is fragile and vulnerable as well as her ecological structure, ranks near the top among the countries that will be exposed to extreme temperatures most in Europe and Middle East region in the century we’re living in. According to the climate change estimations, an increase of a few degrees in weather conditions means extreme temperatures and a significant increase in heavy precipitations. There are quite a few examples of the hydro-meteorological disasters in Turkey which increase rapidly in last years that affect societies. These hydro-meteorological disasters are severe weather and climate incidents which effects excess amount of people. Due to the global climate change, a climate resembling to a hot and dry tropical climate has begun to dominate in Turkey. One of the most important causes of this change is that the high pressure areas in the regions such as Turkey, named sub-tropicals, shift towards north. Irregular, sudden and heavy precipitations and floods we are experiencing along with the changing climate increase the landslide, erosion and long term drought rates. And famine, forest fires, heat waves, grasshopper invasions and pests such as ticks, mosquitoes, etc., and migrations caused by these factors increase as a result of droughts. Increased storms cause disasters such as heavy rainfall, hail, lightning, flash floods and urban flooding to be more effective. A total of 12 extreme temperatures among average world temperatures were all recorded after the year 1997. Extreme temperatures resulted in dead of 35,000 people in Europe in the August 2003. Extreme temperatures were observed before 2010 when the sun activity was at lowest. Hence, there is a big concern about observation of extreme temperatures in March 2013 when sun activity and sunspots will be at the highest level. Increasing trend in temperatures indicate that risk of observing heat waves in Turkey and South Europe will be doubled. Extreme temperatures increase the thundery showers resulting in flash floods with short term heavy rainfall. This situation we have today indicates that floods and droughts caused by heavy rainfall, which

can be seen in 100 years in Turkey, may be repeated once in a 10 or 50 years by 2070. There were about 140 flood incidences in Turkey in 1963, while in 2010 over 160 floods occurred. As a result of an average of 200 flood disasters occurring annually, a financial loss of approximately 100 million dollars arises every year. Thereby, the financial damages due to floods, which reached 0.5 of Turkey’s gross domestic product in 1995, have recently rose rapidly and approximated the damages due to earthquakes. A considerable increase in storms due to high winds also occurs. In Turkey, the storms formed in this way were below 50 per year for many years, however, this rate increased to 250 in 2010. Recently, tornadoes and lightings are added to the disasters that have become destructive. Loss of lives due to lightings occurring during storms only in recent years reached to approximately 400. 12 percent of forest fires are caused by lightings. Every 1 degree increase in average temperature causes lightning rates to increase by 10 to 20 percent. Likewise; one or two degree increase in average temperature would increase forest fires more. The forest fires, which have been destroying 450 hectares of forest land annually, have been observed to have increased since 2007. Among the weather conditions which have been varying it is required to add hail and frost incidents for agricultural sector. These types of meteorological events are now ranked among the critical disasters causing high economic loss. In agriculture sector defined as “open air factory”, the biggest risk for plant production is frost and hail. Taking the hail occurred in 1940-2010 generally in Turkey into consideration, it has been observed that days of hail increased from around 50 to over 200 in the second half of the 1960s. The hail approximates the severity of disasters by sometimes causing loss of life and property. As temperature increases, snowfall decreases however avalanches are more frequently falling. It is observed that the number of the avalanches seen in recent years in Turkey is increasing. While the rate of the number of avalanches in hydro-meteorological disasters has been 3% in 1967-1987, it has increased to 8% in 19982008. However the only threat is not the disasters. With every 1 °C temperature increase, snow-cover on mountains and thereby ski runs melt 150 meters. And this situation jeopardizes the use of winter tourism facilities in the south such as Isparta, Davraz and the ski facilities with a height less than 1500 meters. In the climate changes being experienced, the drought can be seen as the most dangerous and the hardest to handle disaster. Direct impacts of the drought on the environment include the decrease in the production of agricultural

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

xiii


products, meadows and forest products; increase in fires; decrease in the water level; increase in livestock and wild animal mortality rates, and the observed harms in wildlife and fish species. For example, the quantity of water per capita was 3,070 m3 in Turkey according to the climate conditions in 1990s. Given that a more arid climate will dominate due to the population growth and global climate change, it is estimated that the quantity of water per capita will decrease to 700 m3 in Turkey in 2050. In other words, with our changing climate and increased population, we can be a country poor in water in 2050. The drought and the similar reasons also increase the financial difficulties in rural areas and force local people to migrate. Therefore millions of people around the world are “climate migrants.” It is anticipated that this number of migrants may increase to 150 million people by 2050. A new climate disaster occurs every day in addition to the soul shattering impacts of the flood disasters in our cities. Similarly, increase in the extreme temperatures due to natural and human driven climate change is expected to worsen each year. All these happenings bring into question that the disaster risk management in Turkey should be reviewed, and the adaption to the climate change should be dealt with holistically in all politics, plans and programs under the name of “climate risk management” with a disaster risk management strategy. With the help of “climate risk management” it is possible to generate public welfare and security with higher standards. Beside that; this approach would help us to adopt our goals in international documents and to benefit from international financial resources.

xiv

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


1.1. AMAÇ VE KAPSAM

İ

1. GİRİŞ

klim değişikliği, tarih boyunca sürüp giden doğal bir olgu olmasına rağmen, hiçbir dönem bugünkü kadar hızlı gerçekleşmemiş ve insanın tespit edilen etkisi de bu kadar büyük olmamıştır. Son yıllarda dünyanın birçok bölgesinde şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hava olayına meydana gelmektedir. Bu değişimler, dünya üzerindeki canlı yaşamını ve toplumların sosyo-ekonomik gelişimini de tehdit etmektedir. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1991, 1995, 1996 ve 2000 yıllarında yayınlanan İklim Değişikliği Değerlendirme raporlarında, dünyanın değişik yerlerindeki aşırı hava olaylarında artış olduğu fakat yeterli ve kaliteli veri ve çalışma olmadığına değinilmiş ve bu nedenle; “20. yüzyılda küresel iklim değişikliğinin dünya genelinde aşırı hava olaylarını artırdığına dair kesin bir kanıt sunulamamıştır” şeklinde bir ifade yer almıştır. Ancak, IPCC’nin 2001 yılında yayınlanan “İklim Değişikliği Üçüncü Değerlendirme Raporu”nda (AR3) aşağıda yer alan daha somut tespitlere yer verilebilmiştir (IPCC, 2001a, b, c): · “Aşırı yağış olaylarının görülme sıklığı arttı; · Aşırı düşük sıcaklıkların görülme sıklığı azaldı; aşırı yüksek sıcaklıkların görülme sıklığında artış oldu; · Kuraklık frekans ve yoğunluğu (bazı bölgelerde) arttı; · Tropik ve tropikler dışındaki fırtınaların şiddeti ve sıklığında istatistiksel ve küresel anlamda önemli bir değişim yok; · Hortum gibi küçük ölçekli olayların sıklığında henüz belirgin ve sistematik bir değişiklik yok.” IPCC’nin 2007 (a, b, c, d, e, f ) yılında yayınlanan “İklim Değişikliği Dördüncü Değerlendirme Raporu”nda (AR4) somut tespitler iklim değişikliği konusu netleştirilmiştir. AR4, şu an dünyanın karşı karşıya kaldığı bu görülmemiş hızdaki ve küresel ölçekteki ısınmanın ve dolayısıyla ortaya çıkan küresel iklim değişikliğinin büyük ölçüde insan kaynaklı olduğu konusunda herhangi bir şüpheye yer bırakmamıştır. AR4’te, AR3’ten bu yana aşırı hava olaylarının 21. yüzyılda daha sık, daha yaygın ve/veya daha yoğun olarak arttığına dair daha güvenilir bulgular ortaya konulmuştur. Artık aşırı hava olaylarındaki değişikliklerin olası etkileri de daha iyi bilinmektedir. Son yıllarda artan aşırı hava olaylarının can, mal, çevre, tabi ve doğal kaynaklar, iş ve hizmet sürekliliği için oluşturduğu risklerin önümüzdeki yıllarda çok daha fazla olabileceği konusunda büyük endişeler duyulmaktadır. Bu nedenle IPCC, 2012 yılında kısa adı SREX olan “İklim Değişikliğine Uyumu Geliştirmek için Aşırı Olayların Riskini ve Afetleri Yönetmek” adlı özel bir rapor yayınlamıştır (IPCC, 2012). Bu raporda aşırı hava olayları üzerine yapılan çalış-

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

1


malar genellikle 1950 yılından başlayan zaman serileri ve afet kayıtlarına dayalı olarak yapılmakta ve özellikle aşırı hava olaylarında 1979 yılından sonra görülen değişiklikler üzerinde durulmaktadır. Örneğin, şiddetli yağış olaylarının pek çok bölgede sellere yol açarak arttığı, tropikal fırtınalarda (neden oldukları can ve mal kayıplarında yıldan yıla farklılık göstermekle birlikte) 1970’lerden bu yana önemli artışlar olduğuna dair bulguların varlığına işaret edilmektedir. Özetle SREX raporunda, dünyanın pek çok yerinde 1950 yılından bu yana toplanan kayıtlara göre, aşırı hava olaylarının istatistiksel anlamda önemli miktarda arttığına dair somut kanıtlar sunulmaktadır. Son 30 yılda küresel ölçekte şiddetli hava olaylarının neden olduğu sigorta ödemelerinin 20 kat arttığı belirtilen rapor ile şiddetli hava olaylarının neden olduğu kayıpların beklenenden de hızlı büyüdüğü ortaya konulmuştur. Gözlemler ve geleceğe yönelik tahmin çalışmaları, şiddetli hava olaylarının sıklığında ve etki düzeylerinde coğrafi farklılıklar olduğunu göstermektedir. Bu yayının amacı, Türkiye’de iklim değişikliğinin doğal afetler üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, risklerin tespit edilmeye çalışılması ve risk yönetimi için önerilerin ortaya konmasıdır.

2

Yayının giriş bölümünden sonra yer alan ikinci bölümü, genel olarak iklim değişikliği ve doğal afetler ilişkisini ortaya koymakta ve yayında kullanılan terminolojinin tanımlarına yer vermektedir. Üçüncü bölümde doğal afetlerde gözlenen değişimler ve iklim değişikliği etkisi irdelenmektedir; dördüncü bölümde ise geleceğe yönelik tahminler ve olası etkilere yer verilmiştir; beşinci bölümde doğal afetlerden en fazla etkilenen kadınlar ile ilgili olarak cinsiyet konusu ele alınmıştır. Bu yayının altıncı bölümde ise ortaya çıkması muhtemel riskin yönetimi konusunda genel önerilere yer verilmiştir. Bu yayında ortaya konan çalışma, bu anlamda Türkiye’de gerçekleştirilen ilk çalışmadır. Bu bağlamda bu yayın, tüm detayları ile konuyu ortaya koymaktan ziyade bundan sonraki çalışmalara yön gösterici bulgular ortaya koyan bir ilk çalışma olarak düşünülmelidir. Yayında yer alan sonuçlar, gözlemlere ağırlık verirken geleceğe yönelik tahmin çalışmalarının daha detaylı irdelenmesine ihtiyaç vardır. Benzer şekilde, risk yönetimine ilişkin önerilerin her bir risk özelinde daha öznel ve detaylı olarak hazırlanması ilerideki çalışmalar için önerilmektedir.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Bu çalışmada karşılaşılan en önemli zorluk, tek bir afet veri tabanından, her bir afet için aynı format ve uzunlukta veri bulmanın mümkün olmaması olmuştur. Bu çalışmada başta; - T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Planlama ve Zarar Azaltma Dairesi Başkanlığı’nca yürütülen Türkiye Ulusal Afet Arşivi (TUAA), - Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) Türkiye Meteorolojik Arşiv Sistemi’ndeki (TÜMAS) Klimatolojik Gözlemler ve Fevk Rasatları, - Devlet Su İşleri (DSİ) Taşkın Yıllıkları, - Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) kayıtlarından yararlanılmıştır. Afetler ile ilgili tüm kurum ve kuruluşa ait karmaşık veri ve bilgiler, bu kurumların katkılarıyla, uzun ve zahmetli bir süreçte bir araya getirilerek, mümkün olduğunca kendi içindeki tekrarlardan arındırılarak ve birbirlerinin eksiklikleri giderilerek hazırlanmaya çalışılmıştır. Önümüzdeki dönemde daha detaylı ve güvenilir analizlerin yapılabilmesi ve sürekliliği için bütünleşik, afet tehlike ve risk analizlerine de uygun bir afet veri tabanının oluşturulması Türkiye’de ilgili kurum ve kuruluşların önemli öncelikleri arasında yer almalıdır. Bu yayında, hava sıcaklığı ile ilişkili olan sıcak hava dalgası, don ve orman yangınları; yağış ile ilişkili olan kuraklık, sel, yıldırım, dolu ve çığ; rüzgar ve kütlesel hareketler sırayla ve en yalın bir şekilde ele alınmıştır. Her bir afet türü için aşağıdaki konu başlıkları sırasıyla yer almıştır:

Doğal afet nedir? Süre gelen doğa olayları, insanların yaşamını önemli ölçüde etkilediğinde “doğal afet” ya da “doğal kıran” olarak nitelendirilir (epistomolojik anlamda “afet” değil; sadece“tehlike” doğaldır. Tehlikelerin afete dönüşmesinde mutlaka insanların bir rolü vardır, yanlış olsa da kavram bu şekilde yerleşmiş ve yaygın bir şekilde kullanılmaktadır). Böylece, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından doğal afetler; toplumun sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetlerini önemli ölçüde aksatan, can ve mal kayıplarına neden olan fakat “yerel imkânlar ile baş edilemeyen” doğa olayları olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre biyolojik, jeolojik, hidrolojik, meteorolojik ve iklimsel karakterli yıkıcı olaylar doğa ile ilişkili yani birer “doğal” afettir (Tablo 1.1). Buna göre yaygın olarak görülen doğal afetlerin bazıları şunlardır; buzlanma, çamur akıntıları, çekirge istilaları, çığlar, çölleşme, deniz ve göl su seviye değişimleri, deprem, dolu, don, fırtına kabarması, heyelan, hortum, kaya düşmesi, kuraklık, yangınlar (orman, çalı ve ot), salgın ve bulaşıcı hastalıklar, seller (taşkın, vadi, kıyı ve şehir selleri), sıcak ve soğuk hava dalgaları, sis ve düşük görüş mesafesi, şiddetli rüzgâr, tarımsal zararlılar, toprak kayması, fırtınalar (toz, kum, yağmur, kar ve kış), tsunami, yanardağ patlaması, lav akıntısı ve küller, yıldırım, zemin çökmesi, vb. sayılabilir. Bu tanıma göre; sel ve fırtınalar, hortumlar, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çığlar, deniz ve göl su seviyesi yükselmeleri, yıldırım, kuraklık, dolu ve don olayları gibi hidro-meteorolojik doğa olayları da birer “doğal afet” ya da “doğal kırandır”.

· Tanım, · Dünya ve Türkiye’deki etkileri, · Türkiye’de mekânsal ve zamansal dağılımı, · Küresel iklim değişikliği ile ilişkisi ve eğilimi, · Uyum için öneriler.

1.2. GENEL TANIMLAR Anlatımda dil birliği oluşturmakla birlikte standart ve doğru bir şekilde anlaşılabilen mesajlar verebilmek önemlidir. Dilimizde bazı sözcüklerinin karşılığı henüz yerleşmemiş olduğundan doğal afetler konusunda dil birliği sağlanamamıştır. Bu raporda kavramlar aşağıda ve Kutu 1.1’de belirtildiği anlamlarında kullanılmıştır. (IPCC, ISDR, vb. uluslararası yaklaşım ve standartlar esas alındığı için bu raporda uluslararası kabul görmüş tanımlar kullanılmıştır.)

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

3


Tablo 1.1. Doğal tehlikeler ve afetlerin sınıflandırılması.

DOĞAL (TEHLİKELER) AFETLER Biyolojik • Epidemik • Viral enfeksiyon salgını • Bakteriyel enfeksiyon salgını • Parasitik enfeksiyon salgını • Böcek enfeksiyonu • Kitlesel hayvan ölümleri

Jeolojik

Hidrolojik

• Deprem • Volkan • Kütle hareketleri (Kuru) • Kaya düşmesi • Toprak kayması • Çığ • Çökme

• Sel • Genel sel • Ani sel • Fırtına dalgası / Kıyı seli • Kütle hareketleri (Islak) • Kaya düşmesi • Toprak kayması • Çığ • Çökme

Hidro-Meteorolojik

Meteorolojik • Fırtına • Tropikal Siklon • Ekstra-Tropikal Siklon • Yerel Fırtınalar Klimatolojik • Aşırı Sıcaklıklar • Sıcak Dalga • Soğok Dalga • Aşırı Kış koşulları • Kuraklık • Yangın • Orman Yangını • Yangın

Kaynak: Guha-Sapir vd., 2011.

Aşırı hava olayı nedir? Afetler söz konusu olduğunda “aşırı”, “şiddetli” ya da “uç” hava olaylarındaki değişim; sıcaklık, yağış, vb. gibi iklim parametrelerinin ortalama değerlerindeki değişimlerden çok daha önemlidir. Bu nedenle, afet yönetiminde ortalama değerlerin eğilimlerinden daha çok aşırı hava olaylarındaki değişimlere bakılır. SREX raporunda (IPCC, 2012) “aşırı bir hava olayı”, “belirli bir yerde ve yılın belirli bir zamanında nadiren görülen bir olay” olarak tanımlanmıştır. Yine SREX raporunda “nadir olay” ise “en düşük ya da en yüksek ilk %10 arasında görülen olaylar” olarak tarif edilir (IPCC, 2012). Bu raporda yer alan “aşırı”, “uç” hava veya iklim olayı aşağıdaki şekilde anlaşılmalıdır:

4

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

- Etkisi yüksek olan (çok aşırı, yani katastrofik bir olay değil); - %10 gibi nispeten düşük bir eşik değerinin üzerinde olan; - Uzun bir geri dönüş süresi olan; - Görülmemiş (mevcut kayıtlarda bulunmayan) olaylar. Aşırı hava olaylarının mekânsal ve zamansal ölçeklerinde de büyük farklılıklar bulunmaktadır. Bu olaylar örneğin; şiddetli, küçük ölçekli, fakat kısa süreli ve gelip geçici bir olay (hortum, vb. gibi) olabilir, ya da sinsi, geniş çaplı, uzun süreli kalıcı olaylar (kuraklık, vb. gibi) olabilir.


Kutu 1.1: Mini Sözlük Acil Durum (Emergency): İnsan, mal ve çevreyi korumak için acil müdahaleyi gerektiren ve yerel imkânlar (olayın olduğu yerdeki normal prosedürler, organizasyon ve kaynaklar) ile baş edilebilen olayların sonuçlarıdır. Afet (Disaster): İnsanlar için can kayıplarına, fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olan, normal yaşamı durdurarak veya kesintiye uğratarak toplumları etkileyen ve yerel imkânlar ile baş edilemeyen her türlü doğal, teknolojik veya insan kaynaklı olaylardır. Afet Kriz yönetimi (Disaster crise management): Afetlerin etkileri ve ihtiyaçların analizi, afetlere müdahale, afetler için iyileştirme ve afetlerden sonra yeniden inşa gibi afet sonrası düzeltmeye yönelik olarak yapılan çalışmalara denir. Afet Risk Yönetimi (Disaster risk management): Afet risk ve zararlarını azaltma, afetlere hazırlık, tahmin ve erken uyarı gibi afet öncesi korumaya yönelik olan çalışmalara denir. Afet Yönetimi (Disaster management): Afet risk ve kriz yönetimi çalışmalarının tümüne verilen addır. Direnç (Resilience): Bir sistem ve onun bileşenlerini, olası tehlikelerin kötü etkilerinden koruma, onları zamanında ve en verimli şekilde tahmin etme ve bu etkilere önceden uyum sağlama ile birlikte tehlike ortaya çıktıktan sonra onlara karşı koyma, sistemin temel yapı ve fonksiyonlarını iyileştirme ve yeninden inşa etme yeteneğidir. Dönüşüm (Transformation): Mevzuat ve/veya bürokratik yapı, mali kurumlar, teknolojik ve biyolojik sistemler, değer yargıları dâhil olmak üzere sistemin temel özniteliklerini değiştirecek çalışmalardır. İklim Değişimi (Climate Change): Bir hava veya iklim değişkenine ait gözlenen değerlerinin bir eşik değerinin üstünde (veya altında) bir değerde oluşumudur. Basit bir şekilde ifade edilmek istenirse, hem aşırı hava olayları, hem de aşırı iklim olaylarının tümüne birden “iklim aşırılıkları” denilir. Kıymet (Asset): Korunması gereken unsurlar, varlıklar, bileşenlerdir. Örneğin, insan, mal, doğal ve kültürel değerler, veri, kaynak, zaman, saygınlık, pazar, vb. gibi varlıklar. Maruziyet (Exposure): Belirli bir tehlikenin etkisine alabileceği veya etkilediği insan ve kıymetlerin miktarı ve sayısıdır. Etkilenen veya etkilenebilecek olan şeylere belli bir alandaki nüfus, binalar, sanat yapıları, altyapı, tarım alanları, ekonomik faaliyetler, kamu hizmetleri, vb. de dâhildir. Risk (Risk): Bir tehlikenin belli bir zaman ve mekânda gerçekleşmesi durumunda tehdit altında olan unsurların (bölgenin sakinleri, özellikleri, etkinlikleri, özgün tesisleri, doğal ve kültürel kaynakları, vb.) alacağı hasarın düzeyine bağlı olarak oluşacak potansiyel kayıplardır. Bu kayıpların oluştuğu/ortaya çıktığı durumlar, afet olarak adlandırılır. Etkilenebilirlik (Vulnerability): Afet yönetiminde “Burada olur mu? Olursa bize neler olur?” sorularının bir cevabıdır. Potansiyel afetin meydana gelmesiyle toplumun maruziyet, savunmasızlık ve direnç durumuna göre uğrayabileceği olası ölüm, yaralanma, hasar, yıkım, kayıp ve zararlarının bir derecesidir. Tehdit (Threat): Bir kıymetteki zayıflıkları kullanarak, kıymete kısmen ya da tamamen zarar verebilecek olan etkenlerdir. Tehlike (Hazard): Afet yönetiminde tehlike; “Ne olabilir?” sorusuna bir cevaptır. Bu nedenle; “Can ve mal kayıplarına neden olmak ile birlikte toplumun sosyo-ekonomik düzey ve etkinliklerine, doğal çevreye, doğal, tarihi ve kültürel kaynaklara zarar verme potansiyeli olan doğal, insan ve teknolojik kökenli oluşum, olay veya olaylar zinciri” olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, tehlike bir tehdittir. Uyum (Adaptation): İnsan sistemlerinde, güncel veya beklenen iklim şartlarının zararlarını ılımlı hale getirmek ve onları fırsata çevirmek için yapılan çalışmalardır. Doğal sistemlerde, güncel veya beklenen iklim şartlarının kötü etkilerine karşı ekolojik sistemin korunması için insan müdahalesiyle yapılan bilinçli düzenlemelerdir. Yönetim (Management): Olası risklere karşı mevcut kurumsal sistemler, hazırlık seviyesi, planlama, mevcut zarar azaltma tedbirleri, kanunlar ve yönetmelikler, erken uyarı ve tahmin, kamu bilinci, bilgi sistemleri, kaynaklar, eğitim seviyeleri, katılım gibi değişkenlere bağlı olarak bir afet durumunda etkilenen toplumun, zarar ve kayıpları en aza indirgeme ve onunla baş edebilme seviyesi ve kapasitesidir. Kaynak: IPCC (2012), Kadıoğlu, (2011); Ergünay, Gulkan, ve Guler, (2008).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

5


Son yıllarda aşırı hava olayları, iklim değişikliği ve afetler arasındaki ilişki çok iyi anlaşılmıştır. Şekil 1.1’de de görüldüğü gibi iklim değişikliği aşırı hava olaylarına, aşırı hava olayları da sosyo-ekonomik şartların elverişsiz olduğu yerlerde afetlere neden olmaktadır. Bu nedenle, iklim değişikliğine uyum çalışmaları aynı zamanda afet risklerini azalt-

maya; afet risklerini azaltma çalışmaları da aynı zamanda iklim değişikliğine uyuma katkıda bulunabilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı da iklim değişikliğine uyum ile afet risklerini azaltma çalışmalarının birlikte düşünülmesi gerekmektedir.

Şekil 1.1. Küresel iklim değişikliği, afetler ile birlikte iklim değişikliğine uyum ve afet risklerini azaltma/önleme çalışmaları arasındaki ilişkilerin şematik gösterimi.

İklim Değişikliği

Aşırı Olaylar

•• Sıcaklık artışı

•• Sıcak, kuru mevsimler

•• Bitki büyüme mevsimi

•• Şiddetli ve ani yağışlar

•• Orman yangını mevsimi

•• Sıklaşan fırtınalar

•• Ağaç ve kar sınırı

•• Uzayan kurak periyotlar

•• Buharlaşma kayıpları

•• Dolu, yıldırım,

••

•• ...

...

Önlem - Uyum •• İklime uyum, zarar azaltma •• Arazi kullanımı / kısıtlamalar

Afetler •• Ani seller, şehir selleri •• Sıcak hava dalgaları •• Orman yangınları

•• Afet önleme, koruma

•• Rekolte düşüşleri

•• Sigorta, türevler

•• Böceklenme

•• Bina yönetmelikleri

•• Heyelan, Kaya düşmesi

•• ...

•• Çığlar •• ...

6

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


2.1. DÜNYADAKİ DURUM 2.1.1. Gözlenen Değişimler ve Etkiler

2. PROBLEM

D

ünyada etkili olan 31 çeşit doğal afetin çeşitli özellik ve önem sıraları Tablo 2.1’de sunulmaktadır. Bryant (1993), bu tabloda 31 çeşit doğal afeti, afetlerin şiddetini, oluşum sürelerini ve etkilerini esas alarak yaptığı değerlendirmeler ile önem sırasına göre düzenlemiştir. Bu tabloya göre dünyadaki doğal afetlerin en önemli üçünü meteorolojik afetlerin oluşturduğu görülmektedir. Ayrıca tabloda görüldüğü gibi doğal afetlerin, deprem ve volkan patlamaları dışındakilerin, büyük bir kısmını (yaklaşık %90) hidro-meteorolojik afetler (diğer bir deyişle hidrometeorolojik karakterli doğal afetler) oluşturmaktadır. Orman yangınları, tarımsal zararlılarlıların istilaları, kuraklık, çölleşme, göl ve deniz su seviye yükselmeleri, çığ ve seller hava şartları ile çok yakından ilişkisi olan doğal afetlerdir. Yağışlar, şiddetli yerel fırtınalar, tropikal fırtınalar, fırtına kabarması, şiddetli kış şartları, kırağı, don ise hava şartları tarafından direk olarak oluşturulan afetlerdir. Meteorolojik ve hidrolojik şartlar ile doğrudan ve dolaylı olarak ilişkili olan doğal afetlerin tümü hidro-meteorolojik afet olarak adlandırılır. Hidro-meteorolojik afetler özellikle son yıllarda giderek artan bir şiddette, sıklıkta, sürede ve farklı yerlerde meydana gelmektedir. Günümüzde sanayileşme, çarpık yapılaşma, doğanın tahrip edilmesi gibi insan etkileri bu tür afetlerin etkilerini artırmasına veya yenilerinin ortaya çıkmasına da neden olabilmektedir. Diğer bir deyişle, jeolojik ya da jeofiziksel afetlerin oluşum sayısında gerçekte önemli bir değişiklik olmazken küresel iklim değişikliği ile ilişkili olarak meteorolojik, iklimsel ve hidrolojik afetlerin oluşum sayılarında önemli artışlar olmuştur. Küresel iklim değişimi nedeniyle son yıllarda “katastrofik” olarak adlandırılan büyük ölçekli doğal afetlerden hidro-meteorolojik karakterli olanların sayısında 1980 yılından beri sürekli ve çok önemli artışlar görülmektedir (Şekil 2.1).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

7


Tablo 2.1. Dünyadaki doğal afetlerin karakteristik özellikleri ve çeşitli etkilerinin puanlanmasına göre önem sıraları.1 Karakter ve Etkilerinin Değerlendirilmesi Önem srası

Afet

1. Kuraklık 2. Tropikal siklon 3. Bölgesel sel ve taşkınlar 4. Deprem 5. Volkan 6. Orta enlem fırtınaları 7. Tsunami 8. Orman ve çalı yangınları 9. Toprak şişmesi 10. Deniz seviye değiş. 11. Buzullar 12. Toz fırtınaları 13. Heyelan 14. Kıyı erozyonları 15. Çığ 16. Kabarma&Sıvılaşma 17. Tornado 18. Kar fırtınası 19. Kıyı buzları 20. Ani seller 21. Sağanak yağışlar 22. Yıldırım çarpması 23. Kar tipisi 24. Okyanus dalgaları 25. Dolu fırtınası 26. Donan yağmur 27. Kuvvetli rüzgârlar 28. Toprak çökmesi 29. Çamur ve dağ döküntüsü akışı 30. Hava-destekli akımlar 31. Kaya düşmesi

Afetin şiddeti

Etkili olduğu süre

Etkilediği Toplam toplam can kaybı alan

Toplam ekonomik kayıp

Sosyal etkisinin kalıcılığı

1 1 1 1 1 1 1 1 2 2 2 2 2 1 2 1 1

2 5 4

2 1 4

1 2 2

1 1 2

1 1 2

1 3 2 2 2 2 2 2 4 1 2 2 2 3 3 3 3 3 5 1 1 5 5 1 1 5 4 1 1 4 3 3 2 5 4 2 2 4 5 2 2 5 2 5 5 3 5 1 2 5 2 5 3 4 4 3 3 5 5 4 1 5 3 5 4 4 4 5 2 4 4 5 2 4 4 3 4 4 4 4 2 4 4 5 4 5 4 4 5 5 5 4 3 5 4 3 5 5

3 4 3 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 3 4 5 4

3 3 5 3 5 1 5 5 5 4 4 5 4 4 3 5 5 4 4 5 4 5 5 4 4 5 5 5 5 5 5 5 5 5 5 5 4 5 5 5 4 5

4 4 5

4 5 5

5 5 5

4 5 5

5 5 5

4 4 5

Buradaki puanlamada ve önem sırasında ölçek 1’den (en büyük veya önemliden) 5’e (en küçük veya önemsize) kadar değişmektedir.

1

Kaynak: Bryant, 1993.

8

2 2 1

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

5 5 5


Sigorta şirketlerinin istatistikleri de, 1980 – 2008 yılları arasındaki meteorolojik, klimatolojik ve hidrolojik kaynaklı hidro-meteorolojik doğal afetlerin sıklık ve etkilerinin 1980’lerden sonra hızla arttığını göstermektedir (MR, 2010). Afet Kaynaklı Salgın Hastalıkları Araştırma Merkezi’nin (Centre for Research on the Epidemiology of Disasters, CRED) istatistiklerine göre de, 1988’den 2007’ye kadarki dönemde meteorolojik kökenli afetler ile hidrolojik kökenli afetlerin artış oranları birbiriyle uyumludur (Şekil 2.1). Sel ve (ıslak) kütle hareketleri, meteorolojik olaylarla bağlantılı olarak geliştiği için, birçok şiddetli hava olayı beraberinde hidrolojik kökenli afeti de getirir. Aşırı sıcaklıklar (sıcak hava dalgaları)

yüzünden, kuraklık ve orman yangınları gibi klimatolojik kökenli afetlerin sayısında 1990’ların ortasından başlayarak bir artış gözlenmektedir. Her yılın bir önceki yıldan daha kurak olma olasılığının artması ve buna bağlı olarak 1990’lardan başlayarak küresel sıcaklıklardaki artış, yüksek basınç merkezlerine bağlı olarak kış aylarındaki dondurucu soğuklar ile yaz aylarındaki aşırı yüksek hava sıcakları canlı yaşamı için önemli tehditler oluşturmaktadır (Munich Re, 2011). Ayrıca, kurak ve sıcak geçen yaz aylarındaki sıcak hava dalgaları, orman yangınlarını tetikleyerek büyük kayıplara yol açmaktadır (Miles, 2010).

Şekil 2.1. 1980-2010 yılları arasında dünyada görülen doğal afetlerin türleri ve oluşum sayılarının zamansal değişimleri (EM-DAT, 2011).

Dünya ölçeğinde 1991-2000 yılları arasında yaşanan doğal afetlerde hayatını kaybeden insanların ölüm nedenlerinin %90’ı da kuvvetli meteorolojik ve hidrolojik olaylardan kaynaklanmaktadır (Ceylan, 2005). Avrupa’da 1980-2007

yılları arasında görülen doğal afetlerin oluşum sayısı bakımından % 90’ını hidro-meteorolojik afetler oluşturmaktadır (Şekil 2.2).

Şekil 2.2. 1980-2007 yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin oluşum sayılarına göre yüzde dağılımları (EM-DAT, 2012).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

9


Avrupa’da 1980-2007 yılları arasında görülen doğal afetlerin neden olduğu can kayıplarının %63’üne de hidrometeorolojik afetler neden olmuştur (Şekil 2.3). 1980-2007

yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin neden olduğu ekonomik kayıpların %73’ünden ise hidro-meteorolojik afetler sorumludur (Şekil 2.4).

Şekil 2.3. 1980-2007 yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin neden olduğu can kayıplarının dağılım oranları (EM-DAT, 2012).

Şekil 2.4. 1980-2007 yılları arasında Avrupa’da görülen doğal afetlerin neden olduğu ekonomik kayıpların dağılım oranları (EM-DAT, 2012).

2003 yılı yaz mevsiminde Avrupa’nın yaşadığı sıcak hava dalgaları, 2005 yılında ABD’deki Katrina Tayfunu, 2010 yılında Pakistan’da yaşanan seller son dönemlerdeki büyük hidro-meteorolojik afetlerin sadece birkaçıdır. Ayrıca 2010 yılında Rusya Federasyonu olağan dışı bir sıcak hava dalgası yaşamıştır. Afrika’nın bazı bölgeleri ciddi kuraklıklara ya da sellere maruz kalmış; Avustralya, bazı Latin Amerika ülkeleri, Çin ve Pakistan çok şiddetli sellerle mücadele etmiştir. Seller, ayrıca öldürücü heyelanlara ve çamur kaymalarına yol açmıştır. 2011 yılında ise Avustralya, Kolombiya, Endonezya, Japonya, Sri-Lanka, ABD ve Pakistan’da görülen seller, tüm ülkelerin büyük fırtınalar ve sel olaylarının zararlarına maruz kalabileceğine işaret etmektedir. En son Guatemala, El Salvador, Nikaragua, Kosta Rika ve Honduras’ı etkileyen Orta Amerika’daki ve Tayland’daki seller nedeniyle 2011 yılı sel bakımından 2010 yılını da geride bırakmıştır (EM-DAT, 2012).

98,9 milyar ABD dolarından %25,3 oranında daha fazladır. Benzer şekilde doğal afetlerin neden olduğu ekonomik kayıplar, 1960–2008 döneminde tam 17 kat artmıştır (Erkan, 2010).

Nüfus artışları, kentsel kalkınma ve kıyı alanlarındaki çevre bozulmaları, iklim değişikliğinin etkileriyle birleştiğinde hidro-meteorolojik afet riski daha da artmaktadır. Örneğin, 2010 yılında, dünya genelinde, meydana gelen 385 doğal afet sonucu 297 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, 217 milyondan fazla insan bu afetlerin olumsuz etkilerine maruz kalmış ve 123,9 milyar ABD doları ekonomik kayıp meydana gelmiştir (UK Met Office; 2011). Son 10 yılda afetlerden etkilenen insan sayısı 198.7 milyondan (2001 yılında), 217,3 milyona (2010 yılında) yükselmiştir. 2010 yılında meydana gelen ekonomik kayıp ise 10 yıllık dönem ortalaması olan

10

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Avrupa Çevre Ajansı’na (AÇA, 2004) göre hava ve iklim koşullarıyla ilgili olaylarda ortaya çıkan ekonomik kayıplar, son 20 yılda yıllık ortalama 5 milyar ABD dolarından daha az bir miktardan, yaklaşık 11 milyar ABD dolarına olmak üzere önemli ölçüde artış göstermiştir. Bu dönemde görülen en büyük beş ekonomik kaybın dördü 1997 yılından sonra ortaya çıkmıştır. Avrupa’da hava ve iklim koşullarından kaynaklanan ve afete neden olan olayların yıllık ortalaması, 1990’lı yıllarda bir önceki on yıl ile karşılaştırıldığında ikiye katlanmış, bunun yanında depremler gibi iklime bağlı olmayan afetlerin sayısı ise büyük ölçüde aynı kalmıştır. Hidro-meteorolojik karakterli doğal afetleri diğer doğal afetlerden ayıran en önemli özellik, bunların yapılacak izleme veya ölçümlerle önceden tespit edilerek önlenebilmesi veya erken uyarılarla can kayıplarının en aza indirilebilmesidir. Diğer bir deyişle hidro-meteorolojik afetlerin “Önceden Tahmin Edilerek Erken Uyarılarının Yapılabilmesi”, deprem gibi doğal afetlerden onları farklı kılan tek ve en önemli özelliktir. Bu özellikten yararlanarak, afet yönetim programlarının bir parçası olan meteorolojik tahmin ve erken uyarı ile son yıllarda can kayıplarında önemli düşüşler sağlanmıştır (Şekil 2.5).


Şekil 2.5. 1956-2005 yılları arasında dünyada görülen jeolojik ve hidro-meteorolojik afetlerin neden olduğu ekonomik kayıpların değişimi ve karşılaştırması (EM-DAT, 2012).

Buna rağmen, hidro-meteorolojik tahmin ve erken uyarılarındaki gelişmelerle, ekonomik kayıplar istenildiği ölçüde azaltılamamıştır. Can kayıplarından %10 daha fazla

olan ekonomik kayıpların oranı, son yıllarda kuvvetlenen küresel iklim değişikliğiyle de birlikte hızla artmaktadır (Şekil 2.6).

Şekil 2.6. 1956-2005 yılları arasında dünyada görülen jeolojik ve hidro-meteorolojik afetlerin neden olduğu can kayıplarının değişimi ve karşılaştırması (EM-DAT, 2012).

2.1.2. Beklenen Değişimler ve Etkiler SREX raporunda belirtildiği üzere (IPCC, 2012), değişen iklim, aşırı hava olaylarının sıklığı, şiddeti, mekânsal dağılımı, süresi ve oluşum zamanında farklılıklara yol açarak benzeri görülmemiş aşırı hava ve iklim olaylarına neden olabilir. Aşırı hava olaylarındaki değişiklikler olasılık dağılımının değişimi ile ilişkilidir (Şekil 2.7). Bazı aşırı iklim olayları (örneğin,

kuraklık) bağımsız olarak ele alındığında aşırı olmayan hava veya iklim olaylarının bir birikiminin ve/veya birbirileriyle etkileşiminin bir sonucu olarak oluşabilir. Birçok aşırı hava ve iklim olayları da doğal iklim değişkenliği sonucu olmaya devam etmektedir. İklimin doğal değişkenliğine ilave olarak insanın iklime etkisi gelecekte görülecek olan aşırı iklim ve hava olaylarının şekillenmesinde önemli bir etken olacaktır. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

11


Şekil 2.7. Normal sıcaklık dağılımında ortalama hava sıcaklığındaki değişimi ekstrem değerleri nasıl değiştireceğinin şematik gösterimi (IPCC, 2007).

IPCC AR4’e göre, küresel iklim değişimi sonucunda, ortalama hava sıcaklığında bir artış olmasının yanı sıra, şiddetli ve rekor hava sıcaklıklarının görülme sıklığında da önemli artışlar olabilecektir. Böylece ortalama hava sıcaklığı dağılımının insan etkisinden dolayı daha yüksek hava sıcaklıklarına, aşırı ve hatta rekor hava sıcaklıklarına doğru kaydığı görülmektedir (Chiristidis vd., 2011). Şekil 2.7’de görüldüğü üzere, iklim değişimi sonucunda, ortalama hava sıcaklığında görülebilecek birkaç derecelik artış, aşırı hava sıcaklıklarında çok büyük artışlara neden olmaktadır.

Bununla birlikte küresel ısınmadan dolayı kutupların ekvatordan daha fazla ısınması küresel hava dolaşımını da değiştirmektedir. Örneğin, Şekil 2.8’de gösterildiği gibi normalde kışın polar cephe kuzeyden güneye inip Akdeniz iklimine sahip olan Türkiye’nin büyük bir kesiminde yağış bırakır. Yaz aylarında ise polar cephenin kuzeye çekilmesi ve 30 derece enlemlerinde yerleşik olan yüksek basınç kuşağının kuzeye doğru yayılması Türkiye’de yazlar sıcak ve kuru geçer. Küresel iklim değişikliği ile birlikte, polar jet ile birlikte, polar cephenin kuzeye çekilip güneyden gelen yüksek basınç merkezinin kuru ve sıcak havasının etkisinde daha fazla kalabilecektir.

Şekil 2.8. Türkiye’nin enlemlere göre konumu ve atmosferin genel dolaşımı için de yaz ve kış aylarında Türkiye’yi etkileyen belli başlı faktörlerin basitleştirilmiş şematik gösterimi (Ahrens, 2003).

Diğer bir deyişle, Şekil 2.9’da görüldüğü gibi sıcak kış aylarında yağış bırakan sistemlerin takip ettiği yörüngeler Türkiye’nin kuzeyinde kalarak Türkiye’de kuraklığın oluşmasına neden olmaktadır. Bu durumda kuraklıkta rol oynayan temel faktör, yağış miktarının azlığından daha çok karla kaplı alanların az olmasıdır. Böyle durumlarda durağan yüksek ba-

12

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

sınç merkezlerinin blokajı nedeniyle Atlantik üzerinden alçak başınç merkezleri ve ona bağlı cephe sistemleri Güney Avrupa ile birlikte Türkiye üzerine gelememektedir. Bu tür blokajın neden olduğu kuraklık en son 1990, 1999 ve 2007 yıllarında yaşanmış ve bu olay artık nadir bir olay olarak kabul edilmemektedir (Dronia 1991).


Şekil 2.9. Yüksek basınç merkezlerinin blokajı ile birlikte soğuk ve sıcak Avrupa kışlarında fırtına yörüngeleri (Dronia, 1991).

Hava ve iklim olaylarının etkileri, meteorolojik olayın doğası ve şiddeti ile birlikte toplumların maruziyet ve savunmasızlığı ile de ilişkilidir. Sosyo-ekonomik gelişimin, doğal iklim değişimleri ve insan kaynaklı iklim değişikliği ile etkileşimi afet risklerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu nedenle, afet risk yönetimi ve iklim değişikliğine uyum, toplumlarda aşırı hava olaylarının afetlere dönüşüp dönüşmeyeceğini belirlemektedir. Buna bağlı olarak afetlerin neden olduğu ekonomik kayıplar gelişmiş ülkelerde daha fazla olurken; afetlerin neden olduğu can kayıpları ise gelişmekte olan ülkelerde daha fazladır. 1970-2008 yılları arasında doğal afetlerin neden olduğu ölümlerin %95’inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmiştir (IPCC, 2012). Küresel iklim değişikliği, artan aşırı hava olaylarıyla; tarımı, hayvancılığı, balıkçılığı, ekosistemleri etkilemekte ve dolayısıyla da gıda güvencesi için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle birçok Afrika ülkesi ve benzeri az gelişmiş bölgelerde gıda maddelerine erişimin, iklim değişkenliği ve değişikliği ile ciddi bir şekilde tehlikeye gireceği öngörülmektedir (IPCC, 2012). Aynı rapora Asya’da da gelişmekte olan ülkeler için kıtlık riskinin yüksek olduğu öngörülmektedir. Latin Amerika’da ise önemli tarım ürünleri ve hayvancılık üretiminde beklenen düşüşlerin gıda güvencesini kötü bir şekilde etkilemesi beklenmektedir (IPCC, 2012). Özetle bu yüzyılın sonuna doğru tropik ve tropik altı bölgelerde ürün yetiştirme mevsimi sıcaklıklarının mevsimsel uç sıcaklıkları önemli ölçüde aşması ile birlikte, ürün verimliliği ve gıda güvencesi küresel iklim değişikliğinden dramatik bir şekilde etkilenebilecektir (IPCC, 2012).

Azalan ulaşılabilir suyun mevcudiyeti de, tüm dünyada, tarımsal üretimini yağmur suyuyla gerçekleştiren ve dolayısıyla GSYH’sı yağmura bağlı olan yarı-kurak ülkeler için büyük bir tehdit oluşturmaktadır (Pulwarty, 2003). Ayrıca sulu tarımın su gereksinimi dünya ölçeğinde küresel iklim değişikliği nedeniyle artarak su stresinin şiddetlenmesine neden olmaktadır (Tahmiscioğlu vd., 2006). En verimli araziler, rakımı düşük olan ovalar ve deltalarda bulunması nedeniyle de buralarda aşırı yağışlar ve etkileri uzun süren seller çok sık görülmektedir (Lehner vd., 2006). Artan hava sıcaklıkları sonucu oluşan ısıl (termal) stres hayvansal ürünlerde verimliliği ve gebelik oranlarını azaltarak potansiyel olarak hayvancılık için de yaşamsal bir tehdit oluşturmaktadır (Tebaldi vd., 2006). Kuru alanlardaki iklim değişimi, tarım topraklarının tuzlanması ve çölleşmesine de neden olmaktadır. Yarı kurak alanlardaki meralarda da kuraklığın artması arazi bozulmasında artışa neden olduğundan, doğrudan ve dolaylı olarak hayvan ölümleri üzerinde büyük etkiye sahiptir. Bu şekilde çeşitli kaynaklarda iklim ile ilişkili olan afetlerin dünya genelindeki sıklığında artışlar olduğuna dair kanıtlar da bulunmaktadır (Tebaldi vd., 2006). Küresel iklim değişimi ile ormansızlaşma, çölleşme, kuraklık, seller, deniz su seyisinin yükselmesi vb. afetlerin sıklaşması ve şiddetlenmesi nedeniyle insanlar geçim kaynaklarını kaybederek evlerini ve arazilerini terk etmek zorunda kalmaktadır. Bugüne kadar iklim değişikliğinin direk etkisinden dolayı dünyada 26 milyon insan, “küresel iklim göçmeni, “iklim göçmeni” veya “çevre göçmeni” şeklinde adlandırılan “göçmen” olmuşlardır. Bu tür göçmenlerin sayısının 2050 yılına kadar dünyada 150 milyonu bulması beklenmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

13


2.2. TÜRKİYE’DEKİ DURUM 2.2.1. Gözlenen Değişimler ve Etkiler Türkiye, tropikal fırtınalar ve aktif volkanlar hariç, dünya genelinde görülen 31 doğal afetin büyük bir kısmına açık bir ülkedir. Tüm dünyada olduğu gibi, büyük bir coğrafya ve farklı iklim bölgelerine sahip Türkiye’de de, başta kuraklık ve seller olmak üzere meteorolojik ve hidrolojik afetler oldukça sık meydana gelmekte ve ciddi can ve mal kayıplarına yol açmak-

tadır. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde 7.4 ve 7.2 büyüklüklerinde gerçekleşen büyük depremler dışında fırtına, sel, kuraklık gibi meteorolojik afetler çeşitli bölgelerde en sık görülen doğal afetlerdir (Şekil 2.10). Şekil 2.10’da görüldüğü gibi ülkemizde de en sık görülen hidro-meteorolojik afetlerin sayıları dikkate alındığında fırtınalar ve sellerin baskın olduğu görülmektedir.

Şekil 2.10. Türkiye’de hidro-meteorolojik afetlerin oluşum yüzdeleri (1940-2010).

Türkiye’de bildirilen aşırı hava olayları sayılarının yıllara göre değişimlerine bakıldığında son yıllardaki artış dikkati çekmektedir (Şekil 2.11). Şekil 2.11. 1940-2010 yılları arasında Türkiye’de oluşan meteorolojik afetlerin oluşum sayılarının on yıllık dönemlerde değişimleri.

Farklı afet türlerine göre afet oluşum sayıları Şekil 2.12’de gösterilmektedir. 1940 yılından bu yana en fazla ekstrem olay bildirimi 2010 yılında (555 olay) gerçekleşmiştir. 2010 yılında neredeyse tüm ekstrem olayların yarısını (% 46) fırtınalar oluşturmuştur. Seller %29 ile ikinci sırada yer almaktadır ve 14

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

bunu %14 ile dolu olayları takip etmektedir. Zamanla afetlerin sayılarında bir artış gözleniyor olmasının şüphesiz çok farklı nedenleri vardır. Nüfus baskısı, arazi kullanımı uygulamaları, yetersiz altyapı ve plansız şehirleşme bu afetlerin oluşumunu ve zararlarını daha da artırmaktadır.


Şekil 2.12. 1950-2010 yılları arasında Türkiye’de oluşan hidro-meteorolojik afetlerin yıllık toplam sayılarının zamanla değişimi.

Şekil 2.13’de görüldüğü üzere hidro-meteorolojik afetlerin mevsimsel dağılımında da farklılıklar vardır. Rüzgar fırtınası, kar fırtınası, don ve sis, kış ve bahar aylarında daha

çok oluşurken; dolu, sel, yıldırım ve hortumun oluşumu ilkbaharın sonu, yaz aylarında ve sonbaharın başlarında yoğunlaşmaktadır.

Şekil 2.13. Türkiye’de hidro-meteorolojik afet oluşumlarının aylara göre dağılımı.

Türkiye’nin coğrafi konumu, demografik ve iklimsel yapısına bağlı olarak farklı bölgelerde belirli afetler daha yaygın gözlenmektedir (Şekil 2.14). Şiddetli hava olaylarının birer afete dönüşmesi, topoğrafik koşulların, yanlış yerleşme ve

yanlış arazi kullanımı uygulamaları gibi yerel ya da bölgesel coğrafya etmenlerinin yanı sıra, temel olarak aşırı hava ve iklim risklerine karşı hazırlıklı olma ve önlemler almadaki eksikliklerimizin doğal bir sonucudur.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

15


Şekil 2.14. Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre ülkemizde görülen meteorolojik karakterli doğal afet oluşum sayılarının mekânsal dağılımı.

Mülga Afet İşleri Genel Müdürlüğü (AİGM) kuruluş amaç ve görevleri dâhilinde ülkede meydana gelmiş bazı afetleri yerinde incelemiştir. Bu kapsamda Türkiye’de 1950’li yıllardan 2007 yılına kadar meydana gelen afet olaylarını kapsayan bir “Afet Bilgi Envanteri Projesi” hazırlanmış ve veriler analiz edilmiştir. Bu projede afet olayları sadece hane bazında nakline karar verilen olay sayıları ve nakil verileri ışığında değerlendirilmiştir. Bu şekilde afet türlerinin birbirlerine oranla

dağılımları belirlenmeye çalışılmış ve meydana gelen hasarlar kapsamında bazı varsayımlar ile ülke ekonomisine olan etkileri hesaplanmaya çalışılmıştır. Mülga AİGM tarafından hazırlanan ve 7269 sayılı kanunda adı geçen hidro-meteorolojik tehlikelere ait 1958-2000 yıllarında görülen olay sayılarının Türkiye genelinde illere göre dağılımlarını gösteren harita Şekil 2.15’te sunulmaktadır.

Şekil 2.15. Hidro-meteorolojik tehlikelere ait 1958-2000 yıllarında görülen olay sayılarının Türkiye genelinde illere göre dağılımları. (AİGM, 2002).

Türkiye’de (ıslak) heyelanlar, başta Karadeniz Bölgesi olmak üzere, İç ve Doğu Anadolu Bölgelerinde, sıkça meydana gelen doğal afet olaylarıdır. Kaya düşmeleri, İç Anadolu bölgesinin bazı kısımları ile Doğu Anadolu bölgesinde etkin olan 16

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

bir diğer doğal afet türüdür. Çığlar, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de yoğunlaşırken, seller başta kıyılar olmak üzere neredeyse Türkiye’nin her yerinde görülmektedir (Şekil 2.15).


Şekil 2.16’da da görüldüğü gibi 1950-2007 yılları arasında afetler kapsamında kullanılamaz hale gelmiş ya da gelmesi muhtemel hanelerin nakillerinin; %45,0 deprem, %25,6 heyelan, %8,5 kaya düşmesi, %8,7 sel, %1,7 çığ, %3,1 diğer afetler ve %7,4’ü çoklu afetler nedeniyle yapıldığı belirlenmiştir (Özden vd., 2008).

Erkan (2010)’nın EM-DAT 2008 verilerini kullanılarak yaptığı bir hesaba göre 1980’lerden günümüze, dünyada meydana gelen doğal afetler sonucunda hayatını kaybedenlerden depremler sebebiyle ölenlerin oranı %7,6’dan %26,1’e, fırtınalar sebebiyle ölenlerin oranı %5,9’dan %29,0’a yükselmiştir.

Şekil 2.16. 1950-2007 yılları arasında Türkiye’de kullanılmaz hale gelmiş ya da gelmesi muhtemel hanelerin nakiline neden olan afetlerin yüzdesi (Özden vd., 2008).

Ülkemizde doğal afetlerin neden olduğu ekonomik kayıplarda depremlerin, fırtınaların ve sellerin payı %30 civarındadır (Özden vd., 2008). Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi

Başkanlığı (AFAD) tarafından karşılanan afet yardımları 2000-2010 yılları arasında 284 milyon TL’yi aşmıştır.

Tablo 2.2. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan yapılan afet yardımlarının 2000-2011 (Mayıs ayına kadar) miktarları (SYDGM, 2011).

2.2.2. Beklenen Değişimler ve Etkiler IPCC AR4’e göre 21. yüzyılda Türkiye dâhil olmak üzere Güney Avrupa’da daha sık, şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve orman yangınlarının görülmesi beklenmektedir. Ayrıca, kısa süreli fakat şiddetli sağanak yağış görü-

len günlerin sayısındaki artışla beraber, ani oluşan sellerde de önemli artışların olması öngörülmektedir. Bunun sonucunda iklim değişikliği, tarım ve su kaynakları üzerinde olumsuz etkilere yol açabilecek ve hidro-meteorolojik afetlere bağlı can ve mal kayıplarını da artırabilecektir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

17


Yine IPCC AR4’ün ortaya koyduğu gibi Akdeniz Bölgesi’nin güney kuşağında yer alan Türkiye, tahmini iklim değişikliği etkilerine karşı oldukça savunmasız durumdadır. AÇA’ya (2004) göre bölgede şiddetli hava olaylarının artması beklenmektedir. Ayrıca, Türkiye dâhil olmak üzere Güney Avrupa’daki yağışların azalmasının, tarım ve su kaynakları üzerinde önemli etkilere yol açarak daha sık yaşanacak kuraklıklar gibi ciddi etkileri olabileceği belirtilmektedir. Özellikle, 2080 yılı sonrasında kuraklık ve şiddetli yağışların daha sık görülmesi beklenmektedir. Rapora göre ayrıca, sıcak hava dalgalarının 21. yüzyılda daha sık ve daha yoğun bir şekilde ortaya çıkması ve bu sebeple sıcağa bağlı ölümlerin artması beklenmektedir. Diğer yandan, kış süresinin kısalması kış aylarında yaşanan ölümlerin sayısını azaltabilecektir. Bununla beraber iklim değişikliğinin en yüksek ölüm riski taşıyan seller başta olmak üzere Türkiye’deki aşırı hava olaylarının sıklığı, şiddeti ve etkileme sürelerinin artırması beklenmektedir. İklim değişikliğine bağlı hidro-meteorolojik riskler diğer doğal afetlerin neden olduğu risklere kıyasla daha büyük

olarak değerlendirilmektedir. Örneğin, dünyada son 50 yılda görülen her 10 doğal afetten dokuzu şiddetli hava ve iklim olaylarından kaynaklanmaktadır (IPCC, 2012). Maalesef iklim modelleri, can ve mal kayıplarının, küresel iklim değişikliğiyle birlikte ekstrem hava olaylarının sıklığı, süresi ve şiddetindeki artışa paralel olarak daha da büyüyeceğini öngörmektedir. Akdeniz Havzası›nda bulunan Türkiye›nin ikliminde de küresel değişikliklere benzer değişiklikler gözlenmektedir. Özellikle kış yağışlarında azalmalar, sıcaklıklarda artışlar, son dönemde maruz kaldığımız kuraklık, sel ve taşkınlar bunlar arasında sayılabilir. Türkiye için gerçekleştirilen bölgesel iklim modeli çalışmalarının neticeleri, gelecekte de bu değişikliklerin süreceğini söylemektedir (ÇŞB, 2012). Dünya Bankası (2009) tarafından yayınlanan raporun aktardığı bir çalışmaya göre Türkiye, 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesinde ekstrem iklim olaylarına en çok maruz kalacak 3. ülke olacaktır (Şekil 2.17).

Şekil 2.17. 21. yüzyılın sonuna doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesindeki ülkelerin beklenen aşırı iklim olaylarına maruz kalma sıraları (Baetting, vd., 2007).

Bu bilgiler, iklim değişikliği kaynaklı zarar ve etkilerinin azaltılması, uyum anlınması ve yönetilmesi gereken faktörleri belirlemek için gereklidir. Kanıta-dayalı iklim risk yönetimi stratejileri güncel ve gelecekteki olası iklim bilgilerine dayandırılmalıdır. Bunlar: 1. Tarihsel ve güncel iklim şartlarıyla ilişkili tehlike ve risklerin dağılımı, 2. Güncel eğilimlerle yakın bir gelecekte ortaya çıkması beklenen yeni tehlike ve risklerin dağılımı, 3. Öngörülen küresel ısınmaya dayalı iklim senaryoları ve diğer, kayıp ve risklere neden olan sosyo-ekonomik faktörlerin gelecekteki potansiyel durumudur. Güncel iklim şartları bakımından Türkiye’de küresel iklim değişikliğinin etkileri daha çok su kaynaklarının azalması, sı-

18

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

cak hava dalgaları, kuraklık ve sellerdeki artış ile birlikte tarımda verimliliğin düşmesi olarak kendini göstermektedir (ÇŞB, 2012). Bazı bölgelerde azalan yağışlarla artan hava sıcaklıkları, ciddi kuraklık ve su sıkıntılarına neden olmaktadır. Bazı bölgelerde ise su ve rüzgar erozyonu nedeniyle önemli toprak kayıpları olmaktadır (Altın vd., 2006). Yeraltı su seviyesinin düşmesi de uzun mesafeli göçlere neden olmaktadır. Akdeniz kıyı bölgesinde hızla artan su ihtiyacı taban suyu düzeyini düşürmekte ve birçok kıyısal akiferlere deniz suyu karışmaktadır (Öztürk, 2011). Ormanlarımızın yapısı böcek ve hastalıklara karşı dayanıksız hale gelmekte ve kitlesel boyutlarda olmasa da gözle görülür ağaç kurumaları ve orman yangınları artış göstermektedir. Son yıllarda Türkiye ormanlarında artış kaydeden bu tür hasarların birincil nedeninin asit yağışları, ozon yaralanması ile birlikte iklim değişimi olduğuna dair kuvvetli bulgular bulunmaktadır (OGM, 2011).


Türkiye için gerçekleştirilen gelecekteki iklim şartlarına ait projeksiyon çalışmalarının en güncel sonuçları, II. Ulusal Bildirim’de yer almaktadır (ÇŞB, 2012). II. Ulusal Bildirim’de yer alan “İklim Endeksleri” olumsuz yönde günlük hayatı etkileyebilecek aşırı hava olayları hakkında bilgi vermektedir. Aşırı hava olayları genellikle günlük maksimum ve minimum sıcaklık ve günlük yağış gibi iklim değişkenlerinin günlük değerleri kullanılarak hesaplanmaktadır. Şekil 2.18’de bu tür iki endeksin yıllık değişimleri ECHAM5 A2 simülasyon tahminlerine dayanılarak verilmiştir. Sıcak hava endeksi günlük maksimum hava sıcaklığının 35°C ve daha yüksek olduğu en yüksek ardışık gün sayısı olarak tanımlanır. Şiddetli yağışlı gün endeksi ise günlük toplam yağış miktarının en az 10 kg m-2 günlerin sayısı olarak tanımlanır.

Sıcak hava endeksindeki değişiklikler ilk dönemde (yani 2011-2040) nispeten küçük olmakla birlikte, 21. yüzyılın sonuna doğru Güneydoğu Anadolu Bölgesi›nde ve Akdeniz Bölgesi›nin kıyı alanlarında (10 güne kadar) önemli ölçüde artmaktadır (Şekil 2.18). Yıllık bazda kuvvetli yağmurlu günlerdeki değişiklikler kış yağışlarındakine benzerdir. İlk 30 yıllık dönemde, şidetli yağışlı günlerin sayısının tüm Türkiye›de artması beklenmektedir. En büyük artışlar (10 güne kadar) Anadolu Yarımadası›nın kuzeybatı bölgelerinde oluşacaktır. İkinci ve üçüncü dönemlerde, şiddetli yağışlı gün sayısının Karadeniz, Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde artması beklenmekteyse de; Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde (10 güne kadar) azalacağı görülmektedir (ÇŞB, 2012).

Şekil 2. 18. Sıcak hava gün sayılarındaki yıllık değişimlere (1961-1990 dönemle kıyasla) dair projeksiyonlar (sol sütun) ve şiddetli yağmur gün sayıları için yapılan projeksiyonlar (sağ sütun). Bu projeksiyonlar, ECHAM5 genel sirkülasyon modeli A2 senaryo simülasyonuna dayanmaktadır (ÇŞB, 2012).

Büyüklüklerdeki bazı farklılıklara rağmen tüm model simülasyonları Türkiye’deki bazı değişiklikler konusunda hemfikirdir. Tüm simülasyonlar Türkiye’de 21. yüzyılda sıcaklıklarda artış öngörmektedir. Simülasyonlar ayrıca, Türkiye’nin iç ve doğu kesimlerinde daha büyük artışlara işaret etmektedirl. Hemen

hemen tüm simülasyonlar Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde kış yağışlarında düşüşler olacağında hemfikirdir. Bu simülasyonlar birbirleriyle tutarlı bir şekilde Karadeniz Bölgesi’nde kış yağışlarında artış tahmin etmektedir. Tüm simülasyonlar Doğu Anadolu’da ilkbahar akışlarında azalma ve kış akışlarında artış kabul etmektedir (ÇŞB, 2012).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

19


İklim değişikliğine uyum

3. UYUM VE RİSK YÖNETİMİ YAKLAŞIMI

B

ugün tüm ülkeler küresel iklim değişikliğine sebep olan sera gazı salımlarını ciddi oranlarda azaltsalar ya da tamamen durdursalar dahi, bu gazların birikimleri atmosferde kalmaya uzunca bir süre daha devam edecektir. Bu da iklimdeki değişikliklerin ve artmakta olan şiddetli hidro-meteorolojik afetlerin uzun yıllar sürüp gitmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de hidro-meteorolojik afetlerden etkilenebilirlik düzeyini azaltma, iklim değişikliğine uyumun ve de afet risklerini azaltmanın temel elemanlarından biri olarak görülmelidir. Diğer bir deyişle, küresel ısınmayı tümüyle durdurmanın mümkün olmadığı artık bilinmektedir. Şimdi iklim değişikliğinin yol açacağı olumsuzlukların etkisini en aza indirmenin yollarını arama zamanıdır. Küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik çalışmalara genel anlamda “uyum” çalışmaları denilmektedir (UNFCCC, 2007). Uyum çalışmaları aynı zamanda fırsatları ve kaygıları “faydaya çevirme”yi de içermektedir. Küresel iklim değişikliğine uyum süreci, toplumların küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle başa çıkmalarına destek olmaktadır. Uyum, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltırken, gerekli düzenlemeler ile olumlu etkilerini de artırmayı amaçlamaktadır. Uyum için birçok yol ve yöntem bulunmaktadır. Bunlar sellere karşı koruma duvarları veya sel dayanıklı evler inşa etmek gibi teknolojik önlemlerden kuraklık zamanında su kullanımını azaltmak gibi insanların gündelik yaşamdaki davranışlarını değiştirmeye kadar değişiklikler göstermektedir. Diğer stratejiler, şiddetli hava olayları için erken uyarı sistemleri kurmak, daha iyi su yönetimi, risk yönetimini geliştirmek, sigorta tercihlerini geliştirmek ve biyolojik çeşitliliği korumak şeklinde sayılabilmektedir.

Türkiye’nin uyum stratejisi ve eylem planı İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indiriebilmek ve uyum sağlayabilmek amacı ile hazırlanan Türkiye’nin İklim Değişikliği Ulusal Uyum Stratejisi ve Eylem Planı, katılımcı bir süreçle hazırlanmış ve Şubat 2012 tarihinde İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu tarafından onaylanmıştır. Ulusal uyum stratejisi ve eylem planının hazırlanmasında mevcut durum çalışması ve 11 ilde geniş bir paydaş grubu ile gerçekleştirilen “Katılımcı Etkilenebilirlik Değerlendirmesi” sürecinde elde edilen sonuçlar temel alınmıştır. Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı’nın geliştirilmesinde ilk adım, Stratejinin temel amacını ve ilkelerini içeren bir çerçevenin çizilmesi olmuştur. Bu çerçeve, ülkenin sürdürülebilir kalkınma politikaları doğrultusunda, iklim değişikliğinin sosyoekonomik sektörlere olası etkilerinin birleşik ilişkileri kurularak çizilmiş, böylelikle uyum için gerekli olan bölgesel/yerel düzeydeki yapısal ihtiyaçlar ve önceliklerin (farklı vadelerde) tespiti için kolaylaştırıcı bir zemin oluşturulmuştur. Strateji çerçevesinde, mevcut politik 20

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


inisiyatifler vurgulanmış ve iklim değişikliğinin etkilerine uyumda yasal/kurumsal altyapıya, planlama süreçlerine ve katılımcı mekanizmalara dair potansiyel engellere dikkat çekilmiştir. Strateji belgesi yukarıda belirtilen beş tematik alanın ve iklim değişikliğine uyum bağlamında yatay kesen ortak konuların her biri için kendi stratejik amaçları ve hedeflerini içermektedir. Söz konusu amaçlara dair hedefler ve eylemler belirlenirken, Türkiye’nin yürürlükte olan Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi’nin iklim değişikliğine uyumla doğrudan ya da dolaylı ilgili hedefleri dikkate alınmış, ayrıca mevcut diğer plan ve programlarla ilişkiler ve öncelikler özenle korunmuştur. Her bir stratejik amacın altındaki hedef/ hedefler ve eylemler, süre, çıktılar ve performans göstergeleri, sorumlu/koordinatör kuruluş ve ilgili kuruluşlar belirlenerek tespit edilmiştir. Tematik her alan için hazırlanan strateji ve eylem planı bölümleri, ayrı ayrı yapılan toplantılarla ilgili tüm kesimlerin değerlendirmelerine ve onayına sunulmuştur. Daha sonra, web ortamında geniş katılımlı bir kamuoyu değerlendirmesine başvurulmuştur. Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi, 1 ay süresince toplumun tüm kesiminin görüşlerine açılmış, elde edilen katkılarla birlikte son halini almıştır. Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı, Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi ve İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı süreci ile eşgüdüm halinde ve aynı doğrultuda hazırlanmıştır. (ÇŞB, 2012) Uyum Stratejisi’nde, aşağıda belirtilen temelde beş etkilenebilirlik alanına odaklanılmıştır: 1. Su Kaynakları Yönetimi 2. Tarım Sektörü ve Gıda Güvencesi 3. Ekosistem Hizmetleri, Biyolojik Çeşitlilik ve Ormancılık 4. Doğal Afet Risk Yönetimi 5. İnsan Sağlığı Etkilenebilirlik temalarının ortak/kesişen alanları, Kapasite Artırımı ve Farkındalık, Teknoloji, Araştırma ve Geliştirme Finans Politikaları ve Finansal Mekanizmalar, Yönetişim, Koordinasyon, İzleme ve Değerlendirme ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’dir.

Uyum ve risk yönetimi bütünleşik yaklaşım Hidro-meteorolojik bir tehlikenin belli bir zaman ve mekânda gerçekleşmesi durumunda tehdit altında olan unsurların (bölgenin sakinleri, özellikleri, etkinlikleri, özgün tesisleri, tabi ve kültürel kaynakları vb.) alacağı hasarın düzeyine bağlı olarak oluşacak potansiyel kayıplar ise o hidro-meteorolojik tehlikenin oluşturduğu risklerdir. Risk genel anlamda şu şekilde ifade edebilir (Kadıoğlu, 2011b);

Küresel iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği afetlerin meydana gelmesinde iki temel faktör rol oynar. Birincisi bir tehlikenin bulunması, ikincisi ise bu tehlikenin doğuracağı olaydan riske girebilecek bir şeylerin ya da bir canlı topluluğunun var olmasıdır. Tehlikenin afete dönüşmemesi veya dönüşse bile en az zararla atlatılabilmesi alınacak tedbirler ve riskin azaltılması ile mümkün olabilir. Bu bağlamda iklim değişikliğinin can, mal, sağlık, refah, çevre, iş sürekliliği, kalkınma, tabi ve kültürel kaynaklara oluşturduğu risklere neden olan olaylar ve sosyal faktörlerin çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Bundan sonra, uzun dönemde tehlikeli durum ve bunların etkileri nedeni ile oluşabilecek can ve mal kaybı gibi zararları azaltmayı ve/veya ortadan kaldırmayı amaçlayan yapısal ve yapısal olmayan uyum çalışmaları yapılabilir. Bu nedenle her bir hidro-meteorolojik afet için uyum ve risk yönetimi için sırayla aşağıdaki çalışmaların yapılması gereklidir (Kadıoğlu, 2011a): • Tehlike Analizi (Hazard Assessment) • Risk Analizi (Risk Assessment) • Risk Azaltma (Risk Reduction) • Önleme (Prevention) • Sakınım (Avoidance) • Risk ve Zarar Azaltma (Mitigation) • Risk Transferi-Sigorta (Insurance) • Risk İletişimi • Planlama • Tahmin ve Erken Uyarı • Eğitim • Tatbikatlar Şüphesiz başarılı bir uyum çalışması ve afet risklerinin yönetimi için, entegre ve katılımcı bir politika çerçevesinde, tüm risk faktörleri üzerinde durulmalı, tüm siyasi otorite ve kaynaklar ile desteklenmeli ve yerel kapasite tümüyle güçlendirilmelidir. Bu bağlamda Türkiye’de iklim değişiminin zararlarını azaltmak ve etkilerine uyum sağlamak yani “Küresel İklim Değişikliği Risk Yönetimi” hükümetlerin ve yerel yönetimlerin önemli öncelikle ele alması gereken konular arasında yer almalıdır. Bunun için afet risk yönetimi ve iklim değişikliği uyum stratejileri aşağıda özetlendiği üzere ortak amaç ve hedefleri birlikte dikkate alınmalıdır:

Risk = Tehlike Olasılığı x Maruziyet x Savunmasızlık ya da Risk = Tehlike Olasılığı x Zarar Görebilirlik

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

21


İklim Değişimine Uyum (İDU)

Afet Riski Yönetimi (ARY)

· Şu ana kadar İDU daha çok insan kaynaklı iklim değişikliğinin · Şu ana kadar ARY, daha çok insan kaynaklı olamayan (jeolojik, olası zararlarını hafifletmeye çalışılıyordu. teknolojik, vb.) ve tehlikelerin kısa vadeli (daha az belirsizliği olan) olaylarına müdahale ederek tehlikelerle ilgileniliyordu. · Artık hidro-meteorolojik tehlikeler ve onların (büyük ölçüde belirsiz olan) uzun vadeli etkilerine odaklanıldı. · Artık (insan davranışları ve insan kaynaklılar da dahil olmak üzere) tüm tehlikelerin ve onların uzun vadeli etkilerine ait risklerini · Böylece (hidro-meteorolojik afetlerin geriye dönüşümü olmaazaltmaya ve ortadan kaldırılamayan risklere karşı hazırlık çalışyan ve kısa vadeli etkileri de dahil olmak üzere) hazırlık çalışmalarına geçildi. malarına geçildi. Ortak amaç: Toplumun tehlikelerden zarar görebilirliğini azaltmak.

Görüldüğü gibi İDU ve ARY birbirleri ile etkileşim içerisindedir. Bu durum IPCC SREX raporunda da belirtilmektedir (Şekil 3.1). Bu nedenle, uzman, uygulayıcı vb. paydaşlara ait ağlar birleştirilmeli ve sinerji oluşturularak bu çalışmalar birlikte yürütülmelidir. Örneğin, AFAD Türkiye Afet Risk-

lerinin Azaltılması Platformu, bu süreçte ortak ağ, dil ve fikir birliği oluşturulmasında önemli bir platform olarak kullanılabilir. Bunun için afet risk yönetiminin iklim değişikliği uyum stratejilerine entegre edilmesi, bir yönetişim bakış açısı ve politikası olarak ele alınmalıdır.

Şekil 3.1. IPCC SREX’in temel yaklaşımın şematik gösterimi. Böylece iklim değişikliği ile mücadelede iklim değişikliğine uyum ve afet risk yönetimini ilişkilendirilmektedir (IPCC, 2012).

Yönetim ve yönetişim kavramları bu raporda aşağıdaki şekillerde kullanılmıştır:

Yönetim (management)

Yönetişim (governance)

· Kaynakların tahsisi ve organizasyonun gündelik operasyonların kontrolü: Organizasyon amaç ve hedeflerine “nasıl” ulaşır.

· Organizasyonun amaçları, yönü, sınırları ve hesap verebilirlik çerçevesinde stratejik hedefleri: Organizasyon “ne” yapar ve gelecekte nerede olması gerekir.

· Daha çok teknik ve operasyonel çalışmalar.

· Daha çok politik ve stratejik çalışmalardır.

22

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


2011 yılında Avrupa Birliği (AB) ve UNISDR’ın “Küresel İklim Uyum Ortaklığı” komisyonu afet risk yönetiminin iklim değişimi uyum stratejilerine entegre edilebilmesi için aşağıdaki hedef ve yöntemi belirlemiştir (EUROPA ve UNISDR, 2011): Hedefler: 1. Avrupa’da her iki alanın içinde büyük yönetişim konularını araştırmak. 2. Avrupa’da İDU ile ARY arasındaki etkileşimi belirlemek. Yöntem: 1. Avrupa seviyesinde mevcut ortak mekanizmaları (mevzuat, program, araştırma, finansal kaynaklar vb.) analiz etmek. 2. İki alandaki ana paydaşlar ile görüşmek. Bu konuda AB genelinde yürütülen politikalar, araştırma ve yapılan proje çalışmaları artık aşağıdaki başlıca Avrupa Çerçeve ve Direktifleri’nden yedi tanesindeki hedeflere dayandırılmaktadır (EUR-OPA ve UNISDR, 2011): 1. Hyogo Eylem Çerçevesi 2005-2015 2. Uluslar ve Topluluklarda Afetlere Direncin Yapılandırılması

3. AB’nin Beyaz Kitabı “İklim Değişikliğine Uyum: Avrupa Çerçevesinde Eyleme Doğru” 4. Cancun Uyum Çerçevesi, Cancun’daki 2010 İklim Değişikliği Konferansı’ndaki Cancun Anlaşmaları’nın bir kısmı (Meksika (COP 16)) 5. Su politikası alanında topluluk eylem çerçevesinin oluşturulması üzerine AB Su Çerçeve Direktifi (2000/60/ EC) 6. “Avrupa Birliği’ndeki su kıtlığı ve kuraklık mücadelesinin tanımlanması” ile ilgili Avrupa Parlamentosu ve AB İletişim Konseyi, sel risklerinin değerlendirilmesi ve yönetimi için AB Sel Çerçevesi Direktifi (2007/60/EC) 7. AB Sivil Koruma (afet risk yönetimi), Afetlerin Engellenmesi Kararı (Konsey Kararı 2007/779/EC). Türkiye’nin de İklim Değişikliğine Uyum ve Afet Risk Yönetimi çalışmalarını, benzer bir şekilde, benimsediği ulusal ve uluslararası belgelerdeki öncelikli hedeflerine dayandırarak bir bütünün doğru belirlenmiş ve birbirini tamamlayan parçaları şeklinde yapması gerekmektedir. Diğer bir deyişle özünde aynı olan konularda, farklı kurum ve kuruluşlar tarafından kısmen, parça parça ve eksik çalışmalar artık yapılmamalıdır. Bütün bunlar yapılırken kullanılabilecek olan bazı yaklaşımlar Şekil 3.2’de gösterilmektedir.

Şekil 3.2. Küresel iklim değişiminde afet risklerini yönetebilmek için iklim değişikliğine uyum ve afet risk yönetimi yaklaşımlarının şematik gösterimi (IPCC, 2012).

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), afetlerin önlenmesi ve iklim değişikliğine uyum çalışmalarının geliştirilmesinde yapılacak olan İklim Risk Yönetimi çalışmalarını aşağıdaki adımlara bölmüştür (Tablo 3.1). Bir seri analitik

adımla, problem belirlendikten sonra kurumsal ve politik çalışmalarla problem etkin bir şekilde çözülebilir (UNDP, 2010a, b).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

23


Tablo 3.1. UNDP’nin iklim ile ilişkili afelerin zararlarının azaltılması veya önlenmesi için yapılan projelerde takip edilmesini tavsiye ettiği adımlar (UNDP, 2010a, b). ADIM

İKLİM RİSK YÖNETİMİ YAKLAŞIMININ GENEL ADIMLARI

1.

İKLİM ANALİZİ: Mevcut iklim özelliklerinin, iklim değişkenliğinin ve eğilimlerinin, farklı zaman aralıklarında iklimin tahmin edilebilirliğinin ve iklimin nasıl değişebileceğinin senaryoları vb. yerel olarak derlenmesi ve belirlenmesi.

2.

RİSK VE ETKİLERİ BELİRLEME: İklim değişikliğinin, şu anki değişiminin (uzun süreli gözlem bilgilerine göre), orta vadede (mevcut durum ve gözlemlerdeki eğilimlere göre) ve uzun vadede (projeksiyon ve öngörülere göre) mevcut ve olası etkilerinin belirlenmesi.

3.

KARAR ANALİZİ VE DESTEK: Ulusal ve yerel karar vericilerin başlatacağı veya destekleyeceği proje ve programlara karar vermesinin iklim değişkenliği ve değişimi ile ilgili bilimsel bulgularla desteklenmesi. Karar analizinde, kurumsal politikalar ve kapasite analizleri, iklim risk yönetiminde öncelikli sektörlerin ve coğrafik bölgelerin belirlenmesinin birlikte yapılmasını kapsar.

4.

KURUMSAL VE POLİTİKA ARAŞTIRMALARI: İklim risk yönetimi politikalarının, yönetimsel ve yönetişimsel yönleri için kamu kurumları ve sektörleri arasındaki uyum ve önleme sorumluluklarının, paydaş analizi ve paydaşodaklı araştırmalarla ile belirlenmesi.

5.

KAPASİTE GELİŞTİRME: Belirlenen risklere, kalkınma ve gelişme önceliklerine göre tespit edilen zorluk ve problemleri çözmeye yönelik kapasite geliştirilmesi için gereken kurumsal ve yasal çalışmalar.

Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları bir bütünün parçaları şeklinde takip ederek Şekil 3.3’de gösterilen iklim değişikliğinin ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmakla birlikte aşırı hava ve iklim olaylarının tahmin sistemlerini geliştirmek;

zarar görebilirliği azaltabilmek için maruziyetin, erken uyarı, aşırı hava şartlarına dayanıklı yerleşimler ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmalarıyla mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Şekil 3.3. Genel anlamda iklim değişikliği risklerinin sonuç (risk - afet), olay (tehlike) ve sosyal faktörler (maruziyet ve savunmasızlık, yani zarar görebilirlik) şeklindeki temel bileşenleri. Risk gerçekleştiğinde, “afet” olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.

Risk

(sonuç)

=

Tehlike (olay)

x

• Kuraklık • Can • Seller • Sağlık Dolu • Mal • Don • Güvence • Yıldırım • Güvenlik • Orman Yangını • Çevre • Heyelan • Tabi Kaynaklar • Kültürel Varlıklar • Kaya Düşmesi • İş/Hizmet Sürekliği • Çiğ • Ekonomik kalkınma• Sıcak Hava Dalgaları • Fırtına • ... vb. oluşma ihtimali vb. olası kayıplar

24

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Zarar Görebilirlik (sosyal faktörler)

• Arazi Kullanımı ve Yeşil Alan Dağılımı • Mevzuat ve Kurumsal Yapılanma • Eğitim Seciyesi • Ekonomik Gelişmişlik ve Gelir Dağılımı • İş Yerlerinin Afetlere Direnci • Toplumun Hazırlık Seviyesi • Yönetimlerin Hazırlık Seviyesi • Müdahale Kapasitesi • Ulaşım ve Erişebilirlik • Bina Stokunun Durumu • Alt Yapı ve Kritik Tesislerin Durumu • Risk Gruplarının Dağılımı • Sosyal Dayanışma • Acil Müdahale Tesisleri • ... vb.’nin durumu


4. AFET TÜRÜNE GÖRE DEĞERLENDİRME

B

u bölümde 12 faklı hidro-meteorolojik afet türü on ayrı başlık altında ele alınacaktır. Her bir afet kısaca tanımlandıktan sonra, olası etkileri, bölgesel ve zamansal dağılımları, iklim değişikliğine bağlı olarak gösterdikleri eğilimler, afetin iklim değişikliğine uyum çalışmaları ve iklim risk yönetimine göre ele alınması gereken risk faktörleri anlatılacaktır.

4.1. SICAK HAVA DALGASI Sıcak-nemli hava, sıcak-kuru havadan çok daha fazla rahatsız edicidir, çünkü havadaki yüksek nem vücuttan terin buharlaşmasını yavaşlatır. Terin buharlaşması canlılar için doğal bir soğuma mekanizmasıdır. Çok sıcak, nemli hava sadece bunaltıcı değil aynı zamanda insan sağlığı için de tehlikelidir. Isı ve nem bileşimi ölümlere (insanlarda “erken hasat” olayına) sebep olabilmektedir. Ayrıca küresel iklim değişikliğinin önemli işaretlerinden biri olan küresel ısınma, zamanımızın (kalp-damar, beyin-damar, astım, KOAH, sinüzit, ishalli hastalıklar, sıtma, dang ateşi, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi gibi hastalıkları artırdığı için) en büyük sağlık problemlerinden de biridir (ÇŞB, 2012). Toplumlardaki (günlük veya haftalık) ölüm oranının en düşük olduğu hava sıcaklıkları optimum ve konfor sıcaklıkları olarak kabul edilir. Ölüm oranları bu konfor bölgesi dışındaki sıcaklıklarda yükselir. Şekil 4.1.1, hava sıcaklıkları ile insan ölümleri arasındaki U-şekilli ilişkiyi göstermektedir (McMichael vd., 2006). Şekildeki oluk bölgesi konfor bölgesini göstermektedir. Grafiğin (sağ taraftaki) dik olarak yükselen çizgilerin olduğu bölge sıcak havalarda ölümlerin sayısında artış olduğunu gösterir; grafiğin (sol taraftaki) daha eğik olarak yükselen çizgilerin bulunduğu bölgede de soğuk havalarda ölümler artmaktadır.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

25


Şekil 4.1.1. Ortalama yıllık sıcaklığın yüksek sıcaklıklara doğru kayması durumunda, aşırı günlük sıcaklıklar ile ölümler arasındaki ilişkinin 2050 yılına doğru nasıl değişeceğinin şematik bir gösterimi (McMichael vd., 2006).

Sıcaklık ve ölüm ilişkisi, enlem ve iklim kuşağına göre büyük ölçüde değişir. Sıcak şehirlerde yaşayan insanlar daha çok soğuk havalardan etkilenir ve havası genelde soğuk olan şehirlerde yaşayan insanlar ise daha çok sıcak havalardan etkilenir (Curriero vd., 2002; Keatinge vd., 2000). Bu nedenle, özellikle Avrupa’da ısı ile ilişkili olarak yazın görülen ölümler kışın görülen ilave ölümlerin çok ötesine geçmiş durumdadır. Sıcak hava dalgalarının yanı sıra ısınan hava şartlarının neden olduğu böceklenme, sıtma, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, vb. vasıtasıyla da insan sağlığına tehdit oluşturmaktadır (Trumble ve Butler, 2009). Bu konudaki birkaç rapor kesin olmamakla beraber iklim değişikliğinin bazı bulaşıcı hastalıkları etkilediğini de göstermiştir (Lindgren, 1998; Zeman, 1997; Randolph ve Roger, 2000; Lindgren vd., 2000). Bu çalışmalara şüpheyle bakılmasına rağmen,

İsveç’te kene yoluyla bulaşan (viral) ensefalit vakalarının son yirmi yılda ılık kışların arkaya arkaya gelmiş olmasında bu tür bir ilişki kurulmuştur. Lyme borreliyozu ve viral ansefalit yayan kenelerin coğrafi yelpazesi İsveç’ten kuzeye doğru genişlemiş ve Çek Cumhuriyeti’nin yüksek bölgelerinde de artmıştır. Bütün bu değişimler iklim değişikliğinde son yıllarda görülen eğilim ile uyum içindedir.

Tanım Sıcak hava dalgasının tek bir tanımı yoktur. Farklı parametreler, eşik değeri ve süreler kullanılarak yapılmış birden fazla tanımı vardır. Genel olarak sıcak hava dalgası, belirli bir alan için belli bir eşik değerini aşan aşırı sıcak atmosfer koşullarının en az üç ardışık gün boyunca sürmesi olarak tanımlanır (Ünal, vd., 2012).

Sıcak Hava Dalgası = Uzun Dönem Aşırı Sıcak Hava + Yüksek Nem Bununla beraber, örneğin, ABD’de sıcak ve nemli bunaltıcı günlerde hissedilen sıcaklıklar 40,6°C ve daha yüksek olduğu durumlarda hava şartlarına “sıcak hava dalgası” denir. Sıcak hava dalgasının en az iki gün süreceği belirlendiğinde “sıcak hava dalgası” uyarısı yapılır. Hava sıcaklıkları, normal değerinden 6°C ve daha yüksek olduğunda “aşırı yüksek hava sıcaklığı” ya da “şiddetli sıcak hava dalgası” olarak adlandırılır. Sıcak hava dalgasının tespiti ve bunun halka bildirimi için yapılmış olan üç tanımı vardır: 26

Sıcak Hava Dalgası Uyarısı: Önümüzdeki en az 2 gün için sıcaklık endeksi değerlerinin yerel olarak tanımlanan (günün en yüksek sıcaklıkları = 40-45 °C) uyarı kriterlerine ulaşacağı veya bu değeri aşacağı tahmin ediliyor. Sıcak Hava Dalgası Gözetlemesi: Önümüzdeki 24 ila 72 saat boyunca etkili olacak hava koşulları yerel “Sıcak Hava dalgası Uyarı” kriterine ulaşmaya veya bu kriteri aşmaya elverişli. Sıcak Hava Dalgası Öğüdü: Önümüzdeki 24 ila 48 saat

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


için sıcaklık endeksi değerleri yerel olarak tanımlanan (günün en yüksek sıcaklıkları = 40-45 °C) değerlere ulaşması öngörülüyor, aşırı sıcak havanın dikkate alınması tavsiye edilir.

miştir. Avrupa’da 2003 Ağustos ayında ise Fransa ve İspanya civarında etkili olan sıcak hava dalgaları nedeniyle yaklaşık 35.000 kişi hayatını kaybetmiş ve 13 milyar Avroluk ekonomik kayıp meydana gelmiştir.

Sıcak hava dalgaları genellikle, 500 hPa seviyesindeki pozitif yükseklik anomalileri ile gösterilen atmosferik hava dolaşımı değişimleri ile ilişkilidir. Sıcak hava dalgaları yukarı seviyede (3 km ila 7.6 km arasında) yüksek basınç alanının varlığıyla kuvvetlenir ve bölge üzerinde bir kaç günden bir kaç haftaya kadar olan bir süre boyunca yavaşça gelişir. Bu anomaliler dinamik olarak yer yüzünde çökme, açık gökyüzü, hafif rüzgar, sıcak hava taşınımı ve uzun süren sıcak havalara neden olmaktadır. Hâkim kuraklık koşulları da sıcak hava dalgasını şiddetlendirmektedir. Kış ve bahar aylarının nispeten kurak geçtiği yılların yaz aylarında Avrupa’da sıcak hava dalgası sayısında ve şiddetinde artışların olduğu tespit edilmiştir (Vautard vd., 2007). Bu nedenle hava akımları ve uzun süren aşırı hava olaylarının oluşumu arasındaki ilişki, iklim sistemi bileşenleri arasındaki genel etkileşimlere bağlıdır (Ünal ve Menteş, 2006).

Özellikle, kıyılarımıza yazın hâkim olan nemli ve sıcak havalarda, havanın bunaltılıcılığı ve dolayısıyla psikolojik hastalıklar, astım, beyin kanamaları ve kalp krizleri başta olmak üzere, özellikle, çocuk, yaşlı, hasta ve kilolu insanların birçok sağlık problemlerinde ciddi artışlar olmaktadır. Küresel ısınma ile birlikte ülkemizde sıcak hava dalgaları daha sık, daha uzun süreli ve şiddetli olabilecektir (ÇŞB, 2012). Bu nedenlerden dolayı, iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki etkisi, sıcak hava dalgalarına bağlı sağlık problemleri bağlamında da değerlendirilmektedir.

Etki Sıcak ve nemli havalarda ısı ile nemin bileşimi ölümlere sebep olabilir. Örneğin, ABD’de 1936-1975 yılları arasında 20.000 kişi hayatını sıcak hava dalgalarından dolayı kaybet-

Ayrıca küresel iklim değişikliği ve kent ısı adası oluşumu nedeniyle özellikle büyük kentlerde geceleri, sıcak aylardaki hava sıcaklıkları ve elektrik enerjisi tüketimi belirgin bir biçimde artmaktadır (Kutu 4.1.1). Örneğin, TEİAŞ verilerine göre 2010 yılında Antalya’da yıllık toplam elektrik enerjisinin % 21’i kış, % 20’si ilkbahar, % 34’ü yaz ve % 25’i sonbahar mevsimlerinde tüketilmektedir. Diğer bir deyişle ortaya çıkan havalandırma ve soğutma ihtiyacı nedeniyle Antalya’da yaz mevsiminde kullanılan elektrik enerjisi miktarı ilkbahara göre % 15 gibi önemli bir miktarda artış göstermektedir (Şekil 4.1.2).

Şekil 4.1.2. TEİAŞ verilerine göre bazı illerin 2010 yılı mevsimsel elektrik tüketim miktarları.

Özetle, küresel ısınma, kentsel ısı adası (Şekil 4.1.3) ve turizmin (Kutu 4.1.2) etkisiyle, havalandırma ve soğutma

amaçlı enerji tüketimi bazı şehirlerimizde önemli ölçüde artabilmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

27


Şekil 4.1.3. Kentsel Isı Adası olarak bu durumun şematik bir gösterimi. Yeterince yeşil alandan yoksun şehirlerde hava sıcaklığı kırsal alana göre 9 °C’ye kadar yüksek olabilmektedir.

Dağılım Örneğin, Çiçek (2005)’e göre Ankara’da şehir ve kırsal alanlar arasındaki yıllık ortalama sıcaklık farkı 2.01°C’dir. Yıllık ortalamada görülen pozitif fark tüm aylarda da saptanmıştır. Fakat Şubat ayında geceleri bu şehir ısı adası genliğini 7,7°C olarak belirlenmiştir (Çiçek ve Doğan, 2005). Bu nedenlerden dolayı Şekil 4.1.2’den görülebileceği gibi yaz aylarında ve özellikle güney illerimizde elektrik tüketimi miktarlarında önemli artışlar olmaktadır. Bu da havalandırma ve soğutma amaçlı enerji tüketiminin ülkemizde önemli ölçüde artmasına neden olmaktadır (Kutu 4.1.1).

Uzun süreli gözlem dizilerine uygulanan istatistiksel yöntemlerin sonuçlarının analizlerine göre, Türkiye’nin ortalama hava sıcaklıkları, küresel ortalama yüzey hava sıcaklıklarına benzer bir şekilde artış eğilimindedir. Ancak, küresel olarak 1980’li yıllardan bu yana devam eden sıcaklık artışı, Türkiye’de 1990’lı yılların ortalarından itibaren daha net bir şekilde gözlenmektedir (Şekil 4.1.4). Türkiye’nin Akdeniz ve Güneydoğu Bölgelerinde ortalama hava sıcaklıklarında önemli artış eğilimi görülmektedir (ÇBŞ, 2012). Özellikle yaz mevsimi ortalama hava sıcaklıklarındaki artma eğilimi, istasyonların çoğunda istatistiksel anlamda önemli miktarlardadır.

Şekil 4.1.4. Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklık eğilimleri (Demir vd., 2008).

Yıllık en yüksek sıcaklık dizilerindeki değişimler ise genelde artış yönündedir ve özellikle Akdeniz, Güney Doğu Anadolu ile Doğu Anadolu’nun güney kesimlerindeki artış eği28

limleri istatistiksel açıdan anlamlıdır. En düşük (genellikle geceye ait) sıcaklıklar da, Türkiye’nin büyük bölümünde ve kış mevsimi dışında hemen tüm mevsimlerde artma eğili-

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


mindedir. Sıcaklıklardaki artışlarda, Türkiye’deki yaygın ve hızlı kentleşmenin, yani kent ısı adasının etkisi de büyüktür. Meteoroloji Genel Müdürülüğü’ne (2010) göre Türkiye’de 2010 yılı yıllık ortalama sıcaklığı 15,54°C ile 1971–2000 ortalamalarının (13,59°C) 1,96°C üzerinde gerçekleşmiştir.

Genellikle ülkenin büyük bölümünde sıcaklıklar normallerin üzerinde gözlenmiştir. Türkiye’nin en yüksek 10 adet günlük sıcaklık rekorlarının kırıldığı yıllara bakıldığında rekor sıcaklıkların 2000’li yıllarda yoğunlaştığı görülmektedir (Şekil 4.1.5). Özellikle, yüksek sıcaklıklara ait rekor sıcaklıkların son yıllarda yoğunlaşmakta ve giderek artmakta olduğu net bir şekilde görülmektedir

Şekil 4.1.5. Türkiye’nin ilk 10 günlük en yüksek sıcaklık rekorlarının kırıldığı yerler ve zamanlar.

48.7

48.2 48.1 48.0 47.9

2000-07-29

48.3

1998-07-20

48.4

1973-07-19

48.5

2000-07-30

48.6

47.8 47.7

KUTU 4.1.1. Sıcak Hava Dalgaları ve Bina Sektöründeki Enerji Tüketimi Enerji tüketimini etkileyen en önemli faktörlerin başında hava şartları ve iklim geldiği gibi, iklimi etkileyen önemli faktörlerden biri de enerji olduğundan küresel iklim değişimi ve enerji tüketimini birlikte inceleyen çalışmalar büyük önem taşımaktadır. Bir yerdeki mesken ve işyerlerinin ısıtma ve soğutmaya yönelik enerji talebi, büyük ölçüde hava koşullarına ve nüfus yoğunluğuna bağlıdır. İklim değişiminin enerji talepleri üzerindeki potansiyel etkisi, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ve petrol üreticisi olmayan ülkeler için oldukça önemlidir. Konutların ve endüstriyel tesislerin soğuk havalarda ısıtılması ve sıcak havalarda soğutulması için ihtiyaç duyulan enerji ve yakıt miktarı hava sıcaklığı ile genellikle doğru orantılıdır. Bu nedenle, hava sıcaklıkları ve dolayısıyla Derece-Gün (DG) değerleri dikkate alınarak, şehirlerin yıllık ısıtma/soğutma amaçlı enerji talepleri ve iklim değişimi ile birlikte ısıtma/soğutma enerjisi taleplerinin nasıl değişeceği belirlenebilir.

Örneğin, İstanbul’da, küresel iklim değişiminden dolayı ortaya çıkacak olan her 1°C’lik bir sıcaklık artışının kışın bina ısıtmasında kullanılan enerji talebinde %10’luk düşüşlere neden olabileceği hesaplanmıştır (Kadıoğlu ve Durmayaz, 2001). Bununla beraber, küresel iklim değişiminden dolayı sıcak olan aylardaki soğutma enerjisi talebi ısınmaya karşı daha hassastır. Örneğin, küresel iklim değişiminden dolayı ortaya çıkabilecek olan her 1°C’lik hava sıcaklığındaki artışın Adana’da binaların soğutma ihtiyacını %32 artıracağı hesaplanmıştır (Durmayaz ve Kadıoğlu, 2001). Görüldüğü gibi küresel ısınma ile binaların ısıtılmasında kullanılan enerjiden kazanç olacaksa da, bunun soğutma ihtiyacındaki olası artıştan çok daha küçük olacağı açıktır. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

29


Eğilim Son yıllarda özellikle günün en yüksek sıcaklıklarında peş peşe kırılan rekorlar kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Örneğin, 2010 NASA (2011) ve NOAA (2011) kayıtlarına göre 2010 yılı, 2005 yılının en sıcak yıl rekorunu kırarak en sıcak yıllardan biri oldu. NOAA’ya göre 2010 yılı, 20. yüzyılda küresel sıcaklık ortalamasının üzerinde olan üst üste otuzdördüncü yıl oldu. Küresel sıcaklıklarda (her on yılda 0,20°C) ısınma eğilimi devam etmektedir. NOAA (2011) kayıtlarına göre dünyada kayıtlardaki en sıcak ilk on yılın, dokuzu son on yılda oluştu. Dünyanın ortalama sıcaklık rekor sayısı onikidir ve bunların görüldüğü yılların tümü 1997 yılından sonra gelmektedir (Romm, 2011). Dünyanın sıcaklık rekorları kırdığı bu yıllarda, güneş etkinliklerinin en düşük seviyede olduğu unutulmamalıdır. Diğer bir deyişle Mart 2013’de güneş lekelerinin en üst seviyeye çıkması ile birlikte dünyanın yeni sıcaklık rekorları kırması büyük bir ihtimal dâhilindedir. Son yıllarda, ciddi sıcak hava dalgaları yaşanması yüzünden dünyanın birçok yerinde ölümlerde ve hastalanmalarda ar-

tışlar görülmüştür. Örneğin, 2003 yılında Avrupa’nın büyük bir kısmı, 1998 ve 2003 yıllarında Hindistan’da Orissa ve Andhra Pradesh Eyaleti, 1995 ve 1999 yıllarında ABD Şikago’da yaşanan ölümcül sıcak hava dalga olaylarının en çok bilinenleridir. Ülkemizde hastane kayıtlarının yetersizliği nedeniyle sıcak hava dalgalarının Türkiye’de insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ortaya konulmasına yönelik geniş kapsamlı çalışmalar yapılamamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, önümüzdeki yıllarda da sıcak hava dalgalarının insan sağlığına zararlı etkileri olacağını belirtmiştir. Günümüzdeki iklim projeksiyonları, süren küresel ısınmanın, bulunduğumuz yüzyılda sıcak hava dalgalarının frekansını, şiddetini ve süresini arttıracağını ortaya koymaktadır. Örneğin, insanın iklim üzerine artarak devam eden etkisi nedeniyle 2003 yılı Avrupa sıcak hava dalgası gibi bir olayın tekrar görülme riski iki katına çıkmıştır (Stott vd., 2004) (Şekil 4.1.6). Bu yüzyılın sonuna doğru 2003 yılı sıcak hava dalgasının yazları normal bir hava olayına dönüşmesi beklenmektedir.

Şekil 4.1.6. 1961-1990 normallerine göre 2050’li yıllarda hava sıcaklığı ortalamasında örneğin 1.6°C’lik bir artışın İngiltere’deki aşırı hava sıcaklıklarında nasıl yaklaşık 25 kat artışa neden olabileceğinin şematik gösterimi (Stott vd., 2004).

30

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


KUTU 4.1.2. Güneş, Kum ve Deniz Turizmi İklim değişikliği tüm dünyada diğer sektörlerle birlikte turizmi de etkilemektedir. İklim değişikliğinden en çok kış, kıyı, golf ve deniz-kum-güneş turizminin etkilenmesi beklenmektedir. İklim değişikliği neticesinde iklim koşullarında meydana gelecek değişimler turizminin önündeki en büyük risklerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre dünya üzerinde sellerin, hortum ve tayfunların toplamından daha fazla insanı sıcak hava dalgaları öldürmektedir ve bunun farkında olunmadığı için bu olay “sessiz katil” olarak adlandırılmaktadır. Sıcak hava dalgalarından dolayı görülen ölümlerin sayısının önümüzdeki 20 yıldan daha az bir zaman içinde iki kat artması bekleniyor. Sıcak hava dalgaları daha çok, çocuk veya yaşlılarla birlikte kronik rahatsızlıkları olanları etkilemektedir. Hipertermi, örneğin ABD’de, yıllık ölümlerin en önemli nedenlerden biri olarak sayılmaktadır. Hipertermi, vücut sıcaklığının kontrolsüz olarak artmasıdır ve durdurulamazsa sonuç ölümcül olabilir. Sıcak hava dalgasına neden olan yüksek basınç merkezleri, aynı zamanda “yaz sisi” denilen yerde oluşan, kötü ozona da neden olmaktadır.

Sıcak hava dalgaları nedeniyle turistler, dayanılmaz ve tehlikeli hava sıcaklığının hüküm sürdüğü zamanlar ülkemizin sıcak bölgelerine gidemeyeceklerdir. Orman yangınlarının artması, mesela tarım ve turizm bölgelerinde bir orman yangının olması da turizmi olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Kuzeydeki ülkelerin ısınması oralardan ülkemize turist gelişini azaltacaktır. Aynı zamanda kıyılarda denizin yükselmesi, cilt kanseri ve benzeri hastalıkların deniz suyunun kirliliği ve balıkların kitlesel ölümleri de turizmi olumsuz olarak etkileyecektir. Küresel iklim değişimi, turizm mevsimini de değiştirebilecektir. Örneğin, şu an Antalya’da turizm mevsimi yaz başından sonbahara kadardır. Fakat yaz aylarının ortasında hava çok ısınacağı için artık bu aylarda bölgeye yeterli turist gelemeyecektir. Bu durumda turizm mevsimi ikiye bölünerek bahar aylarına kayacaktır. Diğer bir deyişle Türkiye’nin Güney ve Batı sahillerindeki tek ve uzun turizm mevsimi şu an Dubai’de olduğu gibi bahar aylarına doğru kayan iki daha küçük turizm mevsimine yerini bırakacaktır. Ayrıca deniz-kum-güneş turizmi yerine yayla, ekolojik ve kültürel turizm daha çok öne çıkacaktır.

Akdeniz’de ve Ortadoğu’da yaz mevsimi giderek uzamaktadır. Diğer bir deyişle, Türkiye’de de yaz günleri başlangıcının daha erken ve bitişinin de geç olduğu düşünülmektedir. Bu durum yaz aylarında hava sıcaklarındaki küçük artışlardan daha belirgin ve rahatsız edicidir. Bu durumun, henüz küresel ısınma dışında başka bir açıklaması da yoktur. Benzer şekilde Türkiye’nin bölgesel ikliminin, küresel ısınmaya en net tepkisi yazın artan hava sıcakları olmuştur. İklim modellemeleri de sıcak iklimde, aşırı sıcak yazların Türkiye’de çok daha sık olabileceğini göstermektedir. Modellere göre Türkiye’nin doğu iç kısımlarında kış sıcaklıklarında daha fazla artış, güney ve güneydoğu kesimlerinde ise yaz sıcaklıklarında (6°C civarında olmak üzere) daha fazla artış gözlenebilecektir (ÇŞB, 2012). Ünal vd. (2012)’nin sonuçları aşırı sıcak günlerde, sıcak hava dalgaları ve bunların süreleri, sayısı ve özellikle etki alanlarının 2000’li yıllardan itibaren arttığını doğrulamaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de aşırı hava sıcaklıklarının alansal dağılımında, şiddetinde ve süresinde de değişikliklerin gerçekleşmesi beklenmektedir. Bunun sonucunda, buharlaşma artmakta, sıcak hava dalgaları daha fazla ölümlere ve orman yangınlarına neden olmakla birlikte kuraklıklar şiddetlenerek daha geniş alanlarda daha sık görülebilmektedir. Bütün bu değişimlerin etkisinde, ulusal milli gelirde önemli oran-

larda bir düşüşün olması da kaçınılmaz bir sonuçtur (Özgüler, 2002). İnsanlığın iklime müdahalesinin sonuçları farklı ölçeklerde tüm dünyada görülmektedir. Ortalama küresel sıcaklıklar yüz yılda (1906-2005) 0.74°C artmıştır. Son on yıla ait küresel sıcaklıklar 1961-1990 ortalamasının yaklaşık yarım derece üzerine çıkarak aletli gözlemlerin başlangıcından bu yana kaydedilen en yüksek on yıllık ortalama olarak belirlenmiştir. 1998, 2005 ve 2010 yılları aynı düzeyde seyrederek, kısa bir süre önce Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından 2010 yılı, kayıtlara geçen en sıcak yıl olarak ilan edilmiştir. Daha sık ve şiddetli aşırı olaylar, mevsimlerde kaymalar, buzullarda erimeler, deniz seviyesinde yükselmeler ve daha pek çok değişiklik gözlenmektedir. IPCC (2007) Dördüncü Değerlendirme Raporu›na göre, küresel ortalama yüzey sıcaklığı, 1906 ile 2005 yılları arasında 0,74°C yükselmiştir. 1850 yılından beri kaydedilen en yüksek sıcaklığa sahip oniki yılın onbiri son oniki yılda gerçekleşmiştir. 1998 yılı 0,58°C ile en sıcak yıl, 2005 yılı 0,485°C anomali ile en sıcak ikinci yıl olmuştur. Son elli yıldaki çizgisel ısınma eğilimi ise son yüz yıldakinin yaklaşık iki katıdır. Örneğin, 2003 yılında Avrupa’yı kasıp kavuran yaz mevsimindeki sıcak hava dalgası 1540 yılından bu yana

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

31


en sıcak olan hava dalgası olmuştur. Bir araştırmaya göre 1960›lı yıllarla karşılaştırıldığında bugünlerde Teksas›da yirmi kat data fazla sıcak hava dalgası görülmektedir (Peterson vd., 2012). Türkiye’de yıllık, kış ve ilkbahar sıcaklıkları özellikle de Türkiye’nin güney bölgelerinde artma eğilimi gösterirken, yaz ve sonbahar ortalama sıcaklıkları kuzeyinde ve karasal iç bölgelerinde azalmaktadır. İlkbahar ve özellikle yaz mevsimi gece en düşük hava sıcaklıklarında istatistiksel anlamda önemli artma eğilimi vardır. Türkiye’nin sıcaklık rejiminde daha ılıman ve/veya daha sıcak iklim koşullarına yönelik bir değişme vardır (Türkeş vd., 2002; Türkeş, 2003b). Gece en düşük sıcaklıkların artma eğiliminde, özellikle yoğun nüfus artışı ve çarpık şehirleşmenin neden olduğu ısı adalarının da

rolü bulunmaktadır. Özetle, son birkaç on yıl içerisinde Türkiye’de iklim değişikliğinin etkilerinde bir artış meydana gelmiştir ve sıcaklıklarda yaşanması beklenen artışlar sebebiyle bu etkilerin daha da artması beklenmektedir. Bu artış bazı kentlerimizde, sıcaklık rekorları şeklinde olmasa da, Türkiye genelinde net bir şekilde görülmektedir. Örneğin, en yüksek günlük hava sıcaklığı 30°C’nin üzerinde olduğu günlerin yıllara göre dağılımı Şekil 4.1.7’de verilmiştir. Benzer şekilde tropikal gece olarak tanımlanan hava sıcaklığının 20°C’nin üzerinde olduğu gecelerin yıllara göre dağılımı da Şekil 4.1.8’de verilmiştir. Her iki şekilde de tropikal gün ve gecelerin sayısının ülkemizde 1990 yılından itibaren önemli ölçüde artığı görülmektedir.

Şekil 4.1.7. En yüksek günlük hava sıcaklığı 30°C’nin üzerinde olduğu tropikal günlerin Türkiye genelinde yıllara göre değişimi.

Şekil 4.1.8. Gece hava sıcaklığı 20 °C’nin üzerinde olduğu tropikal gecelerin Türkiye genelinde yıllara göre değişimi.

32

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Türkiye’nin hava sıcaklıklarının genellikle çok yüksek seyretmediği bilinen yerlerinden rastgele seçilen, Şile, Ankara ve Trabzon gibi, üç noktadaki günün en yüksek sıcaklıklarının yıllık sayılarına ait zamansal değişimi de sıcaklık artışını

net bir şekilde göstermektedir. Şekil 4.1.9’da özellikle Trabzon Meteoroloji İstasyonu’nda 1995 yılından sonra görülen sıcaklık sıçraması dikkat çekmektedir.

Şekil 4.1.9. En yüksek günlük hava sıcaklığı 30°C’nin üzerinde olduğu (tropikal) günlerin yıllara göre Ankara, Şile ve Trabzon’daki değişimi.

Şekil 4.1.10’da Trabzon ilinde günün en düşük sıcaklıklarının da giderek arttığı görülmektedir. Özellikle 1984’den sonra en düşük hava sıcaklığı -4°C’nin

altına düşmemiştir. Bu da ormanlarda kayıplara neden olan haşerelerin kış boyunca hayatta kalma şansını artırmaktadır.

Şekil 4.1.10. Trabzon’da her yıl kayıt edilen günlük en düşük hava sıcaklıklarının yıllara göre değişimi.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

33


Uyum Tüm küresel iklim değişikliği ile ilgili senaryolar önümüzdeki yıllarda sıcak hava dalgalarının şiddetleneceğine işaret etmektedir (IPCC 2007a-f; 2007b; Kunkel, 2008). Benzer şekilde WMO da sıcak hava dalgaları ile bağlantılı ölümlerin en az yirmi yıl içinde ikiye katlanacağını öngörmektedir. Bu koşullar altında uyum, sıcak hava dalgalarının sağlığa olumsuz etkisini en aza indirmek için önemli bir tepki stratejidir (Menne ve Ebi, 2006). Bundan dolayı sıcak hava dalgası gibi tekrarlayan ve artan bir sorun için, tüm dünyada karar vericiler ve uzmanlar en etkin ve ekonomik uyum stratejileri geliştirmeye çalışmaktadır. Küresel iklim değişikliği nedeniyle, sıcak hava dalgalarının oluşumları hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde daha fazla, düzenli, şiddetli ve yaygın bir hale gelmiştir. Kısa ve uzun vadeli önlemler olarak şehirlerdeki yeşil alan oranlarının artırılması; konutların ısı izolasyonu, boya rengi; şehir planlamasında hâkim rüzgar yönlerine göre hava koridorlarının açılması ve/veya mevcutların korunması ile birlikte kıyılardaki yolların deniz-kara melteminin şehir içine girmesine müsaade edecek şekilde kıyıya dik yapılması; afet acil yardım planlarında sıcak hava dalgalarının da bir risk olarak yer alması ve bu riske yönelik erken uyarı ve müdahale hazırlıklarının yapılması gerekir. Özellikle yerel yönetimlerin, sıcak hava dalgası uyarısı verildiğinde klima kullanamayan yoksul kesimlerin klimalı alış veriş merkezleri ve kamu tesislerine ulaşımının sağlaması, hareket edemeyenlere klima ve elektrik faturası için yardım etmesi, şehrin değişik noktalarında halkın ihtiyaç duyduğu zaman girip serinleyebileceği soğuma noktalarının belirlenerek duyurulması gerekir. Kızılay gibi Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) da sıcak hava dalgası uyarısı yapıldığında şehir ve kırsal alanlardaki insan ve hayvanlara su dağıtması gibi kısa ve uzun vadeli önlemler hep birlikte ele alınmalıdır. İklim, iklim değişikliği ve sağlık araştırmaları artık büyük ölçüde termal stres, diğer aşırı hava olayları ve bulaşıcı hastalıklar üzerine odaklanmıştır. Diğer bir deyişle ülkemizde de sağlık riskleri bu şekilde daha geniş bir aralıkta

Risk

(etki) • • • • • • • • •

34

Can Sağlık Turizm Enerji Orman Yaban Hayatı Suç Oranı İş Sürekliliği ..

=

Tehlike

(önleme/uyum) • Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme • Tahmin • Erken uyarı • Arazi kullanımı • Yeşil bina ve şehirler • ...

x

ele alınmalı ve bu konuya daha fazla önem verilmelidir. İnsan kültürünün uyumluluğu, birçok toplumun iklim değişikliğinin bazı etkilerine karşı kendilerini (en azından geçici olarak) korumaları nispeten farklı olacaktır. Bu tür kapasiteler, bölgeler ve toplumlar arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Coğrafya, teknolojik kaynaklar, yönetişim, eğitim, altyapı ve zenginlik dağılımı ülkemizde de farklılıklar göstermektedir. Bu nedenlerden dolayı, uyum çalışmalarında özel ihtiyaç sahiplerinin özellikle dikkate alınması gerekmektedir. Bütün bu çalışmaların yapılabilmesi için de küresel iklim değişikliğine duyarlı sağlık sorunlarının takibi ve kaydına yönelik çabalar artırılmalıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye’ye özgü temel verileri sağlayacak ve araştırmacılara sunacak bir sistem kurulmasına büyük bir ihtiyaç duyulmaktadır (ÇŞB, 2012). Ayrıca dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de insanlarda davranış değişikliğine neden olacak, ısı stresinden ölümleri azaltacak şekilde sıcak hava dalgalarında birey ve aileler ile birlikte kurum ve kuruluşların yapması ve/ veya yapmaması gerekenler konusunda, bilinçlendirilmesi ve eğitim kampanyaları başlatılmalıdır. Bu kampanya hem Milli Eğitim, hem de Afet Risk Yönetimi programı çerçevesinde yapılmalıdır. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin sıcak hava dağlarıyla birlikte ortaya koyduğu riskleri/afetleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak gerekmektedir. Bununla birlikte uyum, aşırı hava ve iklim olaylarının tahmin sistemlerinin geliştirilmesi; zarar görebilirliği azaltabilmek için erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi; aşırı hava şartlarına dayanıklı yerleşimlerin oluşturulması ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet (sakınma)

• Sera gazı azaltma • Temiz enerji kaynakları gel. • Enerji verimliği • Su verimliliği • Ağaçlandırma • Tarım alanlarının korunması • Geri dönüşüm • Yeniden kullanım • Doğru tüketim • …

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Savunmasızlık

x

(azaltma)

• • • • • • • • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale planı Müdahale kapasitesi Elektrik yardımı Klima, vantilatör yardımı İş saatlerinin ayarlanması Eko turizm Soğuma yerlerinin tespiti Evsizlerin toplanması Soğuma yerlerine taşıma Şehirlerde su dağıtımı Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Tatbikatlar Sigorta, Hava Türevleri Bilimsel araştırmalar …


KUTU 4.1.3: Isınan Türkiye Denizlerinde Yaşam Aslında nüfusu hızla artan dünyada denizleri bir protein deposu olarak görmemiz gerekirken deniz suyunun ısınması ve yükselmesinin geleneksel balık avcılığına, av türlerine ve yöntemlerine etkileri çok olumsuz olmaktadır. Öztürk (2011)’e göre Akdeniz’de bilinen 650 balık türünden 56’sı farklı familyadan olmak üzere 90 balık türü Akdeniz Havzası’nda yenidir. Bunlardan 59 tür, Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e girerken diğerleri Atlantik Okyanusu’ndan gelmiştir. Bütün bu türlerin Doğu Akdeniz’de koloni oluşturup yerli türlerle alan rekabeti yapmalarının nedenlerinden biri Akdeniz’deki su sıcaklığının artmış olmasıdır. Daha şimdiden, tropikal türlerden olan ve katil yosun olarak bilinen Caulerpa taxifolia türü yosun ile bir çok balık havzada alan kazanmaktadır. Çünkü Batı Akdeniz’de son 10 yılda yüzey suyu sıcaklık artışı 0,2°C’dir ve bu derin deniz canlıları, özellikle de bu derinliklerde, 13°C’lik sabit bir sıcaklıkta yaşamaya alışan balıklar için tehdit oluşturmaktadır. Batı Akdeniz’de dip sularındaki sıcaklık 1960’tan beri 0,12°C yükselmiştir. Buna karşın Doğu Akdeniz’deki deniz suyu 1992’den beri ortalama olarak 12 cm/yıl yükselmektedir. Deniz suyu seviyesindeki değişimler Akdeniz’deki uzun ve geniş plajların supralitoral veya serpinti zonu ile med-cezir bölgesindeki (mediolitoral) türleri daha fazla etkileyecektir. Bu canlıların arasında kumsalları üreme alanı olarak kullanan veya yumurta bırakan deniz kaplumbağası gibi türlerin üreme alanları, plajların yüzey alanlarının azalmasıyla birlikte tehlike altına girmiştir. Akdeniz’de deniz suyu seviyesindeki yükselmeler sesil ve sedenter türleri hareket edemediklerinden dolayı daha fazla etkileyecektir. Balıklar, larva ve juvenil denilen ergin öncesi safhalarında, su sıcaklığının değişmesine karşı oldukça duyarlıdırlar. Bu nedenle deniz ve nehir arasında göç eden balıklar, su sıcaklığının artışından olumsuz etkilenecektir. Akdeniz’de yaşayan, Karadeniz’de ve Marmara’da yirmi yıl önce nadir görülen sardalya, kupes ve salpa gibi balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye başlanması, hatta İğneada gibi Batı Karadeniz’de avcılığına başlanması deniz suyu sıcaklığının artışıyla ilişkilendirilmektedir. Yine, Thallossoma pavo (gün balığı) türü balıkların artık Marmara Denizi’nde de görülebilmesi, dağılımının Akdeniz’in güneyinden daha kuzeye çıkması iklim değişikliğinin etkileriyle açıklanmaktadır. Yine termofilik (sıcağı seven) olarak adlandırılan Arbacia lixula denilen bir tür deniz kestanesinin Kuzey Ege ve Marmara Denizi’nde görülmeye başlanması, bu denizlerdeki canlı değişimin öncüsü olarak değerlendirilmektedir. Diğer yandan, Karadeniz’in akdenizleşmesi süreci devam etmektedir. İklim değişikliğinin etkileriyle Akdeniz ve Karadeniz arasındaki akıntı sisteminin değişimi de incelenmelidir. Türkiye kıyılarındaki uzun dönemli deniz seviyesi değişimleri için kullanılan ölçüm (mareograf ) istasyonları yeterli değildir. Sınırlı da olsa alınan veriler ile yılda 4-8 mm’lik deniz seviyesi artışının kıyısal ekosistemde değişim ve tahribatlara yola açacağı aşikardır. Özellikle sprey zonu olarak bilinen alanlarda yaşayan deniz yosunlarının ve bunlarla birlikte yaşayan omurgalı ve omurgasız canlıların su seviyesi yükselmelerinden etkilenmesi kesindir. Yosunlar, deniz kabukluları ve balıklara yaşam alanı oluşturmaktdır. Bu yaşama alanlarının zamanla yok olacak olması besin zincirini temelden etkilenmesini kaçınılmaz kılacaktır. Ayrıca, deniz suyunun ısınması sonucunda yüksek sıcaklıkta yaşayan bakterilerin artması ve bunların hastalık oluşturma kapasiteleri daha da artacaktır.

4.2. DON VE BUZLANMA Hava şartlarındaki değişimler bitki büyümesinde, bitkilerin yersel ve zamansal dağılımında önemli farklılıklara neden olmaktadır. Sadece sıcaklıktaki küçük bir değişim bile tarımsal rekolteyi ve tüm ulaşım sektörlerini önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Don ve kırağı olayları bitkisel üretimi olumsuz olarak etkileyen en önemli doğal afetlerdendir. Kritik değerlerin altına düşen hava sıcaklıkları bitkilerin hayatını devam ettirmesine zorlaştırarak, özellikle meyve ve sebze yetiştiriciliğinde zararlara neden olur. Bitki bünyesindeki suyun donması sonucu bitkide fizyolojik olayların devam etmesi mümkün olamaz. Bu nedenlerden dolayı, tarım sektöründe don olayı, pek çok bitki türüne zarar vermektedir.

Tanım Ağır kış şartları, şiddetli kar yağışı, kuvvetli ve hamleli rüzgarlarla birlikte dondurucu hava şartları oluştuğunda buzlanma ve don olayları meydana gelir. Meteoroloji önceden tahmin edilen bu durumu ilgililere uyarılar yayımlayarak duyurmaktadır. Ayrıca hava sıcaklığının 0°C’nin altına düşmesi sonucu donan yağmur, donan çisenti veya sulu sepken tipi meteorolojik olaylar da yollar, caddeler, ağaçlar, binalar ve kablolar (elektrik ve telekomünikasyon hat ve tesisleri) üzerinde buz tabakası oluşturmaktadır (Kutu 4.2.1 ve 4.2.2). Havanın açık ve durgun olduğu kış gecelerinde ise aşırı ısı kaybı nedeniyle toprak da donmaktadır.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

35


MGM (2012)’ye göre don olayı aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır: Don ve Buzlanma Başlangıcı Kuvvetli Don ve Buzlanma

: Hava sıcaklığı 0°C’nin altına düştüğünde : Hava sıcaklığı <= - 5 °C - <- 10°C

Çok Kuvvetli Don ve Buzlanma

: Hava sıcaklığı <= - 10°C

Don olayları, bitkilerin büyüme mevsiminin uzunluğunu belirlemektedir. Bitkileri öldürebilecek veya büyümesini önleyecek kadar şiddetli olan don olaylarının ilkbaharda görülen en sonuncusundan sonra bitki büyüme mevsimi başlamaktadır. Sonbaharda ilk şiddetli donların görülmesi ile birlikte büyüme mevsimi sona erer. Bu da genelde bitkilerin ölümüne veya veriminin düşük olmasına neden olur. Don olayları, gerekli önlemler alınmadığında, üretimin düşmesine neden olmakta ve üreticileri ve dolayısı ile ülke ekonomisini de olumsuz yönde etkilemektedir (Şaylan, 1995). Sabahları havadaki su buharının yerde yoğuşarak oluşturduğu su damlacıklarına “çiy” denir. Diğer bir deyişle çiy, yer yüzeyi sıcaklığı havanın çiy noktası sıcaklığına kadar soğuduğunda oluşur. Havanın “çiy noktası sıcaklığı”, sıfır derecenin (donma noktasının) altına düştüğü zaman “kırağı noktası sıcaklığı” olarak adlandırılır. Kırağı, havadaki su buharının direkt olarak sıvı hale geçmeden buza dönüşüp çok soğuk yüzeylerde buz şeklinde birikmesiyle oluşur (Kadıoğlu, 2007). Havadan düşmedikleri için çiy ve kırağının

miktarı yağış, vb. olarak ölçülememektedir. Buna rağmen çok az yağış alan kurak yerlerdeki bitkiler için çiy ve kırağı aynı zamanda bir su kaynağıdır. Türkiye’de denizlerden uzaklaşıp İç ve Doğu Anadolu’ya doğru gidildikçe çok daha karasal bir iklim görülmektedir. Kırağı, karasal iklimin hüküm sürdüğü yerlerde Eylül ayından Haziran ayına kadar sıkça görülmektedir. Kasım ayı kuzey yarım kürenin genelinde kırağının en sık görüldüğü aydır. Bu nedenle, Amerika’da Kasım ayında görülen dolunay, “Kırağılı Ay” olarak adlandırılır (Kadıoğlu, 2007). İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinin sakin ve açık günlerinde kırağı da tarımı olumsuz etkileyebilmektedir. Çiftçi ve meyve üreticileri için kırağı tehlikeli bir hava olayıdır. Soğuyan hava, yoğunluğunun artmasından dolayı (katabatik rüzgarlarla) yüksek yamaçlardan aşağıya doğru akarak vadi ve çukur bölgelerde toplanır. Buralardaki bahçe ve tarlalar ile birlikte yollar da kırağıdan büyük ölçüde etkilenir. Ağaçlarının alt dallarındaki meyveleri kırağı çalması ve vadilerde sis oluşumu bu nedenle daha fazla görülür.

KUTU 4.2.1. Karayollarındaki Çiy ve Kırağının Anlamı Çiy oluşması için, beton, asfalt, metal yüzeyler ve bitki yüzeyleri ideal yüzeylerdir. Bitkiler, üzerlerindeki buharlaşma ve terleme nedeniyle nemli yüzeylere sahiptirler. Bu nedenle bitkilerin üzerinde çiy noktası sıcaklığı daha yüksektir. Bu da neden bitki yüzeylerinde daha önce ve daha fazla çiy oluştuğunu açıklamaktadır. Köprü, viyadük ve otomobil gibi beton veya metal yüzeyler ise çok hızlı bir şekilde soğumaktadırlar. Bu nedenle de beton ve metal yüzeyler çiy oluşabilen en uygun yüzeylerdendir. Sis ve kırağı kadar olmasa da çiy oluşumu insanların yaşamını etkilediği için önemlidir. Bazen çiy otomobillerin üzerinde kalın bir su tabakası oluşturabilmektedir. Bu sadece sürücülerin dışarıyı görebilmek için tüm camları temizlemesi gibi sıkıntı oluşturur. Bazen de çiy nedeni ile yollar ıslak ve kaygan bir zemin halini alır ve sürücülerin aracı kontrol etmesi de zorlaşabilir. Araç sürücülerini ve dolayısıyla yolcuları kırağı daha fazla etkiler. Eğer kırağı araçları bir sır gibi kaplarsa, temizleme ile uğraşılacağından sabahları insanları geciktirir. Eğer sıcaklık sıfır dereceye yakınsa, araçların camlarındaki kırağı şeklinde oluşmuş buzlar kolayca temizlenebilmektedir. Aynı zamanda donma sıcaklığına yakın düşük hava sıcaklıklarında araçların camlarını daha çabuk ısıtmak mümkündür. Sıcak buz kristallerinin yüzeylere yapışması, soğuk buz kristallerine göre daha zayıftır. Bir kez sıcaklıkları -5°C veya daha altına daha düşerse buzları yok etmek çok zorlaşmaktadır. Eğer hava sıcaklığı -10°C civarına ve daha altına kadar düşerse kırağı pencerelerde tüy, yelpaze ve dantele benzer şekillere neden olmaktadır. Ayrıca çok düşük hava sıcaklıklarında araçların camlarını donma sıcaklığının üzerine kadar ısıtmak için daha uzun zaman gerekir. Bu sıcaklıklarda buz altındaki yüzeylere daha iyi yapışır. Ayrıca çiy ve kırağı nedeni ile yollar ıslak, buzlu ve kaygan bir zemin halini alır ve sürücülerin aracı kontrol etmesi zorlaşır ve trafik kazalarının neden olabilir.

36

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Etki Küresel ısınmanın günümüzde en önemli olumlu etkilerinden biri don olaylı gün sayılarının azalması ve dolayısıyla bitki büyüme mevsimi uzunluğunun artmasıdır. Bununla beraber, donlu günlerin sayısında ve oluşum zamanlarındaki değişimlerin ekim alanları üzerindeki pozitif ve negatif etkileri, ekim ve hasat zamanlarının değişiminden dolayı

uzmanlar ve sigortacılar tarafından dikkatle incelenmelidir. Bitkisel üretim bazında ödenen hasarlara kaynaklık eden tehlikeler ve hasar yüzdeleri Tablo 4.2.1’deki gibidir. Görüldüğü gibi “üstü açık bir fabrika” olarak nitelenen tarım sektöründe bitkisel üretim için don en büyük risk oluşturan meteorolojik olayların ikincisidir.

Tablo 4.2.1. TARSİM tarafından ödenen sigorta hasarlarının hasar nedeni (Bitkisel üretim bazında). Hasar Nedeni

2009 (TL)

2009 (%)

2010 (TL)

2010 (%)

Değişim (%)

Dolu

28.781.738

40,8

52.312.860

57,6

81,8

Don

35.435.741

50,3

32.360.520

35,6

-8,7

Fırtına

5.270.514

7,5

3.976.604

4,4

-24,5

Sel ve Su Baskını

-

-

1.683.478

1,9

-

Yangın

863.715

1,2

384.480

0,4

-95,5

Heyelan

83.825

0,2

55.761

0,1

-33,5

Hortum

27.404

0,04

33.744

0,04

23,1

Deprem

172

0,0

5.425

0,0

3054,1

Toplam

70.463.109

100,0

90.812.875

100,0

28,9

Kaynak: TARSİM Faaliyet Raporu 2010 – www.tarsim.org.tr KUTU 4.2.2. Dikkat! Köprü ve Viyadükler Yoldan Önce Donar Buzlanan yollarda seyahat etmek tehlikelidir. Yollardaki küçük bir buz miktarı bile kazalara neden olabilmektedir. Hava sıcaklığı ve yağış miktarı yollarda ne kadar buz olabileceğini belirler. Köprü ve viyadükler, yollarda daha önce, çok ve daha çabuk buzlanmaktadır. Buzlanma sıcaklığı sıfır derecenin, yani donma noktasının, veya bunun altına inen cisimlerin yüzeylerinde oluşur. Köprüler, viyadükler ve üst geçitler her taraftan birden soğurlar. Yollar ise altlarını örten toprak sayesinde sadece üst yüzeylerinden yani bir taraflarından soğurlar. Yol, üst yüzeyinden soğurken bir yandan da altındaki toprak yüzey tarafından belli bir süre ısıtılabilir. Yaklaşık iki metre yükseklikte ölçülen hava sıcaklığı donma noktasına kadar düşse bile yolun sıcaklığı altındaki topraktan dolayı sıfır derecenin üzerinde kalabilir. Bu nedenle köprü ve viyadüklere göre yolların donması gecikerek gerçekleşmektedir. Yolların donması için ya hava sıcaklıkları donma noktasının çok altına düşmeli ya da uzun süre donma noktasında seyretmelidir. Fakat köprü, viyadük ve üst geçitler her taraflarından hava ile temastadırlar. Diğer bir deyişle, köprü ve viyadüklerin, hava sıcaklığı donma noktasına düşünce sıcaklıklarını donma noktasının üzerinde tutabilecek yolun altındaki toprak yüzey gibi, nispeten sıcak bir yüzey ile temasları yoktur. Köprü ve viyadükler hava sıcaklıkları düşünce hızla ısı kaybedip soğumaktadırlar. Bunun sonucu olarak hava sıcaklığının donma noktasına kadar düşmesi ile köprü ve viyadüklerin donması arasındaki zaman farkı çok küçüktür. Hava sıcaklığı donma noktasının altına düşünce, köprü ve viyadük yüzeylerinin sıcaklıkları da hemen sıfır derecenin altına düşer. Eğer hava yağışlıysa veya yüzeyleri ıslak ise sıcaklık sıfır derecenin altına düşünce su hızla donarak öncelikle köprü ve viyadüklerin üzerinde buza dönüşür. Özetle hava sıcaklıklarının 5°C civarında seyrettiği günlerde yol, köprü ve viyadüklerin sıcaklığı çiy veya kırağı noktasına düşmüş olabilmektedir. Bu nedenle, sürücülerin hava sıcaklıkları donma noktasına yakın olduğu zamanlarda da ıslak zeminlerde, köprü ve viyadüklerde çok dikkatli araç kullanması gerekmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

37


Dağılım Ülkemizde don olayının görülmediği yer yok denecek

kadar azdır (Şekil 4.2.1). Özellikle İç Anadolu ve Konya don olayının en fazla rapor edidiği yerlerdendir.

Şekil 4.2.1. Donlu günlerin uzun yıllar ortalamasına ait yersel dağılımı (MGM, 2012).

Özellikle tarımsal faaliyetler açısından ilkbaharın geç donları ve sonbaharın erken donları ülkemizde ekonomik yönden önemli zararlara yol açmaktadır. Karasal iç bölgelerimiz ve seracılığın yaygın olduğu Akdeniz Bölgesi

risk alanları arasındadır (Şekil 4.2.2). İlkbaharda en geç görülen ortalama don tarihleri güney kıyı kesimlerinde Mart ayından başlayarak iç kesimlere doğru Mayıs ayı sonuna kadar devam etmektedir.

Şekil 4.2.2. İlkbaharda en geç görülen don olaylarının ortalama tarihlerinin yersel dağılımı (MGM, 2012).

38

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.2.3. Sonbaharda en erken görülen don olaylarının ortalama tarihlerinin yersel dağılımı (MGM, 2012).

Sonbaharda en erken görülen ortalama don tarihleri iç kesimlerde Eylül ayından başlayarak kıyı ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne doğru Kasım ayı sonuna kadar devam etmektedir (Şekil 4.2.3). Türkiye’de uzun yıllara ait ortalama ilk don tarihlerine bakıldığında, özellikle ilk donların 27 Eylül’de Doğu ve İç Anadolu bölgelerinde başladığı görülmektedir. Ülkemizin kıyı bölgelerine gidildikçe ilk don tarihi 26 Aralık tarihine kadar gecikebilmektedir. Akdeniz Bölgesi’nde ortalama, 26 Kasım’dan sonra ilk donların başladığı görülmektedir. Özellikle, Güneydoğu Anadolu Bölgesi incelendiğinde burada ilk donların, ortalama olarak 11 Kasım’dan sonra meydana geldiği görülmektedir. Son donların ülkemizdeki dağılımı incelendiğinde, özellikle kıyı bölgelerimizde daha erken başladığı görülmektedir. Özellikle Akdeniz Bölgesi’nde, ortalama 16 Mart’ta ilkbahar son donları meydana gelmektedir. Antalya ve Mersin’de son donlar, ortalama 1 Mart’ta meydana gelirken, daha güneye inildiğinde, 14 Şubat’ta son donların meydana geldiği görülebilmektedir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde ise son donlar Mayıs ayının sonuna kadar devam etmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer konu da donun, bitkilerdeki çiçeklenmenin bolluğunu kar erimesinin tarihlerine bağlayan etkenlerden biri olduğudur (Inouye, 2000; Inouye ve ark. 2002). İlkbahardaki don olasılığı belirli bir takvim gününde sabit kalsa bile ısınmadan dolayı daha önceki

tarihlerde başlayan yapraklanma ve/veya çiçeklenme nedeniyle tomurcuklar, donların oluşumuna, artan sıklığına ve şiddetine daha hassas ve duyarlı hale gelmektedirler. Eğer don tarihlerindeki değişim, kar erime tarihlerinin değişiminden daha az ise ilkbahardaki son don tarihi ileri bir tarihe kaysa bile don zararları artabilir.

Eğilim Küresel iklim değişimi nedeniyle artan hava sıcaklıkları günün en düşük hava sıcaklıklarında yeni rekorların kırılmamasına neden olmaktadır. Türkiye’nin ilk 10 adet en düşük günlük sıcaklık rekorlarının kırıldığı yıllara bakıldığında rekor sıcaklıkların 1940 ila 1979’lu yıllar arasında yoğunlaştığı görülür. Şekil 4.2.4’de gösterildiği gibi son yıllarda düşük sıcaklıklara ait rekor sıcaklıklar azaltmakta ya da rekor düşük sıcaklıkların hiç olmadığı görülmektedir. Günün en yüksek sıcaklıklarına ait rekorlar sürekli olarak yenilenirken günün en düşük sıcaklıklarına ait rekorlar ise uzun yıllardır kırılamamaktadır. Örneğin, Türkiye’de en düşük hava sıcaklığının gözlendiği Ağrı Meteoroloji İstasyonu’nda kayıt edilen -45,5°C’lik en düşük sıcaklık rekoru 20 Ocak 1972 yılından beri yani kırk yıldır kırılamamıştır (Şekil 4.2.4). Bu, don olaylarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Sadece donların şiddetinde ve sayısında önemli bir değişim ya da artış olmamıştır; yani don problemi tarım ve ulaşım için halen geçerlidir. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

39


Şekil 4.2.4. Türkiye’nin ilk 10 en düşük günlük hava sıcaklığı rekorunun kırıldığı yer ve zamanlar.

Türkiye’deki donlu günlerin sayısının, karbondioksitin artışı ve küresel ısınma ile birlikte, Türkiye genelinde bir düşüş göstermesi beklenir. İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nde gerçekleştirilen çalışmaların (Kadıoğlu, vd., 1998; Şaylan, 1993, 1994, 1995) sonuçlarına göre, ilkbahardaki son donlu günlerin görüldüğü tarihlerin sadece Türkiye’nin kuzeybatı kesiminde gittikçe daha erken bir tarihte sona erdiği, fakat diğer kesimlerde pek değişmediği görülmüştür. İlk öldürücü sonbahar donunun görüldüğü tarihlere bakınca, bunların da daha çok Doğu Anadolu’da daha erken tarihlerde ortaya çıktığı saptanmıştır. Türkiye›nin hiç bir yerinde bitkiler için ilk öldürücü sonbahar donunun görüldüğü tarihlerde henüz kış ayına doğru bir çekilme görülmemiştir. Sonuç olarak, bitki büyüme mevsimi (gün sayısı olarak) uzunluklarının yıllık ortalamaları Türkiye’de, özellikle İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi’nde, değişmektedir (Kadıoğlu ve Aslan, 2000).

Uyum Büyüme mevsimi (don olmayan süre) bazı bölgelerde kısalıyorsa, aynı zamanda ısınmadan dolayı bazı bölgelerde de büyüme mevsiminin genişlediği anlamına gelmektedir. Büyüme mevsiminin uzaması bu bölgelerdeki bitki tipine, su yönetimine ve soğutma amaçlı enerji kullanımına uyum sağlanmasını gerektiren bazı tehlikeler de oluşturmaktadır. Küresel iklim değişiminin öngördüğü gibi sıcaklıkların artmasına yönelik senaryolar aktif bitki büyüme mevsiminin uzamasını gündeme getirmektedir. Uzayan büyüme mevsimi bitkiler için gerekli olan sulama ihtiyacını da beraberinde getirmektedir. Bu tür tehlikeler, küresel iklim değişiminin etkilerini azaltmak için planlamada daha geniş bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Atmosferik sera gazlarının artması ve yerel iklim eleman40

larındaki değişimlerin sonuçları, tarımsal üretim dâhil olmak üzere, biyolojik çevrede etkilerini göstermektedir. Gelecekteki iklim özelliklerinin belirlenmesindeki belirsizliklerle birlikte, karar vericilerin ve sera gazlarının zararlarını azaltmakla görevli ulusal program yöneticilerinin iklim elemanlarına ait zaman serilerindeki eğilimleri özel olarak bitki-büyüme günleri şeklinde belirlemesi gerekmektedir. Bölgesel iklim durumunu gösteren iklim elemanlarındaki değişimler, bölgedeki ekolojik şartlar için de önemli işaretler taşır. İklim şartları, ekolojik koşulları da kontrol eden önemli faktörlerdendir. Bu nedenle, iklim elemanlarındaki özel eğilimlerin bilinmesi, biyolojik şartlardaki değişimlerin de belirlenmesine yardımcı olacaktır. Bunlara ilave olarak, meteorolojik şartlar, üstü açık bir fabrika olan ve ülkemizin nüfusunun büyük bir kısmının geçimini sağlayan, tarımı ve dolayısıyla Türkiye ekonomisini olumlu veya olumsuz olarak çok değişik başka şekillerde de etkileyebilmektedir (Şaylan, 1993, 1994, 1995). Donla mücadele için her yörenin iklim durumu, yapılan tarımın şekli, yetiştirilen bitkinin özelliği, ilgili tarım işletmesinin imkânları göz önüne alınarak, donla mücadele yöntemlerinden en uygun, en pratik ve en ucuz olanı seçilmelidir. Tek bir yöntemle önlem alınabileceği gibi gereken durumlarda bir kaç yöntem birlikte uygulanarak don olayının zararları önlenebilir. Önemli olan, doğru ve en etken olan yöntemin seçilmesi ve gerektiğinde doğru bir şekilde uygulanabilmesidir. Bu nedenle uyum çalışmalarına teknik elemanlar ile birlikte çiftiçilerin de aktif katılımı oldukça önemlidir. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin don ve buzlanmayla birlikte ortaya koyduğu riskleri/afetleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak gerekmektedir. Bununla birlikte don ve buzlanma

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


tahmin sistemlerinin geliştirilmesi; zarar görebilirliği azaltabilmek için maruziyetin belirlenmesiyle, erken uyarı sisteminin, don ve buzlamın kötü etkilerine dayanıklı

Risk

(etki)

=

• • • • • • •

Can Sağlık Tarım Orman Ulaşım Enerji Yaban Hayatı • İş Sürekliliği • ...

Tehlike

(önleme/uyum)

x

• SG azaltma • Temiz enerji kaynakları • Enerji verimliği • Su verimliliği • Ağaçlandırma • Tarım alanlarının korunması • Geri dönüşüm • Yeniden kullan • Doğru tüketim • ...

4.3. ORMAN YANGINI Açlık, fakirlik, hava kirliliği, toprak bozulması, çölleşme, ormansızlaşma gibi bir çok problem iklim değişikliği ile birlikte artmaktadır. Yetişen bitki türleri, iklim ve artan nüfusun ihtiyaçlarının bileşimi, artık ortaya önlenmesi ve söndürülmesi oldukça zor olan orman yangınlarını çıkartmaktadır. Günümüzde ormanları tehlikeye sokan etkenlerin başında insanlar ve yangınlar gelmektedir. Özellikle yaz aylarında ormanlar için büyük tehdit oluşturan yangınlar, çok uzun bir sürede yetişebilen ağaçların bir anda elden gitmesine, doğal dengenin bozulmasına, ormanda yaşayan tüm canlı türlerinin ve doğal yaşam ortamlarının yok olmasına, topraktaki organik maddelerin yitirilmesine neden olmaktadır.

yerleşimler ve sektörler geliştirmeyle birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet

Savunmasızlık

x

(sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme • Tahmin • Erken uyarı • Arazi kullanımı • Trafik Yön. Sistemi • ...

(azaltma)

• • • • • • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale planı Müdahale kapasitesi Yollarda karla mücadele Tarımda donla mücadele Elektrik yardımı Yakacak yardımı İş saatlerinin ayarlanması Evsizlerin toplanması Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Tatbikatlar Sigorta, Hava Türevleri Bilimsel araştırmalar ...

Türkiye toprakları 77,8 milyon hektarlık bir alanı kaplamaktadır ve arazisinin denizden olan yüksekliği ortalama 1.132 metredir. Ülkemiz topraklarının %56’sı bin metrenin üzerindedir. Yağış ve nem faktörlerinin farklı bileşimi ülkemizde orman ekosistemlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır (ÇŞB, 2012). Türkiye’nin 21,5 milyon hektarı (%27) ormanlarla kaplıdır. OGM-OİP (2012)’ye göre ülkemizdeki ormanların %85’i doğal orman olup %15’i ise ağaçlandırma yoluyla oluşturulmuş ormanlardır. Ormanların %52’si verimli orman, %48’i (yani 11,2 milyon hektarı) bozuk ormandır (Şekil 4.3.1). Verimli orman alanları, bozuk orman alanlarına göre yaklaşık 5 kat daha fazla karbon depolamaktadır.

Şekil 4.3.1. Türkiye’deki orman varlığının ülke genelindeki dağılımı (OGM-OİP, 2012).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

41


Tanım Kısaca, ormanlara zarar veren, ormanlardaki herşeyi yakıp yok edebilen yangınlara orman yangını denir. Orman yangınının genel tanımı ise “ormanda yaşam birliğinin üyeleri olan, canlı ve cansız bütün yanabilen varlıkları yakıp yok edebilen ateş” olarak ifade edilmektedir. Orman yangınları, meydana gelişlerine ve ormanda yaktıkları kısımlara göre: 1. Örtü Yangını, 2. Tepe Yangını, 3. Toprak Yangını şeklinde üç sınıfa ayrılır (Küçükosmanoğlu, 1985). Orman yangınlarının etkilediği alanın büyüklüğü, çeşitli ülkelerde farklı ölçütler kullanılarak değerlendirilmektedir. Bazı ülkeler orman yangını için 100 hektar (ha) yanan alanı, bazı ülkeler ise 500 ha yanan alanı ölçüt olarak kullanırlar. Bu durum ülkenin ormanlık alanıyla, orman yangını sayısıyla ve orman yangınlarıyla kaybedilen alanlarla ilişkilidir. Örneğin, Türkiye’de 100 ha’dan daha büyük alanda etkili olan yangınlar ‘büyük orman yangını’ olarak kabul edilir (Küçükosmanoğlu, 1985; Bilgili vd., 2010a). Başka bir tanıma göre, 100-500 ha’dan daha büyük bir alan kaplayan, 8 saat ve/ya da daha uzun bir süre etkili olan ve söndürme ekiplerinin gücünü aşan yangınlar ‘büyük orman yangını’ olarak isimlendirilir (Neyişçi vd., 1996).

Etki Orman yangınlarının etkileri, orman örtüsünün tabiatına ve yangının şiddetine bağlıdır. Orman yangınları, küçük zararlardan tutun da, ormanın hem koruyucu hem de iktisadi faydalarının tamamen tahribine kadar büyük zararlar meydana getirebilir. Orman yangınlarının çoğuna insanlar bilerek veya bilmeyerek neden olurlar. Hava şartları ise yangınlar için önemli bir çevre, tetikleme ve gelişme faktörüdür. Her yıl doğal neden sayılan yıldırımların sebep olduğu yangınlar, Türkiye’de yaklaşık olarak 450 hektarlık ormanı tahrip etmektedir (OGM-OİP, 2012). Orman yangınları, Akdeniz Havzası’ndaki pek çok ülkede ve Türkiye’de orman arazileri üzerinde olumsuz etkilerde bulunan afetlerin başında gelmektedir. Orman yangınları, orman arazileri ile bitkilerin büyümesi, yapısı ve bulunuş yerlerini etkileyerek özellikle karbon döngüsün-

de ve biyojeokimyasal döngüler üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaktadır (Türkeş, 2010a; Altan, 2011; Flanninga vd., 2000; Türkeş, vd., 2011a). Ormanların ekolojik yapısı ve tür bileşimi, yangın rejimi tarafından etkilenmektedir. Yangın rejimini; yangın sıklığı, genişliği, yoğunluğu, dönemselliği, türü ve şiddeti olmak üzere altı temel bileşen belirlemektedir. Bu bileşenlerin ortaya konulması ve yangın rejiminin belirlenmesi için kuraklık ile ilişkili çalışmaların yapılması gerekmektedir (Flannigan vd., 2000; Türkeş vd., 2011a; Altan, 2011). Günümüzde artık daha fazla insan ormanlık alanlardan faydalanmaktadır. Bu alanlara yerleşenler, bu alanların sağladığı doğal değerlerden faydalanmanın yanı sıra büyük bir yangın tehlikesi ile birlikte yaşamaktadırlar. Orman yangınları genellikle fark edilmeden başlar; hızla yayılır; çalıları, ağaçları ve evleri tutuşturur. Bu yangınlar hızla yamaç ve ovalara yayılıp bağlara, tarlalara ve yollara, enerji nakil hatlarına da zarar verebilir (Kadıoğlu vd., 2004a, b). Ülkemizdeki orman ve fundalık yangınları genel olarak doğal (yıldırım) kaynaklı yangınlar veya ihmal-dikkatsizlik (anız, çöplük, avcılık, çoban ateşi, sigara, piknik ateşi vb.), kasıt (kundaklama, yer açma vb.), kaza (enerji nakil hattı, trafik, lokomotif vb.) şeklinde insan kaynaklıdır. Son 10 yıllık verilere göre yangınların %53’lük bölümünü ihmal, dikkatsizlik ve kaza, %11’lik bölümünü kasıt, %12’lik bölümü yıldırım sonucu çıkmıştır ve %24’lük bölümünün çıkış nedeni ise bilinmemektedir (OGM-OYM, 2012). 2010 yılında yıldırım sonucu çıkan orman yangınlarının sayısı %3 artmıştır ve yangınların %15’lik bölümü yıldırım yüzünden meydana gelmiştir. OGM-OYM (2012)’ye göre 1937 yılından bu yana 2011 yılı sonu itibariyle yıl başına düşen orman yangını genel ortalama sayısı 1.208 adettir. Fakat 2002-2011 yılları arasını kapsayan son 10 yıllık dönemde orman yangını sayısı yaklaşık %50 oranında artarak toplam 19.739 adet orman yangını meydana gelmiş ve dönem ortalaması 1.974 adet/yıl olmuştur. Şekil 4.3.2’de görüleceği üzere Türk Kızılay’ı tarafından ayni yardım yapılan orman yangını sayısında 2004 yılından itibaren önemli bir artış görülmektedir.

Şekil 4.3.2. 2002-2010 yılları arasında Türk Kızılay’ı tarafından yardım yapılan 113 orman yangınının yıllara göre toplamı. Yangın-Orman yangını

Toplam %

42

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Son yıllarda orman yangınları sayısındaki artış, nüfusun ve bu doğrultuda insan-orman ilişkilerinin (turizm, rekreasyon, orman ürünlerine olan gereksinimlerin) artmasıyla paralellik göstermektedir. Yangınların büyük çoğunluğu 0-400 metre rakımlarda meydana gelmektedir. Yılda ortalama 2.000 yangın meydana gelmektedir ve bu yangınlarda da ortalama yılda 7-10 bin hektar alan yanmaktadır (OGM-OİP, 2012).

Dağılım Dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de, orman varlığını tehdit eden etmenlerin başında orman yangınları gelmektedir. Orman yangınları, her yıl dünyanın çeşitli bitki bölgelerinde ve ormanlık alanları üzerinde etkili olmakta, katrilyonlara ulaşan yangınla savaşım harcamasına, can, mal ve rekreasyon kayıplarına neden olmaktadır. Türkiye, büyük bir bölümü, özellikle batı ve güney bölgeleri, yazları sıcak/ çok sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı büyük Akdeniz iklim kuşağında yer aldığı için, her yıl önemli sayıda orman yangınları ile karşı karşıya kalmaktadır (Erkan, 2006; Altan, 2011; Altan vd., 2011).

Özellikle Kahramanmaraş’tan başlayıp Akdeniz ve Ege’yi takiben İstanbul’a kadar uzanan 1.700 km’lik sahil bandının 160 km derinliğindeki bölümünde yayılış gösteren 12 milyon ha ormanlık alan, yangına birinci derecede hassastır. Özetle, Türkiye’de hem orman yangınlarının dağılımı düzensiz olup daha ziyade kıyı ve kıyı ardı bölgelerde yoğunlaşmıştır (Şekil 4.3.3). Türkiye orman yangınları açısından Akdeniz ülkeleriyle benzer özelliklere sahiptir. Türkiye’de orman yangınları, özellikle yazı kurak subtropikal Akdeniz ikliminin etkili olduğu Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinin büyük bölümünde görülür. Ayrıca, orta enlem nemli-ılıman iklim özelliklerine sahip olması nedeniyle daha az orman yangını görülmesi beklenen Karadeniz Bölgesi, Türkiye’de yapılan çeşitli çalışmalara konu edilmiştir. Bu çalışmalar arasında, Doğu Karadeniz ve Kastamonu orman yangınları da bulunmaktadır (Uslu vd., 2002; Bilgili vd., 2010b). Çoğunlukla yarı kurak, kuru-yarı nemli ve yarı nemli iklim koşullarının egemen olduğu Türkiye’de, orman yangını her bölgede yer alan ormanlar için büyük bir risk ve ciddi bir tehlike oluşturmaktadır.

Şekil 4.3.3. Türkiye’de Orman İşletme Müdürlüklerinin orman yangınına hassaslık derecelerine göre dağılımı (OGM-OYM, 2012).

Türkiye’de orman yangınları genellikle Mayıs ayında başlar ve Kasım ayı sonlarına kadar sürer. Bu durum Akdeniz iklim kuşağının özellikleri dikkate alındığında, Akdeniz ve Ege bölgeleri için doğruyken, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde bu mevsimlerin dışında kalan aylarda da yangınlar görülebilmektedir. Örneğin; Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Mart ayı, değişen hava dolaşımı koşullarına bağlı olarak, bu bölge üzerinde etkili olan güneyli dolaşımın neden olduğu güneyli fön rüzgarlarının mevsimine göre sıcak ve kurutucu etkisi nedeniyle (Kutiel vd., 2001; Türkeş vd., 2003) orman yangınlarının ve yanan alanların en fazla olduğu dönemdir. Bitkilerde büyüme döneminin başlangıcından önce su içeriğinin en düşük düzeyde olması ve fön rüzgarlarının etkisiyle toprak üzerindeki yanıcı maddelerin nem içeriğinin azalması, orman yangınlarında bu dönemde bir artış oluşturur (Bilgili vd., 2010b).

Şekil 4.3.3’e göre Türkiye’nin Kahramanmaraş yöresinden başlayıp Akdeniz ve Ege kıyılarını içine alarak İstanbul’a kadar uzanan 1.700 kilometrelik kıyı kuşağının 160 kilometresi, iç kesimlerine kadar sokulan bazı bölümlerini de içermek üzere, 12 milyon ha’lık alan orman yangınları açısından birinci ve ikinci derece hassas bölgeleri oluşturmaktadır (OGM, 2008a, 2008b, 2008c). Türkiye’de orman alanlarının % 58’ini yangına birinci (% 36) ve ikinci (% 22) derece hassas alanlar oluştururken, % 24’ü üçüncü, % 12’si dördüncü ve % 6’sı de beşinci derece yangına hassas bölgeleri oluşturur. Bu bölgelerin alansal büyüklüğü Tablo 4.3.1’de verilmiştir. Akdeniz ikliminin bilinen baskın özelliğine bağlı olarak, kurak ve sıcak yaz döneminde özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde her yıl oluşan yangınlarda geniş orman alanları zarar görmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

43


Şekil 4.3.4’de görülmekte olan Akdeniz ve Ege bölgelerinin 0–400 metre yükseltiler arasında yer alan ormanlık alanları, yangına birinci derece hassas bölge içerisinde yer almaktadır.

Bu ormanlık alanlarda, maki ve kızılçam meşcereleri yerleşim, tarım ve turizm amacıyla insanlar tarafından yoğun olarak kullanılmaktadır (OGM, 2008a, 2008b, 2008c).

Tablo 4.3.1. Yangına hassas alanların hassasiyet derecisine göre etkilediği alanların büyüklüğü (OGM-OYM, 2012). Yangına 1. derecede Hassas Alan

7 844 579 ha.

Yangına 2. derecede Hassas Alan

4 612 563 ha.

Yangına 3. derecede Hassas Alan

5 260 810 ha.

Yangına 4. derecede Hassas Alan

2 622 759 ha.

Yangına 5. derecede Hassas Alan

1 218 909 ha.

Şekil 4.3.4. Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında orman yangını afet sayılarının illere göre dağılımı.

Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında orman yangını afet sayılarına göre en çok orman yangını görülen illerimiz sırasıyla Antalya (269 adet), Muğla (244 adet), İzmir (244 adet) ve Çanakkale (162 adet) şeklindedir (Şekil 4.3.4). Örneğin, 2005-2010 yıllarına ait 6 yıllık kayıtlar incelendiğinde hassas bölgeler ile birlikte, 12.171 adet orman yangını sonucunda toplam 59.607 ha orman alanı yanmıştır (Şekil 4.3.5). Yangın sayısının %39’u ve yanan alanın ise %68’i Antalya, İzmir, Mersin, Muğla bölgelerindedir.

Orman yangınlarının uzun yıllar boyunca ki dağılımına bakıldığında, en fazla orman yangını 1994 yılında gerçekleşmiştir. İkinci sırada 2007 yılı ve üçüncü sırada 2001 yılı gelmektedir (Şekil 4.3.6). 2001, 2002 ve 2007 yıllarında da orman yangınları sayıları artış göstermiş ve de 2010 yılı itibari ile kayıt ve rapor edilen orman yangını ve yanan alan miktarı oldukça azalmıştır (Şekil 4.3.7).

Şekil 4.3.5. OGM OYM’ye göre 2005-2010 yılları arasında Orman Bölge Müdürlükleri bazında görülen orman yangını sayısı ve bu yangınlarda yanan toplan alan miktarları (OGM, 2011).

44

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.3.6. 1937-2011 yılları arasında çıkan yıllık toplam orman yangını sayılarının zamanla değişimi (OGM OİP ve OGM OYM, 2012).

Şekil 4.3.7. 1937-2011 yılları arasında çıkan orman yangınlarında yanan alan miktarlarının yıllara göre değişimi (OGM OİP ve OGM OYM, 2012).

Ülkemizin büyük bir bölümünün yazları sıcak ve kurak bir iklim kuşağında yer alması nedeniyle ormanlarımız yılın sıcak döneminde büyük yangın tehlikesi altındadır (Şekil 4.3.8, 4.3.9). Özellikle Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerimizin kıyılarındaki ormanlarımızda, yaz aylarında günde ortalama 20-30 orman ve fundalık yangını meydana

gelebilmektedir (Şekil 4.3.8). Mevsimlere göre yıllık orman yangını dağılımına bakıldığında en fazla yangının kışın 1989 yılında, ilkbaharda 1989 ve 2000 yıllarında, yazın 1977 ve 1994 yıllarında, sonbaharda ise 1979 ve 1993 yılında olduğu görülür.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

45


Şekil 4.3.8. 1953-2010 yılları arasındaki mevsimsel toplam orman yangını sayılarının değişimi. Ayrıca Semerci vd., (2008), kuraklık nedeniyle 2002-2007 yılları arasında İç Anadolu Bölgesi’nde birçok ağacın kuruduğunu belgelemiştir.

Şekil 4.3.9. 2005-2010 yılları için aylık toplam orman yangınları sayısı ve yanan alanların dağılımı (OGM, 2011).

Mevsimsel olarak orman yangınlarının oluştuğu yerler farklılıklar gösterebilmektedir (Şekil 4.3.10). Örneğin, kış aylarında Antalya, Mersin ve Trabzon gibi kıyı bölgelerinde rüzgarın fön etkisinde kalabilecek olan yerler ile birlikte Düzce en çok orman yangını görülen ilimizdir. İlkbaharda İstanbul, Kocaeli, Düzce, Zonguldak ve İzmir gibi daha çok kıyı kesimlerinde orman yangıları daha sık oluşabilmektedir. Yaz aylarında ise İzmir, Muğla, Çanakkale ve Mersin gibi 46

yine kıyı alanlarımızda orman yangınları yoğunlaşmaktadır. Sonbaharda ise orman yangınları Ege ve Akdeniz kıyıları ile birlikte kendini en fazla Antalya’da göstermektedir (Şekil 4.3.10). Şekil 4.3.9’da gösterildiği gibi 6 yıllık periyotta çıkan yangınların; yangın sayısı olarak % 88’lik, yanan alan olarak da % 96’lık kısmı “yangın sezonu” diye bahsedilen

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


(eskiden Haziran-Ekim olan) Mayıs- Kasım ayları arasında gerçekleşmiştir. Yangın sayısının %46’sı ve yanan alanın % 83’ü Temmuz ve Ağustos aylarına rastlamaktadır. Temmuz ayında çıkan yangın sayısı Ağustos ayına nazaran az olmasına karşın Temmuz ayında %55’lik yanan alan fazlalığı ile daha yoğun bir aydır. Nedenleri %98,8 gibi büyük bir oranda kasıtlı veya kasıtsız insan etkisine bağlı olsa da, orman yangınlarının oluşum

yerlerine dikkat edecek olursak, meteorolojik şartların etkisi açıkça görülebilmektedir. Meteoroloji parametrelerinin yanıcı madde (yakıt) üzerinde meydana getirdiği nem değişimleri hem yangın riski açısından, hem de yangın çıktıktan sonra hareket yönünün belirlenmesinde çok büyük bir öneme sahiptir. Yakıt nemi, havanın bağıl nemi ve sıcaklığına bağlı olarak gün içerisinde değişim göstermektedir.

Şekil 4.3.10. Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında görülen orman yangınlarının mevsimsel ve yerel dağılımı.

Eğilim Orman ve çalı yangınlarının başlaması ve gelişmesinde yüksek hava sıcaklığı, düşük nispi nem ve yüksek rüzgar hızı anahtar rol oynamaktadır. Bu meteorolojik faktörler, küresel ısınmadan doğrudan ve bu metorolojik faktörlerden dolayı da orman yangınları dolaylı olarak etkilenmektedir. Bu nedenle, örneğin, Avustralya, Kaliforniya ve Güney Avrupa’da görülen son orman yangınlarının sıklıklarının ve şiddetlerinin küresel iklim değişikliğine işaret ettiği kabul edilmektedir (Bryant, 1997). Pinol vd., (1998)’e göre Akdeniz bölgelerinde önemli çevresel sorunlardan biri yıkıcı yaz orman yangınlarıdır. Örneğin, 1994 yangın sezonunda İspanya genelinde 430.000 ha orman, fundalık, çalılık ve çayır yanmış ve 31 kişi yaşamını kaybetmiştir. Orman yangınlarının sayısı daha önceki yıllardan farklı değildi, fakat yangınların şiddeti ve kapladığı alanlar çok büyük olmuştur. Diğer bir deyişle, iklim değişikliği nedeniyle orman yangınlarını şiddeti ve etkili olduğu alanlar artmaktadır. Özellikle 1970’lerden sonra daha be-

lirgin bir şekilde küresel ölçekte ortalama hava sıcaklığında artış olması orman yangınlarının sıklığı ve büyüklüğünü de etkilemiştir (Houghton vd., 1996; Nicholls vd., 1996). Günümüzde orman yangınları değişik nedenlerden dolayı artmaktadır. Güney Avrupa ve Akdeniz Havzası’ndaki orman yangınlarında iklim değişikliğinin etkisi daha büyük olmaktadır. Isınma, orman yangını tehlikesini, özellikle aşırı hava şartları ve büyük yangınların olasılığını artırmaktadır. İklim değişikliği, arazi kullanımı ve bitki örtüsü ile birlikte üretimdeki verimliliği de değiştirerek orman yangınlarını artırmaktadır. Ayrıca iklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleşen bitki ve ağaç tür değişiklikleri ile birlikte bu türlerin yükselti olarak yer değiştirdiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer bir deyişle, aşırı hava olaylarının artmasından ve bitkilerin yer değiştirmesinden dolayı orman yangınlarının eskiden yaygın olarak görülmeyen yerlerde de görülmesi olasılığı giderek artmaktadır.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

47


Günümüzde süre giden küresel ısınma ile birlikte ülkemizin kuru kesimlerinde yüksek sıcaklıklar ile birlikte orman yangını mevsimi ve sayısında artışlar olabilmektedir. Kuru kesimlerde, yüksek sıcaklıklar ile birlikte orman yangınları ve tarımsal hastalık ve böcek zararlılarında da büyük artışlar görülmektedir. Örneğin, aşırı soğuk havalar çam kese böceği nüfusunu kontrol ederdi. Şimdi kış aylarında (örneğin, -40°C vb. gibi) aşırı soğuk havaların yaşanmamasından dolayı çam kese böceği nüfusunda büyük patlamalar olmaktadır. Ayrıca, muhtemel iklim değişikliği ve ozon gazı seyrelmesinin de ormanlara olası etkilerine dikkat edilmelidir.

Afet Kaynaklı Salgın Hastalıkları Araştırma Merkezi’nin (CRED) istatistiklerine göre, aşırı sıcaklıklar (sıcak ve soğuk hava dalgaları, vb.), kuraklık ve orman yangınları gibi klimatolojik kökenli afetlerin görülme sıklığında 1990’ların ortasından başlayarak bir artış gözlenmektedir. Her yılın bir önceki yıldan daha kurak olma olasılığının artması ve buna bağlı olarak 1990’lardan başlayarak küresel sıcaklıklardaki artış, kış aylarındaki ani sıcaklık değişiklikleri ve don olayları ile yaz aylarındaki yüksek gündüz ve gece hava sıcakları ve uzun süreli sıcak hava dalgaları canlı yaşamı için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Ayrıca, kurak ve sıcak geçen yaz aylarındaki sıcak hava dalgaları, orman yangınlarını tetikleyerek büyük kayıplara yol açmaktadır (Acar ve Türkeş, 2011).

KUTU 4.3.1. Erozyon Gerçekte, milyonlarca yıldan bu yana doğal bir süreç olarak süregelen toprak aşınımı, ne yazık ki insanın çevre üzerindeki yanlış uygulamaları ile artık “hızlandırılmış toprak aşınımı (erozyon)” şeklinde çok ciddi bir soruna dönüşmüştür. Ülkemizde meydana gelen toprak kaybı ise miktar ve şiddet bakımından birçok ülkeden ve hatta bazı kıtalarda oluşan yıllık taşıntı miktarından daha fazla olduğundan, önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürü Hanifi AVCI’nın değişik sempozyumlarda yaptığı açıklamalara göre Türkiye’deki orman alanlarının %54’ü, tarım alanlarının %59’u ve meraların %64’ünde orta ve şiddetli erozyon mevcuttur. Bu durumda, Türkiye’de yılda yaklaşık 500 milyon ton toprak denizlere ve göllere taşınmaktadır. Türkiye; coğrafi konumu, topografik yapısı, iklimi, yanlış tarım uygulamaları, mera ve orman tahribatı ve toprakların erozyona duyarlı olması sebebiyle dünya üzerinde en çok erozyona maruz kalan ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’de su havzalarında; iklim, topoğrafik ve jeolojik yapı nedeniyle doğal şartlardan oluşan doğal erozyonun yanı sıra yanlış arazi kullanımı ve aşırı faydalanma sonucu hızlandırılmış bir erozyon mevcuttur. Ormanların ve bitki örtüsünün tahribi, yanlış arazi kullanımı, eğimli arazilerde tedbir alınmadan tarım yapılması gibi insan etkileri de erozyon ve sel afetlerini artırmaktadır. Çölleşmenin ve göçün de en önemli sebeplerinden biri de erozyondur. Örneğin, 1960›lı yıllarda Karapınar, şiddetli rüzgar erozyonu nedeniyle göç tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Son yıllarda erozyon kontrolü çalışmalarına hız verilerek tarım ve mera alanlarında koruyucu orman kuşakları oluşturulmuş; kıyı ve iç kumullarda kumul tespit çalışmaları yapılmıştır. Bunun yanı sıra orman teşkilatınca Türkiye’nin pek çok yerinde toprak muhafaza ve erozyon kontrolü amaçlı projeler uygulanmış ve uygulamalar halen devam etmektedir.

Uyum Ormanlar; ağaçların gövdelerinde, yapraklarında, dallarında, köklerinde, ölü ve diri örtüde ve orman toprağında karbon depolamaktadır. Diğer bir deyişle, sürdürülebilir bir şekilde yönetilen ormanlar daha fazla karbon tutmaktadır. Ormanların tahribatı ise atmosferde emisyon artışına neden olur. FAO’nun 2005 yılı verilerine göre; dünyada her yıl yaklaşık olarak 13 milyon hektar orman alanı yok olmaktadır (sera gazı emisyonunun yaklaşık %20’si). Bu nedenle atmosferdeki sera gazı salınımının azaltılması, diğer yandan da orman gibi karbon yutaklarının alanlarının artırılması

48

gerekmektedir. Bu durumda ormanların korunması büyük önem arz etmektedir. Bu nedenlerden dolayı, Türkiye’de 1 Kasım 2007 tarihinde yayınlanan Başbakanlık Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği Genelgesi kapsamında kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile çok sayıda işbirliğine gidilerek ülke çapında ağaçlandırma çalışmalarına hız verilmiştir. Türkiye Şekil 4.3.11‘de görüldüğü gibi 2005-2010 yılları arasında ormanlarını yılda 50-250 bin ha olarak artırmış olan ülkeler arasında gösterilmektedir (FAO, 2010.)

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.3.11. 2005-2010 yılları arasında Türkiye, ormanlarını yılda 50-250 bin ha olarak artırmış ülkeler arasında gösterilmektedir (FAO, 2010.)

Bu amaçla Türkiye’de Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından yapılan çalışmalardan bazları şunlardır: • FAO ile işbirliği içinde hazırlanan Orman Kaynakları Değerlendirme (FRA-2010) raporuna göre 2009 yılı itibarıyla toplamda ormanlarımızda yaklaşık 2 milyar ton karbon depolanmıştır. Bu miktar 7 milyar ton karbondioksitin eşdeğeridir. • Buna ek olarak; ormanlarımız yıllık artımları ile her yıl 24 milyon ton ek karbon depolamaktadır. • 2008 yılında başlatılan Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği ile 2012 yılına kadar 1 milyon 683 bin ha bozuk alanda rehabilitasyon çalışması yapılacak ve bu miktar bozuk orman verimli orman haline getirilecektir. • Yıllık 41 milyon ton karbon depolayan bozuk orman alanı, verimli hale geldiğinde 222 milyon ton karbon depolar hale gelecektir. Bu da 181 milyon ton ek karbon depolanması demektir. • Eylem Planı sonunda Türkiye’nin karbon yutak miktarı %10 artarak 2 milyar 181 milyon ton olacaktır. Ayrıca bu süreçte orman artışları da beklenmektedir. • Arazi şartları nedeniyle bozuk alanların ancak yarısının verimli hale getirilebileceği öngörülmekte olup Eylem Planı dışında kalan 3.605.000 ha bozuk orman alanı da 2012’den sonraki süreçte iyileştirildiğinde toplam olarak 385 milyon ton daha ek karbonun depolanması sağlanacaktır. • Netice olarak; sadece bozuk orman alanlarının iyileştirilmesinden toplam 566 milyon ton ek karbon depolanma imkânı bulunmaktadır. Potansiyel olarak rehabilite edilme imkânına sahip tüm ormanların 2012-2022 yılları arasında verimli hale getirilebileceği öngörülmektedir. • Diğer taraftan başta orman yangınları olmak üzere, ormanların usulsüz faydalanmadan, böcek ve diğer zararlılara karşı korunması, ormanlar üzerinde baskı

unsuru oluşturan kırsal kesimin bu baskıyı en aza indirebilmesi için desteklenmesi amacıyla Orman Genel Müdürlüğü tarafından her sene 1 milyar dolar harcama yapılmaktadır. Özetle ülkemizdeki endüstriyel amaçlı ağaçlandırılacak alan azalmıştır. Son yıllardaki ağaçlandırmaların büyük çoğunluğu yarı kurak bölgelerdedir. Böylece, FAO’nun 2005 Dünya Ormancılık Raporuna göre; Türkiye bu bölgelerde yaptığı ağaçlandırma çalışmalarıyla, dünyada yapılan ağaçlandırma çalışmalarında ilk ona girmiştir. OECD Genel Sekreteri Angel Gurria, Türkiye’nin erozyonla mücadele konusunda dünya lideri olduğunu açıklamıştır (OECD, 2012). “Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği Eylem Planı” incelendiğinde, bu belgenin, yutak alanların genişletilmesine sağladığı katkılardan ötürü, ormancılık sektöründe sera gazları emisyonunu azaltan politikalara doğrudan işaret eden önemli bir araç olduğu anlaşılmaktadır. İklim müzakereleri açısından baktığımızda bunlar yutak alanların korunması ve geliştirilmesi faaliyetlerine verilen önemin ifadesidir. Bu durum, iklim müzakerelerinde; ormanlarımızdaki kapasite artışı için yapılan tüm harcamaların göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğunu göstermektedir. Orman yangınları ile mücadelede erken müdahale esastır. Bunun için, güvenilir ve uzun vadeli özel hava tahminleriyle değişik bölgelerdeki yangın söndürme ekiplerinin, özel meteorolojik endeksler ile belirlenecek olan, yangın potansiyeli ve olasılığının yüksek olduğu yerlere önceden gönderilebilmesi ve bazı önlemlerin alınması yoluna gidilmektedir. Böylece, OGM’nin son yıllarda erken uyarı ve müdahale çalışmalarına önem vermesiyle yangın başına düşen saha miktarının uzun yıllar ortalaması 18,29 ha iken, 2001-2010 yıllarında yangın başına isabet eden kayıp saha ortalaması yaklaşık 4,3 kat azalarak 4,24 ha’ya kadar inmiştir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

49


Ülkemizdeki yangınların %83,3’ü Haziran - Ekim ayları arasında meydana gelmekte, ayrıca çıkan yangınların %32 gibi önemli bir kısmı 12:00-15:00 saatleri arasında, yani yakıt nem kapsamının en düşük olduğu dönemde meydana gelmektedir. Şekil 4.3.12’de de net bir şekilde görülebileceği üzere 2011 yılındaki orman yangınlarının yarısı ihmal ve dikkatsizlikten kaynaklanmaktadır. Bu durumda en çok yangın görülen illerdeki orman yangınlarının kontrol altına alınmasıyla ve ihmal-dikkatsizliğe yönelik yoğun bilinçlendirme eğitimlerinin gerçekleştirilmesiyle ülkemizdeki orman yangınları riskinin yarı yarıya azaltılabileceği görülmektedir.

23 Ocak 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 Sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 104’üncü maddesi yeniden düzenlenerek, Türkiye’de 01 Haziran–31 Ekim tarihleri arasını kapsayan beş aylık yangın mevsimi, 01 Mayıs–30 Kasım olarak değiştirilip 2 ay uzatılmıştır. Böylece, özellikle orman yangınlarına hassas bölgelerde daha erken önlem alınması ve bu önlemleri daha uzun süre devam ettirebilmesi mümkün olacaktır.

Şekil 4.3.12. 2011 yılında çıkan orman yangınlarının sebeplerine göre yüzdesel dağılımı (OGM OİP, 2012).

Türkiye’de orman yangınlarının büyük bir bölümüne her ne kadar insanlar bilerek veya bilmeyerek neden oluyor olsa da, bu yangınların gelişerek yayılmasını yine büyük ölçüde meteorolojik şartlar kontrol etmektedir. Diğer bir deyişle yangın esnasında, rüzgarın yönü ve şiddetindeki anlık değişimlerin de tespit edilmesi, yangın söndürme çalışmalarını yönlendirmek için hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle noktasal rüzgar tahminleri için bilinen yangın bölgelerinin, birleşik arazi benzetim ve model çalışmalarına da önem verilmelidir. Güvenilir hava tahminleri ile yetkililerin değişik şehirlerden yeterli sayıdaki yangın söndürme ekiplerini gerekli yerlere göndermesi ile orman yangınlarındaki büyük kayıpların önlenmesi mümkündür. Ayrıca, iklim modelleri Türkiye’de yazların daha sıcak olacağını ve toprak neminin azalacağını tahmin etmektedir ki bu Türkiye’deki yangın sezonlarının daha da uzayacağı ve özellikle Karadeniz’de şimdiye kadar görülmemiş sayı ve büyüklükte orman yangınlarının oluşabileceği anlamına gelmektedir. Bu nedenlerden dolayı, Türkiye’de orman yangınları ile erken mücadele edebilmek için, ormanlara, orman meteoroloji istasyonlarının kurulması ve ormanlara yaklaşan yıldırımlı fırtınaları takip edebilen, bunların ormanlarda çarptığı noktaları otomatik olarak belirleyip gösterebilen “Yıldırım Detektörleri” ağının ve yangın yerindeki rüzgar değişimlerini gösteren küçük meteoroloji radarlarının en 50

azından Ege ve Akdeniz bölgelerinde kurulup işletilmesi gerekmektedir. Ayrıca, orman yangını oluşturabilecek potansiyele sahip alanlarda yanıcı madde olarak bulunan çeşitli ormanaltı bitkilerinin ya da kurumuş yaprak, ot ve çeşitli organik artıkların toplanması ve ormanlık alanların bu maddelerden temizlenerek orman yangınlarının başlamasına neden olacak etmenlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Buna ek olarak, orman yangınları kurak koşulların etkisi altında oluştuğu için, ormanlık alanların iklim özellikleri iyi bir şekilde incelenerek orman yangını riski bulunan bu alanlarda kurak dönemler belirlenmelidir. Bu türden çalışmaların “Orman Bölge Müdürlükleri”ne sunulması ve paylaşılması sonucunda, yangın yönetimi daha kolay gerçekleştirilebilecektir. Bu nedenle, yapılacak çalışmalarda orman alanlarındaki gerçek hava ve iklim koşullarını yansıtması amacıyla, doğrudan ormanlık alanlara meteoroloji istasyonlarının kurulması ve bu istasyonlardan elde edilecek verilerin bu alanda çalışan bilim insanlarıyla paylaşılması gereklidir (Türkeş ve Altan, 2012). Orman yangınının çıkmasına engel olmak veya çıkabilecek yangınların sayılarını olabildiğince azaltmak için halkı bilgilendirmek, riski azaltmak, erken uyarı ve acil müdahale ile birlikte üniversitelerde her disiplinden bilim insanları ile çalışılmasına önem verilmelidir.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin orman ve çalı yangınlarıyla birlikte ortaya koyduğu riskleri/afetleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak gerekmektedir. Bununla birlikte aşırı orman yangını tahmin sistemlerini geliştirmek; orman ve

Risk

(etki) • • • • • • • • • • •

Can Orman Erozyon Çölleşme Sağlık Ulaşım Turizm Enerji Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum) • • • • • • • • • • • • • • • • •

x

SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Yeniden kullan Doğru tüketim Enerji nakil hatlarının bakımı Suçla Mücadele Anız yakmanın engellenmesi Dumanlı pikniğin engellenmesi Orman arazisinin korunması Orman rehabilitasyonu ...

4.4. KURAKLIK Su kaynakları, hızlı nüfus artışı, yanlış arazi kullanımı ve kirlenmenin yanı sıra küresel iklim değişikliğinin de olumsuz etkisi altındadır. Türkiye için su, hem enerji, hem de tarımsal açıdan son derece önemlidir. Sulama ve enerji amaçlı olarak ülkemizde çok sayıda su yapısı inşa edilmiş ve halen edilmektedir. Bu tür su yapılarının amaçlarına uygun faaliyet ve performansı gösterebilmesi, ancak kuraklığın olmaması, yani beklenen miktarda yağışın toprağa düşmesi ile mümkündür. Türkiye’nin büyük çoğunluğu yarı kurak iklim şartlarının etkisi altındadır. Türkiye’de kurak ve yarı kurak alan miktarı 51 milyon hektardır. Yani, Türkiye’nin % 37,3’ünde yarı kurak iklim şartları hüküm sürmektedir. Bu nedenle hem su kaynakları, hem de genelde yağışa bağımlı olan kuru tarım nedeniyle yağışın miktar ve dağılımında meydana gelebilecek değişiklikler ciddi bir şekilde etkilerini hissettirebilmektedir. İnsanlık tarihi kuraklıklar ile doludur. Yarı kurak iklim bölgesinde yer alan Türkiye’de de kuraklık, normal ve

şehirlerin zarar görebilirliği azaltabilmek için maruziyetin, erken uyarı, aşırı hava şartlarına dayanıklı türler, yerleşimler ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet

Savunmasızlık

x

(sakınma)

• Gözlem, veri tabanı (Orman Met. İstasyonu) • Tehlike ve Risk Analizleri İzleme (yıldırım detektörü) • Tahmin (HavaYangın Endeksleri) • Erken uyarı • Arazi kullanımı

(azaltma)

• • • • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale planı Müdahale kapasitesi Ormanda yakıt azaltma Haşereyle mücadele Yangına dayanıklı tür secimi Piknik gün ve saatlerinin ayarlanması Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Tatbikatlar Hava Türevleri Bilimsel araştırmalar ...

bilinen atmosferik sistemler tarafından geçmişte hep oluşturulmuş ve gelecekte de (küresel iklim değişimi ile birlikte sıklığı, şiddeti ve etkileyeceği alanın büyüklüğü bakımından) artarak daha fazla tehlike oluşturmaya devam edecektir.

Tanım Literatürde kuraklığın tek bir tanımı yoktur. Kuraklığın özellikleri ve etkileri bölgeden bölgeye farklılık gösterdiği için tanımı da bölgeye ve sektörlere göre değişebilmektedir. Kuraklığın tanımı her disiplin için de farklıdır. En basit ve genel anlamda kuraklık, arz ve talep ilişkisinde, “su arzının talebi karşılayamaması durumu” olarak tanımlanmaktadır. Kuraklığı, “yağışların, normal seviyelerinin önemli ölçüde altına düşmesi sonucu arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesi” şeklinde de tanımlayan kaynaklar vardır. Kuraklık olayının sebebini araştırmak için yağış eksikliğiyle, kuraklık olayının etkilerini belirlemek için nehir ve barajlardaki su eksikliğiyle birlikte tarım ürünlerindeki rekolte düşüşleriyle ilgili bilgiler toplanmaktadır. Sosyal bilimciler, politikacılar ve ekonomistler ise kuraklığın açlık, işsizlik, göç vb. sosyo-ekonomik etkileriyle ilgilenmektedirler. Bu-

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

51


nunla beraber, kuraklık tanı ve tanımlanmasında, yağış ile beraber, aynı şekilde sıcaklık dağılımları, değişimleri ve salınımları bütünsel ve paralel bir şekilde ele alınmamaktadır. Öncelikle yağış miktarı olmak üzere meteorolojik ölçümler, diğer bir deyişle yağışların azlığı genel olarak kuraklığın ilk işareti olarak kabul edilmektedir. Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklıktan sonra oluşur. Tarım, kuraklık tarafından etkilenen ilk ekonomik sektördür. Yağışların akışa geçerek nehir ve göllerin su seviyelerini etkilemesi belli bir zaman alır. Bu nedenle, hidrolojik gözlemler kuraklığın ilk işaretlerinden sayılamaz. İçme ve kullanma su sıkıntıları ile birlikte tarımsal ve hidrolojik kuraklığın sonuçları zamanla sosyo-ekonomik kuraklık olarak kendini gösterir. Kuraklık, zamanla (yağış mevsiminin başlamasında gecikmeler, ürün büyüme mevsimi-yağış zamanının ilişkisi) ve yağışların tesirleri (yağış şiddeti, yağışlı gün sayısı) ile ilişkilidir. Yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgar ve düşük nem miktarı gibi diğer değişkenler de birçok bölgede kuraklıkta etkili olmaktadır. Yağışa bağlı iklim sınıflandırmalarında genelde kabul edilen esaslara göre, yıllık ortalama yağışı 250 mm’den az olan yerler kurak, 250-500 mm arası olan yerler ise yarı kurak iklime sahip yerler olarak tanımlanır (Ceylan, 2001). BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nde ‘kuraklık’; yağışların kaydedilen normal düzeylerin önemli ölçüde altına düşmesi sonucu arazi ve kaynak üretim sistemlerini olumsuz olarak etkileyen ve ciddi hidrolojik dengesizliklere yol açan doğal olay olarak tanımlanmıştır (WMO, 1997). Kuraklığın en pratik tanımlarından birisi “yağış ve diğer su kaynaklarının beklenenin ya da ihtiyacın altında altında gerçekleşmesidir”. Yetersiz yağışlar kuraklığa neden olurken, suya olan talebin de artması su kıtlığının önemli nedenlerinden biridir. Özetle su kıtlığına neden olan aşağıdaki gibi belli başlı 5 faktör vardır: 1. İklim şartları (Türkiye için yarı kurak iklim), 2. Kuraklık (kuru dönemlerin görülme sıklığı ve şiddeti), 3. Çölleşme ve ormansızlaşma, 4. Su stresi (yüksek nüfus, yoğun sanayi nedeniyle aşırı su talebi, kaçak kuyular ve yer altı suyu kullanımı), 5. Çevre tahribatı, su havzalarının amaç dışı kullanımı, kirlilik ve küresel iklim değişimi. Diğer bir deyişle kuraklığın şiddeti sadece süresi, yoğunluğu ve yağış azlığının coğrafi yayılımına bağlı değildir. Aynı zamanda insan faaliyetlerinin neden olduğu su taleplerine ve bölgedeki su kaynaklarını etkileyen bitki örtüsüne de bağlıdır. Kuraklığa neden olan faktörler hem fiziksel hem de sosyaldir. Kuraklığın etkileri de fiziksel ve sosyal faktörlerin her ikisinin sonuçlarının bir araya toplanmasıdır. Yağış azlığı değiştirilemeyecek bir fiziksel faktördür. Çevredeki suyun kullanımı ile ilgili beklentiler ve alışkanlıklar da ku52

raklığın sosyal yönüdür; bu ise değiştirilebilir bir faktördür. Kuraklık, doğa ile ilişkili bir afettir ve etkisi altında bulundurduğu alanlarda, şiddetine göre, çok büyük zararlara yol açabilir. Kuraklığın etkisi sadece doğa üzerinde kendisini göstermekle kalmaz. Aynı zamanda şiddetli kuraklıklar, özellikle kurak yılların birbirini takip ettiği dönemlerde, Türkiye gibi tarım ülkelerinde ekonomik bir milli felaket halini alabilir, ekonomik ve sosyal düzende büyük problemler meydana getirebilir.

Etki İklim, yer ile atmosfer arasında suyun çevrimini kontrol eden başlıca etkendir. Bu durum iklimdeki değişikliklerin en önemli etkilerinin su (hidrolojik) çevriminde kendisini göstermesine sebep olmaktadır. Bu etkilerin bazıları, şiddetli yağışların neden olduğu seller ile düşük yağış ve yüksek hava sıcaklıklarına bağlı kuraklık olarak kendini göstermektedir. Kuraklık akarsular için düşük akım demektir. Düşük akım dönemlerinde akarsudaki debi, hız ve derinlik normalden çok daha küçük değerlerdedir. Bunun olumsuz ekolojik ve sosyo-ekonomik etkileri vardır. Örneğin, akarsudan su sağlama, akarsuda ulaşım, elektrik üretimi, akarsuda balıkların ve diğer canlıların yaşamı ile çevre estetiği olumsuz şekilde etkilenir; akarsudaki erimiş madde yoğunluğu artar. Bunun yanı sıra endüstri, şehir ve sulama suyu dönüşleri de akarsuyun kalitesini bozar. Akım hızının azalması akarsuyun havalandırma potansiyelini azaltır. Kirleticilerin geçiş hızı da azalacağından kirlenme tehlikesi artar (Aytekin, 2012). Kuraklık, dünya üzerindeki her iklim bölgesinde, hatta yağışlı alanlarda dahi, görülebilen iklimsel bir olaydır. Doğal afetler içerisinde en karmaşık olanıdır ve diğer afetlere oranla çok daha fazla insanı etkilemektedir. Toplumların kuraklığa karşı olan hassasiyeti; nüfus artışı, şehirleşme, demografik özellikler, teknoloji, su kullanım eğilimleri, hükümet politikaları, sosyal yaşam ve çevresel farklılıklara bağlıdır. Bu faktörler sürekli olarak değişir ve toplumun duyarlılığı da bu değişikliklere göre artar ya da azalır. Örneğin, artan nüfus, su ve diğer kaynaklar üzerindeki baskıyı artırır ve daha fazla insan daha fazla su ihtiyacını doğurur. Meteorolojik faktörlerdeki değişiklikler birbirinden bağımsız değildir. Sıcaklıktaki artış buharlaşmadaki artış olarak hemen kendini göstermektedir. Toprak su içeriğindeki azalma ve kuraklık, sıcaklık artışıyla beraber gelen olaylar olacaktır. Bu nedenle, yarı-kurak bölgelerde bitki örtüsü, özellikle ekinler ve meralar, iklime duyarlılığı, yağış, toprak tipi, toprak yönetimi ve su sıkıntısı çeken bölgelerde bitkilerin büyümesi arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalışan araştırmalar son yıllarda artmıştır. Tarımsal ürünler, meralar ve orman üretiminde azalma; yangınlarda artma; su seviyelerinde azalma; besi hayvanları ve yaban hayvanlarında ölüm oranlarında artış; doğal yaşam

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


ve balık türlerinde gözlenen zararlar kuraklığın çevre üzerine doğrudan etkilerine birkaç örnektir. Ayrıca, kuraklıktan doğrudan etkilenen bütün bu faktörler dolaylı etkilerin yaşanmasına da neden olurlar. Örneğin; tarımsal ürünlerde, meralarda ve orman üretimindeki bir azalma, çiftçilerin gelirlerinde ve tarım sektöründe bir azalmaya, gıda ve orman ürünlerinde (kereste gibi) bir fiyat artışına, işsizliğe; gelirlerdeki azalma nedeniyle devletin vergi gelirlerinde bir düşüşe ve de göçlere neden olacaktır. Bu nedenlerden dolayı, örneğin, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB) tarafından 2090 sayılı Kanun kapsamında 2007 yılında meydana gelen kuraklıktan etkilenen 34 ilde 624.824 çiftçi ailesine toplam 278.105.996 TL nakdi yardım yapılmıştır. 2008 yılında meydana gelen kuraklıktan etkilenen 35 il, 243 ilçede 499.687 çiftçi ailesine toplam 537.543.842 TL nakdi yardım yapılmıştır. Türkiye’nin iklimi, özellikle yarı-kurak ve kurak alanlarda yıl içi çeşitlilik ile karakterize edilir. Bölgedeki yıllık bitki örtüsü, mevcut toprak nemi ile sınırlandığı için, yağış ve buharlaşmadaki çeşitliliğe karşı hassastır. Örneğin, ürün hasılatı ve verimlilik aralığı yıllar arasında büyük değişim gösteren Fırat Havzası’nın çoğunu içeren, verimi düşük, yağmurla beslenen tarım alanlarında bu hassasiyet en üst düzeydedir (Zaitchik, vd., 2006). Yarı kurak bölgeler, devamlı mevsimsel kuraklık ve yağışlarda yıl içi büyük değişimlere maruz kalırlar (Şekil 4.4.1, 4.4.2). Bu durum, yıllık ve yıl içi zaman ölçeğinde bitki örtüsünde çeşitliliğe sebep olmaktadır. Çünkü hem doğal ekosistem, hem sulanmayan ürünler, mevsimsel yağışlar ve ilkbaharda kar erimeleriyle beslenen toprak nemiyle yetinmektedir. Fırsatçı, tek yıllık bitki türleri toprak yüzeyinin ıslanmasıyla birlikte hızla yeşillenirler ve bu bitkilerin güçleri öncelikle o anki yağış olaylarıyla ilişkilidir. Kış ürünleri ve çok yıllık bitkiler daha derinlerdeki toprak nemine ulaşabilirler. Bu bitki tiplerinin büyümesi ve verimlilikleri, haftalar ve hatta aylar süren yağışa ve buharlaşma talebine, bazı bölgeler için ise sıcaklık baskısına bağlıdır. Yarı-kurak bölgelerdeki bitki örtüsünde iklimin sebep olduğu çeşitlilik ve bozulma, hem ekolojik hem de ekonomik açıdan önemlidir. Çünkü iklime kuvvetli duyarlılık gösteren bitki örtüsünün, toprak kullanımında hızlı değişime ve insanların sebep olduğu bozulmalara hassasiyeti yüksektir (Evans ve Geerken, 2004). Daha uzun zaman ölçeklerinde, iklimde arka plandaki oldukça küçük kaymalar, ekosistemlerin dağılımında ve belki de tarımsal ve kırsal alanda yaşayabilirlilik üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir (Weiss ve Bradley, 2001). Gerçekte ülkemizde yağışların yersel ve zamansal dağılımı her zaman düzensizdir (Şekil 4.4.1, 4.4.3). Şehirlerimizin su kaynakları, hızla artan nüfusun ve sanayinin ihtiyacını da karşılayamamaktadır. Geleneksel sulama yöntemleri ile tarımsal üretimde suyun büyük bir kısmını yanlış kullanıl-

maktadır. İçme, kullanma ve sulama suyunun kalitesi artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri nedeniyle giderek düşmektedir. Bütün bunlara ek olarak küresel iklim değişimiyle Türkiye, kuraklığın şiddetini çok daha fazla hissetmektedir ve hissetmeye de devam edecektir. Diğer bir deyişle, kuraklığın artmasıyla, şehir ve ülke sınırlarını aşan nehirlerin kullanımı da dâhil olmak üzere, birçok uluslararası, ulusal ve yerel su kaynağının paylaşımı ve yönetimi daha da zorlaşmaktadır. Bugün yaşanan kuraklık, Türkiye’nin ileride karşılaşabileceği tehlikenin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO)’nın 87 üye ülke arasında yapmış olduğu anket sonuçlarına göre, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 74 ülkenin kuraklıktan etkilendiği tespit edilmiştir. Yine 87 ülkeden 59’unda (%69) su kıtlığı sorunu yaşanmaktadır (WMO, 1992). Afrika ile Türkiye ve Orta Doğu ülkelerini de kapsayan Asya Kıtası’nın batısı, artan su kıtlığı sorununa en çok hassas bölgelerin başında gelmektedir (Özgüler, 1999). Özetle, özellikle su sıkıntısı çeken bölgelerde iklim değişikliğinin, temizs suyun kullanılabilirliğine etkisi büyük olabilecektir. Akdeniz ve Ortadoğu’nun büyük kısmı mevcut iklim koşulları altında su kıtlığı tehlikesi altındadır ve bu durumun ilerideki iklim koşullarında kuraklıkla birlikte nasıl değişeceği bölge için sosyo-ekonomik ve politik önem taşımaktadır.

Dağılım Türkiye’nin yer üstü ve yeraltı suları, ülkenin yarı kurak iklimi, yağış paternlerindeki değişim ile birlikte sürekli artan nüfusa da bağlı olarak azalma eğilimindedir. Bununla beraber, Türkiye’nin yıllık ortalama toplam yağışı şu anda 635 mm olarak hesaplanmaktadır (Kutu 4.4.1). Türkiye güçlü bir kuzey-güney yağış değişkenliğine sahip olan genelde yarı kurak bir bölgede bulunmaktadır. Türkiye’nin Karadeniz gibi nemli (yağışlı) bölgeleri yılda 2000 mm’den fazla yağış almaktayken (Şekil 4.4.1), Fırat Nehri’nin güneyindeki çöller yılda 100 mm veya daha az yağış almaktadır. Yıllar arasındaki ve yıl içindeki değişimler (Şekil 4.4.4, 4.4.5), bölgenin güney kısımları boyunca yıllık ortalama yağış miktarını dahi aşabilmektedir. Günümüzde yıl içindeki ve yıllar arasındaki değişiminin ürün hasadı ve alan verimliliği üzerine belirgin bir etkisi vardır. Bu değişimlerin (tarihsel kayıtlardan) uzun zaman ölçeklerinde eski medeniyetlerin çöküş ve yükseliş zamanlarıyla ilişkili olduğu görülmektedir. Kuzeyden güneye yağış değişimi, kuzeyde ılımlı ormanlardan sıcak mevsim tarım alanlarına, güneyde kış ekinlerinden, fundalıklara, çalılıklara ve çöllere kadar olan ekolojik değişimle birlikte değişmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

53


Şekil 4.4.1. Türkiye’de ortalama yıllık yağış miktarının yersel dağılımı (Kadıoğlu, 2001).

Türkiye genelinde istasyon verilerinden yapılan yağış analizleri de güçlü mevsimsellik ve yıl içi çeşitlilik ortaya koymaktadır (Türkeş, 1996). Bu çalışmayla siklonların takip ettiği yollar ve frekansları, denize yakınlıkları, yerel ve bölgesel orografik özellikler, antisiklonik akışın gücü, polar cephelerin ekvatora doğru sokulması, El-Nino-Güneyli Salınımı ve Kuzey Atlantik Salınımı, 700 hPa yükseklik seviyesindeki anomalilerinin şiddeti ve yeri, yağışın miktar ve dağılımını direk olarak etkilediği gösterilmiştir (Chang, 1972; Barry ve Perry, 1973; Deniz ve Karaca, 1995; Karaca, vd., 2000; Türkeş ve Erlat, 2005; Kadıoğlu vd., 1999). Kadıoğlu vd., (1999), mevsimlik toplam yağış ortalamalarının bölgesel çeşitliliğini incelemiş ve her bölgenin, özelikle Anadolu’nun yüksek plato ve engebeli dağlık bölgelerinin, kendi yağış rejimini sergilediğini ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte Şekil 4.4.1’de görülen 400 mm ve daha düşük yıllık yağış miktarına sahip olan bölgeler ülkemizde kurak bölgeler olarak bilinmektedir. Batıda meydana gelen şiddetli yağışların

genellikle Akdeniz üzerinden gelen siklonik merkezlerin etkisiyle ve atmosferdeki kuvvetli kararsızlık sonucu oluştuğu bilinirken, Karadeniz kıyılarında orografik etkenler daha çok ön plana çıkmaktadır. Türkiye genelinde yağış dağılımları ile ilgili son çalışmalar, Karadeniz ve Akdeniz yağış bölgelerinde hem kışın hem de yıllık yağışlarda gözle görülür bir azalma olduğunu göstermektedir. Ayrıca 1930’ların başında, 1950’lerin sonunda, 1970’lerin başında, 1980’ler ve 1990’ların başında kuru dönemler gözlenmiştir. Birkaç nemli dönemin, özellikle 1935-1945’de, 1960 civarlarında ve 1970’lerin sonlarında kuraklık şartlarını bozduğu gözlenmiştir. 1970 ve 1980’lerde Türkiye’nin büyük kısmında yaygın kuraklık kaydedilmiştir (Şekil 4.4.2, 4.4.3). Yine Şekil 4.4.3’de görülebileceği gibi Türkiye genelinde yağışlı dönemlerle kurak dönemler arasındaki yağış toplamlarındaki farklar oldukça fazladır.

Şekil 4.4.2. Türkiye’de MGM fevk gözlemlerine göre 1950-2010 yılları arasında rapor edilen kuraklık afeti sayısının uzun yıllara göre zamansal dağılımı.

54

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.4.2’de rapor edilen kuraklık olaylarının sayısı ile Şekil 4.4.3’de verilen Türkiye geneli için yıllık toplam yağış ortalama miktarları pek çok nedenle birbirleriyle uyuşmamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri Şekil 4.4.3’de verilen toplam yağış ortalamalarının içinde, yağışlı bölgelerin daha yağışlı olma durumlarının da olmasıdır. Diğer bir değişle, küresel iklim değişikliği nedeniyle

Türkiye’nin bir tarafında aşırı kuraklıklar yaşanırken, başka bir tarafında aşırı yağışlar görülebilmektedir. Bu nedenle uygulamada, kuraklık için yıllık toplam yağış miktarları yerine, yağışın ne zaman, nereye ve ne kadar yağdığı gibi yağış rejimine ve kuraklık endekslerine bakılması gerekmektedir.

Şekil 4.4.3. MGM yağış gözlemlerine göre 1950-2010 yılları arasında Türkiye’de gözlenen yıllık toplam yağış miktarlarının yıllara göre değişimi.

Şekil 4.4.2 ve 4.4.3’den de görüldüğü gibi özellikle 1970’li yılların başında, Doğu Akdeniz havzası ve Türkiye’de yağışlarda önemli azalma eğilimleri ve kuraklık olayları yaşanmaya başlamıştır. Bu azalma, özellikle kış yağışlarında daha belirgindir. 1970-2001 yılları arasındaki uzun süreli ortalamaların altındaki az yağışlı dönemler, su açığı, su sıkıntısı ve su kaynakları yönetimi açısından önemlidir (Türkeş, 1996; Türkeş, 1998; Türkeş, 2003a). Yağışlar, Kasım 2001’den 2004 ilkbaharını kapsayan dönemde ve son olarak Aralık 2008-Haziran 2010 döneminde Türkiye’nin önemli bir bölümünde uzun süreli ortalamaların üzerinde gerçekleşirken, Kasım 2006-Kasım 2008 döneminde Türkiye’nin özellikle batı, iç batı, kuzeybatı ve güneyinde geniş alanlı ve şiddetli kuraklık olayları yaşanmıştır (Türkeş, 2008b; Türkeş, 2008c; Türkeş ve Tatlı, 2010).

Türkiye istasyonlarının çoğunun kuraklık indisleri, 193093 periyodunda 1960’lı yıllara kadar nemli koşullar gösterirken, 1990’larla birlikte kuru-yarı nemli ve yarı nemli koşullara doğru değişiklik gösterir (Türkeş, 1999; Türkeş, 2003a, Türkeş, 2003b; Türkeş ve Tatlı, 2010). Türkiye›de bölgelere göre de farklılık gösteren yıllık toplam yağışın yaklaşık %40’ı kış, %27’si ilkbahar, %10’u yaz ve %24›ü sonbahar mevsiminde gerçekleşmektedir (Şekil 4.4.5). Bu nedenle, Türkiye’de kış ve bahar yağışlarında değişimler, su miktarını oldukça etkilemektedir. Yer altı ve yer üstü sularının varlığının devamı için bu dönemlerde meydana gelen yağışın miktarı ve şekli oldukça önemlidir. Bölgesel olarak sonbahar yağışları, genelde 1961–1990 dönemi ortalamalarının üzerindedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

55


Şekil 4.4.4. 2001-2010 yılları arası Türkiye’de kuraklıktan (km2 olarak) etkilenen alanların aylara göre değişimi.

Şekil 4.4.5. MGM yağış gözlemlerine göre 1950-2010 yılları arasında Türkiye’de gözlenen aylık toplam yağış miktarlarının ortalamaları.

Türkiye genelinde seçilen 88 adet istasyonun 67 yıllık yağış verilerinin çözümlemeleri sonucunda özellikle kış mevsiminde gerçekleşen yağış miktarında önemli azalmalar görülmektedir. Bunun yanı sıra, ilkbahar ve sonbaharda anlamlı olmayan hafif yağış artışları gözlenmekte ve bu artışlar bölgelere göre farklıklar göstermektedir (Şekil 4.4.6). Subtropikal kuşakta, Akdeniz makroklima alanı içerisinde kalan Türkiye’de yıllar arasında büyük yağış değişikliklerinin görülmesi, yaygın veya bölgesel ölçekli, farklı şiddetteki kuraklık olaylarına neden olmaktadır (Şekil 4.4.7). Bu nedenle kuraklık olayı ülkemizde çok sık karşılaşılan bir sorundur. Öyle ki, 1927-1928, 1956-1957, 1959, 1970,

56

1972-1973, 1977, 1982, 1984, 1989-1990, 1994, 20002001 ve 2006-2007 yılları ülkemizin büyük bölümünde yağış açığının tehlikeli boyutlara ulaştığı yıllar olarak kayıtlara geçmiştir. Anadolu’nun iklim tarihi üzerindeki dendroklimatolojik çalışmaların son yıllarda artması ile çok daha eski dönemlere ilişkin bazı önemli sonuçlara da ulaşılmıştır. Ülkemizin değişik bölgelerinde yapılmış olan iklimsel rekonstrüksiyonlar ve karakteristik yıl analizleri sonucunda, bazıları Osmanlı kayıtlarında da bulunan, son 350 yıllık dönemde; 1676, 1679, 1696, 1715, 1725, 1746, 1757, 1797, 1804, 1815, 1878-1880, 1886-1887 kurak yıllar olarak tespit edilmiştir (Kutu 4.4.2).

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.4.6. Türkiye’de 1940-2006 yılları arasında yağışlarda uzun süreli değişimler ve eğilimlerin bölgesel dağılımı (Demir, vd., 2008).

Şekil 4.4.7. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında afete neden olan kuraklık olaylarının alansal dağılımı.

1970›li yıllardan beri Doğu Akdeniz Havzası’nda ve Türkiye›nin Akdeniz yağış rejimine sahip illerinde yıldan yıla yağış değişkenliği yüksek olmakla birlikte özellikle kış yağışlarında ve buna bağlı olarak da yıllık toplam yağışta önemli azalmalar gözlenmiştir (Şekil 4.4.6). Bunun yanısıra, yapılan çalışmalarda nüfus artışının bugünkü hızıyla devam etmesi halinde önümüzdeki 20 yıl içerisinde su talebinin iki katına çıkacağı ve su teminiyle ilgili ciddi sorunların yaşanacağı belirtilmektedir. Su kaynaklarının sınırlı olması

da artan talebe cevap verebilmesini hali hazırda zorlaştırmaktadır.

Eğilim Küresel ısınma ile birlikte alt tropiklerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye doğru, Türkiye üzerine, kayması beklenmektedir (Şekil 2.8 ve 2.9). Bunun sonucunda Türkiye’nin büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisi-

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

57


ne girecektir. Yüksek basınç kuşağının kuzeye kayması ile Türkiye’de hâkim olabilecek tropikal iklime benzer bir iklim hakim olacak ve düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar seller, heyelan ve erozyon artacaktır. Daha kuru hava, daha sık, uzun süreli kuraklıklara neden olabilecektir. Bu nedenlerle, küresel iklim değişikliğinden, Akdeniz Havzası’ndaki su kaynaklarının daha farklı bir şekilde etkilenmesi beklenen bir durumdur. Bu durum, Japon Meteoroloji Ajansı (JMA, 1999) tarafından hazırlanan “İklim Değişimi Gözlem Raporu”nda da belirtilmektedir. Raporda 1999 yılında, Kuzey Afrika ve Ortadoğu Bölgesi’nde, yıllık ortalama sıcaklıkların normalin üzerinde gerçekleştiği belirtilmektedir. Özellikle Eylül-Aralık döneminde, bu coğrafyada kurak dönemlerin şiddetinin artmış olduğu ifade edilmektedir. 1970’li yıllardan itibaren tropikal ve subtropikal bölgelerde daha şiddetli ve uzun kuraklıklar gözlenmiştir. Yüksek sıcaklıklar ve azalan yağışa bağlı olarak artan kurutmanın bu kuraklık değişimlerine katkısı olmuştur. Deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki değişiklikler, rüzgar desenleri ve azalan kar örtüsü ile kar yığını da kuraklıklarda etkili

olmuştur. IPCC küresel iklim değişiminin bölgesel etkilerini incelerken, dünyayı 10 bölgeye ayırmıştır. Buna göre ülkemiz, Ortadoğu ve Güneybatı Asya coğrafyasında bulunmaktadır. İklimin kurak ve su kaynaklarının kıt olmasından dolayı, bu bölgenin iklim değişikliğinden etkilenme oranının daha fazla olması beklenmektedir (Özgüler, 2002). Küresel iklim modelleri ile yapılan ilk projeksiyonlara göre 2030 yılında Türkiye’nin de büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecektir (IPCC, 1990). Türkiye’de sıcaklıklar kışın 2°C, yazın ise 2-3°C artacaktır. Yağışlar kışın az bir artış gösterirken yazın %5-15 azalacaktır. Ayrıca, yaz aylarında toprak neminin de %15-25 arasında azalacağı tahmin edilmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) (2012) tarafından yapılan analizlere göre sadece Karadeniz Bölgesi’nde yağışların artması; özellikle Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uzun vadede yıllık toplam yağış miktarlarında önemli azalmaların olması beklenmektedir. Özetle, Türkiye’nin de içinde bulunduğu enlemlerde sıcaklıklardaki artışların yanı sıra yağışlarda ve toprak su içeriğinde azalmaların olacağı tahmin edilmektedir.

KUTU 4.4.1. Küresel iklim değişikliği su kaynaklarımızı tehdit ediyor. Dünyada, su kıtlığı yaşayan veya gelecekte yaşaması beklenen 5 sıcak nokta; Aral Denizi, Ganj, Ürdün, Nil ve Dicle-Fırat havzalarındadır (Brown, vd., 2007). Gürer (2006)’ya göre Türkiye Avrupa ve Asya’nın arasında ve Ortadoğu’ya, yani 3 sıcak noktaya çok yakın bir yerde bulunmaktadır. Türkiye’nin yüzey alanı göller dâhil 779.452 km2’dir. Ege’nin sahil kısmıyla beraber Akdeniz kısmındaki toplam su potansiyeli yıllık ortalama yaklaşık 8.2x109 m3 seviyesindedir. Ülkenin bu kısmındaki sulanabilir alanın büyüklüğü yaklaşık 1.8x106 ha’dır ve bölgede büyük bir turizm potansiyeli vardır. Türkiye’nin Akdeniz sahili boyunca esas su kaynakları, doğudan batıya Ceyhan, Seyhan, Göksü, Köprüçay, Manavgat, Aksu ve Esençay nehirlerini içermektedir. Hepsi birlikte 35x109 m3 yıllık akışa sahiptir. Fırat ve Dicle nehirlerinin doğu ve güney-doğu kısımlarının en önemli su kaynakları Türkiye’nin tüm su kaynaklarının % 28.5‘ini oluşturmaktadır. Doğu Anadolu’nun nehir yataklarının yukarı kısımlarında kar erimesi sonucu oluşan ilkbahar akışı, yıllık akışın yaklaşık %50-70’ini oluşturmaktadır ve bölgede kış yağışları çoğunlukla katı şekildedir. Özetle, Türkiye’deki yıllık yağış toplamı ortalama 642,6 mm olmak üzere, 220 mm ile 2500 mm arasında değişmektedir (Şekil 4.4.1) ve bu ortalama yıllık yağış miktarı 501 km3 toplam su hacmine karşılık gelmektedir. Bu suyun %37 akış katsayısıyla yüzey akışı olarak yaklaşık 186 km3’ü yüzey akışı olarak nehirlerde akmaktadır. Yani tüketilebilir su hacmi 95 km3’tür. Tüketilen mutlak hacim olarak 33,3 km3, işletilebilir hacim olarak 13,6 km3 ve 6 km3 yer suyu potansiyelinin tüketilen gerçek hacmi olarak açıklanabilir. Bu su potansiyelinin %100’ünün kullanılması da mümkün değildir. Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 75 milyon olarak düşünülürse var olan potansiyelle kişi başına düşen yıllık su miktarı 1460 m3’tür; yani Türkiye su sıkıntısı çeken bir ülke durumundadır. Bu durumda, küresel iklim değişikliği ile birlikte kuraklık, Türkiye’de su ile ilgili ciddi problemlere yol açabilecektir.

Bununla birlikte, şu an Türkiye’nin gece ve gündüz sıcaklıkları ile beraber, yağış gözlemlerinin gidiş analizinde ise, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, özellikle gece sıcaklıklarında istatistiksel anlamda önemli artışların olduğu belirlenmiştir (ÇŞB, 2012; Kadıoğlu, 1993 a, b, 1997; Karl, 1994).

58

Bütün bunlar ve eldeki kuraklık gözlemleri, yarı kurak olan Türkiye’de kuraklığın arttığını ve etkilerinin gelecekte daha da fazla hissedilebileceğini, suyun Türkiye için öneminin gelecekte daha da artacağını göstermektedir (Şekil 4.4.8).

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.4.8. Türkiye’de 1950-2010 yılları arasında afete neden olan kuraklık olaylarının sayısının onar yıllık değişimleri.

KUTU 4.4.2. Küçük Buzul Çağı ve Osmanlı’da Celâlî İsyanları 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu (1300-1923) hiçbir zaman tamamıyla kurtulamadığı önemli bir krizle uğraşmıştır. 1500’lerin ortasında zirvesine ulaştığı zaman imparatorluk, artan ekonomik kargaşa ve sosyal rahatsızlıkla uğraşmaya başlamıştır (Akdağ, 1963 ve 1971; Karpat, 1985). 1500’lerin başında ‘Celâlî’ olarak bilinen bir dizi isyan kırsal bölgelere sıçramış ve 1600’lere kadar devam etmiştir (Griswold, 1983). White (2006)’ya göre Celâlî İsyanları’na Avrupa’da görülen iklim değişikliğinin neden olduğu düşünülmektedir. Avrupa iklimindeki bu ani değişiklikleri açıklayan iki önemli teori var: Birincisi volkanik aktivitenin güneş ışınlarının girişini azaltan, soğumaya ve aşırı hava olaylarına sebep olan toz perdesi oluşturduğu yani Küçük Buzul Çağı’dır. İkincisi, Azor Yüksek Basınç Merkezi ile İzlanda Alçak Basınç Merkezi arasında deniz seviyesi basıncındaki farka yani Kuzey Atlantik Salınımı (NAO) üzerine odaklanmıştır. Küçük Buzul Çağı’na neden olan volkanik aktivite durumunda toz perdesi şiddetli hava olaylarına (genellikle soğumaya) neden olduğu gözlenmiş ve volkanik ‘kuru sisler’ ekinlerin bozulması ve salgın hastalıklarla bağlanmıştır. Türkiye’deki meteoroloji istasyonları hala Kuzey Atlantik Salınımı Endeksi’nin (NAOI) güçlü fazları için % 69 önemde muhtelif kuru kış koşulları kaydetmektedir (Türkeş ve Erlat, 2005). Hem Türkiye’de dendroklimatolojik çalışmalar yapan Dr. Kunniholm’un, hem de diğer bölgesel araştırmaların sonuçları, imparatorluğun önemli kuraklık dönemlerinden -600 yıl içindeki en uzun süren kurak dönemi dâhil, 1591-1595zarar gördüğünü doğrulamaktadır. Ayrıca Osmanlı, Yunan ve Venedik arşivlerindeki kayıtlar da Osmanlı’nın şiddetli kış ve kuraklıktan zarar gördüğünü ve bunun bir sonucu olarak büyük göçlerin ve isyanların ortaya çıktığını göstermektedir. Aslında Anadolu’da M.Ö. 1800, 1300 ve 800’lü yıllarda yaşanan kuraklıklar da halkı zor durumda bırakmıştır. M.Ö. 1290 yıllarında yaşanan kuraklığın Hititler’in sonunu hazırladığı bilinmektedir. Hititler döneminde suya öyle önem veriliyordu ki temiz su kaynağını kirleten kişinin cezası ölümdü. Bu durum, Hititler ve bu topraklarda tarih boyunca yaşamış medeniyetlerin en büyük sorununun su ve kuraklık olduğunu açık şekilde göstermektedir. Örneğin, Osmanlı dönemi kayıtlarına göre 1845 yılında yaşanan kuraklık Ankara, Konya, Kastamonu, Sivas illerinde etkili olmuştur. 1846 yılında şiddeti daha da artmış, açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle ölümler gözlenmiştir. Ölen insan sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte İngiliz Konsolosluğu kayıtlarında 6 bin Müslümanın öldüğü belirtilmektedir. 1874-1975 yıllarında gözlenen kuraklığın etkisi ise daha da büyük olmuştur (Erler, 1997). Bu kuraklık bütün Anadolu coğrafyasında etkisini göstermiştir. Yine Ankara’da bulunan İngiliz Konsolosluğu raporuna göre, Ankara ve çevresinde, yaklaşık 20 bin kişi yaşamını yitirmiştir. Sırrı Erinç’e (1957) göre bütün Anadolu’da bu rakam (kıtlık ve salgın hastalıklar gibi dolaylı etkileri nedeniyle) 200.000 kişidir. Diğer bir deyişle, geçmişe bakarak da Anadolu’daki sosyo-ekonomik yaşamın su kıtlığına ve iklim değişikliklerine karşı oldukça hassas ve kırılgan olduğu söylenebilir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

59


Kışın, Akdeniz Havzası’nda dağlar mevsimsel olarak karla kaplanır. Dağlarda biriken karlar, kurak geçen yaz aylarında nehirlere ve göllere su sağlayan doğal bir barajın göl suları gibi görev görür. Küresel ısınmadan dolayı, kışın akışta önemli bir artış olurken, yazın akış değerlerinde çok önemli düşüşler beklenmektedir. Genellikle, düşüşler artışlardan daha fazladır. Sıcak ve kuru havalarda karın erimesiyle, akışa geçemeden direkt olarak buharlaşarak (süblimasyon ile) havaya karışması daha fazladır. Karın buharlaşması Doğu Anadolu gibi yarı kurak bölgelerimizde son yıllarda çok sık gözlenmektedir. Bu durum, bazı yıllar mevsim normallerinde kar yağmasına rağmen nehirlerdeki akışın ve baraj göllerindeki suyun seviyesinin yükselememesine neden olur. Akdeniz Bölgesi’nde akıştaki mevsimsel salınımlar (hava sıcaklıklarına karşı duyarlı olduğu için) çok yükselmiştir. Bu da baraj göllerinin su tutma kapasitesini etkilemektedir. Özellikle kar, su toplama havzalarının iklim değişimine gösterdiği reaksiyonu ortaya koyan en iyi faktördür. Bu faktör aynı zamanda havzanın orografik özelliklerine bağlıdır. Yüksek akış katsayıları birçok su kaynakları geliştirme projesinin yapılabilmesine de engel teşkil edebilecektir. Ana ekosistemi sulak alan olan Kuş Cenneti ve benzeri milli parklar tahrip olabilecek, kuşların göç yolları ve konaklama yerleri değişebilecektir. Kuru kesimlerde yüksek sıcaklıklar ile birlikte orman yangınları ve tarımsal hastalıklar ve böcek zararlarında büyük artışlar görülmesi beklenmektedir. Ayrıca tarım için birçok yerde sulama gereği ortaya çıkabilecektir. Geleneksel tarım ürünleri yerine daha sıcak ve kuru iklim şartlarına uygun tarım ürünlerine geçiş bir zorunluluk halini alabilecektir. Suyun kısıtlı, yağışların bazı bölgeler dışında miktar ve dağılımının düzensiz olduğu, büyük şehirlerde ve tarımsal üretimde suyun kısıtlı bulunduğu, içme, kullanma ve sulama suyu kalitesinin gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde düştüğü ve küresel iklim değişikliği düşünülürse, Türkiye’nin kuraklığın şiddetini çok yakın bir zamanda bugünkünden çok daha fazla hissedeceği açıkça görülmektedir. Kuraklığın artması ile şehir ve ülke sınırları-

60

nı aşan nehirlerin kullanımı dâhil birçok uluslararası, ulusal ve yerel su kaynağının paylaşımı ve yönetimi daha da zorlaşabilecektir. Bütün bunlar, Türkiye’nin ileride karşılaşabileceği tehlikenin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir. Örneğin, Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneline (IPCC) göre 1990 iklim şartlarına göre Türkiye’de bir yılda kişi başına düşen su miktarı 3.070 m3’tür. Fakat bu suyun büyük bir kısmı suya ihtiyaç olan yerlerde bulunmamaktadır. Frederick ve Major (1997)’a göre iklim şartlarının değişmeyeceğini kabul etsek bile, sadece nüfusu artışı nedeniyle 2050 yılında Türkiye’de yılda kişi başına düşen su miktarı 1.240 metreküp olacaktır (Tablo 4.4.1). Artan nüfus ile beraber bir de küresel iklim değişimi sonucu olarak daha kurak bir iklime sahip olacağı göz önüne alındığında 2050 yılında Türkiye’de yılda kişi başına düşen su miktarı 700 ila 1.910 m3 arasında olacaktır (Frederick ve Major, 1997). Bu da neredeyse şu an Kıbrıs adasında kişi başına düşen su miktarı kadardır. Diğer bir deyişle, değişen iklimi ve artan nüfusu ile Türkiye 2050 yılında iyice su fakiri bir ülke olabilecektir (Kadıoğlu, 2001). Ayrıca ülkemizde yukarı su havzalarındaki hızlı nüfus artışından dolayı tarımsal kaynaklar yetersiz kalmış ve buna bağlı olarak kırsal fakirlik sonucu şehirlere hızlı bir göç de yaşanmıştır (Kutu 4.4.3). Bu durum şehirlerde, çarpık kentleşme ve işsizlik nedeniyle pek çok ekonomik ve sosyal sorunların da ana kaynağı olmuştur. Göç ve aşırı nüfus artışı ile kentlerin hızlı ve kontrolsüz bir şekilde büyümesi, sanayideki su kullanımının artması, şehirlerde temiz su ihtiyacının artmasına, dolayısı ile yeni su kaynaklarına olan talebin artmasına neden olmuştur. Yukarı su havzalarından şehirlere olan aşırı ve kontrolsüz göç, pek çok havzada sadece yaşlı nüfusun kalmasına neden olmuştur. Eskiden tarımsal amaçla kullanılan küçük su kaynaklarının zamanla içme ve kullanma suyu ihtiyaçlarına tahsis edilmesi, tarımsal su kaynaklarının yetersizliği, suyun tasarruflu kullanılması ve modern sulama tekniklerinin kullanılmasına olan talebi artırmıştır.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Tablo 4.4.1. Üç farklı iklim değişikliği senaryosuna göre şu anki ve 2050 yılındaki koşullarda m3 cinsinden kişi başına düşecek olan su miktarları (Frederick ve Major, 1997). Günümüz iklimi (1990)

Günümüz İklimi (2050)

Senaryo Aralığı (2050)

Çin

2.500

1.630

1.550-1.780

Kıbrıs

1.280

820

620-850

Fransa

4.110

3.620

2.510-2.970

Haiti

1.700

650

280-840

Hindistan

1.930

1.050

1.060-1.420

Japonya

3.210

3.060

2.940-3.470

640

170

210-250

Madagaskar

3.330

710

480-730

Meksika

4.270

2.100

1.740-2.010

Peru

1.860

880

690-1.020

Polonya

1.470

1.250

980-1.860

310

80

30-140

Güney Afrika

1.320

540

150-500

İspanya

3.310

3.090

1.820-2.200

Sri Lanka

2.500

1.520

1.440-4.900

Tayland

3.380

2.220

590-3070

Togo

3.400

900

550-880

Türkiye

3.070

1.240

700-1.910

Ukrayna

4.050

3.480

2.830-3.990

İngiltere

2.650

2.430

2.190-2.520

Vietnam

6.880

2.970

2.680-3.140

Ülke

Konya

Suudi Arabistan

KUTU 4.4.3. Türkiye’de kuraklık göçüne Suruç İlçesi örneği Suruç, Şanlıurfa ilinin güneybatısında yer alan bir ilçedir. 2008 yılında yapılan adrese dayalı kayıt sistemine göre toplam nüfusu 102.109’dur. Suruç’ta hâkim ovanın dışında, doğudan batıya çok yüksek olmayan kıraç dağınık tepeler yer almaktadır. Ova toprakları alüvyonlarla kaplı olup kalkerli bir yapıya sahiptir. Bu yörede genellikle karasal iklimin özellikleri ağır basmaktadır. Gece ile gündüz, yaz ile kış ortalama sıcaklığı arasında büyük farklar mevcuttur. Sıcaklığın bazen 400C’yi aştığı bilinmektedir. Şu an ilçedeki yaygın bitki örtüsü steptir. İlkbahar yağmurları ile yeşeren ve yaz sıcaklarında sararan cılız otlar, papatya, gelincik, yabani buğday, semizotu, hardal, çiğdem, kekik, deve dikeni, meyankökü bölgede en çok rastlanan bitkilerdir. Kadirbeyoğlu (2010)’a göre bir zamanlar bölgede pamuk, arpa, mercimek başlıca tarım ürünüydü ve halkın belli başlı geçim kaynağı tarımdı. Kıt açık yüzey su kaynakları nedeniyle tarımsal sulama suyu için 1 metreden çıkan yeraltı suyu yoğun bir şekilde kullanılıyordu. 1970’lerde yer altı su seviyesi, ilgili kamu kurumlarının tüm uyarılarına rağmen yapılan kaçak kullanımlar ile hızla düşmeye başladı. 25-30 yıl içinde kuyuların ve artezyen borularının ulaştığı derinlik yeraltı su seviyesi en düşük seviye olan 200 metreye düşene kadar artırıldı. Artık bu seviyeden sonra su çıkarmak ekonomik olmaktan çıktı. İkim değişikliğine bağlı olarak tarım için önemli olan kış yağışlarının %60 oranında azalması sadece tarımda kullanılan yer altı suyunun beslenmemesine değil büyük miktarda içme suyu eksikliğine de neden oldu. İlçeye tankerler ile günlük içme suyu taşınmaya başlandı. Kadirbeyoğlu’nun (2010) bölgede yaptığı araştırmaya göre baş gösteren kuraklık ve su kıtlığı nedeniyle varlıklı ilçe sakinlerinin bir kısmı Şanlıurfa, Ankara veya İstanbul gibi şehirlerin merkezlerine göç etti. Daha az varlıklı olanların bir kısmı ise mevsimsel tarım işçisi olarak yaz aylarında Adana, Aydın ve Harran’da çalışmaya başladı. Sonuç olarak kuraklık ve su kıtlığı bölgedeki ekonominin tüm sektörlerini çökerterek çiftçiyi, tüccarı, kamyon sürücülerini, mağaza ve lokanta sahiplerini işsiz bırakarak halkı gönüllü olmayan bir göçe zorlamıştır. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

61


Yine görülmüştür ki; bir kuraklık yönetim planının bulunmaması yaşanan şiddetli ve yaygın kuraklıklarda başta enerji ve tarım olmak üzere sosyo-ekonomik sektörlerin önemli bir bölümünde büyük maddi ve manevi zararlara neden olmaktadır. Tarımda devamlılığı ve kararlılığı sağlayan, bunun yanında diğer tarımsal girdilerin etkinliğini artıran ve birim alandan yüksek verim sağlayan önemli girdilerin başında sulama gelmektedir. Sulamadan beklenen yararı sağlayabilmek için temel koşul, bitkinin ihtiyaç duyduğu miktardaki suyun yağışlarla karşılanamayan bölümünün, bitkinin kök bölgesine gereken zamanda ve gereken miktarda verilmesidir. Burada karşımıza optimum sulama kavramı çıkmaktadır. Optimum sulamada tamamen normal koşullar söz konusu olup; bitkiler, verim azalması olmayacak şekilde sulanmaktadır ve topraktaki nem miktarını tarla kapasitesine çıkaracak kadar sulama suyu bitkilere verilmektedir. Özetle, küresel iklim değişimi sonucunda, Türkiye’de son yıllarda yağışların alansal dağılımı, şiddeti ve süresi değişmektedir. Bunun sonucu olarak buharlaşma artmakta, yağış düzeni değişmekte, toprak nemi ve kar örtüsü azalmakta, şiddetli yağışların sıklığı artmakta, akışlar ve akifer beslenmesinde azalmalar olmakta, şehirlerde ani seller olmakta ve kıyısal alanlarda deniz suyu girişi artmakta ve barajlarda daha fazla buharlaşmayla kayıplar olmaktadır.

yılların başında beri Orta ve Doğu Akdeniz havzasında ve Türkiye’de sürmekte olan kuraklaşma ve su havzalarının kirlenme eğiliminin kuvvetlenebileceği olasılığı da dikkate alınarak, gelecekte karşı karşıya kalınabilecek olan ciddi su sıkıntısının önüne geçmek için yasalarla desteklenen gerçekçi su politikalarının oluşturulması ve ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir. Su havzalarındaki çalışmaların birçok devlet kuruluşunun görev ve yetki alanında kalması, yerel halkın ve sivil toplum kuruluşlarının sürdürülebilir bir doğal kaynak yönetimi için katılımının öneminin anlaşılması ve “bütünleşik havza yönetimi” projelerinin hayata geçirilmesi su kaynaklarının iyi bir şekilde yönetilebilmesi için olmazsa olmazdır. Bu nedenlerden dolayı Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından Türkiye’de Entegre Havza Rehabilitasyon Projeleri yürütülmektedir: • Doğu Anadolu Su Havzaları Rehabilitasyon Projesi • Anadolu Su Havzaları Rehabilitasyon Projesi • Çoruh Havzası Rehabilitasyon Projesi • Ortadoğu Su Havzaları İzleme ve Değerlendirme Projesi Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olan bu çalışmalar genel olarak aşağıdaki gibi özetlenebilir: • Su havzalarında ıslah çalışmaları 1950’li yıllarda sel ve taşkın zararlarının azaltılması ve bu yolla mevcut barajların güvenliğinin sağlanması düşüncesi ile başlatılmıştır. • Yukarı su havzalarında ilk uygulamalar toprak erozyonunun azaltılması, su akış rejimini düzenleyen tesisler ve ağaçlandırmalar olarak yapılmıştır. • Doğal bitki örtüsünün korunması, mera alanlarında otlatmanın düzenlenmesiyle birlikte havzada yaşayanlara çeşitli destekler sağlanmış. Odun tüketiminin azaltılması amacıyla konutlarda yalıtımın artırılması tedbirleri geliştirilmiştir. • Orman Genel Müdürlüğü’nce Türkiye’nin pek çok yerinde toprak muhafaza ve erozyon kontrolü amaçlı projeler hayata geçirilmiş ve bu çalışmalar halen devam etmektedir.

Uyum İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin (kuvvetlenen sera etkisine bağlı küresel iklim değişikliğinin) Türkiye’deki en önemli sonuçları arasında, hava sıcaklıklarının artması, şiddetli ve geniş alanlı kuraklık olaylarının sıklıklarının artması ile birlikte orman yangınlarının şiddetinde, süresinde ve etki alanında ortaya çıkabilecek artışlar sıralanabilir. Bunun yanı sıra kuraklık sosyo-ekonomik etkileri, kalıcılığı ve çözüm bulmadaki zorluk nedeniyle çok tehlikeli bir afettir. Kuraklık şehirlerde kullanma suyu kıtlığının yanı sıra, tarımsal ürün ve hidroelektrik üretiminde de büyük düşüşlere yol açabilecektir. Bu nedenle, su havzalarının ve tarım alanlarının korunması da kuraklıkla mücadelede büyük önem arz etmektedir. İklimi yarı kurak olan Türkiye’de yaşanan kuraklıklardaki artışın birçok nedeni bulunmaktadır. Bunların başında, iklim değişimi ile beraber yağışların olduğu yerlerle suya ihtiyacın bulunduğu yerlerin bir birinden çok farklı ve uzakta gelişiyor olması gelmektedir. Ayrıca içme, kullanma ve sulama suyu kalitesi, gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde düşmekte ve su havzaları korunamayıp tahrip edilmektedir.

Ayrıca “Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı” çerçevesinde her ay düzenli olarak toplantılar yapılmakta, İzleme Erken Uyarı ve Tahmin Komitesi (İEUTK) ve Risk Değerlendirme Komitesi (RDK) raporlar hazırlamakta ve Tarımsal Kuraklık Yönetimi Koordinasyon Kuruluna sunmaktadır. Bu plan kapsamında da kurum ve kuruluşlar çok sayıda proje ve çalışmalar yürütmektedir.

Türkeş (2011)’e göre Türkiye, sahip olduğu iklim ve özellikle de yağış klimatolojisi özellikleri yüzünden, su kaynakları açısından zengin bir ülke değildir. Bu nedenle, 1970’li

Bu çalışmalarla birlikte, yarı kurak bir iklim kuşağında bulunan Türkiye’de, disiplinler arası ve bütünleşik olarak ele alınamayan afetlerin başında kuraklık gelmektedir. Çünkü 1959 yılında çıkan 7269 sayılı Umumi Afetler Kanunu’na

62

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


göre Türkiye’de kuraklık (yıldırım, hortum, sıcak hava dalgası, fırtına, dolu, don, vb. gibi) afet sayılmamakta ve afet istatistiklerinde yeterince yer almamaktadır. Hâlbuki depremle beraber dünyada etkili olan 31 çeşit doğal afet arasında kuraklık ilk sırada sayılmaktadır (Tablo 2.1). Kuraklıkla mücadele ve uyum için kuraklığın da mutlaka afet acil yardım plan ve politikalarında yer alması gerekmektedir. Bilindiği üzere kuraklığın meydana gelmesini önlemek mümkün değildir. Ancak, alınacak önlemler sayesinde olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi mümkündür. Diğer bir deyişle, suyun arz ve talebindeki dengeyi çok iyi kurarak kuraklığın olumsuz etkilerini azaltmak mümkün olabilecektir (NDMC, 1995). Bu nedenle, Türkiye’de uygulanmakta olan “Havza Rehabilitasyon Projeleri”ndeki deneyim ve gelişim, dünyadaki benzer su havzalarında kullanılabilecek bir model olarak ortaya çıkmaktadır. “Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı” çerçevesinde kurumların sorumlu olduğu alanlarla ilgili tedbirler ve önceliklere ilişkin gerçekleştirilen faaliyetlerin belirlenmesi de önemli bir adım olmuştur; fakat tüm bunlara rağmen kuraklık yine de bir bütün olarak ele alınamamıştır. Günümüzde yoğunlaşan nüfus ve sanayi, iklim değişimi, kuraklık, kirlilik ve su havzalarındaki yapılaşma nedeniyle Türkiye’de su kalitesi, arz ve talebi değişmektedir. Türkiye’de kuraklık, geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük problemlere neden olabilecektir. Bununla mücadele için yerel yönetimler su bütçelerini hazırlamalı, kuraklığı meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik yönü ile izlemeli ve gerektiğinde erken uyarı ile su tasarrufu vb. önlemlerin gecikmeden yürürlüğe girmesini sağlamalıdır. Bunun için, her su yılının başı olan 1 Ekim’de yürürlüğe girmek üzere vatandaşların, ulusal ve yerel yönetimlerin, kurum ve kuruluşların ve diğerlerinin uygulayabilmeleri için, kuraklık nedeniyle ortaya çıkabilecek olan problem ve etkilerinin zararlarını azaltmak amacıyla atılması gereken adımları tanımlayan “Kuraklıkla Mücadele Planları” hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. Böylece su kullanımda, zarar azaltma ve hazırlığı öne çıkartan; kurum ve kuruluşlar içindeki ve kurum ve kuruluşların birbirleri arasındaki koordinasyonu geliştiren; erken uyarı ve bütünleşik izleme sistemi ile zamanında önlem alınmasını sağlayan ve tüm paydaşları sürece dâhil eden proaktif bir yapı oluşturulmalıdır. Ayrıca, içme ve sulama suyu, sınırı aşan sular, ekolojik göçler, çölleşme, yok olan yaban hayatı, meralar, tarım alanları ve tarımsal üretim, azalan hidroelektrik üretimi gibi büyük problemler ile karşı karşıya olan Türkiye’de de kuraklık, afet

mevzuatına dâhil edilmelidir. Bunun yanı sıra su kıtlığının yaşandığı alanlara uzak yerlerden su getirme projeleri kısa vadede problemi çözse de bu sistemlerin işletilmesi pahalıdır ve bu sistemler uzun vadede başka problemlere neden olmaktadırlar. Bu nedenle, azalan su varlığı, havzalar arasında taşınmamalı, doğal bütünlük bozulmamalı ve su yerinde değerlendirilmelidir. Türkiye’de su havzalarının bütüncül planlaması yapılarak suyu daha az tüketen bitkilerin yetiştirilmesine dikkat edilmelidir. Tarımda geleneksel sulama yerine yağmurlama sistemleri ve damla sulama gibi mikro sulama sistemlerinin kullanımı teşvik edilmelidir. Rüzgarlı ve yağışlı havalar ile birlikte gündüz sulama yasaklanmalı ve bu konularda çiftçiler eğitilmelidir. Bitkilerin su ihtiyacını doğru belirleyebilmek için her ilçeye en az bir tane “tarımsal meteoroloji istasyonu” kurulmalıdır. Örneğin, ABD’de yapılan kuraklıklarla mücadele planı çalışmaları kapsamında kuraklık riskinin belirlenmesinde iklim (yağış, sıcaklık), toprak nemi, akarsu akış, yeraltı suyu, rezervuar ve göl seviyeleri, kar yatakları verilerinin orta, kısa ve uzun dönem tahminlerinin, bitki sağlığı/stres ve yangın tehlikesi gibi verilerin tümünün birden kullanıldığı değişik indeks çalışmalarının yapıldığı bilinmektedir. Benzer şekilde, Tablo 4.4.2’de olduğu gibi Türkiye’de de sadece yağışlara ve tarımsal kuraklığa değil; yağışla birlikte akım, yer altı su seviyesi, vb. parametrelerin yerel durumuna göre hidrolojik ve sosyo-ekonomik kuraklıklar da izlenmeli ve gerekli önlemler belirlenmelidir. Kuraklık politikalarının ulusal, bölgesel ve yerel temelli olarak hazırlanması, veri durumuna ilişkin veri tiplerinin, kayıt süresinin, metadata özelliğinin, planlama yöntemleri açısından reaktif veya proaktif olarak ele alınış biçiminin, paydaş katılımında kuraklık eylem planlarının kimler için hazırlandığının, geleneksel veya yerli uygulamalarda bilgi temelinin, otomatik iklim veri ağlarının ve kullanım bakımının, iklim/kuraklık endekslerinin farklı kuraklık tahminleri açısından değerlendirilişinin ve indeks çalışmalarının anahtar niteliği konuları önemlidir. Bunun yanı sıra erken uyarı sistemleri, eşik değerlere göre karar mekanizmalarının kurulmuş olması, kuraklık risk azaltma/acil müdahale eylemlerinde adımların tanımlanması, su talebinde azalmaya/ büyümeye göre eylem planları, etki değerlendirmesi yöntemlerinde tekrarlanabilir sürecin belirlenmesi, bilimsel-uygulama işbirliği konuları da kuraklık politikaları için önem arz etmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

63


Tablo 4.4.2. Bütünleşik kuraklık takibi için kullanılabilecek hidro-meteorolojik parametreler ve alarm seviyeleri.

Kuraklık riskini belirlemede; kuraklık tehlike verisinin toplanması, analizi ve yönetimi, kuraklık risk haritalaması, tarım sektöründe kuraklık risk değerlendirmesi için yöntemler, araçlar, haritalama amaçlı veriler, kuraklık izleme, veri tabanı, haritalama ve analiz araçları da dâhil olmak üzere “kuraklık risk değerlendirmesi” başlıkları ele alınmalıdır.

birlikte ele alınmalıdır. Bütün bu çalışmalarda başarıya ulaşmak için gerçekleşirilmesi gereken eylem ve etkinliklerde dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır: · Ulusal koşullara uygun eylemler ve stratejiler çok disiplinli ve çok sektörlü Ulusal Eylem Programları yoluyla geliştirilmelidir. · Doğal çevrenin, arazi ve su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilirliğine yönelik ulusal politikalar belirlenmeli, yasal düzenlemeler yapılarak afet olmadan önce alınacak önlemler kabul edilmeli ve gerektiğinde taviz verilmeden uygulanmalıdır.

Yasal çalışmalar ve planlamalar ile kaynakların, bilgi ve birikimin farklı paydaşlar arasında etkili paylaşılması mekanizmalarının sağlanması ile başarılı afet risk yönetiminin desteklenmesinin önemi vurgulanmalıdır. Risk tahmininde; tarihsel afet veri tabanlarının, afet istatistiklerinin, iklim tahmini ve afet eğilim analizlerinin, maruz kalanlar ve etkilenebilirlik ve risk analiz araçlarının kullanıldığı, risk azaltımında erken uyarı sistemleri ve acil yardım ve müdahale planları ile hazırlıklı olmanın çok önemli bilinmektedir. Bunun yanı sıra risk tahmininde, orta ve uzun dönem sektörel planlama (zonlama, altyapı, tarım vb.) ile ekonomik kayıpların önlendiği, risk transferinde Doğal Afet Sigortaları Kurumu ve tahviller, hava olayları endeksli sigorta ve türevleri esas alınmalıdır.

Halkın var olan tehdit algısı düzeyinin iyileştirilmesini, halkın onayını ve desteğini almayı amaçlayan, halkın bilinçlendirilmesi eylem ve etkinliklerini içeren bir afet eğitimi ve kampanyası takvimi gerçekleştirilmelidir. Bu çalışma aşağıdaki konulara vurgu yapmalıdır:

Türkiye için diğer bölge ülkeleri ile ortak çalışmalar ile Bütünleşik Kuraklık Yönetimi aşamalarının belirlenmesi gerekmektedir. Kuraklık ve su baskını risklerinin yönetimi 64

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

· Halkın, özellikle yarı kurak, kuru-yarı nemli ve yarı nemli arazilerdeki, kadınların ve gençlerin sürece katılımının teşvik edilmesi, · Toprak ve su koruma uygulama ve çalışmaları, orman koruma ve rehabilitasyonu, ağaçlandırma eylem ve et-


kinlikleri, toprak işleme ve sulama alışkanlık, yöntem ya da sistemlerinin iyileştirilmesi, · Doğal ekosistemlerin korunması, kuraklık ve su kaynakları yönetim planlarının oluşturulması ve uygulanması, kuraklık olaylarının ve çölleşme süreçlerinin izlenmesi, belirlenmesi ve nedenlerinin anlaşılması yoluyla kuraklığın etkilerinin azaltılması. Ayrıca, su kullanım planlamasında doğal varlıkların su ihtiyacı da gözetilmelidir. Sanayinin suya olan gereksinimini en aza indirecek teknolojiler desteklenmelidir. Sürdürülebilir üretim ve tüketim teşvik edilmelidir. Suyun sanayide kullanımında kapalı su devre sistemleri geliştirilmeli, çıkacak atık sular da arıtımla geri kazanılmalıdır. Kentlerde su kullanımında bütün tasarruf önlemleri alınmalı ve şebeke su kayıpları önlenmelidir. Türkiye’de denetimsiz açılan yer altı suyu kuyularının su düzeyinin hızla azalmasına yol açtığı, zemin çökmeleri ve akabinde yapısal hasar ve taşkınların artma tehlikesini de beraberinde getirdiği bilinmelidir. Üstü açık bir fabrika olan tarım sektörü, iklim değişimine karşı en hassas olan sektördür. Bölgesel iklim ve tarımsal üretim değişiklikleri sadece meydana geldiği ülkeyi değil, dolaylı olarak uluslararası piyasaları ve dünya tarım ürünleri fiyatlarını da etkilemektedir. Bu amaçla yapılan çalışmalar aracılığıyla, ülkelerin bitkisel üretim durumları ve dünya tarım pazarları arasındaki ilişki de araştırılmalıdır. Ayrıca, Türkiye için en önemli sorunlardan biri, sıcaklık artışı sonucunda artan buharlaşmanın yarı kurak olan coğrafyada gerçekleştirilen tarım faaliyetleri üzerindeki etkilerdir. Bir diğer sorun da, Türkiye tarımsal-ekolojik zonlarının zaman içinde değişecek olmasıdır. Araştırılması gereken diğer bir konu ise; Türkiye’nin bulunduğu enlemlerde olacağı tahmin edilen sıcaklık artışı, yağıştaki ve toprak rutubetindeki azalma sonucunda meydana gelebilecek kuraklık tehlikesinin sonuçlarının neler olacağıdır. Dünyada küresel ısınma sonucu artan hava sıcaklığı karşısında, bitkilerin verim ve fenolojik zaman olarak nasıl bir değişiklik gösterdiğini belirlemek amacıyla birçok çalışmalar yapılmıştır. Bunlar ülkelerin tarım politikalarına da yön verebilecek önemli çalışmalardır ve ülkemizde de desteklenmelidirler.

Orman ve ağaçlandırma sahalarında kuraklığın olumsuz etkilerini azaltmak için de bazı tedbirler alınmalıdır (Semerci, vd., 2008). Bu tedbirlerin başında; karışık meşcereler kurmak, toprakta suyun tutulmasını sağlamak ve gerekli olduğunda bu suyu bitkinin kullanımına sunan bazı sistemler kullanmak, bitkinin yaprak yüzeyinden (antitransparantlar) veya köklerinden (agricol vb.) su kaybını azaltan maddeleri ve kurağa dayanıklı orijinleri kullanmak şeklinde sayılmaktadır. Sonuç olarak, yarı kurak bir iklim kuşağında yer alan ülkemizin kuraklığın şiddetini yakın bir gelecekte bugünkünden çok daha fazla hissedebileceği açıktır. Suyun artan önemi göz önünde bulundurularak, ilerideki yıllarda, suyun yönetiminde, kuraklık planlarına göre suyun yeniden kullanımıyla ilgili sistemlerin geliştirilmesi ve sulama tekniklerinin iyileştirilmesi çabaları yoğunluk kazanmalıdır. Bu nedenle küresel iklim değişiminin su kaynaklarımız üzerine olası etkileri araştırılmalı, su kaynaklarımız meteorolojik şartları göz önüne alarak yönetilmeli ve sınırı aşan suların komşu ülkeler ile paylaşımında iklim faktörü de göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca Akdeniz Havzası genelindeki su kaynaklarıyla ilgili bölgesel değişiklikleri belirlemek üzere, bölgesel projelere gereksinim vardır. Bu nedenle, su kaynakları yatırımlarının ve tesislerin planlanması ve işletilmesinde iklim değişiminin söz konusu etkilerinin de göz önünde bulundurulması ülke çıkarları açısından büyük önem taşımaktadır (Özgürel, 2002). Özetle, susuzluğun nedeni sadece kuraklık değildir. Susuzluğa bu bölümün başında sıralandığı gibi belli başlı beş faktör neden olabilmektedir. Kuraklığa bu faktörlerden bazen biri, bazen de birkaçı birden neden olmaktadır. Türkiye’deki su kıtlıklarında, farklı yerlerde, farklı faktörler, değişik ölçülerde etkili olmaktadır. Bu nedenle, kuraklığın tek bir nedeni ve çözümü yoktur. Kuraklık ile ilgili olarak önlem almak için problemi ve çözümü bir bütün olarak, yapısal ve yapısal olmayan tüm yönleri ile ele almak gerekmektedir. Yani, kuraklık problemi sadece baraj yapmak, boru döşemek gibi “yapısal” önlemler ile çözülemez.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

65


KUTU 4.4.4. Sanal Su ve Suyun İktisadi Kullanımı Küveti doldurarak banyo yapmak yerine duş almak, dişimizi fırçalarken musluğu kapatmak, vb. önlemler ile evde önemli miktarda su tasarrufu yapılabilmektedir. Evimizde kullandığımız fabrikasyon ürünler ve eşyaların kullanımını azaltarak da su tasarrufuna katkıda bulunabiliriz. Fakat esas problem içtiğimiz ve yediğimiz şeylerin yetiştirilmesi için harcanan “sanal su”yun miktarındadır. Brown (2006)’ya göre sanal su, “internet su” değil; gıda veya diğer ürünlerin üretimi esnasında kullanılan suyun miktarıdır. Örneğin, 1 kg buğdayın yetiştirilmesi için yaklaşık 1.000 litre suya ihtiyaç vadır. Yani, 1 kg buğdayda 1.000 lt sanal su bulunmaktadır. Ette 5 ila 10 kat daha fazla sanal su bulunuyor. Kişi başına düşen sanal su, yeme-içme alışkanlıklarına göre değişmektedir. Örneğin, açlık sınırında yiyip içen biri günde 1 m3, bir vejetaryen 2.6 m3 sanal su kullanırken ABD’deki gibi ete dayalı bir diyete sahip bir kişi için sanal su miktarı 5 m3’ün üzerindedir. Çok azımız gün boyunca ne kadar su kullandığının farkındadır. Günde ortalama 4-6 litreden fazla su içmeyiz. Duş almak ve tuvalette sifon çekmenin her biri yaklaşık 150 litre su demektir. Bazı ülkelerde yüzme havuzları, çim sulama sistemleri ve çeşitli açık hava etkinliklerinde ise 2 kat daha fazla su kullanılmaktadır. Örneğin, Avustralya banliyölerinde tipik olarak kişi başına su kullanımı yaklaşık 350, ABD’de ise 380 litredir. Gün boyunca ne kadar su kullandığımızı anlamak için gerçek sayılara tekrar bakalım. Örneğin, 1 kg pirinç yetiştirmek için 2.000-5.000 lt su gerekmektedir. Bu, bir hane halkının 1 haftalık su ihtiyacından daha fazladır. 1 kg patates için 500 lt su gerekirken, yaklaşık 100 gr’lık bir hamburger yapmak için bir sığır tarafından 11.000 lt, ineğin 1 lt süt vermesi için 2.000-4.000 lt su tüketilmektedir Bugünden sonra eğer alışveriş sepetinizin gereksiz şeylerle dolu olup olmadığına bakarsanız, belki 3.000 lt su kullanılarak elde edilmiş olan şeker paketini rafa geri koyarsınız. 1 kg’lık kahve kavanozunun da 20.000 lt suyu yuttuğu söylenebilir. Ayrıca, kahvenize koyacağınız her kaşık şekerin yetişmesi için 50 fincan su harcanmaktadır. İçilen bir kahvenin ardında kahve tanelerinin yetiştirilmesi, paketlenmesi ve taşınması için 140 lt ya da 1.120 fincan su harcanmaktadır. 1 fincan kahve yani 140 litre su normal bir insanın bir günde içme ve ev ihtiyaçları için kullandığı suya karşılık gelmektedir! Yalnızca beslenme değil aynı zamanda giyim de sanal su tüketimine neden olmaktadır. Tek bir T-shirt üretmek için gerekli olan 250 gr pamuğu yetiştirmek için kullanılan suyla 25 küvet doldurulabilir. Ortadoğu›daki su kıtlığını da inceleyen Allan (2006), yerel su azlığı üzerindeki baskıyı azaltmak amacıyla gıda yoluyla alternatif su “kaynağı” olacak “Sanal Su ithalatı” teorisini geliştirdi. Böylece ABD, Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerin nasıl ve neden her yıl milyarlarca litre su ‹ihraç› ettiği; Japonya, Mısır ve İtalya gibi ülkelerin ise yine her yıl milyarlarca litre suyu ‹ithal› ettiğini izah etmesinden dolayı suyun daha iktisatlı kullanmanın gerekliliği ortaya çıktı. Özetle sanal su kavramı, özellikle su sıkıntısının bulunduğu bölgelerdeki tarım ve su politikalarının belirlenmesi ile birlikte su tasarrufuna yönelik bilinçlendirme kampanyalarında da yeni bir sayfa açtı.

66

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


KUTU 4.4.5. Türkiye’de Çölleşme Çölleşme, bir süreç olup kurak, yarı kurak ve yarı nemli bölgelerde toprağın ve arazinin bozulumunu ifade eder. Arazi verimliliğinin azalmasının ve arazi bozulumunun en son hali çöldür. Dünya Çölleşme Tehlikesi Haritası’nda başta İç Anadolu olmak üzere Türkiye’nin önemli bir bölümü “çölleşmeye çok fazla ve fazla duyarlı” olarak gösterilmektedir. Günümüzde gerçek çöllerin ve çölleşmeye eğilimli alanların bulunduğu, çok kurak, kurak, yarı kurak ve kuru-yarı nemli araziler, yerküre karalarının yaklaşık % 47’sini kaplamaktadır. Türkiye’de ise çölleşmeye eğilimli yarı kurak ve kuru-yarı nemli araziler, ülke topraklarının yaklaşık % 35’ini kaplar; yarı nemli iklim koşulları ile birlikte bu oran yaklaşık % 60’a ulaşır. BM Çölleşme İle Mücadele Sözleşmesi, çölleşmeyi “iklimsel değişimleri ve insan etkinliklerini de içeren, fiziksel, biyolojik, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik etmenler arasındaki karmaşık etkileşimlerin, kurak, yarı kurak ve kuru-yarı nemli alanlarda oluşturduğu arazi bozulması” olarak tanımlanmıştır (UNCCD, 1995). Türkeş (2011)’e göre bu süreçler, genel olarak şunları içerir: (a) Rüzgarın ve/ya da suyun oluşturduğu toprak erozyonu (aşınımı); (b) Toprağın, fiziksel, kimyasal, biyolojik ya da ekonomik özelliklerinin bozulması ve (c) Doğal bitki örtüsünde ortaya çıkan uzun süreli kayıplar. Gerçekte, çölleşme, hem insanın hoyrat arazi kullanımından hem de uzun süreli kuraklıklar gibi olumsuz iklim koşullarından kaynaklanır. Bazı çalışmalarda, çölleşmenin birçok etmenin karmaşık etkileşimlerinin bir sonucu olduğu ve doğrudan nedenlerin; nüfus yoğunluğunun, geleneklerin, arazi ayrıcalıklarının ve başka sosyo-ekonomik ve politik etmenlerin bir işlevi olan insan etkinlikleri ile bağlantılı olduğu belirtilmiştir. Öte yandan, iklim ve toprak çeşitleri, çölleşmenin hızını ve şiddetini belirlemede önemli olmasına karşın, çoğu zaman bu etmenler, toprağın gelişimini ve taşınmasını yönlendiren egemen iklim açısından arazi kullanımı yönetimi ilkelerinin belirlenmesi ve uygulanmasında dikkate alınmamaktadır. Bu yüzden sözleşmenin birinci ilkesinde (3. Madde, İlkeler, (a) fıkrası), tarafların “çölleşme ile savaşmak ve/ya da kuraklığın etkilerini azaltmak için gerekli olan programların yürütülmesi ve tasarımı konusundaki kararların, insanların ve yerel toplumların katılımıyla alınmasını ve çevrenin ulusal ve yerel düzeydeki eylemleri kolaylaştırmak için daha yüksek düzeylerde oluşturulmasını sağlaması” zorunlu görülmüştür. Son yıllarda Türkiye’de erozyon ve çölleşme ile mücadeleye hız verilmiştir. Bu bağlamda; ağaçlandırma, erozyon kontrol çalışmaları, bozuk orman alanlarının rehabilitasyonu, mera ıslahı, kuraklığa dayanıklı türlerin ıslahı ve üretimi faaliyetleri yürütülmektedir. Ülkemizde iç ve kıyı kumullarında rüzgar erozyonuna karşı yapılan çalışmalar da hız kazanmıştır. Örneğin, Konya-Karapınar’da rüzgar erozyonu ile mücadele kapsamında rüzgar perdeleri çalışmaları yapılmıştır.

KUTU 4.4.6. Yaz Turizmi ve Su Tüketimi Türkiye’de turistik faaliyetler, genellikle kurak bölgelerde ve çok kurak aylarda yoğunlaşmaktadır. Küresel iklim değişimi ve artan turist sayısı su stresini artırdığından turizm sektöründe hızla artan su ve elektrik enerjisi kullanımına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Dünya’da yapancı turist sayısı, 1950’de 25 milyon iken 2010 yılında 880 milyona çıkmıştır. 2020 yılında bu sayının 1,6 milyara çıkması beklenmektedir. Daha da artacak olan turistler nereye gidecek diye bakıldığında güneş-kum-deniz turistlerinin gidebileceği yerler arasında ılık, güneşli fakat suyu çok kıt olan Akdeniz kıyıları başta gelmektedir. Akdeniz kıyılarında özellikle de Doğu Akdeniz’de hali hazırda bir su kıtlığı yaşamaktadır. Bu bölgelerde emeklilerin yerleşimi ve yerel nüfusun artması ile kişi başına düşen yıllık su miktarı hızla azalmaktadır. FAO’ya göre 1 kişinin kullandığı günlük su miktarının dünya ortalaması 161 litredir; Türkiye için bu rakam 230 litre olarak hesaplanmaktadır. Bununla beraber Thomas Cook Group gibi büyük bir turizm aktörünün yaptığı hesaba göre 2010 yılında yapancı turistin her biri sadece bir gecede ortalama 303 litre su kullanmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde ise kişi başına turistlerin günlük su tüketim miktarı ise 850 litreye kadar çıkabilmektedir! Görüldüğü gibi turistlerin kullandığı su miktarı yöre halkına göre çok fazladır. Özetle yapancı turist, daha çok suyu bol olan soğuk bölgelerden suyu kıt olan sıcak bölgelere gitmektedir. Bu turistler, bölgenin nüfusunu bazen 10 kata kadar artırabilmektedir. Turistlerin geldiği zaman, büyük ölçüde suyun en kıt olduğu mevsime rastlamaktadır. Küresel iklim değişimi, çevre tahribatı, kirlilik, nüfus artışı, vb. nedenler ile zaten su kıtlığı yaşayan halk, yerel yönetimlerin su kullanımına kendileri için getirdiği kısıtlamaları, turistik tesislerde görmeyince zamanla turizm sektörüne karşı bir cephede oluşabilmektedir. Özellikle en çok su kullanan tarım ile turizm sektörleri bu durumda karşı karşıya kalabilmektedir. Bu nedenlerden dolayı, Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) “sürdürülebilir turizm” konusuna büyük önem vermektedir. UNWTO’ya göre toplam su miktarından daha çok, suyun nasıl kullanılıp yönetildiği önemlidir. Bu yüzyılın ortasında turizm alanlarının yarısından fazlasının susuz kalmaması için şimdiden suyun verimli kullanılmasına büyük önem verilmelidir. Turistler çoğu kez ne kadar çok su kullandığının farkında bile değildirler. Bu nedenle, turizm operatörlerinin turistlerin su tasarrufu için eğitilmesi konusunda önemli bir rol oynaması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, Türkiye’de Akdeniz kıyılarında turizm sektörünün sürdürülebilmesi için su ile birlikte su kaynaklarını besleyen doğal çevreye, altyapıya, eğitim ve su kullanımına büyük önem verilmelidir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

67


Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin kuraklıkla birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte aşırı kuraklık tahmin sistemlerini geliştirmek

Risk

(etki) • • • • • • • • • • • • •

Kıtlık Tarım Göçler Su Kaynakları Enerji Orman Erozyon Çölleşme Sağlık Turizm Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum)

x

• ... SG azaltma • Temiz enerji kaynakları • Enerji verimliği • Su verimliliği • Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması • Çevrenin korunması Su havzalarının korunması • • Geri dönüşüm Yeniden kullanma • Doğru tüketim Su Yapılarının düşük akıma göre planlanması • ... • • • • • • • • • • • • •

gerekmektedir. Zarar görebilirliği azaltabilmek erken uyarı sistemlerinin ve kuraklığa dayanıklı türler ve yerleşimler geliştirmek ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet Gözlem, veri tabanı Tehlike ve Risk Analizleri İzleme Tahmin (kuraklık endeksleri) Erken uyarı Arazi ve su kullanımı Şehir ve sanayi yer seçimi ...

4.5. SELLER Seller, doğanın bir kanunudur. Atmosfer hareketliliği, meteorolojik sistem ve hidrolojik çevrim içinde bazı bölgelerin kimi zaman sulaklık, kimi zaman kuraklık yaşaması ve eğimli arazide biriken kar ve toprak kütlelerinin yağış tetiklendiğinde kayması doğaldır. Önemli olan bunları izlemek, önemsemek ve bunlarla ilgili zamanında önlem alabilmektir. Seller genellikle “fırtınalar” ile birlikte görülür. Diğer bir deyişle, topografik yapıya göre daha çok ve hızlı değişebilen meteorolojik şartlar sellerin oluşumunda en önemli rolü oynar. Aşırı yağışların sel afetlerine dönüşmesi ise tümüyle sosyo-ekonomik faktörlere bağlıdır.

Türkiye’de bu afetin adına taşkın, feyezan veya şişmiş su da denilmektedir. Gerçekte seller oluşum sürelerine göre literatürde şu şekillerde adlandırılır:

(azaltma)

Mevzuat ve standartlar Bütünleşik müdahale planı ve su bütçeleri Bütünleşik su ve entegre havza yönetimi Gıda güvencesi politikaları Müdahale kapasitesi Çölleşmeyle mücadele Erozyonla mücadele Buharlaşmanın azaltılması Alt yapıdaki su kaçaklarının azaltılması Haşereyle mücadele Verimli sulama yöntemleri Kuraklığa dayanıklı bitki türü secimi Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Sigorta, Hava Türevleri Tatbikatlar Bilimsel araştırmalar ...

Türkiye’de zamanla ve yanlış bir şekilde tüm seller ”taşkın” olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Ama her sel, bir taşkın değildir. Yani bir sel olabilmesi için mutlaka bir denizin, gölün ya da derenin veya akarsuyun taşması gerekmez. Bu nedenle, oluşum yerlerine göre seller literatürde; 1. 2. 3. 4. 5.

Sel: Suların bulunduğu yerde yükselerek veya başka bir yerden gelip genellikle kuru olan yüzeyleri geçici olarak kaplamasına denir. Sel Afeti: Sel sularının fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olup, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak, olumsuz bir şekilde etkilemesidir ve yerel imkânlar ile baş edilemeyen durumlardır.

• • • • • • • • • • • • • • • • • •

Savunmasızlık

1. Yavaş Gelişen Seller; bir hafta veya daha uzun bir süre içinde oluşabilir. 2. Hızlı Gelişen Seller; bir-iki gün içinde oluşabilir. 3. Ani Seller; 6 saat içinde oluşabilir. Ani seller, çöller dâhil dünyanın her yerinde görülür.

Tanım

68

x

(sakınma)

Dere ve Nehir Selleri-Taşkınlar Dağlık Alan-Kuru Vadi Selleri Şehir Selleri Kıyı Selleri Baraj Selleri

olarak beşe ayrılır. Önlem ve tedbirler de her sel çeşidine göre ayrı ayrı ele alınır. Sel, Türkiye’de en sık görülen afetlerden biridir. Her kentte ve bölgede meydana gelebilmektedir. Seller genellikle şu durumlarda oluşur:

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

· Şiddetli yağmurlarda, · Dereler, çaylar ve nehirler taştığında,


· Denizler büyük dalgalar ile kıyıları su altında bıraktığında, · Karlar çabuk eridiğinde, · Barajlar ya da setler yıkıldığında. Bunlara ek olarak, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde kıyı ve taban arazilerde amaç dışı kullanımın yanı sıra dere yatakları daraltılmakta, dere yatağının içinde yapılan çeşitli işlemler (kum, çakıl alma, vb.) ile yatağın hidrolojik özellikleri bozulmaktadır. Bununla birlikte derenin mansap bölümünde yapılan hatalı tesisler nedeniyle de yüksek akımlar sonucu meydana gelen taşkınların oluşturduğu zararlar daha da artmaktadır. Benzer şekilde akarsuların içinde kurbalar rastgele yapılmakta olup, oluşturacağı kuvvetler ve kabarmalar hesaba katılmamaktadır. Akarsuyun dinamik kuvvetlerini dikkate almadan sadece statik kuvvetlere göre stabilite hesaplarını birim boy için yapmak hatalıdır. Bazen bu hesaplar bile yapılmamakta ve herkes istediği gibi kıyı duvarı yapabilmektedir. Bu kuvvetler dikkate alınsa dahi uygulamalar için yetersizdir. Aynı zamanda, akış yönündeki taşkın dalgasının kabarma kotları tespit edilerek hava payı ilavesi ile duvar ve köprü yüksekliklerinin belirlenmesi de gerekmektedir. Türkiye’de sellerin ve sel felaketlerinin meydana gelmesindeki başlıca nedenleri aşağıdaki şekilde doğal ve yapay olarak ikiye ayrılır. Doğal Nedenler: · İklim (aşırı şiddetli ve sürekli yağışlar), · Topografya, · Jeolojik yapı (heyelanlar ve toprak kaymalarının akarsularda oluşturduğu setler), · Nehrin menba kısmından çeşitli sebeplerle harekete geçen rüsubatın mansaba intikali,

· Dere yataklarında doğal olarak büyüyen ağaç ve çalıların yatak kapasitesini daraltması. Yapay Nedenler: · Yerleşim yerleri içerisinden geçen dere yataklarında yapılan yapılaşma ile dere kesitinin daraltılması, · Dere ve sel yatağına fen ve sanat kaidelerine aykırı ve izinsiz menfez veya köprü yapımı, · Dere ve sel yatağına tekniğine aykırı bent veya dolgu yapımı, · Dere ve sel yatağına moloz, sanayi ve evsel atıkların atılması, · Dere ve sel yatağına kanalizasyon şebekesi döşenmesi, · Dere ve sel yatağının üstünün kapatılarak otopark, park, konut vb. yapılması, · Tekniğine aykırı yol açma çalışmaları, · Dere yataklarında kaçak kum ve çakıl alımı faaliyetleri, · Dere ve sel yatakları ile sel tehlike bölgesinde plansız yapılaşma, vb. olarak sıralanabilir. Bu yapay nedenlerin büyük bir kısmı dere ve sel yatağı ile birlikte sel tehlike sınırlarının belirlenmesi ve bu sınırlara uyulması ile önlenebilir (Şekil 4.5.1). Hidro-meteorolojik çalışmalarda, yağış istasyonlarına ait şiddet-süre-tekerrür eğrilerinden 2, 5, 10, 25, 50, 100, 500 yıllık en büyük günlük yağış değerleri bulunur ve havza için bu yıllar için sel hidrografları ile birlikte sel su seviyeleri hesaplanır. Bu hesaplamalar için elde 100 ya da 500 yıllık verinin olması gerekmez. Bu değerler zaman serilerinin istatistikî değerlerinden hesaplanabilmektedir (Kutu 4.5.1).

Şekil 4.5.1. Yağış tekerrürlerine göre sel yatağı, sel tehlike sınırı ve sel tehlike bölgesini şematik gösterimi.

Halk arasında, “bir yılda sel oluşma ihtimali yüzde 1 veya daha büyük olan sel” kavramı “100 yıllık sel”olarak algılanmaktadır (Şekil 4.5.1). Sel tehlike bölgesinde yapılacak herhangi bir bina veya arazi çalışmasının 100 yıllık (su seviyesinin belirlediği) sel sınırını değiştirmemesi esastır. Ayrıca, “Daha önce burada hiç sel olmadı veya olmaz” ifadesini kullanmak yanlış olacaktır. Dünya üzerinde yağmurlar yağmaya başladığından beri (çöller, el değmemiş ormanlar

dâhil) dünyanın her tarafında seller olmaktadır. Örneğin, M. Ö. 3200 yılında Fırat Nehri taşarak bugün Irak olarak adlandırılan Ur şehrini 2,4 metrelik bir çamurla kaplamıştı. 27 Temmuz 1301 tarihinde Sakarya Nehri taşmıştı. 20 Eylül 1563 yılında İstanbul’da büyük su baskını yaşanmıştı. Özellikle ani seller, bir kaç saat içerisinde, dağ ve çöller dâhil, her yerde olabilmektedir. Örneğin, Mekke’de Kâbe bile defalarca ani sel sularının altında kalmıştır.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

69


KUTU 4.5.1. Küresel İklim Değişimi ve Su Yapılarının Planlanması Su yapılarının projeleri 50-100 yıl veya daha uzun süre verimli kullanılabilecek bir şekilde tasarlanır. Tasarımda şu ana kadar başvurulan en temel yöntem, suyun bir noktasında uzun yıllar ve belirli bir zaman aralığında yapılan ölçümlerin oluşturduğu zaman serilerini kullanmaya dayanmaktadır. Bu tür zaman serileri vasıtasıyla suyun geçmişte ulaştığı en yüksek seviye (değer, debi, vb.), bu seviyenin aşılma olasılığı ve en yüksek seviyenin tekrar görülme süresi belirlenip gelecekte de benzer davranışları göstereceği tahmin edilmektedir. Yani uzun yıllar boyunca bir noktadaki su miktarlarına ait zaman serisinin bilinmesi, kuraklık için depolanacak ya da selde kontrol altına alınacak olan suyun planlanmasına yardımcı olmaktadır. Hidro-meteorolojide zaman serilerinin istatistik analizindeki ana kabul, iklime ve zaman serisine ait (ortalama, varyans, mod, medyan, standart sapma, eğilim, vb. gibi) temel özelliklerin zamanla değişmediği yani durağan olduğu şeklindedir. Küresel iklim değişikliği, su havzalarındaki şehirleşme ve su yapılarının inşası, gibi nelerden dolayı iklim şartlarının ve zaman serilerinin artık sabit ya da durağan olmadığı; önemli ölçüde değiştiği bilinmektedir. Böylece istatistiksel özellikleri sabit olmayan bir zaman serisindeki en yüksek ya da en düşük su seviyelerinin meydana gelişi, tekrarları, dönüş periyodu, aşılma olasılığı gibi davranışları da zaman içinde önemli ölçüde değişmektedir. Bu nedenle, hidro-meteorolojik proje çalışmalarında yaygın olarak kullanılan klasik “aşılma olasılığı”, “dönüş periyodu” gibi kavramlar, durağan olmadığı koşullar altında geçerliliğini yitirmektedir. Diğer bir deyişle hidro-meteorolojik kayıtlar durağan olmadığı için serinin özelliklerini tanımlayan parametreler zamanla değişmekte ve artık standart istatistik yöntemleri uygulanamamaktadır. Hâlbuki selden korunmaya yönelik mühendislik çalışmaları belirli bir dönüş periyodu üzerine oturtulmuştur. Küresel iklim değişikliği ve benzeri insan etkilerinden dolayı hidrolik yapı tasarımları yalnızca yapının proje ömrünün sonlarına doğru beklenen rejimi göz önüne almakla kalmamalı, ayrıca yapının tüm yaşamı boyunca geçerli riskleri de içermelidir. Bu nedenlerden dolayı mühendislik uygulamalarında sık sık kullanılan dönüş periyodu gibi kavramların kullanışlılığı sorgulanır hale gelişmiştir. Çünkü dönüş periyodunun değeri durağan olmayan durumda zaman içerisinde değişmiştir. Belli periyotlarla sel ya da kuraklık olur şeklindeki söylemler de artık geçerliliğini yitirmiştir (Aytekin, 2012)

Ortalama şiddetli yağışlar açısından genellikle kıyı bölgeleri (Kutu 4.5.2) sel ve taşkın olaylarına daha duyarlı olmakla birlikte (Kömüşçü vd., 2003)., sellerin tekrarlanma sürelerinin dağılımında farklılıklar göze çarpmaktadır (Kutu 4.5.1). Benzer şekilde Lenher vd. (2006), risk azaltma, uyum ve hazırlık konusunun önemine dikkat çekmek ama-

cıyla Avrupa için yapılan çalışmada sel ve kuraklık frekanslarını incelemiştir. Bu çalışmada iklim değişikliği ve su yönetimi bakımından sel ve kuraklık riskinde önemli ve kritik değişiklikler olduğu gösterilmektedir. Bu çalışmaya göre günümüzde 100 yıllık şiddetindeki seller ve kuraklıklar 2070 yılına kadar her 10-50 yılda bir tekrarlanabilecektir.

KUTU 4.5.2. Deniz Su Seviyesi Yükselmesi ve Kıyı Selleri 1870’ten beri, küresel deniz seviyesi 20 santimetre artmıştır (IPCC, 2007). 20. yüzyıldaki deniz seviye yükselmesi 1.7 mm/yıl olarak hesaplanmaktadır. Fakat içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda su seviyesindeki yükselme daha hızlı, diğer bir deyişle 2 kat hızlı olmaktadır. IPCC 2007 raporundan sonra yapılan bilimsel çalışmalar, 2009 yılında Kopenhag İklim Kongresi’nde ele alınmış ve gelecekte deniz seviyesinde öngörülen yükselmenin, IPPC’nin 2007 raporunda öngörülen yükselmeden yaklaşık iki kat daha fazla olacağına karar verilmiştir. Böyle gelmiş böyle gider senaryosuna göre sera gazı emisyonlarının neden olduğu küresel ısınma sonucu, önümüzdeki yüzyılda deniz seviyesi birkaç metre yükselerek, birçok kıyı şehri ve ada ülkesi haritadan silinebilecektir (Kopenhag Tanı, 2009). Deniz su seviyesinin yılda bir kaç mm yükselmesi, büyük bir tehlikeymiş gibi görünmese de, çok önemli bir değerdir. Bruun kuralına göre deniz su seviyesindeki yükselme sahilde seller ve erozyona neden olur. Deniz su seviyesi yükseldiğinde yakın kıyının dip profili de değişir. Bu değişim yükselen su seviyesinin neden olduğu kıyı erozyonundan oluşan sedimentin (sürüntü maddelerinin) dipte birikmesi ile oluşur. Diğer bir deyişle deniz seviyesi ne kadar yükselirse kıyılarda da taban o kadar yükselir. Aynı şekilde deniz seviyesi ne kadar yükselirse onun 100 katı kadar bir uzunluktaki sahil erozyona uğrar (Hannah, 1992). Diğer bir deyişle deniz su seviyesi eğer 2 m yükselirse, Bruun kuralına göre yaklaşık 200 metrelik kıyı alanının kıyı selleri, erozyon, tuzlanma ile yok olma tehlikesi bulunmaktadır. Hem okyanuslardaki termal genleşmenin (%40) hem de dağlardaki buzlar ve Antartika ile Grönland’daki buzulların kısmen erimesi (%60) sonucu su seviyesindeki artışın hızlanması beklenmektedir. Deniz suyu seviyesinin artması, kıyı şeridi erozyonuna, tuzlanmaya, bataklık alanların ve önemli ekosistemlerin yok olmasına ve sahil bölgelerindeki sel riskinin artmasına sebep olacaktır. Aslında deniz seviyesindeki değişimin toplumsal etkileri öncelikle ortalama deniz seviyesi değişimlerden değildir. Ortalamada artan seviye ile birlikte fırtına, yüksek dalgalar, fırtına kabarması, med-cezir gibi aşırı koşullar bir araya geldiğinde artan seviyenin yıkıcı etkisi ortaya çıkacaktır. Bu artıştan etkilenecek olan en riskli yerler, Avrupa’da Almanya, Hollanda ve Ukrayna kıyıları; Asya’da Bangladeş, Afrika’da Mısır ve Nil Deltası’dır. Türkiye’deki Seyhan, Ceyhan, Göksu, Akyatan, Patara, Eşençayı, Fethiye, Büyük Menderes, Küçük Menderes, Bakırçay ve Gediz gibi bazı Akdeniz deltaları; deniz kıyısında bulunan 27 ilimizdeki kıyı yapıları, balıkçılık ve turizm faaliyetleri de bu artıştan etkilenecektir.

70

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Etki Seller, düşük frekanslı ama fiziksel altyapıya, insan güvenliğine ve sosyo-ekonomik etkinliklere yüksek etkisi olan afetlerdir. OFDA, CRED ve EM–DAT’ın 2005 yılında yaptığı bir değerlendirmede 1992’den 2001 yılına kadar 2257 adet sıcak hava dalgası, seller, orman/maki yangınları, tayfun ve fırtınalar, kuraklık veya kıtlık nedeniyle oluşan afetler rapor edilmiştir. En sık görülen hidro-meteorolojik afet ise %43 oran ile seller olmuştur. Bu sellerde de yaklaşık 100.000’den fazla kişi ölmüş ve bu sellerden 1,2 milyar kişi de değişik şekillerde etkilenmiştir. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de peş peşe gelen şiddetli sağanak yağışlar veya uzun süren hafif yağışlar sonucunda oluşan seller ve bunlardan dolayı büyük can kayıpları ve ekonomik kayıplar olmaktadır. Örneğin, 21 Mayıs 1998 Batı Karadeniz ve 23 Mayıs 1998 Hatay

selleri Türkiye’de oluşan ilk seller değildir ve sonuncusu da olmayacaklardır. Daha önceleri de, örneğin, 18-20 Haziran 1990’da Trabzon, 16-17 Mayıs 1991’de Doğu Anadolu, 25-26 Ağustos 1982’de Ankara, 1994’de Marmaris, 1995 İkitelli, Senirkent, Rize ve 4 Kasım 1995’de İzmir’de büyük sel afetleri yaşanmıştı. Sadece 1995 yılı sellerinde 150 kişi hayatını kaybetmiştir (Şekil 4.5.2). Özellikle ülkemizde yağışlı dönemle kurak dönemler arasındaki farklar fazladır (Şekil 4.4.5). Hem yıl içinde ve hem de yıllar arası dönemlerde oldukça düzensiz bir dağılım gösteren şiddetli yağışlar, yıkıcı sellere neden olabilmektedir. Akdeniz kıyı bölgesi nehir havzalarında bu şiddetli yağışların neden olduğu seller sıklıkla görülen ve ekonomik açıdan büyük zararlar veren afetlerdendir. Akdeniz kıyı şeridinde, “ani sel” olarak adlandırılan seller konvektif yağışlar nedeniyle de oldukça sık yaşanan olaylar olarak kabul edilirler.

Şekil 4.5.2. Ülkemizde gözlenen sel afetlerinin illere göre dağılımı.

Türkiye’de büyük nehirlerde görülen seller (taşkınlar) azalırken, doğal vejetasyonun tahribatı, çarpık şehirleşme ve sel ve dere yataklarındaki yapılaşmadan dolayı şehir sellerinin neden olduğu zararlar artmakta, can ve mal kaybına yol açan afetler daha sık görülmektedir. Örneğin, 3-4 Kasım 1995 tarihlerinde Ege kıyılarını etkisi altına alan şiddetli yağışlar İzmir ve civarında ani sellere sebep olmuş ve bunun sonucunda 61 kişi hayatını kaybederken 2 milyon TL’den fazla maddi hasar meydana gelmiştir (Kömüşçü, vd., 1998).

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından 2011 yılı sonu itibariyle 25 adet hidrolojik havzada 277’si baraj olmak üzere toplam 536 adet baraj ve 42 adet gölet olmak üzere toplam 740 adet depolama tesisi inşa etmiştir. Bu tesislerden 68 adedi doğrudan taşkın önleme amacıyla planlanmıştır. Ayrıca, Mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan göletler ile Orman Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan 2.500 civarındaki göletin de diğer depolamalarla birlikte taşkınların kontrol altına alınmasında önemli katkıları vardır. 1999 yılına kadar inşa edilen yapıların mekansal dağılımı Şekil 4.5.3’de gösterilmektedir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

71


Şekil 4.5.3. DSİ Genel Müdürlüğü’nün 1999 yılına kadar inşa ettiği su yapılarının dağılımı.

DSİ verilerine göre 1975-2012 yılları arasında 889 adet taşkın olayı meydana gelmiş, bu taşkınlar sonucunda 685 can kaybı olmuş, 862.854 ha tarım arazisi taşkına maruz kalmış ve bu taşkınlar ülke ekonomisine yılda yaklaşık 150 milyon TL zarar vermiştir. Alınan bu tedbirler, 1963 yılında en yüksek değerine ulaşan taşkınların sayısını ancak 1985 yılına kadar kontrol altında tutabilmiştir (Şekil 4.5.4). Şekil 4.5.4’te görüldüğü üzere 1975 yılından sonra büyük akarsularda görülen taşkınların sayısı 800 civarından 200’ün altına düşürülmüştür. Böylece, AFAD kayıtlarına göre 19671987 yılları arasında akarsularda görülen sel (yani taşkın) olay sayısının tüm hidro-meteorolojik afetler içindeki oranı %33 iken; 1998-2008 yılları arasında bu oran %14’e gerilemiştir.

Bu nedenlerden dolayı, taşkın koruma yapıları inşa etmek gibi yapısal önlemlerin yanı sıra dere ve sel yataklarındaki yerleşimi engelleme gibi yapısal olmayan önlemlere daha fazla önem verilmelidir. Şekil 4.5.4. “DSİ Taşkın yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında Türkiye genelinde meydana gelen sellerin sayısı, neden olduğu can, toprak ve maddi kayıpların beşer yıllık değişimi.

Alınan yapısal önlemler neticesinde DSİ’nin taşkın yıllıklarında yer alan taşkın sayıları önemli oranda azaltılmış olmasına rağmen dere ve sel yataklarına kurulan yerleşimler ile birlikte yanlış arazi kullanımı daha hızla arttığı için taşkınlarda ölenlerin sayısı ile maddi kayıpların miktarı hızla artmaya devam etmiştir (Şekil 4.5.4). Bunun da bir sonucu olarak DSİ 2003 yılından sonra taşkından korunmak amacıyla inşa ettiği tesisler için hamle yılları ilan ederek görülmemiş sayılarda taşkın koruma tesislerinin yapımını gerçekleştirmiştir (Şekil 4.5.5). Fakat taşkınla mücadelede sadece yapısal önlem almak can ve mal kayıplarındaki artışı durduramamıştır. Bütün bunlara rağmen oluşan çeşitli sellerin sayılarında genelde bir azalma olmadığı gibi 1963 yılında 140 civarında olan Türkiye’de gözlenen rekor sayıdaki seller, tekrar artışa geçerek 2010 yılında 160 seviyesinin üzerinde gerçekleşip yeni bir rekor kırmıştır (Şekil 4.5.6). Sel afetindeki bu artışlarda şüphesiz küresel iklim değişiminin rolü olduğu gibi esas olarak köylerden kentlere göçler, dere ve sel yataklarında artan yerleşimler ve yanlış arazi kullanımı daha çok etkili olmaktadır. 72

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.5.5. 1975-2012 yılları arasında DSİ tarafından başlatılan taşkınla mücadele projeleri kapsamında inşa edilen taşkından korunma tesislerinin ve korunan alanların bölgelere göre değişimi.

Şekil 4.5.6. Türkiye’de oluşan sellerin yıllık toplam sayılarının 1940-2010 yılları arasındaki zamansal değişimi.

Şekil 4.5.6’da görüldüğü gibi ülkemizde görülen sellerin sayısında 1998 yılından beri artış olmaktadır. Örneğin, 1998 yılı Mayıs ayında, Batı Karadeniz’de özellikle, Bolu, Zonguldak, Karabük, Kastamonu ve Bartın illerinde meydana gelen sel afetinde 37.000 km² alan ve 2,2 milyon insanımız etkilenmiştir (Demirtaş ve Yıldırım, 1999).

Bu olay, 151 derenin taşarak sokakların ve caddelerin birer nehre dönüşmesine ve 478 evin tamamen su altında kalmasına neden olmuştur. Seller ile evler, kamu binaları, kırsal ve şehir altyapıları, telekomünikasyon ve enerji dağıtım sistemleri hasara uğramış, orman ürünleri ve fidanlıklar tahrip olmuş, tarım ürünleri ve hayvanlar zarar görmüştür (Tablo 4.5.1). Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

73


Tablo 4.5.1. Yıllara göre TARSİM tarafından yapılan sel sigortaları ödemeleri. YIL

DOSYA ADEDİ / YER

SİGORTA ÖDEMESİ (TL)

2010

1.790

60 milyon

2009

10.519

625 milyon (Ayamama hariç: 25 milyon)

2008

1.232

20 milyon

2007

2.005

58 milyon

2006

İstanbul ve çevresi

48 milyon

2000-2005

İstanbul ve çevresi

127 milyon

1995

İstanbul/Ayamama Deresi

40 milyon

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği ve Milli Reasürans verilerinden derlenmiştir, 2011. Ayrıca, 13 Kasım 2001’de Rize›ye, normalde bir mevsimde düşen yağmurun bir günde yağması afeti beraberinde getirmiştir. Sel ve heyelanın bilançosu 6 kişinin ölümü, iki kişinin kaybolması ile sonuçlanırken, çevrede ve binalarda ciddi hasarlar meydana gelmiştir. Şehirde 18 saat süren yağış, hayatın felç olmasına neden olurken, 83 köy yolu ulaşıma kapanmış, 15 ev heyelan nedeniyle yıkılmış ve 122 konut heyelan tehlikesine karşı boşaltılmıştır. Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği ve Milli Reasürans verilerinden yapılan derlenmeye göre sel kaynaklı yapılan tazminat ödemelerinin yıllara göre dağılımı 2009 yılında en yüksek değere ulaşmıştır (Tablo 4.5.1). Özetle, ülkemizde her yıl ortalama 200 civarında sel-taşkın afeti yaşanmakta ve bu afetler sonucu yılda ortalama 100 milyon dolar maddi kayıp meydana gelmektedir.

Dağılım Türkiye ile birlikte Orta Doğu ve Doğu Akdeniz Bölgesi

dünyanın en eski uygarlıklarından bazılarına ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle bu bölgeler birkaç milyon yıllık iklim değişikliğinin en iyi kayıtlarından bazılarına ve insanla çevresi arasındaki etkileşimin şaşırtıcı kanıtlarına sahiptir. Gılgamış Destanı veya İncil’de yer aldığı gibi önemli sellerin kayıtları, mevsimsel fakat bazen felakete yol açan Mezopotamya selleri veya alternatif olarak ve son zamanlarda tuzlu Akdeniz sularının sebep olduğu Karadeniz selleri ile ilişkilendirilmektedir (Ghil, 2006). Türkiye genelinde meydana gelen taşkınların dağılımı en iyi 1956-1997 yılları arasında genellikle akarsularda meydana gelen selleri yani “taşkınları” kayıt altına alan “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre belirlenebilmektedir. Bu yıllıklar, Şekil 4.5.7’de gösterilen DSİ Havza/Bölge Müdürlükleri verilerine göre hazırlanabilir. Taşkın yıllıklarına göre yapılacak olan bir analizin sadece akarsu sellerini (taşkın) içerdiğini, şehir, kuru vadi, kıyı ve benzeri sellerin bunlara genellikle dâhil olmadığı unutulmamalıdır.

Şekil 4.5.7. DSİ Bölge Müdürlüklerinin sorumluluk alanları ve havza numaraları.

74

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.5.8’de de görüldüğü gibi “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında en fazla taşkın olayının görüldüğü ilk üç bölgenin sırasıyla 15. Şanlıurfa, 12. Kayseri ve 7. Samsun bölgeleri olduğu görülmektedir. Böylece coğrafik olarak Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Doğu

Karadeniz öne çıkarken Samsun Bölgesi’nde taşkınların genellikle kış aylarında, Şanlıurfa ve Kayseri havzalarında ise taşkınların yaz aylarında görüldüğü söylenebilmektedir (Şekil 4.5.9).

Şekil 4.5.8. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sel oluşum sayılarının DSİ havzalarına göre dağılımı.

Şekil 4.5.9. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin en fazla oluştuğu ayların DSİ havzalarına göre dağılımı.

Şekil 4.5.10’da görüldüğü gibi taşkınların neden olduğu ölümlerin çoğu Kayseri Havzası’nda gerçekleşmektedir. Kayseri’yi, bu konuda Trabzon ve Aydın bölgeleri takip etmektedir. Bununla beraber maddi kayıplarda Adana Bölge-

si tüm bölgeler arasında maddi hasarın en fazla yaşandığı bölgedir (Şekil 4.5.11). Bu arada taşkınların neden olduğu toprak kayıplarının en fazla olduğu bölge ise Kahramanmaraş bölgesidir (Şekil 4.5.12).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

75


Şekil 4.5.10. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin neden olduğu can kayıplarının DSİ havzalarına göre dağılımı.

Şekil 4.5.11. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin neden olduğu maddi kayıpların DSİ havzalarına göre dağılımı.

Şekil 4.5.12. “DSİ Taşkın Yıllıkları”na göre 1956-1997 yılları arasında meydana gelen sellerin neden olduğu toprak kayıplarının DSİ havzalarına göre dağılımı.

76

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Bununla beraber, Afet Bilgileri Envanteri’ne göre, Türkiye’de Kırklareli hariç tüm illerde seller yaşanmıştır. Seller, en fazla Erzurum, Sivas, Kahramanmaraş, Kayseri ve Adana illerinde gerçekleşmiştir. Olay sayısı yerine, etkilenen afetzede sayısı esas alındığında ise iller Erzurum, Kahramanmaraş, Van, Adana, Bitlis şeklinde sıralanmaktadır (Özden, vd., 2008). Bu çerçevede seller Kızılırmak, Yeşilırmak, Fırat ve Doğu Karadeniz havzalarında yoğunlaşmaktadır (Şekil 4.5.2 ve Şekil 4.5.9). DSİ Taşkın Yıllıkları ile AFAD verileri arasındaki bu farklılık DSİ’nin sadece akarsular ile ilişkin taşkınları kayıtlarını tutmuş olması ve

AFAD’ın ise akarsu olmayan şehir ve benzeri yerlerdeki sel afetlerini de mümkün olduğunca kayıt altına almasından kaynaklanmaktadır.

Şekil 4.5.13. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen sellerin mevsimlere göre dağılımı.

Şekil 4.5.14. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen sellerin aylara göre dağılımı.

Türkiye’de yağış miktarı ve şiddeti bakımından sel potansiyeli en yüksek bölge Doğu Karadeniz Bölgesi’dir. Bölge coğrafi konumu itibariyle cephesel ve orografik yağışlardan en çok etkilenen alandır. Konvektif yağışlar ise hava sıcaklığının yükselmesiyle bölgede etkisini göstermektedir, dolayısıyla yaz ve yaza yakın mevsimler (cephesel ve konvektif faaliyetlerin birlikte desteğiyle) bölgede en yüksek yağış miktarının görüldüğü dönemlerdir. Uzun yıllar ortalamalarına göre, Mayıs, Haziran ve Temmuz ayları en yağışlı aylardır (Şekil 4.5.13 ve 4.5.14, 4.5.15). Kısa süreli yağışlarda hemen hemen tüm kıyı bölgelerimiz taşkın riski taşırken, saatlik şiddetli yağışlara duyarlı alanların özellikle Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz bölgelerinde (Antalya-Marmaris hattı boyunca) yoğunlaştığı görülmektedir. Kömüşcü vd. (2003)’e göre maksimum şiddetli yağışlar ele alındığında ise kısa süreli yağışlarda daha çok Akdeniz etki altında kalırken, 6 saatten daha az şiddetli yağışlarda Batı Karadeniz Bölgesi de risk altında kalmaktadır. 6 saatlik maksimum yağışlarda Antalya civarında bir yoğunlaşma göze çarparken, 12 saatlik zaman dilimindeki yağışlarda Doğu Akdeniz’de daha geniş bir alanın etki altında kaldığı ve 24 saatlik maksimum yağışlarada ise Akdeniz kıyı kuşağında genişleme ve Orta ve Batı Akdeniz’de yeni etki alanlarının ortaya çıktığı görülmektedir (Şekil 4.5.15).

Buna göre 1940-2000 yılları arasında meydana gelen ve afet özelliği taşıyan tüm sel hadiselerinin Türkiye üzerindeki dağılımı incelendiğinde, bu afetlerin özellikle MayısTemmuz ayları arasında (Şekil 4.5.13 ve Şekil 4.5.14) olduğu ve Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu bölgelerinin (Şekil 4.5.2 ve Şekil 4.5.9) selden en çok etkilenen yerler olduğu görülmektedir.

Şekil 4.5.15 ve 4.5.16’da 1940-2010 yılları arasında her çeşit selin mevsimsel oluşumu, bölgelere ve yıllara göre değişikliklerini göstermektedir. Örneğin, Şekil 4.5.15’de görüldüğü gibi kış aylarında en fazla sel İzmir, Balıkesir, Muğla, Antalya ve Mersin illerinde görülürken, yaz aylarında seller daha çok (Ankara, Sivas gibi iç bölgelerde karasallıktan dolayı) İç Anadolu Bölgesi’nde görülmektedir. Ayrıca Doğu Anadolu Bölgesi (Erzurum, Kars) ile birlikte Orta Karadeniz kıyıları (Samsun) da yazın en fazla sel görülen bölgelerdendir. Sonbahar aylarında Doğu Karadeniz (Trabzon) ile Ege bölgelerinde (İzmir, Muğla, Balıkesir) de seller yoğunlaşırken; ilkbaharda sellerin daha çok İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde (Kars, Ağrı, Erzurum, Hatay, Ankara ve Sivas) yoğunlaştığı görülmektedir. Sellerin mevsimsel oluşumlarının yıllara göre değişiminde, sonbahar hariç, sel sayılarının 1960, 1970 ve 1980 yılları başlarında en üst noktaya çıktığı görülmektedir (Şekil 4.5.16). Bununla beraber mevsimsel sel oluşumlarında yıllara göre en fazla değişim 2009 yılı sonbaharında olmuştur. Türkiye’de bahar aylarındaki sellerin görüldüğü bölgelerin farklı olması ve sonbahardaki sellerde görülen önemli artışın nedeni bilimsel çalışmalara konu edilmelidir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

77


Şekil 4.5.15. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen sellerin mevsimlere göre yerel dağılımı.

Şekil 4.5.16. DMİ fevk rasatlarına göre Türkiye’de sellerin 1940-2010 yılları arasında mevsimlere göre zamansal değişimi.

78

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Eğilim Ortalama küresel hava sıcaklığı arttıkça, daha sıcak bir atmosfer de her 1°C artış için yaklaşık yüzde 4 daha fazla nem bulunabilmektedir (IPCC, 2007). Fırtınalar meydana geldiğinde atmosferde yağmur, kar veya dolu olarak yağışa geçebilecek daha fazla su buharı bulunmaktadır. Son yıllarda sellerde, şiddetli yağışlarda kuvvetli bir artış eğilimi vardır ve bu eğilimin iklim değişikliği etkilerinin kuvvetlenmesiyle daha da artması beklenmektedir (Easterling, vd., 2000). Küresel iklim değişikliği yüksek arazilerde de hava sıcaklığını artırarak yağış rejiminde önemli değişikliklere neden olmaktadır. Örneğin, hava sıcaklığının artması, yağışların kar yerine yağmur olarak yeryüzüne inmesine neden olmaktadır (Beniston and Fox 1996; Johnson 1998). Bu yağış-akış katsayısını değiştirerek hem her mevsimde hem de daha fazla selin oluşmasına neden olmaktadır. Diğer bir deyişle, hidrolojik bakımdan, Akdeniz Bölgesi’nde akıştaki mevsimsel salınımlar hava sıcaklıklarına karşı çok duyarlı olduğu için küresel ısınmadan etkilenme oranı da daha fazladır (Kadıoğlu, 2001). Son zamanlarda Doğu Akdeniz’deki iklim eğilimi, kış yağışlarında ve toplam yağışlarda azalmayla birlikte bölgenin güney kısmındaki kısa süreli fakat şiddetli günlük yağışlarda artış şeklindedir (IPCC, 2001; Alpert vd., 2002). Görünüşe göre bu değişimlerden bazıları atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun artmasından kaynaklanan küresel ısınmanın sonuçlarından dolayıdır. NAO indeksinde yer alan 1990’lar süresindeki artış, Doğu Akdeniz üzerinde bu periyottaki daha soğuk ve kuru kışları açıklamaktadır (Ben-Gai, vd., 2001; Krichak ve Alpert, 2005b). Ayrıca, El-Nino gibi olaylarının şiddet ve sayısındaki artışın, bölgedeki yağışla pozitif olarak ilişkili olduğu görülmüştür (Kadıoğlu, vd., 1999d; Price, vd., 1998). Akdeniz ikliminin Hindistan musonu, Sahra kum fırtınaları gibi tropikal sistemlerle artan bağlantıları Alpert vd., (2006) tarafından son zamanlarda ortaya konmuştur.

Türkiye ile Doğu Akdeniz üzerinde toplam yağışlardaki azalmaya rağmen aşırı yağışlardaki artış, yağış dağılımlarındaki tehlikeli bir değişimi yansıtmaktadır. Bu değişimin, periyot süresince tropikal/orta enlem etkileşimindeki artışın sonucu olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu eğilim, Orta Doğu’daki Kıbrıs alçak sistemi gibi daha çok yağmur taşıyan sistemler üzerindeki Kızıl Deniz oluğunun oluşum sıklığındaki artışla da ilişkilendirilmektedir (Alpert, vd., 2004). Özetle toplam yağış miktarının azalması ile birlikte şiddetli yağış olaylarının %2-4 artması beklenmektedir. İklim değişikliğinin, beklenmedik sellerin tetikleyici etkenleri arasında olduğu gerçeği bilinmektedir. İklim değişikliği yağış olaylarının zamanı, bölgesel paternleri ve şiddetinde, özellikle şiddetli yağış olaylarına sahip günlerin sayısında, değişimlere neden olmaktadır. Geçmişte sel olaylarının yaşanmadığı bölgelerde de seller görülmektedir. Bu durum, küresel iklim değişikliğinin bölgesel etkilerine bağlanmaktadır. Bazı yıllarda, örneğin 1995, sellerin sebep olduğu yıllık maddi kayıp, Türkiye’nin GSYİH’nin %0,5’ine kadar ulaşmıştır. Ayrıca, doğal afetler arasında seller en yüksek maddi kayba sebep olmaktadır. Avrupa’da sel kaynaklı maddi kayıpların birkaç milyar dolara kadar çıkabileceği öngörülmektedir (Tahmiscioğlu, vd., 2006). Küresel iklim değişikliğinin Türkiye’nin her bölgesinde yağışlardaki etkisi çok net değildir. Bununla birlikte aşağıdaki şekillerde (Şekil 4.5.17 - 4.5.22) görüleceği üzere bazı illerimizde en şiddetli yağışlar küresel iklim değişikliğine paralel olarak son yıllarda toplanmış bulunmaktadır. Örneğin, MGM yağış kayıtlarına göre günlük en yüksek toplam yağış miktarlarının on tanesinin beşi 1990 yılından sonra gerçekleşmiştir (Şekil 4.5.17). 1940-2010 yıllarını kapsayan son 71 yılın en yüksek günlük toplam yağışının üç tanesinin 2000 yılından sonra görülmüş olması istatistiksel şans kanunları ile açıklanamayacak kadar yüksektir.

Şekil 4.5.17. 1940-2010 MGM yağış kayıtlarına göre kayıtlara geçmiş olan ilk 10 günlük en yüksek toplam yağış miktarlarının görüldüğü iller ve tarihleri.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

79


Benzer şekilde MGM’nin İstanbul (Kartal) ve Ankara meteoroloji istasyonları kayıtlarına bakıldığı zaman son 70 yıldaki (1940-2010) en yüksek yağış miktarı olan günlerin

en azından yarısı 1990 yılından sonra yani son 20 yılda gerçekleşmiştir (Şekil 4.5.18 ve 4.5.19).

Şekil 4.5.18. 1940-2010 MGM yağış kayıtlarına göre İstanbul Kartal Meteoroloji İstasyonu’nda kayıtlara geçmiş olan ilk 10 günlük en yüksek toplam yağış miktarları ve yılları.

Şekil 4.5.19. 1940-2010 MGM yağış kayıtlarına göre İstanbul Ankara Meteoroloji İstasyonu’nda kayıtlara geçmiş olan ilk 10 günlük en yüksek toplam yağış miktarları ve yılları.

Şiddetli yağışların yanı sıra sel afeti sayılarına bakıldığı zaman Şekil 4.5.20’de görüldüğü üzere 7 ilin yarısından fazlasında en fazla sel olan yıllar 2000’li yıllar olmuştur. Bu illerdeki sel oluşum sayıları 70 yıllık zaman serisi ya-

80

rıya bölünerek karşılaştırıldığında; Ankara ve Adana hariç, Trabzon, İzmir, İstanbul, Erzurum ve Antalya ilinde son dönemde görülen sel sayılarında artışlar olduğu görülür (Şekil 4.5.21).

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.5.20. MGM ve AFAD kayıtlarına göre 7 ilde kayıtlara geçmiş olan en fazla sel afetinin gözlendiği yıllar.

Şekil 4.5.21. MGM ve AFAD kayıtlarına göre 7 ilde kayıtlara geçmiş olan sel afeti sayılarının 19401975 ila 1976-2010 yılları arasındaki karşılaştırılması.

Şekil 4.5.22’de görüldüğü üzere 2001-2010 yılları arasında görülen sel sayısı, tüm kayıtlarda en yüksek sel oluşum sayısı olan 1961-1970 yıllarındaki rekor sel sayısını önemli

ölçüde geçerek, yeni bir rekor kırmıştır. Diğer bir deyişle, son on yılda sel oluşum sayısında önemli bir artış olmuştur.

Şekil 4.5.22. MGM ve AFAD kayıtlarına geçmiş olan sel afeti sayılarının 1940-2010 yılı arasındaki onar yıllık karşılaştırılmaları.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

81


Uyum Heyelan, sel ve aşırı yağışlar, Türkiye’nin ve özellikle de Doğu Karadeniz Bölgesi’nin bir gerçeğidir. Bu problemin çözümü için öncelikle sele neden olan faktörlerin iyi belirlenmesi gerekmektedir. Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu afet bölgelerinde yaptığı incelemelere göre Doğu Karadeniz’de sel oluşum nedenleri şu başlıklar altında toplamaktadır: • Bölgenin tümünde sel yatağı, sel tehlike sınırı ve sel tehlike bölgesi haritaları mevcut değildir; mevcut olan haritalar ise güncel değildir. Bu nedenle meydana gelene kadar sel ve heyelan riskine maruz olan konut, tesis, kamu binaları, altyapı bilinmemekte ve bu bölgelerde yanlış uygulamalardan sakınılmamaktadır. • Küçük dere ve arkların üzerlerinin kapatılmasından dolayı her yıl periyodik olarak yapılması gereken bakım-onarım hizmetleri yapılmamaktadır. Makine (teknik donanım) yetersizliğinden dolayı açık olan dere yataklarında biriken malzeme zamanında yatak dışına çıkarılmamaktadır. • Yerel yönetimler köprü ayakları arasında biriken malzemeye müdahale edememektedir. Bununla beraber dere yataklarından kontrolsüz malzeme alımı sonucu dere yatağındaki su akımı değişmekte ve dere taban kotunun düşmesi sonucu yapılan koruyucu yapılar yıkılmaktadır. • Heyelan artıkları, ev, yol ve HES inşaatlarından çıkan hafriyat ve çöpler dere yataklarına kontrolsüz bir şekilde atılıyor. Ayrıca şehir içindeki dereler, yolu kutu menfezle geçmek yerine büzle geçmektedir. Liman ve otoyollar nedeniyle menfezlerle gelen taşkın suyu, hızla ve en kısa yoldan denize ulaştırılmamaktadır. • Su yapılarında birçok mühendislik ve proje hatası vardır. Örneğin, menfezlerin önüne suyla gelen malzemenin tıkanıklık yaratmasını önlemek için eğimli ızgaralar konulmamaktadır. Yüksek hidrolik yarıçapa sahip, yeni, düzgün açılmış, toprak drenaj kanalları için geçerli olan Manning pürüzlülük katsayısı 0,028 olarak kullanılmaktadır. Yatağı düzgün olmayan ve yatakta, şehir atıkları, ağaçlar, çeşitli büyüklükte rusubat, kurplar taşkın kanalları için de aynı ve yanlış bir şekilde kullanılmaktadır. Benzer şekilde göllerdeki buharlaşmayı hesaplamada kullanılan tava katsayısı da, sodalı, tuzlu denilmeden tüm göller için aynı şekilde kullanılmaktadır. • Yöre halkı ve yerel yönetimler, sel afetini yönetmek (risk azaltma, hazırlık, erken uyarı, müdahale) için gerekli teçhizat, para, bilgi ile birlikte temel afet bilincinden yoksundur. Selle mücadelede kum torbası gibi yöntemler gerektiğinde doğru bir kullanım yapılmamaktadır. Böylece halkın otomobil ile ve yaya olarak sel sularına girerek ölmesi engellenmemektedir.

82

Özetle, özellikle Karadeniz’deki sellerin, karayoluna ve dere kenarındaki yerleşim alanlarına zarar vermesi, dere yatağının daraltılması ve yerleşim yerleri tesis edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, dere yatakları daraltılmamalı, kıvrımları kanallar ve istinat duvarları ile yok edilmemeli ve buralarda yerleşime izin verilmemelidir. Dere kenarlarının hemen yanındaki düzlüklerin aslında derelerin doğal yataklarının sınırları içerisinde olduğu ve bu düzlüklerin de belirli aralıklarla (10 – 50 - 100 yıl) “doğal olarak” taşkınlara maruz kalabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle de yerleşim, arazi kullanımı ve yol planlaması gibi uygulamalar bu gerçekler göz önünde bulundurularak ve uzmanların görüş ve önerileri doğrultusunda yapılmalıdır. Yağışın yere düştükten sonra geçirdiği evreler ve bunun bir felakete dönüşmesi sadece yağışın şiddeti ile açıklanamaz. Çünkü seller, yağış, yüzey akış katsayısı, buharlaşma, rüzgar, deniz su seviyesi ve yerel arazi şartlarının etkileşimi sonucu oluşmaktadır. Son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde genellikle daha ucuz olan çukur bölgelerdeki dere yataklarına yerleşim sayısında büyük artışlar olmuştur. Benzer şekilde gelişmiş ülkelerde de yüksek gelirli insanlar göl ve deniz kıyılarına yerleşmektedir. Diğer bir deyişle küresel iklim değişikliği ile birlikte insan yerleşimindeki değişimler de sel afetlerinin sayısında büyük rol oynamaktadır. Bu durumda, Türkiye’de arazi kullanımı, şehirleşme, taşkın yataklarındaki yapılaşmalar ve diğer altyapı ve sosyo-ekonomik faktörleri tümüyle düşünerek sel olayını bütüncül olarak ele almak bir zorunluluk olmuştur. Romalılardan beri insanlar özellikle seller ile mücadele etmek için barajlar ve su bentleri inşa etme yoluna gitmiştir. Fakat 1950’li yıllardan sonra selden korunma kavramı önemli ölçüde değişmiştir. Büyük, küçük her nehre bir baraj yapılamayacağı gibi, artık sellerin sadece nehirler ile ilişkili olmadığı da görülmüştür. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde gelişmiş hidro-meteorolojik gözlem ağları, meteoroloji radarı, otomatik akım ve yağış istasyonları ve hidro-meteorolojik modeller ile doğru ve erken nehir su seviye (yani sel, taşkın) tahmini ve uyarıları ile can ve mal kayıpları en aza indirgenmiştir. Son yıllarda yaşanan ve can kayıplarının yanında büyük ekonomik kayıplara yol açan sel olayları (Şekil 4.5.23), Türkiye’yi “Risk Azaltma Yaklaşımı” adı verilen sel zararlarının azaltılması ve kontrol edilmesi yönünde yeni bir yaklaşıma yöneltmiştir. Örneğin, Türkiye-Bulgaristan Sınır Ötesi İşbirliği Projesi; sel tahmini için kapasite geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu yaklaşım BM ve WMO tarafından sellerde kriz yönetimi yerine kabul gören risk yönetimi sisteminin de bir parçasıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin tamamının sel ve heyelanlar açısından bir ana plan çerçevesinde incelenmesi; çığ, heyelan ve seller gibi afetleri engellemek için her bölgeye ait heyelan ve sel haritalarının hazırlanması gerekmektedir.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.5.23. 1975-2012 (Ağustos ayına kadar) DSİ kayıtlarına geçmiş olan akarsu seli (taşkın) afetinin sayıları, neden oldukları can kayıpları ve su altında kalan alanların yıllık değişimleri. İnşa edilen taşkından koruma yapılarında büyük artış olmasına rağmen kayıplarda önemli bir azalma görülememesi bu konuda iklim risk yönetimi yaklaşımının önemini ortaya koymaktadır.

KUTU 4.5.3. Şehir Selleri Ülkemizin Birinci Afeti Olma Yolunda

Şekilde görüldüğü gibi şehirleşme nedeniyle yağışlar, kırsal alana göre çok daha hızlı bir akışa geçebilmekte ve ani sellere neden olabilmektedir. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı son yıllarda Türkiye’nin büyük şehirlerinde görülen seller, artan sıklığı, şiddeti ve etki süresinden dolayı depremin ardından en yıkıcı ikinci doğal afet olarak afet sıralamasında yerini almıştır. Aşağıdaki haber örneklerinde de görüleceği gibi bu tür seller olmaya devam ettiği takdirde şehir sellerinin neden olduğu hasarın depremi geçmesinden korkulmaktadır. İstanbul’da sel felaketi - 31 ölü: “8 Eylül 2009 tarihinde Trakya›yı esir alan ve yedi cana mal olan afet bugün İstanbul’u vurdu. Marmara Bölgesi, 17 Ağustos depreminden beri ilk kez bu boyutta bir afet yaşıyor. İki günde 31 can alan felaket havalimanına ulaşımı felç etti.” http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12441217.asp (9 Eylül 2009) Son seldeki hasar 150 milyon doları geçecek: “9 Eylül 2009’daki sel afeti, aylardır ekonomik kriz yüzünden zor günler geçiren sigorta sektörüne de ağır darbe vurdu. Sigorta sektörü, son 20 yılda sel felaketlerine toplam 140 milyon dolara yakın hasar ödemesi yaptı. Geçtiğimiz hafta yaşanan sel felaketinin ise sigorta sektörüne maliyetinin 150 milyon doların üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Bu nedenle de sigortacılar, hasar maliyeti en yüksek sel afeti ile karşı karşıya kaldıklarını belirtiyor. Sigortacılar, depremden sonra en fazla can ve mal kaybına yol açan doğal afetin, sel afeti olduğuna da dikkat çekiyor.” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12475619&p=2 (14 Eylül, 2009)

Sonuç olarak, Türkiye’nin özellikle kıyı kuşağı, delta ve vadiler, şiddetli yağışlara bağlı sel riski taşıyan alanlardır. Buralarda meydana gelebilecek sel felaketlerinde, şiddetli yağış tetikleyici unsur olmakla beraber, aynı zamanda jeomorfolojik yapı, çarpık şehirleşme ve sel yataklarına ev yapımı gibi diğer faktörler de önemli rol oynamaktadır. Bu durumda dere yataklarına yapılaşma engellenmediği, gerçek anlamda

dere ıslah çalışmaları yapılmadığı ve özellikle bölgede yaşayan halk seller konusunda daha bilinçli davranmaya teşvik edilmediği sürece daha az şiddette meydana gelen yağışlar dahi bu tür afetlerin hazırlayıcısı olacaktır. Bu tür çalışmalar, afet yönetimi konusunda çalışan kurum ve kuruluşlara gerekli tedbirleri almaları ve planlamaları yapmaları bakımından önemli kolaylıklar sağlayacaktır.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

83


KUTU 4.5.4. 2009 Giresun Selleri ve Alınan Dersler Giresun’daki seller, selde yaşanan problemler ve sel sonrası Giresun Belediyesi’nin sellere karşı yaptığı çalışmalar 10 Şubat 2011 KTÜ’de düzenlenen bir sempozyumda Belediye Başkanı tarafından özetle şöyle anlatılmıştır: Giresun merkeze 21 Temmuz 2009’da 154 kg/m2, 24 Temmuz 20092da 95 kg/m2, 27 Temmuz 2009’da da 157 kg/m2 yağış düşmüş. Böylece Giresun’da 10 günde metrekareye 405 kg yağış düştü. Bu yağış son 60 yılın en büyük yağışıdır. Karadeniz sahil yolu belki günün koşullarına göre tam hesaplanamadığından, afet esnasında şehirde su, yolun karşısındaki denize ulaşamamıştır. Daha sonra yapılan çalışmalarda DSİ’nin çabalarıyla karayolu üzerine 700 m aralıklarla 3 adet yeni menfez yapılmış ve bu sayede artık yağmur suları rahatlıkla denize ulaşabilmektedir. Bunun yanı sıra çarpık kentleşme, dere yatağındaki yapılaşmalar; geçmişten bugüne kent bölgesindeki afetlerinin şiddetini giderek artırmıştır. Saatlerce yağan yağmurla birlikte Aksu, Boğacık Sütlaş, Küçükgüre ve Büyükgüre dereleri taşmıştır. Aksu Deresi kenarındaki binalarda oturan birçok kişi, sivil savunma ekipleri tarafından kurtarılmıştır. Şehirlerarası ulaşım durdu ve araçlar yollarda kaldı. İlçe ve köy yolları kapandı. Birçok araç denize sürüklendi ve kayboldu. Şehiriçi yollarımızın % 40’ı kullanılamaz hale geldi. Altyapı şebekesinin önemli bir bölümü tıkandı. Şehir suyu şebekesinde zararlar meydana geldi. Bazı mahallelerimizde heyelan oluştu. Giresun’da 462 konut, 6 resmi kurum, 179 iş yeri ve 103 araç zarar gördü. Giresun Belediyesi olarak, ülkemizde henüz yapılmaya başlanan “Afet Riski Yönetimi” konusunda harekete geçmekte gecikmedik. Şehrimizin mevcut altyapısına 110 km daha altyapı ekleyerek, olası afetlere karşı daha dirençli bir kent yapısı meydana getirmeye çalıştık. DSİ görüşüne dayanarak geliştirilen dere yatakları koruma sınırında bulunan ve imar planında kuru dere yatakları olarak işlenmiş olan arazilere yapı yasağı getirdik. Böylece herhangi bir selde koruma sınırında oluşabilecek afete önlem almaya çalıştık.

KUTU 4.5.5. GAPSEL: Sel Riskinin Azaltılmasına Yönelik Toplum Tabanlı Bir Proje Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Bölgesi’nde şiddetli yağışların görüldüğü sıcak havalarda, can ve mal kaybına neden olan ani seller meydana gelmektedir. Gelişen yerleşim bölgeleri, altyapı ve endüstri tesisleri, tarım ve turizm alanları gibi sosyal ve ekonomik değerler artan sellerin tehdidi altındadır. Geçtiğimiz yıllarda meydana gelen şiddetli yağışlar ve seller bölgeyi sosyal, çevresel ve ekonomik açıdan olumsuz yönde etkilemiştir. Örneğin, 2006 yılında meydana gelen sel sonucunda 42 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi kentsel alt yapının ve tarımsal arazilerin zarar görmesi sonucunda ekonomik ve sosyal açıdan etkilenmiştir. Bunun üzerine sel afetinin olumsuz etkilerinin giderilmesi ve benzer afetlerin ortaya çıkmasını engelleyecek uzun vadeli çözümler üretilmesinin sağlanması, yerel kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının sel riskinin azaltılmasına yönelik kapasitelerinin geliştirilmesi amaçlanmıştır. Aralık 2008 – Nisan 2010 süresince uygulanan “GAP Bölgesi’nde Sele Maruz Kalan Alanlarda Sel Riskinin Azaltılması Projesi” (GAPSEL Projesi) kapsamında belirlenen bu hedeflere ulaşabilmek amacıyla; “Sosyal Destek ve Fiziksel Planlama/ Yatırım Hibe Programı” bileşeni ile “Kapasite Geliştirme Bileşeni” olmak üzere iki bileşende çeşitli faaliyetler yürütülmüştür. Hibe projeleri belediyeler, yerel kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşlarını da kapsamıştır. GAPSEL Projesi, bölgenin selden en çok etkilenen Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak gibi altı ilini kapsamaktadır. Proje kapsamında Adıyaman, Gaziantep ve Kilis illerine de teknik destek sunulmuştur. Bu çalışma ile afete dirençli toplum oluşturulması, kurumsal afet yönetimi kapasitesinin geliştirilmesi, temel ilkyardım, temel sağlık, güvenli annelik, psiko-sosyal sel sonrası travma desteği, sel mağdurlarına yönelik mesleki eğitim ve beceri geliştirme için 2.2 milyon Avro tutarında 21 proje yürütülmüştür. Ayrıca dere ıslahı, altyapının güçlendirilmesi (kanalizasyon ve yağmur suyu drenajı), afet koordinasyon merkezlerinin kurulması gibi 12 milyon Avro tutarında 16 fiziksel proje gerçekleştirilmiştir. Bu proje ile Türkiye’de ilk defa, Avrupa Birliği Sel Direktifi ile (2007/60/EC) uyumlu olarak gerekli çalışmalar yapılmış, direktifin gereği olarak Sel Risk Yönetim Planı hazırlanmasına yönelik el kitabı hazırlanmıştır. Ayrıca, risk önlemeye yönelik, hem sosyal hem de fiziksel altyapı tedbirlerinin birlikte ele alındığı bu proje ile kurum içi ve kurumlar arası koordinasyonun geliştirilmesi, kurumsal kapasitelerin artırılması ve halkın bilinçlenmesini sağlayıcı faaliyetlerle toplum temelli kalıcı bir yapının oluşturulması yönünde gerekli sürecin ilk ve kapsamlı adımı atılmıştır. (http://www.gapsel.org/index.php, Temmuz, 2011.)

84

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Sel riskinin yönetimi için yapılan bu çalışmaların başarılı olabilmesi için aşağıdaki, vb. hususların da göz önünden bulundurulmasında yararlar vardır: • Dere yataklarında ıslah çalışmalarını basit anlamda sadece tahkimat çalışması olarak değerlendirmemek gerekir. Bu alanlarda öncelikle dere yatağını geniş bir şekilde düzenleyen planlar hazırlanmalı ve bu planlara göre mülkiyet yapısı yeniden düzenlenmelidir. • Hazırlanan planlarda Kıyı Kanunu’nun öngördüğü şekilde, devletin hüküm ve tasarrufu altında olan özel mülkiyete konu olmayan alanların tespit edilmesi gerekir. • Dere yataklarında güzergâh değişikliğinde ortaya çıkan, tescile konu olan ve maliye hazinesi adına tescilleri yapılan alanlar, dere yataklarının ıslahı çalışmalarında özel mülkiyete yapılan müdahalelerde bedel olarak kullanılmalıdır. Böylece kamulaştırma gerekmesi durumunda maliyet düşürülecektir. • Sürekli sellere maruz kalan veya heyelan bölgelerinde, kadastro açısından yenileme çalışmalarına öncelik verilmelidir. • Sel felaketlerinin sadece bazı kamu kuruluşlarının alacağı tedbirler ve yapacağı çalışmalarla önlenmesi mümkün değildir. Toplumun bütün fertlerinin ve kurumların, özellikle mahalli idarelerin üzerine büyük görevler düşmektedir. Bu sebeple sellerin sebepleri ve sonuçları konusunda vatandaşlar, kurumlar ve mahalli idareler sürekli ve periyodik olarak bilinçlendirilmelidir. • Başbakanlık genelgesinde belirtildiği üzere dere yataklarına yapılan müdahalelerin kaldırılması hususunda yaptırım gücü mülki amirlerde bulunduğundan, DSİ tarafından kaldırılması gerekli görülen yapılar için mülki amirlerce gerekli hassasiyet gösterilmelidir. • DSİ’den izin alınmadan dere yataklarına hiçbir şekilde müdahale edilmemeli ve mülkiyeti vatandaşa ait olsa bile dere yatağını daraltacak şekilde tesis yapılmasına izin verilmemelidir. • Yapılacak köprü, istinat duvarı, kıyı duvarı, topuklu dere kaplamaları gibi su yapıları sağlam temellere oturtturularak, yapı ile ana kaya bağlantısı mutlaka sağlanmalıdır • Dere ve sel yataklarında yetişen ya da yatakta sürüklenen ağaç ve çalı gibi odunsu bitkiler düzenli aralıklarla temizlenmeli, yüksek akışlar sırasında sığ kökleri nedeniyle kolayca devrilen ve su akışını yatak dışına yönlendiren kavak ve söğüt gibi ağaçların yataklar içine ya da kenarlarına gelişigüzel dikilmesinden kaçınılmalıdır. • Dere ve sel yatakları içinde ve kısmen de kıyı çizgileri üzerinde yapılaşmalar önlenmeli, bu konuda özellikle yerel yönetimlerin imar planlarında yeni

düzenlemelere gidilmeli, heyelanlı ya da heyelana yatkın yamaçların yerleşim yerine dönüştürülmesi engellenmeli, atık sularının yamaca sızdırılması ve heyelanı tetiklemesi önlenmelidir. • Halkın uyarıları algılayıp doğru önlem alabilmesi için eğitimler düzenlenmeli ve halkın afet öncesi yapılan sel risk haritası gibi çalışmalara katılımı sağlanmalıdır. Sel tehlikesini ve geçmişte yaşanmış olan selleri hatırlatan işaretler de uygun yerlere konulmalıdır. • Sel yatakları belirlenmeli ve varsa eski haritalar yenilenmelidir. “Yerleşime Uyguluk Haritaları” tüm afetler dikkate alınarak disiplinler arası çalışmalarla yeniden hazırlanmalıdır. • Şehir ve kırsal alanlarda yapı ruhsatları verilirken sel, heyelan alanları dikkate alınmalıdır. Sel yataklarına yapılaşma ve müdahaleler tümüyle engellenmelidir. • Sel yataklarındaki mevcut tüm bina ve altyapı tesisleri belirlenmelidir. Sel yatakları ıslah edilirken mevcut yerleşimler kaldırılmalı veya varsa kritik tesisler sele karşı güçlendirilmeli veya yükseltilmelidir. • Kapatılmış olan akarsular açık mecralara dönüştürülmelidir. Akarsuların, periyodik bakım, onarımı yapılmalıdır ve dere yataklarından kontrolsüz malzeme alımı engellenmelidir. • Liman ve otoyol gibi yapılar nedeniyle, menfezlerle gelen taşkın suyunun hızla ve en kısa yoldan denize ulaştırılmasını engelleyen uygulamalar terk edilmelidir. • Bir kaç büzün bir araya getirilerek köprü oluşturulması gibi sakıncalı uygulamaları önlemek için “Köprü Yönetmeliği” geliştirilip uygulanmalıdır. Dere yolları, en az 100 yıllık fırtına verisine göre boyutlandırılıp, inşa edilmiş kutu menfezlerle geçmelidir. Köprü ayakları arasında biriken malzemeye ilgili kurumlar gerektiğinde müdahale etmelidir. • Yollardaki yağmur suyu tahliye sistemleri, boyutları ve sayısı artırılmış mazgallar ile birlikte boyutları artırılıp kanalizasyondan ayrılmış drenaj sistemiyle geliştirilmelidir. • Sel tehlikesi olan il ve ilçelerin “Afet Acil Yardım Planları” içerisinde seller için özel tahliye, toplu bakım ve barınma konuları da ele alınmalıdır. Mevzuat ve kurumsal reformlarla Türkiye›nin sel tahmin, erken uyarı ve afet yönetimi kapasitesi güçlendirilmelidir. • Mevzuattaki “Su Basman Seviyesi” yeniden tanımlanıp imar, iskân, ruhsat işlemlerinde önemle dikkate alınmalıdır (bu kelime Fransızca “soubassement” kelimesinden dilimize uyarlamış fakat gerçek anlamda su basma seviyesi ile ilişkilendirilmemiştir). Sel tehlikesi de “Doğal Afetler Sigortası” kapsamına alınmalı ve sigorta birimleri “binanın su basman seviyesine” göre belirlenmelidir. Zorunlu olarak sel tehlike bölgesinde yapılması gereken binalar için yönetmelikler hazırlanmalıdır. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

85


Sonuç olarak; yukarıda sıralanan Türkiye gerçekleri de dikkate alınarak, BM ISDR Hyogo Çerçeve Eylem Planı’na göre hazırlanmış olan “Avrupa Birliği Sel Direktifi”ne göre sırasıyla Türkiye’de de: 1. Sel Riski Ön Değerlendirmesi, 2. Sel Tehlike ve Risk Haritaları, 3. Sel Riski Yönetim Planı hazırlanıp yürürlüğe konulmalıdır. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da

Risk

(etki) • • • • • • • • •

Can Sağlık Tarım Ulaşım Erozyon Turizm Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum) • • • • • • • • • • • • •

x

SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Doğru tüketim Sel yataklarının korunması Yeniden kullan Sel yataklarının temizliği Taşkın koruma yapılarının inşaası Doğru yol, köprü, menfez, vb sanat yapısı inşası ....

bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin sellerle birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte sel tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmektedir. Zarar görebilirliği azaltılabilmesi sel yataklarındaki ve şehirlerdeki maruziyetin azaltılması için erken uyarı sistemleri ile birlikte sellere dirençli yerleşimlerin geliştirilmesi ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet (sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme • Tahmin • Erken uyarı • Sel Bölgeleme • Arazi kullanımı • Kıyı kullanımı • Kadastro ve Tapu • Drenaj • Subasman • ....

Savunmasızlık

x

(azaltma)

• • • • • • • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale planı Müdahale kapasitesi Köprü Yönetmeliği Subasman Yönetmeliği Sel yataklarının ıslahı Kum torbası Haşereyle mücadele Sellere uygun bina inşası Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Sigorta, Hava Türevleri Tatbikatlar Uzman ağı ve platformu Bilimsel araştırmalar ...

4.6. RÜZGAR FIRTINALARI Fırtınalar meteorolojide olduğu gibi toplum hayatında da önemli etkilere sahip olaylardır. Çok çabuk gelişen konvektif fırtına sistemleri, neden oldukları ani yağışlarla hızla akışa geçerek sellere, kuvvetli rüzgarın etkisiyle de can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Bu nedenle fırtınalar insanın sosyo-ekonomik aktivitelerini etkileyebilmektedir.

Türiye’de herkes tarafından kabul görmüş “fırtına” tanımı yoktur. Örneğin, ABD’de aşağıdaki kriterler oluştuğunda Ulusal Meteoroloji Teşkilatı Bölge Müdürlükleri “Şiddetli Yerel Fırtına Uyarısı” yaparlar (Hales, 1988): - Hortumlar - 5 cm veya daha büyük çaplı dolu - 65 knot veya daha büyük rüzgar hamleleri - Bir ölü, üç veya daha fazla yaralı ya da 50.000 dolardan daha fazla ekonomik kayba neden olan ya da olabilecek hava olayları

Tanım Rüzgar, havanın dünya yüzeyine göre yatay hareketidir. Havanın yatay hareketi, yer seviyesindeki basınç alanları arasındaki farka göre oluşur. Yüksek basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğru hava hareketi diğer bir deyişle rüzgar oluşur. Rüzgarlar, hızı ve yönüyle ölçülürler. Rüzgarın hızı arttıkça beraberinde şiddetli yağmur, kar ve dolu yağışını getirdiği görülür. Rüzgarın hızı ve şiddeti oranında doğaya ve insana vermiş olduğu zararlar da artar.

86

Bu nedenle meteoroloji biliminde “fırtına”, şiddetli rüzgarlar ile birlikte yeryüzünde çeşitli zararlara neden olan yağmur, kar, dolu ve benzeri meteorolojik durumları belirten genel bir terimdir. Bunun içinde fırtınaların; yağmur fırtınası, rüzgar fırtınası, kar fırtınası, dolu fırtınası, toz

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


fırtınası, kum fırtınası ve benzeri gibi çeşitleri vardır. Rüzgar olmadan fırtına olmaz. Bu nedenle günlük dilde yalnızca “fırtına” denilmesinden rüzgar fırtınaları anlaşılmaktadır (Kadıoğlu, 2001). Genel olarak halk arasında “fırtına” denildiğinde, kuvvetli rüzgarlar akla gelmektedir. Fırtına, meteorolojide de bu anlamı ifade etmekle birlikte asıl olarak sellere neden olan kuvvetli yağmurları ve yıkıcı rüzgarları üreten hava sistemleri olarak bilinir. Fırtına sistemleri sıradan gözlem şebekeleriyle ve bilgisayar tahmin modelleriyle belirlenemeyecek kadar küçük ölçekli de olabilir. Bunun yanı sıra çok az gözlem şebekesinin bulunduğu açık denizler üzerindeki fırtına sistemlerinin tahmini de zordur. Ülkemizde rüzgarların lodos, poyraz, karayel, keşişleme, yıldız, vb. gibi yerel adları vardır (Kadıoğlu, 2004a, b). Halk arasında rüzgarlardan en çok bilineni kuzeydoğudan esen poyraz ve güneybatıdan esen lodostur. Lodos, dağlardaki karların hızla erimesine yol açarak sellere de neden olabilir. Lodos sırasında oluşan kar erimeleri ve sonrasında görülen soğuk cepheye bağlı sağanak yağışlar, toprağın suya doymasına yol açarak heyelana ve kent içinde de sellere neden olabilmektedir. Ayrıca lodoslu havalarda soba zehirlenmeleri Türkiye’de sık rastlanılan bir olaydır (Kutu 4.6.1). Lodos esmesi durumunda orman yangınlarının yayılma hızı artar ve bu nedenle lodoslu havalarda çıkan orman yangınlarının söndürülmesi oldukça zorlaşır. Düz esen rüzgarlar Bofor ölçeğine göre sınıflandırılır. Türkiye’de yaygın olarak görülen düz esen rüzgarlar belli bir şiddeti aştığında “fırtına”, “fırtına çıktı” ya da çok yıkıcıysa “kasırga koptu” şeklinde adlandırılırlar. Diğer bir deyişle, rüzgar fırtınaları, yapıları gereği bir yönde “düz esen” ve “kendi ekseni etrafında dönerek esen” rüzgarlar olarak ikiye ayrılırlar. Belli başlı 8 rüzgar yönü vardır. Rüzgar yönleri dünyanın her yerinde genellikle N, NE, E, SE, S, SW, W ve NW harfleri ile tanımlanırlar (bunlar yönlerin İngilizce yazılışının baş harfleridir; N- North - Kuzey gibi). Dönen rüzgarların en küçüğü “toz şeytanı” denilen birkaç metre çaplı ve bir kaç dakikayı geçmeyen sürede yazın öğle sıcağında tarlalarda ot ve çöpü havalandıran bir rüzgardır. Dönen rüzgarların ikinci derecede büyük olanı “hortum” adını alır. Bunlar, birkaç yüz metre çaplı, ilerleme hızı 50 km/saati bulabilen, yarım saat kadar devam edebilen rüzgarlardır. Dönme hızı 500 km/saati ve yükselme hızı 350 km/saati bulabilen hortumlar vardır. Hortum, küçük çaplı da olsa en yıkıcı rüzgarlardan biridir. Hortumlar Fujita ölçeğine göre 0, 1, 2, 3, 4 ve 5 şeklinde değerlendirilirler. Hortumlar; küçük, güçlü ve alçak basınç alanlarında, hızlı bir şekilde kendi etrafında dönen rüzgarlardır. Hortumların oluşumu her zaman huni seklini almış bir bulut ile başlar. Bu huni bulut, bir filin hortumuna benzer. Şiddetli gök gürültüleri ile birlikte dönerek ilerleyen huni bulut yer-

le temas ettikten sonra hortum olarak adlandırılır. Üstten bakıldığı zaman hortumların çoğunun saat ibresinin ters yönünde dönen bir topaç gibi sola doğru gittiği görülür. Çok az bir miktarının da saat ibresinin yönünde döndüğü ve sağa doğru gittiği görülmüştür. Hortumlar bazen deniz üzerinde oluşur ve “su hortumu” adını alırlar. Su hortumu, bazen kara üzerinde oluştuktan sonra su üzerine hareket etmiş bir hortum da olabilir. Su hortumları, daha çok sıcak sığ su yüzeyleri üzerinde oluşur. Çoğu hortum 10-15 dakika sürer ve ortalama 10 km yol alır. Hortumların 100 km’den daha fazla yol aldıkları ve varlıklarını saatlerce sürdürdükleri durumlar da görülebilmektedir. Dönen rüzgarlardan üçüncü derece büyük olanı, en büyük dönen rüzgarlar, “tropikal siklon” adını alır. Bunların yerel olarak tayfun, hurricane, willy willy ve benzeri farklı adları vardır. Türkiye’de Türkçe ses uyumuna en yakın olan “tayfun” kelimesinin tüm güçlü tropikal siklonlar için kullanılması doğru olacaktır. Tropikal bölgelerde su sıcaklığının 27°C›yi geçtiği ve buharlaşmanın fazla olduğu, yani fırtına oluşumu için gerekli olan gizli ısının atmosfere fazla taşındığı, zamanlarda tropikal fırtınalar ortaya çıkar. Tropikal fırtınalar, daha çok Koriyolis etkisinin belirmeye başladığı 5-20 derece kuzey ve güney enlemlerinde ortaya çıkar ve her iki yarım kürede dönme yönleri Koriyolis etkisiyle farklı yönlere sapar. Doğudan batıya gelen alizeler nedeniyle tropikal fırtınalar doğudan batıya doğru giderek ülkelerin genellikle doğu kıyılarını etkiler. Bu nedenlerden dolayı, Türkiye için tayfun tehlikesi yoktur denilebilir. Son yıllarda Türkiye’de de sık görülmeye başlanan hortumların çapı 100 ila 600 m arasındadır. Büyük çaplı hortumların 1.600 metreyi aştığı da görülebilmektedir. İlerleyen bir soğuk cephenin önünde oluşan hortumlar güneybatı rüzgarları tarafından yönlendirilirler ve bu yüzden güneybatıdan kuzeydoğuya doğru 20 ila 40 knot arasındaki bir hızla hareket ederler. Bununla beraber bazılarının hızlarının 70 knot›ı geçtiği de görülebilmektedir.

Etki Fırtınalar, başta ulaşım olmak üzere pek çok sektörün faaliyetlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Kuvvetli konvektif hareketler sonucunda meydana gelen türbülanslar da uçaklar için büyük tehlikeler oluşturmaktadır. Türkiye’de ve dünyada taşımacılıkta deniz ve hava yollarının önemi çok büyüktür. Özellikle, denizler üzerinde oluşan fırtına sistemleri, gemilerde büyük can ve mal kayıplarına, sahil ve sahile yakın yerleşim alanlarında, özellikle rüzgar yönündeki dağ yamaçlarında aşırı yağışlara, sellere ve bu nedenlerden ötürü insan ve hayvan kayıpları ile birlikte büyük maddi zararlara neden olurlar (Tablo 4.6.1).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

87


Tablo 4.6.1. 2007 yılında Türkiye genelinde görülen rüzgar fırtınalarına örnekler (Yücetürk, T.A., 2008: E.N MANOS Sigorta Eksperliği Ltd. Şti.) 28.01.2007

Kahramanmaraş

Yerleşim yerleri zarar gördü.

02.02.2007

Trabzon

Yerleşim yerleri zarar gördü.

20.03.2007

Güzelyalı/İzmir

İnsan, hayvan, ulaşım ve yerleşim yerleri zarar gördü.

21.03.2007

Çanakkale

İnsan, hayvan, ulaşım ve yerleşim yerleri zarar gördü.

23.03.2007

Datça/Muğla

Yerleşim yerleri zarar gördü.

23.03.2007

Gölcük/Kocaeli

Yerleşim yerleri zarar gördü.

24.03.2007

Adana

Yerleşim yerleri zarar gördü.

26.05.2007

Arapkir/Malatya

İnsan, hayvan, ulaşım ve yerleşim yerleri zarar gördü.

10.06.2007

Malatya

Yerleşim yerleri zarar gördü.

27.06.2007

Demirci / Manisa

Yerleşim yerleri zarar gördü.

02.09.2007

Tekirdağ

Yerleşim yerleri zarar gördü.

10.11.2007

Denizli

İnsan, hayvan, ulaşım ve yerleşim yerleri zarar gördü.

10.11.2007

Güzelyalı/İzmir

İnsan, hayvan, ulaşım ve yerleşim yerleri zarar gördü.

28.11.2007

Muş

İnsan, hayvan, ulaşım ve yerleşim yerleri zarar gördü.

15.12.2007

Erzurum

Yerleşim yerleri zarar gördü.

İnsan ve hayvanlar, havanın nemine ve esen rüzgarın şiddetine göre termometreden farklı olarak hava sıcaklıklarını hisseder (Kadıoğlu, 2001; Kadıoğlu, 2004a, b). Fakat şehir merkezlerinde artan pürüzlülükten dolayı azalan rüzgar hızları nedeniyle, şehrin çevresindeki soğuk havanın hareketleri engellendiği için doğal yollarla şehirlerin havalandırılması ve şehir içindeki hava sıcaklığının düşürülmesi mümkün olamamaktadır. Bölgesel rüzgarlar ancak belli bir kritik değeri geçtiği zaman şehir içindeki sıcak hava dağılabilmektedir. Bu da sıcak, nemli ve lodoslu günlerde şehirleri çok bunaltıcı bir hale getirmektedir. Benzer şekilde İstanbul Boğazı’nda rüzgar ve akıntının seyre olan etkisi deniz kazalarının nedenlerinden biridir. İstanbul Boğazı’nda üst akıntıların kuzeyden güneye olması nedeniyle genellikle Karadeniz’den Marmara’ya gelen gemilerin kazaya uğradığı görülmektedir. Örneğin, 1982-1999 yılları arasında, %15,6’lık bir oranla, Ocak ve Şubat ayı kazaların en yüksek olduğu aylardır. %14,7 ile Mart, %10,6 ile Kasım ve %10,1 oranıyla Aralık ayı gelmektedir. Bu oranlar kışın etkili olan fırtına şiddetindeki rüzgarların akıntılar ve dolayısıyla kazalar üzerinde önemli etkisi olduğunu göstermektedir (Sezgin ve Kadıoğlu, 2000). Kara yollarındaki trafik akışında ve trafik kazalarında da, şiddetli rüzgarlar etkili olabilmektedir. Rüzgar, asma köprüler ve gökdelenler gibi meteorolojik şartlara çok duyarlı bina ve tesislerde hayati önem taşımaktadır. Ülkemizde rüzgarın asma köprü üzerindeki etkisine örnek olarak, 22 Ocak 2003’teki kar fırtınasında Boğaziçi Köprüsü’nün askı

88

halatının kopması gösterilebilir. Şiddetli esen rüzgar (122 km/h hızla) askı halatının sürekli titreşimine sebep olmuş, dolayısı ile çelik askı halatının bağlantı noktası olan plakanın kopmasına neden olmuştur. Dünyada aşırı rüzgarlardan dolayı asma köprüler dâhil birçok köprü yıkılmıştır. Anlık ölçümler sayesinde köprüler zamanında trafiğe kapatılarak büyük facialar önlenmiştir. Ayrıca, şiddetli rüzgarlar asma köprü ve viyadüklerde iki katlı otobüs veya tırların da devrilmesine veya savrulmasına neden olabilmektedirler (Öztürk ve Kadıoğlu, 1996; Kadıoğlu ve Öztürk, 1996). Bu nedenle gelişmiş ülkelerde, kara yolları ve köprülerde rüzgar hızına göre, alınması gereken önlemler önceden belirlenmiş durumdadır. Özetle, çatılar, bacalar, soğutma kuleleri, yüksek yapılar, köprüler, kablolar, asma köprüler gibi narin yapılar şiddetli rüzgarlara karşı çok duyarlıdırlar. Bu tür bina ve tesislerin güvenle işletilmesinde rüzgar şiddeti ve esme şekli hayati önem taşımaktadır.

Dağılım Türkiye’de fırtına ve kuvvetli rüzgarlara bağlı olarak yılda ortalama 35 afet yaşanmakta olup, özellikle Kuzey Ege Bölgesi ile batı ve orta Akdeniz bölgelerinde fırtınalar gözlenmektedir (Şekil 4.6.1). Bu dağılımda cephe sistemlerinin etkisi önemli rol oynamaktadır. Diğer bir deyişle gezici orta enlem siklonlarına (cephesel alçak basınç sistemleri) bağlı fırtınalar, meteoroloji kökenli yıkıcı doğal afetlerin en önemlilerinden biri olabilmektedir.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Hortum, dünyanın birçok yerinde meydana gelebilen insanın canı ve malı için önemli tehlikeler oluşturabilen atmosfer olaylarından biridir. ABD’de, yılda ortalama 700 hortum oluşmakta ve bu hortumların vermiş olduğu hasarlara bağlı olarak 100 kişi ölmektedir. Bu verilere istinaden, hortumların sadece ABD’ye özgü bir atmosfer olayı olduğu

gibi yanlış bir kanı yerleşmiştir. Hortumlar, ABD başta olmak üzere orta kuşak ülkelerinde görülebilmektedir. Nitekim Türkiye’de de ölümcül hortumlar görülmüştür (Şekil 4.6.2). Örneğin, Haziran 2004 Ankara Çubuk, Sünlü köyünde hortum nedeniyle 4 kişi hayatını kaybetmiştir.

Şekil 4.6.1. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgar ve fırtına gözlem sayılarının yersel dağılımı.

Şekil 4.6.2. Türkiye’de 2001-2010 yılları arasında gözlenen hortum olaylarının yersel dağılımları.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

89


Hortumlar, Akdeniz ülkelerinde sonbahar aylarında yoğunlaşırken, Avrupa’nın diğer kısımlarında, yaz aylarında yoğunlaşmaktadır. Yunanistan ve Girit’te, Ocak, Şubat, Ağustos ayları ile birlikte sonbahar aylarında ve Ocak ayında birçok hortum gözlenmiştir. Türkiye’de ise en çok hortumun rapor edildiği zaman Ekim ayıdır. İklimsel ve topografik benzerliklerinden dolayı, Türkiye kıyıları Akdeniz ülkelerine, İç Anadolu ise az olsa da Avrupa’nın diğer kısımlarına benzer bir hortum dağılımına sahiptir (Şekil 4.6.2). Şekil 4.6.1’de görüldüğü üzere kuvvetli rüzgarlar ve fırtınaların en çok görüldüğü iller sırasıyla Balıkesir, İzmir, Konya, Kayseri, Kars ve Elazığ illeridir. Hortumlar ise çok azı kayıtlara geçmesi yüzünden sırasıyla Antalya, Mersin, Antak-

ya, Ankara, Zonguldak ve Ardahan illerinde gözlenmiştir. Aslında gazete arşivlerine bakıldığında Türkiye’de hortumların Çanakkale, Tokat gibi birçok başka ilde de oluştuğu görülmektedir. Yıllara göre zamansal dağılımlara bakılınca 1998 yılından beri rüzgar fırtınalarında çok hızlı bir artış olduğu net bir şekilde görülmektedir (Şekil 4.6.3). Genellikle yıllık fırtına oluşumunun toplam sayısı ellinin altıyken, 2010 yılında bu rakam 5 kat artarak 250’ye yaklaşmıştır. Türkiye’de meteorolojik hortumlar son yıllara kadar gözlenip kayıtlara geçmemiştir. Bu yüzden Şekil 4.6.4’de görüldüğü gibi hortum gözlemi ülkemizde 2001 yılında başlamış fakat 2010 yılı itibari ile belirgin bir hal almıştır.

Şekil 4.6.3. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgar ve fırtınaların yıllara göre zamansal dağılımı.

Şekil 4.6.4. Türkiye’de 2001-2010 yılları arasında Türkiye’de gözlenen hortum olaylarının yıllık dağılımları.

90

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Kuvvetli rüzgarların mevsim ve aylara göre dağılımı Şekil 4.6.5’de gösterilmiştir. Burada görüldüğü gibi gezici siklonlara bağlı olarak düz esen kuvvetli rüzgarların %41’i kış aylarında görülmektedir. Hortumların ise ilkbaharda yoğun-

laşması beklenmektedir. Fakat Türkiye’de hortumlarla ilgili yeterli veri olmadığı için Şekil 4.6.6’da hortumlar, sonbahar ve kış aylarında yoğunlaşıyormuş gibi görünmektedir.

Şekil 4.6.5. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgar ve fırtınaların mevsimlere ve aylara göre dağılımı.

Şekil 4.6.6. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında gözlenen hortum olaylarının aylık dağılımları.

Düz esen rüzgar fırtınalarının mevsimlere göre Türkiye üzerindeki dağılımına bakıldığında kış aylarında bu fırtınaların en fazla Balıkesir, Konya, Antalya ve İzmir’de rapor edilmiş olduğu görülmektedir (Şekil 4.6.7). İlkba-

harda rüzgar fırtınaları Konya, Nevşehir ve Elazığ’da fevk rasatı olarak daha çok rapor edilmiştir. Yaz aylarında sadece Elazığ’da fırtına oluşumu rapor edilmiştir. Bununla beraber sonbaharda Balıkesir ve İzmir’de fırtına rapor edilmiştir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

91


Şekil 4.6.7. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgar ve fırtınaların mevsimlere göre dağılımı.

Düz esen rüzgar fırtınalarının mevsimlere göre yıllar boyunca değişimi Şekil 4.6.8’de verilmiştir. Bu şekilden de görüleceği üzere kış aylarında en fazla fırtına 1999 yılında görülmüşken, ilkbahar aylarında fırtınalar 2000’li yıllarda

hızla artarak 2002 yılında en yüksek değerine ulaşmıştır. Benzer şekilde, yaz aylarındaki fırtınalarda 2000’li yıllarda artış göstermiştir. Sonbahar aylarında ise 1964 ve 2003 yıllarında fırtınalar en yüksek değerine çıkmıştır.

Şekil 4.6.8. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen kuvvetli rüzgar ve fırtınaların yıllara göre değişimin mevsimlere göre dağılımı.

92

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Türkiye’de şimdiye kadar gözlenmiş m/sn olarak en yüksek rüzgar şiddetleri, o şiddette estikleri yön ve gerçekleştikleri tarihler Tablo 4.6.2’de verilmiştir. Bu tabloda görüldüğü

gibi şiddetli rüzgarlar Türkiye’nin çok farklı coğrafik bölgelerinde görülebilmektedir.

Tablo 4.6.2. En yüksek rüzgarların estiği yön/hız, yer ve tarihleri ve en yüksek rüzgarların estiği yön ve hızları. İstasyon Adı

En yüksek hız

Yön

Tarih

Tokat

48,9

SSW

1978-01-01

Bozkurt

48,2

S

1968-01-12

Uzunköprü

48,0

NNW

1977-06-23

Aksaray

46,0

SW

1968-03-12

Tokat

45,0

ENE

1968-01-12

Bozcaada

45,0

NE

2004-01-22

Kayseri

45,0

ESE

1969-02-12

Akşehir

45,0

SSW

1979-01-05

Kahramanmaraş

44,1

NE

1967-02-22

Kayseri

44,0

ESE

1969-12-17

Eğilim Fırtına sayısındaki değişimleri belirlemek için sadece fırtına gözlemlerini incelemek yeterli olmayacaktır. Fırtınaya neden olan termodinamik parametrelerden olan atmosferik su buharındaki ve sıcaklıktaki artışlar aynı zamanda fırtınaların da arttığını gösterir. DMİ fevk rasatlarına göre 1940-2010 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen meteorolojik karakterli doğal afetler içerisinde en büyük gerçekleşme oranı % 30 ile sel, % 27 ile fırtına ve % 23 ile dolu afetlerine aittir (Ceylan, 2003). 1940-2010 yılları arasındaki dönemde ise meteoro-

lojik karakterli doğal afetler içerisinde fırtınalar ve kuvvetli fırtınaların yüzdesi % 6 artmıştır ve gerçekleşme oranı % 33’e çıkmıştır. Şakil 4.6.9’da verilen yedi ildeki en çok fırtına gözlenen yılların tarihlerine bakıldığında son 70 yılın en şiddetli rüzgarlarının tümüyle 1999 ve 2005 yıllarından sonra gerçekleştiği görülmektedir. Benzer şekilde 1940-2010 yıllarına ait veriler ikiye bölünüp karşılaştırıldığında da istinasız incelenen yedi ilin tümünde son dönemdeki fırtına sayılarında büyük bir artış olduğu görülmektedir (Şekil 4.6.10).

Şekil 4.6.9. Bazı illerde 1940-2010 yılları arasında görülen en kuvvetli rüzgar fırtınalarının yılları ve sayıları.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

93


Şekil 4.6.10. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında görülen en kuvvetli rüzgar fırtınalarının iki farklı dönemdeki sayılarının karşılaştırılması.

Bunlara ek olarak düz esen rüzgar fırtınalarının ve hortumların onar yıllık oluşum sayıları karşılaştırıldığında

da son on yılda rüzgar fırtınaların sayısında büyük bir artış olduğu görülmektedir (Şekil 4.6.11).

Şekil 4.6.11. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında gözlenen düz esen rüzgar fırtınaları ve hortum olaylarının onar yıllık dağılımları.

94

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Uyum Rüzgar; görülemeyen, ancak varlığını her an hissettiren meteorolojik bir olaydır. Normal bir yolda, rüzgarın hızı bir arabayı hareket ettirmek için genelde yetersiz kalırken köprü ve viyadüklerde artan rüzgarın hızı sürücü tarafından hissedilebilir bir hal alabilmektedir. Rüzgar akışının en şiddetli olduğu köprülerin tepesinde oluşan karmaşık girdaplar, köprü parmaklıkları ve destekleri gibi engelleri aşarak gelip arabaların yan yüzeylerine çarpabilmektedir. Şiddetli rüzgarlarda, bu girdaplar arabaya, arabanın bir yandan bir yana hareket etmesine neden olacak şekilde çarpabilir. Eğer köprü üzerinde bir duvar, tabela, vb. bir engel varsa, rüzgar bunların etrafından dolaşarak, arabaya geldiği yönün tersinden de çarpabilir. Bu nedenle, rüzgar hızına göre tüm köprü ve viyadüklerdeki trafik akışı kontrol edilip yönetilmeli ve tabela, ağaç gibi rüzgardan etkilenebilecek cisimlerin konumuna dikkat edilmelidir. Gelecekte hortumların Türkiye’de neden olabileceği insan kaybı ve maddi hasar, artan nüfus ve şehirleşme ile beraber büyüyecektir. Bu nedenle, havalimanı, fabrika, santral vb. sanayi ve yerleşim bölgelerinin seçiminde fırtına analizleri mutlaka uzman kişilerce yapılmalıdır. Herhangi bir bölgedeki meteorolojik afetlerin yersel ve zamansal dağılımının bilinmesinin büyük bir sosyal ve ekonomik değeri vardır. Bu nedenle, MGM’de fevkalâde olayların “Fevk Rastlarına” da yeterli önemin artarak verilmesi gerekmektedir. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi MGM tarafından ulusal ve yerel yazılı basın sürekli taranarak fırtına ve benzeri olaylar kontrol edilip “fırtına verisi” olarak arşivlenmelidir. MGM’nin yazılı basın taraması ve kendi fevk rasatlarına dayanarak oluşturacağı “Fırtına Veri Tabanı” her yıl meteoroloji bültenlerinde yayınlanmalı veya bilimsel çalışmalarda kullanılmak üzere ilgililere karşılıksız olarak verilmelidir. Hortumların zararlarının azaltılması için öncelikle, çeşitlerine ve seviyelerine göre hortumun tehlikelerinin, risklerinin ve zarar görebilirliğinin analiz edilmesi, risk seviyelerinin değerlendirilmesi ve devamlı olarak gözlem yapılması gerekmektedir.

Alınabilecek önlemlerin, olası bir afetin etkilerini azaltabilecek ve sürdürülebilir önlemler olması önemlidir. Bu kapsamda yapılabilecek olanlar, aşağıdakileri içermelidir (Türkeş ve Çeşmeci, 2008): · Kısa zamanda karar alıp uygulanabilecek en önemli önlem, kış aylarında artan fırtınalara bağlı olarak oluşan soba gazı zehirlenmelerine karşı, yöre halkı, yerel yönetimler ve ilgili kamu kuruluşlarınca eğitilmeli ve bilinçlendirilmelidir. · Soba kurmadan önce borular ve bacalar mutlaka temizlenmelidir. Baca temizlikleri Haziran-Eylül aylarında yapılmalıdır. · Rüzgarlı havalarda baca basmasını ve yağmur suyunun baca içini ıslatmasını önlemek ve teknik kurallara uygun baca sistemleri yapılması için “Baca Yönetmeliği” hazırlanmalıdır. · Özellikle kaçak yapılaşmanın üzerine gidilmeli, yapılar yerel fiziki coğrafya etmen ve koşulları dikkate alınarak hazırlanmalı; binalar, kent planlarına uygun olarak ve her aşamasında teknik olarak denetlenerek inşa edilmeli; daha önce inşa edilen yapılar ise gereksinime (çatı, duvar, kapı, pencere, vb.) göre kuvvetlendirilmelidir. · Yıkılacak düzeyde tehlike oluşturan yapılar, yetkili kuruluş tarafından denetimli bir şekilde yıkılmalıdır. · Şiddetli rüzgarlara dayanıklı çatı sistemleri yapılmalıdır. Çatı ve damlarda lodosta havalanabilecek eşyalar bırakılmamalı ya da bunlar kuvvetlice sabitlenmelidir. · Kent içinde direklerle taşınan yüzey haberleşme ve elektrik iletim hatları şiddetli rüzgarlar dikkate alınarak inşa edilmelidir. · Devrilme aşamasına gelmiş ve olası bir rüzgar fırtınası karşısında tehlike oluşturabilecek yaşlı ve bakımsız ağaçlar, tehlikenin büyüklüğü dikkate alınarak budanmalı veya kesilmeli; kesilenlerin yerine fırtınaya dayanıklı ve kök sistemleri derinlere inen ağaç türleri dikilmelidir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

95


KUTU 4.6.1. Lodos ve Soba Zehirlenmeleri “Neden lodosta soba zehirlenmesi çok daha fazla oluyor?” sorusunun cevabı, lodosun poyrazdan daha şiddetli esmesi ile ilişkili değildir. Bu sorunun yanıtı bu rüzgarların estiği yönden taşıdığı havanın sıcaklığı ile de ilişkilidir. Diğer bir deyişle kuzeydoğudan esen poyraz kuzeyli olduğu için genellikle soğuk; güneybatıdan esen lodos ise güneyli olduğu için genellikle sıcak hava taşıyan bir rüzgardır. Dumanın yükselme hızı, dumanın sıcaklığı ile etrafını saran havanın sıcaklığı arasındaki farka bağlıdır. Diğer bir deyişle, bacadan çıkan duman ve gazlar soğuk bir ortamda olduklarında hızla yükselebilirler. Sıcak bir rüzgar olan lodos, dış ortam sıcaklığını arttırdığı için sadece sobayı boğmaz, aynı zamanda bacanın çekiş gücünü de büyük ölçüde azaltır. Murat Türkeş ve Çeşmeci (2008)’e göre Türkiye’de yerel olarak lodos rüzgarı ya da şiddetli estiğinde lodos fırtınası olarak adlandırılan güneybatılı rüzgarlar, 1990-2006 döneminde Bursa’da 43 kez fırtına şiddetinde etkili olmuştur. Bu afetler sırasında ortaya çıkan maddi hasarın yanı sıra, 46 kişi hayatını kaybetmiş, 107 kişi yaralanmış ve 2303 kişi soba gazından zehirlenmiştir. Lodosun, 2 milyonun üzerinde nüfusu olan ve 118 km2 alan kaplayan Bursa’da bu kadar etkili olmasının başlıca nedenleri; Bursa Ovası ve çevresinin sahip olduğu jeomorfolojik özellikler ile kentin Uludağ’ın eteklerinde plansız olarak kurulmuş olmasıdır. Bursa kenti, ortalama 100 m yüksekliğindeki tektonik kökenli bir depresyon alanı olan Bursa Ovası üzerinde kurulmuştur. Bursa Ovası hem kuzeyden hem de güneyden yüksek dağlarla sınırlandırılmıştır. Özellikle ovanın güneyinde bulunan Uludağ, lodos rüzgarlarının Bursa’da bu kadar kuvvetli olmasında önemli rol oynar. Uludağ kütlesinin varlığı, çoğunlukla cephesel alçak basınç sistemlerinin sıcak sektörlerindeki güneybatılı havanın (lodosun) kütleyi aşarak Bursa Ovası’na doğru inerken hızlanmasına ve adyabatik olarak ısınmasına neden olur. Bu ısınmanın sonucunda, Bursa ovasına doğru alçalma sırasında adyabatik olarak ısınan hava kütlesi, hem fönün oluşmasına hem de soba zehirlenmelerine neden olur. Gerçekte ‘soba zehirlenmesi’, Uludağ’dan Bursa Ovası’na alçalan havanın, sobalarda özellikle linyit yakılmasından kaynaklanan karbonmonoksit gibi toksik gazların bacadan çıkışını engelleyerek sızması sonucunda oluşur.

Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin rüzgar fırtınalarıyla birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte fırtına tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmekte-

Risk

(etki) • • • • • • • • •

96

Can Sağlık Tarım Ulaşım Erozyon Turizm Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

= • • • • • • • • • •

Tehlike

(önleme/uyum) SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Yeniden kullan Doğru tüketim ...

x

dir. Zarar görebilirliğin azaltabilmesi erken uyarı sistemlerinin ve aşırı fırtınalara dayanıklı yerleşimlerin geliştirilmesi ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluk ve eğitimsizliğin azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet (sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme • Tahmin • Erken uyarı • Arazi kullanımı • Hakim rüzgar yönüne göre yapılaşma • ...

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Savunmasızlık

x

(azaltma)

• • • • •

• • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale kapasitesi Trafik yönetimi Derin köklü ağaç dikimi Ağaç, tabela, nakil hatları, vb. kontrol ve güçlendirme Fırtınaya dayanıklı bina elemanları inşası Baca inşa ve bakımı Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Sigorta, Hava Türevleri Tatbikatlar Bilimsel araştırmalar ...


4.7. ORAJ VE YILDIRIM Basit bir şekilde tanımlamak gerekirse şimşek/yıldırım, gökyüzünde meydana gelen elektrik boşalmasından ibaret büyük bir kıvılcımdır. Yıldırım bulutun içinde, bir buluttan başka bir buluta doğru ve buluttan etrafını saran havaya doğru olabilir. Diğer bir deyişle yıldırım, hem yerden gökyüzüne, hem de bulutlardan yerdeki bir cisme doğru oluşur. Bununla birlikte yıldırımların çoğu bulutların içince olur; sadece yüzde 20’si bulut ile yer (yer-bulut veya bulut-yer) arasındadır.

Tanım Orajlar (Fransızcadan dilimize girmiş gök gürültülü fırtına anlamında bir kelimedir), şiddetli rüzgarlar, dolu, hortumlar ve aşırı yağışlar meydana getiren fırtınalardır. Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir anda yaklaşık olarak 2000 adet oraj meydana gelmektedir ve bu orajlar büyük can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Neden olduğu tüm bu meteorolojik olaylar ve bunlara bağlı afetler göz önüne alınırsa orajların önceden tahmini büyük bir önem taşımaktadır. Çoğunlukla ilkbahar ve yaz aylarında oluşan orajlar, öğleden sonra yani günün en sıcak ve yüzeydeki havanın en kararsız olduğu saatlerde gelişir (Kahya, 2000). Ülkemizin yer aldığı orta enlemlerde genellikle ilkbaharın sonları ve yazın başlarında, hareketli siklonlar ve onlara bağlı olarak gelişen stratiform türü tabaka bulutlarının neden olduğu konvektif olmayan, kararlı yağışların yerini, küçük ölçekli hava hareketleri ile karakterize edilen ve düşey olarak kule şeklinde gelişen bulutların oluşturduğu konvektif yağışlar almaktadır (Kadıoğlu, 2001). Orajla birlikte önemli miktarda yağış bırakan kümülonimbüs bulutları, bitkilerin büyüme mevsimindeki yağışla birlikte, insanların ve bitkilerin ihtiyaç duyduğu suyu sağlamaktadır. Aynı zamandan ani ve aşırı yağışları da oluşturarak, insanların, evcil ve vahşi hayvanların ölümüne neden olup, doğayı tahrip etmektedir ve büyük ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Türkiye›de atmosferik elektriğin iki bulut arasında gözle görülebilir boşalımında ortaya çıkan parlak ışığa “şimşek” denilirken, bulutlar ile yerdeki bir cisim veya yerdeki bir cisim ile bulutlar arasındaki elektrik boşalımına da “yıldırım” denilmektedir. Buluttan yere yıldırımlar ile olan elektrik boşalımı, bulut içindeki şimşeklere göre daha seyrektir. Tüm dünyadaki yıldırımlar bir birine benzese de, her bir çevre içerisinde bazı özelliklerinde önemli farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin, öncü fırtınalarda daha fazla gözlenen şimşek ve yıldırımın ana fırtınalarda gözlenen şimşek ve yıldırıma oranı yerden yere değişebilir; topografyaya göre şimşek ve yıldırımların boşalma kanal uzunlukları farklı olabilir ve pozitif boşalımların frekansı mevsimden mevsime değişebilir. Yıldırım anında pozitif yüklü yer yüzeyinden negatif yüklü buluta doğru elektronlar akar. Böylece şimşek/yıldı-

rım, negatif yüklü bir kaynaktan pozitif yüklü bir kaynağa olan elektrik akımını temsil eder. Bunun tersi yönde de elektron akışı olmaktadır (Kahya, 2000). Genelde bulutun üst kısmı pozitif, alt kısmı negatif olarak elektrik yüklenmiştir. Bu farklı yükler birbirlerini etkilemektedir. Bulutun alt kısmındaki negatif yükler, bulutun altındaki yeryüzünün pozitif yüklerle yüklenmesini sağlar. Fırtına bulutları hareket ettikçe yer yüzeyindeki pozitif yükler, bulutu bir gölge gibi takip eder. Pozitif yükler ağaç, direk, bina gibi çıkıntılı objelerde çok yoğundur. Bu nedenle bulutlardaki negatif yükler, en yoğun pozitif yükün bulunduğu ve kendine en yakın cisimler üzerine doğru elektrik boşalımı gerçekleştirir ve bu akım yıldırımlar olarak ortaya çıkar. Şimşek veya yıldırımda oluşan elektrik akımının takip ettiği yoldaki havanın ani ısınması şok dalgaları oluşturur. Bunun yarattığı sesi, gök gürültüsü olarak duyarız. Gök gürültüsü insana bir zarar vermez. Bunun yanında, gök gürültüsü, “yıldırıma karşı dikkatli olun” şeklinde algılanmalıdır. Gök gürültülü fırtına her yerde olur ve her gök gürültüsü beraberinde yıldırım tehlikesini de getirebilir. Ülkemizde yıldırımlara neden olan hava koşulları esas olarak birkaç yolla gerçekleşmektedir: · Akdeniz Bölgesi’ne gelen ve Akdeniz üzerinde oluşan, sıcak ve nemli havadan meydan gelen cephesel siklonların Türkiye’yi etkilemesi sonucu, cephe önündeki sağanak hatları, · Uygun topografik yapı nedeniyle denizlere paralel dağlar üzerinde yükselen havanın kararsızlaşması sonucu oluşan orajlar, · Karasallık derecesi yüksek bölgelerimizdeki kuvvetli konvektif hava hareketleri sonucu genellikle Türkiye’nin iç kısımlarda oluşan adi orajlar, · Yukarı seviyelerde soğuk damla oluşturan kopuk, vb. alçak merkezler. Oraj oluşumu için üç unsurun bir arada bulunması gerekmektedir (Doswell III, 1996): Kararsızlık, yeterli nem içeriği ve nemli parseli serbest konveksiyon seviyesine taşıyacak bir etken (topografik etkenler, hava kütlesi cepheleri, yerel konverjans alanları, farklı orajların neden olduğu akımların sınırları, vb.). Bunlardan ilk ikisi sinoptik ve mezo ölçekte tahmini daha kolay olan unsurlardır. Ancak sonuncusunun tahmini pek çok yerel ölçekli unsuru da içerdiğinden oldukça güçtür. Bu yüzden orajın cinsi, şiddeti, neden olabileceği zararlar, hareket yönü ve ömrünün tahmin edilebilirliği, tam olarak hangi noktada başlayacağının (ya da hiç başlamayacağının) tahmin edilebilirliğine göre daha yüksektir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

97


Etki Dünyada saniyede 100; bir günde de 8 milyon civarında şimşek/yıldırım oluşmaktadır. Yüzde 70’i sudan oluştuğu için insan vücudu da iyi bir iletkendir. Yıldırım, büyük bir elektrik akımı oluşturabilir ve çarptığında hayvanlar ve insanlar elektrikle yüklenebilir. Yıldırımlar binaların üzerine de düşebilir. Bu nedenle yıldırımlar, canlı ve cansız varlıklar için tehlikelidir. Örneğin, son on yılda Brezilya’da, dünya rekoru olarak, 57 milyon şimşek ve yıldırım görüldüğü hesaplanmıştır (Cummins ve Murphy, 2009). Bu kadar yıldırım olması durumunda can ve mal kaybı olması da kaçınılmazdır. Kayıtlara göre bu dönem boyunca Brezilya’da 1.321 kişi yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir. İklim değişikliğinin uzun vadede bu tehdidin oluşum sıklığını artıracağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Brezilya’da en çok yağış Amazon’da görülmesine rağmen en çok yıldırım kuzey bölgesinde gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle, yıldırımlar sadece çok yağış görülen bölgelerde yoğunlaşmamaktadır; yani yağışların azalması yıldırımları azalmayacaktır. Türkiye’de yıldırımlardan dolayı ölenlerin sayısı hakkında resmi istatistikî bilgiler bulunmamaktadır. Bununla beraber yazılı basından derlenen verilere göre, örneğin sadece 2012 yılının Haziran ayında (1 Haziran, Tokat; 2 Haziran, Giresun; 3 Haziran, Rize ve Bursa; 4 Haziran, Malatya; 6 Haziran, Zonguldak; 21 Haziran, Malatya ve Gaziantep; 23 Haziran, Konya) Türkiye genelinde can kaybına ya da yaralanmalara neden olan 9 adet yıldırım olayı gerçekleşmiştir.

Benzer şekilde yine 2012 yılının Mayıs ayında Türkiye genelinde (5 Mayıs, Kahramanmaraş, 1 ölü, 1 yaralı; 6 Mayıs, Malatya ve Konya, 2 yaralı; 8 Mayıs, Kırklareli, 1 yaralı; 8 Mayıs, Edirne, 1 ölü; 9 Mayıs, Aydın, 1 ölü; 9 Mayıs, Sivas, 2 yaralı; 13 Mayıs, Ağrı, 1 ölü; 13 Mayıs, Kütahya, 1 ölü; 23 Mayıs, Ağrı, 1 ölü; 25 Mayıs, Balıkesir, 1 ölü; 27 Mayıs, Bursa, 1 ölü; 27 Mayıs, Çankırı, 1 ölü; 27 Mayıs, Çorum, 1 ölü; 28 Mayıs, İzmir, 2 ölü, 2 yaralı; 28 Mayıs, Tokat, 2 yaralı; 29 Mayıs, Gümüşhane, 1 ölü; 29 Mayıs, Kastamonu, 1 ölü; 3 Mayıs, İstanbu,l 4 yaralı) kayıtlara geçen yıldırım çarpmalarında 30 civarında vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Gerçekte ülkemizde yıldırımdan ölenlerin sayısının yılda 400 kişi civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Dağılım Yıldırım olayları konvektif yağışların yoğun olarak görüldüğü mevsim ve bölgelerde çok sık rastlanan bir doğa olayıdır. Özellikle orajlara neden olan kümülonimbus bulutlarının oluşumu ve dağılışı ile bir paralellik göstermektedir. Bu nedenle ekvatoral-tropikal kuşak ile subtropikal kuşağın yağışlı bölgelerinde yıldırım düşme olayları sıkça görülmektedir. Yıldırım olaylarının en az görüldüğü yerler ise dünyanın kurak bölgeleridir (Şahin ve Sipahioğlu, 2002). Türkiye, subtropikal kuşağın kışı yağışlı-yazı kurak Akdeniz iklim bölgesinde yer alır. Onun için ülkemizin büyük bir bölümünde yıldırımlar daha çok sıcaklık karasallığının yüksek olduğu yerlerde görülür (Şekil 4.7.1).

Şekil 4.7.1. Türkiye sıcaklık karasallığının dağılımı (Akgündüz, 1998).

Şekil 4.7.2 ve 4.7.3’de görüldüğü gibi fevk (fevkalade hadise) rasatlarında rapor edilen sayılar (en fazla 14 adet gibi) Türkiye’de çok az sayıda yıldırım oluşuyormuş gibi yanlış bir intiba verebilir. Buradaki oraj ve yıldırım sayıları, sadece Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne ait meteoroloji istasyonlarında yapılan fevk gözlemleridir. Diğer kurum 98

ve kuruluşların bu konuda yeterli bir veri bankası bulunmamaktadır. Bu yüzden, aynı yöntem, Türkiye’nin her tarafında gözlem yapıldığı için iller arasında yani Türkiye genelinde oraj ve yıldırım dağılımını, bir birlerine göre karşılaştırma yapabilmek için (yani termodinamiğin 0. kanununa göre) kullanılmalıdır.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.7.2. Türkiye’de MGM fevk gözlemlerine göre yıldırımların görüldüğü yerler.

Şekil 4.7.3. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk rastlarında görülen yıldırımların yıllık değişimi.

Gerçekte Türkiye üzerinde görülen oraj ve yıldırımların sayısı bir saatte bile birkaç bin adet olabilmektedir (Şekil 4.7.4). Bu durum anlık olarak Meteoroloji

Genel Müdürlüğü Uzaktan Algılama Ürünleri’nden izlenebilmektedir (http://uzal.mgm.gov.tr/).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

99


Şekil 4.7.4. Meteoroloji Genel Müdürlüğü Uzaktan Algılama Ürünleri arasında yer alan yıldırım oluşumlarına dair bir örnek (http://uzal.mgm.gov.tr/, erişim 8 Haziran 2012). Bu şekil, son 3 saat içinde Türkiye ve civarında binlerce yıldırım olayının olduğunu gösteriyor.

Şekil 4.7.5’de mevsimlere göre değerlendirildiğinde Türkiye genelinde yıldırımların en çok ilkbahar ve yaz mevsimlerinde görüldüğü tespit edilmiştir. Karasallık derecesi yüksek iç ve özellikle de doğu bölgelerimizde yer Şekil 4.7.5. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk gözlemleriyle belirlenen yıldırımların mevsimsel dağılım yüzdeleri.

İkinci oraj maksimumunun ise Ekim ayında oluştuğu görülmektedir (Şekil 4.7.7). Aylık ortalama oraj sayıları bakımından en fazla orajın görüldüğü yer Ankara iken, ikinci sırada Diyarbakır yer almaktadır. Türkiye’de orajların ilkbaharın ortasına doğru, Nisan ayında en fazla

100

seviyesindeki aşırı ısınmaya bağlı olarak gök gürültülü sağanak yağışlar ilkbahar, yaz başları ve sonbahar sonlarında etkili olmaktadır. Şekil 4.7.6’dan görüldüğü gibi ülkemizde oraj sayısında en büyük sayıya Mayıs ayında ulaşılmaktadır.

Şekil 4.7.6. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk gözlemleriyle belirlenen yıldırımların aylık oluşum yüzdeleri.

Güneydoğu Anadolu’da etkin olduğu görülmektedir (Şekil 4.7.8). Güneydoğu Anadolu’da, sadece Nisan ayında görülen orajlar, tüm yıl boyunca görülen orajların yaklaşık dörte birini oluşturmaktadır.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Mayıs ayı ile birlikte orajlar, tüm Anadolu’ya yayılmakta, yazın ilerleyen aylarında Kuzeydoğu Anadolu’da orajların en yüksek değere ulaştığı görülmektedir (Şekil 4.7.8). Şüphesiz, ilkbaharda gündüzlerin uzaması ve yağışlı sistemlerin daha seyrek olarak bölgemize gelişmesi nedeniyle orajlar oluşmaktadır. Bunun bir sonucu olarak Nisan-Haziran aylarında iç karasal bölgede orajların görülme sıklığının artmaktadır. Kahya (2000)’ya göre bu nedenlerden dolayı iç

karalara oranla daha soğuk olan kıyı bölgelerinde orajların sayısı azdır. Ağustos ayında Batı Karadeniz ve Eylül ayında da Doğu Karadeniz, oraj oluşum yüzdesi açısından incelendiğinde, en fazla oraj görülen yerlerdir. Diğer bir deyişle, Karadeniz boyunca denizden karaya esen güçlü rüzgarlar, deniz meltemleri ve orografik kaldırma rüzgar üstü eğiminde güçlü orajlar meydana getirmektedir (Şekil 4.7.8).

Şekil 4.7.7. Bazı illerimiz için aylık ortalama orajlı gün sayısı ile oluşum yüzdelerinin yıl içindeki aylara göre değişimi (Kahya, 2000).

Şekil 4.7.8. Türkiye’de yıl içinde görülen orajlı günlerin aylara göre oluşma yüzdesi (Kahya, 2000).

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

101


Fevk rasatlarındaki oraj sayılarının yeterli olmamasından dolayı Şekil 4.7.3 ve 4.7.9’daki yıldırım oluşumlarının uzun yıllar yıllık ve mevsimsel değişimleri pek anlamlı değildir.

Bununla beraber, bu verilere göre 1970’li yılların sonu ile 2010 yıllarının başında ülkemizde gözlenen yıldırım sayılarında artış olduğu söylenebilir.

Şekil 4.7.9. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk rastlarında görülen yıldırımların yıllık değişimi.

Eğilim Karalar üzerindeki küresel aylık yıldırım etkinliğinin karalar üzerindeki küresel ıslak-hazne sıcaklıklarındaki değişikliklerle olan kuvvetli ilişkisi bilinmektedir. Reeve ve Toumi (2006)’ye göre küresel ölçekte dünyanın ıslak-hazne sıcaklığında görülecek olan 1 K’lik artış, oraj, şimşek ve yıldırım sayısında yaklaşık %40’lık bir artışa neden olacaktır. Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü’ne (INPE) göre ise, küresel ortalama sıcaklıkta her derece artışı yıldırım miktarının 10 ila yüzde 20 artmasına neden olabilecektir (Cummins ve Murphy, 2009). Buna bağlı olarak, daha fazla orman yangını çıkacağından ve orman yangınlarının da küresel iklim değişikliğini besleyecek olan daha fazla kar-

bondioksitin havaya salınmasına neden olmasından korkulmaktadır. Price ve Rind (1994)’e göre NASA Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü’nde yapılan iklim değişikliği deneylerinde sonuç olarak 2×CO2 iklim (4.2 °C’lik küresel ısınma) için küresel ölçekte yıldırımda % 30 artış görülmüştür. Şekil 4.7.10’da 1950’den beri toplanan onar yıllık yıldırım afetinin toplam sayısı verilmiştir. Özellikle 2001-2010 periyodunda görülen yıldırımların sayısının 1961-1980 dönemlerinde görülen yüksek sayıdaki yıldırımlardan bile %10’dan daha fazla oranda arttığı görülmektedir. Diğer bir deyişle, son yıllarda Türkiye’de gözlenen yıldırım afetlerinin sayısında da önemli bir artış olmuştur.

Şekil 4.7.10. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında fevk gözlemleriyle belirlenen yıldırımların onar yıllık değişimi.

102

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Özetle, yıldırımlar (yer seviyesi ile yukarı seviye arasındaki sıcaklık farkındanve benzeri nedenlerden dolayı oluşan) gök gürültülü konvektif yağışlarla birlikte görüldüğü için, yer seviyesindeki küresel sıcaklık artışının, orajlı ve yıldırımlı günlerin sayısında da önemli bir artışa neden olacağı kabul edilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı, küresel iklim değişikliği ile birlikte oraj ve yıldırımların sayısında artışlar beklenmektedir.

Uyum Yıldırımlar, sadece insan can ve mal güvenliği için değil; aynı zamanda orman ve enerji sektörü için de hayati önem taşımakta ve sosyo-ekonomik birçok etkinliği de etkileyebilmektedir. Bu nedenlerden dolayı açık hava etkinlikleriyle ilgili planlama ve altyapı arızalarının onarımları için yıldırımların takip edilmesine yönelik her türlü kapasitenin geliştirilmesi gerekmektedir. Benzer şekilde yüksek enerji nakil hatlarına ve bu hatların

Risk

(etki) • • • • • • • •

Can Sağlık Orman Ulaşım Turizm Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum) • • • • • • • • • •

SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Yeniden kullan Doğru tüketim ...

altyapısına şiddetli rüzgar ve yıldırımlar çok zarar vermektedir. Açıkta olan enerji nakil hatları giderek daha fazla can kaybına da neden olmaktadır. Bu nedenle değişen iklimle birlikte, yıldırımın getireceği ilave tehditler için de uyum sağlanmasında iklim projeksiyonları ve temel afet bilinci eğitimleri, vb. de mutlaka dikkate alınmalıdır. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin oraj ve yıldırımlarla birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte bu tür olaylarının tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmektedir. Zarar görebilirliği azaltabilmek için ise erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi, yıldırımlara dirençli yerleşimler oluşturulması ve var olan yerleşim yerlerinin yıldırımlara uyumlu şekilde değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet

x

(sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme Tahmin • Erken uyarı • Paratöner • Arazi kullanımı • ...

x

Savunmasızlık (azaltma)

• Mevzuat ve standartlar • Müdahale planı • Müdahale kapasitesi • Yoksullukla mücadele • Eğitim ve bilinçlendirme • Sigorta, Hava Türevleri • Tatbikatlar • Bilimsel araştırmalar • ...

4.8. DOLU Dolu, kümulonimbüs adlı dikey gelişmeli kule tipi bulutlarda oluşur. Bu bulutların tabanı yaklaşık olarak yerden 500 metreden başlayıp tepeleri 11 km civarına kadar ulaşır. Bu bulutların alt kısımlarında hava sıcaklığı 0°C’nin üzerinde iken, tepesine yakın yerlerde -40°C’nin altındadır. Atmosferde saf sıvı bulut damlacıkları -40°C’ye kadar donmayabilir. Bu durumda bulutun alt kısmında sıvı su damlacıkları, 0°C ile -40°C arasındaki sıcaklığın bulunduğu bölgede buz kristalleri ve aşırı soğumuş sıvı su damlacıklarıyla birlikte bulunur. Bulutun -40°C’nin altındaki en üst kısımda ise sadece buz kristalleri vardır. Ayrıca, bu bulutlar içinde çok kuvvetli düşey hava akımları da bulunur. Hava akımlarıyla bulutun içinde taşınan buz kristalleri, aşırı soğumuş sıvı su damlaları ve diğer buz kristalleri ile çarpışıp yapışarak

sürekli olarak büyür. Bulutun tabanı ile tepesi arasında dolaşan bu büyüyen buz kristallerinin üzerleri -40°C’nin çizgisini geçince tümüyle donar; 0°C çizgisinin altına inince erir. Bulutun içindeki hava akımı ne kadar kuvvetliyse, dolu tanesi olarak adlandırılan bu buz kristalleri o kadar çok bulut içinde düşmeden dolanabilir. Dolu tanesinin bulutun tabanı ile tepesi arasında kaç kez gidip geldiği, dolu tanesi üzerindeki soğana benzer tabakaların sayılmasıyla belirlenebilir.

Tanım Çapı 5-50 mm veya bazen daha büyük küresel veya düzensiz buz parçalarının yağışına dolu denir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

103


Etki Dolu fırtınaları daha çok tarım alanlarına, binalara ve taşıtlara zarar vermektedir. Dolunun meydana getirdiği zararlar, kuraklık, sel gibi diğer meteorolojik gibi geniş bir alanda etkili olamamasına karşın, oldukça yüksek rakamlara ulaşabilir. Dolu yağışının tarımsal zararları esas olarak ikiye ayrılır: 1. Dolu, bitkilerin gelişme ve büyüme evresinde meydana geldiğinde genç sürgün ve filizleri kırar, çiçek yaprak ve meyvelerini kopartır. Ayrıca, ağaçların 1-2 yıllık sürgünlerini de kırdığı için gelecek yılların verimini azaltır; 2. Eğimli ve üzerinde bitki örtüsü bulunmayan sürülmüş arazide sellere sebep olur ve erozyonu arttırır. Dolu, gelişmekte olan tarım ürünleri üzerine düştüğü zaman mutlak bir hasar meydana getirir. Ancak bu hasarın miktarı dolu tanelerinin iriliği ve sıklığı, yağış süresi ve cinsine bağlıdır. Dolu olayı, her yerde ve her mevsimde fakat özellikle ilkbahar ve yaz mevsimlerinde olmak üzere senenin belirli aylarında görülür. Dolu, ilkbaharda ne kadar geç yağarsa, zararı da o kadar büyük olur. Dolu yağışı orman alanlarında da tahribata neden olabilir. Dolu yağışı her yıl ekinleri yatırmakta, çiçek ve meyveleri dökmekte, filizleri kırmakta, pancar, pamuk tütün ve sebzelerde çeşitli zararlar yapmakta, büyük ve küçük baş hayvanların ölümüne sebep olmaktadır.

Türkiye’de Tarım Sigortaları Havuz İşletmeleri A.Ş. (TARSİM) bitkisel üretim, sera, hayvan hayatı, su ürünleri ve kümes hayvanları hayatı alanlarında devlet destekli olarak teminat verilebilmektedir. 2007-2010 yılları arası ödenen hasar tutarları 121.399.481 TL olarak gerçekleşmiştir. 90.812.875 TL ile bu hasarın en büyük kısmını bitkisel üretim bazında gerçekleşmiştir. Bitkisel üretim bazında ödenen hasarlara kaynaklık eden tehlikeler ve hasar yüzdeleri Tablo 4.8.1’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi tarım sektöründe bitkisel üretim için don ve dolu en büyük risk oluşturan hidro-meteorolojik afetlerdir. Coğrafi konumu nedeniyle, Türkiye, fazla sayıda ve farklı zamanlarda dolu yağışına maruz kalmaktadır. Bu yağışların bazıları meydana geldikleri döneme ve yere bağlı olarak afet özelliği göstermektedir. Örneğin, 1967-2004 yılları arasında, Türkiye genelinde, resmi kayıtlara göre 17.661 dolu yağışı gözlenmiş olmasına rağmen, bu yağışlardan sadece 824 tanesi can ya da mal kaybına neden olduğu için afet kapsamında ele alınmıştır. Dolu yağışlarının etkileri ise ekonomik ve sosyal etkenlere bağlı olarak yer ve zamana göre önemli farklılıklar göstermektedir. Örneğin; nüfusunun büyük bir bölümünü gelirini tarım sektöründen kazandığı Malatya’da özellikle Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında yağan dolu, daha çok sayıda afete neden olmaktadır. Buna karşılık Kars’ta Ağustos ayında yağan dolu meyve ağaçlarına büyük zarar vermektedir (Şekil 4.8.1).

Tablo 4.8.1. TARSİM tarafından sigorta poliçeleri kapsamında ödenen hasarların hasar nedeni (Bitkisel üretim bazında). Hasar Nedeni

2009 (TL)

2009 (%)

2010 (TL)

2010 (%)

Değişim (%)

Dolu

28.781.738

40,8

52.312.860

57,6

81,8

Don

35.435.741

50,3

32.360.520

35,6

-8,7

Fırtına

5.270.514

7,5

3.976.604

4,4

-24,5

-

-

1.683.478

1,9

-

Yangın

863.715

1,2

384.480

0,4

-95,5

Heyelan

83.825

0,2

55.761

0,1

-33,5

Hortum

27.404

0,04

33.744

0,04

23,1

Deprem

172

0,0

5.425

0,0

3054,1

Toplam

70.463.109

100,0

90.812.875

100,0

28,9

Sel ve su baskını

Kaynak: TARSİM Faaliyet Raporu 2010 – www.tarsim.org.tr Ülkemizde meydana gelen dolu afetlerinin neden olduğu ekonomik zarar 8 milyon dolar civarındadır. Ancak, sigorta kapsamı dışındaki kayıplar göz önüne alındığında bu rakamların çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu raporda, dolu afeti sayısal olarak değerlendirilmiştir. Afetlerin maddi boyutlarına ilişkin detaylı ve düzenli kayıtlar bulunamadığı için afet sayıları ile can ve mal kayıpları arasında bir karşılaştırma yapmak mümkün olamamıştır. 104

Bu nedenle, bir bölgede çok daha fazla sayıda afet gözlenmiş olması, o bölgede meydana gelen can ve mal kayıplarının da o oranda fazla olduğu anlamı taşımamaktadır. Örneğin, 1940-2004 yılları arasında meydana gelen dolu yağışları, Ankara’da 82, Kars’ta ise 71 dolu afeti yaşanmasına neden olmuştur. Ankara’da daha fazla sayıda dolu afeti yaşanmış olmasına rağmen Kars’ta meydana gelen can ve mal kayıpları çok daha fazladır.

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Dağılım Subtropikal kuşakta yer alan ülkemizde karasallığa, arazi ve cephe sistemlerine bağlı olarak dolu yağışları meydana gelmektedir (Şekil 4.8.1). Dolu yağışları, yer sıcaklığının donma seviyesinin altında olduğu zaman gerçekleşmediğinden, yaz yağışı olarak kabul edilmektedir. Yeryüzünde sıcaklığın donma noktası üzerinde olduğu tüm mevsim ve aylarda dolu yağışı görülmektedir (Şekil 4.8.2 ve 4.8.3). Dolu yağışları, ülkemizde tarımsal faaliyetlerin en yoğun olduğu aylarda ve ağaçların çiçeklenip meyve verdiği dönemlerde de meydana geldiğinden büyük ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Dolu yağışları, bazen can ve mal kayıpla-

rına yol açarak afet boyutuna ulaşmakta ve bazen de sellere neden olarak ikincil bir afete yol açmaktadır. Türkiye üzerinde genel dağılımı incelediğimizde dolu hadisesinin kuzeyden güneye ve batıdan doğuya doğru bir artış görülmektedir. Yıllık dağılımda dolu hadisesinin en fazla gözlendiği alanlar karasallığın yüksek olduğu Türkiye’nin doğu ve iç kesimleri, en az görüldüğü yerler ise kuzeybatı kesimidir. Şekil 4.8.1’de görüldüğü gibi, ülkemizde en fazla dolu afeti gözlenen illerimiz Kars, Ankara ve Konya’dır. Ülkemizde meydana gelen dolu yağışlarının afete neden olma sıklığı en az iki yılda birdir.

Şekil 4.8.1. 1940-2010 yılları arasında ortalama yıllık dolu oluşum sayısının alansal dağılımı.

Ülkemizde gözlenen dolu yağışları zamansal farklılıklar gösterdiği gibi (yıllar arası, mevsimler arası ve aylar arası) alansal farklılıklar da göstermektedir (Şekil 4.8.2 ve 4.8.3). Dolu yağışına genellikle, Göller Bölgesi, Erzurum, Kars,

Doğu Anadolu ve Trakya Bölgesi’nde rastlanmaktadır. Uzun yıllar ortalama dolu afeti sayıları incelendiğinde de İç Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi, sırasıyla 5 ve 4 dolu afeti ile ilk sırada yer almaktadır (Şekil 4.8.2).

Şekil 4.8.2. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının coğrafik bölgelerimize göre dağılım yüzdeleri.

Dolu yağışları, Türkiye’de tarımsal faaliyetlerin en yoğun olduğu Mart-Temmuz aylarında görülmektedir. Dolu yağışı genellikle ağaçların çiçeklenip meyve verdiği dönemde görüldüğünden, tarımsal hasarın artmasına, dolayısıyla büyük ekonomik kayıplara yol açmaktadır. 1940-2004 yılları arasında kaydedilen dolu yağışına bağlı afetlerin bölgesel dağılımlarında İç Anadolu Bölgesi (% 26) ve Doğu Anadolu Bölgesi (% 17) başta gelmektedir (Şekil 4.8.2). Bu

bölgeler, yıllık toplam dolu yağışının da en fazla görüldüğü bölgelerdir. Dolu yağışının en az afete sebep olduğu bölge ise Marmara’dır (%8). 1940-2010 yılları arasında meydana gelen dolu yağışlarının, 70 yıllık periyot içerisinde, en fazla afete neden olduğu mevsimler ilkbahar (%44) ve yaz (%43) mevsimleridir. Sonbahar (%8) ve kış (%5) mevsimlerinde meydana gelen dolu yağışlarının neden olduğu afetlerin sayısal oranı ise oldukça düşüktür (Şekil 4.8.3). Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

105


Şekil 4.8.3. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının mevsimsel ve aylık dağılım yüzdeleri.

Ülke genelinde 1940-2010 yılları arasında meydana gelen dolu yağışları incelendiğinde, 1960’lı yılların ilk yarısında dolu afetinde büyük bir artış görülmesine rağmen 1960’lı

yılların ikinci yarısından itibaren dolulu gün sayıları ellilerden, ikiyüzün üzerine çıkmıştır (Şekil 4.8.4). Bununla beraber dolu afetinde de 2000’li yıllardan itibaren artış vardır.

Şekil 4.8.4. Türkiye’de 1940-2010 yıllarında gözlenen dolu afeti ve dolu yağışlı gün sayılarının yıllara göre değişimi.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) verilerine göre Türkiye genelinde yıllık ortalama 425 dolu hadisesi meydana gelmektedir. Hemen her mevsimde yaşanan dolu hadisesinin yıllık toplam değerlerinde, özellikle 1989 yılından itibaren zaman zaman artış olmakla birlikte, önce-

ki yıllara oranla oldukça açık ve düzenli bir düşme eğilimi gözlenmektedir. AFAD verilerine göre Türkiye’de görülen dolu yağışlı gün sayısında 2004 yılından itibaren önemli bir artış olmuştur (Şekil 4.8.5).

Şekil 4.8.5. AFAD verilerine göre yıllık toplam dolu yağışlı gün ve dolu afeti sayılarının değişimi. YILLARA GÖRE DOLULU GÜN TOPLAMLARI

106

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.8.6’da mevsimsel olarak dolu oluşumları verilmiştir. İlkbahar mevsiminde Diyarbakır, Bitlis, Siirt, Şırnak, Van ve Erzurum illerinde ortalama 3-3,5 gün dolu yağışı gözlenmektedir. Kars, Adıyaman, Mardin, Bingöl, Batman, Elazığ, Sivas, Amasya, Ankara, Yozgat ve Kırşehir illerinde ise ortalama 2 gün dolu yağışı kaydedilmiştir. Karasal iklime sahip bu yörelerde, ilkbaharda, gün içerisinde aşırı ısınma gözlenmesinin yanı sıra, yer seviyesi ile yüksek atmosfer seviyesi arasında artan sıcaklık farklılığı yoğun konvektif faaliyetlere ve dolu yağışlarına neden olmaktadır. Diğer yerlerde ise bu oran 5 yılda 1 güne kadar düşmektedir. İlkbaharda gözlenen dolu yağışlarının en fazla afete neden olduğu iller Malatya, Adıyaman ve Şanlıurfa’dır. Bu illerde ilkbahar mevsiminde dolu afetinin gözlenme sıklığı 3 yılda 2’dir. Kaydedilen dolu yağışı ise 2 yılda ortalama 3’tür. Buna göre, ortalama olarak, meydana gelen her iki dolu

yağışından birisi afete dönüşmektedir. Türkiye genelinde ilkbaharda dolu afeti gözlenme sıklığı ortalama 5 yılda 1’dir. İlkbaharda bu bölgelerimizde tarımsal faaliyetlerin oldukça yoğun olması meydana gelen dolu yağışlarının afete neden olma riskini artırmaktadır (Şekil 4.8.6). Yazın, ilkbahara oranla çok daha az sayıda ve daha dar bir alanda dolu yağışları gözlenmektedir. Yaz mevsiminde Kars ve çevresi en riskli alan olarak göze çarpmaktadır. Bu yörede, yıllık ortalama 2,5 gün dolu yağışı gözlenmiştir. Erzurum, Ardahan ve Van civarında bu oran yaklaşık 1,5 gündür. Bu mevsimde gözlenen dolu yağışlarının genel ortalaması ise yaklaşık 2 yılda 1 gündür. Yaz mevsiminde Ankara, Konya ve Kars yörelerimizde her yıl en az 1 dolu afeti gözlenmektedir. Türkiye genel ortalaması ise yaklaşık 3 yılda 1’dir (Şekil 4.8.6).

Şekil 4.8.6. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının mevsimlere göre yersel değişimi.

Uzun yıllar kış mevsimi ortalama dolu afetleri alansal dağılımında; ilçeleri dâhil olmak üzere, Manisa, İzmir, Muğla ve Mersin civarında 8 yılda 1, Antalya civarında ise yaklaşık 4 yılda 1 dolu afeti gözlenmektedir. Ülke genelinde kış mevsimi ortalama dolu afeti 25 yılda 1’dir. Özetle, Türkiye’de dolu yağışları en fazla ilkbaharda gözlenmektedir. İlkbahar ve yaz mevsimlerinde Doğu

Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde dolu yağışlarının daha fazla gözlenmesinde karasallık etkisi ön plana çıkmaktadır. Buna karşılık, sıcaklığın fazla düşmediği kış aylarında Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de daha fazla sayıda dolu yağışı gözlenmesinde cephesel etkiler öne çıkmaktadır (Ceylan, 2007). Dolu yağışlarının mevsimlik dağılımlarında, yazın en fazla

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

107


dolu yağışı gözlenen bölge Doğu Anadolu olmasına rağmen, meydana gelen dolu yağışlarının afete neden olma oranları İç Anadolu Bölgesi’nde daha yüksektir. Bu bölgelerde meydana gelen dolu yağışlarının şiddet ve büyüklükleri farklılık göstermektedir. Bir bölgeye düşen dolu hafif şiddette ve çapı küçük olmasına rağmen diğer bölgede gözlenen dolu yağışı sayı olarak az, fakat düşen dolu taneleri daha şiddetli ve daha büyük olabilir. Bu durumda Doğu Anadolu Bölgesi’nde yağan dolu herhangi bir zarara neden olmazken, İç Anadolu Bölgesi’ne düşen şiddetli ve büyük çaplı dolu taneleri önemli zararlara neden olabilecektir. Bu konuyla ilgili çok detaylı ve sağlıklı kayıtlar bulunmamaktadır. Ayrıca, karasallığın fazla olduğu bölgelerde yeryüzünde havanın sıcak olması nedeniyle dolu taneleri hemen eridiğinden, oluşan su kütlesi, yüzey akışına geçmekte ve bu yüzey akışı yetersiz altyapı sorunlarıyla bir araya geldiğinde kısa süreli ani sellere yol açabilmektedir. Sonbaharda, özellikle Akdeniz kıyılarında, deniz üzerinde sıcaklık ve nemdeki artış nedeniyle, hava kütlesinin aşağı tabakaları ile yukarı tabakaları arasındaki sıcaklık farkı

artmaktadır. Bu nedenle kararsızlığa doğru bir gidiş başlamaktadır. Nemin etkisiyle, koşullu kararsızlık artmaktadır. Sonuç olarak türbülans, sağanak, dolu yağışları ve fırtınalar ortaya çıkmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde meydana gelen dolu yağışları, bölgenin önemli gelir kaynaklarından biri olan seralara da oldukça büyük zararlar vermektedir (Şekil 4.8.6). Alansal dağılımını incelediğimizde; Adana, Kahramanmaraş, Aydın, Balıkesir, Manisa, İzmir, Çorum, Tokat, Sivas, Erzurum, Tunceli civarında 3 yılda ortalama 2 dolu afeti; Mersin, Isparta, Muğla ve Ankara civarında ise yılda ortalama 1 dolu afeti gözlenmektedir. Antalya civarında ise bu oran yılda 2’dir. Mevsimsel dolu yağışlarının zamansal dağılımına bakıldığında kış aylarında en yüksek dolu yağışı 1981, 1999 ve 2009 yıllarında gözlenmiştir. 1963 ve 1982 yılları bahar aylarında en fazla dolu oluşumunun görüldüğü yıllar olmuştur. Yaz aylarında dolu oluşumu en fazla 1960’lı yıllarının başında görülürken sonbahar doluları 1979 ve 2000’li yıllarda yoğunlaşmıştır (Şekil 4.8.7).

Şekil 4.8.7. Türkiye’de 1940-2010 yıllarındaki dolu oluşumlarının mevsimlere göre zamansal değişimi.

Zamansal dağılımı biraz daha daraltarak, aylık dolu yağışları göz önüne alındığında Ocak ayında ülkenin batısı, Kasım ve Aralık aylarında kuzeyi ön plana çıkmaktadır (Şekil 4.8.3). Dolu hadiseleri, genel olarak, öğle saatleri ve hemen sonrasında meydana gelmektedir. Özellikle 1200-1600 saatleri arası dolu yağışının en fazla gözlendiği zamandır.

Eğilim

ğin, McMaster, 1997). Bu çalışmalara göre bu soruya cevap vermek şu an kolay değildir, çünkü dolu afeti çok sık olmayan şiddetli ve küçük fırtınalardan kaynaklanmaktadır. Küresel dolaşım modelleri ile yapılan modellemelerde bu tür fırtınaları incelemek de zor olmaktadır. Son yıllarda sigorta şirketleri için yapılan bazı çalışmalar tarım ürünlerinin yılın aynı zamanlarında daha sık ve şiddetli olarak dolu yağışından zarar göreceğini göstermektedir (Kapsch, 2011).

Küresel iklim değişikliğinin dolu hasarlarını da artırıp arttırmayacağı konusunda pek çok çalışma yapılmıştır (örne-

Özellikle Avrupa’daki meteoroloji, afet ve sigorta kayıtlarına göre Avrupa’da dolu afetinden dolayı ortaya çıkan hasarda

108

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


1922’den 1970’li yılların başlarına kadar önemli bir artış olmuştur (Kapsch, 2011; Kunz, vd., 2009; Mohr ve Kunz, 2011). ABD’de ise 1955 ila 1997 yılları arasında dolu hasarındaki eğilim yukarı doğru gitmekte ve büyük dolu yağışları daha sık rapor edilmektedir. Aynı zamanda hasar sayısındaki dalgalanmalar 1970’li ve 1990’lı yılların ortasında en üst noktaya çıkmıştır. Son yıllarda Güney Almanya, Avusturya ve İsveç ülkelerinde şiddetli dolu yağışlarında önemli artışlar meydana gelmiştir. Dolu yağışı, bu ülkeler için yıllık en yüksek kayba neden olan önemli bir doğal afet halini almıştır. Örneğin, Baden-Wuerttemberg’deki sigorta kayıtlarnda, kayıpların %40’ından fazlasının dolu yağışının binalarda neden olduğu hasarlardan oluştuğu görülmektedir (Kunz and Puskeiler, 2010). Bu nedenle, emsali görülmemiş bu dolu kayıpları küresel iklim değişikliğini düşündürmektedir. Her ne kadar dolu yağışına neden olan orajların küresel dolaşım modelleri tarafından yakalanması ve bu modeller vasıtası ile dolu yağışlarındaki artışın küresel iklim değişikliği ile ilişkilendirilmesi zor olsa da, dolu yağışına neden olan atmosfer şartlarının incelenmesi de bu ilişkinin kurulması için yeterli olabilir. Bu nedenle kararsızlık endekslerine ait

uzun zaman serileri incelenmiş ve Avrupa’nın dolu yağışına uygun atmosferik koşullarında son 20-25 yılda artışların olduğu görülmüştür (Kapsch, 2011; Kunz, vd., 2009; Mohr and Kunz, 2011). Büyük karelaj (grid) aralıkları yüzünden uzun yıllardır küresel hava dolaşım modelleri ile dolu yağışlarının modellemeleri yapılamamıştır. Son yıllarda ABD’nin Colorado Eyaleti’nde yapılan bir çalışma, dağlık alandaki dolu oluşumunu çok daha küçük karelaj aralıklı bir model ile incelemiştir (Mahoney vd., 2012). Bu yüksek çözünürlüklü modelin sonuçlarına göre Colorado dağlarında küçük dolu tanelerinden oluşan dolu yağışları (dolu tanecikleri yere yakın sıcak hava tabakası içinde eriyip yağmur damlasına dönüşeceği için) kaybolacaktır. Dolunun yağmura dönüşmesi durumunda yağışların akışı artacak ve bu da ani sel riskini artıracaktır. Türkiye’deki dolu yağışlarındaki eğilimlere bakıldığında dolu afetinin en fazla görüldüğü on yıl 1961-1970 yılları olmuştur (Şekil 4.8.8). 2001-2010 yılları arasında dolu oluşum sayısı hızla artmış olmasına rağmen 1960’lı yılların sayılarına ulaşamamıştır (Şekil 4.8.8). Bazı illerimizde görülen en fazla sayıdaki dolu afetinin sayıları 1960’lı yıllara aittir (Şekil 4.8.9).

Şekil 4.8.8. Türkiye’de 1940-2010 yılları arasında dolu afetinin onar yıllık oluşum sayılarının değişimi.

Şekil 4.8.9. Türkiye’de 1940-2010 yıllarında bazı illerimizde görülen en fazla dolu afetinin gözlendiği yıllar ve sayıları.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

109


Şekil 4.8.10’da iki ayrı dönemde oluşan dolu afetlerinin sayısı karşılaştırıldığında (Antalya ili hariç) önceki dönemde oluşan dolu afetlerinin sayısı daha fazla görülmektedir.

Gözlenen dolu afetinin sayısındaki bu azalmanın nedenlerinden biri köyden şehre göç ile doludan etkilenen tarımsal alanların azalmış olması olabilir.

Şekil 4.8.10. Türkiye’de 1940-2010 yıllarında bazı illerimizdeki dolu oluşumlarının iki farklı döneme göre değişimi.

Uyum Dolu yağışları, Türkiye’de tarımsal faaliyetlerin en yoğun olduğu Mart-Temmuz aylarında görülmektedir. Dolu yağışı genellikle ağaçların çiçeklenip meyve verdiği dönemde görüldüğünden, tarımsal hasarın artmasına dolayısıyla büyük ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Özellikle bu aylarda dolu tahmini, erken uyarısı ve afet sigortası dâhil olmak üzere doludan korunma ve dolu afeti zararlarını önleme çalışmalarına önem verilmelidir. Ayrıca binalar ve otomobillerde dolu tanelerinin yaptığı darbe hasarı (çoğunlukla çatılar, oluklar, pencereler) da dikkate alınmalıdır. Binalar için tek başına ve sadece “Deprem Yönetmeliği” hazırlamak yerine dolu, rüzgar, kar, sel, vb.

Risk

(etki) • • • • • • • • •

110

Can Sağlık Tarım Ulaşım Erozyon Turizm Yapan Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum) • • • • • • • • • •

SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Yeniden kullan Doğru tüketim ...

x

afetleri de içeren tek bir “Bina Afet Yönetmeliği”nin hazırlanıp ülkemizde de uygulanması gerekmektedir. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin dolu yağışı ve dolu olaylarıyla birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle dolu tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmektedir. Zarar görebilirliği azaltabilmek dolu erken uyarı sisteminin ve doluya dirençli sektörler ve yerleşimler geliştirmek ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet (sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme • Tahmin • Erken uyarı • Arazi kullanımı • ...

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Savunmasızlık

x

(azaltma)

• • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale planı Müdahale kapasitesi Dolu yağışını önleme Doluya dayanıklı bina elemanları inşası Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Sigorta, Hava Türevleri Tatbikatlar Bilimsel araştırmalar ...


4.9. KAR FIRTINALARI VE ÇIĞLAR Şiddetli kar yağışı ve aşırı soğuk hava bir bölgedeki sosyoekonomik yaşamı durağanlaştırabilir ya da tümüyle durdurabilir. Normalde ılımlı kış geçiren çoğu bölgede, kar fırtınası veya aşırı soğuklar nedeniyle sosyo-ekonomik hayat bir anda durabilmektedir. Bu etkilerine ilave olarak sel, fırtına kabarması, çığlar, kapanan yollar ve otoyollar, enerji nakil hatlarının kopması ve hipotermi görülmesi de kar yağışının ve aşırı soğuk havaların bir sonucudur. Kışın aşırı soğukların yaşandığı karlı günlerde ve yörelerde hava koşulları, buzlanma, tipi, don, çığ, yangın ve ısınma amaçlı kullanılan sobalardan kaynaklı olarak karbonmonoksit zehirlenmesi riski ile insanların sağlığını, can ve mal güvenliğini tehdit eder hâle gelmektedir. Kış mevsiminde ortaya çıkan önemli bir tehlike de kar fırtınası ve kar fırtınalarını takiben oluşan çığlardır. Türkiye’nin %29’u orta yüksek dağlık arazi ve %27’si yüksek dağlık araziden oluşmaktadır. Eğimin %15’ten fazla olduğu yerler ülkemizin %62,5’ini kaplar. Kış mevsiminde görülen afetlerden biri de dolu yağışlarıdır. Uzun yıllar kış mevsimi ortalama dolu afetlerine bakılınca Türkiye genelinde kış mevsimi ortalama dolu afeti 25 yılda 1’dir.

Tanım Kuvvetli rüzgarlarla beraber şiddetli kar yağışının oluşturduğu tehlikeli hava koşulu kar fırtınası olarak adlandırılır. Eğimli, dağlık ve karlı bölgelerde, farklı kalınlıktaki kar tabakalarından oluşmuş kar örtüsünün iç ve/veya dış kuvvetlerin etkisi ile hızlıca kayma veya düşmesine ise çığ denir. Çığın oluşumu topografik yapı, meteorolojik durum ve kar örtüsünün durumu gibi üç temel etkenle ilişkilidir. Türkiye’nin dağlık ve karlı arazileri üzerinde, yeni yağan karın miktarı, kar örtüsünün yapısı, rüzgar ve sıcaklık gibi çabuk değişen hava şartları çığ tehlikesini ortaya çıkartmaktadır (Borhan ve Kadıoğlu, 1998). Kışın düşük hava sıcaklığı hipotermi ve donma riskini de artırmaktadır. Küçük bir önlem ve hazırlık, canlıları bu problemlerden koruyabilir. “Sinsi Katil” olarak bilinen hipotermi, genelde, düşük sıcaklık, rüzgar ve suyun bir araya gelmesi sonucu oluşur. Kış mevsiminde meydana gelen aşırı hava koşulları ile birlikte kar yüksekliği çok kısa süre içerisinde 25 cm kalınlığına kadar ulaşabilir. Şehirlerde karla mücadele için kar fırtınası, 3 safhaya ayrılır: 1. Safha: 5 cm’in altında kar birikmesi veya buzlanma, 2. Safha: 5-10 cm kar birikmesi, 3. Safha: 10 cm’den fazla kar birikmesi.

Kar fırtınası dışında kışın soğuk hava ile ilişkili olarak tehlikeli olan diğer meteorolojik parametreler şunlardır: Donan Yağmur: Yerle temas ettiği zaman donan yağmurdur. Yollar, kaldırımlar, ağaçlar ve enerji hatları üzerinde buz tabakasının oluşumuna neden olur. Sulu Sepken Kar: Yere ulaşmadan önce buz tanelerine dönüşen yağmurdur. Sulu sepken kar da yolların donmasına ve kayganlaşmasına neden olur. Kış mevsiminde meteorolojik verilere göre aşağıdaki uyarı sistemleri kullanılmaktadır: Kış Fırtına Beklentisi: Bölgenizde bir fırtına oluşması mümkün. Kış Fırtınası Uyarısı: Bölgenizde bir kış fırtınası gelişiyor veya yakında oluşacak. Tipi Uyarısı: 56 km/saat (30 knot veya 17 m/saniye) veya daha şiddetli devamlı veya sık sık ani rüzgar ve oldukça fazla yağış veya kar fırtınasının 3 saat veya daha uzun bir süre periyodunda hâkim olacağı bekleniyor. Kırağı/ donma uyarısı: Donma sıcaklığının altında sıcaklıklar bekleniyor. Çığlar, doğal ve yapay yolla oluşabilirler. Kar tabakasının yapısına bağlı olarak ““Tabaka Çığlar”, “Toz Çığlar” ve “Islak Çığlar” olarak da sınıflandırılırlar. Tabaka çığların yoğunluğu 200 kg/m3’ten fazladır. Toz çığlara oranla tahrip güçleri daha yüksektir. Toz çığ kaba taneli kum gibi davranış gösterir, tetiklendiğinde tüm kütle 400 km/saat’e varan hızla akabilir. Islak çığlarda ise binlerce ton ağırlıktaki yoğun kar kütlesi tetiklendiğinde 300 km/saat hızla yamaç aşağı akar. Islak çığlar, insanlar için daha tehlikelidir (Gürer, 2002; Borhan ve Kadıoğlu, 1998; Yavaş vd., 1999). Tipi sonrası gelen, 1-1,5 gün devam eden ılık hava akımları iki kar tabakası arasında erime ve ardından soğuma ile kaygan bir zemin oluşturur. Özellikle, eğimi 35 dereceden fazla, rüzgar altı olan, ağaçsız yamaç altları çığlar açısından tehlikeli bir hal alabilir. Ayrıca, tipinin bir günden uzun süre durmadan 7 m/sn’den daha fazla esmesi de, tipi sırasında ve tipiden sonra, çığ tehlikesi yaratabilir (Gürer, 2002). Tipiye neden olan kuvvetli rüzgarlar aynı zamanda yerdeki karın savrulmasına ve yolların üzerinde birikmesine de neden olabilir. Dağlık bölgelerde yaşayanlar ve dağlara gidenler kışın ve ilkbaharın başında çığ tehlikesi ile çok sık karşı karşıya gelmektedirler (Şekil 4.9.1). Çünkü bir çok çığ olayına insanlar neden olmaktadır. Çığ tehlikesi olan dağlık arazide bulunan insanlar kendi ağırlıkları ile kar örtüsünün kırılmasına ya da çıkarılan ses ile (bağırma, korna çalma, silah atma, vb.) kar örtüsünün kaymasına neden olabilmektedirler.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

111


Şekil 4.9.1. Ülkemizde özellikle dağlık alanlarda çığ düşmesi görülen yerler Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri dağlarında yoğunlaşmıştır (AFAD, 2012).

Çığ oluşma tehlikesi; meteorolojik şartlar, kar örtüsü ve arazi yapısı ile anlaşılabilmektedir. Türkiye’de çığ, genelde bitki örtüsü olmayan engebeli, dağlık ve eğimli arazilerde, vadi yamaçlarında tabakalar halinde birikmiş olan kar kütlesinin vadi tabanına doğru hızla kayması şeklinde oluşmakta (Gürer, 2002; Yavaş, vd., 1999) ve Türkiye’de meydana gelen çığların %80’i Ocak ve Şubat aylarında meydana gelmektedir. Bu bölgelerde çığ oluşmasına neden olan en büyük etmen ise bu tür arazilerde ve bu aylarda, yerde bulunan ve gündüz erimiş, gece donmuş ve böylece üstte kaygan parlak bir kabuk oluşturmuş eski karın üzerine, bir defada durmadan yağan 25 cm’den daha kalın taze kar yığılmasıdır.

Etki Her yıl dünyanın birçok yerinde çığların yüzlercesi, nakil hatları, sanayi ve askeri tesisler vb. için büyük tehlikeler oluşturmakta ve can kayıplarına da neden olmaktadır. Bu bölgelerde meydana gelen aşırı kar yağışları ve çığlar, yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve diğer bütün altyapı yatırımlarını tehdit etmektedir. Çığ olayının yerleşim yerlerine etkisi her afet türü gibi sosyal ve ekonomik açıdan olmaktadır. Kışın aşırı soğukların yaşandığı yörelerde, hava koşulları insanların sağlığını ve güvenliğini tehdit eder hâle gelmektedir. Kış fırtınaları nedeniyle yollarda buzlanmaya bağlı trafik kazaları ve düşmeler artarken elektrik ve su kesintileri de yaşanabilmektedir. Ayrıca meskenlerdeki soba ya da elektrikli ısıtıcılar, yangın ve karbonmonoksit zehirlenmesi risklerini de artırmaktadır. Kar, yapılar üzerinde birikerek oluşturduğu yükler sonucu çatı çökmelerine de (Kutu 4.9.1) neden olabilmektedir. Bunun yanı sıra karın yoğun olarak gözlendiği bölgelerde, alanın meteorolojik özelliklerine de bağlı olarak, dik eğimli, çıplak arazi kesimlerinde kar birikmesi ile yerleşim alanla112

rını ve canlıları çığ tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bazen kar fırtınaları ile beraber kör edici bir tipi, şiddetli kar savruntuları, tehlikeli rüzgar soğukları, buzla kaplanmış veya karla kapanmış yollar, kar çığları, devrilmiş ağaçlar ve direkler, uçan çatılar görülmektedir. Kar, bazı durumlarda yolları kapatarak kırsal alanlarda ve büyük şehirlerde ulaşımı sekteye uğratır ve sosyal ve ekonomik hayatı olumsuz etkiler (Kutu 4.9.2). Dağlık alanların, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık 1/3’ünü oluşturduğu düşünülecek olursa, kar ve çığ olaylarının meydana geldiği alanların yayılımının ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır (Yava,ş vd., 1999). Çığların insan yaşantısı üzerindeki etkisi tahmin edilemeyecek kadar fazla olabilmektedir. En önemlisi, çığ afeti nedeni ile her yıl çok sayıda insan hayatını kaybetmektedir. Çığdan etkilenen insanlar; çığ oluşumuna müsait dağlık alanlardaki yerleşim yerlerinde yaşayan ve/ veya o bölgelerde görevli olanlar ya da o bölgede turistik amaçla bulunanlar olabilmektedir ve Türkiye’de çığdan zarar gören insan ve/veya etkilenen insan sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Çığ düşmesi, can kayıplarının yanı sıra, çok sayıda hayvanın telef olması, evlerin yıkılması, ormanların yok olması, elektrik ve haberleşme hatlarının tahribi, yolların kapanması, köprülerin yıkılması, derelerin tıkanıp taşkın tehlikesi oluşturması gibi önemli oranda milli gelir kaybına neden olan sonuçlar doğurabilmektedir. Şekil 4.9.2‘de Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nce belirlenen aşırı kar yağışı sonucu sosyo-ekonomik hayatın sıkça etkilendiği yerlerin dağılımı gösterilmektedir. Buna göre Türkiye’de, özellikle, İç Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin yüksek kesimlerinde gözlenen kuvvetli kar afetleri gerek ulaşımdaki olumsuz etkileri ve gerekse sebep

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


olduğu çığ olayları açısından önemli can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Kar çığları da kar yağışının yoğun ol-

duğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde daha sık görülmektedir.

Şekil 4.9.2. Aşırı kar yağışı nedeniyle sosyo-ekonomik hayatın sıkça durduğu, can ve mal kayıplarının olduğu yerlerin dağılımı.

Türkiye’de çığ afetinin, sosyo-ekonomik etkileri hakkında fikir vermesi açısından; 1958 yılından beri Türkiye’de AFAD kayıtlarına geçmiş 1544 adet çığ olayındaki can kayıplarının sayısı verilebilir. Çığ afetinin Türkiye’deki en çarpıcı örneği 1991-1992 kış mevsiminde 328 kişinin çığ düşmesinden dolayı hayatını kaybetmiş olmasıdır (Yavaş, vd., 1999). Çığın sosyal etkisi sadece can kayıpları ile sınırlı değildir. Çığdan etkilenen alanlardaki maddi kayıpları kar-

şılayamayan insanların bölgeden göç etmesi de en önemli sonuçlardan biridir. Ekonomik açıdan bakıldığında ise çığ düşmesinin yaşandığı bölgede çığların verdiği hasarların kısa sürede telafi edilememesinin getirdiği zorluklar nedeni ile oluşan üretim ve iş gücü kayıpları giderek artmakta ve bazı bölgelerin turizm potansiyeli dahi dolaylı olarak etkilenmektedir.

KUTU 4.9.1. Çatıdaki Kar Yükü Dünyanın birçok yerinde her yıl kar yağışı ve kar fırtınalarının getirdiği çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Kar yağışı, binalarda ilk etkisini, binalardaki en büyük açıklık olan çatılarda göstermektedir. Her yıl birçok çatının kar yükü altında çökmesi sonucu can ve mal kayıpları yaşanmaktadır. Türkiye’de de kışların şiddetli ve kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda ve bölgelerde, çatılarda beklenmeyen boyutta kar yükü oluşarak çatı çökmeleri ve can kayıpları yaşanmaktadır. Çatılardaki kar yükünün birçok yerleşim alanında temel nedeni kar birikmesidir. Bu nedenle, kar yağışlarının bina çatıları üzerinde meydana getireceği kar yükü ile ilgili çalışmalar için yer yüzeyinde bulunan kar yükseklikleri temel girdi olarak alınmaktadır. Bunun yanı sıra, binaların çatılarında bulunan kar yükü; hava sıcaklığı ve rüzgar hızı ve yönü, çatı eğimi, binanın konumu gibi bileşenlerden de etkilenmektedir. Bir yapının çatısındaki karın kalınlığı kadar karın yoğunluğu da önemlidir. Diğer bir deyişle, biriken kar ve buzun yüksekliğinden daha çok karın çatıda oluşturduğu ağırlık önemlidir. Kar yoğunluğu genellikle 50 kg/m3 (yeni kar) ve 500 kg/m3 (ıslak kar) arasında değişir. Yüksek kar yoğunluğu, tipik olarak yüksek sıcaklıklar ve/veya kuvvetli rüzgar ile oluşurken düşük kar yoğunluğu genellikle hafif rüzgarlı soğuk havalarda oluşur. Kar yoğunluğu karın zamanla oturması ile de artar. Karın su içeriği yeni kar için %0,05, ıslak kar için %0,5 ve eski kar için %0,3, buz için yaklaşık olarak %90-97’dir. Bu prensipler ışığında ülkemizde çatıların tasarım kar yükü TS 498/Kasım 1997’a göre hesaplanmaktadır. Bununla beraber bazen kar, çatı üstünde dururken üstüne yağan kar ve gündüz erime ve gece donma gibi etkenler ile sıkılaşır. Bu durumda çatıda duran kar tabakası, gündüz havanın ısınıp gece tekrar donması nedeniyle giderek bir “buz” tabakasına dönüşürek birim ağırlığı 1 ton/m3 olan bir kütle haline gelebilir. Bu nedenle, şiddetli kar fırtınası ve bu fırtına sonrasında oluşan ayaz nedeniyle binanın çatısında bulunan kar tabakasının TS498’de verilen sınır değerlerinin de çok üzerine çıkabileceği ve umulmadık bir miktarda kar-buz yükü oluşturabileceği unutulmamalıdır.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

113


Dağılım Kar çığları, tüm kıtalarda ve iklim bölgelerindeki dağlarda meydana gelmektedir. Glazovskaya (1998)’e göre çığlar, oluştukları yüksekliğe göre dört kuşağa ayrılır: 1. 2. 3. 4.

Kalıcı kar, Kararlı mevsimsel kar örtüsü, Kararsız kar örtüsü, Nadir görülen kar yağışları.

Bunlar içinde kararlı mevsimsel kar örtüsü kuşağı, dünyanın en çok çığ tehlikesi altındaki alanlarıdır.

Türkiye’nin özellikle kuzey-kuzeydoğu ve doğu kesimlerinde, çığ olayına uygun topografik ve meteorolojik koşullara sahip dağlık alanlar mevcuttur. Ortalama yüksekliği 1000 m üzerinde olan, kararlı mevsimsel kar örtüsüne sahip ve çığ oluşumuna uygun alanların yüzölçümü bu bölgeler içinde çok yüksek bir yüzdeye sahiptir. Sarp dağ koşulları, eğim, kar ve şiddetli yağışlar, çığ, heyelan ve kaya düşmesi gibi birçok tehlikeli doğal afetin oluşmasına neden olmaktadır (Şekil 4.9.3).

Şekil 4.9.3. Türkiye’de görülen çığların yıllık toplam sayısının zamanla değişimi.

Türkiye’de; ortalama yüksekliği 1.000 metrenin üzerinde olan arazilerde yerleşmiş bulunan kış turizm merkezleri ile Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin ağaç örtüsünden yoksun olan, özellikle Hakkâri, Tunceli, Bingöl, Siirt ve Bitlis illerini kapsayan, kesimi her mevsim çığ afetlerine en hassas olan alanları içermektedir (Şekil 4.9.4). Türkiye’nin iklim şartlarına göre, kar yağışı görülen kış ve ilkbahar aylarında

çığ meydana gelmektedir. Türkiye’de Aralık, Ocak, Şubat ve Mart ayları çığ afetlerinin en çok meydana geldiği aylardır. Bunun yanı sıra çığların %80’i özellikle Ocak ve Şubat aylarında oluşmaktadır (Borhan ve Kadıoğlu, 1998). Şekil 4.9.5’te görüldüğü gibi bazı yıllar yaz aylarında da çok sayıda çığ görülebilmektedir.

Şekil 4.9.4. Türkiye’de yaşanan çığ olayları sayılarının mevsimlere ve illere göre dağılımı.

114

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Bu nedenlerden dolayı çığ afeti genellikle, Türkiye’nin doğu, güneydoğu ve kuzeydoğu bölgelerini etkilemekte olup, bu alan Türkiye topraklarının yaklaşık % 35’inin çığ afetine maruz kaldığını ifade etmektedir (Yavaş, vd., 1999). Mülga AİGM’nin hazırladığı “Afet Bilgileri Envanteri”ne göre Türkiye’de heyelan sayısının hidro-meteorolojik afetler içindeki oranı 1988-2008 yılları arasında artış eğilimi gös-

termiştir. 1967-1987 yılları arasında oran %64 düzeyinde iken, 1988-2008 yılları arasında ise oran %78’e yükselmiştir (Şekil 4.9.3). Benzer şekilde çığ afetinin hidro-meteorolojik afetler içindeki oranı 1967-1987 dönemi için %3 olarak hesaplanmıştır. Bu oran, 1998-2008 döneminde %8’e çıkmıştır (AİGM, 2008)

KUTU 4.9.2. Kentlerde Karla ve Kışla Mücadele Kar yağışı, bazen, yollarda araçların kalmasına, uçak ve gemi seferlerinin ertelenmesine veya iptal edilmesine ve “yüz yılın en soğuk kışı” ya da “kar yağdı, şehir mahvoldu” şeklinde gazete başlıklarının atılmasına neden olmaktadır. Küresel iklim değişikliği nedeniyle kar yağışlı günlerde bir azalma olsa da aşırı kar yağışı çok kalabalık ve kırılgan olan kent yaşamını olumsuz etkileyebilecek meteorolojik olaylardan biri olmaya devam edecektir. Aşırı kar yağışı nedeniyle kentlerde karşılaşılan belli başlı problemler şunlardır: · · · ·

Köprü ve viyadükler başta olmak üzere ulaşım yollarının buzlanması, Elektrik ve telefon hatlarının kopması ve arızaların meydana gelmesi Deniz yolu ve hava yolu ulaşımının aksaması, Buzlanma, sürücü hataları, eksik donanımlı araçlar, araç arızalanması ve trafik sinyalizasyonundaki arızalar nedeniyle karayolu ulaşımının tıkanması, emniyet şeridi ihlallerinden dolayı acil ulaşımın sağlanamaması, · Acil sağlık hizmetlerinde taleplerin artması, · Sokakta kalan evsizler, kimsesiz çocuk ve yaşlıların bakım altına alınması ve ihtiyaçlarının giderilmesi, · İlk ve orta dereceli okullarda devam eden örgün eğitime, kötü hava koşulları değerlendirilerek kısa süreli ara verilmesi. Konuya ilişkin alınması gereken tedbirler açısından idari sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluşlarca yukarıdaki sorunlar gözden geçirilerek “yol havası yönetimi” için eksikliklerin giderilmesi sağlanmalıdır. Diğer bir deyişle, hava durumundaki değişiklikleri tahmin edip, otoyol sistemleri üzerindeki tehditler belirlenmeli ve proaktif bir şekilde karşılık verilmelidir. Bunun için; · · · · · ·

Buzlanmayı önleyici materyallerle yolların önceden hazırlanması, Buz-çözme, tuzlama veya kar sıyırma için kamyonları önceden yerleştirilmesi, Çeşitli hız limitlerini içeren ileri çevre yolu yönetiminin sağlanması, Uygun kontrollerle trafik ışıklarının iyileştirilmesi, Küçük hadiselerin hızla çözülmesi, Çeşitli medya araçları kullanarak bilgilerin anında yolculara ve yöneticilere iletilmesi gerekir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

115


KUTU 4.9.3. Küresel İklim değişikliği ve Kış Turizmi Günümüzde, küresel iklim değişimi, kar yağışını ve dolayısıyla güvenilir karla kaplı alanları azalttığı için kar örtüsüne dayalı turistik aktivitelerin sürdürülebilirliği önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü sıcak iklimlerle beraber kış aylarındaki yağışlar daha çok yağmur şeklinde olabilmektedir. Daha az kar yağışı ve/veya yağmış olan karın daha çabuk erimesinden dolayı da kış spor merkezleri geçmişe oranla daha kısa süre aktif olabilmektedir. Özetle, kış turizmi artık küresel iklim değişiminden dolayı çok kırılgan bir sektör olarak tanımlanmaktadır. Kayak ve diğer kış sporları doğrudan iklime bağlıdır. Kış turizmi, kayak ve kış sporları ile özdeşleşmiş olup kış turizmi faaliyetleri ancak yeterli miktarda ve garantili kar yağışı ile sürdürülebilir. Yıl boyunca kayak gün sayısı (yeterli kar yüksekliği) ile birlikte bir kış sporları tesisinin iyi bir ekonomik performans gösterebilmesi, hava sıcaklığı, kar örtüsünün kalitesi ve karın yaygın bir şekilde araziyi örtmesi ile birlikte tatil zamanlarında kayılabilir bir kar örtüsünün bulunmasına bağlıdır. En son 2007 yılında OECD tarafından yayınlanan “Avrupa Alplerinde Küresel İklim Değişimi: Kış Turizminin Uyumu ve Doğal Afetlerin Yönetimi Raporu”, Avrupa’daki kayak merkezlerindeki güvenilir doğal-karın, küresel iklim değişiminden nasıl etkileneceğini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur (OECD, 2007). Bu rapora göre küresel ısınmadan dolayı güvenilir doğal kar hattı her 1°C’lik ısınma için 150 m daha yükseğe kayacaktır. 2050 yılına kadar beklenen en az 4°C’lik ısınma durumunda ise güvenilir doğal-kar yüksekliği en az 600 m zirveye doğru yer değiştirebilecektir. Bu durumda güvenilir doğal-kar hattı 1.500 m olan bir alanda, bu hat 2.100 m yüksekliğe çıkmış olacaktır. Diğer bir deyişle, 2.100 metrenin altındaki pistler yeterli kar toplayamayacağı için verimli bir şekilde işletilemeyecektir. Kış ve kayak sporları için çok önemli olan kar sezonunun ve kar kalınlıklarının küresel iklim değişikliğine bağlı olarak değişmesi beklenmektedir. Sıcaklık arttıkça hem kar yağışlarında azalmalar meydana gelecek hem de kar mevsiminin süresi kısalacaktır (Alcamo, vd., 2007). Alçak rakımlı bölgelerdeki kayak tesislerinin yüksek rakımlı bölgelerdekilere göre daha çok etkileneceği ve er ya da geç sektörden çekilecekleri literatürdeki birçok çalışmada belirtilmiştir (örn. Ellaser ve Abegg, 2002). Ayrıca artan hava sıcaklıklar ve uç hava olayları, çığ görülme sıklığını da artırmaktadır. Bu nedenle, diğer tüm turizm türlerine kıyasla kış turizmi iklim değişikliğinden en fazla etkilenebilecek olan turizm türüdür.

Şekil 4.9.5. Türkiye’de değişik mevsimlerde görülen çığların yıllık toplam sayısının zamanla değişimi.

116

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Eğilim Tek bir çığ ya da aşırı başka bir hava olayını küresel iklim değişimine bağlamak zordur. Bununla beraber küresel iklim değişiminin kar çığlarını artıracağı beklenmektedir. Bunun işaretlerinin Alp Dağları’nda görüldüğüne dair bulgular birçok bilimsel çalışmanın sonuçlarında yayınlanmıştır. Sıcaklık arttıkça hem kar yağışlarında azalmalar meydana gelecek, hem de artan hava sıcaklıkları ve uç hava olayları çığ görülme sıklığını arttıracaktır. Bu durum, Şekil 4.9.6’da da görüldüğü gibi, Türkiye’de son yıllarda görülen çığ oluşum sayısındaki büyük artıştan da görülebilmektedir. Kış fırtınaları göz önüne alındığında küresel iklim değişikliği nedeniyle hava sıcaklıklarındaki artışlar tüm kış ayları boyunca tümüyle kar yağmasını engelleyecek kadar yüksek olamayacaktır. Bununla beraber kışın yağan karların bir kısmının yerini yağmur alacaktır ve ısınan havada daha fazla nem bulunacağından tipilerde de artışlar olabilecektir.

Son 100-150 yıl içinde havanın ısınması, Türkiye ve dünyanın dağlık bölgelerinde önemli bir buzul kaybına neden olmuştur. Bu son buzul gerilemesinin bir sonucu olarak dağlık ve karlı alanlarda insanın can güvenliği ve kalkınması açısından tehlike oluşturabilecek bazı doğal süreçler hızlanmıştır. Evans ve Clague (1994)’e göre buzulların erimesi bulundukları bölgedeki insanları ve sosyo-ekonomik gelişmeyi tehdit etmektedir. Artan tehditler arasında kar ve buzul çığları, heyelanlar ve yamaç kararsızlığı ile birlikte seller gelmektedir. Türkiye’de iklim değişikliği, kısa süreli ve şiddetli yağışların daha sık görülmesine, ılık kışlar, sıcak yazlar ve şiddetli fırtınaların daha sık oluşmasına neden olmaktadır. Çığ ve heyelanlar ile yakından ilgili olan bu faktörler, çığ ve heyelanların oluşum sıklığını da değiştirmektedir. Ayrıca geç donlar ve çığ, vb. aşırı iklim olayların sıklığındaki değişim Türkiye’de gelecekteki orman sınırının değişiminde de önemli bir faktör olacaktır.

Şekil 4.9.6. Türkiye’de 1890-2011 yılları arasında görülen çığ olaylarının oluşumu, ölü ve yaralı sayılarının onar yıllık periyotlarla değişimi (Yavaş, 2012).

Uyum Kar ve çığlar dikkate alındığında iklim değişikliğine uyum öncelikle ulaşım, turizm, enerji hatları ve şehirleşmenin planlanması, tasarımı, işletmesi ve bakımında dikkate alınmalıdır. Lazar ve Williams (2008)’a göre özellikle ıslak çığlar, kış turizm tesisleri ve kayakçılar için tüm dünyada büyük bir kaygı oluşturmaktadır. Her ne kadar, gelişmiş ülkelerde hava durumu ve çığ tahminleri gelişmişse de artan ıslak kar örtüsü, iş güvenliği ve afet yönetimi için şartları giderek zorlaştırmaktadır (CAIC, 2005). Özellikle ilkbaharda artan sıcaklıklar nedeniyle kuru kardan ıslak kara geçiş zamanı, ıslak çığlar için çok daha dikkatli olunmasını gerektirmektedir (Gosnell, vd., 2006). Günümüzde tehlikeli çığlar için güvenli bölgelerin belirlenmesi, kar tabakasının kararlılığının belirlenmesi ve gerektiğinde çığları önlemek için müdahale edilmesi daha önemli bir hal almıştır.

Her kış mevsiminde ülkemizde sıkça görülen çığlar, yapılaşmanın ve her türlü yatırımın çığ riski altında olan yerlerde, çığların fiziksel özellikleri dikkate alınmadan plansız şekilde yapılması nedeniyle önemli derecede can ve mal kaybına neden olmaktadır. Bunun göstergesi olarak, çığ düşmesi sonucu 1992-1994 kış mevsimlerinde mülga AİGM kayıtlarına göre 555 kişinin öldüğü dikkate alınacak olursa, durumun boyutları daha iyi anlaşılabilir (Şekil 4.9.6). Özetle, tonlarca ağırlıktaki bir çığın altında kalan insanın yaşama şansı çok azdır. Çığlar genellikle aynı yerlerde, belirli vadi ve sırtlarda tekrar oluşurlar. Bu nedenle, çığ yataklarında eskiden oluşmuş çığlara yönelik bazı işaretler bulunur. Yapılması gereken ise çığ olasılığı olan yerleri tanımak, bu alanlardan uzak durmak ve çığın oluşumuna neden olacak davranışlardan kaçınmaktır. Bunun için öncelikle; Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

117


• Çığ bölgelerine yeni yerleşim birimleri kurulmamalıdır. • Çığ ve sel yataklarında var olan yapılar kaldırılmalıdır. • Mevcut yapılar çığ bölgesinden kaldırılana kadar sigortalanmalıdır. • Ormanlar ve benzeri doğal bitki örtüsü tahrip edilip çığ güzergâhları yaratılmamalıdır. • Hava ve yol durumu ve çığ tehlikesi hakkında düzenli olarak halka bilgi verilmelidir. Türkiye’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ve Karadeniz Bölgesi’nin iç kesimlerinde birçok yerleşim birimi karla kaplı ve orman örtüsü tahrip edilmiş olan sarp yamaçlarda bulunmakta ve gelişmektedir. Bu nedenle, bu yerleşim birimlerinin çoğu çığ tehdidi altındadır. Çığ oluşumunda daha çok yörenin topografik ve meteorolojik koşulları etkilidir. Bu yörelerin çığ tahminleri, topografik şartları, meteorolojik şartlar gibi günden güne değişmediği için, yörenin değişen meteorolojik şartları takip edilerek yapılmalıdır. Bu nedenle, hidro-meteorolojik afetlerden biri olan çığlara karşı hazırlıklı olmada ön şart bilimsel gözlem ve ölçümlere dayanan “Tahmin ve Erken Uyarı”dır. Bu durum çığ için de geçerlidir. Mülga AİGM Çığ Araştırma-Geliştirme Etüd ve Önlem Şube Müdürlüğü’nce Fransa ve İsviçre Kar ve Çığ Enstitüleri ile beraber gerçekleştirilen bir proje kapsamında 1994-1998 yılları arasında Trabzon, Rize ve Bayburt illerinde yapılan kar rasatlarıyla Türkiye’deki ilk çığ tahmin çalışmaları gerçekleştirilmiş ve ilk çığ tehlike haritaları hazırlanmıştır. Türkiye’nin farklı alanlarında devam ettirilen bu çalışmalar Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün kapatılmasıyla son bulmuştur. Bununla beraber, Mülga Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü’nün başlattığı çığ önleme çalışmaları devam etmektedir. Bu nedenle, Türkiye çığ tahmini ve erken uyarısı konusunda yetersizdir. Türkiye’de çığ afetine karşı alınan tedbir sa-

Risk

(etki) • • • • • • • • •

118

Can Sağlık Ulaşım Tarım Orman Enerji Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum) • • • • • • • • • •

SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Yeniden kullan Doğru tüketim ...

x

dece yeniden iskândır. Bu önlemler, bugüne kadar oldukça sınırlı kalmış ve birkaç çığ tüneli ve bir iki adet saptırma duvarı dışında önlem konusu bugüne kadar gündeme gelmemiştir. Özetle ülkemizde çığ afetlerinin önlenebilmesi için yapılması gerekenler iki genel madde altında toplanabilir: • Doğal ortamın bütün bileşenlerinin ayrıntılı olarak araştırılması ve kayıpların gerçekleşme olasılıklarının belirlenmesi (tehlike ve risk analizleri) ile birlikte; yerleşimlerin sosyal ve fiziki özelliklerini dikkate alan bütünlükçü bir yaklaşımla afet yönetimi planları hazırlanmalıdır. • Bilimsel/teknik hazırlık ve çalışmalar dikkate alınarak; tahmin, erken uyarı, yerleşim, ulaşım, altyapı, iletişim ve ekonomi gibi, tüm sosyo-ekonomik etkinlikler ve teknik hizmetler planlanmalıdır. Bütün bunlara ek olarak çığ ve benzeri yaşanabilecek herhangi bir afetin etkilerini azaltmak için doğal ve sosyal kaynakların kullanımında bilimsel veriler esas alınmalı, afet sigortası sisteminin ve her türlü ve her seviyede eğitimlerinin de yaygınlaştırılması önemlidir. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin kar fırtınaları ve kar çığlarıyla birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte aşırı kar yağışı ve çığ tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmektedir. Bunlardan zarar görebilirliğin azaltılabilmesi; erken uyarı sisteminin ve kar fırtınaları ve çığlara dirençli yerleşimlerin geliştirilmesi ve bu olayların riski altında olan yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet (sakınma)

• • • • • • • •

Gözlem, veri tabanı Tehlike ve Risk Analizleri İzleme Tahmin Erken uyarı Arazi kullanımı Yeniden iskan Çığdan koruma yapıları Çığ alanlarının kontrolü ve erişimin düzenlenmesi • ...

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Savunmasızlık

x

(azaltma)

• • • • • • • • • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale Planı Kışla Mücadele Planı Müdahale kapasitesi Yollarda karla mücadele Trafik Yönetimi Elektrik yardımı Yakacak yardımı İş saatlerinin ayarlanması Evsizlerin toplanması Çatı tasarımı Yoksullukla mücadele Eğitim ve bilinçlendirme Tatbikatlar Sigorta, Hava Türevleri Uzman ağ/platformu Bilimsel araştırmalar ...


4.10. KÜTLE HAREKETLERİ

kütle halinde yer değiştirir. Bu duruma, yağışlar sonrasında meydana gelen “yamaç duyarsızlığı” da denir.

Genellikle kütle hareketi, yamacı oluşturan doğal kaya, toprak, yapay dolgu ya da bunların birleşimlerini içeren malzemelerin aşağıya ve/veya dışa doğru hareketleriyle sonuçlanan süreçler şeklinde tanımlanabilir. Heyelan terimi kütle hareketinin halk dilinde kullanılan şeklidir. Heyelan terimi ile açıklanan kütle hareketleri; heyelanlar, göçmeler, çamur akıntısı ve toprak kaymaları olmak üzere çeşitlere ayrılabilir. Kaya düşmesi, toprak dökülmesi, vb. diğer düşmeler, yuvarlanmalar, akmalar, vb. de kütlesel hareketlerin çeşit ve sınıflandırmasına dahildir (Okay, 2012).

Göçmeler: Yamaçların alt kısımlarının akarsular, dalgalar gibi etkenler tarafından fazlaca aşındırılması sonucunda üst tabakanın göçmesi şeklinde oluşmaktadır.

Tanım Heyelan ya da toprak kayması, zemini kaya veya yapay dolgu malzemesinden oluşan bir yamacın eğim, tektonik (fay hareketi), yeraltı suyu, yağış vb. diğer kuvvetlerin ve fiziksel oluşumların etkisiyle aşağı ve dışa doğru hareketidir. Kayalardan, döküntü örtüsünden veya topraktan oluşmuş kütlelerin, çekimin etkisi altında yerlerinden koparak yer değiştirmesine heyelan denir. Yer akması ve arazi kaymaları şeklinde iki ana bölüme ayrılan kütle hareketleri arasında; moloz hareketi, tabaka halinde kaymalar, toprak akmaları, moloz akmaları ve heyelan olayları da yer almaktadır. Bu tür toprak kayıpları, şiddetli ve düzensiz yağışların görüldüğü, bitki örtüsü tarafından korunamayan ve yüksek eğime sahip olan alanlarda, kendisini göstermektedir. Detaya inildiğinde heyelan veya kütle hareketleri düşme, akma, kayma, devrilme, heyelan vb. isimlerle de anıldıkları gibi bazı hallerde bu olaylardan iki veya daha fazlası bir arada oluşur. Bu tür oluşumlara da “Karmaşık Kütle Hareketleri” adı verilir. Heyelan: Kaya, toprak veya diğer doğa kalıntılarının yamaç aşağıya kaymasıyla oluşur. Bu nedenle kayalardan, döküntü örtüsünden veya topraktan oluşmuş kütlelerin, çekimin etkisi altında yerlerinden koparak yer değiştirmesine heyelan denir. Teknik anlamda: “Doğal kaya, zemin, yapay dolgu veya bunların bir ya da birkaçının bileşiminden oluşan malzemenin, yamaç eğimi, jeoloji ve su içeriği gibi doğal faktörler ile doğal olmayan inşaat, madencilik faaliyetleri gibi çeşitli faktörlerin etkisi altında eğim yönünde çoğunlukla dairesel ya da düzlemsel hareketiyle sonuçlanan bir süreç heyelan olarak adlandırılmaktadır.” Bu kaymalara; depremler, yangınlarla bitki örtüsünün tahribatı, insanların yer yüzeyinde yaptığı değişiklikler, volkan patlamaları, aşırı yağışlar ve deniz dalgaları neden olabilir. Kaymaların oluşumunda su, hazırlayıcı bir rol oynar. Bu nedenle heyelanlar, “ıslak” ve “kuru” olarak da adlandırılmaktadırlar. Ayrıca kütle hareketleri de kendi arasında “doğa” ve “insan” kaynaklı olarak da sınıflandırılabilirler. Fakat asıl heyelan kütlesi, su ile hamurlaşmış halde değildir. Suyun etkisiyle, kayganlaşan zemin üzerinde kuru bir

Çamur akıntısı: Çamur, taş ve diğer taşınan malzeme kalıntıların bir nehir gibi akmasıdır. Şiddetli yağışlar veya hızlı kar erimesi sonucu biriken suyun hızla harekete geçmesiyle çamur akıntıları oluşmaktadır. Bu akıntılar yamaçlardan veya rastladıkları kanallardan aşağıya doğru hızla hareket ederler. Çamur akıntısı kaynağından çok uzağa gidebilir, karşısına çıkan ağaç, otomobil ve diğer cisimleri de içine alarak ve büyüyerek akabilir. Çoğunlukla vadi ve boğaz gibi kanallarda akan çamur akıntıları, daha çok sel yataklarına doğru yayılır. Çamur akıntıları genellikle daha önce oluştukları yerlerde oluşur. 13 Temmuz 1995’deki Senirkent Çamur Akıntısı, ülkemizde son yıllarda görülmüş önemli afetlerden biridir. Toprak kaymaları: Heyelan aynı zamanda bir toprak kaymasıdır. Toprağın yer değiştirmesinden oluşur. Toprak altı fidelerinin topraktan çıkması, aynı zamanda toprağın aşağıya doğru inerek sürtünme kuvveti oluşturmasına heyelan denir. Toprak kaymaları, çamur akıntılarına benzer. Çok yavaş oluşmaları, belli bir akma yatağına bağlı olmamaları ve içerdikleri yağmur suyunun çok daha az olması gibi farklar nedeniyle çamur akıntılarına benzemezler. Toprak kaymaları, yağmur suyu ile doygun hâle gelen ve bu şekilde kayganlaşan yüzey topraklarına sahip yamaçlarda oluşur. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, toprak kaymaları heyelandan daha yüzeyseldir. Bu kütle hareketleri en yaygın olarak, Doğu Karadeniz gibi yağışlı bölgelerimizdeki eğimli yerlerde görülmektedir. Kaya düşmesi, yuvarlanma ya da devrilmesi ve çamur akması gibi bazı kütle hareketlerinin hızlı ve birden olmasına karşın, çökme, sürünme, vb. kütle hareketleri yavaş ve zamanla gelişen kütle hareketleridir. Oluşum ilkeleri benzer olan kütle hareketlerinin etki alanı ve hareket hızı oldukça değişiktir. Yamaç eğimi ve duyarlılığının değiştirilmesi, ayrışma malzemesinin su içeriğinin artırılması ve bitki örtüsünün tahribi gibi çeşitli insan etkinlikleri de, kütle hareketlerinin etkinlik alanı, hızı ve sıklığını etkileyen önemli etmenlerdir (USGS, 2004). Yanlış arazi kullanımı, heyelanların oluşumunda önemli bir etkendir. Bununla birlikte kütle hareketlerinin başlıca nedenleri şöyle gruplandırılabilir (Okay, 2012): • Killi, karstik yapılı, çimentosuz kaya grupları, • Fay hareketi ile düşey yer değişimi, • Yamaç eteklerinin yapım faaliyetleri ve/veya malzeme (kum, çakıl çekilmesi) alttan oyulması, • Ormansızlaşma veya yamaca ek bir yük binmesi,

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

119


• Yeraltı veya atık su sızıntı ile toprak yapısının değişmesi, • Yüzey altı suları tarafından bir kayma zemini oluşturulması, • Yanlış arazi kullanımı, • Şiddetli yağış veya karın erimesi ile ilişkili olarak da meydana gelebilir.

Etki Heyelanlar yıkım ölçüsünde önemli miktarlarda can ve mal kayıplarına yol açabilmektedirler. Bununla beraber, can kayıplarının ekonomik olarak ölçülebilmesi olanağı yoktur. Alt ve üst yapı yatırımlarında büyük zararlara yol açan heyelanlarda bile doğrudan ve dolaylı ekonomik kayıpların değerlendirilmesi çok güçtür. Heyelanların neden olduğu tarımsal hasarlarda tarla, bağ ve bahçeler ile üzerinde ekili bulunan ağaç ve bitkiler heyelanla sökülerek yamaç aşağı taşınabilmektedir. Bitki toprak ilişkisi bozularak ürünler yerinden sökülüp tahrip olabilmektedir. Ayrıca yamaçta bulunan bir bahçenin yerinden kayarak daha aşağıda olan başka birine ait araziye yerleşip zarara neden olması da mümkündür. Dünyada afetler içinde heyelan kaynaklı ölüm oranı %1,5 iken Türkiye’de bu oran %15’lere kadar ulaşmaktadır. Bu oranın Türkiye’de diğer dünya ülkelerine göre 10 kat daha fazla olmasının nedenleri şöyle sayılmaktadır: 1. Yanlış yer seçimi, 2. Hatalı proje uygulamaları, 3. Kazılar (temel kazısı, yol kazısı, vb.) Diğer bir deyişle, Türkiye’de heyelanlardan dolayı görülen yüksek kayıplar, insan kaynaklı faktörlerin Türkiye’de çok daha etkili olmasından kaynaklanmaktadır. Özetle; Türkiye’de heyelanların can kaybına neden olmasında önemli etkenlerden biri yanlış yerleşim alanı tesisidir. Örneğin, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde heyelan afetlerinin meydana geldiği alanlar incelendiğinde bu alanların çoğunda ormandan açılan arazilerin hemen altına yerleşim yerlerinin tesis edilmiş olduğu ve binaların yapıldığı görülmektedir.

Benzer şekilde, heyelanlar sonucu meydana gelen en fazla ekonomik kayıp Avrupa’da görülmektedir. Avrupa’daki her bir heyelanın yaklaşık 23 milyon dolarlık zarara neden olduğu hesaplanmaktadır. Okyanus kıyılarında oluşan büyük ölçekli heyelanlar, tsunamiye sebep olduğu için de çok büyük zarar ve kayıplara neden olabilmektedir. Örneğin, 1792 yılında Japonya’daki Unzen Volkanı’nda oluşan heyelan ve heyelanın tetiklediği tsunami yüzünden 160 bin Japon hayatını kaybetmiştir. Benzer şekilde heyelanlar dünyanın kültür varlıklarını da tehdit etmektedir. Örneğin, Tang Hanedanı (618-907) tarafından inşa edilmiş Lishan Çin Huaqing Sarayı; Peru’daki eski İnkaların dağın tepesindeki kale şehri Machu Picchu; Mısır’ın ünlü Firavun Mezarları’nın da bulunduğu Krallar Vadisi de heyelanların tehdidi altındadır. Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerde nüfus artışı ile birlikte heyelan tehlikesindeki meyilli yamaçların ekimi, eğimli arazilerin tarıma ve yerleşime açılması gibi arazi üzerindeki baskı ile birlikte sıklaşan ve şiddetlenen yağışların çok yakın bir gelecekte bile heyelan ilişkili kayıpları önemli ölçüde artıracağı tahmin edilmektedir.

Dağılım Bazı heyelanlar büyük bir hızla, bazı heyelanlar da daha yavaş oluşur. Heyelanlar yeryüzünde çok sık meydana gelirler ve yeryüzünün aşınmasında önemli rol oynarlar. Büyük heyelanlar aynı zamanda yerde derin izler bırakır. Ani ve sürpriz nitelikli bir kütle hareketi yoktur. En hızlı kütle hareketi bile daha öncesinden işaretlerini verir. Örneğin, yamaçlarda oluşan çatlaklar, eğilen ağaçlar, direkler ve duvarlar, kaya ve toprağın aşağı doğru yavaşça kayması (krip) bir heyelana dair uyarı işaretleridir. Özetle heyelana uygun yerler ve/veya işaretleri şunlardır (Okay, 2012; USGS, 2004): • Eskiden heyelan (paleoheyelanlar) görülen yerler (Avcılar, Büyük ve Küçük Çekmece gölleri arasındaki arazi), • Faylı arazide yol yapım sırasında ve sonrasında ortaya çıkan göçmeler kronik heyelan problemine işaret eder (Bolu otoyolu), • Çatlaklar, çökme ve kabarma görülen yamaçlar, • Dolgu alanları, • Yeni kaynak sularının çıktığı yerler, • Eğik ağaç, çit, direk ve duvarların bulunduğu yerler, • Kapıları ve pencerelerinde sıkışma görülen evler, • Kırılan su ve kanalizasyon borularının bulunduğu yerler, • Toprak, bahçe duvarı, dış merdivenlerin uzaklaştığı evler.

Genel olarak heyelanlar ve kaya düşmelerinin etkileri şöyle sıralanabilir: • Geniş alanlarda zararlara neden olabilirler. • Binalara ve evlere zarar verebilirler. • Elektrik hatlarını koparabilir; su, gaz ve kanalizasyon borularını kırabilirler. • Kara ve demir yollarında büyük zararlara yol açabilirler. Winter, vd., (2010) ve Moore, vd., (2010)’na göre Asya’da geçen yüzyılda 220 adet büyük heyelan meydana gelmiştir. 25 binin üzerinde can kaybı ile Güney Amerika heyelanlarda yaşanan can kaybında dünyada ilk sırada yer almaktadır. 120

Türkiye’de 81 ilin her biri heyelanlardan ve kaya düşmelerinden belirli derecelerde etkilenmektedir (Şekil 4.10.1). Heyelanın ana etmen olduğu toprak kayıplarına, genellikle

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


jeolojik kaya yapısına bağlı olarak sarp arazi yapısına sahip dağlık bölgelerde (Karadeniz, Doğu Anadolu) yağışlarla birlikte daha sık rastlanırken, Kuzey Anadolu Fayı boyunca da heyelanlar görülmektedir. Heyelanlı yerleşim birimleri, özellikle Doğu Karadeniz bölgesi (Trabzon ve Rize civarı), Orta ve Batı Karadeniz Bölgesi (Karabük, Bartın, Zonguldak ve Kastamonu civarı) gibi yağışların bol olduğu yerler ile Kuzey Anadolu aktif fay ve fay bölgeleri boyunca (Erzurum’dan Sivas ve Bolu’ya doğru) yoğunlaşmaktadır. En çok heyelan olayı gözlenen iller ise Trabzon, Rize, Kastamonu, Erzurum ve Artvin illeridir. Heyelandan etkilenen afetzede sayısı açısından bakıldığında da Trabzon ilk sırada yer almaktadır (Şekil 4.10.1). Kaya düşmeleri de benzer

bölgelerde yoğunlaşmaktadır (Şekil 4.10.2). Yağmur suları, heyelan oluşumunda ve kaya düşmesinde tetikleyici ve hazırlayıcı rol oynar. Asıl heyelan kütlesi, suyun da etkisiyle kayganlaşan zemin üzerinde hareket ederek hızla yer değiştirir. Bu tip heyelanlar, Türkiye’de sık sık yağışlı ve dağlık bölgelerimizde meydana gelmektedir. Türkiye’de meydana gelen heyelanların en büyük olanları, genellikle çok yağışlı, killi kaya birimlerinin bulunduğu ve eğimin fazla olduğu Kuzey Anadolu dağlık alanlarında çok ve sürekli yağışların meydana gelmesiyle oluşmuştur. Geyve, Ayancık, Sinop çevresi, Maçka, Of-Sürmene ve Trabzon-Sera heyelanları bunların başlıcalarıdır.

Şekil 4.10.1. Ülkemizde 1950-2010 yılları arasında yaşanan yıllık toplam heyelan sayılarının illerimize göre dağılımı.

Şekil 4.10.2. Ülkemizde yaşanan kaya düşmeleri sayılarının illerimize göre dağılımı.

Mülga AİGM arşivindeki, 1958-2000 yılları arasında, Türkiye’de olmuş ve muhtemel kaya düşmesi, çığ, sel ve heyelan verileri AİGM tarafından derlenerek hazırlanmış olan heyelan tehlikesi haritaları Şekil 2.15’teki gibidir. Mülga

AİGM’e göre 1958-2000 yılları arasında görülen heyelan ve kaya düşme olayları ve riskine maruz nüfus bakımından Türkiye’deki ilk 15 il aşağıdaki tablolarda (Tablo 4.10.1 ve 4.10.2) verilmiştir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

121


Tablo 4.10.1. 1958-2000 yılları arasında görülen heyelan olayları ve riskine maruz nüfus bakımından Türkiye’deki ilk 15 il (AİGM, 2001). Derece 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Toplam

İl Trabzon Kastamonu Zonguldak K.Maraş Erzurum Rize Malatya Sivas Ankara Erzincan Sinap Çorum Bingöl Artvin İçel

Olay Sayısı 272 229 204 201 155 151 141 137 131 125 120 117 115 114 108 2.320

Riske Maruz Nüfus 16.500 13.800 12.250 12.100 9.300 9.100 8.500 8.200 7.900 7.500 7.300 7.200 6.900 6.850 6.500 139.900

Tablo 4.10.2. 1958-2000 yılları arasında görülen kaya düşmesi olayları ve riskine maruz nüfus bakımından Türkiye’deki ilk 15 il (AİGM, 2001). Derece 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Toplam

İl Kayseri Niğde Erzincan Aksaray Karaman K.Maraş Adıyaman Sivas Bitlis Diyarbakır Nevşehir Mardin Malatya Hakkari Kars

Heyelan ve kaya düşmelerinin mevsimsel oluşumlarına (Şekil 4.10.3 ve 4.10.4’e) bakıldığında, kış aylarında heyelanlar en çok Ordu, Trabzon ve Erzurum’da görülürken, kaya düşmesinde Erzurum başta gelmektedir ve Kayseri, Kara-

Olay Sayısı 34 28 20 18 17 16 16 14 13 12 12 10 9 9 7 235

Riske Maruz Nüfus 10.000 8.400 6.000 5.400 5.100 4.800 4.800 4.200 3.900 3.600 3.600 3.000 2.700 2.700 2.100 70.300

man ve Adıyaman bunu izlemektedir. Mevsimler arasında en çok heyelan ilkbaharda görülmektedir. Kaya düşmeleri ise en çok sonbaharda oluşmaktadır.

Şekil 4.10.3. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan heyelan sayılarının mevsimlere ve illere göre dağılımı.

122

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.10.4. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan kaya düşmesi sayılarının yıllara ve mevsimlere göre dağılımı. KIŞ, KAYA DÜŞMESİ (1950-2010)

İLKBAHAR, KAYA DÜŞMESİ (1950-2010)

YAZ, KAYA DÜŞMESİ (1950-2010)

SONBAHAR, KAYA DÜŞMESİ (1950-2010)

İlkbaharda en çok heyelan sırasıyla Artvin, Kastamonu, Trabzon, Erzurum ve Bingöl illerinde oluşmaktadır. İlkbahar mevsimine kaya düşmelerinde herhangi bir il öne çıkmamaktadır. Yaz aylarında heyelan oluşumları sırasıyla Rize, Erzurum ve Sivas illerinde yoğunlaşmaktadır. Kaya düşmeleri ise Artvin, Sivas, Kastamonu, Erzurum ve Adıyaman illerinde daha sık görülmektedir. Sonbahar aylarında ise heyelan oluşumunda Artvin, Bingöl ve Erzurum başı çekmektedir. Kaya düşmeleri sonbaharda en fazla Erzurum, Ağrı, Afyon, Kayseri, Diyarbakır ve Konya illerinde görülmektedir. Buna göre, Orta Anadolu ve Doğu Anadolu ile Kayseri, Niğde ve Tunceli illeri de heyelan ve kaya düşmelerinden daha fazla etkilenebilecektir (Şekil 4.10.3 ve 4.10.4). Özetle, toplumsal ve ekonomik kayıplara neden olan heyelan ve kaya düşme olayları, yağışın mevsimsel dağılımına doğrudan bağlı olmadıklarından dolayı her mevsim oluşabilmektedir. Ancak, bahar aylarında artan konvektif yağışlara, ilkbaharda sıcaklığın yükselmesi ile yerde eriyen karlar; sonbaharda şiddetlenen rüzgarlar da eklenince toprak kayıpları daha sık ve etkili olmaktadır (Şekil 4.10.3, 4.10.4).

Heyelan ve kaya düşmelerinin yıllık değişimine bakıldığında ülkemiz genelinde en fazla heyelan 1988 yılında gerçekleşmiştir (Şekil 4.10.5). 1987-1990 yılları arasında heyelanlarda önemli artışlar olmuştur. Kaya düşmelerinde en üst değer 1988 yılı olmak üzere en fazla kaya düşmesinin yaşadığı yıllar 1984-1994 yılları olmuştur (Şekil 4.10.6). Oluşum sayılarının mevsimsel dağılımlarına bakıldığında mevsimsel tepe noktalarının yıllık oluşum sayılarına yaklaşık olarak paralel olduğu görülmektedir. Heyelan ve kaya düşmelerinin mevsimlere göre yıllık oluşum sayıları ve yılları da paralellik göstermektedir (Şekil 4.10.7, 4.10.8). Mülga AİGM tarafından hazırlanan “Afet Bilgileri Envanteri”ne göre Türkiye’de heyelan sayısının hidro-meteorolojik afetler içindeki oranı 1988-2008 yılları arasında artış eğilimi göstermiştir. Şekil 4.10.5 ve Şekil 4.10.6’ya göre 1967-1987 yılları arasında oran %64 düzeyinde, 19882008 yılları arasında %78’dir. Benzer şekilde çığ sayısının hidro-meteorolojik afetler içindeki oranı 1967-1987 dönemi için %3 olarak hesaplanmıştır. Bu oran, 1998-2008 döneminde ise %8’e çıkmıştır (AİGM, 2008).

Şekil 4.10.5. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan heyelan sayılarının yıllara göre dağılımı.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

123


Şekil 4.10.6. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan kaya düşmesi sayılarının yıllara göre dağılımı.

Heyelanlar ve kaya düşmelerinin 1998 yılı ve civarında tüm mevsimlerde önemli artışlar göstermiş olması da dikkat çe-

kici bir durumdur (Şekil 4.10.5 ve 4.10.6).

Şekil 4.10.7. Türkiye’de uzun yıllar boyunca yaşanan heyelan sayılarının yıllara ve mevsimlere göre dağılımı.

124

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Şekil 4.10.8. Türkiye’de uzun yıllardır yaşanan kaya düşmesi sayılarının yıllara ve mevsimlere göre dağılımı.

Özetle, Türkiye’de heyelanlardan etkilenen yerleşim birimlerinin dağılımına bakıldığında, bunların yaklaşık %35’inin Karadeniz Bölgesi’nde olduğu göze çarpmaktadır. Mülga AİGM’nin 1950–2009 yılları arasındaki verilerine göre Trabzon ilinde 1207 adet heyelan olayı, 321 adet yerleşim biriminde meydana gelmiş ve bu heyelanlara bağlı olarak 4008 adet konutun nakline karar verilmiştir. Doğu Karadeniz Bbölgesi’ni «heyelan bölgesi» haline getiren temel faktörler; sahilden itibaren dağların birden yükselmesi ile eğim değerleri artan morfoloji, bu eğim üzerinde güçlü akış halinde olan akarsuların derine doğru aşındırmaları, kuzey yamaçlardaki yüksek yağış değerleri ve yağış tipleri ile en önemlisi de bölgenin jeolojik özellikleridir. Bu nedenlerden ötürü Doğu Karadeniz şeridi jeolojik ve topografik yapısı nedeniyle yüksek derecede heyelan tehlikesi ve riskleriyle karşı karşıyadır. Eğimlerin fazla olduğu sahalarda heyelan riski artmaktadır. Türkiye’nin bazı bölgelerinde fay yamaçları dik eğimlerin oluşmasına neden olarak heyelanları kolaylaştırmaktadır. Türkiye’nin jeomorfolojik yapısının genellikle eğimli olması veya toprak alt katmanlarında geçirimsiz bir tabakanın olması, herhangi bir neden ile ağırlaşan toprağın eğim doğrultusunda kolay hareket etmesine neden olmaktadır. Toprağı ağırlaştıran nedenlerden en önemlileri su, toprak üzerinde bulunan zayıf bitki örtüsü ve yanlış yapılaşmalardır.

Eğilim İklim değişikliği öngörüleri anlık yağış şiddetinde ve deniz seviyesi yükselme hızında önemli artışlar olacağını belirtmektedir. Ayrıca artan hava sıcaklıkları nedeniyle buzulların eriyip incelmesi ve permafrost tabakanın gevşemesi,

yüksek dağlardaki istikrarı bozmaktadır ve çökmeleri tetiklemektedir. Bu durum büyük ihtimalle kütle hareketlerini hızlandırıp heyelan gibi olayların daha sık oluşmasına neden olabilecektir. Diğer bir deyişle, dünyanın birçok yerinde şu an kararlı olan alanların da ileriki yıllarda yer hareketlerinin tetiklemesi yüzünden yeni heyelanlara maruz kalacağından endişe duyulmaktadır (Soldati, vd., 2004). Daha önceleri heyelanlara maruz kalan bölgelerde de yer hareketleri ve heyelanların önemli bir ölçüde artması beklenmektedir (Borgatti ve Soldati, 2010; Soldati, vd., 2004; Trauth, vd., 2003). Gelecekte kütle hareketlerinin oluşturacağı risklerin azaltılması ve yönetilmesi önemli bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Kısa süreli ve şiddetli yağışlar ile heyelanların tetiklemesi arasında çok iyi bilinen bir ilişki vardır. Ancak az sayıdaki çalışma, heyelan oluşum sayılarındaki uzun vadeli eğilimler ile iklim değişimi arasındaki ilişkiyi incelemiştir (Winter, vd., 2010; Moore, vd., 2010). Bu çalışmalar heyelanların oluşum sayısındaki artışın direk olarak “yamaçların hidrolojik koşullarının” (ki bu koşullar doğrudan iklim tarafından kontrol edilmektedir) bir sonucu olduğunu göstermektedir (Trauth, vd., 2003; Soldati, vd., 2004; Borgatti ve Soldati, 2010). Türkiye’de yağmur ve akarsuların rejimlerinin değişmesiyle daha fazla seller, erozyonlar ve heyelanlar meydana gelmektedir (DPT, 2000). Şekil 4.10.9’da görülebileceği gibi bu artışlar 1980 yılından itibaren çok belirgin bir hal almıştır. Benzer şekilde ileriki yılarda da Türkiye’de hidro-meteorolojik kökenli toprak kaymaları ve kaya düşmelerinin özellikle Doğu Anadolu, Güneydoğu ve Karadeniz Bölgesi’nin iç kesimlerini artarak etkilemeye devam etmesi beklenmelidir. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

125


Şekil 4.10.9. 1950-2010 yılları arasında oluşan heyelanların sayısındaki onar yıllık değişimler.

Uyum Heyelanların oluşumu hem kıyılarda hem de iç karalarda günden güne daha çok değişen meteorolojik şartlara bağlıdır (Buma ve Dehn, 1998). Bu nedenle iklim şartlarının değişimi gelecekte toplumun karşı karşıya kalacağı heyelan tehlikelerini ve toplumların bu tehlikeye karşı savunmasını da değiştirecektir. Bu konuyu araştırmak, değerlendirmek ve etkin çözüm yöntemleri geliştirmek önemlidir. Bunun için 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” kapsamında tanımlı riskli alanların ve rezerv alanların tespitinde çok önemli olan deprem, heyelan, kaya düşmesi, su baskını, çığ gibi doğal afetlere yönelik tehlike ve risklerin belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye’de heyelanların önlenebilmesi için şu ana kadar değişik kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan çalışmalar özetle şöyle sıralanabilir: • Yamaç altı kenarına taş duvar beton duvar gibi yük koymak, • Yamaç şevlerinin korunması, • Teraslama ile yamaçların düzenlenmesi, • İyi projelendirilmiş drenaj sisteminin oluşturulması, • Yamacın kütle kaymasına neden olacak kısmının kazılması, • Heyelana hassas yamaçtaki zeminin sertleştirilmesi, • Heyelanların sık görüldüğü veya görülme şansının yüksek olduğu yerlerde kütle hareketleri konusundaki çalışma ve araştırmalar yapılması, • Maden kuruluşlarının madencilik faaliyetlerinin meydana getirdiği bozulmalar ve maden yataklarının yeniden kazandırma faaliyetleri.

126

Heyelan riskinin yönetiminde de koordineli bir yaklaşım ve katılımcılık esastır. Başarılı bir heyelan risk yönetimi, siyasi süreçleri iyi değerlendirmeli ve halkı da bilgilendirmelidir. Ayrıca iklim değişikliğinin etkileri bağlamında heyelan afetinin yönetimi, yöneticilerin/karar vericilerin risk yönetimi stratejileri içine iklim değişikliği verilerini de kapsamalıdır. Afet risk yönetiminden sorumlu olanlar için hassas yerlerde artık daha farklı ve gelişmiş çözümleri yürürlüğe koyabilmek kritik bir konudur. Bu nedenle, teknik ve teknik olmayan, kitlelere açık ve etkili bilgi aktarma ve risk iletişimi çok önemlidir. Dünyanın pek çok yerinde heyelan afetinin yönetimi konusunda birçok iyi uygulama örnekleri vardır, bu konularda da fikir ve uzman paylaşmak bilginin yayılması için önemlidir. Bu nedenle, öncelikle artmakta olan kütlesel hareketlerin zarar ve risklerinin azaltılması konusunun ulusal ve yerel öncelikler arasına alınması, bunun için de uzmanlar arasında bir ağ kurulması, ulusal platformlarda çözümlerin tartışılması gerekmektedir. Heyelan, sel ve aşırı yağışlar Türkiye’nin özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinin bir gerçeğidir. Küresel ısınmanın Karadeniz Bölgesi’ne düşen yağışları artıracak olması, heyelan tehlikesini daha da önemli kılmaktadır. Bu nedenle, yerleşim, arazi kullanımı ve yol planlaması gibi uygulamalar bu gerçekler göz önünde bulundurularak ve uzmanların görüş ve önerileri doğrultusunda yapılmalıdır. Heyelan probleminin çözümü öncelikle tehlike ve riskin iyi bir şekilde bilinmesi ile mümkündür. Bunun için heyelanlı bölgelerimiz için öncelikle aşağıda belirtilen haritalar hazırlanmalıdır;

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

• Heyelan Duyarlılık Haritası (eğim, kaya birimleri ve yağış parametrelerini içeren),


• Heyelan Tehlike Haritası, • Heyelan Risk Haritası. Bu haritalar; heyelana duyarlı, heyelan açısından tehlikeli ve riskli alanları gösterir. Heyelan açısından tehlikeli alanlar belirlendikten sonra, bu alanlarda yerleşime izin verilmeyecek ve yerleşim varsa kaldırılacak ve böylece heyelan sonucu meydana gelebilecek can ve mal kayıpları önlenmiş olacaktır. Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir

Risk

(etki) • • • • • • • • •

Can Sağlık Ulaşım Tarım Orman Enerji Yaban Hayatı İş Sürekliliği ...

Tehlike

=

(önleme/uyum) • • • • • • • • • •

SG azaltma Temiz enerji kaynakları Enerji verimliği Su verimliliği Ağaçlandırma Tarım alanlarının korunması Geri dönüşüm Yeniden kullan Doğru tüketim ...

x

bütünün parçaları şekilde izleyerek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin kütle hareketleriyle birlikte ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte kütle hareketlerinin tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmektedir. Zarar görebilirliği azaltabilmek için erken uyarı sistemini ve kütle hareketlerine dirençli yerleşimler geliştirmek ile birlikte yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi, yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmaları ile mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet

x

(sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme Tahmin • Erken uyarı • Arazi kullanımı • Yeniden iskan • Heyelandan korunma yapıları • Heyelan alanlarının kontrolü ve erişimin düzenlenmesi • ...

Savunmasızlık (azaltma)

• Mevzuat ve standartlar • Müdahale Planı • Müdahale kapasitesi • Uyarı işaretleri/ levhaları • Drenaj sistemleri • İstinat Duvarları • Zemin sertleştirilmesi • Yoksullukla mücadele • Eğitim ve bilinçlendirme • Tatbikatlar • Sigorta, Hava Türevleri • Uzman ağı/platformu • Bilimsel araştırmalar • ...

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

127


B

5. SONUÇ VE ÖNERİLER

ilindiği gibi sanayileşme ile beraber insanın doğayı kapasitesinin ötesinde tahrip etmesiyle dünya atmosferi ve ikliminde büyük değişiklikler olmuştur. İklim değişikliği tarih boyunca sürüp giden doğal bir olgu olmasına rağmen, bugünkü kadar hızlı gerçekleşmemiş ve insanın tespit edilen etkisi de bu kadar büyük olmamıştır. Son yıllarda dünyanın birçok bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hava ve iklim olayına sahne olmaktadır. Bu değişimler, dünya üzerindeki tüm canlı yaşam ve toplumların sosyo-ekonomik gelişimi için büyük tehlikeler oluşturmaktadır. Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun olarak hissedileceği Akdeniz havzasında yer almaktadır. İklim değişikliğinin tetiklediği hidro-meteorolojik olayların etkileri hissedilmeye başlanmıştır. İklim değişikliğinin etkilerinin ve etkilenebilirliğin belirlenmesi ile uyum tedbirleri konusunda pek çok çalışma yürürülmektedi. Bu çalışmalardan 2007 yılından bu yana gerçekleştirilenlerden bazıları şunlardır: • T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın “2010 Yılı Taşkın Koruma Seferberliği” kapsamında, Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve DSİ Genel Müdürlüğü’nce gözlem ve erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi, Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü ile Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları. • T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın tarımsal kuraklığın etkilerini azaltmak ve önlemleri belirlemek için başlattığı “Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı” (2008-2012). • Türkiye’nin iklim değişikliğine adaptasyonu ve afetlerle mücadele kapasitesini geliştirmek için BM Ortak Programı - MDG-F 1680 Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi Projesi (Haziran 2008 – Haziran 2011). • Türkiye’de hidro-meteorolojik afet zararlarını azaltmak ve bölgesel işbirliğini geliştirmek için WMO ve UNDP tarafından yürütülen “Güneydoğu Avrupa Afet Risk Azaltımı Bölgesel İşbirliği Projesi” (2008-2013). • T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı” ve “Türkiye’nin İklim Değişikliği İkinci Ulusal Bildirimi” projeleri (2011-2012). 2012 yılında İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu tarafından kabul edilen “Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı” doğrultusunda aşağıda belirtilen temelde beş etkilenebilirlik alanına odaklanılmıştır: • Su Kaynakları Yönetimi • Tarım Sektörü ve Gıda Güvencesi • Ekosistem Hizmetleri, Biyolojik Çeşitlilik ve Ormancılık • Doğal Afet Risk Yönetimi • İnsan Sağlığı

128

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Günümüzde “iklim değişikliği problemi ile nasıl mücadele edebiliriz?” sorusu, artık yerini “iklim değişikliği nedeniyle şiddet, süre ve oluşum yerleri büyük oranda artan uç hava olayları ile nasıl baş edebiliriz?” sorusuna dönüşmeye başlamıştır. Bu bağlamda, iklim değişikliği ile mücadelede günümüzün önemli sorularından bazıları şunlardır: • Hidro-meteorolojik afetlerin giderek artan şiddeti ve sıklığı ile nasıl başa çıkılır? • Yeni ve bilinmeyen riskler ile nasıl baş edilir? • Risk azaltma çalışmalarını geliştirmek için iklim değişikliği hakkındaki bilgi nasıl kullanılır? Bu nedenlerden dolayı da, IPPC 2007 SREX Raporu’nda belirtildiği gibi günümüzde bu problemlerin çözümünün “iklim değişikliği risk yönetimi” yaklaşımında olduğuna inanılmaktadır. Afet risklerini azaltma/iklim değişikliğine uyum ve direnç için PROAKTİF bir yaklaşımla acil durum yönetimi çalışmaları, toplumun kalkınması ve can güvenliği konularının planlanması tüm paydaşların katılımı ile birlikte gerçekleştirilmelidir. Diğer bir deyişle, küresel iklim değişikliğinin artırdığı hidro-meteorolojik afetler ile başa çıkabilmek için artık “afet yönetimi” ile “küresel iklim değişikliğine uyum” kavramlarının tek bir kültürde birleştirilerek eyleme geçilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı, bu raporda, küresel iklim değişikliğiyle ilişkili olarak sıcak hava dalgası, don, orman yangınları, kuraklık, sel, yıldırım, dolu, çığ, rüzgar ve kütlesel hareketler konuları sırayla ele alınmıştır. Problem, Türkiye ve dünya genelinde ele alındıktan sonra tüm hidro-meteorolojik afetlerin tanımları, dünya ve Türkiye’deki gözlenen ve beklenen etkileri, Türkiye üzerindeki yersel ve zamansal dağılımları, küresel iklim değişikliği ile ilişkisi, eğilimleri, uyum ve risk yönetimi önerileri tek tek ele alınmıştır. Böylece bu rapor, ülkemizde her geçen gün daha fazla dikkat etmemiz gereken hidro-meteorolojik afetleri daha iyi tanımamıza ve bu şekilde afet risk yönetimi ve uyum çalışmalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bu rapor kapsamında yapılan değerlendirmelere göre küresel iklim değişikliğinden dolayı Türkiye’de başta kuraklık (kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, haşereler, göçler) ve fırtınalar (şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri) olmak üzere hidrometeorolojik afetlerin gelecekte daha fazla etkili olacağı beklenmektedir. Günümüzde zaten küresel iklim değişikliği nedeniyle dünya geneliyle beraber Türkiye’de başta fırtınalar olmak üzere bu tür doğal afetlerin görülme sıklığında, şiddetinde ve etkili olma sürelerinde önemli artışların olduğu görülmektedir. Mevcut verilerin elverdiği ölçüde 1950-2011 yani son 61 yıl boyunca ülkemizde hidro-meteorolojik afetlerin yersel ve zamansal değişimleri bu raporda sunulmaktadır.

IPCC’nin 2012 Raporu’nda benimsendiği gibi, bu raporda, afetlerin artan ekolojik, çevresel, sosyal ve ekonomik kayıplarının en aza indirilebilmesi için Türkiye’de de afet risk yönetimi stratejisiyle birlikte iklim değişikliğine uyum ile ilgili tüm politikalar, planlar ve programlar “iklim değişikliği risk yönetimi” adı altında bütünleşik bir şekilde ele alınması önerilmektdir. Türkiye’deki afet yönetimi, iklim değişikliğine uyum, enerji, tarım, sağlık, kentsel planlama, doğal kaynakların idaresi, su kaynakları, kalkınma, vb. gibi çalışmaların birbirleriyle ilişkilendirilmesi, koordine edilmesi ve kapasitelerin geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Bu konularda yapılan tüm çalışmaların aynı zamanda Tablo 5.1’de gösterilen risklerin azaltılabilmesi için mümkünse ve de öncelikle tehlikeyi önleme, tehlikeden sakınma, daha sonra da tehlikenin neden olabileceği zararlara uyum ve onları azaltma şeklinde önlem ve tedbirleri de içermesi gerekmektedir. Ayrıca afetlerden korunma ve kayıpları azaltmaya yönelik sigorta uygulamaları son yıllarda giderek artan bir önem kazanmaktadır. Diğer ülkelerden uygulamalar bazı konularda farklı olsa da, Türkiye’de sigortacılık etkinlikleri artan risk koşullarıyla beraber artmaktadır. Türkiye’de sigortacılık son yıllarda önemli gelişmeler göstermiştir. Sigorta kapsamındaki afetlerin genişletilmesiyle, tarım, hayvancılık ve su ürünleri faaliyetleri ile deprem de sigorta kapsamına alınmıştır. Sigorta sektöründe ve ilgili yasalarda, klimatolojik ve meteorolojik afetlerin doğrudan her birine yönelik uygulamalar yoktur. Birçok ülkede, afetlerin ülke ekonomisine vereceği zararları azaltmak, önlemek yani risk yönetimi konusunda sigorta şirketlerine de önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Bu amaçla, her türlü afet sigorta kapsamına alınmaktadır. Sigorta şirketleri ve aracı kuruluşlar risk faktörlerinin yerinde belirlenmesi, risk azaltma ve önlem konularında büyük sorumluluk taşımaktadır (Ebi vd., 2005). Türkiye’de de sigorta sektörünün risk analizi ve azaltma konularına da aktif bir şekilde katılması iklim değişikliği risk yönetimi bakımından çok önemlidir. Örnek olarak Tablo 5.1’de gösterildiği gibi iklim değişikliği nedeniyle artan hidro-meteorolojik afetlerin toplumların sosyo-ekonomik durumlarına göre oluşturduğu riskleri, bu risklere karşı genel anlamda uyum ve alınması gereken risk yönetimi önlemleri bir arada ve stratejik bir planlama kapsamında yürütülmelidir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

129


Tablo 5.1. İklim değişikliği nedeniyle artan hidro-meteorolojik afetlerin toplumların sosyo-ekonomik durumlarına göre oluşturduğu riskler ve bu risklere karşı genel anlamda alınması gereken uyum ve risk yönetimi önlemlerine örnekler. Risk Faktörleri

Risk Yönetimi/Uyum

• Nüfus artışı • Artan yoksulluk • Deniz seviyesinin yükselmesi ile yüksek fırtına

• Daha iyi tahmin • Erken uyarı sistemleri • Sıkı ve çeşitli bina kodları • Bölgesel sigorta riski havuzu • Yoksulluğu azaltmak • Alt yapıyı ve binaları güçlendirmek • Drenaj ve kanalizasyonu geliştirmek • Doğru arazi kullanımı • Tehcir/yer değiştirme • Gelişmiş su yönetimi • Sürdürülebilir tarım uygulamaları • Kuraklığa dayanıklı bitkiler • Kuraklık tahmini ve planlaması • Enerji verimliği • Az ve doğru tüketim • …

kabarması

• Kaçak yerleşmelerin hızlı büyümesi • Zayıf binaların inşası • Nehirlere yakın alanlarda yerleşimin drenajı engellemesi

• Kıyı erozyonu • Tuzlanma ve tuzlu su girişi • Sahil nüfusunun artması • Turizm ekonomileri • Daha değişken olan yağış • Ekosistemlerin bozulması • Sağlık ve eğitim sistemlerindeki eksikler • … İklim risklerinin yönetimi kapsamında yapılan çalışmaların bütünlüğünü sağlamak için de afet yönetimine yönelik bütün eylemler Türkiye’nin de benimsediği Hyogo Çerçeve Eylem Planı (HÇEP) (2005-2015) kapsamında ele alınmıştır. HÇEP aşağıdaki üç stratejik hedef, beş eylem önceliği, değerlendirme ve izlemeden oluşur.

5. Her düzeyde etkili müdahale için afete hazırlığı güçlendirmek. HÇEP’ya göre bu etkilenebilirlik temalarının ortak/kesişen alanları ise şöyledir: 1. Çoklu tehlike yaklaşımı 2. Toplumsal cinsiyet ve kültürel farklılıklar 3. Toplumun ve STK’ların katılımı 4. Kapasite artırımı ve teknoloji, araştırma-geliştirme ve transferi

HÇEP stratejik hedefleri en azından şu şekilde olmalıdır: 1. Risk azaltma stratejilerinin sürdürülebilir kalkınma politikalarına ve planlarına entegrasyonu, 2. Afetlere karşı duyarlılığı artırmak için kurumların, mekanizmaların ve kapasitelerin oluşturulması ve güçlendirilmesi, 3. Risk azaltma yaklaşımlarının acil duruma hazırlık, müdahale ve iyileştirme programlarına sistematik bir şekilde entegrasyonu ve kaynaştırılması. “Afetlere karşı toplum ve ulus direnci geliştirmek” ve HÇEP beş eylem önceliğine göre aşağıdaki başlıklar altında toplanmalıdır:

Türkiye’nin benimsediği HÇEP belgesinde tüm öncelikli eylemlerin ortak konusu olan cinsiyet konusu ülkemizdeki afet yönetimi çalışmalarında eksik olan önemli konulardan biridir. Bu nedenle iklim risk yönetimi çalışmalarında cinsiyet eşitliğinin sağlanması için BM’nin aşağıdaki önerileri göz önünde bulundurulmalıdır:

1. Afet risk azaltma çalışmalarının, güçlü bir kurumsal temelle ulusal ve bölgesel bir öncelik olarak uygulanmasını sağlamak, 2. Afet risklerini belirlemek, değerlendirmek, denetlemek ve erken uyarıyı tüm bileşenleriyle geliştirmek, 3. Her düzeyde güvenlik ve direnç kültürü oluşturmak için bilgiyi, yenilikleri ve eğitimi kullanmak, 4. Öncelikli risk faktörlerini azaltmak, 130

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

• Kadın için afet sonrası güvenliğin ve huzur ortamının oluştulması sağlanmalı • Toplumsal cinsiyet adaleti geliştirilmeli • Toplumsal cinsiyete dayalı afet yönetimi yerleştirilmeli ve uygulamalı • Kadının vatandaşlık hakları, katılımı ve liderliği geliştirilmeli • Kadınla ve kadın için huzur ortamı oluşturulmalı • Afet riski azaltmada cinsiyet eşitliği teşvik edilmeli • Cinsiyet farkını dikkate alan iyileştirme sağlanmalı • Sosyal değişim için kapasite geliştirilmeli.


Sonuç olarak iklim değişikliğinin etkileri açısından izlenmesi, yerinde nicel değerlendirmelerin yapılması, projeksiyon ve planlamaya dayalı bir risk yönetimi için Türkiye’de mutlaka yenilikçi ve proaktif bir yaklaşımın benimsenmesine ihtiyaç vardır. “İklim risklerinin yönetimi”, diğer bir deyişle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı hazırlanabilmek ve gerektiğinde olumsuz etkilerine etkin bir şekilde müdahale edebilmek için, etkili ve uzun vadeli planlamanın bir sonucu olarak çözümlerinin uygulanmasında bilim insanları ve bütün diğer paydaşların bütüncül ve çok disiplinli bir yaklaşım ile bir araya gelip çalışması gerekir. Yani, “iklim değişikliğine uyum” ve “afet risk yönetimi” çalışmaları aşağıdaki şekilde bir bütün olarak tüm yönleriyle birlikte düşünülmelidir.

Risk

(etki) • • • • • • • • • • • • • • • •

=

Can Sağlık Enerji Tarım Orman Ulaşım Erozyon Çölleşme Göçler Su Kaynakları Suç Oranları Turizm Yaban Hayatı İş Sürekliliği Ulusal Güvenlik ...

Tehlike

(önleme/uyum)

x

• SG azaltma • Temiz enerji kaynaklarının geliş. • Enerji verimliği • Su verimliliği • Ağaçlandırma • Tarım ve Orman alanlarının korunması • Geri dönüşüm • Yeniden kullanma • Doğru tüketim • Çevre ve yeşil alanların korunması • Sanat yapılarının değişen iklim şartlarına göre inşası

Benzer fakat farklı kurum ve kuruluşlar tarafından kısmen, parça parça ve eksik çalışmalar yapmak yerine İklim Değişikliği Risk Yönetimi için; • İklim uyum ve afet risk yönetimi çalışmalarına bütünleşik bakabilmek, • Halkın güvenliği ve refahı için yapılan çalışmalardan daha yüksek katma değerler üretebilmesi,

Özetle, Şekil 3.2’deki yaklaşımları doğru bir şekilde ve yerinde uygulayabilmek için Tablo 3.1’deki adımları da bir bütünün parçaları şekilde takip ederek aşağıda gösterilen iklim değişikliğinin hidro-meteorolojik afetlerle birlikte ortaya koyduğu riskleri/afetleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmak ile birlikte aşırı hidro-meteorolojik olaylarının tahmin sistemlerini geliştirmek gerekmektedir. Hidro-meteorolojik afetlerden zarar görebilirliği azaltabilmek, erken uyarı sisteminin ve hidro-meteorolojik afetlere dayanıklı yerleşimler ve sektörler geliştirmek ile birlikte yerleşim yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma çalışmalarıyla mümkün olacaktır (IPCC, 2012).

Maruziyet

Savunmasızlık

x

(sakınma)

• Gözlem, veri tabanı • Tehlike ve Risk Analizleri • İzleme • Tahmin • Erken uyarı • Tahliye, techir • Arazi kullanımı • Kıyı kullanımı • Yeşil bina ve şehirler • Tehlikeli alanlara erişimin engellenmesi • Koruma sistemlerinin kurulup işletilmesi • ...

(azaltma)

• • • • • • • • • • • • • • • •

Mevzuat ve standartlar Müdahale planı Müdahale kapasitesi Yönetişim Kapasitesi Yeşil alanların ıslahı Kentsel ve kırsal dönüşüm Haşereyle mücadele Arazi ve hava şartlarına uygun bina inşası Acil yardımlar ve destek Yoksullukla mücadele Toplum Tabanlı Eğitim ve Bilinçlendirme Sigorta, Hava Türevleri Tatbikatlar Uzman ağı/platformları Bilimsel araştırmalar ...

• Kaynakları, enerji ve zamanı daha etkin bir şekilde kalkınma için kullanabilmek, • Benimsenen uluslararası belgelerdeki hedeflere daha kolay ulaşabilmek, • Uluslararası finans kaynaklarından daha etkin bir şekilde yararlanabilmek, yararlı ve gereklidir.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

131


6. KAYNAKÇA

Acar, D.Z. ve Türkeş, M., 2011: Climatology of hot days of the 2010 summer in Turkey and analysis of its atmospheric causes. In: Proceedings of the National Geographical Congress with International Participation (CD-R), ISBN 978-975-6686-04-1, 7-10 September 2011, Türk Coğrafya Kurumu – İstanbul University. AÇA, 2004: Avrupa’nın değişen ikliminin etkileri: Gösterge temelli bir değerlendirme, Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) Raporu, 2/2004, Kopenhag. Adams H., 2010: Climate-indiced tree mortlity: Earth System Consequences. EOS, 91 (17), 153-154. AFAD, 2012: T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı: http://www.afetacil.gov.tr AFET –ÇIĞ GRUBU, 1999: Çığ El Kitabı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Gen. Müd., Ankara. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı. Türkiye Ulusal Afet Arşivi - TUAA. http://www.afet.gov.tr/tuaa/PortalPage/ AFET, 1994: “Çığ Rasatçısı El Kitabı”, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara. Ahrens, C.D, 2003: Meteorology Today: An Introduction to Weather, Climate, and the Environment, Brooks/Cole, USA. AİGM, 2002: Afet İşleri Genel Müdürlüğü Eğitim-HaberBilim Dergisi, Sayı 3. Akdağ, M., 1963: Celâlî İsyanları, Ankara. Akdağ, M., 1971: Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Ankara. Akgündüz, A.S., 1998: Türkiye’de Yağış, Sıcaklık ve Nem Verilerinin Klimatolojik Analizi, DMİ Ulusal İklim Programı Çalışmaları, Ankara. Akkaş, M. E., Bucak, C., Boza, Z., Erkonat, H., Bekereci, A., Erkan, A., Cebeci, C., 2008: Büyük orman yangınlarının meteorolojik veriler ışığında incelenmesi, T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Ege Ormancılık Araştırma Müdürlüğü, Teknik Bülten, 36, İzmir. Akman, N., İskender, H., Kadıoğlu, M., Kapdaşlı, I., Ural, D., 2001: Gönüllü Kaynakların Geliştirilmesi, İTÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İTÜ Press, İstanbul. Akman, N., Ural, D., 2001: Afete Dirençli Toplum Oluşturma Seferberliği, İTÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İTÜ Press, İstanbul. Alcamo, J., J.M. Moreno, B. Nováky, M. Bindi, R. Corobov, R.J.N. Devoy, C. Giannakopoulos, E. Martin, J.E. Olesen, A. Shvidenko, 2007: Europe. Climate Change

132

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


2007: Impacts, Adaptation and Vulnerability. Contribution of Working Group II to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change, M.L. Parry, O.F. Canziani, J.P. Palutikof, P.J. van der Linden and C.E. Hanson, Eds., Cambridge University Press, Cambridge, UK, 541-580. Alpert P., T. Ben-Gai, A. Baharad, Y. Benjamini, D. Yekutieli, M. Colacino, L. Diodato, C. Ramis, V. Homar, R. Romero, S. Michaelides and A. Manes, 2002: The paradoxical increase of Mediterranean extreme daily rainfall in spite of decrease in total values. Geophys. Res. Lett., 29, 11, 31-1 – 31-4, (June issue). Alpert, P., Krichdak, S.O., Osetinsky, I., Dayan, M., Haim, D., ve Shafir, H., 2006: Climatic Trends to Extremes and Regional Modeling Over the E. Mediterranean. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. Istanbul Technical University, 4-17.

the forestry sector, and estimation of carbon stock changes between the years 2010 and 2020 in the forests of Turkey. IUFRO 7.01 Conference on Adaptation of Forest Ecosystems to Air Pollution and Climate Change. 22‐ 25 March 2010, Antalya, 8 pages. Aytekin, A. B., 2012: İklim Değişikliğinde Düşük Akımların İstatistik Analizi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, s. 139. Balamir, M., 2001: Recent Changes in Turkish Disasters Policy: A Strategical Reorientation? in Mitigation and Financing Seismic Risks in Turkey, ed. Paul R. Kleindorfer, NATO Science Series (IV/3), Kluwer Publishers, 207-234. Balamir, M., 2002: Kentsel Risk Yönetimi: Depremlere Karşı Güvenli Kent Tasarımı için Yöntem ve Araçlar, Doğal Afetler: Güvenlik için Tasarlama, Mayıs 2001 İstanbul Çalıştayı Kitabı, derleyen E. M. Komut, TMMOB Mimarlar Odası ve UIA, Ankara, 26-54.

Altan, G., 2011: Muğla ve Çanakkale İllerinde 2000-2008 Döneminde Gerçekleşen Büyük Orman Yangınlarının Klimatolojik ve Meteorolojik Analizi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale.

Balamir, M., 2003: Kentsel Risk Yönetimi ve Kentlerin Depreme Hazırlanması, Kentlerin Depreme Hazırlanması ve İstanbul Gerçeği, 8-9 Şubat 2002 Sempozyum Kitabı, TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, İTÜ Taşkışla İstanbul, 17-36.

Altan, G.; Türkeş, M.; Tatlı, H., 2011: Çanakkale ve Muğla 2009 yılı orman yangınlarının Keetch-Byram kuraklık indisi ile Klimatolojik ve Meteorolojik Analizi, In 5th Atmospheric Science Symposium Proceedings Book, Istanbul Technical Univ., 27-29 April 2011, Istanbul. Turkey, 263-274.

Balamir, M., 2004: Restructuring Urban Society for Seismic Mitigation, in ‘Disasters and Society: From Hazard Assessment to Risk Reduction’, Center for Disaster Management and Risk Reduction Techn., Un. of Karlsruhe, D. Malzahn and T. Plapp eds., Logos V., Berlin, Germany, 339-348.

Altın, M., A. Orak, T. Neyişçi, M. Sarı, C. Ergün, 2006: Erozyon, Doğa ve Çevre. TEMA Yayınları.

Balamir, M., 2007a: Afet Riski ve Planlama Politikaları, 5-7 Aralık 2007, Ankara Afet Sempozyumu Bildiriler Kitabı, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, İMO Kongre ve Kültür Merkezi, Mattek Basım Yayın, Ankara, 31-43.

Anonymous, 2004: Türkiye’de Afetlere İlişkin Politikalar ve İktisadi Etmenler, 4. İzmir İktisat Kongresi Afet Yönetimi Çalışma Gurubu Raporu, Ankara. Anonymous, 2009: Turkish Republic Country Report on Disaster Management, Prevention Web, Serving the Information Needs of the Disaster Reduction Community, http://www.preventionweb.net Anonymous, 2010: Statement of the National Policy Dialogue on Disaster Risk Reduction organized within the framework of the EU-funded “Regional Programme on Disaster Risk Reduction in South East Europe” in Zagreb, Croatia, 7 - 8 June 2010.

Balamir, M., 2007b: Risk Yönetimi ve Yerel Yönetimler, Afet Risk Yönetimi: Risk Azaltma ve Yerel Yönetimler, derleyenler: N. E. Erkan, A. Güner, K. Demeter, Dünya Bankası ve Marmara Üniv., Beta Basımevi, İstanbul, 27-54. Barış, M.E., 2009: Effectiveness Of Turkish Disaster Management System And Recommendations. Biotechnol. & Biotechnol., p. 1391-1398. Batur, E. ve M. Kadıoğlu, 1997: Van Gölü’nün Su Bütçesi, Ulusal Su Kaynaklarımız Sempozyumu, 22-24 Eylül, İTÜ Meteoroloji Müh. Böl., İstanbul, s. 115-128.

Asan, Ü., Özkan, U.Y., Sağlam, S. 2008: Küresel İklim Değişiminin Tanımı ve Karasal Ekosistemler Üzerindeki Olası Etkileri. Küresel İklim Değişimi ve Su Sorunlarının Çözümünde Ormanlar Sem. Bildirileri, s. 20‐31.

Batur, E., M. Kadıoğlu ve Z. Şen, 1997: Van Gölü’ndeki Su Seviye Yükselmesinin Nedeni: Meteoroloji ve Su Dengesi. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sem., 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 334-346.

Asan, Ü. 2010: Reduction of CO2 emission possibilities in

Batur, E., Kadıoğlu, M., M. Özkaya, M. Saban, İ. Akın, Y. Kaya, 2008: Van Gölü Su Seviye Modellemesi ve Ekstrem Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

133


Seviyelerin Tahmini, H. Aydın ve İ. Akın (editörler), s. 1329. 5. Dünya Su Formu Türkiye Bölgesel Toplantıları DSİ XVII. Bölge Müdürlüğü Van Gölü Hidrolojisi ve Kirliliği Konferansı, 21-22 Ağustos 2008, Van. Bay, R.R., 1987: “Welcoming Address Nineth Conference on Fire and Forest Meteorology”, April 21-24, 1987 San Diego, California, American Meteorological Society. Bekereci, A., 2010: “Orman yangınları ve meteoroloji”. (http://www.dmi.gov.tr/arastirma/orman-yanginlari.aspx, 28/10/ 2010). Bekereci, A.; Küçük, Ö.; Çamalan, G., 2010: “Türkiye’yi etkileyen hava kütlelerinin orman yangınlarındaki fön etkisi”, içinde T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, 1. Meteoroloji Sempozyumu, 27-28 Mayıs 2010, Ankara, 83-93.

BM İnsan Yerleşmeleri Konferansı, 1996: HABİTAT 2, Türkiye Ulusal Raporu, İstanbul. BMMYK, 2008: Sanayileşmiş Ülkelerdeki İltica Başvurusu Düzeyi ve Eğilimler, 24 Mart 2008, www.unhcr.org. Borgatti, L.. & Soldati, M., 2010: Landslides as a geomorphological proxy for climate change: A record from the Dolomites (northern Italy). Geomorphology 120, 56-64. Borhan, Y. ve Kadıoğlu, M., 1998: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki Çığların Sinoptik Analizi. Tr. J. of Engineering and Environmental Science, 22, 345-352. Borhan, Y. ve M. Kadıoğlu, 1997: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki Kar Çığlarının İstatistiksel Analizi. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sem., 7-9.9.1997 DSİ, Ankara, s. 211-223.

Ben-Gai T., A. Bitan, A. Manes and P. Alpert, 1993: Long-term change in October rainfall patterns in southern Israel. Theoretical and Applied Climatology, 46, 209-217.

Bradshaw, L.S., and W.C. Fischer, 1981: “A computer system for scheduling fire use”. Part 1: The system. USADA For. Serv. Ge. Tech. Rep. INT-91, 63 p.

Beniston, M., and D. G. Fox. 1996: Impacts of climate change on mountain regions. Pages 191–213 in R. T. Watson, M. C. Zinyowera, and R. H. Moss, editors. Climate change 1995: impacts, adaptations and mitigation of climate change. Contribution of Working Group II to the Second Assessment Report of the IPCC. Cambridge University Press, New York, New York, USA.

Brown, L.R., 2006: Dünyayı Nasıl Tükettik?, Çeviren: M. Fehmi İmre, İş Bankası Kültür Yayınları, p. 246.

BIB, 2007: Afet Riski Olan alanlarda İmar Planlama ve Kentsel Tasarım Standartları, Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü, Prota Mühendislik, Ankara.

Brown, O., Hammill, A. and Mcleman, R., 2007: Climate change as the “new” security threat: Implications for Africa. International Affairs, 83(6): 1141–1154. Bryant, E.A., 1997: Climate Process and Change. Cambridge University Press, Cambridge. Bryant, E.A., 1993: Natural Hazards, Cambridge University Press.

BİB, 2009: Kentleşme Şurası Çalışmaları. Afetlere Hazırlık ve Kentsel Risk Yönetimi Komisyon Raporu. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Ankara.

Buma, J., Dehn, M., 1998: A method for predicting the impact of climate change on slope stability. Environ. Geol. 35, 190–196.

Bigford, T.E., 1991: Sea-level rise, nearshore fisheries, and the fishing industry. Coast. Mgmt., 19, 417-437.

CAIC, 2005: Arapahoe Basin May 20, 2005. Available at: http://geosurvey.state.co.us/avalanche/Default. aspx?tabid=44#AB05202005.Accessed7/24/2006

Bilgili, E., Baysal, İ., Durmaz Dinç, B.; Sağlam, B., Küçük, Ö., 2010a: “Türkiye’de 2008 yılında çıkan büyük orman yangınlarının değerlendirilmesi”, içinde III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi Bildiriler Kitabı III. Cilt, 20-22 Mayıs 2010, Artvin, 1270-1279. Bilgili, E., Küçük, Ö., Sağlam, B., 2002: “Yangın davranışının tahmini ve yangınlarla mücadeledeki önemi”, Gazi Üniversitesi Kastamonu Orman Fakültesi Dergisi, 2 (2), 124-134. Bilgili, E., Durmaz Dinç, B., Baysal, İ., Sağlam, B., Küçük, Ö., 2010b: “Doğu Karadeniz ormanlarında orman yangınları”, içinde III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi Bildiriler Kitabı III Cilt, 20-22 Mayıs 2010, Artvin, 1280-1290.

134

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Ceylan A, Alan, İ., Uğurlu, A., 2007: Causes and Effects of Flood Hazards in Turkey, International Congress on River Basin Management, 415-423, Antalya. Ceylan, A., 2001: Türkiye’de Kuraklığın Zamansal ve Bölgesel Değişimi, Su Vakfı Yay., İstanbul. Ceylan, A., 2003: “Meteorolojik Karakterli Doğal Afetlerin Zamansal ve Bölgesel Dağılımı”, III. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu, 19-21 Mart, s:455-465, İstanbul. Ceylan, A., 2005: Meteorolojik karakterli doğal afetlerin zamansal ve bölgesel dağılımı, Lodos, Sayı 23, s. 14-17. Ceylan, A., 2007: Türkiye’de Dolu Yağışları ve Zararları, A.Ü.D.T.C.F, Doktora Tezi, Ankara.


Ceylan, A., Alan I., Ugurlu A., 2007: Causes and Effects of Flood Hazards in Turkey, International Congress of River Basin Management, 22-24 March 2007, Antalya. Ceylan, A., Kömüşçü, A.Ü., 2007: Meteorolojik Karakterli Doğal Afetlerin Uzun Yıllar ve Mevsimsel Dağılımları, I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi-TİKDEK 2007, 1113 Nisan 2007, İ.T.Ü., İstanbul. Changnon, A.C., 1992: Inadvertent Weather Modification in Urban Areas; Lessons for Global Climate Change, Bull. Amer. Meteor. Soc., 73 (5), 619-26. Christensen, N.S., A.W. Wood, N. Voisin, D.P. Lettenmaier, and R.N. Palmer, 2004: The effects of climate change on the hydrology and water resources of the Colorado River Basin. Climatic Change 62: 337-363. Comm., DH, 2009: Orjinal metin: İngilizce Çeviri Taslağı Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Strasbourg, 1 Ekim 2009. Christidis, Nikolaos, Peter A. Stott, Simon J. Brown, 2011: The Role of Human Activity in the Recent Warming of Extremely Warm Daytime Temperatures. J. Climate, 24, 1922–1930. Crutzen, P.J. and E.F. Stoermer, 2000: The “Anthropocene”. IGBP Newsletter. Cummins, K. L., and M. J. Murphy, 2009: An Overview of Lightning Locating Systems: History, Techniques, and Data Uses, With an In-Depth Look at the U.S. NLDN. IEEE Trans. Electromag. Compat., 51(3), 499-518. Curriero FC, Heiner KS, Samet JM, Zeger SL, Strug L, Patz JA. 2002: Temperature and mortality in 11 cities of the eastern United States. Am J Epidemiol; 155: 80–87. Çelik, O. ve M. Kadıoğlu, 1997: Fırtına Tahmininde CAPE Yönteminin Kullanımı. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 458-465. Çepniler, M. ve M. Kadıoğlu, 1997: GAP Bölgesinde Zaman, Alan ve İklim Elemanları Arasındaki Üçlü İlişkiler. Ulusal Su Kaynaklarımız Semp., 22-24 Eylül, İTÜ Meteoroloji Müh. Böl., İstanbul, s. 77-90. Çevre ve Orman Bakanlığı, 2007: Türkiye İklim Değişikliği 1. Ulusal Bildirimi Raporu, Ankara. Çiçek, İ., 2005: Ankara’da Şehir ve Kırsal Sıcaklık Farklarındaki Değişiklikler (1970-2002). Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 1-16, Elazığ-2005. Çiçek, İ., ve U. Doğan, 2005: Ankara’da Şehir Isı Adasının İncelenmesi. Coğrafi Bilimler Dergisi, 2005, 3 (1), 57-72.

ÇOB, 2005: Çölleşme İle Mücadele Türkiye Ulusal Eylem Programı. ISBN 975‐7347‐51‐5. ÇOB, 2008: İklim Değişikliği ve Yapılan Çalışmalar. ÇOB, 2009: Çevre ve Orman Bakanlığı Stratejik Planı, 2010‐2014. ÇOB, 2010: Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesi, 2010‐2020. ÇOBM, 2001: “Orman yangınları ile savaş”, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü, Nisan 2001. ÇOBM, 2008: “2008 yılı günlük orman yangın kayıtları”, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü.
 ÇŞB, 2011: Türkiye’nin Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kasım 2011, Ankara. ÇŞB, 2012: Türkiye’nin İklim Değişikliği İkinci Ulusal Bildirimi (Taslak), T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Nisan 2012, Ankara. DASK, 1997: Doğal Afetler Genel Raporu, Başbakanlık Doğal Afetler Genel Koordinasyon Baş Müşavirliği, Mayıs 1997, Ankara. Demir, İ., Kılıç, G., Coşkun, M., Sümer, U.M., 2008. Türkiye’de maksimum, minimum ve ortalama hava sıcaklıkları ile yağış dizilerinde gözlenen değişiklikler ve eğilimler. TMMOB İklim Değişimi Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, 69-84. TMMOB adına TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası, 13-14 Mart 2008, Ankara Deniz A., and M. Karaca, 1995: Analysis of cyclone tracks over Turkey. Journal of ITU, 53, 59–66. Deniz A., Toros, H., Incecik S., 2011: Spatial variations of climate indices in Turkey. International Journal of Climatology 31(3), 394-403. DOI: 10.1002/joc.2081. DeParatesi, S.R.G., 1989: Hazards and Disasters: Concepts and Challenges. In Remote Sensing for Hazard Monitoring and Disaster Assessment. Diodato, D.M., D.A. Wilhite, and D.I. Nelson, 2007: Managing drought in the United States: A roadmap for science and public policy. EOS 88 (9). DMİ, 2002: “İklim Raporu”, 2002 Dünya Meteoroloji Günü, Ankara DMİ, 2011: Faaliyet Raporu 2010. TC Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Met. İşleri Gen. Müd., Ankara. Doğal Afetler Genel Raporu, 1997: Başbakanlık Doğal Afetler Genel Koordinasyon Baş Müşavirliği, Mayıs 1997, Ankara.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

135


Dolling, K., Chu, P-S., Fujioka, F., 2005: “A climatological study of the Keetch–Byram drought index and fire activity in the Hawaiian Island”, Agricultural and Forest Meteorology, 133, 17–27. Doswell III, Charles A., H.E. Brooks, R.A. Maddox, 1996: Flash Flood Forecasting: An Ingredients-Based Methodology. Weather and Forecasting, 11, 560-581. DPT, 2000: Doğal Afetler Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ocak 2000, Ankara. DPT, 2000a: 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001‐2005). DPT 2006: 9. Kalkınma Planı (2007‐2013). DPT, 2000b: İklim Değişikliği Özel İhtisas Komisyon Raporu: http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/oik548.pdf

EM-DAT, 2009: The OFDA/CRED International Disaster Database http://www.emdat.be/Database/CountryProfile/countryprofile.php EM-DAT, 2012: The OFDA/CRED International Disaster database - www.em-dat.net, Univeriste Catholique de Louvain-Brussels-Belgium. EPA, 2002: Greenhouse Gases and Global Warming Potential Values, Excerpt from the Inventory of U.S. Greenhouse Gas Emissions and Sinks: 1990-2000. U.S. Env. Protection Agency, Office of Atm. Programs. Ercelebi, S.G., Toros, H., 2009: Extreme value analysis of Istanbul air pollution data, CLEAN - Soil, Air, Water, 37(2), 122-131. DOI: 10.1002/clen.200800041.

Dronia, H., 1991: Zum vermehrten Auftreten extremer Tiefdruckgebiete über dem Nordatlantik in den Wintern 1988/89 bis 1990/91. Die Witterung in Übersee 39, 3, 27.

Erdik, M., Aydinoglu, M., 2000: Lecture at UK National Conference on the development of disaster risk reduction: “Rehabilitation, Recovery and Preparedness after 1999 Kocaeli and Duzce Earthquakes”. London: Institute of Civil Engineers, 2000.

Durmayaz, A. and Kadıoğlu, M., 2001: Assessment of the impact of global warming on the residential cooling energy requirement in Adana. ITEC2001 4th International Thermal Energy Congress, İzmir-Turkey, July 8-12, 2001, pp. 51-56.

Erdun, H., M. Kadıoğlu ve B. Çepniler, 1997: Marmara Bölgesi İçin Fevk Analizi. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 414-426.

Durmayaz, A. ve M. Kadıoğlu, 1999: Dünya-Atmosfer Sisteminin Enerji Transferi. Enerji Dünyası Dünya Enerji Kongresi Türk Milli Komitesi Bülteni, 22, 22-28. Durmayaz, A., M. Kadıoğlu and Z. Şen, 2000: An application of the Degree-Hours Method to estimate the residential heating energy requirement and fuel consumption in Istanbul. Energy-Int. J. 25 (12), 1245-1256.

Erenbilge, T., 1999: “Çığ Nedir? Ne Zaman, Nerede, Nasıl Oluşur? Nasıl Önlenir?”, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Geçici İskân Dairesi, Ankara. Ergünay O., Erdik, M., 1984: Disaster Mitigation Program in Turkey, Proceeding of the Int. Conference on Disaster Mitigation Program Implementation, Nov., OchoRios, Jamaica.

Easterling D.R., Meehl, G.A., Parmesan, C., Chagnon S.A., Karl, T.R., Mearns, L.O., 2000: Climate extremes: observations, modeling, and impacts. Science 2000; 289: 2068–74.

Ergünay, O., 1998: The Importance of Bilateral, Regional, International Cooperation in Disasters, Proceeding of the International Seminar on Natural Disaster Reduction for Roads in Mediterranean Countries, 14-16 October 1998, Istanbul.

Ebi K., Burton, I., Smith, J., eds., 2005: Integration of public health with adaptation to climate change: lessons learned and new directions. Lisse, The Netherlands: Swets & Zeitlinger.

Ergünay, O., 1996: Afet Yönetimi Nedir? Nasıl Olmalıdır? Erzincan ve Dinar Depremleri Işığında Türkiye’nin Deprem Sorununa Çözüm Arayışları Sempozyumu. TÜBİTAK, Ankara.

EM-DAT, 2005: The OFDA/CRED International Disaster Database - www.em-dat.net, Univeriste Catholique de Louvain-Brussels-Belgium.

Ergünay, O., 1999: A Perspective of Disaster Management in Turkey: Issues and Prospects. Urban Settlements and Natural Disasters, Proc. of UIA Region II Workshop, June 1999, pp.1- 9.

EM-DAT, 2006: The OFDA/CRED International Disaster Database - www.em-dat.net, Univeriste Catholique de Louvain-Brussels-Belgium. EM-DAT, 2007: The OFDA/CRED International Disaster Database - www.em-dat.net, Univeriste Catholique de Louvain-Brussels-Belgium.

136

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Ergünay, O., P. Gulkan, H. H. Guler, 2008: Afet Yönetimi İle İlgili Terimler: Açıklamalı Sözlük. Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri. Ed: M Kadıoğlu, E Ozdamar. İç İşleri Bakanlığı ve JİCA Türkiye Ofisi. Erinç, S., 1965: Yağış müessiriyeti üzerine bir deneme ve yeni bir indis, İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü, No: 41, İstanbul.


Erinç, S., 1969: Klimatoloji ve Metodları. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Ens. Yayınları No:35, İstanbul. Erkan, A., 2006: Orman yangınları ve meteoroloji. (http://www.meteoroloji.gov.tr/2006/aras-tirma/arastirma-arastirma.aspx?subPg=105&Ext=htm, 02/11/2008). Erkan, B., 2008: Zorunlu Deprem Sigortası Bilinci, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP. Erkan, E. A., 2010: Afet Yönetiminde Risk Azaltma ve Türkiye’de Yaşanan Sorunlar. DPT- Uzmanlık Tezleri, Yayın No: 2812, Ankara. Eroğlu, V., 2009: Statement of the Minister of Environment and Forestry of Turkey http://en.cop15.dk/blogs/ view+blog?blogid=2259, 02.10.2009. Evans, J. and Geerken, R., 2004: Discrimination between climate and human-induced dryland degradation. Journal of Arid Environments 57, 535-554. EUR-OPA and UNISDR, 2011: Climate Change Adaptation and Disaster Risk Reduction in Europe: A Review of Risk Governance. June 2011, pp. 74. Evans, S.G. and Clague, J.J., 1994: Recent climate change and catastrophic geomorphic processes in mountain environments. Geomorphology 10(1-4): 107-128. FAO, 2010: Key findings: Global Forest Resources Assessment: www.fao.org/forestry/fra2010 FEMA, 2000: Planning for a Sustainable Future, Project Impact, FEMA No:364. Flannigan, M. D., Stocks, B. J., Wotton, B. M., 2000: “Climate change and forest fires”, The Science of the Total Environment 262, 221 – 229. Frederick, K.D. and D. Major, 1997: Climate Change and Water Resources. Climatic Change 37: 7-23, Kluwer Academic Publisher. Freeman, P.K., 2003: The Role of Local Governments in Reducing the Risk of Disasters. WBI Workshop, Istanbul, April 28-May 2 2003. GHF, 2009: Human Impact Report: Climate Change - The Anatomy of a Silent Crisis. Global Humanitarian Forum, Geneva. Ghil, M., 2006: Major Climate Change Mechanisms and How They Affect the Middle East. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. Istanbul Technical University, 1-3. Giorgi, F. and Francisco, R., 2000: Evaluating uncertainties in the prediction of regional climate. Geophysical Research Letters, 27(9), 1295-1298.

Glazovskaya, T.G., 1998: Global distribution of snow avalanches and changing activity in the Northern Hemisphere due to climate change. Annals of Glaciology 26: 337342. Goodrick, S. L., 2003: “Incorporation of radar precipitation estimates in a drought index applicable to wildland fire”, In Proc. of the 2003 Georgia Water Resources Conference. April 23-24, Athens. Gosnell, H., Travis, W., Preston, G., 2006: Socioeconomic impacts and adaptation. In: Katzenberger, J., Crandall, K. (Eds.), Climate Change and Aspen: An Assessment of Impacts and Potential Responses. Aspen Global Change Institute, Aspen, CO, pp. 57–80. Griswold, W., 1983: The Great Anatolian Rebellion 1000-1020/1591-1611, Berlin. Guha-Sapir D., Vos, F., Below, R., Ponserre, S., 2011: Annual Disaster Statistical Review 2010: The Numbers and Trends. Brussels: CRED; 2011. Gulkan, P., 2000a: “Rebuilding the Sea of Marmara Region: Recent Structural Revisions in Turkey to Mitigate” in Disasters. Wharton−World Bank Conference: The Challenges in Managing Catastrophic Risks: Lessons for the United States and Emerging Economies’, January 8−10, Washington DC. 2000. Gulkan, P., 2000b: “Recent Natural Disasters in Turkey: An Overview of the National Technological Capacity and its Utilizationzation” in Disasters. Management Research Centre, Middle Eastern Technical University, Ankara. 2000. Gulkan, P., 2005: Managing Urban Risk Through Enhancing the Resilience of Building Environment, Proceedings of the 3rd Earthquakes and Megacities Workshop, Shanghai, November 2001. Completed by Metin Ilkisik October 2005. Gurenko, E. and Lester, R., 2003: Rapid Onset Natural Disasters, The World Bank, Policy Res. Working Papers 3278 (2003). Gültekin, M.L. ve M. Kadıoğlu, 1997a: Isıtma DereceGünler ve Türkiye Genelindeki Dağılımı. II. Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, İTÜ Meteoroloji Müh. Böl. İstanbul, 6-7 Ocak 1997, s. 171-198. Gültekin, M.L. ve M. Kadıoğlu, 1997b: Konvektif Fırtına Tipleri ve Karakteristikleri. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 241-252. Gültekin, M.L. ve M. Kadıoğlu, 1998: Erime DereceGünlerin Kar Erimesinde Kullanımı, II. Ulusal Hidrometeoroloji Sempozyumu Ankara 18-20 Kasım, 1998, s. 96-104. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

137


Gürer, İ., 2002: “Türkiye’de Yerleşim Yerlerine Yönelik Kar ve Çığ Problemleri”, Türkiye Mühendislik Haberleri, Sayı 420-421-422 / 2002/4-5-6, Ankara. Gürer, İ., 2004: “Hidrolojik Afetler Kapsamında Türkiye’de Kar ve Çığ Afetlerinin Tahmini ve Erken Uyarılması Konusunda Yapılan Çalışmalar”, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, 22 Mart 2004 Dünya Su Günü Hidrolojik Afetler Panel Konuşması. Gürer, I., 2006a: The Climatic Change and Water Resources Projects of Southern Turkey. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. Istanbul Technical University, 18-31. Gürer, İ., 2006b: Trading Water in regional Markets. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. Istanbul Tec. Univ., 261-275. Gürkaynak, İ, M. Kadıoğlu, H.A. Poydak, 2004: KIZILAY ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum – Öğretmen Kitabı, Türkiye Kızılay Derneği, Ankara, ISBN-975-92079-2-3. Güser, A., ve M. Kadıoğlu, 1998: Fırtına, Kuraklık ve Sel için Hovmöller Diyagramı ve Analizi, II. Ulusal Hidrometeoroloji Sempozyumu, Ankara, 18-20 Kasım, 1998, s. 145-155. Hannah, J. (Ed.), 1992: Sea Level Changes: Determination and Effects, American Geophysical Union, Washington, D.C. Houghton, J. T., Meira Filho, L. G., Callander, B. A., Harris, N., Kattenberg, A., and Maskell, K., 1996: Climate Change 1995. The Science of Climate Change, IPCC, Cambridge. pp. 133–192. Hsu, K. J., 1983: “The Mediterranean was a Desert”, Princeton University Press.

Inouye, D.W., M. Morales, and G. Dodge, 2002: Variation in timing and abundance of flowering by Delphinium barbeyi Huth (Ranunculaceae): the roles of snowpack, frost, and La Nina, in the context of climate change. Oecologia 139: 543– 550. IPCC, 1990: Climate Change: The IPCC Scientific Assessment. The First Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA. IPCC, 1991: Working Group, ‘Policy makers summary’, in J.T. Houghton, Jenkins, G. J. and Ephraums, J. J. (ed), Climate Change: The IPCC Scientific Assessment, Cambridge Uni. Press, England. IPCC, 1995: Climate Change 1995: The Science of Climate Change; J.T. Houghton, L.G. Meira Filho, B.A. Callander, N. Harris, A. Kattenberg and K. Maskell, Eds.; Cambridge University Press, Cambridge. IPCC, 1996: Climate Change 1995. The Second Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA. IPCC, 2000: Special Report on Emissions Scenarios. Cambridge University Press, Cambridge, UK. IPCC, 2001a: The Scientific Basis Contribution of Working Group I to the Third Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change J. T. Houghton, Y. Ding, D.J. Griggs, M. Noguer, P. J. van der Linden and D. Xiaosu (Eds.) Cambridge University Press, UK. pp 944. IPCC, 2001b: The Global Climate of the 21st Century WG I (Science) Summary for Policy-Makers, Third Assessment Report.

IIDD, 2001: “Septième conférence des parties de la Convention Cadre sur les Changements Climatiques”, 2001, L’Institut International du Développement Durable (IIDD).

IPCC, 2001c: Climate Change 2001: Impacts, Adaptation and Vulnerability. Contribution of Working Group II to the Third Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [McCarthy, J.J., O.F. Canziani, N.A. Leary, D.J. Dokken, and K. S. White (eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, UK, 1032 pp.

İncecik, S., O. Şen, M. Kadıoğlu ve K. Alp, 1994: İstanbul›da Hava Kirliliğinin Yüzeysel Su Kaynakları Üzerindeki Potansiyel Etkileri, I. Ulusal Hidrometeoroloji Semp., 23-25 Mart 1994, İTÜ Maslak-İstanbul, s. 244272.

IPCC, 2007a: Climate Change 2007: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Core Writing Team, R.K. Pachauri, and A. Reisinger (eds.)]. IPCC, Geneva, Switzerland, 104 pp.

İncecik, S., O. Şen, M. Kadıoğlu, 1993: İstanbul›da Hava Kirliliğinin Yüzeysel Su Kaynaklarına Etkisinin Araştırılması Esaslarının Belirlenmesi, İSKİ Proje Raporu.

IPCC, 2007b: Impacts, Adaptation and Vulnerability. Contribution of Working Group II to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Parry, M.L., O.F. Canziani, J.P. Palutikof, P.J. van der Linden, and C.E. Hanson (eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, UK and New York, NY.

Inouye, D.W., 2000: The ecological and evolutionary significance of frost in the context of climate change. Ecology Letters 3: 457–463. 138

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


IPCC, 2007c: Appendix I: Glossary. In: Climate Change 2007: Impacts, Adaptation and Vulnerability. Contribution of Working Group II to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Parry, M.L., O.F. Canziani, J.P. Palutikof, P.J. van der Linden, and C.E. Hanson (eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, UK, and New York, NY, pp. 869-883.

ISDR, 2009: “Practice Review on Innovations in Finance for Disaster Risk Management” prepared by ProVention Consortium for the ISDR System Global Assessment Report 2009.

IPCC, 2007d: Climate Change 2007: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Solomon, S., D. Qin, M. Manning, Z. Chen, M. Marquis, K.B. Averyt, M. Tignor, and H.L. Miller (eds.)]. Cambridge Univ. Press, Cambridge, UK, 996 pp.

Jeanne, B., Perkins, J.B., Harrald, J.R., and R-T., I., 2002: 1999 Kocaeli and Düzce, Turkey, Earthquakes: Lessons for Local Governments on Hazard Mitigation. Association of Bay Area Governments, ABAG Publication Number: P02001EQK.

IPCC, 2007e: Summary for Policymakers. In: Climate Change 2007: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Solomon, S., D. Qin, M. Manning, Z. Chen, M. Marquis, K.B. Averyt, M. Tignor and H.L. Miller (eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, UK, pp. 1-18.

JMA, 1999: “Climate Monitoring Report”, Japan.

IPCC, 2007f: Climate Change 2007. The Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge Univ. Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.
 IPCC, 2009: Scoping Meeting for an IPCC Special Report on Extreme Events and Disasters: Managing the Risks. Proceedings [Barros, V., et al. (eds.)]. 23-26 March 2009, Oslo, Norway. IPCC, 2010: Meeting Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change Expert Meeting on Detection and Attribution Related to Anthropogenic Climate Change [Stocker, T.F., C.B. Field, D. Qin, V. Barros, G.-K. Plattner, M. Tignor, P.M. Midgley, and K.L. Ebi (eds.)]. IPCC Working Group I Technical Support Unit, University of Bern, Bern, Switzerland, 55 pp. IPCC, 2012: Summary for Policymakers. In: Managing the Risks of Extreme Events and Disasters to Advance Climate Change Adaptation [Field, C.B., V. Barros, T.F. Stocker, D. Qin, D.J. Dokken, K.L. Ebi, M.D. Mastrandrea, K.J. Mach, G.-K. Plattner, S.K. Allen, M. Tignor, and P.M. Midgley (eds.)]. A Special Report of Working Groups I and II of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, UK, and New York, NY, USA, pp. 3-21. ISDR, 2002: Geneva, July 2002 Prepared as an Interagency Effort Coordinated by the ISDR Secretariat with special support from the Government of Japan, the World Meteorological Organization and the Asian Disaster Reduction Center, Kobe, Japan.

Işık, E., 1993: “Orman Yangınlarında Meteorolojik Etkenler”. Lisans Tezi, İ.T.Ü. Meteoroloji Müh. Bölümü.

JICA, 2004: Türkiye’de Doğal Afetler Konulu Ülke Strateji Raporu, 2004.

Johnson, T. R., 1998: Climate change and Sierra Nevada snowpack. Thesis. University of California–Santa Barbara, Santa Barbara, California, USA. JP (Joint UNEP/OCHA Environment Unit), 2007: Environmental Emergencies Capacity Assessment in Turkey: Workshop Results and Recommendations, Ankara, Turkey, 20- 25 January 2007, Published in Switzerland, February 2007 by the Joint UNEP/OCHA Env. Unit. JP, 2008: MDGF-1680: Enhancing the Capacity of Turkey to Adapt to Climate Change. Draft Inception Report. Joint Project of UNDP/OCHA. Kadıoğlu, M., 1992a: Karmaşık Bir Doğa Olayı: Çığ. Cumhuriyet Bilim-Teknik, 258, 10 s. Kadıoğlu, M., 1992b: Meteorolojide Normal ve Anormaller. Cumhuriyet Bilim-Teknik, 278, 5 s. Kadıoğlu, M., ve A.B. Kara, 1992: Sıcaklık-Nem Bunaltılıcılığı ve Halka SINEM Uyarısı. İTÜ Dergisi, 50 (3), 43-47 s. Kadıoğlu, M., 1993a: Türkiye’de İklim Değişikliği ve Olası Etkileri. Çevre Koruma, 47, 34-37. Kadıoğlu, M., 1993b: “GAP Bölgesinde Beklenen İklim Değişiklikleri”. TMMOB GAP’ta Teknik Hizmetler Sempozyumu, 10-12 Kasım 1993, Ankara. 327-343. Kadıoğlu, M., 1993c: Türkiye’de İklim Değişikliği ve Olası Etkileri. Çevre Koruma, 47, 34-37. Kadıoğlu, M., ve H. Toros, 1993: “Şehirleşmenin Türkiye’de İklime Etkisi”. ÇEVRE’93, Türk Devletleri Arasında 2. İlmi İşbirliği Konferansı, 26-29 Haziran 1993, Almatı, Kazakistan, 241-246.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

139


Kadıoğlu, M., ve A. Deniz, 1993: 18-20 Haziran 1990 Doğu Karadeniz Sellerinin Nümerik-Kinematik-Termodinamik Analizi. Türkiye Ulusal Jeodezi-Jeofizik Birliği Genel Kurulu, 8-11 Haziran 1993, Ankara, s. 231-245.

Kadıoğlu, M., 1996a: Orman Yangınları ve Meteoroloji, I. Uluslararası Yangın ve Güvenlik Konferansı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü, 20-21 Mayıs, 1996, s. 157-166.

Kadıoğlu, M., H. Toros ve B. Kurtuluş, 1993a: “Küresel Isınma ve Türkiye’de İklim Değişimi”. Türkiye Ulusal Jeodezi-Jeofizik Birliği Genel Kurulu, 8-11 Haziran 1993, Ankara, 209-223.

Kadıoğlu, M., 1996b: Türkiye’deki Kasırga, Hortum veya Tornado Gerçeği Nedir? TMMOB Meteoroloji Müh. Odası Meteoroloji Mühendisliği Dergisi, Eylül 1996 (4), 21-29.

Kadıoğlu, M., H. Toros ve B. Kurtuluş, 1993b: “Küresel Isınma ve Türkiye’de Yağış Trendleri”. DSİ, Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi Konf., 12-14 Nisan 1994, Ankara, Cilt 1, 467-476.

Kadıoğlu, M. ve N. Öztürk, 1996a: Trafikte Kötü Hava Şartları ile Mücadele Yöntemleri, I. Ulusal Ulaşım Sempozyumu, İTÜ-İETT Genel Müd., 6-7 Mayıs 1996, İstanbul, s. 487-494.

Kadıoğlu, M., 1994a: İklim ve Van Gölü Su Seviyesindeki Değişimlerin Arasındaki İlişkinin Tespiti. Van Gölü’nde Su Seviye Değişimleri ve Çevreye Olumsuz Etkileri, 27-29 Eylül 1994, Van.

Kadıoğlu, M. ve N. Öztürk, 1996b: Yıldırım ve Yıldırımdan Korunma, İTFAİYE-110, Yıl 2, Sayı: 7.

Kadıoğlu, M., 1994b: Van Gölü’nün Yükselen Suları, İTÜ Vakıf Dergisi, 3, 36-38. Kadıoğlu, M., ve Z. Şen, 1994: Keban Barajı Öncesi ve Sonrasında Çevre İkliminin Fraktal Analizi. DSİ, Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi Konferansı, 12-14 Nisan 1994, Ankara, Cilt 3, s. 1145-1154. Kadıoğlu, M., Y. Borhan ve B. Çepniler, 1994a: Güneydoğu Anadolu Kar Çığlarının Meteorolojik Analiz ve Tahmini, I. Ulusal Hidrometeoroloji Sempozyumu, 23-25 Mart 1994, İTÜ Maslak-İst., s. 174-184. Kadıoğlu, M., S. Satılmış ve H. Özgüler, 1994b: Büyük Su Yapılarının Çevre İklimine Etkisi. DSİ, Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi Konferansı, 12-14 Nisan 1994, Ankara, Cilt 3, s. 1099-1108. Kadıoğlu, M., 1995a: Şehirleşmenin İstanbul’da Yağışa Etkisi, II. Hava Kirliliği, Kontrol ve Modelleme Sempozyumu, 22-24 Mart, 1995, İTÜ, İstanbul, s. 72-84. Kadıoğlu, M., 1995b: Türkiye Genelinde Hava Kirliliğinin Ana Bileşenler Analizi, II. Hava Kirliliği, Kontrol ve Modelleme Sempozyumu, 22-24 Mart, 1995, İTÜ, İstanbul, s. 102-111.

Kadıoğlu, M., 1997a: Meteoroloji Mühendisi ve Su Yönetimi. Meteoroloji Müh., 2, s. 19-20. Kadıoğlu, M., 1997b: Ozon ve İklim Değişikliğinin Türkiye’ye Olası Etkileri. Met. Müh., 3, s. 34-37. Kadıoğlu, M., 1997c: Şehirleşmenin Marmara Bölgesindeki Yağışlara Etkisi. TMMOB Jeoloji Müh. Odası Su ve Çevre Sempozyumu, 2-5 Haziran 1997, İstanbul, s. 37-46. Kadıoğlu, M., 1997d: Trends in Surface Air Temperature Data Over Turkey. Int. J. of Climatology, 17, 511-520. Kadıoğlu, M., 1997e: Trends in Turkish Precipitation Data. The International Conference on Water Problems in the Mediterranean Countries, 17-21 Nov. 1997, NicosiaNorth Cyprus, Vol. I, pp. 79-86. Kadıoğlu, M. ve Z. Şen, 1997: Meskûn Bölgelerde Basit Sel Hesapları ve Gebze Uygulaması. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 156-173. Kadıoğlu M. ve N. Topçu, 1997: Marmara Bölgesi’nde Kuraklık Takibi. Su Kaynaklarının Korunması ve İşletilmesi Sempozyumu, 2-3 Haziran 1997, İSKİ, İstanbul, s. 167-176.

Kadıoğlu, M., 1995c: Van Gölü Su Seviyesindeki Değişimler ile Meteorolojik Parametreler Arasındaki İlişkinin Tespiti. Van Gölü Su Seviyesi Yükselmesi Nedenleri ve Çözüm Yolları, Van 20-22.6.1995, s. 21-39.

Kadıoğlu, M. and Z. Şen, 1997: Heeating degree-day variations in Turkey. Proc. of the Fifth International Symposium on Environmental Issues and Waste Management in Energy and Mineral Production-SWEMP’98, AnkaraTurkey, 18-20May, 1998, 161-166.

Kadıoğlu, M., 1995d: Van Gölü ve Yükselen Su Seviyesi, Türkiye Müh. Haberleri Dergisi, 379, 95-96.

Kadıoğlu, M., N. Öztürk ve E. Batur, 1997a: İnsanlar Yıldırımdan Nasıl Korunur. Meteoroloji Müh., 2, s. 54-56.

Kadıoğlu, M., G. Sezen ve B. Çepniler, 1995: Yağışlar ile Van Gölü Su Seviyesindeki Değişimler Arasındaki İlişkinin Tespiti. Türkiye Ulusal Jeodezi-Jeofizik Birliği Genel Kurulu, Ankara, 1-5.5.1995, Cilt 3, s. 717-726.

Kadıoğlu, M., Z. Şen and E. Batur, 1997b: The Greatest Soda-Water Lake in the World and How it is Influenced by Climatic Change, Annales Geophysicae, 15, 1489-1497.

140

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi


Kadıoğlu, M., 1998a: Beykoz-Riva Deresi Örneğiyle İklim Değişikliğinin Kıyılarımız Üzerindeki Olası Etkisi, TÜDAV Beykoz İlçesi Çevre Sorunları Sempozyumu, İstanbul 6-7 Haziran 1998, s. 96-105.

Kadıoğlu, M., Şen, Z., and Batur, E., 1999b: Cumulative-Departures Model for Lake Water Fluctuations, Journal of Hydrologic Engineering, ASCE (July 1999 issue), baskıda.

Kadıoğlu, M., 1998b: Possible climate changes over Greater Anatolian Project (GAP), Int. Symposium on Water Supply and Treatment 25-26 May, 1998, Istanbul, pp. 65144.

Kadıoğlu, M., Şen, Z., and Gültekin, L., 1999c: ‘Spatial Heating Monthly Degree-Day Features and Climatologic Patterns in Turkey’, Theor. Appl. Climatol., 64, 263-269.

Kadıoğlu, M. and L. Gültekin, 1998: Homogeneous Heating Regions in Turkey, Second Trabzon Int. Energy and Environment Symposium, July 27-29, 1998, TIEES-98, p. 178 (Abstract). Kadıoğlu, M. and Z. Şen, 1998a: Heating degree-day variations in Turkey. Proc. of the Fifth International Symposium on Environmental Issues and Waste Management in Energy and Mineral Production-SWEMP’98, AnkaraTurkey, 18-20 May, 1998, pp. 161-166. Kadıoğlu, M. and Z. Şen, 1998b: Trends in Heating Degree-Days Over Turkey, Second Trabzon Int. Energy and Environment Symposium, July 27-29, 1998, TIEES-98, p. 184 (Abstract). Kadıoğlu, M., ve B. Çepniler, 1998: Türkiye’deki Yağış Bölgelerinin Ana Bileşen Analizi ile Tespiti, II. Ulusal Hidrometeoroloji Sempozyumu Ankara 18-20 Kasım, 1998, s. 110-119. Kadıoğlu, M. ve L. Şaylan, 1998: Türkiye’de Farklı Bitkiler İçin Büyüme-Derece-Gün Değerlerinin Belirlenmesi. Tarım ve Orman Meteorolojisi’98 Sempozyumu, İstanbul 21-23 Ekim 1998, s. 109-115. Kadıoğlu, M., Şaylan, L., Şen, Z., 1998a. Effect of climate change on the growing season in Turkey, Second Trabzon Int. Energy and Env. Symposium, July 27-29, 1998, TIEES-98. Kadıoğlu, M., Şen, Z., and Batur, E., 1998b: The greatest soda-water lake in the world and how it is influenced by climatic change, Ann. Geophysicae, 15, 1489-1497. Kadıoğlu, M., and Z. Şen, 1998c: Power-law Relationship in Describing Temporal and Spatial Precipitation Pattern in Turkey. Theoretical and Applied Climatology, 59 (1-2), 93-106. Kadıoğlu, M. and Z. Şen, 1999: Degree Day Formulations and Application in Turkey. Journal of Applied Meteorology, 38, 6, 837-846. Kadıoğlu, M., H. Erdun, N. Öztürk, and Z. Şen, 1999a: On the Precipitation Climatology of Turkey by Harmonic Analysis. International Journal of Climatology, 19, 17171728.

Kadıoğlu, M., Y. Tulunay, and Y. Borhan, 1999d: Variability of Turkish precipitation compared to El Nino events. Geophysical Research Letters, 26, 1597–1600. Kadıoğlu, M., 2000: Regional Variability of Seasonal Precipitation in Turkey. Int. Journal of Climatology, 20, 1743-1760. Kadıoğlu, M. and Z. Aslan, 2000: Recent Trends of Growing Season Length in Turkey, 2nd International Symposium on New Technologies for Environmental Monitoring and Agro-Applications Proceedings, 18-20 October 2000, Tekirdağ/Turkey, pp. 295-303. Kadıoğlu, M., 2001a: Bildiğiniz Havaların Sonu: Kürsel İklim Değişimi ve Türkiye. Güncel Yayıncılık, İstanbul, 368.s. Kadıoğlu, M. (Editör), 2001b: Kuraklık Kıranı. Güncel Yayıncılık, İstanbul, 128.s. (ISBN 975-8621-05-X). Kadıoğlu, M. and L. Şaylan, 2001: Trend Analysis of Growing Degree-Days in Turkey. Water, Air and Soil Pollution, 126, 83-96. Kadıoğlu, M., ve İskender, H., 2001: Acil Durumlarda Basın ve Halkla İlişkilerin İlkeleri, İTÜ Afet Yönetim Merkezi-İTÜ Press Yayınları, İstanbul. Kadıoğlu, M., and Durmayaz, A., 2001: “Impact of climate change on the residential heating energy requirement and fuel consumption in Istanbul”, will be presented in ECOS’01 and First International Conference on Applied Thermodynamics, Istanbul-Turkey on July 4-6, 2001. Kadıoğlu, M., Şen, Z., and Gültekin, L., 2001: Variations and trends in Turkish seasonal heating and cooling degree-days, Climatic Change, 49, 209-223. Kadıoğlu, M., 2002: Kentsel Yerleşimlerde Riski Artıran Faktörler ve Tali Tehlikeler. 8-9 Şubat 2002, Kentlerin Depreme Hazırlanması ve İstanbul Gerçeği Sempozyumu, İTÜ Taşkışla-İstanbul, s. 71-82. Kadıoğlu, M., Helvacıoğlu, İ., Okay, N., Tezer, A., Trabzon, L., Türkoğlu, H., Ünal, Y. S., Yiğiter, R., 2003: Okullar İçin Afet Yönetimi Ve Acil Yardım Planı Kılavuzu, İTÜ AYM Yayınları, İTÜ Press, İstanbul.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

141


Kadıoğlu, M., İ. Gürkaynak, H.A. Poydak, 2004a: KIZILAY ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum – Öğrenci Kitabı, Türkiye Kızılay Derneği, Ankara, ISBN-975-92079-1-5. Kadıoğlu, M., İ. Gürkaynak, H.A. Poydak, 2004b: KIZILAY ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum – Öğrenci Kitabı, Türkiye Kızılay Derneği, Ankara. Kadıoğlu, M. ve Şaylan, L., 2004: Küresel İklim Değişimi ve Su Kaynaklarımız. İstanbul ve Su Sempozyumu, TMMOB Mimarlar Odası 8-9 Ocak 2004, İstanbul. Kadıoğlu, M., 2005a: Afete Hazırlık Eğitim Çalışmaları, 3. İstanbul ve Deprem Sempozyumu, s. 229-250. TMMOB İnşaat Müh. Odası İstanbul Şubesi, 9-10 Haziran 2005, İTÜ MKA, İstanbul. Kadıoğlu, M., 2005b: Kurum ve Kuruluşlar için Afet Acil Yardım Planı; Kadıoğlu M. ve Özdamar, E., eds, “Genel Afet Yönetimi Temel İlkeleri” içinde, JICA Yayınlar No: 1, Ankara. Kadıoğlu, M., 2005c: Afete Hazırlık Eğitim Çalışmaları, 3. İstanbul ve Deprem Sempozyumu, s. 229-250. TMMOB İnşaat Müh. Odası İst. Şubesi, 9-10 Haziran 2005, İTÜ Mustafa Kemal Amfisi, İstanbul. Kadıoğlu, M., 2005d: Afete Hazırlık ve Afet Bilinci Eğitiminde Verilen Mesajların Standardizasyonu. Deprem Sempozyumu Kocaeli 2005, 23-25 Mart, 2005. Kocaeli Üniversitesi, Veziroğlu Kampüsü Yer ve Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi. Kadıoğlu, M., İ. Helvacıoğlu, N. Okay, A. Tezer, L. Trabzon, H. Türkoğlu, Y.S. Ünal, R. Yiğiter, 2005: Okullar İçin Afet Yönetimi ve Acil Yardım Planı Kılavuzu, Mayıs-2005, İTÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İTÜ Pres. Kadıoğlu, M., 2006a: Afetler Konusunda Kamuoyunun Bilinçlendirilmesi ve Eğitim; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., eds., 2. baskı, “Afet Yönetiminin Temel İlkeleri” içinde; s. 67-80, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 1, Ankara. Kadıoğlu, M., 2006b: Kurum ve Kuruluşlar için Afet Acil Yardım Planı; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., eds., 2. baskı, “Afet Yönetiminin Temel İlkeleri” içinde; s. 101-108, JICA Türkiye Ofisi Yay. No: 1, Ankara. Kadıoğlu, M., 2007: Havadan-Sudan, HayyKitap. Kadıoğlu, M., ve Yedig, S., 2007: 99 Sayfada Küresel İklim Değişimi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul. ISBN 978-9944-88-142-5, p.102. Kadıoğlu, M., 2008a: Belediye Çalışanları için Afet Acil Durum Planlaması; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., (editörler), “Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri”; s. 185208, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara. 142

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Kadıoğlu, M., 2008b: Kuraklık Kıranı Risk Yönetimi; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., (editörler), “Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri”; s. 277-300, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara. Kadıoğlu, M., 2008c: Modern, Bütünleşik Afet Yönetiminin Temel İlkeleri; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., (editörler), “Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri”; s. 1-34, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara. Kadıoğlu, M., 2008d: Sel, Heyelan ve Çığ için Risk Yönetimi; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., (editörler), “Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri”; s. 251-276, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara. Kadıoğlu, M., 2008e: Toplumda Afet Bilincini Artırma Yöntemleri; Kadıoğlu, M. ve Özdamar, E., (editörler), “Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri”; s. 223-242, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara. Kadıoğlu, M., 2008f: Sanayi ve İşyerleri İçin Afet Acil Yardım Planlama Rehberi. Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP (İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi). Kadıoğlu, M., 2008h: Küresel İklim Değişikliği ve Uyum Stratejiler, s. 69-94, Kar Hidrolojisi Konferansı, 27-28 Mart, 2008 DSİ VII. Bölge Müdürlüğü Erzurum. Kadıoğlu, M., 2008ı: Günümüzden 2100 Yılına İklim Değişimi, s.27-46, TMMOB İklim Değişimi Sempozyumu, 13-14 Mart, 2008 Ankara. Kadıoğlu, M., 2008i: Küresel İklim Değişimi ve Etik, s.393-424, TMMOB İklim Değişimi Sempozyumu, 1314 Mart, 2008 Ankara. Kadıoğlu, M., 2008j: Küresel İklim Değişikliği ve Etkileri, Yerel Yönetimlerde Yeni Yaklaşımlar Konferansı, 29-30 Mart 2008, Adapazarı. Kadıoğlu, M., 2008k: Günümüzden 2100 Yılına İklim Değişimi, s. 27-46. Küresel İklim Değişimi ve Türkiye: TMMOB İklim Değişimi Sempozyumu, 13-14 Mart 2008, Ankara. Kadıoğlu, M., 2008l: Sel ve Heyelan Risk Yönetimi, s. 101-130. 5. Dünya Su Formu Türkiye Bölgesel Toplantıları DSİ XXII. Bölge Müdürlüğü Taşkın, Heyelan ve Dere Yataklarının Korunması Konferansı, 07-08 Ağustos 2008, Trabzon. Kadıoğlu, M., 2008m: Sel ve Heyelan Risk Yönetimi, s. 11-37. 5. Dünya Su Formu Türkiye Bölgesel Toplantıları DSİ VII. Bölge Müdürlüğü Sel, Taşkın ve Heyelan Konferansı, 24-25 Temmuz 2008, Samsun. Kadıoğlu, M., 2008n: Sel Risk Yönetimi, s. 71-96. 5. Dünya Su Formu Türkiye Bölgesel Toplantıları DSİ XI. Bölge Müdürlüğü Taşkın Konferansı, 19-20 Haziran 2008, Edirne.


Kadıoğlu, M. Ve S. Çakır, 2008: Su. T.C. İstanbul Valiliği Güvenli Yaşam Serisi 2. Sis Matbaacılık İstanbul, p.44. Kadıoğlu, M., 2011a: Afet Yönetimi: Beklenilmeyeni Beklemek, En Kötüsünü Yönetmek. T.C. Marmara Belediyeler Birliği Yayını. Yayın No: 65. Kadıoğlu, M., 2011b: Türkiye Katılım Öncesi Destek Amaçlı Ülke İhtiyaçları Değerlendirme Raporu, UNDP-WMO için Afet Hazırlık ve Önleme İnisiyatifi “2008-2013 Güneydoğu Avrupa Afet Risk Azaltımı Bölgesel İşbirliği Projesi (DPPI)” kapsamında hazırlanmıştır. Kadirbeyoğlu, Z., 2010: In the Land of Ostriches: Developmentalism, Environmental Degradation, and Forced Migration in Turkey. In the Environment, Forced Migration and Social Vulnerability, Chapter 17. Ed., T. Affifi ve J. Jager, Springer-Verlag Berlin Heidelberg. Kahya, C., 2000: Türkiye’nin Aşağı Troposfer Termodinamik Klimatolojisi, Master Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Ens. S. 152. Kanlı, İ. B. ve Ünal, Y., 2004: Üst düzey planlama sistemi ve afet yönetimi ilişkileri, İTÜ Dergisi / A: Mimarlık Planlama Tasarım, 3 (1), 103-112. Kapsch, M., 2011: Longterm variability of hail-related weather types in an ensemble of regional climate models. Diploma thesis, Institute for Meteorology and Climate Research (IMK), KIT, 119 pp. Karaca, M., A. Deniz, and M. Tayanç, 2000: Cyclone track variability over Turkey in association with regional climate. International Journal of Climatology, 20, 122– 136. Karancı, N., 2003: Disaster Assistance. In Bridging the Gender Gap in Turkey: A Milestone Towards Faster Socioeconomic Development and Poverty Reduction September 16, 2003 Poverty Reduction and Economic Management Unit Europe and Central Asia Region. Karl, T., 1992: Nighttime Warming Trend Identified, Science News, 140 (1), 4. Karpat, K., 1985: Ottoman Population 1830-1914. Madison. Keatinge W.R., Donaldson G.C., Cordioli, E., 2000: Heat related mortality in warm and cold regions of Europe: observational study. BMJ; 321: 670–73. Keetch, J. J.; Byram, G. M., 1968: “A drought index for forest fire control”, USDA Forest Service Research Paper, SE–38. 1–32. Keles, R., 2004: Turkish Government Structure from Disaster Management Persp., UNDP, 2004.

Kocak, D., 2005: Marmara Earthquake & General Overview of Turkey Disaster Management System, World Bank Disaster Management on-line Program Final Project, http://info.worldbank.org. Koenig, U., and Abegg, B., 1997: Impacts of Climate Change on Winter Tourism in the Swiss Alps, Journal of Sustainable Tourism, 5 (1), 46-58. Kömüşcü, A.Ü., ve A. Ceylan, 2007: Maksimum Şiddetli Yağış Verilerine Göre Türkiye’de Taşkın Risk Alanlarının Belirlenmesi, V. Ulusal Hidroloji Kongresi. Orta Doğu Teknik Üniv., Ankara, 5-7 Eylül 2007, p:163-172. Kömüşçü, A. Ü., Dorum, A. ve Ceylan, A., 2003: Yağış Şiddeti ve Tekerrür Sürelerine göre Sel veTaşkın Riski Analizi. III. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu, 19-21 Mart, s.235-244, İstanbul. Krichak, S. O., P. Kischa and P. Alpert, 2002: Decadal trends of main Eurasian oscillations and the Mediterranean precipitation. Theor. and Applied Climatology, 72, 209-220. Krichak, S.O., P. Alpert, 2005a: Decadal trends in the East Atlantic/West Russia pattern and the Mediterranean precipitation, Int. J. Climatol, 25: 183–192. Krichak, S.O., P. Alpert, 2005b: Signatures of the NAO in the atmospheric circulation during wet winter months over the Mediterranean region, Teor. Appl. Climatol. 82(1-2),27-39. Kuleli, T., 2010: City-Based Risk Assessment of Sea Level Rise Using Topographic and Census Data for the Turkish Coastal Zone. Estuaries and Coasts, 33, 640-651. Kuleli, T., Şenkal, O. and Erdem, M. 2009: National assessment of sea level rise using topographic and census data for Turkish coastal zone. Environmental Monitoring and Assessment, 156, 425-434. Kunkel, K.E., 2008: “Observed changes in weather and Climate Extremes”, In: Weather and Climate Extremes in a Changing Climate: Regions of Focus: North America, Hawaii, Caribbean, and US Pacific Islands, T. R. Karl et al (ed): A Report by the US Climate Change Science Programme and the Sub-committee on Global Change Research, Washington DC. Kunreuther, H., 2001: Public-private partnership for reducing seismic risk losses. In: Mitigation and financing of seismic risks, by P.R. Kleindorfer, and M.R. Sertel (eds.), Kluwer Acad. Pub., 73-99. Kunz, M., J. Sander and Ch. Kottmeier, 2009: Recent trends of thunderstorm and hailstorm frequency and their relation to atmospheric characteristics in southwest Germany. Int. J. Climatol. 29, 2283-2297. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

143


Kutiel, H., Hirsch-Eshkol, T. R., Türkeş, M., 2001: “Sea level pressure patterns associated with dry or wet monthly rainfall conditions in Turkey”, Theor. and Applied Climatology, 69, 39-67. Küçük, Ö., Sağlam, B., 2004: “Orman yangınları ve hava halleri”, Kastamonu Orman Fakültesi Dergisi, 4 (2), 220–231. Küçükkaraca, E. ve M. Kadıoğlu, 1997: İzmir Seli İçin Bir Mezo-Ölçek Analiz. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 253-276. Küçükosmanoğlu, A., 1985: Türkiye ormanlarında çıkan yangınların sınıflandırılması ile büyük yangınların çıkma ve gelişme nedenleri, basılmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Lathman, D.J., 1987: “Anolog Method of Forecasting”, Ninth Conference on Fire and Forest Meteorology, April 21-24, 1987 San Diego, California, American Meteor. Society. Lazar, B.M., and Williams, 2008: Climate change in western ski areas: Potential changes in the timing of wet avalanches and snow quality on the Aspen ski area in the years 2030 and 2100. Cold Regions Science and Technology 51, 219–228. Lehner, B., Doll, P., Alcamo, J., Henrichs, T., Kaspar, F., 2006: Estimating the impact of global change on flood and drought risks in Europe: A continental, integrated analysis. Climatic Change, 75(3): 273-299; 2006. Lindgren, E., Talleklint, L., Polfeldt, T., 2000: Impact of climatic change on the northern latitude limit and population density of the disease - transmitting European tick Ixodes ricinus. Environ Health Perspect; 108: 119–123. Lindgren E., 1998: Climate change, tick-borne encephalitis and vaccination needs in Sweden-a prediction model. Ecol Modell; 110: 55–63. Logario, H.J., 1990: Earthquakes: An Architect’s Guide to Nonstructural Seismic Hazards. New York: John Wiley and Sons. Mahoney, K., M.A. Alexander, G. Thompson, J.J. Barsugli, and J.D. Scott, 2012: “Changes in hail and flood risk in high-resolution simulations over Colorado’s mountains” Nature Climate Change, 2012. Maier, M.W., R.C. Binford, L.G. Byerley, E.P. Krider, A.E. Pifer, and M.A. Uman, 1983: Locating Cloud-toGround Lightning With Wideband Magnetic Direction Finders, Fifth Symposium Meteorological Observations and Instrumentation, April 11-15, 1983, Toronto, Ont., Canada, pp. 497-504. 144

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

McMaster, H., 1997: Will the greenhouse effect alter the risk of hail damage? Natural Hazards Quarterly (Macquarie University, Sydney) 3, 1. McMichael, A.J., R. E. Woodruff, S. Hales, 2006: Climate change and human health: Present and future risks. Lancet 2006; 367: 859–69, www.thelancet.com. Menne, B., and K.L. Ebi (eds.), 2006: Climate Change and Adaptation Strategies for Human Health (based on the report of the eCASHh project), WHO Regional Office for Europe, Steinkopft Verlay Darmstadf, Germany, 449 pp. MGM, 2012: Meteoroloji Genel Müdürlüğü: http://www. meteor.gov.tr. Miles, L., 2010: Implications of the REDD negotiations for forest restoration OGM 2003: Türkiye Ulusal Ormancılık Programı (2004‐2023). MMO, 1999: Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler ve Meteorolojik Önlemeler Raporu, TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası. 61 s. Mohr, S., and M. Kunz, 2011: Trend analysis of meteorological parameter relevant to hail from soundings and reanalysis data. 6th European Conference on Severe Storms, 3 -7 Oct 2011, Palma de Mallorca, Spain. Mol, T. 1996: Yangınlar ve gözetim, İtfaiye 110, Yıl 1, Sayı 1, s.19-20. Moore, R., J.M. Carey and R.G. McInnes, 2010: Landslide behaviour and climate change: predictable consequences for the Ventnor Undercliff, Isle of Wight. Quarterly Journal of Engineering Geology and Hydrogeology, November 2010, v. 43: 367-370. MR, 2010: Türkiye Millî Reasürans Faaliyet Raporu 2010, İstanbul. Munich Re, 2011: Topics Geo natural catastrophes 2010: Analyses, assessments, positions. Munich Reinsurance Company Rep., p. 58, Germany. NASA, 2011: NASA research finds 2010 tied for warmest year on record. Retrieved January 12, 2011, from NASA Goddard Institute for Space Studies Website: http://www. giss.nasa.gov/research/news/20110112/Website. NDMC, 1995: National Drought Mitigation Center, Balancing Water Demand And Supply, (www.ndmc.gov) Neyişçi, T., Ayaşlıgil, Y., Ayaşlıgil, T., Sönmezışık, S., 1996: Yangına dirençli orman kurma ilkeleri, TÜBİTAK, TOGTAG-1342. TMMOB Orman Mühendisleri Odası Yayın No: 21. Ankara.


Nicholls, N., Gruza, G. V., Jouzel, J., Karl, T. R., Ogallo, L. A., and Parker, D. E., 1996: ‘Observed Climate Variability and Change’, in Houghton, J. T., Meira, University Press, Cambridge, p. 572. Nicholls, R., 2001: “Impacts of global warming”, Middlesex University, London. Nishikawa, S., 2003: Total Disaster Risk Management for Sustainable Development The International Conference on Total Disaster Risk Management 2-4 December 2003. NOAA, 211: http://www.nodc.noaa.gov/OC5/3M_ HEAT_CONTENT/ Nurlu M., Kuterdem K., Özsaraç V., 2007: Multi-hazard Approach to Disaster Risk Reduction in Regional level By Using Geographical information Systems And Remote Sensing Techniques, Case Studies From NW Turkey, ESA Int. Geohazards Week, 5-9 November 2007. OECD, 2007: Environment & Sustainable Development 2007, Vol. 2007, No. 2, pp. 1 - 131 Climate Change in the European Alps: Adapting Winter Tourism and Natural Hazards Management (Complete Edition - ISBN 9264031685). OECD, 2008: Launch of the Environment Performance Review of Turkey: http://www.oecd.org/document/31/0, 3746,en_33873108_33873854_41878367_1_1_1_1,00. html Ogaw,a Y., Rufin, T. M. Jr., Kato, E., Taniguchi, H., 1998. A Methodology for Community Involvement in Efficient Disaster – Prevention Awareness, Regional Development Studies, vol. 4. OGM, 2004: Türkiye Çevre Atlası. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü Çevre Envanteri Dairesi Başkanlığı. Ankara. 472 s. OGM, 2008a: Baharlar yanan alanların rehabilitasyonu ve yangına dirençli ormanlar tesisi projesi. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü, Silvikültür Şube Müd., 38 s. OGM, 2008b: Çanakkale-İntepe Yanan Alanların Rehabilitasyonu ve Yangına Dirençli Ormanlar Tesisi Projesi. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü, Silvikültür Şube Müdürlüğü. 50 s. OGM, 2008c: Gelibolu Yanan Alanların Rehabilitasyonu ve Yangına Dirençli Ormanlar Tesisi Projesi. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü, Silvikültür Şube Müdürlüğü. 40 s. OGM, (2010a) (http://web.ogm.gov.tr/diger/yanginhareket/Sayfalar/istatistiklerr17.aspx, 19/10/2010).

OGM, 2010a: (http://web.ogm.gov.tr/diger/yanginhareket/Sayfalar/istatistikler1.aspx, 17/10/2010). OGM, 2010b: (http://www2.ogm.gov.tr/harita/300.jpg, 16/10/2010). OGM, 2011: Orman Yangınları ile Mücadele Faaliyetleri 2010 Yılı Değerlendirme Raporu. OGM, Ankara. OGM-OİP, 2012: OGM Orman İdaresi ve Planlama Dairesi Başkanlığı internet sitesi: http://www.ogm.gov.tr/oip/ index.htm OGM-OYM, 2012: OGM Orman Yangınlarıyla Mücadele Dairesi Başkanlığı internet sitesi: http://koruma.ogm. gov.tr/ Okay, N., 2005: The Risk Profile and Disaster Management System of Turkey, WBI-Natural Disaster Risk Management Program-Final Project, http://info.worldbank.org Okay, N., 2012: Mass Wasting: Landslides and Avalanches. In Encyclopedia of Crisis Management. Sage Publications. Otterman, J., A. Manes, S. Rubin, P. Alpert and D. Starr, 1990: An increase of early rains in Israel following land use change? Bound. Lay. Meteorol., 53, 333-351. Önol, B., 2007: Downscaling climate change scenarios using regional climate model over Eastern Mediterranean. İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Meteoroloji Mühendisliği ABD., p: 87. Özden, Ş., O. Gökçe, A. Demi, R. A. Çiftçi, 2008: Afet Bilgi Envanter Projesi. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü DSİ VIII. Bölge Müdürlüğü 5. Dünya Su Forumu Bölgesel Hazırlık Süreci DSİ Yurtiçi Bölgesel Su Toplantıları Kar Hidrolojisi Konferansı Bildiri Kitabı, 27–28 Mart 2008, Erzurum, s. 161-172. Özdemir H., Mertoglu, B., Demir, G., Deniz, A., Toros, H., 2012: A case study of particulate matter pollution at the playgrounds in Istanbul using field measurements and meteorological modeling, Theoretical and Applied Climatology, 108(3-4),553-562, DOI: 10.1007/s00704-0110543-4. Özel Çevre Koruma, 1994: «Yangın Var!», s. 62-63. Sayı 6, Haziran 1994. Özgüler, H., 2002: Küresel iklim değişimi ve su kaynaklarımız üzerindeki olası etkileri, DSİ Bülteni, Sayı: 491-492 (Mayıs - Haziran 2002). Özmen, B., Nurlu, M., Güler, H., 1997: Coğrafi Bilgi Sistemi ile Deprem Bölgelerinin İncelenmesi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, 89s., Ankara.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

145


Özmen, B., 2003: İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik İncelemeler için Depremselliğin Değerlendirilmesiyle İlgili Öneriler, 56.Türkiye Jeoloji Kurultayı, 14-20 Nisan, MTA Genel Müdürlüğü Kültür Sitesi, Ankara.

Randolph S.E., and Rogers, D.J., 2000: Fragile transmission cycles of tick-borne encephalitis virus may be disrupted by predicted climate change. Proc R Soc Lond B Biol Sci., 267: 1741–44.

Öztürk, B., 2011: Deniz Yazıları. İlke Kitabevi 2011, 378 s.

Reeve, N., and R. Toumi, 2006: Lightning activity as an indicator of climate change. Quarterly J. of the Royal Meteorological Society, Volume 125, Issue 555, pages 893– 903.

Öztürk, N., ve M. Kadıoğlu, 1996: Kötü Hava Şartlarının İstanbul Trafiğini Etkileme Potansiyeli, I. Ulusal Ulaşım Sempozyumu, İTÜ-İETT Genel Müd., İstanbul 6-7 Mayıs 1996, s. 257-264. Palutikof, J., 2001: “Climates of the Mediterranean: Present and Future Patterns”, Climatic Research Unit, University of East Anglia, Norwich, UK. Pande, R.K., 2006: Disaster Prevention and Management, 15(3) 425-428. Peterson, T.C., P.A. Stott, S. Herring, 2012: Explaining Extreme Events of 2011 from a Climate Perspective. Bulletin of the American Meteorological Society, 93: 10411067. Peynircioğlu, N., 2003: Disaster management Policies in Turkey. WBI Workshop, Ist., April 28-May 2. Peynircioğlu, N., 2004: Disaster Management Policies and the Economic Scope of Disasters: Macroeconomic Perspective, Hazard Risk Management in Europe and Central Asia, Workshop October 26-28, 2004, Istanbul, Turkey. Pinol, J., J. Terradas and F. Loret, 1998: Climate Warming, Wildfire Hazard, And Wildfire Occurrence In Coastal Eastern Spain. Climatic Change 38: 345–357. Price C., L. Stone, A. Huppert, B. Rajagopalan and P. Alpert., 1998: A possible link between El-Nino and precipitation in Israel. Geophys. Res. Letters, Vol. 25, No. 21, 3963-3966. Price, C., and D. Rind, 1994: Possible implications of global climate change on global lightning distributions and frequencies. Journal of Geophysical Res., Vol. 99, pp. 823-831. Prieto, M., 2001: “Driving Forces Affecting The Hydrological Regime in Mediterranean Areas”, CEDEX, Ministero De Medio Ambiente, Spain. Pulwarty, R., 2003: Climate and water in the West: Science, information and decision-making. Water Resources (update) 124: 4-12. Push, C., 2004: Preventable Losses: saving lives and property through hazard risk management. The World Bank, DRM Working Paper Series No. 9.

146

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Richardson, K., Steffen W., Schellnhuber, H., Alcamo, J., Barker, T., Kammen, D., 2009: Synthesis Report. Retrieved July 8, 2009, from Climate Change Congress - University of Copenhagen Website: http://climatecongress. ku.dk/pdf/synthesisreport/ Riebsame, W., S. Changnon, and T. Karl, 1991: Drought and Natural Resources Management in United States. Boulder, CO: Westview Press. RMS, 2004: Event Report Kocaeli, Turkey Earthquake (2000). UNDP, A global report: Reducing disaster risk, a challenge for development. The World Bank, Turkey Country Office, Turkey Marmara Earthquake Assessment, Sept. 14, 1999. Romm, J., 2011: Breaking: Both NOAA and NASA data show 2010 tied with 2005 for hottest year on record. Retrieved January 17, 2011 from Climate Progress Web site: http://climateprogress.org/2011/01/12/noaa-2010-tiedwith-2005-for-hottest-year-on-record/ Sahin, M., Karaman, H., Erden, T., 2006: Disaster and Emergency Management Activities in Turkey, Shaping the change XXIII FIG congress Munich, Germany, October 8-13, 2006. Sahin, M., Karaman, H., 2006: “Developing an Earthquake Loss Estimation Program for Turkey”, 13th Annual Conference of TIEMS May 23-26, 2006, Proceedings Book p.102-106, Seoul, South Korea, National Emergency Management Agency. Sahin, M., Karaman, H., Tari, E., Yavasoglu, H., Ünen, H.C., 2006: “Turkey Disaster Information System: A Case Study for Istanbul”, 13th Annual Conference of TIEMS May 23-26, 2006, Proceedings Book p.160-166, Seoul, South Korea, NEMA. Sarı, S., ve M. Kadıoğlu, 1997: Yörünge Analizi ve İzmir Seli Uygulaması. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 400-413. Sayıştay, 2001: İstanbul Depreme Nasıl Hazırlanıyor? Sayıştay Başk. Raporu. Ağustos 2001, Ankara. Sayıştay, 2002: Mali Yapı ve Denetim Boyutlarıyla Afet Yönetimi, Sayıştay Başk. Raporu, Mart 2002, Ankara.


Schroeder, M,J., M. Glovinsky, V.F. Hendricks and others, 1964: “Synoptic weather types associated with critical fire weather”. USDA Forest service, Pasific Southwest Forest and Range Experiment Station, Berkly, California, 492 pp. Selçuk, E. M., Hancılar, U. 2008: Depreme Karşı Yapısal Risklerin Azaltılması, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP. Semerci A., Sanlı B.N., Sahin O., Çelik O., Balkız B., Ceylan S. and Argun N., 2008: Examination of Tree Mortality in Semi-Arid Central Anatolian Region of Turkey during the Last Six-Year Period (2002-2007). Adaptation of Forests and Forest Management to Changing Climate with Emphasis on Forest Health: A Review of Science, Policies and Practices Umeå, Sweden. Book of Abstracts and Preliminary Programme Umeå, Sweden 25-28 August, 2008. Sezgin, F, ve M. Kadıoğlu, 2000: İstanbul Boğazı’ndaki Deniz Kazalarının İstatistiksel Analizi, Marmara Denizi 2000 Sempozyumu (Öztürk, B., Kadıoğlu, M. ve Öztürk, H. Ed.) TÜDAV 11-12 Kasım 2000, Ataköy Marina/ İstanbul, s. 149-160.

An Integrated Approach to Disaster Risk Management, IUCN, Gland, Switzerland and Cambridge, UK. SYDGM, 2011: T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Faaliyet Raporu. Strateji Geliştirme Müdürlüğü Nisan 2011, Ankara. Şahin, A.D., ve M. Kadıoğlu, 1997: 18-20 Haziran 1990 Doğu Karadeniz Sellerinin Enerji ve Enerji Kararsızlık İndeksi Analizi. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 119-130. Şahin, C., ve Sipahioğlu, Ş., 2002: Doğal Afetler ve Türkiye, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara, 478s. Şaylan, L., 1993: Toprak su içeriğinin ve bitkisel üretimin simülasyonunda SIMWASER modelinin kullanımı, Topraksu dergisi, 2, 26-31. Şaylan, L., 1994: Bitki gelişimi modelleri, Hasad Dergisi, İstanbul, 106, 18-20. Şaylan, L., 1995: İklim değişiminin dünya tarımına etkileri, Hasad Dergisi, 106, 18-20.

Soldati, M., Corsini, A. and Pasuto, A., 2004: Landslides and climate change in the Italian Dolomites since the Lateglacial. Catena 55(2), 141-161.

Şaylan L., Çaldağ B., Bakanoğulları F., Toros H., Yazgan M., Şen O., Özkoca Y., 2011: Spatial variation of the precipitation chemistry in the thrace region of Turkey, Clean – Soil, Air, Water 2011, 39 (5), 491–501. DOI: 10.1002/ clen.201000065.

Soyaslan, M.H. ve M. Kadıoğlu, 1997: Hodograf Otomasyonu ve Fırtına Analizi. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 466-477.

Şaylan L., Toros H., Şen O., 2009: Back trajectory analysis of precipitation chemistry in the urban and forest areas of Istanbul, Turkey, CLEAN - Soil, Air, Water, 37(2), 132135.DOI: 10.1002/clen.200800001.

Sönmez, İ., ve M. Kadıoğlu, 1997: Yukarı Seviye Türbülans Analizi. Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumu, 7-9 Ekim 1997 DSİ, Ankara, s. 57-66.

Şen, Z.. and M. Kadıoğlu, 1998a: Theoretical Risk Formulation for Degree-day Calculations, Theoretical and Applied Climatology, 61, 121-126.

Sözen, S., 2005: Zarar Azaltma İlkeleri El Kitabı (2. Baskı), İTÜ Afet Yönetim Mer. Yayınları, İTÜ Press.

Şen, Z.. and M. Kadıoğlu, 1998b: Heating Degree-Days For Arid Regions. Energy-The International Journal, 23 (12), 1089-1094.

Sözen, S., ve Filiz Piroğlu, 1999: Acil Durum Yöneticileri için Zarar Azaltma Yöntemleri, İTÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İTÜ Press. Spirollari, M., 2010: IPA Beneficiary Country Needs Assessment Albania Recommendations Stott, P.A., D.A. Stone, and M.R. Allen, 2004: Human contribution to the European heatwave of 2003. Nature 432, 610-614. Street, R.B. and E.C. Birch, 1986: “Synoptic fire climatology of the Lake Athabasca-Great Slave lake Area”, 19771982. Climatological Bulletin 20 (1), pp. 3-18. Sudmeier-Rieux, K., Masundire, H., Rizvi, A., Rietbergen, S., 2006: Ecosystems, Livelihoods and Disasters:

Şen, Z.. and M. Kadıoğlu, 1998c: Simple Daily Adaptive Operation Rule for Water Supply Reservoirs in Istanbul Metropolitan Area, Int. Symposium on Water Supply and Tratment 25-26 May, 1998, İstanbul, pp. 123-144. Şen, Z.. ve M. Kadıoğlu, 1995: İstanbul Yüzeysel Biriktirme Haznelerinin Basit İşletme Programlarının Geliştirilmesi. İSKİ ve İTÜ, İstanbul ve Civarı Su kaynakları Semp., İstanbul 22-25 Mayıs 1995, s. 219-228. Şen, Z., Kadıoğlu, M., and Koçak, K., 1998: Comments on ‘Recent Trends in Maximum and Minimum Temperature Threshold Exceedences in the Northeastern United States’, J. Climate, 11, 2147-2149.

Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

147


Şen, Z., M. Kadıoğlu ve S. Satılmış, 1995a: İstanbul Su Biriktirme Haznelerinin Buharlaşma Eğrileri. İSKİ ve İTÜ, İstanbul ve Civarı Su kaynakları Sempozyumu, İstanbul 22-25 Mayıs 1995, s. 189-193. Şen, Z., M. Kadıoğlu ve S. Satılmış, 1995b: İstanbul Su Toplama Havzaları Yağış-Akış Katsayı Çokgeni (YAKAÇ). İSKİ ve İTÜ, İstanbul ve Civarı Su kaynakları Semp., İstanbul 22-25 Mayıs 1995, s. 201-205.

manın Temel İlkeleri, T.C. İçişleri Bakanlığı ve JICA, Mikdat Kadıoğlu ve Emin Özdamar (Editörler), JICA Türkiye Ofisi Yayın No: 2, Mart 2008, Ankara. Tezer, A., 2001: Acil Durum Yönetimi İlkeleri, ITÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İstanbul.

Şen, Z., M. Kadıoğlu, and E. Batur, 1999: Cluster Regression Model and Level Fluctuation Features of Van Lake, Turkey. Annales Geophysicae, 17, 273-279.

The Copenhagen Diagnosis, 2009: Updating the world on the Latest Climate Science. I. Allison, N. L. Bindoff, R.A. Bindschadler, P.M. Cox, N. de Noblet, M.H. England, J.E. Francis, N. Gruber, A.M. Haywood, D.J. Karoly, G. Kaser, C. Le Quéré, T.M. Lenton, M.E. Mann, B.I. McNeil, A.J. Pitman, S. Rahmstorf, E. Rignot, H.J. Schellnhuber, S.H. Schneider, S.C. Sherwood, R.C.J. Somerville, K.Steffen, E.J. Steig, M. Visbeck, A.J. Weaver. The University of New South Wales Climate Change Research Centre (CCRC), Sydney, Australia, 60pp.

Şener, S. M., Tezer, A., Kadıoğlu, M., Helvacıoğlu, İ., Trabzon, L., 2002: Ulusal Acil Durum Yönetimi Modeli, ITÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İTÜ Press, İstanbul.

Topaçlıoğlu, K., Ulaş, A., 2008: Yerel Afet Gönüllüleri İçin Afete Hazırlık, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP.

Tahmiscioğlu, M.S., Karaca, O., Özdemir, A.D., Özgüler, H., 2006: Possible Effect of the Global Climate Change on Water Resources and Floods in Turkey. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. Istanbul Technical University, 227-234.

Toros, H., 2012: Spatio-temporal precipitation change assessments over Turkey. International Journal of Climatology, 32(9), 1310-1325, DOI: 10.1002/joc.2353.

Şen, Z., M. Kadıoğlu ve S. Satılmış, 1995c: İstanbul Yüzeysel Su Hazneleri İçin Basit ve En İyi İşletme Yöntemlerinin Geliştirilmesi, Cilt I ve II. İSKİ Proje Raporu.

Tarım Sigortaları Vakfı, 2010: TARSİM Faaliyet Raporu: http://www.tarsim.org.tr/trsmWeb/ Tatlı, H., Türkeş, M., 2011: “Palmer kuraklık şiddeti ve standartlaştırılmış yağış indislerinin Türkiye üzerinde karşılaştırılması”, In 5th Atmospheric Science Symposium Proceedings Book, Istanbul Technical University, 27-29 April 2011, İstanbul, Turkey, 231-239. Taymaz, M., 2008: Interim National Progress Report on the Implementation of the Hyogo Framework for Action, An HÇEP Monitor Update Published by Prevention Web, www.preventionweb.net TBMM, 1997: Doğal Afetlerde Meydana Gelen Can ve Mal Kaybını En Aza İndirmek İçin Alınması Gereken Tedbirlere Ait Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. Haziran 1997, Ankara. TBMM, 2000: Ülkemizde Meydana Gelen Deprem Felaketi Konusunda Yapılan Çalışmaların Tüm Yönleriyle İncelenerek Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Konulu Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. Şubat 2000, Ankara. Tebaldi, C., K. Hayhoe, J. M. Arblaster and G. A. Meehl, 2006: Going to the extremes; An intercomparison of model-simulated historical and future changes in extreme events, Climatic Change, 79, 185-211 Tezer, A., ve Türkoğlu, H., 2008: Afet Zararlarını Azalt148

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

Toros, H., 2012: Spatio-temporal variation of daily extreme temperatures over Turkey. International Journal of Climatology, 32(7), 1047-1055. DOI: 10.1002/joc.2325. Toros, H., Deniz, A., Şaylan, L., Şen, O., Baloğlu, M., 2005: Spatial variability of chilling temperature in Turkey and its effect on human comfort, Meteorology and Atmospheric Physics, 88 (1-2), 107-118. DOI: 10.1007/ s00703-003-0072-5. Trauth, M.H., Bookhagen, B., Marwan, N. and Strecker, M.R., 2003: Multiple landslide clusters record Quaternary climate changes in the northwestern Argentine Andes. Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology 194, 109- 121. Trumble, J. and Butler, C., 2009: Climate change will exacerbate California’s insect pest problems. California Agriculture, 63 (2), 73-78. Turk, T., and Gumusay, U., 2008: Design and Application of Disaster information System Infrastructure on the North Anatolian Fault Zone (NAFZ), the International Archives of the Photogrammetry, Remote Sensing and Spatial info. Sciences, Vol. XXXVII Part B8, Beijing. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV), 1997: Yerel Gündem 21. Beykoz-İst., s.8. Türkeş, M., and Akgündüz, A.S., 2011: “Assessment of the desertification vulnerability of the Cappadocian district (Central Anatolia, Turkey) based on aridity and climate-process system”, International Journal of Human Sciences, 8 (1), 1234 – 1268.


Türkeş, M., and Altan, G., 2011: “Çanakkale Yöresi’nde gözlenen kurak ve nemli koşulların iklim değişimleri açısından çözümlenmesi”, İçinde X. Ekoloji ve Çevre Kongresi Bildiriler Kitabı, 04-07 Ekim 2011, Çanakkale. Türkeş, M., and Altan, G., 2012a: Muğla Orman Bölge Müdürlüğü’ne bağlı orman arazilerinde 2008 yılında çıkan yangınların kuraklık indisleri ile çözümlenmesi. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi [Bağlantıda]. 9:1. Erişim: www.insanbilimleri.com Türkeş, M., and Altan, G., 2012b: “Kaz Dağı Yöresi’nde orman yangınlarının kuraklık indisi ile analizi ve iklim değişimleriyle ilişkisi”, İçinde Uluslararası Katılımlı Kazdağları 3. Ulusal Sempozyumu Bildiriler Kitabı: 83109, 24-26 Mayıs 2012, Akçay-Güre/Balıkesir. Türkeş, M., Kurnaz, M. L., Öztürk, T., Altınsoy, H., 2011b: Climate Changes versus “Security and Peace” in the Mediterranean Macroclimate Region: Are They Correlated? International Human Security Conference Series (Human Security New Challenges, New Perspectives) Proceedings: 625-639, 27-28 October 2011, İstanbul, Turkey. Türkeş, M., Tatlı, H., Altan, G., Öztürk, M. Z., 2011a: Analysis of forest fires for the year of 2010 in Çanakkale and Muğla with the Keetch-Byram drought index. In: Proceedings of the National Geographical Congress with International Participitation (CD-R), ISBN 978-9756686-04-1, 7-10 September 2011, Türk Coğrafya Kurumu – İstanbul University. Türkeş, M., ve Acar Deniz, Z., 2010: Klimatolojik/meteorolojik ve hidrolojik afetler ve sigortacılık sektörü, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi [Bağlantıda]. 7:2. Erişim: http://www.insanbilimleri.com Türkeş, M., ve Altan, G., 2012c: Çanakkale’nin 2008 yılı büyük orman yangınlarının meteorolojik ve hidroklimatolojik analizi (Meteorological and hydro-climatological analysis of large forest fires of Çanakkale in the year of 2008). Coğrafi Bilimler Dergisi 10 (2): XXX-XXX. (Baskıda) Türkeş, M., ve Çeşmeci, H. 2008: Bursa’da lodos fırtınasının oluşumu ve afet boyutunda etkileri. IV. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu Bildiri Kitabı, 563-573. İ.T.Ü. Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, 25-28 Mart 2008, İstanbul. Türkeş, M., 1990: Türkiye’de Kurak Bölgeler ve Önemli Kurak Yıllar, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü, İstanbul. Türkeş, M., 1996: “Spatial and temporal analysis of annual rainfall variations in Turkey”, International Journal of Climatology, 16, 1057-1076. Türkeş, M., 1998: “Influence of geopotential heights, cyclone frequency and southern oscillation on rainfall va-

riations in Turkey”, Int. Journal of Climatology, 18, 649– 680. Türkeş, M., 1999: “Vulnerability of Turkey to desertification with respect to precipitation and aridity conditions”, Turkish Journal of Engineering and Env. Sciences, 23, 363-380. Türkeş, M., 2003: “Spatial and temporal variations in precipitation and aridity index series of Turkey”, In Bolle H-J (Ed.), Mediterranean Climate – Variability and Trends, Regional Climate Studies. Springer Verlag, Heidelberg, 181-213. Türkeş, M., 2007: “Türkiye’nin kuraklığa, çölleşmeye eğilimi ve iklim değişikliği açısından değerlendirilmesi”, Pankobirlik, 91, 38-47. Türkeş, M., 2008: “Gözlenen iklim değişiklikleri ve kuraklık nedenleri ve geleceği”, Toplum ve Hekim, 23, 97107. Türkeş, M., 2010a: “Küresel İklim Değişikliği: Başlıca nedenleri, gözlenen ve öngörülen değişiklikler ve etkileri”, Çağrılı Bildiri, içinde Uluslararası Katılımlı 1. Meteoroloji Sempozyumu Bildiri Kitabı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, 27-28 Mayıs 2010, Ankara, 9-38. Türkeş, M., 2010b: BM Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi’nin iklim, iklim değişikliği ve kuraklık açısından çözümlenmesi ve Türkiye’deki uygulamalar. Çağrılı Panel Bildirisi. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Çölleşme ile Mücadele Sempozyumu Tebliğler Kitabı: 601-616. 1718 Haziran 2010, Çorum. Türkeş, M., 2010c: Klimatoloji ve Meteoroloji, Birinci Baskı, Kriter Yayınevi - Yayın No. 63, Fiziki Coğrafya Serisi No. 1, ISBN: 978-605-5863-39-6, 650 + XXII sayfa, İstanbul. Türkeş, M., 2011: Akhisar ve Manisa Yörelerinin Yağış ve Kuraklık İndisi Dizilerindeki Değişimlerin Hidroklimatolojik ve Zaman Dizisi Çözümlemesi ve Sonuçların Çölleşme Açısından Coğrafi Bireşimi. Çoğrafi Bilimler Dergisi 9 (1): 79-99. Türkeş, M., and E. Erlat, 2005: Climatological responses of winter precipitation in Turkey to variability of the North Atlantic Oscillation during the period 1930-2001. Theor. and App. Climatol., 81, 45-69. Türkeş, M., Sümer, U., and Kılıç, G., 1995: Variations and Trends in Annual Mean Air Temperatures in Turkey with respect to Climatic Variability, Int. J. Climatol., 15, 557-569. Türkeş, M., Sümer, U. M., Kılıç, G., 1996: Observed changes in maximum and minimum temperatures in Turkey. Int. J. of Clim. 16: 463-477. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

149


Türkeş, M., Akgündüz, A. S., Demirörs, Z., 2009b: “Palmer Kuraklık İndisi’ne göre İç Anadolu Bölgesi’nin Konya Bölümü’ndeki kurak dönemler ve kuraklık şiddeti”, Coğrafi Bilimler Dergisi, 7 (2), 129-144. Türkeş, M., Koç, T., Sarış, F., 2009a: “Spatiotemporal variability of precipitation total series over Turkey”, International Journal of Climatology, 29, 1056-1074. Türkeş, M., Kutiel, H., Hirsch-Eshkol, T. R., 2003: “Türkiye’de aylık kurak ve yağışlı koşullarla ilişkili deniz seviyesi basıncı desenleri”, içinde Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Bilimsel ve Teknik Sunumlar 2002, Seminerler Dizisi 3, 59-78, Ankara.

Hazırlanması ve İstanbul Gerçeği Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi 8-9 Şubat 2002, İTÜ Taşkışla, İstanbul, 94-106. Türkoğlu, H., ve Yiğiter, R., 2001: Acil Durum Planlaması, İTÜ AYM Yayınları, İTÜ Press, İstanbul. Tüzün, C., Hancılar, U., 2008: Depreme Karşı Yapısal Güçlendirme, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP. UK Climate, 2011: Observations, projections and impacts, Met Office FitzRoy Road, Exeter Devon, EX1 3PB United Kingdom, 2011 11/0209u, 2011.

Türkeş, M., Tatlı, H., 2008: “Aşırı kurak ve nemli koşulların belirlenmesi için yeni bir standartlaştırılmış yağış indisi (yeni-SPI): Türkiye’ye uygulanması”, içinde IV. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu Bildiri Kitabı, İ.T.Ü. Uçak ve Uzay Bilimleri Fak., 25-28 Mart 2008, İstanbul, 528-538.

UN, 2005: Report of the World Conf. on Disaster Reduction Kobe, Hyogo, Japan, 18-22 January 2005.

Türkeş, M., Tatlı, H., 2009: “Use of the Standardized Precipitation Index (SPI) and Modified SPI for shaping the drought probabilities over Turkey”, International Journal of Climatology. DOI: 10.1002/joc.1862.

UN, 2008a: Report of the Secretary-General to ECOSOC: Strengthening of the coordination of emergency humanitarian assistance of the United Nations, 2008.

Türkeş, M., Tatlı, H., 2010a: “Kuraklık ve yağış etkinliği indislerinin çölleşmenin belirlenmesi, nitelenmesi ve izlenmesindeki rolü”, içinde Çölleşme ile Mücadele Sempozyumu Bildiriler kitabı, 17-18 Haziran 2010, Çorum. 245-263. Türkeş, M., Tatlı, H., 2010b: “Use of the spectral clustering to determine coherent precipitation regions in Turkey for the period 1929–2007”, International Journal of Climatology, DOI: 10.1002/joc.2212. Türkoğlu, H., Tezer, A., Kundak, S., Ataöv, A., İlki, A., 2008a: Toplum Temsilcileri İçin Afet Zararlarını Azaltmaya Yönelik Şehir Planlama ve Yapılaşma Eğitim Rehberi, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP. Türkoğlu, H., Tezer, A., Kundak, S., Ataöv, A., İlki, A., 2008b: Teknik Elemanlar İçin Afet Zararlarını Azaltmaya Yönelik Şehir Planlama ve Yapılaşma Eğitim Rehberi, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP. Türkoğlu, H., Tezer, A., Kundak, S., Ataöv, A., İlki, A., 2008c: Yerel Yöneticiler İçin Afet Zararlarını Azaltmaya Yönelik Şehir Planlama ve Yapılaşma Eğitim Rehberi, Beyaz Gemi Eğitim ve Danışmanlık, T.C. İstanbul Valiliği, İSMEP. Türkoğlu, H., Tezer, A., Yiğiter, R., 2002: Şehir planlama ve zarar azaltma yöntemleri, Kentlerin Depreme

150

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi

UN, 2006: “Global Survey of Early Warning Systems”: An assessment of capacities, gaps and opportunities towards building a comprehensive global early warning system for all natural hazards”. UN, 2006.

UN, 2008b: Report of the Secretary-General to the UN General Assembly, “Implementation of the International Strategy for Disaster Reduction”, A/63/351. UN, 2009: Making Disaster Risk Reduction GenderSensitive Policy and Practical Guidelines Published by UNISDR, UNDP, and IUCN. Geneva, Switzerland, June 2009. UN/ISDR and the World Bank, 2008a: South Eastern Europe Disaster Risk Mitigation and Adaptation Programme, The World Bank Sustainable Development Department Europe and Central Asia Region and UN/ISDR Secretariat Europe Document, 2008. UN/ISDR and the World Bank, 2008b: South Eastern Europe Disaster Risk Mitigation and Adaptation Initiative, Risk Assessment for South Eastern Europe, Desk Study Review, UN-ISDR and The World Bank Document, 2008. UN/ISDR and the World Bank, 2009a: Mitigating the Adverse Financial Effects of Natural Hazards on the Economies of South Eastern Europe: A Study of Catastrophe Risk Financing Options. UN-ISDR and The World Bank Document, February 2008. UN/ISDR and the World Bank, 2009b: Strengthening the Hydrometeorological Services in South Eastern Europe: South Eastern Europe Disaster Risk Mitigation and Adaptation Programme.


UN/OCHA, 2009: The Structure, Role and Mandate of Civil Protection in Disaster Risk Reduction for South Eastern Europe, South Eastern Europe Disaster Risk Mitigation and Adaptation Programme, UN-ISDR, The World Bank, Italian Civil Protection, Administration of the Republic of Slovenia for Civil Protection and Disaster Relief, UN-OCHA document. UNCCD, 1995: The United Nations Convention to Combat Desertification in those Countries Experiencing Serious Drought and/or Desertification, Particularly in Africa, text with Annexes, UNEP, Geneva. WFAS, (2009) Keetch–Byram Drought Index, Wildland Fire Assesment System, (www.wfas.net, 28.06.2009). UNDG-ECHA, 2008: Cluster Working Group on Guidance note on Early Recovery in cooperation with the UNDG-ECHA Working Group on Transition April 2008. UNDP, 2010a: UNDP-Thematic Brief: Climate Risk Management (CRM). Bureau for Crisis Prevention and Recovery Bureau for Development Policy/Energy and Environment Group. UNDP, 2010b: Climate Risk Management Technical Assistance Support Project (CRM TASP). Bureau for Crisis Prevention and Recovery Bureau for Development Policy/ Energy and Environment Group. UNFCCC, 2007: Climate Change: Impacts, Vulnerabilities and Adaptation in Developing Countries. Boon. Pp.25. UNFCCC, 2009: Assessment Report on Turkey Within The Scope of United Nations Framework Convention on Climate Change (UNFCCC) Climate Change Coordination Committee – Assessment Report 2009. UNRC, 2000: Recent Natural Disasters in Turkey: An Overview of the National Technological Capacity and Its Utilization, http://ocha-gwapps1.unog.ch/rw/rwb.nsf/ db900SID/OCHA-64CM6F?OpenDocument. UNSCEAR, 2000: Sources and effects of ionizing radiation. United Nations Scientific Committee on the Effects of Atomic Radiation, United Nations Publication, New York, USA. USC Structural Laboratory, 2001: Seismicity of Turkey, Earthquake Reconnaissance Report, Online Document, http://www.usc.edu. USGS 2004: Landslide Types and Processes, http://pubs. usgs.gov/fs/2004/3072. Uslu, N., Ünal, S., Küçük, Ö., 2002: “Kastamonu orman yangınları üzerine araştırmalar”, içinde II. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi, 17 – 19 Mayıs 2002, Artvin.

Ünal, Y. S., E. Tan ve S. S. Mentes, 2012: Summer heat waves over western Turkey between 1965 and 2006. Theor Appl Climatol DOI 10.1007/s00704-012-0704-0. Ünal, Y.S., and Menteş, S., 2006: Frequency of the Heat Waves in Istanbul and It’s Relation to Circulation Patterns. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. ITU, 152-161. Unal Y.S., Deniz, A., Toros, H., Incecik, S., 2012: Temporal and spatial patterns of precipitation variability for annual, wet, and dry seasons in Turkey. International Journal of Climatology, 32(3), 392–405. DOI: 10.1002/ joc.2274. Unal Y.S., Toros, H., Deniz, A., Incecik, S., 2011: Influence of Meteorological Factors and Emission Sources on Spatial and Temporal Variations of PM10 Concentrations in Istanbul Metropolitan Area, Atmospheric Environment, 45(31), 5504-5513. DOI:10.1016/j.atmosenv.2011.06.039. UK Met Office, 2011: Climate: Observations, projections and impacts, Met Office FitzRoy Road, Exeter Devon, EX1 3PB United Kingdom, 2011 11/0209u, 2011. Ünlü, A., ve Dikbaş, A., 2001: Olay Komuta Sistemi, İTÜ AYM Yayınları, ITU Press, İstanbul. Vautard, R., P. Yiou, F. D’Andrea, N. de Noblet, N. Viovy, C. Cassou, J. Polcher, P. Ciais, M. Kageyama, and Y. Fan, 2007: Summertime European heat and drought waves induced by wintertime Mediterranean rainfall deficit. Geophysical Research Letters, VOL. 34. Weiss, H., and Bradley, R. S., 2001: What drives societal collapse? (vol 291, pg 609, 2001). Science 291, 988-988 (2001). Western Governors Association, 2006: Creating a Drought Early Warning System for the 21st Century: The National Integrated Drought Information System. Denver: Western Governors Association. White, S.A., 2006: Climate Change and Crisis in Ottoman Turkey and the Balkans, 1590-Future, International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23 November 2006. Istanbul Technical University, 392-410. Wild, M., A. Ohmura, and K. Makowski, 2007: Impact of global dimming and brightening on global warming, Geophys. Res. Lett., 34, L04702, doi:10.1029/2006GL028031. Wilhite, D., and R. Pulwarty, 2005: Drought, crises and water management. In Drought and Water Crises: Science, Technology and Management, D. Wilhite (ed), 289-298. Taylor and Francis Press. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi

151


Wilhite, D., M. Sivakumar, and D. Wood, 2000: Proceedings of an Expert Group Meeting held September 5-7, 2000, Lisbon, Portugal. World Meteorological Organization Report.

rance Pool (TCIP): Contributions To Risk Awareness International Conf. on Financial Education 7- 8 May 2008 Washington, DC USA.

Winter, M.G., N. Dixon, J. Wasowski and T.A. Dijkstra, 2010: Introduction to land-use and climate change impacts on landslides. Quarterly Journal of Engineering Geology & Hydrogeology November 2010 v. 43 no. 4 p. 367-370.

Zaitchik, B.F., Evans, J.P., Geerken, R.A., Smith, R.B., 2006: Climate and Vegetation in the Middle east: InterAnnual Variability and Drought Feedbecks. International Conference on Climate Change and The Middle East Past, Present and Future, 20-23.11.2006. Istanbul Technical Univ., 298-308.

WMO, 1987: The Global Climate System: Autumn 1984-Spring 1986. Climate System Monitoring. CSM R84/86.

Zeman, P., 1997: Objective assessment of risk maps of tick-borne encephalitis and Lyme borreliosis on spatial patterns of located cases. Int. J. Epidemiol; 26: 1121–1130.

WMO, 1997: Extreme Agrometeorological Events, CagM-X Working Group, WMO/TD-No. 836, Geneva, Switzerland. WMO, 2002: “The Statement for the World Meteorological Day”. WMO, 2006: Preventing and mitigating natural disasters, Working together for a safer world. World Meteorological Organization (WMO), WMO-No. 993, Geneva, 34 pp. Woods Hole Research Center, 2009: Evidence of a warming earth. Retrieved November 28, 2009 from Woods Hole Research Center Web site: http://www.whrc.org/ resources/online_publications/warming_earth/scientific_ evidence.htm World Bank, 1999: Project Appraisal Document (MEER Project, Report No: 19844-TU), Nov. 1999. Yavaş, M.Ö., 2012: Özel Görüşme. Yavaş, Murat Ö., Erenbilge, T., Seyfe, N., Ayhan, A., 1999: “Çığlar, Türkiye’deki Etkileri ve Önlemede Kullanılan Yöntemler”, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Geçici İskan Dairesi Başkanlığı, ANKARA. Yıldız, S., 1982: Orman Yangınları Üzerinde Sıcaklık ve Nemin Etkisi. Lisans Tezi, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü. Yiğiter, R.G., 2005: Kentsel Yerleşmeleri Afetlere Hazırlama Odaklı Kent Planlaması ve Zarar Azaltma; Kadıoğlu M. ve Özdamar, E., eds, “Genel Afet Yönetimi Temel İlkeleri” içinde, JICA Yayınlar No: 1, Ankara. Yodmani, S., 2004: Disaster Risk Management and Vulnerability Reduction: Protecting the Poor Defining an Agenda for Poverty Reduction Proceedings of the First Asia and Pacific Forum on Poverty (Volume 2), p 229-237, Published by the Asian Development Bank. Yücemen, M. Semih, 2008: Turkish Catastrophe Insu-

152

Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi



T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, İklim Değişikliği Dairesi Başkanlığı Ehlibeyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. 1271. Sok. No: 13 06520 Balgat - Ankara Tel: +90 (312) 586 3000 • Faks: +90 (312)• 474 0318 http://www.iklim.gov.tr • e-posta: iklim@csb.gov.tr Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Birlik Mah. 415. Cad. No: 11 06610 Çankaya - Ankara Tel: +90 (312) 454 1100 • Faks: +90 (312) 496 1463 http://www.undp.org.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.