Ġhanet Noktası Dan B rown YAZARĠN NOTU Delta Gücü, Ulusal KeĢif Büros u ve Uzay Sınırları Vakfi gerçek kurumlardır. Bu romanda konu edilen bütün teknolojiler mevcuttur. Eğer bu keĢif onaylanırs a, bilimin Ģimdiye dek dünyamızda perdesini açtığı en ĢaĢırtıcı kavramlardan biri olacaktır. Tahmin edilebileceği gibi, olas ı etkileri geniĢ kapsamlı ve ürkütücüdür. En eski sorularımıza yanıt vermeyi vaat etse de, daha önemli baĢka soruları içinde barındırmaktadır. BaĢkan Bill Clinton, 7 Ağustos 1996'da, ALH84001 diy e bilinen bir keĢfin ardından verdiği basın toplant ısından. ĠHA NE T NOK TASĠ Ölüm, bu ıssız yerde, sayıs ız biçimlerde gelebilirdi. Jeolog Charles Brophy bu arazinin ac ımas ız ihtiĢamına yıllarca katlanmıĢ olmas ına rağmen yine de hiçbir Ģey onu yaĢayacağı ins anlık dıĢı felakete hazırlamıĢ olmazdı. Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken, birden bakıĢlarını gökyüzüne çevirerek yavaĢladı. Kızaktan inen Brophy, "Ne oldu kızlar?" diye sordu. Toplanmaya baĢlayan fırtına bulutlarının ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri, buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu. Bu tuhaf, diye düĢündü. Bu kadar kuzeyde hiç helikopter görmemiĢti. Helikopter, toz gibi kardan bir kümeyi havay a sa vurarak elli metre kadar uzağa indi. Tetikte duran köpekler hırladılar. Helikopt erin kapıs ı kayarak aç ıldığında, iki adam aĢağı indi. Soğuk hava Ģartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmıĢ gibi Brophy'ye doğru ilerlediler. Içlerinden biri, "Dr. Brophy?" diye seslendi. Jeolog bocaladı. "Ġsmimi nerden biliyorsunuz? Siz kimsiniz?" "Telsizinizi çıkarın lüt fen." 11 "Anlayamadım." "Dediğimizi yap." ġaĢkınlık içindeki Brophy telsizini parkasının cebinden çıkardı. "Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz. Telsiz frekans ını yüz kilohertze indir." Yüz kilohertz mi? Brophy'nin aklı tamamen karıĢmıĢtı. Bu kadar düĢük frekanstan hiç kimse hiçbir Ģey alamaz. "Bir kaza mı oldu?" Diğer adam tüfeğini kaldırarak, Brophy'nin baĢına doğrulttu. "Açıklamaya zaman yok. Dediğimizi yap." Brophy titreyerek ileti frekans ını ayarladı. ilk konuĢan adam, üzerine birkaç satır yazılı bir not kağıdını ona uzattı. "Bunu ilet. Hemen." Brophy kâğıda baktı. "Anlamıyorum. Bu bilgi doğru değil. Ben y apmadım..." Adam tüfeğini sertçe Brophy'nin Ģakağına bastırdı. Tuhaf mesajı iletirken Brophy 'nin sesi titriyordu. Birinci adam, "Güzel," dedi. "ġimdi sen ve köpeklerin helikoptere binin. Namlunun ucundaki Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek, paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı. Onlar yerleĢir yerleĢmez helikopter havalanarak bat ıya döndü. Parkasının içinde ter basan Brophy, "Siz de kimsiniz?" diye sordu. Ve o mesajın anlamı neydi öyle! Adamlar hiçbir Ģey söylemediler. Helikopter irtifa kazanırken, rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu. Brophy'nin, yük kızağına bağlı duran dört köpeği inlemeye baĢlamıĢtı. Brophy, "En azından kapıyı kapatın," dedi. "Köpeklerimin ürktüğünü görmüyor musunuz?" Adamlar yanıt vermediler. Helikapter bin üç yüz metreye çık arken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu. Adamlar birden ayağa kalktılar. Tek bir söz söylemeden yüklü kızağı tutarak, açık kapıdan dıĢarı ittiler. Brophy köpeklerinin muazzam ağırlığa karĢı ac ıyla mücadel e ediĢlerini dehĢet içinde seyretti. Uluyarak helikopterden dıĢarı sürüklenen hay vanlar bir anda gözden kayboldular. Adamlar onu yakaladıklarında, Brophy çoktan ayağa kalkmıĢ çığlık atıyordu. Onu kapıya doğru çektiler. Korkudan
kaskatı kesilen Brophy yumruklarını savurarak, onu dıĢarı iten güçlü ellere karĢı kendini savunmaya çalıĢtı. Hiç yararı yoktu. Saniyeler sonra aĢağıdaki buzul kanyonlarına doğru düĢmeye baĢlamıĢtı. 13 Capit ol Hill'e komĢu olan Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabi berle dövülmüĢ at eti günün modas ına hiç uygun değildi. Ama bu mönü sayesinde sabah kahvaltıs ında Washington siyasilerinin uğrak yeriydi. Bu sabah Toulos, birbirine çarpan gümüĢler, espresso makineleri ve cep telefonu görüĢmelerinden yükselen seslerin oluĢturduğu ahenksiz yankılarla oldukça yoğundu. Kadın içeri girdiğinde Ģefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu. Yapmac ık bir tebessümle yüzünü döndü. "Günaydın," dedi. "Size yardımcı olabilir miyim?" Pilili, bol paçalı gri pantolon, gösteriĢsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaĢlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi. Sağlam bir tavrı vardı çenesi hafifçe yukarı kalkmıĢtı küstah değil, sadece güçlü görünüy ordu. Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı aç ık kahverengi saçları, Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıĢt ı. "Haber spikeri kadın" seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa. Kadın çekingen bir sesle, "Biraz geciktim," dedi. "Senatör Sexton'la kahvalt ı randevum vardı." 15 ġefgarson birden sinirlerinin gerildiğini hissetti. Senatör Sedgewick Sexton. Senatör buranın devamlı müĢterisi ve ülkenin en ünlü adamlarından biriydi. Geçen haft a Süper Salı'da( Farklı eyaletlerde yapılan önseçimler) on iki Cumhuriyetçi aday ı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika BirleĢik Devletleri BaĢkan aday ı olmay ı neredeyse garantilemiĢti. Pek çok kiĢi senatörün gelecek kıĢ Beyaz Saray'ı güç durumdaki BaĢkan'dan koparma Ģansına sahip olduğuna inanıyordu. Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye, kampanya sloganı tüm Amerika'y ı kaplamaya baĢlamıĢtı: "Harcamay ı bırakın. ĠyileĢtirmeye baĢlayın." ġefgarson, "Senatör Sexton her zamanki locasında," dedi. "Peki siz kimsiniz?" "Rachel Sexton. K ızıyım." Ne kadar aptalım, diye düĢündü. Benzerlik aĢikârdı. Kadında senatörün delici bakıĢları ve nazik tavrı -Ģu terbiyeli asalet havası- vardı. Rachel Sexton doğuĢtan sahip olduğu nimetleri, babas ının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taĢısa da, senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu. "Sizi ağırlamaktan zevk duyarız Bayan Sexton." ġefgarson senat örün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkekl erin bakıĢlarından -bazıları usturuplu, bazıları pek değil- mahcup oldu. Toulos'da çok az kadın yemek yer, daha da az ı Rac hel Sexton gibi görünürdü. Yemek yiyenlerden biri, "Güzel vücut," diye fıs ıldadı. "Sexton kendine yeni bir eĢ bulmuĢ bile." Diğeri, "O kızı, salak," diye yanıtladı. Adam kıkırdadı. "Ben Sexton'ı iyi tanırım, o kızını bile becerir." Rachel, babasının masasına gittiği sırada, senatör cep telefonunda yüksek sesle son baĢarılarından biri hakkında konuĢuyordu. BaĢını kaldırıp sadece Cartier saatine hafifçe vurarak geç kaldığını ifade eder bir Ģekilde Rachel'a baktı. Ben de seni özledim, diye düĢündü Rachel. Babas ının ilk adı Thomas'dı ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmiĢti. Rachel bunu, babasının ses yinelemesinden hoĢlanmasına bağlıyordu. Senatör Sedgewick Sexton. Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamıĢ doktor görüntüsüyle kutsanmıĢ bir siyaset kurduydu ki, taklit yeteneği dikkate alındığında bu görünt üsü hiç de yadırganmıy ordu. "Rachel!" Babası telefon görüĢmesini bitirip onu yanağından öpmek için ayağa kalktı. "Merhaba baba." Babasını öpmedi. "Bitkin görünüyorsun." Demek baĢlıyoruz, diye düĢündü. "Mesajını aldım. Ne oldu?" "Kızımı kahvaltıya çağıramaz mıyım?" Rachel, babasının gizli bir amac ı olmaksız ın ondan kendisine eĢlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmiĢti. Sexton kahvesinden bir yudum aldı. "Anlat bakalım, nasıl gidiyor?" "Yoğun. Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum." "Ah, iĢten bahsetmeyelim." Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru e ğildi.
"DıĢiĢleri Bakanlığı'ndan sana ay arladığım Ģu adam nas ıl?" Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içini çekti. "Baba, gerç ekten onu aramaya vaktim olmadı. Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi..." "Önemli Ģeylere zaman ayırmalısın Rachel. AĢk yoksa, geri kalan her Ģey anlamsızdır." Aklına pek çok anı gelmiĢ olsa da, Rac hel sessiz kalmayı yeğledi. Babası söz konusu olduğunda daha olgun davranmak güç değildi. "Baba, beni görmek istememiĢ miydin? Önemli olduğunu söyledin." "Öyle." Babası, onu dikkatle inceledi. 17 Rachel, onun bak ıĢları altında savunma kalkanının bir parças ının eriyip gittiğini hissedince, içinden adamın gücüne küfretti. Senatörün gözleri Allah vergisiydi. Rachel bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceğini tahmin ediyordu. Yeri gelince gözleri yaĢlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaĢlar gider ve her Ģeye karĢ ı güven telkin ederek, coĢkulu bir ruha kapı açardı. Babası daima, sadece itimat meselesi, derdi. Senatör, Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmiĢti ama ülkeninkini hızla kazanıyordu. Senatör Sexton, "Sana bir teklifim var," dedi. Kendini yeniden toparlamaya çal ıĢan Rachel, "Bırak tahmin edeyim," diye cevap verdi. "Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor." "Kendini küçük düĢürme hayatım. Artık o kadar genç değilsin." Rachel, babasıyla buluĢmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık aĢağılanma hissine yeniden kapıldı. "Sana can simidi atmak istiyorum," dedi. "Boğulduğumun farkında değildim." "Sen değil, BaĢkan boğuluyor. Çok geç olmadan gemiye atlamalısın." "Bu konuĢmayı daha önce yapmamıĢ mıydık?" "Geleceğini düĢün Rachel. Benim için çalıĢ abilirsin." "Umarım beni kahvalt ıya çağırma sebebin bu değildir." Senatörün soğukkanlılığı çok zor bozulurdu. "Rachel, onun için çalıĢmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun? V e tabi kampanyamı. Rachel içini çekti. O ve babas ı daha önce bu konuyu tart ıĢmıĢlardı. "Baba, ben BaĢkan için çalıĢmıy orum. BaĢkan'la karĢılaĢmadım bile. Tanrı aĢkına, ben Fairfax'de çalıĢıyorum!" "Siyaset algılama meselesidir Rachel. BaĢkan için çalıĢıy ormuĢsun gibi görünüy or." Rachel dinginliğini bozmamaya çalıĢarak içini çekti. "Bu iĢi almak için çok çalıĢtım baba. Bırakmayacağım." Senatör gözlerini kıstı. "Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten..." "Senatör Sexton?" Masanın yanında bir muhabir belirmiĢti. Senatörün tavrı hemen değiĢti. Rachel homurdanarak masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı. Muhabir, "Ralph Sneeden," dedi. "Washington Post. Size birkaç soru sorabilir miyim?" Senatör ağz ını peçet eyle silerek gülümsedi. "Memnuniyetle Ral ph. Yalnız çabuk ol. Kahvemi soğutmak istemiyorum." Muhabir tam zamanında güldü. "Elbette efendim." Ufak bir kayıt cihaz ı çıkararak, kayda baĢladı. "Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız iĢyerlerinde kadınlara eĢit maaĢlar verilmesi... ve aynı zamanda y eni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor. Bunun mantığını açıklayabilir misiniz?" "Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım." Rachel kruvasanı adeta boğazına tıktı. Muhabir, "Ve aileler konusunda," diye devam etti. "Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz. Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz." "Çocukların bizim geleceğimiz olduğuna inanıyorum." Rachel, babasının pop Ģarkılardan alınt ılar yaptığına inanamıyordu. Muhabir, "Efendim, son olarak," dedi. "Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araĢtırmalarında muazzam bir sıç rama yaptığınız belirlendi. BaĢkan endiĢeye kapılmıĢ olmalı. Bu baĢarınız hakkında bir söyleyeceğiniz var mı?" "Sanırım bunun itimatla ilgisi var. Amerikalılar, ülkenin karĢıs ına ç ıkan zor kararları vermekte BaĢkan'a güvenemeyeçeklerini anlamaya baĢladılar. Kontrolden çıkmıĢ hükümet harc amaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor ve Amerikalılar art ık harcamayı bırakı p iyileĢtirmeye baĢlama zamanının geldiğini fark etmeye baĢlıyorlar." 19
Rachel'ın çant asındaki çağrı cihaz ı, babasının infaz söylevine ert eleme emri gelmiĢ gibi çalmaya baĢladı. Aslında Ģiddetli elektronik çınlama, konuĢmaları rahatsız edici bir Ģekilde b ölerdi ama Ģu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi. Senatör lafı kesildiği için öfkeli bir bakıĢ fırlattı. Çant asından el yordamıyla çağrı cihaz ını bulan Rachel, cihaz ı elinde bulunduran kiĢinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beĢ düğmeye bastı. Cihazın sesi kesildi ve LCD yanıp sönmeye baĢladı. On beĢ saniye sonra gizli bir mesaj metni alacaktı. Sneeden, senatöre sırıttı. "Kızınız ın çok meĢgul bir kadın olduğu anlaĢılıyor. Sık ıĢık programınız arasında ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici." "Dediğim gibi, önce aile." Sneeden baĢını evet anlamında salladı, sonra bakıĢları sertleĢti. "Sizin ve k ızınızın çıkar çat ıĢmalarınızı nas ıl çözdüğünüzü sorabilir miyim efendim?" "ÇatıĢmalar mı?" Senatör Sexton masum bir ĢaĢkınlık ifadesiyle baĢını ileri uzattı. "Nas ıl çatıĢmalardan bahsediyorsunuz?" Rachel, babasının tepkisine yüzünü buruĢturarak, baĢını kaldırıp baktı. Hangi amaçla sorulduğunu kesinlikle biliyordu. Lanet muhabirler, diye düĢ ündü. Bu meslekt ekilerin yarıs ı politikadan para kazanıyordu. Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden -senatöre zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir k ıyak- babas ının kolayca yetiĢip smaç yaparak sahanın dıĢ ına gönderebileceği yavaĢ bir atıĢtı. "ġey, efendim..." Muhabir öksürerek, sorusundan dolayı endiĢeleniyormuĢ gibi bir hava verdi. "Kızınızın rakibiniz için çalıĢıyor olmasından kaynaklanan çatıĢma." Senatör Sexton kahkahaya boğularak soruyu bir anda saf dıĢ ı bıraktı. "Ralph, öncelikle BaĢkan ve ben rakip değiliz. Bizler sadec e sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip iki vatans everız. Muhabirin yüzü sevinçle parladı. Ġstediğini almıĢtı. "Peki ikinci olarak?" "Ġkinci olarak, kızım BaĢkan için çalıĢmıyor: istihbarat teĢkilatında görev yapıyor. Ġstihbarat raporlarını derleyip Beyaz Saray 'a gönderiyor. Oldukça alt seviyede bir pozisyonu var." Durup Rachel'a baktı. "Doğrusunu istersen hayatım, BaĢkan'la tanıĢtığını bile sanmıyorum, tanıĢtın mı?" Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel bakmakla yetindi. Çağrı sinyali cırlay ınca, Rachel'ın bak ıĢları LCD ek ranına gelen mesaja çevrildi. -DRL UK ODIR RP RV Kısaltmayı hemen çözdü ve kaĢlarını çattı. Beklenmedik bir mes ajdı ve kesinlikle kötü haber veriyordu. Ama en azından kaçmak için bahanesi hazırdı. "Beyler," dedi. "Kalbim elvermiyor ama gitmek zorunday ım. IĢe geç kaldım." Muhabir bir çırpıda, "Bayan Sexton," dedi. "Gitmeden önce, bu kahvaltıya babanızin kampanyas ında çalıĢmak için mevcut iĢinizden ayrılma ihtimalinizi tartıĢmak üzere geldiğiniz konusundaki sövlentiler hakkında bir yorum yapabilir misiniz acaba?" Rachel surat ına s ıcak kahve fırlatılmıĢ gibi hissetti. Soru onu tamamen haz ırlıksız yakalamıĢtı. Babas ına bakınca, onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden haz ırlandığını hissetti. Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deĢik etmek istedi. Muhabir kayıt cihaz ını burnuna uzatmıĢtı. "Bayan Sexton?" Rachel bakıĢlarını muhabire dikti. "Ralph ya da her kimsen, Ģunu iyi bil: Senatör Sexton adına çalıĢmak için iĢimi bırakmaya hiç niyetim yok ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir Ģey yazarsan, o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuĢonla çıkarırsın:" Muhabirin gözleri büyüdü. Sırıttığını onlara göstermeden kayıt cihazını kapattı. "Her ikinize de teĢekkür ederim," diyerek gözden kayboldu. 21 Rachel o an birdenbire köpürmesinden dolayı piĢman oldu. Babasının öfkeli mizac ı ona geçmiĢti ve bu yüzden ondan nefret ediyordu. YumuĢa Rachel. Çok sakin ol. Babas ının onaylamayan gözleri hiddetle parlıyordu. "Kendine hâkim olmayı öğrensen iyi edersin." Rachel eĢyalarını toplamaya baĢlamıĢtı. "Toplantı sona erdi." Senatörün her halük ârda onunla iĢinin bittiği belli oluyordu. Cep telefonunu çıkarıp bir numara çevirdi. "Güle güle tatlım. Bir ara ofise uğray ıp bir merhaba de. Ve Tanrı aĢ kına evlen. Otuz üç yaĢındas ın." "Otuz dört," diye atladı. "Sekreterin kart göndermiĢti." Senatör kederle kesik kesik güldü. "Otuz dört. YaĢlı bir genç kız denebilir. Biliyorsun ben otuz dört yaĢımdayken çoktan..."
"Annemle evlenmiĢ, komĢuyu becermiĢtin değil mi?" Sesi Rachel'ın düĢündüğünden daha yüksek çıkınca, kelimeler geçici bir süre boĢlukta asılı kaldı. Etraft a yemek yiyenler yan gözle onu süzdüler. Senatör Sexton'ın gözleri hiç kıpırdamadan öfkeyle ona bak ıyor, adeta iki buz kristali onu delip geçiy ordu. "Kendine dikkat et, genç bayan." Rachel kapıy a yöneldi. Asıl sen kendine dikkat et, senatör. 2 Üç adam ThermaTech fırt ına çadırının içinde sessizce oturuyorlardı. DıĢarıda, bağlama demirlerini yerinden sökecek gibi esen soğuk rüzgâr, çadırı sallıyor du. Adamlardan hiçbiri bunu ciddiye almadı; her biri çok daha tehlikeli durumlarla karĢı karĢ ıya kalmıĢlardı. Bembeyaz çadır, gözlerden uzakta düzlük bir alana kurulmuĢtu. HaberleĢme ve ulaĢım aygıtlarıyla silahlarının tümü son modeldi. Grup liderinin kod adı Delt a-Bir idi. Adaleli, çevik bir vücuda ve üzerinde bulunduğu topografya kadar boĢ gözlere sahip biriydi. Delta-Bir'in bileğindeki askeri kronograf, tiz bir sinyal sesi yaydı. Bu ses, diğer iki adamın taktığı kronografların çıkardığı sinyal sesiyle mükemmel bir ahenkle birbirine karıĢt ı. Otuz dakika daha geçti. Vakit gelmiĢti. Yine. Delta-Bir iki ortağını bırakarak, çadırdan dıĢarı çıktı. Zifırikaranlıkta rüzgâr ugulday arak esmey e devam ediyordu. Kız ılötesi dürbünüyle ay ıĢığının aydınlatt ığı ufk u tara dı. Her zamanki gibi yapıya odaklandı. Bin metre ötedeydi: kıraç arazinin üstünde yükselen devasa ve benzersiz görkemli yapı. O ve ekibi yapıldığından beri, yani on gündür orayı izliyorlardı. Delta -Bir'in içerideki bilginin dünyayı değiĢtirec eğinden hiç Ģüphesi yoktu. Onu korumak uğruna bazı hayatlar çoktan kaybedilmiĢti bile. ġu anda yapının dıĢında her Ģey sakin görünüyordu. Ama asıl sınav, içeride olanlarda saklıydı. Delta-Bir çadıra geri girerek iki asker arkadaĢ ına seslendi. "Alçak uçuĢ vakti geldi." Adamlar evet anlamında baĢlarını salladılar. Ġçlerinden daha uzun olanı, Delta-Ġki, dizüstü bilgisayarını açarak çalıĢtırdı. Ekranın karĢıs ında yerine iyice yerleĢen Delta -Ġki, elini mekanik bir idare koluna koydu ve hafifçe geri çekti. Bin metre ötede, bin anın derinliklerinde saklanan sivrisinek büyüklüğündeki bir teftiĢ robotu, iletiyi alınca hayata geçti. 3 Beyaz Integra'sını Leesburg Otoyolu'nda süren Rachel Sexton hâlâ ateĢ püskürüyordu. Falls Church eteklerindeki yaprakları dökülmüĢ akçaağaçlar mart ay ındaki açık gökyüzüne doğru uzanıyor, ama bu huzurlu manzara onun öfkesini dindirmeye yetmiyordu. Babas ının son kamuoyu yoklamalarındaki ani yükseliĢi ona, kendine güvenden kaynaklanan bir 23 nebze nezaket kazandırmıĢ olmalıy dı, ama kendini beğenmiĢliğini art ırmaktan baĢka bir iĢe yaramadığı anlaĢ ılıyordu. Adamın yalancılığı iki kat acı veriyordu, çünkü Rachel'in hayatta kalan tek yakını oydu. Annesi üç yıl önce ölmüĢtü ve bu, Rachel'in kalbindeki duy gusal yaraları hala kapanmayan kahredici bir kayıpt ı. Rac hel'in biraz tuhaf da olsa tek tesellisi, ölümün annesini senatörle yapt ığı mutsuz evliliğin yol açtığı derin çaresizlikten kurtarmıĢ olmas ıydı. Rachel'in çağrı cihazının yeniden çalan sinyali, düĢünc elerini önünde uzanan yola geri döndürdü. Gelen mesaj aynıydı. -DRL UK ODIR RP RV Derhal UKO direktörüne rapor ver. Ġçini çekti. Geliyorum iĢte, Tanrı aĢkına! Rachel artan kararsızlık duygusuyla, arabasını her zamanki kavĢağa doğru sürdü. Özel giriĢ yoluna saparak ağır silahlı nöbetçilerin kulübesinin önünde durdu. Burası 14225 Leesburg Otoyolu, yani ülkedeki en gizli adreslerden biriydi. Nöbetçi arabadaki gizli mikrofonları ararken Rachel ilerideki devasa yapıya göz gezdirdi. Doksan üç bin metrekarelik tesis, Fairfax Virginia'daki D.C.'nin hemen dıĢ ında bulunan altmıĢ sekiz dönüm ormanlık arazinin üstüne kurulmuĢtu. Binanın ön cephesi, uydu çanaklar, antenler ve çevredeki rayadomların zaten ürkütücü olan görünümünü iki katı gösteren tek taraflı yans ıtmalı camla kaplı bir kaleydi. Ġki dakika sonra Rac hel arabasını park etmiĢ, biçilmiĢ çimlerin üstünden ana giriĢe yürüyordu. GiriĢteki granit levhanın üstünde Ģöyle yazıyordu. ULUSAL KEġĠF OFĠS Ġ (UK O) KurĢun geçirmez döner kapının iki yanında duran sîlahlı deniz piyadeleri, Rachel aralarından geçerken dimdik karĢıya bakıyorlardı. Bu kapıdan geçerken kapıldığı her zamanki duyguyu hissetti... uyuyan bir
devin midesine indiğini. Rachel kelimeler sanki yukarıdaki ofislerden süzülüyormuĢçasına, kubbeli lobide her taraftan yükselen fıs ıltılı konuĢmaların yankılarını hissetti. Dev bir çini mozaik UKO berat ını ilan ediyordu: SAVAġTA VE BARĠġ TA ABD'YE KÜRESEL B ĠLGĠ ÜS TÜNLÜĞÜ SAĞLAMAK Buradaki duvarlar, sadece göklere ç ıkarılan baĢarıların fotoğraflarıyla -fırlat ılan füzeler, denizaltı suya indirme törenleri, radyo sinyali tesisleri- donatılmıĢtı. ġimdi Rachel her zaman olduğu gibi, dıĢ dünyaya ait sorunların ardında kaldığını hissediyordu. Karanlıklar dünyas ına giriyordu. Sorunların yük vagonları gibi gümbürtüyle geldiği ve çözümlerin güç duyulan fıs ıltılarla paylaĢtırıldığı bir dünyaya. Rachel son kontrol noktasına yaklaĢırken, geç en otuz dakika içinde çağrı cihaz ının iki kez çalmasına neyin yol açmıĢ olabilec eğini düĢünüyordu. "Günaydın Bayan Sexton." Rachel çelik kapı giriĢine yaklaĢ ırken görevli gülümsedi. Görevli alması için ona ufak bir salgı numunesi pamuğu uzatırken, Rachel tebessümle karĢ ılık verdi. "Nasıl yapılac ağını biliyorsun," dedi. Rachel hava geçirmez mühürlü pamuğu alarak, plastik koruyucuyu açtı. Ardından, ağzına termometre gibi yerleĢtirdi. Ġki saniye süresince dilinin altında tuttu. Sonra, öne doğru eğilerek görevlinin ağz ından almasına yardımcı oldu. Güvenlik görevlisi nemli pamuğu, arkasında duran makinedeki yuvaya yerleĢtirdi. Rachel'in tükürüğündeki DNA diziliĢini çözmek, makinenin dört saniyesini aldı. Daha sonra ekran aç ılarak Rachel'ın fotoğrafını ve güvenlik iznini gösterdi. 25 Görevli göz kırpt ı. "Hâlâ sizmiĢsiniz gibi görünüyor." KullanılmıĢ pamuğu makineden çık arıp anında imha edileceği bir delikten aĢağı attı. "Ġyi günler." Bir düğmeye bas ınca, dev çelik kapılar geriye doğru aç ıldı. Rachel iĢlek koridorlar labirentine girerken, burada geçirdiği altı yıldan sonra bile bu operasyonun devasa boyutlarının gözünü kork utmasına ĢaĢıyordu. Bu iĢ, on binden fazla görevli çalıĢtıran alt ı ABD tesisini daha kapsıyordu ve iĢletme maliyeti yılda on milyar doların üstündeydi. UKO tam gizlilik içinde, hayret verici bir casusluk teknolojileri cephaneli ği kurmuĢtu: dünya çapında radyo sinyali yakalayıcıları; telekomünikasyon ürünlerinde kullanılan, saklanabilir sessiz ileti mikro devreleri; Classic Wizard diye bilinen küresel bir deniz dinleme Ģebekesi, dünyanın herhangi bir yerinde gemi hareketlerini gözlemleyebilen, deniz tabanlarına yerleĢtirilmiĢ 1456 hidrofondan(Denizalt ı dinleme cihaz ı) oluĢan gizli bir ağ. UKO teknolojileri BirleĢik Devletler'in askeri sürtüĢmelerde galip gelmesine yardım etmekle kalmıyor, aynı zamanda CIA, NSA ve savunma bakanlığı gibi teĢkilatlara barıĢ zamanında sonsuz veri ak ıĢı sağlayarak, terörizmi engellemelerine ve çevreye karĢ ı iĢlenen suçların yerini tespit etmelerine yardımcı oluyor, kanun koyucuların sayıs ız baĢlık altındaki konular hakkında karar vermeleri için gerekli verileri temin ediyordu. Rachel burada "özetçi" olarak çalıĢ ıyordu. Özetlemek ya da veri azaltmak, karmaĢ ık raporları tahlil etmeyi, içeriğinin özünü çıkarmayı veya tek sayfalık, kısa özetlere dönüĢtürmeyi gerektiriyordu. Rachel bu konuda doğuĢtan yetenekli olduğunu kanıtlamıĢtı. Ne de olsa, onca yıl babamin yalanlarını ayıkladım, diye düĢündü. Rachel art ık UKO'da özetlemenin en Ģanlı mas asında kıdem sahibiydi; -Beyaz Saray'ın istihbarat irtibat ı. UKO'nun günlük istihbarat raporlarını elemek, hangi makalelerin BaĢkan'la ilgili olduğuna karar vermek, bu raporları bir sayfalık özetlere dönüĢtürmek ve sonra özet belgelerini B aĢkan'ın milli güvenlik danıĢmanına göndermekten sorumluy du. UKO lisanında Rachel Sexton "nihai ürünü imal ediyor ve müĢteriye hizmet veriyordu". IĢ zor olmas ına ve uzun çalıĢma saatleri gerektirmesine rağmen, sahip olduğu mevki onun için bir gurur niĢanı, babasından bağımsız olduğunu beyan eden bir yoldu. Senatör Sexton, görevden istifa etmesi durumunda Rachel'a destek olmay ı defalarca teklif etmiĢti, ama Sedgewick Sexton gibi bir adama mali açıdan bağımlı kalmaya Rachel'ın hiç niyeti yoktu. Onun gibi bir adamın elinde gereğinden fazla koz bulunduğunda neler olac ağına en iyi örnek annesiydi. Rachel'ın çağrısından gelen ses mermer koridorda yankılandı. Yine mi? Mes aja bakmaya gerek bile duymadı. Neler döndüğünü merak ederek asansöre bindi, kendi kat ını geçe rek doğruca en üst kata çıktı. 4 UKO direktörüne sıradan bir adam demek bile abartıydı. UKO Direktörü William Pickering kolay unutulan bir yüze sahip soluk benizli, çıplak kafalı, ülkenin en derin sırlarına vakıf olmasına rağğmen iki sığ birikinti gibi görünen elâ gözlere sahip miniminicik biriydi. Yine de alt ında çalıĢanlar için Pickering bir devdi. Nefsine hâkim olmas ı ve sade yaĢam anlayıĢ ı UKO'da efs aneydi. Adamın çalıĢkanlığı, sadece düz siyah
takım elbiselerden oluĢan gardırobuyla birleĢince ona "Serdengeçti" takma adını kazandırmıĢtı. Parlak bir strateji uzmanı ve kabiliyet örneği Serdengeçti, kendi dünyas ını emsalsiz bir aç ıklıkla yönetiyordu. "Gerçeği bul. Ona göre davran" onun mantrasıydı. Rachel, direktörün ofisine vardığında, adam telefonda konuĢuyordu. Rachel, onu her gördüğünde ĢaĢırırdı: William Pickering hiçbir Ģekilde BaĢkan'ı aklına estiği saatte uyandırabilecek bir adama benzemiy ordu. 27 Pickering telefonu kapatarak eliyle içeri girmesini iĢaret etti. "Ajan Sexton, oturun." Sesinde anlaĢılır bir saflık vardı. "TeĢekkürler efendim." Rachel ot urdu. William Pickering'in pervas ız tavırları karĢıs ında çoğu kiĢi rahatsızlık hissetse de, Rachel, adamdan her zaman hoĢlanmıĢtı. Babasının tam bir antiteziydi... fiziksel açıdan gösteriĢsizdi, karizmati k olmaktan çok uzaktı ve vazifesini, babasının bayıldığı spot ıĢ ıklarından uzakta, çıkar gütmeyen bir yurtseverlikle yapıyordu. Pickering gözlüklerini çıkararak ona baktı. "Ajan Sexton, BaĢkan yarım saat kadar önce beni aradı. Konu sensin." Rachel yerinde kıpırdandı. Pickering doğrudan konuya girmesiyle tanınırdı. Harika bir açılıĢ konuĢması, diye düĢündü Rachel. "Umarım benim özetlerimle ilgili bir sorun yoktur." "Tam tersine. Beyaz Saray'da senin çal ıĢmalarının hay ranlıkla karĢ ılandığını söylüyor." Rachel sessizce içini çekti. "Peki ne istedi?" "Seninle bir toplantı. ġahsen. Hemen." Rachel'ın endiĢesi artmıĢtı. "ġahsen benimle bir toplant ı mı? Ne hakkında?" "Kahrolası iyi bir soru. Bana söylemiyor." Rachel tamamen afallamıġt ı. UKO direktöründen bilgi saklamak, Vatikan sırlarını Papa'dan saklamak gibi bir Ģeydi. Ġstihbarat camias ındaki en popüler espri, herhangi bir Ģeyden William Pickering'in haberi yoksa, bu Ģeyin vuk u bulmadığıydı. Pickering ayağa kalkarak, pencerenin önünde dolaĢmaya baĢladı. "Seninle hemen temasa geçmemi ve onunla görüĢmeye göndermemi istedi." "Hemen Ģimdi mi?" "Aracı kendisi gönderdi. DıĢ arda bekliyor." Rachel kaĢlarını çattı. BaĢkan'ın isteği kendi baĢ ına bile sinir bozucuydu, Pickering'in yüzündeki ifade ise onu iyice kaygılandırıyordu. "Çekinceleriniz olduğu anlaĢılıyor." "Herhalde var!" Pickering'in yüzünde ender görülen bir ifade belirdi. "BaĢkan'ın zamanlaması çok açık ve ac emice. Kamuoy u yoklamalarında ona meydan okuyan adamın kızısın ve o da seninle görüĢmek istiyor, değil mi? Ben bunu son derece uygunsuz buluyorum. Hiç kuĢkusuz baban da bana hak verirdi." Rachel, Pickering'in hakl ı olduğunu biliyordu. Babas ının ne düĢünduğüyse umurunda değildi. "BaĢkan'ın sebeplerine güvenmiyor mus unuz?" "Ben Beyaz Saray'ın mevcut yönetimine bilgi desteği vermeye yemin etim, politikalarını eleĢtirmeye değil." Rachel bunun tipik bir Pickering cevab ı olduğunu fark etmiĢti. William Pickering politikacıların, gerçek oyuncuların kendisi gibi -oyunu gereğince ;anlayabilecek kadar iĢ'ın içinde piĢmiĢ, tecrübeli "müzmin" adamlar olduğu santranç tahtas ında, çarçabuk yer değiĢtiren geçici piyonlar oldukları düĢüncesini hiç çekinmeden ifade ederdi. Pickering sıklıkla, Beyaz Saray 'da iki tam dönem geçirmenin bile, küresel siyaset arenas ının gerçek güçlüklerini anlamaya yetmeyeceğini söylerdi. BaĢkan'ın bir çeĢit ucuz kampanya numarası yapmayı denediğini umut eden Rac hel, "Belki de masum bir ricadır, dedi. "Belki de bazı hassas bilgilerin indirgenmesine ihtiyacı vardır." "Küçük gördüğümden değil Ajan Sexton, ama Beyaz Saray ihtiyaç duyduğunda pek çok nitelikli özetleme personeline ulaĢ abilir. Eğer Beyaz Saray'ın iĢleriyle ilgili bir meseleyse, BaĢkan seninle temasa geçmenin daha iyi bir yolunu bulurdu. Bunu bilmiy orsa bile, bir UKO varlığı çağırıp nedenini bana açıklamamaktan daha iyisini yapmayı bilirdi" Pickering'in çalıĢanlarından daima varlık diye bahsetmesi, pek çoklarına sıkıc ı derecede soğuk gelirdi. Pickering, "Baban siyasette hız kazanıy or," dedi. "Hayli. Beyaz Saray endiĢelenmeye baĢlamıĢ olmalı. BaĢkan, rakibinin kızıyla gizli bir toplant ı talep edince, akl ıma istihbarat özetlerinden daha fazlasıyla ilgilendiği düĢ üncesi geliyor." 29 Rachel içinin hafifçe ürperdiğini hissetti. Pickering'in önsezileri esrarengiz biçimde doğru çıkardı. "Ve siz
de Beyaz Saray'ın beni siyaset meydanına çıkaracak kadar çaresiz olduğundan mı korkuyorsunuz?" Pickering bir süre duraksadı. "Babana karĢı hissettiklerini gizlediğin pek söylenemez ve BaĢkan'ın kampany a çalıĢanlarının aranızdaki bu mesafeden haberdar olduğuna eminim. Bana öyle geliyor ki, seni bir Ģekilde babana karĢı kullanmayı isteyecekler." Rachel yarı Ģaka yarı ciddi, "Nereyi imzalıyorum?" diye sordu. Pickering etkilenmiĢe benzemiy ordu. Ters bir bakıĢ fırlattı. "Seni uyarıyorum Ajan Sexton. Eğer BaĢkan'la görüĢmende vereceğin kararların babanla arandaki kiĢisel meseleleri gölgeleyeceğini hissediyorsan, sana BaĢkan'ın görüĢme talebini geri çevirmeni kuvvetle tavsiye ederim." "Geri çevirmek mi?" Rachel sinirlice güldü. "BaĢkan'ı reddedemeyeceğim çok açık." Direktör, "Sen reddedemezsin," dedi. "Ama ben ederim." Ağzından çık an kelimelerin gürlemesi Rachel'a, ona "Serdengeçti" denmesinin baĢka bir sebebini hatırlatmıĢtı. William Pickering ufak tefek bir adam olmas ına karĢın, damarına basıldığında siyasetin içinden deprem dalgası gibi geçebilirdi. "Benim bu konudaki kaygılarım gayet basit;" dedi Pickering. "Benim için çalıĢan kiĢileri korumak görevim ve onlardan birinin siyasi bir oyunda piyon olarak kullanılabileceği ihtimali bile hoĢuma gitmiyor." "Ne yapmamı öneriyorsunuz?" Pickering içini çekti. "Ben onunla buluĢmanı öneririm. Ama hiçbir Ģekilde sorumluluk alma. BaĢkan, sana aklında ne halt olduğunu anlattıktan sonra beni ara. Eğer onun seninle siyasi bir beysbol oyunu oynadığına kanaat getirirsem, inan bana, seni o kadar hızlı geri çekerim ki, adam, ona neyin çarptığını bile anlamaz." "TeĢekkür ederim efendim." Rac hel, direktörde, babasında görmeyi arzu ettiği o korumac ı havay ı sezinlemiĢti. "BaĢkan'ın araba gönderdiğini söylemiĢtiniz." "Pek sayılmaz." Pickering kaĢlarını çatarak, pencereden dıĢarıyı iĢaret etti. Rachel tereddüt içinde yanına gidip Pickering'in uzattığı parmağın gösterdiği yöne baktı. Çimenler üstünde kalkık burunlu bir MH-60G PaveHawk helikopteri rölantide bekliyordu. GelmiĢ geçmiĢ en hızlı helikopterlerden biri olan PaveHawk'ın üzerinde Beyaz Saray amblemi vardı. Yanında duran pilot saatine bakıyordu. Rachel inanamayan gözlerle Pickering'e döndü. 囎"Beyaz Saray, D.C.'ye kadar yirmi beĢ kilometre yol gitmem için bana PaveHawk mı göndermiĢ?" "GörünüĢe bakılırsa BaĢkan ya etkilenmeni ya da göz ünün yılmas ını umuyor." Pickering, ona göz attı. "Bu oyuna gelmemeni tavsiye ederim." Rachel baĢını salladı. Hem etkilenmiĢ, hem de gözü yılmıĢtı. Rachel Sexton dört dakika sonra UKO'dan çıkarak, bekleyen helikoptere bindi. O henüz yerine yerleĢmeden havalanan helikopter, Virginia ormanları üzerinde dönerek yan yattı. Ayaklarının alt ındaki ağaçlara göz gezdiren Rachel, nabzının yükseldiğini hissetti. Bu helikopterin asla Beyaz Saray 'a varmayacağını bilseydi, daha da fazla yükselirdi. 5 Buz gibi esen rüzgâr ThermaTech çad ırına sert darbeler indirdiği halde, Delta-Bir farkında değildi. O ve Delta-Üç dikkatlerini, elindeki kumanda kolunu operatör maharetiyle kullanan yoldaĢlarına vermiĢlerdi. Önlerindeki ekran, mikrobot un üzerine yerleĢtirilmiĢ iğne kameradan canlı video iletisi gösteriyordu. 31 Onu her çalıĢtırdıklarında hala hayret duyan Delta -Bir, teftiĢte en son cihaz, diye düĢündü. Son zamanlarda mikromekanik dünyas ında gerçekler hayali geçmeye baĢlamıĢtı. Mikro Elektro Mekanik Sistemleri (MEMS) -mikrobotlar- ileri teknoloji teftiĢteki en yeni ürünlerdi. Buna "duvardaki sinek teknolojisi" diyorlardı. Kelimenin tam anlam ıyla. Uzaktan kumandalı mikroskobik robotlar kulağa bilimk urgü gibi gelse de, 1990'lardan itibaren kullanılmaya baĢlandı. May ıs 1997'de Discovery dergisi mikrobotları kapak yaparak, gerek "uçan", gerekse "yüzen" modellerin özelliklerini anlattı. Yüzenler -tuz tanesi büyüklüğündeki nanobazlılar - insanın kan dolaĢım sistemine Kan Damarlarında Yolcul uk (Fant astic Voyage) filmindeki usulle Ģırınga edilebiliyordu. ġimdi ise geliĢmiĢ tıbbi uygulamalarda doktorlara, uzaktan kumandayla atardamarda dolaĢmak, damar içini canlı görüntüyle tetkik etmek ve neĢtere dokunmadan at ardamarlardaki tıkanıklıkların yerini tespit etmelerine yardımcı olmak amac ıyla kullanılıyordu. Sanılanın aksine, uçan mikrobotlar yapmak çok daha kolay bir iĢ. Bir makineyi uçuracak aerodinamik teknolojisi Kittyhawk'tan beri mevc uttu, bu yüzden geriye kalan tek Ģey minyatürleĢtirme iĢlemiydi. NASA'nın gelecekte Mars 'taki görevler için insansız keĢif araçları olarak tasarladığı ilk uçan
mikrobotlar, birkaç santim uzunluğundaydı. Ama art ık nanoteknoloji, enerji emici hafif malzemeler ve mikromekanikte kaydedilen geliĢmeler uç an mikrobotları gerçeğe dönüĢtürmüĢtü. Asıl çığır açan keĢif, yeni bir saha olan biyomimikten -Doğa Ana'y ı kopyalamak- gelmiĢti. Minyatür yusufçukların, bu çevik ve becerikli uçan mikrobotlar için en uygun prototip olduğu anlaĢıldı. Delta -Ġki'nin o anda uçurduğu PH2 modeli sadece bir santim uzunluğundaydı -sivrisinek büyüklüğünde- ve, taĢıdığı bir çift, ikili, Ģeffaf, silikon yaprak kanat ona havada benzersiz bir hareketlilik ve ustalık kazandırıyordu. Mikrobot un yakıt ikmal mekanizması bir baĢka yeni buluĢtu. ilk hmikrobot prototipleri, enerji hücrelerini yalnızca doğrudan parlak bir ıĢık kaynağı altında hareketsiz durarak Ģarj edebiliyordu. Gizlilik gerektiren iĢlerde ya da karanlık bölgelerde kullanıma elveriĢli değildi. Ama yeni prototipler manyetik bir alanın birk aç santim yakınında durarak Ģarj olabiliyorlardı. Buna uygun olarak modern toplumda many etik alanlar her yerde ve her an bulunabiliyorlardı; elektrik prizleri, bilgisayar monitörleri, elektrikli motorlar, hoparlörler, cep telefonları. Yani Ģarj istasyonları aç ısından hiçbir zaman sıkınt ı çekilmiyordu. Mikrobot ortama baĢarıyla tanıt ıldıktan sonra, neredeyse sonsuza dek ses ve görünt ü iletebiliyordu. Delta Gücü'nün PHz'si hiç sorun yaĢatmaksızın bir haftadan uzun süredir yayın yapıyordu. ġimdi uçan mikrobot, kocaman ambarın içinde salınan bir böcek gibi binanın sakin ve devasa merkez odas ında sessizce havada as ılı duruyordu. Altındaki alanı kuĢbakıĢı tarayan mikrobot, Ģüphe çekmeyen sakinlerin -t eknisyenler, bilim adamları, sayısız bilim alanında uzmanlar- baĢlarının üstünde dolaĢtı. PH2 dönüp dururken Delta-Bir, birbiriyle konuĢmakta olan iki tanıdıkyüzü fark etti. Onlardan laf kapabilirlerdi. Delta-Iki'y e aĢağı inip dinlemesini söyledi. Delta-Ġki kumanda kolunu idare ederek robotun ses algılay ıcılarını açtı, mikrobotun parabolik yükseltecini ayarladı ve robotu bilim adamlarının baĢının üç metre üstünde duracak kadar aĢağı indirdi. Ġleti zayıf olmakla birlikte anlaĢılırdı. Bilim adamlarından biri, "Hâlâ inanamıyorum," diyordu. Buraya kırk sekız saat önce geliĢin den bu yana sesindeki heyecan dinmemiĢti. KonuĢtuğu adamın da onunla aynı coĢkuyu paylaĢtığı anlaĢ ılıyordu. "Hayatın boyunca... hîç böyle bir Ģeye tanık olacağın aklına gelir miydi'?" Gözleri parlayan bilim adamı, "Asla," diye karĢılık verdi. "Bütünüyle büyüleyici bir rüya." 33 Delta-Bir yeterince duymuĢtu. Ġçerideki her Ģeyin tahmin edildiği biçimde ilerlediği belliydi. Delta -Ġki mikrobot u sohbetin geçtiği yerden uzaklaĢtırarak saklandığı yere geri uçurdu. Fark edilmemiĢ olan minik aygıt ı bir elektrik jeneratörünün yanında durdurdu.P Hz'nin enerji hüc releri hemen bir sonraki görev için Ģarj olmaya baĢladılar. 6 PaveHawk gökyüzünü yırt arak ilerlerk en, Rac hel Sexton'ın düĢünceleri, bu sabah yaĢanan garip geliĢmeler yüzünden allak bullak olmuĢtu. Bununla birlikte, helikopter Ches apeake Körfezi üstünde uçana kadar, tamamıyla yanlıĢ yöne doğru ilerlediklerini fark etmedi. ilk anda düĢtüğü ĢaĢkınlık, yerini dehĢ ete bırakmıĢt ı. Pilota, "Baksana," diye seslendi. "Sen ne yap ıyorsun'?" Sesi pervane yüzünden güçlükle duyuluy ordu. "Beni Beyaz Saray'a götürmen gerekiyordu!" Pilot baĢını iki yana salladı. "Üzgünüm efendim. BaĢkan bu sabah Beyaz Saray'da değil." Rachel, Pickering'in Beyaz Saray 'ı öz ellikle telaffuz mu ettiğini yoksa kendisinin mi öyle varsay dığını düĢündü. "Peki BaĢkan nerde?" "Onunla görüĢmeniz baĢka bir yerde olacak." BaĢlatma Ģimdi. "Neresi baĢka yer?" "Fazla uzak değil." "Ben bunu sormadım." "Yirmi beĢ kilometre daha kaldı." Rachel, ona bakarâk kaĢlarını çattı. Bu adam politikacı olmalıydı. "KurĢunlardan da sorulardan sıy rıldığın kadar iyi mi sıyrılıyorsun?" Pilot cevap vermedi. Helikopt erin Chesapeake'i geçmesi yedi dakikadan az sürdü. Kara yeniden göründüğünde pilot kuzeye yatarak, Rachel'ın bir dizi pist ve askeri tipte bina gördüğü da r bir yarımadanın kıyıs ından uçtu. Pilot bu yere doğru alçaldığında Rachel neresi olduğunu anladı. Altı fırlatma rampası ile karbon füze kuleleri iyi bir ipucuydu ama bu da yetmiyorsa, binalardan birinin çat ısı iki devasa kelimeyle boyanmıĢtı: WALLOPS ADASI. Wallops Adası, NASA 'nın en eski fırlatma üslerinden biriydi. Bugün halâ uydu fırlatmak ve deney uçakların
test uçuĢları için kullanılan Wallops, NASA'nın kameralardan uzak üssüydü. BaĢkan Wallops Adası'nda mı? Hiç tutar tarafı yoktu. Helikopt er pilotu, yörüngesini dar yarımada boyunca uzanan üç piste göre hizaladı. Ortadaki pistin en sonuna doğru ilerliyor gibiydiler. Pilot yavaĢlamaya baĢladı. "BaĢkan'la ofisinde görüĢeceksiniz." Rachel, adamın Ģaka yaptığı düĢüncesiyle döndü. "BirleĢik Devletler BaĢkan ı'nın Wallops Adası'nda ofisi mi var?" Pilot son derece ciddi görünüyordu. "BirleĢik Devletler BaĢkanı'nın istediği yerde ofisi vardır efendim." Pistin sonunu iĢaret etti. Rachel uzakta parıldayan dev Ģekli gördüğünde neredeyse kalbi duracaktı. DeğiĢikliğe uğramıĢ 747'nin açık mavi gövdesini üç yüz metre uzaktan bile tanımıĢt ı. "Onunla uçakta mi..." "Evet efendim. E vden uzaktaki evinde." Rachel dıĢarıdaki devasa uçağa baktı. Askeriyenin bu saygın uç ak için kullandığı Ģifreli unvan VC-25-A idi. Aslında düny anın geri kalanı onu baĢka bir isimle tanıyordu: Hava Kuwetleri Bir. Uçağın kuyruktaki dümen kanadının üstündeki rakamları parmağıyla gösteren pilot, "GörünüĢe bakılırsa bu sabah yeniye bineceksiniz," dedi. Rachel boĢ gözlerle baĢını salladı. Ġki Hava Kuvvetleri Bir kullanıldığını çok az Amerikalı bilirdi -biri 28.000, diğerinin 29.000 kuyruk numaralı, özel donanımlı benzeri bir çift 747 -200 B. Her iki uçağın da uçuĢ hızı saatte 600 mildi. Uç uĢ sıras ında yakıt ikmali yapabiliyor, böylece sınırsız mesafeler e uçabiliyorlardı. 35 PaveHawk BaĢkan'ın uçağının yanındaki piste konduğunda, Rachel Hava Kuwetleri Bir'den niye baĢkomutanın "taĢınabilir vatan kalesi üstünlüğü" diye bahsedildlğini anladı. Aletin gözdağı veren bir görünüĢü vardı. BaĢkan ülke baĢkanlarıyla görüĢmek üzere diğer ülkelere uçtuğunda, genellikle -güvenlik nedenlerinden ötürü- toplantının pistin üstünde uçağında yapılmasını talep ederdi. Birtakım güvenlik sebepleri olsa da, hiç Ģüphesiz bir baĢka gerekçe, gözdağı vererek görüĢmelerde üstünlük el de etmekti. Hava kuwetleri Bir'e yapılacak bir ziyaret, Beyaz Saray'a yapılacak herhangi bir seyahatten çok daha yıldırıc ıydı. Yakıt deposunun üstünde iki metre hoyutunda harflerle "AMERĠKA BĠRLEġ ĠK DEVLE TLE RĠ" yazıyordu, bir zamanlar bir Ġngiliz bayan kabine üyesi, BaĢkan Nixon'ı, kendisine Hava Kuwetleri Bir'e binerek eĢlik etmesini teklif ettiğinde "erkekliğini gözüne sokmakla" suçlamıĢtı. Daha sonra uçuĢ ekibi uçağa kendi aralarında "Büyük Penis" adını takmıĢtı. "Bayan Sexton?"' Blaz er giymiĢ bir gizli servis çalıĢanı, helikopterin dıĢ ında belirerek ona kapıyı açtı. "BaĢkan sizi bekliyor." Rachel helikopt erden indi ve ĢiĢkin gövdeden uzanan körüklü dik geçide baktı. Uçan penisin içine. Bir zamanlar uçan "Oval Ofis'in" üç yüz yetmiĢ metrekare iç hacme, dört ayrı özel uyku bölümüne, yirmi alt ı kiĢilik uçuĢ mürettebat ı için yataklara ve elli kiĢiye yemek sağlayabilecek iki mutfağa sahip olduğunu duymuĢtu. Merdivenleri tırmanan Rachel, gizli servis çalıĢanının tam arkasından onu yukarı doğru iteklediğini hiss etti. Yukarıda açık duran kabin kapısı, kocaman bir gri balinanın yan tarafından aldığı minik bir yaraya benziyordu. Karanlılk giriĢe doğru ilerlerken güven duygusunun azaldığını hissetti. Sakin ol Rachel. Sadece bir uçak. Gizli servis çalıĢanı merdiven sahanlığında onu nazikçe kcılundan tutarak ĢaĢırtıcı derecede dar bir koridora yöneltti. Sağa dönüp kısa bir mes afe yürüyünce, lüks ve geniĢ bir kabine girdiler. Rachel burayı hemen fotoğraflarından tanıdı. Gizli servis çalıĢanı, "Burda bekleyin," dedikten sonra gözden kayboldu. Rachel, Hava Kuwetleri Bir'in lambri kaplı ön kabininde tek haĢına duruy ordu. Buras ı toplantı yapmak, yüksek mevkideki kimseleri eğlendirmek ve belli ki ilk gelen ziyaretçilerin ödünü patlatmak için kullanılan odaydı. Oda, uçağın geniĢliği boyunca uzanıy ordu, açık kahverengi kalın halısı da öyle. Kusursuz mobilyalarla döĢenmiĢti; isfendan ağac ı toplantı mas asının etrafındaki, ince deriden koltuklar, büyük kanepenin yanındaki cilalı pirinç ayaklı abajurlar ve maun içki barın ın üstündeki eliĢi kesme kristaller. Boeing tasarımcıları bu ön kabini özenle, yolculara "huzurla karıĢ ık bir tertip hissi" sunmak amac ıyla hazırlamıĢlardı. Mamafilı huzur, Rachel'ın o an hissettiği son Ģeydi. Aklına sadece bu odada oturmuĢ dünya liderlerinin sayısı ve onların dünyaya biçim veren kararları geliyordu. Kaliteli pipo tütününün hafif aromasından, her tarafta görülen baĢkanlık mührüne kadar bu odadaki her Ģey güç kokuyordu. Okları ve zeytin dallarını kavrayan kartal, küçük yastıkların, buz koval arının üstüne iĢlenmiĢ, hatta bardaki mantar bardak altlarının üstüne basılmıĢtı. Rachel bardak altını eline alıp incelemeye koyuldu.
Arkasından gelen boğuk bir ses, "Hatıra çalmaya baĢlamıĢsınız bile," dedi. ġaĢıran Rachel arkasını dönerek, bardak altını yere düĢürdü. Almak ıçin beceriksizce diz çöktü. Bardak altını kavray ıp arkasını döndüğü anda, Amerik a BirleĢik Devletleri BaĢkanı'nı ona bakıp neĢeyle sırıt ırken gördü. "Ben kral değilim Bayan Sexton diz çökmenize gerçekten hiç gerek yoktu." 37 Senatör Sedgewick Sexton, Washington'ın sabah trafiğinde, ofisine giden yolda yılan gibi kıvrılan Lincoln limuzinin içinde rahatın tadını çıkarıyordu. KarĢısında oturan, yirmi dört yaĢındaki özel asistanı Gabrielle Ashe, ona günlük programını okuy or, Sexton, onu pek dinlemiyordu. Asistanının kaĢmir kazağının altındaki mükemmel vücuduna hayranlık duyarken, Washington'ı seviyorum, diye düĢündü. Güç en büyük afrodizyaktır.. bunun gibi sürüyle kadını D. C. ye getiriyor. Gabrielle bir gün kendisinin de senatör olaca ğı hayallerini kuran New York'lu bir Ivy League(Sekiz seçkin üniversitenin oluĢturduğu grup) mezunuydu. Sexton o da baĢaracak, diye düĢündü. ġahane bir görüntüsü vardı ve zehir gibi zekiydi. Hepsinin öt esinde, oyunun kurallarını anlıyordu. Gabrielle Ashe siyahiydi ama onun esmer rengi daha çok tarçınla maun aras ında, Sexton'ın, hassas "beyaz" Ģebboyların tüm bahçeyi elden kaptırdıklarını hissetmeden onaylay acaklarını bildiği, sıkınt ı vermeyen bir ara tondaydı. Sexton yakın dostlarına Gabrielle'ı, Halle Berry'nin görüntüsüyle Hillary Clinton'ın zekâsı ve hırs ının karıĢ ımı olarak tasvir eder, hatta bazen bunun bile hafif kaldığını düĢünürdü. Onu üç ay önce kampany a özel asistanlığına atadığından beri Gabrielle'ın kampanyasına muazzam faydası olmuĢtu. Her Ģeyden önce bedavaya çalıĢ ıyordu. On alt ı saatlik bir iĢ gününün karĢılığında, kaĢarlanmıĢ bir politikacıdan cambazlık yapmayı öğreniyordu. Sexton, ama tabi, diye aklından geçirdi, onu sadece iĢ yapmaktan biraz daha fazlas ına ikna ettim. Gabrielle'a terfi verdikten sonra onu bir gece özel ofisinde "ortama uyum çalıĢmasına" davet etmiĢti. Tahmin edileceği gibi Ģöhret delisi genç asistanı onu memnun etmeye hevesli olarak gelmiĢti. Onlarca yııllık ustalığın verdiği sabırla Sexton sihirli karıĢımı devreye sokmuĢtu... Gabrielle'ın güvenini kazanmıĢ, onun tüm çekingenliğini üzerinden atmıĢ, kendine hâkim olduğunu sergilemiĢ ve sonunda hemen oracıkta, ofisinde onu baĢtan çıkarmıĢtı. Genç kadının hayatındaki en tatmin edici cinsel deneyimlerden biri olduğundan Sexton'in hiç Ģüphesi yok gibiydi ve ayrıca gün ağardığında Gabrielle açıkça ölç'üsüzlüğünden piĢman olmuĢtu. Utançla istifa etmeyi ünermiĢ, Sexton red detmiĢti. Gabrielle iĢinde kaldı ama niyeti çok açıkti. Aralarındaki iliĢki o günden bu yana iĢle sınırlıydı. Gabrielle'ın dolgun dudakları hâlâ hareket ediyordu. "...bu akĢam üstü CNN'deki tart ıĢmada konuya ilgi göstermiyormuĢ gibi davranmanız ı ıstemiyorum. Beyaz Saray'ın muhalefet olarak kimi göndereceğini hâlâ bilmiyoruz. Aldığım notlara göz gezdirmek isteyeceksiniz." Dosyayı ana uzattı. Deri koltukların kokusuyla karıĢmıĢ parfümünü içine çeken Sexton, dosyay ı aldı. Gabrielle, "Dinlemiyorsunuz," dedi. "Kesinlikle dinliyorum." Sırıtt ı. "ġu CNN'deki tartıĢmayı unut. En kötü ihtimalle Beyaz Saray aĢağı seviyeden bir kampanya stajyeriyle bana hakaret etmeye çalıĢ ır En iyi ihtimalle, bana büyük bir balık gönderirl'er, ben de onu öğle yemeği niyetine yerim." Gabrielle kaĢlarını çattı. "Ġyi. Notlara olası en saldırgan tartıĢma konularının listesini ekledim." "Herhalde her Zamanki zanlılardır." "Bir yeni üye daha var. Sanırım, dün akĢam Larry King'deki yorumlarınızdan ötürü eĢcinsellerden baz ı karĢı tepkiler alacaksınız." Aldırmadığı anlaĢ ılan Sexton omuzlarını silkti. "Anladım. ġu aynı cinsin evliliği meselesi." Gabrielle, onu onaylamayan bir bak ıĢ fırlattı. "Oldukça kuwetli karĢı ç ıktınız." 39 Sexton nefretle, aynı cinsin evliliği, diye düĢündü. Bana kalsaydı homolara oy vorme hakkı bile tanımazdım. "Tamam biraz yumuĢatırım." "Güzel. Son zamanlarda bu sıcak meseleleri biraz fazla kurcaladınız. Ukala davranmayın. Halk bir anda dönebilir. ġu anda kazanıyorsunuz ve ibreniz yükseliyor. Böyle devam edin. ġimdi topu sahanın dıĢ ına fırlatmay a gerek yok. Top oyunda kalsın." "Beyaz Saray'dan haber var m ı?" Gabrielle'ın bocalaması çok hoĢ görünüyordu. "Sessizlik sürüyor. Resmi muamele; rakibiniz, 'Görünmez Adam' oldu." Sexton son zamanlarda Ģans ının ne kadar yaver gittiğine güçlükle inanıyordu. BaĢkan aylardır var gücüyle kampany asının üstünde çalıĢıy ordu. Sonra bir hafta kadar önce birdenbire kendini Oval Ofis 'e kilitlemiĢ ve o günden bu yana ne kimse ondan bir kelime duymuĢ, ne de onu görmüstü. Sanki BaĢkan, Sexton'ın
seçmen desteğindeki hızlı geliĢmeyle yüzleĢemiyor gibiydi. Gabrielle elini fönlü saç ında gezdirdi. "Beyaz Saray kampanya çalıĢanlarının da bizim kadar ĢaĢkınlık içinde olduğunu duydum. BaĢkan ortadan kaybolmas ıyla ilgili hiçbir aç ıklama yapmıyormuĢ ve ordaki herkes meraktan çılgına dönmüĢ." Sexton, "Hangi teoriler üretildi?" diye sordu. Gabrielle gözlüklerinin ardından ona çokbilmiĢ bir bak ıĢ attı. "Bu sabah Beyaz Saray'daki bir bağlantımdan çok ilginç bir bilgi edindim." Sexton, anun gözlerindeki bu bakıĢı tanıyordu. Gabrielle Ashe yine içeriden bilgi almıĢt ı. Sexton, onun, aldığı kampanya sırları karĢ ılığında arabaların arka koltuğunda, bir tür baĢkan yardımcısı güdüsüyle saksofon çektiğinden Ģüpheleniyordu. Bilgi aktığı müddetçe... Sexton'ın umurunda değildi. Sesini alçaltan asistanı, "Dedikodulara bakılırs a," dedi. "BaĢkan'ın tuhaf davranıĢları, geçen hafta NASA müdür ü ile yaptığı özel toplantının ardından baĢlamıĢ. BaĢkan'ın toplant ıdan sersemlemiĢ bir halde çıktığı anlaĢılıyormuĢ. Derhal tüm programını iptal etmiĢ ve o günden beri NASA'yla yakın temas içindeymiġ." Sexton duyduklarından kesinlikle zevk almıĢtı. "Belki de NASA ona biraz daha kötü haber vermiĢtir, olamaz mı?" Gabrielle ümit dolu bir sesle, "Mantıklı bir açıklama gibi," dedi. "Yine de BaĢkan'a her Ģeyden vazgeçmesini söylemek biraz tehlikeli olurdu." Sexton bunu düĢ ündü. NASA ile dönen d'olap her ne ise, kötü haber olduğu kesindi. Yoksa BaĢkan bunu benim yüzüme tokat gibi vururdu. Sexton kısa süre önce NASA fonları konusunda BaĢkan'a hayli yüklenmiĢti. Uzay dairesinin son zamanlardaki baĢarısız görevleri ve dev bütçe aĢımları NASA 'ya, hükümetin büyük müsrifliği ve yetersizliğini vurgulamak için kullandığı gayri resmi model unvanını kazandırmıĢtı. Ġtiraf etmek gerekirse, NASA'ya -Amerikan gururunu en önde gelen sembollerinden birine saldırmak çoğu siyasetçinin oy kazanmak için baĢ vuracağı bir yol değildi ama Sexton'da çok az politikacının sahip olduğu bir silah vardı... Gabrielle Ashe. Ve onun kusursuz içgüdüleri. Bu becerikli genç kadın aylar önce, Washingt on kampanya ofisinde koordinatör olarak çalıġırken Sexton'ın dikkatini çekmiĢti. Sexton ilk kamuoyu yoklamalarında fena Ģekilde çakılıp hükümetin aĢırı harcamalarıyla ilgili mesajı ins anların bir kulağından girip diğerinden çık ınca, Gabrielle Ashe, ona kampany ayı bambaĢka bir açıdan yü'rütmelerini öneren bir not yazmıĢtı. Senatöre, NASA'nın büyük bü tçe aĢımları ile aralıksız Beyaz Saray yardımlarını, BaĢkan Herney'nin dikkatsizce israfta bulunduğuna delil göstermesi gerektiğini söylemiĢti. Gabrielle mali hesaplar, baĢarısızlıklar ve para yardımlarının bulunduğu bir liste de ekleyerek, "NASA Amerikalılara bir servete mal oluyor" diye yazmıĢtı. "Seçmenlerin hiçbir Ģeyden haberi yok. Bilseler dehĢete düĢerlerdi. Bence NASA 'yı siyasi bir mesele haline getirmelisiniz." Sexton, onun saflığına homurdanmıĢtı. "Ya evet, aynı zamanda beysbol oyunlarında milli marĢ ın okunmas ına da küfredeyim." 41 Takip eden haftalarda Gabrielle, senat örün masas ına NASA'yla ilgili bilgi yollamaya devam etti. Sexton okudukça, genç Gabrielle Ashe'in söylediklerinde haklı olduğunu fark etmeye baĢladı. Hükümet büroları standartları düĢünüldüğünde bile NASA hayret verici bir para çukuruydu... pahalı, yetersiz ve son yıllarda son derece beceriksiz. Bir akĢamüstü eğitinı hakkında canlı röportaj yapıyordu. Sunucu Sexton'ı devlet okullarına vaat ettiği fonu nereden bulacağı konusunda sık ıĢtırıyordu. Sexton karĢ ılık olarak Ģakayla karıĢık, Gabrielle'ın NASA teorisini ortaya attı. "Eğitim parası nıı'?" dedi. "ġey, belki uzay programının yarısını keserim. Tahminimc e, eğer NASA uzayda y ılda on beĢ milyar harcay abilirse, burda dünyadaki çocuklar için yedi buçuk milyar harcayabilirim." Sexton'ın yayın odasındaki kampanya yöneticileri, bu pervas ız söylemi duyunca dehĢetle yutkundular. ġimdiye dek NASA'ya laf atan tüm kampanyalar batmıĢtı. Bir anda radyo istasyonundaki tüm telefon hatlarının ıĢığı yanmaya baĢladı. Sexton'ın kampanya yöneticileri korkudan sindiler; uzay kahramanları öldürmek için etraflarında tur at ıyordu. Sonra birden beklenmedik bir Ģey oldu. ilk arayan kiĢi Ģok olmuĢ bir sesle, "Yılda on beĢ milyar mı?" diyordu. "Yar ile bitiyor değil mi? Yani Ģimdi bana, öğretmenlere para yetmediği için mi oğlumun mat ematik sınıfının aĢırı kalabalık olduğunu söylüyorsunuz? Ve NASA da uzay daki tozların resmini çekmek için yılda on beĢ milyar dolar mı harc ıyor'?"
Senatör Sexton ihtiyatlı bir edayla, Tee... bu doğru," dedi. "Saçmalık! BaĢkan'ın bu konuda bir Ģey yapmaya yetkisi var mı'?" Güveni yerine gelen Sexton, "Kesinlikle var," diye yanıtladı. "BaĢkan gereğinden fazla fon ayrıldığını düĢündüğü tüm büroların bütçe taleplerini geri çevirebilir." "O halde oyum size senatör Sexton. Uzay araĢt ırmalarına on beĢ milyar, çocuklarımız a öğretmen yok. Utanmazlık! Ġyi Ģanslar bayım. Umarım yolun sonuna kadar gidersiniz." BaĢka biri hattaydı. "Senatör, NASA Uluslararası Uzay Ġstasyonu'nun bütçenin üzerine çok tan ç ıktığını ve BaĢkan'ın projenin devam etmesini sağlamak için NASA'ya acil fon temin etmeyi düĢ ündüğünü duydum. Bu doğru mu?" Sexton bu soruya atladı. "Doğru!" Uzay istasyonunun baĢlangıçta, masratları on iki ülkeyle paylaĢılacak suretiyle ortak teĢebbüs olarak tasarlandığını anlattı. Ama inĢaat baĢladıktan sonra istasyonun bütçesi kontrolden çıkmıĢ ve ülkelerin çoğu kaçarak uzaklaĢmıĢlardı. Projeyi çöpe atmak yerine BaĢkan, tüm masrafları üstlenmeye karar vermiĢti. Sexton, "UUĠ projesi maliyetimiz..." diye ilan etti. "Öngörülen sekiz milyar dolardan, hay ret verici bir Ģekilde yüz milyar dolara çıkmıĢtır!" Arayan kiĢi çılgına dönmüĢ gibiydi. "BaĢkan ne diye fiĢi çekmiyor Sexton, adamı öpebilirdi. "Harika bir soru. Ne yaz ık ki, yapı malzemelerinin üçte biri halihaz ırda yörüngede ve BaĢkan sizin ödediğiniz vergileri onları oraya göndermek için harcadı. Bu yüzden fiĢi çekmek, sızin paranızla milyarlarca dolarlık bir hata yapt ığını itiraf etmek olacaktır." Telefonlar yağmaya devam etti. Amerikalılar ilk kez NASA'nın -milli bir demirbaĢ değil - bir seçenek olduğunu idrak ediyor gibiydiler. ġov sona erdiğinde, insanın sonsuz bilgi arayıĢ ı hakkında dokunaklı nutuklar çeken birkaç NASA tutkunu sayılmazsa, fikir birliği sağlanmıĢtı. "Sexton'ın kampanyas ı, kampany alar ın kutsal kâsesine düĢmüĢtü -yeni bir sıcak noktaya- seçmenlerin bam teline dokunan, el değmemiĢ bir ihtilaflı konu. Sonraki haft alarda Sexton muhaliflerini beĢ önseçimde hezimet e uğratı. NASA meselesini seçmenlere duyururak yaptığı iĢi methederek, Gabrielle Ashe'i yeni kampanya öz el asistanı ilan etti. Sexton basit bir el hareketiyle Afrika-Amerikalı genç bir kadını yükselen siyasi bir yıldız yapmıĢ ve ırkçılık ya da cinsiyet ayrımc ılığı yapacağından endiĢelenen seçmenlerin Ģüphelerini bir gecede yok etmi Ģti. ġimdi limuzinde birlikte otururlarken Sexton, Gabrielle'ın bir kez daha değerini ispat ettiğini görüyordu. 43 NASA müdürüyle BaĢkan'ın geçen haft a yaptığı gizli toplantı hakkında getirdiği yeni bilgi, hiç Ģüphesiz NASA'nın sorunlarının arttığını ya da baĢka bir ülkenin uzay istasyonuna ayırdığı fonu keseceğini gösteriyordu. Limuzin Washington Anıtı'nın önünden geç erken senatör Sexton kaderin kendisinden yana olduğunu düĢünmeden edemiyordu. Düny adaki en güçlü siyasi koltuğa oturmas ına rağmen BaĢkan Zachary Herney dar omuzlu, orta boylu ve ince yapılı biriydi. Çilli bir yüzü, çift odaklı gözlükleri ve seyrek siyah saçları vardı. Buna rağmen gösteriĢsiz fiziği, tanıyanların ona karĢı duyduğu yüce sevgiyle tamamen zıttı. Bir kez Zach Herney'yi tanıdıktan sonra, insanın onun için dünyanın sonuna kadar gidebileceği söylenirdi. Rachel'ın elini sıkmak için uzanan BaĢkan Herney, "Gelebilmenize çok sevindim," dedi. Elini kavray ıĢı sıcak ve samimiydi. Rachel konuĢabilmek için üst üste yutkunmak zorunda kaldı. "Elbette... Sayın BaĢkan. Sizinle tanıĢmaktan Ģeref duydum." BaĢkan tebessümüyle onu rahatlatınca Rachel, efsanevi Herney sevecenliğinin ne olduğunu bizzat anlamıĢ oldu. Adamın uysâl simasına siyasi karikatüristler bayılıyordu, çünkü ne kadar çarpık çize rlerse çizsinler, hiç kimse onun sıcak ve cana yakın tebessümünü baĢkasıyla karıĢtırmıyordu. Gözlerinden daima samimiyet ve asalet yans ıyordu. Keyifli bir sesle, "Benimle gelin," dedi. "Üstünde isminizin yazd ığı bir fincan kahve sizi bekliyor." "TeĢekkür ederim efendim." BaĢkan dahili haberleĢme düğmesine basarak, ofisine kahve göndermelerini istedi. Rachel uçağın içinde BaĢkan'ı takip ederken kamuoyu yoklamalarında dibe vuran biri için fazlasıyla neĢeli ve iyi dinlenmiĢ göründüğünü düĢünmekten kendini alam adı. Ayrıca gündelik giysiler giymiĢti; kot pantolon polo yaka tiĢört ve L.L. Bean marka yürüyüĢ botları. Rachel sohbeti baĢlatmaya çalıĢtı. "YürüyüĢ mü... yapıyorsunuz Sayın BaĢkan?" "Hiç yapmam. Kampanya danıĢmanlarım yeni görünüĢümün böyle olmasına kara r verdiler. Siz ne düĢünüyorsunuz?"
Rachel, adam ın kendi iyiliği için ciddi olmamasını diledi. "Ee... çok... erkeksi efendim." Herney 'nin yüzü ifadesizdi. "Ġyi. Babanıza oy veren kadınlardan bazılarını geri kazanmama yardımc ı olacağını düĢünüyoruz." Kısa bir aradan sonra BaĢkan'ın yüzünde geniĢ bir tebessüm belirdi. "Bayan Sexton, bu bir Ģakaydı. Sanırım her ikimiz de bu seçimi kazanmak için polo yaka tiĢört ile kot pantolondan fazlas ına ihtiyac ım oldnğunu biliyoruz." BaĢkan'ın aç ık sözlülüğü ve espri anlayıĢı Rachel'ın orada bulunmaktan öt ürü duyduğu gerginliği yok etmiĢti. BaĢkan fiziki eksikliklerini diplomatik maharetleriyle kapatıyordu. Diplomasi Tanrı vergisi bir Ģeydi ve Zach Herney 'de bu yetenek vardı. Rachel, BaĢkan'ı uçağın arka tarafına doğru takip etti. Daha içerilere girdikçe, ortam uçak havasından daha da uzaklaĢ ıyordu; kavisli koridorlar, duvar kâğıtları ve hatta StairMaster ile kürek aleti bulunan bir egzersiz salonu. Fakat tuhaftır ki, uçak tamamıyla boĢ görünüyordu. "Yalnız mı seyahat ediyorsunuz Sayın BaĢkan?" BaĢını iki yana salladı. "Aslına bakarsanız yeni indik." Rachel ĢaĢırmıĢtı. Nereden geldiniz? Bu haftaki istihbarat haberlerinde BaĢkan'ın seyahat planlarıyla ilgili herhangi bir Ģey yoktu. GörünüĢe bakılırsa gizlice seyahat etmek için Wallops Adası'nı kullanıy ordu. BaĢkan, "ÇalıĢanlar siz gelmeden hemen önce uçaktan ayrıldılar," dedi. "Onlarla buluĢmak üzere Beyaz Saray'a gideceğim ama sizinle ofisim yerine burda görüĢmeyi istedim." 45 "Bana göz dağı mı vermek istiyorsunuz '?" "Tam aksine. Size saygı göstermeye çalıĢ ıyorum Bayan Sexton. Beyaz Saray gizli görüĢmeler için hiç uygun değil. Ayrıca ikimizin görüĢtüğü haberi yayılırsa, sizi babanızla garip bir pozisyona sokardı." "Buna minnettarım efendim." "Hassas bir dengeyi incelikle koruduğunuz anlaĢılıyor ve bunu bozmaya hiç gerek görmüyorum." Rachel, babasıyla kahvalt ıda yaptığı sohbeti hatırladı ve bunun "incelikli" diye nitelendirilebileceğinden kuĢku duydu. Yine de Zach Herney nazik davranmak için elinden geleni yapıyordu ve doğrusu hiç bir mecburiy eti yoktu. Herney, "Size Rachel diyebilir miyim?" diye sordu. "Elbette." Ben size Zach diyebilirmiyim? Onu oymalı meĢ e bir kapıdan geçiren BaĢkan, "Ofisim," dedi. Hava Kuwetleri Bir'deki ofis, Beyaz Saray'daki emsalinden daha samimiydi, ama yine de mobilyalarda bir resmiyet havası seziliyordu. Masanın üstüne evraklar yığılmıĢtı. Arkasında ise, yaklaĢan fırtınadan kaçmaya çalıĢan üç clirekli bir yelkenlinin resmedildiği klasik bir yağlıboya tablo as ılı duruyordu. Zach Herney 'nin mevcut durumdaki baĢkanlık sürecine mük emmel benzetme yapıyor gibiydi. BaĢkan, Rachel'a masasının karĢıs ındaki üç büyük sandalyeden birine ot urmas ını teklif etti. Rachel, onun masasının arkas ında oturacağını tahmin ediyordu ama sandalyelerden birini çekerek, Rac hel'ı n yanına oturdu. Rachel, eĢit .seviye, diye düĢündü. Dostluk iliĢkilerindeki en önemli nokta. Sandalyesine yerleĢirken yorgunlukla içini çeken Herney, "E vet Rac hel," dedi. "Sanırım Ģu an burda oturduğun için kafan oldukça karıĢmıĢtır, öyle değil mi?" Rachel'ın içinde kalan son savunma güdüsü de, adamın sesindeki samimiyetle kaybolup gitti. "Aslına bakarsanız efendim, allak bullak oldum." Herney yüksek sesle kahkaha attı. "Harika. Ben de her gün UKO'dan birilerini allak bullak edemiyorum." "UKO'dan birileri her gün yürüyüĢ botları giyen bir BaĢkan tarafından Hava Kuwetleri Bir'e davet edilmiyor." BaĢkan yeniden kahkaha attı. Kapıdaki hafif bir tık ırt ı, kahvelerin geldiğini haber veriyordu. UçuĢ ekibinden biri, tepsinin üstünde buharlar çıkaran metal bir demlik ve iki fincanla içeri girdi. BaĢkan'ın arzusu üzerine tepsiyi masanın üstüne bırakarak ortadan kayboldu. Kahveyi doldurmak için ayağa kalkan BaĢkan, "Süt ve Ģeker?" diye sordu. "Süt lütfen." Rachel zengin aromay ı içine çekti. BirleĢik Devletler BaĢkan'ı bana bizzat kahve mi ikram ediyor? Zach Herney ağır kalay karıĢımı bir fincanı ona uzattı. "Hakiki Paul Revere," dedi. "Küçük lükslerden biri." Rachel kahveden bir yudum aldı. O ana dek tattığı en iyi kahveydi. Kendisine de bir finc an dol durup yerine oturan BaĢkan, "Her neyse," dedi. "Burda vaktim sınırlı, o yüzden hemen meseley e gelelim." BaĢkan kahvesine biraz Ģeker attıktan sonra bakıĢlarını Rachel'a çevirdi. "Sanırim Bill Pickering size, görüĢmek istememin tek nedeninin siyasi üstünlük sağlamak için sizi
kullanmak olduğunu söylemiĢtir." "Doğrusu efendim, söyledikleri tam olarak bunlardı." BaĢkan kendi kendine güldü. "Her zaman olumsuz düĢünür." "Demek ki yanılıyor, öyle mi?" "ġaka mı yapıyorsunuz?" BaĢkan güldü. "Bill Pıckcring asla yan ılmaz. Her zamanki gibi tam isabet ettirmiĢ." 47 9 Gabrielle Ashe boĢ gözlerle senatör Sexton'ın sabah trafiğinde ofisine doğru ilerleyen limuzininin camından dıĢarı bak ıyordu. Hayat ının bu noktaya nasıl geldiğini düĢ ünüyordu. Senatör Sedgewick Sexton'ın özel asistanı. Tam olarak bunu istemiĢti, öyle değil mi? Bir limuzinin içinde, BirleĢik Devletler'in bir sonraki BaĢkanı'nın yanında oturuyorum. Gabrielle arac ın lüks döĢemesinden, kendi düĢüncelerine daldığı anlaĢılan senatöre baktı. Gabrielle, onun yakıĢıklı yüz hatlarına ve mükemmel giyim tarzına bayılıyordu. Tam bir baĢkan gibi görünüyordu. Gabrielle, Sexton'ı konuĢurken ilk kez, üç yıl önce Cornell Üniversitesi'nde, siyasal bilgiler fakültesinde okurken duymuĢtu. Gözleriyle dinleyicileri nas ıl etkisi altına aldığını, adeta doğrudan kendisine -bana güven mesajı gönderdiğini asla unutmayacaktı. Sexton konuĢmasını bitirdikten sonra, Gabrielle, onunla tanıĢmak için sırada beklemiĢti. Isim etiketini okuyan senatör, "Gabrielle Ashe," demiĢti. "Genç bir hanım i çin harikulade bir isim." Gözleriyle güven telkin ediyordu. Onunla tokalaĢırken adamın kuvvetini hisseden Gabrielle, "TeĢekkür ederim efendim," demiĢti. "Mesajınız beni gerç ekten etkiledi." "Bunu duy duğuma sevindim!" Sexton, onun eline bir kart vizitini tut uĢturmuĢtu. "Daima kendi vizyonumu paylaĢan genç beyinler ararım. Okuldan mezun olunc a beni bul. Etrafımdakiler sana bir iĢ bulacaklardır." Gabrielle teĢekkür etmek için ağzını açtığı sırada senatör bir sonraki kiĢiyle konuĢmaya baĢlamıĢtı bile. Buna rağmen Gabrielle takip eden aylarda kendini televizyonda Sexton'ın meslek hayat ını takip ederken buldu. Hükümetin aĢırı harc amalarına -öncelikli bütçe kesintileri, daha verimli çalıĢması için IRS'in modernleĢtirilmesi, DEA'nın dengelenmesi ve hatta fuz uli kamu hizmeti programlarının lağv edilmesi- karĢı yapt ığı konuĢmaları hayranlıkla izledi. Ardından, senat örün eĢi aniden bir araba kazasında ölünce, Sexton'ın olums uzu bir Ģekilde olumluya dönüĢtürmesini hayretle izledi. Sexton acıs ını içine gömerek tüm dünyaya baĢkanlığa aday olacağını ve bundan böyle yapacağı kamu hizmetlerini eĢinin anıs ına sunacağını ilan etmiĢti. Gabrielle o anda senatör Sexton'ın baĢkanlık kampanyas ında çalıĢmak istediğine karar verdi. Artık ona herkesten daha yakındı. Gabrielle, onunla lüks ofisinde geçirdiği geceyi hat ırladı ve aklına gelen utanç verici anıları uzaklaĢtırmaya çalıĢarak olduğu yerde büzüldü. Ne sanıyordum acaba? KarĢ ı koyması gerektiğini biliyordu ama nedens e ağzı dili bağlanmıĢtı. Sedgewick Sexton... ve onun kendisini ist ediğini düĢünerek, o kadar uzun zamandır aklındaydı ki. Bir tümsekten geçen limuzin, düĢüncelerini böldü. "Ġyi misin?" Sexton, ona bak ıyordu. Gabrielle hemen gülümsemeye çalıĢtı. "Ġyiyim." "Hâlâ Ģu karavaĢ iĢini düĢünmüyorsun öyle değil mi?" Omuzlarını silkti. "Hâlâ biraz endiĢeleniyorum, evet." "Unut gitsin. O karavaĢ olay ı, kampanyamın baĢına gelen en iyi ġeydi. KaravaĢ iĢi, rakibinizin penis büyüteci kullandığı ya da Stud Muffin dergisine üye olduğu bilgisini sızdırmanın siyasi sözlükteki karĢılığıy dı ve Gabrielle bunu en ac ı yoldan öğrenmiĢti. KaravaĢ iĢi yapmak muhteĢem bir taktik sayılmazdı ama karĢılık verdiğinde tam veriyordu. Ve tabi geri teptiğinde... Ve geri tepmiĢti. Beyaz Saray'a doğru. YaklaĢık bir ay önc e, BaĢkan'ın oylarının düĢmesinden huzursuzlaĢ an kampanya çalıĢanları, saldırgan davranmaya karar vermiĢ ve doğruluğundan Ģüphe duydukları bir hikâye sızdırmıĢlardı. Senat ör Sexton'ın özel asistanı Gabrielle Ashe ile iliĢkisi olduğu haberi. Ne yazık ki Beyaz Saray'ın elinde hiç delil yoktu. 49 En iyi savunmanın güçlü savunma olduğuna yürekten inanan senatör Sexton, saldırı anını yakalamıĢtı. Masumiyetini ispat etmek ve sayıp sövmek için basin toplant ısı düz enledi. Gözlerinde gamla kameraların içine bakarak, BaĢkan'ın, demiĢti, eĢimin anısını bu kasıtlı yalanlarla kirlettiğine inanamıyorum. Senatör Sexton'ın televizyondaki performansı o kadar ikna ediciydi ki, Gabrielle bile neredeyse seviĢmediklerine inanacaktı. Ne kadar kolay yalan söylediğini gören Gabrielle, senatör Sexton'ın
gerçekten tehlikeli bir adam olduğunu fark etmiĢti. Gabrielle koĢudaki en kuvvetli at ı desteklediğine emin olsa da, son zamanlarda ac aba en iyi atı mı desteklediğini sorgulamaya baĢlamıĢtı. Sexton'la yakın çalıĢmak gözlerini açan bir tecrübe olmuĢtu... Universal Stüdyoları'nın perde arkas ına yapılan turlarda, Hollywood'un hiç de büyülü olmadığını keĢfedince insanın filmlere duyduğu çocuksu hayranlığın sona ermesi gibi. Sexton'ın mes ajına olan inancı bozulmasa da, Gabrielle art ık haberciden kuĢku duymay a baĢlamıĢtı. 10 BaĢkan, "Sana söyleyeceklerim Rachel," dedi. "'UMB RA' sınıfına giriyor. Mevc ut güvenlik yetkinin çok ötesinde." Rachel, Hava Kuwetleri Bir'in duvarlarının üstüne geldiğini hissetti. BaĢkan, onu helikopterle Wallops Adası'na getirtmiĢ, uçağına davet etmiĢ, kah vesini doldurmuĢ, babas ına karĢı siyasi üstünlük sağlamak için onu kullanmayı düĢündüğünü hemen söylemiĢ ve Ģimdi de çok gizli bir bilgiyi yasal olmayan Ģekilde kendisiyle paylaĢacağını bildirmiĢti. Zach Herney dıĢ arıdan her ne kadar lütufk âr görünse de, R achel, onunla ilgili önemli bir Ģey öğrenmiĢti. Adam kontrolü bir anda eline alıyordu. Gözlerini ona diken BaĢkan, "Ġki hafta önce," dedi. "NASA bir keĢifte bulundu." Rachel algılayana kadar kelimeler bir süre havada asılı kaldı. Bir NASA keĢf'i mi? Güncel lenen istihbarat raporlarında uzay dairesiyle ilgili normalin dıĢ ında bir haber yoktu. Ama elbette Ģu günlerde artık "NASA keĢfi" genellikle yeni bir projenin bütçesini fazlasıyla aĢtıklarını fark ettikleri anlamına geliyordu. BaĢkan, "Daha fazlas ını konuĢmadan önce," dedi. "Uzay keĢifleri konusunda babanın olumsuz düĢüncelerini paylaĢ ıp paylaĢmadığını öğrenmek isterim." Rachel bu aç ıklamaya içerlemiĢti. "Umarım beni buray a babamın NASA'ya karĢı atıp tutmalarına engel olmamı istemek için çağırmadınız." BaĢkan güldü. "Elbette hayır. Sedgewick Sexton'a kimsenin engel olamayacağını bilecek kadar uzun süredir senat oday ım." "Benim babam bir fırsatçıdır efendim. Politikacıların çoğu öyle. Ve ne yazık ki NASA sayesinde bir fırsat yakaladı." NASA'nın son hatalar zinciri öylesine çekilmezdi ki, insan gülsün mü, ağlasın mı ĢaĢ ırıyordu... yörüngede parçalanan uydular, dünyaya hiç sinyal gönderemeyen insansız uzay roketleri, maliyeti on kat ına çık an Uluslararası Uz ay Ġstasyonu ve bat an gemiden kaçan fareler gibi uzaklaĢ an üye ülkeler. Bu iĢte milyarlar kaybediliyor ve senatör Sexton durumu dalgalardan istifade eden sörrfçüler gibi kullanıyordu. Onu 1600 Pennsylvania Bulvarı'nın kıyılarına taĢ ıyacak olan dalgalar. BaĢkan, "Son zamanlarda NASA'nın," dedi. "Yürüyen bir felaket olduğunu itiraf edeceğim. Her arkamı döndüğümde, onlara fazladan fon sağlamam için baĢka bir bahane sunuyorlar." Rachel konuĢmak için bir fırsat ele geçirmiĢti. Onu kullandı. "Ve bununla birlikte efendim, acaba henüz geçen hafta onları rahatlatmak için acil fondan üç milyar temin ettiğinizi okumadım mı?" BaĢkan kendi kendine güldü. "Bu babanın çok hoĢuna gitti, öyle değil mi?" 51 "Ġnsanın kendi darağac ını haz ırlaması gibi yoktur." "Onu Nightline'da izledin mi? 'Zac h Herney bir uzay bağımlısı ve vergi öd eyenler onun alıĢkanlığına fon sağlıyor."' "Ama onu haklı çıkarıp duruyorsunuz efendim." Herney baĢını salladı. "NASA'nın büyük bir hayranı olduğumu saklayacak değilim. Her zaman öyleydim. Ben uzay yarıĢları çocuğuy dum -S putnik, John Glenn, Apollo 11- ve hiçbir zaman uzay programımıza duyduğum hayranlık ve milli gururu ifade etmekten çekinmedim. Bana göre NASA'daki kadın ve erkekler tarihin yeni öncüleri. Onlar imkâns ızı baĢarmaya çalıĢ ıyor, kaybetmeyi göz e alıyor ve bizler geri çekilip eleĢtirirken çalıĢma masas ının baĢına geri dönüy orlar." BaĢkan'ın sakin görüntüsünün alt ında, babasının bitip tükenmez NASA karĢıt ı söylemlerine içten içe köpürdüğünü sezinleyen Rachel sessizliğini korudu. NASA'nın ne halt bulduğunu merak ettiğini fark etti. BaĢkan bu konuya gelmekte hiç acele etmiyordu. Sesini biraz daha yükselten Herney, "Bugün," dedi. "NASA hakk ındaki tüm fikirlerini değiĢtirmeyi planlıyorum." Rachel, ona soran gözlerle baktı. "Ben zaten size oy veriyorum efendim. Ülkenin geri kalanı üzerinde yoğunlaĢmayı düĢünebilirsiniz." "Bunu istiyorum." Kahvesinden bir yudum alıp gülümsedi. We senden bana yardım etmeni isteyeceğim." Duraksayarak ona doğru eğildi. "AlıĢılmadık bir biçimde."
Rachel Ģimdi Zach Herney'nin, avının kaçmak ya da savaĢmak niyetini hesaplamay a ç alıĢan bir avc ı gibi, her hareketini dikkatle incelediğini hissedebiliyordu. Her ikisine de kahve dolduran BaĢkan, "Sanırım NASA'nın YGS Projesi'ni duymuĢsundur," dedi. Rachel baĢını evet anlamında salladı. "Yer Gözlem Sistemi. Sanırım babam YGS 'den bir iki kez bahsetmiĢti." Rachel'ın kinayeli alaycılığı BaĢkan'ın çatık kaĢlarını düzeltmiĢti. IĢin doğrusu babası eline her fırsat geçtiğinde Yer Gözlem Sistemi'nden bahsediyordu. NASA'nın çok tartıĢılan pahalı teĢebbüslerinden biriydi. BeĢ uydudan oluĢan tak ım, uzaydan aĢağı bak ıp gezegenin çevre koĢullarını -ozon deliğinin büyümesi, kutuplardaki buz uiların erimesi, küresel ısınma, yağmur ormanlarının tükenmesi- tahlil etmek üzere tasarlanmıĢtı. Amaç, daha güzel bir dünya için, çevrecileri Ģimdiye kadar kendilerine hiç sunuılmamıĢ olan verilerle donatmakt ı. Ne yazık ki YGS Prajesi baĢarısızlığa uğramıĢtı. NASA'nın son zamanlardaki pek çok projesi gibi bu da, baĢlangıçtan itibaren aĢırı maliyet salgınına yakalanmıĢtı. Elini ateĢe sokansa Zac h Herney olmuĢtu. 1.4 milyar dolarlık YGS Projesi'ni Kongre'den geçirmek için çevreçi lobinin desteğini kullanmıĢtı. Ama YGS yery üzüne vaat ettiği küresel katkıları getirmek yerine, baĢarısız fırlatmalar, bilgisayar hataları ve kas vetli NASA bas ın toplant ılarından oluĢ an bir kâbusa dönüĢmüĢtü. Tek gülen yüz, BaĢkan'ın YGS için paralarının ne kadarını kullandığını ve karĢ ılığında umduklarından ne kadar alakasız sonuçlar elde ettiklerini, seçmenlere kendini beğenmiĢ bir ifadeyle hatırlatan senatör Sexton'a aitti. BaĢkan fincanına biraz Ģeker att ı. "Kulağa oldukça ĢaĢırt ıcı gelecek ama NASA'nın bahsettiğim Ģu keĢfi YGS tarafından yapıldı." ġimdi Rachel iyice ĢaĢırmıĢtı. Eğer YGS yakın zamanda bir baĢarıy a imza atmıĢsa, NASA bunu mutlaka duyururdu, öyle değil mi? Babası medyada resmen YGS'nin ipliğini pazara ç ıkarmıĢtı ve uzay dairesinin eline geçen her iyi haberi değerlendirmesi gerıkirdi. Rachel, "YGS keĢfiyle ilgili," dedi. "Hiçbir Ģey duymadım." "Biliyorum. NASA iyi haberi bir müddet kendine saklamayı uy gun b uldu." Rachel bundan Ģüphe ediyordu. "Tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla efendim, eğer söz konusu NASA ise, genelde hiçbir haber kötü haber değildir." Ketumluk NASA halkla iliĢkiler bölümünün en iyi yaptığı iĢ sayılmazdı. UKO'daki en popüler espri, bilim adamlarından biri her yellendiğinde NASA'nın basin konferansı düzenlediğiy di. 53 BaĢkan kaĢlarını çattı. "Ah evet. Pickering'in UK O güvenlik fanatiklerinden biriyle konuĢtuğumu unutmuĢ um. Hâlâ NASA'nın boĢboğazlığından yakınıp duruyor mu?" "Güvenlik onun iĢi efendim. Bu iĢi ciddiye alıyor." "Hiç kuĢkusuz öyle. Bu kadar ortak noktası olan iki ajans ın sürekli kavga edecek bir Ģeyler bulduklarına inanmakta güçlük çekiyorum." Rachel gerek NASA, gerekse UKO'nun uzayla ilintili bürolar olmalarına rağmen iki farklı kutupta felsefeye inandıklarını, William Pickering için çalıĢmaya baĢlar baĢlamaz öğrenmiĢti. UKO bir savunma bürosuydu ve tüm uzay etkinliklerini gizli tutardı. NASA ise ilmi bir kuruluĢtu ve tüm buluĢlarını heyecan içinde bütün dünyaya ilan ederdi, ki William Pickering sıkça ulusal güvenlik riskine rağmen bunu yaptıklarını iddia ederdi. NASA'nın en iyi teknolojilerinden baz ılarının -uydu teleskopları için yüksek çözünürlü lensler, uzun menzilli haberleĢme sistemleri ve telsiz görüntüleme aygıtları- düĢman ülkelerin istihbarat Ģebekelerinde bulunma ve anavatana karĢ ı casuslukta kullanılma gibi kötü bir alıĢkanlığı vardı. Bill Pickering sıklıkla, NASA bilim adamlarınin büyük beyinlere ve daha da büyük çenelere sahip olduğundan yakınırdı. Ġki büro arasındaki daha isabetli bir mesele, UKO'nun uydularını NASA fırlattığı için, NASA'nın son zamanlardaki çoğu baĢ arısızlığının doğrudan UKO'yu etkilemesiydi. Hiçbir baĢarısızlık 12 Ağustos 1998'de, NASA/Hava Kuwetleri Titan 4 füzesi fırlat ıldıktan kırk saniye s onra infilak edip pahalı yükünü -kod adı Vortex 2 olan 1.2 milyar dolar değerindeki UK O uydusu - yok ettiği zamankinden daha çarpıcı olmamıĢtı. Pickering özellikle bunu unutmaya pek hevesli görünmüyordu. Rachel, "Peki NASA neden son baĢarıs ını halk a ilan etmedi?" diyerek karĢı çıktı. "ġu anda pekâlâ birtakım iyi haberleri lehlerinde kullanabilirler." BaĢkan, "NASA sessizliğini bozmuyor çünkü," diye açıkladı. "Ben onlara öyle emrettim." Rachel, onu doğru duyup duymadığını düĢündü. Eğer durum buysa, BaĢkan Rachel'ın anlamadığı bir tür siyasi harakiri yaptığını itiraf ediyordu. BaĢkan, "KeĢif," dedi. "Nasıl desek... ufak çapta galeyana getirici olmaktan öte bir Ģey değil." Rachel kaygı verici bir ürperti hissetti. Ġstihbarat düny asında "ufak galeyana getirmek" nadiren iyi haber anlamına gelirdi. ġimdi YGS ile ilgili bu gizliliğin, uydu sisteminin yaklaĢan bir çevre hastalığı keĢ fetmiĢ
olmasından kaynaklandığından Ģüpheleniy ordu. "Bir sorun mu var?" "Hiçbir sorun yok. YGS muhteĢem bir Ģey keĢfetti." Rachel sustu. "Farz et ki Rachel, sana NASA 'nın öyle önemli bir bilimsel keĢifte bulunduğunu söylüyorum ki... yeri yerinden oynatacak öyle bir Ģey ki... Amerikalıların uzaya harcadıkları her bir doların hakkını verecek. Ne dersin?" Rachel düĢünemiyordu. BaĢkan ayağa kalktı. "Biraz yürüyelim mi?" Rachel, BaĢkan Herney 'yi Hava Kuvvetleri Bir'in, dıĢarıdaki parılt ılı körüklü koridoruna doğru takip etti. Merdivenlerden inerlerken Rachel mart havas ının zihnini tazelediğini hissetti. Ne yazık ki bu tazelik, BaĢkan'ın iddialarını daha da tuhaflaĢtırmaktan baĢka iĢe yaramıyordu. NASA Amerikal ıların uzaya harcadıkları her bir doların hakkını verecek değerli bilimsel bir keĢift e mi bulundu? Rachel bu büyüklükte bir keĢfin sadece tek bir Ģey olabileceğini düĢ ünüyordu -NASA'nın kutsal kâsesi- ki o da dünya dıĢı varlıklarla temas kurulmas ıydı. Ne var ki Rachel bu kutsal kâse hakkında, mümk ün olmadığını bilecek kadar bilgi sahibiydi. 55 Bir haberalma uzmanı olan Rachel, hükümetin örtbas ettiği uzaylılarla temas kurulma hikâyelerini bil mek isteyen arkadaĢları tarafından sürekli soru yağmuruna tuttılurdu. "Eğitimli" arkadaĢlarının teorileri onu daima dehĢete düĢürürdü; gizli devlet sığınaklarında saklanan parçalanmıĢ uçan daireler, dünya dıĢ ı varlıkların buzda tutulan cesetleri, hatta kaçırılan ve ameliyatla incelenen masum siviller. Elbette tüm bunlar saçmalıktı. Uzaylılar yoktu. Örtbas edilen hikâyeler yoktu. istihbarat dünyas ındaki herkes, görgü Ģahitliklerinin ve uzaylılar tarafından kaçırılma vakalarının hayal ürünü veya para tuzağı olduğunu bilirdi. Hilesiz UFO fotoğratları kanıt olarak sunulduğunda nedense hep geliĢmiĢ uçaklar test eden AB D askeri hava üsleri yakınlarında görülürdü. Lockheed tam manasıyla yeni bir jet uçağı olan Stealth Bomber'la(radar tarafından görülemeyen uçak çeĢ idi) test uçuĢlarına baĢladığında, Edwards Hava K uwetleri Üssü yakınlarındaki görgü Ģahitleri on beĢ ktıtına ç ıkmıĢtı. Onun kuĢkulu tavrını gören BaĢkan, "Yüzünde Ģüpheli bir ifade var," dedi. Sesinin tonu Rachel'ı ĢaĢırtmıĢtı. Nasıl cevap vereceğini bilemeyen Rachel BaĢkan'a baktı. "ġey..." Tereddüt etti. "Acaba efendim, dünya dıĢı uzay varlıklarından ya da küçük yeĢil adamlardan mı bahsediyoruz?" Rachel'ın söyledikleri BaĢkan'ın hoĢuna gitmiĢ gibiydi. "Rac hel, galiba bu keĢ fi bilimkurgudan ç ok daha ilginç bulacaksın." NASA'nın BaĢkan'a uzaylı hikâyesi uyduracak kadar çaresiz durumda olmadığını duymak Rachel'ı rahatlatmıĢtı. Yine de yapt ığı yorumlar, gizemi arttırmaktan baĢka bir iĢe yaramıyordu. "ġey," dedi. "NASA'nın bulduğu her neyse zamanl amanın son derece uygun olduğunu söylemeliyim" Herney geçitte durdu. Uygun mu? Neden'?" Neden mi? Rachel durup baktı. "Sayın BaĢkan, NASA Ģu an varoluĢunu haklı çıkarmak için ölüm kalım savaĢ ı veriyor ve siz de fon sağlamaya devam etmekten ötürü yaylım ateĢi altındas ınız. ġimdi yapılacak köklü bir NASA keĢfi, hem NASA, hem de kampanyanız ın her derdine deva olur. Sizi eleĢtirenler zamanlamayı oldukça Ģüpheli bulacaklardır." "Yani... bana yalancı ya da aptal diyors un, öyle mi?" Rachel boğazının düğümlendiğini hissetti. "Saygısızlık etmek istemedim efendim. Ben sadece..." "Sakin ol." Herney dudaklarında belli belirsiz bir tebessümle yeniden merdivenleri inmeye baĢladı. "NASA müdürü bana ilk olarak bu keĢiften bahsettiğinde, hiç düĢünmeden saçma olduğunu söyley erek geri çevirdim. Onu tarihin en bilinen siyasi düzenbazlığını yapmakla suçladım." Rachel boğazındaki düğümün biraz olsun çözüldüğünü hissetti. Rampanın sonuna gelince Herney durup ona baktı. "NASA'nın keĢfini saklı tutmas ını istememin bir nedeni de onları korumak. Bu keĢfin büyüklüğü NASA'nın Ģimdiye dek açıkladığı her Ģeyin ötesinde. Ġnsanın aya ayak basıĢı bunun yanında hiç kalacak. Ben de dahil olmak üzere herkesin kazanacak -ya da kaybedec ek- o kadar çok Ģeyi var ki, resmi açıklamayla dünyay a duyurma dan önce, NASA verilerini baĢka birilerinin kontrol etmesini gerekli gördüm." Rachel ĢaĢırmıĢtı. "Elbette benden bahsetmiyorsunuz, değil mi efendim? BaĢkan güldü. "Hayır, bu senin uzmanlık alanına girmiyor. Ayrıc a, gayri resmi kanallar doğruladıklarını bildirdiler bile." Rachel'ın rahatlamas ı yerini yeni bir meraka bırakmıĢtı. "Gayri resmi mi efendim? Özel sektörü mü
kullandığınız ı söylüyorsunuz? Bu kadar gizli bir konuda?" BaĢkan kendinden emin bir tavırla baĢ ını salladı. "DıĢardan onaylay ıcı bir ekibi -dört sivil bilim adamı- bir araya getirdim. Korumaları gereken bir unvana ve tanınmıĢ isimlere sahip NASA harici personel incele me yapmak için kendi donanimlarını kullanıp bağımsız sonuçlara vardılar. Bu sivil bilim adamları geçtiğimiz kırk sekiz saat içinde, NASA keĢfinin Ģüpheye yer bırakmadığını doğruladılar." 57 Rachel iĢte Ģimdi etkilenmiĢti. BaĢkan kendisini tipik Herney temkinliğiyle korumuĢtu. En seçkin takımı NASA keĢfini onaylamaktan hiçbir çıkar elde etmeyecek, dıĢ arıdan kimseler - iĢe alarak Herney, bütçeyi haklı çıkarmaya, NASA dostu BaĢkan'ı yeniden seçtirmey e ve senatör Sexton'ın saldırılarını savuĢturmaya çalıĢ an NASA 'nın çaresiz bir hilesi olduğundan Ģüphelenenlere karĢ ı kendini korumuĢtu. Herney, "Bu akĢam saat yirmide," dedi. "Bu keĢfi tüm d ünyaya ilan etmek için Beyaz Saray'da bir basin konferansı vereceğim." Rachel hayal kırıklığına uğradığını hissetti. Herney, ona hâlâ bir Ģey söylememiĢti. "Ve bu keĢif, tam olarak nedir?" BaĢkan gülümsedi. "Bugün sabredenin muradına erdiğini göreceksin. B u, gözlerinle görmen gereken bir keĢif. Daha fazlasını aç ıklamadan önce durumu tam manasıyla anlamanı istiyorum. NASA müdürü bilgi vermek üzere seni bekliyor. Bilmen gereken her Ģey'ı sana anlatacak. Daha sonra seninle birlikte hangi rolü üstleneceğini konuĢ acağız." Rachel, BaĢkan'ın gözlerindeki heyecanı hissedinc e, Pickering'in Beyaz Saray 'ın gizli bir planı olduğu yönündeki tahminini hat ırladı. GörünüĢe bak ılırsa, Pickering her zaman olduğu gibi yine haklıydı. Herney yakındaki bir uçak hangarını gösterdi. Oraya doğru yürürken, "Beni izle," dedi. Rachel aklı karıĢmıĢ bir halde onu takip etti. Önlerinde duran binanın hiç penceresi yoktu ve yüksek kapıları mühürlüydü. Tek yol, yan taraftaki küçük bir giriĢ gibiydi. Kapı aralık duruyordu. BaĢkan, Rachel'ı kapının birkaç santim yanına kadar getirip durdu. Kapıy ı göstererek, "Benim için yol burda bitiyor," dedi. "Oraya sen gideceksin." Rachel tereddüt etti. "Siz gelmiyor musunuz?" "Benim Beyaz Saray'a dönmem gerekiyor. Seni kısa süre sonra ararım cep telefonun var mı?" "Elbette efendim." "Bana ver." Rachel cep telefonunu çıkararak ona uzat ırken, telefon hafızas ına özel bir hızlı arama numarası kaydedec eğini zannediyordu. Ama BaĢkan telefonu cebine att ı. BaĢkan, "Artık kapsama alanı dıĢ ındasın," dedi. "IĢyerindeki tüm sorumlulukların askıya alındı. Bugün benim ya da NASA müdürünün izni olmaksız ın hiç kimseyle konuĢmayacaksın. Anlıyor musun?" rachel bakakaldı. BaĢkan az önce cep telefonumu mu çaldı? "Müdür, sana keĢfi aç ıkladıktan sonra, seni güvenli kanallardan benimle görüĢtürecek. Yakında görüĢ ürüz. Bol Ģans." Hangar kapısına bakan Rachel, huzursuzluğunun arttığını hissetti. BaĢkan Herney güven verici bir hareketle elini omzuna koyarak, baĢ ıyla iĢaret etti. "Seni temin ederim Rachel, bu konuda bana yardımcı oldu ğuna piĢmanlık duymayacaksın." BaĢkan baĢka bir Ģey söylemeden, Rachel'ı getiren PaveHawk'a doğru yürümey e baĢladı. Helikoptere bindi ve havalandılar. Bir kez olsun dönüp ark asına bakmadı. 12 Rachel Sexton ıssız Wallops hangarının eĢiğinde tek baĢına durmuĢ, önündeki karanlığa göz gezdiriyordu. Kendini baĢka bir dünyanın sınırındaymıĢ gibi hissediy ordu. Ġçeriden, sanki bina nefes alıyormuĢ gibi serin ve rutubetli bir rüzgâr esti. Hafif titrek bir sesle, "Merhaba?" diye seslendi. Sessizlik. 59 Korkusu art arken, eĢikten içeri adımını attı. Gözleri loĢ ıĢığa alıĢana kadar, bir süre hiçbir Ģey göremedi. Birkaç metre ötedeki adam, "Bayan Sexton's ınız sanırım," dedi. Sese doğru dönen Rachel yerinde sıçradı. "E vet efendim." Bulanık bir erkek silueti ona doğru yaklaĢtı. Rachel'rn görüĢü düzeldiğinde kendisini, NASA uçuĢ tulumu giyen,, genç ve iri çeneli biriyle yüz yüze buldu. Son derece formda ve kaslı bir vücuda sahipti, üniformas ının göğsüne sayıs ız cep dikilmiĢti. Adam, "Hava Filosu Komutanı Wayne Loosigian," dedi. "Sizi korkuttuysam özür dilerim bay an. Burası biraz karanlık. Hangar kapılarını açmaya henüz fırsat bulamadım." Rachel cevap vermeye fırsat
bulamadan, adam tekrar konuĢtu. "Bu sabah size pilotluk etmekten onırr duyacağım." "Pilot mu?" Rachel, adama bakakaldı. Daha yeni bir pilottan ayrıldım. "Ben müdürü görmek için burdayım." "Evet bayan. Derhal sizi ona götürmek için emir ald ım." Rachel'ın durumu kavraması biraz zamanını aldı. Aklına dank ettiğinde, kandırıldığını hissetti. GörünüĢe bakılırsa, seyahat süreci henüz sona ermemiĢti. "Müdür nerde?" diye Rachel endiĢeyle sordu. Pilot, "Henüz bilmiyorum," dedi. "Koordinatları havalandıktan sonra alacağım." Rachel, adamın gerçeği söylediğini sezinledi. Demek ki bu sabah kör karanlıkta her Ģeyden habersiz bekleyen sadece o ve Direktör Pickering değildi. BaĢkan güvenlik iĢini oldukça ciddiye alıyordu. Rachel, BaĢkan'ın onu ne kadar kolay ve zahmetsizce "kapsama alanı dıĢ ına" çıkardığını düĢününce kendinden utandı. Geleli yarım saat oldu ama Ģimdiden tüm haberleĢme cihazlarından mahrum bırakıldım ve direktörümün nerede olduğuma dair hiçbir fıkri yok. ġimdi direngen NASA pilot unun önünde duran Rachel'ın, sabah planlarının suya düĢtüğünden hiç Ģüphesi yoktu. Bu gezici kumpanya hoĢuna gitsin ya da gitmesin onunla birlikte havalanacaktı. Geriye kalan tek soru, nereye gittiğiydi. Pilot duvarın yanına giderek bir düğmeye bastı. Hangarın arka tarafı, gürültüler çıkararak yana doğru kaymaya baĢladı. Ġçeri giren ıĢ ık, hangarın arkas ındaki büyük bir nesnenin hatlarını ortaya ç ıkartt ı. Rachel'ın ağzı aç ık kaldı. Tanrım bana yardım et. Hangarın ort a yerinde, yırt ıcı görünüĢlü siyah bir savaĢ uçağı duruyordu. Rachel'ın gördüğü en aerodinamikyapılı uçaktı. "ġaka yapıyorsunuz" dedi. "Ilk görüĢte verilen ortak tepki budur bayan, ama F-14 Tomcat kendini ispat etmiĢ bir uçaktır." Bu, kanatları olan bir füze. Pilot, Rachel'ı uçağa doğru yönlendirdi. Eliyle çift kiĢilik pilot kabinini gösterdi. "Siz arkada yolculuk edeceksiniz." "Sahi mi?" Yüzünde zoraki bir tebessüm belirdi. "Ben de, benim kullanmamı isteyeceksiniz sandım." Rachel kıyafetlerinin üstüne uçuĢ tulumu geçirdikten sonra kendini pilot kabinine tırmanırken buldu. Kalçalarını garip bir Ģekilde, dar koltuğa sığıĢtırdı. "Belli ki NASA'da hiç ĢiĢman popolu pilot yok," dedi. Rachel'ın içeri yerleĢmesine yardım eden pilot sırıttı. Sonra onun baĢına bir kask giydirdi. "Hayli yüksek uçacağız," dedi. "Oksijene ihtiyacınız olacak." Yan bölmeden bir oksijen maskesi çıkartarak, Rachel'ın kaskına bağlam aya baĢladı Uzanıp maskeyi eline alan Rac hel, "Ben hallederim" dedi. Elbette efendim." Rachel ağızlık kısmıyla biraz cebelleĢtikten sonra, sonunda kaskını takmay ı baĢardı. Maske ĢaĢırtıc ı derecede garip görünüyordu ve oldukça rahats ızdı. 61 Uzun süre onu seyreden pilot eğleniyor gibiydi. "YanlıĢ bir Ģey mi var?" diye sordu. "Kesinlikle yok efendim." Sanki bıyık alt ından gülüyordu. "Istifrağ torbaları koltuğunuzun altında. Birçok kiĢinin F-14'e ilk bindiğinde midesi bulanır." Maskenin bastırıcı etkisinden ötürü sesi boğuk çıkan Rachel, "Bir Ģey olmaz," dedi. "Beni uçak tutmaz." Pilot omuzlarını silkti. "Denizcilerin de pek çoğu aynı Ģeyi söylediler, ama pilot kabininden bol bol denizci safrası temizledim." Rachel hafifç e baĢını salladı. Harika. "Kalkmadan önce baĢka sorunuz var mı?" Rachel kısa bir süre tereddüt ettikten sonra, çenesini kesen ağızlığa parmağıyla vurdu. "Nefes alıĢ ımı engelliyor. Bu Ģeyleri uz un uçuĢlarda nasıl tak ıyorsunuz?" Pilot sabırla gülümsedi. "ġey efendim, genellikle onları baĢ aĢağı takmay ız." Pistin ucunda, altındaki motorlar gümbürderken Rachel kendini, birinin tetiği çekmesini bekleyen, silahın içindeki mermi gibi hissediyordu. Pilot gaz kolunu ileri ittiğinde, Tomcat'in ikiz Lockheed 345 motorları gürültüyle canlanınca adeta tüm dünya sallandı. Frenler bırak ıldığında Rachel koltuğunda geriye yapıĢtı. Jet uçağı pistte hızlandı ve birk aç saniye içinde havalandı. Pencerenin dıĢ ında, yeryüzü baĢ döndürücü bir hızla küçülüy ordu. Uçak gökyüzüne doğru diklemesine çıkarken Rac hel gözlerini kapattı. Bu sabah nerede yanlıĢ yaptığını
sorguluyordu. Bir masanın baĢ ında özet yazıyor olmalıydı. Oysa Ģimdi testosteron yakan bir torpidonun içinde sıkıĢ ıp kalmıĢtı ve oksijen maskesi sayesinde nefes alıyordu. Tomcat on beĢ bin metreye yükseldiğinde, Rachel kusacak gibi oldu. DüĢüncelerini baĢka bir noktaya yönlendirmek istedi. Dokuz mil aĢağıdaki okyanusa göz gezdirirken, birden kendini evinden çok uzakta hissetti. Tam önünde oturan pilot, telsizde biriyle konuĢuy ordu, KonuĢma sona erdiğinde pilot telsizi kapattı ve Tomcat'i aniden sola döndürdü. Uçak neredeyse tamamen yan yat ınca, Rac hel midesinin takla attığını düĢündü. Neyse ki sonunda uçak yeniden düz eldi. Rachel homurdandı. "Uyardığın için teĢekkürler hızlı fiĢek." "Üzgünüm efendim, ama az önce müdürle buluĢacağınız yerin koardinatlarını aldım." Rachel, "Dur tahmin edeyim," dedi. "Kuzeyde mi?" Pilotun aklı karıĢmıĢ gibiydi. "Bunu nerden bildiniz?" Rachel içini çekti. ġu bilgisayarla eğitilen pilotları da sevmek lazım. "Saat sabahın dokuzu arkadaĢ ve güneĢ sağımızda. Kuzeye gidiyoruz." Pilot kabininde kısa bir sessizlik oldu. "Evet bayan, bu sabah kuzeye gidiyoruz." "Peki ne kadar uz ağa gideceğiz?" Pilot koordinatları kontrol etti. "YaklaĢık dört bin beĢ yüz kilometre. Rachel olduğu yerde doğrul du. "Ne!" Haritayı gözünün ön'vne getirmeye çalıĢt ı ama bu kadar kuzeyde olan yeri tahmin edemiyordu. "Bu, dört saatlik uçuĢ demek!" Pilot, "Mevcut hızımızla evet," dedi. "Sık ı tutunun lütfen." Rachel cevap veremeden adam F -14'ün kanatlarını içeri çekerek, aerodinamik pozisyona getirdi. Hemen ardından, uçak daha önce sabit duruyormuĢ gibi hızla ileri at ılırken, Rachel bir kez daha kaltuğuna yapıĢtığını hissetti. Bir dakika sonra saatte 1500 mil hızla'sey rediyorlardı. Rachel artık iyice sersemlemiĢti. Gökyüzü kör edici bir hızla yarılırken midesinin bulanmasına hâkim olamadığını hissediyordu. BaĢkan'ın sesi kulağında yankılanıyordu. Seni temin ederim Rachel, bu konuda bana yardımc ı olduğuna piĢmanlık duymayacaksın. Rachel homurdanarak istifrağ torbas ına uzandı. Bir politikacıya asla güvenme. 63 13 Senatör Sedgewick Sexton taksilerin çirkin bayağılığından hoĢlanmasa da, zafere giden yolda arada sırada buna katlanmay ı öğrenmiĢti. aPAurdue Hoteli'nin aĢağı garajına kendisini az önce bırakan köhne Mayflower taksisi, Sexton'a limuzininin veremediği bir Ģey sağlıyordu: sıradanlık. Alt barajın, beton sütunlar arasına serpiĢtirilmiĢ birkaç tozlu araba dıĢında boĢ olduğuna sevindi. Garajda zikzaklar çizerek yürürken saatine göz attı. 11.15. Mükemmel. Sexton'ın buluĢacağı adam dakiklik konusunda oldukça hassastı. Ama Sexton, adamın kimi temsil ettiğini düĢününce kendine, istediği konuda dilediği kadar hassas olabileceğini hatırlattı. Sexton beyaz Ford Windstar minivanın her buluĢmalarında dtırduğu aynı noktada park ettiğini gördü; çöp tenekelerinin arkas ında, garajın doğu köĢesi. Sexton bu adamla yukarıdaki süitlerden birinde gürüĢmeyi tercih ederdi ama neden tedbirli davranıldığını kesinlikle anlıyordu. Bu adamın arkadaĢları hulundukları yere dikkatsizlik sayesinde gelmemiĢlerdi. Sexton kamyonete doğru ilerlerken, bu karĢılaĢmalardan önce her defasında hissettiği o bildik asap bozukluğunu yaĢadı. Omuzlarını sıkmamaya kendini zorlayarak, neĢeli bir selam hareketiyle arka koltuğa yerleĢti. ġoför koltuğundaki koyu renk saçlı beyefendi gülümsemedi. Adam neredeyse yetmiĢ yaĢındaydı ama onun sert siması, yüzsüz hayalperestlerle ac ımas ız giriĢimlerden oluĢan ordunun elebaĢı olmasına yakıĢacak cinsten, gaddar bir ifade yay ıyordu. Duygusuz sesiyle, "Kapat kapıyı," dedi. Adamın huysuzluğuna taviz veren Sexton, itaat etti. Her Ģeyden onemlisi, bu adam muazzam miktarlarda paraları idare eden adamları temsil ediyordu, ki bu paranın çoğu son zamanlarda Sexton'u dünyanın en güçlü koltuğuna oturtmak için akıt ılmıĢt ı. Sexton artık bu topla ntıların strateji dersi olmaktan öte, senatörün bağıĢçılarına ne kadar bağımlı olduğunu hatırlatan aylık görüĢmeler olduğunu yavaĢ yavaĢ anlıyordu. Bu adamlar yatırımları karĢ ılığında çok ciddi bir beklenti içindeydiler. Sexton bu "karĢılığın" çok cüretkâr bir talep olduğunu itiraf etmek zorundaydı ama yine de, Oval Ofis'e bir kez yerleĢtikten sonra, o da Sexton'ın nüfuz alanında kalacak bir Ģeydi. Adamın iĢ konuĢmaya nasıl baĢlamaktan hoĢlandığını öğrenmiġ olan Sexton, "Sanırım," dedi. "Bir ödeme daha yapıldı." "Öyle. Ve her zaman olduğu gibi yine bu fonu sadece kampanyan için harcayac aksın. Kamuoyu yoklamalarının senin lehine yükseldiğini rmekten memnunuz ve görünüĢe göre kampanya idarecilerin
paramızı etkin biçimde harc ıyorlar." "Hızlı kazanıy oruz." YaĢlı adam, "Sana telefonda da bahsettiğim gibi," dedi. "Bu gece altı kiĢiyi daha sen'ınle görüĢmeye ikna ettim." "Mükemmel." Sexton zamanını çoktan bu görüĢmelere göre ayarlamıĢtı. YaĢlı adam Sexton'a bir dosya uzattı. "Bilgileri burda. ÇalıĢ. Bilhassa endiĢel erini anladığından emin olmak istiyorlar. Senin sempatik olduğunu görmek istiyorlar. Onlarla kendi evinde görüĢmeni tavsiye ederim." "Evim mi? Ama ben genellikle..." "Senatör, bu adamlar Ģimdiye dek görüĢtüklerinin toplamından kat kat fazla kaynaklara sahip Ģirketler iĢletiyorlar. Bu adamlar büyük balık ve çok ihtiyatlı davranıyorlar. Kazanacak ve bu yüzden kaybedec ek daha çok Ģeyleri var. Onları seninle görüĢmeye ikna etmek için çok çalıĢtım. Özel olarak ağırlanmak isteyeceklerdir. Özel bir ihtimam." Sexton hemen baĢını salladı. "Kesinlikle. GörüĢmeler için evimi ayarlay abilirim." 65 "Elbette tam gizlilik isteyeceklerdir." "Ben de öyle yapacağım." YaĢlı adam, "Ġyi Ģanslar," dedi. "Eğer bu gece iĢler iyi giderse, son görüĢmen olabilir. Bu adamlar tek baĢlarına Sexton kampanyas ını yukarı taĢıyabilirler." Bu sözler Sexton'ın çok hoĢuna gitmiĢti. Kendinden emin bir tavırla adama gülümsedi. "ġansın da yardımıyla dostum, seçim zamanı geldiğinde, hepimiz zafer ilan edeceğiz." "Zafer mi?" YaĢlı adam Ģeytani gözlerle Sexton'a doğru eğilerek, yüzünü buruĢturdu. "Seni Beyaz Saray 'a sokmak zaferin sadece ilk adımı senat ör. Galiba bunu unutmuĢsun." 14 On sekiz dönüm bahçelik arazinin içinde, sadece elli bir metre uzunluğunda ve yirmi beĢ metre enindeki Beyaz Saray, dünyadaki en küçük baĢkanlık konutlarından biridir. Mimar James Hoban'ın kubbe çatılı, parmaklıklı ve giriĢi sütunlu, kutumsu taĢ yapı planı, açık tasarım yarıĢmas ında onu "çekici, asil ve kullanıĢlı" diye öven jüri tarafından seçilmiĢti. BaĢkan Zach Herney üç buçuk yıldır Beyaz Saray'da bulunmas ına rağmen, buradaki avizeler, antikalar ve silahlı denizciler labirentinin içinde kendini nadiren evinde hissediyordu. Ama Ģu anda Batı Kanadı'na doğru ilerlerken üstüne bir zindelik geldiğini ve pelüĢ halının üstünde neredeyse ağırlıksızmıĢ gibi yürüdüğünü hissetti. BaĢkan yaklaĢırken Beyaz Saray çalıĢanları baĢlarını kaldırıp baktılar. Herney elini kaldırıp hepsini ismiyle selamladı. Ona nazikçe karĢılık vermelerine karĢın, selamlarına itaatkâr ve zoraki bir gülümseme eĢlik etti. "Günaydın ġayın BaĢkan." "Sizi görmek ne kadar güzel Sayın BaĢkan." "Iyi günler efendim." BaĢkan ofisine doğru yürürken, ark asından fısıldaĢtıklarını sezinledi. Beyaz Saray'ın içinde bir isyan hazırlığı vardı. Geçen birkaç hafta 1600 Pensylvania Bulvarı'nda yaĢanan düĢ kırıklığı, Herney'nin kendisini kaptan Bligh -mürettebat ı ayaklanma haz ırlığı yapan, zor durumdaki bir gemiyi yönetiyordu - gibi hissetmeye baĢlamasına neden olan bir noktaya doğru itiyordu. BaĢkan onları suçlamıyordu. Personel gelecek seçimde onu desteklemek için yorucu saatler boyunca çalıĢmıĢtı ve sonra BaĢkan birdenbire topu elinden kaçırmıĢt ı. Herney kendi kendine, yakında anlarlar, dedi. Yakında kahraman yeniden ben olacağım. Personelini bu kadar uzun süre olanlardan habersiz bıraktığı için vicdan azabı duyuyordu ama gizlilik son derece önemliydi. IĢ, sır saklamaya gelince, Beyaz Saray Washington'daki en zayıf halkay dı. Oval Ofis'in önündeki bekleme odasına varan Herney, sekreterini neĢeyle selamladı. "Bu sabah çok hoĢ görünüyorsun Dolores." Kadın, onun gündelik kıyafetlerini onaylamadığını açığa vuran bir ifadeyle, "Siz de öyle efendim," dedi. Herney sesini alçalttı. "Benim için bir görüĢme ayarlamanı istiyorum." "Kiminle efendim?" "Tüm Bey az Saray personeliyle." Sekreteri baĢını kaldırıp baktı. " Tüm personelle mi efendim? 145'iyle birden mi?" "Aynen öyle." Tedirgin olmuġa benziyordu. "Peki. GörüĢmeyi... Toplantı Odası'nda ayarlayay ım?" Herney baĢını iki yana salladı. "Hay ır. Ofisimde ayarla." 67
ġimdi kadın bakakalmıĢtı. " Tüm personeli Oval Ofis'te mı gormek istiyorsunuz?" "Kesinlikle." "Hepsini aynı anda mı efendim?" "Neden olmasın?" Saati on alt ıya ayarla." Sekreter bir akıl hastasıyla alay edercesine baĢını salladı. "Peki efendim. Peki toplant ı neyle ilgili olacak?" "Bu akĢam Amerikalılara çok önemli bir duyurum olacak. ilk önce kendi personelimin duymasını istiyorum." Sekreterin yüzünde, sanki içten içe bu an ın gelmesinden korkuyormuĢ gibi, karamsar bir ifade belirdi. Sesini alçalttı. "Efendim, yarıĢtan geri mi çekiliyorsunuz?" Herney bir kahkaha patlattı. "Kesinlikle hay ır Dolores ! Vites büyütüyorum." Sekreter Ģüpheyle baktı. Medy a raporları BaĢkan'ın seçimleri kaybettiğini söylüyordu. BaĢkan güven telkin edici biçimde göz kırpt ı. "Dolores, geçen birkaç yıl içinde benim iç in muhteĢem bir iĢ çıkardın ve gelecek dört yıl boyunca o muhteĢem iĢini yapmaya devam edeceksin. Beyaz Saray bizde kalacak. Söz veriyorum." Sekreteri inanmak istiyormuĢ gibi bak ıyordu. "Çok güzel efendim. Personele bildireceğim. Saat on alt ıda." Zach Herney Oval Ofis't en içeri girerken, tüm personelinin küçük odaya tıkıĢt ığını görünce gülümsemekten kendini alamadı. Bu muazzam ofise geçen y ıllar süresince pek çok isim takılmıĢ olsa da -Yüznumara, KamıĢ Kovuğu, Clinton'ın Yat ak Odas ı- Herney'nin en sevdiği "Istakoz Kapanı"ydı. En uygunu buydu. Oval Ofis 'ten içeri ne zaman bir yabanc ı girse, yön duygusunu kaybederdi. Odanın simetrisi, hafifçe kavisli duvarlar, ustaca gizlenmiĢ giriĢ çıkıĢlar, ziyaretçileri sersemletip baĢ ını döndürürdü. Oval Ofis'teki bir toplant ının ardından saygın ziyaretçi, genellikle BaĢkan'la tokalaĢmak için ayağa kalkar ve doğruca dolaplardan birine toslardı. Herney ise görüĢmenin nasıl geçtiğine bağlı olarak ya misafiri zamanında durdurur ya da kendisini rezil etmesini zevkle izlerdi. Herney, Oval Ofis'teki en çarpıc ı görüntünün, odanın oval halısına iĢlenmiĢ renkli Amerikan kartalı olduğunu düĢ ünürdü. Kartalın sol pençesi bir zeytin dalı, sag pençesi ise bir deste ok kavrıyordu. DıĢarıdan çok az kimse, barıĢ zamanlarında kart alın yüzünü sola -zeytin dalına- çevirdiğini bilirdi. Ama savaĢ zamanlarında kartal mucizevi bir Ģekilde sağa dönerdi; oklara doğru. Bu küçük salon hilesinin ardındaki mekanizma, Beyaz Saray çalıĢanları aras ında sessiz spekülasyonlara neden oluyordu, çünkü geleneksel olarak hileyi sadece BaĢkan ve Saray idaresinin baĢ ındaki kiĢi bilirdi. Herney, esrarengiz kartalın ardındaki gerçeğin hayal kirıklığı yarat acak kadar basit olduğunu keĢfetmiĢti. Odanın altındaki küçük bir kilerde ikinci oval halı duruy ordu ve temizlikçi gece yarısı halıları değiĢtiriyordu. ġimdi Herney, sol tarafa bakan barıĢçıl kartala göz gezdirirken, senatör Sedgewick Sexton'a karĢı baĢlatacağı küçük savaĢ ın onuruna belki de halıları değiĢtirmesi gerektiğini düĢünüyordu. 15 ABD Delta Gücü, her türlü eylem için kanunla baĢkanlık tarafından dokunulmazlık verilmiĢ tek saldırı timiydi. BaĢkanlık Karar Yönergesi 25 (BKY 25) Delta Gücü komandolarına, orduyu Ģahsi menfaat sağlamakta, polis teĢkilatının dahili görevlerinde ya da onaylanmamıĢ gizli operasyonlarda kullanan kimselere uygulanacak cezaları belirleyen 1876 Posse Comitatus Kanunu da dahil olmak üzere, "tüm yasal sorumluluklardan muafiyet" sağlar. 69 Delta Gücü üyeleri, Fort Bragg, Kuzey Carolina'da bulunan Özel Operasyonlar Komutanlığı'na(Special Operations Command) bağlı özel bir teĢkilat olan SavaĢ Tat bikat Mangası'ndan (S TM) özenle seçilirler. Delta Gücü komandoları eğitimli katillerdir; SWAT operasyonlarında, rehine kurtarmada, ani baskınlarda ve gizli düĢman güçlerinin bertaraf edilmesinde uzmandırlar. Delta Gücü görevleri yüksek seviyede gizlilik gerektirdiğinden, geleneksel çok rütbeli komuta zinciri, "tek-baĢlı" idare -birimi dilediği gibi yönetme yetkisine sahip tek bir idareci- ile yer değiĢtirmiĢtir. Bu idareci genellikle görevi baĢarıyla yürütebilecek nüfuz a ve yeterli rütbeye sahip askeri ya da siyasal ağırlıklı kiĢidir. Delta Gücü görevleri, baĢlarındaki kiĢinin kimliği fark etmeksizin, en üst seviyeden kabul edilirler ve bir kez tamamlandıktan sonra Delta Gücü askerleri görev hakkında bir da ha asla konuĢmazlar; ne kendi aralarında, ne de Özel Operasyonlar'daki komutanlarıyla. Uç. SavaĢ. Unut. Seksen ikinci paralelin üstünde konuĢlanan Delta Gücü o an ne uçuyor, ne de savaĢıy ordu. Sadece gözlüyorlardı. Delta-Bir Ģimdilik bunun alıĢılmadık bir görev olduğunu itiraf etmek zorundaydı ama kendisinden
yapmasını isteyecekleri Ģeylere ĢaĢırmamayı uzun zaman önce öğrenmiĢti. Geçen beĢ yıl süresince, Ortadoğu'da rehine kurtarma, BirleĢik Devletler'de çalıĢan terörist topluluklarını saf dıĢ ı bırakm a ve hatta dünya çevresindeki pek çok tehlikeli erkek ve kadını yok etme operasyonlarında görev almıĢtı. Henüz geçen ay Delta Güc ü, Güney Amerikal ı kötü bir uyuĢturucu patronunun kalp krizinden ölmesine sebep olmak için uçan mikrobotu kullanmıĢtı. Damar daralt an etkili bir ilaç içeren çapraz kıllı titanyum iğnesiyle hazırlanmıĢ mikrobotu kullanan Delta -Iki, aygıtı ikinci kattaki pencereden adamın evine sokmuĢ, yatak odas ını bulmuĢ ve sonra adam uyurken onu omzundan i ğneyle vurmuĢtu. Adam göğsündeki ağrıyla uyanmadan önce mikrobot pencereden dıĢarı çıkmıĢ ve "karaya konmuĢtu" Kurbanın eĢi hastaneyi aradığında Delta Gücü çoktan eve doğru uçuy ordu. Kapı k ırılmamıĢ, içeri girilmemiĢti. Doğal sebeplerden bir ölüm. Mükemmel bir iĢ olmuĢtu. Henüz geçenlerde, özel görüĢmelerini izlemek için ünlü bir senatörün ofisine yerleĢtirilen bir baĢka mikrobot, renkli bir cinsel iliĢkinin görüntülerini kaydetmiĢti. Delta Gücü bu göreve kendi aralarında "düĢman hattının ardındaki yanaĢma" diyorlardı. ġimdi ise, son on gündür gözetleme görevi gerekçesiyle bu çadırın içine kapanmıĢ olan Delta -Bir, görevin bitmesini bekliyordu. Saklanmaya devam et. Yapıy ı gözetle: içeriyi ve dıĢarıyı. Beklenmedik her türlü geliĢmeyi komutanına bildir. Delta-Bir, vazifeleriyle ilgili hiçbir duygu beslememek konus unda eğitilmiĢti. Yine de görev, takımıyla birlikte ona ilk anlatıldığında, kalp atıĢlarını hızlandırmıĢtı. Brifing "yüz yüze" yapılmamıĢtı; güvenli elektronik kanallar vas ıtasıyla verilmiĢti. Delta -Bir, bu görevden sorumlu idareciyle hiç karĢılaĢmamıĢtı. Saati diğerleriyle eĢzamanlı öttüğünde, Delta-Bir prot einli kuru yemeğini yiyordu. Birkaç saniye içinde, yanındaki CrypTalk haberleĢme cihazının uyarı sinyali çaldı. Yaptığı iĢi bırakarak, konuĢma aygıt ının ahizesini eline aldı. Diğer iki adam sessizce bakıyorlardı. Vericiye konuĢarak, "Delta-Bir," dedi. Ağzından çık an iki kelime o anda, cihazın içindeki ses tanıma programı tarafından doğrulandı. Kelimelerin her birine atanan Ģifreli bir referans numarası, uydu aracılığıyla arayana gönderiliyordu. Aray an kiĢinin tarafındaki benzer bir cihaz numaraları deĢifre ederek, daha önc eden programlanmıĢ bir sözlük yardımıyla yeniden kelimelere çeviriyordu. 71 Ardından, kelimeler sentetik bir sesle dile geliyordu. Toplam gecikme süresi ise sek sen salise idi. Operasyonu denetleyen kiĢi, "Ġdareci konuĢuy or," dedi. CrypTalk'un robotumsu ses tonu ürkütücüydü; suni ve cinsiyetsiz. "Operasyon statünüz nedir?" Delta-Bir, "Her Ģey planlandığı gibi devam ediyor," diye yanıt verdi. "Mükemmel. Zaman planında güncelleme yapıyoruz. Bu akĢam Doğu saatiyle yirmide bilgi halka duyuruluyor." Delta-Bir kronografını kontrol etti. Sadece sekiz saat kaldı. Buradaki iĢi yakında sona erecekti. Bu moral vericiydi. Ġdareci, "BaĢka bir geliĢme daha var," dedi. "Sahneye y eni bir oyuncu girdi." "Ne yeni oyuncusu?" Delta-Bir dinledi. Ġlginç bir kumar. Orada birileri oyunu sonuna kadar götürmeye kararlıydı. "Sizce güvenilir biri mi?" "Çok yakından takip edilmeli." "Peki ya sorun çıkarsa?" Hattaki ses hiç tereddüt etmedi. "Aynı emirler geçerli." 16 Rachel Sexton bir saatten fazladır kuzeye uçuyordu. Yolculuk buyunca, kısa bir süreliğine görünüp kaybolan Newfoundland dıĢ ında F-14'ün alt ında sudan baĢka bir Ģey görmemiĢti. Yüzünü ekĢiterek, sanki neden su olmak zorunda, diye düĢ ündü. Rachel yedi yaĢında buz pateni yaparken, donmuĢ gölün üstündeki buzla birlikte suya batmıĢtı. Yüzeyin altında hapsolmuĢ bir haldeyken öleceğine emindi. Rachel'ın su yutmuĢ vüc udunu kavrayıp hızla çekerek güvenliğe ç ıkaran, annesinin güçlü elleri olmuĢ tu. O ıstıraplı dayanıklılık denemesinin ardından Rachel sudan korkar olmuĢtu; belirgin bir aç ık deniz korkusu, özellikle de soğuk olursa. Bugün, Kuzey Atlantik'ten baĢka bir Ģey göremeyen Rachel'ın kork uları su yüzüne çıkmıĢtı. Pilot Grönland'ın kuzeyindeki Thule Hava K uwetleri Üssü'yle rotas ını tayin edene dek Rachel ne kadar ıız ağa gittiklerini fark etmemiĢti. Kutup Dairesi'nin üstünde miyim? Bu bilinç tedirginliğini arttırdı.Beni nereye götürüyorlar? NASA ne buldu? Az sonra aĢağıdaki mavi -gri manzarada binlerc e bembeyaz
noktacık belirdi. Buzdağları. Rachel buzdağlarını hayat ında daha önce sadece bir kere, annesi onu altı yıl önce Alaska'ya yapılan bir anne-kız gemi seyahatine ikna ettiğinde görmüĢtü. Rachel sayısız baĢka kara seyahati seçeneği önermiĢti annesi ısrarcıydı. "Rachel, tatlım," demiĢti. "Bu gezegenin üçte ikisi sularla kaplı ve er ya da geç bununla baĢ etmeyi öğrenmelisin." Bayan Sexton, güçlü bir kız evlat yetiĢtirmeye niyetli, ileri görüĢlü bir New England'lıydı. Bu gemi seyahati, Rachel ile annesinin birlikte yaptıkları son yolculuk olmuĢtu. Katherine Went wort h Sexton. Rachel ani ve Ģiddetli bir yalnızlık duygusuna kapıldı. Anılar, uçağın dıĢ ında uğuldayan rüzgâr gibi geri gelmiĢler Her zaman olduğu gibi duygularını altüst ediyorlardı. En son telefonda konuĢmuĢlardı. ġükran Günü sabahı. k arla kaplı O'Hare Havaalanı'ndan telefon açan Rachel, "Üzgünüm anne" demiĢti. "Ailemizin ġükran Günü'nü asla birbirinden ayrı geçirmediğini biliyorum. Galiba bu ilk olacak." Rachel'ın annesi adeta yık ılmıĢtı. "Seni görmeyi o kadar istiyordum ki." "Ben de anne. Babamla birlikte hindi ziyafeti çekerken benim havaalanı yemeklerinden yediğimi düĢünün." 73 Hatta bir sessizlik olmuĢtu. "Rachel sen buray a gelinc eye kadar söylemeyecektim ama baban bu yıl eve gelemeyecek kadar çok iĢi olduğunu söylüyor. Hafta sonu D.C.'deki süitte kalacak." "Ne!" Rachel'ın ĢaĢkınlığı hemen öfk eye dönüĢmüĢtü. "Ama bu ġükran Günü! Senato açık değil ki! Ġki saatten az yolu var. Seninle olması gerekirdi!" "Biliyorum. Yorgunluktan bittiğini söylüyor... araba kullanamayacak kadar yorgunmuĢ. Bu hafta sonunu bitirilmemiĢ iĢlerini halletmekle geçirmey e karar vermiĢ." IĢ mi? Rachel'ın bundan Ģüphesi vardı. Daha olası bir tahmin, senat ör Sexton'ın baĢka bir kadını halledeceğiydi. Gizli tutmasına rağmen, yıllardır karıs ına ihanet ediyordu. Bayan Sexton aptal değildi ama kocasının iliĢkileri daima ikna edici mazeretler ve aldattığı imasının hak aret olduğu iddiasıyla sona ererdi. Bayan Sexton sonunda acıs ını gömmenin çaresin görmezden gelmekte bulm uĢtu. Rachel, annesini boĢanmaya teĢ vik ettiğı halde, Katherine Went worth Sexton sözünün arkasında duran bir kadındı. Rachel'a, ölüm bizi ayırana kadar, demiĢti. Baban, beni seninle mesut etti -güzel bir kız evlat- ve bu yüzden ona minnet duyuyorum. Yaptıkları yüzünden bir gün daha yüksek bir merciye hesap vermek zorunda kalacak. Havaalanındaki Rachel'ın öfkesi patlama noktasındaydı. "Ama bu, ġükran Günü'nde yalnız kalacağın anlamına geliyor!" Midesinin bulandığını hissediyordu. ġükran Günü'nü evden ayrı geçiren senatör alıĢılmadık bir durumdu, söz konusu babası bile olsa. Bayan Sexton hayal kırıklığına uğramıĢ ama kararlı bir sesle, "ġey..." dedi. "Tüm bu yemeklerin çöpe atılmas ına gönlüm razı olmaz. Ann Teyze'ne giderim. Bizi her zaman ġükran Günü'ne davet etmiĢtir. ġimdi onu arayacağım." Rachel'ın suçluluk duygusu biraz olsun azalmıĢtı. " Tamam. Mümkün olan en kısa sürede eve geliyorum. Seni seviyorum anne." "Ġyi uçuĢlar tâtlım." Rachel'ın bindiği taksi o akĢam Sextonların lüks konağının garaj yoluna girdiğinde saat 22.30'du. Rachel hemen o an ters giden bir Ģeyler olduğunu anlamıĢtı. Garaj yolunda üç polis arabas ı duruyordu. Ve onlarca haber karavanı. E vin tüm ıĢ ıkları yanıyordu. Rac hel kalbi hızla atarak içeri girdi. Kapıda onu bir Virginia eyalet polisi karĢıladı. NeĢ esiz bir yüzü vardı. Hiç bir Ģey söylemesine gerek yoktu. Rachel anlamıĢtı. Bir kaza olmuĢtu. Memur, "Yirmi beĢ numaralı yol, donan yağmur yüzünden kaygandı," dedi. "Anneniz yoldan çık arak ağaçlıklı dağ geçidine düĢmüĢ. Üzgünüm çarpma anında ölmüĢ." Rachel'ın vücudu taĢ kesmiĢti. Haberi alır almaz eve dönen babası, oturma odas ında küçük bir basin konferansı vererek düny aya, eĢinin aile aras ındaki ġükran Günü yemeğinden dönerken araba kazas ında öldüğünü duy uruyordu. Içini çekerek ağlayan Rachel, müdahale etmeye hazır bekliyordu. Babas ı yaĢla dolu gözlerle medyay a, "KeĢke," dedi. "Bu hafta sonu evde olsaydım. O zaman bu asla olmazdı." Babas ına duyduğu kin her geçen saniye artan Rachel, bunu yıllar önce düĢünmeliydin, diye ağlıyordu. O andan itibaren Rachel kendi ni babas ından, Bayan Sexton'ın asla yapmadığı Ģekilde soyutladı. Senatörün farkında olduğu söylenemezdi. Birden merhum eĢinin mal varlığını baĢkanlık adaylığı için harcamakla meĢgul biri haline gelmiĢti. Acıyanların para teklif etmesi bile gururunu incitmiyordu. Ne acıdır ki senatör Ģimdi, üç yıl sonra, uzaktan bile Rachel'ın hayat ını yapayalnız kılıyordu. Babasının Beyaz Saray
yarıĢ ı, Rachel'ın bir erkekle tanıĢ ıp aile kurma hayallerini belirsiz bir zamana erteliyordu. Rachel "BaĢkan'ın kızı" henüz kendi kulvarlarındayken, fırsattan istifade etme ümidiyle gözünü güç hırs ı bürümüĢ Washington'lı âĢıklarla uğraĢmak yerine sosyal hayattan elini eteğini çekmeyi daha kolay buluyordu. 75 F-14'ün dıĢında gün ıĢığı azalmaya baĢlamıĢtı. Kuzey Kutbu'nda kıĢ ayları sona eriyordu; sürekli karanlık vakti. Rachel devamlı gece topraklarına doğru uçtuğunu fark etti. Geçen dakikalarla birlikte güneĢ, ufkun ardında kaiarak tamamen kayboldu. Kuzeye doğru devam ederlerken, buzulumsu berrak havada bembeyaz asılı duran ay belirdi. Çok aĢağılardaki okyanus dalgaları parıldıyor, buzdağları ise koyu renkte bir etamin üstüne serpiĢtirilmiĢ elmaslar gibi görünüyordu. Rachel sonunda kara parçasının belli belirsiz Ģeklini seçebildi. Ama beklediği bu değildi. Uçağın önünde, karlarla kaplı muazzam büyüklükte dağlar uzanıyordu. Aklı karıĢan Rac hel, "Dağlar mı?" diye sordu. "Grönland'ın kuzeyinde dağlar mı var?" Onun kadar ĢaĢırmıĢ görünen pilot, "GörünüĢe göre öyle," dedi. F-14 burnunu aĢağı verirken Rachel tuhaf bir ağırlıksızlık hissine kapıldı. Kulaklarındaki çınlamaya rağmen, pilot kabininde yinelenen elektronik vızıltı sesini duyabiliyordu. Belli ki pilot bir tür rota belirleyici sinyale kilitlenmiĢ, onu takip ediyordu. Bin met renin altına indiklerinde Rachel, aĢağıdaki ay ıĢ ığının aydınlattığı çarpıcı araziye baktı. Dağların eteklerinde geniĢ ve karlı bir düzlük uzanıyordu. Plato, okyanusa dikey inen buzlu bir kayalıkla birdenbire son bulana dek, denize doğru yaklaĢ ık on beĢ kilometre ilerliyordu. Rachel iĢte o anda gördü. Dünyanın herhangi bir yerinde Ģimdiye dek gördüğü hiçbir Ģeye benzemiyordu. ilk baĢta ay ıĢığının oy unu sandı. Ne gördüğünü tam manasıyla çıkaramadan, gözlerini kısarak karla kaplı alana baktı. Uçak alçaldıkça görüntü netleĢiyordu. Tanrı aĢkına nedir bu? altlarındaki plato çizgiliydi... sanki birisi karı üç dev simli Ģeritle renklendirmiĢ gibi. Parlayan çizgiler kıyıdaki kayalıkla paraleldi. Uçak yüz elli metreye indiğinde optik yanılsama kendini belli etti. Üç simli Ģerit her biri otuz metre geniĢliğinde derin oluklardı. Oluklara dolan sular donmuĢ ve platoda paralel ilerleyen simli kanallara benz emiĢti. Aralarındaki beyaz yığınlar ise, kümelenmiĢ karın oluĢturduğu setlerdi. P latoya doğru alçalırlarken uçak ağır türbülans nedeniyle sallanıp sıç ramay a baĢladı. Rachel iniĢ takımlarının gürültülü bir Ģangırt ıyla açıldığını duydu ama hâlâ iniĢ çizgisini göremiyordu. Pilot, uçağa hâkim olmaya çalıĢırken Rachel dıĢarı göz attı ve kar setlerinin üstüne yerleĢtirilmiĢ yanıp sönen iki elektronik ıĢık gö rdü. Pilotun yapmaya çalıĢtığını anladığında dehĢete düĢtü. "Buza mı iniĢ yapıyoruz?" diye sordu. Pilot cevap vermedi. Dikkatini Ģiddetli rüzgâra vermiĢti. Uçak iyice alçalıp buz kanalına doğru inerken Rachel midesinin bıçaklandığını hissetti. Uçağın her iki yanında yüksek kar kümeleri vardı. Dar kanalda yapılacak en ufak hatanın ölüm anlamına geleceğini bilen Rachel nefesini tuttu. Sallanan uçak kar setlerinin aras ında daha da alçaldığında türbülans birden durdu. Rüzgârdan iyice korunan uçak, burun üstüne güvenle indi. Tomcat'in arka yardımcı mot orları gürleyerek uçağı yavaĢlattılar. Rachel nefesini verdi. Jet, yüz metre kadar ilerledikten sonra, buzun üstünde boyanmıĢ krrmız ı çizgide durdu. Sag taraftaki manzara, ay ıĢığının aydınlattığı bir kar duvarından baĢka bir Ģey değildi; kar setin kenarı. Sol taraftaki manzara da benzerdi. Rachel sadece ön camdan bir Ģeyler görebiliyordu... sonsuz bir buz vadisi. Kenddini ölü bir gez egene inmiĢ gibi hissetti. Buzun üstündeki çizgi dıĢında hayat belirtisi yoktu. Rachel, onu sonra duydu. Uzaklardan yaklaĢan bir baĢka motor sesi duyuldu. Ses perdesi yüksekti. Araç belirene dek ses gittikçe arttı. Bu, buz oluklarından onlara doğru gelen büyük, çok paletli bir kar traktörüydü. Yüksek ve cılız araç, döner ayaklar üstünde iĢtahını bileyerek üzerlerine doğru gelen, uzun boylu bilimkurgu böceklerine benziyordu. ġasinin 77 üstünde, bir dizi projektörle yolunu aydınlatan, plastik camdan kapalı bir kabin vardı. Araç, F-14'ün tam yanında sarsılarak durdu. Plastik cam kabinin kapıs ı açıldı ve merdivenden aĢağıdaki buzun üstüne birisi indi. BaĢtan aĢağı, ona ĢiĢirilmiĢ havas ı veren beyaz, kabarık bir tulum giymiĢti. Bu garip gezegende en azından birilerinin yaĢadığını görerek rahatlayan Rac hel, Mad Max, Pillsbury Dough Boy ile karĢıl aĢır, diye düĢündü. Adam, F-14 pilotuna kapağı açmas ını iĢaret etti. Pilot isteneni yerine getirdi. Pilot kabini açıldığında, içeri giren esinti Rachel'ın kemiklerini anında iliklerine kadar dondurdu. Kapat lanet kapağı! AĢağıdaki kiĢi ona, "Bayan Sexton?" dedi. Amerikan aksanıyla konuĢuyordu. "NASA adına size hoĢ geldiniz diyorum."
Rachel titriyordu. Binlerce teĢekkür. "Lütfen emniy et kemerinizi çözün, kaskınızı uç akta bırakın ve gövdedeki köprübaĢını kullanarak aĢağı inin. Sorunuz var mı?" Rachel, "Evet," diye bağırdı. "Hangi cehennemdeyim?" 17 Marjorie Tench -BaĢkan'ın baĢdanıĢmanı- uzun bir yaratık iskeletiydi. Bir seksenlik sıska vücudu, Erector Set maket oyuncaklarının parç alarını andırıyordu. Ġki duyusuz gözle delinmiĢ parĢömen k âğıdına benzeyen bir cildin oluĢturduğu fesat yüzü, orant ısız vücudunun üstünde duruy ordu. Elli bir yaĢında olmasına rağmen, yetmiĢinde gösteriyordu. Tench, Washington'daki siyaset meydan ında bir tanrıça sayılırdı. Gözle görünmeyen ayrınt ıları görebilen an alitik yeteneklere sahip olduğu söylenirdi. DıĢiĢleri Bakanlığı'nın Ġstihbarat ve AraĢtırma Büroları'nda geçen görev süresi ona keskin ve k ıvrak bir zekâ kazandırmıĢtı. Ne yazık ki Tench'in politik bilgisine eĢlik eden soğuk mizacına pek çokları en fazla b irkaç dakika dayanabilirdi. Marjorie Tench süper bir bilgisayar kafasına sahipti ve tabi onun sıcaklığına. Yine de BaĢkan Zach Herney kadının kiĢisel tuhaflıklarına taviz vermekte hiç güçlük çekmiyordu. Kadının zek îsı ve çalıĢkanlığı Herney'yi tek baĢına birinciliğe çıkarmaya yeterdi. Onu Oval Ofis'e buyur etmek için ayağa kalkan BaĢkan, "Marjorie," dedi. "Senin için ne yapabilirim?" Ona oturacak yer göstermedi. Bilindik sosyal kibarlıklar, Marjorie Tench gibi kadınlara göre değildi. Eğer canı oturmak isterse, dilediği gibi otururdu. "Personelle bu akĢamüstü saat on altıda toplant ı yapacağını duydum." Sesi sigaradan çatallaĢmıĢtı. "Mükemmel." Tench odada gezinince, Herney, onun beyninin içindeki karmaĢık çarkların dönmeye baĢladığını sezinledi. BaĢkan müteĢekkirdi. Marjorie Tench, NASA keĢfini tam manasıyla anlayan az sayıdaki seçkin baĢkanlık çalıĢanından biriydi. Ayrıca onun siyasetteki bilgeliği, BaĢkan'ın stratejisini belirlemesine yardımc ı oluyordu. Tench öksürürken, "CNN'deki tart ıĢma bugün saat on üçte," dedi. "Sexton'la ağız dalaĢına kimi gönderiyoruz ?" Herney gülümsedi. "Yeniyetme bir kampanya sözcüsü." "Avc ıya" asla büyük bir lokma göndermeyerek onu ĢaĢırtma taktiği, münazara tarihi kadar eskiydi. BoĢ gözlerini onunkilere diken Tench, "Benim daha iyi bir fikrim var" dedi. "Bırakbu iĢi ben halledeyim." Zach Herney'nin baĢ ı aniden yukarı kalktı. "Sen mi?" Ne düĢünüyor bu kadın? "Marjorie, senin iĢin medyaya çıkmak değil. Ayrıca yayın gün ortas ında yapılacak. BaĢdanıĢmanımı göndermem ne tür bir mesaj verecekk? Paniklediğimiz görüntüsünü çizecektir." "Kesinlikle." Herney, onu inceledi. Tench ne tür bir çapraĢ ık plan kuruyor olursa olsun, Herney, onun CNN'e çıkmasına asla izin vermeyecekti. 79 Marjorie Tench'e bir bakan, onun sahne arkas ında çalıĢtığını anlardı. Tench korkutucu görüntüye sahip bir kadındı. BaĢkan'ın Beyaz Saray mesajını iletmesini istediği türden bir yüz değildi. "CNN'deki bu tart ıĢmaya ben katılıyorum," diye yineledi. Bu kez sor'muyordu. Artık huzurs uzlaĢan BaĢkan, "Marjorie," diye kıvırmaya çalıĢtı. "Sexton'ın kampanyası, senin CNN'e çıkmanı Beyaz Saray 'ın korktuğuna delil sayacaktır. Asıl silahımızı erkenden çık armak, bizi çaresiz gösterec ektir." Kadın sessizce baĢını sallayarak bir sigara yaktı. "Ne kadar çaresiz görünürsek, o kadar iyi." Ardından gelen altmıĢ saniye süresince Marjorie Tench, BaĢkan'ın alt kadrodan bir kampanya çalıĢanı yerine neden onu CNN'deki tartıĢmaya göndermesi gerektiğini açıkladı. Tench anlatmayı bitirdiğinde BaĢkan hayretle bakmaktan baĢka bir Ģey yapamadı. Marjorie Tench bir kez daha siyasette dâhi olduğunu kanıtlamıĢtı. 18 Milne Buzul Katmanı, Kuzey Yarıküre'deki en geniĢ yüzer buz kütlesidir. Arktikteki Ellesmere Adası'nın kuzey kıyısından geçen seksen ikinci paralelin yukarısında bulunan Milne Buzul Katmanı, alt ı kilometre geniĢliğindedir ve kalınlığı dokuz yüz metrenin üzerindedir. Buz traktörünün plastik cam bölmesine çıkan Rac hel, onu ön koltukta bekleyen parka, eldivenler ve traktörün havalandırmas ından gelen ısı için minnettardı. DıĢarıda ise, buz pisti üstündeki F-14'ün motorlar gürlüyor, uçak uzaklaĢıyordu. Rachel panikle baĢını kaldırdı. "Gidiyor mu?" Yeni ev sahibi baĢını sallayarak traktöre bindi. "Siteye sadece teknik personel ve NASA acil destek takımı
üyeleri girebilirler." F-14 güneĢsiz gökyüzüne doğru havalınırken Rachel aniden kendi baĢ ına bırak ıldığı hissine kapıldı. Adam, "Burdan Ic eRover'a bineceğiz," dedi. "Müdür bekliyor." Rachel önlerindeki gümüĢi patikaya göz bezdirerek. NASA müdürünün orada ne halt ettiğini tahmin etmeye çalıĢtı. Birtakım manivela kollarını kavrayan NASA'lı adam, "Sıkı tutunun," diye bağırdı. Araç, öğütme hırlamaları çıkararak, ordu tankları gibi olduğu yerde doksan derece döndü. ġimdi yüzünü kar setin yüksek duvarına çevirmiĢti. Dik yükseltiye bakan Rachel korkuya kapılm ıĢtı. Elbette niyeti bu değildi. "Sallan yuvarlan!" ġoför debriyaja bas ınca, araç doğruca yükseltiye doğru ilerledi. Rachel bastırılmıĢ bir çığlık atarak, sıkıca tutundu. Yükseltiye çarpt ıklarında, çivili paletler kara tutundu ve garip araç tırmanmaya baĢladı. Rachel, geriye devrileceklerinden emindi ama paletler eğimden yukarı çıkarken kabin tuhaf biçimde Yere paralel kalmay ı haĢarıyordu. Dev araç setin tepesine çıktığında Ģoför arac ı durdurdu ve yumruklarını sıkan yolcusuna neĢeyle baktı. "Bunu bir de Sui 'de dene! ġok sistemi tasarımını Mars Pathfinder'dan alıp bu bebeğe ekledik. Mükemmel iĢ gördü." Rachel benzi atmıĢ bir halde baĢını salladı. "MuhteĢem." Artık kar setin üstünde duran Rachel, anlaĢ ılmaz manzarayı seyretti. Önlerinde bir büyük set daha vard ı, ondan sonra dalgalı Ģekiller birdenbire sona eriyordu. Ileride ise buz, hafifçe eğimli bir geniĢliğe katıĢıyordu. AyıĢığının altındaki buz katmanı, daralarak dağların içine sokuldugu yere kadar uzanıyordu. Dağları iĢaret eden Ģoför, "Bu, Milne Buzulu," dedi. "Ordan baĢlay ıp Ģu an üstünde durduğumuz geniĢ deltaya kadar uzanır." ġoför motora yeniden gaz verdiğinde, araç bu sefer dik tümsekten aĢağı inerken Rachel sık ıca tutundu. AĢağı indiklerinde bir baĢka 81 buz nehrinin üstünden geçip diğer sete tırmandılar. Tepeye varıp sonra hemen diğer taraftan aĢağı indiklerinde pürüzsüz bir buz katmanının üstünde kaydılar ve buzulu ezerek ilerlemeye baĢladılar. Önünde buzdan baĢka hiçbir Ģey göremeyen Rac hel, "Ne kadar yol var?" diye sordu. "YaklaĢık üç kilometre ilerde." Rachel'a uzak gelmiĢti. DıĢarıdaki rüzgâr, IceRover'ı durmaksızın yumrukluy or, sanki onları denize yuvarlamak istercesine plastik camı sarsıyordu. ġoför, "Bu katabatik rüzgâr," diye seslendi. "AlıĢsan iyi edersin!" Bu, bölgede katabatik -Yunanca aĢağı doğru akan- denen, kıyıdan esen sürekli sert rüzgârlar olduğunu aç ıkladı. Aralıksız rüzgâra, buzul yüzeyinden aĢağı sel suları gibi es en soğuk rüzgâr sebep oluyordu. ġoför kahkaha atarak, "Buras ı," dedi. "Dünyada cehennemin karlarla kaplı olduğu tek yer!" Rachel dakikalar sonra uzaklardaki bulanık Ģekli -buzun üstünde yükselen devas a beyaz bir kubbegörmeye baĢladı. Gözlerini ovuĢturdu, Ne biçim bir?... Adam, "Buralarda iri Eskimolar var galiba, ha, ne dersin?" diye espri yapt ı. Rachel yapıy a anlam vermeye çalıĢtı. KüçültülmüĢ bir Houston Gök Rasat Kulesi'ne benziyordu. Adam, "NASA bunu bir buçuk hafta önc e yerleĢtirdi," dedi. "ġiĢirilebilir çok kademeli pleksipolisorbat. Parçaları ĢiĢir, birbirine tuttur, tüm yapıy ı buza mıhla ve tellerle bağla. Büyük yuvarlak bir çadıra benziyor ama aslında NASA'nın bir gün Mars'ta kullanmay ı ümit ettiği taĢınabilir mesken prototipi. Biz buna habiküre diyoruz." "Habiküre mi?" "Evet, anladın mı? Çünkü tam bir küre değil, sadece habi -küre." Rachel gülümsedi ve Ģimdi daha yakından görünen buzullar üstündeki garip binaya baktı. We NASA henüz Mars'a gitmediğinden, siz de onun yerine burda uyku partisi veriyorsunuz, öyle mi?" Adam güldü. "Aslına bakars an ben Tahiti'yi tercih ederdim, ama nerede kalac ağıma kader karar verdi." Rachel tereddütle yapıy ı inceledi. Kirli beyaz dıĢ yüzeyi, karanlık gökyüzüyle tezat oluĢturuyordu. IceRover yapıya yaklaĢtı ve kubbenin yan tarafında, Ģimdi açılmakta olan küçük bir kapının önünde durdu. Ġçeriden gelen ıĢık demeti, karın üstüne döküldü. Birisi dıĢarı ç ıktı. Cüssesini daha da iri gösteren ve onu ay ıya benzeten, siyah bir kazak giymiĢ hantal bir devdi. IceRover'a doğru hareket etti. Dev adamın kim olduğuna dair Rachel'ın hiç Ģüphesi yoktu: Lawrence Ekstrom, NASA müdürü. ġoförün yüzünde teselli edici bir gülümseme belirdi. "Cüssesine aldanma. Adam korkak farenin tekidir." Ekstrom'un, kurduğu hay allerin önünde duranların kafalarını koparmakla ün saldığını gayet iyi bilen Rachel, daha çok bir kaplan gibi diye düĢündü. Rachel Ic eRover'dan aĢağı indiğinde rüzgâr neredeyse onu yere devirecekti. Kabanına iyice sarınarak kubbeye doğru ilerledi. NASA müdürü, eldivenli dev pençesini ileri uzatarak onu yarı yolda karĢ ıladı.
"Bayan Sexton. Geldiğiniz için teĢekkür ederim." Rachel anlamsızca baĢ ını salladı ve uğuldayan rüzgârı bastırmak için haykırdı. "Samimi olmak gerekirse beyefendi, baĢka seçim Ģansım olduğunu sanmıy orum." Buzulun bin metre ilerisinde duran Delta -Bir, kızılötesi dürbünüyle NASA müdürünün Rachel Sexton'ı kubbeden içeri alıĢını izledi. 19 NASA müdürü Lawrence Ekstrom, insan irisi, yanağından kan damlayan ve Ġskandinav tanrısı gibi hırçın görünüĢlü biriydi. Kirpi gibi 83 sarı saçları askeri tarzda kısa kesilmiĢ, iri burnunun üstü damarlarla örülmüĢtü. TaĢ gözleri sayıs ız uykusuz gecenin ağırlığıyla sarkmıĢtı. NASA'ya atanmadan önce Pentagon'da sözü geçen bir uzay strateji uzmanı ve operasyon danıĢmanı olan Ekstrom, hırçınlığı kadar, önündeki görev her ne olursa olsun kendini tartıĢmas ız biçimde adamas ıyla tanınırdı. Rachel Sexton habikürenin içîne doğru Lawrence Ekstrom'u takip ederken kendini esrarengiz ve yarı saydam koridorlar labirentinde buldu. Labirent ağı, gergin tellere as ılmıĢ mat plastik örtülerle örülmüĢ gibiydi. Labirentin zemini yoktu, üstüne ulaĢım amaçlı kauçuk Ģeritler serilmi Ģ bir buz kütlesi. Karyola ve kimyasal tuvaletlerin bulunduğu basit bir ikamet alanını geçtiler. Habik ürenin içindeki hava, her ne kadar sık ıĢık mahallelerde yaĢayanlara eĢlik eden birbirine karıĢmıĢ kokuların potpurisiyle ağır olsa da, bereket versin ki s ıcaktı. Koridordaki gevĢ ek gerilim kablolarından sarkan çıplak ampullere güç veren elektrik kaynağı olduğu anlaĢ ılan bir jeneratörün bir yerlerden vınlama sesi geldi. Onu belırsiz bir yere doğru götüren Ekstrom, "Bayan Sexton," diye homurdandı. "Size karĢı baĢtan açık olmak istiyorum." Sesinin tonundan Rachel'i misafir olarak ağırlamaktan hiç de memnun olmadığı anlaĢ ılıyordu. "Burdas ınız, çünkü BaĢkan burda olmanız ı istedi. Zac h Herney, benim arkadaĢım ve NASA'nın sadık bir destekleyenidir. Ona saygı duyuyo rum. Ona borçluyum. Ve ona güveniyorum. Ona içerlediğim zamanlarda bile emirlerini sorgulamam. ġunu bilmenizi istiyorum, ortada bir terslik olmamas ı, BaĢkan'ın sizi bu konuya dahil etmekteki Ģevkine ortak olduğum anlamına gelmiyor." Rachel bakmaktan baĢka bir Ģey yapamıyordu. Dört bin beĢ yüz kilometre yolu bu türden bir misafirperverlik için mi kat ettim? Adamın Martha Stewart olmadığı ortadaydı. Altta kalmayan Rachel, "Hatırınız kalmas ın," diye atıldı. "Ben de BaĢkan'ın emriyle geldim. Bana burda bulunma sebebim açıklanmadı. Bu yolculuğu iyi niyetle yaptım." Ekstrom, "Ġyi," dedi. "O zaman lafımı sak ınmay acağım." "Tebrikler, çok iyi baĢlangıç yapt ınız." Rachel'ın sert cevabı müdürü sarsmıĢ gibiydi. YürüyüĢü bir süreliğine yavaĢladı ve gözleriyle onu inceledi. Sonra, adeta çözülen bir yılan gibi uzun bir nefes vererek atıĢmaya devam etti. Ekstrom, "ġunu iyi bilin ki," diye baĢladı. "Ben istemesem de, gizli bir NASA projesi için burda bulunuyorsunuz. Direktörü, NASA personelini çenesi düĢ ük çocuklar gibi göstererek küçük düĢürmekten hoĢlanan UK O'nun bir temsilcisi olmakla birlikte, benim kuruluĢumu yok etmeyi kendine görev edinmiĢ bir adamın k ızısınız. Aslında bu NASA'nın en ĢaĢaalı zamanı olacaktı; kadın ve erkek çalıĢanlarım son zamanlarda pek çok eleĢtirinin hedefi oldular ve bu zafer anını kesinlikle hak ediyorlar. Ne yazık ki, babanız tarafından yayılan bir Ģüphecilik fırtınası yüzünden NASA kendini, çalıĢkan personelinin tüm ilgiyi bir avuç geliĢigüzel seçilmiĢ sivil bilim adamı ve bizi yok etmeye çalıĢan bir adamın kızıyla paylaĢmak zorunda kaldığı bir durumda buluyor." Rachel, ben babam değilim, diye haykırmak istedi ama NASA'nın baĢındaki kiĢiyle politika tartıĢmanın zamanı değildi. "Ben btıraya ilgi çekmek için gelmedim efendim." Ekstrom dik dik baktı. "BaĢka seçeneğiniz kalmayabilir." Bu ima Rachel'i çok ĢaĢırtmıĢtı. BaĢkan Herney kendisine "kamusal" açıdan yardım edeceğine dair açık bir Ģey söylememiĢ olsa da, William Pickering Rachel'ın siyasi bir piyon olabileceğine dair k uĢkularını kesinlikle ortaya dökmüĢtü. Rachel, "Burda ne yaptığımı öğrenmek istiyorum," dedi. "Sizin kadar ben de öyle. Bu bilgiye sahip değilim." "Anlayamadım?" "Siz geldiğiniz anda BaĢkan benden size keĢfimizi her yönüyle anlatmamı istedi. Bu gösteride hangi rolü üstlenmenizi istediği sizinle onun aras ında." 85
"Bana Yer Gözlem Sistemi'nizin bir keĢifte bulunduğundan bahsetti." Ekstram, ona göz ucuyla Ģöyle bir baktı. "YGS Projesi'ni ne kadar iyi biliyorsunuz?" "YGS, dünyayı farklı yollardan -okyanus haritalama, jeolojik fay analizleri, kutup buzlarının erimesinin gözlemlenmesi, fosil yakıt rezervlerinin saptanması- inc eleyen beĢ NASA uydusundan oluĢan takımın adı." Sesinden etkilenmediği anlaĢılan Ekstrom, "Güzel," dedi. "O haldd YGS takımına yapılan son ilaveyi de biliyorsunuzdur, öyle değil mi?. KYYT deniliyor." Rachel baĢını sailadı. Kutupsal Yörüngeli Yoğunluk Tarayıcıs ı, küresel ısınmanın etkilerini ölçmek için tasarlanmıĢtı. "Bildiğim kadarıyla KYY T kutup buz ullarının kalınlığını ve katılığını ölçüy or." "Dağrusu öyle. Büyük sahaların bileĢik yoğunluk taramas ını yapma ve buzdaki yumuĢaklık anomalilerini saptamak için tayf kanalı teknolojisinden faydalanıyar." Rachel, bileĢik yoğunluk taramas ını iyi biliyordu. Yeraltı ultrasonu gibi bir Ģeydi. UKO uydul arrı, Doğu A vrupa'da toprağın alt ındaki yoğunluk değiĢikliklerini araĢtırmak ve toplu mezar alanlarını sapt amak için benzer teknoloji kullanmıĢlar ve bu da BaĢkan'a et nik temizliğin devam ettiğini ispatlamıĢtı. Ekstrom, "Ġki hafta önce, KYY T Ģu buz kütlesinin üstünden geçerken, görmeyi beklemediğimiz bir yoğunluk anomalisi tespit etti. Yüzeyin altmıĢ metre altında, katı buz kütlesine mükemmelce gömülmüĢ, yaklaĢık üç metre çapında Ģekilsiz bir kürecik gördü." Rachel, "Su cebi miydi?" diye sordu. "Hayır. Sıvı değil. Tuhaft ır ki, bu anomali et rafındaki buzdan daha katıydı. " Rachel duraksadı. "O halde,., kaya parçası gibi bir Ģey miydi?" Ekstrorn baĢ ını salladı. "Kesinlikle." Rachel son noktayı koyacak cümleyi bekledi. Ama asla gelmedi. NASA buzda büyük bir kaya parçası bulduğu için mi buraday ım? "KYYT bu kayanın yoğunluğunu hesaplayana dek beyecana kapılmamıĢtık. Ġncelemesi için buraya hemen bir takım gönderdik. Sonunda, altımızdaki buzun içindeki kayanın, Ellesmere Adasi'nda bulunan tüm kaya türlerinden çok daha yoğun olduğu anlaĢıldı. Aslına bakarsanız, altı yüz elli kilometre yarıçapında bulunan tüm kaya türlerinden daha yoğun." Rachel ayaklarının altındaki buza göz gezdirirken, dev kayanın aĢağıda bir yerde olduğunu hayal etti. "Yani birisi onu buraya getirmiĢ mi diyorsunuz?" Ekstrom belli belirsiz eğleniyar gibiydi. "Kaya sekiz tondan daha ağır. Katı buzun altmıĢ metre altında gömülü, yani üç yüz yıldan fazla süredir el değmeden orda duruyor." Rachel nöbet bekleyen iki silahlı NASA çalıĢanı aras ında n geçerek, müdürü uz un, dar bir koridorun giriĢine doğru izlerken yorulduğunu hissetti, Rachel, Ekstrom'a kisa bir bakıĢ attı. "Sanırım taĢ ın burdaki varlığının, ve tüm bu gizliliğin mant ıklı bir açıklamas ı vardır." Ekstrom ifadesiz bir yüzle, "Son derec e mant ıklı bir açıklaması var," dedi. "KYYT'nin bulduğu kaya parçası bir göktaĢ ı." Koridorda aniden duran Rachel, müdüre bakakald ı. "Bir göktaĢı mı?" Üstünden adeta bir hayal kırıklığı dalgası geçti. GöktaĢı, BaĢkan'ın büyük propagandasının yanında oldukça hafif kalıyordu. Bu göktaĢı tek baĢına NASA 'nın geçmiĢte yaptığı tüm harcamaları ve hat aları mazur mu gösterecekti. Herney ne sanıyordu? GöktaĢları yeryüzünde en nadir bulunan taĢlardı ama NASA sürekli göktaĢları bulup dururdu. Önünde dimdik duran Ekstrom, "Bu göktaĢı Ģimdiye dek bulunanların en irisi," dedi. "Bin yedi yüzlerde Kuzey Buz Denizi'ne düĢtüğü belirlenen daha büyük bir göktaĢ ınin parças ı olduğuna inanıyoruz. Okyanustaki çarpıĢmanın etkisiyle Milne Buzul Katmanı'na düĢen fırlatma taĢlardan biri olabilir ve büyük olasılıkla geç en üç yüz yıl süresince üzerine yağan karla yavaĢça gömüldü." 87 Rachel kaĢlarını çattı. Bu buluĢ hiçbir Ģeyi açıklamıyordu. Çaresiz durumdaki NASA ile Beyız Saray ın sahnelediği ĢiĢirilmiĢ bir tanıtıma tanık olduğu yolundaki Ģüpheleri giderek art ıyordu. NASA'nın yeri yerinden oynatacak zaferinden hat ırı sayılır bir fayda elde etmeye çalıĢan iki gayretli kurum. Ekstrom "Fazla etkilenmiĢe benzemiyorsunuz," dedi. "Sanırım ben... baĢka bir Ģey bekliyordum." Ekstrom'un gözbebekleri küçüldü. "Bu büyüklükteki bir göktaĢına çok ender rastlanır Bayan Sexton. Düny ada daha büyük sadece birkaç tane var." "Anlıyorum ki..." "Ama bizi heyecanlandıran bu göktaĢının büyüklüğü değildi." Rachel baĢını kaldırıp baktı. Ekstrom, "Bitirmeme izin verirs eniz," dedi. "Bu göktaĢının daha önce herhangi bir göktaĢ ında
rastlanmayan bazı ĢaĢırtıcı özellikler gösterdiğini öğreneceksiniz. Büyük ya da küçük." Koridorun sonunu gösterdi. "ġimde beni takip ederseniz, sizi bu buluĢu tart ıĢma konus unda daha yetkili biriyle tanıĢtıracağım." Rachel'in aklı karıĢmıĢtı. "NASA müdüründen daha yetkili biriyle mi?" Ekstrom mavi gözlerini onunkilere dikti. "Daha yetkili Bayan Sexton, üstelik kendisi bir sivil. Profesyonel bir veri analiz uzmanı olduğunuz için verilerinizı tarafsız bir kaynaktan almay ı tercih edeceğinizi düĢündüm." TuĢ, Rachel pes etmiĢti. Müdürü dar koridorda, yolları siyah, kapalı bir perdeyle kesilinceye kadar takip etti. Rachel perdenin arkasından diğer taraftaki dev bir aç ık alanda yank ı yapan sayısız ses in çıkardığı karmakarıĢık mırılt ıları duyabiliyordu. Müdür tek kelime etmeden uzanıp perdeyi yana çekti. Rachel parlak ıĢıkla neredeyse kör oluyordu. Tereddütle adım at ıp parıldayan alana gözlerini kısarak baktı. Gözleri ıĢ ığa alıĢtığında önünde uzanan dev odaya baktı ve dehĢet içinde nefes aldı. "Tanrım," diye fısıldadı. Burası neresi böyle ? 20 Washington D.C. yakınlarındaki CNN prodüksiyon tesisi, Atlanta'daki Turner Yayın Sistemi genel merkezlerini uydu arac ılığıyla dünyaya bağlayan 212 stüdyodan biridir. Senatör Sedgewick Sexton'ın limuzini park yerine çektiğinde, saat 13.45 idi. Sexton araçtan inip giriĢe doğru ilerlerk en halinden memnundu. O ve Gabrielle, heyec anlı bir tebessüm takınmıĢ, ĢiĢko göbekli bir CNN yapımcıs ı tarafından karĢılandı. Yapımcı "Senatör Sexton" dedi. "HoĢgeldiniz. haberler harika. Beyaz Saray'ın size tartıĢma ortağı olarak kimi gönderdiğini az önce öğrendik." Ypımcı nahoĢ bir Ģekilde sırıttı. "umarım hazırlıklı gelmiĢsinizdir." Yapım odasının camından içeriyi gösterdi. Camdan baka n senatör az kalsın yere düĢecekti. Sigarasının dumanlarının ardından siyasetteki en çirkin yüz ona bakıyordu. Gabrielle "Marjorie Tench mi?"deyiverdi." Bu kadının burda ne iĢi var." Sexton'ın hiçbir fikri yoktu ama sebebi her ne olursa olsun, onun burada bulunuĢu muht eĢem bir haberdi. BaĢkan'ın çaresizlik içinde olduğunun aç ık bir kanıtı idi. BaĢdanıĢmanını cepheye baĢka neden göndermiĢ olabilirdi ki? BaĢkan Zach Herney büy ük kozlarını oy nuyor, Sexton ise bu fırsat ı memnuniyetle değerlendiriyordu. DüĢman ne kadar büyük olursa o kadar zor düĢer. 89 Senatörün, Tench'in zorlu bir rakip olaca ğına hiç Ģüphesi yoktu ama, kadına bir göz atan Sexton, BaĢkan'ın karar verirken ciddi bir hata yaptığını düĢünmekten kendini alamadı. Marjorie Tench'in iğrenç bir görüntüsü vardı. Iyice yayıldığı koltuğunda oturup sigaras ını içiyor, sağ kolu ruhsuz bir ritimle inc e dudaklarına doğru gidip gelirken, karnını doyuran dev bir peygamberdevesini andırıyordu. Sexton, Tanrım, diye düĢündü. Bu surat ın radyodan dıĢarı çıkmamas ı lazım. Sedgewick Sexton, Beyaz Saray baĢdanıĢmanının karamsar fotoğrafını dergide gördüğünde, Washington'daki en güçlü yüzlerden birine baktığına inanamamıĢtı. Gabrielle, "Bundan hoĢlanmadım," diye fısıldadı. Sexton, ona pek kulak asmadı. Önüne çıkan fırsat ı düĢündükçe, hazzı art ıyordu. Tenc h'in medya kaçıran yüzünden daha da sevindirici olan, saldığı ündü: Marjorie Tench, Amerika'nın gelecekteki liderlik rolünü sadece teknolojik üstünlükle koruyabileceğini iddia ediyordu. Hükümetin ileri teknoloji A&G programla rının ve en önemlisi NASA'nın hararetli bir destekleyicisiydi. Pekçokları, BaĢkan'ın gözden düĢen uzay dairesinin arkasında böylesine sağlam durmasının sebebinin, Tench'in perde arkas ındaki baskısı olduğuna inanıyordu. Sexton, NASA'yı desteklemek konusundaki kötü tavsiyelerinden ötürü BaĢkan'ın ġimdi Tench'i cezalandırdığından Ģüphelendi. BaĢ danıĢmanını kurtlara yem olarak mı at ıyor? Camın arkasından Marjorie Tench'i inceleyen Gabrielle Ashe, hu zursuzluğunun arttığını hissetti. Bu kadın cin gibi akıllıydı ve beklenmedik bir hamleydi. Bu iki gerç ek içgüdülerini telaĢlandırıyordu. Bu kadının NASA konusundaki görüĢleri düĢünüldüğünde, BaĢkan'ın, senatör Sexton'la yüzleĢmeye onu göndermesi pek akıllıca sayılmazdı. Ama BaĢkan kesinlikle aptal değildi. Ġçinden bir ses Gabrielle'e bu tart ıĢma programının kötü gideceğini söylüyordu. Gabrielle, senatörün salyalarının aktığını hissedebiliyordu ama bu onun kaygısını dindirmeye yetmedi. Sexton kendinden emin olduğu zamanlarda ipin ucunu kaçırabiliyordu. NASA meselesini n kamuoyu yoklamalarında oylarını art ırıcı etkisi olmuĢtu ama Gabrielle, Sexton'ın son zamanlarda gereğinden fazla bastırdığını düĢünüyordu. Tek yapmaları gereken maç ı bitirmekken, nakavt olan adaylar yüzünden pek çok kampanya kaybedilmiĢti. Yapımcı yaklaĢan kanlı karĢ ılaĢma için sabırs ızlanıyordu. "Sizi hazırlayalım senatör."
Sexton stüdyoya yöneldiği sırada, Gabrielle, onu kolundan yakaladı. "Aklından ne geçtiğini biliyorum," diye fıs ıldadı. "Akıllı ol. Çizmeyi aĢma." "Çizmeyi aĢmak mı? Ben mi?" Sexton siritti. "Unutma, bu kadın iĢinde çok iyi." Sexton, ona manal ı bir ifadeyle tebessüm etti. "Ben de öyle." 21 NASA habiküresinin mağaramsı ana salonu, dünyanın neresinde olursa olsun alıĢılmadık bir manzara sayılırdı. Ancak Kuzey Kutbu'ndaki buz katmanının üstünde bulunduğu gerçeği, Rachel Sexton'ın durumu özümsemesini daha da güçleĢtiriyordu. BaĢını kaldırıp birbirine geçmiĢ beyaz üçgen desteklerle örülü fütürist kubbeye bakan Rachel, dev bir sanatoryumun içine girdiğini hissetti. Duvarlar, nöbetçi gibi dura n halojen lamba ordus unun çevrelediği buz zemine doğru eğimli bir biçimde iniyor, yukarı doğru yayılan keskin ıĢık tüm odaya geçici bir parlaklık veriyordu. Buz zeminin üstünde kıvrılan siyah köpük yolluklar, taĢınabilir çalıĢma bölümlerinden oluĢan labirentin arasındaki gezinti yollarını andırıyordu. 91 Elektronik cihazların ortasındaki otuz kırk beyaz önlüklü NASA çalıĢanı, neĢe içinde ve heyecanlı ses tonlarıyla konuĢuyordu. Rachel odadaki elektrıği hemen algılamıĢtı. Bu, yeni bir keĢfin heyecanıy dı. Müdürle birlikte kubbenin dıĢ kenarından ilerlerken, Rac hel kendisini tanıyanların yüzündeki memnuniyetsizliği fark etti. hısıltıları yankı yapan boĢluktan açıkça duyulabiliyordu. Bu senatör Sexton'un kız ı değil mi? Burada ne halt ediyor? Müdürün onunla konuĢtuğuna bile inanamıyorlardı! Rachel, babasının her yerden sallanan büyü yapılmıĢ bebeklerini görmeyi bekliyordu. Bununla birlikte havada sadece hus umet kokusu yoktu; Rachel bir de içten içe kendini beğenmiĢlik yaptıklarını hissediyordu. Sanki NASA son gülenin kim olacağını Ģimdiden biliyor gibiydi. Müdür Rachel'ı, bir adamın tek baĢına bilgisay ar önünde oturduğu çalıĢma bölümüne kadar bir dizi masanın aras ından geçirdi. Diğerlerinin giydiği kalın NASA elbiselerinin yerin e bu adam siyah balıkçı yaka kazak, kalın fitilli kadife pantolon ve kaba denizci ayakkabıları giymiĢti. Arkası dönüktü. Müdür yabancının yanına gidip onunla konuĢurken Rachel'dan beklemesini istedi. Bir süre sonra balıkçı yaka kazak giyen adam cana yakın bir edaylla baĢını sallay ıp bilgisayarını kapatmaya koyuldu. Müdür, ona döndü. "Artık sizinle Bay Tolland ilgilenecek," dedi. "Kendisi de BaĢkan'ın yeni çalıĢanlarından biridir, bu sebeple iyi anlaĢacağınızı tahmin ediyorum. Ben size daha sonra katılacağım ." "TeĢekkürler." "Michael Tolland'ı tanıyorsunuz, değil mi?" Beyni hâlâ ak ıl almaz ortamı algılamaya çalıĢan Rac hel, omuzlarını silkti. "Isim çağrıĢ ım yapmadı." Balıkçı yaka kazaklı adam sırıt arak yanına geldi. "ÇağrıĢ ım yapmadı mı?" Dostane ve tınısı olan bir sesi vardı. "Gün boyunca duyduğum en iyi haber. Demek kimse üstünde ilk intiba bırakma fırsatı yakalayamayacağım." BaĢını kaldrrıp gelen kiĢiye baktığında, Rachel olduğu yere çakıldı kaldı. Adamın yakıĢ ıklı yüzünü bir bakıĢta tanımıĢtı. Onu Amerika'daki herkes tanıyordu. Adam elini sıkarken kız armıĢ bir yüzle, "Ah," dedi. "Siz Ģu Michael Toland'sınız." BaĢkan, NASA keĢfinin doğruluğunu kanıtlamak icin birinci sınıf sivil bilim adamlarını iĢe aldığını söylediğinde, Rachel hayalinde ellerinde hesap makineleriyle bir grup kartaloz yürüyen beyin canlandırmıĢtı. Michael Tolland bu fikrin antiteziydi. Modern Amerika'da en çok tanınan bilim adamlarından biri olan Tolland, izleyicileri büy üleyici okyanus olaylarıyla -s ualtı volkanları, üç metrelik deniz kurtları, katil dalgalar- yüzyüze getiren, Amazing Seas isimli haftada bir yayınlanan bir belgesel sunuyordu. Medya Tolland'ın bilgisini, mütevaz ı coĢkusunu ve Amazing Seas Programı'nı liste yapan macera düĢkünlüğünü vurgulayarak, onu Jacques Cousteau ile Carl Sagan arasında biri gibi göstererek göklere çıkarıyordu. EleĢtirmenlerin çoğu, Tolland'ın haĢin yakıĢ ıklılığıyla alçakgönüllülüğünün bayan seyircileri arasındaki popülaritesini zedelemediğini itiraf ediyordu. Kelimeleri ağzında geveleyerek konuĢan Rachel, "Bay Tolland..." dedi. "Ben Rachel Sexton." Tolland Ģirin ve çarpık bir tebessümle karĢ ılık verdi. "Merhaba Rachel. Bana Mike de." Rachel'ın hiç de alıĢ ık olmadığı biçimde ağz ı dili bağlanmıĢtı. Duyuları aĢırı yüklenmiĢti... habiküre, göktaĢı, sırlar, beklenmedik Ģekilde bir televizyon yıldız ıyla yüz yüze gelmek. Telafi etme çabasıyla "Sizi burda görmek beni ĢaĢırttı," dedi. "BaĢkan, bana NASA keĢfinin doğruluğunu onaylayacak sivil bilim adamlarını iĢe aldığını söylediğinde, sanırım benim beklcdiğim..." Tereddüt etti.
93 "Gerçek bilim adamları mıydı?" Tolland sırıttı. Yerin dibine geçen Rachel kızardı. "Bunu söylemek istemedim." Tolland, "EndiĢelenme," dedi. "Buraya geldiğimden beri tek duyduğum bu." Daha sonra onl ara katılacağına söz veren müdür, izin isteyerek yanlarından ay rıldı. ġimdi Tolland meraklı bir bak ıĢla Rachel'a dönmüĢtü. ! "Müdür bana babanızın senatör S exton olduğunu söyledi, doğru mu?" Rachel baĢını salladı. Ne yazık ki. "DüĢman hattının ötesinde bir Sexton casusu mu var?" "SavaĢ hattı her zaman olduğunu sandığınız yerde değildir." Garip bir sessizlik oldu. Rachel aceleyle, "Söylesenize," dedi. "Dünyaca ünlü bir okyanus bilimcinin, bir avuç NASA füze bilim adamıyla buzullarda ne iĢi var?" Tolland kendi kendine güldü. "Doğrusunu isterseniz, BaĢkan'a çok benzeyen biri benden kendisine bir iyilik yapmamı istedi. Cehennemin dibine git, diyecektim ama kendimi, 'P eki efendim,' derken buldum." Rachel sabahtan beri ilk kez güldü. "Kulübe hoĢ geldin." Ünlülerin çoğu gerçek yaĢamda göründüğünden daha kıs a olduğu halde, Rachel, Michael Tolland'ın daha uzun olduğunu düĢünüyordu. Kahverengi gözleri televizyonda göründüğü kadar zeki ve ateĢliydi. Ayrıca sesinde aynı tutarlı sıcaklık ve coĢku duyuluy ordu. Kirk beĢ yaĢ larında görünen atletik yapıdaki Michael Tolland'ın kalın telli siyah saçları dağınık perçemler halinde alnına düĢüyordu. Belirgin bir çenesi ve kendinden emin olduğunu gösteren kaygısız bir tavrı vardı. Rachel'ın elini sıktığında, nas ır tutmuĢ avuç içinin pütürleri tipik bir "narin" televizyoncu değil de, iĢin baĢında bizzat araĢtırma yapan usta bir denizci olduğunu düĢ ündürmüĢtü. Tolland utangaç bir sesle, "Doğrusunu söylemek gerekirse, bilimsel dağarcığım yerine halkla iliĢkiler becerilerimden ötürü iĢe alındığımı düĢünüyorum. BaĢkan buray a gelip kendisi için bir belgesel yapmamı istedi." dedi. "Bir belgesel mi? GöktaĢı hakkında mı? Ama siz okyanus bilimcisisiniz." "Ben de kendisine aynen böyle söyledim! Ama bana göktaĢı belgeseli yapan birilerini tanımad ağını söyledi. Benim bu iĢle ilgilenmemin, keĢfi için güvenilirlik sağlayacağını söyledi. AnlaĢıldığı kadarıyla bu akĢam keĢ ilan etmek üzere vereceği büyük basin konferansında benim belgeselimi kullanmayı planlıyor." Ünlü bir sunucu. Rachel, iĢ üstündeki Zach Herney'nin kurnaz siyasi manevralarını tahmin edebiliyordu. NASA sıklıkla halk ın anlamayacağı Ģekilde konuĢmakla suçlanıyordu. Amerikalıların zaten tanıdığı ve bilimle ilgili konularda güvendiği usta bir bilim iletiĢimcisini kendi saflarına çekmiĢlerdi. Tolland kubbenin çapraz köĢesinde, bas ın alanının kurulduğu duvarı iĢaret etti. Buzun üstünde mavi bir halı, televizyon kameraları, medya ıĢıkları ve sürüyle mikrofonla dolu uzun bir mas a vardı. Birisi sahne perdesi olarak, dev bir Amerikan bayrağı asıyordu. Tolland, "Bu akĢam için," diye açıkladı. "NASA müdürüyle, önde gelen bazı bilim adamları BaĢkan'ın saat yirmide ulus a sesleniĢine eĢlik etmek için uydu aracılığıyla Beyaz Saray'a bağlanacaklar." Zach Herney'nin bu duyurudan NASA 'yı tamamıyla dıĢlamak niyetinde olmadığını öğrenmekten memnun olan Rachel, uygundur, diye düĢündü. Rachel içini çekerek, "Peki," dedi. "Bu göktaĢıyla ilgili bu kadar özel ne olduğunu birisi sonunda bana anlatacak mı?" KaĢlarını yukarıya kaldıran Tolland, gizemli bir Ģekilde gülümsedi. "Aslında bu göktaĢıyla ilgili bu kadar özel olan Ģey anlatılmaz, görülür." Rachel'a yan taraftaki iĢ bölümüne doğru kendisini takip etmesini iĢaret etti "Burdaki adamın size gösterebileceği pek çok örnek var." 95 "Örnek mi? Sizde bu göktaĢ ının örnekleri mi var?" "Kesinlikle. bayağı örnek delip ç ıkardık. Doğrusu NASA'y ı buluĢun önemi konusunda heyecanlandıran ilk nüve örnekleriydi." Neyle karĢ ılaĢacağını tahmin edemeyen Rachel, Tolland'ı çalıĢma alanına kadar takip etti. BoĢ görünüyordu. TaĢ örnekleri, çap pergelleri ve diğer tanı aletleriyle darmadağın bir masanın üstünde bir fincan kahve duruyor, hahvenin buharı tütüyordu. Etrafına bak ınan Tolland, "Marlinson!" diye seslendi. Cevap gelmedi. Yüzünü buruĢturarak içini çekip Rachel'a döndü. "Herhalde kahvesine krema bulmaya çalıĢırk en kayboldu. Ben bu adamla Princeton'da doktora yaptım, inanın kendi kaldığı yurtta bile kayboluyordu. ġimdi astrofizik dalında Ulus al Bilim Madalyas ı sahibi. Çok baĢarılı." Rachel'ın jetonu geç düĢtü. "Marlinson mı? Herhald e ünlü Corky Marlinson'dan bahsetmiyorsunuz değil
mi?" Tolland kahkaha attı. "Bizzat kendisi." Rachel çok ĢaĢırmıĢtı. "Corky Marlins on burda mı?" Marlinson'ın yerçekimi alanları hakkındaki fikirleri UKO uydu mühendisleri arasında efsane olmuĢtu. "Marlinson, BaĢkan'ın iĢe aldığı siviller arasında mı?" "Evet,gerçek bilim adamlarından biri." Rachel gcrçek doğrudur diye düĢündü. Corky Marlinson hem zeki hem de saygı duyulan biriydi. Tolland, "Corky hakkındaki inanılmaz paradoks ise," dedi. "Alfa er boğ a olan mesafeyi milimetresine kadar bildiği halde kendi kravat ını bağlayamamas ı." Yakından yumuĢak ve genizden gelen bir ses, "Ban klipslilerden kullanıyorum" diye seslendi. "KullanıĢlılık, tarzdan önce gelir Mike. Siz Hollywood tipleri bunları anlamazsınız!" Sadece dörtyüz kuzey enleminin güneyinden gözlemlenebilen üçlü yıldız. Yerden gözlemlendiğinde gökyüzünün en parlak üçüncü yıldız ı olarak görülür. Rachel ile Tolland, elektronik aygıtların arkasından beliren adama yüzlerini döndüler. Top gibi yuvarlak baĢından dök ülmeye yüz tutmuĢ saçlarıyla mavi gözlü buldog köpeğine benzey en, bodur ve tombul biriydi adam. Tolland'ı Rachel'la yan yana görünce olduğu yerde kaldı. "Ah Tanrım, Mike! Bu iĢe yaramaz Kuzey Kutbu'nda bile muhteĢem kadınlarla tanıĢabiliyorsun. Biliyorum, ben de televizyona çıkmalıydım!" Michael Tolland'ın mahcup olduğu aĢikârdı. "Bayan Sexton, lütfen Marlinson'ı mazur görün. Nez aket konusundaki eksikliğini, evrenimiz hakkında tamamen gereksiz, ayrıntılı bilgilerle doldurmaya çalıĢ ıyor." Corky yaklaĢtı. "ġeref duydum bay an. Ġsminizi tam anlayamadım." "Rachel," dedi. "Rachel Sexton." Corky neĢeli bir edayla, nefesi kesilmiĢ gibi yaptı. "ġu dar görüĢlü, ahlaksız senatörle ilgisi yoktur umarım!" Tolland geriye doğru çekildi. "Corky, aslına bakarsan senatör Sexton Rachel'ın babası." gülmeyi bırakan Corky, kamburunu çıkardı. "Biliyor musun Mike, bayanlar konusunda Ģans ımın gülmeyiĢine ĢaĢmamak gerek." 22 Ödüllü astrofizikçi Corky Marlinson, Rachel ile Tolland'ı kendi çalıĢma bölümüne sürükley erek, aletleriyle taĢ örneklerini elden geçirmeye baĢladı. Adam iyice sıkıĢtırılmıĢ, patlamak üzere bir sivilceymiĢ gibi hareket ediyordu. heyecandan titreyen bir sesle, "Pekâlâ," dedi. "Bayan Sexton, otuz saniyelik Corky Marlinson göktaĢı sunusunu izlemek üzeresiniz." Tolland, Rachel'a sabret manas ında göz kırpt ı. "Ona karĢ ı hoĢgörülü olun. Adam gerçekten aktör olmak istiyordu." "Ya evet, Mike da saygı duyulan bir bilim adamı olmak istemiĢti." Corky bir ay akkabı kutusunu karıĢtırıp içinden taĢ örnekleri çıkardı ve 97 masanın üstüne yaydı. "Bunlar, dünyada bulunan göktaĢlarının üç ana sınıfını oluĢturuyor." Rachel örneklere baktı. Hepsi de golf topu büyüklüğünde garip küremsi cisimlere benziyordu. Her biri kesitini görmek amacıyla ortadan ikiye bölünmüĢtü. Corky, "Tüm göktaĢlarında," dedi. "Farklı miktarlarda nikel -demir alaĢ ımları, silikatlar ve sülfitler bulunur. Biz bunları metal -silikat oranlarına göre sınıflandırırız." Rachel, Corky Marlinson'ın göktaĢ ı "sunusunun" otuz saniyeden fazla süreceğini düĢ ünmey e baĢlamıĢtı bile. Parlak, siyah-kehribar renginde bir taĢı gösteren Corky, "Bu ilk örnek, demirli bir göktaĢı. Çok ağır. Bu küçük Ģey Antarktika'ya birkaç yıl önce iniĢ yaptı," dedi. Rachel göktaĢını inc eledi. Kesinlikle baĢka bir dünyaya aitmiĢ gibi görünüyordu; dıĢ kabuğu yanmıĢ ve kararmıĢ, ağır, grimsi bir demir topağı. Corky, "Bu kavrulmuĢ dıĢ katmana füzyon kabuk denir," dedi. " Meteor atmosferimize düĢerken meydana gelen aĢırı ısının sonucudur. Tüm göktaĢlarında bu kavrulma görülür." Corky hemen diğer örneğe geçti. "Bu diğeri ise, taĢsı-demirli göktaĢı dediğimiz türden." Rachel örneği incelerken, onun da dıĢ yüzeyinin kavrulmuĢ olduğunu fark etti. Ama bu örneğin aç ık yeĢil bir rengi vardı ve kesiti, açılı parçac ıklardan oluĢan renkli bir kaleydoskopu andırıyordu. Rachel, "HoĢ," dedi. "ġaka mı yapıyorsunuz, muhteĢem!" Corky yaklaĢık bir dakika yeĢil parılt ıya neden olan yüksek magnezyıim silikatından bahsettikten sonra heyecanla üçüncü ve son örneği alarak, Rachel'a uzattı. Rachel son göktaĢını avucunun içinde tuttu. Bu, grimsi kahve rengiuyle granite benziyordu. Düny adaki taĢtan daha ağır geliyordu ama çok da değil. Normal bir taĢ olmadığının tek göstergesi, füzyon kabuk, yanık yüzeyiydi.
Corky bitiriĢ cümlelerini kurarak, "Buna taĢsı göktaĢı denir. En sık rast lanan göktaĢı bu sınıftandır. Yeryüzünde rastlanan göktaĢlarının yüzde doksanından fazlası bu kategoriye girer," dedi. Rachel ĢaĢırmıĢtı. GöktaĢlarını hep ilk örnek gibi hayal etmiĢti; metalik tuhaf görünüĢlü topaklar. Elindeki göktaĢı hiç de dünya dıĢ ındanmıĢ gibi görünmüyordu. KavrulmuĢ dıĢ yüzeyi hesaba katılmazsa, kumsalda pekala üstüne basıp geçebileceği bir Ģey gibiydi. ġimdi Corky'nin gözleri heyecanla açılmıĢtı. "Burda, Milne'de buzun altına gömülü olan göktaĢı, taĢsı bir göktaĢı; elinizde tuttuğunuza çok benziyor. TaĢlı göktaĢları, nerdeyse yeryüzündeki volkanik taĢlarla aynıdır. Bu yüzdenden fark edilmeleri zordur. Genellikle hafif silikatların karıĢımıdır. Feldispat, magnezyum silikatı, piroksen. Fazla ilgi çekici değil." Örneği ona geri uzatan Rac hel, bence de, diye düĢündü. "Bu, birinin Ģömineye bırakıp yaktığı bir taĢa benziyor." Corky gülmekten katıldı. "Hem de ne Ģömine! ġimdiye dek yapılmıĢ en güçlü fırın bile, göktaĢ ı atmosferimize çarptığında oluĢan ısının yanından geçemez. Harap olurlar!" Tolland, Rachel'a duyarlı bir Ģekilde tebessüm etti. "Bu daha iyi kısmı. GöktaĢı örneğini Rachel'dan alan Corky, "ġunu düĢünün," dedi. "Bu küçük Ģeyin bir ev büyüklüğünde olduğunu hay al edin." Örneği baĢ ının üstüne kaldırdı. "Pekâlâ... Bu Ģimdi uzayda... güneĢ sistemimizde süzülüyor. Uzayın eksi yüz santigrat derecelik soğuğunda buz tutmuĢ." GöktaĢının Ellesmere Adası'na geliĢ canlandırmasını daha önce de görmüĢ olduğu anlaĢılan Tolland, kendi kendine gülüyordu. Corky örneği aĢağı indirmeye baĢladı. "GöktaĢımız dünyaya hareket ediyor... iyice yaklaĢıyor. Yerçekimi alanına giriyor, hızlanıy or hızlanıyor." Rachel Corky'nin yerçekimi gücünü taklit ederek örneği hızlandırmasını seyretti. 99 Corky ans ızın, "Artık çok hızlı hareket ediy or," dedi: "Saniyede alt ı k ilometreden daha hızlı; saatte elli yedi bin altı yüz kilometre. Yer kabuğunun 135 kilometre üstündeyken göktaĢı atmosferde sürtünme etkisi ne maruz kalır." Corky örneği buza dogru indirirk en, Ģiddetlice sallıy ordu. "Yüz kilometrenin altına düĢtüğünde kor haline gelmiĢtir. Artık atmos fer yoğunluğu artmıĢtır ve sürtünme etkisi muazzamdır! Y üzeyind maddeler ısıdan erirken, göktaĢ ının etrafındaki hava parlamaya baĢlar." Corky yanma ve cız ırdama sesleri çıkarıyordu. "Artık sekseninci kilometredeki sınırı geçmiĢt ir ve dıĢ yüzey bin sekiz yüz santigrat derec enin üstünde ısınmıĢt ır!" Rachel, baĢkanlığın ödüllü astrofizikçisini göktaĢını daha da Ģiddetle sallark en ve çocukça, tükürüklü ses efektleri çıkarırk en seyrettiğine inanamıyordu. "AltmıĢ kilometre!" Corky art ık bağırıyordu. "GöktaĢ ımız atmos fer duvarıyla karĢılaĢ ır. Hava çok yoğundur! Hız ını yerçekimi gücünden yüz kat fazla oranda keser!" Corky gıc ırt ılı bir fren sesi çıkarıp düĢüĢ hizını aniden yavaĢlattı. "GöktaĢı bir anda soğur ve parlama sona erer. Karanlık uçuĢ baĢlar. GöktaĢ ının yüzeyi sertleĢerek ergimiĢten, kavrulmuĢ füzyon kabuk haline geçer." Rachel, Corky öldürücü darbeyi -yeryüzüyle çarpıĢma anını- sahnelemek üzere çömelirken, Tolland'ın esnediğini duydu. Corky, "Artık dev göktaĢımız atmos ferin aĢağı kıs ımlarında s ıçrayarak ilerlemektedir..." Dizleri üstünde dururken, hafifçe yan yatırdığı göktaĢıyla yere dogru kavis çizdi. "Kuzey Buz Denizi'ne yönelir... geniĢ açıyla... düĢerken... sanki okyanusun üstünden kayıp geç ecek gibidir, düĢmeye devam eder... ve..." Örneği buza değdirdi. "BAM!" Rachel yerinde sıçradı. "ÇarpıĢma etkisi kıyamet gibidir! GöktaĢı patlar. Parçacıkları okyanus üstünde sıçrayıp dönerek etrafa uçuĢurlar." Corky Ģimdi örneği ağır çekimde, hayali bir okyanus üzerinde Rachel'ın ayakların a doğru yuvarlayıp döndürüy ordu. "Içlerinden biri, bir yandan dönerken Ellesmere Adasına doğru kaymaya devam eder..." Örneği ay ağının dibine kadar getirdi. "Okyanus üstünde zıplayarak, karaya konar." GöktaĢını yukarı kaldırdı ve ayakkabısının burnu üstünde ilerlet erek, bileğinin baĢladığı yere kadar yuvarlayıp durdu. "Ve sonunda, karla buzun onu atmosferik erozyondan koruyarak çarçabuk kaplayacağı Milne Buz ul Katmanı'nın üstünde durdu." Corky gülümseyerek ayağa kalktı. Rachel'ın ağzı âç ık kalmıĢtı. Etkilendiğini gösterir biçimde güldü. "ġey Dr. Marlinson, bu açıklama son derece..." Corky, "AnlaĢılır mıydı?" diye sordu. Rachel gülümsedi. "Tek kelimeyle." Corky örneği ona geri uzattı. "Kesite bakın."
Rachel bir süre, hiçbir Ģey görmeden taĢın içini inceledi. Tolland sıcak ve kibar bir sesle, "IĢığa tutun," dedi. "Ve yakından bakın." Rachel taĢı gözlerine iyice yaklaĢtırarak, baĢının üstündeki göz kamaĢtıran halojen lambalarına doğru tuttu. Artık görüyordu; taĢın içinde parıldayan minik metalik yuvarlaklar. Her biri en fazla bir milim çapındaki yuvarlaklardan düzinelercesi, miniskül cıva damlaları gibi kesite yayılmıĢlardı. Corky "Bu küçük balonc uklara gökkumu'' denir," dedi. "Ve onlara sadece göktaĢlarında rastlanır." Rachel gözlerini kısıp yuvarlaklara baktı. "Doğrudur, ben dünyadaki taĢlarda hiç böyle bir Ģey görmedim." Corky, "Görmeyeceksiniz de!" diye üsteledi. "Gökkumları, yeryüz ünde bulunmayan jeolojik bir yapıdır. Bazı gökkumları son derece eskidir; belki de evrende ilk meydana gelen materyaller onlardı. B azı gökkumlarıysa daha gençtir, mesela elinizdeki gibiler. Bu göktaĢındaki gökkumları sadece 190 milyon yıl öncesine ait." "Yüzdoksan milyon yıla genç mi diyors unuz?" 101 "Yaa öyle iĢte! Kozmolojik dilde bu daha dün demek. Ama burdaki asıl önemli nokta, bu örnekte gökkumlarının bulunması, göktaĢı olduğunun kesin kanıt ı." Rachel, "Tamam," dedi. "Gökkumları kesin kanıt. Anladım." Göğsünü ĢiĢirip içini çeken Corky, "Ve son olarak," dedi. "Eğer füzyon kabuk ve gökkumları sizi ikna etmezse, biz astronomların bunun göktaĢ ı olduğunu ispatlamasının kusursuz bir yöntemi var." "Varlığı mı?" Corky ilgisiz bir edayla omuzlarrnı silkti. "Sadece bir pet rografik polarlay ıcı mikroskobu, bir X-ıĢını flüoriĢi spektrometre, bir nötron etkinleĢtirme çözümleyici ya da mıknat ıs kuweti oranları hesaplamak için indüksiyon gücü iki katına çıkarılmıĢ plazma spektromet re kullanıyoruz." Tolland inler gibi bir ses çıkardı. "Artık hava atmaya baĢladı. Corky aslında, bir taĢ ın göktaĢı olduğunu kimyasal içeriğini ölçerek kanıtlayabiliriz demeye çalıĢıyor." Corky, "Bana bak okyanus adam ı!" diye çık ıĢtı. "Bilimi bilim adamlarına bırakalım, olmaz mı?" Ardından hemen Rachel'a döndü. "Dünyadaki taĢlarda nikel mineraline, ya son derece yüksek ya da son derece düĢük oranlarda rastlanır; orta karar diye bir Ģey yoktur. GöktaĢlarındaysa, nikel içeriği ort a seviyelerdedir. ĠĢte bu yüzden bir örneği tahlil ettiğimizde, nikel içeriği ortalama miktarlardaysa, biz Ģüphe duymadan bu örneğin bir döktaĢı olduğunu söyleyebiliriz." Rachel çileden ç ıkmaya baĢladığını hissetti. "Pekâlâ beyler, füzyon kabuk, gökkumları, ortalama miktarda nikel, tüm bunlar taĢın uzaydan geldiğini kanıtlıyor. Anlayabiliyorum." Örneği Corky'nin masasına bıraktı. "Ama ben neden burdayım?" Corky hat ırı sayılır bir Ģekilde soluk aldı. "NASA'nın aĢağıda buzun altında bulduğu göktaĢının bir örneğini görmek ister misiniz?" "Ömrüm tükenmeden mümkünse." Corky bu sefer göğsündeki cepten küçük, disk Ģeklinde bir taĢ çıkar dı. YaklaĢık bir santim kalınlığındaki taĢın Ģekli müzik CD'leri gibiydi. Ayrıca Rachel'ın az önce gördüğü taĢsı göktaĢıyla aynı yapıda görünüyordu. "Bu, dün kestiğimiz nüve örneğinden bir parça." Corky diski Rachel'e uzatt ı. Yeri yerinden oynatacak bir görünt üsü yoktu. Daha önce gördüğü örnek gibi, turuncumsu beyaz renkte ağır bir taĢtı. Kenarın bir bölümü siyah ve yanıktı, göktaĢ ının dıĢ yüzeyine ait bir bölüm olduğu anlaĢ ılıyordu. "Füzyon kabuğu görüyorum," dedi. Corky baĢ ını salladı. "E vet, bu örnek göktaĢının dıĢ yüzeyine yak ın bir yerden alındı, bu yüzden kabuğa ait bazı kısımlar var." Diski ıĢığa tutan Rachel, minik metalik taneleri fark etti. "Ayrıca gökkumlarını da görüy orum." Corky heyec anl ı bir sesle "Güzel," dedi. "Size bu Ģeyi petrografik polarlay ıcı mikroskobundan geçirdiğim için orta miktarlarda nik el içerdiğini de söyleyebilirim; dünyaya ait bir taĢ değil. Tebrikler, elinizde tuttuğunuz taĢın ıızaydan geldiğini doğrulamıĢ bulunuyorsunuz." Rachel ĢaĢkın bir halde baĢ ını kaldırdı. "Dr. Marlinson, bu bir göktaĢ ı zaten uzaydan gelmesi gerekiyor. Burda benim anlamadığ ım bir Ģey mi var?" Corky ile Tolland birbirlerine bilmiĢ bilmiĢ baktılar. Elini Rachel'ın omuz una koyan Tolland, "Arkasını çevir," diye fısıldadı. Rachel diğer tarafı görebileceği Ģekilde diskin arkas ını çevirdi. Ney e baktığını anlaması bir saniyesini
almıĢtı. Ardından gerçek Rachel'a kamyon gibi çarptı. Ġmkâns ız, diye yutkunurken taĢa baktı ve kendi bildiği imkansız kelimesinin manas ının sonsuza dek değiĢtiğini fark etti. Dünyadaki denginde sıradan sayllabilecek ama göktaĢ ında bulunması akla hayale gelmeyecek bir Ģey taĢın içinde gömülüydü. "Bu..." Rachel kelimeyi telaffuz etmekte güçlük çekerek kekeliyordu. Bu... bir böcek! Bu göktaĢında bir böcek fosili var!" 103 Hem Tolland'ın, hem de Corky'nin yüzüne neĢe gelmiĢti. Corky, "Bravo," dedi. Rachel'ı kaplayan duygu fırt ınası bir süre nutkunun tutulmas ına neden oldu. Ama ĢaĢkınlığı yaĢark en bile bu fosilin, sorulara hiç mahal bırakmaksızın bir zamanlar yaĢayan biyolojik bir organizma olduğunu anlayabiliyordu. TaĢa dönüĢmüĢ iz yaklaĢık sekiz santim uzunluğundaydı v bir çeĢit büyük kanatlı ya da sürüngen böceğin alt kısmına benziyordu: Korııyucu bir dıĢ tabakanın alt ında, armadillo zırhlarındaki gibi parçalara ayrılmıĢa benzey en, yedi çift eklembacak toplanmıĢtı. Rachel sersemlediğini hissetti. "Uzaydan gelen bir böcek..." Corky, "O bir eĢbacaklı," dedi. "Böceklerin üç çift bacağı olur, yedi değil." Rachel, onu duymam ıĢtı bile. Önündeki fosili incelerken baĢ ı dönüyordu. Corky, "Sırt kabuğunun, dünyadaki tespih böceklerinin zırh kabukları gibi parçalı olduğunu açıkça görebilirsiniz, ama kuyruk benz eri iki uzantıs ı yüzünden daha çok bite benziyor." Rachel'ın zihni Corky'nin söylediklerini dikkate almıyordu. Türlerin sınıflandırılmasının konuyla ilgisi yoktu. ġimdi bulmacanın parçaları yerine oturmaya baĢlamıĢtı... BaĢkan'ın gizlilik telaĢı, NASA'nın heyecanı... GöktaĢının içinde bir fosil var! Bir bakteri ya da mikrop değil, geliĢmiĢ bir hayat biçimi! E vrende baĢka bir yerde yaĢam olduğunun kanıt ı! 23 CNN'deki tart ıĢma baĢlayalı on dakika olmuĢtu ve senatör Sexton neden hiç endiĢelenmediğini daha iyi anlıyordu. Marjorie Tench rakip olarak gereğinden fazla büyütülmüĢtü. BaĢdanıĢman amans ız bir zekâya sahip olduğu yönündeki ününe ragmen, zorlu bir rakip olmaktan çık ıp kurbanlık koyun konumuna düĢmeye baĢlamıĢtı. Sohbetin baĢlarında Tench, senatörün geçmiĢ hayatında kadınlara karĢ ı davranıĢlarını ön plana çıkararak üstünlük sağlamıĢtı ama senat ör tam pençesine düĢmek üzereyken Tench düĢ üncesiz bir hat a yapmıĢtı. Vergileri artt ırmadan senat örün eğitim hayatındaki geliĢmelere nasıl fon sağlayacağını sorgularken, Sexton'ın NASA'yı sürekli günah keçisi ilan ettiğini küçümseyici bir tavırla ima etmiĢti. NASA Sexton'ın daima konuĢmanın sonlarına doğru değinmek istediği bir konu olmasına rağmen, Marjorie Tench kapıyı erken açmıĢtı. Salak ! Sexton hiç ara vermeden, "NASA'dan bahsetmiĢken," dedi sıradan bir ifadeyle: "NASA'nın kısa süre önce yaĢadığı baĢka bir baĢarısızlık yüzünden zor zamanlar geçirdiğiyle ilgili duyduğum dedikodular için bir yorum yapabilir misiniz?" Marjorie Tench kılını bile kıpırdatmadı. "Üzgünüm ama ben böyle Nir dedikodu duymadım." "Yani, yorum yok mu?" "Korkarım yok." Sexton, onu gözüyle adeta yedi. Medy a dünyasında "yorum yok" demek "sanık suçludur" manasına geliyordu. Sexton, "Anlıyorum," dedi. "Peki ya BaĢkan'la NASA müdürü arasında gizli ve acil bir toplant ı yapıldığı söylentileri?" Tench bu sefer ĢaĢırmıĢ görünüyordu. "Hangi toplantıdan bahsettiğinizi anlayamadım. BaĢkan'ın pek çok toplant ısı olur." "Elbette olur." Sexton, ona doğrudan saldırmay a karar vermiĢti. "Bayan Tench, siz uzay dairesini destekliyorsunuz, öyle değil mi?" Sexton'ın anlams ız tartıĢmalarından us anmıĢ gibi bir ses çıkaran Tench içini çekti. "Amerika'nın teknolojik üstünlüğünü korumanın önemine inanıyorum; bu ister askeri, is ter istihbarat, isterse telekomünikasyon alanında olsun. NASA kesinlikle bu viryonun bir parçasıdır. E vet." Sexton yapım odasında Gabrielle'ın ona geri çekilmesini söyleyen gözlerini görebiliyordu ama kan kokusu almaya baĢlamıĢtı. "Merak ediyorum efendim, BaĢkan bu hasta kurumu sizin tesirinizle mi hiç durmadan destekliyor acaba'?" 107 Tench baĢını iki yana salladı. "Hayır. BaĢkan'ın kendisi de NASA'ya kesin bir biçimde inanır. Kendi
kararlarını kendisi verir." Sexton kulaklarına inanamıyordu. Az önce Marjorie Tenc h'e, NASA'ya sağlanan fon konusundaki suçlamaların bir kısmını üstlenerek, BaĢkan'ı temize çıkarmas ı için Ģans tanımıĢtı. Bunu yapmak yerine Tench topu doğrudan BaĢkan'a atmıĢtı. BaĢkan kendi kararlarını kendisi verir. Sanki Tench kendini zor durumdaki bir kampanyadan soyutluyor gibiydi. ġaĢırmamak gerekirdi. Ama ortalık yatıĢtıktan sonra Marjorie Tench kendine iĢ aramak zorunda kalacaktı. Sonraki birkaç dakika süresinc e Sexton ile Tench s oruları sorularla sıvıĢtırdılar. Tench konuyu değiĢtirmek için birkaç baĢarısız giriĢimde bulunurken, Sexton, onu NASA bütçesi konusunda s ıkıĢtırmaya devam etti. Tench, "Senatör," diye çıkıĢtı. "NASA bütçesini kısmak istiyorsunuz ama ileri teknolojide çalıĢan kaç kiĢinin iĢini kaybedeceğini biliyor mus unuz?" Sexton neredeyse kadına kahk ahalarla gülecekti. Washington'da kabul edilen en zeki beyin hu kadına mı ait? Tench'in ülke nüfusbilimi hakkında mutlaka bir Ģeyler öğrenmesi gerekiyordu. Ġleri teknolojide çalıĢanlar, çalıĢkan iĢçilerin sayısıyla muk ayese edil diğinde önemsiz kalırdı. Sexton saldırıya geçti. "Biz burda milyarlar kurtarmaktan bahsediyoruz Marjorie, eğer bunun sonucunda bir avuç NASA bilim adamı BMW'lerine atlay ıp baĢka bir yerde iĢ bulmak zorunda kalacaklarsa kalsınlar. Ben harcama konusunda sık ı davranmaya ant içtim." Marjorie Tench, sanki bu son yumruktan sers emlemiĢ gibi sustu. CNN sunucusu araya girdi. "Bayan Tench? Bir tepki verecek misiniz?" Kadın sonunda boğazını temizleyip konuĢtu. "Sanırım Bay Sexton'un kendisini NASA karĢıt ı ilan etmeye bu kadar hevesli olduğunu gördüğüme ĢaĢırdım." Sexton gözlerini kıstı. Ġyi denemeydi bayan. "Ben NASA karĢıt ı değlim ve suçlamaya içerledim. Ben sadece NASA bütçesinin, BaĢkan'ınızın aĢırıya kaçmıĢ harcamaları onayladığını belli ettiğini söylüyorum. NASA uzay mekiğini beĢ milyara yapabileceğini söylemiĢti; on iki milyara mal oldu. Uzay istasyonunu sekiz milyara inĢa edebileceklerini söylediler; Ģimdmi yüz milyar oldu." Tench, "Amerikal ılar liderdir," diye karĢ ılık verdi. "Çünkü bizler yüksek hedefler beller, zor zamanlarda bu hedeflere bağlı kalırız." "Bu milli gurur nutku bana iĢlemiyor Marge. NASA geçen iki yıl içinde kendisine ayrılan miktarı üç kez aĢtı ve kuyruğunu bacaklarının aras ına kıstırarak, hatalarını düzeltmek için BaĢkan'dan para dilendi. milli gurur bu mu? Milli gururdan bahsetmek istiyorsan; okullardan bahsedelim. Genel sağlık koĢullarından bahsedelim. Fırsatlar ülkesinde büyüyen akıllı çocuklardan bahs edelim. Milli gurur budur!" Tench sinirle parladı. "Size açık bir soru sorabilir nıiyim senatör?" Sexton cevap vermedi. Sadece bekledi. Kadının bilerek seçilmiĢ kelimeleri beklenmedik bir yiğitlikle ağz ından dökülüverdi. "Senat ör eğer size, NASA mevcut harcamaları yapmadan uzay ı keĢfedemeyeceğimizi söylersem, uzay dairesini toptan kaldırmaya mı çalıĢ ırsınız?" Soru, Sexton'ın kucağına düĢen bir kaya etkisi yaratmıĢtı. Belki de Tench o kadar aptal değildi. Sexton'ı "kaçamak cevaplarla" zayıf noktasından yakalamıĢtı. Kaçamak cevaplar veren rakibi hangi tarafta olduğunu açıklamaya ve bir daha değiĢtirmemek üzere tek bir tarafı tutmay a zorlayan, ustalıkla hazırlanmıĢ bir evet/hayır sorusuy du. Sexton içgüdüsel olarak yan çizmeye çalıĢtı. "Ben eminim ki, uygun bir yönetimle NASA, uzayı bugünkünden çok daha az maliyetle..." "Senator Sexton, soruya cevap verin. Uzay ı keĢfetmek tehlikeli ve maliyetli bir iĢtir. Yolcu uçağı yapmaya benzer. Bu iĢi ya doğru düzgün yaparız ya da hiç yapmay ız. Çok fazla riski vardır. Sorum hâlâ geçerli: Eğer siz BaĢkan olursanız ve NASA harcamalarını mevcut seviyede tutmakla AB D uzay program ını tamamıyla kaldırmak arasında karar verme aĢamas ına gelirseniz, hangisini tercih edersiniz?" 108 Kahretsin. Sexton baĢını kaldırıp camın ardındaki Gabrielle'a baktı. Yüzündeki ifade Sexton'ın zaten bildiği bir Ģeyi haykırıyordu. Sen ant içtin. Açık ol. BoĢ laf konuĢma. Sexton çenesini yukarı kaldırdı. "Evet. Eğer bu kararla karĢı karĢ ıya kalırsam, NASA'nın mevc ut bütçesini doğrudan eğitim sistemimize aktarırdım. Çocuklarımız benim için uzaydan önce gelir." Marjorie Tench'in yüzünde tam bir Ģok ifadesi vardı. "Afalladım biraz. Doğru mu duy dum? B aĢkan olarak, bu ülkenin uzay programını kaldırmaya mı teĢebbüs edeceksiniz?" Sexton öfkeden patlamak üzereydi. Artık Tench kelimeleri onun ağz ına t ıkmaya baĢlamıĢtı. KarĢ ı çıkmaya çalıĢtı ama Tench zaten konuĢuyordu. "Yani diyorsunuz ki senatör, insanı aya götüren kurumla iĢinizi bitireceksiniz." "Ben uzay yarıĢ ının sona erdiğini söylüyorum! Zaman değiĢti. Artık Amerikalıların günlük yaĢamlarında
NASA'nın kritik bir rolü yok, ama buna rağmen varmıĢ gibi fon sağlamaya devam ediyoruz." "Demek ki geleceğimizin uzayda olduğuna inanmıyorsunuz?" "Elbette gelecek uzayda, ama NASA bir dinaz or! Bırakın uzayı özel sektör keĢ fetsin. Washington'lı bir mühendisin Jüpit er'in milyar dolarlık resmini çekmek istediği her sefer, Amerikalı vergi mükellefleri cüzdanlarını çıkarmak zorunda kalmamalı. Amerikalılar art ık dev maliyetler karĢılığında çok az Ģey geri veren, modas ı geçmiĢ bir kuruma fon sağlamak için çocuklarının gelec eğini feda etmekt en bık ıp usandı!" Tench dramatik bir Ģekilde içini çekti. "KarĢılığında çok az Ģey mi? SETI Programı Dünya DıĢı Zekâ AraĢtırması(The Searc h for Extraterrestrial Intelligence ) dıĢında, NASA dev karĢılıklar verdi." Sexton, SETI bahsinin Tench'in ağz ından kaçtığına inanamıyordu. Büyük gaf. Hatırlattığın için teĢekkürler. NASA'nın girdiği en derin para çukuruydu. NASA bazı hedeflerini değiĢtirmiĢ ve projeyi "Kökler(origins) ile yeniden isimlendirip estetik ameliyat yapmay a çalıĢmıĢ olsa da, bu kumarda hâlâ kaybediyordu. AçılıĢı yapan Sexton, "Marjorie," dedi. "Sadece lafı sen açtığın için SE TĠ'den bahsedeceğim." Tench'in bunu duymaya neredeyse hevesli oldu ğunu görmek tuhaftı. Sexton boğazını temizledi. "Pek çok kiĢinin, NASA'nın otuz beĢ yıldırE T'yi aradığından haberi yok. Bu pahalı bir hazine avı; uydu çanağı orduları, dev telsizler, karanlıkta oturup boĢ kasetleri dinley en bilim adamlarına ödenen milyonluk maaĢlar. Ut andırıc ı bir kaynak sarfiyat ı." "Siz yukarda bir Ģey olmadığını mı söylüyorsunuz?" "Eğer baĢka bir hükümetin bir kurumu otuz beĢ yılda kırk beĢ milyon dolar harcayıp da, tek bir sonuç elde edemezse onu çoktan sepetlerlerdi diyorum." Sexton ifadesinin iyice anlaĢılması için biraz durdu. "Otuz beĢ yılın ardından sanırım artık dünya dıĢı bir yaĢam bulm ayacağımız aĢikâr." "Peki ya yanılıyorsak?" Sexton gözlerini devirdi. "Ah, Tanrı aĢkına, Bayan Tench, eğer yanılıyorsam kellemi keserim." Marjorie Tench kuĢkucu gözlerini Senatör Sexton'a dikti. "Bu söylediğinizi unutmayacağım senatör." Ilk defa gülüyordu. "Sanırım hepimiz öyle:" On kilometre mesafedeki Oval Ofis 'te BaĢkan Zach Herney televizyonu kapatıp kendine bir içki doldurdu. Senatör Sexton, tıpk ı Marjorie Tench'in vaat ettiği gibi yemi yutmuĢtu... hem de hepsini. 109 24 Rachel Sexton elindeki fosilleĢmiĢ göktaĢına ağzı hayretten açık biçimde sessizce bakarken, Michael Tolland bir tür sevince kapıldığını hissetti. Kadının yüzündeki duru güzellik yerini masum bir ĢaĢkınlık ifadesine bırakmıĢtı. Hayat ında ilk kez Noel Baba'y ı gören küçük bir k ızın ifadesi . Neler hissettiğini çok iyi anlıyorum, diye düĢündü. Tolland k ırk sekiz saat önce aynı Ģekilde dumura uğramıĢtı. Hayretten küçük dilini yutmuĢtu. GöktaĢının bilimsel ve felsefi anlamları Ģimdi bile onu ĢaĢırt ıyor, doğa hakkında Ģimdiye dek inandığı her Ģeyi yeniden düĢünmeye zorluyordu. Tolland'ın oĢinografik keĢifleri pek çok bilinmeyen derin deniz türlerini kapsıyordu ama bu "uzay böceği" bambaĢka bir çığır açmıĢtı. Hollywood'un dünya dıĢı yaratıkları küçük yeĢil adamlar gibi gösterme eğilimine rağmen, astrobiyologlar ve bilim tutkunlarının tümü, yeryüzünde böc eklerin say ısı ve intibak kabiliyetleri göz önüne alınırsa, dünya dıĢında sadece böcek benzeri yaĢam türleri bulunabileceği konusunda hemfikirdiler. Böcekler eklembacaklılar filum(zoolojide grup) üyesiydiler; sert dıĢ gövdeye ve eklemli bacaklara sahip yaratıklar. Bilinen 1. 25 milyon ve sınıflandırılması gereken beĢ yüz bin türü olduğu tahmin edilen dünya "böcekleri", diğer tüm hay van türlerinin bileĢiminden daha fazlaydı. Gezegende yaĢayan türlerin yüzde 95'ini ve biyokütlenin yüzde 40'ını oluĢturuy orlardı. Fakat büceklerin bolluğu, elastikiyetleri kadar etkileyici değildi. Antarktika'daki kar piresinden Ölüm Vadisi'ndeki akrebe kadar böcekler ölümcül ıs ı farklılıklarında, çorak Ģartlarda ve hatta basınç altında bile rahat bir yaĢanı sürdürüyorlardı. Ayrıca evrende bilinen en ülümcül etkiye maruz kalmıĢlardı... radyasyon. 1945't ekı bir nükleer denemenin ardından, hava kuwetleri yetkilileri radyasyondan koruy an tulumlarını kuĢanarak bölgeyi incelemiĢler ve sanki hiçbir Ģey olmamıĢ gibi etrafta gezinen karafatmalarla karıncalar görmüĢlerdi. Astronomlar bir eklembacaklının, koruyucu dıĢ kabuğu sayesinde, baĢka hiçbir Ģeyin yaĢayamayacağı miktarda radyasyon bulunan gezegenlere mükemmel uyum sağlayabileceklerini fark etmiĢlerdi. Tolland, galiba astrobiyologlar haklıydı, diye düĢündü. ET bir böcek. Rachel'ın bacakları tutmamaya baĢlamıĢtı. "Ben, buna... inanamıy orum." derken elindeki fosili döndürüp duruyordu. "Hiç düĢünmezdim ki." Tolland sırıtarak, "Sindirmek için kendine biraz zaman tanı," dedi. Bacaklarımı yeniden hissetmek yirmi dört saatimi aldı." Onların yanına doğru yürüyen alıĢ ılmamıĢ derecede uzun boylu Asyalı adam, "Bakıyorum da aranıza yeni biri katılmıĢ," dedi.
Corky ile Tolland, adamın geliĢiyle adeta ezilmiĢlerdi. O büy ülü an bozulmuĢtu. Adam kendini tanıtarak, "Dr. Wailee Ming," dedi. "UCLA paleontoloji baĢkanı." Diz hizasındaki devetüy ü paltosunun altına giydiği ortamla uyumsuz papyonunu sürekli çekiĢtiren adam, Rönesans aristokrasisinin kendini beğenmiĢ tavrını taĢıy ordu. Belli ki Wailee Ming, resmi görünüĢünü bozacak en ufak bir kusura taviz vermeyen biriydi. "Ben Rachel Sexton." Ming'in pürüzsüz avucunu sıkark en, Rac hel'ın eli titriyordu. Ming belli ki, BaĢkan'ın iĢe aldığı sivillerden biriydi. Paleontolog, "Bayan Sexton," dedi. "Bu fosil hakkında bilmek istediklerinizi size anlatmaktan mutluluk duyacağım." Corky, "Ve bilmek istemediğiniz pek çoklarını," diye sızlandı. Ming parmağını papyonuna götürdü. "Paleontolojik uzmanlığım nesli tükenmiĢ eklembacaklılar ve ilkel örümcek türleri üzerine. Bu organizmanın en etkileyici özelliği hiç Ģüphesiz..." Corky, "BaĢka bir gezegenden olmas ı," diyerek sözünü kesti. Ming kaĢlarını çatıp boğazını temizledi. "Bu organizmanın en etkileyici özelliği, Darwin Kuramı yeryüzü taksonomi ve sınıflandırma sistemine mükemmel uyması." 111 Rachel baĢını kaldırıp baktı. Bu Ģeyi sınıflandırabiliyorlar mı? "Yani familya, filum, türler gibi Ģeylerden bahsediyorsunuz değil mi?" Ming, "Kesinlikle," dedi. "Bu tür eğer yeryüzünde bulunmuĢ olsaydı Is opoda grubuna göre sınıflandırılır ve yaklaĢık iki bin bit türüyle aynı s ınıfa girerdi." "Bit mi?" dedi. "Ama bu çok büyük." "Taksonomi boyutlarla ölçülmez. E vcil kedilerle kaplanlar birbiriyle akrabadır. Sınıflandırma fizyolojiyle ilgilidir. Bu açıkça bir bit türü Yassı vücuduyla yedi çift bacağı var, ayrıc a üreme kesesi tespih böcekleri, top böcekleri ve deniz zararl ılarıyla ay nı. Diğer fosillerde daha fazla özellik görmek..." "Diğer fosiller mi?" Ming, Corky ile Tolland'a bir göz attı. "Bilmiyor mu?" Tolland baĢ ını iki yana salladı. Birden Ming'in yüzü neĢeyle parladı. "Bayan Sexton, iyi kısmı henüz duymadınız." Ming'in estireceği rüzgârı ondan çalmaya çalıĢ an Corky, "BaĢka fosiller de var," diye araya girdi. "Bir sürü." Hızla geniĢ kahverengi bir zarfı karıĢtıran Corky, katlanmıĢ büyük bir kâğıt çıkardı. Rachel'ın önünd masanın üstüne açtı. "Birkaç nüve çıkardıktan sonra, aĢağıya X-ıĢını kamera sarkıttık. Bu, kesitin grafiksel açılımı." Rachel masanın üstündeki X-ıĢını ç ıktısına baktı ve o anda oturma ihtiyacı hissetti. GöktaĢının üç boyutlu kesiti, bu böceklerden düzinelercesiyle doluydu. Ming, "Paleolitik kanıtlar genellikle yoğun kons antrasyonlarda bulunur," dedi. "Çoğunlukla çamur kayarak organizmaları toplu halde yakalar ve tüm yuvayı ya da topluluğu örter." Corky sırıttı. "GöktaĢındaki koleksiyonun bir yüvay ı temsil ettiğini düĢünüyoruz." Çıktıdaki böceklerden birini iĢaret etti. We bir de anne var." Bahsedilen örneğe bakan Rachel'ın ağzı bir karıĢ açık kaldı. Böcek yaklaĢık altmıĢ santim uzunluğundaydı. Corky, "Ġri bir kız değil mi?" dedi. Rachel afallamıĢ bir halde baĢını sallarken, uzak bir gezegende dolaĢan ekmek somunu büyüklüğündeki bitleri hayal etti. Ming, "Yeryüzündeki böcekler yerçekimine maruz kaldıkları için nispeten küçük kalıyorlar. DıĢ kabuklarının katlanabileceğinden daha fazla hüyüyemiyorlar. Ama yerçekiminin daha az olduğu bir gezegendedekiler daha büyük boyutlara ulaĢabilirler," dedi. Örneği Rachel'ın elinden alıp cebine atan Corky, "Akbaba büyüklüğünde sivrisinekleri ezdiğinizi hayal edin," dedi. Ming kaĢlarını çattı. "Umarım onu çalmıyorsundur!" Corky, "Sakin ol!" dedi. "Bunun geldi ği yerde sekiz ton daha var." Rachel'ın analitik zekâsı önünde duran veriler arasında mekik dokuyordu. "Ama uzaydaki hayat nasıl bu kadar dünyadakinin benzeri olur? Yani bu böceğin Darwin Kuramı sınıflandırmaya uyduğunu söylemiĢtiniz değil mi?" Corky, "Mükemmel biçimde," dedi. "Ayrıca, ister inanın, ister inanmayın pek çok astronom dünya dıĢındaki hayatın yeryüzündekine çok benzer olacağını ileri sürmüĢtü." Rachel, "Ama neden?" diye sordu. "Bu türler bambaĢka bir çevreden geliyor." "Panspermia."(Kozmik hipot ez) Corky'nin yüzünde geniĢ bir tebessüm vardı.
"Anlayamadım?" "Panspermia, yaĢamın buraya baĢka bir gezegenden gelerek yeĢerdiği teorisidir." Rachel ayağa kalktı. "Fazlası beni aĢar." Corky, Tolland'a döndü. "Mike, ilksel denizlerden sen iyi anlarsın." Tolland konuĢma sırasının kendine geçmesine memnun olmuĢa benziyordu. "Bir zamanlar dünyada yaĢam yoktu Rachel. Sonra birden hatta a deta bir gecede yaĢam patlak verdi. Pek çok biyolog yaĢamın ilksel denizlerdeki elementlerin ideal bir karıĢ ımının sonucunda baĢladığını düĢ ünür. 113 Ama bunu laboratuvar ortamında asla canlandıramadık, bu yüzden din âlimleri bu baĢarıs ızlığı Tanrı'nın varlığının ispatı olarak kabul ettiler Yani Tanrı ilksel denizlere dokunmadan ve onlara yaĢam aĢ ılamadan, hayat var olamazdı." Corky, "Ama biz astronomlar," dedi. "Dünyada birdenbire patlak veren hayat için baĢka bir açıklama bulduk." Artık neden bahsettiklerini anlayan Rachel, "Panspermia," dedi. Panspermia teorisini daha önce duymuĢtu ama ismini bilmiyordu. "Bir göktaĢının ilksel çorbaya düĢüp düny aya mikrobik hayatın ilk tohumlarını getirdiği teorisi." Corky, "Tam isabet," dedi. "Ve burdan süzülerek, hayata geçtiler." Rachel, "O zaman bu doğruysa, yeryüzünün alt ındaki eski hayat formlarıyla dünya dıĢ ı hayat formları birbiriyle benzer olacaktır," dedi. "Çifte tam isabet." Ġçeriğini tam manasıyla kavramakta hâlâ güçlük çeken Rachel, panspermia, diye düĢündü. "Yani bu fosil evrenin baĢka bir yerinde hayat olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, panspermia'y ı da kanıtlamıĢ oluyor, dünyadaki yaĢamın tohumlarının evrenin baĢka bir yerinden geldiğini." "Üçüncü tam isabet." Corky coĢkulu bir edayla baĢ ını salladı. "Teknik açıdan hepimiz dünya dıĢı yaratıklar olabiliriz." Parmaklarını baĢ ının üstüne götürerek anten gibi tuttu, gözlerini ĢaĢı yaptı ve dilini bir tür böcek gibi salladı. Tolland acıklı bir tebessümle Rachel'a baktı. We bu adam da bizin: evrimimizin tepe nokt ası." 25 Rachel Sexton bir yanında Michael Tolland'la habikürede yürürken, etrafında hayal gibi bir sis bulutunun döndüğünü hissediyordu. Corky ve Ming tam arkalarından takip ediyorlardı. Dikkatle ona bakan Tolland, "Sen iyi misin?" diye sordu. Rachel, ona Ģöyle bir bakıp belli belirsiz tebessüm etti. "TeĢekkürler. sadece.. bu kadarı çok fazla." NASA'nın 1997'deki utanç verici keĢfini hatırladı: ALH84001. NASA bunun, bakteriyel hayat a ait fosil izleri içeren Mars'tan gelen bir göktaĢı olduğunu iddia etmiĢti. Ne yazık ki NASA'nın zaferini ilan ettiği bas ın toplant ısından sadec e birkaç hafta sonra sivil bilim adamları, taĢtaki "hayat iĢaretlerinin" yeryüzüyle temastan kaynaklanan kerojenden baĢka birĢey olmadığının kanıtlarıyla ortaya çıktı. Bu gafın ardından NASA'nın güvenilirliği büyük bir sekteye uğradı. New York Times kurumun kısaltmas ıyla alay ederek yeni bir açılım getirmiĢti: NASA-NA DĠREN AS IL SONUÇLA R ALINIR. Aynı baskıda paleobiyolog Stephen Jay Gould ALH84001 ile ilgili sorunları kısaca toparlayarak, kesin bir kemik ya da kabuk gibi "katı" olmak yerine kimyasal ve dolaylı olduğuna dikkati çekmiĢti. Ama Ģimdi Rachel, NASA'nın çürütülemez bir kanıt bulduğunu fark etmiĢti. Hiçbir Ģüpheci bilim adamı ileri çıkıp da, bu fosilleri sorgulayamazdı. NASA art ık sözde mikroskobik bakterilerin bulanık, büyütülmüĢ fotoğraflarının pazarlamas ını yapmıyordu; çıplak gözle görülebilen biyoorganizmaların bulunduğu göktaĢı örneklerini ortaya koyuyordu. Otuz santimlik bitler! Rachel çocukluğunda, David Bowie'nin "Mars'tan gelen örümceklerle ilgili bir Ģarkısının hayranı olduğunu hatırlayınca kendini gülmekten alamadı. ErdiĢi Ġngiliz pop starın, astrobiyolojinin en önemli anlarından birini önceden tahmin ettiği, herhalde çok az kimsenin aklına gelirdi. ġark ının dizeleri Rac hel'ın aklından geçerken, Corky arkadan aceleyle koĢturup yanına geldi. "Mike belgeseliyle havasını daha atmadı mı?" Rachel, "Hayır ama duymak isterim," diye cevap verdi. Corky, Tolland'ın sırt ına bir Ģaplak indirdi. "Hadi bakalım oğlum. tarihindeki en önemli anı BaĢkan'ın neden Ģnorkelli bir TV yıldız ına emanet ettiğini anlat ona." 115 Tolland homurdandı. "Corky biraz müsaade eder misin?" Ġkisinin arasına giren Corky, "Ġyi, o zaman ben anlatırım," dedi. "Bayan Sexton, BaĢkan'ın bu akĢam
göktaĢıyla ilgili bir basin konferansı vereceğini herhalde biliyorsunuzdur. Düny anın yarısı k ıt zekâlılardan oluĢtuğundan, BaĢkan, Mike'ın sahneye çık ıp her Ģeyi anlayacakları Ģekilde aç ıklamas ını istedi." Tolland, "TeĢ ekkürler Corky," dedi. "Çok güzeldi." Rachel'a bakt ı "Corky aslında Ģunu söylemeye çalıĢıy or. Bahsi geçen birçok bilimsel veri olduğundan B aĢkan, göktaĢı hakkında kısa bir görsel belgeselin, çoğu astrofizik dalında derec e sahibi olmayan Amerikalıya bilgiyi daha iyi anlamaları için yardımcı olacağını düĢündü." Corky, Rachel'a, "BaĢkan'ımız ın sık ı bir Amazing Seas hay ranı olduğunu öğrendiğimi söylemiĢ miydim?" dedi. Alaycı bir nefretle baĢ ını iki yana salladı. "Zach Herney -özgür dünyanın lideri - zor bir günün ardından deĢarj olabilmek için sekreterine Mike'ın programını kaydettiriyor." Tolland omuzlarını silkti. "Ne diyebilirim, adam zevk sahibi." Rachel Ģimdi BaĢkan'ın ne kadar ustaca bir plan yapt ığını daha iyi anlıyordu. Siyaset bir medya oyunuydu ve Rachel, ekranda görünecek Michael Tolland'ın basin konferansı na getireceği coĢkuyla, bilimsel güvenirliği Ģimdiden hayal edebiliyordu. Zach Herney, küçük NASA baĢarıs ını onaylattırmak için en mükemmel adamı iĢe almıĢtı. Ülkenin en tepedeki televizyoncu bilim Ģahsiyetiyle, pek çok saygıdeğer sivil bilim adamı aç ıklama yapınca, Ģüpheciler BaĢkan'ın verilerine meydan okumakta zorlanacaklardı. Corky, "Mike belges eli için biz sivillerden ve NASA'daki en iyi uzmanlardan kanıt topladığı video çekimlerini yapt ı bile. Listesinde bir sonraki kiĢi olduğunuza dair Ulusal Madalyam üstüne bahse girerim," dedi. Rachel dönüp ona baktı. "Ben mi? Siz neden bahsediy orsunuz? Benim bir ehliyetim yok. Ben bilgi irtibatı sağlıyorum o kadar." "O halde BaĢkan, sizi neden buraya gönderdi?" "Henüz banâ söylemedi." Corky'nin dudaklarında neĢeli bir tebessüm belirdi. "Siz verilerin ayıklanıp derlenmesiyle ilgilenen bir Beyaz Saray bilgi irtibat ısınız, değil mi?" "Evet, ama bilimsel alanda değil." "Ayrıca NASA'yı uzayda paraları boĢuna harcamakla suçlayan kampanyayı baĢlatan adamın kızısınız, doğru mu?" Rachel ardından ne geleceğini kestirebiliyordu. Ming, "Ġtiraf etmeniz gerekir ki Bayan Sexton," diye söze karıĢt ı. "Sizin vereceğiniz onay, bu belgesele farklı bir güvenirlik boyutu kazandıracaktır. BaĢkan, sizi buraya gönderdiyse, bir Ģekilde rol almanız ı istiyor demektir". Rachel bir kez daha William Pickering'in, onu kullanacaklar ı konusundaki endiĢelerini hat ırladı. Tolland saatine baktı. Habikürenin orta yerini iĢaret ederek; "Yerimizi alsak iyi olacak," dedi. "Yakındır." Rachel, "Ne yakındır?" diye sordu. "Çıkarma zamanı. NASA göktaĢını yüzeye çıkaracak. Her an yukarı çık arabilirler." Rachel iyice sersemlemiĢti. "Siz gerçekten sekiz tonluk taĢı katı buzun altmıĢ metre alt ından mı çıkaracaksınız?" Corky oldukça neĢeli görünüyordu. "Böyle bir keĢfi NASA'nın buz un altında bırak acağını düĢünmüyordunuz, öyle değil mi?" "Hayır, ama..." Rachel habikürenin içinde herhangi bir büyük ölçekli kazı aletinin izine rastlamamıĢtı. "NASA göktaĢını nas ıl çıkarmayı planlıyor ki?" Corky'nin göğsü kabardı. "Sorun değil. Füze uzmanlarıyla dolu bir odadasınız." Rachel'a bakan Ming, "Saçmalama," diyerek Corky'yi küçümsedi. "Dr. Marlinson baĢkasının yaptığı iĢle böbürleniyor. IĢin gerçeği, göktaĢını olduğu yerden çıkarmak konusunda burdaki herkes çuvalladı. Tutarlı bir çözüm öneren Dr. Mangor oldu." 117 "Ben Dr. Mangor'la tanıĢmadım." Tolland, "New Hampshire Üniversitesi'nden bir buzul uzman ı," dedi. "BaĢkan'ın iĢe aldığı dördüncü ve son sivil bilim adamı. Ve Ming bu koonuda haklıydı, iĢi çözen Mangor oldu." Rachel, "Tam am," dedi. "Peki bu adam ne önerdi?" Ming rahatsız olmuĢ gibi bir ses tonuyla, "Kadın," diye düzeltti. "Dr ' Mangor bir kadın." Corky, "TartıĢ ılır," diye sızlandı. Rachel'a baktı. Ve bu arada, Dr. Mangor sizden nefret edecek." Tolland, Corky'ye öfk eli bir bakıĢ fırlattı. "Ama öyle!" diye kendini savundu Corky. "Rekabetten nefret edecek." Rachel hiçbir Ģey anlamıyordu. "Affedersiniz? Rekabet mi?"
Tolland, "Sen ona bakma," dedi. "Ne yazık ki Corky'nin tam bir ahmak olduğu gerçeği Ulusal Bilim Komitesi'nin gözünden kaçmıĢ. Dr. Mangor ile iyi anlaĢ ırsınız. Kendisi bir profesyoneldir. Dünyadaki en önemli buzul uzmanlarından biri sayılıyor. Buzul hareketlerini incelemek için birkaç yıl Antarktika'da yaĢadı." Corky, "Tuhaf," dedi. "Ben UNH kampusunda biraz huzur ve sükunet için bağıĢ toplayıp onu oraya gönderdiklerini duymuĢtum." Söylenenleri üstüne alındığı anlaĢılan Ming, "Dr. Mangor orda nerdeyse ölüyordu, bunun farkında mısınız acaba?" diye çıkıĢtı. "Bir fırt ınada kayboldu ve bulunana kadar beĢ hafta boyunc a ayıbalığı yağıyla yaĢadı." Corky, Rachel'a, "Benim duyduğum kadarıyla kimse aramamıĢ," diye fısıldadı. 26 Limuzinle CNN stüdyosundan Sexton'ın ofîsine kadar olan yol Gabrielle Ashe'e çok uzun geldi. Camdan dıĢarı bakark en tart ıĢmayı düĢündüğü anlaĢılan senatör, karĢ ısında oturuyordu. Gülümseyerek ona dönen Sexton, "Tench'i akĢamüstü yayınlanan bir televizyon programına gönderdiler," dedi. "Beyaz Saray panikte." Gabrielle tarafsız bir edayla baĢını salladı. Marjorie Tench arabasına binip giderken, kadının yüzün de halinden hoĢnut bir tatmin ifadesi sezmiĢti. Bu onu endiĢelendiriyordu. Sexton'ın cep telefonu çalınc a, almak için elini cebine daldırdı. Siyasilerin çoğu gibi senatörün de, aray an kiĢilerin önemine göre kendisine ulaĢabilecekleri telefon numaraları arasında bir hiyerarĢi vardı. ġimdi arayan kiĢi listenin en baĢında yer alıyordu; arama Sexton'ın özel hattına yapılmıĢ, Gabrielle'ın bile aramaya cesaret edemediği bir hatta. Arayan kiĢi, isminin melodik yapısını vurgulayarak, "Senatör Sedgewick Sexton," diye ahenkli bir ses çıkardı. Gabrielle limuzinin sesi yüzünden arayanı duyamıyordu, ama Sexton dikkatle dinliyor, heyecanla cevap veriyordu. "Harik a. Aramanıza çok sevindim. Benim için saat on sekiz uygun olabilir. Süper. Burda D. C.'de bir dairem var. Özel. Rahattır. Sizde adres var değil mi? Tamam. Sabırsızlıkla sizle görüĢmeyi bekliyorum. O halde, akĢam görüĢmek üzere." Halinden memnun görünen Sexton, telefonu kapattı. Gabrielle, "Yeni bir Sexton hayranı mı?" diye sordu. "Hızla çoğalıy orlar," dedi. "Bu adam ağır toplardan." "Öyle olmalı. Onunla dairenizde mi buluĢacaksınız?" Sexton genellikle dairesinin kutsal mahremiy etini, saklanacak tek bölgesini koruyan bir aslan gibi savunurdu. Sexton omuzlarını silkti. "Evet. Onunla Ģahsi münasebete girmem gerektiğini düĢündüm. Bu adam yarıĢın son evresinde çıkar sağlayabilir. bu kiĢisel bağlant ıları kurmaya devam etmem gerekiyor, bilirsin. Her Ģey itimat meselesi." Sexton'ın günlük program defterini çıkaran Gabrielle baĢını salladı. "Tak viminize iĢlememi ister misiniz?" "Gerek yok. Zaten bu akĢam evde vakit geçirmek istiyordum." 119 AkĢama ait sayfayı bulan Gabrielle, Sexton'ın kendi elyazısıyla zaten kapatılmıĢ olduğunu gördü. Büyük harflerle "K.G." yazıyordu. Sexton bunu kiĢisel mesele, kritik gece veya kimseyle görüĢme manas ında yazmıĢ olabilirdi; hangisi olduğunu kimse bilemezdi. Senatör zaman zaman kendine bir "K.G." akĢamı düzenleyip dairesinde geçirir, telefonları fiĢten çeker ve yapmaktan en çok keyif aldığı Ģeyin tadını çıkarırdı; eski dostlarıyla konyağını yudumlay ıp o gece için siyaseti unutmuĢ gibi davranmak. Gabrielle ĢaĢkın bir ifadeyle ona baktı. "Demek iĢin daha önc eden planlanmıĢ K.G. zamanını engellemesine izin vereceksiniz? Çok etkilendim." "Bu adam beni vaktim olan bir akĢam yakaladı. Onunla bir süre konuĢac ağım. Bakalım ne diyecek." Gabrielle bu gizemli arayanın kim olduğunu sormak istedi ama Sexton'ın bilhassa aç ık davranmadığı belli oluyordu. Gabrielle burnunu ne zaman iĢin içine sokmamas ı gerektiğini öğrenmiĢti. Çevre yolundan ç ıkıp Sexton'ın ofis binasına yöneldikleri sırada Gabrielle bir kez daha Sexton'ın defterinde K.G. harflerinin yazıldığı saate baktı ve tuhaf biçimde Sexton'ın bu kiĢinin arayac ağını bildiği hissine kapıldı. 27 NASA habiküresinin ortas ındaki buzu, sondaj plat formuyla Eyfel Kulesi'nin tuhaf bir maketinin karıĢımına benzeyen, on metre yüksekliğindeki üç ayaklı bir yapı iskelesi kaplamıĢtı. Devas a göktaĢını ç ıkarmakta nasıl kullanılacağını kestiremeyen Rachel, cihaz ı inceliyordu. Kulenin alt ında pek çok vinç, kalın
cıvat alarla buza sabitlenmiĢ çelik levhalara tutturulmuĢtu. Vinçlere tak ılmıĢ çelik kablolar, kulenin tepesindeki bir dizi makaradan geçiyordu. Buradan dimdik aĢağı inen kablolar, buza açılmıĢ dar deliklere sarkıyordu. Ġri cüsseli NASA adamları sırayla vinçleri sık ıĢtırıyorlardı. Her sık ıĢın ardından kablolar, adamlar denir alıyormuĢ gibi birkaç santim yukarı çekiliyordu. Diğerleriyle birlikte kazı bölgesine yaklaĢırken, bir Ģeyleri iyice anlamadığım kesin, diye düĢündü. Adamlar göktaĢ ını sanki buzun içinden öylece kaldırıyorlardı. Yakınlardan gelen bir kadın sesi, "GERĠLĠMĠ EġĠTLEY ĠN! LA NE T OLS UN!" diye bağırdı. Rachel dönüp baktığında, yağa bulanmıĢ parlak sari kar kıyafetleri içinde ufak tefek bir kadın gördü. Arkası dönüktü ama Rachel buna rağmen o perasyondan onun sorumlu olduğuna hiç Ģüphe duymadı. Klipsli defterine notlar alan kadın, nefret edilen bir eğitim subayı gibi ileri geri yürüyordu. "Bana yorulduk demeyin bayanlar!" Corky, "Hey Norah, zavallı NASA oğlanlarına patronluk yapmaktan vazgeç de gel biraz benimle flört et," diye seslendi. Kadın ark asını bile dönmedi. "Sen misin Marlinson? O cılız sesini her yerde tanırım. Ergenlik çağına eriĢince bir daha gel." Corky, Rachel'a döndü. "Norah cazibesiyle bizi ısıt ıyor." Hâlâ notlar alan Dr. Manger, "Seni duydum, uzay çocuğu," dîy e çıkıĢtı. "Ve eğer popoma bakıyorsan Ģunu bil ki, bu kar pantolonları üstüne on beĢ kilo ekliyor." Corky, "Merak etme," diye seslendi. "Beni çılgına çeviren senin o yünlü mamut popon değil, sevimli kiĢiliğin." "Yeme beni." Corky yeniden güldü. "Harika haberlerim var Norah. Galiba BaĢkan'ın iĢe aldığı tek kadın sen değilsin." "Yapma be. Seni iĢe aldı ya." Tolland lafı devraldı. "Norah? Biriyle tanıĢmak için biraz vaktin var mı?" 121 Tolland'ın sesini duyan Norah hemen yaptığı iĢi bırakıp arkasına döndü. O katı tavrı anında yok olmuĢtu. "Mike!" NeĢeli bir ifadeyle yanına koĢturdu. "Birkaç saattir seni görmüyorum." "Belgeseli düzenliyordum." "Benim bölümüm nasıl?" "Göz alıcı ve çok güzel görünüy orsun." Corky, "Özel efektler kullandı," dedi. Yorumu duymaz dan gelen Norah, kibar fakat mesafeli bir tebessümle Rachel'a döndü. Tek rar dönüp Tolland'a baktı. "Umarım beni aldatmıyorsundur Mike." Tolland'ın sert yüzü onları tanıĢtırırken hafifçe k ızardı. "Norah, seni Rachel Sexton'la tanıĢ tırmak istiyorum. Bayan Sexton haber alma teĢkilatında çalıĢıyor ve BaĢkan'ın isteği üz erine burda bulunuyor. Babas ı senatör Sedgewick Sexton." TanıĢmanın ardından Norah'nın yüzüne ĢaĢkın bir ifade gelmiĢti. "Bunu anlamıĢ gibi bile yapmayacağım." Rachel'a tokalaĢmas ı için gevĢ ek bir el uzat ırken, eldivenini bile çıkarmadı. "Dünyanın tepesine hoĢ geldiniz." Rachel gülümsedi. "TeĢekkürler." Sesinin sertliğine rağmen Norah Mangor'ın Ģirin ve yaramaz bir siması oluĢuna ĢaĢırmıĢtı. Kısa kesilmiĢ kahverengi saçla rının arasında griler vardı. Gözleriyse derin ve keskindi.. iki buz kristali. Kendinden emin duruĢu Rachel'ın hoĢuna gitmiĢti. Tolland, "Norah," dedi. "Ne yaptığını Rachel'a anlatacak birkaç dakikan var mı?" Norah kaĢlarını yay gibi yukarı kaldırdı. "Siz ikiniz birbirinizi ilk adlarınızla çağırmaya baĢladınız demek? Vay vay vay." Corky homurdandı. "Sana söylemiĢtim Mike." Tolland ile diğerleri kendi aralarında konuĢup arkadan gelirlerken, Norah Mangor,,Rachel'a kulenin çevresini gösteriyordu. Norah bir yandan eliyle gösterirken, "Ayakların altındaki buzda aç ılmıĢ delikleri görüyor musun?" diye sordu. Mesafeli ses tonu Ģimdi iĢine duyduğu ĢevkleyumuĢamıĢt ı. buzdaki deliklere göz gezdiren Rachel baĢ ını salladı. Her biri yaklaĢ ık otuz santim çapındaydı ve içine birer çelik kablo sokulmuĢtu. "Bu delikleri, göktaĢından örnekler çıkartıp rönt genini çektiğimiz zaman açmıĢtık. ġimdiyse aynı delikleri, boĢluklara ağır iĢ diĢlilerini yerleĢtirmek ve göktaĢına vidalamak için kullanıyoruz. Ayrıca her bir delikten
otuz metrelik Ģerit kablolar sark ıtıp vida baĢlarını sanayi kancalarına taktık. ġimdide göktaĢını vinçle yukarı kaldırıyoruz. Yüzeye çıkarmaları bu bayanların saatlerini alacak ama çık ıyor iĢte." Rachel, "Ben tam anladığıma emin değilim," dedi. "GöktaĢı binlerc e ton buzun altında. Onu nasıl kaldırıyorsunuz?" Norah, yapı iskelesinin tepesinden aĢağı üçlü ayakların altındaki buza düĢen kırmızı ıĢık huzmesinin çıktığı yeri iĢaret etti. Rachel bunu daha önce görmüĢtü ama bir çeĢit optik gösterge olduğunu düĢünmüĢtü; nesnenin gömülü olduğu yeri iĢaret eden bir ibre. Norah, "Bu bir galyum arsenid yarı iletken lazer," dedi. ĠĢık huzmesine daha yak ından bakan Rachel, minik bir delik açtığını ve buz un derinliklerinde parladığını gördü. Norah, "Çok sıcak bir ıĢın," dedi. "GöktaĢını kaldırırken ısıt ıyoruz." Rachel, kadının planının basitliğini kavradığında oldukça etkilenmiĢti. Norah lazer ıĢ ınını aĢağı vererek, göktaĢına çarpıncaya dek buzu eritmiĢti. Lazer ıĢ ınıyla erimeyecek kadar yoğun olan göktaĢı, lazerin ısısını emip ısınıyor ve etrafındaki buzu eritiyordu. NASA çalıĢanları göktaĢ ını yukarı çektiklerinde ısınmıĢ taĢ, yukarı doğru yapılan basınçla birleĢtiğinde et rafındaki buzları eritiyor ve yüzeye çıkmak için kendine yol açıyordu. GöktaĢının üstünde biriken erimiĢ su is e taĢın kenarlarından süzülerek aĢağıdaki boĢluğu dolduruy ordu. DonmuĢ tereyağını kesen sıcak bir bıç ak gibi. 123 Norah vinçlerin üstündeki NASA çalıĢanlarını gösterdi. "Jenerat örler bu yükü kaldıramaz, o yüzden insan gücü kullanıyorum." IĢçilerden biri, "Yalan!" diye lafa karıĢtı. "Ġnsan gücü kullanıyor, çünkü terlediğimizi görmek hoĢuna gidiyor!" Norah, "Sakin ol" diye çıkıĢtı. "Ġki gündür soğuk aldık diye iĢten kaytarıyorsunuz kızlar. ġimdi çekin bakalım." IĢçiler güldü. "Peki bu iĢaretler ne iĢe yarıyor?" Rachel, kulenin etrafına geliĢi güzel yerleĢtirilmiĢ gibi duran, otoyollardakilere benzeyen turuncu konileri gösterdi. Rac hel benzer konileri kubbenin farklı köĢelerinde de görmüĢtü. Norah, "Çok önemli bir buzul bilimi aleti," dedi. "Onlara BBBK diyoruz. `Buraya basarsan bileğini kırars ın'ın kısaltılmıĢı." IĢaretlerden birini kaldırınca, buzulun derinliklerindeki dipsiz bir kuyuya inen daire Ģeklindeki delik meydana çıktı. "Basmamak lazım." IĢareti yerine koydu. "Yapısal sürekliliği incelemek için buzulu n her yerinde delikler açtık. arkeolojide olduğu gibi, bir nes nenin kaç yıldır gömülü olduğu, yüzeyin ne kadar altında yattığından anlaĢılır. Ne kadar aĢağıdaysa, o kadar uzun zamandır orda demektir. Bu yüzden buzun alt ında bir nesne bulunduğunda, üstünde ne kadar buz biriktiğine bakarak, nesnenin oraya geliĢ tarihini belirleyebiliriz. Yapt ığımız tarihlendirmenin doğruluğundan emin olmak için, buz katmanının farklı yerlerini inceleyerek, bölgenin depremle yarılmayla, heyelanla ve diğer etkenlerle bozulmamıĢ tek bir tabaka halinde bulunduğunu teyit ederiz." "Peki bu buzul nas ıl görünüyor?" Norah, "Pürüzsüz," dedi. "Tek parça halinde, mükemmel bir taĢ Hiçbir kusurlu çizgi ya da buzul kaybı yok. Bu göktaĢı 'sabit düĢüĢ' dediğimiz türden. 1716'da yeryüzüne indiğinden beri hiç el değmemiĢ ve bozulmamıĢ." Rachel duyduklarını biraz geç anlamıĢt ı. "Tam olarak hangi yıl düĢtüğünü biliyor musunuz ?" Norah soruya ĢaĢırmıĢ gibiydi. "Elbette. Beni bu yüzden çağırdılar. Buzu okurum." Yakınlarda duran silindir Ģeklindeki buz tüplerini gösterdi. Saydam telefon direklerine benziyorlardı ve parlak turuncu renkte etiketle iĢaretlenmiĢlerdi. "Bu buz nüveleri donmuĢ jeolojik kayıtlar." Rachel'i tüplerin yanına götürdü. "Yakından bakarsan buzdaki katmanları görebilirsin." Rachel eğildi. Gerçekten de tüpün parlaklık ve berraklık açıs ından ince farklılıklar gösteren sayıs ız buz katmanlarından oluĢtuğunu görebiliyordu. Katmanlar kâğıt inceliğinden yarım santim kalınlığa kadar çeĢitlilik gösteriyordu. Norah, "Her kıĢ buzullara aĢırı miktarda kar yağar;" dedi. "Ve her bahar bir çözülme olur. Bu yüzden her mevsim yeni bir sıkıĢık katman görürüz. En üstten -yani en son kıĢtan- baĢlayarak aĢağı doğru sayarız." "Ağaçtaki halkaları saymak gibi." "O kadar basit değil Bayan Sexton. Unutmayın ki biz, onlarca metre uzunluğundaki katmanları ölç üyoruz. Değerlendirme yapmak için iklim bilimsel iĢaretleri okumamız gerekir: yağıĢ miktarı, havadaki kirlilik ve benzer Ģeyler." Tolland ile diğerleri Ģimdi onlara katılmıĢlardı. Tolland, Rachel'a gülümsedi. "Buz hakkında çok Ģey biliyor,
öyle değil mi?" Rachel tuhaf bir biçimde onu gördüğüne sevinmiĢti. "Evet, harika biri." Tolland, "Ve son olarak, Dr. Mangor'ın verdiği 1716 tarihi kesinlikle doğru," dedi. "Biz buraya gelmeden önc e NASA çarpıĢma için aynı yılı tespit etti. Dr. Mangor kendi nüvelerini çıkarttı, kendi incelemelerini yaptı ve NASA'nın yapt ığı iĢi onayladı." Rachel etkilenmiĢti. Norah, We ne tesadüftür ki," dedi. "Eski kâĢifler 1716 yılında Kuzey Kanada semalarında parlak bir ateĢ topu gördüklerini iddia etmiĢlerdi. göktaĢına keĢif liderinin anısına Jungersol Meteoru adı verildi." 125 Corky, "Yani, nüve tarihiyle tarihi kayıtların birbiriyle örtüĢmesi, Jungersol'ın 1716'da gördüğünü belirttiği aynı göktaĢının bir parçasına baktığımızı kanıtlamıĢ oluyor," diye ekledi. NASA iĢçilerinden biri, "Dr. Mangor!" diye seslendi. "Ön kanca görünmeye baĢladı." Norah, " Tur sona erdi millet," dedi. "ġimdi gerçeklik zamanı." Katlanan bir sandalye alıp üstüne çıktı ve var gücüyle bağırdı. "Herkesin dikkatine, beĢ dakika içinde yüzeye çıkıy or!" Kubbenin her bir yanındaki bilim adamları, yemek ziline tepki veren Pavlov köpekleri gibi yaptıkları iĢi bıraktılar ve kazı alanına koĢturdular. Norah Mangor ellerini kalçalarına koyup hâkimiyet alanına göz geezdirdi. "Pekâlâ, Titanik'i çıkartalım bakalım." 28 Çoğalan kalabalığın içinde ilerleyen Norah, "Kenara çekilin!" diye haykırdı. ĠĢçiler dağıldılar. Kontrolü ele alan Norah, kabloların hizalarıyla gerginliklerini inceleyerek havas ını attı. NASA çalıĢanlarından biri, "Kaldırın!" diye bağırdı. Adamlar vinçleri sık ılaĢtırınca, kablolar delikten bir metre daha yükseldi. Kablolar yukarı doğru hareket ederken Rachel, kalabalığın bekleyiĢ içinde yavaĢ yavaĢ öne doğru ilerlediğini hissediyordu. Yanında duran Corky ile Tolland Noel çocuklarına benziyorlardı. Buzdaki deliğin arka tarafında beliren NASA müdürünün iri cüssesi, çıkarılıĢ anını seyretmek için yerini aldı. NASA çalıĢanlarından biri, "Makaralar!" diye bağırdı. "Öndekiler görünmeye baĢladı." Deliklerden yükselen gri çelik kablolar yerini sarı zincirlere bırakmıĢtı. "Ikı metre daha kaldı! Sallamay ın!" Yapı iskelesinin etrafındaki grup seansta ilahi bir hayalini görünmesini bekleyen izleyiciler gibi sessizliğe gömülmüĢlerdi. Herkes ilk gören olmak için kıvranıyordu. Ardından Rachel onu gördü. Incelen buz katmanının altından göktaĢının dumanlı formu belirmeye baĢlamıĢtı. Dikdörtgen ve karanlık Ģekil, ilk baĢta bulanıktı ama buzları iterek yukarı çıktıkça belirginleĢiyordu. Bir teknisyen, "Daha sık ı!" diye bağırdı. Adamlar vinçleri sıkınca, yapı iskelesi gıcırdadı. "Bir buçuk metre kaldı! Gerilimi eĢit tutun!" Rachel artık taĢın üstündeki buzun, doğum yapmak üzere olan gebe bir hay van gibi yukarı doğru esnediğini görebiliyordu. Tümseğin tepesinde lazerin girdiği noktanın et rafında, buzda ufak bir daire eriyerek açılmay a ve delik giderek büy ümeye baĢlamıĢtı. Birisi, "Rahim geniĢledi!" diye bağırdı. "Dokuz yüz santimetre!" Huzursuz bir kahkaha sessizliği bozdu. "Tamam, lazeri kapatın!" Birisi bir düğmeye bastı ve ıĢın kayboldu. Ve sonra olay vuk u buldu. Dev k aya parçası, paleolitik bir tanrının öfkeli geliĢi gibi yüzeyi dumanlar içinde kırdı. Ġri bir Ģekil buharların aras ında buz dan çıkt ı. Vinçleri idare eden adamlar, taĢ tamamen buzdan kurtulup kaynayan su kuyusunun üstünde, kızgın bir halde sular damlatana dek as ılmaya devam ettiler. Rachel büyülendi ğini hissediyordu. Kablolarda sallanırk en sular damlatan göktaĢının floresan ıĢığında parlayan girintili yüzeyi, taĢlanmıĢ kuru erik gibi buruĢuk ve kararmıĢtı. TaĢınn bi r ucu yuvarlak ve düzdü. Bu kısmın atmos ferde yol alırken parçalanıp kopt uğu anlaĢ ılıy ordu. 127 KavrulmuĢ füzyon kabuğa bakan Rachel, göktaĢının dünyaya doğru alev topu halinde hızla düĢtüğünü hayal edebiliyordu. Ama bu yüzyıllar önce olmuĢtu. ġimdi ise y akalanan yaratık kablolardan sarkıyor ve vücudundan sular damlıyordu. A v sona ermiĢti. Bu olayın asıl dramatik yanı Rachel'a o anda dank etti. Önünde sallanan nes ne baĢka bir dünyadan geliyordu, milyonlarca kilometre uzaktan. Ve içinde de insanın evrende y alnız olmadığının kanıtı vardı. Bu anın coĢkusu sanki herk esi aynı anda yakalamıĢçasına, kalabalık bir anda ıslık çalıp alkıĢlamaya
baĢladı. Müdür bile kendini kaptırmıĢ gibiydi. ÇalıĢan erkek ve kadınların sırt ına vurarak onları kutluyordu. Rachel onlara bakarken, birden NASA için sevindi. GeçmiĢte Ģansları iyi gitmemiĢti. Sonunda bir Ģeyler değiĢmeye baĢlamıĢtı. Bu anı hak ediyorlardı. Buzdaki derin delik artık habikürenin içindeki küçük bir yüzme havuzunu andırıyordu. AltmıĢ metre derinliğindeki havuz un erimiĢ suda oluĢan yüzeyi, kuyunun buzlu duvarlarına bir süre çarptıktan sonra duruldu. Kuyunun su çizgisi buzul yüzeyinin yaklaĢık bir metre altındaydı. Bu aykırılığa göktaĢının eksilen kütlesiyle, buzun erirken azalma niteliği sebep oluyordu. Norah Mangor derhal deliğin et rafına BBBK iĢaretlerini dizdi. Delik açıkça görülebildiği halde, fazla yakına giden meraklı biri kaza eseri içine düĢtüğünde sonuçları ölümcül olabilirdi. Kuyunun duvarları kat ı buzdan otuĢuyordu, basacak yer yoktu ve yardım almaksızın dıĢ arı tırmanmak imkânsızdı. Lawrence Ekstrom buzun üstünde onlara doğru yürüdü. Hemen Norah Mangor'ın yanına gidip s ıkıca tokalaĢtı. "Ġyi iĢ baĢardınız Dr. Mangor." Norah, "Yazılı övgü bekliyorum," diye cevap verdi. "Alacaksınız." Müdür Ģimdi Rac hel'a dönmüĢtü. Daha neĢeli, daha rahatlamıĢ görünüyordu. "Söyler misiniz Bayan Sexton, profesyonel Ģüpheci ikna oldu mu?" Rachel gülümsemekten kendini alamadı. "Afailadı demek daha doğru olur" "Güzel. O halde beni takip edin." Rachel, müdürü habikürenin karĢı tara fında, sanayi tipi konteyneri andıran büyük metal bir karavanın yanına kadar izledi. Karavanın üstüne askeri kamuflaj desenleri boyanmıĢ ve GTH harfleri basılmıĢtı. Ekstrom, "BaĢkan'ı burdan arayacaksınız," dedi. Rachel, Güvenli TaĢ ınabilir HaberleĢme, diye düĢündü. Rachel barıĢ zamanında NASA'nın kullanabileceğini hiç tahmin etmemiĢ olsa da, bu taĢ ınabilir haberleĢme araçları standart savaĢ alanı tertibatıy dı. Ama Müdür Ekstrom'un geçmiĢi Pentagon'a dayanıyordu, bu yüzden bu türden oyuncaklar edinmesi olasıydı. GTH'nin baĢında dikilen iki silahlı nöbetçinin sert yüzü Rachel'da, dıĢ dünyayla temas kurmanın sadece Müdür Ekstrom'un izniyle mümkün olabileceği hissini uyandırıyordu. GörünüĢ e bakılırsa kapsama alanı dıĢındaki sadece ben değilim. Ekstrom karavanın dıĢındaki nöbetçilerden biriyle konuĢtuktan sonra Rachel'a döndü. "Ġyi Ģanslar," dedi. Ve sonra gitti. Nöbetçilerden biri karavan kapısına vurunca, kapı içeriden aç ıldı. Içeriden ç ıkan bir teknisyen, Rachel'a girmesini iĢaret etti. Rachel, onu takip etti. GTH'nin içi karanl ık ve havasızdı. Rachel tek bir bilgisayar ekranının mavimt ırak ıĢ ığında telefon tertibatının, telsizin ve uydu haberleĢme cihazlarının yerini görebildi. Kapalı yer korkus una kapılmıĢ gibiydi. Ġçeride kıĢ aylarında bodrumlarda hissedilen cinsten rutubetli bir hava hâkimdi. "Lütfen buraya ot urun Bayan Sexton." Teknisyen tekerlikli bir san dalye getirerek, Rachel'ı düz ekranlı monitörün karĢısına oturttu. Önüne bir mikrofon yerleĢtirerek, baĢına büyük AKG kulaklıklarından taktı. Günlük Ģifre deft erine baktıktan sonra teknisyen, yanında duran bir cihaz ın tuĢlarına basarak uzun bir Ģifre girdi. 130 Rachel'ın önündeki ekrandı zaman ölçer belirdi. 00.60 SA NĠYE Zaman ölçer geri sayıma baĢlay ınca teknisyen hoĢnut bir edayla baĢ ını salladı. "Bağlantıya bir dakika:" Arkasını dönüp çikarken, kapıyı arkasından çarparak kapattı. Rachel sürgünün dıĢarıdan kilitlendiğini duydu. Harik a. AltmıĢ saniyelik saatin geri sayımını seyredip karanlıkta beklerken sabahtan beri i lk kez kendi baĢına kalabildiğini fark etti. Güne baĢlark en uyandığında kendisini nelerin beklediğine dair en ufak fik ri yoktu. Düny a dıĢ ı yaĢam. Bugün artık, tüm zamanların en popüler efsanesi, efsane olmaktan çıkmıĢtı. Rachel bu göktaĢının, babas ının kampany ası için ne kadar yık ıcı olacağını henüz fark etmeye baĢlıyordu. NASA'ya ayrılan fonun kürtaj haklarıyla, refahla ve toplum sağlığıyla hiç alakası olmamasına rağmen babası bir alaka kurmuĢtu. ġimdi ise elinde patlayacaktı. Birkaç saat içinde Amerikal ılar bir kez daha NASA zaferinin coĢkusuna kapılacaklardı. Gözü yaĢlı hayalperestler belirecekti. Bilim adamlarının ağzı açık kalacaktı. Çocukların hayal dünyası özgürlüğe kavuĢacaktı. Bu olağanüstü an, dolar sarfiyatı mevzusunu gölgeleyecek ve önemsiz kılacaktı. BaĢkan emsalsiz bir kahramana dönüĢüp yükselirken, bu kutlamaların arasında ticarete yatkın senatör, maceraperest Amerikan ruhuna aykırı, dar görüĢlü bir pinti gibi görünecekti.
Bilgisayardan uyarı sesi gelince Rachel baĢını kaldırdı. 00.05 SA NĠYE Önündeki ekran birden titreĢti ve bulanık bir Beyaz Saray amblemi belirdi. Kısa süre sonra bu resim yerini BaĢkan Herney'nin simasına bıraktı. Gözlerinde muzip bir ıĢıltıyla "Merhaba Rachel," dedi. "Ilginç bir akĢamüstü geçirdiğine eminim." 29 Senatör Sedgewick Sexton'ın ofisi, Kongre Binası'nın kuzeydoğusundaki C Caddesi'nde yer alan Philip A. Hart Senato Ofis Binası'ndaydı. Bina eleĢtirmenlerin ofis binasından çok hapishaneye benzettiği, beyaz dörtgenlerden oluĢan neomodern bir kafes görünümündeydi. Gabrielle Ashe üçüncü katta, bilgisayarının önünde uzun bacaklarıyla ileri geri volta at ıyordu. Ekranda yeni bir e -posta mesajı vardı. Bundan ne mana çıkartmas ı gerektiğini kestiremiyordu. Ilk iki satırda Ģöyle yazıyordu: SEDGEWICK CNN'DE ÇOK E TKILEYICĠY DI. SANA BAġKA HABERLERIM VAR. Gabrielle son birkaç haftadır benzer mesajlar alıyordu. Gönderici adresi " whitehouse.gov" bölgesinden geliyormuĢ gibi görünse de sahteydi. Gizemli muhbirin Beyaz Saray'dan olduğu anlaĢ ılıyordu ve bu kiĢi her kimse son zamanlarda NASA müdürüyle BaĢkan arasındaki gizli saklı toplantının haberi de dahil olmak üzere, Gabrielle'a siyasetle ilgili her türlü bilgiyi sağlayan bir kaynak haline gelmiĢti. Gabrielle ilk baĢlarda e-postalara karĢ ı kuĢkucu yaklaĢmıĢtı ama daha sonradan verilen ipuçlarını kontrol ettiğinde, bilginin sürekli doğru ç ıkması onu ĢaĢırtmıĢtı. NASA 'nın aĢ ırı harcamaları hakkındaki bilgiler, planlanan ağır maliyetli görevler, NASA 'nın dünya dıĢı yaĢam aray ıĢının sonuç getirmediğine ve fazla bütçe ayrıldığına dair veriler, hatta NASA'nın oy verenleri BaĢkan'dan uzaklaĢtırdığına dikkat çeken dahili fikir anketleri. Senatörün gözündeki değerini kaybetmemek için Gabrielle, ona Bey az Saray'dan e-posta yoluyla yardım aldığını söylememiĢti. Bilgiyi ona "kaynaklarından birinden" geliyormuĢ gibi aktarmıĢtı. 131 Sexton ise her zaman takdir etmiĢ ve kaynağının kim olduğunu sormamıĢtı. Gabrielle senatörün, cinsel tavizler verdiğini düĢündüğüne emindi. Ve ne yaz ık ki senatörü zırnık kadar rahatsız etm iyordu. Adım atmay ı bırakan Gabrielle bir kere daha gelen mesaja baktı. E-postaların içerdiği mana açıktı: Beyaz Saray'dan birisi, bu seçimleri senatör Sexton'ın kazanmas ını istiyor ve NASA 'ya saldırması için ona yardim ediyordu. Ama kim? Ve neden? Gabrielle, batan gemiden kaçan bir fare, diye düĢündü. Bir Beyaz Saray çalıĢanının, BaĢkan'ın makamını kaybetmek üzere olduğunu görerek iĢini sağlama bağlamak ya da görev değiĢiminin ardından baĢka bir pozisyonda çalıĢmak için galip geleceğini gördüğü adaya iyilik yapması Washingt on'da alıĢ ılmadık bir Ģey değildi. GörünüĢ e bakılırsa Sexton'ın zaferinin kokusunu alan biri, önceden yat ırım yapmaya baĢlamıĢtı. Gabrielle'ın ekranındaki mesaj sinirini bozuyordu B ugüne dek aldıklarına benzemiyordu. ilk iki satır onu fazla rahatsız etmemiĢti. Ama son iki satırda yazanlar rahats ız ediyordu: DOĞU RA NDEVU KAPIS I, 16.30 YALNIZ GEL. Bilgi kaynağı daha önce hiç buluĢmay ı teklif etmemiĢti. Bununla birlikte Gabrielle yüz yüze görüĢmek için gözlerden uzak bir yeri daha uygun buluyordu. Doğu Randevu Kapıs ı? Bildiği kadarıyla Washington'd sadece bir tane Doğu Randevu Kapısı vardı. Beyaz Saray'ın önünde mi? Bir tür Ģaka mı bu? Gabrielle e-posta yoluyla cevap veremeyeceğini biliyordu; yazdıkları hep iletilemedi mesajıyla geri dönüyordu. Göndericinin isimsiz bir adresi vardı. Bu da ĢaĢılacak bir Ģey değildi. Sexton'a m ı danıĢsam Ama hemen bu fikirden vazgeçti. Ayrıca bu e-postadan bâhsederse, ona diğer Ģeyleri de anlatmas ı gerekecekti. Muhbirinin Gabrielle'a kendini güvende hissettirmek için gün ıĢ ığında ve kamuya açık bir yerde buluĢmak istediğine karar verdi. Ayrıca bu kiĢi son iki haftadır ona yardım etmekten baĢka bir Ģey yapmamıĢtı. Bu kiĢi her kimse bir dost olduğu ortadaydı. E-postayı son kez okuyan Gabrielle saate baktı. Bir saati kalmıĢtı. 30 GöktaĢı buzun içinden baĢarıyla çıkart ıldığından beri NASA müdürünün huz ursuzluğu azalmıĢtı. Michael Tolland'ın çalıĢtığı bölüme doğru yürürk en kendi kendine, Ģimdi her Ģey yerli yerine oturmaya baĢladı, diye düĢündü. Artık bizi hiçbirĢey durduramaz.
Televizyoncu bilim adam ının arkasına kadar gelen Ekstrom, "Nasıl gidiyor?" diye sordu. BaĢını bilgisayarından kaldıran Tolland, yorgun fakat heyecanlı görünüyordu. "Montaj kısmı nerdeyse bitti. Sizinkilerin çektiği filmlerden baz ılarını yüklüyorum. Bitmesi yakındır." "Güzel." BaĢkan, Ekstrom'dan, Tolland'ın belgeselini mümkün olan en kısa sürede Beyaz Saray'a göndermesini istemiĢti. BaĢkan'ın bu projede Michael Tolland'ı kullanma isteğine Ģüpheyle bakmıĢ olsa da, belgeselin bir kısmını görmek Ekstrom'un fıkrini değiĢtirmiĢti. Televizyon yıldızının güçlü konuĢma becerisi, sivil bilim adamlarıyla yapılan röport ajlarla birleĢince on beĢ dakikalık heyecan verici ve anlaĢılır bir belgesele dönüĢmüĢtü. Tolland NASA'nın baĢ aramadığını kolayca elde et miĢti; bilimsel bir keĢfi, ukalalık taslamadan ortalama bir Amerikalının anlayacağı seviyede açıklamayı Ekstrom, "Montajı bitirince basına ayrılan bölüme getir. Dijital kopyay ı birisi Beyaz Saray'a aktarır," dedi. "Peki efendim." Tolland iĢine geri döndü. 133 Ekstrom yürümeye devam etti. Kuzey duvar ına geldiğinde habikürenin "basına ayrılan bölümü" nün düzgün biçimde kurulmuĢ olduğunu görmek onu yüreklendirdi. Buzun üstüne büyük mavi bir halı serilmiĢti. Halının ortasına, üstünde mikrofonların yer aldığı, ö nünde NASA amblemli örtü sarkan uzun bir sempozyum masas ı yerleĢtirilmiĢti ve arka fonda dev bir Amerikan bayrağı asılıydı. Tiyat ro sahnesini tamamlamak üzere göktaĢı sempozyum masasının hemen önündeki bir kızağın üstüne taĢ ınmıĢtı. Ekstrom bu bölümde bir kutlama havası estiğini gördüğüne memnundu. ÇalıĢanların çoğu göktaĢının çevresine toplanmıĢlar, ateĢin etrafındaki kampçılar gibi ellerini sıcak nesneye uzatıyorlardı. Ekstrom vaktin geldi ğine karar verdi: Basına ayrılan bölgenin arkasındaki mukawa kutul arın yanına gitti. Kutuları o sabah Grönland'dan getirtmiĢti. Hoplayıp zıplayan çalıĢ anlara kutu bira dağıtırken, "Ġçkiler benden!" diye bağırdı. Birisi, "Hey patron!" diye seslendi. "TeĢekkürler! Hem de soğukmuĢ bunlar!" Ekstrom gülümsedi. "Buzda beklettim." Herk es güldü. Yüzünü buruĢturarak elindeki biraya bakan bir baĢkası, "Durun birdakika!" diye bağırdı. "Bunlar Kanada malı! Vatanseverliğiniz nerde kaldı sizin?" "ArkadaĢlar burda bütçemiz kısıtlı. En ucuz bunları bulabildim." Daha büy ük bir kahkaha koptu. NASA televizyon ekibinden biri megafona, "Sayın müĢterilerin dikkatine" diye anons yaptı. "Medya ıĢıklandırmasına geçmek üzereyiz. Geçici körlük yaĢayabilirsiniz." Birisi, "Ve karanlıkta öpüĢmek yok," diye bağırdı. "Bu bir aile programı!" Ekstrom, ekibi projektör ıĢıkları ve aydınlatmadaki son ayarlamaları yaparken, duyduğu esprilere keyifle gülüyordu. "Medya ıĢ ıklandırmas ına geçmeye beĢ, dört, üç, iki..." Halojen ıĢıkları sönünce kubbenin içi aniden karardı. Birkaç saniye içinde tüm ıĢıklar sönmüĢtü. K ubbey e kör bir karanlık hâkimdi. Birisi Ģakayla çığlık attı. Bir baĢkası gülerek, "Kim kıçıma çimdik attı?" diye bağırdı. Sadece kısa bir an süren karanlığı, medya ıĢ ıklarının güçlü parlaklığı deldi. herkes gözlerini kısmıĢtı. DönüĢüm artık tamamlanmıĢtı; NASA habiküresinin kuzey çeyrek dairesi bir televizyon stüdyosu haline gelmiĢti. Kubbenin geri kalan kısmı, geni4 bir samanlığı andırıyordu. Geri kalan kısımlardaki tek ıĢık, kavisli tavandan yansıy arak boĢ çalıĢma alanlarında uzun gölgeler meydana getiren medya ıĢıklarının zayıf uzantılarıydı. Takımının göktaĢı etrafında toplandığını görmekten mutluluk duy an Ekstrom karanlığa geçti. Kendini, yılbaĢ ında ağacın etrafında eğlenen çocuklarını seyreden bir baba gibi hissediy ordu. Önünde nasıl bir felaketin uzandığını hiç bilmeyen Ekstrom, bunu ne kadar çok hak ettiklerini bir tek Tanrı bilir, diye düĢünüyordu. 31 Hava değiĢiyordu. YaklaĢan mücadelenin ac ıklı habercisi katabatik rüzgâr, uğuldayarak esti ve Delta Gücü'nün sığınağına Ģiddetle çarptı. Fırtına kapl amalarını germeyi bitiren Delta-Bir, içerideki iki ortağının yanına gitti. Bunu daha önce yaĢamıĢlardı. Yakında geçecekti. Delta-Ġki mikrobottan gelen canlı video görüntülerini seyrediyordu. "ġuna baksan iyi olur," dedi.
135 Delta-Bir yanına geldi. Kubbe, kuzey tarafındaki parlak aydınlık hariç karanlığa gömülmüĢtü. Habikürenin geri kalanının sadece ana hatları görünüyordu. "Bir Ģey değil," dedi. "Bu akĢam için televizyon ıĢıklandırmalarını test ediyorlar." "Sorun ıĢıklandırma değil." Delta-Ġki buzun ortas ındaki karanlık lekeyi iĢaret etti; göktaĢının çıkart ıldığı su dolu deliği. "Sorun bu." Delta-Bir deliğe baktı. Etrafında hâlâ iĢaretler vardı ve suyun yüzeyi sakin görünüy ordu. "Ben bir Ģey göremiyorum." "Bir daha bak." Kumanda kolunu hareket ettirerek, mikrobotu deliğin üstüne doğru yönlendirdi. Delta-Bir erimiĢ su havuzuna yak ından bakınca, ĢaĢkınlıkla geri çekilmesine neden olan bir Ģey gördü. "Bu da ne..." Delta-Üç yanlarına gelip baktı. O da ĢaĢırmıĢtı. "Tanrım. Bu göktaĢ ının çıkartıldığı çukur mu? Su böyle mi yapar?" Dielta-Bir, "Hayır," dedi. "Kesinlikle yapmaz." 32 Rachel Sexton Washington D. C.'den dört bin beĢ yüz kilometre uzakta büyük metal bir konteyner içinde oturduğu halde, kendini Beyaz Saray 'a çağrılmıĢ gibi baskı altında hissediyordu. Onündeki video telefonun ekranında Beyaz Saray'daki iletiĢim odasında baĢkanlık ambleminin önünde oturan BaĢkan Zach Herney 'nin berrak görüntüsü vardı: Dijital ses bağlant ısı kusursuzdu ve o saniyelik gecikmeler de olmasa, adamın yan odada oturduğu düĢünülebilir di. NeĢeli ve samimi bir görüĢme yapıyorlardı. BaĢkan, NASA keĢfi ve sözcü olarak büyüleyici Michael Tolland'ı kullanma tercihi hakkında Rachel'ın olumlu düĢüncelerine memnun olmuĢ gibiydi. BaĢkan iyimser ve espritüel bir havadaydı. Sesi biraz daha ciddileĢ en Herney, "Mükemmel bir dünyada bu keĢfin tam anlamıyla bilimsel kabul edileceği konusunda hemfikir olduğuna eminim" dedi. Durup öne eğildi ve yüzü tüm ekranı doldurdu. "Ne yazık ki mükemmel bir dünyada yaĢamıyoruz ve ilan ettiğim anda NASA'nın zaferi bi r siyaset maçına dönüĢecek." "Inandırıcı kanıt ı ve açıklamasını yapmak için seçtiğiniz kiĢiyi düĢününce halkın ya da muhalefetin bu keĢfi, doğruluğu ispatlanmıĢ bir gerçek olarak kabul etmekten baĢka bir Ģey yapabilec eğini sanmıyorum." Herney neredeyse üzgün bir ifadeyle güldü. "Siyasetteki muhalifle rim gördüklerine inanacaklardır Rachel. Ama beni as ıl kaygılandıran, gördüklerinden hoĢlanmayacak olmaları." Rachel, babasının adını zikretmemek için BaĢkan'ın büyük bir özen gösterdiğini fark etmiĢti. Sadece "muhalefetten" ve "siyasi muhaliflerden" bahsediyordu. "Peki siz muhaliflerinizin siyasi sebeplerden ötürü bunun bir aldatmaca olduğunu haykırac aklarını mı düĢünüyorsunuz?" "Oyunun kural ı bu. Tek yapmaları gereken, bu buluĢun NASA ile Beyaz Saray aras ında uy durulmuĢ siyasi bir aldatmaca olduğunu söyleyerek kuĢku uyandırmak. Bunun ardından kendimi sorgulamaların ortasında bulacağım. Gazeteler NASA'nın dünya dıĢında yaĢam kanıtları bulduğunu unutacak ve medya kendini aldatmac anın delillerini toplamaya adayacak Ama bu buluĢa atılan iftira hem bilim, hem Beyaz Saray ve samimi olmak gerekirse hem de ülke için kötü olacak." "Siz de bu yüzden elinizde tam bir kanıt ve sivil bilim adamlarınıntasdiki olmadan duyuru yapmayı ertelediniz." "Bu bilgiyi Ģüpheye hiç yorum bırakmayacak Ģekilde sunmay ı amaçlıyorum. Bu buluĢun lay ık olduğu lekesiz itibarı kazanmasını istiyorum. NASA bunu hak ediyor." Rachel'ın içgüdüleri kıpırdanmaya baĢlamıĢtı. Benden ne istiyor? "Siz bana yardım etmek için eĢsiz bir konumdasınız," diye devam etti. "Analiz uzmanlığındaki tecrübeleriniz ve rakibimle olan bağlarınız, bu buluĢ konusunda size muazzam bir güvenirlik sağlıyor." 137 Rachel'ın gözü açılıyordu. Beni kullanmak istiyor... Tıpkı Pickering'in söylediği gibi. Herney, "Bu keĢfı, Beyaz Saray istihbarat irtibatım... ve rakibimin kız ı olarak bizzat desteklemenizi rica ediyorum," dedi. IĢte söylemiĢti. Apaçık ifade etmiĢti. Herney destek vermemi istiyor. Rachel gerç ekten de Zach Herney'nin bu türden siyasi nispetler yapmayacak biri olduğunu düĢünmüĢtü. Rachel'ın kamu önünde destek vermesi, bu göktaĢını babası için kiĢisel bir mesele haline getirecek ve senatör, kız ının güvenirliğini sarsmadan buluĢun güvenirliğine karĢ ı saldırıya geçemeyecekti. Bu, "önce aileler" diyen bir aday ın ölüm fermanı olurd u. Ekrana bakan Rachel,
"Samimi olmak gerekirse efendim," dedi. "Benden böyle bir Ģey istemenize çok ĢaĢırdım." BaĢkan bozulmuĢ gibiydi. "Yardım etmek sizi heyecanlandırır diye düĢünmüĢtüm." "Heyecanlanmak mı? E fendim, babamla yaĢadığım sürtüĢmeleri bir kenara bırakalım, bu isteğiniz beni çok müĢkül bir duruma sokuyor. Kamunun gözleri önünde babamla baĢa baĢ bir mücadeleye girmeden de yeterince sorun yaĢıyorum. Bu adamdan hoĢlanmadığımı her ne kadar itiraf etsem de, o benim babam ve açıkçası kamu önünde beni ona karĢı kullanmak size yakıĢmaz." "Durun biraz!" Herney ellerini havaya kald ırıp salladı. "Kamu önünde olacağını kim söyledi?" Rachel duraksadı. "Saat yirmideki basin konferansında NASA müdürüne eĢlik etmemi istediğinizi sandım." Herney 'nin kahkahas ı hoparlörlerde yank ılandı. "Rachel, benim nasıl biri olduğumu sanıyorsun? Gerçekten de birisinin ulus al televizyonda babasını arkadan bıçaklamasını isteyeceğimi mi düĢündün?" "Ama dediniz ki..." "NASA müdürünün bütün o ilgiyi baĢ düĢmanının kızıyla paylaĢmasını isteyeceğimi mi sandın? Seni küçümsemek istemem ama bu basın konferans ı bilimsel bir sunum olacak. GöktaĢları, fosiller ya da buzul yapılarıyla ilgili bilgin bu olaya daha fazla güvenirlik katar mı bilmiyorum." Rachel kızardığını hissetti. "Ama o zaman... nasıl bir destek vermemi istiyorsunuz?" "Konumuna daha uygun bir Ģey." "Dinliyorum efendim." "Sen benim B eyaz Saray istihbarat ba ğlant ımsın. Milli önem taĢıyan meselelerde çalıĢanlarımı bilgilendirirsin." "ÇalıĢ anların önünde mi destek vermemi istediniz?" YanlıĢ anlaĢma Herney'i hâlâ eğlendiriy or gibiy di. "Evet bunu istiyorum Fteyaz, Saray'ın dıĢ ında karĢılaĢacağım Ģüphecilik, kendi çalıĢanlarımla kıyaslandığında hiç kalır. Burda büyük bir isyanın ortasındayız. Beyaz Saray'ın içindeki güvenirliğim çok sarsıldı. ÇalıĢanlarım NASA'y a ayrılan fonu kesmem için bana yalvardılar. Onlara aldırıĢ etmemem siyasi intihardı." "ġu ana dek." "Kesinlikle: Sabah da konuĢtuğumuz gibi bu buluĢun zamanlaması siyasetin içindeki Ģüphecilerde kuĢku uyandıracak ve hiç kimse benim çalıĢanlarımın Ģu an olduğu kadar Ģüpheci olamaz. Bu yüzden bu bilgiyi ilk duyduklarında..." "ÇalıĢ anlarınıza henüz göktaĢından bahsetmediniz mi?" "Sadece en kıdemli birkaç danıĢmanım biliyor. Bu keĢfi sir olarak saklamak çok önemliydi." Rachel hayrete düĢmüĢtü. Ġsyan çıkmasına ĢaĢmamak lazım. "Ama ben bu sahada çalıĢmıyorum. GöktaĢı pek de istihbaratla ilintili bir rapor "Geleneksel anlamda değil ama her zaman yaptığın iĢin tüm unsurları mevcut; ayıklanması gereken karmaĢık veriler, siyasi yönleri..." "Ben göktaĢı uzmanı değilim efendim. ÇalıĢanlarınıza NASA müdürü aç ıklama yapsa daha iyi olmaz mıydı?" 139 "ġaka mı yapıyorsun? Burdaki herkes ondan nefret ediyor. ÇalıĢ anlarımın gözünde o, beni baĢarıs ız yatırımlara yönelten bir satıcıdan baĢkası değil." Rachel ne demek istediğini anlıyordu. "Peki Corky Marlinson? Astrofızik dalında Ulusal Bilim Madalyası var. Ona benden daha çok inanırlar." "Benim çalıĢanlarım siyasetçi Rachel, bilim adamı değil. Sen Dr. Marlinson'la tanıĢtın. Bence müthiĢ biri ama bey ninin sözel tarafını kullanmay a alıĢkın entelektüellerden oluĢan takımıma bir astrofızikçi açıklama yaparsa, sudan çıkmıĢ balığa dönerler. Benim kolay anlaĢılır birine ihtiyacım var. O kiĢi sensin Rachel. ÇalıĢanlarım senin yaptığın iĢi biliyorlar, ayrıca soyadın dikkate alındığında, çalıĢanlarımın dinley ebileceği tarafsız bir konuĢmacı say ılırsın." Rachel, BaĢkan'ın nazik tavrı karĢıs ında yelkenlerinin suya indiğini hissediyordu. "En azından isteğinizle, rakibinizin kız ı olmamın bir bağlantıs ı olduğunu kabul ediyorsunuz." BaĢkan mahcup bir edayla güldü. "Elbette var. Ama tahmin edebil ceğin gibi, kararın ne olursa olsun çalıĢanlarıma bir Ģekilde bu açıklama yapılacak. Sen bu iĢ için biçilmiĢ kaftansın Rachel. Bu açıklamayı yapmaya en yakıĢan kiĢi sensin ve ay rıca gelecek dönem çalıĢanlarımı Beyaz Saray'dan kovmak isteyen adamın çok yakın bir akrabasısın. Her iki yönden de güvenilirliğin var." "SatıĢ iĢinde olmalıymıĢs ınız." "IĢin doğrusu öyleyim. Baban da öyle. Ve dürüst olmak gerekirse karĢılıkl ı bir anlaĢma yapmak istiyorum." BaĢkan gözlüklerini çıkarıp Rachel'a baktı. Rachel, babas ındaki güçten bir miktar bu adamda da olduğunu hissetti.
"Senden bunu bir iyilik olarak rica ediyorum Rachel, üstelik yaptığın iĢin bir parças ı olduğuna inanıyorum. Yanıt ın nedir? E vet mi hayır mı? ÇalıĢanlarıma bu konuyu açıklayac ak mısın?" Rachel GTH konteynerinde kapana kıs ıldığını hissetti. Emrivaki yapmakta üstüne yok. Video ekranındaki kararlılığı, dört bin beĢ yüz kilometre uzaktan bile kendini hissettiriyordu. Ayrıca hoĢuna gitsin ya da gitmesin, bunun son derece mantıklı bir istek olduğunun da farkındaydı. Rachel, "Ama Ģartlarım var," dedi. Herney kaĢlarını yukarı kaldırdı. "Ne gibi?" "ÇalıĢ anlarınızla özel olarak görüĢeceğim. Gazeteci olmayacak. Özel bir topla ntı olmalı, tüm kamuoyu önünde destek vermeyeceğim." "Söz veriyorum. Toplant ı zaten çok özel bir yerde ayarlandı." Rachel içini çekti. "Peki o halde." BaĢkan'ın keyfı yerine gelmiĢti. "Çok güzel." Rachel saatine baktığında, on altıyı geçtiğini görünce ĢaĢırdı. SersemlemiĢ bir halde, "Bir saniye," dedi. "Saat yirmide canlı yayına çıkacaksınız. Hiç vaktimiz yok. Beni buraya gönderdiğiniz o garip aygıtın içinde bile Beyaz Saray 'a ulaĢmam en az birkaç saat alır. Ayrıca konuĢ acaklarımı haz ırlamam gerek ve..." BaĢkan baĢını iki yana salladı: "Sanırım yeterince iyi açıklayamadım. Bu açıklamayı, Ģu an bulunduğun yerden video konferans aracılığıyla yapac aksın." Rachel, "Ya," derken tereddüt içindeydi. "Saat kaç gibi düĢünüyordunuz acaba?" Herney sırıtarak, "Sahi," dedi. "ġimdiye ne dersin? Burda herkes toplanmıĢ, büyük ve boĢ bir televizyon ekranına bak ıyor. Seni bekliyorlar." Rachel'ın tüm vücudu gerildi. "Efendim, hiç haz ırlıklı değilim. Mümkün olsaydı..." "Onlara gerçeği söyle yeter. Bu ne kadar zor olabilir?" "Ama..," BaĢkan ekrana doğru eğilerek, "Rachel," dedi. "Sen veri toplayıp ileterek para kazanıyorsun. Bu senin iĢin. Orda neler olduğunu anlat yeter." Video ileti cihazındaki bir düğmeye uz andı ama sonra durdu. "Ayrıca, sana iktidar mevkiini ayarladığım için sanırım memnun olacaksın." Rachel, onun ne demek istediğini anlamadı ama sormak için çok geç kalmıĢtı. BaĢkan düğmeyi 141 kaldırdı. Rachel'ın önündeki ekran bir süreliğine karardı. Görüntü yeniden geldiğinde, Rachel hayatında gördüğü en cesaret kırıc ı manzaraya bakıyordu. Beyaz Saray Oval Ofisi tam önünde duruyordu. Tıklım tıkıĢtı. Herkes ayaktaydı. Tüm Bey az Saray çalıĢanları orada gibiydi. Ve hepsi de ona bakıyordu. Rachel kendi görüntüsünün BaĢkan'ın masas ının üstünde göründüğünü fark ett i. Iktidar mevkiinden konuĢacağım. Rachel Ģimdiden terlemeye baĢlamıĢtı. Beyaz Saray çalıĢanlarının yüzünden, Rac hel'ı görmekten en az onun kadar ĢaĢırdıkları anlaĢılıyordu. Çatlak bir ses, "Bayan Sexton?" diye seslendi. Odadaki yüzleri tarayan Rachel, son unda kimin konuĢtuğunu buldu Ön sırada oturmaya haz ırlanan sırık gibi bir kadındı. Marjorie Tench Kadının kalabalığın içinde bile fark edilir bir görüntüs ü vardı. Halinden memnun bir sesle, "Bize katıldığınız için teĢekkür ederim Bayan Sexton," dedi. "BaĢ kan bize verecek haberleriniz olduğunu söyledi." 33 Paleontolog Wailee Ming özel çalıĢma bölümünde tek baĢına ot urmuĢ, karanlığın keyfini çıkart ıyordu. Ġçi, akĢam yaĢanacak olay ın beklentisiyle doluydu. Yakında dünyanın en ünlü paleontoloğu olacağım. Micha el Tolland'ın belgeselde cömert davranarak, Ming'in yorumlarına bolc a yer verm'ıĢ olmasını umuyordu. Ming yaklaĢan Ģöhretin hayalini kurark en, ayaklarının altındaki buzun hafifçe sars ılmas ı, yerinden sıçramas ına sebep oldu. Los Angeles'ta yaĢadığı için geliĢ en deprem sezgileri, yerdeki en ufak sarsınt ılara karĢ ı bile hassasiyetini arttırmıĢtı. Ama Ming o an için bu titreĢimlerin son derece normal olduğunu hat ırlayarak saçmalâdığını düĢündü. Derin bir nefes verirken, içinden sadec e buzullar parcalanıyor, diye geçirdi. Bu duruma hâlâ alıĢamamıĢtı. Birkaç saatte bir, buz ulların bir köĢesinden dev bir buz kütlesi kopup denize düĢerken, gec eleri uzaklardan gümbürtü sesleri geliyordu. Norah Mangor buna güzel bir isim bulmuĢtu: Yeni buzdağlarının doğumu.. Artık ayağa kalkmıĢ olan Ming, kollarını esnetti. Habikürenin diğer tarafına bak ınca, uzaklardaki televizyon ıĢıklarının altında bir kutlama hazırlığı yapıldığını gördü. Ming partilerden pek hoĢlanan bir tip değildi, bu yüzden habikürenin diğer tarafina yöneldi.
BoĢ çalıĢma bölümlerinden oluĢan labirent Ģimdi bir hay alet Ģehri andırıyordu. Kubbede kas vetli bir hava hâkimdi. Içeri giren serin esintiyi hisseden Ming, uzun devetüyü palt osunun düğmelerini ilikledi. Ileride göktaĢının çıkarıldığı deliği görebiliyordu; tüm insanlık tarihin en muhteĢem fosillerinin alındığı noktayı. Dev met al tripod toplanmıĢtı ve et rafı iĢaretlerle çevrili kuyu, geniĢ bir buz garajında dikkat edilmesi gereken derin çukur gibi, ortada tek baĢ ına duruyordu. Ming arada güvenli bir mesafe bıra karak, deliğin etrafında yürüdü ve soğuk su dolu altmıĢ metrelik çukura baktı. Yakında sular yeniden donarak, orada herhangi birinin bulunduğuna dair tüm izleri silecekti. Ming, su havuzunun güzel bir manzara oluĢturduğunu düĢündü. Karanlıkta bile. Özellikle karanlıkta. Ming bu düĢünc enin hemen ardından duraksadı. Sonra anladı. Ters giden bir Ģeyler var. Ming suya biraz daha yakından bakarken, az önceki hoĢ nutluğunun yerini aniden akıl karıĢıklığına bıraktığını hissetti. Gözlerini kırpıĢtırıp bir kez daha b aktı ve bak ıĢlarını hemen kubbenin karĢ ı tarafına yöneltti... elli metre ötede, basına ayrılan bölgede kutlama yapan insanlara. Bulundukları yerden onu karanlıkta göremeyeceklerini biliyordu. 143 Bunu birine söylemeliyim, öyle değil mi? Ming, onlara ne söyleyeceğini düĢünürken suya bir daha bakt ı. Acaba gördüğü görsel bir yanılsama mıydı? Tuhaf bir yansıma olabilir miydi? Emin olamayan Ming, iĢaretlerin önüne geçerek, deliğin kenarında çömeldi. Su seviyesi buz seviy esinin bir metre alt ındaydı. Daha iyi görm ek için biraz daha yaklaĢtı. Evet, kesinlikle tuhaf bir Ģey vardı. Bunu anlamamak imkânsız dı ama kubbedeki ıĢıklar kararana kadar kendini belli etmemiĢti. Ming ayağa kalktı. Birisi mutlaka bunu duymalıydı. Basına ayrılan bölüme doğru hızlı adımlarla yürümeye baĢladı. Sâdece birkaç adım atmıĢtı ki, Ming olduğu yerde donakaldı. Aman Tanrım! Deliğin yanına dönerken gözleri fal taĢı gibi açılmıĢtı. Tam olarak Ģimdi anlamıĢtı. Yüksek sesle, "Ġmkânsız," diye haykırdı. Ama Ming tek açıklamanın bu olduğunu biliyordu. Kendi kendine, iyi düĢün, dedi. Mantıklı bir açıklaması olmalı. Ama Ming düĢündükçe, gördüğünün ne olduğu hakkında daha fazla ikna oluyordu. Baġka açıklamas ı yok! NASA ile Corky Marlinson'ın böylesi ĢaĢırtıcı bir Ģeyi gözden kaçırmıĢ olmalarına inanmıyordu ama Ģikâyeti de yoktu. Bu artık Wailee Ming'in keĢfi! Heyecandan titreyerek yakındaki çalıĢma bölmesine koĢtu ve bir deney tüpü buldu. Tek ihtiyacı olan az miktarda bir su örneğiydi. Kimse buna inanmayacaktı! 34 Önündeki ekranda gördüğü kalabalığa hitap ederken, sesini titretmemeye uğraĢan Rachel, "Beyaz Saray'ın istihbarat muhat abı olarak görevim, dünyada siyasi açıdan hareketli bölgelere seyahat etmek, çalkantılı durumları analiz etmek, BaĢkan'a ve Beyaz Saray çalıĢanlarına rapor yazmak," dedi. Saç diplerinde oluĢan teri silen Rachel, hiç haber vermeden bu açıklamayı baĢına sardığı için, içinden BaĢkan'a küfretti. "Daha önceki seyahatlerimde hiç bu kadar egzotik bir yere gelmemiĢtim " Rachel içinde bulunduğu konteyneri eliyle gösterdi. "Ġster inanın isterr inanmayın, Ģu anda size Kuzey Kutup Dairesi'nde doksan metre kalınlığındaki bir buz kütlesinin üstünden sesleniyorum." Rachel önündeki ekranda gördüğü yüzlerde ĢaĢkın bir bekleyiĢ ifadesi sezinledi. Oval Ofis'e doluĢmalarının bir sebebi olduğunu elbette biliyorlardı ama herhalde hiçbiri bunun Kuz ey Kutbu'ndaki geliĢmelerle ilgisi olacağını tahmin etmemiĢti. Yeniden terler birikmeye baĢlamıĢtı. Söyleyeceklerini toparla Rachel. bu senin iĢin. "Bu akĢam büyük bir onur, gurur ve... hepsinden öte büyük hey ecanla karĢ ınızday ım." BoĢ bakıĢlar. Öfkeyle terini silerken, hay içine edeyim, diye düĢündü. Bunu yapacağıma dair imza atmadım. . Rachel, eğer orada olsaydı annesinin ne diyeceğini çok iyi biliyordu: ġüphen varsa, söyle gitsin! Eski Yankee atasözü annesinin hayat felsefesi haline gelmiĢti, yani nas ıl olursa olsun, gerçeği söyle! Tüm güçlükleri ortadan kaldırır. Derin bir nefes alan Rachel, dik oturarak değruca kameranın içine baktı. "Affedersiniz arkadaĢlar, Kuzey Kutbu'nda nasıl olııp da kıçımdan ter aktığını merak edebilirsiniz... biraz gerginim." KarĢıs ındaki yüzler sanki bir an için sersemlemiĢti. Bazıları tutuk kahkahalar attılar. Rachel, "Buna ek olarak, patronunuz tüm çalıĢanlarının karĢıs ına çıkacağımı bana on saniye önce söyledi. Oval Ofis'e yapacağım ziyaret için böyle çetin bir sınav vereceğim aklıma gelmemiĢti," dedi. Bu kez biraz daha fazla güldüler. Gözlerini ekranın alt köĢesine indirerek, "Ve," dedi. BaĢkan in masasına oturacağımı hiç tahmin
etmemiĢtim... Daha doğrusu tam üstüne. 145 Bunun ardından kahkahalar patladı. Rachel gevĢ emeye baĢladığını hissediyordu. Onlara doğrudan söyle. "Durum ġu." Rachel'ın sesi Ģimdi artık kendi sesi gibi çıkıyordu. Sakin ve anlaĢılır. "BaĢkan Herney'nin geçen hafta medyadan uzak durmasının sebebi kampanyas ına olan ilgisini kaybetmesi değildi, baĢka bir konuyla meĢguldü. Çok daha önemli olduğunu düĢündüğü bir meseleyle." Rachel biraz duraksadı. Dinleyicilerle göz temas ı kuruyordu. "Kuzey Kutbu'nda Milne Buzul Katmanı denilen bir yerde bilimsel bir keĢif g erçekleĢti. BaĢkan bu akĢam saat yirmide yapacağı basin konferansıyla bunu dünyaya duy uracak. Bu buluĢu, son zamanlarda Ģanstan yana yüzü gülmeyen ve artık mola vermeyi hak eden bir grup çalıĢan Amerikalı gerçekleĢtirdi. NASA'dan bahsediyorum. BaĢkanı'nızın her türlü Ģartta NASA'nın yanında durmas ıyla gurur duyabilirsiniz. Gösterdiği sadakat, görünüĢe bak ılırsa Ģimdi bir ödül getirmek üzere." Rachel bunun tarihi açıdan ne kadar önemli olduğunu o an anladı. Boğaz ındaki düğümü çözmek için uğraĢ verdi ve devam etti. "Veri analizi ve kanıtlama alanında uzmanlaĢmıĢ bir istihbarat memuru olarak, NASA keĢfini incelemek için BaĢkan'ın çağırdığı pek çok kiĢiden biriyim. KeĢfi Ģahsen inc eledim ve siyasi etkilerden uzak, son derece güvenilir, gerek devlet memuru, gerekse sivil pek çok bilim adamıyla görüĢtüm. Az sonra sizlere vereceğim bilginin gerçek ve tarafsız olduğu benim profesyonel görüĢümdür. Bunun dıĢında B aĢkan'ın, aslında geçen hafta severek yapabileceği duyuruyu, makamına ve Amerikalılara beslediği iyi niyetl e erteleyerek, takdire değer bir özen ve ihtimam gösterdiğini düĢünüyorum." Rachel karĢıs ındaki kalabalığın birbirlerine ĢaĢkın bak ıĢlar fırlattıklarını gördü. Bak ıĢlarını yeniden ona çevirdiklerinde, tüm dikkatlerini kendisine verdiklerini biliyordu. "Bayanlar baylar, bu ofıste Ģimdiye dek aç ıklanmıĢ en heyecan verici bilgi olduğu konusunda hemfikir olacağınız bir Ģeyi duymak üzeresiniz." 35 Habik ürenin içinde dolaĢan mikrobottan Delta Gücü'ne iletilen kuĢbak ıĢı görüntü, yenilikçi film yarıĢması ödülü kazanabilecek cinstendi: loĢ ıĢıklar, göktaĢının çıkartıldığı deliğin pırılt ıları ve devetüyü palt osu dev kanatlar gibi açılmıĢ, yerde yatan iyi giyimli Asyalı Adamın su örneği almaya çalıĢt ığı belli oluyordu. Oelta-Üç, "Onu durdurmalıy ız," dedi. Delta-Bir, ona hak veriyordu. Milne Buzul Katman ı, takımının güç kullanarak koruma yetkisine sahip olduğu sırlar barındırıyordu. Kumanda kolunu hala elinden bırakmamıĢ olan Delta-Ġki, "Onu nasıl durduracağız?" diye sordu. "Bu mikrobotların öyle bir donanımı yok." Delta-Bir kaĢlarını çattı. Habikürede uçan mikrobot, uzun uç uĢlar için tasarlanmıĢ bir keĢif modeliydi. En fazla bir karasinek kadar tehlikeli olabilirdi. Delta-Üç, "Ġdareciyi aramalıyız," dedi. Delta-Bir, Wailee Ming'in kenarda tek baĢına dikkatlice eğilmiĢ görüntüs üne baktı. Yakınında kimse yoktu ve buzlu suyun, insanın atacağı çığlıkları bastırma gibi bir özelliği vardı. "Kumandayı bana ver." Kumanda kolunu tutan asker, "Ne yapıyors un?" diye sordu. Delta-Bir kumanday ı alarak, "Eğitimini aldığımız Ģeyi," diye cevabını verdi. "Doğaçlama." 36 Wailee Ming göktaĢının çıkart ıldığı deliğin yanında yüıükoyun yatmıĢ kenardan sark ıttığı sag koluyla su örneği almaya çalıĢ ıyordu. Gözleri 147 onu kesinlikle yanıltmıy ordu; Ģimdi yüzüyle su arasında sadece bir met ı' kadar mes afe kaldığından, her Ģeyi him ayrınt ılarıyla görebiliyordu. Bu inanılmaz ! Kendini biraz daha zorlayan Ming, su yüzeyine eriĢmeye çalıĢarak elindeki deney tüpünü uzattı. Birkaç santim daha uzanması yetecekti. Kolunu daha fazla uzatamayan Ming, kenara biraz daha yaklaĢtı. Botlarının burnunu buza iyice saplayarak, sol eliyle kenara sıms ıkı tutundu. Bir kez daha sağ kolunu gittiği yere kadar uzattı. Az kaldı. Biraz daha yaklaĢtı. E vet! Deney tüpünün kenarı suya değiyordu. Sıvı tüpün içine dolarken, Ming hayret içinde seyrediyordu. Ardından, hiç beklenmedik bir anda anlaĢılmaz bir Ģey oldu. Karanlığın içinde, silahtan çıkan mermi gibi bir metal parças ı fırladı. Sag gözü' ne çarpmadan önc e Ming bu nesneyi bir an için görebildi.
Insanın gözünü korumak için verdiği tepki öylesine güçlüydü ki, beyni Ming'e herhangi bir ani harekette bulunduğu takdirde dengesini bozacağını söylediği halde, kendini geri çekti. Acıdan çok ĢaĢkınlıkla verilm bir tepkiydi. Ming'in yüzüne daha yakın olan sol eli, saldırıya uğrayan gözünü korumak için ani bir refleksle yukarı kalktı. Elini yüzüne götürürk en, hata yaptığını biliyordu. Tüm ağırlığını öne vermiĢ bir haldeyken, to desteğini de kaybettiği için Wailee Ming sendeledi. Kendini toparlamakta çok geç kalmıĢtı. Elinden deney tüpünü düĢürdü. DüĢüĢünü engellemek için kaygan buza tutunmaya çalıĢırk en, aĢağıdaki karanlık deliğ doğru kaydı. Sadece bir metre düĢtüğü halde, buzlu suya baĢ aĢağı çarpan Min saatte seksen kilometre hızla yüzü asfalta çarpmıĢ gibi hissetti. Yüzün içine alan sıvı öylesine soğuktu ki, yakıcı asit gibi bir etkisi vardı. Bir anda paniğe kapılmasına sebep oldu. Î BaĢ aĢağı ve karanlıkta kalan Ming yön duygusunu kaybetti ve yüzeye çıkmak için ne tarafa döneceğini ĢaĢırdı. Ağır devetüyü paltosu onu buzlu sudan korudu ama sadece bir iki saniyeliğine. Sonunda kendini doğrultan Ming nefes almaya çalıĢarak ağzından baloncuklar çıkart ırken, sular sırtına ve göğsüne doluyor, vücudunu kaplayan soğuk neredeyse ciğerini parçalıyordu. Soluk soluğa, "Ġm... daaat," diyebildi ama sadece bir inilti çıkartabilecek kadar nefes alabilmiĢti. Nefesinin tükendiğini hissediyordu. "Imm... daat!" HaykırıĢlarını kendi bile zor duyuyordu. Ming güçlükle çukurun kenarına yaklaĢarak kendini yukarı çekmeye çalıĢtı. Önünde dümdüz bir buz duvarı vardı. Tutunacak hiçbir yer yoktu. Suyun alt ında botlarıyla basacak bir yer arayarak duvarı tekmeledi. Hiç bir Ģey yoktu. Kenara uzanarak yukarı çıkmak için debelendi. Sadece bir metre uzaktaydı. Ming'in kasları tepki vermekte zorlanmaya baĢlamıĢtı. Kenara ulaĢm ak için duvara tutunup kendini yukarı çekmeye çalıĢırken, bacaklarını daha büyük bir gayretle çırpt ı. Vücudu kurĢ un gibi ağırlaĢmıĢ, ciğerleriyse sanki bir piton sık ıyormuĢ gibi nefessiz kalmıĢtı. Suyu iyice çeken paltosu her geçen saniye ağırlaĢıyor, onu aĢağı çekiyordu. Ming paltosunu çıkarmaya çalıĢtı ama ağır kumaĢ vücuduna yapıĢmıĢtı. "Yardım... edin!" Artık korkuya kapılmıĢtı. Ming bir zamanlar akla gelebilecek en korkunç ölüm Ģeklinin boğulma olduğunu okumuĢtu. Bu tecrübeyi yaĢayacağı hiç aklına gelm emiĢti. Kasları bey ninin komutlarına itaat etmeyi reddediyor, ama yine de baĢını suyun üstünde tutmaya çalıĢ ıyordu. HissizleĢmiĢ parmaklarıyla çukurun duvalarını tırmalarken, ıslak kıyafetleri onu aĢağı çekiyordu. artık sadece zihninin içinde çığlıklar atabiliyordu. Ve sonra gerçekleĢti. Ming suyun alt ına battı. Kendi ölümünün yaklaĢtığının farkına varma korkusunu yaĢayacağını hiç tahmin etmemiĢti. Ama iĢte oradaydı... Buzdaki altmıĢ metrelik deliğin içinde yavaĢça batıyordu. Gözlerinin önünden onlarca sahne geçti. Çocukluğuna ait sahneler. Kariyeri. Birinin 149 onu orada bulup bulmay acağını düĢündü. Yoksa dibi boylay ıp donac ak... sonsuza dek buz ullarda saklı mı kalacaktı? Ming'in ciğerlerindeki oksijen tükenmiĢti. Yüzeye çıkmaya çalıĢarak nefesini tuttu. Nefes al! HissizleĢen dudaklarını birbirine kenetleyip bu içgüdüy ü bastırmaya çalıĢtı. Nefes al! Çaresizce yukarı doğru yüzmeye çalıĢtı. Nefes al! Ölümc ül bir mantığa karĢ ı refleks savaĢ ı sırasında, Ming'ie nefes alma içgüdüsü bir anda ağzını kapalı tutma çabalarına galip geldi. Wailee Ming nefes aldı. Ciğerlerine dolan suyun, akciğer dokularını yakan sıcak yağ gibi bif etkisi vardı. Ġçten dıĢa doğru yandığını hissetti. Ne yazık ki, su hemen öldürmüyordu. Ming buzlu suyu ciğerlerine çekerek yedi korkunç sani ye geçirdi. Her nefes bir öncekinden daha ac ı vericiydi. Ġçine çektiği su, vücudunun ümitsizce ihtiyaç duyduklarının hiçbirini sağlamıyordu. En sonunda buzlu karanl ığa doğru batan Ming, bilincini kaybettiğini hissetti. Etrafını çevreleyen suda minik pırılt ılar gördü. Hayatında gördüğü en güzel Ģeydi. 37 Beyaz Saray'ın Doğu Randevu Kapıs ı, East Executive Caddesi'ndqı Doğu Park ı'yla Hazine Bakanlığı aras ındaydı. Beyrut'taki deniz piyadeleri kıĢlas ına yapılan saldırının ardından döĢenen parmaklıklar ve betoo' dubalar, bu giriĢe misafirperverlikten çok uzak bir hava kazandırmıĢtı. Kapının dıĢında duran Gabrielle Ashe saatine bakarken, gerginliğinin arttığını hissediyordu. Saat 16.45 olmuĢtu ve henüz hiç kimse aramamıĢtı. DOĞU RA NDEVU KAPIS I, 16.30 YALNIZ GEL.
IĢte geldim, diye düĢündü. Sen neredesîn? Kalabalık turistlerin yüzlerini inceleyen Gabrielle birisinin dikkatini çekmesini bekliyordu. Birkaç adam ona Ģöyle bir göz atıp yoluna devam etti. Gabrielle bunun iyi bir fıkir olup olmadığını sorgulamaya baĢlamıĢt ı. Nöbetçi kulübesindeki Gizli Servis memurunun artık gözünü ona diktiğini fark etmiĢti. Muhbirinin korkaklık yaptığına karar verdi. Ağır parmaklıkların ardından son bir kez Beyaz Saray'a göz gezdiren Gabrielle içini çekti ve gitmek üzere arkasını döndü. Gizli Servis memuru arkasından, "Gabrielle Ashe?" diye seslendi. Yureği ağzına gelen Gabrielle topukları üstünde döndü. E vet? Nöbetçi kulübesindeki adam, ona el salladı. Asık suratlı ve zayıf biriydi. "GörüĢec eğiniz kiĢi sizi bekliyor." Ana kapının kilidini açarak, ona içeri girmesini iĢaret etti. Gabrielle'ın ayakları yerinden kımıldamıyordu. "Içeri mi gireceğim?" Adam baĢ ını salladı. "Sizi beklettiğim için özür dilememi istediler." Açık kapı giriĢine bakan Gabrielle, hâlâ kıpırdayamıyordu. Neler oluyor! Bunu hiç mi hiç beklememiĢti. ġimdi sabırsız görünen adam: "Siz Gabrielle Ashe'siniz, öyle değil mi?" diye sordu. "Evet, ama..." "O halde beni izlemenizi Ģiddetle tavsiy e ederim." Gabrielle'ın ayakları harekete geçmiĢti. EĢikten adımını atar atmaz, kapı arkasından çarparak kapandı. 38 Gün ıĢığından mahrum geçirdiği iki gün, Michael Tolland'ın biyolojik saatini bozmuĢtu. Saati akĢamüstü olduğunu gösterdiği halde, vücudu gece yarısı olduğu konusunda ısrar ediyordu. Artık belgeselindeki son değiĢiklikleri yapmıĢ olan Tolland, tüm video dosyasını dijital bir video diskine kaydetti ve karanlık kubbede yola koyuldu. Basına ayrılmıĢ ıĢıklı bölgeye vardığında diski, sunumu denetlemekle görevli bir NASA medya teknisyenine verdi. 151 Video diskini tutarken göz kırpan teknisyen, "TeĢekkürler Mike," dedi. "Ġzlenmesi gerek en televizyon programlarına yeni bir anlam getirecek, öyle değil mi'?" Tolland yorgun bir edayla güldü. "Umarım BaĢkan'ın hoĢuna gider." "Hiç Ģühhcm yok. Her neyse, sen iĢini bitirdin. Artık oturup gösterinin tadını çıkart." "TeĢekkürler." Parlak ıĢıklarla aydınlatılmıĢ bas ına ay rılan bölgede duran Tulland, göktaĢını Kanada biras ıyla kutlayan neĢeli NASA çalıĢanlarına göz gezdirdi. Tolland kutlamaya katılmak istediği halde, kendini bitap, duygusal açıdans a tükenmiĢ hissediyordu. Etrafta Rachel Sexton'a bakındı ama herhalde hâlâ BaĢkan'la konuĢuyordu. Tolland, BaĢkan, onu yayına çıkarmak istiyor, diye düĢündü. Onu suçlamıyordu; göktaĢ ı hakkında konuĢanlara ek olarak Rachel mükemmel görünürdü. Ġyi görünüĢünün yanı sıra Rachel'da, Tolland'ın tanıĢtığı kadınlarda nadiren rastladığı etkileyici bir tavır ve kendine güven vardı. Ama Tolland'ın tanıdığı kadınların çoğu televizyondandı, ya güç sahibi acımasız kadınlar ya da kendilerine aslında kesinlikle sahip olmadıkları muhteĢem hir "karakter" havası verenler. KalabılıklaĢan NASA çalıĢanlarının yanından sessizce uzaklaĢan Tolland, diğer sivil bilim adamlarının nereye kaybolduklarını düĢünürken, kubbedeki ara yollarda yürüyordu. Eğer onlar da kendisinin yarısı kadar yorgun hissediyorlars a, büyük an gelmeden önce Ģekerleme yapıyor olmalıydılar. Tolland biraz ötede, terk edilmiĢ deliğin etrafındaki BBK iĢaretlerinin oluġturduğu çemberi görebiliyordu. BaĢının üstündeki boĢ kubbe, uzak hat ıraların boğuk sesleriyle y ank ılanıyor gibiydi. Tolland onları umurs amamaya çalıĢtı. Kendi kendine, hayaletleri düĢünme, dedi. Bu gibi zamanlarda genellikle yakasını bırakmazlardı, yorgun ya da yalnız olduğu zamanlarda; kiĢisel bir zafer kazandığında veya bir kutlama yaptığında Bir ses, o simdi seninle olmalıydı, diye fıs ıldadı. Karanlıkta tek baĢına dururken, geçmiĢin atıraları aras ında kayboldu. Celia Birch yüksek lisans yaptığı sırada sevgilisiydi. Bir Sevgililer gününde onu en sevdiği restorana götürmüĢtü. Garson Celia'nın tatlıs ını getirdiğinde, beraberinde tek bir gül ve pırlant a yüzük gelmiĢti. Celia hemen anlamıĢtı. Gözlerinde yaĢlarla, Tolland'ı hayat ında olmadığı kadar mutlu eden tek kelimeyi söylemiĢti. "Evet," Heyecanla dolup taĢan çift, Celia'nın fen öğretmeni olarak iĢ bulduğu Pasadena yakınlarında küçük bir eve taĢınmıĢtı. MaaĢ ı fazla yüksek olmasa da bir baĢlangıçtı. Ayrıca Tolland'ın rüyalarını süsleyen jeolojik araĢtırma gemisindeki iĢi bulduğu San Dicgo'daki Scripps OĢinografi Enstitüsü'ne yakındı. Tolland'ın iĢi üç
ya da dört gün evden uz aklaĢmasını gerektiriyordu ama Celia ile bir araya gelmeleri her defasında tutkulu ve heyecanlı oluyordu. Tolland denizdeyken maceralarından baz ılarını Celia için videoya kaydetmeye baĢlamıĢ, gemide yaptığı iĢin mini belgesellerini çekmiĢti. Bir seferin ardından, denizaltı penc eresinden çektiği bulanık bir kay ıtla eve dönmüĢtü; kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı tuhaf bir kemotropik mürekkepbalığının ilk görüntüleriyle. Tolland bu kayıtta sunum yaparken coĢkuyla adeta denizal tıdan haykırıyordu. Bu derinliklerde, demiĢti heyecanla, gerçekten de binlerce keĢfedilmemiĢ tür yaĢıyor! Biz sadece yüzeydekilerin bir kısmını biliyoruz! Derinlerde hiçbirimizin hay al edemeyeceği gizemler var! Celia, kocasının Ģevkine ve yaptığı kıs a bilimsel açıklamalara hayran kalmıĢtı. Bir hevesle bu kaydı sınıftakilere göstermiĢ ve bir anda aranan bir video olmuĢtu. Diğer öğretmenler ödünç almak istiyorlardı. Aileler kopyas ını almak istemiĢlerdi. Herk es sabırsızlıkla Michael'ın bir sonraki kaydını bekl iyor gibiydi. Birden Celia'nın aklına bir fikir gelmiĢti. NBC'de çalıĢan bir okul arkadaĢını arayıp ona video bandının kopyasını gönderdi. 153 Ġki ay sonra Michael Tolland, Celia'nın yanına gelip;-Kingman Plajı'nda birlikte yürümeye teklif etti. Umutlarını ve hayallerini paylaĢmak için gittikleri, onlar için özel bir yerdi. Tolland, "Sana söylemek istediğim bır Ģey var," dedi. Sular ayaklarını yalarken Celia durup kocasının elini tuttu. "Ne o?" Tolland coĢkuyla konuĢuyordu. "Geçen hafta NBC televizyonund aradılar. Bir deniz belgeseli dizisi sunmam gerektiğini düĢünüyorlar. harika. Gelecek yıl deneme yay ını yapmak istiyorlar. Ġnanabiliyor musun!" Celia parıldayan gözlerle onu öptü. "Inanıyorum. Harika olacak." Altı ay sonra Celia ağrılardan Ģikâyet etmeye baĢladığında, Toland'la birlikte Catalina açıklarında seyrediyorlardı. Birkaç hafta umursamadılar ama sonunda ağrılar arttı. Celia muayene olmaya gitti. Bir anda Tolland'in hayal dünyası kâbusa dönüĢmüĢtü. Celia hastaydı. Çok hastaydı. Doktorlar, "ĠlerlemiĢ lenfoma," diye açıklıyorlardı. "Onun yaĢındakilerde ender rastlanır ama duyulmamıĢ değil." Celia ile Tolland sayısız klinikle hastaneye gidip uzmanlara danıĢmıĢlardı. Cevap hep aynıydı. Tedavi edilemez. Bunu kabul edemem! Tolland derhal Scripps Enstitüsü'nd eki iĢin istifa edip NBC belges elini bir kenara attı ve tüm enerjisiyle sevgisini Celia'nın iyileĢmesine yoğunlaĢtırdı. Celia da acıya zarafetini bozmadan katlanarak büyük bir mücadele veriyor, bu sadece Tolland'in onu daha çok sevmesine neden oluyordu. Onu Kingman Plajı'nda uzun yürüyüĢlere çıkardı, diyet yemeklerini haz ırladı ve iyileĢtiği zaman yapacaklarına dair hikâyeler anlattı. Ama bunlar gerçekleĢmeyecekti. Michael Tolland sadece alt ı ay sonra kendini, soğuk bir hastane odasında ölmekte olan karısın ın yanında otururken buldu. Artık karıs ının yüzünü tanıyamıyordu. Kans erin amans ızlığıyla sadece kemot erapinin acımas ızlığı baĢ edebiliyordu. Celia art ık iskelet gibi kalmıĢtı. En zor olanı son saatlerdi. Boğuk bir sesle, "Michael," dedi. "Vakit geldi." "Hayır." Tolland'in gözleri yerinden fırlamıĢtı. Celia, "YaĢamay a devam edeceksin," dedi. "Etmek zorundas ın. BaĢka bir aĢk bulac ağına söz ver." "Asla baĢka aĢk istemeyeceğim." Tolland bunu içtenlikle söylemiĢti. "Öğrenmek zorundasın." Celia haziran ayında güneĢli bir pazar sabahı ölmüĢtü. Michael Tolland kendini palamarından kurtulup kudurmuĢ bir denizde sürüklenen gemi gibi hissediyordu. Pusulas ı ĢaĢmıĢtı. Haftalarca kendini kaybetmiĢ bir Ģekilde dolaĢtı. ArkadaĢları yardım etmeye çalıĢtı ama gururu ac ımalar ına katlanamazdı. Sonunda, bir seçim yapmam gerek, diye düĢündü. ÇalıĢırsın ya da ölürsün. Zor bir karar veren Tolland, kendini Amazing Seas çalıĢmalarına verdi. Program gerçek anlamda hayatını kurtarmıĢtı. Takip eden dört yıl boyunca Tolland'in belgeseli alıp baĢını gitti. ArkadaĢlarının çöpçat anlık uğraĢlarına rağmen Tolland sadece birkaç kiĢiyle çıktı. Hepsi de fiyaskoyla ya da karĢ ılıklı hayal kırıklığıyla sonuçlanınca Tolland bu iĢten vazgeçerek sosyal hayat ındaki eksikliğin suçunu yoğun iĢ temposuna yükledi. Ama yakın arkadaĢları iĢin gerçeğini biliyordu; Michael Tolland henüz ıı vlıyildi. GökktaĢının çıkartıldığı çukur Tolland'in önünde belirince, onu ac ı dolu düĢüncelerinden çekip aldı. Hatıralarının sık ınt ısını üzerinden atarak deliğe yaklaĢtı. Karanlık kubbede, deliğin içindeki erimiĢ suyun adeta gerçek üstü ve büyülü bir güzelliği vardı. Havuz un yüzeyi, ay ıĢığının aydınlattığı bir göl gibi
parlıyordu. Tolland'in gözleri su yüzeyindeki ıĢılt ılara kaydı. Sanki birisi suyun üstüne mavi -yeĢil pırılt ılar serpiĢtirmiĢti. bir süre bu pırılt ılara baktı. Tuhaf gelen bir Ģey vardı. 155 ilk baktığında, parıldayan suyun, kubbedeki projektör ıĢıklarını yansıttığını düĢünmüĢtü. Ama Ģimdi öyle olmadığını anlıy ordu. Pırıltıların yeĢil bir rengi vardı ve sanki belirli bir ritimle yanıp sönüyorlardı. Sanki suyun yüzeyi canlıydı ve kendi kendini aydınlatıyordu. Tereddüde düĢen Tolland, daha yakından bakmak için iĢaretlerin arkas ına ilerledi. Habik ürenin diğer ucundaki Rachel Sexton, GTH konteynerinden çıkıp karanlığa girdi. Çevresini kuĢatan karanlık kubbede yönünü ĢaĢırarak, bir süre durdu. Habiküre, art ık sadece kuzey duvarına yaslanmıĢ medya ıĢ ıklarının yansımasıyla aydınlanan geniĢ bir mağaraya dönüĢmüĢtü. Karanlık yüzünden cesaretini kaybeden Rachel, içgüdüsel olarak bas ına ayrılmıĢ aydınlık bölgeye doğru yürümeye baĢladı. Beyaz Saray çalıĢanlarına verdiği brifingden memnundu. BaĢkan'ın yaptığı emrivakinin ĢaĢkınlığını üstünden attıktan sonra, göktaĢı hakkında bildiği her Ģeyi kolay bir dille aktarmıĢtı. KonuĢtuk ça, baĢkanlık çalıĢanlarının yüzlerindeki kuĢkucu Ģok ifadesinin, umut dolu bir inanç ve en sonunda hay retle kabulleniĢ e dönüĢünü izlemiĢti. Içlerinden birinin ansızın, "Düny a dıĢ ında yaĢam mı?" diye bağırdığını duymuĢtu. "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?" Bir baĢkası, "E vet," diye cevaplamıĢtı. "Bu seçimi kazanacağımız anlamına geliyor." Rachel basına ay rılmıĢ hareketli bölüme yaklaĢırken, az sonra yapılacak duyuruyu düĢündü. Babasının, kendisini ve kampanyasını bir kere de ezip geçecek baĢkanlık silindiriyle hezimete uğramayı gerçekten hak edip etmediğini düĢ ünmekten kendini alamadı. Cevap elbette, evet idi. Babas ına karĢı zaaf gösterdiği zamanlarda Rachel Sexton'ın annesini hatırlaması yetiyordu. Katherine Sexton. Sedgewick Sexton'ın ona verdiği ac ı ve utanc ın affı yoktu... akĢam eve geç gelmeler, kendini dev aynasında gören davranıĢlarve parfüm kokmalar. Babası sahte din duy gulârının arkasına saklanıyordu. Yalan söyleyip aldatırken, Katherine'nin onu terk etmeyec eğini biliyordu. E vet, diye karar verdi. Senatör Sexton hak ettiğini bulacak. Basına ayrılan bölümdeki kalabalık neĢe içindeydi. Herkesin elinde bira vardı. Rac hel kendini erk ekler partisindeki kız öğrenci gibi hissederek kalabalığa yaklaĢtı. Michael Tolland'ın nereye gittiğini merak ediyordu. Corky Marlinson yanına geldi. "Mike'ı mı arıyorsun?" Rachel ĢaĢırmıĢtı. "ġey... hayır... sayılır." Corky baĢ ını bıkkınlıkla iki yana salladı. "Biliyordum. Mike az önce ayrıldı. Sanırım biraz Ģekerleme yapmaya gitti." Corky gözlerini kısarak loĢ kubbey e baktı. "Ama yine de onu yakalayabilirsin sanırım." Muzip bir tebessümün ardından eliyle iĢaret etti. "Mike suyu ne zaman görse büyüsüne kapılır." Corky'nin karĢ ı tarafı iĢaret eden parmağını gözleriyle takip eden Rachel göktaĢ ının çıkartıldığı çuk urun baĢında duran Michael Tolland'ın siluetini gördü. "Ne yapıyor'?" diye sordu. "Orası biraz tehlikeli." Corky sırıttı. "Su döküyor herhalde. Haydi gidip arkadan itelim." Rachel ile Corky karanlık kubbede, göktaĢının çık artıldığı deliğe doğru ilerlediler. Michael Tolland'a yaklaĢtıkları s ırada, Corky, ona seslendi:"Hey, balıkadam! Dalgıç kıyafetlerin nerde?" Tolland arkas ını döndü. Rachel, loĢ ıĢıkta bile Tolland'ın vakur ifadesini görebiliyordu. Yüzü, ıĢ ık aĢağıdan vuruyormuĢ gibi garip bir Ģekilde aydınlanıyordu. "Her Ģey yolunda mı Mike?" diye sordu. "Pek sayılmaz." Tolland suyu iĢaret etti. Ikaz iĢaretlerinin yanına gelen Corky, çukurun baĢ ındaki Tolland'a at ıldı. Suya bakar bakmaz Corky'nin ruh hali duruldu. Çukurun çevresindeki 157 iĢaretlere doğru yürüyen Rachel yanlarına geldi. Deliğe göz gez dirince, yüzeyde gördüğü mavi -y eĢil pırılt ılar onu hayrete düĢürdü. Su üstünde sanki neon toz zerreleri yüzüyordu. YeĢil ıĢık verip sönüyor gibiydiler. Çok güzel bir görüntü oluĢturuyordu. Yerden bir buz parçası alan Tolland, suyun içine fırlattı. Buzun düĢtüğü yerde sıçrayan su, fosforlu yeĢil ıĢıkla yakamozlandı. EndiĢeli görünen Corky, "Mike," dedi. "Lütfen bunun ne olduğunu bildiğini söyle." Tolland kaĢlarını çattı. "Ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Yalnız burda ne iĢi. var onu anlayamadım."
39 IĢıldayan suya bakan Tolland, "Burda kamçılılar var," dedi. "Kaçıranlar mı var?" Corky yüzünü astı. "Kendi adına konuĢ." Rachel, Michael Tolland'ın espri kaldıracak havada olmadığını anlıyordu. Tolland, "Nasıl olur bilmiyorum ama bir Ģekilde bu suda biyolümines an çift kirpikli planktonlar var," dedi. Rachel, "Biyolüminesan ne?" dedi. Ġngilizce konuĢ. "Lüsiferin denilen lüminesan bir katalizörü okside edebilen tekh hücreli plankton." Bu Ingilizce miydi? Derin bir nefes alan Tolland, arkadaĢ ına döndü. "Corky, bu delikten ç ıkardığımız göktaĢ ında yaĢayan organizmalar bulunması olasılığı var mı? Corky bir kahkaha patlattı. "Ciddi olalım Mike." "Ben ciddiyim." "Hiç ihtimal yok Mike! Ġnan bana, eğer NASA yetkilileri o taĢta dünya dıĢı yaĢayan organizmalar olduğundan en ufak bir Ģüphe duysalardı, emin ol asla ordan alıp da aç ık havaya çıkartmazlardı." Tolland bir nebze rahatlamıĢ görünse de, daha derin bir esrar bu huzuru bozuy ordu. Tolland, "Mikroskopla bakmadan emin olamam ama," dedi. "nyrrophyta filumundan biyolüminesan bir plankton gibime geliyor. AteĢ bitkisi anlamına gelir. Kuzey Buz Denizi bunlarla doludur." Corky omuzlarını silkti. "O halde neden uzaydan olup olmadıklarını merak ettin?" Tolland, "Çünkü göktaĢı buzulların altında gömülüydü; kar yağıĢ ıyla biriken tatlı su. O delikteki su, buzulların erimesiyle oluĢtu ve üç yüzyıldır donmuĢ haldeydi. Deniz canlıları oraya nasıl girmiĢ olabilir?" dedi. Tolland'ın açıklamas ı uzun bir sessizlik getirmiĢti. Havuzun kenarında duran Rachel, aklını baktığı Ģeye vermeye çalıĢtı. GöktaĢının çıkartaldığı delikteki biyolüminesan plankton. Ne anlama geliyor? Tolland, "AĢağıda bir çatlak olmalı," dedi. "Tek açıklaması bu. Planktonlar deliğin içine, okyanus sularının sızdığı bir yarıktan girmiĢ olmalı." Rachel anlamamıĢtı. "Sızmak mı? Nerden?" Okyanustan buraya kadar ĠceRover'la yaptığı uzun yolculuğu hatırladı. "Sahil burdan en az üç kilometre uzakta." Corky ile Tolland, Rachel'a tuhaf bir bakıĢ fırlattılar. Corky, "Doğrusunu istersen," dedi. "Okyanus tam altımızda. Bu buz kütlesi yüzüyor." Zihni fena halde karıĢan Rachel, iki adamabaktı. "Yüzüyor mu? Ama... biz buzulun üstündeyiz." tolland, "E vet buzulun üstündeyiz," dedi. "Ama karada değiliz. Buzullar bazen büyük kara parçalarından koparak denize karıĢ ırlar. Buz sudan daha hafif olduğu için buzullar yüzmeye devam eder, okyanusun üstünde buzdan dev bir sal gibi gezinirler. Buz katmanının açıklaması budur... buzulların yüzen kısmı." Duraksadı. "ġu anda denizden yaklaĢ ık bir buç uk kilometre uzaktayız." Iyice sersemleĢen Rac hel, bir anda huzursuzluğa kapıldı. Tam da et rafında gördüklerine alıĢırken, Kuzey Buz Denizi üstünde durmak fıkri korkuya kapılmasına neden olmuĢtu. 159 Tolland, onun ted irg inliğ in i sezmiĢ gib iydi. Ayağ ını kendinden emin b ir eday la yere vu rdu . " End iĢelen me. Bu bu z do ksan met re kalın lığ ında bunun alt mıĢ met res i, bardağ ın içind eki bu z küpü g ib i suyun alt ınd a yüzüyor. Bu bu z kat man ın ı o ldukça sağ lam kılar. Üstüne gökdelen b ile inĢa edileb ilir." Tam manas ıyla ikna o lmayan Rachel donuk b ir ifadey le baĢın ı
salladı. Kuruntu ları b ir yana, Tolland'ın
plan kton ların geld iğ i yer hakkındaki teorisin i yen i yen i an lamaya baĢlıyordu. Buradan okyanusa kadar inen çatlak olduğunu düşünüyor, bu yoldan planktonlar yukarıdaki deliğe çıkıyorla r. Rach el bunun mant ıklı old uğuna karar verd i ama y in e d e can s ıkan b ir ikilem vardı. Yap ısal sürekliliğin i doğru lamak için bu zdan sayısız nüv e çıkartan No rah Mango r, b u zu lun bütün lü ğünden ço k emin konuĢ muĢtu. Rachel, Tolland 'a bakt ı. " Bu zu lun kusursuzluğunun, tü m kat man tarihlendirme kay ıt ların ın temeli olduğunu sanıyordu m. Dr. Mangor buzda hiç çat lak veya yarık bulun mad ığ ını söylememiĢ miydi?" Co rky kaĢ ların ı çatt ı. "AnlaĢ ılan bu z kraliçes i bu iĢi yü züne bulaĢtırdı." Rachel, bunu yüksek sesle söyleme, yoksa buz kazmasını kafana yersin diye düĢündü.
Tolland fosfo rlu yarat ıklara bakarken, çenesini sıvazladı. " BaĢka b ir açıklamas ı yo k. Mutlaka bir çat lak olmalı. Okyanusun üstündeki bu z kat man ın ın ağ ırlığ ı, p lan kton açıs ından zengin den iz suyunu deliğe doğ ru yukarı itiyor olmalı." Rachel, ne çatlakmıs ama, diye düĢündü. Eğer buradaki buz kalınlığı doksan metre ve deliğin derinliği alt mıĢ metre idiyse, varsayılan bu çatlak katı bu zda otuz metre boyunca ilerliyor olmalıyd ı. Norah Mangor'ın deney nüvelerinde hiç çatlak izine rastlanmamıştı. Tolland , Corky 'ye, " Bana b ir iy ilik yap," ded i. " Gid ip Norah'ı bu l. Tan rı'ya dua edelim de bu bu zu l hakkında b ize söylemed iğ i bir Ģeyler b iliyor olsun M ing 'i de bu l, belki b ize bu parıldayan hayvanc ıkların n e olduğunu söyler." Corky yola koyulmuĢtu. YENĠDEN deliğe gö z atan Tolland, arkasından, "Acele etsen iy i o lur," diye seslendi. "Bu biyolü minesansın zayıfladığ ına yemin edebilirim". Rachel deliğe baktı. YeĢil ren k kesin likle eskisi kadar parlak değildi. Parkasın ı çıkaran Tolland, deliğ in yanında yere uzandı. Aklı karıĢan Rachel, onu seyrediyordu. "Mike?" "Tuzlu su sızıyo r mu, onu an lamak istiyo ru m." Palt o s u z buzun üstünde yatarak mı?" "Hı-h ı." Tolland karn ın ın üstünde deliğ in kenarına y aklaĢtı. Parkan ın b ir ko lunu kenarda tutarak, diğer ko lu suya değinceye kadar aĢağ ı sarkıtt ı. "Dünyanın bir numaralı o kyanus bilginlerinin kullandığ ı, son derece kesin sonuçlar VERen bir tu zlu luk testtir. Buna 'ıslak ceket i yalamak' den ir." B u zu l kat man ın ın üstündeki Delt a -Bir ku manda baĢ ında mü cadele
verirken de l iğ i n etrafında toplanan
kalabalığın üstünde uçan hasar görmüĢ mik ro b o t u yönlendirmeye çabalıyordu. AĢağıdan gelen sohbetlerden anlaĢıldığ ı kad arıy la, iĢ ler çabu k çö zü lmeye baĢ lamıĢ t ı. "Idareciy i aray ın," dedi. "Cidd i bir sorunumu z var."
40 Gab rielle Ashe, b ir gün baĢ kan lık saray ında çalıĢıp ü lken in g eleceğ in i yönlendiren e l it takımın b ir parçası olma hayalleriy le, gençliğinde sayısız Bey az Saray 'a yap ılan halk tu rların a kat ılmıĢt ı. A ma o anda, dünyan ın baĢka BĠR Yerinde olmayı tercih ederdi. Gi zli s erv is memu ru Gab rielle'ı gösteriĢ li g iriĢ salo nuna alırken , muhb iri n in ne yap maya çalıĢt ığ ın ı merak ed iyo rdu. Gab rielle'i 161 Beyaz Saray'a davet etmek akıl kârı değildi. Ya beni görürlerse? Son zamanlarda Senator Sexton'ın sag kolu olarak medyada fazlaca görünmüĢtü. Birisi mutlaka onu tanıyacaktı. "Bayan Ashe?" Gabrielle baĢını kaldırıp baktı. GiriĢ salonunda kibar yüzlü bir nöbetçi ona içtenlikle gülümsedi . "Lütfen Ģuraya bakın." Eliyle iĢaret etti. FlaĢ ampulü, gösterdiği yere bakan Gabrielle'in gözünü aldı. "TeĢekkürler bayan." Onu bir masaya götüren nöbetçi, bir kalem uzattı. "Lütfen giriĢ kaydını imzalayın." Önüne deri ciltli ağır bir defter itti.
Gabrielle kay ıt sayfasına baktı. Önündeki sayfa boĢtu. Bir zamanlar Bey az Saray ziyaretçilerinin, ziyaretin gizliliğini korumak adına kendi sayfalarını imzaladıklarını duyduğunu hat ırladı. Kendi adının karĢ ısını imzaladı. Gizli bir görüĢme için bu kadarrı çok fazla. Metal detektörden geçen Gabrielle'a, bunun ard ından üstünkörü arama yaprldı. Nöbetçi gülümsedi. "HoĢça vakit geçirin Bayan Ashe." Gabrielle, Gizli Servis memurunu seramik kaplı koridordan ikinci bir güvenlik masasına kadar takip etti. Burada bir baĢka nöbetçi, yapraklama makinesinden çıkan ziyaretçi kartlarını düzenliyordu. Bir delik açıp ip bağladıktan sonra Gabrielle'ın baĢ ından geçirdi. Plastik hâlâ sıcaktı. Kimliğin üstündeki resim, on beĢ saniye önce koridorun aĢağısında çektikleri ĢipĢak fot oğraft ı. Gabrielle etkilenmiĢti. Hükümetin verimsiz çalıĢtığını kim söylüyor? Yola devam ederlerken, Gizli Servis memuru onu Beyaz Saray'ın derinliklerine götürüyordu. Her adımda Gabrielle'rn huzursuzluğu biraz daha art ıyordu. Gizemli daveti her kim yaptıysa, görüĢmeyi gizli tutmak gibi bir kaygısı olmadığı anlaĢılıyordu. Gabrielle'e resmi bir ziyaretçi kartı çıkartılmıĢ ve ziyaretçi deft erini imzalamıĢtı. ġimdiyse, halk turlarının toplandığı B eyaz Saray'ın birinci katında ayan beyan yürüyordu. Rehberlerinden biri turistlere, "Burası da Porselen Odası," diyordu. "Nancy Reagan'ın 1981 yılında, dikkat çekici bir harcama olarak tartıĢma baĢlatan 952 dolarlık yemek takımı burda." Gizli Servis memuru Gabrielle'ı turun yanından geçirip baĢka bir turun aĢağıya indiği geniĢ bir mermer merdivene doğru götürdü. Rehber, "Üç yüz metrekarelik Doğu Odası'na girmek üzeresiniz," diye anlat ıyordu. "Bir zamanlar Abigail Adams, John Adams 'ın çamaĢırlarını buraya asardı. Ardından, James Madison pazarlığa oturmadan önce, Dolley Madison'ın eyalet baĢkanlarıyla içki içtiği Kırmızı Oda'ya geçeceğiz." Turistler güldüler. Merdivenin önünden geçen Gabrielle binan ın, bir dizi ip ve barikatla kapatılmıĢ daha özel bir bölümüne doğru ilerledi. Buradan Gabrielle'ın sadece kitaplarda ve televiz yonda gördüğü bir odaya girdiler. Nefesi daralıyordu. Tanrım burası Harita Odas ı! Hiçbir tur buraya giremezdi. Odanın dıĢa doğru aç ılabilen panel duvarları kat kat dizilmiĢ dünya haritalarını gösterirdi. Buras ı, Roosevelt'in 2. Düny a SavaĢı'nı planladığı y erdi. Fakat aynı zamanda Clinton, Monica Levinsky'yle olan iliĢkisini bu odada itiraf etmiĢti. Gabrielle bu özel düĢünceyi aklından ıızaklaĢt ırdı. En önemlisi, Harita Odası'nın Bat ı Kanadı'na -B eyaz Saray'da as ıl siyasal ağırlıklı kiĢilerin çalıĢtığı bölümegiden bir geçit olmasıydı. Gabrielle Ashe'in gitmeyi umduğu en son yer burasıydı. E -postaları açık göz bir genç stajyerin ya da daha önemsiz ofislerden birinde çalıĢan. bir sekreterin gönderdiğini sanmıĢtı. Öyle olmadığı ortadaydı. Batı Kanadı'na gidiyorum. Gizli Servis memuru onu halı serili koridorun sonuna kadar götürdü ve isimsiz bir kapının önünde durdu. Kapıy ı vurdu. Gabrielle'ın kalbi hızla çarpıyordu. Içeriden birisi, "Açık," diye seslendi. 163 Adam kap ıy ı açarak, Gab rielle'a içeri girmesin i iĢaret ett i. Gabrielle içeri ad ımın ı att ı. Panju rları aĢağ ı indirilmiĢ loĢ bir odayd Karan lıkta masa baĢında oturan bir kiĢin in belli belirsiz siluetin i seçebiliyordu. "Bayan Ashe?" Ses, sigara du man ların ın arkas ından gelmiĢt i. "HoĢ geldiniz." Gabrielle'ın gö zleri karan lığa alıĢ ırken , tan ıd ık b ir simay ı çıkart maya baĢlayınca, tüm kasları hayretle gerildi. Bana e-posta gönderen kişi BU mu? Marjorie Tench soğu k b ir ses le, " Geld iğ in iz için teĢekkü r ed erim!" dedi. Gab rielle, " Bay an... Tench?" d iye kekelerken, b ird en n efes alamaz o ldu. "Bana M arjo rie d iyeb ilirs in." Sigara du man ın ı bu rnundan ejderha g ibi üfleyen çirkin kadın ayağa kalkt ı. "Sen ve ben ço k iy i dost olacağ ız."
41 GöktaĢın ın çıkart ıldığ ı deliğ in baĢında Tolland, Rachel ve Corky'y le b irlikte du ran No rah Mango r, çuku run zifiri karan lığ ına bakıyordu .
"Mike," dedi. "Akıllısın ama delisin. Burda b iyolü minesan falan yok." To llan d Ģ imd i v id eoy a çekmed iğ in e y an ıyo rd u; Co rky , No rah il i Ming'i aramaya g itt iğinde biyolü minesan sönmeye baĢ lamıĢtı. Birkaç dakika içinde tü m parıldama durmuĢtu. To lland suya baĢka bir buz parçası fırlatt ı ama hiçb ir Ģey olmad ı. Yeşil sular sıçramamıĢtı. Corky, "Nereye kayboldu lar?" diye sordu. Tolland'ın iyi b ir fikri vardı. Biyolü minesan -doğadaki en zeki savunma mekanizmalarından biri- baskı altındaki plan ktonlar için doğal bir tepkiydi. Daha büyük o rgan izmalar tarafından tü ket ileceğ ini sezen plan kton lar, ilk saldırganları korkutacak daha büyük yırtıcıları çekme ümidiyle yanıp sönerdi. Bu kez bir çatlaktan giren p lan ktonlar birdenbire kend ilerin i tatlı su ortamında bulmuĢ ve tatlı su onları yavaĢça öldürürken panikle biyolüminesansa baĢlamıĢlardı. "Sanırım öldüler." No rah, " Bence ö ldürü ldü ler," d iye dalga g eçt i. "Pas kalya tavĢanı gelip onları yedi." Corky ö fkeyle ona baktı. "IĢ ıldamay ı ben de gö rdü m Norah ." "LSD almadan önce mi ald ıktan sonra mı?" Corky, " Bu konuda neden yalan söyleyelim?" diye sordu. "Erkekler yalan söyler." " Ev e t , kadın larla yat mak için, ama b iyo lü minesan p lan kton lar hakkın d a as la yalan söylemezler." T o l l a n d içini çekti. "Norah, buzun alt ındaki okyanuslarda planktonların yaĢadığını b ild iğine eminim." Nnorah öfkey le, "Mike," dedi. " Lütfen bana iĢimi an lat ma. Kuzey Kutb u 'n d a k i bu z kat man larında iki yü zden fazla diyato m türü yaĢar. On dört ototrofik nanokamçıh lar, yirmi heterotrof kamçılı, kırk heterotrof çift kirpi k l i v e çok-kıllılar, çiftayaklılar, kürekayaklılar, krill'lerle balıklar da dahil olmak üzere, sürüyle çokhücreli türü . BaĢka sorusu olan var mı?" To lland su rat ın ı as mıĢt ı. " Demek ki Ku zey Kutbu faunas ın ı bend en daha iy i b iliyo rsun ve altımızda pek çok yaĢam türü o lduğu konusunda hemfik iriz. O zaman ned en b iyo lü minesan p lan kton lar gö rdüğü mü zden Ģüpheleniyorsun?" "Çün kü M ike, bu çu kur sıms ıkı kapalı. Kapalı b ir tat lı su ortamı. Buraya hiçb ir o kyanus planktonu giremez!" Tolland , "Ben suda tu z tad ı ald ım," d iye ısrar ett i. " Ço k az ama var. Bu raya b ir Ģekilde tuzlu su giriyor." No rah Ģüpheci b ir tav ırla, "Peki," ded i. "Tu z tad ı ald ın. Ter içindeki parkan ın ko lunu y alad ın v e KYYT yoğunlu k t aramalarıy la on beĢ nüve ö rneğin in yanlıĢ o lduğuna karar verd in." 165 Tolland ispat lamak iç in parkasın ın ıslak ko lunu u zatt ı. "Mike, lanet ceket in in ko lu nu yalamayacağ ım." Deliğe bakt ı. "Peki sö zde p lan kton sü rü lerin in n eden bu sö zde çat lağa g ird iklerin i sora b ilir miy im acaba?" Tolland cesurca, "Ġsı olab ilir mi?" ded i. "Ġsı pek ço k den iz can lısın ı et kiler. Gö ktaĢ ın ı çıkart ırken onu ısıtt ık. Plan kton lar içgüdüsel o lara k delikteki d aha s ıcak ortama çekilmiĢ o lab ilirler."
Corky baĢ ını salladı. " Kulağa mant ıklı geliyor." "Mantıklı mı?" Norah gözlerin i devird i. " Biliyor musunuz, ödüllü I fizikçiyle, dünyaca ünlü b ir okyanus bilg ini için o ldukça kalın kafalı tip lersin iz. Acaba h iç aklın ıza geldi mi, b ir çatlak o lsa bile -ki sizi temin ederim yok- den iz suyunun bu kuyuya g irmes ine fiziksel açıdan imkân iht imal yo k." Acınaklı bir küçü msemey le onlara bakt ı. Corky, "A ma Norah..." diye baĢ layacak o ldu. "Beyler! Burda deniz seviyesinin üstündeyiz." Ayağın ı bu za vurdu. "A lo? Bu bu z küt lesi den izden otu z met re yu karıda. Bu bu z kat man ının sonundaki büyü k uçu ru mu hat ırlıyo r musunu z? Oky anustan daha yukarday ız. Eğer bu havuza ilerleyen b ir çat lak varsa, suyun kuyudan dışarı akmas ı lazım, içeri değ il. Buna yerçekimi den ir." Tolland i le Co rky b irb irlerine baktılar. Co rky , " Kah retsin," ded i. " Bunu düĢün memiĢtim." No rah eliy le su do lu h avu zu gösterd i. "Ayrıca su seviyes in in h iç değ iĢ mediğ ini fark et miĢ olmalısınız." To lland kend in i ap tal g ib i h issed iyo rdu . No rah kes in likle h aklıyd ı. Eğer b ir çatlak varsa suyun dışarı akması gerekiyordu, içeri değil. To lland bun dan sonra ne yap acağ ın ı düĢünerek u zun ca b ir süre sessizce ayakta durdu. "Pekâlâ." To lland için i çekt i. " Gö rünüĢe bakılırsa çat lak teo risi mant ığa ay kırı. A ma sud a b iyo lü minesan gördü k. Çıkarılacak tek sonu ç bunun kapalı b ir o rt am o lmad ığ ı. Bu z tarih lend irme verilerin in bu zu lun bütünlüğü önermesine dayand ığ ın ı b iliyoru m ama..." "Önerme mi?" No rah'n ın son derece rahatsızlık duyduğu belli
o luyordu .
"Bun lar sad ece ben i m v erilerim değ il M ike, unu ttun mu ? NA SA da ay n ı sonuçlara vardı. Hepimiz buzu lun tek parçalılığ ını teyit ett ik. Çatlak yok." To lland kubben in d iğer t arafınd a b asın kon feransı verilecek bö lü m et rafında top lan mıĢ kalabalığ a bakt ı. "Her ne o luyorsa, samimiyet le söylüyorum, sanırım müdüre b ild irmemiz gerekecek ve..." "Tam saç malık!" Norah ö fkeyle t ıslıyordu. "Bu bu zu l kat manın ın hiç bo zulmamıĢ o lduğunu söylüyorum. Tuz tadı alındı veya saçma sapan halüsinasyonlar görüldü diye nüve verilerimin sorgulan mas ına izin vere mem" HıĢımla yakınlardaki bir araç gereç bölümüne gitti ve bazı aletler almaya baĢladı. "Doğru düzgün su örneği alıp burda tuzlusu plankttonu olmadığ ını size göstereceğim... ölü ya da d iri!" Norah erimiĢ havu zdan su ö rneği almak için ip le steril b ir p ipet u zat ırken, Rachel ile d iğerleri onu seyrett i. No rah, miny atür teleskopu and ıran min ik b ir alet in için e b irkaç damla akıtt ı. Ard ından alet i, ku bben in d iğer tarafından yay ılan ıĢ ığa doğ ru tut arak mercekten bakt ı. San iy eler g eçmeden lanet o ku maya baĢ lamıĢt ı. "Aman Tan rım!" A let i sallayan No rah bir kez daha bakt ı. " Lanet o lsun Bu refrakto metre bozu lmuĢ olmalı!" Corky sev inerek, " Tu zlu su mu?" d iy e so rdu. No rah kaĢların ı çatt ı. " Kıs men. Yü zde üç den iz suyu içerd iğ in i gösteriyo r ki bu kes in likle imkânsız. Bu bu zu l bir kar y ığ ın ı. Saf tat lı sudan oluĢtu. Hiç tuz olmamalı." Norah örneği yakınındaki bir mikroskoba götürerek inceledi. Homurdanıyordu. Tolland , "Plan kton mu?" diy e sordu . "G. Polih edra" d erken sesi art ık yat ıĢ mıĢt ı. " Biz bu zu l u zman ların ın bu z kat manları altındaki okyanuslarda sıkça rastladığı b ir p lankton türü." Omzunun üstünden Tolland'a gö z attı.
"ÖlmüĢler. Yü zde üç tu zzlu su içeren b ir ortamda yaĢayamad ıkları an laĢılıyor." 167 Dö rdü, derin kuyunun yan ında b ir süre sessizce durdu lar. Rachel, bu çeliĢkin in bu luĢ açısından ne an lam ifade ett iğ in i an lamaya çalıĢ ıyordu. Gö ktaĢın ın açt ığ ı u fu klarla kıyasland ığ ında bu çıkmaz çok u fak görün üyo rdu , ama y ine de b ir ist ih barat u zman ı o lan Rachel, bu n dan ço k d aha küçü k so ru n lar yü zünd en n ice t eo rilerin suy a düĢtü ğünü görmüĢtü. "Burda neler o luyor?" Ses uğultuyu andırıyordu . Herkes baĢın ı kald ırıp baktı. Karan lığ ın içinden NA SA müdü rünün kaba saba s ilueti belird i. Tolland, " Havuzdaki suyla ilg ili küçük b ir tereddüdü mü z var," dedi. " Çözmeye çalıĢıyoruz." Co rky ad eta neĢe içindeyd i. " Norah 'n ın bu z verileri h apı yuttu." Norah, " Bir tarafımı ye," diye fısıldadı. Müdür kalın kaĢların ı çatarak yan larına yaklaĢtı. " Bu z verilerin in ne si varmıĢ?" Tolland kararsız bir eday la için i çekt i. " Gö ktaĢının çıkart ıldığ ı havu zda yü zde üç o ran ında tu zlu suya rast lad ık, ki bu da gö ktaĢın ın h iç bo zu lma mıĢ t at lı su bu zu lunda saklı kald ığ ı bu zu l b ilim rapo ru y la çeliĢ iyo r." Durdu . "Ay rıca p lankton lar da var." Ekstro m kızmıĢ g ib iydi. " Bu elbette imkânsız. Bu bu zu lda h iç çat lak yok. KYYT taramaları bunu doğruluyo r. Bu gö ktaĢı tek parça h alind eki bu z yatağ ında gö mü lüydü." Rachel, Ekst ro m'un h aklı o lduğunu b iliyo rdu . NASA 'n ın yoğun lu k taramalarına bakılacak olu rsa bu z kat manı taĢ gib i sağ lamd ı. Gö ktaĢın ın! her tarafı on larca metre don muĢ bu zu lla ö rtü lüy dü. Hiç çat lak yo ktu . Rachel yoğunlu k taramalarının nasıl yapıld ığ ını hayal et meye çalıĢırken, garip bir düĢünceye kap ıld ı... Ekstro m, "Ayrıca," diyo rdu. " Dr. Mangor'ın nüve ö rnekleri bu zulun bütünlüğünü tey it ett i." Refrakto met rey i masan ın üstüne vu ran No rah, " Kes in likle!" d ed i. "Çift tey it. Bu zda h iç çat lak çizg isi yo k. Bu yü zden tu z ve p lan kton için b i r açıklama bulamıyoruz."Ses indeki yürekliliğe kend i b ile ĢaĢıran Rachel, " Doğrusunu istersen iz dedi. " BaĢka bir ihtimal var." Ani b ir ilhamla, en akla gelmeyecek hatıraları canlan mıĢt ı. ġimd i herkes dön müĢ ona bakıy ordu . Gö zlerinde aĢ ikâr b ir kuĢ ku ifad esi vardı. Rachel gü lü msedi. "Tu z ve p lanktonun son derece mantıklı bir açıklamas ı var." Tolland'a iğneley ici b ir bakıĢ fırlattı. " Ve samimi olmak gere kirse Mike, senin aklına nasıl gelmediğ ine ĢaĢırdım."
42 Buzulda donmuş plan kton mu?" Co rky Marlinson, Rache l'in açıklamas ın d an ikna olmuĢ gibi değildi. "Hevesin kursağında kalsın istemem ama genellikle b ir Ģey donunca ö lü r. Bu kü çü k hay lazlar b ize gö z kırp ıy o rd u , unuttun mu yoksa?" Et kilen miĢ gözlerle Rachel'a bakan To lland, "Aslında," dedi. "Haklı o lab il ir . Ortam gerektirdiğinde zahiri ölüm yaĢayan birkaç tür var. Bir za m a n l a r bu fenomen hakkında bir bölüm hazırlamıĢtım." Rachel b aĢ ın ı sallad ı. " Gö llerde d onan ve bu zlar çö zü len e kadar beklemek zo runda kalan turnabalıklarını göstermiĢtin.-Ayrıca çö llerde bünyesindeki tüm suyu kaybeden, onlarca yıl bu Ģekilde kalan ve yağmur yağdığ ında yenid en hay ata dönen , t ard ig rad böceğ i d enen mikroo rgan izmalardan bahsetmiĢtin." Tolland kend i kendine güldü . " Demek prog ramımı gerçekten seyred iyorsu n . "
Rachel biraz utangaç bir tavırla o mu zlarını silkt i.
169 Norah, "Ne söylemeye çalıĢıyo rsunuz Bayan Sexton?" d iye sordu. To lland , " ġunu söy lemeye çalıĢıyo r," ded i. " Ki b en bunu daha önce j fark et miĢ o lmalıyd ım. O p rog ramda bahsett iğ im türlerden b iri, her kı f | Ku zey Kutbu 'ndaki bu zu llarda donan , o rda kıĢ uy kusuna yat an ve her yatı buzu llar erid iğ ind e yü züp g iden b ir p lan kton tü rüydü ." To lland du rak d i. " O p rog ramda göst erd iğ im t ü rler bu rda gö rd üğü mü z b iyo lü min esai türlerden değ ild i ama ayn ı Ģey o lmuĢ o lab ilir." Michael To llan d onu n fikrin i b eğend iğ i için heyecan lan an Rachel , " Don muĢ p lan kton lar bu rd a gö rdüğü mü z her Ģey i a çıklayab ilir," d ed i,! "GeçmiĢ b ir zamanda bu zu lda b ir çat lak a çılmıĢ o lab ilir, p lan kton açısından zeng in tu zlu suy la do lar ve son ra yen iden donar. Ya bu bu zu lda de don mu ş tu zlu su cep leri varsa? Don muĢ p lan kton b arınd ıran d on muĢ d en iz suyu. DüĢünün, siz ısıt ılmıĢ gö ktaĢın ı yu karı kald ırırken don muĢ bir tu zlli su ceb inden geçmiĢ o lab ilir. Tu zlu sudan o luĢan bu z erir, p lan kton ları uy kusundan uyandırır ve tat lı suya az miktarda tu zlu su karıĢır." "Ah, Tan rı aĢ kın a!" No rah karĢ ıt b ir ifadey le in ler g ib i ses çıkard ı "Birden herkes buzul uzmanı o ldu!" Corky de Ģüphey le bakıyo rdu . "A ma KYYT yoğun lu k taramas ı y aparken tu zlu su bu z cep lerin i t espit et mez miyd i? Ne d e o ls a d en iz s u bu zuy la tat lı su buzların ın yoğunluğu birb irinden farklı." Rachel, " Ço k az fart lı," ded i. Norah , " Yü zde dö rt önemli b ir farkt ır," d iye karĢ ı çıkt ı. Rachel, " Evet laboratuvarda," d iye cevap verd i. "A ma KYYT ö lçütlerin i 120 mil yu kardan yap ıyor. Bilgisayarlar belirgin -buz ve balçık, gran it ve kireçtaĢ ı- farklılıkları ay ırt et mek ü zere tasarland ı." Müdüre döndü. "KYYT u zaydan yoğunlu k ö lçerken, tu zlu su bu zuy la tatlı su bu zunu b irb irinden ay ırt edemed iğin i düĢünmekte haksız mıy ım?" Müdür b aĢın ı sallad ı. " Doğ ru . Yü zd e dö rt lü k o ran , KYYT'un hat a payı eĢiğ inin altında. Uydu tatlı su buzuyla tuzlu su buzunu aynı kabul etmiĢtir." To lland Ģimd i merak et miĢ g ib i gö rünüyo rdu. " Bu ayn ı zamanda havu zda suyun sab it sev iyed e kalmas ın ı da açıklar." Norah'y a b akt ı. " Delikte gördüğün plan ktonlara ne deniyordu?" Norah, "G. Polihedra," dedi. "Şimdi de G. Polihedra buzda kıĢ uykusuna yatab i l i r mi diye merak ediyorsunuzdur. Cevabın evet oluĢu sizi sevindirecekt ir. Kesin likle. G. Polihed ra bu z kat man ları etrafında sürü ler hal in d e bulunur, b iyolü minesan yapar ve buzun içinde kıĢ uykusuna yatabilir. BaĢ ka soru var mı?" Herkes b irb irine bakt ı. Norah'n ın ses tonundan, devamında b ir "ama" geleceği anlaĢılıyordu yine de Rachel'ın teorisini doğrulamıĢ gibiydi. To lland , " O h alde," ded i. "Mü mkün o lduğunu söy lüyo rsun öy le de ğil mi? Bu teori mantıklı mı?" Norah " Elbette," ded i. "Tam b ir geri zekâ lıysan." Rachel öfkey le at ıldı. " Pardon anlayamad ım?" No rah M ango r ile Rachel bakıĢ ların ı b irb irlerine d ikt iler. "San ırım mes leğ in izde b ilg in in azlığ ı teh likeli b ir Ģeydir, yan ılıyor muyu m? Inan ın bana, aynısı buzu lbilim için de geçerli." Norah gö zlerini etrafındaki dö rt kiĢ ide teker teker gezd irdi. " Bunu Ģ imd i herkesin an lamas ı için b ir kez ve son o larak açıklayacağım. Bayan Sexton'ın
ileri sürdüğü tu zlu su cepleri vard ır. Bu zu l u zman ları bunlara yarık derler. Bununla b irlikte ya rıklar tuzlu su ceplerinden değ il, u zantıları saç teli kalın lığında olan tuzlu su buz ağ la rından meyd ana gelirler. Bu derin likt eki havu zda yü zde üç o ran ında tuzlu su olması için, o göktaĢının bayağı fazla yarıktan geçmesi gerekiyor." Ekstro m kaĢların ı çattı. " Yan i mü mkün mü , değ il mi?" No rah sert b ir d ille, "Ġmkân ı yo k," ded i. " Kes inlikle mü mkün değ il. Nüve örneklerinde tu zlu su bu z ceplerine mut laka rast lardım." R a c h e l , "Nüve ö rnekleri geliĢ igü zel nokt alardan çıkart ılmad ı mı?" d iye sordu . "Acab a talihs izlik eseri, nüvelerin çıkart ıld ığ ı yerler den iz bu zu cep lerin i
ıskalamıĢ olabilir mi?" 171
"Ben göktaĢının tam üstünden nüveler çıkarttım. Sonra da her yannından b irkaç santim mesafede onlarca örnek ald ım. Daha yakın ı o lama z." "Sadece sordum." Norah , "Su götürü r b ir mesele," ded i. "Tu zlu su yarıklarına sadece mevsimlik -her mevs im o luĢan ve sonra eriyen- bu zlarda rastlan ır. M ilne Bu zu l Kat manı sürekli buzdur; dağ larda o luĢan ve bu zuldan parçalar kopup denize düĢene kadar bo zu lmadan du ran bu z. Bu esrarlı feno men i açıklamakta don muĢ p lan ktonlar ne kadar uygun görünürse görünsün, sizi temin ederim bu bu zu lda hiç don muĢ p lan kton ağ ı yo k." Grup yen iden sessizleĢ miĢti. Don muĢ p lan kton teo ris in in çürü mes ine karĢın , Rach el'ın s iste m veri analizi bu redd i kabu l edemiyo rdu. Rachel'ın içgüdü leri alt larındaki buzu lda donmuĢ planktonlar bulun masının, bilmecenin en basit çözü mü o lduğunu söylüyordu. Occa m'ın Usturası Prensibi, diye düĢündü. UKO'da eğit menleri bunu bilinçalt ına kazımıĢlardı. Birden fazla açıklama olduğunda en basiti genellikle doğrudur. Bu z nüvesi verileri yan lıĢ çıkt ığ ı t akd irde No rah Mango r'ın kaybedecek ço k Ģey i vard ı. Rachel, belki de No rah 'n ın p lan ktonu gö rünce bu bu zu lun bütün lüğü konusunda hata yapt ığ ın ı fark ett iğ inden ve Ģimd i de hatasın ı ö rtbas et meye çalıĢtığ ından Ģüphelendi. Rachel, "Tek b ildiğ im," ded i. "A z önce tü m Beyaz Saray çalıĢanlarına b rifing v erip on lara bu gö kt aĢ ın ın bo zu lmamıĢ b ir bu z y atağ ında bu lunduğunu , ord a gö mü lü d urd uğunu ve Jung ersol d en ilen ün lü b ir met eordan koptuğu 1716'dan b eri h iç el değ med iğ in i söyled iğ im. Bu g erçek san ırım Ģu anda t art ıĢ ılır o ldu." NASA müdürü cidd i b ir ifad eyle susuyordu. Tolland boğazın ı temizled i. " Rachel'a kat ılmak zo runday ım. Havu zda tu zlu su ve plankton vardı. Açıklaması ne olu rsa olsun, bu havuzun kapalı b ir o rtam o lmadığ ı anlaĢılıyor. Kapalı o lduğunu söyleyemey iz." Co rky hu zu rsu z gö rünüyo rdu. " Eee, millet , burd a astro fizikten bahs et mek ist emem ama ben im mes leğ imd e hata y apt ığ ımızd a genellikle milyarlarca y ıldan bahsederiz. Gerçekten d e bu p lan kton/tu zlu su karıĢımı o kadar önemli mi? Yan i, göktaĢ ının çev resindeki bu zun kusursuzluğu gö kt aĢın ın kend is in i et kilemez, öyle değ il mi? Elimizd e hâlâ fos iller var. Kimse on ların gerçekliğ in i sorgulamıyor. Bu z nüvesi verilerinde hata yaptığımız ortaya çıksa da, kimsenin u murunda olmaz. Sadece baĢka bir gezegende yaĢam kanıt ı bu lmamızla ilgileneceklerdir." Rachel, "Üzgünü m Dr. Marlinson," ded i. " Veri analizi yaparak ge çin imin i sağlayan b iri o larak, s ize kat ılamad ığımı belirt mek zo rundayım. NASA 'nın bu akĢam sun acağ ı verilerdeki en ufak b ir kusu run tü m keĢ fin inan ılırlığ ını sars ma iht imali var. Buna fosillerin gerçekliği de dah il." Co rky'n in ağ zı açık kalmıĢt ı. "Sen neden bahsediyo rsun? Bu fosiller reddedilemez." "Ben b iliyo ru m. Siz b iliyo rsunu z. A ma eğ er halk, NA SA 'n ın b ilin çli o l a r a k Ģüpheli bu z nüves i verilerin i sunduğu d üĢünces ine kap ılırsa, inan ın bana, o anda NASA 'n ın baĢ ka h angi konu larda y alan
söylediğ in i merak et meye baĢlayacaktır." No rah parlayan gö zlerle ileri doğ ru ad ım att ı. " Ben im bu z nüvesi ve rilerim Ģüp heli değ il." Müdü re dönd ü. " Bu buz kat man ın ın h içb ir y erinde kalmıĢ den iz buzu bulun mad ığın ı size kan ıtlayabilirim!" Müdür u zunca b ir sü re ona bakt ı. " Nasıl?" No rah p lan ın ı açıklad ı. Bit ird iğ ind e, Rachel bunun mant ıklı b ir fikir o lduğunu kabul et mek zo runda kaldı. M üdü r o kadar emin g ö rün mü yo rd u. " Sonu çlar kes in o lacak, ö y le değil mi?" No rah, " Yü zde yü z doğ ru lan mıĢ o lacak," d iyerek onu temin ett i. "O gö ktaĢın ın yakın larında b ir damla bile don muĢ tu zlu su varsa, bunu gö reCE ĞĠZ. Birkaç damlası b ile cihazımd a Times Meydanı g ib i ıĢıldayacakt ır." Müdürün asker kesimi sa çların ın alt ındaki kaĢları çat ıld ı. " Fazla va kt imi z kılmadı. Basın konferansına birkaç saat var." 173 "Yirmi dakika sonra dönerim." "Ne kadar uzaklaĢacağın ı söylemiĢt in?" "Çok fazla değil. Ġki yü z metre yeterli o lur." Ekstro m baĢın ı salladı. " Güven li o lduğundan emin mis in ?" No rah , " Yan ıma iĢaret fiĢeğ i alırım," d iye yan ıt v erd i. "Ay rıca M ike da ben imle gelecek." Tolland b irden baĢ ını d ikleĢtird i. " Öyle mi yapacağ ım?" "Ev et öy le M ike! Birb irimize destek o lacağ ız. Sert b ir rü zgâr est iğ inde, arkamda b ir ç ift güçlü ko l o lsun isterim." "Ama..." To lland 'a dö nen müdü r, " Haklı," d ed i. "Tek b aĢına g idemez. Onun B b irli kt e b irka ç ad amımı g önd ereb ilird im a ma d ü rüs t o lmak g erekirse gerçekten sorun o lup o lmad ığ ın ı öğ renen e kadar Ģu p lan kton meseles in in kend i aramızda kalmas ın ı t ercih ed iyo ru m." Tolland isteksizce baĢın ı sallad ı. Rachel, " Ben de g it mek isterim," ded i. Norah o lduğu yerde kobra y ılanı g ibi döndü. " Ġstersin tab i ya." M üd ü r aklın a yen i b ir fikir g elmiĢ g ib i, "As lın da," ded i. " San ırım dö rt lü dest ek s istemi ço k dah a g üven li olu r. Eğ er s iz ikin iz g idersen iz M ike kay arsa sen onu as la tutamazs ın . Dö rt kiĢi ikiden ço k daha güven li olacakt ır." Du rup Co rky'ye bakt ı. " Yan i bu, ya s iz ya da Dr. M ing g id eceksin iz an lamına geliyor." Ekst ro m habikü rede gö zlerin i gezd ird i. "Sah i Dr. M ing n erde?" Tolland, " Bir süredir onu görmüyoru m," dedi. " Belki kestiriyordur. Ekst ro m, Co rky 'ye döndü . "Dr. Marlinson , on larla b irlikte g it men izi salık veremem ama..." Co rky, "Nerd en çıkt ı Ģimd i?" ded i. "Ayn ı sahneye tan ık olmak baĢımıza ne iĢler açtı." Norah, "Hay ır!" d iye hay kırd ı. "Dört kiĢi b izi yavaĢlat ır. M ike ve ben yalnız gideceğiz." "Emin mis in?" "Yalnız gitmiyorsunuz." Müdür gayet kesin konuĢmuĢtu "Ipe bağlanmanın dörtlü tasarlanmasının bir nedeni var ve biz de bü iĢi mü mkün olduğu kadar güvenli yoldan yapacağız. Iht iyacım o lan son Ģey, NASA tarihindeki en büyük basın konferansından birkaç saat önce bir kaza
yaĢanması." 43 Gabbrielle Ashe, Marjorie Tench'in boğucu odasında otururken nedensiz b ir ted irg in lik h issediyordu. Bu kadın benden ne istiyor olabilir? Odadaki tek masanın arkasında oturan Tench sandalyesinde öne doğru eğildi. Yüzünün sert çizg ileri, Gabrielle'm huzursuzluğuna memnun olmuĢ gibiydi. Pakete hafifçe vurarak yen i b ir sigara çıkartan Tench, "Du man rahatsız ed iyor mu?" d iye so rdu. Gabrielle, "Hay ır," d iye yalan söyled i. Tench sigarasını yakmıĢtı b ile. "Sen ve aday ın bu kampanya esnasında NASA'y la hay li ilg ilendin iz." Öfkesini gizlemek için çaba göstermeyen Gab rielle, "Evet," dedi. " Birileri cesaret lend irmiĢt i. A çıklama istiyo ru m." Tench masumca dudaklarını büktü. "NASA'ya saldırman için neden sana e-postayla b ilgi gönderd iğ imi b ilmek mi istiyorsun?" "Gönderd iğin iz b ilgiler BaĢkan ı'n ıza zarar verd i." "Kısa vadede evet ." Tench'in sesindeki uğursuz tonlama Gabrielle'm keyfini kaçırmıĢtı. "Bu ne an lama geliyor?" "Rahatla Gabrielle. Gönderdiğ im e-postalar iĢleri fazla değiĢtirmedi. Ben devreye g irmeden önce de Senatö r Sexton NA SA'ya takmıĢt ı. Ben sadece mesajını netleĢtirmesine yard ımcı o ldu m. Ne tarafta durduğunu açıkça gösterdi." 175
"Ne tarafta durduğunu mu gösterdi?" "Kesinlikle." Tench gülümseyince lekeli diĢleri meydana çıktı. "Bu akĢamüstü CNN'de oldukça etkileyici olduğunu söylemek zorundayım." Gabrielle, Tench'in kaçamaklı cevap terbiyecisi soruları karĢısında senatörün verdiği tepkiyi hatırladı. Evet, NASA'yı kaldırırdım. Sexton köĢeye sıkıĢmıĢ ama sert oynamıĢtı. Doğru hareket buydu. Yoksa değil miydi? Tench'in kendinden emin görüntüsü Gabrielle'da, bir Ģeyleri eksik bildiği hissini uyandırıyordu. Tench aniden ayağa kalkınca, sırık gibi vücudu küçücük yeri doldurdu. Dudaklarından sarkan sigarayla duvardaki kasanın yanına gidip bir zarf çıkardı. Masaya dönüp yeniden oturdu. Gabrielle zarfa göz attı. Zarfı elinde floĢ ruvayal tutan bir poker oyuncusu gibi kucaklayan Tench gülümsüyordu. Heyecanlı bekleyiĢin tadını çıkartıyormuĢ gibi, sararmıĢ parmak uçlarıyla zarfın kenarına sürekli vurarak sinir bozucu sololer çıkartıyordu. Gabrielle bunun sadece kendini suçlu hissetmesinden kaynaklandığını biliyordu ama zarfın içinde senatörle yaĢadığı cinsel iliĢkiye dair ipucu olmasından korkuyordu. Saçmalama, diye düĢündü. Bu olay Sexton'ın kilitli ofis odasında mesai saatinden sonra yaĢanmıĢtı. Beyaz Saray'ın elinde herhangi bir delil olsaydı, bunu Ģimdiye dek çoktan kamuya duyururlardı. Gabrielle, belki şüpheleniyorlardır, diye düĢündü, ama ellerinde kanıt yok. Tench sigarasını ezerek söndürdü. "Bayan Ashe, farkında mısınız değil misiniz bilmiyorum ama Washington'da 1996'dan beri sahne arkasında süregelen bir savaĢın içine düĢtünüz." Bu açılıĢ konuĢması kesinlikle Gabrielle'ın beklediği türden değildi "Anlayamadım?"
Tench bir sigara daha yaktı. Ġnce dudakları sigarayı kavrarken, sigaranın ucu kıpkırmızı parladı. "Uzayı Ticari Kullanıma Açma Kanunu denilen yasa tasarısı hakkında ne biliyorsun?" Gabrielle bunu daha önce hiç duymamıĢtı. Omuzlarını silkti. Tench, "Sahi mi?" dedi. "Buna çok ĢaĢırdım. Adayınızın savunduğu ilkeler düĢünülünce. Uzayı Ticari Kullanıma Açma Kanunu 1996'da Senatör Walker tarafından ortaya atıldı. Yasa tasarısı esas itibarıyla, aya insan gönderdiğinden beri kayda değer bir iĢ yapamayan NASA'nın baĢarısızlarını ele alıyor. NASA hisselerinin derhal özel uzay Ģirketlerine satılarak özelleĢtirilmesini öngörüyor. Böylece NASA'nın vergi mükelleflerine bindirdiği yük ortadan kaldırılacak ve serbest piyasa sistemiyle uzay daha etkin biçimde keĢfedilecek." Gabrielle NASA'nın açtığı sıkıntılara çare olarak özelleĢtirilmesi gerektiğinin öne sürüldüğünü duymuĢtu ama bu fikrin resmi bir yasa tasarısı Ģekline dönüĢtürüldüğünden haberi yoktu. Tench, "Bu ticari kullanıma açma yasa tasarısı Kongre'ye dört kez sunuldu," dedi. "Uranyum üretimi gibi devlet iĢletmelerinin baĢarıyla özelleĢtirildiği tasarılara benziyordu. Kongre önüne gelen ticari kullanıma açma tasarısını dört kez kabul etti. Bereket versin ki Beyaz Saray her seferinde veto etti. Zachary Herney iki kez veto etmek mecburiyetinde kaldı." "Yani?" "Yani, Senatör Sexton BaĢkan olduğu takdirde kesinlikle destekleyeceği bir yasa tasarısı. Sexton'ın eline geçen ilk fırsatta NASA hisselerini hiç sızlamadan satacağına inanmak için nedenlerim var. Kısacası, adayınız vergilerin uzay keĢfine harcanmasındansa NASA'nın özelleĢtirilmesini tercih edecektir." "Bildiğim kadarıyla senatör kamu önünde Uzayı Ticari Kullanıma Açma Kanunu'ndan yana olduğunu hiç belirtmedi." "Doğru. Ama takip ettiği politikayı bilen biri olarak, bunu destekledeğini öğrenmek seni ĢaĢırtmayacaktır." 177 "Serbest piyasa sistemleri verimliliği arttırır." "Bunu 'evet' olarak kabul ediyorum." Tench, ona bakıyordu. "Ne yazık ki, NASA'nın özelleĢtirilmesi berbat bir fikir ve yasa tasarısı ortaya atıldığından beri Beyaz Saray yönetimlerinin bunu reddetmesinin sayısız sebebi var." Gabrielle, "Uzayın özelleĢtirilmesine karĢıt fikirleri duymuĢtum," dedi. "Kaygınızı anlıyorum." "Anlıyor musun?" Tench, ona doğru eğildi. "Hangi fikirleri duydun?" Gabrielle tedirginlikle oturduğu yerde kıpırdandı. "ġey, daha çok standart kuramsal korkular... NASA'yı özelleĢtirirsek, kârlı giriĢimler uğruna uzayla ilgili mevcut bilgi araĢtırmalarımızın çabucak terk edileceği." "Doğru. Uzay bilimi göz açıp kapayıncaya kadar yok olur. Özel uzay Ģirketleri evrenimizi incelemek için para harcamak yerine, asteroitlerin altını üstüne getirir, uzayda turist otelleri inĢa eder, ticari uydu fırlatma hizmetleri sunarlar. Özel Ģirketler milyarlarca dolara mal olduğu halde hiçbir maddi getirisi olmayacaksa, neden evrenimizin köklerini araĢtırmakla uğraĢsın?" Gabrielle, "UğraĢmazlar," diye karĢılık verdi. "Ama ilmi hedeflere fon sağlamak amacıyla Uzay Bilimi için Milli BağıĢ Sistemi kurulabilir." "Böyle bir sistem zaten var. Ġsmi NASA." Gabrielle susmuĢtu. Tench, "Kâr sağlamak için bilimi bir kenara bırakmak iĢin önemsiz kısmı," dedi. "Özel sektörün uzayda dilediği gibi at koĢturmasına izin verince meydana gelecek kaosla kıyaslandığında hafif kalıyor.Yeniden vahĢi batı günlerine döneceğiz. Ayda ve uzayda hak iddia eden ve bu iddialarını güç kullanarak korumaya kalkan
öncüler göreceğiz. Geceleri gökyüzünde yanıp sönen neon reklam panoları yapmak isteyen Ģirketlerin dilekçe verdiklerini duydum. Uzay otelleriyle turistik iĢletmelerin, çöplerini uzay boĢluğuna atmak ve yörünge etrafında dönen çöp yığınları oluĢturmak istediklerini gördüm. Hatta daha dün, ölüleri yörüngeye fırlatarak uzayı mozoleye çevirmek isteyen bir Ģirketin verdiği teklifi okudum. Telekomünikasyon uydularının cesetlerle çarpıĢtığını hayal edebiliyor musun? Geçen hafta ofisime gelen milyarder bir CEO, yakın alan bir asteroiti yeryüzünün daha yakınına çekip değerli mineral madenleri aramak istiyordu. Bu adama asteroitleri dünya yörüngesine yaklaĢtırmanın küresel felaket tehlikesi taĢıdığını hatırlatmak zorunda kaldım! Bayan Ashe, sizi temin ederim, eğer bu yasa tasarısı geçerse uzaya doluĢan giriĢimciler füze bilimi uzmanları olmayacak. Bunlar cüzdanı kabarık ama kafası sığ giriĢimciler olacaklar." Gabrielle, "Ġnandırıcı iddialar," dedi. "Ama eminim senatör yasa tasarısını oylamak durumunda kalırsa bu meseleleri dikkate alacaktır. Tüm bunların benimle ne ilgisi olduğunu sorabilir miyim?" Tench gözlerini kısarak, bakıĢlarını sigarasına çevirdi. "Pek çok kiĢi uzaydan çokça para kazanmayı bekliyor ve siyasi lobi tüm sınırlamalarla engelleri kaldırmak için kollarını sıvıyor. ÖzelleĢtirmeye karĢı... uzaydaki anarĢiye karĢı geriye kalan tek engel baĢkanlık ofisinin veto hakkı." "O halde Zach Herney'ye yasa tasarısını veto etmesini tavsiye ederim." �"Benim korkum sizin adayınızın seçildiği takdirde o kadar ihtiyatlı davranmayacağı." "Bir kez daha söylüyorum, yasa tasarısını değerlendirme konumuna gelindiğinde senatör tüm meseleleri göz önünde bulunduracaktır." Tench tam anlamıyla ikna olmuĢa benzemiyordu. "Senatör Sexton medya reklamlarına ne kadar harcıyor biliyor musun?" Soru onu hazırlıksız yakalamıĢtı. "Bu meblağ halka ait değil." "Ayda üç milyondan fazla." Gabrielle omuzlarını silkti. "Öyle diyorsanız öyledir." Yakın bir rakam vermiĢti. "Bu çok yüklü bir miktar." "Onun harcayacak çok parası var." "Evet, iyi planlama yaptı. Ya da daha doğrusu iyi bir evlilik yaptı." Tench sigarasını üflemek için durdu. "Karısı Katherine'e yazık oldu. Ölümü 179 senatörü fena sarstı." Bunun ardından son derece yapmacık bir iç çekiĢ geldi. "Ölümünün üstünden pek fazla zaman da geçmedi, öyle değil mi?" "Sadede gelin, yoksa gidiyorum." Ciğerleri sarsılır gibi öksüren Tench, sarı zarfa uzandı. Ġnce bir zımbalı kâğıt tomarı çıkarıp Gabrielle'a uzattı. "Sexton'ın mali kayıtları." Gabrielle belgeleri utanç içinde inceledi. Kayıtlar yıllar öncesine kadar uzanıyordu. Gabrielle, Sexton'ın maddi durumunun iĢleyiĢini tam olarak bilmese de, verilerin doğru olduğunu sezinledi... banka hesapları kredi kartı hesapları, faiz borçları, hisse senetleri, gayrimenkul senetleri borçlar, sermaye kazançları ve zarar. "Bunlar özel bilgiler. Nerden buldunuz?" "Kaynağım seni ilgilendirmez. Ama bu rakamları incelemek için biraz vakit harcarsan, Senatör Sexton'ın
Ģu anda harcadığı paraya aslında sahip olmadığını göreceksin. Katherine öldükten sonra kötü yatırımlar lüks harcamalar ve zafer kazandıracak umuduyla satın aldıkları, kendine kalan mirasın büyük kısmını tüketti. Altı ay önce adayınızın cebinde metelik yoktu." Gabrielle bunun blöf olabileceğini düĢündü. Sexton hiç de meteliksiz biriymiĢ gibi davranmıyordu. Her hafta reklam harcamalarını arttırıyordu. Tench, "Adayınız," diye devam etti. "ġu anda BaĢkan'dan dört kat fazla harcama yapıyor. Ve Ģahsına ait hiç parası yok." "Pek çok bağıĢ alıyoruz." "Evet, bazıları yasal." Gabrielle baĢını kaldırdı. "Anlayamadım?" Tench oturduğu yerde öne doğru eğilince Gabrielle nefesinin nikotin kokusunu aldı. "Gabrielle Ashe, sana bir soru soracağım ve cevap vermeden önce iyice düĢünmeni tavsiye ederim. Gelecek birkaç yılını hapiste geçirip geçirmeyeceğini belirleyebilir. Senatör Sexton'ın, NASA'nın özelleĢtirilmesiyle milyarlar kazanacak uzay Ģirketlerinden kampanyası için büyük miktarlarda, yasadıĢı rüĢvet aldığının farkında mısın?" Gabrielle bakakalmıĢtı. "Bu çok saçma bir itham!" "Bu durumdan haberin olmadığını mı söylüyorsun?" "Senatör ileri sürdüğünüz miktarlarda rüĢvet alsaydı haberim olurdu diye düĢünüyorum." Tench soğuk bir ifadeyle gülümsedi. "Gabrielle, Senatör Sexton'ın seninle çok Ģey paylaĢtığını anlıyorum ama bu adam hakkında bilmediklerinin hayli fazla olduğuna emin olabilirsin." Gabrielle ayağa kalktı. "Toplantı sona erdi." Dosyadakilerin geri kalanını çıkarıp masanın üstüne yayan Tench, tam tersine," dedi. "Toplantı yeni baĢlıyor."
44 Habikürenin "harekât öncesi odası"ndaki Rachel, NASA'nın Mark mikroiklim yaĢam kıyafetlerinden birinin içine girerken, kendini astronot gibi hissetti. KapüĢonlu, tek parça siyah tulum, ĢiĢer dalgıç kıyafetini andırıyordu. Çift katlı, hafızalı köpük kumaĢa, giyen kiĢinin hem sıcak hem de soğuk ortamlarda vücut ısısını dengede tutmasına yardımcı olmak için yoğun bir jel pompalanmıĢ kanallar oturtulmuĢtu. Rachel sıkı kapüĢonu baĢına geçirirken, gözleri NASA müdürüne takıldı. Bu küçük görevin gerekliliğinden hoĢnut olmamıĢ bir ifadeyle, kapıda nöbetçi gibi duruyordu. Norah Mangor diğerlerini giydirirken, mırıldanarak küfrediyordu, Corky'ye kıyafetini uzatarak, "IĢte tıknazlar için bir tane," dedi. Tolland kendi kıyafetini yarı yarıya giymiĢti. Rachel fermuarını tamamen kapattıktan sonra, Norah, onun yan tarafındaki tıpayı büyük bir dalıĢ tüpünü andıran gri kutudan sarkan, ĢiĢirme tüpüne bağladı. 181 Vanay ı açan Norah , " Nefes al," ded i. Rachel bir t ıslama duydu ve ardından kıyafet in içine verilen jeli his setti. Hafızalı köpü k geniĢ ley ince tu lu m onu sımsıkı sardı ve kıyafet in iç kıs mı vücuduna oturdu. Bu h is ona, plast ik eld iven le elin i suya dald ırmayı anımsat mıĢt ı. KapüĢon baĢının etrafında ĢiĢerek ku lakların ı bastırınca, sesler boğuk gelmeye baĢlad ı. Ko zanın
içindeyim. No rah, "Mark IX'un en gü zel y anı do lgusu," ded i. " Kıçın ın üstüne düĢsen de bir Ģey h issetmezs in." Rachel inan mıĢtı. Kendin i minderin içine hapsolmuĢ g ibi hissediyordu. No rah, Rachel'a bazı alet ler u zatt ı... b ir bu z kazması, ip kancas ı ve Rach el'ın belind eki kemere takt ığ ı karab in a. Alet lere bakan Rachel, " Bunlara gerek var mı?" d iye sordu. "Ġki yü z met re git mek için?" Norah gö zlerin i kısarak bakt ı. " Gelmek istiyor musun, istemiyor mu sun?" Tolland, Rachel'a güven verici bir tav ırla baĢın ı sallad ı. "Norah sadece temkin li dav ran ıyor." Do lu m deposuna bağ lan ıp kıyafet in i Ģ iĢiren Co rky hayret et miĢ g ib i görünüyordu. " Kendimi dev bir prezervat if giy miĢ g ib i h issediyoru m." No rah nefret edercesin e ho murdand ı. " San ki ço k iy i b iliyormuĢsun gib i konuĢ ma bakir oğ lan." To lland yere çö melip Rach el'ın yan ına oturdu . Rachel kalın bot la rıy la kramponların ı bağ larken ona hafifçe tebessüm ett i. " Gelmek istediğine emin misin?" Gö zlerinde Rachel'ı kend ine çeken ko ruyucu b ir kayg ı vardı. Rachel, kendinden emin Ģ ekilde baĢ ını sallay ıĢın ın, artan ko rkusunu gizlemiĢ o lmasını diledi. Iki yüz metre... o kadar da uzak değil. "Sen sadece açık den izlerde heyecan yaĢanır san ıyordun, değ il mi?" Tolland kramponların ı bağ larken gü lüyordu. "Sıv ı suyu bu don muĢ maddeye tercih ett iğ imi an lad ım." Rach el, " Ben h içb ir zaman ikis in in de hay ran ı o lmad ım," d ed i . " Kü çü kken bu zun için e düĢtü m. O zamandan beri ben i rah ats ız ed iyor." To lland sempat ik gö zlerle ona bakt ı. " Bunu duyduğu ma ü zü ldü m. Tü m bunlar b ittiğ inde gelip Goya'da ben i ziyaret et melisin. Su hakkındaki düĢüncelerini değiĢtireceğim. Söz." Davet Rachel'ı Ģ aĢ ırt mıĢt ı. Go ya To lland 'ın araĢt ırma gemis iyd i; gerek
Ama zing Sea s'de üstlend iğ i ro l, gerekse oky anusların
en garip gö rünüĢlü gemis i o lmas ı açıs ından iyi b iliniyo rdu. Goya'ya yapacağı ziyaret in sin irlerin i bozacağ ını b ilmesine rağ men, reddedemeyeceğ i b ir fırsatt ı. Kramp on kilit leriy le uğ raĢan To lland , "ġu and a New Jersey 'in on iki mil açığında demirli" dedi. "AlıĢılmadık bir yer." "Hiç değ il. At lant ik kıy ısı inan ılmaz b ir yer. BaĢ kan iĢimi bö lmeden önce, yeni bir belgesel çekmeye hazırlanıyorduk." Rachel güldü . " Ne hakkında belgesel çekecektin iz?" "Sphyrna mokarran ve megaplumes."
(
O kyanusun altındaki magma kubbelerinin üst ünde oluĢ an s ıcak
ve
so ğ u k
akıntıların oluĢturduğu girdap.)
Rachel suratını astı. "Sorduğum iyi oldu." Kramponlarını bağlamayı bitiren Tolland baĢını kaldırıp baktı. "Sahiden, orda birkaç hafta çekim yapaca ğım. Washington Jersey sahiline uzak sayılmaz. Döndüğünde kalk gel. Hayatini sudan korkarak geçirM ENE gerek yok. Ekibim senin için kırmızı halı serecektir." Norah'nın sesi boru gibi çıktı. "Gidiyor muyuz? yoksa siz ikinize biraz mumla Ģampanya mı getireyim?"
45
Gab rielle Ashe, Marjo rie Tench 'in masas ına yay ılmıĢ belg ele rle n e y ap mas ı g erekt iğ in i b ilemiy o rdu . Kâğ ıt ların aras ınd a mektu p foto kop ile riyle telefon görüĢmesi dökümleri vardı ve hepsi
de Senatör Sexton'ın özel uzay Ģirketleriyle gizli bir diyalog içinde olduğu iddiasını doğrular nitelikteydi. 183
Tench, Gabrielle'ın önüne birkaç bulanık siyah-beyaz fotoğraf itti, "Sanırım bunları yeni öğreniyorsun?" Gabrielle fotoğraflara baktı. Ilk kare, Senatör Sexton'ın yeraltı garajına benzer bir yerde taksiden indiğini gösteriyordu. Sexton asla taksiye binmez. Gabrielle ikinci resme baktı; park halindeki beyaz bir karavana binen Sexton'ın telefotosu. Karavandaki yaĢlı bir adam, onu bekliyor gibiydi. Fotoğrafların sahte olabileceğinden Ģüphelenen Gabrielle, "Bu kim?" dedi. "USV'den önemli biri." Gabrielle tereddüt ediyordu. "Uzay Sınırları Vakfı mı?" USV, bir nevi özel uzay Ģirketleri "birliği" sayılırdı. Uzay müteahhitlerini, giriĢimcileri, teĢebbüs sermayedarlarını uzaya gitmek isteyen her türlü özel kuruluĢu temsil ediyordu. ABD uzay programının, özel Ģirketlerin uzaya uçuĢ yapmalarını engellemek için haksız ticari hilelere baş vurduğunu iddia ederek, NASA'yı eleĢtiriyordu. Tench, "USV Ģu anda, bir kısmı Uzayı Ticari Kullanıma Açma Kanunu'nun onaylanmasını bekleyen çok zengin teĢebbüsleri de içeren, yüzden fazla büyük tüzel kiĢiyi temsil ediyor," dedi. Gabrielle bunu düĢündü. Senatör, ihtilaflı lobileĢme faaliyetleri yüzünden onlarla fazla yakınlaĢmamaya dikkat etse de, USV birtakım bariz nedenlerden ötürü Sexton'ın kampanyasını alenen destekliyordu. Yakın zaman önce USV, NASA'yı aslında zarar ettiği halde hâlâ iĢlemeye devam ederek, özel Ģirketlere karĢı haksız rekabet yaratan, "yasadıĢı bir tekel" olmakla suçlayan bir duyuru yayınlamıĢtı. USV'ye göre, AT&T'nın bir haberleĢme uydusu fırlatması gerektiğinde pek çok özel uzay Ģirki' bu iĢi makul bir fiyat olan 50 milyon dolar karĢılığında yapmayı teklif ediyordu. Ama ne yazık ki NASA her seferinde iĢin içine girerek, kendisine beĢ katına mal olduğu halde AT&T'nin uydularına yirmi beĢ milyona fırlatmayı teklif ediyordu. USV avukatları, NASA uzaydaki tekelini zararına iĢ yaparak koruyor diyorlardı. Vergi mükellifleri de hesabı ödüyor. Tench, "Bu fotoğraf," dedi. "Adayınızın özel uzay teĢebbüslerini te msil eden bir organizasyonla gizli görüĢmeler yaptığını gösteriyor." Tench masanın üstündeki diğer belgeleri iĢaret etti. "Ayrıca USV üye Ģirketlerinden büyük miktarlarda para toplanmak üzere talimat verildiğini -öz sermayeleriyle eĢit miktarda- ve Senatör Sexton'ın banka hesaplarına aktarıldığını Ģirket içindeki yazıĢmalardan biliyoruz. Doğrusu, bu özel uza y kuruluĢları Sexton'ı baĢkanlığa getirmek için para yardımında bulunuyorlar. Seçildiği takdirde ticari kullanıma açma yasa tasarısını geçirip, NASA'yı özelleĢtirmeyi kabul ettiğini düĢünmekten baĢka çarem kalmıyor." Gabrielle kâğıt yığınlarına ikna olmamıĢ gözlerle baktı. "Rakibinin kampanyası için yasadıĢı maddi yardım aldığına dair delilleri olduğu halde Beyaz Saray'ın bir
nedenden ötürü bunu saklı tuttuğuna inanmamı mı beklıyorsunuz?" "Sen neye inanırdın?" Gabrielle öfkeyle baktı. "Samimi olmak gerekirse, hile y apmaktaki beceriniz düĢünüldüğünde, düzmece belgelerle ve bir Beyaz Saray çalıĢanının masaüstü bilgisayarında ürettiği fotoğraflarla beni kandırmanız daha mantıklı geliyor." "Ġtiraf ediyorum ki bu mümkün. Ama doğru değil." "Değil mi? O halde tüm bu iç yazıĢmaları o Ģirketlerden nasıl aldınız. Bu delilleri onca Ģirketten çalacak kadar kaynak Beyaz Saray'ın bile imkanlarını aĢıyor." "Haklısın. Bu bilgi buraya talep dıĢı bir hediye olarak geldi." Gabrielle artık hiçbir Ģey düĢünemez olmuĢtu. Tench, "Ah, evet," dedi. "Bunlardan hayli temin ettik. BaĢkan'ın iktidarda kalmasını isteyen pek çok güçlü siyasi dostu var. Hatırlarsan, sizin adayı nız her taraftan kesinti yapılması gerektiğini ileri sürüyordu, ki bunların 185
çoğu da burda, Washington'daydı. Senatör Sexton FBI'ın kabarık bütçesini hükümetin aĢırı harcamalarına örnek göstermekten hiç çekin medi. IRS'e de dokundurmaktan geri kalmamıĢtı. Belki bürodan ya da vergi dairesinden birileri biraz kızmıĢtır." Gabrielle imayı anlamıĢtı. FBI ile IRS'de çalıĢanların bu türden bil giyi ele geçirme imkânı vardı. Sonra da BaĢkan'ın seçilmesine yardımcı olmak için talep dıĢı bir iyilik yapmıĢ olabilirlerdi. Ama Gabrielle'in asıl inanamadığı, Senatör Sexton'ın kampanyasına yasadıĢı fon sağlamasıydı. Gabrielle, "Eğer bu veriler doğruysa, ki son derece Ģüpheliyim, neden halka duyurmadınız?" diye karĢı çıktı. "Sence neden olabilir?" "Çünkü bilgiyi yasadıĢı yollardan topladınız." "Elimize nasıl geçtiği hiç fark etmez." "Elbette fark eder. Oturumda kabul edilmezler." "Ne oturumu? 'Güvenilir kaynaktan' hikâyeyi fotoğraflarla birlikte bir gazeteye sızdırmamız yeterli. Masumluğu kanıtlanana kadar Sexton suçlu konumunda kalırdı. Zaten NASA karĢıtı aleni tavırları, rüĢvet aldığının görsel kanıtı kabul edilirdi." Gabrielle bunun doğru olduğunu biliyordu. "Ġyi," dedi. "O halde neden bilgiyi sızdırmadınız?" "Çünkü olumsuz. BaĢkan kampanyasında olumsuzluklardan faydalanmayacağına söz verdi ve mümkün olduğunca bu sözüne sadık kalmak istiyor." Ya, haklısın! "Yani bana BaĢkan o kadar dürüst ki, insanlar olumsuzluklardan faydalandığını düĢünmesin diye halka duyurmayı reddetti mi' diyorsun?" "Ülke için olumsuz. Pek çoğu dürüst insanların kurduğu düzinelerce özel Ģirketi ima ediyor. ABD Senatosu'nu lekeler ve ülkenin morali açısından kötü olur. Sahtekâr siyasetçiler tüm siyasetçilere zarar verir. Amerikalılar liderlerine güvenmek isterler. Bu çirkin bir soruĢturma olur, üstelik büyük ihtimalle bir ABD senatörüyle pek çok uzay Ģirketi yetkilisini hapise gönderir." Tench'in mantığı doğru olsa da, Gabrielle hâlâ iddialardan Ģüphele
niyordu. "Tüm bunların benimle ne ilgisi var?" "Basit düĢünün Bayan Ashe, bu belgeleri elimizden çıkarırsak, adayınız kampanyasına yasadıĢı finansman sağlamakla suçlanacak, senatörlük koltuğunu kaybedecek ve galiba hapsi boylayacak." Tench duraksadı. "Ama tabi..." Gabrielle, baĢdanıĢmanın gözlerinde sinsi bir pırıltı gördü. "Ama tabi ne?" Tench sigarasından uzun bir nefes çekti. "Tüm bunların yaĢanmamalı Ġçin sen bize yardım edersen." Odaya kasvetli bir sessizlik hâkim oldu. Tench hırıl hırıl öksürdü. "Gabrielle, dinle beni, bu talihsiz bilgiyi üç sebepten ötürü seninle paylaĢmaya karar verdim. Öncelikle, sana Zach Herney'nin ülke refahını kiĢisel çıkarlarının üstünde tutan, dürüst bir adam olduğunu göstermek için. Ġkinci olarak, adayınızın sandığın kadar güvenilir bir adam olmadığından seni haberdar etmek için. Ve üçüncü olarak, az sonra yapacağım teklife seni ikna etmek için." "Bu nasıl bir teklif?" "Sana doğru olanı yapman için bir Ģans tanıyorum. Vatanseverlik teklifi. Belki bilmiyorsundur, Washington'ı nahoĢ skandallardan koruyabilecek önemli bir konumdasın. Eğer senden isteyeceğimi yapabilirsen, belki BaĢkan'ın takımında bir yer bile bulabilirsin." Başkan'ın takımında bir yer mi? Gabrielle duyduklarına inanmıyordu. "Bayan Tench, aklınızda her ne varsa Ģunu bilin ki, bana Ģantaj veya emrivaki yapılmasından veya üstünlük taslanmasından hoĢlanmam. Yaptığı siyasete inandığım için senatörün kampanyasında çalıĢıyorum. Ve eğer bu Zach Herney'nin siyasi nüfuzunu kullandığının bir göstergesiyse, onunla bir bağlantımın olması beni hiç ilgilendirmiyor! 187 Eğer Senatör Sexton hakkında elin izde b ir Ģey varsa, b asına sızd ırın. Samimi o lmak gere kirse, ben tü m bunların aldat maca o lduğunu düĢünüyo ru m." Tench ked erli b ir tav ırla için i çekti. " Gab rielle, aday ın ızın y asadıĢ ı mali destek ald ığ ı b ir gerçek. Üzgünü m. Ona güvend iğ ini b iliyo ru m." Sesin i alçaltt ı. " Din le bak, sadede geliyo ru m. Eğer mecbur kalırsak BaĢ kan bu finans man meseles in i gündeme g et irecek ama o lay lar ço k çirkin leĢecek. Bu skandal kanun ları çiğneyen pek çok büyü k A BD Ģ irket in i kaps ıyo r. Pek ço k masu m insan bunun bedelin i ödeyecek." Derin derin için i çekt i. "BaĢ kan ve ben ... senatörün ah lak an lay ıĢ ın ı baĢ ka b ir yo ld an ifĢa et mek ist iyoru z. Daha sakin v e... masu m kiĢilerin zarar gö rmeyeceğ i b ir yo ldan." Tench sigaras ın ı b ırakıp ko llarını kavuĢturdu. " Senatörle bir iliĢ ki yaĢadığın ı kamu önünde it iraf et men i istiyo ru z." Gab rielle'ın tü m vü cudu kaskat ı kes ild i. Tench kend inden son dere ce emin konuĢmuĢtu. Gabrielle bunun imkânsız olduğunu b iliyordu. Hiç kan ıt yo ktu . Cinsel iliĢ ki, senatörün o fisin in kilit li kap ısı ard ında sadece bir kez yaĢan mıĢtı. Tench'in elinde delil yok. Yem atıyor. Gabrielle normal ses tonuyla konuĢ mak için kend in i zo rlad ı. " Ço k fazla zanda bu lunuyo rsunuz Bayan Tench ." "Hang isin i zanned iyo ru m? ĠliĢki yaĢadığ ın ızı mı? Yo ksa ad ayın ızı terk edeceğin i mi?" "Her ikisin i de." Tench kısa ve sert b ir gülü msemey le ayağa kalkt ı. " Eh, bu gerçeklerden b irin i Ģ imd ilik b ir kenara bırakalım o halde, o lu r mu?" Yen iden duvardaki kasanın yan ına g idip, bu sefer kırmızı b ir dosyayla döndü. Üstünde Beyaz Saray mührü vardı. Klipsi açt ı, zarfı hafifçe vu rarak çıkard ı ve içindekileri Gab rielle'ın önünd e masan ın üstüne boĢaltt ı. Dü zin elerce ren kli fotoğ raf masan ın üstüne dö kü lürken, Gab rielle tü m kariyerin in gö zleri önünde yitt iğ in i h issetti.
46 Hab ikü ren in d ıĢ ınd aki kâtab at ik rü zgâr, To lland 'ın alıĢ kın
olduğu
o kyanus rü zgârlarına h iç b en zemiyo rdu.
Okyanusta rü zgâr, akınt ıların ve b as ınç ceph elerin in sonucun da meyd ana çıkıp , sağ anak fırt ınalarla geli Ģ i y o rd u . Kât abat ik is e, b as it fiziğ in kö les iyd i; met d alg as ı g ib i bu zu ld an aĢağ ı in en ağ ır soğ u k h ava. To lland 'ın hay at ında t ecrübe ett iğ i en çet in fırt ına h ızın a u laĢ ıyordu . Saatte y irmi den iz miliy le estiğ inde denizcilerin rü yas ı gerçek o lu rdu ama seksen den iz mili h ızla esen kâtabat ik karadakiler için b ile kâbusa dönüĢeb ilird i. To llan d du rup arkay a eğ ilirse kasırgan ın kend isin i sürü kleyeb ileceğ in i fark etti. ġidd et li hava akımın ı To lland için d aha d a s in ir bo zu cu hale ge t iren b u z kat man ı eğ imin in rü zgâr y önü nde o luĢu ydu . Bu z, ÜÇ KĠL OMET RE öt ed e eki o kyanusa doğru hafifçe meyled iyordu . Bot larına bağ lı Pitbu ll Rap ido krampon ların ın s ivri çiv ilerine rağ men Tolland , yan lıĢ bir ad ım atarsa fırt ın aya kap ılıp , sonsu z bu z eğ imin de kayacağ ı düĢün ces in in hu zu rsu zluğunu yaĢ ıyo rdu . No rah Mang o r'ın iki dakikalık bu zulda güvenlik kursu Ģimd i yetersiz gelmeye baĢlamıĢt ı. Hab ikü rede g iy ind ikleri sırada No rah , T Ģeklind e h afif b ir alet i herb irin i n kemerine bağlarken, pirana buz kazması, demiĢti. Standart bıçak, muz bıçak, çekiç ve keser. Aklınızda tutmanız gereken tek şey şu, eğer içinizden biri düşerse veya fırtınaya kapılırsa, bir eliniz üst tara fta diğeri sapında kazmayı tutun, muz bıçağını buza saplayın ve kramponları yere basarak düşün. Bu güven verici sözlerin ard ından Norah , her birin in YA K takımların ı bağ lamıĢt ı. Gö zlü klerin i takmıĢ lar ve akĢamüstü karan lığ ınd a y ola koyulmuĢlardı. ġimd i d ört kiĢ i, on ları b irb irlerind en ay ıran on met relik halat larla dü z b ir çizgi halinde bu zu ldan aĢağı yo l alıyorlard ı. En önde Norah arkasında Co rky, sonra Rachel ve kuy ru kta To lland vard ı. 189
Habiküreden uzaklaĢtıkça, Tolland tedirginliğinin arttığını hissediyordu. ġiĢirilmiĢ kıyafetinin içinde, sıcak olmasına rağmen, kendini uzak bir gezegene giden yolunu kaybetmiĢ uzay yolcusu gibi hissediyordu. Ay, toplanan fırtına bulutları arkasında kaybolunca, buzul deliksiz bir karanlığa gömüldü. Tolland'ın sırtına sürekli bir baskı uygulayan katabatik rüzgâr, her dakika biraz daha kuvvetleniyor gibiydi. Gözlüklerinin ardındaki gözleri, etrafındaki engin boĢluğu görmek için çabalarken, bu yerde gerçek bir tehlike sezinlemeye baĢladı. NASA'nın güvenlik tedbirleri abartılı olsun ya da olmasın, müdürün iki yerine dört hayatı tehlikeye atmasına ĢaĢırmıĢtı. Özellikle de bu iki hayattan biri bir senatörün kızına, diğeriysı ünlü bir astrofizikçiye aitken. Tolland, Rachel ile Corky'ye karĢı koruyu cu hisler beslemesine ĢaĢırmamıĢtı. Bir gemi kaptanı olarak, etrafındakiler için sorumluluk hissetmeye alıĢkındı. "Arkamdan ayrılmayın," diye bağıran Norah'nın sesini rüzgâr yutuyordu. "Bırakın kızak götürsün." Norah'nın deney ekipmanını taĢıyan alüminyum kızak, dev bir Flexible Flyer'ı andırıyordu. Kızağa, Norah'nın son birkaç gündür buzulda kullandığı tanı cihazları ve güvenlik aksesuarları yerleĢtirilmiĢti. Tüm ekipmanı -akü kutusu, güvenlik fiĢekleri ve güçlü bir projektör- muhafazalı plastik bir tentenin altına bağlanmıĢtı. Ağır yüke rağmen kızak UZUM ve düz paten demirlerinin üstünde hiç zorlanmadan kayıyordu. En hafif eğimlerde bile kızak aĢağı kendiliğinden kayıyor, Norah ise kızağın yolu tayin etmesine izin veriyormuĢçasına çok az bir güç kullanıyordu. Grup ile habiküre arasındaki mesafenin açıldığını sezinleyen Tolland, omzunun üstünden baktı. Sadece elli metre mesafedeki kubbe, karanlığın içinde görünmez olmuĢtu. Tolland, "Geri dönüĢ yolumuzu bulabileceğimiz konusunda endiĢeleniyor musun?" diye seslendi. "Habiküre nerdeyse görün..." Sözleri, Norah'nın elinde parlayan fiĢeğin gürültülü ıshğıyla kesildi. Kırmızı-beya/
parlama, etraflarını on metre çapında aydınlatmıĢtı. Norah topuğuyla kar yüzeyinde küçük bir çukur açıp deliğin rüzgârüstü yönünde karları yığdı. Sonra fiĢeği girintinin içine sapladı. Norah, "Ġleri teknoloji ekmek kırıntısı," diye bağırdı. Rachel, "Ekmek kırıntısı mı?" diye sorarken, gözlerini ani ıĢıktan koruyordu. Norah, "Hansel ve Gretel," diye bağırdı. "Bu fiĢekler bir saat yanar. DönüĢ yolunu bulmak için çok vaktimiz var." Bunun ardından Norah yeniden yola koyularak onları buzuldan aĢağıya, bir kez daha karanlığın içine doğru götürmeye baĢladı.
47 Marjorie Tench'in odasından hıĢımla çıkan Gabrielle nerdeyse bir sekreteri yere seriyordu. Yerin dibine geçen Gabrieielle' ın tek görebildiği fotoğraflar ve birbirine geçmiĢ kollarla bacaklardı. Yüzler zevkle kendinden geçmiĢti. Fotoğrafların nasıl çekildiği konusunda hiç fikri yoktu ama gerçek olduklarını biliyordu. Senatör Sexton'ın ofisinde çekilmiĢlerdi ve sanki gizli kamerayla yukarıdan çekilmiĢlerdi. Tanrım bana yardım et. Fotoğrafların birinde, senatörün masasındaki resmi görünüĢlü belgelerin üstüne serilmiĢ vücutlarıyla seviĢen Gabrielle ile Sexton görünüyordu. Marjorie Tench, Harita Odası'nın önünde Gabrielle'a yetiĢti. Tench'in elinde kırmızı fotoğraf zarfı vardı. "Verdiğin tepkide bu fotoğrafların gerçekliğine inandığını anlıyorum." BaĢkan'ın baĢdanıĢmanı keyifli görünüyordu. "Umarım diğer verilerimizin de doğruluğuna seni ikna eder. Aynı kaynaktan geldiler." Gabrielle koridorun sonuna doğru ilerlerken, tüm vücudunun kıpkırmızı kesildiğini hissetti. Çıkış hangi cehennemde? Tench'in sırık bacakları ona yetiĢmekte hiç zorlanmadı. 191 "Senatör Sexton ikinizin sadece arkadaĢ olduğunuza tüm dünyanın önünde yemin etti. Telev izyonda yayın lanan açıklaması oldu kça ikna ed iciyd i." Tench b aĢıy la, o mzunun arkasın ı iĢaret ett i. "As lında hafızan ı tazelemek is t e rsen, ofisimde b ir bant kaydı var." Gabrielle'ın hafızasın ı tazelemeye ihtiyac ı yoktu. Basın konferansını gayet iyi hatırlıyordu. Sexton'ın yalan laması hem samimi, hem de kend inden emind i. Tench hiç de hayal kırıklığına uğ ramıĢa benzemeyen bir sesle konuĢtu. "Büyük talihsizlik ama Senatör Sexton A merikalıların gö zünün içine bakıp utan madan yalan s öyledi. Halkın bunu öğ ren meye h akkı var. Vî öğrenecekler. Bu konuyla Ģahsen ilg ileneceğ im. ġimdi tek sorun halkın bunu nerden öğ reneceğ i. Biz en iy isi senin söylemen d iye düĢünüyoruz." Gab rielle serseme dön müĢtü. " Gerçekten de kend i aday ımın linç ed ilmesine yard ım edeceğ imi mi sanıyorsun?" Tench'in yüzüne cidd i bir ifade geld i. " Ben burda baĢka b ir seçenek sun maya çalıĢıyoru m Gab rielle. BaĢın ı dik tutup gerçeği söyleyerek herkesi büyük b ir utançtan ku rtarman için sana Ģans tanıyo ru m. Tek iht iyacım olan, iliĢkin izi itiraf ett iğin imzalı b ir açıklama." Gabrielle donakalmıĢtı. " Ne!"
"Elbette. Ġmzalı açıklama, ü lkey i bu çirkin liklerden u zak tutarak, senatörle sessizce uğraĢ mamıza imkân sağlar. Teklifim çok basit : Açıklamay ı ben im için imzala ve bu fotoğraflar da b ir daha gün ıĢığ ına çıkmasın." "Açıklama mı istiyorsunuz?" "Tekn ik o larak as lında y emin li beyan gerekird i ama bu b inada bir noterimiz var..." "DelirmiĢsin ." Gabrielle yen iden yürü meye baĢ lamıĢt ı.
Yan ına g iden Tench'in sesi Ģimd i b iraz daha öfkeliyd i. "Senatö r Sexton öy le ya da böy le batıyo r Gabrielle. Ben sana sabah gazetes inde kend i çıp lak kıçını görmeden bu iĢten sıyrılman için b ir Ģans tanıyoru m! BaĢkan dürüst bir adam ve bu fotoğrafların halka gösterilmesin i istemiyor. Bana yemin li beyan verirsen ve iliĢ kiy i kend i ağ zından it iraf edersen, hep imiz b ir neb ze Ģerefimizi ko ruyab iliriz." "Ben satılık değilim." "Ama aday ınız kesin likle öy le. Teh likeli b ir adam kan unl ar ı çiğn iyor ."
"Kanunları mı çiğniyor? Ofislere gizlice girip yasadıĢı fotoğraflar çeken sizsiniz! Watergate'i hiç duydun mu?" "Bu pisliğin toplanmasıyla bizim hiç ilgimiz yok. Bu fotoğr afla r, USV kampanya bağıĢları bilgisini veren aynı kaynaktan geldi. Bir il e ri ik ini zi takibe almıĢ." Gabrielle, ziyaretçi kartını aldığı güvenlik masasının önünden hızla geçti. Kartı yırtar gibi çıkardı ve büyük gözlü görevliye fırlattı. Tench hâlâ peĢindeydi. ÇıkıĢa yaklaĢırlarken Tench, "Çabuk karar vermen gerekiyor Bayan Ashe" dedi. "Ya bana senatörle yattığına dair yeminli beyan getirirsin ya da bu akĢam saat yirmide Ba Ģkan her Ģeyi halka duyurmak zorunda kalır. Sexton'ın mali bağlantıları, fotoğraflarınız ve dönen dolaplar. I nan b a na halk senin her Ģeye seyirci kalıp Sexton'ın iliĢkiniz hakkında yalan söylemesine izin verdiğini görünce, onunla birlikte sen de yanars ın." Kapıyı gören Gabrielle, doğruca oraya yöneldi. "Bu akĢam saat yirmide masamda olsun Gabrielle. Akıllı ol ..." Tench, tam dıĢarı çıkarken fotoğrafların durduğu dosyayı ona frlattı. "Sende kalsın tatlım. Bizde daha çok var."
48 Rachel Sexton buzuldan aĢağı gecenin kör karanlığına inerke n içinin ürperdiğini hissediyordu. Zihninden sinir bozucu görüntüler geçiyordu... göktaĢı, fosforıĢıl planktonlar, Norah Mangor' ın buz nüveleriyle ilgili bir hata yapması ihtimali. Onlara göktaĢının tam üstünden ve her yanından buz nüveleri çıkardığını hatırlatan Norah, hiç bozulmamış tatlı su buzu, diye iddia etmiĢti. 193
Buzulda plankton içeren tuzlu su yarıkları olsaydı, bunu mutlaka görürdü. Öyle değil mi? Yine de Rachel'ın sezgileri en basit çözüm konusunda diretiyordu. Bu buzulda donmuş planktonlar var. On dakika ve dört fiĢek sonra Rachel ile diğerleri habiküreden yaklaĢık 250 metre uzaktaydı. Norah aniden durdu. Kuyu kazmak için mükemmel noktayı esrarengiz bir Ģekilde sezen, değnekle su arayan cadı sesiyle, "Burası," dedi. Rachel dönüp arkalarındaki yokuĢa baktı. Habiküre karanlıkta gözden kaybolalı çok olmuĢtu a ma en uzaktaki zayıf bir yıldız gibi yanıp sönen fiĢeklerin çizdiği hat, açı kça görülebiliyordu. FiĢekler, titizlikle hesaplanmıĢ pist gibi mükemme l bir düz çizgi oluĢturuyorlardı. Rachel, Norah'nın becerilerinden etkilenmiĢti. Rachel'ın fiĢeklere hayranlıkla baktığını gören Norah, "Kızağın ön den gitmesine izin vermemizin bir baĢka nedeni," dedi. "Paten demirleri düz. Kızağı yerçekimine bırakıp müdahale etmezsek, düz bir çizgi halinde ilerlemeyi garantiye almıĢ oluruz." Tolland, "Harika bir hile " dedi. "KeĢke açık denizde de böyle bir Ģey yapılabilse." AĢağıdaki okyanusu düĢünen Rachel, burası açık deniz, diye düĢündü. Bir an için, en uzaktaki fiĢek dikkatini çekmiĢti. Görünürden kaybolmuĢtu. Sanki önünden geçen bir nesne yüzünden ıĢık engellenmiĢti. Ama kısa süre sonra ıĢık yeniden belirdi. Rachel aniden tedirginleĢti. Rüzgâra karĢı, "Norah," diye seslendi, "Burda kutup ayıları var mıydı?" Buzul uzmanı son fiĢeği hazırlıyordu. Onu ya duymadı ya da duymazdan geldi. Tolland, "Kutup ayıları fok balıklarını yer," diye seslendi. "Sadece yaĢam alanlarına girildiği zaman insanlara saldırırlar." "Ama burası kutup ayılarının ülkesi, öyle değil mi?" Rachel hangi kutupta ayılar, hangisinde penguenler olduğunu hep karıĢtırırdı. Tolland, "Evet," diye bağırarak karĢılık verdi. "Arktik ismi kutup ayısından gelir. Arktos ayının Yunancasıdır." Muhteşem. Rachel endiĢeyle karanlığa göz gezdirdi. Tolland, "Antarktika'da kutup ayısı yoktur," dedi. "Bu yüzden oraya anti-arktos denir." Rachel, "TeĢekkürler Mike," diye seslendi. "Kutup ayılarıyla ilgili bu kadar konuĢmak yeterli." Tolland kahkaha attı. "Haklısın. Üzgünüm." Norah son fiĢeği kara sapladı. Yine kırmızımsı ıĢığa boğulan dörtlü rüzgar geçirmez siyah tulumlarının içinde hayli ĢiĢkin görünüyordu. FiĢekten yayılan ıĢık çemberinin ardında dünyanın geri kalan kısmı, siyah örtü ile kaplanmıĢ gibi hiç görünmüyordu. Rachel ile diğerleri bakarken, Norah ayağını sıkıca bastı ve kızağı eğimden birkaç metre yukarı, durdukları yere döndürmek için dikkatle hareket etti. Sonra ipi sıkıca tutarak yere çömeldi ve eliyle kızağın frenlerini açtı; kızağı sabit tutmak için buza saplanan dört sivri çivi. Bunu yaptıktan sonra ayağa kalktı ve üstünü silkeledi. Belindeki ipler artık gevĢek duruyordu. Norah, "Pekâlâ," diye bağırdı. "IĢe baĢlama zamanı." Kızağın rüzgâraltı tarafına dolanan buzul uzmanı, ekipmanın üstündeki koruyucu tenteyi tutan kopçaları açmaya baĢladı. Norah'ya biraz sert davrandığını düĢünen Rachel, arka kanadı çözmesine yardım etmek için yanına gitti.
BaĢini aniden kaldıran Norah, "Tanrım, HAYIR!" diye bağırdı. "Bunu yapma!" Geri çekilen Rachel'ın aklı karıĢmıĢtı. Norah, "Rüzgârüstü tarafı asla çözme!" dedi. "Rüzgâr tulumuna döner. Bu kızak aerodinamik tünele kapılan Ģemsiye gibi uçar gider!" Rachel geriye adım attı. "Üzgünüm. Ben..." Norah öfkeliydi. "Sen ve uzay çocuğu burda olmamalıydınız." Rachel, hiçbirimiz olmamalıydık, diye düĢündü. 195 Müdürün Corky ile Sexton' ı onlarla beraber göndermesine lanet okuyan Norah, amatörler, diye hayıflanıyordu. Bu palyaçolar yüzünden burada biri ölecek. Norah'nın o anda yapmak istediği en son Ģey bebek bakıcılığıydı. "Mike," dedi. "TAR'ı kızaktan çıkarmak için yardıma ihtiyacım var." Tolland onun Toprak Altı Radarı çıkarıp buza yerleĢtirmesine yardım etti. Aygıt, alüminyum bir gövdeye paralel bağlanmıĢ üç minyatür kar küreme bıçağına benziyordu. Cihazın uzunluğu bir metreden fazla değildi ve bir akım zayıflatıcıyla kızaktaki bir deniz bataryasına kablolarla bağlıydı. Corky rüzgâra karĢı, "Radar bu mu?" diye seslendi. Norah sessizce baĢını salladı. Toprak Altı Radar, deniz suyu buzunu KYYT'den daha iyi algılayacak donanıma sahipti. TAR vericisi, buza elektromanyetik enerji vuruĢları gönderiyor ve bu vuruĢlar, farklı kristal yapılarında farklı sekmeler yapıyordu. Saf tatlı su, yassı ve kısa kafesler biçiminde donuyordu. Deniz suyu ise sodyum içerdiğinden, iç içe geçmiĢ, veya çatallı kafes biçiminde donuyordu. Bu da sekme sayılarının azalmasına ve TAR vuruĢlarının düzensiz olarak geri tepmesine neden oluyordu. Norah makineyi çalıĢtırdı. "Sesin yankılanmasından faydalanarak, deliğin etrafındaki buzulun bir nevi kesit kopyasını çıkaracağım," diye seslendi. "Makinenin iç donanımı buzulun kesitini çıkarıp yazılı çıktı verecek. Deniz buzu varsa gölge gibi görünecek." "Yazılı çıktı mı?" Tolland ĢaĢırmıĢa benziyordu. "Burda yazdırabiliyormusun?" Norah, TAR'dan tentenin altındaki bir aygıta giden kabloyu iĢaret etti. "Yazdırmaktan baĢka çare yok. Bilgisayar ekranları bataryadan fazlasıyla harcıyor, bu yüzden buzul uzmanları verileri ısı aktarım yazıcılarında yazdırırlar. Renkler pek göz alıcı değil ama lazer toneri eksi yirmi derecenin altında kümeleniyor. Alaska'da bunu öğrenirken, acı bir ders a l d ı m . " Norah herkesin TAR'ın aĢağı tarafında durmasını istedi. Bu sırada kendisi de vericiyi, üç futbol sahası uzaklıktaki göktaĢı deliğinin etrafını tarayacak Ģekilde hazırlamaya koyuldu. Ama Norah gece karanlığında geldikleri yöne doğru bakınca hiçbir Ģey göremedi. "Mike, TAR vericisini gökktaĢının olduğu yerle hizalamam gerekiyor ama bu fiĢek gözlerimi aldı. ĠĢıktan kurtaracak kadar yukarı çıkacağım. Kollarımı fiĢeklerle aynı hizada tutacağım, sen de TAR'ın üstündeki ayarlamaları yap." Radar cihazının yanında diz çöken Tolland baĢını salladı. Norah meyilden yukarı habiküreye doğru hareket ederken, kramponlarını sıkıca basıp, rüzgâra karĢı öne eğildi. Katabatik rüzgâr bu akĢam tahmin ettiğinden çok daha kuvvetliydi ve bir fırtınanın yaklaĢtığını hissediyordu. Fark etmezdi. Birkaç dakika içinde buradaki iĢleri bitecekti. Haklı olduğumu görecekler. Norah habiküreye doğru yirmi metre
tırmandı. Belindeki halat gerildiğinde, karanlığın tam kenarına varmıĢtı. Norah baĢını kaldırıp arkasındaki buzula baktı. Gözleri karanlığa alıĢırken, birkaç derece solundaki fiĢeklerin düz çizgisi yavaĢça belirmeye baĢladı. FiĢeklerle aynı hizaya gelinceye kadar yavaĢ yavaĢ kenara ilerledi. Ardından, vücudunu döndürüp kollarını pusula gibi uzatarak doğru vektörü gösterdi. "ġimdi aynı hizadayım!" diye seslendi. TAR vericisini ayarlayan Tolland, kolunu salladı. "Hazır!" Meyilden yukarı son bir kez bakan Norah, ıĢıklı dönüĢ yolu için Ģükretti. Ama bakarken tuhaf bir Ģey olmuĢtu. Bir an için, en yakın fiĢek sanki tamamen gözden kayboldu. Norah söndüğünden endiĢelenmek üzereyken fiĢek yeniden kendini gösterdi. Aksine emin olmasaydı, fiĢekle kendi arasından bir Ģey geçtiğini zannedebilirdi. Tabi ki orada kimse yoktu... elbette müdür suçluluk duyup, peĢlerinden bir NASA ekibi göndermediyse. Nedense Norah'nın bundan Ģüphesi vardı. Büyük ihtimalle bir Ģey olmadığına karar verdi. Ani bir esinti, fiĢeği geçici bir süreliğine söndürmüĢ olabilirdi. Norah TAR'ın yanında döndü. "Hepsi hızada." 197
Tolland omuzlarını silkti. "Sanırım öyle." Norah kızaktaki kontrol cihazının yanına gidip bir düğmeye bastı. TAR'dan tiz bir ses yükseldi ve sonra sustu. Norah, "Tamam," dedi. "Bitti." Corky, "Bu kadar mı?" diye sordu. "ġimdi hazırlık yapıyor. Asıl sonuçların çıkması bir saniye sürer." Kızağın üstündeki ısı aktarım yazıcısı vınlayıp, tıkırdamaya baĢlamıĢtı bile. Yazıcı, Ģeffaf bir plastik örtünün içindeydi ve ağır ağır kalın, kıvrık bir kâğıt çıkarıyordu. Norah cihazın yazdırmayı tamamlamasını bekledikten sonra elini plastiğin altına uzatıp çıktıyı aldı. Herkesin görebilmesi için çıktıyı fiĢeğin yanına götürürken, görecekler, diye düĢünüyordu. Tuzlu su çıkmayacak. Herkes fiĢeğin yanında durup, çıktıyı eldivenleriyle sımsıkı kavrayan Norah'nın etrafına toplanmıĢtı. Derin bir nefes alıp, verileri incelemek için kâğıdı açtı. Kâğıttaki görüntü, dehĢetle geri çekilmesine neden oldu. Gördüğüne inanmakta güçlük çeken Norah, "Ah, Tanrım!" dedi. Beklendiği üzere çıktıda, suyla dolu göktaĢı deliğinin net bir kesiti görünüyordu. Ama Norah'nın görmeyi hiç beklemediği Ģey, çukurun içinde yüzen insan bedeni biçimindeki grimsi Ģekildi. Kanı donmuĢtu. "Ah Tanrım... delikte bir ceset var." Herkes hayretten susup kalmıĢtı. Ceset, dar havuzun içinde hayalet gibi baĢ aĢağı yüzüyordu. Cesedin etrafında pelerin gibi dalgalanan esrarengiz bir hare vardı. Norah bu harenin ne olduğunu anlamıĢtı. TAR, kurbanın ağır paltosunun belli belirsiz uzantılarını algılamıĢtı, ki bu ancak uzun ve sık devetüyü olabilirdi. Fısıltıyla, "Bu... Ming," dedi. "KaymıĢ olmalı..." Norah Mangor delikte Ming'in cesedini görmenin, TAR çıktısında karĢılaĢacağı iki Ģoktan daha hafifi olacağını asla tahmin edemezdi. Gözlerini havuzun daha aĢağısına kaydırdığında, baĢka bir Ģey gördü. Deliğin altındaki buz... Norah bakakalmıĢtı. Ġlk önce taramada bir sorun olduğunu düĢündü, nura, resmi biraz daha yakından inceleyince, içindeki huzursuzluk güç lenmeye baĢlayan fırtına gibi arttı. Dönüp çıktılara daha dikkatle bakarken kâğıt uçları rüzgârla pırpırlıyordu. Ama... bu imkânsız!
Acı gerçek kendini belli etmiĢti. Bunu fark etmek ölüm gibi bir Ģey di. Ming'i unutmuĢtu. Norah artık anlıyordu. Delikteki tuzlu su! FiĢeğin yanı baĢında dizlerinin üstüne çöktü. Güçlükle nefes alıyordu. Elindeki kâğıtları hâlâ sımsıkı tutarken titremeye baĢlamıĢtı. Tanrım... hiç aklıma gelmemişti. Ardından, ani bir intikam dürtüsüyle baĢını NASA habiküresinden tarafa çevirdi. "Sizi hergeleler!" diye çığlık atarken, sesi rüzgâra sürüklendi. "Sizi lanet olası hergeleler!" Sadece on beĢ metre ötede, karanlıkta bekleyen Delta-Bir, CrypTalk cihazını ağzına götürüp idarecisine sadece bir kelime söyledi. "Anladılar."
49 ġaĢkınlık içindeki Michael Tolland TAR çıktısını titreyen ellerinden çekip aldığında, Norah Mangor hâlâ buzun üstünde diz çökmüĢ vaziyet teydi. Ming'in yüzen cesedini görmüĢ olmaktan ötürü sarsılan Tolland, dikkkatini toplayıp, önündeki resmi anlamaya çalıĢtı. GöktaĢının çıkarıldığı deliğin yüzeyden altmıĢ metre aĢağı inen kesitini görüyordu. Ming'in kuyunun içinde yüzen cesedini gördü. Gözleri biraz daha aĢağı kayınca, bir Ģeyin yanlıĢ göründüğünü fark etti. Deliğin tam altında koyu renkte bir deniz buzu kolonu, aĢağıdaki okyanusa kadar uzanıyordu. Dikey tuzlu su buzu oldukça büyüktü; çapı delikle aynıydı. 199 Tolland'ın omzunun üstünden bakan Rachel, "Tanrım!" diye bağırdı. "GöktaĢının çıkarıldığı delik buz uldan okyanus a kadar uzanıyormuĢ gibi görünüyor!" Gördüklerinin tek açıklaması olabileceği gerçeğini kabullenmekte zorlanan Tolland, olduğu yere çakılı kalmıĢtı. Corky de ay nı derecede ĢaĢkındı. Norah, "Birisi buzulun altını delmiĢ!" diye bağırdı. Gözleri hırsla kocaman aç ılmıĢtı. "Birisi kasıtlı olarak o taĢı buzun altından içeri yerleĢtirmiĢ." Tolland'ın içindeki idealist Norah'nın söylediklerine inanmak ist emese de, bilim adamı yanı haklı olabileceğini biliyordu. Okyanusun üstünde yüzen Milne Buzul Katmanı'nın alt ında, denizaltıların rahatlıkla dolaĢabileceği pek çok açıklık vardı. Suyun alt ında her Ģey hafiflediğinden, Tolland'ın tek kiĢilik araĢtırma Triton'u büyüklüğünde bir denizalt ı bile göktaĢını yük kollarıyla kolaylıkla taĢ ıyabilirdi. Denizaltı okyamıstan yaklaĢıp buz katmanının altına dalmıĢ ve buzu aĢağıdan yukarı doğru delmiĢ olabilirdi. Daha sonra göktaĢını yerleĢtirmek için, uzayabilen yük kolunu ya da ĢiĢer balonları kullanmas ı olas ıydı. GöktaĢı yerine yerleĢtirildikten sonra, deliğin içine yükselen okyanus suyu donmay a baĢlayacaktı. Delik, göktaĢını taĢıyacak kadar kapandıktan sonra, denizaltı yük kolunu geri çekip ortadan kaybolarak, tünelin ge ri kalanının mühürlenmesi ve kuĢkuya mahal bırakacak tüm izlerin silinmesi Doğa Ana'y a bırakmıĢ olabilirdi. Çıktıy ı Tolland'ın elinden alıp inceleyen Rachel, "Ama niye?" diye sordu. "Bunu neden yapsınlar? TA R'ın çalıĢtığından emin misiniz?" "Tabi ki eminim! Ayrıca çıktı, suda fos forıĢ ıl bakteriler olduğunu mükemmel biçimde aç ıklıyor!" Tolland, Norah'nın mant ığının tüylerini ürpertecek kadar doğru olduğunu itiraf etmek zorundaydı. Çift kirpikli fosforesan planktonlar içgüdülerini takip ederek delikten yukarı yüzmüĢ, göktaĢının altında kapana kısılmıĢ ve buzda donmuĢ olmalıy dılar. Daha sonra Norah göktaĢını ısıttığında altındaki buz erimiĢ ve plankton serbest kalmıĢt ı. Yine yukarı, tuzlu su yetersizliğinden ötürü ölecekleri, habikürenin içindeki yüzeye doğru yüzmüĢlerdi.
Corky, "Bu saçmalık!" diye seslendi. "NASA'nın elinde dünya dıĢı fosiller barındıran bir göktaĢı var. Nerde bulunduğu neden bu kadar önemli olsun. Niye buz katmanının alt ına gömme gereksinimini duysunlar ki?" Norah sinirle, "Kim bilir," diye karĢılık verdi. "Ama TA R çıktıları yalan söylemez. Kandırıldık. Bu göktaĢ ı Jungersol Meteoru'nun bir parçası değil Buzun içine yakın zaman önce yerleĢtirildi. Geçtiğimiz yıl olmalı, yoksa planktonlar ölürdü!" TAR cihazını toplayıp kızağa bağlamaya baĢlamıĢtı bile. "Geri dönüp birilerine söylemeliyiz. BaĢkan elindeki tüm o yanlıĢ verilerle duyuru yapmak üzere! NASA onu kandırdı!" Rachel, "Dur biraz!" diye seslendi. "Emin olmak için en az ından bir tarama daha yapmalıyız. Tüm bunlar hiç mantıklı değil. Kim inanır'?" Kızağı haz ırlayan Norah, "Herkes," dedi. "Habik üreden içeri girip, göktaĢının altından bir baĢka nüve örneği çıkarınca ve onun da tuzlu su içerdiği mey dana çıkınca, seni temin ederim herk es inanacak!" Norah cihazları taĢıyan kız ağın frenlerini bırakıp, yeniden habikürey e doğru çevirdi ve kramponlarını buza sıkıca bas ıp, ark asındaki kızağı inanılmaz bir rahatlıkla çekerek, meyilden yukarı yola koyuldu. IĢıklı çemberin yanına doğru yol alırken birbirine bağlı grubu peĢinden çekerek, "Gidelim!" diye bağırdı. "NASA'nın orda ne iĢler çevirdiğini bilmiyorum ama piyon gibi kullanılmaktan hiç hoĢlanmadığımı gayet iyi biliyorum ve..." Norah Mangor'ın baĢ ı, görünmeyen bir güç tarafından alnına darbe yemiĢ gibi arkay a düĢtü. Boğuk bir inleme sesi çıkardı, sendeledi ve sırtüstü buza yığıldı. Neredeyse aynı anda Corky feryat edip omzu arkadan çekılmiĢ gibi yerinde döndü. Acıyla kıvranarak buza düĢtü. 201 Rachel bir anda elindeki çıktıyı, Ming'i, göktaĢını ve buzun alt ındaki garip tüneli unutmuĢtu. Küçük bir topun kulağının yanından geçip, Ģakağını sıy ırdığını hissetti. Ġçgüdüsel olarak dizlerinin üstüne çöküp, Tolland'ı da aĢağı çekti. Tolland, "Neler oluyor!" diye bağırdı. Rachel'ın tek aklına gelen dolu fırtınasıy dı -buzuldan aĢağı esen buz topları- ama Corky ile Norah'yı vuran güç düĢünüldüğünde, doluların saatte yüz elli kilometre hızla hareket etmeleri gerekirdi. Bilye büyüklüğündeki nesneler tuhaf biçimde Rachel ile Tolland'ın üstüne yağıyor, Ģiddetli buz topları etraflarına düĢüyordu. Karınüstü yatan Rachel, botlarının burnundaki kramponları buza sapladı ve bulabildiği tek sipere doğru hamle yapt ı. Kızak. Hemen ardından sürünerek gelen Tolland, Rachel'ın yanında çömeldi. Tolland korumasız Ģekilde buzun üstünde yatan Norah ile Corky'ye baktı. Halat ı tutup çekmeye çalıĢırken, "Onları iplerinden çek!" diye bağırdı. Ama halat kızağa dolanmıĢtı. Rachel çıktıyı Mark IX t ulumunun Velcro cebine tık ıĢtırdı ve halat ı kızağın demirlerinden kurtarmak için elleriyle dizlerinin üstünde uğraĢ vermeye baĢladı. Tolland tam arkasındaydı. Doğa Ana Corky ile Norah'dan vazgeçmiĢ gibi, Ģimdi doluları var gücüyle kızağa, doğruca Tolland ile Rachel'ın üstüne yağdırıy ordu. Bilyelerden bir tanesi kızağın tentesine düĢtükten sonra sıçrayıp, Rachel'ın ceketinin koluna kondu. Rachel gördüğü anda donakaldı. ġaĢkınlığı aniden dehĢete dönüĢtü. Bu "dolu taneleri" insan yapımıydı. Kolundaki buz topu, kiraz büyüklüğünde kusursuz bir küre Ģeklindeydi. Pürüzsüz yüzeyin etrafından, pres makinesinde Ģekil verilmiĢ eski misketler gibi tek çizgi halinde geçen bir çentik vardı. Küre Ģeklindeki saçmalar hiç kuĢkusuz insan yapımıy dı. Buz mermileri... Askeri bilgilere vakıf biri olan Rachel, deney aĢamasındaki yeni DM -Doğaçlama Mühimmat - silalılarına aĢinaydı. Karı buz mermisi biçiminde sık ıĢtıran kar tüfekleri, kumu cam bilyelere dönüĢtüren çöl tüfek leri, kemikleri kırabilecek güçte sıvı su fıĢkırtan su bazlı silahlar. Doğaçlama Mühimmat'ın konvansiyonel silahlar karĢ ısında pek çok açıdan üstünlüğü vardı, çünkü DM silahları bulunabilir kaynakları kullanıyordu. Askerleri ağır konvansiyonel mermileri taĢ ıma külfetinden kurtararak bulunduğu bölgede cephane üretmelerine imkân sağlıyordu. Rachel o anda üstlerine yağan buz toplarının, tüfeğin Ģarjörüne doldurularak sıkıĢtırıldığını biliyordu. Istihbarat dünyasında sıkça rastlandığı üz ere, birisi ne kadar fazla Ģey bilirse, senaryo o kadar dehĢet verici oluyordu. Durum Ģimdi de farklı değildi. Rachel bu konuda cahil kalmayı tercih ederdi ama DM silahları hakk ındaki bilgisi onu tüyler ürpertici tek bir sonuca götürüyordu: Deney aĢamas ındaki DM silahlarını kullanma yetkisine sahip tek birim olan, bir çeĢit ABD Özel Operasyonlar gücünün saldırısına uğruyorlardı.
Askeri gizli operasyonlar biriminin varl ığı beraberinde daha da ürkütücü bir Ģeyin fark ına varmas ına neden olmuĢtu: Bu saldırıdan sağ kurtulma ihtimali sıfıra yakındı. Buz mermilerinden biri bulduğu açıklıktan girip kızağın üstündeki cihazlardan geçerek karnına çarpt ığında, bu düĢünceleri sona erdi. Dolgulu Mark IX k ıyafetinin içinde olmasına rağmen görünmez bir boks Ģampiyonundan karnına yumruk yemiĢ gibi hissediyordu. Gözlerinin etrafında yıldızlar uçuĢmaya baĢlamıĢtı. Geriye doğru sendelerken, dengesini korumak için kızaktaki cihazlara tutundu. Norah Mangor'ın ipini bırakarak, Rachel'a yardım etmek için hamle yapan Tolland çok geç kalmıĢtı. Rachel geriye doğru düĢerken, cihazları da beraberinde çekti. Cihazların altında Tolland ile birlikte buza yuvarlandılar. "Bunlar... mermi," derken, ciğerlerindeki hava boĢalmıĢtı. "Kaç!" 203 50 Federal Triangle Ġstasyonu'ndan ayrılan Washingt on MetroRain met rosu, Gabrielle'a göre, Beyaz Saray'dan yeterince hızlı uzaklaĢmıyordu. DıĢarıdaki karanlık Ģekiller pencerenin önünden bulanık bir Ģekilde geçerken, vagonun boĢ bir köĢesinde kaskatı oturuyordu. Gabrielle'ın kucağında duran Marjorie Tench'in verdiği büyük kırmızı zarf, adeta on ton ağırlığındaydı. Tren Sexton'ın ofis binasına doğru hızlanırken, Sexton'la konuĢmalıyım, diye düĢündü. Hemen! ġimdi vagonun kararıp beliren loĢ ıĢ ığında oturan Gabrielle, hayal görmesine neden olan bir ilac ın etkisindeymiĢ gibi hissediyordu. BaĢının üstünde yanıp sönen ıĢıklar, ağır çekim diskotek flaĢları gibiydi. Kas vetli tünel, her iki yandan yükselen derin bir kanyonu andırıyordu. Biri bana bunun yaĢanmadığını söylesin. Kucağındaki zarfa göz attı. Kapağı açıp elini içine uzattı ve fotoğraflardan birini çık ardı. Bir süre kuvvetle parlayan tren ıĢ ıkları, Ģok edici bir resmi aydınlattı. Ofisinde çırılç ıplak yatan Sedgewick Sexton, Gabrielle'ın çıplak bedeni yanında uzanırken, tatmin olmuĢ yüzünü tam da kameraya dönmüĢtü. Titreyerek fotoğrafı zarfın içine tık ıĢtırdı ve zarfı beceriksizce kapatmaya çalıĢtı. Bitti. Vagon tünelden ç ıkıp L'Enfant Meydanı yak ınlarındaki raylara tırmanır tırmanmaz Gabrielle cep telefonunu çıkarıp senatörü özel hattından aradı. Telesekreter mesajı cevap verdi. ġaĢıran Gabrielle, senatörü ofisinden aradı. Bu kez sekreteri cevap verdi. "Ben Gabrielle. Yerinde mi?" Sekreterin sesi sinirliydi. "Nerelerdeydin? Seni arıyordu." "Uzun süren bir toplantım vardı. Onunla hemen Ģimdi konuĢmam gerek." "Sabaha kadar beklemek zorundas ın. Westbrooke'da." Sexton'ın D.C.'deki ikametgâhı, Westbrooke Semti Lüks Apartmanlarındaydı. Gabrielle, "Özel hatt ını açmıyor," dedi. Sekreter, "Bu akĢamı K.G. olarak geçmiĢ," diye hatırlattı. "Erkenden çıktı." Gaabrielle yüzünü astı. KiĢisel mesele. Heyecandan, Sexton'ın kendisine evde tek baĢına bir gece ayarladığını unutmuĢtu. K.G. zamanlarında rahatsız edilmemek konusunda çok hassastı. Ancak bina yanarsa kapımı çalın derdi. Bunun dıĢ ındaki her Ģey sabaha kadar bekleyebilir. Gabrielle, Sexton'ın binas ının kesinlikle yandığına karar verdi. "Benim için ona ulaĢman lazım." "Imkânsız." "Bu iĢ çok ciddi, gerçekten..." "Hayır, ben gerçek anlamda imkâns ız diyorum. DıĢariçıkarken ç ağrı cihazını masamda bıraktı ve büt ün akĢam boyunca rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Çok sertti." Duraksadı. "Her zamankinden daha fazla." Kahretsin. "Peki teĢekkürler." Gabrielle cep telefonunu kapattı. Metro vagonundaki kayıt, "L'Enfant Meydanı," diye anons yaptı. "Tüm istasyonlara gider." Gözlerini kapatan Gabrielle düĢ üncelerinden kurtulmaya çalıĢtı ama yıkıcı görüntüler aklından çıkmıyordu... kendisinin ve senatörün renkli fotoğrafları... Sexton'ın rüĢ vet aldığını kanıtlayan belge yığını. Gabrielle hala Tench'in isteklerini duyar gibiydi. Doğru olanı yap. Yeminli beyanı imzala. IliĢkiyi itiraf et. Tren gıc ırtılar çıkararak istasyona girerken, Gabrielle fot oğraflar basına yans ıdığı takdirde senatörün ne yapacağını tahmin etmeye çalıĢtı. Aklına ilk gelen Ģey onu hem ĢaĢırttı, hem de utandırdı. Sexton yalan söyleyecekti.
205 Kendi adayıyla ilgili aklına ilk gelen Ģey bu muydu? E vet. Yalan söyleyecekti... hem de büy ük bir ustalıkla. Eğer bu fotoğraflar Gabrielle iliĢkiyi itiraf etmeden bas ına yansırsa senatör fot oğrafların acımasız bir sahtekârlık olduğunu iddia edecekti. Dijital kurgu fotoğraf çağındaydılar; internete giren herhangi biri, baĢka insanların, genellikle de ġehvetli pozlar veren porno yrldızlarının vücutlarına yüzleri eklenmiĢ ünlülerin rötuĢlu fotoğraflarını görebilirdi. Gabriele, senatörün televizyon kamerasına bakarak inandırıc ı bir ifadeyle iliĢkileri hakkında yalan söylediğine zaten Ģahit olmuĢtu; tüm dünyay ı bu fotoğrafların kariyerini mahvetmek için haz ırlanmıĢ baĢarısız bir saldırı olduğuna ikna edecekti. Sexton öfkeyle saldırıya geçecek, hatta belki de sahteciliği BaĢkan'ın emretmiĢ olduğunu ima edecekti. Gabrielle birden ümitlendi. Beyaz Saray bunlardan hiçbiri nin gerçekliğini ispatlayamaz ! Tench'in Gabrielle'a oynadığı iktidar oyunu basit olduğu kadar acımasızdı: ĠliĢkini itiraf et ya da Sexton'ın hapsi boylamasını seyret. Birden son derece mantıklı gelmeye baĢlamıĢtı. Beyaz Saray'ın, Gabrielle'ın iliĢkiyi itiraf etmesine ihtiyacı vardı yoksa fotoğrafların kıymeti kalmayacaktı. Aniden güveni yerine gelen Gabrielle'ın keyfi de yerine gelmiĢti. Tren durup kapılar kayarak açıldığında, Gabrielle'ın beynindeki bir baĢka kapı da açıldı ve yüreklendirici bir ihtimali aklına getirdi. Belki de Tench'in rüĢ vet hakkında anlattığı her Ģey yalandı. Zaten Gabrielle ne görmüĢtü ki? Hiçbir Ģey kesin değildi: banka evraklarının fotokopileri, Sexton'ın garajda çekilmiĢ bulanık bir fot oğrafı. Hepsinin de saht e olma ihtimali vardı. Tench, hepsini doğru kabul eder ümidiyle, gerçek fotoğrafların yanı sıra Gabrielle'a uydurma mali belgeleri de göstermiĢ olabilirdi. Buna "birleĢmeli doğrulama" denirdi ve siyasetçiler Ģüpheli görüĢleri yutturmak istediklerinde bu yola baĢ vururlardı. Gabrielle kendi kendine, Sexton masum, dedi. Beyaz Saray çaresizdi ve Gabrielle'ı iliĢkilerini halk a açıklamakla korkutarak tehlikeli bir ku mar oynamaya karar vermiĢlerdi. Gabrielle'ın Sexton'ı kamu önünde yalnız bırakmas ını istiyorlardı; skandal çıkaracak biçimde. Tench, ona, vaktin vurken kendini kurtar, demiĢti. Bu akĢam saat yirmiye kadar vaktin var. Zorla sat ıĢta son perde. Her Ģey yerli yerine uyuyor, diye düĢündü. Bir Ģey hariç... Bulmacanın kafa karıĢtıran tek parças ı, Tench'in Gabrielle'a NASA aleyhtarı e -postalar göndermesiydi. Bu kesinlikle, Sexton'ın NASA karĢıt ı olduğunu belli etmesini istedikleri içindi, böylece bunu kendisine karĢı kullanabileceklerdi. Yoksa baĢka bir anlamı mı vardı? Gabrielle, e -postaların bile son derece mantıklı bir açıklamas ı olduğunu fark etmiĢti. Peki ya e postaları Tenc h göndermediyse? Tench, verileri Gabrielle'a gönderen hain bir çal ıĢanı yakalay ıp, bu kiĢiyi iĢten atmıĢ ve sonra duruma el atarak, Gabrielle'i görüĢmeye çağıran son mesajı kendisi göndermiĢ olabilirdi. Tench kasitlı olarak -Gabrielle'i tuzağa düĢürmek için- NASA yla ilgili verileri sızdıran kendisiymiĢ gibi davranmıĢ olabilirdi. L'Enfant Meydanı'ndaki metronun hidrolikleri, kapılar kapanmaya haz ırlanırken ıslık çalıy ordu. Aklından düĢ ünceler hızla geçerken, Gabrielle dıĢarıdaki perona baktı. ġüphelerinin mantıklı olup olmadığı ya da bunların sadece hüsnü kuruntudan mı ibaret olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu ama her ne halt dönüyorsa dönsün, derhal senatörle konuĢması gerektiğini biliyordu. K.G. akĢamı olsun ya da olmasın. Fotoğrafların durduğu zarfi sık ıca kavrayan Gabrielle, trenin kapıları tıslayarak kapanırken dıĢarı fırladı. Ġstikametini değiĢtirmiĢti. Westbrooke Semti Apartmanları. 207 51 SavaĢ ya da sıvıĢ. Bir biyolog olan Tolland, bir organizma tehlikeyi sezinledi ğinde bu tür fizyolojik değiĢikliklerin yaĢandığını biliyordu. Beyin zarına hücum eden adrenalin, nabzı yükseltiyor ve beyine en eski içgüdüs el biyolojik kararı alma emrini veriyordu: savaĢmak ya da sıvıĢmak.
Tolland'ın içgüdüleri ona kaçmas ını söylese de, mant ığı ona hala Norah'y a bağlı ol duğunu hat ırlatıyordu. Zaten kaçacak yer yoktu. Saklanacak tek yer habiküreydi ama saldırganlar her kimse, buzulun üstünde bir yerde pozisyon almıĢlar ve bu seçeneğin yolunu kesmiĢlerdi. Arkas ındaki engin buz katmanı iki mil boyunca uzanıyor ve buz denizine açılan dik yamaçla son buluyordu. O yöne kaçmak, soğuktan ölmek anlamına gelirdi. KaçıĢ yollarının üstündeki engeller bir yana, Tolland diğerlerini bırakamayacağını biliyordu. Rachel ile Tolland'a bağlı olan Norah ile Corky hâlâ aç ıktaydılar. Buz mermileri ekipmanı taĢ ıyan devrilmiĢ kızağa çarpmaya devam ederken, Tolland, Rachel'ın yanında yerdeydi. Darmadağınık aletleri kurcalayarak bir silah, fiĢek, telsiz... herhangi bir Ģey aradı. Rachel, "Kaç," diye seslenirken nefes almakta hâlâ güçlük çekiyordu Sonra, buz mermisi yağmuru tuhaf biçimde aniden durdu. Kuvvetli rüzgâra rağmen etraf sakinleĢmiĢ gibiydi... sanki fırtına birden durmuĢtu. IĢte o anda dikkatle kızağın etrafına bakan Tolland, hayat ında gördüğü en korkunç manzaralardan birine Ģahit oldu. Karanlıktan aydınlığa doğru hortlak gibi sessizce kayan üç figür belirdi. Soğuğa dayanıklı beyaz kar kıyafetleri giymiĢlerdi. Ellerinde kayak batonları yoktu ama Tolland'ın hiç görmediği türden büyük tüfekler taĢıyorlardı. Kayakları da eĢit derecede tuhaftı. Fütürist ve kısa kayaklar, daha çok uzat ılmıĢ Rollerblade'leri andırıyordu. SavaĢ ı kazandıklarından eminmiĢ gibi serinkanlılıkla en yakındaki kurbanlarının -kendinden geçmiĢ haldeki Norah Mangor- yanına gidip durdular. Titreyerek dizlerinin üstün e kalkan Tolland, kızağın üstünden saldırganlara baktı. Ziyaretçiler esrarengiz elektronik gözlüklerinin ardından ona baktılar. Umursamadıkları belli oluy ordu. En azından o an için. Delta-Bir, önünde bilinçsizce buzda yatan kad ına bakark en hiç vicdan azabı duymadı. Emirleri yerine getirmek için eğitilmiĢti, sorgulamak için değil. Kadın termal, siyah ve kalın bir kıy afet giyiyordu ve yüzünün yanında darbe izi vardı. Kısa ve zor nefes alıyordu. DM buz tüfeklerinden biri hedefi bulmuĢ ve onu kendinden geçmiĢ vaziyette yere sermiĢti. Artık iĢi bitirme vakti gelmiĢti. Delta-Bir, bilinçsiz kadının yanında diz çökerken takım arkadaĢları tüfeklerini diğer hedeflere doğrulttular; biri, buzun üstünde Ģuursuzca yatan ufak tefek adama, öbürüyse, diğer iki kurbanın saklandığı devrilmiĢ kızağa. Adamları kolaylıkla iĢi bitirebilirdi ama diğer üç kurban silahs ızdı ve kaçacak yerleri yoktu. Acele edip hepsinin iĢini aynı anda bitirmek dikkatsizlik olurdu. Çok gerekli olmadıkça asla dikkatini bölme. Bir seferde bir rakiple uğraĢ. Delta Gücü eğitimini aldığı üzere, bu kiĢileri aynı anda öldürebilirdi. Ama iĢin ilginç tarafı, nasıl öldüklerine dair arkalarında hiç izbırakmayacak olmalarıydı. Bilinçsizce yatan kadının yanında çömelen Delta-Bir, termal eldivenlerini çıkarıp eline bir avuç kar aldı. Karı s ıkıĢtırıp kadının ağzını açtı ve boğaz ından aĢağı tıkmaya baĢladı. Karı nefes borusundan mümkün olduğunc a derine iterek, tüm ağzını doldurdu. Kadın üç dakika içinde ölecekti. Rus mafyasının icat ettiği tekniğin adı byelaya smert idi; beyaz ölüm. Bu kurban, boğazındaki kar erimeden boğulac aktı. Ama öldükten sonra vüc udu, karı eritecek kadar sıcak kalacaktı. 209 Cinay etten Ģüphelenilse bile, hemen bulunabilecek bir cinayet silahı ya da Ģiddet kullanıldığına dair bir kanıt olmayacaktı. Sonunda birisi anlasa da, bu onlara zaman kazandıracakt ı. Buz mermileri kara karıĢarak ort amda kaybolacak ve bu kadının baĢ ındaki darbe izi, kayıp buz a düĢtüğü için oluĢmuĢ gibi görünecekti; bu güçlü fırt ınalarda pek de ĢaĢırtıcı değildi. Diğer üç kiĢi de aynı Ģekilde etkisiz hale getirilip öldürüleceklerdi. Ardından Delta-Bir, onları k ızağa dolduracak, istikametlerinden birk aç metre öteye çekecek, halatlarını yeniden bağlayacak ve cesetlerini yerleĢtirecekti. Birkaç saat sonra dördü de, görünüĢte aĢ ırı so ğuğa maruz kalmıĢ, hipotermi kurbanları olarak donmuĢ halde bulunacaklardı. Onları bulan kiĢi yollarından saparak ne yapt ıklarını merak edecekti ama kimse onların ölmesine ĢaĢırmayacaktı. Her Ģeyden önc e fiĢekleri sönmüĢtü, hava Ģartları tehlikeliydi ve Milne Buzul Katmanı'nda kaybolmak ölüm demekti. Delta-Bir, kadının boğaz ına kar doldurmay ı bitirmiĢti. Dikkatini diğerlerine çevirmeden önce kadının kolanlarını söktü. Daha sonra tekrar bağlayacaktı ama Ģu anda kızağın arkasındaki diğer iki kiĢinin bu kadını güvenli bir yere çekme fikrine kapılmalarını istemiyordu. Michael Tolland zihninde yarat abilece ğinden çok daha kötü bir cinayet Ģekline tanık olmuĢtu. Norah Mangor'ı diğerlerinden ay ıran saldırganlar, dikkatlerini Corky'ye çeviriyorlardı.
Bir Ģeyler yapmam lazım! Kendine gelmeye baĢlayan Corky inliyor ve yerinde doğrulmaya çalıĢ ıyordu ama askerlerden biri onu tekrar geri itip üstüne abandı ve kollarının üstüne dizleriyle bastırarak adeta buza çiviledi. Corky'nin ac ı dolu fery adı, aynı anda hızlanan rüzgâr tarafından yutuldu. Çılgınca bir dehĢ ete kapılan Tolland devrik kızağın içindekileri aceleyle karıĢtırdı. Burada bir Ģey olmalı! Bir silah! Herhangi bir Ģey ! Tek görebildiği, buz mermilerinin, büyük kısmını tanınmayacak hale getirdiği bir tanımlama cihaz ıydı. Rachel ise yanında, kendini kaldirmak için buz kazmasını kullanarak doğrulmaya çalıĢıyordu. "Kaç... Mike." Tolland, Rachel'ın bileğine bağlı kazmaya göz gez dirdi. Silah olarak kullanılabilirdi. Bir nevi. Tolland, küçük bir kazmayla üç adama saldırırsa ne olacağını düĢünüyordu. Intihar. Rachel yan dönüp doğrulurken, onun arkas ındaki bir Ģey Tolland'ın gözüne iliĢti. Büyükçe bir vinil torba. Torbanın içinde fiĢek ya da telsiz olmasına dua ederek, arkas ına geçti ve torbay ı kavradı. Düz günce katlanmıĢ büyük bir Mylar bezi buldu. IĢe yaramazdı. Tolland'ın araĢtırma gemisinde de benzer bir Ģey vardı. Bu, kiĢisel bilgisayardan daha ağır olmayan hava tahmin cihazlarını taĢ ımak için tasarlanmıĢ bir meteoroloji balonuydu. Norah'nın balonunun, özellikle de hely um deposu yokken hiçbir faydası dokunmayacaktı. Corky'nin çırpınıĢ sesleri art arken, Tolland yıllardır duymadığı bir çaresizlik hissine kapıldı. Ümitsizlik. Mağlubiyet. Ölmeden önce insanın hayatının gözlerinin önünden geçmesi kliĢesine uygun olarak, Tolland'ın çocukluk anıları beklenmedik bir anda zihninde canlandılar. San Pedro'da yelken yapıyor, denizcilerin eski eğlenc esi olan balon açmayı öğreniyordu; düğümlü bir ipe tutunarak okyanusun üstüne sarkarken, suya batıpp çıktıkça neĢeleniyor, çan ipinde sallanan çocuklar gibi alçalıp yükseliyordu. Kaderi ise dalgalanan balona ve okyanus rüzgârının keyfine bağlıydı. Tolland'ın gözleri o anda elinde tuttuğu Mylar balonuna çevrildi. Zihni eski anılara dalmamıĢtı, ona bir çözüm sunmaya çalıĢ ıyordu! Balon açmak. Tolland balonun etrafındaki koruyucu torbayı açarken, Corky hâlâ üstündeki kiĢiyle mücadele ediyordu. Tolland, bu planın kazanma ihtimalinin çok az olduğunu biliyordu ama geri kalan tüm ihtimaller onlar için mutlak ölüm anlamına geliyordu. KatlanmıĢ Mylar bezini sıkıca kavradı. Üstündeki klipste bir uyarı yazıs ı vardı: 211 DĠKKA T: 10 DENIZ MILINDE N HĠZLĠ ESEN RÜZGÂ RLA RDA KULLANILMA Z. Canı cehenneme! Birden fora olmamas ı için balonu sıms ıkı tutartı. yanında duran Rachel'ın üstüne çıktı. Ona biraz daha sokulurk en, Rachel'ın gözlerindeki ĢaĢkınlığı görebiliyordu. "Bunu tut," diye bağırdı. Rachel'a katlanm ıĢ kumaĢı veren Tolland, boĢtaki eliyle balonun yük kancas ını belindeki karabinalardan birine geçirdi. Ardından, diğer tarafa dönerek, kancayı Rachel'ın karabinalarından birine taktı. Tolland ile Rachel artık tek vücut olmuĢlardı. Kalçadan bağlanmıĢlardı. Aralarındaki ip karın üstünden yerde mücadele eden Corky'ye kadar uzanıyordu... ve oradan da Norah Mangor'ın on metre yanında boĢta duran kancay a. Tolland kendi kendine, Norah'yı çoktan kaybettik, dedi. Yapabileceğin hiçbir Ģey yok. Saldırganlar kıvranıp duran Corky'nin üstüne çullanmıĢlardı ve boğazından içeri tıkmak üzere avuçlarına kar dolduruyorlardı. Tolland vakitlerinin tükenmek üzere olduğunu biliyordu. Tolland, katlanm ıĢ balonu Rachel'ın elinden aldı. Bez, kâğıt mendil kadar hafifti ve aynı zamanda çok sağlam. Haydi bakalım. "Sıkı tutun!" Rachel, "Mike?" dedi. "Ne..." Tolland, Mylar'ı baĢlarının üstüne, havaya doğru savurdu. Uğuldayan rüzgâr balonu kapıp paraĢüt gibi açtı. Anında dolan bez, Ģaklama sesleriyle dalgalanıyordu. Kolanlarının hızla ve birden çekildiğini hisseden Tolland, katabatik rüzgârın gücünü hafife aldığını anladı. Saniyeler içinde Rachel ile birlikte neredeyse havalanıp buzuldan aĢağı sü rüklenmeye baĢlamıĢlardı. Bir süre sonra Tolland, Corky Marlinson'ı çeken ipin gerildiğini hissetti. Yirmi metre geride, dehĢet içindeki
arkadaĢı saldırganlarının altından kurtulup içlerinden birini sırtüstü yuvarlamıĢtı. Buzun üstünde hızlanmaya baĢlayan Corky, insanın kanını donduracak bir çığlık attı ve devrilmiĢ kızağa çarpmaktan son anda kurtuldu. Corky'nin arkasından ucu boĢta sallanan ikinci bir ip sürükleniyordu... Norah Mangor'a bağlı olan ip. Tolland kendi kendine, yapabileceğin hiçbir Ģey yok, dedi. Üç kiĢi birbirine karıĢmıĢ kuklalar gibi buzuldan aĢağı kayıyordu. Arkalarından buz mermileri yağıyordu ama Tolland saldırganların Ģanslarını kaybettiklerini biliyordu. Arkalarında kalan beyaz giyinmiĢ askerler fiĢeklerin ıĢığında parlak noktacıklara d önüĢerek gitgide kayboldular. Tolland art ık aĢırı ivmelenme nedeniyle buzun dolgulu kıyafetini yırttığını hissediyordu. Ayrıca kaçmıĢ olmanın verdiği rahatlık fazla uzun sürmedi. Üç kilometreden az bir mesafe sonra Milne Buzul Katmanı bir uçurumla aniden son buluyordu ve ardında... Kuzey Buz Denizi ölümcül kıyılarına otuz metrelik bir düĢüĢ onları bekliyordu. 52 Marjorie Tench, Beyaz Saray HaberleĢme Ofisi'ne -yukarıdaki HaberleĢme Merkezi'nde hazırlanan basin bültenlerinin neĢ redildiği bilgisayarlı yayın odas ı- doğru merdivenlerden aĢağı inerken gülüms üyordu. Gabrielle Ashe'le yaptığı toplant ı iyi geçmiĢti. Gabrielle'ın iliĢkiyi itiraf ettiği yeminli bir beyan verip vermeyeceği belli değildi ama kesinlikle denemeye değerdi. Tench, Gabrielle kendini ondan kurtaracak kadar akıllı biri, diye düĢündü. Ama Sexton'ın düĢüĢ ünün ne kadar feci olacağına dair zavallı kızın hiçbir fikri yoktu. BaĢkan'ın birkaç saat sonra vereceği basin konferansı Sexton'ı dize getirecekti. Bu sonuç cepteydi. Gabrielle Ashe ise, iĢbirliği yaptığı takdirde, Sexton'ı utançtan yerin dibine geçirecek darbeyi vuracaktı. Sabah olduğunda Tench, Sexton'ın yalanlama yaptığı kayıtlarla beraber Gabrielle'ın yeminli bey anını basına verebilirdi. 213 Bir taĢla iki kuĢ. Her Ģeyden önce siyaset, sadece seçimi kazanmak demek değil, tartıĢ ılmaz Ģekilde kazanmak demekti; yani vizyonu taĢ ıma kuvvetine sahip olmak. Tarih boyunca az oy farkıyla iktidara gelen tüm baĢkanlar aĢağı yukarı aynı durumları yaĢamıĢlardı; yarıĢa baĢlar baĢlamaz yıpratılırlardı ve Kongre bunu unutmalarına asla izin vermezdi. Benzer Ģekilde, Senatör Sexton'ın kampanyasının çöküĢü de hayli kapsamlı olacaktı; hem siyasi ilkelerine, hem de ahlak anlayıĢ ına yönelik çifte saldırı. Washington'da "her yandan" diye bilinen bu strateji, askeri savaĢ sanat ından aĢırılmıĢtı. DüĢmanı iki cephede birden savaĢmaya zorla. Adaylardan biri rakibi hakkında olumsuz bir bilgiye sahip olduğunda, genellikle aynı anda halka duyurmak için ikinci olumsuz bilgiyi edinmeyi beklerdi. Çift uçlu bir saldırı daima tek atıĢtan daha etkili olurdu, özellikle de çifte saldırı kampany anın farklı yönlerini kapsadığında; ilki siyasi ilkelerini, ikincisi karakterini. Siyasi bir saldırıy ı çürütmek mantık, karaktere yönelik saldırıyı çürütmek ise ihtiras gerektirirdi; ikisiyle aynı anda mücadele etmek, neredeyse imkâns ız bir denge kurmay ı zorunlu kılıyordu. Bu akĢam Senatör Sexton, büyüleyici NASA zaferinin getireceği siyasi kâbustan uyanmak için kendini zorlayacak ama önemli bir bayan çalıĢanı tarafından yalancılıkla suçlanırken, NASA karĢısındaki tavrını korumak mecburiyetinde kalırsa, vaziyeti daha da vahim olacaktı. HaberleĢme Ofisi'nin kapısına varan Tench, baĢlayacak savaĢın heyecanıyla canlandığını hissetti. Siyaset savaĢ demekti. Derin bir nefes alıp saatine b aktı. 18.15. Ġlk el ateĢlenmek üzereydi. Içeri girdi. HaberleĢme Ofisi yer darlığından değil, fazlas ına ihtiyaç olmadığından küçük bir yerdi. Dünyadaki en verimli kitle haberleĢme istasyonlarından biriydi ve sadece beĢ çalıĢanı vardı. ġu anda elektronik cihazlarının baĢındaki beĢ eleman, silahın ateĢlenmesini bekley en yüzücüler gibi duruyorlardı. Hazırlar. Tench bunu, gözlerindeki hırslı bak ıĢlardan anlamıĢtı. Bu minik ofisin, sadece iki saatte haz ırlanarak, dünyadaki medeni nüfusun üçte birine ulaĢması ona her zaman hayret verirdi. Dünyadaki haber kaynaklarıyla on binlerc e bağlant ısı bulunan -en büyük televizyon Ģirketlerinden, en küçük kasaba gazet elerine kadar - Beyaz Saray HaberleĢme Ofisi, birkaç tuĢa bas arak uzanıp dünyaya eriĢebilirdi. Bilgisayarlar faksla, Maine'den Moskova'ya kadar radyo, televizyon, yazılı basin ve internet dünyasındaki haber organlarının gelen kutularına basın bültenleri yolluyorlardı. Toplu e-posta programları çevrimiçi haber bağlantılarını engelliyordu. Otomatik çağrı programları, binlerce medya yöneticisini arayarak, sesli haber kay ıtlarını dinletiyordu. Son dakika haberleri yayınlayan bir web sayfası içeriğini sürekli güncelliyordu. "Canlı yayın" haber kaynaklarına -CNN, NBC, ABC, CBS, yabancı
karteller- her yönden saldırıya geçilecek ve ücretsiz canlı yayın taahhüdü verilecekti. Bu Ģebekelerin yayınladığı diğer her türlü yayın, acil bir baĢkanlık duyurusu için kesintiye uğrayac aktı. Medyanın her alanında yay ın yapılacaktı.. Tench birliklerini teftiĢ eden bir general gibi uzun adımlarla fotokopi masasına yürüdü ve Ģimdi tüm ileti cihazlarında gönderilmeyi bekleyen "önemli haber" çıktısını eline aldı. Okuduğunda kahkahasını bastırmak zorunda kaldı. Yayınlanmak üzere bekleyen haber aslında üstünkörü geçilmiĢti -duyurudan çok reklam niteliğindeydi- ama BaĢkan, HaberleĢme Ofisi'nin lafı fazla uzatmamas ını emretmiĢti. Onlar da öyle yapmıĢlardı. Bu metin mükemmeldi; anahtar kelimeler açısından zengin, içeriğiyse kısa. MüthiĢ bir karıĢım. Gelen posta kutularında "anahtar kelime tarama" programları kullanan haber organları bile bu mesajın bir sürü bayrakla iĢaretlendiğini görecekti. Kimden: Beyaz Saray HaberleĢme Ofisi Konu: Acil BaĢkanlık Duyurusu 215 Bu akĢam Doğu Bölgesi saatiyle 20.00'de BirleĢik Devletler BaĢkan'ı Beyaz Saray brifing salonundan acil bir basin konferansı verecektir. Duyuru konusu mevcut durumda gizli tutulmaktadır. Canlı AV yayınıne her zamanki kanallarla imkân sağlanmıĢtır. Kâğıdı masanın üstüne bırakan Marjorie Tench, HaberleĢme Ofisi'nde etrafına bakarak çalıĢanlara etkilenmiĢ bir edayla baĢ ını salladı. Herk es heyecanlıydı. Bir sigara yak ıp tüttürürken heyecanın yükselmesini bekledi. Sonunda s ırıttı. "Bayanlar baylar. Motorları çalıĢtırın." 53 Tüm mant ıklı düĢünceler Rachel Sexton'ın aklından silinmiĢti. Artık göktaĢını, esrarengiz TAR çıktıs ını, Ming'i, buzuldaki korkunç saldırıyı düĢünmüyordu. ġu anda önemli olan tek bir Ģey vardı. Hayatta kalmak. Buz, sonsuz ve kaygan bir otoyol gibi altından kayıp gidiyordu. Korkudan hissizleĢtiği için mi yoksa koruyucu kıyafet sebebiyle mi bilmiyordu ama hiç acı hissetmiyordu. Hiçbir Ģey hissetmiyordu. ġimdilik. Yan yatmıĢ bir halde Tolland'a belinden bağlı giden Rachel, onu hafif bir Ģekilde kucaklamıĢtı. Rüzgarla, yarıĢ arabasının arkas ındaki paraĢüt gibi ĢiĢen balon, önlerinde dal galanıyordu. Arkalarından gelen Corky kontrolden çıkmıĢ römork gibi oradan oray a savruluyordu. Saldırıya uğradıkları yeri gösteren iĢaret fiĢekleri uzaklaĢ ıp, gözden kaybolmuĢtu. Onlar hızlandıkça, buz a sürtünen naylon Mark IX kıyafetlerinden çıkan ıslık sesi artıyordu. Ne hızla gittiklerine dair Rachel'ın hiçbir fikri yoktu ama rüzgâr saatte en az doksan beĢ kilometre hızla esiyordu ve altlarındaki sürtünmesiz pist, her geçen saniye daha hızlı kayıyordu. GörrünüĢe bakılırsa, dayanıklı Mylar balonun yırt ılmaya veya yükünü atmaya niyeti yoktu. Rachel kurtulmamız lazım, diye düĢündü. Öldürücü bir kuvvetten diğerine koĢuyorlardı. Okyanusa bir buçuk kilometreden az kaldı! Buzlu su düĢ üncesi dehĢet dolu hatıralarını canlandırdı. Rüzgar kuwetlenince hızları artt ı. Arkalarından sürüklenen Corky korkunç bir çığlık attı. Rachel, bu hızla giderlers e, uçurumdan buzlu suya düĢmelerine birkaç dakika kaldığını biliyordu. Tolland'ın da aklından benzer düĢünceler geçtiği belliydi, çünkü vücudlarına taktığı yük kancasıyla mücadele ediyordu. "Kancayı çıkaramıyorum!" diye seslendi. "Ġp çok gergin!" Rachel rüzgârdaki anlık bir dinginliğin Tolland'ın iĢini kolaylaĢtırmasını diledi ama katabatik rüzgâr aynı kesintisiz kuwetle esiyordu. Yardım etmeye çalıĢ an Rachel vücudunu yan döndürüp, kramponlarından birinin burnunu buza çarptı. Havay a buz parçacıkları saç ıldı. Hızları biraz kesilmiĢti. Ayağını yerden kaldırarak, "ġimdi!" diye bağırdı. Balonun yük ipindeki gerilim bir an için hafifledi. GevĢ eyen ipten istifade etmek isteyen Tolla nd birden asılıp, yük kancasını karabinalarından kurtarmaya çalıĢtı. Olmuyordu. "Bir daha!" diye bağırdı. Bu kez ikisi birden dönüp, kramponlarını buza vurarak havaya iki katı buz parç acığı savurdular. Bu, balonu biraz daha yavaĢlatmıĢtı. "ġimdi" Tolland'ın verdiği iĢaretle aynı anda bıraktılar. Balon yeniden ileri doğru sürüklenirken, Tolland baĢparmağını karabinanın kilidine bastırıp, açmaya çalıĢarak kancay ı çevirdi. Bu kez biraz daha yaklaĢmasına rağmen ipin daha fazla gevĢemesi gerekiyordu. Norah karabinaların, üstünde herhangi bir gerilim olduğu takdirde asla aç ılmayac ak Ģekilde özel olarak üretilen, birinci sınıf Joker güvenlik kancaları
oluĢuyla böbürlenmiĢti. 217 Bu ironiyi hiç mi hiç eğlenc eli bulmayan Rachel, güvenlik kancaları yüzünden ölec eğiz, diye düĢündü. Tolland, "Bir kez daha!" diye bağırdı. Tüm enerjisini ve umudunu toplayan Rachel, dönebildi ği kadar yana dönüp iki ayağını birden buza vurdu. Sırtını bükerek, tüm ağırlığını parmak uçlarına vermeye çalıĢtı. Her ikisi de karınlarının üstüne dönene ve kemerlerindeki bağlant ı ipi iyice gerene kadar Tolland da onun yapt ıklarını tekrar etti. Tolland ayaklarını yere vurunca Rachel sırtını biraz daha eğdi. Sars ınt ı, bacaklarından yukarı Ģok dalgaları gönderiy ordu. Bilekleri kırılacakmıĢ gibi hissediyordu. "Öyle kal... öyle kal..." Tolland hızları az alırken Joker klipsi kurtarmak için iki büklüm olmuĢtu. "Az kaldı..." Rachel'ın kramponları aniden koptu. Botlarından çıkan metal çiviler Corky'nin üstünden sekerek karanlığa doğru yuvarlandılar. Balon birden ileri fırlayıp Tolland ile Rachel'ı yana savurdu. Tolland'ın elindeki kanca kaydı. "Kahretsin!" Zapt edildiğine öfkelenmiĢ gibi hızla ileri fırlayan Mylar balon, onları daha da kuwetli çekerek buzuldan aĢağı denize doğru sürüklüyordu. Rachel hızla uç uru ma doğru ilerlediklerinin bilincindeydi ama Kuzey Buz Denizi'ne yapacakları ot uz metrelik düĢüĢten önce baĢka bir tehlikeyle karĢılaĢacaklardı. Yollarının üstünde üç dev kar kümesi duruyordu. Mark IX kıyafetlerinin koruyucu dolgusuna karĢın, kar tepecikler ine süratle çarpmak fikri Rachel'a dehĢ et veriyordu. Iplerle ümitsizce mücadele eden Rachel, balondan kurtulmanın bir yolunu bulmaya çalıĢtı. IĢte o zaman buzdan gelen ritmik tıkırtı seslerini duydu; çıplak buza vuran hafif metalin tıkırtıları. Kazma. Rachel korkudan, kemerindeki ipe iliĢtirilmiĢ kazmayı tamamıyla unutmuĢtu. Hafif, alüminyum alet, bacağının yanında sıçray ıp duruyordu. BaĢını kaldırıp, balonun yük kablosuna baktı. Kalın, sağlam, Ģeritli naylon. AĢağı uzanıp zıplayan kazmaya eriĢmeye çalıĢtı. Sapından tutup, kendine doğru çekerken elastik ip uzadı. Hâlâ yan tarafa dönük duran Rachel, kollarını baĢ ının üstüne kaldırmakta zorlandı ve kazmanın diĢli ucunu kalın kabloy a yerleĢtirdi. Gergin kabloyu acemice kesmeye baĢladı. Kendi kazmasına uz anan Tolland, "E vet !" diye bağırdı. Yan tarafının üstünde kayan Rachel, kollara yukarıya uzanmıĢ, kabloyu kesiyordu. Kablo oldukça gergindi ve naylon iplikler tek tek aĢınmaya baĢlamıĢtı. Tolland kendi kazmas ını kavray ıp döndü, kollarını baĢ ından yukarı kaldırdı ve aynı noktayı alt ından kesmeye çalıĢtı. Orman iĢçileri gibi iĢbirliği içinde çalıĢırlarken, muz bıçakları birbirine çarpıyordu. Rachel, baĢaracağız, diye düĢündü. Kopacak! Önlerindeki gri Mylar balon, aniden yukar ı havalandı. Balonun arazi yapıs ıyla uyumlu hareket ettiğini fark eden Rachel dehĢete kapıldı. GelmiĢlerdi. Kar kümeleri. Tepesine çıkmadan önce beyaz duvarı kısa bir an için görebildiler. Yamaca çarptıklarında Rachel'ın yediği darbe, ciğerlerindeki havay ı boĢalttı ve elindeki kazmanın düĢmesine neden oldu. Rachel, atlama rampasına sürüklenen bir su kayakçısı gibi vücudunun kar yığınından yukarı sürüklenip, fırlat ılacağını hissetti. Tolland'la birlikte aniden baĢ döndürücü bir kuwetle yukarı fırladılar. Altlarında, kar kümelerinin arasındaki boĢlukk uzanıyordu. Kablo aĢ ınmıĢ olmas ına rağmen kopmamıĢtı ve hızlanan vücutlarını yukarı taĢıyarak, ilk boĢluğun üstünden aĢ ırdı. Rachel bir an için önlerinde ne olduğunu gördü. Ġki kar tepeciği daha vardı -kıs a bir düzlük- ve sonra denize düĢüĢ. Corky Marlinson'ın tiz çığlığı, dili tutulan Rachel'ın yaĢadığı dehĢeti adeta seslendirmiĢti. Arkalarından gelen Corky, ilk tepeciğin üstünden sürüklendi. Üçü de havalanmıĢtı. Balon, avc ıyla bağlarını koparmak isteyen vahĢi bir hay van gibi onları yukarı çekiyordu. Birdenbire baĢlarının üstünden, silah ateĢi gibi bir Ģaklama sesi geldi. AĢınan ip koptu ve parçalanan ucu Rachel'ın suratına çarptı. 219 O anda düĢmey e baĢladılar. Mylar balon baĢlarının üstünde bir yerde kontrolden çıkıp dalgalanarak denize doğru uçtu. Karabinalarla iplere dolanan Rachel ile Tolland, yere iniyorlard ı. Ikinci beyaz tepecik önlerinde yükselirken Rachel kendini çarpmaya hazırladı. Ġkinci tepeciği son anda sıyırıp arkasından aĢağı doğru kayarlarken, dolgulu kıyafetleri çarpmanın etkisini kısmen hafifletti. Düny a
etrafında kollar, bac aklar ve buz karmaĢası halinde dönerken, Rachel hızla aĢağı, artadaki açıklığa doğru kaydığını hissediyordu. Diğer tepeciğe çarpmadan önce yavaĢlamak için içgüdüsel olarak, kollarıyla bacaklarını açtı. Biraz yavaĢladıklarını hissetti ama saniyeler içinde Tolland'la birlikte yeniden yukarı çıkmaya baĢlamıĢlardı. Tepeye gelip düĢüĢe geçtiklerinde tekrar ağırlık yokmuĢ gibi bir hisse kapıldı. Korkuya kapılan Rachel, yamaçtan aĢağı, son düzlüğe doğru ölümcül düĢüĢe geçtiklerini düĢündü... Milne Buzul Katmanı'nın son yirmi beĢ met resi. Uçuruma doğru savrulurlarken Rachel, Corky'nin ipi çektiğini hissetti. YavaĢlıyorlardı. Ama çok geç kaldığını biliyordu. Buzul hızla son bulurk en Rachel çaresizce çığlık attı. Ve sonra olan oldu. Buzulun kenarı altlarından kaydı. Rachel'ın hatırladığı son Ģey düĢtüğüydü. 54 Westbrooke Semti Apartmanları, 2201 N Caddesi NW 'de yer alır ve Washington'daki ender tartıĢmasız doğru adreslerden biridir. Gabrielle yaldızlı döner kapıdan hızla içerideki kulakları sağır edici çeĢmenin aktığı mermer lobiye girdi. DanıĢma masasındaki kapıcı, onu gördüğüne ĢaĢ ırmiĢ gibiydi, "Bayan Ashe? Bu akĢam geleceğinizi bilmiyordum." "Geç kalıyorum." Gabrielle çabucak defteri imzaladı. Yukarıdaki saat 18.22'yi göst eriyordu. Kapıc ı baĢ ını kaĢıdı. "Senat ör, bana bir liste verdi ama siz..." "Onlara en çok faydası dokunan kiĢileri daima unuturlar." Çarpık bir gülüms emeyle önünden geçip asansöre yürüdü. Kapıc ı Ģimdi tedirgin görünüyordu. "Arasam iyi alacak." Gabrielle as ansöre binerken, "TeĢekkürler," dedi. Senatörün telefonu fiĢten çekili. Asansörle dokuzunc u kata çıkan Gabrielle, Ģık koridorun sanuna doğru yürüdü. Sexton'ın kapıs ının önünde, iri kıyım özel korumalarından kaliteli korumalar - birinin oturduğunu görebiliyordu. Canı sıkkın gibiydi. Gabrielle güvenliği iĢbaĢında gördüğüne ĢaĢırmıĢtı ama ĢaĢkınlığı korumanınki kadar değildi. Gabrielle yaklaĢ ınca ayağa fırladı. Koridorun yarısına gelen Gabrielle, "Biliyorum," diye seslendi. "Bu akĢam K.G, ve rahatsız edilmek istemiyar." Kcıruma kesin bir ifadeyle baĢ ını salladı. "Hiçbir ziyaretçinin girmemesi konusunda çok kesin emirler verdi..." "Acil durum." Koruma vüc uduyla giriĢi kapattı. "Özel bir toplant ı yapıyor." "Sahi mi?" Gabrielle koltuğunun altından kırmızı zarfı çıkardı. Beyaz Saray mührünü adamın gözüne soktu. "Oval Ofis'ten geliyorum. Bu bilgiyi senatöre iletmem lazım. Eski dostları bu akĢam her ne yapıyorsa, birkaç dakika onsuz yapacaklar. ġimdi bırak da içeri gireyim." Zarfın üstündeki Beyaz Saray mührünü gören korumanın yelkenleri biraz suya inmiĢti. Gabrielle, bana bunu açtırma, diye düĢ ündü. "Dasyayı bırakın," dedi. "Ben kendisine iletirim." "Zor yaparsın. Senatöre bunu elden iletmek için Beyaz Saray'dan kesin emir aldım. Eğer onunla hemen konuĢmazsam, yarın hepimiz kendimize iĢ ararız. Anlıyor musun'?" 221 Korumanın kafas ı oldukça karıĢmıĢ gibiydi. Gabrielle, senatörün akĢam ziyaretçi kabul etmeyeceği konusunda her zamankinden daha sert olduğunu sezinledi. Son hamleyi yapmak üzere harek ete geçti. Beyaz Saray zarfını korumanın yüzüne tutarak sesini alçalttı ve Washington'deki tüm güvenlik görevlilerinin korktuğu üç kelimeyi fısıldadı. "Durumun ciddiyetini anlam ıyorsun." Siyasetçilere göre, güvenlik personeli asla durumun ciddiyetini a nlamazlardı ve bu durumdan nefret ederlerdi. Ellerine silah verilir, karanlıkta bekletilirlerdi. Emirlere itaat etmeleri mi, yoksa iĢlerini kaybetme pahasına katır inadıyla ciddi krizleri görmezden gelmeleri mi gerektiğine hiçbir zaman emin olamazlardı. Koruma güçlükle yutkunarak, Beyaz Saray zarfına bir kez daha göz attı. "Peki ama senatöre içeri girmeyi sizin talep ettiğinizi söyleyeceğim." Kapının kilidini aç ınca, Gabrielle, onun fikrini değiĢtirmesine fırsat vermeden önüne atladı. Daireden içeri girip, sessizce, kapıyı arkas ından kapattı ve tekrar kilitledi. Antrede duran Gabrielle, Sexton'ın koridorun sonundaki çalıĢma odasından gelen boğuk sesleri duyabiliyordu; erkek seslerini.
Belli ki bu akĢamki K.G., Sexton'ın telefonda bahsettiği özel toplant ı değildi. Gabrielle koridorda çalıĢma odas ına doğru ilerlerken, yarım düzine pahalı -kaliteli yün ve tüvit- erkek paltosunun as ılı durduğu aç ık bir dolabın önünden geçti. Yerde bir sürü evrak çantası vardı. GörünüĢe bakılırsa bu akĢam iĢi koridorda bırakmıĢlardı. E vrak çantalarından biri göz üne iliĢmeseydi, önlerinden geçip gidecekti. Üstünde tanınmıĢ bir Ģirketin logosu vardı. Parlak kırmızı bir füze. Durup ok umak için çömeldi: AMERĠKA UZAY A.ġ. ġaĢkınlık içinde diğer evrak çantalarını inc eledi. BEAL UZAY SANAYĠ, MICROCOSM A.ġ., ROTA RY FÜZE ġ IRKE TĠ, KIS TLE R UZAY SANAY I. Marjorie Tench'in çirkin sesi kulaklarında yankılandı. Sexton'ın özel uzay Ģirketlerinden rüĢ vet aldığının farkında mısın? Karanlıkk koridorun sonunda, senatörün çalıĢma odas ına giden kemerli giriĢe bak ark en Gabrielle'ın kalbi hızla at ıyordu. KonuĢması, geldiğini belirtmesi gerektiğini biliyordu ama usulca ilerlemekten kendini Alıkoyamadı. Kemerli giriĢe birkaç santim mesafede Sessizce durup arkadan gelen konuĢmaları dinledi. 55 Delta-üç kızağı ve Norah Mangor'ın cesedini toplamak için geride kalırken diğer iki asker avlarının peĢinden hızla buzuldan aĢağı ilerliyordu. Ayaklarında ElektroTread güçlü kayakları vardı. Fast Trax motorlu kayaklardan sonra tasarlanan geliĢmiĢ ElektroTread'ler, minyat ür tank palet leri tak ılmıĢ kar kayaklarıydı; ayağa giyilen motorlu kızaklar gibi. Hız iĢaret ve baĢparmak uçlarının aynı anda, sağ ele giyilen eldivendeki iki plakaya basılmasıyla kont rol ediliyordu. Ayağın etrafındaki güçlü jel batarya hem yalıtımı iki katına çıkarıyor, hem de kayakların sessizce kaymasına imkân sağlıyordu. Tepeden aĢağı inerken ağırlığın ve dönen Paletlerin yarattığı kinetik enerji, kendiliğinden bir sonraki tırmanıĢ için pilleri Ģarj ediyordu. Delta-Bir rüz gârı arkasına alarak iyice çömeldi ve denize doğru kayarken önünde uzanan buzulu inceledi. Gece görüĢü sistemi, Deniz Piyadelerinin kullandığı Patriot modelinden çok geliĢmiĢti. Delta -Bir, 40x 90 mm altı element lens, üç-element Magnification Doubler ve Super Long Range çift kat büyüteç. 223 Rn monte edilmiĢ bir gözlüğün ardından bak ıyordu. DıĢarıdaki düny a, alıĢıldık yeĢil yerine, saydam bir mavi renkte görünüyördu. Kuzey Kutbu gibi aĢ ırı yansıt ıcı araziler için özel olarak bu renkte tasarlanmıĢtı. ilk kar tepeciğine yaklaĢtığında, tümseğin üstünden geçip ilerleyen yeni boz ulmuĢ kardaki parlak Ģeritler, gece karanlığında neon bir ok gibi Delta-Bir'in gözlüklerine yansıdı. GörünüĢe bakılırsa üç kaçak, uydurma yelkenlerini sökmeyi ya unutmuĢ ya da baĢaramamıĢlardı. Her iki koĢulda da, son tümseğe ulaĢ ana kadar balondan kurtulmadılarsa, Ģimdi okyanusun bir yerlerindeydiler. Delta-Bir, peĢinde olduğu kiĢilerin koruyucu kıyafetlerinin suda hayatta kalma sürelerini uzatacağını biliyordu ama okyanus akıntıları onları denizin aç ıklarına çekecekti. Boğulmaları kaçınılmaz dı. Emin olmasına rağmen Delta-Bir asla varsay ımlarla hareket etmemek üzere eğitilmiĢti. Cesetleri görmesi gerekiyordu. Iyice çömelerek parmaklarını birbirine bastırdı ve ilk tümseği hızla tırmandı. Aldığı darheleri sayan Michael Tolland kıpırdamadan yat ıyordu. HırpalanmıĢtı ama herhangi bir kemiğinin kırıldığını hissetmiyordu. Jel dolgulu Mark IX k ıyafetinin kendisini ciddi bir travmadan koruduğuna Ģüphesi yoktu. Gözlerini açarken aklını yavaĢ yavaĢ topluyordu. Burada her Ģey daha sakin görünüyordu... daha sessiz. Rüzgar hâlâ uğulduyor ama eskisi kadar Ģiddetli değildi. Kenarı aĢmıĢtık, öyle değil mi? Kendine gelen Tolland, birbirine kilitli karabinalar ı dönmüĢ bir halde, buzda Rachel Sexton'la neredeyse dik açıyla üst üste yattığını fark etti. Altındaki Rachel'ın nefes aldığını hissedebiliyor ama yüzünü göremiyordu. 囎Dönerek üstünden inerken, kasları ona güçlükle cevap veriyordu, "Rachel?..." Tolland sesinin çık ıp çıkmadığına emin değildi. /Süper uz un menzil enfraruj. Tolland sancılı yolculuklarının son saniyelerini hat ırladı; balonun yukarı sürükleniĢi, yük kablosunun kopuĢu, vücutlarının tümsekten aĢağı düĢmesi, son tümseği aĢmaları, kenara doğru kaymaları ve buzulun sona ermesi. Tolland ile Rachel düĢmüĢlerdi ama bu düĢ üĢ tuhaf biçimde kıs a sürmüĢtü. Denize düĢmek yerine, yaklaĢık üç metre kadar düĢüp baĢka bir buz tabakas ına çarpmıĢlar ve bir müddet kaydıktan sonra peĢlerinden gelen Corky'nin ağırlığıyla durmuĢlardı. BaĢını kaldıran Tolland denize doğru baktı. Biraz uzakta buzulun son buld uğu uçurumun ardından gelen okyanus seslerini duyabiliyordu. Gözlerini yeniden buzula çevirip gece karanlığında görmek için kendini zorladı. Arkada yirmi metre kadar uzakta, üstlerine sarkıyormuĢ gibi görünen yüksek bir buz duvarı vardı.
ĠĢte o an neler olduğunu anlayabildi. Bir Ģekilde asıl buz katmanından daha aĢağıdaki bir buz setine düĢmüĢlerdi. Bu bölüm, hokey pisti büyüklüğünde düz bir alandı ve bir kısmı çökmüĢtü, her an okyanus a devrilmeye haz ır duruyordu. Üstünde yattığı tehlikeli düzlüğe göz gezdiren Tolland, parçalanan buzullar diye düĢündü. Üç tarafı okyanusa inen uçurumlarla çevrili, dev bir balkon gibi buzuldan sarkan, kare Ģeklinde geniĢ bir parçaydı. Buzulla sadece arka tarafından bağlıydı ve Tolland bu bağlant ının pek kalıcı olmadığını görebiliyordu. AĢağıdaki tabakanın Milne Buzul Katmanı'na tutunduğu sınırda, yaklaĢık bir metrelik bir çatlak vardı. Bu savaĢı yerç ekimi kazanacak gibi görünüyordu. Tolland için çatlaktan daha korkutucu olan, Corky Marlinson'ın buzda kıpırtısız yatan vücudunu görmek oldu. Corky on metre uzakta, onlara bağlı gergin ipin ucunda yatıyordu. Tolland ayağa kalkmaya çalıĢtı ama hâlâ Rachel'a bağlıydı. Farklı bir pozisyon alarak, birbirine geçmiĢ karabinaları açmaya çalıĢtı. Doğrulmaya gay ret eden Rachel sersemlemiĢ görünüyordu. "Biz... aĢağı düĢmedik mi?" ġaĢkınlık içinde konuĢuyordu. Sonunda kendini çözen Tolland, "AĢağıdaki buz parçasının üstüne düĢtük," dedi. "Corky'ye yardım etmeliyim." 225 Tolland acıyla ay ağa kalkmaya çalıĢtı ama ayaklarında güç kalmamıĢtı. Ġpi yakalay ıp kendine çekti. Corky, buzun üstünde onlara doğru kaymaya baĢladı. Onlarca kez çektiği Corky, sonunda birkaç metre ötey e kadar gelmiĢti. Corky Marlinson dayak yemiĢ gibi görünüyordu. Gözlüklerini kaybetmiĢti, yanağında kötü bir kesik vardı ve burnu kanıyordu. Dönüp öfkeli bir ifadeyle Tolland'a baktığında, Tolland'ın onun ölmüĢ olabileceğine dair endiĢeleri kayboldu. "Tanrım," diye mırıldandı. "O küçük oyun neydi öyle!" Tolland rahatladığını hissetti. Artık doğrulmuĢ olan Rachel gözlerini kırpıĢtırıyordu. Etrafına bakti. "Burdan... gitmemiz lazım. Bu buz tabakas ı düĢecekmiĢ gibi görünüyor." Tolland, ona kesinlikle katılıyordu. Tek soru bunu nasıl yapacaklarıydı. Çözüm üzerinde tart ıĢacak vakitleri yoktu. BaĢlarının üstündeki buzuldan t anıdık bir vızıltı sesi geldi. BakıĢlarını yukarı çeviren Tolland, bey azlar giyinmiĢ iki kiĢinin kayarak kenara gelip aynı anda durduklarını gördü. Bir süre orada duran iki adam, ölümcül darbeyi vurmadan önce Ģah mat ın keyfini çıkaran satranç ustaları gibi avlarına baktılar. Delta-Bir, üç kaçağın hâlâ yaĢadığına ĢaĢırmıĢtı. Yine de bunun geçici bir durum olduğunu biliyordu. Buzulun, denize doğru kaçınılmaz dalıĢa baĢlamıĢ olan bölümüne düĢmüĢlerdi. Bunlar da diğer kadın gibi etkisiz hale getirilip, öldürülebilirdi ama çok daha kesin bir çözüm kendiliğinden belirmiĢti. Hem de cesetlerin asla bulunamayacağı bir Ģekilde. Kenardan aĢağı bakan Delta-Bir, buzulla ona tutunan buz tabakası arasında açılmaya baĢlayan yarığı inceledi. Üç firarinin durduğu buz tabakası oldukça tehlikeli görünüy ordu. Her an kırılıp okyanusa düĢmeye hazırdı. Neden,Ģimdi olmasın... Buradaki buzullarda gec eler, kulakları sağır edici gümbürtülerle bölünürdü: buzuldan kopan ve okyanusa düĢen buz kütlelerinin sesi. Kimin dikkatini çekerdi? Öldürmeye hazırlanırken salgıladığı adrenaline eĢlik eden o tanıdık sıcaklığı hisseden Delta-Bir, malzeme çantasına uzanıp ağır, limon Ģeklinde bir nesne çıkardı. Askeri saldırı timlerinin kullandığı nes neye alev ses aralığı deniy ordu; ani parlamalar ve sağır edici Ģok dalgalarıyla düĢmanı geçici olarak etkisiz hale getiren, öldürücü etkisi olmayan Ģok bombası. Ama Delt a-Bir, alev ses aralığının bu akĢam son derece öldürücü olacağını biliyordu. Kenarda pozisyonunu aldı ve yarığın inceldiği noktaya dek ne kadar ilerlediğini hesaplamaya çalıĢtı. Altı metre mi? On beĢ metre mi? Fark etmeyeceğini biliyordu. Planı kesinlikle etkili olacaktı. Sayısız infaz tecrübesinin verdiği serinkanlılıkla, bombanın çevirmeli kadranını on saniyelik gecikmeye ayarladıktan sonra pimi çekti ve bombay ı aĢağıdaki yarığa fırlattı. Karanlığa düĢen bomba gözden kayboldu. Kar tepec eğinin üstüne geri çekilen Delta -Bir ile ortağı beklediler. Görülesi bir manzara olacaktı. Hezeyana kapılmıĢ olmasına rağmer, Rachel Sexton, saldırganların yarığa ne fırlattıklarını gayet iyi
tahmin edebiliyordu. BakıĢlarını üstünde durdukları buz tabakas ına dikip, kaçınılmaz olanı gören Michael Tolland'ın ya aynı tahminde bulunduğundan ya da Rac hel'ın gözlerindeki korkuyu sezinlediğinden beti benzi atmıĢtı. Rachel'ın alt ındaki buz, ĢimĢekler çakan fırt ına bulutu gibi içten aydınlandı. Esrarengiz beyaz saydamlık her yöne yayılmıĢtı. Etraflarındaki buz ul yüz metre çapında bembey az parladı. Ardından Ģok geldi. Deprem gibi gümbürtülü değil, kuvvetle gelen sağır e dici bir Ģok dalgaydı. Rachel buzdan gelen titreĢimlerin vücuduna yayıldığını hissetti. Sivri uzantı birden, buz katmanıyla altlarındaki buz blokunun arasına takoz sıkıĢtırılmıĢ gibi, tüyler ürpertici bir çatlama sesiyle kopmay a baĢladı. 227 Rachel'la Tolland'ın gözleri dehġetle birbirine kilitlendi. Yakınlardaki Corky çığlık attı. AĢağıdaki kısım düĢüyordu. Binlerce ton ağırlığındaki buz blokunun üstünde as ılı kalan Rachel bir an ağırlık yokmuĢ gibi bir hisse kapıldı. Buzdağından buz denizine doğru kayıyorlardı. 56 Dev buz tabakası Milne Buzul Katmanı'ndan aĢ ağı havaya parçac ıklar saçarak kayarken, buzun buza sürterken çıkardığı ses Rachel'ın kulak zarını delecekti. Buz kütlesi denize inerken yavaĢladı ve Rachel'ın daha önce ağırlık yokmuĢ gibi hissettiği vücudu buzun tepesine kondu. Tolland ile Corky yakınına sertçe düĢtüler. Buz tabakası denizin derinliklerine doğru batarken Rachel, halatı birkaç metre uzun gelen banji atlayıcıs ının alt ındaki toprak gibi, okyanusun hız kesici etkisiyle yukarı yükselen köpüklü yüzeyini görebiliyordu. Yükseldi... yükseldi... ve iĢte oradaydı. Çocukluk kâbusu geri gelmiĢti. Buz... su... karanlık. En büyük korkusu. Buz kütlesinin tepesi su çizgisinin altına kaydı ve dondurucu Kuzey Buz Denizi kenarlardan sel gibi aĢtı. Okyanus etrafinı kuĢatırken, Rachel denizin içine çekildiğini hissetti. Tuzlu suyun çarpt ığı yüzünün korumas ız derisi gerildi ve yandı. Artık altındaki buzun yüzeyi görünmüyordu. Rac hel kıyafetindeki suyun üstünde kalan jelin de yardımıyla yeniden yüzeye çıkmak iç in mücadele etti. Ağzına aldığı tuzlu suyu geri püskürttü. Iplere dolanan diğerlerinin, yakınlarında debelenip durduğunu görebiliyordu, Rachel kendini doğrulttuğu anda Tolland seslendi. "Yeniden yukarı çıkıyor!" Sözleri yankılanırken, Rachel altındaki suyun yukarı doğru ittiğini hissetti. Buz kütlesi, yönünü tersine değiĢtirmeye çalıĢan dev bir lokomotif gibi suyun alt ında inleyerek durmuĢ ve Ģimdi tam altlarından yukarı çıkmaya baĢlamıĢtı. Batık dev kütle buzul seviyesine çıkmak için kendine yol açarken, d üĢük frekansta bir gümbürtü sudan yukarı yükseliyordu. yukarı çıktıkça hızlanan buz kütlesi karanlıkta kendini göstermeye baĢlamıĢtı. Rachel yükseldiğini hissetti. Vücudu buzla temas ederken, okyanus suları bulandı. Buz onu milyonlarca galon deniz suyuyla yukarı kaldırırken denge sağlamaya çalıĢarak boĢuna mücadele etti. Yüzeye fırlayan dev buz kütlesi ağırlık merkezini bulmaya çalıĢırk en inip kalk ıyor ve sallanıyordu. Rachel kendini, geniĢ düzlüğün üstünde beline gelen suda sürüklenirken buldu. Sular yüzeyden çekilirken ak ınt ı Rachel'i kapmıĢ, kenara doğru sürüklüyordu. Karınüstü kayan Rachel, hızla kenara yaklaĢtığını gördü. Dayan! Annesi, Rachel çocukluğunda buz gölünün alt ında debelenirken kullandığı aynı sesle sesleniyordu. Dayan! Sakın batma! Gerilen ipleri ciğerlerinde kalan tüm havayı da boĢaltmıĢtı. Kenardan sadece birkaç metre ötede aniden durdu. Olduğu yerde savruldu. On metre ötede, hâlâ kendisine bağlı olan Corky'nin hantal vücudunu görebiliyordu. O da durmuĢtu. Buzun üstünde aksi yönlerde kaymıĢ lar ve Corky'nin çekiĢ kuweti Rachel'ı durdurmuĢtu. Sular okyanusa dökülüp sığlaĢırken, Corky'nin yanında baĢka bir karanlık figür belirdi. Corky'nin ipini tutup bir yandan tuzlu su kusarken, elleriyle dizlerinin üstünde duruyordu. Michael Tolland. Buzun üstünde kalan son sular da onu yalayıp geçerken, Rachel dehĢet içinde sessizce yatmıĢ, okyanusun sesini dinliyordu. Sonra, ölümc ül soğuğun ilk belirtilerini hissederek elleriyle dizlerinin üstüne doğruldu. Buzdağı devasa bir buz küpü gibi hala ileri geri sallanıyordu. Çılgına dönmüĢ bir halde ve ac ı içinde diğerlerinin yanına doğru emeklemeye baĢladı. Yukarıda buzulun üstünde duran Delta-Bir, gece görüĢ gözlükleriyle Kuzey Buz Denizi'nin en yeni buzdağının etrafındaki sulara göz gezdirdi. 229
Suda ceset görmediğine ĢaĢırmıyordu. Okyanus karanlıkt ı ve avlarının giydiği kıyafetlerle bereler siyahtı. Gözlerini suda yüzen buz kütlesinde gezdirirken, odağı ayarlamakta zorlanıyordu. Güçlü okyanus akınt ılarıyla denize aç ılıp, çoktan uzaklaĢmaya baĢlamıĢt ı. Beklenmedik bir Ģey gördüğü sırada, bakıĢlarını deniz e çcvirmek üzereydi. Buzun üstündeki üç siyah karalt ı. Bunlar ceset mi? Delta-Bir ktıraltıları odaklamaya çalıĢtı. Delta-iki, "Bir Ģey mi gördün?" diye sordu. Büyütecini odaklayan Delta-Bir hiçbir Ģey söylemedi. Buz adasının üstünde, bir arada kıpırdamadan duran üç insan bedeni görmek onu ĢaĢırtmıĢtı. Delta -Bir'in ölü ya da diri olduklarına dair hiçbir fikri yoktu. Hayatta olsalar bile, korumalı giysilerine karĢ ın bir saate kadar ölürlerdi; ıslanmıġlardı, fırtın a yaklaĢıyordu ve gezegendeki en amansız okyanuslardan birine doğru sürükleniyorlardı. Cesetleri asla bulunmayacaktı. Uçuruma arkasını dönen Delta-Bir, "Sadece gölgeler," dedi. "Üsse geri dönelim." 57 Senatör Sedgewick Sexton, Courvoisier konyak kadehini W estbrook dairesindeki Ģömine rafının üstüne koydu ve düĢünc elerini toplarken bir süre ateĢi karıĢtırdı. ġimdi çalıĢma odas ındaki altı adam sessizce oturuyor, bekliyordu. Havadan sudan konuĢmalar sona ermiĢti. Senator Sexton'ın konuya girme zamanı gelmiĢti. Diğerleri bunu biliyorlardı. O bunu biliyordu. Siyaset satıĢ demekti. Güven kur. Onların sorunlarını anladığını bilsinler. Onlara dönen Sexton, "Bildiğiniz gibi," dedi. "Geçtiğimiz aylarda sizinle aynı pozisyonda pek çok kiĢiyle görüĢtüm," Gülümseyip oturdu ve onlarla aynı seviyeye geldi. "Evime sadec e sizleri çağırdım. Sizler özel kiĢilersiniz ve sizlerle tanıĢmak beni onurlandırdı." Sexton ellerini kavuĢturarak, gözlerini odada gezdirirken herbiriyle göz teması kurdu. Ardından bakıĢlarını ilk baĢladığı noktaya yöneltti; kovboy Ģapkalı ĢiĢman adama. Sexton "Houston Uzay Sanayi," dedi. "Geldiğinize sevindim." Teksaslı homurdandı. "Bu kasabadan nefret ediyorum." "Sizi suçlayamam. Washington size adil davranmadı." Teksas'lı Ģapk asının altından baktı ama bir Ģey söylemedi. Sexton "Oniki yıl önce," diye baĢladı. ABD hükümetine bir teklif yaptınız. Onlara beĢ milyar dolara bir ABD uzay istasyonu kurmayı teklif ettiniz." "Evet yaptım. Taslaklar hâlâ bende." "Ama NASA hükümeti, ABD uzay istasyonunun bir NASA projesi olmas ı gerektiğine ikna etti." "Doğru. NASA yaklaĢık on yıl önce inĢaat a baĢladı." "On yıl. Bununla birlikte, NASA uzay istasyonu tam mânasıyla çalıĢmaya baĢlamamakla kalmadı, proje sizin teklifinizin yirmi katına mal oldu. Amerikalı bir vergi mükellefi olarak, tiksiniyorum." Odadan fikir birliği homurtuları yükseldi. Sexton gözlerini yeniden gruba çe virdi. ġimddi herkese hitap eden senatör, "Pek çoğunuzun Ģirketlerinin uçuĢ baĢ ına elli milyon dolar gibi cüzi bir rakam karĢılığı özel uzay mekik leri fırlatmay ı teklif ettiğinizi biliyorum," dedi. Bu kez daha fazla onayladılar. "Ama NASA uçuĢ baĢına otuz sekiz milyon dolar alarak fiyatları kırıy or ki aslında uçuĢ baĢ ına maliyetleri yüz elli milyon doların üstünde". adamlardan biri, "Bizi bu Ģekilde uzayın dıĢ ında tutuyörlar," dedi. Özel Ģirketler, yüzde dört yüz zararla mekik fırlatıp hâlâ varlığını sürdüren bir Ģirketle rekabet edemez." 231 Sexton, "Buna mecbur değilsiniz," dedi. Herk es baĢını salladı. Sexton Ģimdi, dosyasını ilgiyle okuduğu ciddi görünüĢlü giriĢimciye dönmüstü. Sexton'ın kampanyas ına fon sağlayan pek çok giriĢimci gibi bu adam da eski bir askeri mühendisti. DüĢük maaĢ ve hükümet bürokrasisi yüzünden hayal kırıklığına uğramıĢ ve geleceğini uzayda aramak için askeri görevinden istifa etmiĢti. BaĢını umutsuzca sallayan Sexton, "Kistler Uzay Sanayi," dedi. ġirketiniz, NASA'nın kilo baĢına yirmi bin dolarlık maliyetine karĢılık dört bin dolara yük taĢıyabilecek bir mekik tasarlayıp üretti," dedi. Daha etkili olması için biraz durdu. "Buna rağmen hiç müĢteriniz yok." Adam "Neden müĢterim olsun ki?" diye karĢılık verdi. "Geçon hafta NASA bir telekomünikasyon uydus u fırlatmak için Motorola'dan kilo baĢına bin alt ı yüz yirmi dört dolar isteyerek önümüzü kesti. Hükümet
uyduyu yüzde dokuz yüz zararla fırlatt ı!" Sexton baġ ını salladı. Vergi mükellefleri farkında olmadan, rakiplerinden on kat düĢük verimle çalıĢan bir kuruma mali destek sağlıyorlardı. Boğuk bir sesle, "Maalesef NASA'nın uzaydaki rekabeti engellemek için elinden geleni yaptığı anlaĢılıyor. Hizmeti piyasa değerinin alt ında ücretlendirerek özel uzay Ģirketlerini saf dıĢ ı bırak ıyor," dedi. Teksas'lı, "Uzay Wal-Mart'çılığı," dedi. Sexton, iyi benzetme, diye düĢündü. Bunu unutmayay ım. Wal-Mart yeni bir bölgey e girip, ürünleri piy asa değerinin altında satarak yerel rakipleri iġten çekilmek zorunda bırakmakla tanınırdı. Teksas'lı. "Sam Amca müĢterilerimi çalmak için benim paramı kullans ın diye milyonlarca dolar vergi ödemekten bıktım usandım," dedi. Sexton, "Sizi duyuyorum." dedi. "Anlıyorum." ġık giyimli bir adam, "Kurumsal sponsorluğa izin verilmemesi Rotarya Füze ġirketi'ni bitiriyor," dedi. "Sponsorluk karĢıtı yasalar kanuna aykırı!" "Yürekten katılıyorum." Sexton, NASA'nın uz aydaki tekelini sürdürmesinin baĢka bir yolunun, uzay araç larının üstündeki reklamlara yasak getiren federal emirler çıkarmak olduğunu öğrendiğinde Ģok olmuĢtu. Özel Ģirketlerin kurumsal sponsorluk ve reklam logolarıyla -profesyonelyarıĢ arabası sürücüleri gibi - fon sağlamalarına izin verilmiyor, uzay araçlarına sadec e ABD kelimesiyle Ģirket ismi yazılabiliyordu, Reklamlara senede 185 milyar dolar harc anan bir ülk ede, özel uzay Ģirketlerinin kasas ına reklam gelirlerinden bir dolar bile girmemiĢti. Adamlardan biri, "Bu soygunculuk," diye lafa daldı. "ġirketim ülkenin ilk turist mekiğini fırlatınak için gelecek may ıs ayına kadar ticaret hayat ında kalmay ı ümit ediyor. Basında çok geniĢ yer verileceğini tahmin ediyoruz. Nike ġirketi mekiğin yanına Nike logosu ve 'Sadece yap!' yazdırmak için yedi milyon dolar teklif etti. Pepsi bunun iki katını "Pepsi: 'yeni neslin seçimi' için önerdi. Ama federal yasalar gereğinc e, mekiğimiz reklam alırsa uz aya fırlatamıyoruz !" Sexton, "Bu doğru," dedi. Ve eğer ben seçilirsem, bu sponsörlük karĢıt ı yasayı kaldıracağım. Bu bir söz. Yeryüzünün her santimetrekaresinde olduğu gibi uzay da reklamlara açık olmalı." Sexton seyircilerine bakarak, gözlerini onlara dikti ve da ha ciddi bir sesle konuĢtu. "Ama yine de NASA'nın özelleĢtirilmesine en büyük engeli yasaların değil, halktaki kanının oluĢ turduğunu unutmamalıyız. Amerikalıların çoğu hâlâ Amerikan uzay programını abartılı değerlendiriyor. Hâlâ NASA'nın gerekli bir hükümet kuruluĢu olduğuna inanıy orlar." Adamlardan biri, "ġu kahrolas ı Holly wood filmleri yüzünden!" dedi. "Tanrı aĢkına kaç tane NASA dünyayı katil asteroitten kurtarıyor filmi çekilebilir? Bu propaganda!" Sexton Holly wood'da NASA filmlerinin bu kadar fazla çekilmesinin nedeninin ekonomik olduğunu biliyordu. Oldukça tutulan Top Gun Zor Silah filminin -iki saatlik ABD Hava Kuwetleri reklamı gibi oynatılan, bir jet pilotu Tom Cruis e Ģaheseri- ardından NASA Hollywood'daki halkla iliĢkiler potansiyelini fark etmiĢti. 233 NASA usulca, film Ģirketlerine NASA 'nın tüm çarpıc ı sahnelerinde -fırlatma rampaları, görev kont rol ve eğitim binaları- bedava film çekebilme innkânı teklif etmeye baĢlamıĢtı. BaĢka yerlerde film çektiklerinde muazzam lisans ücretleri ödemeye alıĢkın yapımcılar "bedava" NASA film setlerinde çalıĢarak bütçeden milyonlarca dollar tasarruf sağlama imkânına balıklama atladılar. Elbette sadece NASA senaryoy u onayladığında Hollywood bu imkâna kavuĢuyordu. Bir Ġspanyol, "Halkın beynini yıkamaktan baĢka bir Ģey değil," diye homurdandı. "Filmler reklam propagandalarının yarıs ı kadar kötü olamaz. YaĢlı bir vatandaĢ ı uzaya göndermek niye? NASA Ģimdi de bir mekiğin tüm ekibini kadınlardan kurmayı düĢ ünüyor. Hepsi reklam için!" Ġçini çeken Sexton, acıklı bir ses tonuyla konuĢtu. "Doğru ve sanırım seksenlerde Milli Eğitim Bakanlığı parasız kalıp da, NASA'y ı eğitime harcanabilecek milyonları israf etmekle suçladığında neler olduğunu hatırlatmama gerek yoktur. Eğitim dostu olduğunu göstermek için NASA hemen bir halkla iliĢkiler gösterisi düzenlemiĢti. Uzaya bir devlet okulu öğretmeni yolladılar." Sexton durdu. "Christa McAuliffe'i hepiniz hatırlarsınız." Odada kimse konuĢmuyordu. AteĢin önünde aniden duran Sexton, "Beyler," dedi. "Hepimizin geleceğinin iyiliği için Amerika'nın gerçeği anlama zamanının geldiğine inanıy orum. Amerikalıların artık NASA 'nın bizi göklere çık artmak yerine, uzay keĢfinin önünü tıkadığını anlaması gerek. Uzayın diğer endüstrilerden bir farkı yok ve özel sektörü bunun dıĢ ında tutmak suç kabul edilir. Bilgisayar endüstrisini ele alalım, her hafta yetiĢmekte güçlük çektiğimiz ilerlemeler kaydediliyor! Neden? Çünkü bilgis ayar endüstrisi serbest piyasa sistemine dayalı. Verim ve vizyon kârla ödüllendiriliyor. Bilgisayar endüstrisini devlet iĢletseydi ne olurdu hay al edin. Ortaçağda
kalmıĢtık. Uzayda ilerleyemiyoruz. Uzay keĢfini, ait olduğu özel sektörün ellerine bırakmal ıyız. Amerikalılar büyümeyi, iĢi ve gerçekleĢen hayalleri gördüğünde hayrete düĢecek. Serbest piyasa sisteminin bizi uzayda yeni boyutlara taĢıyacağına inanıyorum. Seçilirsem, bilimdeki son ufukların kapısının kilidini açmayı ve onu açık bırakmayı kendime görev edineceğim." Sexxton konyak kadehini kaldırdı. "Dostlarım, bu akĢam buray a güveninize layık biri olup olmadığıma karar vermek için geldiniz. Umarım güveninizi kazanırım. Yatırımcılar Ģirketlerini nas ıl kuruy orlarsa, baĢkanlarını da öyle belirlerler. Hisse sahipleri nas ıl getiri beklerlerse, siz siyasi yatırımc ılar da öyle getiri beklersiniz. Bu akĢam size verdiğim mesaj gayet basit: Bana yat ırım yaparsanız, sizi asla unutmam. Hiçbir zaman. Ort ak tek bir hedefimiz var." Sexton kadehini onlara doğru kaldırdı. "Sizlerin de yardımıyla dostlarım, yakında Beyaz Saray'da olacağım... ve sizler de hayallerinize kavuĢacaksınız." Sadece dört metre ötede karanl ıkta duran Gabrielle Ashe kaskatı kesilmiĢti. ÇalıĢma odas ından birbirine çarpan kristal kadeh sesleriyle, ateĢin çıtırtıları geliyordu. 58 Genç NASA teknisyeni panikle habiküreden içeri girdi. Korkunç bir Ģey oldu. Müdür Ekstrom'u basına ayrılan bölümün yanında buldu. KoĢuĢturan teknisyen soluk soluğa, "Efendim," dedi. "Bir kaza oldu!" Derin düĢüncelere dalarak baĢka meselelere kafa yorduğu anlaĢılan Ekstrom, ona döndü. "Ne dedin? Kaza mı? Nerde?" "GöktaĢının çıkartıldığı delikte. Yüzeye bir Ceset çıktı. Dr. Wailee Ming." Ekstrom'un yüzü ifadesizdi. "Dr. Ming mi? Ama..." "Onu çıkardık ama artık çok geçti. ÖlmüĢ." 235 "Tanrı aĢkına. Ne zamandır orda?" "YaklaĢık bir saat diye düĢünüyoruz. Ġçine düĢüp dibe batmıĢ gibi görünüyor, cesedi ĢiĢince yeniden yüzeye çıkmıĢ." Ekstrom'un kırmızı cildi mosmor kesilmiĢti. "Lanet olsun! Bunu baĢka bilen var mı'?" "Hiç kimse efendim. Sadece iki kiĢi. Onu dıĢarı çıkarttık ama düĢündük ki önce size söylersek..." "Doğru olanı yapmıĢsınız." Ekstrom derin derin içini çekti. "Dr. Ming'in cesedini hemen saklayın. Hiçbir Ģey söylemeyin." Teknisyenin aklı karıĢmıĢtı. "Ama efendim, ben..." Ekstrom elini adam ın omzuna koydu. "Beni dikkatle dinle. Bu, büyük üzüntü duyduğum trajik bir olay. Elbette zamanı geldiğinde konuyla uygun biçimde ilgileneceğim. Ama Ģimdi sıras ı değil." "Cesedi saklamamı mı istiyorsunuz ?" Ekstrom'un soğuk mavi gözleri onu delip geçti. "Bir düĢün. Diğerlerine söyleyebiliriz ama ne iĢe yarar? Basin konferansına yaklaĢık bir saat kaldı. Ölümcül bir kaza yaĢandığını duyurmak bu buluĢu gölgeler, ayrıca moralleri bozar. Dr. Ming dikkatsiz bir hata yapt ı; bunun bedelini NASA'y a ödetmeye niyetim yok. ġu sivil bilim adamları, zafer anımızı yaptıkları hatalarla gölgelemelerine izin vermesem de yeterince ilgi çekti. Dr. Ming'in ölümü basın konferans ı sona erinceye dek sir olarak kalacak. Anladın mı'?" Rengi solan adam baĢını salladı. "Cesedini saklayacağım." 59 Michael Tolland okyanusun hiç acıyıp tereddüt etmeden kurban aldığını bilecek kadar denizde vakit geçirmiĢti. GeniĢ buz tabak asının üstünde bitap vaziyette yatarken, yüksek Milne Buzul Katmanı'nın gittikçe uzaklaĢan siluetini görebiliyordu. Elizabeth Adaları'ndan gelen guçlü akıntının kutup buzulları etrafında dönerek sonunda kuzey Rusya açıklarına vardığını biliyordu. Ama önemi yoktu. Aylar sürerdi. Herhalde otuz dakikamız kalmıĢtır... en fazla k ırk beĢ dakika. Jel dolgulu kıyafetlerinin koruyucu yalıtımı olmas a çoktan öleceklerini biliyordu. Bereket versin ki, Mark IX'ları ıslanmalarını önlemiĢti; soğuk havada hayatta kalmanın baĢlıca Ģartı Vüc utlarının et rafındaki termal jel düĢüĢün etkisini hafifletmekle kalmamıĢ, vücut ısılarını da korumalarına yardımcı olmuĢtu. Yakında hipotermi baĢlayacaktı. Kan, önemli iç organları korumak için vücudun içlerine çekilirken, kollar ve bacaklarda hafif bir uyuĢukluk Ģeklinde kendini gösterecekti. Nabız ve solunum yavaĢlayıp, beyni oksijensiz bırakırken, çılgınca halüsinasyonlar baĢ gösterecekti. Ardından vücut kalan ısıyı koruyabilmek için son bir gayretle kalp ve solunum hariç organların çalıĢmasını durduracaktı. Bunu bilinçsizlik takip edecekti. Sonunda, beyindeki kalp ve solunum merkezleri aynı anda fonksiyonnlarını kesecekti. BakıĢlarını Rachel'a çeviren Tolland, onu kurtarmak için bir Ģeyler yapabilmeyi diledi.
Rachel Sexton'ın vücuduna yayılan uyuĢukluk, tahmin ettiğinden daha az ac ı veriyordu. Mutluluk verici bir uyuĢturucu gibiydi. Doğal morfin. DüĢerken gözlüklerini kaybetmiĢti ve soğukta gözlerini açmakta zorlanıyordu. Yak ınlarında Tolland'la Corky'nin buz un üstünde durduğunu görebiliyordu. Tolland üzgün gözlerle ona bak ıyordu. Corky kımıldıyordu ama ac ı çektiği belliydi. Sağ yanağı parçalanmıĢtı ve kanıyordu. Rachel zihninde cevapları ararken vüc udu sarsılarak titriyordu. Kim? Neden? Ġçinde artan bunaltı hissiyle kafas ı karıĢtı. Hiçbir Ģey anlam ifade etmiyordu. Uykusunu getiren görünmez bir güçle sakinleĢen Rachel vücudunun yavaĢça Ģalterlerini kapattığını hissediyordu. 237 Bununla mücadele etti. ġimdi içirıde parlayan ateĢli bir öfkenin alevlerini körüklemeye çalıĢıy ordu. Bizi öldürmeye çalıĢtılar! Gözlerini kısarak tehlikeli denize bak ınca saldırganların baĢarılı olduğunu anladı. Öldük sayılır. Milne Buz ul Katmanı'nda oynanan ölümcül oyun hakkındaki tüm gerçeği öğrenecek kadar yaĢayamayacağını bildiği halde, suçlanacak kiĢiyi tahmin edebiliyordu. En çok Müdür Ekstrom kârlı çıkacaktı. Onları dıĢarı gönderen Ekstrom'du. Pentagon ve Öz el Operasyonlar'la bağları vardı. Ama Ekstrom göktaĢını buz un altına yerleĢtirmekle ne elde etmiĢ olabilir? Insanın bu iĢten kazanc ı ne olur? Zach Herney'yi aklından geçiren Rachel, BaĢkan'ın komplocularla ort ak olup olmadığını ya da perde arkasında yer alıp almadığını düĢündü. Herney hiçbir Ģey bilmiyor. O masum. BaĢkan'ın NASA tarafından aldat ıldığı belliydi. Artık Herney 'nin NASA'yla ilgili duyuruyu yapmas ına bir saat kalmıĢtı. Ve bunu dört sivil bilim adamının onay verdiği belgesel görüntüleriyle yapacaktı. Dört ölü sivil bilim adamı. Artık Rachel'ın basin konferansını durdurabilmek için yapabileceği hiçhir Ģey yoktu ama bu saldırıdan sorumlu kiĢinin yanına kâr kalmay acağına yemin etti. Tüm gücünü toplayan Rachel olduğu yerde ot urmaya çalıĢtı. Bacakları mermer gibiydi. Kollarını ve bacaklarını bükerken tüm eklemleri acıyla kıvrandı. Kendini yavaĢça dizlerinin üstüne kaldırarak, buzun üstünde denge kurdu. BaĢı dönüyordu. Okyanus etrafında çalkalanıyordu. Yakınında yatan Tolland meraklı gözlerle ona baktı. Rachel, dua ettiğini düĢündüğünü tahmin etti. Aslında az sonra teĢebbüs edeceği Ģey düĢünüldüğünde onları ancak dualar kurtarabilecek olsa da, elbette bunu yapmıyordu. Rachel'ın beceriksizce beline giden eli, hâlâ kemerine bağlı duran buz kazmasını buldu. Kaskatı parmaklarıyla kazmanın sapını kavradı. Kazmayı ters duran T Ģeklinde çevirdi. Sonra, tüm enerjisiyle sapı buza indirdi. Pat. Tekrar. Pat. Damarlarındaki kan kristalleĢmiĢ Ģeker gibi bir his veriyordu. Pat. Tolland hayretle ona bak ıyordu. Rachel kazmayı bir kez daha indirdi. Pat. Tolland dirseğinin üstünde doğrulmaya çalıĢtı. "Ra... chel?" Cevap vermedi. Sahip olduğu tüm enerjiye ihtiyac ı vardı. Pat. Pat. Tolland, "Bu kadar kuzeyde..." dedi. "OAD'nın duyabileceğini... sanmıyorum." Rachel ĢaĢırarak ona döndü. Tolland'ın okyanus bilimci olduğunu ve yapmaya çalıĢt ığı Ģeyi anlayabileceğini unutmuĢtu. Muhakeme doğru... Ama OAD'yi çağırmıyorum. Vurmaya devam etti. OAD Ģimdilerde okyanus bilimcilerin balinaları dinle mek için kullandıkları Soğuk SavaĢ döneminden kalma bir Okyanus altı Akustik Düzeni'y di. Sualtındaki sesler yüzlerc e mil kat ettiği için dünya çapında elli dokuz sualtı mikrofonundan oluĢan OAD Ģebekesi gezegendeki okyanusların oldukça büyük bir kısmını dinleyebiliyordu. Ne yaz ık ki Kuzey Kutbu'nun bu icra köĢesi bu alana dahil değildi ama Rachel okyanus tabanını dinleyen baĢkaları olduğunu biliyordu; dünyadaki çok az kiĢinin varlığından haberdar olduğu kimseler. Vurmaya devam etti. Mesajı basit ve anlaĢılır dı. PAT. PAT. PA T. PAT... PAT... PAT... PAT. PAT. PA T. Rachel yaptığının hayatlarını kurtaracağı hayaline kapılmamıĢtı; zaten vücudunu kaplayan soğuk gerginliği hissetmey e baĢlamıĢtı. Önünde yaĢanacak yarım saati bile kaldığından Ģüpheliydi. Artık kurtulmak ihtimal dahilinde değildi. Ama bu yapt ığının kurt ulmakla ilgisi yoktu. PAT. PAT. PA T.
PAT... PAT... PAT... PAT. PAT. PA T. 239 Tolland, "Zaman... kalmadı..." dedi. Rachel, bizimle ilgisi... yok, diye düĢündü. Cebimdeki bilgiyle ilgisi var Mark IX kıyafetinin Velcro cebindeki suç delili TA R çıktısını gözlerinin önüne getirdi. TA R çıktısını UKO'ya ulaĢtırmalıyım... en yakın zamanda. Rachel bu haldeyken bile mesajını alacaklarından emindi. Seksenlerin ortalarında UKO, OAD'yı otuz kat daha güçlü bir düzenle değiĢtirmiĢti. hüres el kapsama: Classic Wizard. UKO'nun okyanus tabanındaki 12 milyon dolarlık kulağı. Birkaç saat içinde, Ġngiltere Menwith Hill'deki UK O/NSA dinleme üssünde bulunan Cray süper bilgisayarları, Kuzey Kutbu hidrofonlarının birinden gelen düzensiz sekansları yakalay acak, Ģifrenin SOS çağrıs ı olduğunu çözecek, koordinatları belirleyecek ve Grönland'daki Thule Hava Kuvvetleri Üssü'nden bir kurtarma uçağı kaldıracaktı. Uçak buzdağının üstünde üç kiĢi bulacaktı. DonmuĢ ve ölü olarak. Içlerinden biri UK O çalıĢanı çık acaktı... ve cebinde tuhaf bir termal kâğıt bulunacaktı. Bir TA R çıktısı. Norah Mangor'ın son Cank urtaranlar çıktıy ı incelediklerinde, göktaĢının alt ındaki gizemli tünel meydana çıkacaktı. Rachel bundan sonra neler olac ağını tahmin edemiyordu ama en az ından bu sır buzun üstünde onlarla birlikte kaybolmayacaktı. 60 Beyaz Saray'a her yeni gelen BaĢkan'a, eski Beyaz Saray mobilyalarından oluĢan paha biçilmez koleksiyonların saklandığı ağır korumalı üç depoy a özel bir tur düzenlenirdi. Bu depolarda George Washington'a kadar eski baĢkanlar tarafından kullanılan mas alar, gümüĢ eĢyalar, ofis malzemeleri, yataklar ve diğer eĢyalar bulunurdu. Göreve baĢlayan BaĢkan tur sıras ında dilediği yadigârı seçer ve kendi döneminde Beyaz Saray 'ın dekorasyonunda kullanırdı. Sadece Lincoln Yatak Odası'ndaki yatak hiç değiĢmeyen bir Beyaz Saray mobilyasıydı. IĢin tuhafı, Lincoln o yatakta hiç yatmamıĢtı. Zach Herney'nin Oval Ofis'te Ģu an ot urduğu masa bir zamanlar, çok sevdiği Harry Truman'a aitti. Modern standartlara göre küçük kalan bu masa, Zach Herney'ye "sorumsuzluğun" burada sona erdiğini ve yünetiminin her türlü kusurundan kendisinin mesul olduğunu hatırlat ıyordu. Herney bu sorumluluğu taĢımaktan onur duyuyor ve iĢin bitmesi adına çalıĢanlarını ne gerekiyorsa yapmaya motive etmek için elinden geleni yapıyordu. Ofisten içeri göz atan sekreter, "Sayın BaĢkan'?" diye seslendi. "Telefonunuz bağlandı." Herney elini salladı. "TeĢekkürler." Telefona uzandı. Bu görüĢmeyi gizli yapmayı tercih ederdi ama Ģu anda buna imkân olmadığını gayet iyi biliyordu. Tepesinde sivrisinek gibi dolaĢan iki makyaj uzmanı, yüzüyle saçlarına çekidüzen veriyorlardı. Maasının tam önünde bir televizyon ekibi haz ırlanıyor ve hey ecanla strateji belirleyen danıĢman sürüleriyle halkla iliĢkiler uzmanları ofiste fink atıyordu. Bir saat kaldı... Herney özel telefonunda yanan düğmeye bastı. "Lawrence'? Orda mısın?" "Burday ım." NASA müdürünün sesi kaygılı ve mesafeliydi. "Orda her Ģey yolunda mı?" "Fırtına tehlikesi geçmedi ama çalıĢanlarım uydu bağlantıs ını etkilenmeyeceğini söylediler. Hazırız. Bir saatten geri sayıyoruz." "Mükemmel. Umarım moraller yerindedir." "Yerinde. ÇalıĢanlarım heyecanlı. Doğrusunu isterseniz içtik." 241 Herney kahkaha attı. "Bunu duyduğuma sevindim. Dinle, bunu ya pmadan önce arayıp sana teĢekkür etmek istedim. Bu akĢam, büyük bir akĢam olacak." Sesi biraz Ģüpheli gelen müdür, duraksadı. "Öyle olac ak efendim. Bunun için uzun zamandır bekliyoruz." Herney tereddüt etti. "Sesin bitap geliyor." "Biraz gün ıĢ ığına ve gerçek bir yatağa ihtiyacım var." "Bir saat daha. Kameralara gülümse, an ın tadını çıkar, sonra seni D. C.'ye geri getirecek bir uçak göndeririz." "Dörtgözle bekliyorum." Adam ın yeniden sesi kesilmiĢti. Yetenekli bir delege olan Herney, dinleme ve satır aralarında söylenenleri duyma eğitimi almıĢtı. Müdürün sesi bir Ģeylerin ters gittiğini söylüyordu. "Orda her Ģeyin yolunda olduğuna emin misin?" "Kesinlikle. Tüm sistemler çal ıĢıyor." Müdür konuyu değiĢtirmekte sabırsız davranıyordu.
"Michael Tolland'ın belgeselinin son bölümünü gördün mü?" Herney, "ġimdi seyrettim," dedi. "Harika bir iĢ çıkardı." "Evet. Onu çağırman iyi oldu." "Hâlâ sivilleri iĢe karıĢtırdığım için bana kızgın mıs ın?" "Hem de nasıl!" Müdür her zamanki güçlü sesiyle homurdandı. Bu, Herney'ye kendini daha iyi hissettirdi. Ekstrom iyi, diye düĢündü. Sadece biraz yorgun. " Tamam, bir saat sonra uyduyla görüĢürüz. Gidip olay yaratacak bir Ģeyler anlatalım." "Tamam." "Hey Lawrence?" Herney'nin sesi Ģimdi daha kısık ve ciddi çıkıyordu. "Orda çok iyi iĢ yaptın. Bunu asla unutmay acağım." Habik ürenin yakınlarında rüzgârla mücadele eden Delta -Üç, Norah Mangor'ın devrilen kızağını düzeltip toplamay a çalıĢıyordu. Tüm teçhizati yükledikten sonra vinil örtüyü gerdi ve Mangor'ın ölü bedenini bağlayarak üstüne yerleĢtirdi. Kızağı farklı istikamete doğru iteceği s ırada, iki ortağı buzuldan yukarı kayarak yanına geldiler. Delta-Bir, "Planlar değiĢti," diye rüzgâra karĢı bağırdı. "Diğer üçü kenardan aĢağı düĢtü." Delta-Üç ĢaĢırmamıĢtı. Bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Delta Gücü'nün, buzul üstünde kaza kurbanı dört ceset bırakma planı artık geçerli bir ihtimal değildi. Bir cesedi tek baĢına bırakmak, cevaplardan çok soru yaratırdı. "Temizley elim mi?" diye sordu. Delta-Bir baĢ ını salladı. "Ben fiĢ ekleri saklarım, siz ikiniz de kızaktan kurtulun." Delta-Bir dikkatle bilim adamlarının bıraktığı izlerin üstünde ilerleyip orada bulunduklarına dair her türlü ipucunu toplarken, Delta-Üç ile ortağı yüklü kızağı buzuldan aĢağı sürüklediler. Tümseklerden geçerken biraz mücadele ettikten sonra sonunda Milne Buzul Katmanı'nın sonundaki uçuruma vardılar. Ġtmeleriyle beraber, Norah Mangor ile kızağı sessizce kenardan aĢağı, Kuzey Buz Denizi'ne kaydı. Delta-üç, tertemiz oldu, diye düĢündü. Üsse geri dönerlerken, kayaklarının bırakt ığı izleri rüzgârın sildiğini görmek onu sevindirmiĢti. 61 Nükleer denizaltı Charlotte beĢ gündür Kuzey Buz Denizi'ndeydi. Orada bulunuĢu son derece gizli tutuluyordu. Bir Los Angeles-sınıfı denizaltı olan Charlotte "dinlemek ama duyulmamak" üzere tasarlanmıĢt ı. Kırk iki tonluk türbin motorları, titreĢimlere yol açmamak için askıya alınmıĢtı. Gizli ve sessiz ilerlemesi gerektiği halde LA-sınıfı denizaltı ardında, sudaki tüm keĢif denizalt ılarından daha büyük bir iz bırak ıyordu. Burundan kıça 108 metre gelen gövde NFL futbol sahasına yerleĢtirilse, her iki kaleyi de delip geçerdi. 243 ABD Deniz Kuwetleri'nin ilk Hollanda-s ınıfı denizalt ısından yedi kat uzun olan Charlotte, tamamen daldığında 6927 ton su ile yer değiĢtiriyor ve otuz beĢ deniz mili hızla seyredebiliyordu. Geminin normal seyir derinli ği, yukarıdaki sonar yans ımaları bozarak denizaltının radarda görünmemesini sağlayan doğal ıs ı derecesi termoklinin hemen alt ındaydı. 148 kiĢilik mürettebat ve az ami elli metre da lıĢ derinliğiyle gemi, BirleĢik Devletler Deniz Kuwetleri'nin en geliĢmiĢ denizalt ısı ve okyanus deviydi. BuharlaĢan elektroliz oksijen sistemi, iki nükleer reaktörü ve mühendislik harikas ı donanımı sayesinde, hiç yüzeye çıkmadan dünya etrafında yirmi bir tur dönebilirdi. Çoğu gemide olduğu gibi mürettebat dıĢkısı otuz kiloluk bloklar halinde sıkıĢtırılarak okyanusa boĢaltılıyordu; bu dev dıĢkı bloklarına Ģakayla "balina boku" denirdi. Sonar odasındaki osilatör ekranının karĢıs ında oturan teknisyen dünyadaki en iyilerden biriydi. Beyni, ses ve dalga biçimlerinin bir sözlüğü gibiydi. Düzinelerce Rus denizaltı pervanesinin, yüzlerce deniz canlısının ve hatta Japonya kadar uzaklardan gelen sualt ı volkanlarının sesini ayırt edebilirdi. Ama Ģu anda yavan ve tekrarlayan bir yankıy ı dinliyordu. Kolaye anlaĢıldığı halde beklenmedik bir sesti. Kulaklığını katalog asistanına uzatarak, "Kulaklıklarıma gelen sese inanmayacaksın," dedi. Kulaklığı baĢına geçiren asistanı inanamayan bir ifadeyle bak ıyordu, "Tanrım. Gün gibi ortada. Ne yapacağız?" Sonar teknisyeni, kaptanı aramak üzere telefona sarılmıĢtı bile. Deniz altı kaptanı sonar odas ına geldiğinde teknisyen, hoparlörü açarak sonardan gelen sesleri dinletti. Kaptan ifadesiz bir yüzle dinledi. PAT. PAT. PA T. PAT... PAT... PAT... Daha yavaĢ. Daha yavaĢ. Ses düzeni ağırlaĢıyor, hafifliyordu.
Kaptan, "Koordinatlar nedir?" diye sordu. Teknisyen sesini düzeltti. "Doğrusu efendim, yüzeyden geliyor, sancağınn üç mil uzağından." 62 Senatör Sexton'ın çalıĢma odas ının dıĢındaki karanlık koridorda duran Gabrielle Ashe'in bac akları titriyordu. Kıpırdamadan durduğundan değil dinledikleri yüzünden yaĢadığı hay al kırıklığından. Içerideki odada yapılan toplantı devam ediyordu ama Gabrielle'ın baĢka bir kelime duymasına gerek kalmamıĢt ı. Acı gerçek ortadaydı. senatör S exton özel uzay kuruluĢlarından rüĢ vet alıy or. Marjorie Tench gerçeği söylemiĢti. Gabrielle'ın vücuduna yayılan tiksinti, uğradığı ihanetten kaynaklanıyordu. Sexton'a inanmıĢtı. Onun için savaĢ vermiĢti. Bunu nas ıl yapar? Gabrielle, senatörün özel hayatını korumak için kamu önünde ara sıra yalan söylediğine Ģahit olmuĢtu ama bu iĢ siyasetle ilgiliydi. Yasaları çiğniyordu. Daha seçilmedi ama Beyaz Saray 'ı satmay a baĢlamıĢ bile! Gabrielle artık senatörü destekleyemeyeceğini biliyordu. NASA'nın özelleĢtirilmesi yasa tasarıs ını geçirmey e söz vermek, hukuku ve demokratik sistemi küçümseyip saymamak demekti. Senatör herkes için en iyisi olduğuna inansa bile, bu kararı satmak, Kongre'nin, danıĢmanların, oy verenlerin ve lobicilerin tartıĢmalarına kulak asmadan hükümetin yasama yürütme yargı organlarının surat ına kapıyı çarpmak anlamına geliyordu. En önemlisi de, alenen zenginden yana çıkıp dürüst yatırımcıları hiçe sayan Sexxton, NASA'nın özelleĢtirileceğine garanti vererek bu ön bilginin -yani içeriden verilen bilgi- suistimal edilmesine zemin hazırlamıĢ oluyordu. Midesi bulanan Gabrielle ne yapacağını düĢündü. 245 Arkasında çalan telefon, koridordaki sessizliği bozmuĢtu. Gabrielle ĢaĢkınlıkla arkasını döndü. Ses, antredeki dolaptan geliyordu; ziyaretçilerden birinin paltosundaki cep telefonundan. ÇalıĢma odasında Teksas aksanıyla konuĢan biri, "Ġzninizle arkadaĢlar," dedi. "Beni arıyorlar." Gabrielle, adam ın ayağa kalktığını duyabiliyordu. Buraya geliyor! Topukları üstünde dönüp halının üstünde geldiği yöne geri koĢturdu. Koridorun ortasına varınc a, Teksas'lının odadan koridora çıkmas ıyla beraber sola dönüp karanlık mutfağa gizlendi. Olduğu yerde kalan Gabrielle, karanlıkta kıpırdamadan duruyordu. Teksas'lı, onun farkına varmadan yanından yürüyüp geçti. Hızla çarpan kalbinin gümbürtüsüyle beraber, Teksas'lının dolabı karıĢtırdiğını duyabiliyordu. Sonunda çalan telefonuna cevap verdi. "Evet?... Ne zaman?... Sahi mi? Açarız Ģimdi. Sağ ol." Telefonu kapatıp çalıĢma odas ına yönelen adam, yürürken seslendi. "Hey! Televizyonu aç ın. Zach Herney acil bir basin konferans ı verecekmiĢ galiba. Saat yirmide. Tüm kanallardan. Ya Çin'e savaĢ açıy oruz ya da Uluslararası Uzay Ġstasyonu okyanusa düĢtü." Birisi, "IĢte buna içilir!" diye bağırdı. Herk es güldü. Gabrielle mutfağın etrafında döndüğünü hissediyordu. Saat yirmide basin konferans ı mı? Galiba Tench blöf yapmamıĢtı. IliĢkisini itiraf ettip yeminli beyanı getirmesi için Gabrielle'a saat yirmiye kadar müddet vermiĢti. Tench, ona, çok geç olmadan senatörle arana mesafe koy, demiĢti. Gabrielle Beyaz Saray'ın bu süreyi ertesi günün gazetelerine yetiĢmesi için verdiğini sanmıĢt ı ama artık kendi iddialarını kamuya duyuracakları anlaĢılıyordu. Acil bir basin kon feransı mı? Gabrielle düĢündükçe daha da tuhaf buluyordu. Herney bu pislikle kendisi mi uğraĢacak? Tek baĢ ına mı? ÇalıĢma odasındaki televizyon aç ıldı. Bangır bangır vağırıyordu. Haber spikeri heyecanla konuĢuyordu. "Beyaz Saray bu akĢamki sürpriz baĢkanlık duyurusuyla ilgili ipucu vermedi. Spekülasyonlar devam ediyor. Bazı siyaset uzmanları, son zamanlarda kampanyası iyi gitmeyen BaĢkan Zach Herney'nin ikinci dönem seçimlerden çekilmeye haz ırlandığını duyuracağını düĢünüyor." Odadan ümit dolu sevinç sesleri yükseldi: Gabrielle bunun saçma olduğunu düĢündü. Beyaz Saray'ın Sexton hakkında sahip olduğu onca kirli dosyadan sonra, BaĢkan'ın bu akĢam havlu atmasına imkân yoktu. Bu basin konferansı baġka bir konuyla ilgili. Gabrielle bunun ne olduğu hakkında önceden uyarıldığını düĢ ününce karnına ağrılar saplandı. Giderek artan bir telaĢla saatine baktı. Bir saatten az kalmıĢt ı. Bir karar vermesi gerekiyordu ve tam olarak kiminle konuĢmas ı gerektiğini biliyordu. Fotoğrafların durduğu zarfı kolunun alt ına sıkıĢtırarak, sessizce
daireden dıĢarı çıktı. Koridordaki koruma rahatlam ıĢ görünüyordu. "Içerden gelen neĢeli sesleri duydum: Galiba baĢardınız." Yavan bir gülümsemeyle asansöre yöneldi. DıĢarıda çökmeye baĢlayan akĢam, her zamankinden daha soğuktu. Bir taksi durdurarak, arabaya bindi ve ne yaptığını tam olarak bildiği konusunda kendi kendine güven verdi. ġoföre, "ABC televizyon stüdyoları," dedi. "Acele et." 63 Buzun üstünde yan yatan Michael Tolland, baĢını artık hissetmediği kolunun üstüne dayamıĢtı. Gözkapakları ağırlaĢmıĢ olsa da, açık tutmak için kendini zorluy ordu. Tuhaf bi çimde sallanıp durduğu geniĢ manzaralı noktadan, dünyas ının son görünt ülerini -sadece su ve buz- izliyordu. Hiçbir Ģeyin göründüğü gibi olmadığı bir güne yakıĢ ır bir sondu. 247 Suda yüzen buz parçasına esrarengiz bir sükûnet çökmeye baĢlamıĢtı. Rachel ile Corky'nin sesi kesilmiĢ, vurma sesi durmuĢtu. Buzuldan uzaklaĢtıkça rüz g âr sakinleĢiyordu. Tolland kendi vücudunun da sakinleĢtiğini hissetti. Kulaklarını sık ıca ört en berenin alt ından, kafasının içine yayılan kendi nefes alıĢ sesini duyabiliyordu. YavaĢl ıyor... seyrekleĢiyordu. Gemiden kaçan mürettebat gibi uz uvlarından çekilerek, bilincini açık tutmak için son bir gayretle hayati organlarına akan kanının yaratt ığı bas ınç hissiyle vücudu artık mücadele edemiyordu. Kaybedeceği bir savaĢ verdiğini biliyordu. Tuhaft ır ki, artık acı hissetmiyordu. O aĢamayı geçmiĢti. ġimdi ĢiĢiriliyormuĢ gibi bir his hâkimdi. UyuĢukluk. Dalgalanmak. Refleksleri tepki vermeyi kesmeye baĢladığında -ilk önce göz kırpmayıTolland'ın görüĢü bulanıklaĢtı. Gözünün korneası ile merce ği arasındaki sıvı donuyordu. BakıĢlarını arkasına, art ık ay ıĢığında belli belirsiz beyaz bir siluet halinde görünen Milne Buz ul Katmanı'na çevirdi. Ruhu yenilgiyi kabul ediyordu. Varlıkla yokluk arasındaki ince çizgi de gidip gelen Tolland, uzaktaki okyanus dalgalarını seyretti. Rüzgâr etrafında uğulduyordu. O andan itibaren hayal görmeye baĢladı. Bilincini kaybetmesine saniyeler kalmıĢ olmasına rağmen, tuhaftır ki kurtulduğunu hayal etmiyordu. Sıcak ve huzur verici hayaller görmüyordu. Kurduğu son düĢ dehĢet vericiydi. Buzdağının yanında, yüzeyi tüyler ürpertici bir uğultuyla yararak, sudan bir canavar yükseliyurdu. Efs anevi bir deniz canavarı gibiydi: kaygan siyah ve ölümc üldü, etrafında sular köpürüyordu. Tolland gözlerini kırpıĢtırmak için kendini zorladı. GörüĢü bir nebze netleĢmiĢti. Canavar, küçük bir tekney e kafa atan dev bir köpek balığı gibi yükselerek yaklaĢıyordu. Dev c üssesiyle önünde belirdi, derisi ıslaktı ve parlıyordu. Bulanık görüntü kararmıĢtı ve artık sadece sesi geliyordu. Metalin met ale sürtünme sesi. Buzu gıc ırdatan diĢler. YaklaĢıyordu. Bedenleri alıp götürüyordu. Rachel... Tolland sert bir Ģekilde birisinin onu yakaladığını hissetti. Sonra kendinden geçti. 64 Gabrielle Ashe, ABC Haber'in üçüncü kattaki yapım odas ına son sürat koĢarak girdi. Buna rağmen, odadakilerden daha yavaĢ hareket ediyordu. Yapım odası günün yirmi dört saati hararetli bir koĢuĢturma içinde olurdu ama Ģu anda karĢısında duran kübik odadaki hava, tavana vuran borsa seansını andırıyordu. Gözleri fal taĢı gibi açılmiĢ editörler bölmelerin tepesinden birbirlerine bağırıyor, ellerindeki faksları sallayan muhabirler bir bölmeden diğerine koĢuĢturarak notları birbiriyle karĢılaĢt ırıyor, zıvanadan çıkmıĢ stajyerler getir götür iĢlerinin arasında Snickers ile Mountain Dew atıĢtırıyordu. Gabrielle AB C'ye Yolanda Cole'ıı görmeye gelmiĢti. Yolanda genellikle prodüksiyonun en havalı bölümünde dururdu; düĢünmek için sessizliğe ihtiyaç duyan karar mercilerine ay rılan cam duvarlı özel ofisler. Ama Yolanda bu akĢam hengamenin ortasındaydı. Gabrielle'ı gördüğünde her zamanki yaygarayı kopardı. "Gabs!" Yolanda batik bir Ģal almıĢ ve bağa çerçeveli gözlükler takmıĢtı. Her zamanki gibi üstünden gösteriĢli takılar sallanıyordu. Yolanda el sallayarak paytak yürüyüĢüyle yanına geldi. "Sarılayım!" 249 Yolanda Cole on beĢ yıldır Washington'daki ABC Haber'in yönetmeniydi. Çilli bir Polonyalı olan Yolanda, herkesin "Anne" diye çağırdığı tıknaz ve seyrek saçlı bir kadındı. Anaçlığı ve Ģakacılığı, haber kapmakta gösterdiği acımasızlığı örtüyordu.
Gabrielle, Yolanda'yla, Washington'a geldikten kısa süre sonra katıldığı Politikadaki Kadınlar Semineri'nde tanıĢmıĢtı. Gabrielle'ın geçmiĢi, D.C.'de kadın olmanın zorlukları ve son olarak da Elvis Presley'den bahsetmiĢlerdi: Bu, onları ĢaĢ ırtan ortak bir tutkuydu. Yolanda, Gabrielle'ı kanatlarının altına almıĢ ve bağlantı kurmasında yardımc ı olmuĢtu. Gabrielle h âlâ hal hatır sormak için ayda bir iki kez ona uğrardı. Gabrielle, onu sık ıca kucakladı. Yolanda'nın coĢkusu, moralini düzeltmeye baĢlamıĢtı bile. Geriye doğru adım atan Yolanda, baĢtan aĢağı Gabrielle'ı süzdü. "Yüz yıl yaĢlanmıĢ gibi görünüyorsun! Sana ne oldu?" Gabrielle sesini alçalttı. "BaĢım dertte Yolanda." "Sokakta öyle demiyorlar. Seninki yükseliĢe geçmiĢ ." "Özel olarak konuĢabileceğimiz bir yer var mı?" "Zamanlaman kötü tatlım. BaĢkan yaklaĢık yarım saat sonra bas ın konferansı verecek ve ne hakkında olduğuna dair en küçük bir ipucu alamadık. Uzman gözüyle yorum yapmam gerekiyor ama elim kolum bağlı." "Basin konferansının ne hakkında olduğunu biliyorum." Gözlüklerini aĢağı indiren Yolanda, Ģüpheyle bakıyordu. "Gabrielle Beyaz Saray'daki irtibatımız bu konuda hiçbir Ģey söyleyemiyor. Sexton'ın kampanyasının bilgiyi önceden edindiğini mi söylüyorsun?" "Hayır, bilgiyi önceden edinen benim. Bana beĢ dakikanı ay ır. Her Ģeyi anlat acağım." Yolanda, Gabrielle'ın elindeki Beyaz Saray zarfına göz attı. "Bu Beyaz Saray dahili yazıĢma zarfı. Onu nerde buldun?" "Bu akĢamüstü Marjorie Tench'le yaptığım özel görüĢmede." Yolanda bir süre ona baktı. "Beni izle." Yolanda'nın cam duvarlı kübik odas ında Gabrielle, güvendiği dostuna sırrını açıklayarak, Sexton'la yaĢadığı bir gec elik iliĢkiyi itiraf etti ve Tench'in elinde delil olarak fotoğrafların bulunduğunu söyledi. Yüzüne geniĢ bir gülümseme yayılan Yolanda, kahkaha atıp baĢını iki yana salladı. AnlaĢılan hiçbir Ģeye ĢaĢırmay acak kadar uzun süredir Washington'da gazetecilik yapıyordu. "Ah Gabs, Sexton'la senin iliĢkiye girdiğini tahmin ediyordum. Hiç ĢaĢırmadım. O, bu konuda ün yapmıĢ biri, sen de hoĢ bir kızsın. Fotoğraflar kötü olmuĢ. Ama ben olsam endiĢelenmezdim." "EndiĢelenmez miydin?" Gabrielle, Tench'in Sexton'u uzay Ģirketlerinden yasadıĢı rüĢ vet almakla suçladığını ve az önce bu gerçeği doğrulay an gizli bir toplant ıya kulak misafiri olduğunu aç ıkladı. Yolanda'nın yüzünde h âlâ hazla dolu bir hayret ya da kaygı belirtisi yoktu. Gabrielle, ona bu konuda ne yapmay ı düĢündüğünü söylediğinde her Ģey bir anda değiĢti. Yolanda Ģimdi evhamlı görünüy ordu. "Gabrielle, eğer AB D senatörüyle yattığını ve o yalan söylerken yanında durduğunu itiraf eden resmi bir evrak vermek istiyorsan, bu senin bileceğin iĢ. Ama bak sana söylüyorum, senin için çok kötü olur. Senin için ne anlama geldiğini oturup uzun uzun düĢünmelisin." "Beni dinlemiyorsun. O kadar vaktim yok!" "Dinliyorum canım ve zaman ne kadar kısıtlı olursa olsun, insanın yapac ağı, yapmayacağı belli baĢlı Ģeyler vardır. Bir ABD senatörünü seks skandalıyla satamazsın. Bu intihar olur. Bak sana söylüyorum, eğer bir baĢkan adayını alaĢağı edersen, arabana atlayıp D.C.'den mümkün olduğunca uzağa kaçmalıs ın. Adın ç ıkacak. Pek çok kiĢi adayını baĢkanlığa yükseltmek için çokça para harcıyor. Burda çok büyük paralar ve güç söz konusu; insanların uğruna cinayet iĢlediği bir güç." 251 Gabrielle artık konuĢmuyordu. Yolanda, "Bence," dedi. " Tench, senin paniğe kapılıp aptalca bir Ģey yapman üınidiyle harek et etti. Kendini ortaya at ıp iliĢkiyi itiraf etmen gibi." Gabrielle'ın elindeki kırmız ı zarfı iĢaret etti. "Sexton'la senin o pozların, ikinizden biri doğruluğunu itiraf edinceye dek hiçbir Ģey ifade etmez. Beyaz Saray bu fotoğrafları bas ına sızdırırsa, Sexton'ın sahte olduklarını iddia ederek BaĢkan'ın surat ına fırlatacağını biliyor." "Bunu düĢ ündüm ama kampanya için rüĢ vet almmas ı meselesi hâlâ..." "Tatlım, iyi düĢün. Eğer Bey az Saray rüĢ vet iddialarını h âlâ kamuya duyurmadıysa, bunu yapmaya niyeti yok demektir. BaĢkan olumsuz kampanyac ılık yapılmaması konusunda hayli ciddi. Tahminimce uzay endüstrisi skandalını kendine saklayıp, Ģu seks meselesini örtbas etmekle seni korkutacağı ümidiyle Tench'i peĢine saldı. Böylece kendi adayını sırtından bıçaklatacak." Gabrielle bunu düĢündü. Yolanda mantıklı konuĢuyordu ama h âlâ tuhaf gelen bir Ģeyler vardı. Gabrielle camdan, telaĢ içindeki haber odasını iĢaret etti. "Yolanda, siz büyük bir baĢkanlık basin
konferansı için hazırlık yapıyorsunuz. BaĢkan rüĢ vet ya da seksten bahsetmeyecekse, ne hakkında konuĢacak'?" Yolanda ĢaĢırmıĢtı. "Dur biraz. Sen bu basin konferansının Sexton'la senin hakkında ol duğunu mu düĢünüyorsun?" "Ya da rüĢ vet. Veya her ikisi birden. Tench, bana itirafnameyi imzalamak için bu akĢam yirmiye kadar vaktim olduğunu söyledi yoksa BaĢkan yapt ığı duyuruda..." Yolanda'nın kahkahas ı odanın camlarını sarsmıĢtı. "Ah lütfen! Dur biraz! Beni öldüreceksin!" Gabrielle Ģaka kaldıracak havada değildi. "Ne!" Yolanda kahkahalarının aras ında konuĢmayı baĢardı. "Gabs dinle, bu konuda bana güven. On altı yıldır Beyaz Saray'la ilgileniyorum ve Zac h Herney'nin dünya medyas ını, Senat ör Sexton'un kam panyasına kirli para aldığından Ģüphelendiğini vey a seninle yattığını söylemek için toplamasına imk ân yok. Bu senin sızdırdığın bilgi. BaĢkanlar kampanyalara yasadıĢı olduğundan Ģüpheli para yardımı alındığı veya seks konusunda hayıflanmak ıçin yay ın akıĢ ını bölerek popülerlik kazanmazlar." Gabrielle, "ġüpheli mi?" diye lafa daldı. "Yasa tasarısı hakk ındaki kararını milyonlarc a dolartık reklam parası karĢ ılığında satmak oldukça Ģüpheli bir mes ele!" "Sextan'ın bunu yaptığından emin misin?" Yolanda'nın sesi ciddileĢmiĢti. "Ulusal televizyonda eteğini aĢağı indirecek kadar emin isin? Bunu düĢün. Bugünlerde bir iĢi yaptırmak için güç birliği gerekiyor ve kampany a parası toplamak karıĢık bir mesele. Belki de Sexton'un toplantıs ı son derece yasaldı." Gabrielle, "Kanunları çiğniyor," dedi. Yoksa öyle yapmıyor mu? "Ya da Marjorie Tench, senin buna inanmanı istedi. Adaylar her zaman büyük Ģirketlerden el altından yardım kabul eder. HoĢ olmayabilir ama yasadıĢı da sayılmaz. Aslına bakarsan, yasal davaların çoğu paranın nerden geldiğiyle değil, aday ın onu nasıl harcadığıyla ilgilenir." Artık emin olamayan Gabrielle, tereddüt etti. "Gabs, bu akĢamüstü Beyaz Saray sana oyun oynadı. Seni kendi adayına karĢı kullanmak istediler ve Ģu ana kadar sen de blöflerini yedin. Güvenecek birini arasaydım, Marjorie Tench gibi birinin gemisine atlamadan önce Sexton'a yapıĢırdım." Yolanda'nın telefonu çaldı. BaĢını sallay ıp, hı-hı diy erek cevap verdi ve notlar aldı. Sonunda, "Ġlginç," dedi. "Hemen geliyorum. TeĢekkürler." Yolanda telefonu kapatıp kaĢını kaldırarak ona döndü. "Gabs, sanırım paçay ı kurtardın. Aynen tahmin ettiğim gibi." "Neler oluyor?" 253 "Henüz emin değilim ama sana Ģu kadarını söyleyebilirim. BaĢkan'ın basin konferans ının seks skandallarıyla veya kampanya parasıyla alakası yok." Bir an ümide kapılan Gabrielle, ona inanmak istedi. "Bunu nerden biliyorsun?" "Ġçerden biri bas ın konferansının NASA'yla ilgili olduğu bilgisini sız dırdı." Gabrielle aniden doğruldu. "NASA mı?" Yolanda göz kırpt ı. "ġanslı gecen olabilir. Bence BaĢkan Herney, senat ör Sexton yüzünden o kadar baskı altına girdi ki, Uluslararası Uzay Istasyonu'nun fiĢini çekmekten baĢka çaresi kalmadı. Dünya medyas ını çağırmas ının nedeni bu olabilir." Uzay istasyonunu sona erdiren bir bas ın konferansı me? Gabriell'in aklı ermiyordu. Yolanda ayağa kalktı. "AkĢamüstü Tench'in söylediklerine gelince Herhalde BaĢkan kötü bir haberle halka duyuru yapmadan önce, Sexton'ın ayağını kaydırmak için son bir hamle yapt ı. Bir diğerinin baĢarıs ız baĢkanlığından dikkatleri uzaklaĢtırmak için seks skandalı gibisi yoktur. Her neyse Gabs, yapacak iĢlerim var. Sana tavsiyem: kendine bir fincan kahve al, burda ot ur, televizyonumu aç ve bunu bizimle birlikte seyret. Gösterinin baĢlamasına yirmi dakika var ve sana diyorum ki, BaĢkan'ın bu akĢam ucuz iĢler peĢinde koĢmasına imkân yok. Bütün dünya onu seyredecek. Söyleyeceği her neyse, büyük önem taĢıyor olmalı." Güven telkin edici bir ifadeyle göz kırpt ı. "ġimdi zarfı bana ver." "Ne?" Yolanda kararl ılıkla elini uzattı. "O fotoğraflar bu iĢ bitene kadar masamda kilitli durac ak. Aptalca bir Ģey yapmayacağından emin olmak istiyorum." Gabrielle istemeden zarfı ona verdi. Fotoğrafları özenle mas asının çekmec esine kilitleyen Yolanda, anahtarı cebine attı. "Bana teĢekkür edeceksin Gabs, yemin ederim." DıĢarı çıkark en Ģakayla Gabrielle'ın saçlarını karıĢtırdı. "Dik otur. Galiba iyi haberler yolda."
Cam odada tek baĢına oturan Gabrielle, Yolanda'nın neĢeli tavırlarının moralini düz eltmesini bekledi. Ama tek düĢünebildiği, akĢamüstü Marjorie Tench'in yüzündeki halinden memnun gülümsemeydi. BaĢkan'ın dünyaya, ne söyleyeceğini tahmin edemiyordu ama Senat ör Sexton için iyii haber olmadığı kesindi. 65 Rachel Sexton diri diri yandığını hissediyordu. AteĢ yağıyor! Gözlerini açmaya çalıĢt ı ama tek görebildiği buharlı Ģekillerle göz alıc ı ıĢıklardı. Üstüne yağmur yağıyordu. HaĢlayıc ı sıcak yağmur. Çıplak tenine dökülüyordu. Yan yatmıĢtı ve vücudunun altındaki sıcak döĢemeyi hissedebiliyordu. Yukarıdan düĢen yakıcı sıvıdan kendini korumaya ç alıĢarak cenin pozisyonuna gelecek Ģekilde biraz daha kıvrıldı. Burnuna kimyasalların kokusu geliyordu. Klor olabilirdi. Sürünerek uzaklaĢmak istedi ama yapamadı. Omuzlarından bastıran güçlü eller onu tutuyordu. Bırak ın gideyim! Yanıyorum! Içgüdüsel olarak yine kaçmaya çal ıĢtı ama bir kez daha güçlü eller onu zapt etti. Amerikan aksanıyla konuĢan bir adam, "Olduğun yerde kal dedi. Profesyoneldi. "Yakında bitec ek." Rachel, ne bitecek, diye düĢündü. Acı mı? Hayatım mı? GörüĢünü netleĢtirmeye çalıĢtı. Ġç eridek i ıĢık çok parlaktı. Odanın küçük olduğunu sezinledi. SıkıĢıkt ı. Tavan alçaktı. 255 "Yanıyorum!" Rac hel'ın çığlığı fısılt ı halinde ç ıkmıĢtı. Ses, "Iyi durumdasın," dedi. "Bu su ılık. Güven bana." Rachel yarı ç ıplak vaziyette olduğunu fark etti, üstünde sad ece ıslak iç çamaĢırları vardı. Utanç hissetmedi; aklı baĢka sorularla meĢguldü. Hatıralar canlanmaya baĢlamıĢtı. Buz katmanı. TA R. Saldırı. Kim? Neredeyim? Parçaları bir araya getirmey e çalıĢtı ama kafası, birbirine takılmıĢ diĢliler gibi çalıĢmıy ordu. Tüm o zihin karmaĢasının içinde tek bir düĢünce belirdi; Michael ve Corky.., onlar nerede? Gözlerindeki bulanıklığı gidermeye çalıĢtı ama tek görebildiği tepesine dikilen adamlardı. Hepsi de aynı mavi tulumları giymiĢlerdi. KonuĢmak istedi ama ağzından tek hir kelime çıkmıyordu. Derisindeki yanma hissi yerini, kaslarına sismik sarsıntılar gibi yayılan acı dalgalarına bıraktı. Baġında duran adam, "Kendini bırak," dedi. "Kanın yeniden kas sistemine akması laz ım." Doktor gibi konuĢuy ardu. "Kollarınla bacaklarını elinden geldiğince hareket ettir." Rachel'ın bedenine iĢkence eden ac ı, her bir kası çekiçle dovülüy ormuĢ gibi hissettiriyordu. Göğsü kasılmıĢ bir halde döĢemenin üstünde yatarken, güçlükle nefes alıyordu. Adam, "Kollarınla bacaklarını hareket ettir," diye ısrar etti. "Ne kadar acıdığının önemi yok." Rachel denedi. Her hareketi eklemlerine bıçak saplanmıĢ gibi hissettiriyordu. Fıskıyelerden yeniden sıcak sular dök ülüyordu. Yine haĢlanıyordu. Acı devam ediyordu. Daha fazla day anamayacağını düĢündüğü anda, birinin kendisine iğne yaptığını hissetti. Acı hızla kayboluyor, Ģiddeti azalıyor, rahat bırak ıyordu. Titremeler yavaĢladı. Yeniden nefes aldığını hissetti. ġimdi vücudunu baĢka bir his kaplamıĢtı, iğne batmaları. Her yerine iğneler bat ıyordu. Milyonlarca minik iğne ucu, her hareket ettiğinde biraz daha Ģiddetle batıyordu. Kıpırdamamaya çalıĢt ı ama su fıskıyeleri onu hırpalamaya devam etti. BaĢında duran adam kollarını tutmuĢ hareket ettiriyordu. Tanrım bu acı veriyor! Rac hel karĢ ı koyamayacak kadar güçsüzdü. Yanaklarından aĢağı bitkinlik ve acı gözyaĢları aktı. Gözlerini sıkıca kapayarak dünyayı dıĢarıda bıraktı. Sonunda iğne batmaları hafiflemiĢti. Yukarıdan yağan yağmur durmuĢtu. Rachel gözlerini açtığında daha iyi görüyordu. O zaman onları gördü. Corky ile Tolland titreyerek, yarı çıplak ve sırılsıklam bir halde yanında yatıyorlardı. Yüzlerindeki ıstıraplı ifadeden, onların da aynı tecrübeyi yaĢadığını anladı. Michael Tolland'ın kahverengi gözlerine kan oturmuĢtu ve donuk bakıyordu. Rachel'ı gördüğünde, titreyen mavi dudaklarıyla zar zor gülümsedi. Rachel tuhaf ort amı görmek için doğrulmaya çalıĢtı. Üçü de, küçük bir duĢ odasının zemininde, yarı çıplak halde titreyerek yatıyordu. 66 Güçlü kollar onu yukarı kaldırdı. Rachel, güçlü yabancıların vücudunu kurulayıp battaniyelere sardığını hissetti. Bir çeĢit hasta yatağına yerleĢtiriliyor, kollarına, bacaklarına ay aklarına masaj yapılıyordu. Kolundan baĢka bir iğne yedi.
Birisi, "Adrenalin," dedi. Rachel damarlarında ilerleyen ilac ın yaĢam gücü gibi, kaslarını canlandırdığını hissetti. Karnında h âlâ davul gibi gergin dondurucu bir boĢluk hissetmesine rağmen, kanın kol ve bacaklarına yavaĢça döndüğünü sezdi. 257 Ölümden döndüm. Uzağı görmeye çalıĢtı. Adamlar vücutlarına masaj yaparken hay eler içinde titrey erek yatan Corky ve Tolland'a da iğne yapılıyordu. Rachel'ın, bu gizemli adamlar topluluğunun hayatlarını kurtardığına hiç Ģüphesi yoktu. Yardım etmek için kıyafetleriyle duĢa girdikleri anlaĢılan adamların çoğu ıslaktı. Kim oldukları ya da Rachel ile diğe rlerine vaktinde nas ıl yetiĢtikleri onu ilgilendirmiyordu. ġu anda hiçbir Ģeyi değiĢtirmezdi. YaĢıyoruz. Rachel, "Nerdeyiz?" diyebildi. KonuĢmaya çalıĢmak kadar basit bir eylem baĢının Ģiddetle ağrımasına neden olmuĢtu. Ona mas aj yapan adam, "Los Angeles- sınıfı denizalt ının revirinde..." Birisi, "Hazır ol " diye seslendi. Rachel etrafında bir kargaĢ a yaĢandığını sezince, doğrulmaya çalıĢtı. Mavili adamlardan biri battaniyeleri kaldırıp destek vererek ona yardımc ı oldu. Gözlerini ovuĢturan Rachel, odaya birinin girdiğini gördü. Gelen kiĢi güçlü bir Afrika kökenli Amerikalıydı. YakıĢıklı ve otoriter. Haki renkte üniforma giyiyordu. Rachel'a yaklaĢ ırken, "Rahat," diye emir verdi. Siyah gözleriyle Rachel'ı süzdü. Derin ve etkili sesiyle, "Harold Brown," dedi. "U.S.S. Charlotte'ın kaptanıy ım. Peki siz kimsiniz?" Rachel, U.S.S. Charlotte, diye düĢündü. Ġsim bir yerlerden tanıdık geliyordu. "Sexton..." diye cevap verdi. "Ben Rachel Sexton." Adam ĢaĢırmıĢ görünüyordu. Biraz daha yakınına gelerek, onu dikkatle incele di. "Olur Ģey değil. Demek sizsiniz." Rachel hiçbir Ģey anlamıyordu. Beni tanıyor mu? Rachel, adamı tanımadığına emindi. Yine de gözleri adamın yüzünden göğsündeki etikete kaydığında, ABD DE NĠZ K UVVE TLE RI kelimeleriyle çevrili çapayı kavrayan o tanıdık kartal amblemini gördü. Charlotte ismini nereden tanıdığını Ģimdi anlıyordu. Kaptan "Gemiye hoĢ geldiniz Bayan Sexton," dedi. "Bu geminin keĢif raporlarını özetlemiĢtiniz. Kim olduğunuzu biliyorum." "Ama bu sularda ne arıyors unuz ?" diye mırıldandı. Kaptanın yüzü biraz sertleĢmiĢti. "Samimi olmak gerekirse Bayan ben de size aynı soruyu soracaktım." KonuĢmak için ağz ını açan Tolland yerinde doğruldu. Rachel baĢ ını sertçe iki yana sallayarak onu susturdu. Burada olmaz. ġimdi olmaz. Tolland ile Corky'nin ilk iĢ olarak göktaĢı ve saldırıdan bahsetmek isteyeceklerine hiç Ģüphesi yoktu ama bu kesinlikle denizaltı mürettebatının önünde tart ıĢılacak bir konu değildi. Ġstihbarat dünyasında krizin boyutları ne olursa olsun GÜVENLIK her Ģeyden önce gelirdi; göktaĢ ı meseles i çok gizli bir konuydu. Kaptana, "UKO direktörü William Pickering ile görüĢmem laz ım," dedi. "Özel olarak ve hemen." Kendi gemisinde emir almaya alıĢkın olmadığı anlaĢılan kaptan, kaĢlarını yukarı kaldırdı. "Iletmem gereken çok önemli bilgiler var." Kaptan uzun süre ona baktı. "Vücut ısınız normale dönsün, ondan sonra UK O direktörü ile sizi görüĢtüreceğim." "Çok acil efendim. Ben..." Rachel o an sustu. Ecza dolab ının üstündeki duvarda duran saat göz üne iliĢmiĢti. 19.51. Rachel bakakalm ıĢtı. "Bu... bu saat doğru mu?" "Deniz Kuwetleri gemisindesiniz bayan. Saatlerimiz dakiktir." "Ve bu... Doğu Bölgesi saati mi?" "Evet. Norfolk 'tan yola çıkt ık." SersemleĢen Rachel, Tanrım, diye düĢündü. Saat hâlâ 1951 mi? Kendinden geçeli saatler olduğunu zannediyordu. Ama saat henüz yirmi bile olmam ıĢtı. 259 BaĢkan henüz göktaĢını kamuya duyeırmadı! Hâlâ onu durduracak vaktim var! Hemen battaniyeye sarınarak yataktan aĢağı indi. Bacakları titriyordu. "Hemen BaĢkan'la konuĢmalıy ım."
Kaptanın aklı karıĢmıĢa benziyordu. "Ne baĢkanıyla?" "BirleĢik Devletler." "William Pickering'le görüĢmek istediğinizi sanıyordum." "Vaktim yok. BaĢkan'la görüĢmem lazım." Dev c üssesiyle yolu kapayan kapt an, kıpırdamıyordu. "Anladığım kadarıyla BaĢkan çok önemli bir canlı basin konferans ı vermek üzere. Özel telefon görüĢmelerini kabul ettiğini sanmıyorum." Rachel sendeleyen bacaklarının üstünde elinden geldiğince dik durup, kaptanın gözlerinin içine bakmaya çalıĢtı. "Size durumu açıklayabileceğim güvenlik iznine sahip değilsiniz, ama BaĢkan korkunç bi r hata yapmak üzere. Kendisine mutlaka duyması gereken bir haber iletmeliyim. ġimdi. Bana güvenmek zorundasınız." Kaptan uzun süre ona baktı. KaĢlarını çatarak, yeniden saate baktı. "Dokuz dakika var. Bu kadar kısa sürede B eyaz Saray'la güvenli bir bağlant ı kuramam. Sadece radyofon bağlantıs ı kurabilirim. Güvenli değil. Ayrıca anten derinliğine çıkmamız gerekir bu da birk aç..." "Yapın! Hemen!" 67 Beyaz Saray telefon santrali, Doğu Kanadı'nın alt katında yer alıyordu. Üç santral memuru her daim görev baĢında bulunurdu. ġu anda santralde iki memur oturuyordu. Üçüncüsü Brifing Salonu'na doğru son sürat koĢturuyordu. Elinde telsiz bir telefon taĢıyordu. Aramay ı Oval Ofise yönlendirmeye çalıĢmıĢtı ama BaĢkan basin konferansına baĢlamak üzereydi. Cep telefonlarından yardımcılarına ulaĢmaya çalıĢmıĢtı ama televizyon brifinglerinden önce, çekimleri bölmemek için Brifing Salonu ve etrafındaki tüm cep telefonları kapatılırdı. Böylesi bir zamanda BaĢkan'a telsiz telefon taĢımak olmayacak bir iĢti ama Beyaz Saray'ın UKO bağlantıs ı, canlı yay ından önce BaĢkan'a acil bir bilgi iletmesi gerektiği iddiasıyla aradığında, santral memuru hiç tereddüt etmeden yerinden fırlamıĢtı. ġimdi asıl sorun, oraya vaktinde yetiĢip yetiĢemeyeceğiydi. Rachel Sexton, U.S.S. Charlotte'taki küçük bir muayene odas ında telefon ahizesini kulağına yapıĢt ırmıĢ, BaĢkan'la konuĢmay ı bekliyordu. Hala berbat görünen Corky ile Tolland yanı baĢındaydılar. Corky'nin yanağında beĢ dikiĢ ve derin bir yara izi vardı. Üçüne de Thinsulate termal iç çamaĢırl arı, Deniz Kuwetleri uçuĢ tulumları, büyük çoraplar ve balıkçı çizmeleri giydirilmiĢti. Elinde sıcak bir bardak bayat kahve tutan Rachel, kendini yeniden insan gibi hissetmeye baĢlamıĢtı. Tolland, "Niye bekletiyorlar?" diye bastırdı. "Saat on dokuz elli alt ı oldu. Rachel'ın aklına bir sebep gelmiyordu. Beyaz Saray santral memurlarından birine baĢarıyla ulaĢmıĢ, kim olduğunu ve bunun acil bir durum olduğunu açıklamıĢtı. Sempatik davranan operat ör, Rac hel'ı beklemeye almıĢtı. Herhalde Ģimdi de Rachel'ı BaĢkan'a bağlama iĢini kendine birincil görev edinmiĢti. Rachel, dört dakika, diye düĢündü. Acele et! Gözlerini kapayan Rachel, düĢüncelerini toparlamaya çalıĢtı. Zor bir gün olmuĢtu. Kendi kendine, nükleer bir denizaltıdayım, derken, herhangi bir yerde bulunduğu için Ģanslı olduğunun bilincindeydi. Denizalt ı kaptanının söylediğine göre, Charlotte iki gün önc e Bering Denizi'ndeki rutin seyrini yaparken, Milne Buzul Katmanı'ndan anormal sualtı sesleri gelmiĢti, delme ve motor sesleri, yoğun telsiz Ģifresi trafiği . 261 Onlara rotalarını değiĢtirmeleri ve sessizce durup dinlemeleri söylenmiĢti. Bir saat önce buz katmanından gelen patlama sesini duymuĢ ve kontrol etmek üzere harekete geçmiĢlerdi. Rachel'ın SOS çağrıs ını o zaman duymuĢlardı. "Üç dakika kaldı!" Tolland saate bakark en endiĢeli bir sesle konuĢuyordu. Rachel'ın artık asabı bozulmaya baĢlamıĢtı. Bu kadar uzun sürmesine sebep neydi? BaĢkan çağrıs ına neden cevap vermiyordu? Zach Herney sahip olduğu verilerle duyuru yaparsa... Bu düĢünceyi zorla aklından uzaklaĢtıran Rachel, ahizeyi salladı aç Ģunu! Beyaz Saray santral memuru Brifing S alonu'nun sahne giriĢine daldığında, sayıları artan elemanlarla karĢılaĢtı. Herk es son hazırlıkları yaparken, heyecanla konuĢuyordu. BaĢkan'ın yirmi metre ötedeki giriĢte beklediğini gördü. Makyözler hâlâ saç ını tarıyorlardı. Kalabalığın arasından geçmeye çalıĢan santral memuru, "Yol açın!" dedi. "BaĢkan'a telefon var. Affedersiniz. Yol açın!" Bir medya koordinatörü, "Canlı yayına iki dakika!" diye bağırdı. Telefonu sımsık ı kavrayan memur, itiĢip kakıĢarak BaĢkan'a doğru yürümeye devam etti. Nefes nefese, "BaĢkan'a telefon var!" dedi. "Yol açın!"
Yolunun üstüne dev bir engel çıkmıĢtı. Marjorie Tench. BaĢdanıĢman onaylamayan bir ifadeyle uzun yüzünü buruĢturdu. "Neler oluyor?" "Acil durum!" Santral memurunun nefesi kesilmiĢti. "Telefon BaĢkan'a." Tench Ģüpheyle bakıyordu. "ġimdi olmaz, yapamazsın!" "Arayan Rachel Sexton. Acil olduğunu söylüyor." Tench öfkeden çok ĢaĢkınlıkla yüzünü buruĢturuy or gibiy di. Telsiz telefona bakt ı. "Bu Beyaz Saray hattı. Güvenli değil." "Hayır efendim. Ama gelen çağrı zaten hatta. Radyofondan arıyor. BaĢkan'la hemen konuĢması gerekiyormuĢ." "Canlı yayına doksan saniye!" Tench soğuk gözlerini ona dikerek, örümceğe benzeyen elini uzattı. " Telefonu banaver." Santral memurunun kalbi hızla çarpıyordu. "Bayan Sexton doğrudan BaĢkan Herney 'le görüĢmek istiyor. BaĢkan'la konuĢana kadar basin konferans ını ertelememi istedi. Onu..." Santral memuruna doğru adım atan Tench, öfkeli bir fısıltıyla konuĢuyordu. "Sana bu iĢl erin nas ıl yürüdüğünü anlatay ım. Emirleri BaĢkan'ın rakibinin kızından değil, benden alıyorsun. Ben ne halt döndüğünü anlayana kadar BaĢkan'a en fazla bu kadar yaklaĢabileceğine seni temin ederim." Santral memuru, etrafı mikrofon teknisyenleri, kuafö rler ve konuĢmas ındaki son değiĢiklikleri yapan elemanlarla çevrili BaĢkan'a bakt ı. Televizyon danıĢmanı, "AltmıĢ saniye!" diye bağırdı. Rachel Sexton telefon hattında nihayet bir tıkırtı duyduğunda, Charlotte'deki daracık odada aĢağı yukarı volta at ıyordu. Kaba bir ses cevap verdi. "Alo?" Rachel, "BaĢkan Herney?" diye afalladı. ses, "Marjorie Tench," diye düzeltti. "Ben BaĢkan'ın baĢdanıĢmanıyım. Her kimseniz sizi uyarmalıy ım, Beyaz Saray'ı telefonla iĢletmek yasalara..." Tanrı aĢkına! "IĢletmiyorum! Ben Rachel Sexton. Sizin UKO bağlant ınız ve... "Rachel Sexton'ın kim olduğunu biliyorum bayan. Ve sizin o olduğunuza Ģüphem var. Büyük bir baĢkanlık yayınını durdurmamı istemek için Beyaz Saray 'ın güvenli olmayan hattından aradınız. Sizin gibi biri iç in bu pek uygun bir..." 263 Rachel, "Dinleyin," diye parladı. " Tüm çalıĢ anlarınıza birkaç saat önc e göktaĢı hakkında brifing verdim. Siz ön sırada oturuyordunuz. BaĢkan'ın masas ının üstündeki televizyon ekranından beni seyrettiniz! Sorunuz var mı?" Tench bir süre sustu. "Bayan Sexton, bunun anlamı nedir?" "Bunun anlamı Ģu ki, BaĢkan'ı durdurmalısınız ! GöktaĢı hakkındaki bilgiler tümüyle yanlıĢ ! GöktaĢının buzulun altından oraya yerleĢtirildiğini öğrendik. Kimin neden yaptığını bilmiyorum! Ama iĢler burda göründüğü gibi değil! BaĢkan ciddi biçimde yanlıĢ verileri sunmak üzere ve Ģiddetle tavsiy e ederim..." "Bekle lanet olas ı bir dakika!" Tench sesini alçaltmıĢtı. "Ne söylediğinin farkında mıs ın?" "Evet! NASA müdürünün geniĢ çaplı bir oy un hazırladığını düĢünüyorum ve BaĢkan Herney bu tuzağa düĢmek üzere. Konferans ı en az ından on dakika erteleyin ki, kendisine burda olup bitenleri anlat abileyim. Tanrı aĢkına, biri bizi öldürmeye çalıĢt ı!" Tench'in sesi buz gibiydi. "Bayan Sexton, size bir uyarıda bulunacağım. Bu kampanyada Beyaz Saray'a yardım etmek konus unda farklı bir düĢ ünceniz varsa, bunu o göktaĢıyla ilgili verileri BaĢkan için doğrulamadan önce düĢ ünmeliydiniz." "Ne!"Acaba beni dinliyor mu? "Sergilediğiniz tavırlar midemi bulandırdı. Güvenli olmay an bir hattan aramak ucuz bir numara. GöktaĢıyla ilgili verilerin yanlıĢ olduğunu ima etmek, hah! Nasıl bir istihbarat görevlisi Beyaz Saray'ı radyofonla arayıp gizli bilgilerden bahs eder? Belli ki bu mesajı baĢka birilerinin duymasını ümit ediyorsunuz." "Bu yüzden Norah Mangor öldürüldü! Dr. Ming de öldü. Uyarmak zorunda..." "Orda dur! Ne tür bir oyun oynadığını bilmiyorum ama sana ve bu telefonu dinleyen herkese- hatırlatırım ki, Beyaz Saray'ın elinde NASA'nın en iyi bilim adamlarının, pek çok ünlü sivil bilim adamının ve senin Bayan Sexton, göktaĢıyla ilgili bilgilerin doğruluğunu teyit eden video kayıtları var. Acaba neden hikâyeni birden değiĢtirmeye karar verdiğini merak ediyorum. Sebebi her ne olursa olsun, Ģu andan itibaren Beyaz Saray'daki görevinden alındığını kabul edebilirsin ve eğer bu keĢfi daha fazla saçma iddiayla gölgelemeye çalıĢırsan, seni temin ederim Beyaz Saray 'la NASA seni iftiradan öyle hızlı dava eder ki, hapsi boylamadan önce bavulunu toplayacak zaman bile bulamazsın." Rachel konuĢmak için ağz ını açtı ama tek kelime edemedi.
Tench, "Zach Herney, sana karĢ ı cömert davrandı," diye lafa atladı. Ve bu iĢ bana ucuz bir Sexton gösterisi gibi geliyor. Hemen vazgeç yoksa ödetiriz. Yemin ederim." Telefon kapandı. Kaptan kapıy ı vurduğunda Rac hel'ın ağz ı hâlâ açıktı. Içeri göz atan kaptan, "Bayan Sexton?" dedi. "Ulusal Kanada Radyosu'ndan zayıf sinyaller alıyoruz. BaĢkan Zach Herney basin konferansina baĢladı." 68 Beyazz Saray Brifing Salonu'ndaki pody umda duran Zach Herney medya ıĢ ıklarının sıcaklığını hissederken tüm dünyanın seyrettiğini biliyordu. Beyaz Saray Basin Ofisi'nin baĢlattığı medya saldırısı, söylentilerle yay ılmıĢtı. Duyurunun yapılac ağını televizyondan, radyodan ya da int ernet haberlerinden duymayanlar, komĢularından, iĢ arkadaĢlarından vey a ailesinden duymuĢtu. Saat 20.00 olduğunda, mağarada yaĢamay an herkes baĢkanın duyurusu hakkında yorum yapıyordu. Dünyadaki bar ve salonlarda milyonlarca insan merak içinde televizyonun karĢısına geçmiĢlerdi. 265 Zach Herney bu gibi zamanlarda -dünyayla yüz yüze geldiğinde makamının ağırlığını gerç ekten hissediyordu. Ġktidarın bağıĢ ıklık yapmadığını söyleyenler onu yaĢamamıĢlardı. Ama Herney konuĢmasina baĢladığında bir Ģeylerin ters gittiğini hissetti. Sahne korkusu olan biri değildi, bu yüzden Ģu anda iç inde belirmeye baĢlayan korkuya bir anlam veremiyordu. Kendi kendine, seyircinin kalabalıklığı yüzünden, dedi. Ama yine de baĢka bir Ģey olduğunu biliyordu. Ġçgüdüsel. Gördüğü bir Ģey yüzünden. Çok küçük bir Ģeydi, ama yine de... Kendi kendine unutması gerektiğini söyledi. Hiçbir Ģey yoktu. Ama yine de aklına tak ılmıĢt ı. Tench.. Dakikalar önce Herney sahneye çıkmaya hazırlanırken, Marjorie Tench'i sari koridorda telsiz telefonla konuĢurk en görmüĢtü. Kendi baĢ ına bu bile garipti ama onun yanında duran Beyaz Saray santral memurunun korkudan bembeyaz kesilen yüzü durumu daha da garipleĢtiriyordu. Herney, Tench'in telefon görüĢmesini duy amamıĢtı ama tartıĢtığını görebilmiĢti. Tench, BaĢkan'ın ender Ģahit olduğu bir hiddet ve öfkeyle tartıĢ ıyordu. Bir süre durup merakla ona bakmıĢtı. Tench baĢparmağını yukarı kaldırıp, her Ģey yolunda iĢareti yapmıĢti. Herney, onun hiç kimseye hiçbir zaman her Ģey yolunda iĢareti yaptığını görmemiĢti. Sahneye çıkarken, Herney'nin aklında kalan son görüntü buydu. Ellesmere Adası'ndaki NASA habiküresinde basına ayrılan bölümde duran mavi halının üstünde, Müdür Lawrence Ekstrom yanında N yetkilileri ve bilim adamlarıyla, uzun sempozyum masasının ortas ına oturmuĢtu. Onlara karĢı duran geniĢ bir ek randan BaĢkan'ın açılıĢ konuĢmas ı naklen yayınlanıyordu. Monitörlerin etrafında toplanmıĢ diğer NASA çalıĢ anları, baĢkomutanları basin konferans ına baĢlarken heyecandan yerlerinde duramıyorlardı. Her zamankinden daha ciddi bir tonla konuĢan Herney, "Ġyi akĢamlar" dedi. "Sevgili vatandaĢlarım ve dünyadaki dostlarım..." Ekstrom, karĢısında büyük bir özenle sergilenen siyah taĢa göz gez dirdi. Gözleri, dev bir Amerikan bayrağı ve NASA logosunun önünde, en önemli çalıĢ anlarıyla yan yana kendisini seyrettiği yakındaki bir monitöre kaydı, çarpıcı ıĢ ıklar, sahnenin neomodern bir tablo gibi görünmesine neden olmuĢtu; son akĢam yemeğindeki on iki havari. Zach Herney tüm bu olanları siyasi bir gösteriye dönüĢtürmüĢtü. Hern'ey'nin baĢka Ģans ı yoktu. Ekstrom yine de kendini, topluluklar için Tanrı'yı ambalajlayan bir televizyon vaizi gibi hissediyordu. BeĢ dakika içinde BaĢkan, Ekstrom'u ve onun NASA çalıĢanlarını tanıtacaktı. Ardından, dünyanın tepesindeki bir uydu bağlant ısıyla NASA bu haberi dünyayla paylaĢan BaĢkan'a eĢlik edecekti. BuluĢun nasıl gerçekleĢtiğini ve uzay bilimi için ne anlama geldiğini anlat an kısa bir konuĢmanın ve karĢılıklı s ırt sıvazlamaların ardından, NASA ile BaĢkan görevi ünlü bilim adamı Michael Tolland'a devredecekti. YaklaĢık on beĢ dakika onun belgeseli gösterilecekti. Daha sonra güvenirlik ve hayranlık doruğa vurmuĢken, Ekstrom ile BaĢkan gelecek günlerde NASA'nın yapacağı basin konferanslarıyla daha fazla bilgi aktarılacağının sözünü verip iyi geceler dileyeceklerdi. Ekstrom oturup s ıras ının gelmesini beklerken, içinde derin bir utanç hissetti. Böyle hissedeceğini biliyordu. Bunu bekliyordu. Yalan söylemiĢti... gerçekleri saklamıĢtı. Ama artık yalanlar bir Ģekilde önemsiz görünüyordu. Ekstrom'un içinde daha büyük bir sıkıntı vardı.
ABC yapım odas ındaki karmaĢ anın içinde Gabrielle Ashe, kafalarını tavandan sarkan televizyon monitörlerine çevirmiĢ düzinelerce yabancıyla omuz omuza duruyordu. 267 O an geldiğinde bir sessizlik çöktü. Gabrielle gözlerini kapatıp açtığında kendi çıplak bedenine bakmamak için dua etti. Senatör Sexton'ın çalıĢma odas ında heyec anlı bir hava esiyordu. ġimdi tüm misafirleri ayakta durmuĢ, gözlerini büyük ekran televizyona kilitlemiĢlerdi. Düny anın karĢ ısına çıkan Zach Herney, her nedense tuhaf bir selamlama yapmıĢtı. Sanki karars ız gibiydi. Sexton, zayıf görünüyor, diye düĢündü. O asla zayıf görünmez. Birisi, "ġuna bakın," diye fıs ıldadı. "Haberler kötü olmalı." Sexton, acaba uzay istasyonu mu, diye düĢündü. Herney kameranın içine bak ıp derin bir nefes aldı. "Dostlarım, günlerdir bu duyuruyu nasıl yapmam ge rektiğini düĢünüp duruyorum..." Senatör Sexton tek bir kelime söylemesini diliyordu. Beceremedik. Herney bir süre NASA'nın bu seçimlere malzeme olmasının ne büyük bir talihsizlik olduğunu ve duyurusunun zamanlaması için özür dileyerek baĢlangıç yapmas ı ger ektiğini hissettiğini anlattı. "Bu duyuruyu herhangi bir baĢka tarihte yapmayı tercih ederdim," dedi. "YaĢadığımız siyasi gerginlik, hayalperestleri Ģüpheci haline getirdi ve BaĢkan'ınız olarak, yeni öğrendiğim bu bilgiyi sizinle paylaĢmaktan baĢka seçeneğim kalmadı." Gülümsedi. "Öyle görünüyor ki, kainatın mucizeleri insanların programlarına uymuyor... baĢkanlarınkine bile." Sexton'ın odas ındaki herkes sanki aynı anda çökmüĢtü. Ne? Herney, "Ġki hafta önce NASA'nın Kutupsal Yörüngeli Yoğu Taray ıcısı, Ellesm ere Adası'ndaki Milne Buzul Katmanı'nın üstünden geçti. Kuzey Buz Denizi'ndeki sekseninci paralelin üstündeki ıssız bir kara parçası," dedi. Sexton ile diğerleri ĢaĢkın gözlerle birbirlerine baktılar. Herney devam etti. "Bu NASA uydusu, buzun altmıĢ metre alt ında yüksek yoğunluklu büyük bir taĢ gömülü olduğunu tespit etti." Herney ilk defa gülümsüyordu. "Verileri alan NASA o an YGS 'nin bir göktaĢı bulduğundan ĢüphelenmiĢti." Ayağa kalkan Sexton, "GöktaĢı mı?" diye söylendi. "Haber bu mu?" "NASA, nüve örnekleri çıkartmak için buz katmanına bir ekip gönderdi. IĢte o zaman NASA..." Duraksadı. "Samimi olmak gerekirse, yüzyılın bilimsel keĢfini yaptılar." Sexton kuĢkulu adımlarla televizyona yaklaĢtı. Hayır... Misafirleri tedirginlikle yerlerinde kıpırdand ılar. Herney, "Bayanlar baylar," diye anons yaptı. "Birkaç saat önce NASA Kuzey Kutbu'ndan sekiz tonluk bir göktaĢı çıkardı ki..." BaĢkan yeniden durup, tüm dünyanın öne doğru eğilmesi için zaman tanıdı. "Bu göktaĢında bir hayat biçiminin fosilleri var. Düzinelerce. Dünya dıĢındaki hayat ın tartıĢmas ız ispatı." Bunun ardından BaĢkan'ın arkas ındaki ekranda muhteĢem bir görüntü aydınlandı; kararmıĢ taĢın içine gömülü böceğimsi bir yaratığın mükemmel netlikte fosili. Sexton'ın çalıĢma odasındaki alt ı misafir, dehĢetle koskocaman açtıkları gözlerle ayağa fırladılar. Sexton olduğu yerde donak almıĢtı. BaĢkan, "Dostlarım," dedi. "Arkamdaki fosil 190 milyon yaĢında. Kuzey Buz Denizi'ne üçyüzyıl önce çarpan Jungersol Meteoru diye bilinen meteoritin bir parças ı olduğu anlaĢ ıldı. NASA'nın yeni YGS uydusu bu meteorit parçasını buz katmanına gömülü halde buldu, NASA ile yönetim kadrosu geçtiğimiz iki hafta süresince bu büyük buluĢu halk a duyurmadan önce her açıdan teyit etmek için büyük özen gösterdi. Önümüzdeki yarım saat içinde, sayıs ız NASA ve sivil bilim adamını dinleyecek, hepinizin tanıyacağından emin olduğum bir kiĢinin hazırladığı belgeseli seyredeceksiniz. Devam etmeden önce, Kuzey Kutup Dairesi'nin üstündeki uydudan canlı bağlant ıyla, bu tarihi anı liderliğine, vizyonuna ve çalıĢkanlığına borçlu olduğumuz birini selamlamak istiyorum. Sizlere büyük gururla NASA Müdürü Lawrence Ekstrom'u takdim ediyorum." 269 Herney mükemmel bir zamanlamayla ekrana döndü. GöktaĢının resmi çözünerek yerini, iri yapıs ıyla göze çarpan Lawrence Ekstrom'un etrafındaki NASA bilim adamlarının oturduğu uzun masaya bıraktı. "TeĢekkürler Say ın BaĢkan." Ayağa kalk ıp kameranın içine bakan Ekstrom'un ciddi ve mağrur bir ifadesi vardı. "Sizlerle NASA'nın bu muhteĢem anını paylaĢmak bana büyük bir o nur veriyor." Ekstrom coĢkuyla NASA ve keĢ finden bahsetti. Vatanperverlik ve zafer naralarıyla, ünlü bilim adamı
Michael Tolland'ın sunduğu belgesele kusursuz bir geçiĢ yaptı. Senatör Sexton bunları seyrederken televizyonun önünde dizlerinin üstüne çöküp k ır saçlarını yoldu. Hayır! Tanrım, hayır! 69 Brifıng Salonu'nun neĢeli hengâmesinden uzaklaĢıp, Batı Kanadı'ndaki özel odas ına giden Marjorie Tench'in kan beynine sıçramıĢtı. Kutlama yapacak havada değildi. Rachel Sexton'dan gelen telefonu hiç beklemiyordu. Hayal kırıc ıydı. Odas ının kapısını çarparak kapattı, ağır adımlarla masas ına yürüdü ve Beyaz Saray santralini aradı. "William Pickering. UKO." Bir sigara yakan Tench, operatör, Pickering'i bağlayana kadar odada volta att ı. Pickering'in normalde akĢam olduğundan eve gitmiĢ olması gerekiyordu. Ancak büyük gürültü koparan Beyaz Saray basin konferansı sebebiyle, dünyada UK O direktörünün önceden haberi olmaksızın nelerin döndüğünü merak edeceğini, bu yüzden televizyon ekranının karĢısına yapıĢ ıp tüm akĢamı ofi ste geçireceğini tahmin etti. Tench, BaĢkan, Rac hel Sexton'ı Milne'e göndermek istediğini söylediğinde önsezilerine güvenmediği için kendine lanet etti. Gereksiz bir risk alındığını düĢünerek kaygılanmıĢtı. Ama BaĢkan, Beyaz Saray çalıĢanlarının haftalardır kötümser bir ruh hali içinde olduklarını ve haberi içeriden duyduklarında NASA buluĢundan Ģüphe edeceklerini söyleyerek Tench'i ikna etmiĢti. Herney'nin de vaat ettiği gibi Rachel Sexton'ın verdiği destek Ģüpheleri gidermiĢ ve Beyaz Saray çalıĢanlarını birlik içinde hareket etmeye sevk etmiĢti. Tench bunun paha biçilmez olduğunu itiraf etmek zorunday dı. Ama Rachel Sexton tavrını değiĢtirmiĢti. Kaltak beni güvenli olmayan hattan arad ı. Rachel Sexton'ın bu keĢfin güvenirliğini sarsmaya niyet ettiği belli ol uyordu. Tench'in tek tesellisi, Rachel'ın konuĢmasını BaĢkan'ın videoya kaydettiğini bilmesiydi. Tanrı'ya Ģükür. Herney kendini en azından bu kadar garantiye almıĢtı. Tench, buna ihtiyaç duyacaklarından korkmaya baĢlıyordu. Ama Ģu anda Tench kanamayı baĢka yoldan durdurmayı düĢünüyordu. Rachel Sexton ak ıllı bir kadındı ve eğer gerçekten Beyaz Saray ile NASA'ya kafa tutmak niyetindeyse, çok güçlü ittifaklara ihtiyac ı olacaktı. Tench'in ilk aklına gelen isim William Pickering idi. Pickering'in NASA hakkında neler hissettiğini biliyordu. Rachel'dan önce Pickering'e ulaĢmas ı gerekti. Hattaki berrak ses, "Bayan Tench?" dedi. "Ben William Pickering. Bu onuru neye borçluyum?" Tench arkadan gelen televizyon sesini duyabiliyordu. NASA yay ını. Sesindeki tondan hâlâ basin konferans ının etkisinde olduğu anlaĢ ılıy ordu. "Biraz vaktiniz var mı direktör?" 271 "Ben kutlamalarla meĢgul olacağınızı düĢünüy ordum. Sizin için büyük bir gece oldu. NASA ile BaĢkan meydana geri dönmüĢ gibi görünüyor." Tench, onun sesinde sitemle karıĢık bir ĢaĢkınlık sezinledi. Sitem hiç kuĢkusuz, son dakika haberini düny ayla aynı anda öğrenmekten hayret ettiği içindi. Yıkılan köprüleri onarmaya çalıĢan Tench, "Beyaz Saray ve NASA size bilgi vermemek zorunda kaldığı için özür dilerim," dedi. Pickering, "UKO'nun birkaç hafta önce ordaki NASA faaliyetlerini tespit edip soruĢturma baĢlattığının fark ındasınız dır," dedi. Tench suratını astı. Çok kızmıĢ. "E vet biliyorum. Ama..." "NASA bunun hiç önemli olmadığını söyledi. Bir çeĢit ağır hava koĢulları eğitimi yaptıklarını söylediler. Ekipmanları falan deniyorlarmıĢ." Pickering durdu. "Yalanı yuttuk." Tench, "Buna yalan demeyelim," dedi. "Daha çok gerekli yan ıltmaydı. KeĢfin büyüklüğü dikkate alındığında, NASA'nın bunu gizli tutmaktaki hassasiyetini anlayabilirsiniz." "Belki halktan gizli tutmayı anlayabilirim." William Pickering gibi adamların kitabında küsmeye yer yoktu. Tench elinden anc ak bu kadarının geldiğini anladı. Tench tekrar ipleri eline alarak, "Sadece bir dakikam var," dedi. "Arayıp sizi uyarmam ger ektiğini düĢündüm." "Beni uyarmak mı?" Pickering alaycı bir tavırla sinirlenmiĢ gibi yaptı. "Zach Herney, NASA dostu yeni bir UKO direktörü atamaya mı karar verdi?" "Elbette hayır. BaĢkan, NASA'ya yönelik eleĢtirilerinizin güvenlikle ilgili olduğunu anlıyo r ve bu aç ıkları kapamay a uğraĢıyor. Ben aslında çalıĢanlarınızdan biri hakkında arıyorum." Durdu. "Rachel Sexton. Bu akĢam ondan haber aldınız mı'?"
"Hayır. Bu sabah BaĢkan'ın isteği üzerine onu B eyaz Saray'a gönderdim. Herhalde hâlâ meĢgul. Henüz gelmedi." Tench, Pickering'e daha önce ulaĢtığı için rahatladı. Sigaras ından bir nefes çekip elinden geldiğinc e sakin konuĢtu. "Sanırım yakında Bayan Sexton'dan bir telefon alacaksınız." "Iyi. Bekliyorum zaten. Ġtiraf etmeliyim ki, Zach Herney basin konferans ına baĢladığında Bayan Sexton'ı da kendisine eĢlik etmeye ikna ettiğini sanmıĢtım. Bu isteğine karĢ ı koyduğuna sevindim." Tench, "Zach Herney dürüst biridir," dedi. "Hatta Rachel Sex ton'dan daha fazla diyebilirim." Hatta uzun bir sessizlik oldu. "Umarım bunu yanlıĢ anlamıĢımdır." Tench yavaĢça içini çekti. "Hayır bayım, sanırım yanlıĢ anlamadınız. Ayrınt ıları telefonda görüĢmek istemiyorum ama Rachel Sexton NASA duyurusunun güvenirliğini sarsmaya karar vermiĢ gibi görünüyor. Nedeni hakkında hiçbir fikrim yok ama bu akĢamüstü NASA verilerini destekledikten sonra aniden tavrını değiĢtirdi ve NASA 'nın saht ekârlık yaptığına dair akla gelebilecek en uygunsuz iddiaları feveran etmeye baĢladı." Pickering'in sesi Ģimdi daha gergindi. "Anlayamadım?" "Evet biraz rahats ızlık verici. Bunu size söyleyen ben olmak istemezdim ama Bayan Sexton basin konferansından iki dakika önce beni arayıp, her Ģeyi iptal etmemi söyledi." "Neye dayanarak?" "Samimi olmak gerekirse saçma sapan Ģeyler. Verilerle ilgili ciddi yanlıĢlar tespit ettiğini söyledi." Pickering'in sessizliği Tench'in hoĢgörü gösterebileceğinden uzun sürmüĢtü. Sonunda, "YanlıĢlar mı?" dedi. "Gerçekten saçma, NASA 'nın iki hafta süresinc e yaptığı onca deneyin ve... 273 "Çok çok iyi bir sebebi olmadıkça, Rachel Sexton gibi birinin BaĢkan'ın basin konferans ını ertelemenizi söyleyeceğine inanmak çok güç." Pickering endiĢelenmiĢe benziyordu. "Sanırım ona kulak vermeliydiniz." Tench öksürerek, "Ah, lütfen!" diye lafa girdi. "Basin konfera nsını gördünüz. GöktaĢıyla ilgili bilgilerin doğruluğunu sayıs ız uzman defalarca teyit etti. Bunlara siviller de dahil. Bu duyurunun zarar verdiği bir adamin kızı olan Rachel Sexton'ın aniden fikrini değiĢtirmesi size de Ģüpheli gelmiyor mu?" "ġüphe uy andırıyor Bayan Tench, çünkü Bayan Sexton ile babas ının birbirlerine mesafeli olduklarını biliyorum. Yıllarca BaĢkan'a hizmet verdikten sonra Rachel Sexton'ın neden birdenbire taraf değiĢtirip babasını korumak için yalan söylediğini aklım almıyor." "Belki de hırs yüzündendir. Doğrusu bilmiy orum. Belki de BaĢkan kızı olma fırsat ı..." Tench cümlesini tamamlamadı. Pickering'in ses tonu aniden sertleĢmiĢti. "Hassas mevzular Bayan Tench. Çok hassas." Tench kaĢlarını çattı. Ne bekliyordu ki? Pickering'in en iyi elemanlarından birini BaĢ kan'a ihanet etmekle suçluyordu. Adam elbette sabunmaya geçecekti. Pickering, "Onu telefona çağırın," dedi. "Bayan Sexton'la Ģahsen görüĢmek istiyorum." Tench, "Korkarım bu mümkün değil," diye yanıt verdi. "Beyaz Saray'da değil." "Nerde?" "BaĢkan bu sabah verileri kendisinin incelemesi için onu Miln gönderdi. Henüz dönmedi." Pickering Ģimdi öfkeyle konuĢuyordu. "Bana bu konuda bilgi..." "IncinmiĢ gurura ayıracak vaktim yok direktör. Ben nezaket icabı aradım. Rachel Sexton'ın bu akĢamki duyuruya karĢı kendi bildiğini okumaya karar verdiği konusunda sizi uyarmak istedim. Kendine müttefik arayacakt ır. Eğer sizinle temas kuracak olursa Ģunu bilin ki, Beyaz Saray'ın elinde göktaĢıyla ilgili verileri birkaç saat önce BaĢkan'ın, Bakanlar Kurulu'nun ve tüm çalıĢanla rın önünde teyit ederken kaydedilmiĢ videosu var. Eğer bundan sonra Rachel Sexton, Zach Herney'nin vey a NASA'nın ismini lekelemeye yeltenirse, size yemin ederim Beyaz Saray bunun bedelini kötü ödetir." Tench söylediklerinin iyice anlaĢ ılması için biraz bekledi. "Rachel Sexton, sizinle bağlantıya geçerse, bu nezaketimin karĢılığını beni derhal haberdar ederek ödemenizi bekliyorum. Doğrudan BaĢkan'a saldırıyor ve ciddi bir zarar vermeden önce Beyaz Saray sorgulamak üzere kendisini alıkoymayı düĢünüyor. Telefonunuzu bekleyeceğim direktör. Hepsi bu. Ġyi akĢamlar." Marjorie Tench telefonu kapatırken, William Pickering'le kimsenin hayatı boyunca böyle konuĢmadığına emindi. En azından artık Pickering onun ciddi olduğunu biliyordu. UKO'nun en üst katında Pickering pencerenin önünde durmuĢ Virginia akĢamına bakıy ordu. Marjorie Tench'den gelen telefon oldukça kaygı vericiydi. Parçaları bir araya getirmeye çalıĢ ırken dudaklarını ısırdı.
Kapıy ı hafifçe vuran sekreteri, "Direktör?" dedi. "Bir telefonunuz daha var." Pickering kayıtsız bir tavırla, "ġimdi olmaz," dedi. "Rachel Sexton arıyor." Pickering topukları üstünde döndü. Tench bir kâhin olmalıydı. "Peki hemen bağla." "Doğrusunu söylemek gerekirs e Ģifreli bir AV bağlant ısı efendim. Konferans salonunda izlemek ister misiniz?" AV bağlantısı mı? "Nerden arıyor?" Sekreter, ona söyledi. Pickering bakak almıĢtı. Hayret içinde koridordan konferans salonuna koĢturdu. Bunu görmesi gerekiyordu. 275 70 Charlotte'ın "ölü odası" -B ell Laboratuvarları'ndaki benzer bir yapıdan esinlener ek tasarlanmıĢtı- eskiden yankısız stüdyo diye bilinen Paralel ya da yans ıma yapan hiçbir yüzeyin bulunmadığı yankıs ız oda yüzde 99.4 verimle sesleri emebiliyordu. Metal ve suyun ak ustik iletken doğas ı nedeniyle, denizaltılardaki görüĢmeler, yakınlardaki dinleme cihazları veya dıĢ gövdeye bağlı mikrofonlarla dinlenmeye müs aitti. Ama ölü odası denizalt ının içinde, hiçbir sesin dıĢarı çıkamayacağı küçük bir odaydı. Tecrit edilmiĢ bu odada yapılan tüm konuĢmalar tamamiyle emniyetliydi. Oda, tavanı, duvarları ve zeminin her yanı yumurt a kutusu Ģeklindeki köpüklerle kaplı bir elbise dolabını andırıyordu. Rachel'a, her tarafından dikitler fıĢkıran bir sualt ı mağarasını anıms attı. Ama en rahats ızlık verici olanı, kapıs ının olmayıĢ ıydı. Zemine enlemesine döĢenmiĢ balık ağına benzeyen delikli ızgara içeridekilere havada asılı duruy orlarmıĢ hissi veriyordu. Plastik kaplı ızgaraya bas ıldığında sağlam bir his veriyordu. Ağ Ģeklindeki zemine göz atan Rachel, sürrealist bir manzaraya gerilmiĢ halat köprünün üstünden geçtiğini hissetti. Doksan santim aĢağıda, iğnelerini yukarı dikmiĢ bir köpük ormanı vardı. Rachel içeri girer girmez, odanın havasında tüm enerjisi emil miĢ gibi bir cansızlık sezinledi. Sanki kulaklarına pamuk tıkanmıĢ gibiydi. Kafasının içinde sadece nefes alıĢının sesi duyuluyordu. Bağırdı, bunun ağzı yastıkla kapanmıĢ gibi bir etkisi oldu. Duvarlar tüm yans ımaları emiyor, sadece kafasının içindeki titreĢimleri duy abiliyordu. Kaptan süngerle kapl ı kapıyı kapatarak dıĢ arı çıkmıĢtı. Rachel, Corky ve Michael odanın ortas ında, zemindeki kaplamadan yükselen uzun metal ayaklıkların üstünde duran U Ģeklindeki küçük bir masada oturuyorlardı. Masaya bir sürü bükümlü mikrofon, kulaklık ve balıkgözü kamerasıyla bir vi deo konsolu yerleĢtirilmiĢti. Bir mini BirleĢmiĢ milletler sempozyumunu andırıyordu. ABD istihbarat dünyas ında -dünyanın önde gelen lazer mikrofonlar, sualtı parabolik dinleme cihazları ve diğer aĢırı dayarlı dinleme cihazları üreticileri- çalıĢmıĢ biri olan Rachel, insanın dünyada tamam ıyla güvenli görüĢme yapabileceği çok az yer olduğunu biliyordu. Ölü odas ı, o yerlerden biriydi. Masada duran mikrofonlarla kulaklıklar, söylediklerinin titreĢimlerinin odanın dıĢına çıkmayacağının bilinciyle insanın serbestçe konuĢ abileceği bir yüz yüze "konferans görüĢmesine" imkân sağlıyordu. Mikrofonlara giden sesleriyse, atmosferde yapacakları uz un yolculuk için Ģifrelenecekti. "Ses denemesi." Kulaklıklarından birdenbire gelen ses Rachel, Tolland ve Corky'nin oturduğu yerden sıçramalarına neden oldu. "Beni duyuyor musunuz Bayan Sexton?" Rachel mikrofona eğildi. "Evet. TeĢ ekkürler." Herkimsen. "Direktör Pickering hatta. AV'yi kabul ediyor. Ben Ģimdi çıkıyorum. Veri ak ıĢınız hemen kurulacak." Rachel hattın kapandığını duydu. Uzaktan gelen bir vız ıltının ardından kulaklıklarında bipleme ve tık ırt ı sesleri duyuldu. Önlerindeki video ekranı ĢaĢırtıc ı bir netlikle görüntü verdiğinde Ratchel, UKO'nun konferans salonunda oturan William Pickering'i gördü. Yalnızdı. BaĢını aniden yukarı kaldırıp, Rachel'ın gözlerinin içine baktı. Onu görmek tuhaf derecede içini rahatlatmıĢtı. ġaĢkın ve kaygılı bir ifadeyle, "Bayan Sexton," dedi. "Neler oluyor?" Rachel "GöktaĢı efendim," dedi. "Sanırım ciddi bir sorunumuz var." 277 71 Rachel, Charlotte'ın ölü odas ında Michael Tolland ile Corky Marlinson'ı Pickering'e tanıttı. Ardından söze girerek, o gün yaĢanan inanılmaz olaylar zincirini çabucak özetledi. UKO direktörü hiç kıpırdamadan dinliyordu. Rachel, ona delikteki biyolüminesan planktonlar ı, buzuldaki yolculuklarını, göktaĢının altındaki yerleĢtirme
boĢluğunu ve son olarak da Özel Operasyonlar olmasından Ģüphelendiği bir askeri tim tarafından uğradıkları ani saldırıyı anlattı. William Pickering, rahatsız edici haberleri gözünü bile kırpmadan dinleyebilme becerisiyle tanınırdı ama Rachel'ın hikâyesini duydukça gözbebekleri büyüyordu. Norah Mangor'ın cinayetiyle kendilerinin ölümün eĢiğinden döndüklerini anlattığında öfke ve güvensizlik sezinledi. NASA müdürünün olaya karıĢtığından Ģüphelendiğini dile getirmek istediyse de, Pickering'in kanıt olmadan kimseye parmağını çevirmeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyordu. Hikâyeyi tüm gerçekleriyle Pickering'e anlattı. Bitirdiğinde, Pickering birkaç saniye boyunca tepki vermedi. Sonunda, "Bayan Sexton," dedi. "Hepiniz..." Her birine tek tek baktt ı. "Eğer söyledikleriniz doğruysa, ki üçünüzün birden neden yalan söyleyebileceğini tahmin edemiyorum, yaĢadığınız için çok Ģanslısınız." Hepsi sessizce baĢını salladı. BaĢkan dört sivil bilim adamını iĢe almıĢt ı... ve artık ikisi ölüydü. Pickering ne söyleyeceğini bilemiyormuĢ gibi kederle içini çekti. YaĢananlar pek mantıklı gelmiyordu. Pickering, "Acaba TA R çıktısında gördüğünüz bu yerleĢtirme boĢluğunun doğal bir fenomen olma ihtimali var mı?" diye sordu. Rachel baĢını iki yana salladı. "Fazlasıyla mükemmel." Sırılsıklam TA R çıktısını aç ıp kameray a tuttu. "Kusursuz." Görüntüyü inceleyen Pickering, onaylayarak kaĢlarını çattı. "Bunu kaybetmeyin." Rachel, "BaĢkan'ı durdurmas ı konusunda uyarmak için Marjorie Tench'i aradım," dedi. "Ama rady ofonu yüzüme kapattı." "Biliyorum. Bana söyledi." Rachel hayretle baĢ ını kaldırıp baktı. "Marjorie Tench, sizi mi aradı!" Çok hızlı olmuĢ. "Az önce. Çok endiĢeli. BaĢkan'ı ve NASA 'yı bir Ģekilde gözden düĢürmeye çalıĢtığını sanıyor. Mesela babana yardım etmek için." Rachel ayağa kalktı. TAR ç ıktısını sallay ıp, yanındaki iki kiĢiyi iĢaret etti. "Nerdeyse öldürülecektik! Bu gösteriye benziyor mu? Ve ben neden..." Pickering ellerini kaldırdı. "Sakin ol. Bayan Tench, bana üç kiĢi olduğunuzu söylemeyi unuttu." Rachel, Tench'in kendisine Corky ile Tolland'dan bahsedecek kadar süre tanıy ıp tanımadığını hatırlamıyordu. Pickering, "Ayrıca bana elinizde fıziksel kanıt olduğunu da söylemedi. "Seninle konuĢmadan önce iddialarından Ģüpheleniyordum ama artık onun yanıldığına eminim. Ġddialarınızdan kuĢku duymuyorum. Bu noktada sorulacak soru, tüm bunların ne anlama geldiği." Uzun bir sessizlik oldu. William Pickering çok ender olarak aklı karıĢmıĢ görünürdü ama baĢını iki yana sallarken hiç anlam veremediği anlaĢ ılıyordu. "Bir süreliğine bu göktaĢını birinin buzun altından yerleĢtirdiğini vars ayalım. Neden sorusu gündeme geliyor. NASA 'nın elinde fosil içeren bir göktaĢı varsa, neden onlar ya da baĢka birileri için bulunduğu yer önemli olsun?" Rachel, "Öyle anlaĢılıyor ki, YGS yerini keĢfettiğinde göktaĢının tanıdık bir çarpıĢmanın parças ı gibi görünmesi için yerleĢtirilmiĢ,"dedi. 279 Corky birden, "Jungersol Meteoru," deyiverdi. Pickering, "Ama göktaĢının tanıdık bir çarpıĢmayla bağlant ısı olmasının ne anlamı var?" diye sorarken, neredeyse çıldıracak gibiydi. "Bu fosiller her yerde ve her koĢulda baĢlı baĢ ına ĢaĢ ırtıc ı bir buluĢ değil mi? Zaten Hangi meteorik olayla ilgisi olursa olsun. Öyle değil mi?" Üçü de baĢını salladı. HoĢnutsuz görünen Pickering duraksadı. "Tabi... eğer..." Rachel, direktörün kafas ında dönen çarkları görebiliyordu. GöktaĢını Jungersol Meteoru'yla iliĢkilendirmenin en basit açıklamasını düĢünüyordu ama en basit açıklama aynı zamanda en kaygı verici olanıydı. Pickering, "Bu dikkatli yerleĢtirme iĢlemi tamamen yanlıĢ verilere güvenirlik katmak için yapılmadıysa," diye devam etti. "Dr. Marlinson, göktaĢının taklit olma ihtimali nedir?" "Taklit mi efendim?"
"Evet. Sahte. Uydurma." "Sahte bir göktaĢı mı?" Corky tuhaf bir kahkaha attı. "Kesinlikle imkânsız ! O göktaĢ ını sayısız uzman inceledi. Ben de dahil. Kimyasal taramalar, spektograf, ruhidyum -stronsiyum tarihlendirmesi yapıldı. Yeryüzünde rastlanan taĢların hiçbirine benzemiyor. GöktaĢ ı gerçek. Tüm astrojeologlar buna katılacaktır." Pickering kravat ına hafifçe vururken, bunu uzun süre düĢündü. "Ama yine de bu keĢiften NASA 'nın kazanacaklarını dikkate aldığımd kanıtların tahrip edilmesi ve size saldırılması... aklıma sadece bu göktaĢının iyi bir taklit olduğunu getiriyor." "Ġmkânsız !" Corky'nin sesi art ık öfkeliydi. "Saygı duyuyorum efendim ama göktaĢları, bir avuç astrofizikçiyi kandırmak için laboratuvarc a üretilebilecek Hollywood özel efekti değildir. Benzersiz kristal yapılarına ve element oranlarına sahip, karmaĢ ık kimyasal nesnelerdir." "Size karĢı çıkmıyorum Dr. Marlins on. Sadece mant ık zinciri kuruyorum. Buzun alt ına yerleĢtirildiğini ortaya çıkarmamanız için birilerinin sizi öldürmeye çalıĢtığından yola çıkarak, burda tüm senaryoları değerlendirmek mecburiyetindeyim. Bu taĢın gerçek bir göktaĢı olduğuna sizi özellikle ikna eden ne oldu?" Özellikle mi?" Corky'nin sesi kulaklıkları patlatacaktı. "Kusursuz bir füzyon kabuk, gökkumlarının varlığı, yeryüzünde hiç rastlanmayan nikel oranı. Eğer birisinin bu taĢı laboratuvarda üreterek bizi kandırdığını ileri sürüryorsanız, size bu laboratuvarın 190 milyon yıllık olduğunu söyleyebilirim. Corky elini cebine daldırarak, CD'ye benzer bir taĢ çıkardı. Kameraya t vutu. "Bunun gibi örneklerin sayıs ız yöntemlerle kimyasal yaĢını belirledik. Rubidyum-stronsiyum tarihlendirmesi aldat ılabilecek bir Ģey değildir!" Pickering ĢaĢırmıĢ görünüyordu. "Sizde bir örnek mi var?" Corky omuzlarını silkti. "NASA'da bunlardan düzinelercesi etrafta dolaĢ ıy or." ġimdi Rachel'a bakan Pickering, "Bana, NASA 'nın içinde yaĢam bulunduğunu düĢündüğü bir göktaĢ ı keĢfedip, insanların örneklerle gitmesine izin verdiğini mi söylüyorsun?" dedi. "Corky, asıl konu, elimdeki örneğin hakiki olmas ı," dedi. TaĢı kameraya yaklaĢtırdı. "Bunu düny adaki istediğiniz kayaç bilginine jeologa veya astronoma verin, deney yapsınlar, size iki Ģey söyleyeceklerdir: bir, 190 milyon yaĢ ında olduğunu; ve iki, kimyasal açıdan yeryüzündeki taĢlara benzemediğini." Pickering öne eğilerek, taĢa gömülü fosili inceledi. Sanki bir an için dondu.Sonunda içini çekti. "Ben bir bilim adamı değilim. Tek söyleyebileceğim, eğer bu göktaĢı gerçekse, ki öyle görünüyor, NASA acaba neden bunu düny aya olduğu gibi sunmadı? Birisi neden bunu buz un altına, bizi gerçekliğine ikna etmek istercesine yerleĢtirdi?" O sırada BeyazSaray'da bir güvenlik görevlisi telefonla Marjorie Tench'i arıyordu. 281 BaĢdanıĢman ilk çalıĢta cevap verdi. "E vet?" Görevli, "Bayan Tench," dedi. "Istediğiniz bilgileri edindim. Rachel Sexton'ın bu akĢam sizi radyofonla aramasıyla ilgili. Izini buldum." "Söyle." "Gizli Servis operatörleri sinyallerin Deniz Kuvvetleri denizaltısı US S. Charlotte'tan geldiğini söylüyor." "Ne!" "Koordinatları bilmiyorlar efendim ama geminin kodundan eminler." "Ah, Tanrı aĢkına!" Tench baĢka kelime etmeden ahizeyi çarparak kapatt ı. 72 Charlotte'raki ölü odasının sessiz akustiği Rachel'ın midesini bulandırmaya baĢlamıĢtı. William Pickering'in ekrandaki kaygılı bakıĢları Ģimdi Michael Tolland'a çevrilmiĢti. "Sessiz kaldınız Bay Tolland." Tolland aniden ismi söylenen bir öğrenci gibi baĢını kaldırıp bakt ı. "Efendim?" Pickering, "Az önce televizyonda oldukça ikna edici bir belgeseliniz yayınlandı," dedi. "GöktaĢı hakkında Ģimdi ne düĢ ünüyorsunuz?" Rahatsızlığı belli olan Tolland, "ġey efendim," dedi. "Dr. Marlinson'a kat ılıyorum. Fosillerin ve göktaĢ ının gerçekliğine inanıyorum. Tarihlendirme tekniklerinde tecrübeli sayılırım ve bu taĢın yaĢı sayısız testle teyit edildi. Nikel içeriği de öyle. Bu veriler saht e değil. TaĢ ın 190 milyon yıl önce oluĢtuğuna, içeriğindeki nikel oranına ve yine 190 milyon yıllık düzin elerce fosil içerdiğine hiç Ģüphe yok. Aklıma NASA'nın hakiki bir göktaĢı bulduğundan baĢka aç ıklama gelmiyor." Pickering susmuĢtu. Yüzünde, Rachel'ın daha önce William Pickering'de hiç görmediği kararsız bir ifade vardı. Rachel, "Ne yapacağız efendim?" diye sordu. "BaĢkan'a verilerle ilgili sorun Olduğunu bildirmemiz gerek." Pickering kaĢlarını çattı. "Dua edelim de BaĢkan zaten biliyor olmasın." Rachel boğazının düğümlendiğini hissetti. Pickering'in neyi ima ettiği ort aday dı. BaĢkan Herney ba iĢin
içinde olabilirdi. Rachel bundan Ģüphe duyuyordu ama yine de BaĢkan'la NASA 'nın bu iĢten kazanacağı çok Ģey vardı. Pickering, "Ne yazık ki," dedi. "Elinizdeki Ģu yerleĢtirme boĢluğunu gösteren TAR çıktıs ı dıĢ ında, tüm bilimsel veriler NASA'nın önemli bir keĢifte bulunduğunu gösteriyor." Durdu. "Ve Ģu saldırı meselesi..." Rachel'e baktı. "Özel Operasyonlar'dan bahsetmiĢtin." "Evet efendim." Ona yeniden Doğaçlama Mühimmat ve taktiklerden bahsetti. Pickering her geçen saniye biraz daha keyifsiz görünüyordu. Rachel, patronunun, ufak bir askeri ölüm gücünü kaç kiĢinin yönlendirehileceğini hesapladığını sezinledi. Elbette BaĢkan'ın böyle bir yetkisi vardı. Belki baĢdanıĢman olarak Marjorie Tench'in de. Pentagon'la bağlantıları olan NASA Müdürü Lawrence Ekstrom da ihtimal dahilindeydi. Ne yazık ki Rachel sayısız ihtimali düĢündüğünde, siyasi nüfuza ve doğru bağlantılara sahip herkesin saldırının arkasındaki kontrol gücü olabileceğini fark etti. Pickering, "BaĢkan'ı hemen arayabilirim," dedi. "Ama en azından iĢin içinde kim lerin olduğunu öğrenene kadar bunu yapmanın ak ıllıca olduğunu sanmıyorum. Beyaz Saray 'ı iĢe karıstırdıktan sonra sizi fazla koruyamam. Ayrıca ona ne söyleyeceğime de emin değilim. Eğer göktaĢı gerçekse, ki hepiniz öyle olduğunu düĢ ünüyorsunuz, o zaman yerl eĢtirme 283 boĢluğuyla saldırı iddialarınız ın bir anlamı kalmıyor; BaĢkan iddialarımızın doğruluğunu sorgulamaya hak kazanır." Ihtimalleri hesaplıyormuĢ gibi duraksadı. "Her Ģeye rağmen... gerçek her ne olursa olsun ve oyunc ular her kim olursa olsun, bu bi lgi halka duyurulduğunda çok güçlü kiĢiler zarar görecek. Birilerinin koltuğunu sallamadan önce, sizi hemen güvenli bir yere ulaĢtırmak istiyorum." Bizi güvenliğe ulaĢtermak mı? Bu sözler Rachel'ı ĢaĢırtmıĢtı. "Nükleer denizaltıda yeterince güvende olduğumuzu düĢünüy orum efendim." Pickering Ģüpheli görünüyordu. "Orda bulunduğunuz uzun süre gizli kalmayacaktır. Sizi derhal çıkartıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse üçünüz burda ofisimde oturmadan içim rahat etmeyecek." 73 Tek baĢına koltuğuna sığınan Senatör Sexton, kendini mülteci gibi hissediyordu. Yalnızca bir saat önce yeni dostları ve taraftarlarıyla dolu olan Westbrooke Semti'ndeki daire Ģimdi, tabiri caizse kapıdan dıĢarı koĢarak çıkan adamların bıraktığı boĢ kadehler ve kart vizitlerin saçıldığı terk edilmiĢ bir yere benziyordu. Televizyonun karĢıs ında yalnız baĢına çökmüĢ olan Sexton'ın tek isteği televizyonu kapatmaktı ama kendini sonu gelmeyen medya yorumlarını dinlemekten alamıyordu. Buras ı Washingt on'dı ve yorumcular, sahte-bilims el ve abartılı felsefi görüĢlerini sunup, politikaya bağlamakta hiç aec kalmıyorlardı. Haber spikerleri, Sexton'ın yaralarına tuz basan iĢkenceciler gibi, görüneni üst üste yineliyorlardı. Yorumculardan biri, "Birkaç saat önce Sexton'un kampany ası tepelerdeydi," dedi. ġimdi ise NASA'nın keĢfıyle senatörün kampanyas ı dibe vurdu." Courvoisier'e uzanan Sexton gözlerini kapayıp, ĢiĢeyi kafasına' dikti. Bu gecenin, hayatının en uzun ve en yalnız gecesi olacağını biliyordu. Kendisine tuzak kurduğu için Marjorie Tench'e lanet okudu. Ilk baĢta NASA'dan bahs ettiği için Gabrielle Ashe'e lanet okudu. Bu kadar Ģanslı olduğu için BaĢkan'a lanet okudu. Ve ona güldüğü için dünyaya lanet okudu. Yorumcu, "Bu elbette senatör için büyük bir yık ım oldu," dedi. "BaĢkan ve NASA bu keĢifle paha biçilmez bir zafer kazandı. Bu gibi haberler Sexton'ın NASA'ya karĢ ı tavrı ne olurs a olsun, BaĢkan'ın kampanyasını canlandırac aktır, ama Sexton'ın bugün gerek görürse NASA'ya ayrılan fonları toptan kaldıracağını itiraf etmesinden sonra... Ģey, baĢkanlığın yapt ığı bu duyuru senatörün alt ından kalkamayacağı bir darbe oldu." Sexton, oyuna geldim, dedi. Beyaz Saray beni lanet tuzağına düĢürdü. Yorumcu Ģimdi gülümsüyordu. "NASA Amerikalıların gözünde kaybettiği itibarını yeniden kazandı. ġimdi sokaklarda bir mi lli gurur havas ı hakim." "Böyle de olmas ı gerekiyordu. BaĢkan Zach Herney 'yi seviyorlar ve inançlarını kaybetmek üzereydiler. BaĢkan'ın son zamanlarda aldığı darbelerle yere serildiğini itiraf etmek gerek, ama yeni açan çiçek gibi ayağa kalktı." AkĢamüstü CNN'de yapt ığı tartıĢmayı hatırlayan Sexton, midesinin ağzına geldiğini hissetti. Son birkaç aydır NASA'ya yüklediği atalet suçlamaları elinde patlamakla kalmamıĢ, Ģimdi bir de kendi baĢ ına çorap
örmüĢtü. Aptal gibi görünmüĢtü. Beyaz Saray onunla yüzsüzce oyun oy namıĢtı. ertesi günün gazetelerinde çıkacak karikat ürleri tahmin edebiliyordu. Ismi ülkedeki tüm fıkralara konu olacaktı. USV 'den kampanyasına para alamayacağı da ortadaydı. Her Ģey değiĢmiĢti. Dairesine gelenlerin tümü hayallerinin sifona çekildiğini görmüĢlerdi. Uzayın özelleĢtirilmesi duvara toslamıĢt ı. 285 Konyağını bir kez daha ağzına götüren senatör ay ağa kalk ıp sendeleyerek masas ına yürüdü. Ahizesi açık duran telefonuna baktı. Bunun bir çeĢit mazoĢistlik olduğunu bildiği halde, ahizeyi yavaĢça yerine yerleĢtirip saniyeleri saymaya baĢladı. Bir... iki... Telefon çaldı. Telesekreterin cevaplamasını bekledi. "Senatör Sexton, ben CNN'den Judy Oliver. Bu akĢam NASA'nın yapt ığı keĢfe tepki göstermeniz için size bir fırsat tanımak istiyordum. Lütfen b eni aray ın." Telefonu kapattı. Sexton yeniden saymaya baĢladı. Bir... Telefon çalmaya baĢladı. telesekreterin cevaplamas ını bekleyerek, telefona bakmadı. BaĢka bir muhabirdi. Courvoisier ĢiĢesini elinde tutan Sexton, balkona açılan kapıya doğru yürüdü. Kapıy ı yana çekerek açtı ve dıĢarıdaki serin havaya çıktı. korkuluklardan sarkarak, Ģehrin üstünden uzaklardaki aydınlatılmıĢ BeyazSaray'a bakt ı. IĢıklar rüzgârda sanki neĢeyle titreĢiyordu. Piç kuruları, diye düĢündü. Yüzyıllardır uzayda yaĢam kanıt ı arayıp duruyorduk. Bunu bulmak benim seçileceğim seneye mi rastladı? Uğurlu değil, lanetli bir durumdu. Sexton'ın görebildiği tüm pencerelerde açık bir televizyon vardı. Gabrielle Ashe'in nerede olduğunu düĢündü. Hepsi onun suçuydu. Sexton'ı NASA'nın baĢarıs ızlık larıyla ĢiĢirip durmuĢtu. Bir yudum daha almak için ĢiĢeyi kaldırdı. Lanet olası Gabrielle... bu kadar kötü batmamın nedeni o. ġehrin öbür ucunda, ABC yapım odas ındaki karmaĢanın ort asında duran Gabrielle Ashe kaskatı kesilmiĢti. BaĢkan'ın duyurusu beklenm edik bir darbe gibi inerek, onu yarı katatonik hale getirmiĢti. Yapım odas ının ortasında dizlerinin bağı çözülen Gabrielle, etrafında hengâme koparken gözlerini televizyon ekranlarından birine dikmiĢti. Duyurunun ilk saniyeleri, haber odasına ölüm sessizliği getirmiĢti. ItiĢip kakıĢan muhabirlerin kulakları sağır edici karnavalı baçlayana kadar bu sessizlik sadece birkaç dakika sürmüĢtü. Bu insanlar profesyoneldi. KiĢisel tepkilere ayıracak zamanları yoktu. IĢ bittikten sonra bunun için vakit bulurlardı. ġu anda dünya daha fazlasını öğrenmek istiyordu, ABC'nin de bunu sağlaması gerekiyordu. Hikâyenin içinde her Ģey vardı Bilim, tarih, siyasi heyecan- etkileyici bir kaynak gibiydi. Bu gece medya dünyasındaki kimse uyumayacakt ı. "Gabs?" Yolanda'nın sesi samimiydi. "Birisi seni fark edip, Sexton'ın kampanyası için ne anlama geldiği konusunda canını sıkmaya baĢlamadan önce ofisime gidelim." Gabrielle, Yolanda'nın cam duvarlı odas ına kadar bir sis bulutunun içinde yürüdüğünü hissetti. Yolanda, onu oturtup bir bardak su verdi. Gülümsemeye çalıĢt ı. "Ġyi tarafından bak Gabs. Adayının kampanyası nalları dikti ama en azından sen paçayı kurtardın." "Sağol. Harika." Yolanda'nın sesi ciddileĢti. "Gabrielle, kendini berbat hissettiğini biliyorumm. Aday ına Mack kamyonu çarpmıĢ gibi oldu ve bana soracak olursan asla ayağa kalkamay acak. En azından bu durumu tersine çevirene kadar. KuĢkusuz kimse fotoğraflarını televizyonda yayınlamıy or. Ciddiyim. Bu iyi haber. Art ık Herney 'nin seks skandalına ihtiyacı yok. ġu anda seks hakkında konuĢmaktan çok daha baĢkanlığa yakıĢır meseleler düĢünüyor." Bu Gabrielle'ı fazla teselli etmemiĢti. "Tench'in Sexton'ın kampanyasına yasadıĢı maddi destek aldığı iddiaların gelince..." Yolanda baĢını iki yana salladı. "ġüpheliyim. Neyse ki Herney olums uz kampanyac ılık yapmamak konusunda oldukça ciddi. Ayrıca bir rüĢ vet soruĢturması ülke için kötü olur. Ama Herney ulusun moralini bozmamak uğruna, rakibini ezme Ģansından vazgeçecek kadar vatans ever mi? Tahminimc e Tench, seni kork utmak amacıyla Sexton'ın aldığı maddi yardımlar hakkındaki gerçekleri abarttı. Senin gemiyi terk edip BaĢkan'a bedavadan bir seks skandalı hazinesi vermen umuduyla kumar oynadı ve itiraf etmen gerekir ki Gabs, bu gece Sexton'ın ahlak anlay ıĢını sorgulamak için mükemmel bir gece olurdu!" 287
Gabrielle belli belirsiz baĢını salladı. Seks skandalı, Sexton'ın altından asla kalkamayacağı bir darbe olurdu... hiçbir zaman. "Ona karĢ ı koydun Gabs. Marjorie Tench oltay a getirmeye çalıĢtı ama sen yutmadın. Artık serbestsin. BaĢka seçimler de olacak." Neye inanac ağını art ık bilemey en Gabrielle hafifçe baĢını salladı. Yolanda, "Itiraf etmek gerekir ki, Beyaz Saray Sexton'ı fena oyuna getirdi. NASA konusunu açtı, senatöre düĢüncelerini itiraf ettirdi ve tüm yumırrtalarını NASA sepeti ne doldurmaya zorladı," dedi. Gabrielle, hepsi benim suçum, diye düĢündü. "Ve az önce seyrettiğimiz duyuru, Tanrım, dâhiceydi! KeĢfin önemi bir tarafa, yapımcılık adına bir Ģahaserdi. Kuzey Kutbu'ndan canlı yayın bir Michael Tolland belgeseli. Yüce Tanrım, insan bununla nas ıl yarıĢ ır? Herney bu akĢam turnayı gözünden vurdu. Adam boĢuna BaĢkan olmadı." Ve dört yıl daha öyle olacak... Yolanda, "IĢe geri dönmeliyim Gabs," dedi. "Burda istediğin kadar oturabilirsin. Ayakların yere bass ın." Yolanda kapıya yöneldi. "Tatlım birkaç dakika sonra geri gelirim." ġimdi tek baĢına kalan Gabrielle suyundan bir yudum aldı, ama tadı bayattı. Her Ģey öyle geliyordu. Kendine geç en yılki NASA basin konferansını -uzay istasyonu baĢarısızlıkları, X-33'ün ertelenmesi, Mars 'a gönderilen insansız uzay roketlerinin baĢarısızlığı, sürekli bütçe açıklarını hatırlatarak rahatlamaya çalıĢırken, hepsi benim suçum, diye düĢündü. Daha farklı nasıl davranabileceğini sorguladı. Kendi kendine, daha farklı yapabileceğin hiçbir Ģey yoktu, dedi. HerĢeyi doğru yapt ın. Sadece silah geri tepmiĢti. 74 Deniz Kuvvetleri helikopteri SeaHawk, gizli operasyon statüsüyle Grönland'daki Thule Hava Kuwetleri Üssü'nden havalandı. Okyanusun yetmiĢ mil açığında fırt ınayı yararak ilerlerken, radar menzilinin dıĢ ında alçaktan uçuyordu. Ama sonra kendilerine verilen beklenmedik bir emirle fırt ınayla boğuĢan pilotlar helikopteri okyanusun üstünde koordinatları önceden belirlenmiĢ bir noktaya göt ürdüler. Yardımcı pilot aklı karıĢmıĢ bir sesle, "Randevu nerde?" diye sordu. Helikopt eri kurtarma vinciyle getirmeleri söylendiğinden, bir arama kurt arma operasyonu yapacaklarını sanıyordu. "Bunun doğru koordinatlar olduğuna emin misin?" Çırpınt ılı denizi helikopterin ıĢ ığıyla taradı ama aĢ ağıda hiçbir Ģey yoktu, bir tek Ģey dıĢında... "Lanet olsun!" Yerinde sıçray an pilot, kumanda kolunu geriye çekti. KarĢılarına, dalgaların aras ından siyah bir çelik dağı çıkmıĢtı. IĢaretsiz dev bir denizalt ı köpüklerin üstünde yükseliyordu. Pilotlar huzursuzca gülüĢtüler. "Sanırım bunlar onlar." Emir verildiği üzere, nakil radyo sessizliğinde gerçekleĢtirilecekti. Geminin üstündeki çift kapı aç ıldı ve bir denizci onlara iĢaret feneriyle sinyal gönderdi. Bunun ardından denizalt ının üstüne gelen helikopter, yukarı çekilebilen kabloya bağlı üç kauçuk halkadan oluĢan, üç kiĢilik kurtarma takımı sarkıttı. AltmıĢ saniye içinde bilinmeyen üç "akrobat" pervanenenin aĢağı iten etkisine karĢı yavaĢça yükselerek, helikopterin altında sallanmay a baĢlamıĢtı. Yardımcı pilot, onları içeri çektiğinde -iki erkek ve bir kadın- pilot denizaltıya "tehlike geçti" iĢareti gönderdi. Saniyeler içinde dev gemi denizin altında kayboldu ve geriye orada bulunduğuna dair hiç iz bırakmadı. 289 Yolcular güvenle helikoptere bindikten sonra, pilot helikopteri n burnunu aĢağı verdi ve görevini tamamlamak üzere güneye doğru hızlandı. Fırtına yaklaĢmak üzereydi ve bu üç yabancının nakil yolculuğu için Thule HK Ü'ye sağ salim taĢınması gerekiyordu. Nereye gideceklerin dair pilotun hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği emirlerin yüksek yerden geldiği ve çok kıymetli bir yük taĢıdığıydı. 75 Tüm kuvvetiyle NASA habiküresine es en Milne frrtınası sonunda koptuğunda kubbe, buzdan havalanıp denize fırlamaya haz ırmıĢçasına sallandı. SabitleĢtirici çelik kablolar gerilip, dev gitar tel leri gibi titreĢirken hüzünlü bir uğultu çıkardılar. DıĢarıdaki jeneratörler tekleyince, ıĢıklar dev salonu kör karanlığa gark etmek istercesine titreĢti. NASA Müdürü Lawrence Ekstrom, kubbede uzun ad ımlarla yürüyordu. Buradan bu gece çık ıp gitmeyi diliyordu ama bunu yapamayacaktı. Bir gün daha kalıp sabah basin konferans ı verecek ve göktaĢ ının Washington'a nakledilmesi için gerekli hazırlıkları denetleyecekti. ġu anda, biraz uyku kadar istediği baĢka
Ģey yoktu; günün beklenmedik sorunları onu fazlasıyla yı pratmıĢtı. Ekstrom'un akl ı yine Wailee Ming'e, Rac hel Sexton'a, Norah Mangor'a, Michael Tolland'a ve Corky Marlinson'a gitmiĢti. Bazı NASA çalıĢanları bu sivillerin kayıp olduklarını fark etmey e baĢlamıĢlardı. Ekstrom kendi kendine, sakin ol, dedi. Her Ģey kontrol alt ında. Derin nefes alarak, kendine Ģu anda gezegendeki herkesin NASA ve uzay heyecanı yaĢadığını hat ırlattı. Düny a dıĢ ı yaĢam, 194Tdeki "Roswell olayından" beri heyecan verici bir konu olmamıĢtı. Roswell, New Mexico'ya düĢ en sözde uzay gemisi, bugün bile milyonlarca UFO komplo teorisyeni nin tapınağıydı. Ekstrom Pentagon'da çal ıĢtığı yıllarda, Roswell olayının aslında Moğol Projesi denilen gizli bir askeri operasyon -Rus atom denemelerini dinlemek için tasarlanan bir casus balonun test uçuĢu- sırasında yaĢanan kazadan baĢka bir Ģey olmadığını öğrenmiĢti. Test sıras ında bir prototip rotas ından ç ıkarak, New Mexico çölüne düĢmüĢtü. Ne yazık ki enkazı askerlerden önce bir sivil bulmuĢtu. Radikal sentezli neopren ve hafif metalleri daha önce gördüğü hiçbir Ģeye benzetemeyen masum çiftçi William Brazel hemen Ģerifi aramıĢtı. Tuhaf enkaz ın hikâyesi gazetelerde boy gösterince, halkın ilgisi hızla artmıĢtı. Ordu enkaz ın kendilerine ait olduğunu inkâr edince, muhabirler soruĢturmaya baĢlamıĢ ve Moğol Projesi 'nin gizliliği tehlikeye girmiĢti. Tam casus balon meselesi ort aya çıkacakken, harika bir Ģey oldu. Medya beklenmedik bir sonuca vardı. Bu fütürist hurdanın ancak dünya dıĢ ındaki bir kaynaktan gelebileceğine karar verdiler; bilimsel açıdan insanlardan daha geliĢmiĢ yaratıklardan. Ordunun bu olayı inkâr etmesinin tek bir nedeni olabilirdi; uzaylılarla temas kurulduğunu örtbas etmek için! Bu yeni hipoteze ĢaĢırıp kalan Hava Kuvvetleri, hediyede kusur aramayacaktı. Uz aylı hikâyesini alıp götürdüler; uzaylıların New Mexico'yu ziyaret ettiğinden Ģüphelenilmesi ulusal güvenliğe, Rusların Moğol Projesi'ni öğrenmesinden daha küçük bir tehdit oluĢturuyordu. Sözde uzaylı hik âyesini körüklemek isteyen istihbarat dünyas ı Roswell olayını gizlilik içinde yayarak, "güvenlik sızıntıları" yaratmaya baĢladılar. Uzaylılarla temas kurulduğuna dair söylentiler, saklanan uzay gemileri, hatta hükümetin uzaylı cesetlerini buz üstünde sakladığı Dayton's Wright -Patterson Hava Kuwetleri Üssü'ndeki gizemli bir "18. Hangar". Tüm dünya hikâyeyi yuttu ve Roswell fırtınas ı dünyayı kasıp kavurdu. O günden beri bir sivil ne zaman yanlıĢlıkla geliĢmiĢ bir ABD askeri uçağı fark etse, istihbarat dünyas ı aynı eski komployu gündeme getiriyordu. O bir uçak değil, uzay gemisi! 291 Ekstrom bu basit aldatmac anın bugün hâlâ iĢe yaradığını görmekten hayret duyuyordu. Medya her UFO gözlemlendiği haberini yayınladığında Ekstrom gülmekten kendini alamıyordu. Büyük ihtimalle Ģanslı bir sivil, UK O'nun Global Hawks diye bilinen insans ız keĢif uçaklarından birini -gökyüzündeki baĢka hiçbir Ģeye benzemeyen, uzaktan kumandalı uzun uçaklar- görmüĢ oluyordu. Ekstrom turistlerin hâlâ ellerinde video kameralarla akĢamları gökyüzünü taramak için New Mexico'ya gitmelerini acınası buluyordu. Arada sırada Ģans içlerinden birinin yüzüne güler ve kanıt cinsinden UFO görüntüleri kaydederdi; gökyüzünde yanıp sönen, Ģimdiye dek insanoğlunun ürettiği tüm uçaklardan daha fazla hareket kabiliyetine sahip ve daha hızlı parlak ıĢ ıklar. Elbette insanların anlamadığı Ģey, hükümetin üretebildikleriyle insanların bildikleri arasında on iki yıllık bir fark bulunmas ıydı. Bu UFO gözlemcileri aslında 51. Bölge'de geliĢtirilen -pek çoğu NASA mühendislerinin Ģaheseri- gelecek nesil ABD uçaklarından görüyorlardı. Tabi ki istihbarat yetkilileri bu yanlıĢ kanıyı asla düzeltmiyorlardı; ABD ordusunun as ıl uçuĢ kapasitesini öğrenmelerindense insanların bir baĢka UFO gözlemi hakkında haber okumaları tercih ediliyordu. Ekstrom, ama artık her Ģey değiĢti, diye düĢündü. Birkaç saat sonra dünya dıĢı yaĢam, efsane olmaktan çıkıp sonsuz a dek doğrulanmıĢ bir gerçek haline gelecekti. Arkasından koĢturan bir NASA teknisyeni, "Müdür bey?" dedi. "GTH'den acil aranıyorsunuz." Ekstrom içini çekerek döndü. Bu Ģimdi ne olabilir ki? HaberleĢme konteynerine yöneldi. Teknisyen yanında acele ediyordu. "GTH'de radar baĢ ındakiler merak ediyorlar efendim..." "Evet?" Ekstrom'un aklı hâlâ baĢka yerdeydi. "Nükleer denizaltı buranın aç ıklarında mı efendim? Bize neden bahs etmediğinizi merak ediyorduk." Ekstrom baĢını kaldırıp baktı. "Anlamadım?" "Denizalt ı efendim. En azından radardaki çocuklara söyleyebilirdiniz. Sahil güvenliğini anlıyoruz ama radar ekibimizi hazırlıksız yakaladı." Ekstrom olduğu yerde durdu. "Ne denizaltıs ı?"
Müdürün ĢaĢırmasını beklemediği anlaĢılan teknisyen de durdu. "Denizalt ı, operasyonumuzun bir parças ı değil mi?" "Hayır! Nerde?" Teknisyen güçlükle yutkundu. "YaklaĢık üç mil açıkta. Radarda Ģans eseri yakaladık. Yüzeye sadece bir iki dakikalığına ç ıktı. Oldukça büyük bir görüntüydü. Nükleer denizaltı olmalı. Bize söylemeden, Deniz Kuvvetleri'nden operasyonu izlemesini istediğinizi düĢündük." Ekstrom bakakalmıĢtı. "Kesinlikle öyle bir Ģey yapmadım!" Artık teknisyenin sesi titriyordu. "ġey, efendim, o halde sanırım denizalt ının hemen sahilin açıklarında bir helikopterle buluĢtuğunu size bildirmeliyim. Personel nakli gibi görünüyor. Aslında kim böyle bir fırtınada bu iĢe kalkıĢır diye düĢünüyorduk." Ekstrom tüm kaslarının gerildiğini hissetti. Ellesmere Adası aç ıklarında benim bilgim dıĢında bir denizalt ının ne iĢi var? "BuluĢmadan sonra helikopterin ne yöne gittiğini gördünüz mü?" "Thule Hava Kuwetleri Üssü'ne geri döndü. San ırım karadan baĢka bir araca nakil yapılacak." Ekstrom GTH'ye gidene kadar baĢka hiçbir Ģey söylemedi. Karanlık yere girdiğinde, hattaki boğuk sesin tanıdık bir tınıs ı vardı. ࢮKonuĢurken öksüren Tench, "Bir sorunumuz var," dedi. "Rachel Sexton'la ilgili." 293 76 Senatör Sexton yumruklama sesini duyduğunda, ne süredir boĢluğa baktığının farkında değildi. Kulaklarındaki gümbürtünün alkolden değil de dairesinin kapısından geldiğini anladığında koltuğundan kalkıp, Courvoisier ĢiĢesini elinden bıraktı ve antreye yürüdü. Hiç ziyaretçi kabul edec ek havada olmayan Sexton, "Kim o?" diye seslendi. Korumasının sesi, Sexton'ın beklenmedik misafirinin kimliğini belirledi. Sexton o anda kendine geldi. Bu çok hızlı oldu. Sexton bu konuĢmayı sabaha kadar yapmamayı umuyordu. Derin bir nefes alıp saçlarını düzelterek kapıy ı açtı. KarĢıs ındaki yüz fazlasıyla tanıdıkt ı: yetmiĢ küsur yaĢına rağmen güçlü ve sert. Sexton, onu bir otel garajındaki beyaz Ford Windstar minivanda daha bu sabah görmüġtü. Sexton, sahi bu sabah mıydı, diye düĢündü. O zamandan bu yana iĢler ne kadar da değiĢmiĢti. Siyah saçlı adam, "Ġçeri girebilir miyim?" diye sordu. Sexton kenara çekilerek, Uzay Sınırları Vakfı BaĢkanı'na geçmesi için yol açtı. Sexton kapıy ı kapat ırken adam, "Toplantı iyi geçti mi'?" diye sordu. Iyi geçti mi? Sexton, adam acaba fanusta mı yaĢ ıyor, diye düĢündü. "BaĢkan televizyona çıkana kadar her Ģey mükemmel gidiyordu." YaĢlı adam hoĢnutsuz bir ifadeyle baĢını salladı. "Evet. Ġnanılmaz bir zafer. Davamıza büyük zarar verecek." Davamıza zarar mı verecek? IĢte iyimser biri. NASA'nın bu akĢamki zaferinden sonra, Uzay Sınırları Vak fı özelleĢtirme hedefine ulaĢamadann adam çoktan ölüp de gömülürdü. YaĢlı adam, "Yıllarca bunun yakında kanıtlanacağını düĢünüp durdum dedi. "Nasıl ve ne zaman olacağını bilmiyordum ama er geç bunu öğrenecektik." Sexton sersemlemiĢti. "Yani ĢaĢırmadınız mı?" sexton'ın çalıĢma odasına doğru yürümeye baĢlay an adam, "Evrenin matematiği baĢka hayat biçimlerinin var olmasını gerektiriyor," dedi. "Bu keĢfe ĢaĢırmadım. Duy gusal anlamda etkilendim. Manen dehĢete düĢtüm. Siyasi açıdan rahatsız oldum. Bundan daha kötü bir zamanlama olamazdı." Sexton, adamın neden geldiğini merak etti. Onu neĢelendirmek için gelmediği ortadaydı. Adam, "Bildiğin gibi," dedi. "USV üye Ģirketleri uzay ın sınırlarını özel k ıĢilere açma gayesiyle milyonlar harcadılar. Son günlerde bu paranın büyük kısmı senin kampanyana gitti." Sexton birden savunmaya geçmiĢti. "Bu akĢamki fiyasko benim kontrolumde değildi. Beyaz Saray NASA'ya saldırmam için bana yem att ı." "Evet. BaĢkan oyununu iyi oynadı. Ama yine de belki her Ģey kaybedilmemiġtir." YaĢlı adamın gözlerinde tuhaf bir umut ıĢılt ısı vardı. Sexton, adam bunamıĢ, diye karara vardı. Her Ģey kesinlikle kaybedilmiĢti. ġu anda televizyondaki tüm kanallar Sexton'ın kampanyasının mağlubiyetinden bahsediyordu. ÇalıĢma odasına giren adam koltuğa oturdu ve yorgun gözlerini senatöre dikt i.
"NASA'nın ilk baĢlarda YGS uydusundaki hatalı yazılımlarla yaĢadığı sorunları hatırlıyor musun?" dedi. Sexton lafın sonunun nereye varac ağını tahmin edemiyordu. Bu Ģimdi neyi değiĢtirir? YGS fosil içeren lanet olas ı birgöktaġ ı buldu! Adam, "Eğer hatırlıyorsan," dedi. "Uydudaki yazılım ilk baĢlarda doğru düzgün çalıġmıyordu. Sen basında bundan çok bahsetmiĢtin." Adamın karĢ ısına oturan Sexton, "Öyle de yapmam gerekiyordu!" dedi. "NASA'nın baĢka bir baĢarısızlığıydı!" 295 Adam baĢ ını salladı. "Katılıyorum. Ama kısa süre sonra NASA yapt ığı basin konferansıyla çaresini bulduklarını duyurdu; yazılıma bir yama yapılmıĢtı." Sexton basin konferansını izlememiĢti, ama kısa, sade ve pek de kayda değer olmadığını duymuĢtu. YGS Proje lideri, anomali saptama yazılımındaki ufak bir hat ayı NASA'nın nasıl giderip, her Ģeyi yoluna koyduğunun saçma sapan teknik açıklamas ını yapmıĢtı. Adam, "YaĢadığı baĢarıs ızlığın ardından YGS'yi ilgiyle takip edip durdum," dedi. Bir video kaseti çıkarıp, Sexton'ın televizyonuna yürüdü ve bandı videoy a yerleĢtirdi. "Bu senin ilgini çekecektir." Kaset oynamaya baĢladı. Washington merkezdeki NASA basin odas ını gösteriyordu. Iyi giyimli bir adam podyuma çık ıp, dinleyicileri selamladı. Podyumun altında Ģöyle yaz ıyordu: CHRIS HARPE R, Bölüm Müdürü Kutupsal Yörüngeli Yoğunluk Tarayıc ı Uydu (YGS) Chris Harper uzun boylu, zarif bir adamd ı ve hâlâ köklerine bağlı bir A vrupalı Amerik alının asaletiyle konuĢuyordu. Bilgili ve kibar bir aksanı vardı. YGS hakkında baz ı kötü haberler verirken, basına kendinden emin bir tavırla hitap ediyordu. "YGS uydusu yörüngede ve iyi çalıĢıyor olmas ına rağmen, uydudaki bilgisayarlarda ufak bir aksaklık yaĢıyoruz. Sorumluluğunu üstüme aldığım, ufak bir programlama hatas ı. FIR filtresinin hatalı bir dizini var, bu da YGS 'nin anomali saptama yazılımının düzgün çalıĢmadığı anlamınt geliyor. Düzeltmeye çalıĢıyoruz." NASA'nın hayal kırıklıklarına alıĢkın olduğu anlaĢılan kalabalık içini çekti. Birisi, "Uydunun mevcut etkinliği aç ısından bu ne anlama geliyor?" diye sord u. Harper bir profesyonel gibi cevapladı. Kendinden emin ve dürüst. "IĢleyen beyni olmayan mükemmel bir çift göz düĢünün. Aslında YGS uydus u mükemmel görüyor ama ne gördüğü hakk ında hiçbir, fik ri yok. YGS'nin fırlat ılmas ının amacı kutup buzullarındaki eri miĢ cepleri aramak ama YGS 'nin tarayıc ılardan aldığı yoğunluk verilerini tahlil edecek bilgisayar olmadan, YGS ilgilenmesi gereken noktaları ay ırt edemez. Bir sonraki mekik seferiyle uydudaki bilgisayarda iyileĢtirmeleri yaptıktan sonra durumu düzeltmiĢ olacağız." Odada hayal kırıklığı homurtuları yükseldi. YaĢlı adam, Sexton'a göz attı. "Kötü haberleri ne kadar hoĢ sunuyor, öyle değil mi?" Sexton, "NASA'da çal ıĢıyor," diye mırıldandı. "Onların iĢi bu." Bir süre boĢ ekran gösteren video kaseti, bir baĢka NASA basin konferansına geçti. YaĢlı adam, Sexton'a, "Bu ikinci basin konferansı birkaç hafta önce verildi," dedi. "Gece oldukça geç saatlerde. Çok az kiĢi gördü. Bu sefer Dr. Harper iyi haberleri sunuyor." Görüntü gelmiĢti. Bu kez Chris Harper endiĢeli ve darmadağın görünüy ordu. "NASA'nın YGS uydusundaki yazılım sorununu giderdiğini duyurmaktan mutluluk duyuyorum," derken sesi memnuniyetten çok uzaktı. Sorunun nas ıl giderildiğini anlatırken lafı diline doluyordu. YGS'den alınan ham verilerin yönlendi rilerek, uydudaki YGS bilgisayarı yerine yeryüzündeki bilgisayarlara gönderilmesiyle ilgili bir Ģeyler. Herk es etkilenmiĢ gibiydi. Kulağa olas ı ve heyecan verici geliyordu. Harper konuĢmay ı bitirdiğinde odadakiler coĢkuyla alkıĢladılar. Dinleyicilerden biri, "Peki yakında veri almaya baĢlayacak mıyız?" diye sordu. Harper ter içinde baĢ ını salladı. "Birkaç haftay a kadar." Daha fazla alkıĢ aldı. Odada bazı eller havaya kalkmıĢtı. Kâğıtlarını toparlarken hasta gibi görünen Harper, "ġimdilik size söyleyecekleri m bu kadar," dedi. "YGS yörüngede ve çalıĢıyor. Yakındaveri almaya baĢiayacağız." Adeta sahneden koĢarak ayrıldı. 297 Sexton yüzünü buruĢturdu. Bunun tuhaf olduğunu itiraf etmek zorunday dı. Chris Harper kötü haberi verirken neden o kadar kendinden emin, iyi haberi verirken de o denli huzursuzdu? Tam tersi olmalıy dı. Sexton yazılımın düzeltildiği haberini okumuĢ olsa da, yayınlandığı sirada bu basin konferansını
seyretmemiĢti. O sırada bu iyileĢtirme haberi önemsiz bir NASA kurtuluĢu gibi görünmüĢtü; halkın kanıs ı değiĢmemiĢti. YGS iyi çalıĢmayan ve mükemmel sayılmayacak bir çözümle tuhaf biçimde yama yapılan baĢka bir NASA projesi. YaĢlı adam televizyonu kapattı. "NASA o gece Dr. Harper'ın kendini iyi hissetmediğini iddia etti." Durdu. "Ben Harper'ın yalan söylediğini düĢ ünüyorum." Yalan mı? Harper'ın yazılım hakkında neden yalan söyleyebileceğine mantıklı bir aç ıklama getiremeyen Sexton bakakaldı. Sexton yaĢadığı süre boyunca, kötü bir yalanc ıyı tanıyacak kadar çok yalan söylemiĢti. Harper'ın gerç ekten Ģüphe çekici göründüğünü itiraf etmek zorundaydı. YaĢlı adam, "Belki de fark etmedin," dedi. "Az önce Chris Harper'dan dinlediğin bu duyuru, NASA tarihindeki en önemli tek basin konferansıydı." Durdu. "Az önce anlattığı o yazılım iyileĢtirmesi sayesinde YGS göktaĢını buldu." Sexton afallamıĢtı, "Ve onun yalan söylediğini düĢünüyors un ha?" "Ama eğer Harper yalan söylediyse ve YGS yazılımı aslında çalıĢmıyorsa, o zaman NASA göktaĢ ını hangi cehennemden buldu?" YaĢlı adam gülümsedi. "Kesinlikle." 77 ABD ordusunun, uyuĢturucu ticareti tutuklamaları sırasında ele geçirilen "repo" uçakları filosu, aralarında askeri VIP'leri taĢımak için kullanılan üç yenilenmiĢ G4'de dahil olmak üzere, düzinelerc e özel uçaktan oluĢuyordu. Yarım saat önce bu G4'lerden biri Thule pistinden havalanıp fırt ınada kendine yol açarak, Kanada semalarından Washington'a doğru güneye dönmüĢtü. Sekiz koltuklu kabinde kendilerinden baĢka kimse bulunmayan Rachel Sexton, Michael Tolland ve Corky Marlinson, U.S.S. Charlotte mavi tulum ve berelerinin içinde, darmaduman olmuĢ bir tür spor takımına benziyorlardı. Grumman motorların gürült üsüne rağmen Corky Marlinson arka taraft a uyuyakalmıĢtı. On taraft aki koltukta oturan Tolland, pencereden denize bakarken bitap görünüyordu. Onun yanında oturan Rachel, sakin görünmesine rağmen uyuyamayacağını biliyordu. Zihni gizemli göktaĢı ve en önemlisi de, ölü odas ında Pickering'le yaptığı görüĢmeyle meĢguldü. Bağlant ıyı sona erdirmeden önce Pickering, Rac hel'a rahatsız edici iki haber daha vermiĢti. Bunlardan ilki, Marjorie Tench'in elinde, Rachel'ın Beyaz Saray çalıĢanlarına verdiği kiĢisel ifadenin bir video kaydı bulunmas ıydı. Tench, Rac hel göktaĢ ı verileri hakkındaki görüĢlerini değiĢtirmeye kalkıĢırsa bu kaydı delil olarak kullanmakla tehdit ediyordu. Bu haber özellikle kaygı vericiydi, çünkü Rachel , Zach Herney 'ye çalıĢanlara yaptığı bilgilendirmenin sadece Beyaz Saray içinde kullanılmas ı hususunu üstüne basa bas a belirtmiĢti. GörünüĢ e bakılırsa Zach Herney bu talebe kulak asmıyordu. Ikinci rahatsızlık verici haber, babasının akĢamüstü CNN'de katıldığı tart ıĢmayla ilgiliydi. AnlaĢ ıldığı kadarıyla Marjorie Tench niyetini belli etmeden Rachel'ın babas ını NASA karĢıt ı tutumunu aç ıkça ortaya dökmesi için ustalıkla oyuna getirmiĢti. Daha da önemlisi Tench, onu, dünya dıĢında yaĢam izlerine asla rastlanmayacağı konus undaki Ģüphelerini açıklayacak Ģekilde kandırmıĢtı. Kellemi keserim mi? Pickering, ona, NASA dünya dıĢ ında yaĢam bulursa babasının böyle yapacağını söylediğini anlamıĢtı. 299 Rachel, Tench'in bu lafları babas ının ağzından almay ı nas ıl baĢardığını düĢündü. AnlaĢılan Beyaz Saray sahneyi özenle hazırlıyordu. Sexton'ın büyük devriliĢine hazırladığı domino taĢlarını acımasızca dizmiĢti. BaĢkan ve Marjorie Tench bir tür siyasi güreĢ takımı gibi ölümcül müsabakay ı düz enlemiĢlerdi. BaĢkan tüm asaletiyle ringin dıĢında kalırken, Tench sahneye çık arak sinsice kandırdığı senatörü baĢkanlık nakavt ına haz ırlamıĢtı. BaĢkan, Rachel'a, verilerin doğruluğunu teyit edec ek zamanı kazanmak için, NASA'dan keĢif duyurusunu ertelemelerini istediğini söylemiĢti. Rachel Ģimdi bu bekleme süresinin baĢka avantajları olduğunu anlıyordu. Bu süre Beyaz Saray'a, senatörün kendini asac ağı ipi uzatmas ına imkân sağlamıĢtı. Rachel, babasına karĢı sempati duymuyordu ama art ık BaĢkan Herney 'nin s ıcak ve neĢeli görünt üsünün altında vahĢi bir köpekbalığı yattığını anlay abiliyordu. Öldürme içgüdüsü olmadan kimse dünyanın en güçlü adamı olamazdı. ġimdi as ıl soru, bu köpekbalığının masum bir seyirci mi yoksa aktif bir oyuncu mu olduğuydu. Rachel ayağa kalkıp bacaklarını esnetti. Uçağın koridorunda yürürken, bulmacanın parçalarının birbiriyle çeliĢtiğini düĢününce hüsrana uğradı. Düz mant ığıyla tanınan Pickering, göktaĢının sahte olabileceği sonucuna varm ıĢtı. Corky ile Tolland ise, bilimsel kanıtlarla göktaĢının gerç ek olduğu konusunda ısrar etmiĢlerdi. Rachel ise sadece gördüğü kadarını biliyordu; buzdan çıkart ılan kömürleĢmiĢ ve fosilleĢmiĢ bir
taĢ. Corky'nin yanından geçerken, buzda çektiği iĢkencelerle hırpalanmıĢ astrofizikçiye göz attı. Yanağındaki kabarıklık Ģimdi biraz inmiĢti ve dikiĢler iyi görünüy ordu. Horlayarak uyurken, disk Ģeklindeki göktaĢı örneğini sanki güvenlik örtüsü gibi tombul elleriyle kavramıĢtı. Rachel uzanıp, göktaĢı örneğini nazikçe elinden aldı. Havaya kaldırip, bir kez daha fos illeri inceledi. Her Ģeyi baĢtan almak için kendini zorlayarak, tüm varsayımları bir kenara bırak diye düĢündü. Gerçekleme zincirlerini yeniden kur. Bu eski bir UKO hilesiydi. Her Ģeyi unutup, bir ispatla mayı yeniden kurmak, "sıfır baĢlangıc ı" diye bilinen bir yöntemdi; parça lar birbirine uymadığında tüm veri analizcileri bu yöntemi kullanırdı. Ispatlamayı yeniden oluĢtur. Tekrar yürümeye baĢladı: Bu taĢ dünya dıĢında yaĢam olduğunun kanıt ı mı? Kanıt ın, üstüne daha fazla kesin ifadenin eklendiği, kabul edilir bilgilerden oluĢan gerçekler piramidine dayandırılmıĢ bir sonuç olduğunu biliyordu. Tüm varsayımları bir kenara bırak. BaĢtan baĢla. Elimizde ne var? Bir taĢ. Bir süre bunları zihninde tarttı. Bir taĢ. FosilleĢmiĢ yaratıklar içeren bir taĢ. Uçağın ön tarafına geri yürüyerek, Michael Tolland'ın yanındaki koltuğuna oturdu. "Mike, haydi bir oyun oy nayal ım." BaĢını pencereden çeviren Tolland'ın kendi dûĢünc elerine daldığı anlaĢılıyordu. "Oyun mu?" GöktaĢı örneğini ona uzattı. "Bu fosilleĢmiĢ taĢı ilk defa gördüğünü varsayalım. Sana bunun nerden geldiğini ve nas ıl bulunduğunu anlatmadım. Bana bunun ne olduğunu söylerdin?" Tolland kederle içini çekti. "Sorman çok tuha f Ben de az önce düĢünüyordum..." Rachel ile Tolland'ın yüzlerce mil altında garip görünüĢlü bir uçak, boĢ okyanusun üstünde güneye doğru alçaktan uçuyordu. Uçaktaki Delta Gücü sessizdi. Daha önce de bölgelerden alelacele alınmıĢlardı ama asla böyle değil. Idarecileri çok öfkelenmiĢti. 301 Delta-Bir, idareciye buzuldaki beklenmedik olaylar sebebiyle ekibinin güç kullanmaktan baĢka seçeneğinin kalmadığını bildirmiĢti. Rachel Sexton ile Michael Tolland da dahil olmak üzere dört sivili öldüren bir güç. Idareci duydukları karĢısında sarsılmıĢtı. Öldürmek, son çare olarak yetkilendirilmiĢ bir eylem olsa da, idarecinin planına dahil olmadığı kesindi. Suikastlerin planlandığı gibi gitmediğini öğrendikten sonra, idarecinin hoĢnutsuzluğu açık bir öfkeye dönüĢmüĢtü. Idareci, "Takımın baĢarıs ız oldu!" diye köpürürken, erdiĢi sesi öfkesini maskeleyemiyordu. "Dört hedefinizden üçü hâlâ hayatta!" Delta-Bir, imkânsız, diye düĢündü. "Ama biz gördük..." "Bir denizaltıyla bağlant ı kurdular ve Ģimdi Washington'a doğru yol alıyorlar." "Ne!" Idarecinin sesi öldürecek kadar sertti. "Iyi dinle. Sana yeni emirler veriyorum. Ve bu sefer baĢ arısız olmayacaksın." 78 Senatör Sexton, beklenmedik misafirini asansöre kadar geçirirke n içinde küçük bir umut belirmiĢti. AnlaĢılan o ki, USV baĢkanı, Sexton'ı cezalandırmaya değil, onu gayretlendirmeye ve savaĢın henüz bitmediğini söylemeye gelmiĢti. NASA zırhındaki olas ı bir çatlak. Tuhaf NASA basin konferans ının video kaydı, Sexton'u adamın haklı olduğuna ikna etmeye yetmiĢti. YGS görev direktörü Chris Harper yalan söylüyordu. Ama niye? V e eğer YGS yazılımını asla düzeltmediyse, NASA göktaĢını nasıl buldu? Asansöre doğru yürürlerken yaĢlı adam, "Bazen tek bir ipi çekmekle koca bir düğüm çözülebilir. Belki NASA zaferini kendi içinden çökertmenin bir yolunu bulabiliriz. Güven sars acak bir karalama yeter. Nereye gidebileceğini kim bilir?" dedi. YaĢlı adam yorgun gözlerini Sexton'a dikmiĢti. "Pes edip ölmeye niyetim yok senatör. Ve eminim sizin de öyle." Kararlı bir sesle konuĢan Sexton, "Elbette yok;" dedi. "Geri dönemeyecek kadar i lerledik."
Adam asans öre binerken, "Chris Harper YGS'yi tamir ettikleri konusunda yalan söyledi," dedi. "Nedenini öğrenmek zorunday ız." Sexton, "Bu bilgiyi mümkün olduğunca çabuk edineceğim," dedi. Doğru adam elimde. "Güzel. Geleceğin buna bağlı." Sexton dairesine geri dönerken adımları biraz daha canlı, kafası biraz daha sakindi. NASA, YGS hakkında yalan söyledi. Tek sorun, Sexton'un bunu nasıl kanıtlayacağıydı. Gabrielle Ashe'i düĢünmeye baĢlamıĢtı bile. ġu anda her neredeyse, herhalde kendini bok gibi hissediyordu. Gabrielle hiç Ģüphesiz basin konferansını görmüĢtü, Ģimdi bir uçurumun kenarından kendini aĢağı bırakmayı planlıy or olmalıydı. NASA'yı Sexton'ın kampanyas ının ana teması haline getirme fikri, Sexton'ın kariyerindeki en büyük hata olmuĢtu. Sexton, bana borçlu, diye düĢündü. Ve bunu biliyor. Gabrielle NASA sırlarını öğrenmekteki ustalığını çoktan kanıtlamıĢtı. Sexton, bir bağlantıs ı var, diye düĢündü. Haftalardır içeriden bilgi alıy ordu. Gabrielle'ın ismini aç ıklamadığı bazı bağlant ıları vardı. YG S hakkında bilgi edinebileceği bağlantılar. Ayrıca, Gabrielle bu akĢam yeterin c mahcup olmuĢtu. Borcunu ödemesi gerekiyordu ve Sexton, yeniden kendisinin beğenisini kazanmak için Gabrielle'ın her Ģeyi yapabileceğini düĢünüyordu. Sexton evinin kapısına vardığında, koruması baĢıyla selam verdi. "Ġyi geceler senatör. Sanırım Gabrielle'ın içeri girmesine izin vermekle doğru olanı yapt ım, öyle değil mi? Sizinle mutlaka konuĢması gerektiğini söylemiĢti." 303 Sexton duraksadı. "Anlamadım?" "Bayan Ashe? AkĢamın erken saatlerinde size verecek önemli bilgiler getirmiĢti. Bu yüzden içeri girmesine izin verdim." Sexton vücudunun gerildiğini hissetti. Dairesinin kapıs ına baktı, adam neden bahsediyor böyle? Korumanın yüzünde ĢaĢkınlık ve kaygı dolu bir ifade belirdi. "Senatör, iyi misiniz? Hatırlıyorsunuz, öyle değil mi? Gabrielle toplant ı esnasında gelmiĢti. Sizinlc konuĢtu, öyle değil mi? KonuĢmuĢ olması gerek Ġçerde bir süre kaldı." Uzun süre bakak alan Sexton, nabz ının yükseldiğini hissetti. Bu moron gizli bir USV toplantısı sıras ında Gabrielle'ı dairemden içeri mi aldı? Içeride dolaĢıp, sonra da tek kelime etmeden gitti mi? Sexton, Gabrielle'ın neler duyduğunu sadece tahmin edebiliyordu. Öfkesini bastırarak, korumaya zoraki bir tebessüm etti. "Ah evet ! Üzgünüm. Çok yoruldum. Biraz da içki içtim. Bayan Ashe ile gerçekten konuĢtuk. Doğru olanı yaptın." Koruma rahatlamıĢ gibiydi. "Ayrılırken nerey e gittiğini söyledi mi?" Koruma baĢ ını iki yana salladı. "Çok acelesi vardı." "Tamam, teĢckkürler." Sexton burnundan soluyarak dairesine girdi. Verdiğim talimatlar ne kadar anlaĢılmaz olabilir? Ziyaretçi yok! Eğer Gabrielle herhangi bir süre içeride kalıp, tek kelime etmeden gittiyse, duymamas ı gereken Ģeyleri duymuĢ demekti. Bu gece ne gece oldu ama. Senatör Sexton her Ģeyin ötesinde, Gabrielle Ashe'in güvenini kaybetmeyi göze alamayacağını biliyordu; kadınlar aldat ıldıklarını hissettiklerinde kin bileyip aptalca davranırlardı. Sexton'ın onu geri getirmesi gerekiyordu. Bu gece, her zamankinden fazla kendi tarafında olmas ı lazımdı. 79 ABC televizyon stüdyolarının dördüncü katındaki Gabrielle Ashe, Yolanda'nın cam duvarlı ofisinde tek baĢına oturmuĢ, yıpranmıĢ halıya bakıyordu. Her zaman içgüdülerine güvenmek ve kime güveneceğini bilmekle övünürdü. ġimdi ise, Gabrielle yıllardır ilk defa kendini yalnız hissediyor, ne tarafa döneceğini bilemiyordu. Cep telefonunun sesi, bakıĢlarını halıdan ayırdı. Gönülsüzce telefonu eline aldı. "Gabrielle Ashe." "Gabrielle, benim." Senatör Sexton'ın, olanlara rağmen ĢaĢ ılacak derecede sakin gelen sesini hemen tanımıĢtı. "Burda feci bir gece geçirdik," dedi. "Biraz anlat ayım. BaĢkan'ın konferans ını gördüğüne eminim. Belki de yanlıĢ ata oynadık. Bunu düĢünmek beni hasta ediyor. Kendini suçluyor olabilirsin. Bunu yapma. Kim tahmin edebilirdi? Senin hatan değil. Her neyse, dinle. Sanırım sırtımızı yeniden doğrultmanın bir yolunu
biliyorum." Sexton'ın neden bahsettiğini hayal bile edemeyen Gabrielle ay ağa kalktı. Bu, beklediği bir tepki değildi. Sexton, "Bu akĢam bir toplantım vardı," dedi. "Özel uzay Ģirketlerinin temsilcileriyle. Ve..." Bunu itiraf etmesine ĢaĢıran Gabrielle, "Var mıydı?" diye ağzından kaçırdı. "Yani... hiç haberim yoktu." "Evet, önemli bir Ģey değil. Senden kat ılmanı isteyecektim ama bu adamlar gizlilik konus unda çok hassaslar. Ġçlerinden bazıları kampanyama para bağıĢında bulunuyor. Bunu reklam etmek istemiyorlar." Gabrielle elinin kolunun kesildiğini hissetti. "Ama... bu yasadıĢı değil mi?" 305 "YasadıĢ ı mı? Elbette hay ır! Tüm bağıĢlar iki bin doların altında. Küçük meblağlar. Bu adamlar fazla iĢimize yaramazlar ama yine de Ģikayetlerini dinliyorum. Geleceğe yatırım diyelim. Bu konuda sessiz kal çünkü samimi olmak gerekirse, dıĢardan pek hoĢ görünmüy ordu. Beyaz Saray öğrenecek olursa, gereksiz yere uzat ırdı. Her neyse, bak, asıl bu değil. Bu akĢamki toplant ıdan sonra USV baĢkanıyla konuĢtuğumu söylemek için aradım..." Bir süre boy unca, Sexton hâlâ konuĢtuğu halde, Gabrielle'ın tüm yapabildiği utançla yüzüne hücum eden kanın sesiydi. Onun en ufak imada bulunm asına gerek kalmadan senatör serinkanlılıkla, akĢam özel uzay Ģirketleriyle yaptığı toplant ıyı itiraf etmiĢti. Tamamen yasal. Gabrielle'ın yapmayı düĢündüğü Ģey! Tanrı'ya Ģükür, Yolanda, onu durdurmuĢtu. Az daha Marjorie Tench'in gemisine atlıyordum! Senatör, "...ve ben de bu yüzden USV baĢkanına," diyordu. "Bu bilgiyi bizim için öğrenebileceğini söyledim." Gabrielle sohbet e geri döndü. "Peki." "Geçtiğimiz aylarda NASA'yla ilgili bilgileri aldığın içerdeki bağlant ından bahs ediyorum. Herhalde temasınız devam ediyordur?" Marjorie Tench. Gabrielle, muhbirin onu baĢtan beri avucunun içinde oynattığını senatöre söyleyemeyeceğini biliyordu. "Eee... sanırım," diye yalan söyledi. "Güzel. Bazı bilgileri öğrenmeni istiyorum. Hemen." Gabrielle dinlerken, son zamanlarda Senatör Sedgewick Sexton'ı ne kadar hafife aldığını fark etti. Gabrielle, onunla çalıĢmay a baĢladığından bu yana adamın ihtirası törpülenmiĢti. Ama bu akĢam geri dönmüĢtü. Kampanyası ölümün nefesini ensesinde hissettiği anda, Sexton bir karĢ ı saldırı haz ırlığına geçiyordu. Ve bu uğurs uz yola onu Gabrielle soktuğu halde, o cezalandırmıyor, yaptıklarını telafı etmesi için bir Ģans tanıyordu. Ve Gabrielle telafi edecekti. Her ne pahas ına olursa olsun. 80 V'ılliam Pickering ofis penceresinden Leesburg Otoyolu' ndaki araba farlarına bak ıyordu. Burada, dünyanın tepesinde tek baĢına dururken genellikle onu düĢünürdü. Tüm bu güce rağmen... onu kurtaramadım. Pickering'in kızı Diana, küçük bir Deniz Kuwetleri kurtarma gemisinde dümencilik eğitimi alırken K ızıl Deniz 'de ölmüĢtü. Gemisi, güneĢli bir akĢamüstü limana demirlemiĢti. Patlayıcılarla ve iki intihar komandosuyla yüklü küçük tekne usulca limana girip, geminin gövdesine çarparak patlamıĢtı. O gün Diana Pickering ile birlikte on üç genç Amerikan askeri öldürülmüĢt ü. William Pickering harap olmuĢtu. Bu acı onu haftalarca kahretmiĢti. Terörist saldırıyı, CIA 'nın yıllardır aray ıp da bulamadığı bilindik bir örgütün düzenlediği öğrenilince, Pickering'in üzünt üsü intikam hırsına dönüĢmüĢtü. CIA merkezine gidip, sorularına cevap istemiĢti. Aldığı cevapları hazmetmesi zordu. GörünüĢ e göre CIA aylar önce bu örgüte baskın yapmaya hazırlanmıĢtı. Teröristlerin Afganistan'da saklandığı dağlara bombalı bir saldırı dwz enleyebilmek için yüksek çözünürlü uydu fotoğraflarını bekliyorlardı. Bu fot oğraflar, Vortex 2 kod adlı, 1.2 milyar dolarlık UKO uydusu tarafından çekilecekti. Fırlatma rampas ında, NASA fırlatma tertibatı yüzünden patlayan uydu. NASA kazası yüzünden CIA saldırısı ertelenmiĢ ve Diana Pickering ölmüĢtü. Pickering'in mant ığı ona NASA 'nın doğrudan sorumlu olmadığını söylüyor ama kalbi unutmakta zorlanıyordu. Patlama hakkında yapılan soruĢturma, yakıt enjeksiyonundan sorumlu NASA mühendislerinin bütçeyi aĢmamak için ikinci kalite malzeme kullanmak zorunda kaldığını ortaya çıkarmıĢtı. 307 Lawrence Ekstrom bir basin konferans ında, "Ġnsansız uçuĢlarda NASA en çok maliyet kâr oranı ile mücadele ediyor. Bu olayda itiraf etmem gerekir ki, en iyi sonuçlar alınmadı. Bu konuyu araĢtıracağız,"
demiĢti. En iyi mi? Diana Pickering ölmüĢtü. Bunun dıĢ ında, casus uydu gizli olduğundan halk hiçbir zaman, NASA'nın 1. 2 milyar dolarlık bir UK O Projesi'ni yok ettiğini ve pek çok Amerikalının hayat ına mal olduğunu öğrenememiĢti. "Efendim?" Sekreterinin dahili telefondan gelen ses i Pickering'i ürkütmüĢtü. "Birinci hat. Marjorie Tench arıyor." Sersemliği üstündcn atan Pickering telefona baktı. Yine mi? Birinci hattın yanıp sönen ıĢ ığı öfkeli bir telaĢın habercisi gibiydi. KaĢlarını çatan Pickering çağrıya cevap verdi. "Ben Pickering." Tench'in sesi öfkeden kuduruyordu. "Size ne dedi?" "Anlamadım?" "Rachel Sexton, sizinle bağlantı kurdu. Size ne söyledi? Tanrı aĢkına bir denizaltıdaydı! Bunu açıklay ın!" Pickering gerçeği inkâr etmenin ihtimal dahilinde olmadığını biliyordu; Tench ev ö devini yapıyordu. Onun Charlotte'ı öğrenmesine ĢaĢırmıĢtı ama bazı cevapları alana kadar ağırlığını kullandığı belli oluyordu. "Evet Bayan Sexton, benimle temasa geçti." "Onu aldırtmıĢsınız. Ve beni aramadınız?" "Nakil arac ı ayarladım. Bu doğru." Rachel Sexton, Michael Tolland ve Corky Marlinson'ın yakınlardaki Bollings Hava Kuvvetleri Üssü'ne inmelerine iki saat kalmıĢtı. "Ve buna rağmen bana haber vermemeyi tercih ettiniz, öyle mi?" "Rachel Sexton çok rahatsız edici bazı suçlamalarda bulundu." "GöktaĢının gerçekliğiyle... ve hayatına yönelik saldırıyla ilgili, öyle değil mi?" "ve diğer Ģeyler." "Yalan söylediği ortada." "Hikâyesini destekleyen iki kiĢiyle birlikte olduğunun fark ındasınız değil mi?" Tench duraksadı. "E vet. En kaygı verici olan da bu. Beyaz Saray onların iddialarından endiĢe duy uyor." "Beyaz Saray mı? Yoksa bizzat siz mi?" Tench'in sesi jilet gibi keskindi. "Sizin de bildiğiniz gibi direktör, bu hiç fark etmez." Pickering etkilenmemiĢti. Istihbarat camiası üstünde baskı kurmak isteyen yaygarac ı politikacılarla yardımcılarına yabancı değildi. Ama çok azı Marjorie Tench kadar ileri giderdi. "BaĢkan, beni aradığınızı biliyor mu?" "Samimi söylüyorum direktör, bu saçma sapan sözlerle e ğlenebilmeniz beni çok ĢaĢırttı. Soruma cevap vermediniz." "Bu insanların yalan söylemeleri için hiçbir mant ıklı sebep göremiyorum. Ya gerçeği söylediklerini ya da masum bir hata yapt ıklarını düĢ ünmek zorundayım." "Hata mı? Saldırı iddiaları mı? NASA'nın hiç görmedigi göktaĢı verilerinde hata olması mı? Lütfen! Belli ki bu bir siyasi tuzak." "Öyleyse bile sebeplerini anlayamıy orum." Tench ağır ağır içini çekip, sesini alçalttı. "Direktör, burda fark ında olmayabilec eğiniz güçler devreye girmiĢ durumda. Bunu daha sonra uzun uzadıya görüĢürüz ama Ģ u anda Bayan Sexton'la digerlerinin nerde olduklarını bilmem gerek. Kalıcı bir zarar vermeden önce bu iĢin aslını öğrenmek zorundayım. Nerdeler?" "Bu bilgiyi paylaĢmakta sakınca görüyorum. Onlar vardıktan sonra sizinle temas kuracağım." 309 "YanlıĢ. Vardıklarında onları karĢılamak üzere orda olacağım." Pickering, sen ve acaba beraberinde kaç Gizli Servis ajanı, diye düĢ ündü. "Nereye ve hangi saatte varacaklarını size bildirirsem, dost gibi görüĢme fırsatımız olacak mı, yoksa onları tutuklamak için özel bir ordu gönderme niyetindesiniz?" "Bu kiĢiler BaĢkan'a doğrudan tehdit oluĢturuyor. Onları alıkoyup sorgulamak için Beyaz Saray'ın her türlü hakkı var." Pickering, onun haklı olduğunu biliyordu. BirleĢik Devletler Ana Yasası'nın 18. Maddesi, 3056. Fıkrası gereğinc e, ABD Gizli Servisi'nin, kiĢinin BaĢkan'a yönelik ağır suç veya herhangi bir saldırıda bulunduğundan ya da niyet ettiğinden Ģüphelendiğinde, ateĢli silahlar taĢıma, öldürücü güç kullanma ve "gerekçesiz" tutuklamalar yapmaya yetkisi vardı. Servise kay ıtsız Ģartsız yetki verilmiĢti. Tutuklananlar aras ında Beyaz Saray önündeki aylaklar ve tehdit
içerikli e-posta göndererek Ģaka yapan ok ul çocukları da vardı. Gizli Servis'in Rachel Sexton ile di ğerlerini Beyaz Saray 'ın bodrumuna tıkıp, sonsuza dek orada tutabileceğinden hiç Ģüphesi yoktu. Tehlikeli bir oyun olacaktı ama Tench belli ki, tehlikenin daha büyük olduğunu düĢ ünüyordu. Asıl soru, Pickering kont rolü Tench'in eline almasına izin verirse ne olacağıydı. Cevabını öğrenmeye hiç niyeti yoktu. Tench, "BaĢkan'ı yalan suçlamalardan korumak için ne gerekirse yapacağım," dedi. "Suikast iması Beyaz Saray'la NASA'ya kara bir leke sürec ektir. Rachel Sexton, BaĢkan'ın ona karĢ ı olan güvenini suüstimal etti ve BaĢkan'ın bunun bedelini ödemesini seyretmey e hiç niyetim yok." "Peki ya Rachel Sexton'ın resmi bir soruĢturmada davas ını sunmasına izin verilmesini talep edersem?" "O zaman ona lanet olası bir siyasi karmaĢa yarat abileceği plat form haz ırlamıĢ ve baĢkanlık emrini göz ardı etmiĢ olursunuz ! Size bir kez daha soruy orum direktör. Onları nereye uçuruyorsunuz ?" Pickering derin derin içini çekti. Marjorie Tench'e uçağın Bollings Hava Kuwetleri Üssü'ne ineceğini söylese de söylemese de, öğrenmenin bir yolunu bulacağını biliyordu. Asıl soru, bunu yapıp yapmayacağıydı. Kadının sesindeki kararlılıktan pes etmeyeceğini sezinledi. Marjorie Tench korkuyordu. Pickering son derec e anlaĢ ılır bir sesle, "Marjorie," dedi. "Birisi bana yalan söylüyor. Bundan eminim: Ya Rachel Sexton ile iki sivil bilim adamı ya da sen. Ben senin yalan söylediğini düĢünüyorum." Tench patladı. "Nasıl cüret..." "Hakaretlerini duymuyorum, bu yüzden kendine sakla. NASA ve Beyaz Saray'ın bu gece yalan yayın yaptığına dair elimde kesin kanıtlar olduğunu bilmek istersin." Tench aniden sustu. Pickering, onu bir süre ĢaĢkınlığıyla baĢ baĢa bıraktı. "Ben de senin kadar siyasi bir kriz yaĢanmasını istemiyorum. Ama yalan söylendi. Yalanın omrü uzun olmaz. Sana yardım etmemi istiyorsan, bana karĢ ı dürüst davranmalısın." "Tench'in sesi öfkeli fakat kaygılı geliyordu. "Eğer yalan söylendiğinden bu kadar eminsen, neden ortaya çıkmadın?" "Siyasi meselelere karıĢmıyorum." Tench "bok" dermiĢ gibi bir Ģey mırıldandı. "Bana BaĢkan'ın bu akĢamki duy urusunun tamamiyle doğru olduğunu mu söylemeye çalıĢıyorsun Marjorie?" Hatta uzun bir sessizlik oldu. Pickering, onu ikna ettiğini anlamıĢtı. "Dinle, ikimiz de bunun patlamaya haz ır bir saatli bomba olduğunu biliyoruz. Ama çok geç değil. UzlaĢabiliriz." Tench birkaç saniye hiçbir Ģey söylemedi. Sonunda içini çekti. "GörüĢmemiz lazım." Pickering içinden, gol, diye geçirdi. Tench, "Sana göstermem gereken bir Ģey var," dedi. We sanırım bu konuyu biraz olsun ay dınlatacaktır." "Ofisine geliyorum." TelaĢla, "Hay ır," dedi. "Geç oldu. Buraya gelmen endiĢeleri artt ırır. Bu meselenin aram ızda kalmasını tercih ederim." Pickering satır aralarını okudu. BaĢkan bu konuyla ilgili hiçbir Ģey bilmiyor. "Buraya gelebilirsin," dedi. Tench'in sesi Ģüpheliydi. "Daha tenha bir yerde buluĢalım." Pickering de öyle tahmin etmiĢti. Tench, "Beyaz Saray'dan FDR anıtına ulaĢmak kolay," dedi. "Gecenin bu saatindc boĢ olur." Pickerinb bunu düĢündü. FDR anıt ı Ģehrin son derece güvenli bölümünde, Jefferson ve Lincoln anıtlarının aras ındaydı. Uzun bir düĢünme payının ardından Pickering kabul etti. Tench kapatırken, "Bir saat sonra," dedi. We yalnız gel." Marjorie Tench telefonu kapar kapamaz NASA Müdürü Ekstrom'u aradı. Kötü haberi verirken sesi gergindi. "Pickering sorun çıkarabilir." 81 Gabrielle Ashe, ABC yapım odas ında Yolanda Cole'un masas ının baĢında durup, bilinmeyen numaraları ararken yeni ümitlerle doluy du. Sexton'ın bahs ettiği iddialar eğer doğruysa, büyük bir potansiyeli vardı. YGS hakkında NASA yalan mı söyledi? Gabrielle sözü geçen bas ın konferansını görmüĢtü. Hatırlay ınca gerçekten tuhaf bulduğunu düĢ ündü. Ama tamamen unutmuĢtu; birkaç hafta önce YGS önemli bir mesele değildi. Ama bu gece YGS meselenin ta kendisiydi. ġimdi Sexton'ın içeriden alınacak bilgilere ihtiyacı vardı, hem de hemen. Bu bilgi için Gabrielle'ın
"muhbirine" güveniyordu. Gabrielle elinden geleni yapacağı konusunda senatöre güvence vermiĢti. Ama elbette sorun muhbirinin asla faydası dokunmayacak Marjorie Tench olmasıydı. Bu yüzden Gabrielle'ın bilgiyi baĢka Ģekilde öğrenmesi gerekiyordu. Telefondaki ses, "Bilinmeyen numaralar," dedi. Gabrielle, ona ne istediğini anlattı. Operatör Washington'da yaĢayan üç Chris Harper numaras ıyla geri döndü. Gabrielle numaraların her birini denedi. Ilk telefon bir hukuk firmas ına aitti. Ikincisi cevap vermedi. Üçüncüs üyse Ģimdi çalıyordu. Ilk çalıĢta telefona bir kadın cevap verdi. "Harperların evi." Gabrielle elinden geldiğince nazik bir sesle, "Bayan Harper?" dedi. "Umarım sizi uyandırmamıĢımdır." "Elbette hayır! Bu gece kimsenin uy uyacağını sanmıyorum." Sesi heyecanlıydı. Gabrielle arkadan gelen televizyon sesini duyabiliyordu. GöktaĢı hikâyesi. "Samrım Chris'i aradınız?" Gabrielle'ın nabzı hızlandı. "E vet bayan." "Üzgünüm ama Chris burda değil. BaĢkan'ın duyurusu biter bitmez ofise gitti." Kadın kendi kendine güldü. "Tabi, yapılacak bir iĢ olduğunu sanmıyorum. Herhalde parti yapıyorlardır. Bu duyuru onu hayli ĢaĢırttı tahmin edersiniz. Herkesi olduğu gibi. Telefonumuz gece boyunca çaldı. Bahse girerim tüm NASA ekibi Ģimdi ordadır." Kadının NASA genel merkezinden bahsettiğini düĢünen Gabrielle, "E Caddesi'ndeki kompleks mi?" diye sordu. "Evet ya. Parti Ģapkanı yanına al." "TeĢekkürler. Kendisini orda bulurum." 313 Gabrielle telefonu kapattı. Yapım odas ına koĢup, göktaĢı hakkında yorum yapmak üzere olan bir grup uzay bilimi uzmanını yayına haz ırlamayı henüz bitiren Yolanda'yı buldu. Gabrielle'ın geldiğini görünc e Yolanda gülümsedi. "Daha iyi görünüyorsun," dedi. "Burdaki umut ıĢığını görmeye mi baĢladın?" "Az önce senatörle konuĢtum. Bu akĢamki toplant ısı sandığım gibi değilmiĢ." "Tench'in sana oy un oynadığını söylemiĢtim. Senatör göktaĢı haberlerini nasıl karĢ ıladı'?" "Sandığımdan daha iyi." Yolanda ĢaĢırmıĢ görünüyordu. "ġimdiye kadar kendini bir otobüsün önüne atar sanıyordum." "NASA verilerinde bir sorun olabileceğini düĢünüy or." Yolanda Ģüpheyle homurdandı. "Benim izlediğim basin konferans ının aynını mı izlemiĢ? Ġnsan daha fazla ne kadar onay ve tasdik ihtiyacı duyar?" "Bir Ģeyi öğrenmek için NASA'ya gidiyorum." Yolanda'nın kalemle boyanmıĢ kaĢları, kavis çizerek havaya kalktı. "Senatör Sexton'ın sag kolu NASA genel merkezine mi gidecek? Hem de bu gece?" Gabrielle, Yolanda'ya Sexton'ın, YGS bölüm müdürü Chris Harper'ın YGS anomali yazılımını onardıkları konusunda yalan söylediğinden Ģüphelendiğini anlattı. Yolanda'nın inanmadığı anlaĢılıyordu. "O basin konferansini biz üstlenmiĢtik Gabs ve itiraf ederim ki, Harper o gec e kendinde değildi ama NASA it gibi hastalandığını söyledi." "Senatör Sexton yalan söylediğine ikna olmuĢ. Diğerleri de öyle. Güçlü kimseler." "YGS anomali saptama yazilımı onarılmadıysa, YGS göktaĢının yerini nasıl tespit etti?" Gabrielle içinden, Sexton da aynen böyle düĢünüyor, diye geçirdi. "Biliyorum. Ama senatör baz ı cevapları almamı istiyor." Yolanda baĢ ını iki yana salladı. "Sexton gerçek olam ayacak hayallerle seni eĢekarısı kovanına gönderiyor. Gitme. Ona hiçbir Ģey borçlu değilsin." "Kampanyas ının içine eden benim." "Kampanyas ının içine eden talihsizlikti." "Ama eğer senatör haklıysa ve YGS bölüm müdürü gerçekten yalan söyledyse..." "Tatlım, eğer YGS bölüm müdürü dünyaya yalan söylediysc, gerçeği sana söyleyeceğine seni inandıran nedir?" Bunu düĢünen Gabrielle çoktan plan kurmaya baĢlamıĢtı. "Orda bir hikaye yakalarsam seni arayacağım." Yolanda Ģüpheli bir ifadeyle kahkaha attı. "Orda bir hikaye yakalarsan, kellemi keserim."
82 Bu taĢ hakkında bildiğin her Ģeyi aklından çrkart. Michael Tolland göktaĢı hakkında kendi huzur bozucu düĢünceleriyle boğuĢurken, Rachel'ın kurcalayıc ı soruları bu meseleyle ilgili kaygılarını arttırdı. Elindeki taĢ dilimine baktı. Birisinin sana bunu verip, nerede bulundu ğu veya ne olduğu hakkında hiç aç ıklama yapmadığını farz et. Ne sonuca varırdın? Tolland, Rachel'ın sorusunun hileli olduğunu biliyordu ama yine de etkili bir tahlil yöntemi sayılırdı. Habik üreye geldikten sonra kendisine sunulan verilerin önyargılarından kurtulan Tolland, fosillerle ilgili yaptığı analizlerin tek bir ön bilgiyle Ģekillendiğini itiraf etmek zorundaydı: içinde fosillerin bulunduğu taĢın bir göktaĢ ı olduğu. 315 Kendi kendine, peki ya bana göktaĢından bahsetmemiĢ olsalardı, diye düĢündü. Hâlâ baĢka aç ıklama bulamamas ına rağmen Tolland, varsayımsal açıdan "göktaĢ ını" önerme olmaktan çıkartınca, karĢısına çıkan sonuç onu tereddüde düĢ ürdü. ġimdi Tolland ile Rachel, onlara katılan uyku sersemi C orky Marlinson'la beraber bu konuyu tartıĢ ıyorlardı. Rachel, "Demek ki Mike," dedi. "Birisi bu fosilleĢmiĢ taĢı sana ne olduğu hakkında hiçhir açıklamada bulunmadan verse, dünyay a ait olduğu sonucuna varırsın." Tolland, "Elbette," diye yanıt verdi. "BaĢka hangi sonuc a varabilirdim? Daha önce keĢfedilmemiĢ bir yeryüzü türü bulunduğunu düĢünmek, dünya dıĢında yaĢam bulunduğunu düĢünmekten daha kolay akla geliyor. Bilim adamları her yıl düzinelerce yeni tür keĢfeder." KuĢkuyla yaklaĢan Corky, "AltmıĢ santim uzunluğunda bir böcek mi?" sordu. "Bu büyüklükte bir böceğin dünyalı olduğunu mu düĢünecektin." Tolland, "Belki bu zamana ait değil," diye cevap verdi. "Ama türlerin Ģu an yaĢıyor olmaları Ģart değil. Bu bir fosil. 190 milyon yaĢında. Bizdeki Jura dönemine rastlıyor. FosilleĢmiĢ kalınt ılarını keĢ fettiğimizde çok ĢaĢırtıc ı görünen pek çok tarih öncesi aĢırı büyük yaratık var; devasa kanatlara sahip sürüngenler, dinozorlar, kuĢlar." Corky, "Burda fızikçilik taslamak istemem Mike," dedi. "Ama iddianda ciddi bir hata yapıyorsun. Bahsettiğin tarih öncesi yaratıkların -dinozorlar, sürüngenler, kuĢlar- hepsinin iç iskeleti var, bu sayede dünyadaki yerçekimine rağmen büyük boy utlara ulaĢabiliyorlar. Ama bu fosil..." Örneği eline alıp, havay a kaldırdı. "Bunların dıĢ iskeleti var. Bunlar eklembacaklı. Böcek. Bu büyüklükte bir böceğin anc ak düĢük yerçekimli ortamlarda bulunabileceğini sen söylemiĢtin. Aksi takdirde, dıĢ iskelet kendi ağırlığıyla çöker." Tolland, "Doğru," dedi. "Yeryüzünde yürüyecek olsalardı bu tür kendi ağırlıkları altında ezilirlerdi." Corky'nin kaĢları öfkeyle çatıldı. "ġey, Mike, bir mağara adamı yerçekimsiz bir bit çiftliği iĢletmediyse, altmıĢ santimlik bir böceğin dünyalı olduğu sonucuna nasıl varıyors un anlayamadım." Corky'nin böylesi basit bir noktay ı kaçırdığını gören Tolland, içten içe güldü. "Aslına bakarsan baĢka bir ihtimal daha var." YaklaĢarak, gözlerini arkadaĢına dikti. "Corky, sen yukarı bakmaya alıĢkınsın. AĢağı bak. Burda, dünyada da büyük bir yerçekimsiz ortam var. Ve tarih ö ncesi zamanlardan beri varlığını sürdürüyor." Corky sadec e bakıy ordu. "Sen neden bahs ediyors un?" Rachel da ĢaĢırmıĢ görünüyordu. Tolland pencereden, aĢağıda ay ıĢığının aydınlattığı pırıltılı denizi iĢaret etti. "Okyanus." Rachel hafif bir ıslık çaldı. "Elbette." Tolland, "Su, yerçekiminin az olduğu bir ört amdır," diye açıkladı. Suyun altında her Ģey daha hafiftir. Okyanus, karada asla yaĢayamayacak devasa hassas bünyeleri destekler: denizanas ı, dev kalamar, müren balıkları." Corky kabul eder gibi oldu. "Iyi ama tarih öncesi okyanuslarda asla dev böcekler yaĢamadı." "Elbette yaĢadı. Doğrusu hâlâ da yaĢıyor. Insanlar her gün onlardan yiyiyor. Pek çok ülkede çok lezzetli kabul ediliyorlar." "Mike, kim dev deniz böceklerini yer?" "Istakoz, yengeç ve karides yiyen herkes." Corky bakakalm ıĢtı. Tolland, "Kabuklular, dev deniz böcekleridir," d ıye açıkladı. "Eklembacaklılar filumunun bir altfamilyasıdır. Bitler, yengeçler, örümc ekler, haĢereler, çekirgeler, akrepler ve ıstakozlar, bunların hepsi aynı türden. Bunların hepsi eklemli uzant ılara ve dıĢ iskeletlere sahip türler." Corky hastalanm ıĢa benziyordu. 317 Tolland, "Sınıflandırma bakımından, böceğe çok benzerler," dedi. "At nalı yengeci dev t ribolitleri andırır.
Ve ıstakoz pençeleri, büyük bir akrep kıskacına benz etilebilir." Corky yemyeĢil oldu. " Tamam, içim dıĢım ıstakoz oldu." Rachel büyülenmiĢ gibiydi. "O zaman karadaki eklembacaklılar yerçekimi küçük kalmalarını gerektirdiği için büyüyemiyor. Ama su vücutlarını taĢıdığı için çok büyük boyutlara ulaĢabiliyorlar." Tolland, "Kesinlikle," dedi. "Eğer elimizde yeterli fosil delil olmasaydı, Alaska kral yengecini dev bir örümcekle karıĢt ırıp yanlıĢ sınıflandırma yapabilirdik." Rachel'ın heyecanı yerini kaygıya bırakıyor gibiydi. "Mike, göktaĢının görünürdeki gerçekli ğini unutarak bana tekrar söyler misin. Sence Milne'de gördüğümüz fosiller okyanustan gelmiĢ olabilir mi? Dünya okyanuslarından?" Tolland, onun bak ıĢlarındaki ciddiyeti ve sorusunun gerç ek manas ını sezinlemiĢti. "Varsayım yapacak olursam, evet demek zorundayım. Okyanus tabanında 190 milyon y ıllık bölümler var. Fosillerle aynı yaĢta. Ve teorik açıdan, okyanuslarda buna benz er yaĢam biçimleri barınmıĢ olabilir." Corky, "Ah lütfen!" diye küçümsedi. "Duyduklar ıma inanamıyorum. GöktaĢının gerçekliğini unutmak mı? GöktaĢı inkâr edilemez. Dünyada okyanus tabanı bu fosillerle aynı yaĢta olsa bile, füzyon kabuk, anormal miktarda nikel ve gökkumu içeren bir okyanus taban ımız yok. Bir hiçe ümit bağlıyorsunuz.' Corky'nin haklı olduğunu biliyordu ama Tolland fosillerin deniz ya ratıkları olduğunu düĢ ününce onları gözünde büyütmekten vazgeçmiĢti, Artık daha tanıdık geliyorlardı. Rachel, "Mike;" dedi. "Neden NASA'daki bilim adamlarından hiçbiri bu fosillerin okyanus yaratıkları olabileceğini düĢünmedi? BaĢka bir gezegendeki okyanustan bile olabilirler?" "Aslında iki sebepten ötürü. Pelajik fosil örnekleri -okyanus tabanındakiler- birbirine karıĢmıĢ bir sürü türleri barındırır. Okyanus tabanının üstündeki binlerce metreküplük dünyada yaĢayan her canlı, sonunda ölüp dibe çökecektir. Bu da okyanus tabanının, tüm derinlik, basınç ve ıs ı ortamındaki türlerin bir mez arlığı haline geldiği anlamına geliyor. Ama Milne'deki örnek temizdi; tek bir tür vardı. Daha çok çölde bulunabilecek bir Ģey gibi. Kum fırt ınasında gömülen benzer hay van familyas ı mesela." Rachel baĢını salladı. We deniz değil de kara diye tahmin edilmesinin ikinci sebebi?" Tolland omuzlarını silkti. "Içgüdüsel. Bilim adamları daima, uzayda bir nüfus yaĢıyorsa, bunun böcek nüfusu olabileceğine inandılar. Ve gözlemlediğimiz kadarıyla, uzayda sudan çok toz ve taĢ var." Rachel susmuĢtu. Tolland, "Yine de..." diye ekledi. ġimdi Rachel, onu düĢündürmeye baĢlamıĢtı. "Okyanus bilimcilerin okyanus tabanında, ölü bölge dedikleri baz ı çok derin kıs ımlar bulunduğunu da itiraf etmeliyim. Bu yerleri tam olarak bilmiyoruz ama akıntıların ve besin kaynaklarının orda hiçbir canlının yaĢamas ına izin veremey eceği bölgeler. Dipte yaĢayan birkaç çöpçü hariç. Bu noktadan bak ıldığında, sanırım tek türden oluĢan bir fosil aslında tamamen imkânsız değil." Corky, "Alo?" diye homurdandı. "Füzyon kabuğu hat ırlıyor musun? Orta düzeydeki nikel içeriğini? Gökkumlarını? Bunları neden tartıĢ ıyoruz ki?" Tolland cevap vermedi. Rachel, Corky'ye, "Nikel içeri ği meselesi," dedi. "Bana bunu bir daha aç ıklasana. Yeryüzündeki taĢlarda nikel ya çok yüksek ya da çok düĢük miktarlarda bulunuy or ama göktaĢlarındaki nikel içeriği özel bir orta seviyede, öyle değil mi?" 319 Corky baĢ ını aĢağı yukarı salladı. "Tam olarak." "Ve bu örnekteki nikel içeriği tam da bu birimleriarasında." "Çok yakın, evet." Rachel ĢaĢırmıĢtı. "Dur bakalım. Yakın mı? Bu ne anlama geliyor? Corky çileden çıkmıĢa benziyordu. "Daha önce de açıkladığım gibi tüm meteorit mineralojileri farklıdır. Bilim adamları yeni meteor buldukça, göktaĢları için kabul edilebilir nikel içeriği hesaplamalarını güncelleĢtirmemiz gerekiyor." Rachel örneği havaya kaldırırk en sersemlemiĢ gibiydi. "Yani bu göktaĢı sizi, kabul edilebilir nikel içeriğini yeniden değerlendirmeye mi mecbur etti? Daha önceki orta karar nikel aralığının dıĢında mıydı?" Corky, "Çok az," diye öfkeyle homurdandı. "Neden kimse bundan bahsetmedi?" "Önemli bir mesele değil. Astrofizik, sürekli kendini yenileyen dinamik bir bilimdir." "Çok önemli bir analiz sıras ında mı?" Corky can sık ıntıs ıyla, "Bak," dedi. "Bu örnekteki nikel içeriğinin elimizdeki diğer göktaĢlarına, dünya taĢlarından çok daha yakın olduğuna seni temin ederim." Rachel, Tolland'a döndü. "Sen bunu biliyar muy dun?"
Tolland isteksizce baĢını salladı. O sırada önemli bir mesele gibi görünmemiĢti. "Bana bu göktaĢındaki nikel oranının, diğer göktaĢlarındakinden biraz daha fazla olduğu söylenmiĢti ama NASA'lı uzmanlar aldırmıyarlardı." Corky, "Çok da iyi bir sebepleri vardı!" diye araya girdi. "Burdaki mineralojik kanıt, nikel oranının göktaĢlarındakine benz emesi değil, dünyadakilere kesinlikle benzememesi." Rachel baĢını iki yana salladı. "Üzgünüm ama benim iĢimde bu, insanların ölümüne sebep olan bir mantık hatasıdır. Bir taĢın dünyadakilere benzemediğini söylemek onun göktaĢı olduğunu kanıt lamaz. Bu sadece dünyada gördüğümüz hiçbir Ģeye benz emediği anlamına gelir." "Lanet olası fark nedir?" Rachel, "Hiç," dedi. "Dünyadaki bütün taĢları gördüysen Ģayet." "Corky bir süre sessiz kaldı. Sanunda, "Peki," dedi. "Eğer sinirlerini bozuyorsa nikel içeriğini dikkate alma. Hâlâ kusursuz bir füzyon kabuk, gökkumları var." EtkilenmemiĢe benzeyen Rachel, "Tabi," dedi. "Üçte iki fena say ılmaz..." 83 NASA genel merkezi, Washington D. C.'deki E Caddesi'nde bulunan camdan dev bir dört gendi. Binada üç yüz kilometreden fazla veri kablos u ve binlerce ton bilgis ayar iĢlemcisi mevcuttu. NASA'nın yıllık 15 milyar dolarlık bütçesini ve ülkedeki on iki NASA üssünde gerçekleĢtirilen günlük iĢlemleri denetleyen 1134 sivil çalıĢanı vardı. Saatin geç olmasına rağmen Gabrielle, bina giriĢinin ins anlarla dolu olmasına ĢaĢmadı. Heyecanlı medy a çalıĢanlarıyla buluĢan daha heyecanlı NASA pers aneli. Gabrielle aceleyle içeri girdi. GiriĢ, tepeden sallanan uydular ve ünlü roket kapsüllerinin tam boy kopyalarının hakim olduğu bir müzeyi andırıyordu. Televizyon çalıĢanları geniĢ mermer zemin üzerinde hak iddia ederek, kapıdan içeri giren NASA çalıĢanlarının yolunu kesiyordu. Gözleriyle kalabal ığı tarayan Gabrielle, YGS görev direktörü Chris Harper'a benzeyen kimseyi gö rmedi. Lobideki insanların yarisinda basin kart ı diğer yarısının boynunda fotoğraflı NASA kimlikleri vardı. Gabrielle'de ikisi de yoktu. NASA kimliği taĢıyan bir kadın göz üne iliĢti ve hemen onun yanına gitti 321 "Merhaba. Ben Chris Harper'ı arıyordum." Gabrielle'a tuhaf gözlerle bakan kad ın, sanki onu bir yerlerden tanıyormuĢ da çıkartamıyormuĢ gibiydi. "Dr. Harper'ı bir süre önce kalabalığın aras ından geçerken gördüm. Sanırım yukarı çıktı. Sizi tanıyor muyum?" Arkasını dönen Gabrielle, "Hayır sanmıyorum," dedi. "Yukarı nasıl çıkabilirim?" "NASA'da mı çalıĢ ıyorsunuz?" "Hayır, çalıĢmıyorum." "O halde yukarı ç ıkamazsınız." "Ah. Bir telefon var mı acaba..." Birden öfkelendiği anlaĢılan kadın, "Hey," dedi. "Kim olduğunu biliyorum. " Televizyonda seni Senatör Sexton'la görmüĢtüm. Buray a gelec ek cesareti bulduğuna..." Kalabalığın arasına karıĢan Gabrielle çoktan gitmiĢti. Kadının arkasından diğerlerine Gabrielle'ın orada bulunduğunu söylediğini duyabiliyordu. Harik a. Kapıdan içeri gireli iki saniye oldu ve en çok a rananlar listesine girdim bile. Gabrielle lobinin sonuna doğru koĢtururken, baĢını öne eğdi. Duvarda bir bina çizelgesi as ılıydı. Listede Chris Harper'ı aradı. Yoktu. Çizelgede isimlere yer verilmemiĢti. Bölümlere göre ayrılmıĢtı. Listede Kutupsal Yörüngeli Yoğunluk Taray ıcısı'yla ilgili bir Ģey ararken, YGS, diye düĢündü. Hiçbir Ģey göremedi. Omzunun üstünden bakıp da, kendisini taĢlamaya gelen öfkeli NASA çalıĢanlarını görmekten korkuyordu. Listede görebildiği tek alakalı Ģey dördüncü kattaydı: YER BILIMI PROJESI, II. EVRE Yer Gözlem Sistemi (YGS) Gabrielle baĢını kalabalığa hiç çevirmeden, asansörlerle bir su musluğuna ev sahipliği yapan girintiye yöneldi. Asansör çağırma düğmelerini aradı ama tek görebildiği ince aralıklardı. Lanet olsun. Asansörlerde güvenlik sistemi vardı; sadece anahtar kimliklere sahip çalıĢanlar kullanabiliyordu. CoĢ kuyla konuĢan bir grup genç erkek, aceleyle asansörlere ilerlediler. Boyunlarında fotoğraflı NASA kimlikleri vardı. Hemen musluğun üstüne doğru eğilen Gabrielle, arkas ınd akileri izledi. Sivilce suratlı bir adam kimliğini aralıktan geçirerek, asansörün kapıs ını açtı. BaĢını hayretle sallayıp gülüy ordu. Asansöre binerlerken, "SETI'de çal ıĢanlar herhalde çıldırmıĢtır!" dedi. "Antenleriyle yirmi yıldır iki yüz milijanskinin altında akım alanı arayıp duruyorlar ama fiziksel kanıt tüm o zaman boyunca burda,
dünyadaki buzun altında saklıymıĢ !" Asansörün kapıları kapanınca, adamlar gözden kayboldu. Gabrielle doğrulup, ağz ını kurularken ne yapacağını düĢünüyordu. Etrafına bakıp dahili bir telefon aradı. Hiçbir Ģey yoktu. Aklından birinin anahtar kartını çalmayı geçirdi ama galiba bu pek akıllıca olmayacaktı. Her ne yapacaksa, çabuk yapmas ı gerektiğini biliyordu. Lobide ilk konuĢtuğu kadının Ģimdi, yanında bir NASA güvenlik görevlisiyle kalabalığı yararak ilerlediğini görebiliyordu. ġık ve çıplak kafalı bir adam aceleyle asansörün yanına geldi. Gabrielle yine musluğun üstüne eğildi. Adam, onu fark etmiĢe benzemiyordu. Adam öne doğru eğilip, kimlik kartını delikten geçirirken Gabrielle sessizce onu izledi. Bir diğer asansörün kapıs ı açıldı ve adam içeri adımını att ı. Kararını veren Gabrielle, ne olursa olsun, diye düĢündü. Ya Ģimdi ya da hiçbirzaman. Asansör kapanırken, musluktan dönerek koĢan, Gabrielle, elini araya sıkıĢt ırıp kapıyı yakaladı. Kapılar geri aç ılınca hey ecandan parlayan yüzüyle içeri girdi. ġaĢırmıĢ olan kel adama, "Hiç böylesini görmüĢ müydün?" diye bir Ģeyler uydurdu. " Tanrım. MuhteĢem!" 323 Adam, ona tuhaf tuhaf baktı. Gabrielle, "SETI'de çalıĢanlar herhalde çıldırmıĢtır!" dedi. "Antenleriyle yirmi yıldır iki yüz milijanskinin altında ak ım alanı aray ıp duruy orlar ama fiziksel kanıt tüm o zaman boyunca burda, dünyadaki buzun altında saklıymıĢ!" Adam ĢaĢkın görünüyordu. "ġey... evet, biraz öyle..." Boynuna baktı ve kimliği ni göremeyince belli ki telaĢlandı. "Affedersiniz, siz..." "Dördünc ü kat lütfen. Öyle aceleyle geldim ki, az kalsın iç çamaĢırımı giymeyi unutuyordum!" Adamın kimliğine çarçabuk göz atarken kahkaha attı: JAMES THEISE N, Finans Yönetimi. "Burda mı çalıĢ ıyorsunuz?" Adam huzursuz görünüyordu. "Bayan Gabrielle ağzı hayretten açık kalmıĢ gibi yaptı. "Jim! Ġncindim! Bir kadını hat ırlayamadığını söylemek kadar kötüsü yoktur!" Bir an için adamın benzi attı. Mahcup bir edayla elini alnına götürmüĢtü. "Üzgünüm. Biliyorsun, tüm bu heyecan. Itiraf etmeliyim ki, çok tanıdık geliyorsun. Hangi programda çalıĢıyorsun?" Lanet olsun. Gabrielle kendinden emin bir tebessüm etti. "YGS." Adam ıĢ ığı yanan dördüncü kat düğmesini iĢaret etti. "Belli oluyor. Özellikle hangi proje demek istedim?" Gabrielle nabz ının hızlandığını hissetti. Aklına sadece bir tanesi geliyordu. "YGS." Adam ĢaĢırmıĢa benziyordu. "Gerçekten mi? Dr. Harper'ın takımındaki herkesle tanıĢtığımı zannediyordum." Utançla baĢını salladı. "Chris, beni saklıyor. Anomali tespit yazılımındaki dizini berbat eden aptal programcı benim." ġimdi kel adamın ağzı aç ık kalmıĢtı. "O sen miydin?" Gabrielle kaĢlarını çattı. "Haftalardır uyumuy ordum." "Ama Dr. Harper tüm sorumluluğu üstüne almıĢtı!" "Biliyorum. Chris böyle biri iĢte. En azından iĢleri yoluna koydu. Bu akĢamki ne büy ük bir duyuruydu ama, öyle değil mi? ġu göktaĢı. ġoktayım." Asansör dördüncü katta durdu. Gabrielle hemen d ıĢarı fırladı. "Seni görmek harikaydı Jim. Bütçedeki çocuklara en içten dileklerimi ilet !" Kapılar kapanırk en adam, "Tabi," diye kekeledi. "Seni tekrar görmek güzeldi." 84 Zach Herney kendisinden önceki birçok baĢkan gibi, geceleri dört ya da beĢ saatlik uykuyla ayakta duruyordu. Ama son birkaç haftadır, daha da azıyla yetinmiĢti. AkĢam yaĢananl arın heyecanı azalmaya baĢladığında Herney bedenine yavaĢ yavaĢ uyku çöktüğünü hissetti. Üst seviy eden baz ı çalıĢanlarıyla birlikte Roosevelt Salonu'nda Ģampanya içip, basin konferans ının tekrar gösterimlerini, Tolland belgeselinden alıntıları ve televizyon Ģebekesinin özetlerini seyredip kutlama yapıyorlardı. O sırada ekranda, elinde mikrofonuyla B eyaz Saray'ın önünde duran coĢkulu bir muhabir vardı. "NASA'nın keĢfi, insanın aklını durduracak yansımaların yanı sıra, burda Washington'da baz ı sert siyasi yansımalara neden oldu," dedi. "Bu göktaĢı fosilleri, zor durumdaki BaĢkan aç ısından daha iyi bir zamanda ort aya çıkamazdı." Biraz daha sık ıntılı bir sesle konuĢtu. "Senatör Sexton içinse daha kötü bir zamanda." Görüntüyü alarak, günün erken saatlerinde CNN'd e yapılan tartıĢmay ı tekrar yayınladılar. Sexton, "Otuz beĢ yılın ardından, sanırım artık dünya dıĢı bir yaĢam bulamayac ağımiz aġikâr," diyordu. 325
Marjorie Tench, "Peki ya yanılıy orsak?" diye karĢ ılık verdi. Sexton gözlerini devirdi. "Ah, Tanrı aĢkına, Bayan Tench, eğer yanılıyorsam kellemi keserim." Roos evelt Salonu'ndaki herkes güldü. Geriye bak ınca Tench'i senatörü köĢeye sık ıĢtırması zalimlik gibi geliyordu ama izleyiciler fark etmiĢe benz emiyordu; senatörün cevabı öylesine kibirliydi ki, sanki Sexton hak ettiğini bulmuĢ gibi olmuĢtu. BaĢkan odada Tench'i aradı. Basin konferansı öncesinden bu yana onu görmemiĢti ve hâlâ ortalarda yoktu. Tuhaf, diye düĢündü. Bu benim kadar onun da zaferi. Televizyondaki haherler bir kez daha Beyaz Saray'ın siyasi sıçrayıĢ ını ve Senat ör Sexton'ın ayağının kayıĢını özetleyerek toparlıyordu. BaĢkan, bir günde neeler değiĢiyor, diye düĢündü. Siyasette insanın dünyas ı bir anda değiĢebiliyor. ġafak sökerk en, bu düĢüncesinin ne kadar doğru olduğunu anlayacaktı. 85 Tench, Pickering sorun çckarabilir, demiĢti. Müdür Ekstrom habikürenin dıĢındaki fırtınanın azdığını fark etmeyecek kadar, öğrendiği bu yeni bilgiyle meĢguldü. Uğuldayan kabloların ses perdesi yükselmiĢti ve NASA çalıĢanları uyumak yerine etrafta dolanıp konuĢuy orlardı. Ekstrom'un zihni baĢka bir fırt ınay a tutulm Ģiddetli bir bora Washington'a doğru yol alıyordu. Son birkaç saat be berinde, Ekstı-om'un baĢa çıkmaya çalıĢt ığı sayısız sorun getirmiĢti. içlerinden biri,.diğeı- tüm sorunların toplamından daha büyüktü. Pickering sorun çıkarabilir. 326 Ekstrom'un akl ına, dünyada William Pickering'den daha kurnaz bir rakip gelmiyordu. Pickering yıllardır özelleĢtirme politikasını kontrol etmeye çalıĢarak, farklı görev önceliklerine taraftar kazanarak ve NASA'nın artan baĢarıs ızlık grafiğinden Ģikâyet ederek Ekstrom ile NASA'y ı yönetiyordu. Ekstrom, Pickering'in NASA nefretinin, fırlatma rampasındaki milyar dolarlık UKO SIGINT uydusunun kaybından veya NASA'daki güvenlik sızıntılarından ya da en iyi uzay personelini iĢe alm a yarıĢ ından çok daha derinlere dayandığını biliyordu. Pickering'in NASA'dan duyduğu hoĢnutsuzluk, devam eden bir kin ve hayal kırıklığının eseriydi. NASA'nın uzay mekiği yerine geçecek olan X-33 uzay uçağının beĢ yıl gecikmesi, düzinelerce UKO uydu bakım ve fırlatma programının iskartaya çıkmas ı vey a askıya alınması anlamına geliyordu. NASA 'nın tahmini 900 milyon dolarlık bir zararı yutarak, projeyi tamamen iptal ettiğini öğrenince X-33'e duyduğu nefret zirveye vurmuĢtu. Ofisine varan Ekstrom perdeyi çekip içeri girdi. Masasına oturup baĢını elleri aras ına aldı. Bazı kararlar vermesi gerekiyordu. Harika baĢlayan bir gün, etrafında dönen bir kâbusa dönüĢmüĢtü. William Pickering gibi düĢünmeye çalıĢtı. Adam bundan sonra ne yapacaktı? Pickering kadar akıllı bi ri, NASA'nın bu keĢfinin önemini mutlaka anlıyordu. Çaresizlikle yapılan bazı tercihleri affetmesi gerekirdi. Bu zafer anını lekelemekle telafi edilmez bir zarar vereceğini anlaması gerekirdi. Pickering elindeki bilgiyle ne yapac aktı? Kafas ına takmayac ak mıydı, yoksa NASA'ya ihmallerinin bedelini ödetecek miydi? Yapacağı seçimden fazla kuĢku duymayan Ekstrom yüzünü buruĢturdu. Her Ģeyden önce William Pickering'in NASA 'yla Ģahsi meseleleri vardı... siyasetten çok daha derin eski bir acı. 327 86 Uçak, Kanada kıyılarındaki St. Lawrence Körfezi üstünden güneye uçarken, G4'ün kabininde gözlerini boĢluğa dikmiĢ oturan Rac hel, sessizdi. Yanında oturan Tolland, Corky ile konuĢuyordu. GöktaĢ ının gerçekliğini ortaya koyan delillerin çokluğuna rağmen, Corky'nin nikel oranı "önceden belirlenen değerler aralığına" düĢmediğini itiraf etmesi, Rachel'in ilk Ģüphesini alevlendirmiĢti. Bir göktaĢını gizlice buzun altına yerleĢtirmek, sadece zekice planlanmıĢ bir aldatmacanın parçası olabilirdi. Buna rağmen diğer bilimsel veriler, göktaĢının gerçekliğine iĢaret ediyordu. BaĢını pencereden çeviren Rac hel, elindeki disk Ģeklindeki göktaĢı örneğine baktı. Minik gökkumları pırıldıyordu. Tolland ile Corky bir süredir, bilimsel terimler kullanarak bu met alik gökkumlarını tartıĢıyorlardı; dengeli olivin seviyesi, yarı kararlı cam dizeyler ve metamorfik homojenasyon. Yine de sonuç açıktı: Corky ile Tolland, gökkumlarının hiç Ģüphesiz meteora ait olduğunda hemfikirdi. Bu veride hile yapılmazdı. Rachel elinde tuttuğu disk Ģeklindeki örneği çevirerek, füzyon kabuğun göründüğü kenar kısım üz erinde
parmağını gezdirdi. Corky, meteoritin buzda hava geçirmeden saklı kaldığını ve atmos ferik aĢ ınmadan etkilenmediğini aç ıklamıĢ olsa da, kömürleĢmiĢ kısım nispet en yeni görünüyordu; üç yüz yıllık gibi değildi. Bu mantıklı geliyordu. Rachel televizyonda, cesetleri dört bin yıl sonra buzdan çıkartılan insanların derilerinin neredeyse mükemmel göründüğü programlar seyretmiĢti. Füzyon kabuğu incelerken, aklına tuhaf bir fikir geldi; önemli bir veri atlanm ıĢtı. Rachel, ona anlat ılan verilerde ihmal mi yapıldığını yoksa sadece birisinin bundan bahsetmeyi mi unuttuğunu düĢündü. Aniden Corky'ye döndü. "Füzyon kabuğu tarihlendiren oldu mu?" 328 Ona bir göz atan Corky'nin aklı karıĢmıĢ gibiydi. "Ne?" "Yanık kısmı tarihlendiren oldu mu? Yani, taĢın Üstündeki yanığın Jungersol Meteoru'yla aynı tarihte oluĢtuğuna emin miyiz?" Corky, "Üzgünüm," dedi. "Bunu tarihlendirrnek imkâns ız. Oksidasyon tüm gerekli izotop iĢaretlerini siliyor. Ayrıca radyoizotop bozulma hizı beĢ yüz yıln altındaki ölçümler için çok düĢük." Bir süre bunu düĢünen Rachel, yanık tarihinin neden verilerin bir parçası olmadığını anlıyordu. "Yani, bildiğimiz kadarıyla bu taĢ ortaçağda da yanmıĢ olabilir, geç en hafta da, öyle mi?" Tolland kıkırdadı. "Kimse bilimin her Ģeye cevap bulduğunu söylemedi." Rachel sesli düĢündü. "Bir füzyon kabuk aslında sadece ağır bir yanık. Teknik konuĢmak gerekirs e, bu taĢ geçen yarım yüzyılda herhangi bir zamanda herhangi bir Ģekilde yanmıĢ olabilir." Corky, "YanlıĢ," dedi. "Herhangi bir Ģekilde yanmıĢ mı? Hayır. Tek bir Ģekilde yanmıĢ. Atmosfere düĢerek." "BaĢka ihtimal yok mu? Fırında yanmıĢ olamaz mı?" Corky, "Firın mı?" dedi. "Bu örnekler elektron mikroskopu altında incelendi. Dünyadaki en temiz fırın bile taĢın üstünde yakıt artığı bırakırdı; nükleer, kimyasal ya da fosil yakıt. Unut bunu. Atmosfer yolculuğu sıras ında oluĢan çizgilere ne demeli? Bunları fırında yapamazsın." Rachel göktaĢının üstündeki oryantasyon çizgilerini unutmuĢtu. gerçekten de havadan düĢmüĢ gibi görünüyordu. "Peki ya volkan?" diye sordu. "Piskürmeyle fırlayan taĢlar." Corky baĢ ını iki yana salladı. "Yanık fazla temiz." Rachel, Tolland'a baktı. Okyanus bilimci baĢını salladı. "Üzgünüm, hem karadaki hem de denizdeki volkanlarla bazı tecrübelerim oldu. Corky haklı. Volkanik fırlatma taĢlara pek çok toksin nüfuz eder; karbondioksit sülfür dioksit, hidrojen sülfid, hidroklorik asit. Bunların hepsi elektronik taramalarda saptanabilirdi. ġu füzyon kabuk, sevsek de sevmesek de temiz bir atmosferik sürtünme yanığı." 329 Içini çeken Rachel, baĢ ını yeniden pencereye döndürdü. Temiz bir yanık. Ġfade tarzı aklına tak ılmıĢtı. Tolland'a döndü. "Temiz yanık demekle neyi kastediyors un?" Tolland omuzlarını silkti. "Elektron mikroskobu alt ında hiçbir yakıt elementi art ığına rastlamadık, bu yüzden ıs ınmanın kimyasal ya da nükleer bileĢenler yerine kinetik enerji ve sürtünmeyle oluĢtuğunu biliyoruz." "Eğer yabancı yak ıt elementi bulmadıysanız, ne buldunuz ? Füzyon kabuğun bileĢiminde tam olarak ne vardı?" Corky, "Bulmayı beklediğimiz Ģeyi bulduk," dedi. "Saf atmosferik elementler. Nit rojen, oksijen, hidrojen. Petrol yoktu. Sülfür yoktu. Volkanik asitler yoktu. Farklı bir Ģey yoktu. Sadece atmos fere düĢen meteoritlerde rastladığımız türden Ģeyler vardı." Koltuğunda geriy e yaslanan Rachel, düĢüncelerini toparlıyordu. Corky, ona bakmak için öne eğildi. "Lüt fen bana yeni teorinin, NASA'nın fosilleĢmiĢ bir taĢı uzay mekiğiyle yukarı çıkartıp ateĢ topunu, devas a krateri ya da patlamayı kimsenin fark etmeyeceği umuduyla dünyaya doğru savurduğu olduğunu söyleme." Bunu düĢünmemiĢti ama ilginç bir savdı. Olas ı değildi ama aynı zamanda ilginçti. Aslında o daha çok dünyaya ait fikirler yürütüyordu. Doğal atmos ferik elementler. Temiz yanık. Havadaki sürtünmeden ötürü çizgiler oluĢmas ı. Beyninin arka köĢelerinde zayıf bir ampul yandı, "Füzyon kabuğa sahip diğer göktaslarında gördüğünüz oranlarla tam olarak ayni mıydı?" Corky soruy a tedbirli yaklaĢıyordu "Neden soruyorsun?" Onun tereddüt ettiğinı görünce Rachel'ın kalbi hızlandı. "Oranlar aynı değildi, değil mı?" "Bilimsel bir açıklamas ı var." Rachel'ın kalbi yerinden fırlayacak gibiy di. "Acaba elementlerden birinin diğerlerinden daha fazla olduğunu
fark etmiĢ olabilir misin?" Tolland'la Corky ĢaĢkınlıkla birbirlerine baktılar. Corky, "E vet ," dedi. "Ama..." "Iyonize hidrojen miydi?" Astrofizikçinin gözleri faltaĢ ı gibi aç ıldı. "Sen bunu nerden biliyorsun." Tolland da hayretler içinde bakıyordu. Rachel ikisine birden baktı. "Neden kimse bana bundan bahsetmedi?" Corky, "Çünk ü çok mantıklı bilimsel bir aç ıklamas ı var!" diye çıkıĢt. Rachel, "Kulağımı açt ım dinliyorum," dedi. Corky, "Iyonize hidrojen fazlas ı vardı," dedi. "Çünkü meteorit, dünya manyetik alanının çok yüksek oranlarda hidrojen iyonlarına neden olduğu Kuzey Kutbu yakınlarında atmosfe rden geçti." Rachel kaĢlarını çattı. "Ne yazık ki benim baĢka bir açıklamam var." 87 NASA genel merkezinin dördüncü katı, lobi kadar etkileyici bir yer değildi. EĢit aralıklı ofis kapılarının dizildiği uzun boĢ koridorlar vardı. Korıdorda kimse yoktu. ĠĢık lı tabelalar yön gösteriyordu. FLANDSA T 7 TE RRA 4 E-ACRIMSA T FJASON 1 AQUA4 YGS 331 Gabrielle YGS iĢaretini takip etti. Bir dizi uzun koridor ve kesiĢme noktasını geçtikten sonra, ağır çelik kapıların önüne geldi. KUTUPSAL YÖRÜNGELI YOĞUNLUK TA RAYĠCĠS I (Y GS) Bölüm Müdürü, Chris Harper Kilitli kapılar, hem kart anahtar, hem de P IN koduyla korunuyordu. Gabrielle kulağını soğuk metal kapıya dayadı. Bir an için konuĢma duyduğunu sandı. Tart ıĢmalar. Belki de değil. Birileri onu içeri alana ka dar kapıy ı yumruklamayı düĢündü. Ne yazık ki, Chris Harper'la olan kapıları yumruklamaktan biraz daha fazla maharet gerektiriyordu. BaĢka bir giriĢ bulabilmek için etrafına bak ındı ama göremedi. Kapının yanında bir bakım odas ı vardı. Içeri giren Gabrielle, loĢ ıĢıkta bir hadem e anahtarlığı veya anahtar kart aradı. Hiçbir Ģey yoktu. Sadece süpürgeler ve bezleri. Kapıy a geri dönüp kulağını bir kez daha metale dayadı. Bu kez sesleri kesinlikle duyuyordu. Sesler yükseliyordu. Ve ayak sesleri. Sürgü içeriden açıldı. Metal kapilar ardına kadar aç ılırken, Gabrielle saklanmaya fırsat bulamadı. Bir grup insan, bağrıĢ arak aceleyle dıĢarı çıkarken, hemen yana kayıp kapının arkasındaki duvara yapıĢarak gizlendi. Öfkeliydiler. "Harper'ın derdi ne? B ulutların üstünde uçması lazımdı!" Grup yanından geçerken bir diğeri, "Böylesi bir gecede yalnız mı kalmak istiyor yani?" dedi. "Kutlama yapması gerekirdi!" Grup Gabrielle'dan uzaklaĢırken, kapılar hava basınçlı menteĢelerinden kapanarak saklandığı yeri ort aya çıkarttı. Adamlar kori dorun sonuna varıncaya kadar yerinden kıpırdamadı. Mümkün olduğunca uz un süre bekleyip kapanmasına ramak kala ileri at ılıp, kapıy ı kolundan yakaladı. Geriye dönüp bakmay ı akıl etmeyecek kadar kendilerini sohbete kaptırmıĢ olan adamlar koridorun sonunda köĢeyi dönerken hiç kıpırdamadı. Gabrielle yüreği ağzında kapıy ı açtı ve ardındaki loĢ ıĢıklı alana girdi. Kapıy ı sessizce kapattı. GeniĢ çalıĢma mekânı ona okuldaki fizik laboratuvarını hatırlatmıĢtı. Bilgisayarlar, çalıĢma bölümleri, elektronik cihazlar. Gözleri karanlığa alıĢan Gabrielle, etrafa saçılmıĢ plan ve hesaplama kâğıtlarını görebiliyordu. Laboratuvarın arka tarafındaki ofis hariç, tüm alan karanlığa gömülmüĢtü. Oradaki ıĢık kapının altından geliyordu. Gabrielle usulca o tarafa yürüdü. Kapı kapalıy dı ama pencereden bilgisay arın baĢında oturan bir adam görünüyordu. Adamı NASA basin konferans ından tanımıĢtı. Kapının üstündeki tabelada ismi yazıyordu: Chris Harper Bölüm Müdürü, YGS Buraya kadar gelmeyi baĢaran Gabrielle, iĢin altından kalkıp kalkamay ac ağını düĢ ünerek birden korkuya kapıldı. Kendine, Senatör Sexton'un Chris Harper'ın yalan söylediğinden ne kadar emin olduğunu hatırlattı. Sexton, kampanyam üstüne bahse girerim, demiĢti. Belli ki böyle düĢünen baĢkaları da vardı, bu akĢamki geliĢmelerden sonra tutunacak bir dal bulma umuduyla NASA'y ı köĢeye sıkıĢtırmak için Gabrielle'in gerçeği öğrenmesini bekleyen baĢkaları.
Tench ile Herney yönetiminin bu akĢamüstü kendisine oynadığı oyunun ardından Gabrielle, yardım etmeye hevesliydi. Kapıy ı vurmak üzere elini kaldıran Gabrielle, Yolanda'nın söylediklerini hatırlay ınca durdu. Eğer Chris Harper dünyaya yalan söylediyse, gerçeği sana söyleyeceğine seni inandıran nedir? Gabrielle kendi kendine, korku, dedi. Bugün kendisi de neredeyse bu duygunun kurbanı olacaktı. Bir planı vardı. 333 Senatörün siyasi rakipleri ni korkutarak bilgi almak için kullandığı bir yöntemdi. Gabrielle, Sexton'ın vâsiliğinde pek çok Ģey öğrenmiĢti ve bunların hepsi de göz alıcı veya etik Ģeyler değildi. Ama bu akĢam her türlü avantaja ihtiyacı olacakti. Chris Harper'ı yalan söylediğini itiraf etmeye ikna edebilirse -herhangi bir sebepten ötürü- Gabrielle, senatörün kampanyası için küçük bir kapı aralamıĢ olac aktı. Bunun da ötesinde senatör, azıcık bir hareket alanı bulsa, her türlü karmaĢıklığın içinden kolayca sıyrılabilecek biriydi. Gabrielle'ın Harper'a uygulamayı düĢündüğü yöntem, Sexton'un "hedefi aĢmak" dediği bir taktikti. Eski Romalıların yalan söylediğinden Ģühhelendikleri suçluları konuĢturmak için icat ettiği bir sorgulama tekniğiydi. Yöntem son derece basitti: Itiraf edilmesini istediğin bilgiyi ortaya koy. Sonra daha beter bir iddiada bulun. Amaç, rakibi iki kötü seçenekten daha az kötü olanı seçmeye zorlamakt ı. Bu davada ise, gerçeği. Ama hileli oyun, Gabrielle'ın o anda hiç hissetmediği kendine güven duygusunu gerektiriyordu. Gabrielle derin bir nefes alarak söyleyeceklerini toparladı ve ofis kapıs ına sertçe vurdu. Harper tanıdık Ingiliz aksanıyla, "Size meĢgul olduğumu söyledim." diye seslendi. Tekrar kapıy ı vurdu. Bu kez daha hızlı. "AĢağı inmekle ilgilenmediğimi söylemiĢtim." Bu kez kapıya yumruğuyla vurdu. Chris Harper gelip kapıy ı hızla açtı. "Allah kahretsin, anlamıyor musun..." Hemen sustu, Gabrielle'ı gördüğüne ĢaĢırdığı belliydi. Sesinin Ģîddetini arttırarak, "Dr. Harper," dedi. "Buraya nasıl çıktın?" Gabrielle'ın yüzü çok ciddiydi. "Kim olduğumu biliyor musunuz?" "Elbette. Patronun aylardır projemi yerden yere vuruyor. Içeri nasıl girdin?" "Beni Senatör Sexton gönderdi." Harper'ın gözleri, Gabrielle'ın ark asındaki laboratuvarı taradı. "Refakatçilerin nerde?" "Bu sizi ilgilendirmez. Senat örün çok nüfuzlu bağlantıları var." "Bu binada mı?" Harper Ģüpheyle bakıyordu. "Dürüst davranmadınız Dr. Harper. Ve korkarım senatör, yalanlarınız ı ortay a çıkarmak iç in bir adalet kurulu toplanmasını isteyecek." Harper'ın yüzü allak bullak olmuĢtu. "Sen neden bahsediyorsun?" "Sizin gibi akıllı insanların aptalı oynama lüksleri yoktur Dr. Harper. BaĢ ınız dertte, senatör size bir anlaĢma teklif etmem için beni buraya yolladı. Senatörün kampanyası bu gece büyük darbe aldı. Kaybedecek bir Ģeyi kalmadı ve gerekirse kendisiyle birlikte sizi de aĢağı çekmey e hazır." "Sen neden bahsediyorsun?" Gabrielle derin bir nefes alıp, rolünü oy namay a baĢladı. "YGS anomali tespit yazılımı hakkındaki basin konferansında yalan söylediniz. Bunu biliyoruz. Bunu birçok insan biliyor. Ama mesele bu değil." Harper tartıĢmak için ağzını açmaya fırsat bulamadan, Gabrielle devam etti. "Senatörr yalanlarınız ı ifĢa edebilir ama bununla ilgilenmiyor. O daha büyük bir hikâyeyle ilgileniyor. Sanırım neden bahs ettiğimi biliyorsunuz." "Hayır, ben..." "Senatörün teklifi Ģu: Eğer birlikte zimmetinize para geçirdiğiniz NASA yöneticisinin ismini ona açıklarsanız, yazılım yalanları konusunda ağz ını kapalı tutacak." Chris Harper'ın gözleri bir an için ĢaĢılaĢtı. "Ne? Ben zimmetime para geçirmiyorum." "Ne söylediğinize dikkat etseniz iyi olur efendim. Senatörlük komitesi aylardır belge topluyor. Siz ikiniz gerçekten de fark edilmeden geçip gideceğinizi mi sandınız? YGS'nin evrak iĢlerinin üstünde oynayıp paylaĢtırılmıĢ NASA fonlarını özel hesaplara aktarmak ne oluyor? Yalan söylemek ve zimmetinize para geçirmek sizi hapse attırabilir Dr. Harper."
335 "Ben öyle bir Ģey yapmadım." "YGS hakkında yalan söylemediğinizi de söylemiĢtiniz." "Hayır, ben paraları zimmetime geçirmedim diyorum." "Yani YGS hakkında yalan söyledim diyorsunuz." Söylediklerinden ötürü piĢman olduğu anlaĢ ılan Harper sadece baktı. Gabrielle konuyu geçiĢtirerek "Yalan mevz usunu unut un," dedi. "Senatör Sexton basın konferans ında yalan söylemenizle ilgilenmiyor buna alıĢtık. Sizler bir göktaĢı buldunuz. Kimse nasıl bulduğunuzla ilgilenmiyor. Onun için asıl mesele zimmete para geçirilmesi. NASA'da tepedekilerden birinin burnunu sürtmesi gerek. Ona kiminle çalıĢtığınızı söyleyin, o da soruĢturmay ı sizden uzak tutsun. Bu iĢi kolaylaĢtırıp, bize diğer kiĢinin ismini verebilirsiniz. Yoksa senatör iĢi çirkinleĢtirip anormali tespit yazılımı ve düzmece evraklar hakkında konuĢmaya baĢlayac ak." "Blöf yapıyorsun. Zimmete geçirilen para yok." "Korkunç bir yalancıs ınız Dr. Harper. Belgeleri ben gördüm. Tüm suçlayıcı kağıtların üstünde sizin isminiz var. Hem de birkaç yerde." "Yemin ederim, zimmete para geçirme konusunda hiç bir Ģey bilmiyorum!" Gabrielle hayal kırıklığına uğramıĢ gabi içini çekti. "Kendinizi benim yerime koyun Dr. Harper. Burdan sadece iki sonuca varabiliyorum. Yabasın konferansında yaptığınız gibi bana yalan söylüyorsunuz yada doğruyu söylüyorsunuz ama bu kurumdan güçlü biri kendi yols uzluklarında sizi maĢa olarak kullanıyor." Bu önerme Harper'i düĢündürmüĢ gibiydi. Gabrielle saatine baktı. "Senatörün teklifi bir saat için geçerli. Vergi mük elleflerinin paralarını birlikte zimmetinize geçirdiğiniz NASA yetkilisinin ismini ona vererek kendinizi kurtarabilirsiniz. O sizinle ilgilenmiyor. Büyük balığın peĢinde. Bahsi geçen bu Ģahsın burda, NASA'da oldukça yetki sahibi olduğu anlaĢ ılıyor. E vrakların üstünde kendi ismini gizlemeyi baĢararak sizi kullandı." Harper baĢ ını iki yana salladı. "Yalan söylüyorsun." "Bunu mahkemede yinelemek ister misiniz?" "Elbette. HerĢeyi yalanlayabilirim." "Yeminliyken mi?" Gabrielle tiksintiyle oflayıp pufladı. "Sanırım, YGS yazılımını düzelttiğiniz konus unda da yalan söylersiniz." Adamın gözlerinin içine bak arken Gabrielle'in kalbi gümbürdüyordu. "Burdaki seçeneklerinizi iyi düĢünün Dr. Harper Amerikan hapishaneleri fazlas ıyla can sıkıc ı olabilir." Harper ona dik dik bakarken Gabrielle geri çekilmesini diliyordu. Bir an için adamın gözlerinde teslimiyet bayrağını gördüğünü sandı ama Harper yeniden konuĢmaya baĢladığında sesi çelik gibiydi. Gözleri öfkeyle parlarken "BayanAshe" dedi. "Çok ince bir çizgide yürüyorsun. Ikimiz de NASA fonlarında usülsüzlük yapılmadığını biliyoruz. Bu odadaki tek yalancı sensin." Gabrielle kaslarının gerildiğini hissetti. Adam keskin ve kızgın bakıĢlar savuruyordu. Gabrielle arkasını dönüp kaçmak istedi. Füze bilimiyyle uğraĢan birine blöf yapmaya çalıĢtın. Ne bekliyordun ki? BaĢını yeniden dikmek için kendini zorladı. Sahte bir gü ven ve aldırmazlık edas ıyla "Tek bildiğim gördüğüm suçlayıc ı belgeler" dedi. "Sizin ve bir baĢkas ının NASA fonlarında usülsüzlük yapt ığının kesin kanıt ı olan belgeler. Senatör bu akĢam buraya gelip soruĢturmada tek baĢına müc adele etmek yerine ortağınız ın ismini vermenizi teklif etmemi istedi. Senatöre Ģansınız ı mahkemede denemeyi tercih ettiğinizi söyleyeceğim. Mahkemeye bana anlattıklarınızı anlatabilirsiniz. Zimmetinize para geçirmediğinizi ve YGS yazılımı hakk ında yalan söylemediğinizi." Çirkin bir tebessüm etti. "Ama iki hafta önce verdiğiniz o yanlıĢ basin konferans ından sonra, bundan Ģüphe ediyorum." 337 Topukları üstünde dönen Gabrielle, karanlık YGS boratuvarına yöneldi. Harper yerine belki de kendisinin hapsi boylay acağını düĢ ünüyordu. Gabrielle yürüyerek uzaklaĢırken, baĢ ını dik tutuyor, Harper'ın arkasından seslenmesini bekliyordu. Sessizlik. Metal kapıları itip koridora çıkarken, buradaki asansörlerin de lobidekiler gibi anahtar kartla çalıĢ ıyor olmamas ını diledi. KaybetmiĢti. Elinden geleni yapt ığı halde, Harper yemi yutmamıĢtı. Belki de YGS basin konferansında doğruyu söylüyordu diye düĢündü. Arkasındaki metal kapılar hızla açılırken, sesi koridorda yank ılandı. Harper ark asından, "Bayan Ashe," diye sesleniyordu.
"Zimmet e geçirme konusunda hiçbir Ģey bilmediğime yemin ederim. Ben dürüst bir adamım!" Gabrielle kalbinin teklediğini hissetti. Yürümeye devam etmek kendini zorladı. Umursamaz bir tavırla omzunu silkip yan gözle arkas ına seslendi. "Ve basin konferansında yalan söylediniz." Sessizlik. Gabrielle koridorda yürümeye devam etti. Harper, "Bekle!" diye seslendi. Solgun yüzüyle koĢarak yanına geldi. Sesini alçaltarak, "Ģu zimmete geçirme meselesi," dedi. "Sanırım bana kimin tuzak kurduğunu biliyorum." Olduğu yerde kalan Gabrielle, onu doğru duyup duymadığını merak etti. Elinden geldiğince yavaĢ ve kayıtsız bir tavırla döndü. "Birinin size tuzak kurduğuna inanmamı mı bekliyorsunuz?" Harper içini çekti. "Zimmete geçirme konusunda hiçbir Ģey bilmiyorum, yemin ederim. Ama eğer aleyhimde delil vars a..." "Yığınla." Harper içini çekti. "O halde hepsi düzenlenmiĢ. Gerek görüldüğünde itibarımı sarsmak için. Ve bunu yapabilecek bir kiĢi var." "Kim." Harper onun gözlerinin içine baktı. "Lawrence Ekstrom, benden nefret ediyor." Gabrielle afallamıĢtı. "NASA müdürü mü?" Harper keyifsizce baĢını salladı. "Basin konferansında yalan söylemeye beni o zorlamıĢtı." 88 Aurora uçağının itki sistemi yarı güçle çalıĢ ıyor olmasına rağmen, Delta Gücü gec e semalarında sesten üç kat hızlı yol alıyordu; satte iki bin milin üstünde. Arkalarındaki Yüksek Tazyikli Hava Dalga Motorları'nın titreĢimleri yolculuğa hipnotik bir ritim kazandırıyordu. Otuz metre aĢağıdaki okyanus ve yukarı dönük on beĢ metrelik kuyrukları, Aurora'nın arkasındaki uzun paralel saç yapraklarla soğuran vakumun hava çevrisiyle çılgınc a çalkalanıyordu. Delta-Bir, SR-71 Blackbird'ün emekliye ayrılma sebebi buydu diye düĢündü. Aurora, varlığını kimsenin bilmemesi gereken gizli bir uçaktı ama herkes biliyordu. Discovery Channel bile Aurora ile Nevada'da Groom Gölü'nde yapılan deneyleri konu eden bir belgesel yayınlamıĢtı. Bu güvenlik sızınt ılarına ta Los Angelas't an duyulan "gök sarsınt ılarının" mı, Kuzey Denizi'ndeki pet rol arama platformunda çalıĢan sondaj iĢçisinin görgü Ģahitliğinin mi, yoksa Pentagon bütçesini n halka aç ık nüshas ından Aurora'nın tanımını çıkartmayan yönetim gafının mı sebep olduğunu kimse bilmiyordu. Fazla bir Ģey de fark etmiyordu. Sır açığa çıkmıĢt ı: ABD ordusunun elinde ses hızının altı katına çıkabilen bir uçak vardı ve bu çizim tahtasında değil, baĢlarının üstündeki göklerdeydi. 339 Lockheed'in yaptığı Aurora, yassı bir Amerikan futbol topuna benziyordu. Otuz üç metre uz unluğunda ve on sekiz metre geniĢliğindeki uçağın çevresi, uzay mekiklerindekine benzer Ģeffaf termal döĢemelerle ĢekillenmiĢti. Hız ise, temiz sıvı hidrojen yakarak, gökyüzünde sırrını açığa çıkaran bir duman izi bırakan Yüksek Tazyikli Hava Dalga Motorları Tit reĢimi diye bilinen yeni bir itim sisteminin eseriydi. Bu yüzden sadece geceleri uçuĢ yapıyordu. Bu gece Delta Gücü okyanusun üstünden eve giden uzun yolu, muazzam hızda kat etme lüksünü yaĢıyordu. A vlarına yetiĢip geçeceklerdi. Delta Gücü bu hızla bir saatten önce doğu kıyılarına varıp, avları gelmeden iki saatlik uyku çekebileceğini biliyordu. Söz konusu uçağı takip edip, düĢürmek konusunu tartıĢmıĢlardı, ama idareciyi haklı olarak olay ı radarın yakalanmasından veya enkazın bulunmas ıyla açılacak soruĢturmalardan çekinmiĢti. Idareci en iyisinin uçağın planlandığı üzere iniĢ yapmasına izin vermek olduğuna karar vermiĢti. Avlarının nereye inmeye karar verdiği anlaĢ ıldıktan sonra, Delta Gücü devreye girecekti. Aurora ıssız Labrador Denizi üstünden uçarken, Delta -Bir'in CrypTalk cihaz ı bir çağrı geldiğini ikaz etti. Cevap verdi. Elektronik ses onlara, "Durum değiĢti;" diye bilgi verdi. "Rachel sexton ile diğerleri iniĢ yapmadan önce baĢka bir hedefiniz var." BaĢka bir hedef. Delta-Bir bunu hissedebiliyordu. Olaylar çözülm eye baĢlamıĢtı. Idarecinin gemisi baĢka bir yerinden su almaya baĢlamıĢtı onlardan mümkün olduğunca çabuk yama yapmalarını istiyordu. Delta-Bir kendi kendine, eğer Milne Buzul Katmanı'ndaki hedeflerimizi baĢarıyla vurabilseydik gemi su almayacaktı, dedi. Delta-Bir kendi pisliğini temizlediğini gayet iyi biliyordu. Idareci, "Dördüncü biri devreye girdi," dedi. "Kim?" Bir süre sessiz kalan idareci, ard ından onlara ismi verdi.
340 Üç adam ĢaĢkın gözlerle birbirlerine baktılar. Çok iyi tanıdıkları biriydi. Delta-Bir idarecinin sesinin bu kadar isteksiz gelmesine ĢaĢmamak gerek diye düĢündü. "Sıfır-ölü diye tasarlanan bir operasyon için, ceset sayısıyla hedef profiller fazla hızlı artıyordu. Idareci bu yeni ismi tam olarak nasıl ve nerede yok edeceklerini anlatmaya haz ırlanırken, sinirlerinin boĢaldığini hissetti. Idareci, "Tehlikeler ciddi derecede arttı," dedi. "Iyi dinleyin. Size bu talimatları sadece bir kez vereceğim." 89 Güney Maine'in üstünde uçan G4, Washington'a doğru hızla yoluna devam ediyordu. Rachel Sexton göktaĢının füzyon kabuğunda neden yüksek miktarda hidrojen iyonu bulunabileceğine dair teorisini açıklarken, Michael Tolland ile Corky, ona bak ıyorlardı. "NASA'nın Plum Brook Ġstasyonu denilen gizli bir deneme tesisi var." derken, bunları söylediğine kendisi de inanmıyordu. Kurallar dıĢ ında gizli bilgileri paylaĢmak hiç yapmadığı bir Ģeydi ama Ģartlar dikkate alıdığında, Tolland ile Corky'nin bunu bilmeye hakkı vardı. "Plum Brook NASA'nın en radikal yeni motor sistemleri için bir test alanı. Iki yıl önce NASA'nın orda test ettiği yeni bir tasarım hakkında özet rapor yazmıĢtım. GenleĢtirici döngü motoru denilen bir Ģey." Corky Ģüpheli gözlerle ona baktı. "GenleĢtiri döngü motorları hâlâ teori aĢamasında. Kâğıt üstünde. Kimsenin test ettiği falan yok. Daha buna yıllar var." Rachel baĢını iki yana salladı. "Üzgünüm Corky. NASA'da prototipleri va r. Test ediyorlar." 341 "Ne?" Corky kuĢkuyla bakıyordu. "GDM'ler, uzayda donan sıvı oksijen-hidrojenle çalıĢıyor, bu yüzden motorlar NASA için değersiz. Yakıtın donma sorununu çözene kadar GDM yapmaya çalıĢmayacaklarını söylemiĢlerdi." "Üstesinden geldiler. Oksijenden kurtuldular, yarı donmuĢ hald saf hidrojen içeren bir çeĢit kriyojenik yakıt olan sıvı hidrojen karıĢımı kullanıyorlar. Çok güçlü ve temiz yanıyor. Ayrıca NASA Mars'a füze gönderecek olursa itki gücüne alternatif gösteriliyor." Corky hayretle bakıyordu. "Bu doğru olamaz." Rachel, "Doğru olsa iyi olur," dedi. "BaĢkan'a bu konu hakkında bir rapor yazmıĢtım. Patronum ateĢ püskürüy ordu. Çünkü NASA sıvı hidrojeen büyük bir baĢarı olarak halka duyurmak istiyordu. Pickering ise Beyaz Saray'ın NASA'yı sıvı hidrojen meselesini gizli tutmaya zorlamasını istemiĢti." "Niye,?" Gereğinden fazla sırrı aç ıklamaya niyeti olmayan Rachel, "Önemli değil," dedi. Asıl gerçek Pickering'in, çok az kiĢinin bildiği artan bir milli güvenlik meselesi yüzünden sıvı hidrojen baĢarıs ını gizli tutmak istemesiydi. Çin'in Way teknolojisindeki ilerleyiĢi. Çinliler, muhtemelen çoğu ABD düĢmanlarından oluĢan zengin müĢterilere kiralamayı düĢündükleri ölümcül bir "kiralık" fırlatma rampası geliĢtiriyorlardı. ABD güvenliğine olası etkileri korkunçtu. Bereket versin ki UKO, Çin'in fırlatma rampaları için itici yakıt modeli aradığını biliyordu ve Pickering NASA'nın s ıvı hidrojen yakıt ından onları haberdar etmek için bir neden göremiyordu. Tedirgin görünen Tolland, "Yani" dedi. "NASA'nın saf hidrojenle çalıĢıp, temiz yakan bir itki sistemine sahip olduğunu söylüyorsun." Rachel baĢını salladı. "Rakamları bilmiyorum ama bu motorların egzoz ısısı daha önce geliĢtirilen her Ģeyden yedi kat daha sıcak. NASA'dan her türden yeni jikle malzemesi geliĢtirmesini istiyorlar." Durdu. "Bu sıvı hidrojen motorlardan birinin arkasına yerleĢtirilen büyükçe bir taĢ, emsali 342 görülmemiĢ bir ısıyla çıkan hidrojen zengini egzoz ateĢiyle yanacaktır, füzyon kabuk elde edersiniz." Corky, "Ah yapma Ģimdi!" dedi. "Sahte göktaĢına geri mi döndük?" Tolland birden meraklanmıĢa benziyordu. "Aslında bu fikir fena sayılmaz.. Bu durum, kalkıĢ sırasında fırlatma rampasındaki uzay mekiğinin alt ına kaya parças ı yerleĢtirmeye benziyor." Corky, "Tanrım beni kurt ar," diye mırıldandı. "Salaklarla ay nı uçaktay ım." Tolland, "Corky," dedi. "Varsayımda bulunursak, egzozların alt ına sıkıĢtirilen bir taĢ, atmosferden düĢen taĢla aynı yanık özellikleri taĢıy acak öyle değil mi? Aynı yönde çizikler ve aynı ters ak ıĢ ergimiĢ m addeler elde edersin." Corky homurdandı. "Sanırım." "Ve Rachel'ın temiz yanan hidrojen yakıtı geride hiç kimyasal atık bırakmaz. Sadece hidrojen. Füzyon kabukta fazla miktarda hidrojen iyonları." Corky gözlerini devirdi. "Bak, bu GDM motorlarından biri varsa ve sıvı hidrojenle çalıĢ ıyorsa, sanırım bahsettiğin Ģey mümkün. Ama son derece zorlama."
Tolland, "Neden?" diye sordu. IĢlem oldukça basit görünüyor." Rachel baĢını salladı. "Tek ihtiyacın olan Ģey 190 milyon yaĢ ında fosilleĢmiĢ bir taĢ. Sıvı hidrojen motorunun egzoz ateĢinde yak ve buzun altına göm. Hemen göktaĢ ı olsun." Corky, "Bir turisti belki kandırırsın ama bir NASA bilim adamını asla" diye patladı. "Gökkumlarını h âlâ açıklayamadınız!" Rachel, Corky'nin gökkumlarının oluĢumunu açıklamasını hatırlamay a çalıĢtı. "Gökkumlarının uzaydaki hızlı ısınma ve soğuma olaylarının sonucunda oluĢtuğunu söylemiĢtin, öyle değil mi?" Corky içini çekti. "Gökkumları, bir taĢ uzayda donup aniden kısmi erime aĢamasında aĢ ırı ısenınca oluĢurlar -1550 derece civarında. Sonra 343 taĢın yeniden soğumas ı gerekir, çok çabuk, gökkumlarının içindeki cepleri böylece katılaĢ ır." Tolland, arkadaĢını inceledi. We bu iĢlem yeryüz ünde gerçekleĢemez mi?" Corky, "Ġmkânı yok," dedi. "Bu gezegende böylesi hızlı değiĢimlere sebep olacak ıs ı farklılıkları yok. Burda nükleer ıs ı ve uz ayın mutlak sıfrından(-273°) bahsediyoruz. Bu aĢırılıklar yeryüzünde yok." Rachel bunu düĢ ündü. "En azından doğal olarak." Corky, ona döndü. "Bu ne anlama geliyor?" Rachel, "Neden ıs ıtma ve soğutma burda, yery üzünde gerçekleĢmiĢ olmasın?" ive sordu, "TaĢ sıvı hidrojen motorla yakılıp, sonra hızla kriyojenik donduruc uda soğutulmuĢ olabilir." Corky bakak almıĢtı. "Yapay gökkumları mı?" "Bir fikir." Elindeki göktaĢı örneğini gösteren Corky, "Saçma bir fikir," diye karĢ ılık verdi. "Unuttun galiba. Bu gökkumlarının 190 milyon yılla tarihlendirildiği ink ar edilemez." Artık üstünlük taslayan bir sesle konuĢuyordu. "Bir Ģeyi çok iyi biliyorum Bayan Sexton. 190 milyon yıl önce kimse hidrojen motorlarla kriyojenik soğutucular kullanmıyordu." Tolland, gökkumu veya değil, ispatlar çürüyor, diye düĢündü. Rachel'ın füzyon kabukla ilgili son iddialarıyla hayli tedirgin bir halde, dakikalardır sessizliğini koruyordu. Hipotezi sersemlet ecek kadar cüretkâr olmasına rağmen, yeni kapıla r açmıĢ ve Tolland'ı farklı yönde düĢünmeye sevk etmiĢti. Füzyon kabuk açıklanabiliyorsa... bu baĢka hangi ihtimalleri beraber getirir? Yanında oturan Rachel, "KonuĢmuyors un," dedi. Tolland göz ucuyla ona baktı. Uçağın loĢ ıĢığında bir an için, Rachel'in g özlerindeki yumuĢaklıkta Celia'yı gördü. Hatıralarından sıyrılarak bitkinlikle içini çekti. "Ah, ben düĢünüyordum..." Gülümsedi. "GöktaĢlarını mı?" "BaĢka?" "Geriye ne kaldığını bulmak için tüm verilerin üstünden mi geçiyorsun." "Onun gibi bir Ģey." "Fikrin var mı?" "Sayılmaz. Buzun altındaki o yerleĢtirme boĢluğunu keĢfetmekle ne kadar verinin çöpe gittiğini düĢünmek canımı sıkıy or." Rachel, "HiyerarĢik ispatlar, iskambil kâğıdından ev gibidir," dedi. "Ilk önermeyi çekip aldığında, her Ģey sallanır. GöktaĢının bulunduğu yer ilk önermeydi." "Bence de. "Milne'e ilk geldiğimde, müdür bana göktaĢının el değmemiĢ üç yüz yıllık bir buz un içinde bulunduğunu ve bölgede rastlanan tüm taĢlardan daha yoğun olduğunu söylemiĢti. Tüm bunları taĢın uzaydan geldiğünün ispatı olarak kabul ettim," "Sen ve bizler." "Orta seviyedeki nikel içeriği, ikna edici olmasına rağmen, görünüĢe göre bağlayıc ı değil." Yanlarında oturup, onları dinlediği anlaĢ ılan Corky, "Ama yakın," "Ama tam değil." Corky isteksizce baĢını sallayarak kabul etti. Tolland, "Ve," dedi. "Bu daha önce hiç görülmemiĢ uzay böcekleri, hayret verecek kadar tuhaf olmas ına karĢın, gerçekte çok eski derin deniz kabukluları alabilirler." Rachel baĢını salladı. We Ģimdi de füzyon kabuk..." 345 Corky'ye bir bakıĢ fırlatan Tolland, "Bunu söylemekten nefret ediyorum ama elimizde olumludan çok olumsuz ispat var gibi hissetmeye baĢlıyorum," dedi. Corky, "Bilimin önsezilerle ilgisi yoktur," dedi. "Kanıtlarla ilgillidir. Bu taĢtaki gökkumları muhakkak ki
meteorik. KarĢılaĢtığımız her Ģeyin son derece rahatsızlık verici olduğu konusunda size katılıyorum ama bu gökkumlarını görmezden gelemeyiz. Lehteki ispatlar kati ama aleyhteki ispatlar tesadüfi." Rachel yüzünü buruĢturdu. "Peki bu bizi nerey e götürür?" Corky, "Hiçbir yere," dedi. "Gökkumları, elimizde bir göktaĢı olduğunu kanıtlıyor. Tek soru, birinin onu neden buzun alt ına yerleĢtirdiği." Tolland, arkadaĢının yürüttüğü mantığa inanmak istedi ama bir Ģeyler yanlıĢ geliyordu. Corky, "Sen ikna olmuĢa benzemiyorsun Mike," dedi. Tolland, arkadaĢına ĢaĢkın bir ifadeyle bakarak içini çekti. "Bilmiyorum. Üçte iki fena değildi Corky. Ama Ģimdi üçte bire indik. Bir Ģeyleri atlıyormuĢuz gibime geliyor." 90 Gözünün önüne Amerik an hapishane hücresini getirince içi ürperen Chris Harper, yakalandım, diye düĢündü. Senatör Sexton YGS yazılımı hakkında yalan söylediğimi biliyor. YGS bölüm müdürü, Gabrielle Ashe'i yeniden ofısine götürüp kapıyı kapatırken, NASA müdürüne duyduğu nefretin bir anda arttığını hissetti. Harper bu akĢam, müdürün yalanları nın nereye kadar uzadığını görmüĢtü. Harper'ı, YGS yazılımının düzeltildiği yalanını söylemeye mecbur ederek, onun korkaklığa kapılıp takımdan çıkmaya karar verme ihtimaline karĢı kendini garantiye almıĢtı. 346 Harper, zimmete geçirme kanıtları, diye düĢündü. ġantaj. Çok sinsi. HerĢeyin ötesinde, Amerikan uz ay tarihindeki en büyük anı gölgelemeye çalıĢan bir kasa hırsız ına kim inanırdı? Harper, NASA müdürünün Amerikan uz ay dairesini korumak için neler yapabileceğine zaten Ģahit olmuĢtu ve Ģimdi fosil içeren göktaĢının duyurulmasıyla menfaatleri zirveye vurmuĢtu. Harper birkaç saniye boyunca, üzerinde YGS uydusunun küçük bir modeli -yansıma kalkanlarının arkasında pek çok anten ve lens bulunan silindirik prizma - duran geniĢ masanın etrafında adım attı. Gabrielle durmuĢtu, siyah gözleriyle izliyor, bekliyordu. Harper'ın mide bulantıs ı ona o meĢhur basın konferansında kendini nasıl hissettiğini hatırlattı. O gece kötü bir gösteri sergilemiĢ ve herkes bu konuda onu sorguya çekmiĢti. Tekrar yalan söylemek, o gece hasta olduğunu ve kendinde olmadığını söylemek zorunda kalmıĢtı. IĢ arkadaĢlarıyla basin cans ız performansını önemsemeyip bir süre sonra unutmuĢtu. ġimdi yalan bir kez daha peĢine düĢmüĢtü. Gabrielle Ashe'in ifadesi yumuĢamıĢtı. "Bay Harper, müdürü düĢman edinmiĢken güçlü bir müttefike ihtiyacınız olacak. Bu noktada Senatör Sexton, sizin tek dostunuz olabilir. YGS yazılım yalanıyla baĢlayalım. Bana neler olduğunu anlat ın." Harper içini çekti. Gerçeği açıklama vaktinin geldiğini biliyordu. "Gerçeği ilk baĢta söylemeliydim! "YGS baĢarıyla fırlatılmıĢtı," diye baĢladı. "Uydu, planlandığı gibi kutupsal yörüngeye mükemmel biçimde oturdu." Gabrielle Ashe s ıkılmıĢ gibiydi. Tüm bunları bildiği belli oluyordu. "Devam edin." "Sıkınt ılar bunun ardından baĢladı. Buzdak ı yoğunluk anomalilerini araĢt ırmaya baĢlamak istediğimizde, uydudaki anomali yazılımı çalıĢmadı." "Ha... hah." Harper Ģimdi daha hızlı konuĢuyordu. "Yazılımın, hızla binlerce dönüm veri alanını inc elemesi ve normal yoğunluk aralığı dıĢında kalan kıs ımlarını bulmas ı gerekiyordu. Yazılım ilk baĢta buzdaki yumuĢak noktaları -küresel ısınma indikatörleri- arıyordu ama baĢka yoğunluk aykırılıklarına rastlarsa, bunları da iĢaretleyecekti. Plan, YGS'nin birkaç haftada Kuzey Kutup Dairesi'ni taraması ve küresel ısınmay ı ölçmekte kullanabileceğimiz anomalileri belirlemesiydi." Gabrielle, "Ama yazılım çalıĢmayınca YGS iĢe yaramadı," dedi. "Kusurlu noktaları tespit etmek için NASA'nın Kuzey Kutbu'ndan alınan görüntüleri santim santim elde incelemesi gerekti." Programlama hatasını adeta bir kez daha yaĢayan Harper baĢını salladı. "On yıllar alacaktı. Felaket bir durumdu. Benim programımdaki hata yüzünden YGS değerini yitirmiĢti. YaklaĢan seçimler ve SenatörSexton'ın NASA'y ı bunca eleĢtirmesi..." Ġçini çekti. "Hatanız NASA ve BaĢkan için bir felaket oldu." "Daha kötü bir zamanda olamazdı. Müdürün beynine kan sıçradı. Bir sonra fırlatılan mekikle sorunu gidereceğim konusunda ona söz verdim. YGS yazılım sistemini barındıran çipi değiĢtirmekten ibaretti. çok geçti. Bana süresiz ev izni verdi, ama aslına bakarsan kovulmuĢtum. Iki ay önc eydi." "Ama yine de iki haft a önce televizyonda bir iyileĢtirme yaptığınız ı duyurdunuz." Harper kendini koy vermiĢti. "Korkunç bir hata. O gün müdür telefon etti. Bir geliĢme olduğunu, kendimi affettirebileceğimi söyledi.
Derhal ofise gelip onunla görüĢtüm. Bir basin konferansı düzenleyip herkese YGS yazılımını çalıĢtırmanın yolunu bulduğumu ve birkaç haftay a kadar veri almay a baĢlayacağımız ı söylememi istedi. Bunu bana sonra aç ıklayacaktı." "Ve siz de kabul ettiniz." 348 "Hayır reddettim! Ama bir saat sonra müdür ofisime geri geldi; yanında Bey az Saray baĢdanıĢmanıyla birlikte!" "Ne!" Gabrielle buna oldukça ĢaĢırmıĢtı. "Marjorie Tench mi?" BaĢını sallayan Harper, korkunç bir yarat ık, diye düĢün dü. "O ve müdürle beni karĢ ılarına alıp yaptığım hatanın nerdeyse NASA 'yla BaĢkan'ı tam bir yıkımın eĢiğine getirdiğini söylediler. Bayan Tench, bana, senatörün NASA'yı özelleĢtirme planlarından bahsetti. BaĢkan ve uzay dairesinin düĢtüğü durumu düzeltmemin boynumun borcu olduğunu, sonra da bana bunu nasıl yapacağımı anlattı." Gabrielle öne doğru eğildi. "Devam edin." Marjorie Tench, bana, Beyaz Saray 'ın elinde, Milne Buzul Katmanı'na gömülü dev bir göktaĢı bulunduğuna dair jeolojik kanıtlar olduğunu anlattı. ġimdiye dek rastlananların en büyüğü. Bu büy üklükte bir göktaĢ ı NASA için büyük bir buluĢ olacaktı." Gabrielle afallamıĢ gibiydi. "Bir saniye, yani YGS keĢfetmeden önce birisinin göktaĢını zaten bildiğini mi söylüyorsunuz?" "Evet,YGS'nin keĢifle hiçbir ilgisi yok. Müdür, göktaĢının varlığını biliyordu. Bana koordinatları verdi v YGS'yi buz katmanına çevirerek,keĢfi YGS yapmıĢ gibi göstermemi istedi." "ġaka yapıyorsunuz." "Aldatmacaya ort ak olmam ı istediklerinde benim verdiğim tepki de bu oldu. GöktaĢ ının orda olduğunu masıl öğrendiklerini bana söylemeyi reddettiler. Bayan Tench bunun önemli olmadığı ve YGS fiyaskomu telafi etmemin en iyi yolunun bu olduğu konusunda ısrar etti. YGS uydusu göktaĢının yerini tespit etmiĢ gibi yaparsam, NASA, YGS'yi çok gerekli bir NASA baĢarıs ı olarak gösterebilecek ve seçimlerden önce BaĢkan'a destek olacaktı." Gabrielle'in dili tutulmuĢtu. "Ve elbette, YGS anomali tespit yazılımının iĢler durumda olduğunu duyurmadan, YGS'nin bir göktaĢı bulduğunu iddia edemezdiniz." 349 Harper baĢ ını salladı. "Bu yüzden basin konferans ı bir yalandı. Bunu yapmaya mecbur bırak ıldım. Tench ve müdür çok acımasız dılar. Herkesi hayal kırıklığına uğratacağımı söylediler. BaĢkan YGS Projesi'ne fon sağlamıĢtı, NASA bu iĢ için yıllar harcamıĢtı ve ben bir programlama hatas ıyla her Ģeyi berbat etmiĢtim." "Böylece yardım etmeyi kabul ettiniz." "BaĢka seçeneğim yoktu. Bunu yapmasaydım kariyerim sona erecekti. Ve iĢin gerçeği Ģu ki, yazılımı yüzüme gözüme bulaĢtırmasaydım, YGS o göktaĢını bulabilecekti. Bu yüzden küçük bir yalan gibime geldi. Birkaç ay sonra uzay mekiği fırlatıldığında yaz ılım zaten düzeltilecekti, ben sadece bunu biraz daha erken duyurmuĢ oluyorum, diye düĢündüm." Gabrielle hafifçe ıslık çaldı. "Meteorik fırsattan yararlanmak için küçük bi r yalan." Harper bundan bahsederken midesi bulanıyordu. "Böylece... yaptım. Müdürün emirlerine uyarak bir basin konferansı düzenleyip anomali tespit yazılımını çalıĢtırmayı baĢardığımı duyurdum. Birkaç gün bekledikten sonra YGS 'yi müdürün verdiği koordinatlara çevirdim. Sonra, komuta zincirine uygun olarak YGS direktörünü aradım ve YGS'nin Milne Buzul Katmanı'nda katı bir yoğunluk anomalisi tespit ettiğini söyledim. Ona koordinatları verip anomalinin göktaĢı olabilecek kadar yoğun göründüğünü söyledim. Heyecana kapılan NASA baz ı nüveler çıkartmak için Milne'e küçük bir ekip gönderdi. Operasyon bundan sonra çok gizli yürütüldü." "O zaman, bu akĢama kadar göktaĢında fosüler bulunduğunu bilmiyordunuz ?" "Burdaki kimse bilmiyordu. Hepimiz Ģok olduk. ġimdi herkes dünya dıĢı biyolojik yaĢam kanıtları bulduğum için bana kahraman diyor ve ben ne diyec eğimi bilemiyorum." Harper'ı siyah gözleriyle inceley en Gabrielle bir süre sessiz kaldı. "Ama buzdaki göktaĢını YGS tespit etmediyse, müdür orda olduğunu nerd en biliyordu?" 350 "Onu baĢka biri buldu." "BaĢka biri mi? Kim?" Harper içini çekti. "Charles Brophy adl ı Kanadalı bir jeolog; Ellesmere Adas ı'ndaki bir araĢtırmacı. Buzdaki dev göktaĢını tesadüfen keĢfettiği sırada, Milne Buzul Katmanı'nda jeolojik buz s ondalaması yapıyormuĢ. Telsizle bildirdi ve NASA telsiz konuĢmasını yakaladı."
Gabrielle bakakalm ıĢtı. "Peki ama bu Kanadalı,,keĢfin but ün kaymağını NASA'nın yemesine ses çıkartmıy or mu?" Içi ürperen Harper, "Hayır," dedi. "AnlaĢılac ağı üzere, öldü." 91 Michael Tolland gözlerini kapat ıp, G4 uçak motorunun vınlamas ını dinledi. Washington'a varana dek, göktaĢını daha fazla düĢünmemey e karar vermiĢti. Corky'ye göre gökkumları kesin kanıttı; Milne Buzul Katmanı'ndaki taĢ ancak bir göktaĢı olabilirdi. Rachel yere indiklerinde William Pickering'e verecek kesin bir cevabının olmasını diliyordu ama fikir denemeleri gökkumları yüzünden çıkmaz a girmiĢti. Ispatlar ne kadar Ģüphheli görünürs e görünsün, göktaĢı gerçek gibi görünüyordu. Öyle olsun. Rachel okyanusta yaĢadığı travma yüzünden sars ılmıĢti, yine de Tolland, onun kendini çabuk toparlayıĢ ına hayran kalmıĢt ı. ġimdi Rachel tüm dikkatini elindeki meseleye vermiĢti. GöktaĢınin maskesini düĢürecek veya doğruluğunu kanıtlayacak bir yol bulmak ve onları kimin öldürmeye çalıĢtığını belirlemek. Rachel yolculuğun çoğunu, Tolland'ın yanındaki koltukta geçirmiĢti. Yorucu Ģartlara rağmen Rachel'la konuĢmayı eğlenceli buluyordu. Birkaç dakika önce Rachel tuvalete gidince, Tolland, onun yanında oturmasını özlediğine ĢaĢmıĢtı. Bir kadının varlığını özlemeyeli ne kadar olduğunu düĢündü; Celia'dan baĢka bir kadın. 351 "Bay Tolland" Tolland baĢ ını kaldırıp baktı. Pilot baĢını kabinden içeri uzatmıĢtı. "Geminizin telefon kapsama alanına girdiğimizde size bildirmemizi istemiĢtiniz. Isterseniz bağlant ı kurabilirim." "TeĢekkürler." Tolland koridora çıktı. Tolland, pilot kabinînden mürettebat ını aradı. Bir iki gün daha gelmeyec eğinden onları haberdar etmek istiyordu. Elbette nas ıl bir derdin içinde olduğunu onlara anlatmaya niyeti yoktu. Telefon birkaç kez çaldı. Geminin SHINCOM 2100 haberleĢme sisteminin telefona cevap vermesi Tolland'ı ĢaĢırtmıĢtı. Her zamanki profesyonel karĢ ılama mesajı değil, Tolland'ın ekibinden gürültücü biri cevap veriyordu, geminin soytarısı. Ses, "Haya, haya, burası Goya," dedi. "Üzgünüz, Ģu anda kimse burda değil, hepimiz çok büyük bitler tarafından kaçırıldık ! Doğrusu, Mike'in büyük gecesini kutlamak için kıyıya çıktık. Tanrım, çok gururluyuz! isminizi ve numaranızı bırakabilirsiniz, belki yarın ay ıldığımız zaman arayabiliriz. Ciao! E T'ye gidiyoruz!" Mürettebatını Ģimdiden özleyen Tolland güldü. Basin konferansını seyrettikleri anlaĢılıyordu. Kıyıya çıkmalarına memnun olmuĢtu; BaĢkan aradığında onları aniden bırakmıĢtı ve denizde çok uygunsuz bir yerde duruyorlardı. Mesajda herkesin kıy ıya çıktığını söylediği halde Tolland gemiyi yalnız bırakmayacaklarını düĢünüyordu, özellikle de Ģu anda demirli bulunduğu güçlü akıntıların geçtiği yerde. Tolland, kendisine bıraktıkları dahili sesli mesajları dinlemek için sayısal Ģifreyi girdi. Sadece bir kez bipledi. Bir mesaj. Aynı yaygaracı mürettebatın sesiydi. 352 "Selam Mike, ne gösteriydi ama! Bunu dinliyorsan, herhalde Ģu anda havalı Beyaz Saray partilerinden birinde mesajlarını dinleyip, bizim hangi cehennemde olduğumuzu merak ediyorsundur. Gemiyi terk ettiğimiz için üzgünüm dostum, ama bu öyle basit bir kutlama gecesi değildi. Merak etme çok iyi demirledik ve verandanın ıĢığını açık bırakt ık. Içten içe korsanlar kaçırs ın da, NBC sana Ģu yeni tekneyi alsın istiyoruz! ġaka yapıyorum! Meraklanma, Xavia gemide kalıp kaleyi korumayı kabul etti. Bir avuç sarhoĢ balıkçıyla parti yapmaktansa, yalnız kalmayı tercih ettiğini söyledi. Buna inanabiliyor musun?" Birinin gemide kaldığını duyunca içi rahatlayan Tolland kendi kendine güldü. Xavia mesuliyet sahibi biriydi, partilere göre biri değildi. Saygı duyulan bir deniz jeologu olan Xavia, aklına geleni söylemekle tanınıyordu. Mesaj, "Her neyse Mike," diye devam etti. "Bu gece inan ılmaz dı. Bilim adamı olmakla gurur duyuyors undur, ha? Herkes bunun NASA için ne kadar iyi olduğundan bahsediyor. NASA'yı boĢ ver. Bu bizim için çok daha iyi oldu! Amazing Seas izlenme oranı bu akĢam birkaç milyon puan yukarı fırlamıĢtır. Sen bir yıldızsın adamım. Gerç ek bir yıldız. Tebrikler. Mükemmel iĢ çıkardın." Hattan kıs ık konuĢma sesleri geldi. Sonra ses tekrar duyuldu. "Ah, evet, Xavia'dan bahsetmiĢken, sana bir eleĢtiride bulunmak istiyor. Veriyorum." Makinede Xavia'nın tiz sesi duyuldu. "Mike, ben Xavia, sen bir ilahsın. Ve seni çok sevdiğim iç in bu Nuh tufanından kalma enkazına dadılık yapmayı kabul ediyorum. Her neyse, gemiye bebek bakıcılığı
yapmanın yanı s ıra, mürettebat benden gemi kaltağı olarak, senin ukala bir herife dönüĢmemen için tüm gücümü kullanmamı istedi, ki sanırım bu akĢamdan sonra biraz zor olacağına inanıyorum, ama belgeselinde bir gaf yaptığını ilk söyleyen ben olmak istedim. 353 E vet, beni duydun. Ender rastlanan bir Michael Tolland hıyarlığı. Merak etme, dünyada bunu fark edecek üç k'ıĢi vardır, hepsi de espri anlayıĢı olmayan, fil hafızalı deniz jeologları. Benim gibi. Ama biz jeologlar için ne derler bilirsin: her zaman kusur ararlar!" Güldü. "Her neyse, önemli değil, göktaĢ ı petrolojisiyle ilgili ufak bir nokta. Geceni berbat etmek için söylüyorum. Bununla ilgili bir iki t elefon gelebilir, o yüzden aslında hepimizin öyle olduğunu bildiği bir moron gibi cevap vermemen için seni önceden bilgilendireyim." Tekrar güldü. "Her neyse, pek parti meraklısı olmadığım için gemide kalıyorum. Zahmet edip de beni arama; makineye bağlamak zorundayım, çünkü bütün akĢam boyunca lanet olas ı gazeteciler arayıp durdu. Sıçıp batırmana rağmen, bu akĢam gerçek bir y ıldızdın. Her neyse, geri geldiğinde sana bununla ilgili açıklama yaparım. Ciao." Hatta ses kesildi. Michael Tolland kaĢlarını çattı. Belgeselimdeki bir hata mı? Rachel Sexton G4'ün tuvaletinde durmuĢ, aynada kendine bak ıyordu. Solgun göründüğünü düĢündü ve sandığından daha hastalıklı. Bu akĢam yaĢadığı korku ondan çok Ģey alıp götürmüĢtü. Titremesinin geçmesine veya bir okyanus kıyısına gitmesine daha ne kadar kaldığını düĢ ündü. U.S.S. Charlotte beresini çıkarıp saçlarını açtı. Daha iyi, diye düĢündü, Ģimdi biraz daha kendi gibi hissediyordu. Kendi gözlerinin içine bakan Rachel, derin bir bitkinlik hissetti. Ama ardında çözümü görebiliyordu. Bunun annesinden kaldığını biliyordu. Kimse sana ne yapacağını ve yapamayacağını söylemez. Rachel, annesinin bu akĢam olanları görüp görmediğini merak etti. Birileri beni öldürmeye çalıĢtı anne. Birileri hepimizi öldürmeye çalıĢtı... Rachel'ın zihninden, son birk aç saattir olduğu gibi yine isimler geçti. 354 Lawrence Ekstrom... Marjorie Tench... BaĢkan Zach Herney. Hepsinin de birer nedeni vardı. Ve daha da korkuncu, hepsinin bunu yapma imkanı. Rachel kendi kendine, BaĢkan iġin içinde değil, dedi. Babasından daha çok saygı duyduğu BaĢkan'ın bu esrarlı olayda masum bir izleyici olrnası umudunu güdüyordu. Hâlâ hiçbir Ģey bilmiyoruz. Kim olduğunu... eğerleri... ve nedenini. William Pickering için cevapları bulmak istiyordu ama Ģu ana kadar tek yapabildiği daha fazla soru üretmekti. Rachel tuvaletten çıktığında, Michael Tolland'ı koltuğunda göremeyince ĢaĢırdı. Corky yan tarafta Ģekerleme yapıy ordu. Rachel etrafına bak ınırken, Michael, pilot kabininden çıktı. Gözleri endiĢeyle büyümüĢtü. Rachel, "Ne oldu?" diye sordu. Telefon mesajını ona anlat ırken Tolland'ın sesi sıkkındı. Belgeselde birhata m ı? Rachel, Tolland'ın aĢırı tepki gösterdiğini düĢ ündü. "Belki de bir Ģey değildir. Hatanın ne olduğunu tam manas ıyla söylemedi mi?" "GöktaĢı petrolojisiyle ilgili bir ĢeymiĢ." "Kayaç yapısı mı?" "Evet. Hatayı sadece birkaç jeolog fark edebilirmiĢ. Kulağa öyle geliyor ki, yaptığım hata her neyse, göktaĢının yapıs ıyla ilgili." Hızla derin bir nefes alan Rachel Ģimdi anlıyordu. "Gökkumları mı?" "Bilmiyorum, ama çok büyük tesadüf olur." Rachel, ona katılıyordu. Gökkumları, NASA'nın bunun gerçek bir göktaĢ ı olduğu iddias ını destekler, geri kalan tek kanıttı. Corky gözlerini ovuĢturarak yanlarına geldi. "Neler oluyor?" Tolland, ona olanları anlattı. BaĢını iki yana sallayan Corky, yüzünü buruĢturdu. "Gökkumlarıyla ilgili bir sorun değildir Mike. Olamaz. Verilerin hepsi NASA'dan geldi. Benden değil. Kusursuzdu." 355 "BaĢka nasıl bir petrolojik hata yapmıĢ olabilirim?" "Kim bilir? Ayrıca, deniz jeologları gökkumları hakkında ne bilir?" "Hiçbir fikrim yok ama çok zeki biridir." Rachel, "Bu Ģartlarda," dedi. "Sanırım Direktör Pickering'le konuĢmadan önce bu kadınla konuĢmalıy ız."
Tolland omuzlarını silkti. "Dört kere aradım. Hepsinde de telesekreter devreye girdi. Herhalde Ģimdi su laboratuvarındadır ve hiçbir Ģey duymuyordur. Yarın sabaha kadar mesajlarımı alamaz." Tolland durup saatine baktı. "Ama..." "Ama ne'?" Tolland dikkatle ona baktı. "Sence patronundan önce Xavia'yla konuĢmamız ne kadar önemli?" Rachel, "Eğer gökkumlarıyla ilgili söyleyecek bir Ģeyi varsa, bence çok kritik," dedi. "Mike, Ģu anda elimizde her türlü çeliĢkili veri var. William Pickering açık cevaplar duymaya alıĢkın biridir. Onunla görüĢtüğümüzde, harek ete geçebilmesi için elle tutulur bir Ģey sunmak istiyorum." "O halde yolda inmemiz gerekecek." Rachel biraz geç kavramıĢt ı. "Gemiye mi?" "New Jersey açıklarında. Washington'a giderken tam yolumuzun üstünde. Xavia'yla konuĢup ne bildiğini öğrenelim. Corky'de hâlâ bir göktaĢı örneği var ve eğer Xavia jeolojik testler yapmak isterse gemide çok iyi donanımlı bir laboratuvar var. Sanırım kesin cevaplar almamız bir saati geçmez." Rachel iç sıkıntıs ının arttığını hissetti. Okyanusa bu kadar çabuk geri dönmek düĢüncesi sinirlerini bozmuĢtu. Ihtimali aklına getirince kararını verdi ve kesin cevaplar, diye düĢündü. Pickering kesin cevaplar isteyecek. 356 92 Delta-Bir ayaklarının yeniden karaya bastığına seviniyordu. Aurora uçağı yarı güçte gitmesine ve dolambaçlı bir ukyanus rotası izlemesine rağmen, yolculuğunu iki saatten az bir zamanda tamamlamıĢ ve Delta Gücü'ne, idarecinin talep ettiği fazladan cinayete hazırlanıp pozisyon almaları için olanak sağlanmıĢtı. ġimdi D.C. yakınlarındaki özel askeri havaalanı pistinde Aurora'yı geride bırakan Delta Gücü, yeni nakil arac ına biniyordu. Onları bir OH58D Kiowa Warrior helikopter bekliyordu. Delta-Bir, idareci yine en iyisini ayarlamıĢ, diye düĢündü. Ilk baĢta hafif keĢif helikopteri olarak tasarlanan Kiowa Warrior, ordunun yeni nesil saldırı helikopterini meydana getirecek Ģekilde "geniĢletilmiĢ ve geliĢtirilmiĢti". Kiowa, lazer hedef iĢaretleme/mesafe ölçme cihazının, Havadan Havaya Stinger füzeleri ve AGM-1148 Hellfire Füze sistemi gibi lazer güdümlü isabetli silahlara otonom iĢaretleme sağladığı kızılötesi termal görüntüleme yeteneğine sahipti. Yüksek süratli digital bir sinyal iĢlemcisi, aynı anda alt ı hedefe kadar farklı hedeflerin izini sürebiliyordu. Kiowa'yı yakından gören çok az düĢman, hayatta kalıp da hikayesini anlatabilmiĢti. Delta-Bir, Kiowa'nın pilot koltuğuna oturup kemerini bağlarken tanıdık bir güçlülük hissine kapıldı. Bu araçta eğitim almıĢ ve üç kez gizlı operasyonlara uçmuĢtu. Elbette daha önce hiç tanınmıĢ Amerikalı bir yetkilinin peĢine düĢmemiĢti. Itiraf etmesi gerekirdi ki, Kiowa bu iĢ için mükemmel bir hava taĢıt ıydı. Rolls-Royce Allison motorları ve ikiz yarı sert pervane kanatları "sessiz uçuĢ" yapabilmesine olanak tanıyordu. Bu da baĢlarının üstüne gelene kadar karadaki hedeflerin helikopter sesini duyamayacakları anlamına geliyordu. 357 Ayrıca ıĢ ıklarını açmadan kör uçuĢ yapabilme imkânına sahip olduğu ve düz siyaha boyanan helikopt erin kuyruğunda yansıtmalı sayılar yazmadığı için, hedefin radarı olmadığı müddetçe helikopteri geirmesi mümkün değildi. Sessiz siyah helikopterler. Komplo teorisyenleri bu konuda çılgınc a savlar ortay a atıyorlardı. Bazıları sessiz siyah helikopter saldırılarının, BirleĢmiĢ Milletler'in yetkilendirdiği "Yeni Dünya Düzeni Nazileri'nin" kanıtı olduğunu iddia ediyordu. Bazılarıysa helikopterlerin sessiz uzaylı araçları olduklarını. Geceleri Kiowa'ları kol uçuĢunda görenlerse, daha büyük bir hava aracının seyir ıĢıklarını gürdükleri yanılgısına düĢ üyorlardı; dikey uçuĢ yapabilen bir uçan daire. Bu da yanlıĢtı. Ama yanılsamalar ordunun hoĢuna gidiyordu. Delta-Bir yakın zaman önce gizli bir görevde, çok gizli yeni bir ABD askeri teknolojisiyle silahlandırılmıĢ Kiowa kullanmıĢtı; S&M(smoke and mirrors) isimli holografik silah. SadomazoĢizm kelimesini çağrıĢtırmasına rağmen, "yalancı ek o" kelimelerini ifade ediyordu. DüĢman toprakları üstündeki gökyüzüne "yansıtılan" holografik görüntüler. Kiowa, S&M teknolojisini düĢman uçaksavar üssünün üstünde ABD uçak hologramları yansıtmak için kullanıyordu. Paniğe kapılan uçaksavar niĢanc ıları tepelerinde dolaĢan hayaletlere çılgınca ateĢ ediyorlardı. Cephane tükendiğinde, BirleĢik Devletler as ıl kozunu gönderiyordu. Delta-Bir ile adamları pistten havalanırken, kulaklarında hâlâ idarecinin sözleri çınlıyordu. BaĢka bir hedefıniz var. Yeni hedeflerinin kimliği dikkate alındığında, durumu fazlasıyla hafife alan bir ifadeydi. Yine
Delta-Bir kendine, sorgulay acak konumda olmadığını hat ırlattı. Takımına bir emir verilmiĢti ve aldıkları talimatları uygun biçimde yerine getireceklerdi; bu yöntem her ne kadarĢaĢırtıc ı olsa da. Umarım idareci bunun doğru harek et olduğundan emindir. Kiowa pistten havalanırken, Delta-Bir güneybatıya yöneldi. FDR Anıtı'nı daha önce iki kez görmüĢtü ama bu gece ilk defa havadan görecekti. 93 "Bu göktaĢını aslında Kanada'lı bir jeolog mu buldu?" Gabrielle Ashe genç programc ı Chris Harper'a hayretle bakıyordu. "Ve bu Kanada'lı Ģimdi öldü mü?" Harper kederle baĢını salladı. Gabrielle, "Ne zamandır bunu biliyorsunuz?" diye sordu. "Birkaç haftadır. Müdürle Marjorie Tench, beni basin konferansinda yalan söylemeye mecbur bıraktıktan sonra sözümden dönemeyeceğimi biliyorlardı. GöktaĢının gerçekte nasıl bulunduğunu bana anlatt ılar." Göktaġını bulan KYYT değil! Tüm bu bilgilerin nereye varac ağına dair Gabrielle'ın hiçbir fikri yoktu ama bir rezalet çıkartacağı ortadaydı. Tench için kötü haber, senatör içinse iyi haber anlamına geliyordu. ġimdi canı sıkkın görünen Harper, "Dediğim gibi;" dedi. "GöktaĢının asıl keĢfedilme ġekli, yakalanan bir telsiz konuĢması. INSP IRE denilen bir programdan haberin var mı? Int eraktif NASA Uzay Fiziği Ġyonosfer radyo Deneyleri." Gabrielle bunu duyduğunu hayal meyal hatırlıyordu. Harper, "Esas itibariyle, Kuzey Kutbu yakınlarında yer seslerini -huz ey ıĢıklarının plazma dalga emisyonları, yıldırım fırtınalarının geniĢ bant vurulan, bu gibi Ģeyler- dinleyen çok düĢük frekanslı radyo alıcıları," dedi. 359 "Peki." "INSP IRE telsiz alıcılarından biri, birkaç hafta önce Ellesmere Adas ı'ndan parazitli bir yayın yakaladı. Kanadalı bir jeolog çok düĢ ük frekanstan yardım istiyordu." Harper durdu. "Doğrusu, frekans o kadar düĢüktü ki, NASA'nın VLF alıcılarından baĢka kimse duymamıĢtır, Kanadalının uzun dalga yapt ığını düĢündük." "Anlamadım?" "Telsiz iletisini azami mesafeye ulaĢtırmak için mümkün olan en düĢük frekansta yayın yapmak. Unutmamak lazım ki çok icra bir yerdeydi, standart frekanstaki bir ileti, duyulabileceği kadar uzağa gitmeyebilir." "Mesajda ne diyordu?" "Ileti kısaydı. Kanadalı, Milne Buzul Katmanı'nda sondalama yaparken, buza göm ülü aĢ ırı yoğun bir anomali tespit ettiğini, göktaĢı olabileceğinden Ģüphelendiğini ve ölçümler yaparken fırt ınaya yakalandığını söylüyordu. Koordinatlarını vererek, fırt ınadan kurtarılmasını isteyerek telsizini kapattı. NASA'nın en yakın dinleme istasyonu onu kurtarmak için Thule'dan bir kurtarma uçağı gönderdi. Saatlerce aradıktan sonra onu, rotasının kilometrelerce uz ağındaki bir buzul yarığının dibind kızağı ve köpekleriyle birlikte ölü olarak buldular. AnlaĢıldığı kadarıyla fırtınadan kaçmaya çalıĢmıĢ, yolundan sapıp buzul yarığından düĢmüĢtü." Duyduklarını düĢ ünen Gabrielle'ın merakı kabarmıĢtı. "Ve böylece NASA baĢka kimsenin bilmediği bir göktaĢını öğrenmiĢ oldu." "Kesinlikle. Ve tuhaft ır ki, eğer yaz ılımım doğru çalıĢsaydı, KKYT uy dusu aynı göktaĢın ı tespit edebilirdi; Kanadalıdan bir hafta önce." Bu rastlantı Gabrielle'ı tereddüde düĢürmüĢtü. "Üç yüz yıldır gömülü duran bir göktaĢ ı, aynı haft a içinde iki kere mi keĢfedildi yani?" "Biliyorum. Biraz tuhaf, ama bilim böyledir iĢte. Ya kıtlık çekersin y a da bayram yaparsın. Konu Ģu ki, müdür göktaĢ ının bizim keĢfimiz olmas ı gerektiğine inanıyordu, yani iĢimi düzgün yapsaydım öyle olacaktı. 360 Bana Kanadalı öldüğü için, KYYT'yi SOS mesajında verdiği koordinatlara çevirirsem kimsenin fark ına varmayacağını söyledi. Bundan sonra göktaĢını biz keĢfetmiĢiz gibi yapacaktım ve utanç verici baĢarısızlığı bir nebze telafi etmiĢ olac aktık." "Ve siz de bunu yapt ınız." "Söylediğim gibi, baĢka Ģansım yoktu. Uydunun baĢarıs ız olmasının sebebi bendim." Durdu. "Ama bu akĢam BaĢkan'ın basin konferans ını ve keĢfetmiĢ gibi yapt ığım göktaĢında fosiller bulunduğunu duyduğumda..." "ġaĢırdınız."
"Daha doğrus u ağzım açık kaldı." "sizce müdür KYYT bulmuĢ gibi yapmanız ı istemeden önce, göktaĢında fosil bulunduğunu biliyor muydu?" "Hiç ihtimal vermiyorum. NASA oraya ilk ekibi gönderinc eye kadar göktaĢı gomülü olduğu yerde el değmeden duruy ordu. Tahminimce, nüve çıkarmak ve X-ıĢınlarını çekmek için oraya bir ekip gönderene kadar NASA'nın ne bulduğu hakkında tam bir fikri yoktu. KYYT hakkında yalan söylememi istediler, çünkü büyük bir göktaĢıyla ort a karar bir baĢarı kazanacaklarını düĢündüler. Ama oraya vardıktan sonra, aslında ne büyük bir buluĢ olduğunun farkına vardılar." Gabrielle heyecandan sık nefes alıyordu. "Dr. Harper, NASA ile Beyaz Saray 'ın sizi KYYT yazılımı konusunda yalan söylemeye zorladığına dair ifade verir misiniz?" "Bilmiyorum." Harper korkmuĢa benziyordu. "Bunun NASA'ya nasıl bir zarar vereceğini tahmin edemiyorum... bu keĢfe." "Dr. Harper, nas ıl bulunursa bulunsun bu göktaĢının harik a bir keĢif olduğunu ikimiz de biliyoruz. Burdaki asıl nokta, sizin Amerikan halkına yalan söylemiĢ olmanız. KYYT'nin aslında NASA'nın söylediği Ģey olmadığını bilmeye hakları var." "Bilmiyorum. Ben müdürü önemsemiyo rum ama iĢ arkadaĢlarım... Onlar iyi insanlar." 361 "Ve aldatıldıklarını bilmeye hakları var." "Peki ya Ģu bana yönelik usulsüzlük suçlamas ı?" Kendi oyununu neredeyse unutmuĢ olan Gabrielle, "Bunu aklınızdan çıkartabilirsiniz," dedi. "Senatöre zimmete geçirmeyle ilgili hiçbir Ģey bilmediğinizi söyleyeceğim. Bunun bir çeĢit kendini garantiye alma yöntemi olduğu anlaĢılıyor. KYYT konusunda ağzınız ı sıkı tutmanız içitt müdürün hazırladığı bir oyun." "Senatör beni koruyabilir mi?" "Kesinlikle. Siz yanlıĢ bir Ģey yapmadınız. Sadece emirlere uyuyordunuz. Ayrıca az önce Kanadalıyla ilgili verdiğiniz bilgilerden sonra sorün usulsüzlük meselesini gündeme bile getireceğini sanmıyorum. Herhalde sadece NASA 'nın KYY T ve göktaĢıyla ilgili verdiği yanlıĢ bilgiler üzerine yoğunlaĢırız. Senatör, Kanadalıyla ilgili bilgileri açıkladıktan sonra, müdür yalanlarıyla sizi lekelemeye cesaret bile edemez." Harper hâlâ kaygılı görünüyordu. Seçenekleri değerlendirirk en sıkıntılı bir yüz ifadesiyle susmuĢtu. Gabrielle, ona biraz zaman tanıdı. Bu hikâyenin rahatsızlık verici baĢka bir yönü daha olduğunu fark etmiĢti. Aslında bundan bahsetmeyecekti ama Dr. Harper'ın son bir teĢ vike ihtiyacı olduğunu görebiliyordu. "Sizin köpeğiniz var mı Dr. Harper." BaĢını kaldırıp baktı. "Efendim?" "Sadece biraz tuhaf olduğunu düĢündüm. Kanadalı jeolog koordinatları verdikten kısa süre sonra kızak köpeklerinin buzul yarığına düĢtüklerini söylememiĢ miydiniz?" "Fırtına vardı. Yollarından sapmıĢlardı." ġüphelendiğini belli eden Gabrielle omuzlarını silkti. "Öyle mi... iyi." Harper, onun tereddüdünü anlamıĢtı. "Sence ne oldu?" "Bilmiyorum. Sadece bu keĢifle ilgili tesadüflerin sayıs ı o kadar çok ki. Kanadalı bir jeolog sadece NASA'nın duyabileceği frekansta göktaĢ ının koordinatlarını veriyor. Sonra da kızak köpekleri uçurumdan aĢağı gözü kapalı atlıyor." 362 Durdu. "NASA'nın tüm zaferini, bu jeoloğun ölümüne borçlu olduğunun farkındasınızdır sanırım." Harper'ın yüzünün rengi atmıĢtı. "Yani müdür bu göktaĢı için cinayet mi iĢledi?" Gabrielle, savaĢ politikası, çok para, diye düĢündü. "Ben senatörle buluĢayım, ondan sonra görüĢürüz. Burdan çıkmanın bir yolu var mı?" Gabrielle Ashe, beti benzi atm ıĢ Chris Harper'ı geride bırakarak, yangın merdivenlerinden NASA'nın arkasındaki boĢ bir sokağa çıktı. NASA'lı yeni kutlamac ıları henüz bırakan bir taksiyi çevirdi, ġoföre, "Westbrooke Semti Apartmanları," dedi. Senat ör Sexton'ı çok mutlu bir adam yapmak üzereydi. 94 Ne yapmayı kabul ettiğini henüz anlayamayan Rachel, G4 pilot kabin giriĢinin hemen yanında durmuĢ, konuĢmalarını pilotun duymaması için radyo telsiz kablosunu kabinden içeri uzatıy ordu. Corky ile Tolland, onu seyrediyordu. D. C. yakınlarındaki Bollings Hava Kuvvetleri Üssü'ne varıncaya kadar radyo sessizliği konusunda UKO Direktörü William Pickering ile anlaĢmıĢ olmasına rağmen, Rachel art ık onun duymak isteyeceğinden emin olduğu bir bilgiye sahipti. Daima yanında taĢıdığı güvenli cep telefonu numarasından
aramıĢtı. William Pickering telefona cevap verdiğinde, sesi son derece resmiydi. "Lütfen dikkatli konuĢ. Bu bağlantının garantisini veremem." Rachel anlamıĢtı. Diğer UKO sahra telefonları gibi Pickering'in cebi de güvenli olmayan çağrılar tespit ettiğinde ikaz ediyordu. Rachel bilinen en az güvenli haberleĢme aracı olan radyofondan aradığı için, Pickering'in telefonu onu uyarmıĢtı. 363 Bu konuĢmanın üstü kapalı yapılmas ı gerekiyordu. Isim ve yer verilmeyecekti. Rachel bu gibi durumlarda kullanılan standart selamlamayla "Sesim benim kimliğimdir," dedi. Bağlant ı kurduğu için direktörün sinirleneceğini düĢünmüĢtü ama Pickering'in tepkisi olumlu gibiydi. "Evet, ben de seninle temasa geçmeyi düĢünüyordum. Yön değiĢtirmek gerekiyor. Birilerinin sizi karĢılamasından endiĢe ediyorum." Rachel aniden korkuya kapılmıĢtı. Biri bizi gözetliyor. Pickering'in sesindeki tehlikeyi sezebiliyordu. Yön değiĢtirmek. Tamamen farklı sebeplerden ötürü olsa da, Rachel'ın tam da bu isteğini yerine getirmek için aradığını öğrenmek hoĢuna gidecekti. Rachel, "ġu gerçeklik meselesini tart ıĢıyorduk," dedi. "Kesinn olarak doğrulamanın ya da reddetmenin bir yolunu bulmuĢ olabiliriz." "Mükemmel. GeliĢmeler oldu, en az ından devam etmek için elimde geç erli deliller olur." "Bu ispatlama hemen inmemizi gerektiriyor. Içimizden biri bir labatuvara..." "Lütfen yer tanımı yapma. Kendi güvenliğin için." Rachel'ın bu hatta planlarını yayınlamaya niyeti yoktu. "Bizim için GAS -AC'ye iniĢ izni alabilir misin?" Pickering bir süre sessiz kaldı. Rachel, onun kelimeyi çıkartmay a çalıĢtığını sezinledi. GAS -AC, UKO'nun, Sahil Güvenlik Grup Hava Istasyonu Atlantic City için kullandığı bir k ısaltmaydı. Rachel, direktörün bunu biliyor olmas ını diledi. Sonunda, "E vet," dedi. "Bunu ayarlayabilirim. Nihai durağınız buras ı mı?" "Hayır. Ordan helikopterle aktarma istiyoruz." "Bir araç bekliyor olacak." "TeĢekkürler." "Daha fazlas ını öğreninceye kadar son derece dikkatli davranmanızı tavsiye ederim. Sizin Ģüpheleriniz, güçlü gruplar arasında derin kaygılara neden oldu." Rachel, Tench, diye düĢ ünürken, BaĢkan'la doğrudan temasa geçebilmeyi diliyordu. "ġu anda arabamda bahsi geçen bu kadınla buluĢmaya gidiyorum. Tarafs ız bir yerde özel bir görüĢme talep etti. Pek çok Ģeyi aydınlığa kavuĢturacak." Pickering, Tench'le buluĢmaya mı gidiyor? Telefonda söylemeyi reddettiyse de, Tench'in ona söyleyeceği Ģey önemli olmalıydı. Pickering, "Nihai koordinatlarınız hakkında kimseyle görüĢmeyin. Ayrıc a baĢka telsiz bağlantıs ı yok. AnlaĢıldı mı?" "Evet efendim. Bir saate kadar GAS-A C'de olac ağız." "Aktarma arac ı ayarlanacak. Nihai durağınıza vardığınızda beni güvenli kanallardan arayabilirsin." Durdu. "Güvenliğiniz için gizliliğin ne kadar önemli olduğunu tarif edemem. Bu akĢam çok güçlü düĢmanlar kazandınız. Dikkatli davranın." Pickering gitmiĢti. Rachel bağlant ıyı kapatıp Corky ile Tolland'a dönerken gerildiğini hissediyordu. Cevapları bulmak için hevesli görünen Tolland, "Istikamet değiĢtiriyor muyuz?" diye sordu. Rachel isteksizce baĢını salladı. "Goya." Elindeki göktaĢı örneğine bakan Corky içini çekti. "Hâlâ inanmıyorum, NASA böyle bir..." Sesi gittikçe azaldı, her geçen dakika biraz daha endiĢeli görünüyordu. Rachel pilot kabinine dönerek, radyo telsizini geri verdi. Ön camdan, uçağın altından kayıp giden ayıĢığının aydınlattığı bulutlara bakarken, Tolland'ın gemisinde öğreneceklerinden hoĢlanmayacakları hissine kapılmıĢtı. 365 95 William Pickering, sedanını Leesburg Otoyolu'nda kullanırken alıĢmadık bir yalnızlık hissetti. Saat 02.00 idi ve yol bomboĢtu. Bu saatte araba kullanmayalı yıllar olmuĢtu. Marjorie Tench'in kaba sesi hâlâ kulaklarını tırmalıyordu. FDR Anıtı'nda buluĢalım. Marjorie Tench'i en son yüz yüze gördüğü anı hatırlamaya çalıĢtı; hiç hoĢ bir tecrübe olmamıĢtı. Iki ay önceydi. Beyaz Saray 'da. Milli Güvenlik Konseyi, Kurmaylar, CIA, BaĢkan Herney ve NASA müdürü'nün
bulunduğu uz un bir meĢe masada, Pickering'in tam karĢ ısında ot uruy ordu. Doğrudan Marjorie Tench'in gözlerinin içine bakan CIA direktörü "Beyler," demiĢti. "Bir kez daha bu yönetimi, NASA'nin devam eden güvenlik krizine karĢı çıkmaya teĢ vik etınek için huzurlarınızdayım." Açıklama odadaki kimseyi ĢaĢırtmamıĢtı. NASA'nin güvenlik hat aları istihbarat camias ında bıkkınlık veren bir hadise haline gelmiĢti. Daha ıki gün önce, NASA'nin yer gözlem uydularından birinin çektiği üç yüzden fazla yüksek çözünürlü uydu fot oğrafı, NASA'nin veritabanından bilgisayar korsanları tarafından çalınmıĢtı. Kuzey Afrika'daki ABD askeri eğitim karargahını gösteren fotoğraflar karaborsaya çıkmıĢ ve Ortadoğu'daki düĢman istihbarat büroları tarafından satin alınmıĢtı. CIA direktörü endiĢeli bir sesle, "Tüm iyi niyetlere rağmen NASA milli güvenliğe tehdit öluĢturmay a devam ediyor," demiĢti. "Kısacası, uzay dairemiz geliĢtirdiği veri ve teknolojileri koruyacak kapasitede değil." BaĢkan, "Dikkatsizlik yapıldığını anlıyorum," diye cevap vermiĢti. "Zarar veren sızıntılar. Ve bu beni derinden rahatsız ediyor." Masanın karĢısında oturan NASA Müdürü Lawrence Ekstrom'un katı yüzünü iĢaret etmiĢti. 366 "Bir kez daha, NASA'nın güvenliğini arttırmanın yollarını arıyoruz." CIA direktörü, "Saygılarımı sunarım," demiĢti. "NASA operasyonları BirleĢmiĢ Milletler istihbarat topluluğu Ģemsiye altına girmediği müddetçe hangi güvenlik değiĢikliği yapılırsa yapılsın, kısa süre sonra yetersiz kalacaktır." Bu ifade toplulukta huzursuz homurdanmalara yol açmıĢt ı. Herk es sonunun nerey e varacağını biliyordu. CIA direktörü sesini biraz daha sertleĢtirmiĢti. "Bildiğiniz gibi, hassas istihbarat bilgileriyle uğraĢan tüm ABD devlet teĢkilatları, sık ı güvenlik kurallarıyla denetlenirler: askeri, CIA, NSA, UKO. Bunların hepsi topladıkları verilerle geliĢtirdikleri teknolojilerin saklanmas ıyla ilgili sıkı kanunlara uymak mecburiyetindeler. Sizlere bir kez daha soruyorum, neden NASA -ordunun ve istihbarat topluluğunun kullandığı uzay, görüntüleme, uçuĢ, yazılım, keĢif ve telekom teknolojilerinin en büyük kısmını üreten kurum- bu gizlilik Ģemsiyesinin dıĢ ında yer als ın?" BaĢkan derin derin içini çekmiĢti. Teklif aç ıktı. NASA'yı ABD askeri istihbaratının bir parças ı olacak Ģekilde yeniden yapılandırın. GeçmiĢte diğer kurumlarda da benzer yeniden yapılandırmalar yaĢandığı h alde Herney NASA 'yı Pent agon, CIA, UKO veya diğer askeri direktiflerin himayesi altına sokma fikrini reddediyordu. Milli Güvenlik Konseyi bu mesele üzerinde gruplara ayrılmaya baĢlamıĢtı ve çoğu istihbarat topluluğunun tarafını tutuyordu. Lawrence Ekstrom bu toplantılarda asla mutlu görünmezdi ve bu da bir istisna değildi. CIA direktörüne haĢin bir bakıĢ fırlatmıĢt ı. "Kendimi yinelemiĢ olacağım ama, NASA'nin geliĢtirdiği teknolojiler askeri olmayan ilmi amaçlar için geliĢtirilmiĢtir. Eğer istihbarat topluluğunuz uzay teleskoplarımızdan birini çevirip Çin'e bakmak istiyorsa, bu sizin seçiminiz." CIA direktörü küplere binmiĢ gibi görünüyordu. 367 Bu durum. Pickering'in gözüne çarp ınca araya girmiĢti. Sakin bir sesle konuĢmaya gayret ederek, "Larry," demiĢti. "NASA her yıl Kongrenin önünde diz çöküp para dileniyor. Çok az bir fonla operasyonlarınızı yürütüp, baĢarısızlıklarınızın bedelini ödüy orsunuz. Eğer NASA 'yı istihbarat topluluğuna dahil edersek, NASA'nın bir daha Kongre'den yardım istemesine gerek kalmayac ak. Örtülü ödenekten faydalanarak çok yüksek seviyelerde fon alırs ınız. Iki taraf da kazanmıĢ olur. NASA uygun biçimde çalıĢabilecek parayı temin etmiĢ, istihbarat topluluğu da NASA teknolojilerinin korunduğuna ikna olmuĢ olur." Ekstrom baĢını iki yana salladı. "Prensip olarak, NASA'nın bu resimde yer almasına gönlüm raz ı olmaz; bizim milli güvenlikle hiçbir ilgimiz yok." CIA direktörü ayağa kalkmıĢtı ki, BaĢkan otururken bu daha hiç yapılmamıĢtı. Kimse onu durdurmamıĢtı. Öfkeli bakıĢlarını NASA müdürüne dikmiĢti. "Bana bilimin milli güvenlikle hiçbir ilgisi olmadığını düĢündüğünü mü söylüyors un? Larry, Tanrı aĢkına bu ikisi aynı anlama gelir! Bizi güvenli kılan bu ülkenin bilimsel ve teknolojik üstünlükleridir ve beğensen de beğenmesen de, NASA her geçen gün bu teknolojilerin geliĢmesinde daha büyük bir rol oynuyor. Ne yazık ki, senin kurumunun sepeti su sızdırıyor ve güvenliğinin sağlanmasının bir gereklilik olduğunu defalarca kanıtladı!" Odada kimse konuĢmuyordu. ġimdi NASA müdürü ay ağa kalkıp bak ıĢlarını saldırganına dikmiĢti. "Demek, yirmi bin NASA bilim adamını hava geçirmez askeri laboratuvarlara kilitleyip sizin için çalıĢmalarını öneriyorsun? Sence, uzayın derinliklerini görmek bilim adamlarımız ın kiĢisel arzusu olmasaydı, NA SA'nın en yeni uzay teleskopları gerçekten de icat edilir miydi? NASA tek bir nedenden ötürü hay ret verici ataklar yapıyor; çalıĢanlarımız
evreni daha iyi tanımak istiyorlar. Onlar, yıldızlı gökyüzünü seyredip orda 368 gerçekten neler olduğunu kendilerine sorarak büy üyen hayalci çocuklardan oluĢan bir topluluk. NASA'nın icatlarını tetikleyen Ģey, tutku ve meraktır, askeri üstünlük vaadi değil." Masadaki tansiyonu düĢ ürmey e çalıĢan Pickering, boğaz ını temizleyerek daha yumuĢak bir sesle konuĢtu. "Larry, eminim direktör askeri uydular ınĢa etmek için NASA bilim adamlarını iĢe almaktan bahsetmiyordur. NASA'nın görev tanımlaması değiĢmeyecek. NASA her zamanki gibi iĢlerini görürken, daha fazla fon ve daha fazla güvenlik elde etmiĢ olacaksınız." Pickering, BaĢkan'a dönmüĢtü. "Güvenlik pahalıdır. Bu odadaki herkes, NASA'daki güvenlik sızıntılarının yetersiz fonlardan kaynaklandığının Ģüphesiz farkında. NASA kendi baĢ ının çaresine bakmak güvenlik ölçütlerine kestirme çareler bulmak ve maliyeti paylaĢmak için diğer ülkelerle ortak projeler yürütmek zorunda. Benim teklifim Ģu, NASA daha hüyük bir bütçe ve biraz daha ihtiyatla Ģu anda olduğu gibi üstün ilmi ve sivil varlığına devam etsin." Güvenlik konseyinin pek çok üyesi onaylayarak baĢlarını sallamıĢlardı. pickering'in açıklamasıyla hiç de eğlenmediği anlaĢılan BaĢkan Herney doğrudan William Pickering'in gözlerinin içine bakarak yavaĢça ayağa kalkmıĢtı. "Bill, sana Ģunu sormak istiyorum: NASA gelecek on yıl içinde Mars 'a gitmeyi ümit ediyor. Istihbarat topluluğu, örtülü ödeneğin büyük bir kısmının Mars'a yolculuk için harcanması hakkında nasıl hissedecek; kısa vadeli hiçbir milli güvenlik çıkarı olmayan bir yolculuk." "NASA istediği gibi hareket edebilecektir." Herney açık bir dille, "Yapma ya," demiĢti. Birden herkesin gözleri dıĢ arı fırlamıĢt ı. BaĢkan Herney, çok nadiren ağzını bozardı. Herney, "BaĢkan olarak öğrendiğim bir Ģey varsa," demiĢti."Oda, para kimin elindeyse, kumandayı o alır. NASA kesesinin iplerini, kurulma amaçlarını paylaĢmay an kimselerin eline vermeyi reddedi yorum. Hangi NASA misyonlarının uy gun olduğuna ordu karar verdiğinde ne kadar ilim üretilebilir bilemiyorum." 369 Herney 'nin gözleri odada gezinmiĢti. Sonra yavaĢça ve kararlılıkla sert bakıĢlarını yeniden William Pickering'e çevirmiĢti. "Bill." Herney içini çekmiĢti. "NASA'nın yabancı uzay daireleriyle ortak projeler yürütmesinden duyduğun memnuniyetsizliği dar görüĢlülük olarak nitelendiriyorum. En azından Çinlilerle ve Ruslarla yapıcı bir Ģeyler yapan biri var. Bu gezegene barıĢ, askeri güç kullanarak gelmey ecek. Hükümetlerinin farklılığına rağmen bir araya gelenler bunu sağlayacaklar. Bana soracak olursan, NASA'nın ort ak projeleri milli güvenliği arttırmak konusunda her türlü milyar dolarlık casus uydusundan çok daha iyi iĢ görüyor ve gelecek için çok daha büyük umutlar taĢıyor." Pickering içindeki öfkenin arttığını hissediyordu. Bir politikacı benimle böyle konuĢmay a nasıl cüret eder! Herney 'nin idealizmi toplantı salonunda göz boyuy or ama gerçek dünyada insanları öldürüyordu. Marjorie Tench, Pickering'in patlamaya hazırlandığını sezinlemiĢ gibi, "Bill," diye araya girmiĢti. "Evladını kaybettiğini biliyoruz. Bunun, senin için kiĢisel bir mesele olduğunun farkınday ız." Pickering, onun sesindeki alçakgönüllükten baĢka hiçbir Ģey duymamıĢtı. Tench, "Ama lütfen unutma ki, Beyaz Saray uzayı özel sektöre açmamızı isteyen yatırımcı selini zapt ediyor," demiĢti. "Bana soracak olursan, tüm hatalarına rağmen, istihbarat topluluğunun en büyük dostu NASA. Belki de hepiniz ona dua etmelisiniz." Otoyolun banketindeki dar Ģerit Pickering'i Ģimdiki zamana geri döndürdü. KavĢağa yaklaĢıyordu. D.C. kavĢağına girerken, yolun kenarında kanlı bir geyik ölüsü gördü. Garip bir tereddüte kapıldı... ama sürmeye devam etti. YetiĢmesi gereken bir randevu vardı. 370 96 Franklin Delano Roosevelt Anıt ı, ülkedeki en büyüklerden biriydi. Bir parkı, Ģelaleleri, heykelleri, çardakları ve bir havuzu bulunan anıt, FDR'nin iktidarda kaldığı her bir döneme ayrılan dört dıĢ galeriy e bölünmüĢtü. Anıtın bir buçuk kilometre uzağında, seyir ıĢıklarını karartmıĢ bir Kiowa Warrior, Ģehrin üstünden uçarak yaklaĢıyordu. D.C. gibi önemli Ģahsiyetler ve medya çalıĢanlarıyla dolu bir Ģehirde, gökyüzündeki helikopterler güneye uçan kuĢlar kadar alıĢıldık bir Ģeydi. Delta-Bir, "kubbe" diye bilinen Ģeye -Beyaz Saray etrafındaki korumalı hava sahas ı- yaklaĢmadığı müddetçe fazla dikkat çekmeyeceğini biliyordu. Burada fazla uzun kalmayacaklardı. Kiowa, karanlık FDR Anıt ı'nın tam üstüne değil ama yakınına gelip yavaĢladığında yedi yüz metre yükseklikteydi. Delta-Bir bir süre burda kalıp pozisyonunu kontrol etti. Gece görüĢlü teleskobik
görüntüleme sisteminin baĢına geç en, sol tarafındaki Delta -Iki'ye baktı. Video yayını, yeĢilimsi anıt giriĢini gösteriyordu. Bu alan boĢtu. ġimdi bekleyeceklerdi. Sessiz bir cinayet olmayacaktı. Dikkat çekmeden öldürülemeyecek insanlar vardı. Nas ıl bir yöntem kullanırlarsa kullans ınlar, baz ı yansımaları olacaktı. SoruĢturmalar. Bu gibi durumlarda en iyi örtbas Ģekli gürültü çıkartmaktı. Patlamalar, alevler ve duman akla ilk olarak yabanc ı terörizmi getirirdi. Özellikle de hedef, yüksek mevkili bir yetkili olduğunda. Delta-Bir, aĢağıda ağaçlarla çevrili anıtın gece görüĢ ü iletisini taradı. Park alanıyla giriĢ yolu boĢtu. Az sonra, diye düĢündü. Bu gizli buluĢmanın yeri, Ģeh rin içinde olmas ına rağmen bu saatte ıssız dı. Delta-Bir gözlerini ekrandan, kendi silahlarına çevirdi. 371 Bu gece Hellfire sistemi kullanılabilirdi. Lazer güdümlü Hellerfire vur ve unut imkânı sağlıyordu. Fırlatıc ı, yer gözcülerinden, diğer hava taĢıtlarından veya havalanan aracın kendisinden yansıt ılan bir lazer noktaya tam niĢan alabiliyordu. Bu gece füze, bir kuleye takılı niĢangâhta bulunan lazer iĢaretleyicisiyle kendi kendine yönlendirilec ekti. Kiowa'nın iĢaretleyicisi, hedefi lazer ıĢınıyla "boyadıktan" sonra, Hellfire füzesi kendi yönünü belirleyecekti. Hellfire, hem karadan, hem havadan ateĢ edebildiği için, bu akĢam bırada kesinlikle bir hava aracı bulunduğu yargısına varılamayacaktı. Ayrıca Hellfire, karaborsa silah satıcıları aras ında çok tutulan bir silahtı, bu yüzden bir terörist eylemi olduğu düĢünülecekti. Delta-Iki, "Sedan," dedi. Delta-Bir ileti ekranına baktı. Kolay tanımlanamaz, siyah, lüks bir sedan, programa uygun olarak giriĢ yoluna yaklaĢ ıyordu. Bu, büyü hük ümet dairelerinin kullandı ğı tipik bir makam arabasıydı. ġoför, anıt binas ına girerken arabanın farlarını kapattı. Birkaç daire çizdikten sonra ağaçlıklı bir yerin yakinına park etti. Ortağı teleskobik gece görüĢünü Ģoför tarafındaki pencerey e çevirirken, Delta-Bir ekrana bakıyordu. Bir süre sonra kiĢinin yüzü görünt üye girdi. Delta-Bir hemen bir nefes aldı. Ortağı, "Hedef doğrulandı," dedi. Delta-Bir gec e görüĢü ekranına baktı ve kendini krala niĢan alan bir tetikçi gibi hissetti. Hedef doğrulandı. Delta-Iki sol taraftaki havac ılık elektroniği bölümüne döndü ve laser iĢaretleyicisini çalıĢtırdı. Yedi yüz metre aĢağıda, sürücünün göremediği sedanın tepesinde beliren bir ıĢık noktacığına niĢan aldı. "Hedef boyandı," dedi. Delta-Bir derin bir nefes al ıp at eĢ etti. Gövdenin alt ından gelen tiz bir tıslama sesinin ardından, belirsiz bir ıĢ ık demeti yere doğru indi. Bir saniye sonra, park yerindeki araba, göz kamaĢtırıc ı alevler arasında infilak etti. Her yana eğri metal parçalar uçuĢtu. Yanan tekerlekler ağaçların arasına doğru yuvarlandı. 372 Helikopt eri bölgeden uzaklaĢtırmaya baĢlayan Delta-Bir, "Ölüm gerçekleĢti," dedi. "Idareciyi ara." YaklaĢık üç kilometre ötedeki BaĢkan Zach Herney, yatmaya haz ırlanıyordu. Sarayın kurĢun geçirmez Lexan pencereleri iki buçuk santim kalınlığındaydı. Herney patlamayı duymamıĢtı. 97 Sahil Güvenlik Grup Hava Ġstasyonu Atlantic City, Atlantic City Uluslararası Havaalanı'ndaki William J. Hughes Federal Havacılık Yönetimi Teknik Merkezi'nin güvenli bir bölümündeydi. Uçağın tekerlekleri, iki dev kargo binası arasındaki ıssız piste keskin gıcırt ılar çıkartarak değerken, Rachel Sexton yerinde sıçrayarak uyandı. Uyuya kalmıĢ olmasına ĢaĢıran Rac hel, sersem bir halde saatine baktı. 02.13. Kendini günlerdir uyuyormuĢ gibi hissediyordu. Sıcak bir uçak battaniyesi sımsıkı üstüne örtülmüĢtü ve yanındaki Michael Tolland da uyanmaya baĢlamıĢtı. Rachel'a yorgun bir tebessüm etti. Koridordan sendeleyerek gelen Corky, onları görünce yüzünü astı. "Kahretsin, siz hâlâ orda mısınız? Bu akĢamın kötü bir rüya olmasını dileyerek uyanmıĢtım." Rachel, onun nas ıl hissettiğini gayet iyi anlıyordu. Yine denize gidiyorum. Uçak durduktan sonra, Rachel ile diğerleri düz piste indiler. Gökyüzü kapalı olmasına rağmen, kıyı havası sıkınt ılı ve ılıktı. Ellesmere ile karĢ ılaĢtırıldığında, New Jersey tropik al kuĢakta sayılırdı. 373 Bir ses, "Buraya," diye seslendi. Rachel ile diğerleri dönüp baktığında, Sahil Güvenlik'in klasik, koyu kırmızı HH -65 Dolphin helikopterlerinden birini gördüler. UçuĢ tulumunu giymiĢ olan pilot, helikopt erin parlak beyaz Ģeritli
kuyruğunun önünde onlara el sallıyordu. Tolland, Rachel'a etkilenmiĢ bir edayla baĢını salladı. "Patronun iĢini nasıl yaptıracağını gayet iyi biliyor." Rachel, daha bir Ģey bilmiyorsun, diye düĢündü. Onları karĢılayan pilot, helikoptere binm elerine yardımcı oldu, isimlerini sormadan, kısa bir hoĢbeĢin ardından uçuĢ güvenliği tedbirlerini anlattı. Pickering'in Sahil Güvenlik'e bu uçuĢun gizli bir görev olduğunu tembihlediği anlaĢılıyordu. Ama Pickering'in ihtiyatlı davranmasına rağmen, kimlikl eri sadece birkaç saniyeliğine gizli kalabilmiĢti; pilot, televizyon ünlüsü Michael Tolland'ı görünce gözlerinin fal taĢı gibi açılmas ına engel olamamıĢtı. Rachel, Tolland'ın yanına kıvrılırken, gerginlik hissetmeye baĢlamıĢtı bile. BaĢlarının üstündeki Aerospatiale mot oru sallanarak çalıĢmaya baĢladı. Dolphin'in on iki metrelik pervaneleri gümüĢi bir çember içinde dönüyordu. Vınlama gürlemeye dönüĢtü ve helikopter pistten karanlık gökyüzüne doğru havalandı. Kabinden arkasını dönen pilot, "VarıĢ yerini bana havalandıktan sonra söyleyeceğiniz bildirildi," diye seslendi. Tolland, pilota, mevc ut konumlarının beĢ kilometre güneydoğusunda, aç ık denizdc bir yerin koordinatlarını verdi. Rachel içi ürpererek, gemisi kıyıdan on iki mil açıkta, diye düĢündü. Pilot, seyrüsefer sistemine koordinatları girdi. Ardından, arkas ına yaslanıp motorlara hız verdi. Helikopterin burnu öne doğru eğildi ve güneydoğu yönüne yattı. New Jersey sahilinin karanlık kumsalları helikopt erin alt ında kayip giderken, Rachel gözlerini aĢağıda uzanan karanlık okyanustan çevirdi. 374 Tekrar suyun üstünde olmanın verdiği endiĢeye rağmen, okyanusu kain dostu ilan eden bir adamın yanında olduğu düĢüncesiyle kendini rahatlatmaya çalıĢtı. Dar gövdede sıkıĢ tıkıĢ yanında oturan Tolland'ın omuzları ve kalçaları onunkilere değiyordu. Her ikisi de oturma Ģeklini değiĢtirmeye kalkıĢmadı. Pilot adeta heyecandan patlayacakm ıĢ gibi, "Bunu söylememem gerektiğini biliyorum," diye ağzından kaçırıverdi. "Ama siz kesinlikle Michael Tolland'sınız. Ve söylemem lazım, Ģey, gece boyunca televizyonda sizi seyrettik! GöktaĢı Kesinlikle inanılmazdı! Hay rete düĢmüĢ olmalısınız," Tolland sabırla baĢını salladı. "Nutkum tutulmuĢtu." "Belgesel muhteĢemdi! Bilirsiniz, kanallar üst üste yayınlayıp durdular. Bu geceki nöbetçi pil otlardan hiçbiri bu göreve çıkmak istemedi, çünkü hepsi televizyon seyretmeye devam etmek istediler. Kısa çöpü ben çektim. Inanabiliyor musunuz? K ısa çöp! Ve iĢte burdayım! Eğer çocuklar o televizyondaki adamın gerçeğini benim..." Rachel, "Bizi aldığınız için minnettarız," diye lafını kesti. "Ama burda bulunduğumuz gerçeğini kendiniz e saklayacağınızdan emin olmak zorunday ız. Burda olduğurnuzu kimsenin bilmemesi gerekiyor." "Kesinlikle efendim. Aldığım emirler çok açık." Pilot biraz duraksadıktan sonra ifadesine neĢe geldi. "Hey, acaba Goya'y a gidiyor olabilir miyiz?" Tolland isteksizce baĢını salladı. "Evet öyle." Pilot ansızın, "Vay canına be!" deyiverdi. "Affedersiniz. Üzgünüm ama onu televizyondaki programlarınızda görmüĢtüm. Ikiz tekne öyle değilmi? Tuhaf görünüĢlü canavar! Daha önce hiçbir SWA TH tasarımına inmemiĢtim. Bunu ilk defa sizinle yapacağım hiç aklıma gelmezdi!" Rachel deniz e doğru gitmenin arttırdığı huzursuzlukla adamı susturdu. Tolland, ona döndü. "Sen iyi misin? Karada kalabilirdin. Bunu sana söylemiĢtim." 375 Karada kalmalıydım, diye düĢünen Rachel, gururunun bunu söylemesine asla izin vermeyeceğini biliyordu. "Hayır teĢekkürler. Ben iyiyim." Tolland gülümsedi. "Gözlerimi senden ay ırmayacağım." "TeĢekkürler." Rachel, onun sesindeki sıcaklığın kendini güvende hissettirmesine ĢaĢırmıĢt ı. "Sen Goya'yı televizyonda görmüĢtün, öyle değil mi?" Rachel baĢını salladı. "O... eee... ilginç görünüĢlü bir gemi." Tolland güldü. "E vet. Zamanında son derec e ilerici bir prototipti ama tasarımı asla moda olamadı." Geminin garip görünümünü gözlerinin önüne getiren Rac hel "Neden anlamıyorum," dedi. "ġimdi NBC daha yeni bir gemi kullanmam için bana bask ı yapıy or. Daha... bilmiyorum gösteriĢli, seksi bir Ģey. Bir iki sezon sonra beni ondan ayıracaklar." Tolland bunu düĢünürken melank olik bir seslv konuĢmuĢtu.
"Yepyeni bir gemi hoĢuna gitmez mi?" "Biliyorum... Goya'da çok hatıram var." Rachel anlay ıĢlı bir tebessüm etti. "ġey, annemin dediği gibi, ergeç hatıralarından kurtulmak zorundas ın." Tolland uzun süre onun gözlerine baktı. "E vet, biliyorum." 98 Omzunun üstünden Gabrielle'a bakan taksi Ģoförü, "Kahretsin," dedi. "Galiba ilerde bir kaza olmuĢ. Hiçbir yere gidemiyoruz. Bir süreliğine." Pencereden dıĢarı göz atan Gabrielle, geceyi yararak ilerleyen ambulans ıĢ ıklarını gördü. Yolun ilerisinde duran polisler, Mall'un et rafındaki trafiği durdurmuĢlardı. 376 FDR Anıt ı'nın yakınlarındaki alevleri iĢaret eden Ģoför; "Feci bir kaza olmalı," dedi. Gabrielle, titreĢen alevlere yüzünü somurt arak baktı. Sırası mıy dı Ģimdi? KYYT ve Kanadalı jeologla ilgili edindiği yeni bilgilerle Senator Sexton'a ulaĢması gerekiyordu. NASA'nın göktaĢını nasıl bulduklarıyla ilgili yalanının, Sexton'ın kampanyasına yeniden hayat getirecek kadar büyük bir skandal olup olmadığını merak etti. Politikacıların çoğu için olmayabilir, diye düĢündü ama bu Sedgewick Sexton'dı. Kampanyas ını diğerlerinin baĢarısızlıklarını mübalağa etmek üzerine kurmuĢ bir adam. Gabrielle, senatörün, rakiplerinin siyasi talihsizliklerine olumsuz ahlaki anlamlar yüklemesiyle her zaman gurur duymuyordu ama iĢe yaradığı bir gerçekti. Sexton'ın kinayeli konuĢma ve aĢağılamadaki hüneri bu küçük NASA yalanını, tüm uzay dairesine -ve dolayıs ıyla BaĢkan'a- bulaĢmıĢ bir karakter sorgulamasına dönüĢtürecekti. Pencerenin dıĢ ında, FDR Anıt ı'ndaki alevler daha da yükseliyordu. Yakınlardaki baz ı ağaçlar tutuĢmuĢtu ve itfaiye arabaları hortumlarını onlara yöneltmiĢti. Arabanın radyosunu açan taksi Ģoförü, kanallarda gezinmeye baĢladı. Içini çeken Gabrielle gözlerini kapattı ve yorgunluktan tükendiğini hissetti. Washington'a ilk geldiğinde sonsuza dek siyasetin içinde, hatta belki bir gün Beyaz Saray 'da çalıĢmayı hayal etmiĢti. Ama Ģu anda, hayatının sonuna dek yetecek kadar siyasetle uğraĢtığını hissediyordu. Marjorie Tenc h'le yapt ığı düello, kendisinîn ve senat örün Ģehvetli fotoğrafları, NASA 'nın tüm o yalanları... Rady odaki bir haber spikeri, bir araban ın bombalanması ve terörizm olasılığından bahsediyordu. Gabrielle ülk enin baĢkentine geldiğinden beri ilk defa, bu Ģehirden gitmeliyim, diye düĢündü. 377 99 Idareci çok nadir bıkkınlık hissederdi ama bugün artık sinirleri zorluyordu. Hiçbir Ģey beklendiği gibi geliĢmemiĢti; buzdaki yerleĢtirme safının trajik keĢfi, bilgiyi sir olarak saklamanın zorlukları ve Ģimdi de artan kurban listesi. Kimsenin ölmesi gerekmiyordu... Kanadal ı hariç. Planın teknik açıdan en zor kısmının, en kolay halledilen kısmı olmas ı gerçekten tuhaft ı.,Aylar önce gerçekleĢtirilen yerleĢtirme iĢlemi hiç pürüz çıkartmamıĢtı. Anomali yerine konduktan s onra, Kutups al Yörüngeli Yoğunluk Tarayıc ısı uydusunun fırlatılmasını beklemekten baĢka yapacak iĢ kalmamıĢtı. KYYT, Kuzey Kutup Dairesi'nde geniĢ bölgeleri taramak üzere geliĢtirilmiĢti ve er ya da geç, uydudaki anomali göktaĢını bulup, NASA'ya büyük bir keĢif sunac aktı. Ama lanet yazılım çalıĢmamıĢt ı. Idareci, anomali yazılımının çalıĢmadığını ve seçim sonrasına kadar da düzelt îlmesine imkân olmadığını öğrendiğinde, tüm plan tehlikeye girmiĢti. KYYT olmadan göktaĢı tespit edilemezdi. Idareci, NASA'dan birilerini göktaĢ ının varlığından gizlice haberdar etmenin bir yolunu bulmuĢtu. Bu çözüm, yerleĢtirmenin yapıldığı bölge yakınlarındaki Kanadalı bir jeoloğun acil telsiz iletisi göndermesini içeriyordu. Jeoloğun, belli baz ı sebeplerden ötürü derhal öldürülmesi ve ölümünün kaza gibi görünmesi gerekiyordu. Masum bir jeoloğu helikopterden aĢağı atmak sadece baĢlangıçtı. Artık çorap söküğü gibi gidiyordu. Wailee Ming. Norah Mangor. Her ikisi de ölmüĢtü. FDR Anıt ı'nda az önce gerçekleĢen gözü pek cinayet. Yakında listeye Rachel Sexton, Michael Tolland ve Dr. Marlinson da eklenecekti. Içinde büyüyen vicdan azabını bastıran idareci, baĢka yolu yok, diye düĢündü. Çok daha fazlas ı tehlikede. 378 100 Tolland pilota seslendiğinde, Sahil Güvenlik Dolphin hâlâ Goya'nın koor dinatlarından üç kilometre uzaktaydı ve bin metre yüksekte uçuyordu. "Bu helikopterde NightSight var mı?" Pilot baĢını salladı. "Ben bir kurtarma birimiyim."
Tolland da öyle olacağını tahmin etmiĢti. NightSight, Raytheon'ın karanlıkta gemi kazazedelerinin yerini tespit edebilen termal görüntüleme sistemiydi. Yüzücünün baĢından yayılan ısı, siyah okyanus üstünde kırmızı bir benek olarak görünürdü. Tolland, "Açsana," dedi. Pilotun aklı karıĢmıĢa benziyordu. "Neden? Birini mi kaybettiniz?" "Hayır. Herkesin bir Ģey görmesini istiyorum." "Su üzerinde yanan büyük bir yağ birikintisi olmadığı müddetçe bu yükseklikten termalde bir Ģey görmeyiz." Tolland, "Sen aç yeter," dedi. Tolland'a tuhaf bir bak ıĢ fırlattıktan sonra, bir dizi sayılar girerek, helikopterin altındaki termal lense önlerinde uzanan okyanusun üç millik kısmını araması emrini verdi. Helikopterdeki LCD ekran aç ıldı. Görüntü belirmiĢti. "Lanet olsun!" Pilot ekrana bakarken hay retle kendini geri çekince helikopter önce sendeledi, sonra toparlandı. Öne eğilip görüntüye bakan Rachel ile Corky aynı derecede ĢaĢkındılar. Siyah okyanus yüzeyi, yanıp sönen dev spirallerle aydınlanmıĢtı. Rachel dehĢ etle Tolland'a döndü. "Kasırgaya benziyor." Tolland, "Öyle," dedi. "Sıcak akınt ı kasırgası. YaklaĢ ık yarım mil çapın da. 379 Sahil Güvenlik pilotu hayretle kıkırdadı. "Büyük bir tane. Arada sırada bunlardan görürüz ama bunu daha önce duymamıĢt ım." Tolland, "Geçen haft a yüzeye çıktı," dedi. "Herhalde en fazla birkaç gün daha sürer." Okyanusun ortas ında dönüp duran su girdabına mana veremediği anlaĢ ılan Rachel, "Buna ne sebep oluyor?" diye sordu. Pilot, "Magma kubbesi," dedi. EndiĢeli görünen Rachel, Tolland'a döndü. "Bir volkan mı?" Tolland, "Hayır," dedi. "Doğu Sahilleri'nde aktif volkanlar yok, ama bazen deniz tabanının alt ından fıĢkırıp sıcak bölgelere neden olan serseri magma ceplerine rastlarız. Sıcak bölgeler, ıs ı ülçüsünün tersine dönmesine neden olurlar; dipte sıcak su, yukarda soğuk su. Bu da dev spiral akıntılara yol açar. Bunlara mega girdap denir. Birkaç hafta döndükten sonra dağılırlar." Pilot, LCD ekranda yanıp sönen spirale baktı. "Bu hâlâ güçlü gibi görünüyor." Tolland'ın gemisinin koordinatlarını kontrol edip, ĢaĢkınlık içinde omuzundan geriye baktı. "Bay Tolland, galiba tam göbeğinin yakınlarına park etmiĢsiniz." Tolland baĢ ını salladı. "Kasırganın merkezinde ak ınt ılar nispeten daha yavaĢtır. Saatte on sekiz mil. Hızla akan bir nehirde demir atmak gibi. Zincirimiz bu hafta iyi idman yapt ı." Pilot," Tanrım," dedi. "Saatte on sekiz millik akıntı mı? Gemiden düĢmeyin!" Kahkaha attı. Rachel gülmüyordu. "Mike, Ģu mega girdaptan, magma kubbesinden, sıcak akıntı durumundan bahsetmemiĢtin." Elini güven telkin edici bir tavırla Rachel'ın dizine koydu. "Son derece güvenli, inan bana." Rachel kaĢlarını çattı. "O halde burda çektiğin belges el magma kubbesi fenomeniyle ilgiliydi, öyle mi?" 380 "Mega girdaplar ve sphyrna mokarran." "Bu doğru. Daha önce bahsetmiĢtin." Tolland çekingen bir edayla gülümsedi. "Sphyrna mokarran sıcak suyu sever ve Ģu anda, yüz mil çapındakilerin tümü ısınmıĢ okyanus çemberinde toplanıyor." "Olağanüstü." Rachel sıkınt ılı bir tavırla baĢını salladı. "Ve Tanrı aĢkına söylesene, sphyrna mokarran nedir'?" "Denizdeki en çirkin balık." "Dere pisisi mi?" Tolland kahkaha attı. "Çekiç baĢlı köpekbalığı." Rachel !caskatı kesilmiĢti. Teknenin et rafında çekiç baĢlı köpekbalıkları mı var?" Tolland göz kırptı. "Sakin ol, tehlikeli değiller." "Tehlikeli olmasalardı böyle söylemezdin." Tolland kıkırdadı. "Sanırım haklıs ın." NeĢeyle pilota seslendi. "Hey, en son birilerini çekiç baĢlı saldırıs ından kurtaralı ne kadar oldu?" Pilot omuzlarını silkti. "Tanrım. Yıllardır kimseyi çekiç baĢlı saldırısından kurtarmadık." Tolland, Rachel'a döndü. "Gördün mü? Yıllardır. EndiĢeye gerek yok."
Pilot, "Sadece geçen ay," diye ekledi. "Aptal bir aletli dalgıç saldırıya uğramıĢtı..." Rachel, "Bekle biraz!" dedi. "Yıllardır kimseyi kurtarmadığınızı söylemiĢtiniz." Pilot, "Evet," diye karĢılık verdi. "Kurtarmadık. Genellikle çok geç kalıyoruz. Bu namussuzlar bir anda öldürüyor." 381 Goya'nın titreĢen ıĢıkları ufukta belirmiĢti. Yarım mil uzaktaki Tolland, mürettebat Xavia'nın akıllıca bir iĢ yapıp, açık bıraktığı parlak güverte ıĢıklarını görebiliyordu. ĠĢıkları gördüğünde kendini, arabasını ga raja çeken yorgun bir yolcu gibi hissetti. Tüm ıĢıkların aç ık oluĢuna ĢaĢıran Rachel, gemide sadece bir kiĢi var dediğini sanmıĢtım," dedi. "Sen evde yalnızken ıĢıkları açmaz mısın?" "Bir ıĢık açarım. Tüm evin ıĢıklarını değil." Tolland gülümsedi. Rachel'ın kaygıs ız görünmeye çalıĢmasına rağmen, orada bulunmaktan son derece korktuğunu anlayabiliyordu. Kolunu omzuna atıp, onu teselli etmek isterdi ama söyleyebileceği hiçbir Ģey yoktu. "ĠĢıklar güvenlik açıs ından açık. Gemide çalıĢanlar varmıĢ gibi görünüyor." Corky kendi kendine güldü. "Korsanlardan mı kork uyorsun Mike?" "Yoo. Burdaki en büyük tehlike, radarı nasıl ok uyacağını bilemeyen aptallar. ÇarpıĢmaya karĢ ı kendini korumanın en iyi yolu, herkesin seni görmesini sağlamak." Corky gozlerini kıs ıp parıldayan gemiye baktı. "Görmelerini mi? YılbaĢı arifesindeki Kurnaval Gemisi'ni andırıyor. Elektrik faturanı NB C'nin ödediği belli." Sahil Güvenlik helikopteri yavaĢlayıp aydınlık dev geminin etrafında yan yattı ve pilot arka güvertedeki helikopter pistine yöneldi. Tolland havadayken bile. geminin gövdesindeki destek elemanlarını çeken kuvvetli akınt ıyı seçebiliyordu. Pruvadan demirli olan ak ıntının ortasındaki Goy a zincire vurulmuĢ bir hay van gibi ağır çapaya asılıyordu. Pilot gülerek, "Gerçek bir güzellık abidesi," dedi. 382 Tolland alaycı bir yorum yaptığını biliyordu. Goya çirkindi. Bir televizyon eleĢtirmenine göre "poposu çirkindi". ġimdiye dek yapılan sadece on yedi SWA TH gemisinden biri olan Goya'nın Small-Waterplane-A rea-Twin-Hull(küçük-S u Hatt ı-Alanlı Ikiz-Teknesi.) çekici olmaktan çok uzaktı. Gemi, pontonlara tutturulmuĢ dört dev destek elemanı üzerinde, okyanus yüzeyinin üç met re yukarısında yüzen yatay bir plat formdan ibaretti. Gemi uzaktan bakıldığında alçak bir sondaj platformuna benziyordu. yakından ise, kolonların üstündeki bir yüzen evi andırıyordu. Mürettebat yatakhanesi, araĢt ırma laboratuvarları ve kaptan köprüsü, tepedeki katlı yapıda yer alıyordu. Bu görüntü insana, çok katlı binaları destekleyen, yüzer dev bir sehpa izlenimi veriyordu. Pek de biçimli olmayan hatlarına rağmen Goy a'nın tasarımı, deniz uçağına ayrılan daha az mekânla, dengeyi arttırıyordu. Askıdaki plat form daha iyi film çekimine, daha kolay laboratuvar çalıĢmalarına ve bilimadamlarını daha az deniz tutmasına imkân sağlıyordu. NB C, Tolland'a ona daha yeni bir Ģey almak için baskı uygulasa da, Tolland bunu reddetmiĢti. Artık daha iyi, hatta daha dengeli gemiler olsa da, Goya on yıldır onun eviydi; Celia'nın ölümünden sonra onu hayata geri döndüren gemiydi. Bazı geceler güvertede hâlâ onun rüzgârın getirdiği sesini duyuyordu. Hayaletler kayholduğunda ve Ģayet kaybolursa, Tolland o zaman yeni bir gemiyi düĢünebilirdi. Henüz değil. Helikopt er sonunda Goy a'nın kıç güvert esine konduğunda, Rachel Sexton kendini yarı rahatlamıĢ hissediyordu. Iyi haber, artık okyanus üstünde uçmuyor olmasıydı. Kötü haberse, üstünde durduğuydu. Güvertey e çıkıp etrafına bakark en, bacaklarının titremesine mani olmaya çalıĢtı. Güverte, özellikle de üstünde helikopt er varken, çok dar görünüyordu. 383 Gözlerini pruvaya doğru kaydıran Rachel, geminin hantal ve üst üste yığılmıĢ yapısına baktı. Tolland yanına gelip durdu. Akınt ının gürültüsünü bastırmak için yüksek sesle, "Biliyorum," dedi. "Televizyonda daha büyük görünüyor." Rachel baĢını salladı. "Ve daha dengeli." "Denizdekı en güvenli gemilerden biridir. Inan bana." Tolland elini Rachel'ın omuzuna atarak, onu güvertenin karĢ ı tarafına götürdü. Elinin verdiği sıcaklık Rachel'ı, söyleyebileceği her Ģeyden çok rahatlatmıĢtı. Yine de, geminin arka tarafına bakarken Ģiddetli akınt ının gemi sanki tam yol ilerliyormuĢ gibi ark alarından akıp gittiğini gördü. Bir mega girdabın üstündeyiz, diye düĢündü.
Rachel arka güvertenin ön kısmında, dev bir vinçte asılı duran tek kiĢilik, tanıdık bir Triton denizalt ısı fark etti. Triton -Y unan deniz tanrısının ismi- kendinden önceki çelik kaplı Alvin'e hiç benzemiyordu. Triton'ın önünde yer alan yarıküre Ģeklinde akrilik kapağı yüzünden, bir deniz altıdan çok dev bir kavanoz ak varyuma benziyordu. Rachel, okyanusla arasında akrilik bir yapraktan baĢka bir Ģey ol madan, okyanusun yüzlerce metre derinlerine inmekten daha korkunç bir Ģey düĢünemiyordu. Ama elbette Tolland'a göre, Triton'la yapılan yolculuğun en sık ınt ılı kısmı, baĢlangıç aĢamasıy dı. Goy a'nın güvertesindeki iner tip kapıdan yavaĢça sarkıtılırk en, denizden dokuz metre yukarıda sarkaç gibi sallanmak. Güvertede ilerleyen Tolland, " Xavia su laboratuvarında," dedi. "Burdan." Rachel ile Corky, kıç güvertede Tolland'ı takip ettiler. Telsizini kullanmaması sık ı sıkıya tembihlenen Sahil Güvenlik pilotu, helikopterinde kaldı. Geminin kıç parmaklıklarında duran Tolland, "ġuna bakın," dedi. Rachel parmaklıklara tereddütle yaklaĢtı. Çok yukarıdaydılar. Su en az dok uz metre aĢağıdaydı ama buna rağmen sudan yükselen ısıy ı hissedebiliyordu. 384 Akıntı sesini bast ıran Tolland, "Sıcak banyonun ıs ısına yakın," dedi. Parmaklıkların üstündeki bir anahtar kutusuna uz andı. "Bunu seyredin." Bir düğmeyi kaldırdı. Geminin altındaki suya yayılan bir ıĢık yelpaz esi, denizi yüzme havuzu gibi içten aydınlatmıĢtı. Rachel ile Corky'nin aynı anda nefesi kesilmiĢti. Geminin etrafındaki sular, düzinelerce hay aletimsi gölgeyle doluydu. Aydınlık yüzeyin hemen altında dolaĢan besili karanlık Ģekiller ordusu akıntıya karĢı paralel yüzerken, adeta tarih öncesi bir ritimle çekiç biçimli kafalarını sağa sola sallıyorlardı. Corky, "Tanrım, Mike," diye kekeledi. "Bunu bizimle paylaĢtığına çok memnun oldum." Rachel'ın vücudu kaskatı kesilmiĢti. Parmaklıklardan uzaklaĢmak istedi ama kıpırdayamıy ordu. Aklını baĢından alan manz ara karĢısında olduğu yere mıhlanmıĢtı. Tolland, "Ġnanılmazlar, öyle değil mi?" dedi. Eli bir kez daha Rachel'in omzunday dı ve onu rahatlatıyordu. "Haft alar boyunc a sudaki sıcak bölgeleri takip edecekler. Bu çocuklar denizdeki en iyi burunlara sahiptirler; geliĢmiĢ ön beyin koku alma lopları. Kanın kokusunu bir mil öteden alırlar." Corky Ģüpheyle bak ıyordu. "GeliĢmiĢ ön beyin koku alma lopları mı?" "Bana inanmıyor musun?" Tolland durdukları yerin yanındaki alüminyum bir dolabın içini aramaya baĢladı. Bir süre sonra küçük, ölü bir balık çıkardı. "Mükemmel." Soğutucudan aldığı bıçakla balığı çeĢitli yerlerinden kesti. Kan damlamaya baĢlamıĢtı. Corky, "Mike, Tanrı aĢkına," dedi. "Bu iğrenç." Tolland'ın gemiden aĢağı fırlattığı balık dokuz metre aĢağı düĢtü. Suya çarptığı anda, vahĢi bir kargaĢa içinde üĢüĢen altı yedi köpekbalığı, gümüĢi diĢleriyle kanlı balığı kaptılar. Balık bir anda yok olmuĢtu. 385 Ödü patlayan Rachel dönüp, baĢka bir balığı elinde tutan Tolland'a baktı. Aynı tür. Aynı boy. Tolland, "Bu kez kan yok," dedi. Balığı kesmeden suya fırlattı. Balık sular sıçratarak denize düĢtü ama hiçbir Ģey olmadı. Çekiç baĢlılar fark etmemiĢ gibiydi. Ilgi çekmeyen yem, akıntıya kapılıp uzaklaĢtı. Onları parmaklıklardan uzaklaĢtırıp, baĢka tarafa götüren Tollland "Sadece koku hissiy le saldırırlar," dedi. "Doğrusu burda tam bir güvenlik içinde yüzebilirsiniz; tabi eğer aç ık yaranız yoksa." Corky yanağındaki dikiĢleri gösterdi. Tolland kaĢlarını çattı. "Haklıs ın. Sana yüzmek yok." 102 Gabrielle Ashe'in taksisi hareket etmiyordu. FDR Anıt ı yakınlarındaki tıkalı yolda duran Gabrielle, uzaktaki ambulanslara bakarken, Ģehrin üstüne gerçeküstü bir sis bulutunun çöktüğünü hissetti. Rady odaki haberler Ģimdi, patlayan arabada üst düzey bir hükümet yetkilisi olabileceğini söylüyordu. Cep telefonunu ç ıkarıp senatörün numaras ını çevirdi. Gabrielle'in neden bu kadar geciktiğini merak ediyor olmalıydı. Hat meĢguldü. Tıkırdayan taksimetreye bakan Gabrielle, yüzünü buruĢturdu. Burada kalan arabalardan bazıları kaldırım kenarına çıkıp, alternatif yollara dönüyorlardı. Taksici omzunun üstünden arkaya baktı. "Beklemek istiyor musunuz ? Para sizin." Gabrielle daha fazla resmi aracın geldiğini gördü. "Hay ır. Dönelim." 386
Cevaba homurdanan taksici, çok manevral ı garip dönüĢü gerçekleĢtirmeye baĢladı. Araba k aldırıma çık ıp sıçrarken, Gabrielle, Sexton'ı bir daha aradı. Hâlâ meĢguldü. GeniĢ bir daire çizmiĢ olan taksi, birkaç dakika sonra C Caddesi'ne doğru yol alıyordu. Gabrielle, önünde beliren Philip A. Hart Senat o Ofis Binas ı'nı gördü. Aslında niyeti doğruc a senatörün dairesine gitmekti ama ofis bu kadar yak ınken... ġoföre aniden, "Kenara çek," dedi. "ġuraya. TeĢ ekkürler." Eliyle iĢaret etti. Araba durdu. Gabrielle taksimetredeki tutarın üstüne on dolar daha ödedi. "On dak ıka bekleyebilir misin?" Taksici önce paraya, sonra da saatine baktı. "Bir dakika fazla beklemem." Gabrielle ac eleyle koĢturdu. BeĢ dakikada dönerim. Senato ofis binasının mermer koridorları bu saatte adeta mezarlığı andırıyordu. Gabrielle, üçüncü kat giriĢine dizilen kas vetli heykellerin aras ından geçerk en tüm kasları gerilmiĢti. Heykellerin taĢ gözleri sanki onu sessiz nöbetçiler gibi izliyordu. Senatör Sexton'ın beĢ odalı ofis süitine geldiğinde, içeri girmek için anaht ar kart ını kullandı. Sekreterlik giriĢi loĢtu. Antreden çıkıp, ofisin e giden holde ilerledi. Içeri girince floresan ıĢıkları açt ı ve doğruca dosya dolabının yanına gitti. KYYT ile ilgili bilgiler de dahil olmak üzere, NASA' nın Yer Gözlem Sistemi bütçesi hakkında koca bir dosyası vardı. Sexton'a Harper'ı anlattığında, mutlak a KYYT ile ilgili bulabildiği tüm bilgileri isteyecekti. NASA, KYYT hakkında yalan söyledi. Gabrielle dosyaları tararken, cep telefonu çaldı. 387 "Senatör'?" diye cevap verdi. "Hayır Gabs. Benim, Yolanda." ArkadaĢ ının sesinde alıĢılmadık bir tını vardı. "H âlâ NASA 'da mısın?" "Hayır. Ofis'teyim." "NASA'da bir Ģey buldun mu?" Tahmin edemezsin. Sexton'la konuĢana kadar Yolanda'ya bir Ģey söyleyemeyeceğini biliyordu; bilginin nasıl ele alınacağına dair senatörün çok özel fikirleri olacaktı. "Sana bunu Sexton'la konuĢtuktan sonra anlat ırım. ġimdi onun evine gidiyorum." Yolanda duraksadı. "Gabs, Ģu Sexton'ın kampanya finansmanı ve USV hakkında söylediklerini hat ırlıyor musun?" "Sana yanıldığımı söyledim ve..." "Uzay sanayi ile ilgili haber yapan iki muhabirimizin benz er bir hikaye üstünde çalıĢtığını öğrendim." Gabrielle ĢaĢ ırmıĢtı. "Yani?" "Bilmiyorum. Ama bu çocuklar iĢinde iyi ve Sexton'ın Uzay Sınırları Vakfı'ndan rüĢ vet aldığına ikna olmuĢ gibiler. Seni aramam gerektiğini düĢündüm. Daha ö nce sana bu fikrin saçma olduğunu söylediğimi biliyorum. Kaynağın Marjorie Tench olmas ı Ģüphe uyandırıcıydı ama bizim çocuklar... Bilmiyorum, senatörü görmeden önce onlarla konuĢmak isteyebilirsin." "O kadar eminlerse neden haber yapmadılar?" Gabrielle niy etinden daha savunmacı bir tonda konuĢmuĢtu. "Ellerinde somut bir kanıt yok. Senatörün yapt ıklarını örtbas etmekte usta olduğu belli." Çoğu politikacı öyledir. "Ortada hikâye yok Yolanda. Senat örün USV bağıĢlarını itiraf ettiğini sana söylemiĢtim ama hepsi küçük miktarlarda." "Sana böyle söylediğini biliyorum Gabs ve neyin gerç ek neyin yalan olduğunu bildiğimi iddia etmiyorum. Sadece aramam gerektiğini hissettim. 388 Çünk ü sana Marjorie Tench'e güvenmemeni söylemiĢtim. Ama Ģimdi senatörün para aldığını düĢü nen Tench'den baĢka insanlar da olduğunu öğrendim. Hepsi bu." "Kim bu muhabirler?" Gabrielle aniden öfkelendiğini hissetti. "Isim veremem. Bir görüĢme ayarlayabilirim. Akıllı insanlardır. Kampanya finansman kanununu bilirler..." Yolanda duraksadı. "Bu çocuklar Sexton'ın paraya muhtaç durumda olduğunu düĢünüyorlar, hatta iflas etmiĢ durumda." Gabrielle sessiz ofis ortam ında, suçlamalarının yankısını Tench'in kaba sesinden duyabiliyordu. Katherine öldükten sonra kötü yat ırımlar, lüks harcamalar ve zafer kazandıracak umuduyla satin aldıkları, kendisine kalan mirasın büyük kısmını tüketti. Altı ay önce adayınız ın cebinde metelik yoktu.
Yolanda, "Bizim çocuklar bayıla bayıla seninle konuĢurlar," dedi. Gabrielle, eminim öyle yuparlur, diye düĢündü. "Seni sonra ararım." "Sesin kızgın geliyor." "Kesinlikle sana değil Yolanda. Kesinlikle sana değil. TeĢ ekkürler." Gabrielle telefonu kapattı. Senatör Sexton'ın Westbrooke dairesinin önündeki szındalyede uyuklayan koruma, cep telefonunun sesiyle aniden uyandı. Sandalyesinde doğrulup, gözlerini ovuĢturdu ve ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. "E vet?" "Owen, ben Gabrielle." Sexton'ın korumas ı onun sesini tanımıĢtı. "Ah, merhaba." "Senatörle konuĢmam lazım. Benim için kapıs ını çalar mısın? Hattı meĢgul." "Geç oldu." "Ama uyumuyor. Bundan eminim." Gabrielle'ın sesi heyecanlı geliyordu. "Acil durum." 389 "Yine mi?" "Aynısı. Onu telefona çağır Owen. Ona gerçekten sormam gereken bir Ģey var." Koruma içini çekerek ayağa kalktı. "Tamam, tamam. Kapıyı çalarim." Ge rinip, Sexton'ın kapısına doğru yürümey e baĢladı. "Ama bunu sadece daha önce içeri girmenize izin verdiğime memnun olduğu için yapıyorum." Kapıy ı çalmak için isteksizce yumruğunu kaldırdı. Gabrielle, "Az önce sen ne dedin?" diye sordu. Korumanın yumruğu havada kalmıĢtı. "Dedim ki, senatör daha önce içeri girmenize izin verdiğim için memnun olmuĢtu. Haklıydınız. Sorun çıkmadı." "Sen ve senatör bu konudan mı bahsettiniz?" Gabrielle ĢaĢkın bir tonla konuĢmuĢtu. "Evet. Ne olmuĢ?" "Hayır, ben sadece düĢündüm de..." "Aslında biraz tuhaft ı. Buraya geldiğinizi hat ırlamak senatörün birkaç saniyesini aldı. Herhalde içerdekiler içkiyi biraz fazla kaçırdı." "Siz ikiniz ne zaman konuĢtunuz Owen?" "Siz gittikten hemen sonra. Bir sorun mu var?" Kısa bir sessizlik. "Hayır... hayır. Hiçbir Ģey yok. Bak, Ģimdi düĢündüm de, senatörü Ģimdi rahatsız etmeyelim. E vden düĢürmeye çalıĢacağım, iĢe yaramazsa seni tekrar ararım, sen de kapısını çalarsın." Koruma gözlerini devirdi. "Siz nasıl isterseniz Bayan Ashe." "TeĢekkürler Owen. Kusura bakma." "Sorun değil." Koruma telefonu kapattı, sandalyesine geri çöktü ve uyudu. Ofisinde tek baĢına duran Gabrielle, telefonu kapatmadan birkaç saniye kıpırdamadan kaldı. Sexton dairesine girdiğimi biliyor... ve bana bundan hiç bahsetmedi. 390 Bu gecenin acayiplikleri daha da Ģüphe çekici olmaya baĢlıyordu. Gabrielle, ABC'deyken senat örle yaptığı telefon görüĢmesini hatırladı. Senatörün durduk yerde, uzay Ģirketleriyle görüĢüp para kabul ettiğini itiraf etmesi Gabrielle'ı ĢaĢırtmıĢtı. Dürüstlüğü Gab rielle'ı yeniden kendi tarafına çekmiĢti. Hatta onu utandırmıĢtı. Ama Ģimdi itirafı hiç de o kadar soylu bir davranıĢ gibi görünmüyordu, Sexton, küçük meblağlar, demiĢti. Tamamen yasal. Gabrielle'ın Senatör Sexton hakkındaki tüm kuruntuları birden nüksetti. DıĢarıdaki taksi kornaya basıyordu. 103 Goya'nın kaptan köprüsü, ana güverteden iki kat yukarıdaki pleksiglas bir küpten ibaretti. Rachel'ın durduğu yer 360 derecelik bir karanlık okyanus manzaras ına sahipti ama sinir bozucu manzarayı tamamen görmezlikten gelip dikkatini elindeki iĢe verene kadar sadece bir kez baktı. Tolland ile Corky'yi Xavia'y ı bulmaya gönderdikten sonra, Pickering'le bağlant ı kurmaya haz ırlanmıĢtı. Gemiye vardıklarında arayacağına dair direktöre söz vermiĢti ve Marjorie Tench 'le buluĢtuğunda neler öğrendiğini duymak için can atıyordu. Goya'nın SHINCOM 2100 dijital haberleĢme sistemi, Rachel'ın aĢina olduğu bir platformdu. GörüĢmeyi kısa tutarsa güvenli olac ağını biliyordu. Pickering'in özel numarasını çevirdikten sonra, SHINCOM 2100'ün ahizesini kulağına yapıĢtırıp beklemeye baĢladı. Ilk çalıĢta Pickering'in açmasını bekliyordu. Ama telefon çalmaya devam etti.
Altı kez. Yedi. Sekiz... 391 Rachel okyanusa giiz gezdirdi. Direktöre ulaĢ amamak, denizde olmanın verdiği huzursuzluğ u arttırmaktan baĢka bir Ģey yapmıyordu. Dokuz kez çaldı. On. Açsana! Beklerken adım atmaya baĢladı. Neler oluyordu? Pickering cep telefonunu daima yanında taĢ ırdı ve Rachel'a üstüne basa basa kendisini aramasını söylemiĢti. Rachel on beĢ kez çaldıktan sonra kapattı. Artan bir endiĢeyle; SHINCOM'un ahizesini yeniden eline aldı ve tekrar numarayı çevirdi. Dört kez çaldı. BeĢ kez. Nerede bu adam? Sonunda telefon aç ıldı. Rachel bir an için rahatladığını hissetti ama kısa sürdü. Hatta kimse yoktu. Sadece sessizlik. "Alo'?" diye atıldı. "Direktör'?" Üç hızlı t ıkırt ı duyuldu. Rachel, "Alo'?" dedi. Elektronik parazit sesi Rachel'ın kulağını sağır edecekti. acıyla kulağından uzaklaĢtırdı. Parazit birden durmuĢtu. ġimdi yarım saniyelik aralıklarla gelen titreĢim seslerini duyabiliyordu. Rachel'ın ĢaĢkınlığı bir anda yerini farkındalığa bıraktı. Sonra da korkuya. "Lanet olsun!" Köprüdeki kumandaların yanına geri dönüp, ahizeyi çarparak yer bıraktı ve bağlant ıyı kesti. Bir süre dehĢet içinde vaktinde kapatıp kapatamadığ ını düĢünürken ayakta kalakaldı. Goya'nın iki güverte aĢağıdaki sulaboratuvarı, elektronik cihazlarla dolu uzun tezgâhlar ve adacıklara ayrılmıĢ geniĢ bir çalıĢma alanıydı; deniz tabanı tarayıcıs ı, akınt ı analizörleri, musluk taĢları, davlumbazlar, bir soğuk hava mahzeni, bilgisayarlar, araĢtırma verileri için dosya düzenleyici ve cihazların çalıĢması için gerekli olan diğer elektronikler. 392 Tolland ile Corky içeri girdi ğinde, Goya'nın gemide kalan jeologu Xavia, sesi sonuna kadar açık bir televizyonun önünde boylu boy unca uzanıyordu. Arkasını bile dönmedi. Omzunun üstünden "Bira paranız mı bitti çocuklar?" diye seslendi. AnlaĢ ılan, mürettebattan birilerinin geri geldiğini düĢ ünüyordu. Tolland, " Xavia," dedi "Benim Mike." Sandvicinin bir parçasını mideye indiren Xavia hemen arkasını döndü. "Mike'?" diye kekelerk en, onu gördüğüne ĢaĢırdığı belliydi. Ayağa kalkıp televizyonun sesini kıstı ve hâlâ ağzındakini çiğneyerek yanına geldi. "Çocuklar bar gezmesinden döndüler sandım. Burda ne iĢin var?" Xavia hırçın bir havası olan tiz sesli, ĢiĢman ve koyu esmer tenli bir kadındı. Tolland'ın Kuz ey Kutbu'nda çektiği göktaĢı belgeselini oynatan televizyonu iĢaret etti. "Buzullarda fazla uzun kalamadın, öyle değil mi?" Tolland, bir pürüz çıktı, diye düĢündü. " Xavia, eminim Corky Marlins on'u tanıyorsundur." Xavia baĢını salladı. "ġeref duydum bay ım." Corky ise onun elindeki sandvice bakıyordu. "Güzel görünüyor." Xavia, ona garipsey en bir bakıĢ fırlattı. Tolland, Xavia'ya, "Mesaj ını aldım," dedi. "Sunumda bir hata yaptığımı söylemiĢsin. Seninle bunu KonuĢmak istiyorum." Jeolog, ona bakıp tiz bir kahkaha attı. "Bu yüzden mi geri döndün? Ah Mike, Tanrı aĢkına, önemli değildi. Sadece takılıyordum. Herhalde NASA sana eski bilgileri verdi. Doğrusu, bu yanlıĢlığı dünyada fark edebilecek en fazla üç dört deniz jeoloğu vardır." Tolland nefesini tutmuĢtu. "ġu yanlıĢlık. Acaba gökkumlarıyla bir ilgisi olabilir mi?" Xavia'nın yüzü hayretle ifadesiz kaldı. " Tanrım. Demek bu jeologlardan biri seni aradı bile." 393 Tolland yıkılmıĢtı. Gökkumları. Önce Corky'ye sonra da deniz jeoloğuna bakt ı. " Xavia, bu gökkumları hakkında bana anlat abileceğin her Ģeye ihtiyacım var. Yaptığım hata neydi?" Ona bakan Xavia, artık son derece ciddi olduğunu anlıyordu. "Mike, gerçekten mühim değil. Bir süre önc e ticaret gazetesinde küçük bir makale okumuĢtum. Ama bu konuda neden bu kadar endiĢelendiğini anlamıyorum." Tolland içini çekti. "Xavia, kulağa garip geldiğini biliyorum ama bu gece ne kadar az bilsen, o kadar iyi.
Senden tek istediğim bize gökkumları hakk ında bildiklerini anlatman ve sonra senden bir taĢ örneğini bizim için incelemeni isteyeceğim." Xavia hem ĢaĢırmıĢ, hem de çemberin dıĢ ında bırakılmaktan rahhatsız olmuĢa benziyordu. "Iyi, gidip gazeteyi getireyim. Ofisimde." Sandvicini bırak ıp kapıya yön eldi. Corky arkas ından seslendi. "Bunu ben bitirebilir miyim?" Xavia hayret içinde durdu. "Benim sandvicimi bitirmek mi istiyorsun?" "ġey, ben düĢündüm de..." "Kendi lanet sandvicini ye," diyerek Xavia çıktı. Tolland kıkrrdayarak, laboratuvarın karĢ ısındaki soğutucuyu gösterdi. "En alt raf Corky. Sambukalarla (Anasonlu Ġt alyan içkisi) kalamar torbalarının aras ında." DıĢarrdaki güvertede, Rachel köprünün dik merdivenlerinden aĢağı inip, helikopter pistine doğru yürüdü. Uyuklayan Sahil Güvenlik pilotu Rachel pilot kabinine hafifçe vurduğunda yerinde doğruldu. "Bitti mi?" diye sordu. "Çok hızlı oldu." Rachel endiĢ eyle baĢını iki yana salladı. "Hem kara, hem de hava radarını çalıĢt ırabilir misin?" "Elbette. On mil yarıçapında." 394 Aç lütfen." ġaĢkın görünen pilot, birkaç düğmeyi çevirdikten sonra radar ekranı aydınlandı. Tarayıc ı ekranda tembel daireler çiziyordu. Rachel, "Bir Ģey var mı?" diye sordu. Pilot tarayıcının birk aç kez çemberi tamamlamas ını bekledi. Bazı ayarlamalar yapıp, baktı. Bir Ģey yoktu. "DıĢ kenarda birkaç küçük gemi görünüyor ama bizden uzaklaĢıyorlar. Yol açık. Millerce açık denizle çevriliyiz." Rachel Sexton içini çekti ama tam anlam ıyla rahatlamamıĢtı. "Bana bir iyilik yapıp, herhangi bir Ģeyin -t ekne, hava arac ı, herhangi bir Ģey yaklaĢtığını görürsen hemen haber verir misin?" "Tabi yaparım. Her Ģey yolunda mı?" "Evet. Sadece takip eden birileri olursa haberim olsun istiyorum," Pilot omuzlarını silkti. "Radara bakacağım bayan. Herhangi bir ıĢık aksi görürsem, ilk size haber vereceğim." Sulaborat uvarına giderken Rachel'ın önsezileri iĢaret veriyordu. Içeri girdiğinde, Corky ile Tolland'ı bir bilgisayar ek ranı önünde durmuĢ, sandviç yerken buldu. Corky tıkabasa dolu ağz ıyla ona seslendi. "Neli olsun? Balık aromalı tavuklu mu, balık aromalı sal amlı mı, yoksa balık aromalı yumurta salatalı mı?" Rachel soruyu duymam ıĢ gibiydi. "Mike, bu bilgiyi öğrenip gemiden ayrılmamız ne kadar sürer?" 104 Rachel ve Corky ile birlikte Xavia'nın donmesini bekleyen Tolland, sulaboratuvarında dolaĢ ıyordu. Gökkumları hakkındaki haber, Rachel'in Pickering'le bağlantı kuramaması haberi kadar can sık ıcıydı. 395 Direktör cevap vermedi. Ve birisi Goy a'nın yerini sapt amaya çalıĢtı. Tolland herkese, "Sakin olun," dedi. "Emniyetteyiz. Sahil Güve nlik pilotu radarı takip ediyor. Birisi bu tarafa yönelirse, bizi uyarmak için fazlas ıyla vakti olacak." Rachel hâlâ endiĢeli görünmesine rağmen, ona katılarak baĢ ını salladı. Sanki canlıymıĢ gibi titreĢip birbirine karıĢan rengârenk bir görüntünün oynadığı Sparc bilgisayar monitörünü iĢaret eden Corky, "Mike, bu da ne böyle?" diye sordu. Tolland, "Akustik doppler ak ıntı ölçer," dedi. "Geminin alt ındaki okyanusun akıntı ve ıs ı değiĢimlerini gösteren kesit." Rachel sadece bakıyordu. "Biz bunun üstüne mi demir attık?" Tolland'ın, korkut ucu bir görüntü olduğunu kabul etmesi gerekirdi. Yüzeydeki su mavimsi yeĢil bir girdabı andırıyordu ama aĢağı doğru indikçe artan ısıyla renkler kırmız ıya ve turuncuya dönüyordu. Dibe yak ın bir yerde, okyanus tabanının üstünde kan kırmızısı bir siklon dönüyo rdu. Tolland, "Mega girdap bu" dedi. Corky homurdandı. "Sualtı kasırgas ına benziyor." "Aynı prensip. Okyanus genellikle dibe yakın yerlerde daha soğuk ve yoğundur ama burda dinamikler tersine dönmüĢ. Derin su ısınmıĢ ve daha hafif, bu yüzden yukarı yükseliyor. Bu arada yüzeydeki su daha
ağır olduğundan, boĢluğu doldurmak için dev bir spiral çizerek aĢağı hareket ediyor. Okyanusta kanal benzeri bu ak ınt ılara rastlanır. Dev anaforlar." "Deniz tabanındaki Ģu büyük tümsek ne?" Corky okyanus tabanından yükselen kubbe Ģeklindeki tümseği iĢaret etti. Girdap tam bunun üstünde dönüyordu. Tolland, "O tümsek, magma kubbesi," dedi. "Lavlar okyanus tabanını yukarı doğru itiyor." 396 Corky baĢ ını salladı. "Dev bir sivilce gibi." "Öyle de denebilir." "Peki ya patlarsa?" Juan de Fuca Sırtı'nda 1986'da meydana gelen mega girdap olayını hatırlayan Tolland kaĢlarını çattı. Bin iki yüz santigrat derecedeki binlerce ton magma okyanus a püskürüp, mega girdabın Ģiddetini bir anda arttırmıĢtı. Girdap hızla yukarı doğru geniĢlerken, yüzey akıntıları ĢiddetlenmiĢti. Bundan sonra olanları, Tolland'ın bu gec e Corky ve Rachel'la paylaĢmaya hiç niyeti yoktu. Tolland, "Atlantik magmaları patlamazlar," dedi. " Tümseğin üstünde dönen su, yeryüzü kabuğunu sürekli olarak soğutur ve kat ılaĢtırır, böylece magma kalın bir taĢ tabakasının altında kalmıĢ olur. Bunun sonucunda aĢağıdaki lav soğur ve spiral yok olur. Genellikle mega girdaplar tehlikeli değildir." Corky bilgisayarın yanında duran eski püskü bir dergiyi iĢaret etti. "Yani Scientific American uydurma haberler yayınlıyor diyorsun, ha?" Kapağı gören Tolland geriye doğru sıç radı. GörünüĢe bakılırsa birisi Goya'nın eski bilimsel dergiler arĢivinden Scientific American ġubat 1999 sayısını çıkartmıĢtı. Kapağa bir ressamın, muazzam bir okyanus hortumundaa kontrolden çıkarak dönen dev bir tank er betimlemesi bas ılmıĢtı. BaĢlıkta Ģöyle yazıyordu: MEGA GĠRDAPLAR DERINLERDE N GELE N KORK UNÇ KA TILLE R MI? Tolland buna güldü. "Hiç ilgisi yok. Bu makalede deprem kuĢağındaki mega girdaplardan bahsediliyor. Birkaç yıl önce, kaybolan gemileri açıklay an popüler bir Bermuda ġeytan Üçgeni hipoteziydi. Teknik konuĢmak gerekirse, okyanus tabanında bir tür felak et getirici jeolojik durum varsa, ki bu civarda duyulmadı, o zaman kubbe yırtılabilir ve anafor büyüyüp... Ģey, bilirsiniz..." "Corky, "Hayır, bilmiyoruz," dedi. 397 Tolland omuzlarını silkti. "Yüzeye yükselir." "Harika. Bizi gemiye getirdiğine bilsen ne kadar memnunuz." Xavia elinde baz ı kâğıtlarla içeri girdi. "Hayranlıkla mega girdabı mı seyrediyorsunuz?" Corky alaycı bir sesle, "Ah evet," dedi. "Mike bize Ģu küçük tümsek patlarsa, hepimizin büyük bir kanal içinde nasıl döneceğini anlatıy ordu." "Kanal mı?" Xavia soğuk bir kahkaha attı. "Daha çok dünyanın en büyük sifonuna çekilmiĢ gibi oluruz." DıĢarıda, Goya'nın güvertesindeki Sahil Güvenlik helikopt er pilot u EMS radar ekranını dikkatle izliyordu. Bir kurtarma pilotu olarak, insanların gözlerindeki korkuyu iyi tanıyordu: Rachel Sexton, ondan Goya'ya gelebilecek davetsiz misafirleri gözlemesini isterken kesinlik le korkuyordu. Nasıl misafirler bekliyor acaba, diye düĢündü. Pilotun tek görebildi ği, denizde ve havada on mil yarıçapında normalin dıĢında hiçbir Ģey olmadığıydı. Sekiz mil uzakta bir balıkçı teeknesi vardı. Radar alanının dıĢ kenarına arada sırada giren bir hava aracı, bilinmeyen bir yöne doğru tekrar gözden kayboluyordu. Geminin etrafında harek et eden okyanusa bakan pilot içini çekti. Farklı bir his veriyordu; demir atmıĢ gibi değil de, tam yol ilerliyormuĢ gibi. Gözlerini yeniden radar ekranına çevirip seyretti. Dikkatle. 105 Tolland, Xavia'yı Rachel ile tanıĢtırdı. Gemi jeoloğu, sulaboratuvarındaki seçkin dostlar karĢısında ĢaĢırmıĢ gibi görünüyordu. Bunun yanı sıra, Rachel'ın testleri bir an önce yapıp, gemiden ayrılmaktaki sabırsızlığı Xavia'nın sinirlerini bozuyordu. 398 Tolland, ona, acele etme Xavia, demiĢti. Her Ģeyi öğrenmemiz lazım. Xavia Ģimdi sert bir sesle konuĢuyordu. "Belgeselinde Mike, taĢtaki bu küçük metalik içeriğin sadece uzayda oluĢabileceğini söyledin." Tolland dehĢete kapılmaya baĢlamıĢtı bile. Gökkumları sadece uzayda oluĢur. NASA bana böyle söylemiĢti. Kağıtları yukarı kaldıran Xavia, "Ama bu notlara göre," dedi. "Bu tamamiyle doğru değil." Corky öfkeyle parladı. "Elbette doğru!" Xavia, Corky'ye sert bir bak ıĢ fırlat ıp elindeki kâğıtları salladı. "Geçen yıl, Drew Üniversitesi'nden Lee
Pollock isimli genç bir jeolog, Mariana Çukuru'nda derin su kabuk örneklemesinde yeni nesil bir deniz robotu kullanırken, daha önce hiç görmediği jeolojik bir özellik barındıran bir taĢ çıkarttı. Bu özellik görünüĢ bakımından gökkumlarına çok benziyordu. Pollock bunlara, `eğik dilim stres içeriği" adını verdi. derin okyanus bas ıncına maruz kalırken tekrar homojenleĢmiĢ ufak metal tanecikleri. Bir okyanus kayacında metalik tanecikler bulmaktan öt ürü hayret e düĢen Dr. Pollock, varlıklarını açıklamak için benzersiz bir teori geliĢtirdi." Corky homurdandı. "Tabi ki öyle yapacaktı." Xavia, onu duymazdan geldi. "Dr. Pollock taĢın, aĢırı basıncın uy umsuz metalleri yüksek ısıda eriterek daha önce var olan bir taĢı baĢkalaĢtırıp ultra derin bir okyanus ortamında oluĢtuğunu öne sürdü." Tolland hunu düĢündü. Okyanusun on bir kilometre aĢağısında yer alan Mariana Çukuru, gezegendeki keĢfedilmemiĢ bölgelerden biriydi. O derinliğe sadece birkaç robot inebiliyor, çoğu dibe varamadan parçalanıyordu. Çukurdaki su basıncı muazzamdı. Okyanus yüzeyindeki santimetrekare baġına yirmi dört kiloya karĢılık, iki bin sekiz yüz kilo. Okyanus bilimciler derin deniz tabanındaki jeolojik kuwetleri hâlâ tam manas ıyla bilemiyorlardı. "Yani bu Pollock denen adam, Mariana Çukuru'nun gökkumu benzeri özelliklere sahip taĢlar oluĢturabileceğini mi düĢünüyor?" 399 Xavia, "Son derece karıĢık bir teori," dedi. "Doğrusu hiçbir zaman resmi olarak yayınlanmadı. Geçen ay, mega girdap programımız için sıvi-taĢ etkileĢimleri hakkında araĢtırma yaparken, Pollock'ın internetteki kiĢisel notlarına rastladım. Yoksa bunu asla duymamıĢ olacaktım." Corky, "Teori asla yayınlanmadı," dedi. "Çünkü saçma. Gökkumlarının oluĢmas ı için ısı gerekir. Su basıncının taĢtaki kristal yapısını oluĢturmasına imkân yok." Xavia, "Basınç," diye karĢılık verdi. "Gezegenimizdeki jeolojik değiĢikliklere en büyük katkısı olan Ģeydir. Metamorfik taĢ diye bir Ģey hat ırlıyor mus un? Jeoloji 101 dersinden?" Corky kaĢlarını çattı. Tolland, Xavia'nın haklı olabileceğini fark etmiĢti. Dünyanın metamorfik jeolojisinde ısının bir rolü olmasına rağmen, çoğu metamorfik taĢlar aĢırı basınçla meydana gelirlerdi. Yer kabuğunun derinliklerindeki kayaçlar öyle büyük bir bas ınç altınday dılar ki, katı taĢtan çok, koyu melas gibi hareket ederek, esnekleĢir ve kimyasal değiĢikliklerden geçerdi. Yine de Dr. Pollock'ın teorisi biraz abartılı görünüyordu. Tolland, " Xavia," dedi. "Ben su basıncının tek baĢına taĢı kimyasal değiĢikliğe uğrattığını duymamıĢtım. Sen bir jeologsun, senin fikrin nedir?" Notlara Ģöyle bir göz gezdirip, "ġey," dedi. "Tek faktör su basinc ı değil gibi." Xavia bir pasaj bulup Pollock'ın notlarını aynen okudu. "Mariana Çukuru'nda, zaten muazzam bir hidrostatik basınç alt ında olan okyanus kabuğu, bölgenin dalma-batma bölgesi tektonik kuwetiyle daha da sıkıĢ abilir." Tolland, elbette, diye düĢündü. Mariana Çukuru, denizin on bir kilometre aĢağıs ında sıkıĢmıĢ olmakla beraber, bir dalma-batma bölgesiydi. Pasifik ve Hint tabakalarının birbirine doğru hareket edip, çarpıĢtığı bindirme bölgesi. Çukurdaki birleĢik bas ınç çok yüksek olabilirdi. Bölge, çalıĢmak için fazlas ıyla ulaĢ ılmaz ve tehlikeli olduğundan, orada kondrullar yani gökkumları oluĢsa bile kimsenin haberinin olmamas ı mümkündü. 400 Xavia ok umaya devam etti. `Hidrostatik ve tektonik bas ınçlar bir leĢtiğinde, kabuğu elastiki veya yarı sıvı bir hale gelmeye zorlay abilir ve daha hafif elementleri eriterek, sadece uzayda oluĢtuğu düĢünülen gök kumu benzeri yapılar meydana gelebilir, Corky gözlerini devirdi. "Imkânsız." Tolland, Corky'ye göz attı. "Dr. Pollock'ın bulduğu taĢtaki kondrul lar için farklı bir açıklaman var mı?" Corky, "Gayet basit," dedi. "Pollock gerçek bir met eorit buldu. Okyanusa sürekli meteorit düĢüp durur. Yıllarca su alt ında kaldığından füzyon kabuğu aĢ ınmıĢ olabileceği ve normal bir taĢa benzeyebıleceği için Pollock bunun meteorit olduğundan ĢüphelenmemiĢ olabilir." Corky Xavia'ya döndü. "Pollock nikel içeriğini ölçmeyi akıl etmedi, değil mi?" Yine notlarını karıĢtıran Xavia "Doğrusu ölçtü," diye cevabı yapıĢtırdı. "Pollock Ģöyle yazmıĢ: Bu örnekteki nikel içeriğinin Yeryüzü taĢlarındarastlanmayan orta seviyede bir değer aralığına denk geldiğini görmek beni ĢaĢırttı." t'olland ile Rachel ĢaĢkınlık içinde birbirlerine baktılar. Xavia ok umaya devam etti. "Nikel miktarı meteorik kökenliler için kabul edilen aralığa denk düĢmese de,
ĢaĢılacak kadar yakın." Rachel meraklanm ıĢa benziyordu. "Ne kadar yakın? Bu okyanus taĢının bir meteoritle karıĢtırılmıĢ olmas ı mümkün mü?" Xavia baĢını iki yana salladı. "Ben kimyasal kayaç bilgini değilim ama anladığım kadarıyla Pollock'ın bulduğu taĢla, gerçek meteoritler aras ında pek çok kimyasal farklılık var." Tolland, "Bu farklılıklar neler?" diye bastırdı. Xavia dikkatini, notlarındaki bir grafiğe verdi. Buna göre, farklılıklardan biri kondrulların kimyasal yapıs ı, Titanyum/zirkonyum oranları farklı. Okyanus örneğindeki kondrulların titanyum/zirkonyum oranı zirkonyum miktarının aĢırı az olduğunu gösteriyor." 401 BaĢını kaldırıp baktı. "Sadece milyonda iki kısım." Corky, "Ġki ppm mi?" diye ağzından kaçırdı. "Meteoritlerde bunun binlerce katı bulunur!" Xavia, "Kesinlikle," diye karĢılık verdi. "Polluck bu yüzden kondrulların uzaydan gelmediğine inanıyor." Tolland eğilip Corky'ye "NASA, Milne taĢındaki titanyum/zirkonyum oranını ölçtü mü?" diye fıs ıldadı. Corky tükürükler saçarak,:. "Elbette hayır," dedi. "Bunu kimse ölçmez. Arabanın araba olduğunu ispatlamak için lastiklerindeki kauçuk oranını ölçmeye benzer." Derin bir nefes al ıp veren Tolland, yeniden Xavia'ya döndü. "Sana içinde kondrul bulunan bir taĢ versek, bir test yapıp içeriğin meteorik mi yoksa... Pollock'ın derin okyanus kondrullarından mı olduğunu söyleyebilir misin?" Xavia omuzlarını silkti. "Sanırım. Elektronik mikroskobunun kesinliği yeterli olacaktır. Tüm bunları niye yapıyoruz?" Tolland, Corky'ye döndü. " TaĢ ı ona ver." GöktaĢı örneğini gönüls üzce cebinden çıkaran Corky, Xavia'y a uzattı. TaĢ diski alırken Xaviar'ın kaĢları havaya kalkmıĢtı. Füzyon kabuğa ve taĢtaki fosile baktı. "Tanrım!" derken baĢ ı aniden yukarı kalktı. "Bu Ģeyin bir parças ı mı?..." Tolland"E vet," dedi. "Ne yazık ki öyle." 106 Ofisinde yalnız olan Gabrielle penc erenin yanında durmuĢ, bundan sonra ne yapacağını düĢünüy ordu. Bir saat kadar önce NASA'dan, Chris Harper'ın KYY T yalanını senatörle paylaĢmak için heyecanla ayrılmıĢtı. 402 Ama artık o kadar emin değildi. Yolanda'y a bakılacak olursa, iki bağıms ız ABC muhabiri Sexton'un USV'den rüĢ vet aldığından Ģüpheleniyordu. Bundan baĢka Gabrielle az önc e USV toplant ısı sıras ında Sexton'ın dairesine gizlice girdiğini bildiğini öğrenmiĢti. Amaa bu konuda Gabrielle'a bir Ģey söylememiĢti. Gabrielle içini çekti. T'aksisi gideli çok olmuĢtu. Birkaç dakikaya kadar baĢka bir tane çağıracak olmasına rağmen, yapması gerek en baĢka bir Ģey vardı. Bunu gerçekten yapacak mıy ım? BaĢka seçeneği kalmadığını bilen Gabrielle kaĢlarını çattı. Artık kime güveneceğini bilmiyordu. Ofisinden dıĢarı ç ıkıp sekreterlık giriĢine döndü ve oradan karĢı taraftaki koridora girdi. Koridorun sonunda Sexton'ın ofisinin iki yanına bayraklar -biri Amerikan bayrağı diğeri Delaware bayrağı- as ılı meĢe kapıs ını görebiliyordu. Binadaki çoğu gibi onun odas ının kapıs ı da çelik tak viyeliydi ve konvansiyonel anahtarla kilitlenmiĢti; elektronik bir tuĢ takımı ve alarm sistemi.. Birkaç dakikalığına da olsa,eğer içeri girebilirse, cevapları bulabileciğini biliyordu. Yüksek güvenliklı kapılara doğru ilerlerken onların içinden geçmek gibi bir hay ale kapılmamıĢtı. BaĢka planları vardı. Sexton'un ofisine üç metre kala sağa dönen Gabrielle, bayanlar tuvaletine girdi. Kendiliğinden yanan floresanlar beyaz fayans üzerinde yansıma yapıy ordu. Gözleri ıĢığa alıĢınca Gabrielle aynada kendine baktı. Her zamanki gibi yüzü, düĢündüğünden daha yumuĢakt ı. hatta zarif. Kendini her zaman için göründüğünden daha güçlü hissetmiĢti. Bunu yapacağından emin misin? Gabrielle, Sexton'ın KYY T hakkında tam bir raporla gelmesini sabırs ızlıkla beklediğini biliyordu. Ne yazık ki bu gece, Sexton kendisini ustalıkla yönlendirdiğini anlamıĢtı. 403 Gabrielle Ashe yönetilmekten hoĢlanmazdı. Senatör bu gece bazı Ģeyleri ondan saklamıĢtı. Asıl soru, ne kadarını sakladığıydı. Cevapların, ofisinde olduğunu biliyordu; tuvalet duvarının diğer tarafında.
Gabrielle kararını vererek yüksek sesle, "BeĢ dakika," dedi. Tuvaletin malzeme dolabına gidip uzandı ve elini kapının kasasında gezdirdi. Yere bir anahtar düĢtü. Philip A. Hart't aki hademeler, federal iĢçilerdi ve ne zaman bir grev olsa ortadan kaybolup, tuvaletleri haftalarc a tuvalet kâğıts ız ve havlusuz bırakırlardı. Haz ırlıksız yakalanmaktan bıkip usanan Sexton'ın ofisindeki kadınlar, iĢi ele almıĢ ve "acil durumlar için bir malzeme odas ı anahtarı saklamıĢlardı. Gabrielle, bu gece tanıma uygun, diye düĢündü. Dolabı açtı. Dolabın içi temizleyici maddeler, paspaslar ve kâğıt malzeme raflarıyla tıklım tıkıĢtı. Gabrielle bir ay önce kâğıt havlu ararken, alıĢılmadık bir keĢifte bulunmuĢtu. En üst raftaki kâğıda eriĢemeyince, ruloyu düĢürmek için süpürge sapını kullanmıĢtı. Bunu yaparken tavan karolarından birini yere düĢürmüĢtü. Karoyu yerine takmak için yukarı tırmandığında Senatör Sexton'ın sesini duy up ĢaĢırmıĢtı. Çok net geliyordu. Yankılardan anladığı kadarıyla senatör, bu malzeme dolabından sadece sökülebilir fiber karolarla ayrılan özel tuvaletinde kendi kendine konuĢuyordu. ġimdi tuvalet kâğıdından çok daha önemli bir nedenle yine dolaba giren Gabrielle ayakkabılarını çıkardı, raflara tırmandı, fiber tavan karosundan baĢını uzattı ve kendini yukarı çekti. Milli güvenlik uğru na bu kadarı da fazla, diye düĢünürken, kaç eyalet yasasıyla federal yasayı çiğnediğini merak ediyordu. 404 Sexton'ın özel tuvaletinin tavanına geçerken yatay konuma gelip, çoraplı ayaklarıyla soğuk, porselen lavabosuna bastı ve sonra yere atladı. Nefesini tutup, Sexton'ın öz el ofisine girdi. ġark halıları yumuĢ ak ve sıcak bir his veriyordu. 107 BeĢ kilometre ötede, siyah bir Kiowa helikopteri, kuzey Delaware'deki çam ağaçlarının tepesinde uçuyordu. Delta-Bir seyrüs efer sistemine girilen koordinatları kontrol etti. Rachel'ın gemideki ileti cihazı ile Pickering'in cep telefonu, göruĢmelerinin içeriğini korumak amacıyla ĢifrelenmiĢ olsa da, Delta Gücü, Rchel'ın denizden yaptığı aramayı yakaladığında; asıl hedef görüĢmenin içeriği değildi. Asıl hedef, arayan kiĢinin konumunu belirlemekti. Global Yer Belirleme Sistemi ile bilgisayarlı nirengi, iletinin gönderildiği koordinatlarını saptamayı, görüĢme içeriğinin Ģifresini çözmekten daha kolay hale getiriyordu. Hükümet diledi ği takdirde, her arama yapt ıklarında bir dinleme istasyonunun dünyanın herhangi bir yerinde üç metre yak ınına kadar pozisyonunu saptay abileceğinden cep telefonu kullanıcılarının haberi olmadığı düĢüncesi Delta-Bir'i her zaman eğlendirirdi. Bu, cep telefon Ģirketlerinin reklamını yapamadıkları küçük bir kusurdu. Bu gece Delta Gücü, William Pickering'in cep telefonunun alıĢ frekansına ulaĢtıktan sonra gelen çağrıların koordinatlarını kolaylıkla saptayabilmiĢti. ġimdi hedefe doğru düz bir rotada ilerleyen Delta -Bir, yirmi mile yaklaĢmıĢtı. Radar ve silah sistemlerinin baĢındaki Delta-Ġki'ye dönüp, "Hava Ģemsiyesi hazırlandı mı?" diye sordu. "Olumlu. BeĢ mil menzili bekleniyor." 405 Delta-Bir beĢ mil diye düĢündü. Kiowa'nın silah sistemini kullanabilmek için gerekli olan menzile girmesi, bu kuĢu hedefin radar göstericisinin içinde uç urmasını gerektiriyordu. Goya'daki birilerinin ürk erek gökyüzünü izlediğinden kuĢkusu yoktu ve Delt a Gücü'nün Ģimdiki görevi hedefi telsizle yardım ıstemeye fırsat vermeden yok etmek olduğu için Delta -Bir avına fark etmeden yaklaĢmalıydı. On beĢ mil kala, radar menzilinin yeterince dıĢ ında, Delta -Bir Kiowa'yı aniden rotanın otuz beĢ derece sağına döndürdü. Bin metre yükseldi -küçük uçak menzili- ve hızını satte 110 mil olarak ayarladı. Goya'nın güvertesindeki Sahil Güvenlik helikopterinin radar göstericisi on mil çevresine yeni bir temas girdiğinde sadece bir kez bipledi. Pilot yerinde doğrulup, ekranı inceledi. Temas kıyı Ģeridinden batıya yönelen küçük bir kargo uçağına benziyordu. Büyük ihtimalle NEWARK 'a. Bu uçağın mevc ut yörüngesi onu Goya'nın dört mil yakınına getireceği halde, uçuĢ rotas ı tesadüfi olmalıydı. Yine de tedbirli davranan Sahil Güvenlik pilotu, göstericinin sağ tarafına doğru saatte 110 mil hızla yanıp sönerek ilerleyen noktayı takip etti. En yakın noktada uçak, yaklaĢık dört mil batıdaydı. Tahmin ettiği gibi uçak hareket etmeye devam ederek uzaklaĢmaya baĢlamıĢtı. 4.1 mil. 4.2 mil. Pilot rahat bir nefes verdi. Ama sonra çok garip bir Ģey oldu. Kiowa'nın sol tarafında silah kumanda koltuğundan baĢparmakla tamam iĢareti veren Delta-Iki, "Hava Ģemsiyesi devreye girdi," diye seslendi. "Baraj değiĢken ses ve kapak titreĢimi etkileĢtirildi ve kilitlendi."
Kendi sırası gelen Delta-Bir helikopteri sağa yat ırıp döndürerek Goya'nın tam üstüne yönlendirdi. Geminin radarından bu manevra görülmeyecekti. 406 Delta-Iki "Kalay yaprağına sarılı saman balyaları," dedi. Delta-Bir, ona hak veriyordu. Radar yayınının boz ulması, Ikinci Dünya SavaĢ ı zamanında Ġngiliz bir havacı, bombardıman uçuĢları s ıras ında uçağından kalay yaprağına sarılı saman balyası atmaya baĢladığında icat edilmiĢti. Alman radarları o kadar çok temas belirliyordu ki, hangisine ateĢ edeceklerini ĢaĢırmıĢlardı. Elbette teknoloji o zamandan bu yana geliĢtirilmiĢti. Kiowa'nın radar yay ını bozma "hava Ģemsiyesi" sistemi, ordunun en ölümcül silahlarından biriydi. BelirlenmiĢ yer koordinatları üstünde atmosfer ark a plan sesinden bir hava Ģemsiyesı yayınlayarak, hedefin gözlerini, kulaklarını ve sesini etkisiz hale getiriyordu. Birkaç saniye önce Goy a'daki tüm radar ek ranları kararmıĢ olmalıydı. Mürettebat yardım çağrısında bulunmaları gerektiğini fark ettiğinde, ileti gönderemeyecekti. Bir gemideki tüm haberleĢme sistemleri radyo veya mikrodalga temelliydi; telefon hatt ı yoktu. Kiowa yeterince yaklaĢabilirs e, Goya'nın tüm haberleĢme sistemleri çalıĢmaz hale gelecek, taĢıyıcı sinyalleri Kiowa'nın ön tarafından yay ınlanan görünmez termal ses bulut uyla boğulacakt ı. Delta-Bir mükemmel yalıt ım, diye düĢündü. Savunmaları kalmadı. Hedefler Milne Buzul Katmanı'nda n kurnazca ve Ģans ın da yardımıyla kaçmıĢlardı ama bu yinelemeyecekti. Kıyıdan ayrılmay ı seçerek, Rachel, Michael ve Corky kötü bir tercih yapmıĢlardı. Hayatlarının son kötü kararı olacakt ı. Beyaz Saray'daki Zach Herney, telefon ahizesini kaldırıp yatakta doğrulurken uyku sersemiydi. "ġimdi mi? Ekstrom benimle Ģimdi mi konuĢmak istiyor?" Herney gözlerini kıs ıp baĢucundaki saate baktı. HaberleĢme görevlisi "E vet, Sayın BaĢkan," dedi. "Acil durum olduğunu söylüyor." 407 108 Corky ile Xavia, kondrullardaki zirkonyum içeriğini ölçmek için elektron mikroskobunun baĢ ına koĢarken, Rachel laboratuvarın yanındaki odaya giden Tolland'ı izledi. Burada Tolland baĢka bir bilgisayar açmıĢtı. GörünüĢ e bakılırsa okyanus bilimcinin kontrol et ınek istediği bir Ģey daha vardı. Bilgisayarı açılırken Tolland, sanki bir Ģey söylemek istiyormuĢ gibi ağz ını açıp, Rachel'a döndü. Sonra durdu. Tüm bu karmaĢanın ortas ında ona karĢ ı duyduğu fiziksel çekime ĢaĢıran Rachel, "Ne oldu?" diye sordu. Zamanı durdurup, onunla baĢ baĢa kalabilmeyi diledi; sadec e bir dakikalığına. PiĢmanlık duyuy ormuĢ gibi görünen Tolland, "Sana bir özür borcum var," dedi. "Ne için?" "Güvertede olanlar için. Çekiç baĢlılar. Heyec anlanmıĢtım. Bazen okyanusun pek çok insan için ne kadar ürkütücü olabilec eğini unutuyorum." Onunla yüz yüze gelen Rac hel kendini, yeni erkek arkadaĢıyla kapı eĢiğinde duran bir ergen gibi hissediyordu. "TeĢekkürler. Hiç önemli değil. Gerçekten." Bir Ģekilde Tolland'ın onu öpmek istediğini hissetti. Kalbi tekleyen Tolland, utangaç bir tavırla yüzünü döndürdü. "Biliyorum. Kıyıya çıkmak istiyorsun. ÇalıĢmamız gerek." "ġimdilik." Rachel yumuĢak bir tebessüm etti. Bilgisayarın karĢ ısına geçip ot uran Tolland, "ġimdilik," diye tekrar etti. ġimdi Tolland'ın tam arkasında durup, küçük laboratuvarda yalnız kalmalarının tadını çıkaran Rachel içini çekti. Bilgisayardaki dosyalar aras ında gezinen Tolland'ı seyretti. "Ne yapıyoruz?" 408 "Veritabanında büyük okyanus bitlerini arıyorum. NASA'nın göktaĢında gördüğümüze benzer tarih önc esi deniz fosillerine rastlayabilecek miyiz diye bakıyorum." Tepede büyük harflerle DIVERS ITAS PROJESĠ yazan bir arama sayfas ı açtı. Menüde aĢağı doğru inerken, "Diversitas esasen, sürekli güncellenen bir okyanus biodatas ı endeksidir. Bir deniz biyoloğu yeni bir okyanus türü veya fosili keĢfettiğinde, verilerle fotoğrafları merkez veribankas ına yükleyerek buluĢunu diğerleriyle paylaĢabilir. Haftalık bazda yeni keĢifler hayli fazla olduğundan, araĢtırmaları güncel tutmanın tek yolu bu." Rachel, Tolland'ın menüde gezinmesini seyretti. "Yani Ģimdi internete mi bağlanıyorsun?" "Hayır. Deniz den int ernet eriĢimi zordur. Bu bilgileri gemide, diğer odadaki optik sürücülerde saklıyoruz.
Limana gittiğimizde, Diversitas Projesi'ne bağlanıp, veribankamızı yeni buluĢla rla güncelliyoruz. Bu sayede denizdeyken internete bağlanmadan veritabanına ulaĢabiliyoruz ve bilgiler en fazla bir iki ay eski oluyorlar." Tolland bilgisayara aranacak anahtar kelimeleri girerken, kendi kendine güldü. "Napster adlı tartıĢmalı müzik dosyası paylaĢım programını herhalde duymuĢsundur?" Rachel baĢını salladı. "Diversitas, deniz biyologlarının Napster versiyonu kabul ediliyor. Biz ona LOBS TER diyoruz: Tamamıyla Eksantrik AraĢtırmaları PaylaĢan Yalnız Okyanus Biyologları." Rachel kahkaha attı. Bu gerilimli ortamda bile Michael Tolland, onun korkularını hafifletecek alayc ı bir espri yeteneğine sahipti. Son zamanlarda yaĢadığı hayatta gülmeye çok az yer ayırdığını fark etmeye baĢlıyordu. Tanımlay ıcı anahtar kelimeleri yazmayı bitiren Tolland, "Veritabanımız çok geniĢ," dedi. "On terabayttan fazla tanım ve fötoğraf. Burda hiç kimsenin görmediği bilgiler mevc ut ve hiç kimse de görmey ecek. Okyanus türlerinin say ısı sınırsızdır." 409 Ara" düğmesine bastı. "Pekâlâ, bizim küçük uzay böceğimize benzeyen bi r akyanus fosili gören var mı?" Birkaç saniye sonra ekran yenilendi ve fosilleĢmiĢ dört hay van kaydı verdi. hayıtlara tek tek tıklayan Tolland, fotoğrafları inceledi. Hiçbirinin Milne göktaĢındaki fosillerle uzaktan yakından alakası yoktu. Tolland yüzünü astı. "BaĢka bir Ģey deneyelim." Anahtar kelimesinden "fosil" kelimesini çıkardı ve "ara" düğmesine bastı. "Tüm yaĢayan türleri arayacağız. Belki Milne fosilinin fizyolojik özelliklerini taĢıy an, yaĢayan bir akrabasını buluruz." Ekran yenilendi. Tolland yine suratını astı. Bilgisayar yüzlerce giriĢ yapıldığını gösteri yordu. Bir süre oturup, sakalları uz amıĢ çenesini kaĢıdı. "Pek âlâ, bu fazla. Aramayı daraltalım." Rachel, Tolland'ın "canlıların doğal ortamı" yazan bir menüyü yazmas ını seyretti. Listedeki seçenekler sonsuz gibi görünüyordu: Batal gelgit su birikintisi, lagün, okyanus ortas ı sırt, sülfür bacaları, resif. Tolland listede aĢağı inerek, YĠTĠM BÖLGELE RI/OKYANUS ÇUKURLA RĠ yazan seçeneği iĢaretledi. Rachel, akıllıca, diye düĢündü. Tolland aramayı, bu kondrul benzeri özelliklerin oluĢtuğu varsayılan ortamda yaĢayan türlerle sınırlandırıyor. Sayfa yenilendi. Tolland bu sefer gülümsüyordu. "Harika. Sadece üç giriĢ yapılmıĢ." Rachel gözlerini kısıp listedeki ilk isme baktı. Limuluspoly... gibi bir Ģey. Tolland giriĢe tıkladı. Açılan fotoğraftaki yarat ık, dev boyutlarda kuyruksuz bir atnalı yengecine benziyordu. Ilk sayfaya geri dönen Tolland, "Hay ır," dedi. Rachel listedeki ikinci isme göz attı. Karidesus Çirkinus Cehennemin Kadanıs. Aklı karıĢmıĢtı. "Gerçekten adı bu mu?" Tolland kıkırdadı. "Hayır. Henüz sınıflandırılmamıĢ yeni bir tür. Bunu bulan adamın espri anlay ıĢı kuvvetliymiĢ. Canlı s ınıflandırmas ı için Karidesus Çirkinus demeyi uygun bulmuĢ." 410 Tolland fotoğrafı açınca, bıyıklı ve pembe floresan antenleri olan karides benzeri çirkin bir yaratık göründü. Tolland, "Adına layıkmıĢ," dedi. "Ama bizim uzay böceği bundan değil." Endekse geri döndü. "Son önerme..." Üçüncü isme tıkladı ve sayfa açıldı. Metin belirdiğinde Tolland yüksek sesle, "Bathynomous gigant eus..." diye okudu. Fotoğraf yüklenmiĢti. Renkli bir yak ın çekim. Rachel yerinde sıçradı. "Tanrım!" Karsıs ında duran yarat ık tüylerini ürpertmiĢti. Tolland dudaklarını büzerek nefes aldı. "Ah Ģuna bak. Tanıdık birine benziyor." Nutku tutulan Rachel baĢ ını sallıyordu. Bathynomous giganteus. Yaratık bir yüzer biti andırıyordu. NASA'nın taĢ ındaki fosil türüne çok benziyordu. Sayfanın aĢağısındaki anatomik diyagramlara ve çizimlere inen Tolland bazı ufak farklılık lar var," dedi. "Ama çok yakın. Özellikle de 190 milyon yıl süresince evrim geçirdiği düĢünülürse." Rachel yakın olduğu doğru, diye düĢündü. Fazlas ıyla yakın. Tolland ekrandaki tanımı okudu: "Okyanustaki en eski türlerden biri olduğu düĢünülmektedir. Ender rastlanan ve yakın tarihte sınıflandırılan Bathynomous gigant eus büyük bîr top böceğini andıran, çöpçü derin su eĢbacaklısıdır. Uz unluğu altmıĢ santimi bulan türün sert kabuklu dıĢ iskeleti, kafa, toraks ve bat ın bölümlerine ayrılmıĢtır. Karada yaĢayan böcekler gibi çift uzantılara, antenlere ve bileĢik gözlere sahiptirler. Dipte yaĢayan bu türün bilinen yırt ıcısı yoktur ve daha önceleri yaĢam barındırdığı düĢ ünülen pelajik ortamlarda yaĢar.
Tolland baĢ ını kaldırıp baktı. "Bu da örnekte baĢka faillerin bulunmay ıĢını aç ıklıyor. 411 Ekrandaki yaratrğa bak an Rachel heyecanlanmıĢ olmakla birlikte hâlâ tüm bunların ne anlama geldiğinden emin değildi. Tolland heyecanla, "Bir düĢün," dedi. "190 milyon yıl önce bu Bathynomous yaratıklarından bir sürü, derin okyanus heyelanı sırasında balçığa gömüldüler. Balçık zamanla taĢlaĢınca, böcekler taĢın içinde fosilleĢtiler. Bu sırada, okyanus çukurlarına doğru bantlı taĢıyıc ı gibi sürekli kayan okyanus tabanı, fosilleri, taĢın kondrul oluĢturacağı yüksek basinç kuĢaklarına taĢır!" Tolland Ģimdi daha hızlı konuĢuyordu. "Ve eğer fosilleĢmiĢ kondrul içeren kabuk kopup, çukurun geniĢleme kırığına düĢerse, ki bu bilinmeyen bir Ģey değil, o zaman keĢfedilmek için mükemmel bir yerde bekliyor demektir!" Rachel, "Ama NASA..." diye geveledi. "Yani, eğer tüm bu veriler yalansa, bu fosilin bir deniz yarat ığına benzediğini er geç birilerinin fark edeceğini biliyor olmalı. Yani baksana, az önce biz bulduk !" Tolland, Bathynomous fotoğraflarını lazer yazıcıy a yazdırmaya baĢlamıĢtı. "Bilmiyorum. Biri çıkıp, fosillerle yaĢayan; deniz bitleri arasındaki benzerlikleri gösters e de, fizyolojileri birbirinin aynı değil. Bu NASA'nın davasını daha da kuwetlendirecektir." Rachel o an anlam ıĢtı. "Panspermia." Dünyadaki yaĢam uzaydan geldi. "Kesinlikle. Uzay organizmaları ile yeryüzü organizmaları aras ındaki benzerlikler bilimsel bir mantık oluĢturuy or. Bu denîz biti NASA'nın iddiasını doğruluyor." "Ama göktaĢının gerçekliğinin sorgulanması hali hariç." Tolland baĢ ını salladı. "GöktaĢı sorgulanmaya baĢladığında, bütün teori çöker. Deniz bitimiz NASA destekçisiyken, NASA köstekçisi olur." Bathynomous sayfaları yazıcıdan ç ıkarken, Rachel sessizce ayakta duruyordu. Kendini bunun masum bir NASA hatası olduğuna inandırmaya çalıĢtı ama öyle olmadığını biliyordu. Masum hat alar yapan kiĢiler insanları öldürmeye çalıĢmazdı. 412 Birden laboratuvarın karĢ ı tarafından Corky'nin genizden gelen sesı duyuldu. "Imkânsız!" Tolland ile Rachel aynı anda döndüler. "Lanet oranı tekrar ölç! Hiç ptant ıklı değil!" Xavia koĢuĢturarak, sıkıca Kavradığı bir bilgis ayar çıktıs ıyla yanlarına geldi. Rengi atmıĢtı. "Mike, bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiy orum..." Sesi çatlıyordu. "Bu örnekteki titanyum/zirkonyum oranı..." Boğaz ını temizledi. "Belli ki NASA büyük bir hata yapmıĢ. Ellerindeki göktaĢı bir okyanus kayacı." Tolland ile Rachel birbirlerine baktılar ama tek kelime etmediler. Biliyorlardı. Böylece tüm Ģüphe ve kuġkuları, yükselen bir dalga gibi kırılma noktasına ulaĢmıĢ oldu. Tolland baĢ ını sallarken, üzüntüsü gözlerinden okunuyordu. "E vet. teĢekkürler Xavia." Xavia, "Ama anlam ıyorum,•, dedi. "Füzyon kabuk... buzdaki konumu..." Tolland, "Kıyıya giderken anlatırız," dedi. "Gidiyoruz." Rachel aceleyle ellerindek ı tüm kâğıtlarla delilleri toparladı. Deliller kasindi: Milne Buzul Katmanı'ndaki yerleĢtirme boĢluğunu gösteren TAR ç ıktısı; NASA'nın fosillerini andıran, yaĢayan deniz bitinin fot oğrafı Dr. Pollock'ın deniz kondrullarıyla ilgili makalesi; ve göktaĢındaki aĢırı az miktardaki titanyumu gösteren mikroskop verisi. Varılan sonuç inkâr edilemezdi. Sahte. Rachel'ın elindeki kâğıt yığınına bak an Tolland, melankolik bir tavırla içini çekti. "ġey, sanırım William Pickering'in yeterince delili oldu." Rachel baĢını sallarken, Pickering'in neden telefonuna cevap vermediğini merak ediyordu. Tolland yakınında duran bir telefonun ahizesini kaldırıp, ona uzattı. "Onu burdan tekrar aramak istermisin?" "Hayır, haydi gidelim. Onunla helikopterden temas kurmaya çalıĢ ırım." Rachel kararını çoktan vermiĢti. Pickering ile bağlant ı kuramazsa, Sahil Güvenlik pilotundan onları doğruca, sadece üç yüz kilometre ötedeki UKO'ya uçurmasını isteyecekti. 413 Tolland telefonu kapatmaya haz ırlanırken, durdu. ġaĢırmıĢ gibiydi. KaĢlarını çatarak ahizeyi dinledi. "Tuhaf. Çevir sesi yok." ġimdi endiĢeli görünen Rachel, "Ne demek istiyorsun?" diye sordu. Tolland, "Garip," dedi. "Direkt COMSA T hattt aslında asla..."
"Bay Tolland?" Sahil Güvenlik pilotu, bembeyaz yüzüyle koĢarak laboratuvardan içeri girdi. Rachel, "Ne oldu?" diye sordu. "Gelen birileri mi var?" Pilot, "Sorun da burda," dedi. "Bilmiyorum. Tüm radar ve haberleĢme sistemleri kapandı." Rachel kağıtları tiĢörtünden içeri sokuĢturdu. "Helikoptere binelim gidiyoruz. HEME N!" 109 Senator Sexton'ın karanlık ofisinde yürürken Gabrielle'ın kalbi hızla at ıyordu. Oda Ģık olduğu kadar geniĢti de... süslü lambri kaplı duvarlar, yağlı boya tablolar, Iran halıları, kabaralı deri koltuklar ve kocaman maun bir masa. Oda sadece S exton'ın bilgisayar ekranının neon pırıltıs ıyla aydınlanıyordu. Gabrielle masaya doğru yürüdü. Dosya clolaplarından uzak duran Senator Sexton, arama yapması kolay kiġisel bilgisayarına tonlarca bilgi -toplantı notları, taranmıĢ makaleler, konuĢmalar ve aklnıa gelen fikirler- yükleyerek, "dijital ofis" kavramını çılgınlık boyutlarına taĢımıĢtı. Sexton'ın bilgisayarı onun kutsal toprakları sayılırdı ve onu korumak için odas ını daima kilitli tutardı. Bilgisayar korsanlarının kutsal digital mahzenine girmesinden korktuğu için internete bile bağl anmazdı. 414 Bir yıl öncesine kadar Gabrielle, insanın kendini suçlu gösteren belgelerin kopyalarını saklayacağına inanmazdı ama Washington ona çok Ģey öğretmiĢti. Bilgi güçtür. ġüpheli kampanya yardımları kabul eden tüm politikacıların, bu bağıĢların gerçek delillerini -mektuplar, banka kayıtları, faturalar, dekontlar - güvenli bir yerde sakladıklarını öğrendiğinde hayrete düĢmüĢtü. Washington'da "Siyam sigortas ı" diye bilinen karĢı Ģantaj taktiği, cömertliklerinin kendilerine siyasal baskı yapma yetkisi ve rdiğini düĢünen bağıĢçılara karĢı adayları koruyordu. BağıĢta bulunan kimse fazla talepkâr hale geldiğinde aday, yasadıĢı bağıĢın belgelerini ortay a çıkart ıp bağıĢçıya her iki tarafın da yasaları çiğnediğini hatırlatıy ordu. Bu deliller, bağıĢçılarla adayları sonsuza dek göbekten birbirine bağlıyordu. Siyam ikizleri gibi. Gabrielle senatörün masasının arkas ına geçip oturdu. Bilgisayara bakarken derin bir nefes aldı. Senatör USV'den rüĢ vet alıyorsa, delilleri muhakkak buradadır. Sexton'ın bilgisayar ekranı koruyucusu, olumlu düĢünen çalıĢanlarından birinin kendisi için tasarladığı Beyaz Saray ve bahçesinin kayan resimlerini gösteriyordu. Resimlerin etrafından geç en Ģeridin üstünde: BirleĢik Devletler BaĢkanı Sedgewick Sexton... BirleĢik Devletler BaĢkanı Sedge wick Sexton... yazıyordu. Gabrielle fareyi sallayınca bir güvenlik diyalog kutusu belirdi. ġIFREY I GIRiN: Bunu tahmin etmiĢti. Sorun olmayacaktı. Geçen hafta senatör ot urup, bilgisayarında oturum açarken Gabrielle ofise girmiĢti. Onun hızla üç tuĢa bastığını görmüĢtü. Içeri girerken kapı eĢiğinden, "ġifre bu mu?" diye sormuĢtu. Sexton baĢını kaldırmıĢtı, "Ne?" Gabrielle yumuĢak bir tonla, "Ben de güvenliğe önem verdiğinizi sanıyordum," diye takılmıĢtı. "ġifreniz sadece üç karakterli mi? Teknikteki çocuklar bize en az altı hane kullanmamız ı söylemiĢlerdi." 415 "Tekniktekiler daha ergen çocuklar. Kırk yaĢını geçtikten sonra altı haneyi hatırlamakta zorlanacaklardır. Ayrıca kapının alarmı var. Kimse içeri giremez." Gabrielle gülümsey erek ona doğru yürümüĢtü. "Peki ya siz tuvaletteyken biri içeri girerse?" "Ne yani tüm Ģifre bileĢimlerini deneyecek mi?" KuĢkuyla bir kahkaha atmıĢt ı. "Tuvaletten biraz geç çıkarım, ama o kadar da değil." "Davide'de akĢam yemeğine, Ģifrenizi on saniyede tahmin edebileceğimi söylüyo rum." Sexton hem ĢaĢırmıĢ, hem de eğlenmiĢe benziyordu. "Davide'de yemek senin bir maaĢ ına patlar Gabrielle." "Bahse girmekten korkuyor musunuz?" Sexton karĢılık verirken, onun için üzülmüĢ gibi görünüy ordu. "On saniye mi?" Oturumu kapatıp, Gabrielle'a oturmasını iĢaret etmiĢ ve denemesi için Ģans vermiĢti. "Ben Davide'de sadece saltimbocca(Biftek arası peynir ve jambondan oluĢan Ġtalyan yemeği) yerim. Ve oldukça pahalıdır." Gabrielle ot ururken omuzlarını silkmiĢti. "Para sizin." ġIFREY I GIRIN: Sexton, "On saniye," diye hatırlattı. Gabrielle'ın güleceği gelmiĢti. Iki saniye yeterliydi. Kapının oradan bile, Sexton'ın iĢaret parmağını kullanarak, Ģifreyi hızlı aralıklarla üst üste üç tuĢa basarak girdiğini duymuĢtu. Belli ki hepsi aynı tuĢtu. Hiç akıllıc a değil. Ayrıca Sexton'ın elinin klavy enin sol dıĢ kenarına yakın durduğunu görebiliyordu; böylece
alfabedeki seçenekler dokuz harfe inmiĢ oluyordu. Harfi belirlemek kolaydı; Sexton isminin üçlü ses yinelemesine her zaman bayılırdı. Senatör Sed gewick Sexton. Bir politikacının egosunu asla hafıfe alma. SSS tuĢlarına basınca, ekran koruyuc u kalkmıĢtı. 416 Sexton'ın ağzı bir karıĢ açık kalmıĢtı. Bu, geçen hafta olmuĢtu. ġimdi bir kez daha onun bilgisayarının karĢıs ına geçen Gabrielle, Sexton'ın yeni bir Ģifre almay ı öğrenmeye vakit bulamadığından emindi. Bunu neden yaps ın ki? Bana tam manasıyla güveniyor. sss yazdı. ġIFRE GE ÇERS IZ - E RIġ IM ENGELLE NDI: Gabrielle hayret içinde bakakaldı. Senatörün güvenini göz ünde büyüttü ğünü anlamıĢtı. 110 Saldırı ansız ın gerçekleĢti. Gökyüzünde güneybatı yönüne doğru alçak uçuĢ yapan savaĢ helikopteri, Goya'nın üstüne dev bir eĢekarısı gibi saldırdı. Bunun ne olduğuna veya neden orada olduğuna dair Rachel'ın hiç kuĢkusu yoktu. Karanlıkta, helikopterin burnundan çıkan güçlü bir ateĢ, Goya'nın fiberglas güvertesine gönderdiği mermi seliyle, kıç tarafta çizgi Ģeklinde bir yarık açtı. Saklanmak için geç kalan Rachel, kolunu sıy ıran bir merminin acıs ını hissetti. Sertçe yere düĢüp yuvarlandı ve Triton denizaltısının Ģeffaf kapağının arkas ına geçmek için sürünerek ilerledi. Helikopt er geminin üstüne pike yapıp geçerken, yukarıdaki pervanenin gümbürtüsü duyuldu. Helikopterin okyanusun üstünde yukarı tırmanarak, ikinci geçiĢ için yan yatıp geniĢ bir daire çizerken ç ıkardığı gürültüler yerini uğursuz bir ıslık sesine bırakmıĢtı. Titreyerek güvertede yatan Rac hel, kolunu tutup, arkas ındaki Tolland ile Corky'ye baktı. Saklanmak için kendilerini bir deponun arkasına saklandıkları anlaĢılan adamlar, dehĢetle bakan gözleriyle gökyüzü nü tarark en, sendeleyerek ayağa kalkıyorlardı. 417 Rachel dizlerinin üstüne kalktı. Birden, dünya ağır çekimde hareket etmeye baĢlamıĢtı. Triton denizaltıs ının Ģeffaf yuvarlağı arkas ında çömelen Rachel, panik içinde tek kaçıĢ araçlarına baktı... Sahil Güvenlik helikopteri. Helikopter kabinine çıkmaya baĢlayan Xavia, kolunu çılgınc a sallayarak herkese binmesini iĢaret ediyordu. Pilot kabinine atılıp, düğmelerle kumanda kollarını hızla kaldıran pilotu görebiliyordu. Pervane kanatları dönmeye baĢlamıĢtı... ama çok yavaĢ. Çok yavaĢ. Acele et! Rachel ayağa kalkıp koĢmaya hazırlanırk en, saldırganlar geri dönmeden önce güvert enin karĢı tarafına yetiĢip yetiĢemeyeceğini merak ediyordu. Corky ile Tolland'ın ark adan ona ve bekleyen helikoptere doğru koĢtuklarını duyabiliyordu. E vet! Acele et! Sonra gördü. Gökyüzünde, yüz metre ötede karanl ıktan fırlayan inc e kırmızı ıĢın demeti, Goya'nın güvertesini arayarak sağa sola salındı. Ardında hedefıni bulan ıĢ ın, beklemedeki Sahil Güvenlik helikopterinin yan tarafında durdu. Gördüğünü anlamak Rachel'ın bir saniy esini almıĢt ı. O dehĢet anında, Goya'nın güvertesinde yaĢanan her Ģeyi Ģekiller ve seslerden oluĢan belirsiz bir kolaj gibi algıladı. Tolland ile Corky, ona doğru koĢarken Xavia helikopterden aceleyle kolunu sallarken- kıpkırmız ı lazer ıĢını, karanlığı kesiyordu. Çok geçti. Rachel, Ģimdi var güçleriyle helikoptere doğru koĢan Corky ile Tolland'a dönmüĢtü. Onları durdurmaya çalıĢarak, kollarını uzatıp kendini önlerine attı. Üçü güvertede birbirine çarpınca, kolları ve bacakları birbirine karıĢtı. ÇarpıĢmanın etkisi tren kazası gibiydi. 418 Uzaklarda beyaz bir ıĢ ık parlamas ı görüldü. Egzoz ateĢinden düm düz bir çizginin, lazer ıĢınının helikoptere doğru kat ettiği yolu takip edi Ģini dehĢetle izledi. Hellfire füzesi ana gövdeye isabet ettiğinde, helikopter patlay arak, bir oyunc ak gibi parçalara ayrıldı. ġarapnel parçaları yağark en, ısı Ģok
dalgası ve gürültü güvertey e yayıldı. Helikopterin alevler içindeki iskeleti, parçalanmıĢ kuyruğa doğru geri yattı, sonra biraz sallanıp geminin arka tarafından, tıslayan bir buhar bulutuyla beraber okyanusa düĢtü. Gözlerini kapatan Rachel, nefes alamıyordu. Alevler içindeki enkaz ın cızırdayıp, baloncuklar ç ıkartarak battığını ve güçlü ak ıntılarla Goya'dan uzağa sürüklendiğini duyabiliyordu. Bu karmaĢa sırasında Michael Tolland'ın seslendiğini duy du. Onun güçlü ellerinin kendisini ayağa kaldırmaya çalıĢtığını hissetti. Ama kıpırdayamıyordu. Sahil Güvenlik pilotuyla Xavia öldü. Sıra bizde. 111 Milne Buzul Katmanı'nda hava yatıĢmıĢt ı ve habiküre sakindi. Buna rağmen NASA Müdürü Lawrence Ekstrom uyumaya çalıĢmamıĢtı bile. Vaktini, saatlerce tek baĢına habiküreyi arĢınlayarak, göktaĢının çıkartıldığı deliğe bakarak ve kömürleĢmiĢ dev taĢ ın çentiklerinin üstünde gezdirerek geçirmiĢti. Sonunda kararını vermiĢti. ġimdi habikürenin GTH konteynerindeki video telefonun önünde oturmuĢ, BirleĢik Devletler BaĢkanı'nın gözlerine bakıyordu. Zach Herney'nin üstünde bir bornoz vardı ve hiç de eğleniy ormuĢ gibi görünmüyordu. Ekstrom, söylemek zorunda olduklarını BaĢkan duyduğunda, bundan çok daha az eğlenec eğini biliyordu. 419 Ekstrom konuĢmasını bitirdiğinde, Herney'nin yüzünde huzursuz ifade vardı. Sanki h âlâ duyduklarını doğru anlayamayacak kadar uykulu olduğunu düĢünüyormuĢ gibi. Herney, "Dur biraz," dedi. "YanlıĢ anlaĢma oldu galiba. Sen bana önce NASA'nın bu göktaĢı koordinatlarını acil bir telsiz iletisinden duy duğunu mu söyledin? Ve sonra da göktaĢını KYY T bulmuĢ gibi mi yaptı?" Karanlıkta konuĢmadan duran Ekstrom, bu kâbustan uyanmayı diliyordu. AnlaĢılan o ki, sessizlik BaĢkan'a iyi çağrıĢ ımlar yapmamıĢtı. "Tanrı aĢkına Larry, bana bunun doğru olmadığını söyle!" Ekstrom'un ağzı kurudu. "GöktaĢı bulundu Sayın BaĢkan. Burda as ıl mesele bu." "Bana bunun doğru olmadığını söyle dedim!" Sessizlik Ekstrom'un kulaklarında Ģiddetini arttırarak keskin bir çınlamaya dönüĢtü. Kendi kendine, ona söylemeliydim, dedi. Daha da kötüye gidecek. "Sayın BaĢkan, KYY T baĢarıs ızlığı kamuoyu yoklamalarında sizi bitiriyordu efendim. Buza saplanm ıĢ büyük bir göktaĢından bahsedilen telsiz iletisini yakaladığımızda, yeniden müc adeleye dönmek için bir fırsat diye düĢündük." Herney 'nin sesi ĢaĢırmıĢ gibiydi. "KYYT keĢifte bulunmuĢ gibi yaparak mı?" "KYYT kısa süre sonra çalıĢmaya baĢlayacaktı ama seçimlere yetiĢ mezdi. Kamuoyu yoklamaları kötüye gidiyordu ve Sexton, NASA'y ı yerden yere vuruyordu, bu yüzden..." "Delirdin mi! Bana yalan söyledin Larry!" "ġans yüzümüze gülüyordu efendim. Değerlendirmeye karar verdim. GöktaĢını keĢ feden Kanadalının telsiz iletisini dinledik. Fırtınada öldü. GöktaĢının orda olduğunu baĢka kimse bilmiyordu. KYYT o bölgenin yörüngesindeydi. NASA'nın bir zafere ihtiyacı vardı. Koordinatlar elimizdeydi." 420 "Bana bunu neden Ģimdi anlatıyorsun?" "Bilmeniz gerektiğini düĢündüm." "Sexton öğrenirs e bu bil giyle neler yapar, hiç düĢündün mü?" Ekstrom düĢünmemeyi tercih etti. "Tüm dünyay a NASA'nın ve Bey az Saray'ın Amerikalılara yalan söylediğini anlat ır! Ve biliyor musun ne, haklı da olur!" "Siz yalan söylemediniz efendim, ben söyledim. Ve eğer gerekirse ist ifa ederim..." "Larry, asıl noktayı kaçırıyorsun. BaĢkanlığımı gerçekler ve dürüstlük üstüne kurdum. Lanet olsun! Bu gece gerçekti: Onurluydu. ġimdi tüm dünyaya yalan söylediğimi öğreniyorum!" "Küçük bir yalan efendim." Burnundan soluy an Herney, "Öyle bir Ģey yoktur Larry," dedi. Ekstrom küçük odanın üstüne geldiğini hissetti. BaĢkan'a anlat ılacak daha çok Ģey vardı ama Ekstrom bunların sabaha kadar beklemesi gerektiğini anlıyordu. "Sizi uyandırdığım için üzgünüm efendim. Bilmeniz ge'rektiğini düĢündüm." ġehrin öbür ucunda, Sedgewick Sexton konyağından bir yudum daha aldı ve artan bir huz ursuzlukla dairesinde gezindi. Gabrielle hangi cehennemde?
112 Karanlıkta, Senatör Sexton'ın masas ında oturan Gabrielle Ashe, bilgisayara karamsar bir bak ıĢ fırlattı. ġIFRE GE ÇERS IZ - E RIġ IM ENGELLE NDI Olası birkaç Ģifre daha denedi ama hiçbiri iĢe yaramamıĢtı. Ofiste kilitlenmemiĢ bir çekmece veya ipucu olabilecek herhangi bir Ģey arayan Gabrielle her yolu denemiĢ ve art ık vazgeçmiĢti. 421 Sexton'ın mas a tak viminde parılday an, tuhaf bir Ģey gördüğünde gitmek üzereydi. Birisi seçim tarihini, kırmızı, beyaz ve mavi parlak kalemle çerçevelemiĢti. Senatör olmadığı muhakkaktı. Gabrielle tak vimi kendine doğru çekti. Tarihin karĢıs ında süslü, parıldayan bir kelime yaz ılmıĢtı: POTUS ! GörünüĢ e bakılırsa, Sexton'ın içi içine sığmayan sekreteri, seçim günü için biraz daha olumlu düĢünc e aĢılamıĢtı. POTUS kısaltması, ABD Gizli Servisi'nin, ABD BaĢkan'ı için kullandığı kod addı. Seçim günü, herĢey yolunda giderse, Sexton yeni POTUS olacaktı. Gitmeye hazırlanan Gabrielle, takvimi masadaki yerine koyup ayağa kalktı. Sonra birden durup, bilgisayar ekranına baktı. ġIFREY I GIRIN: Tak vime bir kez daha baktı. POTUS. Birden ümitlendi. POTUS, Sexton için mükemmel bir Ģifre gib görünüyordu: basit, olumlu, kendinden bahseden. Hemen harfleri tuĢladı. POTUS Nefesini tutarak, "giriĢ" tuĢuna bastı. Bilgisayar bipledi. ġIFRE GE ÇERS IZ - E RIġ IM ENGELLE NDI Adeta yıkılan Gabrielle, pes etti. Geldiği yoldan dönmek üzere, tuvalete yöneldi. Odanın ortasına geldiğ i sırada cep telefonu çaldı. gergin olduğundan ses yüreğini ağzına getirdi. Hemen durup telefonunu çıkardı ve Sexton'ın duvardaki antika Jourdian saatine baktı. 04.00'e geliyor. Gabrielle bu saatte sadece Sexton'ın arayacağını biliyordu. Herhhalde hangi ce hennemde olduğunu merak ediyordu. Açsam mı, yoksa bırakayım çalsın mı? Cevap verdiği takdirde, yalan söylemesi gerekecekti. Ama açmazsa Sexton Ģüphelenecekti. Çağrıya cevap verdi. "Alo?" "Gabrielle?" Sexton'ın sesi sabırsızdı. "Neden geciktin?" 422 Gabrielle, "FDR Anıtı," dedi. " Taksi trafiğe yakalandı ve Ģimdi bizde..." "Sesin taksideymiĢ gibi gelmiyor." "Hayır," derken kalbi hızla atıyordu. "Değilim. Ofise uğrayıp KYYT'le ılgili olabilecek bazı NASA belgelerini almaya karar verdim. Onları bulmakta zorlanıyorum." "Iyi, acele et. Sabah bir basin konferansı vermek istiyorum, ayrıntıları konuĢmamız gerek." "Birazdan geliyorum," dedi. Telefonda bir sessizlik oldu. "Ofisinde misin?" ġaĢ ırmıĢ gibiydi. "Evet. On dakika sonra yola çıkarım." Bir baĢka sessizlik. "Tamam. GörüĢürüz." Telefonu kapatan Gabrielle'ın aklı, bir metre kadar ötede duran Sexton'ın Jourdain saatinin benzersiz üçlü tiktaklarını duymayacak kadar meĢguldü. 113 Michael Tolland, Triton'ın arkas ına saklanmak için onu kolundan çekinceye kadar Rachel'ın yaralandığını fark etmemiĢti. Rachel'ın yüzündeki katatonik ifadeden ac ının farkında olmadığını anladı. Onu sabitleĢtirdikten sonra, Corky'yi bulmak üzere arkasını döndü. Astrofızikçi dehĢet dolu gözlerle, güvertede yanlarına doğru sürünerek ilerliyordu. Saklanacak yer bulmal ıyız, diye düĢünen Tolland, az önce olanların dehĢetini henüz tam manas ıyla kavrayamamıĢtı. Gözleri içgüdüsel olarak üst güvert elerde gezindi. Köprüye çıkan merdivenlerin hepsi açıktaydı ve köprünün kendisi de cam bir kutudan oluĢuy ordu; havadan bakıldığında Ģeffaf bir hedef merkezi. Yukarı çıkmak intihardı, ki bu da geriye tek bir seçenek bırakıy ordu. 423 Kısa bir süre için Tolland, herkesi suyun altına indirip, mermilerden uzaklaĢtırma düĢünces 'ine kapılarak, Triton denizaltıs ına umut dolu gözlerle baktı. Saçma. Triton sadece bir kiĢilikti ve güvertedeki iner tip kapıdan vincin dokuz metre aĢağıdaki suya indirilmesi on dakika sürüyordu. Ayrıca uy gun biçimde Ģarj edilmemiĢ bataryalar ve kompresörle inmek,
denizde ölüm demekti. Corky korku dolu bir sesle, "Geliyorlar!" diye bağırırken gökyüzünü iĢaret etti. Tolland baĢ ını kaldırıp bakmadı bile. Alüminyum bir rampanın alt güvert elere indiği bölmeyi gösterdi. Corky'nin cesaretlendirilmeye ihtiyacı yoktu. BaĢını aĢağı da tutarak, açıklığa doğru kaçtı ve aĢ ağılara inerek kayboldu. Sık ıca Rachel'i belinden kavrayan Tolland, onu takip etti. Helikopter geri dönüp, mermi yağdırırken, ikisi alt güvertelere doğru görünürden kaybolmuĢlardı. Tolland, Rachel'ın rampadan aĢağıdaki asılı platforma inmesine yardim etti. AĢağı vardıklarında Rachel'ın vücudunun kaskatı kesildiğini hissetti. Seken bir mermiyle vurulmuĢ olmasından endiĢelenerek ona döndü. Yüzünü gördüğünde, bunun baĢka bir Ģey olduğunu fark etti. Onun taĢlaĢmıĢ bakıĢları nı takip ettiğinde, ne olduğunu hemen anladı. Hareketsiz duran Rachel'ın bacakları kıpırdamayı reddediyordu. Bak ıĢlarını, altındaki garip dünyay a dikmiĢti. SWATH tasarımından ötürü Goya'nın tekne kısmı yoktu. Bunun yerine dev bir katamaranda olduğu gibi destek elemanları vardı. Hiddetli deniz den dokuz metre yukarıdaki açıklığın üstünde asılı duran, ızgara dar bir köprünün üstüne inmiĢlerdi. Güvertenin altından yankılanan ses burada sağır edici seviyedey di. Rachel'ın dehĢetini daha da arttıran, geminin h âlâ açık duran sualtı projektörlerinin, aĢağıdaki okyanusun derinliklerine yeĢilimsi bir aydınlık vermesiydi. 424 Sudaki altı yedi hayaletimsi silüete bakıyordu. Dev çekiçbaĢlı köpek balıklarının uz un gölgeleri, akıntıya karĢı yüzüyordu... sağa sola esneyen lastik gibi bedenler. Tolland'ın sesi kulaklarınday dı. "Rac hel, her Ģey yolunda. Gözlerini karĢıya dik. Tam arkandayım." Tolland'ın arkadan uz attığı elleri, korkuluğa yapıĢmıĢ yumruklarını nazikçe ayırmay a çalıĢıyordu. IĢte o anda Rac hel, kolundan süzülen koyu kırmız ı bir kan damlas ının, ızgaraların arasından düĢtüğünü gördü. Deniz e doğru düĢen damlay ı gözleriyle takip etti. Suya çarptığını görmese de, güçlü kuyruklarıyla hep birlikte dönerek hücuma geçen çekiçbaĢlıların, kudurgan bir telaĢla diĢ ve yüzgeçleri nin birbirine karıĢması ona yetmiĢti. GeliĢmiĢ ön beyin koku alma lopları... Kanın kokusunu bir mil öteden alırlar. Güçlü ve güven telkin edici sesiyle Tolland, "Gözlerini karĢıya dik," dedi. "Tam arkandayım." Rachel Ģimdi onu ileri doğru yönlendiren ellerini kalçalarında hissediyordu. Altındaki açıklığa bakmadan köprünün üstünde yürümeye baĢladı. Yukarılardan gelen helikopterin pervane sesini duyabiliyordu. SarhoĢ gibi köprünün üstünde sendeleyerek önlerinde yürüy en Corky, aradaki mesafeyi açmıĢtı. Tolland, ona seslendi. "Desteklerin son una kadar git Corky! Merdivenlerden aĢağı!" Rachel artık nereye gittiklerini görebiliyordu. Ileride, bir dizi dönemeçli rampa aĢağı iniyordu. Su seviyesinde, dar kum bank ı gibi bir güverte Goya'nın boyunca uzanıyordu. Bu güverteden ç ıkınt ı yapan, asılı küçük iskeleler, geminin altına kurulmuĢ küçük bir marinay ı andırıyordu. Büyük bir tabelada Ģöyle yazıyordu: DALĠġ ALANĠ Dalgıçlar Yüzeye Çıkabilir Teknelerin Dikkatine 425 Rachel, Michael'ın onları yüzdürme niyetinde olmadığın ı tahmin ediyordu. Tolland, köprünün yanında duran telli bir dolabın önünde durduğunda korkusu büyüdü. Dolabın kapaklarını aç ınca, içinde asılı duran dalgıç kıyafetleri, Ģnorkeller, paletler, can yelekleri ve zıpkınlar görünmüĢtü. Rachel'ın itiraz etmesine fırsat kalmadan, uzanıp, bir fıĢek tabanc ası aldı. "Gidelim." Tekrar harekete geçmiĢlerdi. Ilerideki Corky, dönemeçli rampalara varmıĢ ve yarı yola kadar gelmiĢti. "Görüyorum!" diye bağırdı. Çalkantılı suların üstünden gelen sesi neredeyse neĢeliydi. Corky dar geçitte koĢtururken Rachel içinden, neyi görüyorsun, diye geçirdi. Rachel'ın tek görebildiği, köpekbalıklarıyla dolu okyanusun tehlikeli derecede yakınında höpürdemesiydi. Tolland ilerlemesi için ona dokununca, Corky'nin ne için bu kadar heyecanlandığını gördü. AĢağıdaki güvertenin sonunda, küçük bir motorbot bağlıydı. Corky, ona doğru koĢtu. Rachel sadece bakıyordu. Helikopt erden mot orbotla mı kaçacağız? Tolland, "Bir telsizi var," dedi. "Helikopt erin yay ın bozma sahas ından yeterince uzaklaĢabilirsek ..." Rachel, onun diğer söylediklerini duymadı. Kanının donmasına neden olan bir Ģey gözüne iliĢmiĢti. Titreyen parmağını uzatarak, "Çok geç diye geveledi. IĢimiz bitti..." Tolland arkas ını döndüğünde, her Ģeyin bir anda sona ereceğini anlamıĢtı.
Siyah helikopter, mağara giriĢinden içeri bakan bir ejderha gibi, geminin arka ucunda iyice alçalmıĢ, onlara bakıyordu. Tolland bir an için geminin ort asından doğruc a üstlerine uçacağını sandı. Ama helikopt er niĢan alıp açıyla dönmeye baĢlamıĢtı. Tolland tüfek namlularının yönünü gözleriyle takip etti. Hayır! 426 Motorbotun yanında çömelmiĢ, palamarı çözen Corky, helikopt erin altındaki makineli tüfekler ateĢ püskürdüğünde, baĢını kaldırıp baktı. Corky vurulmuĢ gibi sendeledi. TelaĢla, borda tirizinden bot un içine atla dı ve saklanmak için yere uzandı. Silahlar susmuĢtu. Tolland, Corky'nin botun içinde emeklediğini görebiliyordu. Sağ bacağının aĢağı kısmı kana bulanmıĢtı. Kontrol panelinin altında çömelen Corky, anahtarı buluncay a kadar parmaklarını panelin üzerinde gezdirdi. Botun 250 hp Mercury mot oru çalıĢtı. Bir saniye sonra, helikopterin burnunda, motorbotu hedefleyen k ırmızı bir lazer ıĢını belirdi. Içgüdüleriyle hareket eden Tolland, elindeki tek silahla niĢan aldı. Tetiği çektiğinde fiĢek tabancası tısladı ve göz kamaĢtırıcı bir ıĢ ık, geminin altından yatay bir eğri çizerek doğruca helikoptere yöneldi. Yine de Tolland, çok geç davrandığını sezdi. FiĢek, helikopterin ön camına doğru yol alırken, helikopter kendi ıĢınını göndermiĢti. Füze fırladığı an da helikopter sertçe yön değiĢtirdi ve gelen fiĢekten kaçarak göz den kayboldu. Rachel'ı hızla aĢağı çeken Tolland, "Dikkat et!" diye bağırdı. Corky'yi ıskalayan füze rotasından çıkıp, Rachel ile Tolland'ın dokuz metre aĢağıs ındaki desteklere bindirdi. Kıyamet gibi bir ses çıkmıĢtı. AĢağıdan sular ve alevler püskürüyor du. Havaya saç ılan metal parçacıkları, köprüye saçıldılar. Gemi sallanıp, hafifçe yana yatık yeni dengesini bulurken, metal met alin üstüne bindi. Duman dağıldığında Tolland, Goya'nın dört ana desteğinden birinin ciddi hasar aldığını gördü. Pontonu yalayan kuvvetli akıntı, desteği kopa rabilirdi. AĢağı güverteye inen spiral merdiven bir iple tutturulmuĢ gibi görünüyordu. Rachel'ı bu yöne doğru itekleyen Tolland, "Haydi!" diye bağırdı. AĢağı inmeliyiz! 427 Ama çok geç kalmıĢlardı. Merdivenler bir çatırtıyla, hasarlı destekten koptu ve denize düĢtü. Geminin üstünde Kiowa helikopterinin kumandalarıyla baĢa çıkmaya çalıĢan Delta-Bir, kontrolü yeniden kazandı. Üstüne doğru gelen fiĢeğin ıĢ ığıyla geçici körlük yaĢayınca, ani bir refleks hareketiyle kumanda kolunu yukarı çekmiĢ ve Hellfire füzesinin hedefi ĢaĢırmasına neden olmuĢtu. Küfrederek geminin pruvas ının üstüne gelip, aĢağı inerek iĢini bitirmeye hazırlandı. Tüm yolcuları yok et. Idarecinin emri aç ıktı. "Lanet olsun! Bak !" Yan koltuktan seslenen Delta-Iki, camdan dıĢ arıyı iĢaret ediyordu. "Sürat motoru!" Delta-Bir dönüp baktığında, Goya'dan uzaklaĢıp karanlığa doğru zıplayarak ilerleyen, delik deĢik olmuĢ bir Crestliner sürat motoru gördü. Bir karar vermesi gerekiyordu. Corky'nin kanl ı elleri, denizi döven Crestliner Phantom 2100'ün dümenini kavradı. Maksimum hıza ulaĢmak için gaz kelebeğini sonuna kadar itti. O ana kadar yakıcı ac ıyı fark etmemiĢti. BaĢını indir ip baktığında, sağ bacağından kan fıĢkırdığını gördü. O an baĢı döndü. Dümene yaslanıp, arkas ını dönerek Goya'y a bakarken, helikopterin kendisini takip etmesini diliyordu. Tolland ile Rachel köprüde kapana kısılınca, Corky, onlara ulaĢamamıĢtı. Acil bir karar vermesi gerekmiĢti. Ayrıl ve savaĢ ı kazan. Corky helikopteri Goya'dan yeterinc e uzağa çekebilirse, Tolland Rachel'ın telsizle yardım isteyebileceğini düĢünüyordu. 428 Ne yazık ki omzunun üstünden ıĢıklandırılmıĢ gemiye baktığında, helikopterin kararsızmıĢ gibi hâlâ orada durduğunu görmüĢtü. Haydi sizi adi heriffler! Beni takip edin! Ama helikopt er peĢinden gelmedi. Bunun yerine Goya'nın kıç tarafında yan yattı, pozisyonunu ayarladı ve alçalıp güverteye indi. Hayır! Tolland ile Rachel'ı ölüme terk ettiğini fark eden Corky, dehĢet içinde izliyordu. ġimdi telsizle yardım isteme sıras ının kendisine geldiğini anlayan Corky, eliyle kontrol panelini yoklayarak
telsizi buldu. Açma düğmesini kaldırdı. Hiçbir Ģey olmamıĢtı. ĠĢık yoktu. Parazit yoktu. Sesini sonuna kadar açtı. HiçbirĢey. Haydi! Dümeni serbest bırakıp bakmak için diz çöktü. AĢağı eğilirk en bac ağı acıyla kıvrandı. Gözlerini telsize dikmiĢti. Gördüklerine inanamıyordu. Kontrol paneli mermilerle delik deĢik olmuĢtu ve telsiz parçalanmıĢtı. On taraftan kablolar sarkıyordu. Inanamayan gözlerle bakak aldı. Lanet olası Ģans... Dizlerinin bağı çözülen Corky, ayağa kalkarken, iĢlerin daha ne kadar kötüleĢebileceğini merak etti. Dönüp Goya'y a baktığında, cevabını aldı. Iki silahlı asker, helikopterden güverteye atladılar. Ardından helikopter yeniden havalanarak, Corky'nin tarafına döndü ve son sürat üstüne doğru gelmeye baĢladı. Corky yıkılmıĢtı. Ayrıl ve savaĢı kazan. GörünüĢe bak ılırsa, bu muhteĢem fikir bu gec e sadece onun aklına gelmemiĢti. Delta-Üç güvertede ilerleyip, alt güvert elere inen rampaya yaklaĢırken, bir kadının aĢağılardan gelen haykırıĢını duydu. Dönüp Delta-Iki'y e, kontrol etmek için alt güverteye ineceğini iĢaret etti. Üst tarafı kollamak için arkada kalan ortağı baĢını salladı. Iki adam, CrypTalk ile bağlantı kurabilirlerdi; Kiowa'nın yayın bozma sistemi, kendi haberleĢmeleri için küçük bir bant geniĢliğini aç ık bırakmıĢtı. 429 Kalkık burunlu makineli tüfeğini sıkıca kavrayan Delta -Üç, alt güvert elere inen rampaya doğru sessizce ilerledi. ġimdi haykırıĢı daha net duyabiliyordu. Inmeye devam etti. Merdivenlerin ortasına geldiğinde Goya'nın alt kısmına tutturulmuĢ, kıvrımlı geçit labirentini gördü. HaykırıĢ sesi yükselmiĢti. Ardından, kadını gördü. Bir uçtan diğerine giden köprünün ortas ındaki Rachel Sexton, parmaklıklardan aĢağı sarkmıĢ, denize doğru ümitsizce Michael Tolland'a sesleniyordu. Tolland denize mi düĢtü? Patlama sırasında olabilir mi? Eğer öyleyse, Delta-Üç'ün iĢi sandığından daha kolay olacaktı. AteĢ açması için sadece bir metre kadar daha inmesi gerekiyordu. Ak varyumda balık avlamak gibi. Tek kaygısı, Rachel'ın açık bir malzeme dolabının yanında duruy or olmasıydı, ki bu da bir silahı olabileceği anlamına geliyordu -zıpk ın veya köpekbalığı tüfeği- ama her ikisi de onun makineli tüfeğiyle mukayese kabul etmezdi. Duruma hâkim olmasının güveniyle Delta-Üç, silahını doğrultup bir adım daha attı. Rac hel Sexton artık görüĢ alanına mükemmel biçimde girmiĢti. Silahını kaldırdı. Bir adım daha. Aniden aĢağıdan, merdivenin altından bir saldırı oldu. Delta-Üç aĢağı bakıp da, Michael Tolland'ı ayağına doğru alüminyum bir çubuk iterken görünce, korkmaktan ziyade ĢaĢ ırmıĢtı. Delta -Üç oyuna geldiği halde, bu baĢarısız çelme takma giriĢimini komik bulmuĢtu. Sonra, sopanın ucunun topuğuna değdiğini hissetti. Sağ ayağı darbenin etkisiyle patlarken, yakıc ı bir ac ı vüc uduna yayıldı. Dengesini kaybeden Delta-Üç merdivenlerden aĢağı yuvarlandı. Kendisi köprünün üstüne yığılırken, makineli tüfeği rampadan aĢağı kayarak gemiden denize uçtu. Sağ ayağını tutmak için ıstırapla kıvrıldı ama artık orada değildi. 430 Dumanı tüten sopayı hâlâ sıms ıkı kavrayan Tolland hemen saldırganın baĢına çökmüĢtü; bir buçuk metrelik bir köpekbalığı kont rol aleti. Alüminyum çubuğun uc unda, basınç hassasiyeti olan ön iki kalibrelik bir tüfek fiĢeği vardı ve köpekbalığı saldırılarında savunma amaçlı kullanılıyordu. Yeni bir fiĢek takan Tolland, uyuĢturucu sopanın sivri ve sıcak ucunu saldırganın Adem elmasına dayadı. Felç olmuĢ gibi sırtüstü yatan adam, öfke ve ıstırapla karıĢık bir hayret ifadesiyle Tolland'a bak ıyordu. Rachel köprüden koĢarak geldi. Plana göre adamın makineli tüfeğini almas ı gerekiyordu ama ne yazık ki silah, köprüden aĢağıdaki okyanusa düĢmüĢtü. Adamın belindeki haberleĢme cihazı cız ırdadı. Robot umsu bir ses duyuldu. "Delta-Üç? Cevap ver. Silah sesi duydum." Adam cevap vermek için kıpırdamadı. Cihaz yeniden cızırdadı. "Delta-Üç. Onayla. Desteğe ihtiyacın varmı?" Neredeyse aynı anda, hatta yeni bir ses parazit yaptı. Bu da robot sesi gibi geliyordu ama arka fondaki helikopter sesi onu diğerinden ay ırıyordu. Pilot, "Burası Delta -Bir," dedi. "UzaklaĢan teknenin peĢindeyim. Delta-Üç, onayla. AĢağıda mıs ın? Desteğe ihtiyacın var mı?" Tolland sopay ı adamın gırtlağına bastırdı. "Heliköptere o mot orbotun peĢini bırakmasını söyle. ArkadaĢımı öldürürlerse, sen de ölürsün." Asker haberleĢme cihazını dudaklarına götürürken ac ıyla irkildi. Düğmeye basıp konuĢurken, Tolland'ın gözlerinin içine bak ıyordu. "Buras ı Delta-Üç. Ġyiyim. UzaklaĢan tekneyi yok edin." 115
Yukarı tırmanıp ofisten ayrılmaya haz ırlanan Gabrielle Ashe, Sexton'un özel tuvaletine geri dönmüĢtü. 431 Sexton'ın telefon çağrıs ı onu kaygılandırmıĢt ı. Ona kendi ofisinde olduğunu söylediğinde Sexton kesinlikle tereddüt etmiĢti; sanki yalan söylediğini biliyormuĢ gibi. Her Ģeye rağmen Sexton'ın bilgisayarına girmeyi baĢaramamıĢtı ve artık ne yapacağını bilemiyordu. Sexton bekliyor. Lavaboya çıkıp, kendini yukarı çekmey e hazırlanırken, yer karolarının üstüne bir Ģeyin düĢtüğünü duydu. AĢağı baktığında, Sexton'ın lavabonun kenarına bırakmıĢ olduğu kol düğmeleri olduğunu görüp sinirllendi. Her Ģeyi bulduğun gibi bırak. Yeniden aĢağı inen Gabrielle kol düğmelerini yerden kaldırıp lavabo tezgâhının üstüne geri koydu. Yeniden yukarı tırmanmaya baĢladığı sırada durup, kol düğmelerine baktı. BaĢka bir akĢam olsa Gabrielle asla fark etmezdi ama bu akĢam monogram dikkatini çekmiĢti. Sexton'ın monogramlı eĢyalarının çoğu gibi, iç içe geçmiĢ iki harf vardı. SS. Gabrielle Sexton'ın ilk bilgisayar Ģifresini hat ırladı: SSS. Tak vimi gözünün önüne getirdi... POTUS... ve ekran koruyucusunda resimlerin etrafından geçen Ģerit. BirleĢik Devletler BaĢkanı Sedgewick Sexton... BirleĢik Devletler BaĢkanı Sedgewick Sexton... BirleĢik Devletler... Gabrielle bir süre durup düĢündü. Bu kadar kendinden emin olabilir mi? Bunu öğrenmenin sadece bir saniyesini alacağını biliyordu. Sexton'un ofisine koĢup, bilgisayarın baĢ ına gitti ve yedi harfli Ģifreyi girdi. POTUSSS Ekran koruy ucu bir anda kalkmıĢtı. Inanamayan gözlerle bakak aldı. Bir politikacının egosunu asla hafife alma. 432 116 Karanlığa doğru hızla yol alırken, Corky Marlinson artık Crestliner P hantom'ın dümeninde değildi. Dümeni tutsa da tutmasa da düz bir çizgide ilerleyeceğini biliyordu. Direnci en düĢük yol... Corky zıplayan botun arka tarafında, bacağına aldığı yarayı anlamay a çalıĢıyordu. Incik kemiğini sıy ıran bir mermi, baldırından girmiĢti. Baldırın arkasında çık ıĢ yarası yoktu, bu yüzden merminin hâlâ bacağında olduğunu biliyordu. Kanamay ı durdurmak için etrafın da bir Ģey arasa da, hiçbir Ģey bulamadı... paletler, bir Ģnorkel ve bir çift can yeleği. Ilkyardım çantası yoktu. Ümitsizce küçük bir araç gereç kutusunu açan Corky bazı aletler, koli bandı, çaput bezi, yağ ve diğer bakım elemanlarını buldu. Kanlı bacağına bakıp köpekbalıklarının bölgesinden ç ıkmak için ne kadar uzağa gitmesi gerektiğini düĢündü. Bundan çok daha uzaklara. Delta-Bir uzaklaĢan Crestliner'ı karanlıkta ararken, Kiowa helikopterini okyanus un üstünde alçaktan uçuruyordu. Kaçan bot un kıy ıya yönel eceğini ve Goya ile arasındaki mesafeyi olabildiğince açmaya çalıĢacağını tahmin ederek, Crestliner'ın ilk baĢta çizdiği rotayı takip ediy ordu. ġimdiye kadar ona yetiĢmem gerekirdi.. Normalde, kaçan botu radarla takip etmek kolay olurdu ama Kiowa'nın yayın bozma sistemi millerce ötey e kadar bir termal ses Ģemsiyesi yaydığından, radarı iĢe yaramayacaktı. Goy a'daki herkesin öldüğünü duyuncay a kadar yayın bozma sistemini kapatmas ı ihtimal dahilinde değildi. Bu gece Goy a'dan hiç bir acil çağrı yapılmayac aktı. Bu göktaĢı sırrı gömülecek. Burada. ġimdi. Bereket versin ki, Delta-Bir'in baĢka takip araçları da vardı. Bu tuhaf, ıs ınmıĢ okyanus zeminine rağmen, bir sürat botunun termal izi kolayca ayırt edilebilirdi. Termal taray ıcısını açtı. 433 Etrafındaki okyanus otuz beĢ dereceyi gösteriyordu. Neyse ki, 250 hp dıĢtan takmalı motor yüzlerce derece daha sıcaktı. Corky Marlinson'ın bacağı ve ayağı uyuĢmuĢtu. Yapacak baĢka bir Ģey aklına gelmediğinden, yaralı baldırını çaputla kurulayıp üstünü kat kat koli bandıyla sard ı. YapıĢkan bant bittiğind ayak bileğinden dizine kadar sıkı bir gümüĢi kılıfla sarmalanmıĢtı. Kanama durmuĢtu ama kıyafeti ve elleri hâlâ kan içindeydi. Kaçak Crestliner'ın zeminine oturan Corky, helikopterin onu neden h âlâ bulamadığını merak ediyordu. Uzaklardaki Goya'yı ve yaklaĢan helikopteri göreceği düĢüncesiyle arkas ındaki ufku gözleriyle taradı. Ne
tuhaftır ki, ikisini de görmüyordu. Goya'nın ıĢıkları yok olmuĢtu. O kadar uzaklaĢmıĢ olamazdı, öyle değil mi? Corky birden kaçabileceği ümidine kapıldı. Belki de karanlıkta onu kaybetmiĢlerdi. Belki de kıy ıya varabilirdi! Ama iĢte o anda botun arkas ındaki dümen suyunun düz olmadığını fark etti. Dümen suyu bot un arkasından kavis çizerek uzaklaĢ ıyor, sanki düz bir çizgide değil de, bir çemberin içinde ilerl iyordu. Aklı karıĢmıĢtı. BaĢını çevirip, kavisi takip edince okyanusta dev bir eğri çizdiğini anladı, Ve hemen sonra gördü. Goya, yarım milden kısa bir mesafede, iskele tarafınday dı. DehĢete düĢen Corky, hatasını çok geç anlamıĢtı. Dümeni boĢ bırak ınca, Crestliner'ın pruvas ı sürekli olarak güçlü akıntının yönüne dönmüĢtü, mega girdabın dairesel su akımı. Büyük bir çemberin içinde hareket ediyorum! Kendi kendine geri dönmüĢtü. Hâlâ köpekbalıklarıyla dolu mega girdabın içinde olduğunun bilinciyle, Tolland'ın ürk ütücü sözlerini hatırladı. Geli4miĢ ön beyin koku alma lopları... köpekbalıkları bir damla kanın kokusunu millerce öteden alabilirler. Corky kan içindeki bantlı bacağına ve ellerine baktı. 434 Helikopt er yakında tepesine dikilecekti. Kanlı kıy afetlerini çıkaran Corky, çıplak vaziyette botun arka tarafına emekledi. Köpek balıklarının botun hız ına yetiĢemey eceğini biliyordu. Dümen suyunda elinden geldiğince kendini yıkadı. Bir damla kan... Doğrulan Corky, geriye yapacak tek bir Ģey kaldığını biliyordu. Bir zamanlar, hay vanların kendi bölgelerini sidikleriyle iĢaretlediklerini, çünkü ürik asidin vücudun ürettiği en keskin kokulu sıvı olduğunu öğrenmiĢti. Kandan daha güçlü olmasını ümit ediyordu. KeĢke birkaç bira daha içseydim, diye düĢünen Corky, yaralı bacağını kaldırıp borda tirizine dayay ıp, yapıĢkanlı bandın üstüne iĢemeye çalıĢtı. Haydi! Bekledi. PeĢinde bir helikopter varken, kendi üstüne iĢemek zorunda olmanın yarattığı baskı gibisi yoktur. Sonunda geldi. YapıĢkanlı bandın üstüne sırıls ıklam oluncaya kadar iĢedi. Ġdrarından geriy e kalan kıs ımla ıslattığı çaputu, tüm vücuduna sürdü. Çok hoĢ. Yukarıdaki karanlık gökyüzünde kırmız ı bir lazer ıĢ ını belirdi. Parıldayan dev bir giyotin bıçağı gibi eğri bir çizgiyle üstüne geliyordu. Helikopter geniĢ açıdan yaklaĢıyordu. Pilotun, Corky'nin Goya'ya geri dönmesine ĢaĢırdığı anlaĢılıyordu. Çabucak bir can yeleği giyen Corky, hızla ilerleyen botun arka kenarına ilerledi. Botun kana bulanmıĢ zemininde, Corky'nin durduğu yerin sadece bir buç uk metre arkas ında, kırmız ı bir nokta parladı. Vakit gelmiĢti. Goya'daki Michael Tolland, Crestliner P hantom 2100'ün alevler içinde patlay ıp havaya ateĢ ve duman saçtığını görmedi. Ama patlamayı duymuĢtu. 435 117 Bu saatte Batı Kanadı genellikle sakin olurdu ama BaĢkan'ı bornozu ve terlikleriyle yatağından kaldıran acil durum, yardımcılarıyla Beyaz Saray çalıĢ anlarını "portatif yataklarından" ve yatakhanelerinden dıĢarı fırlatmıĢtı. Genç bir yardımcı Oval Ofis'te peĢinden koĢturarak, "Onu bulamıy orum Say ın Baġkan," dedi. "Bayan Tench çağrı cihazına veya cep telefonuna cevap vermiyor." BaĢkan çileden ç ıkmıĢ gibiydi. "Her yere baktınız mi..." Aceleyle içeri giren bir baĢka yardımc ı, "Binadan ayrıldı efendim," dedi. "Bir saat kadar önce dıĢarı çıkt ı. UKO'y a gitmiĢ olabilecegini düĢünüyoruz. Santral operatörlerinden biri bu akĢam Pickering ile görüĢtüğünü söyledi." "William Pickering mi?" BaĢkan'ın aklı karıĢmıĢ gibiydi. Tench ile Pickering'in sosyal iliĢkileri iyi olmaktan çok uzaktı. "Onu aradınız mı?" "Pickering de cevap vermiyor efendim. UK O santralı kendisine ulaĢamıyor. Cep telefonunun çalmadığını söylüyorlar. Sanki dünya yüzünden ayrılmıĢ gibi." Bir süre yardımc ılarına bakan Herney, ardından bara yürüyüp kendine bir burbon doldurdu. Bardağı dudaklarına götürdüğü s ırada bir gizli Servis çalıĢanı içeri girdi. "Sayın BaĢkan? Sizi uyandırmayac aktım ama bu gec e FDR Anıt ı'nda bir arabanın bombalandığını bildirmem gerekiyordu."
"Ne!" Herney neredeyse içkisini yere düĢürecekti. "Ne zaman?" "Bir saat önce." Yüzünü ekĢitmiĢti. "Ve FBI kurbanın kimliğini tespit etti..." 436 118 Delta-Üç'ün ayağı acıyla zonkladı. SersemlemiĢ bir zihin haline geçmiĢti. Bu ölüm mü? Hareket etmeye çalıĢtı ama felç olmuĢ gibi hissediyor, güçlükle nefes alıyordu. Sadece bulanık Ģekiller görüyordu. Zihni biraz önc eki olayları yokladı. Crestliner'ın denizde patlamasını, üstünde duran Michael Tolland'ın gözlerindeki öfkeyi ve patlay ıcı sopayı boğaz ına dayadığını hatırladı. Beni kesinlikle Tolland öldürdü... Ama Delta-Üç 'ün sağ ayağındaki can yakıc ı acı, fazlasıyla canlıydı. YavaĢ yavaĢ her Ģeyi hatırlıyordu. Crestliner'ın patladığını duyan Tolland, kaybettiği arkadaĢ ının arkasından keder ve öfkeyle feryat etmiĢti. Sonra, periĢan gözlerini Delta-Üç'e çevirerek, sanki çubuğu gırtlağına sokmaya haz ırlanıyormuĢ gibi geriye gitmiĢti. Ama bunu yaparken, ahlak anlayıĢı kendine engel oluyormuĢ gibi tereddüt ediyordu. VahĢi bir asabiyet ve telaĢla sopayı aĢağı indirip bot unu Delta -Üç 'ün paramparça ayağına bastırmıĢtı. Delta-Üç'ün son hatırladığı, can çekiĢerek küfrederken dünyasının kaarardığıydı. ġimdi, ne süredir baygın olduğunu tahmin edemeyen bilinci yerine gelmeye baĢlıyordu. Kollarının arkadan, ancak bir denizcinin atabileceği kadar sıkı bir düğümle bağlandığını hissedebiliyordu. Altına kıvrılmıĢ ve bileklerine düğümlenmiĢ bacakları da bağlanmıĢtı. Böylece geriye doğru duran vücudu kıskıvrak yakalanmıĢt ı. Bağırmaya çalıĢtı ama sesi çıkmadı. Ağzına bir Ģey tıkılmıĢtı. Delta-Üç neler olduğunu tahmin edemiyordu. IĢte o zaman soğuk rüzgârı hissetti ve parl ak ıĢıkları gördü. Goya'nın ana güvertesinde olduğunu anlamıĢtı. Yardım bulmak için kıvrıldığında korkunç bir manzara gördü, kendi yansımasını; Goya'nın derin su denizaltısının pleksiglas yu varlağındaki Ģekilsiz yansıması. Deniz altı tam önünde as ılı duruyordu. 437 Delta-Üç güvertedeki dev bir iner tip kapıda yattığını anladı. Ama n endiĢe verici olan bu değildi. Eğer ben güvertedeysem... Delta-Iki nerede? Delta-Iki endiĢelenmeye baĢlamıĢtı. Ortağı CrypTalk mesajında iyi olduğunu söylemiĢ olsa da, makineli t üfeğe ait olmayan bir ateĢ sesi duymuĢtu. Tolland veya Rachel Sexton bir silah ateĢlemiĢ olmalıydı. Delta-Iki, ortağının indiği rampaya göz gezdirdiğinde kan gördü. Silahını kaldırarak, geminin pruvasına kadar köprü boyunca ilerleyen kan izlerini takip ett i. Buradaki kan izleri onu baĢka bir rampadan ana güverteye geri çıkartıyordu. BoĢtu. Delta-Iki artan bir kaygıyla, güvertedeki uzun koyu kırmızı lekeyi geminin arka tarafına doğru takip etti. Izler buradan, aĢağı indiği ilk rampaya geçiyordu. Neler oluyor? Izler dev bir daire içinde dönüyormuĢ gibiy di. Silahını önünde tutup, dikkatle hareket eden Delta -Ġki, geminin laboratuvar bölümüne giden giriĢe geçti. Ġzler kıç güverteye ilerliyordu. KöĢeyi geniĢ aç ıyla döndü. Gözleri izleri takip etti. Sonra onu gördü. Aman Tanrım! Delta-Üç orada yatıyordu; bağlanmıĢ ve ağzı tıkanmıĢtı. Goya küçük denizalt ısının tam önüne tören yapılmadan atılmıĢtı. Delta-Iki uzaktan baktığında bile, ortağının ayağının büyük bir kısmını kaybettiğini görebiliyordu. Bir tuzak olmasından Ģüphelenen Delta-Ġki silahını kaldırıp ileri yürüdü. ġimdi Delta-Üç konuĢmaya çalıĢarak debeleniyordu. Tuhaft ır ki, adamın bağlanma Ģekli -dizleri arkaya kıvrılmıĢ- büyük ihtimalle hayatını kurtarıyordu; ayağındaki kanama hafiflemiĢ gibiydi. 438 Delta-Iki denizaltıya yaklaĢ ırken, kendi ark asını görebilme lüksüne Ģükretti; geminin güvertesi olduğu gibi denizalt ının yuvarlak pilot kabini kapağına yansıy ordu. Delta -Iki kıvranan ortağının yanına vardı. Gözlerindeki uyarıy ı çok geç görmüĢtü. Triton'ın manipülatör kıskaçlarından biri aniden öne at ılarak, Delta -Iki'nin sol uyluğunu ezici bir güçle sıkıĢtırdı. Kendini çekmeye çalıĢtı, ama kıskaç derine iĢlemiĢti. Kemiklerinden birinin kırıldığını hissederek, acıyla feryat etti. Gözlerini k ısıp, güvertenin yans ımas ına bakark en onu gördü. Triton'ın içindeki karanlığa yerleĢmiĢti. Deniz altının içindeki Michael Tolland, kumandanın baĢındaydı. Acısını bastırıp, silahını omuzlanan Delta -Iki, kötü fıkir, diye düĢ ündü. Denizaltının pleksiglas kubbesinin diğer tarafında, sadece bir metre uzağında duran Tolland'ın göğsünün sol tarafına niĢan aldı. Tetiği
çekince silah kükredi. Tuzağa düĢmüĢ olmanın öfkesiyle çılgına dönen Delta-Iki son kovanını da güvertey e boĢalt ıncaya kadar tetiğe asıldı. Nefes nefese silahı elinden bırakt ı ve karĢısında duran delik deĢik kubbeye öfkeyle baktı. Bacağını kıskaçtan kurtarmaya çalıĢırken, "Geberdin!" dedi. Kıvranırken derisini delen met al kıskaç, geniĢ bir kesik açtı, "Allah kahretsin!" Belindeki CrypTalk'a uzandı. Ama tam ağzına götürdüğü sırada, önünde beliren ikinci bir robot kol ileri atıldı ve sağ bacağını kavradı. CrypTalk güvert eye düĢmüĢtü. Delta-Iki o zaman, karĢısında duran camdaki hay aleti gördü. Soluk bir sima yana eğilerek, sağlam camın kenarından dıĢarı bak ıyordu. Sersemleyen Delta -Iki, mermilerin kalın dıĢ kaplamaya hiç mi hiç iĢlemediğini gördü. Kubbede çiçek bozuğu gibi çukurlar oluĢmuĢtu. Hemen ardından denizaltının üst kapıs ı açıldı ve Michael Tolland dıĢarı çıktı. SarsılmıĢ fakat sağlam görünüyordu. 439 Alüminyum köprüden aĢağı inip güverteye ay ak bastı ve denizaltının harap olan camına göz gezdirdi. Tolland, "Santimetre kareye sekiz yüz kilo," dedi. "Daha büyük bir silaha ihtiyacın varmıĢ gibi görünüyor." Sulaborat uvarındaki Rachel, vaktinin tükendiğini biliyordu. Güvertedeki s ilah seslerini duymuĢtu ve her Ģeyin Tolland'ın planladığı gibi yürümesine dua ediyordu. GöktaĢı aldatmacas ının arkasında art ık kim olduğu umurunda değildi. NASA müdürü, Marjorie Tench veya BaĢkan'ın kendisi... artık bunlar önemli değildi. Yanlarına kâr kalmayacak. Her kimse, gerçek açığa çıkacak. Rachel'ın kolundaki yaranın kanaması durmuĢtu ve vücudunun salgıladığı adrenalin ac ıyı hafifletmiĢ, dikkatini arttırmıĢtı. Bir kalem kağıt bulup, iki satırlık mesajını yazdı. Kelimeler kaba tabirli ve garipti ama Ģu anda süslü sözler yazmaya ayıracak zamanı yoktu. Yazdığı notu, elindeki kâğıt destesine ekledi: TA R çıktısı, Bathynomous giganteus resimleri, okyanus kondrullarıyla ilgili fotoğraflar ve makaleler, bir elektron mikroskop taray ıcı çıktıs ı. GöktaĢı sahtey di ve bunlar da ispatıydı. Rachel tüm kâğıtları, sulaboratuvarının faks makinesine yerleĢtirdi. Ezbere bildiği birkaç tane faks numaras ı vardı ve fazla seçeneği yoktu, ama bu sayfalarla yazdığı notun kimin eline geçeceğine çoktan karar vermiĢti. Nefesini tutarak, faks numarasını çevirdi. Alıcıyı seçerken ak ıllıca bir seçim yapmıĢ olmayı dileyerek, "gönder tuĢuna bastı. Faks makinesi bipledi. HA TA: ÇEVIR SESI YOK Rachel bunu tahmin etmiĢti. Goya'nın haberleĢme sistemleri hâlâ engelleniyordu. Makinenin kendi evindeki faks gibi çalıĢmas ını ümit ederek, baĢ ında durup bekledi. Haydi! 440 BeĢ saniye sonra makine tekrar bipledi. YENIDEN ÇEVIRIY OR... E vet! Rachel makinenin sonsuz bir döngüye giriĢini seyretti. HA TA: ÇEVIR SESI YOK YENIDEN ÇEVIRIY OR... HA TA: ÇEVIR SESI YOK YENIDEN ÇEVIRIY OR... BaĢının üstünde helikopterin pervanesi gümbürderken, faks makinesini çalıĢır halde bırak arak, sulaboratuvarından dıĢarı fırladı. 119 Goya'dan üç yüz kilometre uzağındaki Gabrielle Ashe, Senatör Sexton'ın bilgisayar ekranına ağz ı hayretten açık bak ıyordu. ġüpheleri haklı çıkmıĢtı. Ama bu kadarını hiç tahmin etmemiĢti. Özel uzay Ģirketlerinden Sexton'a yazılmıĢ banka çeklerinin dijital kopyalarına ve çek tutarlarının yatırıldığı Cayman Adaları'ndaki hesaplara bakıyordu. Gabrielle'ın gördüğü en küçük çekin üstünde on beĢ bin dolar yazıyordu. Pek çoğu yarım milyon doların üstündeydi. Sexton, ona, küçük meblağlar, demiĢti. Tüm bağıĢlar iki bin doların altında. Belli ki Sexton baĢtan beri yalan söylüyordu. Gabrielle, yasadıĢı kampanya finansmanının dev miktarlarda yapıldığını görüyordu. Uğradığı ihanet ve hayal kırıklığı kalbini yakıyordu. Yalan söyledi. Kendini aptal gibi hissetti. KirlenmiĢ hissetti. Ama en çok da çılgına döndüğünü hissetti. Karanlıkta tek baĢına ot uran Gabrielle, bundan sonra ne yapmas ı gerektiğini bilmiyordu.
441 120 Goya'nın tepesindeki Kiowa kıç güvertenin üstünde yan yatarken Delta-Bir gözlerini beklenmedik bir manzaraya sabitlemiĢti. Michael Tolland küçük bir denizalt ının yanında güvertede duruyordu. Denizalt ının robot kollarından sarkan Delta-Ġki, devasa bir böceğinkini andıran iki büyük kıskaçtan kendini kurtarmak için sancılı bir mücadele veriyordu. Tanrı aĢkına neler oluyor? Güvertey e gelip, denizalt ının önünde kanlar içinde yatan adamın yanında pozisyon alan Rachel'ı görmek de bir o kadar Ģok ediciydi. O adam sadece Delta-Üç olabilirdi. Rac hel, Delta Gücü'nün makineli tüfeklerinden birini tutmuĢ, saldırmaya haz ırlanıy ormuĢ gibi helikoptere bak ıyordu. Bir an için aklı karıĢan Delta-Bir, bu pozisyonun nasıl oluĢtuğunu çözemedi. Delta Gücü'nün buzullarda yaptığı hatalar seyrek oluĢabilecek ama aç ıklanabilir hatalardı. Fakat bu, akla hayale sığmayacak türdendi. Normal Ģartlarda Delta-Bir'in küçük düĢmesi yeteri kadar acı bir ceza sayılırdı. Ama bu geceki utancı, helikopterdeki baĢka bir kiĢinin varlığıyla büyüyordu. Burada bulunuĢu alıĢılmıĢ ın son derece dıĢ ında olan biri. Idareci. FDR Anıt ı'ndaki Delta saldırısından sonra idareci, Delt a-Bir'e Beyaz Saray yakınlarındaki boĢ bir parka inmesini emretmiĢti. Delta-Bir, aldığı emirler doğrultusunda ağaçların arasındaki çimenlik bir tepeciğe inmiĢ ve yakınlara park etmiĢ olan idareci karanlıktan çıkıp Kiowa'ya binmiĢti. Saniyeler içinde tekrar yola koyulmuĢlardı. Idarecinin bir göreve doğrudan iĢtiraki pek duyulmamıĢ olsa da, Delta -Bir'in Ģikâyet etmeye hakkı yoktu. 442 Milne Buzul Katmanı'ndaki cinuyetleri Delta Gücü'nün ele alıĢ biçiminden rahatsızlık duyan idareci, dıĢarıdan Ģüphe çekip, tahkikatlara yol açabileceği endiĢesiyle, Delt a-Bir'e operasyonun son aĢamasının kendi kontrolünde gerçekleĢec eğini söylemiĢti. ġimdi idareci, Delta-Bir'in hiç tahammül edemeyeceği bir baĢarısızlığa Ģahit oluyordu. Bu iĢ bitmeli. ġimdi. Kiowa'dan Goya'nın güvertesine bakan idareci, bunun nasıl meydana gelebileceğini düĢündü. Hiçbir Ģey planlandığı gibi gitmemiĢti: göktaĢıyla ilgili Ģüpheler, buzullardaki baĢarısız Delta cinayet giriĢimleri, FDR'deki hükümet yetkilisinin öldürülme mecburiyeti. Delta-Bir, Goya'nın güvertesindeki vaziyete bakarken duyduğu utançla, "Idareci," diye geveledi. "Benim aklım almıyor..." Idareci, benim de öyle, diye düĢündü. Bu seferki avlarını hafife aldıkları anlaĢılıyordu. Idareci bakıĢlarını, helikopterin yansıma yapan ön camına boĢ gözlerle bakan Rac hel Sexton'a ind irdi. Rachel, CrypTalk cihazını ağzına götürüyordu. Cız ırt ılı sesi Kiowa'da parazit yaptığında idareci, Tolland'ın yardım isteyebilmesi için helikopterin geri çekilip, yayın bozma sistemini devre dıĢı bırakmasını isteyeceğini sanmıĢtı. Ama Rachel'ın ağzınd an dökülen kelimeler çok daha tüyler ürperticiydi. "Çok geç kaldınız," dedi. "Tek bilen biz değiliz." Sözleri bir süre helikopterin içinde yankılandı. Iddias ı uzak bir ihtimal gibi görünse de, gerçek olma olasılığı idareciyi tereddüde düĢürdü. Projenin baĢarıs ı, gerç eği bilen herkesin ort adan kaldırılmas ına bağlıydı ve bu her ne kadar kanlı bir eylem ols a da, idareci sonuçtan emin olmalıy dı. BaĢka biri daha biliyor... Rachel Sexton'ın, gizli bilgilerle ilgili protok ol kurallarına s ıkı sıkıy a bağlılığıyla tanınan biri olduğunu göz önüne alan idareci, onun bu bilgiyi dıĢarıdan biriyle paylaĢmaya karar verdiğine inanmakta güçlük çekiyordu. 443 Rachel bir kez daha CrypTalk'la konuĢuyordu: "Geri çekilin, yoksa adamlarınızı harcarız. Biraz daha yaklaĢırsanız ölürler. Gerçek her Ģekilde ortaya çıkacak. Kayıp vermeyin. Geri çekilin." Rachel Sexton'ın erdiĢi bir ses duyduğunu bilen idareci, "Blöf yapıyorsun," dedi. "Kimseye söylemedin." Rachel, "ġansını denemeye haz ır mısın?" diye karĢ ılık verdi. "Willliam Pickering'e ulaĢamadım, bu yüzden baĢka birine haber vererek kendimi garantiye aldım." Idareci kaĢlarını çattı. Makul geliyordu. Tolland'a bir göz atan Rachel, "Yutmad ılar," dedi. Kıskaçlara sık ıĢmıĢ olan asker ac ıyla karıĢık sırıttı. "Elindeki silah boĢ, helikopter seni havaya uç urac ak.
Ikiniz de ölec eksiniz. Tek Ģansın bizi bırakmak." Bundan sonra ne yapacaklarını düĢünen Rachel, içinden, ne demezsin, dedi. Denizaltının önünde yerde yatan, bağlı ve ağz ı kapat ılmıĢ adama baktı. Kan kaybından kendinden geçmiĢ gibi gör ünüyordu. Rac hel onun yanında çömelip, adamın sert gözlerinin içine baktı. "Ağzındakini çıkarıp CrypTalk'u sana uzatacağım; helikopteri geri çekilmeye ikna edeceksin. AnlaĢ ıldı mı?" Adam ciddi bir ifadeyle baĢını salladı. Rachel, adam ın ağzındaki tıkacı çıkardı. Asker, Rachel'ın yüzüne kanlı bir topak tükürdü. Öksürürk en, "Sürtük," diye küfretti. "Ölmeni seyredeceğim. Seni bir domuz gibi öldürecekler ve ben her saniyesini zevkle seyredeceğim." Rachel tükürüğü yüzünden silerken, Tolland'ın elleri onu kaldırıp, geri çekti ve makineli tüfeği elinden aldı. Rachel, onun titrek dokunuĢundan, art ık sabrının taĢtığını hissedebiliyordu. 444 Tolland birkaç metre ötedeki bir kontrol paneline gidip, elini bir kolun üstüne koydu ve gözlerini güvertede yatan adama dikti. Tolland, "Ikinci hakaret," dedi. "Ve benim gemimde, karĢılığı budur." Tolland büyük bir öfkeyle kolu aĢağı indirdi. Triton'ın altındaki dev döner tip kapı açıldı. Korkuyla inleyen, eli kolu bağlı asker, delikten aĢağı yuvarlanarak gözden kayboldu. Dokuz metre aĢağıdaki okyanusa düĢmüĢtü. Etrafa kırmız ı sular sıçradı. Köpek balıkları anında baĢına üĢüĢmüĢtü. Kiowa'dan, teknenin altında güçlü akıntıya kapılan Delta-Üç'ten gerıye kalanlara bakan idareci, öfkeyle baĢ ını iki yana salladı. Aydınlat ılmıĢ suyun rengi pembeydi. Birkaç balık, kola benzeyen bir Ģeyi kapıĢ ıyorlardı. Tanrım. Idareci yeniden güverteye baktı. Delta-Iki hâlâ Triton'ın pençelerindeydi ama denizaltı artık güvertedeki büyük bir boĢluğun üstünde as ılı duruyordu. Delta-Iki boĢluğun kenarında sendeledi. Tolland'ın tek yapması gereken kıskaçları açmaktı. Idarecinin sesi CrypTalk'tan, " Tamam," diye bağırdı. "Bekleyin. Biraz bekleyin!" AĢağıda, güvertede duran Rachel, baĢını kaldırmıĢ Kiowa'ya bak ıyordu. Idareci, bu yükseklikten bile onun gözlerindeki kararlılığı görebiliyordu. Rachel Cry pTalk'u ağz ına götürdü. "Hâlâ blöf yapt ığımızı mı düĢünüyorsun?" dedi. "UKO merkez santralini ara. Jim Samiljan'ı sor. P&A'da gece vardiyasında çalıĢıyor. Ona göktaĢı hakk ında her Ģeyi anlattım. Doğrulay acaktır." Bana ismini mi söylüyor? Bu pek de hayra alamet değildi. Rachel aptal değildi ve idareci blöf yapıp yapmadığını birkaç saniye içinde öğrenebilirdi. Idareci, UKO'da Jim Samiljan isimli kimseyi tanımadığı halde, büyük bir organizasyondu. Rac hel doğruyu söylüyor olabilirdi. Son ölüm emrini vermeden önce, idarecinin blöf olup olmadığını öğrenmesi gerekiyordu. Delta-Bir omzunun üstünden baktı. "Telefon edip kont rol etmek için yayın bozma sistemini devre dıĢı bırakmamı ister misiniz?" 445 Idareci, net bir Ģekilde görebildiği Rachel ile Tolland'a bakt ı. Herhangi biri cep telefonu veya telsizi eline aldığında, Delta-Bir'in sistemi devreye sokup, görüĢmeyi engelleyebileceğini biliyordu. Az bir riski vardı. Cep telefonunu ç ıkaran idareci, "Yayın bozucuyu kapat," dedi. "Rachel'ın yalanını ortaya çıkaracağım. Sonra da Delta-Iki'yi kurtarıp bu iĢi bitirmenin bir yolunu buluruz." Fairfax'de, UKO'nun merkez santralindeki operatörün sabr ı tükeniyordu. "Size söylediğim gibi, Planlama ve Analiz Bölümü'nde Jim Samiljan'ın ismine rastlayamıyorum." Arayan kiĢi ısrarcıydı. "Farklı yazılıĢları denediniz mi? Diğer bölümlere baktınız mı?" Operatör kontrol etmiĢti ama bir kez daha baktı. Birkaç saniye sonra, "Jim Samiljan adında bir çalıĢanımız yok. Her türlü yazılıĢ ı denedim." dedi. Arayan kiĢi tuhaf biçimde buna memnun olmuĢ gibiydi. "Yani UKO'da Jim Samil..." Hattan sabırsız bir hayıflanma sesi geldi. Birisi bağırdı. Arayan kiĢi yüksek sesle küfredip hemen telefonu kapattı. Kiowa'daki Delta-Bir, yayın bozma sistemini devreye sokarken öfkeyle ç ığlık atıyordu. Çok geç fark etmiĢti. Pilot kabinindeki ıĢıklı kumandalar arasında, minik bir LED ölçer, Goya'dan SA TCOM veri sinyali gönderildiğini gösteriyordu. Ama nasıl? Kimse güverteden ayrılmadı! Delta -Bir sistem bozucuyıı devreye sokamadan, Goya iletiyi göndermiĢti. Sulaborat uvarındaki faks makinesi halinden memnun bir sinyal veriyordu. TAġ ĠYĠCĠ BULUNDU... FAKS GÖNDE RILDI 446 121
Öl ya da öldür. Rachel, hiç bilmedi ği bir yönünü keĢfetmiĢti. Hayatta kalma güdüsü... korkuyla ateĢlenen vahĢi bir cesaret. CrypTalk'taki ses, "Gönderilen faksta ne vard ı?" diye sordu. Rachel faksın planladığı Ģekilde gönderildiğini duyunca rahatlamıĢtı. CrypTalk'la konuĢup, olduğu yerde duran helikoptere bakarken, "Bölgeyi terk edin," dedi. "Her Ģey bitti. Sırrınız öğrenildi." Rachel, saldırganlara az önce gönderdiği tüm bilgileri anlattı. Görüntüeler ve metinlerden oluĢan yarım düzine sayfa. Aksi kanıtlanamaz gerçek:, göktaĢının sahte olduğuydu. "Bize zarar vermek, sizi sadece daha kötü duruma sokar." Uzun bir sessizlik oldu. "Faksı kime gönderdin?" Bu soruyu yanıtlamaya Rac hel'ın hiç niyeti yoktu. Mümkün olduğunc a çok vakit kazanmaları gerekiyordu. Triton'la aynı çizgi üzerinde, güvertedeki açıklığın yanında pozisyon almıĢlar, dleniz altının k ıskaçlarında sallanan askeri vurmadan helikopterin kendilerine ateĢ etmesini imkânsız kılmıĢlardı. Sesi her nedense ümitli gelen idareci, "William Pickering," dedi. "Faksı William Pickering'e gonderdin." Rachel, yanlıĢ, diye düĢündü. Aslında ilk tercihi Pickering olurdu ama saldırganların Pickering'i çoktan ortadan kaldırmıĢ olabileceği endiĢesiyle baĢka birini seçmek zorunda kalmıĢtı... düĢmanın kararlılığı karĢısında cüretkâr bir hareketti. Bir süre ümitsizce karar vermeye çalıĢan Rachel, ezbere bildiği diğer tek faks numaras ını çevirmiĢti. Babas ının ofisi. Annesinin ölümünün ardından babası miras iĢlerini Rachel'la yüz yüze görüĢmeden halletmeyi tercih ettiği için, bu numara hafızas ına kaz ınmıĢtı. Yardıma ihtiyacı olduğunda babas ına koĢacağı hiç aklına gel mezdi ama bu gece adam iki kritik özelliğe sahipti: 447 göktaĢıyla ilgili tüm verileri hiç tereddüt etmeden açıklamak için pek çok siyasi nedene ve Beyaz Saray'ı arayıp bu ölüm ekibini gönderdikleri için Ģantaj yapabilecek yeterli nüfuza. Babas ı bu saatte kesinlikle ofiste olmayacağı halde, Rachel, onu ofisini bir mahzen gibi kilitli tuttuğunu biliyordu. Rachel aslında faksı saatli bir kasaya göndermiĢ sayılırdı. Saldırganlar nereye gönderdiğini öğrense bile, Philip A. Hart Senato Ofis Binası'nın sık ı güvenliğini aĢ ıp kimse fark etmeden bir senatörün ofisine girme ihtimalleri çok zayıftı. Yukarıdaki kiĢi, "O faksı nereye gönderdiysen," dedi. "O kiĢiyi tehlikeye attın." Rachel hissettiği korkuya rağmen, güçlüymüĢ gibi konuĢması gerektiğini biliyordu. Triton'ın kıskaçlarındaki askeri iĢaret etti. Açıklığın üstünden sarkan bacaklarından, dokuz metre aĢağıdaki okyanusa kan damlıyordu. Cry pTalk'a, "Burda tehlikede olan biri varsa, o da sizin ajamınız," dedi. "Bitti. Geri çekilin. Veriler gönderildi. Kaybettiniz. Bölgeyi terk edin, yoksa bu adam ölür." CrypTalk'tan gelen ses, "Bayan Sexton, ne kadar önemli olduğunu anlamıyorsunuz..." diye parladı. Rachel, "Anlamak mı?" diye patladı. "Masum insanları öldürdüğünüzü biliyorum! GöktaĢ ı hakkında yalan söylediğinizi biliyorum! Ve bunun yanınıza kâr kalmayacağını biliyorum! Hepimizi öldürseniz de, bu iĢ bitti." Uzun bir sessizlik oldu. Ses sonunda, "AĢağı iniyorum," dedi. Rachel kaslarının gerildiğini hissetti. AĢağı mı geliyor? Ses, "Silahsızım," dedi. "DüĢüncesiz bir hareket yapma. Seninle yüz yüze konuĢmamız gerekiyor." Rachel'ın tepki vermesine fırsat kalmadan helikopter Goya'nın güvert esine indi. Gövdedeki yolcu kapıs ı açıldı ve aĢağı biri indi. 448 Siyah paltolu kravat takmıĢ sivil kıyafetli bir adamdı. Rac hel bir an hiçbir Ģey düĢünemez oldu. William Pickering'e bakıyordu. Goya'nın güvertesinde duran William Pickering, kederle Rachel Sexton'a bak ıyordu. IĢlerin bu safhaya geleceği hiç aklına gelmemiĢti. Ona doğru yürürken, elemanının gözlerindeki tehlikeli duygu karıĢımını görebiliyordu. ġok, ihanet, ĢaĢkınlık, öfke. Hepsi de normal, diye düĢündü. Anlamadığı çok Ģey var. Pickering bir an için kızı Diana'y ı hat ırlayarak, onun ölmeden önc e neler hissettiğini merak etti. Gerek Diana, gerekse Rac hel, aynı savaĢ ın Ģehitleriydi. Pickering'in sonsuz a kadar vermeye yemin ettiği bir savaĢ. Bazen sonuçları acımasız olabiliyordu. Pickering, "Rachel," dedi. "Hâlâ bunun üstesinden gelebiliriz. Aç ıklamam gereken çok Ģey var."
Rachel Sexton donup kalmıĢ, hatta daha çok midesi bulanmıĢ gibi görünüy ordu. Tolland Ģimdi makineli tüfeği tutmuĢ, Pickering'in göğs üne niĢ an almıĢtı. O da hayret içinde gibiydi. Tolland, "YaklaĢma!" diye seslendi. BeĢ metre ileride duran Pickering, Rachel'a bakıyordu. "Baban rüĢ vet alıyor Rac hel. Özel uzay Ģirketlerinden büyük paralar alıyor. NASA'y ı kaldırıp, uzay ı özel sektöre açmayı planlıy or. Milli güvenlik açısından durdurulması gerek." Rachel ifadesiz bakıyordu. Pickering içini çekti. "Tüm baĢarıs ızlıklarına rağmen NASA, bir devlet iĢletmesi olarak kalmalı." Rachel bunun tehlikelerini anlayabilir. ÖzelleĢtirme, NASA'nın en iyi beyinleriyle fikirlerinin özel sektör seline kapılmas ına neden olacaktı. DanıĢman grubu dağılacaktı. Ordu eriĢimi engellenecekti. 449 Sermaye arttırmak isteyen özel uzay Ģirketleri, NASA patentleriyle fikirlerini dünyada en yüksek fiyat ı verenlere satmaya baĢlayacakt ı. Rachel'ın sesi titriyordu. "Milli güvenlik adına mı... göktaĢı bulmuĢ gibi yapıp masum insanları öldürdünüz?" Pickering, "Böyle olması gerekmiyordu," dedi. "Asıl plan, önemli bir hükümet kurumunu kurtarmaktı. Öldürmek, planın bir parçası değildi." Pickering, teĢkilatta üretilen çoğu fıkir gibi göktaĢı sahteciliğinin bir korku ürünü olduğunu biliyordu. Üç yıl önce Pickering, UKO hidrofonlarını düĢman sabotajc ılarının eriĢemeyeceği denizin derinliklerin uzatmak amacıyla, NASA 'nın yeni geliĢtirdiği bir maddeden fay dalanan insanları okyanus un en derin bölgelerine -Mariana Çukuru da dahil- taĢıyabilen çok sağlam bir denizalti tasarlayacak bir programa önc ülük etmiĢ ti. Yepyeni bir seramikten üretilen bu iki kiĢilik denizaltı, Graham Hawkes isimli Kaliforniya'lı bir mühendisin bilgisayarından aĢırılan taslaklardan tasarlanmıĢtı. Hawkes en büyük hayali Deep Flight II adını verdiği bir ultra derin su denizalti inĢa etmek olan, dâhi bir denizalti mühendisiydi. Ama prototip yapmak için fon bulmakta sık ıntı yaĢamıĢtı. Öte yandan Pickering'in sınırsız bir bütçesi vardı. Bu gizli seramik denizalt ıyı kullanan Pickering, Mariana Çuk uru'nun duvarlarına yeni hidrofonlar yerleĢtirmek için gizli bir ekibi sualt ına göndermiĢti. Herhangi bir düĢmanın bakabileceğinden çok daha derinlere.. Ama sondalama iĢlemleri sırasında, Ģimdiye dek hiçbir bilim adamının görmediği jeolojik yapılar bulmuĢlardı. Bu keĢfe, kondrullar ve bilinmeyen pek ç ok fosil türü de dahildi. Elbette UK O'nun bu derinliğe inebildiği gizli tutulduğundan, bu bilgi asla paylaĢ ılmayacaktı. Ama Pickering ile onun UKO'daki bilim dan ıĢmanlarından oluĢan sessiz ekibi, yakın zaman öncesine kadar Mariana'nın benzersiz jeolojisi hakkında edindikleri bilgiyi, yine korku sebebiyle, NASA'yı kurtarmak için kullanmayı düĢünmemiĢlerdi. Mariana taĢını göktaĢ ına çevirmek oldukça basit bir iĢlem olmuĢtu. 450 UKO, bir GDM sıvı hidrojenle taĢı kömürleĢtirerek, ikna edici bir füzyon kabukla kaplamıĢlardı. Ardından, ufak bir yük denizalt ısı kullanarak Milne Buzul Katmanı'nın altına inmiĢ ve kömürleĢmiĢ taĢı buzun altından yerleĢtirmiĢlerdi. YerleĢtirme Ģaft ı donduktan sonra taĢ, üç yüz yıldan fazladır oradaymıĢ gibi görünüyordu. Ne yazık ki, dünyadaki gizli operasyonlarda sıkça rastlandığı gibi, en büyük planlar minicik aksaklıklar yüzünden bozulabiliyordu. Dün, birkaç biyolüminesan plankton yüzünden tüm aldatmacanın maskesi düĢmüĢtü. Beklemedeki Kiowa'nın pilot kabininden bakan Delta-Bir, önünde geliĢen dramı seyrediyordu. Rachel ile Tolland rahatlıkla müdahale edebileceği bir mesafedeydi ve Delt a-Bir, onların küçük oyununun temelsizliğine gülmemek için kendini zor tutuyordu. Tolland'ın elindeki makineli tüfeğin bir kıymeti yoktu; Delta-Bir buradan bile, Ģarjörün boĢ olduğunu iĢaret eden horoz un geri çekildiğini görebiliyordu. Triton'ın kıskaçlarında debelenen ortağına bakarken, acele etmesi gerektiğini biliyordu. Güvertedeki dikkatler Pickering'e çevrilmiĢti ve Ģimdi harekete geçme sırası Delta -Bir'deydi. Pervaneyi rölantide bırakıp, helikopteri siper olarak kullanarak gövdenin arka tarafından aĢağı indi ve kimseye görünmeden sancak köprüsünde yürüdü. Elindeki makineli tüfeğiyle pruvaya yönelmiĢti. Güverteye inmeden önce Pickering, ona kesin emirler vermiĢti ve Delta-Bir'in bu basit görevde çuvallamaya hiç niyeti yoktu. Birkaç dakikaya kadar her Ģeyin sona ereceğini biliyordu. 122 Hâlâ bornozuyla dolaĢan Zach Herney, Oval Ofis'teki masasında otururken beyni zonkluyordu. Bulmacanın en yeni parças ı az önce meydana çıkmıĢtı. 451 Marjorie Tench öldü.
Herney 'nin yardımcıları, Tench'in William Pickering'le gizli bir görüĢme yapmak üzere FDR Anıt ı'na gittiğine dair bilgi aldıklarını söylemiĢlerdi. ġimdi Pickering de kayıp olduğundan, çalıĢanlar onun da ölm üĢ olabileceğinden endiĢeleniy orlardı. BaĢkan ve Pickering yakın geçmiĢte kozlarını paylaĢmıĢlardı. Aylar önce Herney, Pickering'in BaĢkan'ın güç durumdaki kampanyasını kurtarmak için onun lehine yasadıĢı bir iĢe karıĢtığını öğrenmiĢti. UKO'nun imkânlarından faydalanan Pickering, Senatör Sexton'ın kampanyasını batırmak için onun hakkında yeterince kirli bilgi toplamıĢti: Yardımc ısı Gabrielle'la skandal yarat acak seks fotoğrafları, Sexton'ın özel uz ay Ģirketlerinden rüĢ vet aldığını ispatlayan mali kayıtlar. Pickering ismini gizleyerek tüm delilleri Marjorie Tench'e göndermiĢ ve Beyaz Saray'ın bunları uygun biçimde kullanacağını düĢünmüĢtü. Ama belgeleri gören Herney, Tenc h'in bunları kullanmasını yasaklamıĢtı. Seks skandallarıyla rüĢ vet iddiaları Washington'ı kemiren, en kötü Ģeydi ve kamu önünde bir baĢkasını küçük düĢürmek, hükümete duyulan güveni sarsmaktan baĢka bir iĢe yaramazdı. Ahlaka değer verilmemesi bu ülk eyi mahvediyor. Herney bu skandalla Sexton'ı yok edebilirdi fak at ABD Senatosu'nun Ģerefine zara r da verirdi. Bu ise, Herney 'nin istemediği bir Ģeydi. Artık olumsuzluk yok. Sonuçta, Herney, Senatör Sexton'ı nasıls a yenecekti. Beyaz Saray'ın delilleri kullanmayı reddetmesine sinirlenen Pickering, Sexton'ın Gabrielle Ashe ile yattığı söylentilerini yayarak skandal çıkartmaya çalıĢmıĢtı. Ama Sexton, masumiyetini öyle ikna edici bir biçimde ifade etmiĢti ki, BaĢkan bu söylentiler için Ģahsen özür dilemek zorunda kalmıĢtı. Elbette bu iĢteki asıl tezat, Pickering'in BaĢkan Herney 'den aslında hoĢlanmamasıydı. 452 UKO direktörünün Herney'nin kampanyasına yardım etme giriĢimleri, NASA'nın kaderi hakkındâ duyduğu endiĢeden kaynaklanıyordu. Zach Herney, onun için, kötünün iyisiydi. Ve Ģimdi birisi Pickering'i mi öldürdü? Herney 'nin akl ı ermiy ordu. Yardımc ılarından biri, "Sayın BaĢkan?" dedi. "Ġsteğiniz üzerine Lawrence Ekstrom'u aradım ve kendisine Marjorie Tench'den bahsettim." "TeĢekkürler." "Sizinle konuĢmak istiyormuĢ efendim." Herney, Ekstrom'un KYYT hakkında yalan söylemesine hala k ızgındı. "Onunla sabah görüĢ eceğimi söyle." "Bay Ekstrom, sizinle hemen görüĢmek istiyor efendim." Yardımc ısı tedirgin görünüyordu. "Çok sinirli." Sinirli mi? Herney öfkeden patlama noktas ına geldiğini hissedebiliyordu. Ekstrom'un telefonuna cevap vermek için yürürken, BaĢkan bu gece baĢka hangi halt ın ters gittiğini merak ediyordu. 123 Goya'nın güvertesinde duran Rachel kendini budala gibi hissediyordu. Ağır bir sis gibi etrafına çöken ĢaĢkınlığı Ģimdi dağılmaya baĢlamıĢtı. v görünen ac ı gerçek, kendini çaresiz ve bıkkın hissettiriyordu. KarĢ ısında duran yabanc ıya bakarken, sesini güçlükle duyabiliyordu. Pickering, "NASA'nın imajını düzeltmek zorundaydık," diyordu. "Azalan popülaritesi, fonları pek çok açıdan tehlikeli olmaya baĢlamıĢtı:" Pickering durup gri gözlerini Rachel'ınkilere dikti. "Rachel, NASA 'nın bir zafere mutlaka ihtiyacı vardı. Birinin bunu yapması gerekiyordu." Pickering, bir Ģeyler yapılması gerekiyordu, diye düĢündü. 453 GöktaĢı hayal kırıklığıyla baĢ vurulan son giriĢim olmuĢtu. Pickering ile diğerleri, uzay ajansını istihbarat dünyas ıyla birleĢtirerek fonlarını arttırmak ve daha fazla güvenlik sağlamak için lobi kurarak NASA'yı kurtarmaya çalıĢmıĢlardı ama Beyaz Saray bilime yapılan bir saldırı olarak algıladığı bu fikri sürekli geri çevirmiĢti. Dar görüĢlü idealizm. Sexton'ın NASA karĢıtı söylemlerinin popülaritesi art ınca, Pickering ile askeri ağırlıklı çevresi zamanın daraldığını anlamıĢlardı. NASA'nın imajını kurtarmak ve müzayede listesinden çıkarmak için tek yolun, vergi mükellefleriyle Kongre'nin dikk atini çekmek olduğuna karar verdiler. Uzay dairesinin varlığını sürdürebilmesi için büyük bir bombaya ihtiyacı vardı... vergi mükelleflerine NASA'nın Ģanlı Apollo günlerini hatırlatacak bir Ģey. Ve Zach Herney, Senatör Sexton'ı alt edecekse, yardıma ihtiyacı olac aktı. Marjorie Tench'e gönderdiği tüm zarar verici delilleri hatırlayan Pickering, kendi kendine, ona yardım etmeye çalıĢtım, dedi. Fak at bunları kullanımını yasaklayan Herney, Pickering'e gözü pek giriĢimlerde bulunmaktan baĢka seçenek bırakmamıĢtı. Pickering, "Rachel," dedi. "Gemiden az önc e faksladığın bilgiler tehlikeli. Bunu anlaman gerek. Eğer bilgi
dıĢarı sız arsa, Beyaz Saray ve NASA suç ortağı gibi görünecek. BaĢkan'a ve NASA'ya gelen tepkiler büyük olacak. BaĢkan ve NASA bu konuda hiçbir Ģey bilmiyor. Onlar masum, GöktaĢının gerçek olduğuna inanıyorlar." Pickering, Herney ya da Ekstrom'u bu iĢe bulaĢtırmay ı aklindan bile geçirmemiĢti, çünkü her ikisi de, baĢkanlığı veya uzay dairesini kurtarma potansiyeli ne olurs a olsun, herhangi bir aldatmac ının içine girmeyec ek kadar idealist insanlardı. Ekstrom'un tek suçu, KYYT müdürünü anomali yazılımı hakkında yalan söylemeye ikna etmekti. Ve Ekstrom bu göktaĢının ne kadar ince elenip s ık dokunacağını fark ettiği anda bu hareketinden piĢman olmuĢtu. 454 Herney 'nin temiz kampanya konusunda ısrar eden Marjorie Tenc h, ufak bir KYYT baĢarısının Sexton karĢısında BaĢkan'a yardımc ı olmas ı umuduyla, KYYT yalanı üstünde Ekstrom ile anlaĢmaya varmıĢtı. Tench verdiğim fotoğraflarla rüĢ vet belgelerini kullansay dı, bunların hiçbiri olmayacaktı! Rachel, Tench'i aray ıp, sahtecilik suçlamalarında bulunduğu anda " Tench'in öldürülmesine -her ne kadar acı da ols a- karar verilmiĢti. Pickering, Rachel'ın insafs ız iddialarının temelini Tench'in sonuna kadar araĢtıracağını biliyordu ve elbette Pickering böyle bir soruĢturma yapılmasına asla izin veremezdi. Ne tuhaft ır ki Tench, BaĢkan'a en çok ölümüyle hizmette bulunmuĢtu. VahĢi sonu, Beyaz Saray'a sempati oyları kazandırmakla beraber, CNN'de Marjorie Tench tarafından küçük düĢürülen Sexton'a karĢ ı Ģüphe yaratacaktı. Patronuna ateĢ püsküren gözlerle bakan Rachel, davasından vazgeç miyordu. Pickering, "Eğer bu sahte göktaĢı hakkındaki bilgiler dıĢarı sızarsa, masum bir BaĢkan'ı ve masum bir uzay dairesini bitireceğini anlamal ısın," dedi. "Ayrıca Oval Ofıs'e senin yüzünden çok tehlikeli bir adam geçecek. Bilgileri nerey e faksladığını öğrenmem gerekiyor." O bunları söylerken, Rachel'ın yüzüne garip bir ifade gelmiĢti. Büyük bir hata yapt ığını anlayan kiĢinin acılı bir dehĢet ifadesine benziyordu. Pruvadan dolanıp, iskele tarafına inen Delta-Bir, helikopteri indirirken Rachel'ın dıĢarı ç ıktığı sulaboratuvarında duruyordu. Laborat uvardaki bir bilgisayar ekranında huzur bozucu bir görüntü vardı... Goya'nın altında bir yerlerdeki okyanus tabanında dönüp duran bir derin su kasırgasının çok renkli temsili. Hedefine doğru ilerlerken, buradan bir an evvel gitmek için bir baĢka neden, diye düĢündü. 455 Faks makinesi duvarın sonundaki bir tezgâhın üstünde duruyordu. Faksın tepsisi, Pickering'in önceden tahmin ettiği gibi kâğıt yığınıyla doluydu. Delta-Bir kâğıtları eline aldı. En üstte Rachel'ın yazdığı bir not vardı. Sadece iki satır. Okudu. Tam isabet, diye düĢündü. Kâğıtları karıĢtırırken, Tolland ile Rachel'ın göktaĢ ı aldatmacasını nasıl çözdüğüne hem hay ret etti, hem de hayran kaldı. Bu çıktıları gören kimsenin, ne olduklarına dair Ģüphesi kalmazdı. Bereket versin ki Delta-Bir'in çıktıların nereye gönderildiğini öğrenmek için "yeniden çevir tuĢuna bile basmas ına gerek yoktu. LCD pencere hâlâ son faks gönderilen numarayı gösteriyordu. Bir Washington D.C. kodu. Faks numarasını dikkatle yazdı, tüm kâğıtları toplay ıp laboratuvardan dıĢarı çıktı. Namluyu William Pickering'in göğsüne doğrult an Tolland'ın makineli tüfeği tutark en elleri terlemiĢti. UKO direktörü, hala faksı nereye gönderdiğini söylemesi için Rachel'a baskı yapıyor, Tolland ise onun za man kazanmaya çalıĢtığını hissederek huzursuzlaĢ ıyordu. Ama ne için? Pickcring, "Beyaz Saray ve NASA masum," diye yineledi. "IĢbirliği yapalım. Benim hatalarımın NASA'nın sahip olduğu son itibarı da zedelemesine izin verme. Eğer bu duyulursa, NASA suçlu görünecektir. Sen ve ben bir anlaĢma yapabiliriz. Ülkenin bu göktaĢına ihtiyacı var. Çok geç olmadan faksı nereye gönderdiği ni bana söyle." Rachel, "Sen baĢka birini öldür diye mi?" dedi. "Midemi bulandırıyorsun." Tolland, Rachel'ın cesaretine hayran kalmıĢtı. Babas ından hoĢlanmıyordu ama senatörü tehlikeye atmak niyetindeymiĢ gibi de görünmüyordu. Ne yazık ki Rachel'ın babas ın dan faksla yardım istemek planı geri tepmiĢti. Senatör ofisine gidip faksı görse, göktaĢ ı 456 aldatmac ası haberleriyle ilgili BaĢkan'ı arasa ve saldırıyı geri çekmesini söylese bile, Beyaz Saray'daki hiç kimse Sexton'ın neden bahs ettiğini anlamayacak, hatta nerede olduklarını bile bilmeyeceklerdi. Rachel'a tehditkâr bir bak ıĢ fırlat an Pickering, "Bunu bir kez söyleyeceğim," dedi. "Durum senin tam manas ıyla anlayamayacağın kadar karıĢık. O bilgileri bu geminin dıĢına göndermekle çok büyük bir hata yaptın. Ülkeni tehlikeye atmıĢ oldun."
Tolland art ık William Pickering'in gerçekten de zaman kazandığını anlamıĢtı. Ve bunun sebebi serinkanlılıkla geminin sanc ak tarafından onlara yaklaĢmaktı. Tolland, bir kâğıt tomarı ve makineli tüfekle yanlarına doğru yürüyen askeri gördüğünde korkuya kapıldı. Tolland, kendini bile ĢaĢırtan bir kararlılıkla hareket etti. Makineli tüfeği sıkıca kavrayarak topukları üstünde döndü ve askeri niĢan alıp tetiği çekti. Silahtan zarars ız bir tıkırtı sesi geldi. Pickering'e bir kâğıt uzatan asker, "Faks numarasını buldum," dedi. "Ve Bay Tolland'ın cephanesi bitti." 124 Sedgewick Sexton, Philip A. Hart Senato Binas ı'nın koridorunda hıĢımla yürüyordu. Bunu nasıl yapt ığını bilmiyordu ama Gabrielle bir Ģekilde ofisinden içeri girmiĢti. Telefonda konuĢurlarken, Jourdain saatinin arkadan gelen üçlü tiktaklarını duymuĢtu. Aklına tek gelen, USV toplantıs ına kulak misafiri olan Gabrielle'ın ona karĢ ı olan güvenini kaybettiği ve delil toplamaya gittiğiydi. Ofisime nasıl girdi acaba! Sexton bilgisayar Ģifresini değiĢtirdiğine seviniyordu. 457 Özel ofisine vardığında, alarmı durdurmak için Ģifresini girdi. Ardından anahtarlarını bulup ağır kapıyı açt ı ve Gabrielle'ı iĢ üstünde yakalama niyetiyle hıĢ ımla içeri daldı. Ama boĢ ve karanlık ofısi, sadece bilgisayarının ekran koruy ucusu aydınlat ıyordu. ĠĢ ıkları açıp gözleriyle etrafı taradı. Her Ģey yerli yerinde görünüy ordu. Saatinin üçlü tiktakları dıĢında ölüm sessizliği vardı. Peki o hangi cehennemde? Özel tuvaletinde bir hıĢırtı duyunca hemen koĢup ıĢığı açtı. Tuvalet boĢtu. Kapının arkasına baktı. Hiçbir Ģey yoktu. ġaĢkınlık içindeki Sexton, aynada kendine bakıp akĢam belki de içkiyi fazla kaçırdığını düĢündü. Bir Ģey duydum. Aklı karıĢmıĢ bir halde ofisine geri döndü. "Gabrielle?" diye seslendi. Koridorun sonunda, onun odas ına doğru yürüdü. Gabrielle orada değildi. Ofisi karanlıktı. Bayanlar tuvaletinden bir sifon sesi gelince Sexton dönüp, tuvaletle rin olduğu yöne yürümeye baĢladı. O kapıya Vardığında, Gabrielle de ellerini kurulayıp dıĢ arı çıkıyordu. S exton'ı görünce olduğu yerde s ıçradı. "Tanrım! Beni korkuttunuz!" derken, gerçekten de korkmuĢ görünüyordu. "Burda ne yapıyorsunuz?" Gabrielle'ın boĢ ellerine bak arak, "Ofisten NASA'yla ilgili belgeleri alacağını söylemiĢtin," dedi. "Nerdeler?" "Bulamadım. Her yere baktım. Bu kadar uz un sürmesinin sebebi bu." Doğrudan Gabrielle'ın gözlerinin içine baktı. "Benim ofisimde miydin?" Gabrielle, hayatımı bu faks makinesine borçluyum, diye düĢ ündü. Birkaç dakika öncesine kadar S exton'ın bilgisayarının baĢ ında oturmuĢ, yasadıĢ ı çeklerin yaz ıcı çıktılarını almaya çalıĢ ıyordu. 458 Dosyalar bir Ģekilde korumalı olduğundan, çıktılarını almanın yolunu bulmak biraz vaktini alacaktı. Sexton'ın faks makinesi çalarak onu ĢaĢ ırtmıĢ ve gerçek dünyaya döndürmüĢ olmasaydı, herhalde hâlâ bu iĢi yapıyor olacaktı. Gabrielle bunu, dıĢarı çıkmas ı için bir iĢaret kabul etmiĢti. Gelen faksın ne olduğuna bakmadan, Sexton'ın bilgisayarındaki oturumu kapat ıp etrafı düzeltmiĢ ve geldiği yoldan dönmek üzere harekete geçmiĢti. Sexton'ın içeri girdiğini duyduğunda tam da tuvalette yukarı tırmanıyordu. ġimdi Sexton karĢıs ında durmuĢ ona bakarken, yalan söyleyip söylemediğini gözlerinden anlamaya çalıĢtığını hissediyordu. Sedgewick Sexton'da, Gabrielle'ın hayat ında baĢka kimsede görmediği bir ya lanın kokusunu alma yeteneği vardı. Yalan söylüyors a, Sexton anlardı. Arkasını dönen Gabrielle, "Içki içiyordunuz," dedi. Ofısine girdiğimi nereden biliyor? Sexton ellerini omzuna koyup, onu döndürdü. "Ofisimde miydin?" Gabrielle içindeki korkunun arttığını hissetti. Sexton gerçekten de içki içmiĢti. DokunuĢu kabaydı. ġaĢırmıĢ gibi gülmeye çalıĢarak, "Ofisinizde mi?" diye sordu. "Nasıl? Neden?" "Seni aradığımda arkadan Jourdain'ın sesini duydum." Gabrielle korkudan sinmiĢti. Saati mi? Fark etmemiĢti bile. "Kulağa ne kadar saçma geldiğinin fark ında mısınız?" "Tüm günümü o ofiste geçiriyorum. Saatimin sesinin neye benzedi ğini biliyorum." Gabrielle buna hemen bir son vermesi gerektiğini sezinledi. En güzel savunma iyi bir savunmadır. En azından Yolanda Cole her zaman böyle söylerdi. Ellerini kalçalarına koyarak, tüm cesaretini toplay ıp üstüne gitti. Ona doğru bir adım atıp öfkeyle yüzüne baktı.
"ġunu açıklığa kavuĢturalım senatör. Saat sabahın dördü, içki içiyordunuz ve telefonda bir tiktak sesi duydunuz ve buraya gelme sebebiniz bu, öyle mi?" Parmağını öfkeyle koridorun sonundaki Sexton'ın odas ına çevirdi. 459 "Beni federal alarm sistemini susturup, iki kilidi aĢmak, ofisinize girmek, suç üstünde cep telefonumu açacak kadar aptal olmak, dıĢarı çıkarken yeniden alarm sistemini çalıĢtırmak ve hiçbir Ģey belli etmeden dıĢarı çıkmadan önc e bayanlar tuvaletine girecek kadar serinkanlı olmakla mı suçluyorsunuz? Senaryo bu mu?" Sexton faltaĢ ı gibi açtığı gözlerini kırpıĢtırdı. Gabrielle, "Ġnsanlara tek baĢ ına içki içme demekte haklılar," dedi. "ġimdi NASA'dan bahsetmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz?" Sexton ofisine doğru yürürken kendini budala gibi hissediyordu. Doğruca barının yanına gidip kendine bir Pepsi doldurdu. Kesinlikle sarhoĢmuĢ gibi hissetmiyordu. Bu konuda gerçekten yanılmıĢ olabilir miydi? Odanın karĢı tarafındaki Jourdain alay eder gibi tiktak sesleri çıkartıyordu. Sexton Pepsi'nin hepsini bitirip kendine bir tane daha doldurdu bir tane de Gabrielle'a. Yeniden odaya dönüp, "Ġçer misin Gabrielle?" diye sordu. Gabrial peĢinden içeri girmedi. Hâlâ kapı eĢiğinde bekliyor, anlaĢılan bunurnu sürtmeye çalıĢıyordu. "Ah Tanrı aĢkına! Ġçeri gir. Bana NASA'da ne öğrendiğini anlat." Mesafeli bir sesle, "Sanırım bu gecelik bu kadarı benim için yeterli dedi. "Yarın konuĢuruz." Sexton oyun oynayacak havada değildi. Bu bilgiye Ģimdi ihtiyacı vardı ve bunun için dilenmeye niyeti yoktu. Yorgun bir edayla içini çekti. Güven bağını uzat. Her Ģey itimat meselesi. "Hata ettim," dedi. "Üzgünüm. Felak et bir günd ü. Ne düĢündüğümü bilmiy orum." Gabrielle hâlâ kapıda duruy ordu. Sexton masasına yürüyüp, Gabrielle'ın Pepsi'sini kendi bardak altlığının üstüne koydu. Deri koltuğunu iĢaret etti; iktidar koltuğu. "Otur ona. Pepsi'nin tadını çıkart. Ben yüzümü yıkay ıp geliy orum." Tuvalete yöneldi. 460 Gabrielle hala kıpırdamıyordu. Sexton tuvalete girerken omzunun üstünden, "San ırım bir faks geldiğini gördüm," diye seslendi. Ona güvendiğini göster. "Benim için bir bakar mısın?" Sexton kapıy ı kapat ıp lavaboyu suyla doldurdu. Suyu yüzüne çarptı ama kendini daha temiz hissetmiyordu. Bu daha önce hiç olmamıĢtı; bu kadar emin ama bu kadar yanılıyor olmak. Sexton içgüdülerine güvenen bir adamdı ve içgüdüleri ona, Gabrielle Ashe'ın ofisine girdiğini söylüyordu. Ama nasıl? Ġmkânsızdı. Sexton kendi kendine bunu unutmasını ve dikkatini önündeki iĢe vermesini söyledi. NASA. ġu anda Gabrielle'a ihtiyac ı vardı. Onu kendinden uzaklaĢtırmanın vakti değildi. Onun neler bildiğini öğrenmesi gerekiyordu. Içgüdülerini unut. Yanılıy orsun. Sexton yüzünü kurularken baĢını geri at ıp derin bir nefes âldı. Kendi kendine rahatla, dedi. Fazla zorlay ıcı olma. Gözlerini kapatıp yeniden derin bir nefes aldı ve kendini daha iyi hissetti. Sexton tuvaletten çıktığında Gabrielle'ın razı gelip, ofisinden içeri gi rdiğini görünce rahatladı. Iyi, diye düĢündü. ġimdi iĢimize bakabiliriz. Gabrielle faks makinesinin baĢ ında durmuĢ, gelen sayfaları çeviriyordu. Onun yüzünü gördüğünde Sexton'ın aklı karıĢtı. Bu bir ĢaĢkınlık ve korku iĢaretiydi. Ona doğru yürüyen Sexton, "Ne o?" diye sordu. Gabrielle bayılacakmıĢ gibi sendeledi. "Ne?" Titreyen elleriyle kâğıtları ona uzat ırken, zayıf bir sesle, "GöktaĢı..." dedi. We kızınız... tehlikede." Afallayan Sexton yanına gidip, kâğıtları Gabrielle'ın elinden aldı. En üstte el yazısıyla yazılmıĢ bir not vardı. Sexton el yazısını hemen tanımıĢtı. Basit bildiri garip ve ĢaĢırt ıcıydı. 461 GöktaĢı sahte. Bunlar kanıt ı. NASA/Beyaz Saray, beni öldürmeye çalıĢıyor. Imdat! RS Senatörün anlamakta güçlük çekmesi çok nadir yaĢadığı bir durumdu ama Rachel'ın yazdıklarını tekrar okuduğunda, ne anlam çıkartması gerektiğine karar veremedi. GöktaĢı sahte mi? NASA ile Beyaz Saray, onu öldürmey e mi çalıĢıyor? Sexton yoğunlaĢan belirsizlik içinde, yarım düzine sayfay ı gözden geçirmeye baĢlad ı. Ilk sayfa, baĢlığında Toprak Altı Radarı (TA R)
yazan bir bilgisayar görüntüsüydü. Bir çeĢit buz derinlik ölçümü resmine benziyordu. Sexton, televizyonda bahsettikleri göktaĢının ç ıkartıldığı deliği gördü. Gözleri, Ģaft ın içinde yüzen bir cesede benzeyen bulanık görüntüye tak ılmıĢtı. Ardından, daha da ĢaĢırt ıcı bir Ģey gördü: göktaĢının çıkart ıldığı yerin altındaki ikinci bir Ģaft ın belirgin hatları. Sanki taĢ, buzun altından yerleĢtirilmiĢti. Neler oluyor? Diğer sayfay a geçen Sexton, Bathynomous giganteus denilen bir okyanus türünün fotoğrafıyla karĢılaĢtı. Hayretle bakakalmıĢtı. GöktaĢ ı fosillerindeki hay van bu! ġimdi sayfaları daha hızlı çeviriyordu. GöktaĢ ı kabuğundaki iyonize hidrojen içeriğinı gösteren bir grafik gördü. Sayfanın üstünde el yaz ısıyla bir Ģeyler yazılmıĢtı: Sıvı hidrojen yanığı? NASA GeniĢletici Devir Motoru. Sexton gözlerine inanam ıyordu. Oda etrafında dönmeye baĢladığında son sayfaya gelmiĢti; tıpkı göktaĢında olduğu gibi metalik noktacıkları olan bir taĢın fotoğrafı. Tüyler ürpertici biçimde, beraberindeki tanımlamada, taĢın okyanus volkaniğinin bir ürünü olduğu yazıy ordu. Sexton, okyanus taĢı mı, diye düĢündü. Ama NASA kondrulların sadece uzayda oluĢtuğunu söylemiĢti! Kâğıtları mas asının üstüne bırakan S exton, koltuğuna çöktü. Gördüğ ü her Ģeyi bir araya getirmesi sadece on beĢ saniyesini almıĢtı. 462 Sayfaların neyi ima ettiği gün gibi ortadaydı. Azıcık aklı olan herkes bu fotoğrafların neyi ispatladığını anlayabilirdi. NASA'nın göktaĢı sahte! Sexton'ın kariyeri boy unca hiçbir gün bu kadar iniĢler ve ç ıkıĢlarla dolu geçmemiĢti. Bugün ümit ve ümitsizlik getiren bir eğlenc e trenine dönmüĢtü. Sexton, bu düzenin siyasi açıdan kendisi için ne anlam taĢıdığını fark edince, aldatmacanın nasıl ortaya çıktığına duyduğu hayret bir anda yok oldu. Bu bilgiyi halka duyurduğumda baĢkanlık benim olacak ! Senatör Sedgewick Sexton zafer sevincini yaĢarken, kızının tehlikede olduğu iddiasını unutuvermiĢti. Gabrielle, "Rachel tehlikede," dedi. "Yazdıği notta NASA ile Beyaz Saray'ın onu..." Sexton'ın faks makinesi yeniden çalmaya baĢlamıĢtı. Gabrieale dönüp makineye baktı. Sexton da baktığını fark etti. Rachel'ın kendisine baĢka ne gönderebileceğini tahmin edemiyordu. Daha fazla kanıt mı? Daha fazla ne olabilirdi ki? Bu kadarı yeter de artar! Faks makinesi çağrıya cevap verdiğinde, hiçbir sayfa çıkmadı. Gönderi sinyali alamayan makine cevaplama özelliğini devrey e sokmuĢtu. Sexton'ın mesajı, "Alo," diye cızırdadı. "Buras ı Senatör Sedgewick Sexton'ın ofisi. Faks iletmeye çalıĢıyorsanız, istediğiniz zaman gönderebilirsiniz. Faks göndermiyorsanız, sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakabilirsiniz." Sexton'ın ahizeyi kaldırmas ına fırsat kalmadan makine bipledi. "Senatör Sexton?" Adamın sesinde kolay anlaĢılır bir çiğlik vardı. "Ben William Pickering, Ulusal KeĢif Ofisi direktörü. Herhalde bu saatte ofiste değilsinizdir, ama sizinle derhal görüĢmem gerekiyor." Sanki birinin açmas ını bekliyormuĢ gibi durdu. Gabrielle ahizeyi kaldırmak için uzandı. 463 Onun elini yakalayan Sexton, sertçe geri çekti. Gabrielle afallam ıĢtı. "Ama bu direktör..." Pickering, "Senatör," diye devam ederk en sesi, adeta kimsenin açmamas ı onu rahatlatmıĢ gibi geliyordu. "Korkarım sizi çok kaygı verici bir haber vesilesiyle arıyorum. Az önce kızınız Rac hel Sexton'ın tehlikede olduğu bilgisini aldım. Biz konuĢurken gönderdiğim bir ekip onu kurt armaya çalıĢacak. Telefonda durumun ayrıntılarını konuĢamam ama bana size. NASA'nın göktaĢıyla ilgili veriler fakslamıĢ olabileceği bildirildi. Verileri görmedim ve ne olduklarını bilmiyorum ama kızınızı tehdit eden kiĢilor bana, siz veya bir baĢkas ı bu bilgileri halka duyuracak olursa kızınız ın öleceğini söylediler. Bu kadar sözünü sakınmadan konuĢtuğum için üzgünüm efendim; bunu aç ık olmak adına yapıyorum. Kızınız ın hayatı tehlikede. Size gerçekten bir Ģey faksladıysa, bunu hiç kimseyle paylaĢmay ın. ġimdilik. Kızınızın hayat ı buna bağlı. Olduğunuz yerde kalın. Kıs a süre sonra orda olacağım." Durdu. "ġansımız varsa senatör, siz uyandığınız saatlerde tüm bunlar çözüme kavuĢmuĢ olacak. Eğer, Ģans eseri ben ofısinize varmadan önce bu mesajı alırsanız, olduğunuz yerde kalın ve kimseyi aramayın. Kızınızı sağ salim geri getirmek için tüm yetkimi kullanacağım." Pickering kapatt ı. Gabrielle titriyordu. "Rac hel rehin mi al ındı?" Sexton, kendisi yüzünden hayal kırıklığına uğramasına rağmen, Gabrielle'ın tehlikedeki genç bir kadın için
acıyla empati duyduğunu sezinlemiĢti. Ne tuhaftır ki, Sexton aynı duyguları paylaĢmakta zorluk çekiyordu. Kendisini, en çok istediği Noel hediyesine kavuĢmuĢ bir çocuk gibi hissediyordu ve kimsenin bunu elinden almasına izin vermeyecekti. Pickering bu konuda sessiz kalmamı me istiyor? Bir süre durup, ne anlama geldi ğine karar vermey e çalıĢtı. Sexton'ın zihninin serinkanlı, hesapç ı düĢünen -bir siyaset bilgisayarı, her türlü senaryoyu gözden geçiren ve tüm sonuçlarını hesaplayan- kısmında çarklar dönmeye baĢlamıĢtı. Elinde tuttuğu kâğıtlara bakt ı ve görüntülerin getireceği gücü hissetmeye baĢladı. NASA'nın göktaĢ ı, onun baĢkanlık hayallerini paramparça etmiĢti. Ama hepsi bir yalandı. Bir düzmece. ġimdi, bunu yapanlar bedelini ödey ecekti. DüĢmanlarının onu yok etmek için uydurduğu göktaĢı, onu kimsenin hayal edemeyeceği kadar güçlü kılacaktı. Kızı bunu anlamıĢt ı. Kabul edilebilir tek bir sonuç var, diye düĢündü. Gerçek bir liderin izleyeceği tek bir yol. Yeniden yükseldiğini gördüğü parlak hayallerin etkisine kapılan Sexton, odanın karĢ ı tarafına yürürken bir sis bulutunun içindeymiĢ gibi hissediyordu. Fotokopi makinesinin yanına gidip, açtı ve Rachel'ın gönderdiği sayfaların fotokopisini çekmeye hazırlandı. Gabrielle hayretle, "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Sexton, "Rachel'ı öldürmeyec ekler," dedi. Herhangi bir Ģey yanlıĢ gitse de, Sexton kızının ölümünün düĢman karĢısında onu daha da güçlü kılacağını biliyordu. Her iki Ģekilde de o kazanacakt ı. Kabul edilebilir bir riskti. Gabrielle, "O kopyalar kim için?" diye sordu. "William Pickering kimseye anlatmaman ızı söyledi!" Fotokopi makinesine arkasını dönen Sexton, Gabrielle'a baktı ve onu art ık çekici bulmadığına kendi de ĢaĢırdı. Senatör Sexton artık bir ada gibi olmuĢtu. Dokunulmaz. Hay allerine kavuĢmak için ihtiyacı olan her Ģey elindeydi. Artık onu hiçbir Ģey durduramazdı. Ne rüĢ vet iddiaları, ne de seks dedikoduları. Hiçbir Ģey. "Evine git Gabrielle. Artık sana ihtiyacım yok." 465 125 Rachel, her Ģey bitti, diye düĢündü. O ve Tolland, güvert ede yan yana oturmuĢ, Delta askerinin makineli tüfeğinin namlusuna bakıyorlardı. Ne yazık ki Pickering artık Rac hel'ın faksı nereye gönderdiğini biliyordu. Senatör Sedgewick Sexton'ın ofisine. Rachel, Pickering'in bıraktığı telefon mesajını babasının alacağından bile Ģüpheliydi. Pickering sabah herkesten önce Sexton'ın ofisine girebilirdi. Pickering içeri girip faksı usulca alabilir ve Sexton varmadan önce telefon mesajını silebilirse senatöre zarar vermeye gerek kalmayacakt ı. William Pickering, tantana yaratmadan AB D senatörlük binasına girebilecek Washington'daki birkaç kiĢiden biriydi. "Milli güvenlik adına" neler yapılabileceği Rachel'ı her zaman hayrete düĢürürdü. Rachel, elbette bu plan iĢe yaramazsa, Pickering oraya uçup, pencereden bir Hellfire füzesi gönderip faks makinesini havaya uçurabilir, diye düĢündü. Içinden bir ses buna gerek kalmay acağını söylüyordu. ġimdi Tolland'a daha yakın oturan Rachel, onun elinin kendisininkini tuttuğunu hissedince ĢaĢ ırdı. DokunuĢunda kibar bir kuwet vardı ve parmakları öylesine doğal bir biçimde iç içe geçmiĢti ki, Rachel parmaklarının bu iĢ için yaratıldıklarını düĢündü. ġu anda tek yapmak istediği, etraflarında dönen denizin boğucu gürültüsünden uzakta, onun kollarında yatmaktı. Hiçbir zaman, diye düĢündü. Asla olmayacak. Michael Tolland darağacına giderken umutlanan bir adam gibi hissediyordu. Hayat benimle dalga geçiyor. Celia'nın ölümünden sonra, Tolland yıllarca, ölmek istediği geceler, sadece her Ģeye son vermekl e kurtulabileceği ac ı ve yalnızlık içinde saatler geçirmiĢti. 466 Ama yine de yaĢamayı seçmiĢ, kendine bunu tek baĢına yapamayacağını söylemiĢti. Bugün ilk defa Tolland arkadaĢlarının ona baĢtan beri ne anlatmaya çalıĢtıklarını anlıy ordu. Mike, bununla yalnız baĢa çıkmak zorunda değildin. BaĢka bir aĢk bulacaksın. Rachel'ın eli elindeyken, bu ironiyi kabullenmek daha da güçleĢiyordu. Kader kötü bir zamanlama yapmıĢtı. Kalbini çevreleyen zırhın kat kat soyulduğunu hissediyordu. Tolland bir an için Celia'nın hayaletinin her zaman yaptığı gibi Goya'nın güvert esinden bakt ığını hissetti. Hiddetli denizin sesiyle ona sesleniyor... hayatının son anlarında ona söylediklerini tekrarlıyordu. "YaĢamaya devam edec eksin," diye fısıldadı. "BaĢka bir aĢk bulac ağına söz ver." Tolland, "Asla baĢka aĢk istemeyeceğim," demiĢti. Celia'nın tebessümünde anlayıĢlı bir bilgelik vardı. "Öğrenmek zorundasın."
Tolland Ģimdi Goya'nın güvertesinde, öğrendiğini anlıyordu. Ruhuna birden derin bir duygu yerleĢmiĢti. Bunun mutluluk olduğunu fark etti. Ve beraberinde güçlü bir yaĢama isteği vardı. Pickering iki tutsağına doğru yürürken, kendini tuhaf biçimde kaygıs ız hissetti. Rachel'ın önüne gelip durduğunda, bunun kendisi için zor olmadığını görmek onu ĢaĢırtmıĢtı. "Bazen;" dedi. "ġartlar imkânsız kararları gerektirebilir." Rachel boyun eğmez gözlerle bak ıyordu. "O Ģartları sen yarattın." Sesi Ģimdi biraz daha sert çıkan Pickering, "SavaĢlarda Ģehit verilir," dedi. Ġstersen Diana Pickering'e veya bu ülkeyi savunmak için her yıl ölenlerden birine sor. "Bunu herkesten çok senin anlaman gerekir Rachel." Gözlerini onunkilere dikti. "lactura pauc ourm serva multos." Rachel'ın bu sözü hat ırladığını görebiliyordu; milli güvenlik çevrelerinde artık bir kliĢe sayılırdı. Çoğu kurtarmak için azı feda et. 467 Rachel, ona bariz bir tiksintiyle baktı. "Ve Ģimdi o az grubuna Michael ile beni de ekliyorsun?" Pickering bunu düĢündü. BaĢka yolu yoktu. Delta-Bir'e döndü. "Ortağını kurtar ve bu iĢi bitir." Delta-Bir baĢ ını salladı. Rachel'a son bir kez uzun uz un bakt ıktan sonra Pickering geminin iskele tarafındaki parmaklıklara yürüdü ve bakıĢlarını az gın denize çevirdi. Bu, görmek istediği türden bir Ģey değildi. Delta-Bir silahını tutup, kıskaçlardan sarkan ortağına bakt ığında kendini güçlü hissetti. Geriye k alan tek iĢ, Delta-Ġki'nin ayakları altındaki iner tip kapıyı kapatmak, onu kıskaçtan kurtarmak ve Rachel Sexton ile Michael Tolland'ı ortadan kaldırmakt ı. Fakat Delta-Bir, iner tip kapının yanında kontrol panelinin ne kadar karmaĢ ık olduğunu görmüĢtü; ine r tip kapıy ı, vinci ve say ısız baĢka kumandaları kontrol ettiği anlaĢılan bir dizi iĢaretsiz kollar ve kadranlar. YanlıĢ kolu çekip de denizaltıyı kazara denize düĢürerek, ort ağının hayatını tehlikeye atmak niyetinde değildi. Tüm riskleri ort adan kalder. Acele etme. Kurtarma iĢlemini yapması için Tolland'ı zorlayacaktı. Ve tehlikeli bir Ģey yapmamasını garantiye almak için Delta-Bir kendi iĢinde "biyolojik tamamlay ıcı" denilen Ģeyi yaptıracaktı. DüĢmanlarını birbirine karĢı kullan. Delta-Bir silahının namlusunu Rachel'ın yüzüne dogrultup, alnından birkaç santim geride durdu. Rachel gözlerini kapattı. Delta-Bir, Tolland'ın koruyucu bir öfkeyle yumruklarını sıktığını görebiliyordu. Delta-Bir, "Bayan Sexton ayağa kalkın," dedi. Rachel dediğini yaptı. Silahı sırtına bastırıp, onu Triton denizaltıs ına arka tarafından çıkan alüminyum merdivene yürüttü. "Tırman ve denizaltının tepesinde dur." Rachel korkmuĢ ve ĢaĢ ırmıĢ görünüyordu. Delta-Bir, "Dediğimi yap," dedi. Rachel, Triton'ın arkas ındaki merdivenden ç ıkarken kendini bir kâbusun içindeymiĢ gibi hissediyordu. Tepeye gelince durdu. BoĢluğun üstünden aĢıp, havada asılı duran Triton'a çıkmaya hiç niyeti yoktu. Tolland'a dönüp, silahı alnına dayayan Delta-Bir, "Denizalt ının tepesine çık," dedi. Kıskaçlara takılmıĢ asker, Rachel'ın önünde ac ıyla kıvranıyor, belli ki kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Rachel, Ģimdi alnına bir silah namlusu day anmıĢ Tolland'a baktı. Denizalt ının tepesine ç ık. BaĢka Ģansı yoktu. Bir kanyonun kenarındaki uçuruma yaklaĢtığını hissederek, Triton'ın arkas ındaki düz bir bölüm olan motor kapağının üstüne çıkt ı. Denizalt ı, açık iner tip kapının üstünden sarkan dev bir çeküle benziyordu. Vincin kablosuna asılı olduğu halde, dokuz tonluk denizalt ı Rachel'ın ağırlığıyla birkaç milimetre sallandı. Asker, Tolland'a, " Tamam, gidelim," dedi. "Kontrol paneline yürü ve iner tip kapıy ı kapat." Namlunun ucundaki Tolland, arkasındaki askerle kontrol paneline doğru yürümeye baĢladı. Tolland, ona yaklaĢırken yavaĢ hareket ediyor, sanki bak ıĢlarıyla bir mesaj vermek istiyormuĢ gibi Rachel'ın gözlerinin içine bakıyordu. Tolland önce ona, sonra da Triton'ın tepesindeki açık kaportaya bakt ı. Rachel bakıĢlarını aĢağı indirdi. Ayaklarının altındaki kaporta aç ıktı. AĢağıdaki tek kiĢilik pilot kabinini görebiliyordu. Içine girmemi mi istiyor? YanlıĢ anladığını düĢünen Rachel, bir kez daha Tolland'a bakt ı. Kontrol paneline varmak üzereydi. Tolland gözlerini ona dikti. Kolay anlaĢıldığı zamanlardan biri değildi. Dudaklarını kıpırdattı. "Içine atla! ġimdi!" 469 Göz ucuyla Rac hel'ın hareketini gören Delta-Bir, içgüdüsel olarak döndü ve ateĢ açtı. Rachel bu sırada, kurĢun yağmurunun tam altındaki hizada kaportadan içeri düĢtü. Mermiler dairesel kapaktan sekerken
açık kaporta çınladı ve etrafa kıvılcımlar saçılırken kapak üstüne kapandı. Tolland, sırtındaki silahın kalktığını hissettiği anda harekete geçmiĢti. Iner tip kapıdan uzaklaĢ arak sola atladı ve asker, ona doğru dönüp ateĢ ederken, güverteye düĢüp yuvarlandı. Tolland geminin çapa makaras ının arkasında siper alm ak için yerde süründü; çapaya bağlı binlerce metre çelik kablonun sarılı olduğu dev bir motorlu silindir. Tolland'ın bir planı vardı ve hızlı davranması gerekiyordu. Asker peĢinden fırladığı sırada Tolland uzanıp iki eliyle çapa kilidini kavradı ve aĢağı çekti. Çapa makarası bir anda kabloyu geri sarmaya baĢlayınca, Goya kuwetli akınt ıyla sallandı. Ani salınım, güvertedeki herkesi ve her Ģeyi silkelemiĢti. Tekne, akınt ının tersi yönünde hızlanırken, çapa makarası gittikçe daha hızlı sarıyordu. Tolland içinden sabırsızlıkla, hadi bebeğim, diye geçirdi. Dengesini tekrar bulan asker, Tolland'ın peĢine düĢtü. Son ana kadar bekleyen Tolland sıkıca tutundu, kolu tekrar yukarı kaldırdı ve makarayı kilitledi. Iyice gerilen zincir gemiyi birdenbire durdurdu ve Goya'n ın sarsılmas ına sebep oldu. Güvertedeki her Ģey yerinden fırlamıĢtı. Asker sendeleyip, Tolland'ın yanında dizlerinin üstüne çöktü. Pickering parmaklıklardan arkaüstü güverteye düĢtü. Kablosundan sarkan Triton sertçe sallandı. Hasar gören destek elemanı sonunda koparken, geminin alt ından deprem gibi bir met al uğult usu geldi. Goya'nın sağ kıç köĢesi kendi ağırlığı altında ezilmeye baĢlamıĢtı. Gemi, dört bacağından birini kaybeden dev bir masa gibi, yalpaladı. AĢağıdan gelen ses sağır ediciydi; bir bükülme ini ltisi, parçalanan metal sesi ve çarpan dalgalar. Triton'ın pilot kabininde yumruklarını sımsık ı kapat an Rachel, dok uz tonluk makine artık yana yatmıĢ dik güvertedeki iner tip kapının üstünde sallanırken tutunuyordu. Cam kubbenin zemininden, aĢağıda kuduran denizi görebiliyordu. BaĢını kaldırıp baktı ve gözleri güvertede Tolland'ı ararken saniyeler içinde yaĢanan tuhaf bir dram seyretti. Sadece bir metre ötede, Triton'ın kıskaçlarına yakalanmıĢ Delta askeri, sopanın ucundaki kukla gibi hoplarken acıyla inliyordu. William Pickering yerde sürünerek Rachel'ın görüĢ alanına girdi ve güvertedeki çengellerden birine tutundu. Çapa kolunun yanındaki Tolland da tutunuyor, kayıp denize düĢmemeye çalıĢıyordu. Rachel, mâkineli tüfeği tutan askerin dengesini sağladığını görünce denizaltının içinden seslendi. "Mike, dikkat et!" Ama Delta-Bir, Tolland'a aldırıĢ etmiyordu bile. Asker ağzı dehĢetten açık kalmıĢ bir halde rölantideki helikoptere bakıyordu. Rachel, onun bakıĢlarını takip ederek baĢını çevirdi. Kiowa savaĢ heliko pteri, dev pervaneleri hâlâ dönerken yana yatık güvertede yavaĢça kaymaya baĢlamıĢtı. Uzun metal pat enleri, tepeden aĢağı inen kayak gibi hareket ediyordu. Rachel bundan sonra, dev makinenin, doğruca Triton'ın üstüne doğru kaydığını fark etti. Eğimli güvert eden yukarı, hava aracına doğru sürünerek tırmanan Delta -Bir, pilot kabinine çıkt ı. Tek kaçıĢ vasıt alarının güverteden kayıp gitmesine izin verecek hali yoktu. Kiowa'nın kumandasını kavrayan Delta-Bir kolu geri çekti. Havalan! Tepedeki pervaneler sağır edici bir gürültüyle hızlanarak, ağır silahlı savaĢ helikopterini güverteden kaldırmaya çalıĢırken zorlandı. Yukarı, lanet olası! Helikopter doğruca Triton'a ve onun kıskacında sallanan Delta-Iki'ye doğru kayıyordu. Burnu öne doğru yatan Kiowa'nın pervane kanatları da yan yatmıĢtı ve helikopter güvertede hareket ettiğinde yukarı havalanmak yerine, daire testere gibi Trit on'a doğru savruldu. Yukarı! Kumanda kolunu çeken Delta -Bir, helikopteri aĢağı çeken yarım tonluk Hellfire savaĢ baĢlıklarından kurtulabilmeyi diledi. 471 Pervane kanatları Triton denizalt ısının ve Delta-Iki'nin baĢının hemen üstünden geçti ama helikopt er çok hızlı hareket ediyordu. Triton'ın vinç kablosundan kurtaramayacaktı. Kiowa'nın 300-rpm çelik kanatları, denizalt ının on beĢ ton kapasiteli vinç kablosuna çarpt ığında, metalin metale sürtünme sesi, geceyi bir çığlıkla inletti. Sesler destans ı savaĢları çağrıĢtırdı. Helikopterin zırhlı pilot kabinindeki Delta-Bir, pervanenin çelik zincir üstünde hareket eden dev bir çim biçme makinesi gibi denizalt ının kablosunu hırpaladığını gördü. BaĢının üstünde göz alıcı kıvılcımlar saçılırken, Kiowa'nın pervanelerî patladı. Delta-Bir pat en demirleri sertçe güverteye vuran helikopterin, iyice aĢağı indiğini hissetti. Aracı kontrol etmeye çalıĢtı ama kalkam ıyordu. Helikopter eğimli güvertede iki kez sıçradıktan sonra kaydı ve geminin punteline bindirdi. Delta-Bir bir an için parmakl ıkların tutacağını sandı. Ardından çatırtıy ı duydu. Ağır yüklü helikopter kenardan devrilip denize düĢtü. Triton'ın içindeki Rachel Sexton denizalt ının koltuğuna iyice dayanmıĢ ve olduğu yerde donakalmıĢtı. Helikopt erin pervanesi kabloya dolandığında mini denizaltı sert bir Ģekilde sallanmıĢ ama Rachel tutmayı
baĢarmıĢtı. Pervane kanatları bir Ģekilde denizaltının ana gövdesini ısk alamıĢtı ama kabloya büyük zarar verdiğini tahmin edebiliyordu. Bu noktada Rachel'ın tek düĢünebildiği denizaltıdan mümkün olduğunca çabuk çıkmaktı. Kıskaçlara takılıp kalan askeri Ģarapnel parçaları yakmıĢtı, kanlar içindeydi ve cinnet geçiriyormuĢ gibi ona bakıyordu. Rachel, askerin ark asındaki William Pickering'in yana yatık güvertedeki bir çengele hâlâ tutunuyor olduğunu gördü. Michael nerede? Onu göremedi. Kısa bir an süren bu panik yerini yeni bir korkuya bıraktı. BaĢının üstündeki Triton'ın yıpranmıĢ vinç kablosundan gelen uğursuz bir Ģaklama sesiyle, çelik örgüler söküldü. Ardından parçalanma sesini duyan Rachel kablonun koptuğunu anladı. Bir an için ağırlıksız kalan Rachel, denizalt ı aĢağı doğru inerken, pilot kabinindeki koltuğundan havalandı. BaĢının üstündeki güverte görünürden kaybolmuĢtu, hızla Goya'nın alt ındaki dar köprülere yaklaĢıyordu. Kıskaçla takılı asker korkudan bembeyaz olmuĢ, denizaltı aĢağı düĢerken gözlerini Rachel'a dikmiĢti. DüĢüĢ sonsuz gibi geldi. Deniz altı, Goya'nın alt ında denize çarptığında, ak ınt ıyla dibe çöktü ve Rachel'ı koltuğunda aĢ ağı bastırdı. Aydınlık okyanus kubbenin tepesini hızla örterken, belkemiği bas ınçla sıkıĢmıĢtı. Triton suyun altında yavaĢlayarak durup, ardından tekrar mantar gibi yüzeye çıkarken Rachel nefes alamadığını hissetti. Köpekbalıkları anında üĢüĢmüĢlerdi. Rachel en öndeki koltuğundan, birkaç met re ötede yaĢanan temsili, donmuĢ bir halde izledi. Delta-Iki, köpekbalığının dörtgen kafasının akıl almaz bir güçle çarpt ığını hissetti. Üst koluna yapıĢan j ilet gibi keskin bir çene, kemiğine saplandı. Köpekbalığı güçlü vücudunu döndürüp kafas ını sallarken Del ta-Iki'nin kolu vücudundan büyük bir acıyla kopt u. Diğer köpek balıkları yaklaĢtılar. Bacaklarına bıçaklar saplanıyordu. Göğsüne. Boynuna. Köpekbalıklar ı, bedeninden büyük lokmalar kopartırlarken Delt a-Iki'nin feryat edecek nefesi kalmamıĢt ı. Son gördüğü Ģey, ay Ģeklinde bir ağız ve sıra sıra diĢlerin yüzünde kapanması oldu. Sonra dünya karardı. Triton'ın kubbesine toslayan kıkırdaklı kafaların çıkarttığı çarpma sesleri sonunda hafiflemiĢti. Rachel gözlerini açtı. Adam yoktu. Cama çarpan sular kıpk ırmızıydı. Altüst olan Rachel, dizlerini göğsüne çekerek koltuğunda büzüĢtü. Denizaltının hareket ettiğini hissedebiliyordu. Akıntıya kapılmıĢ sürükleniyor, Goy a'nın aĢağı dalıĢ güvertesine sürtünüyordu. Rachel, Triton'ın aynı zamanda baĢka bir yöne de hareket ettiğini hissetti. AĢağı. 473 DıĢarıda, safra tanklarına vuran suyun çağıltı sesleri yükselmiĢti. Okyanus önündeki penc erede giderek yükseliyordu. Batıyorum! Bir anda dehĢete kapılan Rachel, hemen ayağa kalktı. Yukarıya uza nıp, kaport a mekanizmas ını kavradı. Deniz altının üstüne tırmanabilirse, hâlâ Goya'nın dalıĢ güvertesine atlayacak kadar zamanı vardı. Sadece bir metre kadar uzaktaydı. DıĢarı çıkmalay ım! Kaporta mekanizmasının üstünde ne yöne doğru çevirince aç ılacağını gösteren anlaĢılır bir iĢaret vardı. Kaldırdı. Kaporta kımıldamıyordu. Tekrar denedi. Hiçbir Ģey olmadı. Kapı sık ıĢmıĢtı. EğrilmiĢti. Damarlarındaki korku, etrafındaki deniz gibi yükselirken, Rachel son bir kez daha kaldırdı. Kaporta yerinden oynam ıyordu. Triton bir metre kadar daha derine gitti. Parçalanm ıĢ gövdenin altından açık denize doğru sürüklenmeden önce... son bir kez daha Goya'ya çarptı. 126 Senatör, fotokopi makinesindeki iĢini bitirirken Gabrielle, "Bunu yapmayın," dedi. "Kendi kız ınızın hayat ını tehlikeye atıyorsunuz!" Masasına on set fotokopiyle dönen Sexton, onun sesini duymazdan geldi. Her bir sette, Rachel'ın ona gönderdiği kâğıtların kopyalarıyla beraber, göktaĢının saht e olduğunu ve NASA ile Beyaz Saray'ın kendisini öldürmek istediğini el yazıs ıyla yazdığı not da vardı. Fotokopi setlerini dikkatle ayrı ayrı beyaz zarflara yerleĢtiren Sexton, Ģimdiye dek bir araya getirilmiĢ en Ģok edici medy a malzemesi, diye düĢ ündü. Zarfların üstünde kendi ismi, ofis adresi ve senat örlük mührü vardı. Bu inanılmaz bilginin nereden geldiğine hiç Ģüphe kalmay acaktı. Sexton, yüzyılın siyaset skandalı, diye düĢündü. Ve bunu ortay a çıkcıran kiĢi ben olacağım! Gabrielle hâlâ Rachel'ın güvenliği için yalvarıyordu ama Sexton sessizlikten baĢka hiçbir Ģey duymuy ordu. Zarfları düzenlerken, kendi dünyasına kapt ırmıĢtı. Her siyasi kariyerin belirleyici bir noktası vardır. ġimdi sıra bende.
William Pickering bıraktığı telefon mes ajında, eğer Sexton halka duyuracak olursa Rachel'ın hayat ının tehlikeye gireceğini söylemiĢti. Ama Sexton, NASA'nın sahteciliğini halka duyurduğunda, bu cesur hareketle Amerikan siyaset tarihinde rastlanmamıĢ bir kararlılık ve siyaset sanatıyla B eyaz Saray'a yükseleceğini biliyordu, ki bu Rachel aç ısından kötüydü. Hayat zor kararlarla doludur, diye düĢündü. Ve kazananlar, bu zor kararları verenlerdir. Gabrielle Ashe, Sexton'ın gözlerindeki bu bakıĢ ı daha önce de görmüĢtü. Kör ihtiras. Bundan korktu. Ve artık anlıyordu. Sexton, NASA aldatmacas ını ilk duyuran kiĢi olmak için kendi kızının hayat ını tehlikeye atmaya haz ırlanıyordu. Gabrielle, " Zaten kazandığınız ı anlamıy or musunuz?" diye sordu. "Zach Herney ile NASA 'nın bu skandaldan sıyrılmas ına imkân yok. Halka kimin duyurduğu hiç önemli değil! Ne zaman duyulacağı da önemli değil! Rac hel'ın güvende olduğunu öğrenene kadar bekleyin. Pickering ile konuĢana kadar bekleyin!" Sexton'ın artık onu dinlemediği belli oluyordu. Masas ının çekmecesini aç arak, üstünde adının baĢharflerini taĢıyan, beĢ sent çapında kendinden yapıĢkanlı mühürlerin bulunduğu bir folyo yaprağı çık ardı. Gabrielle, bunları genellikle resmi davetler için kullandığını biliyordu ama görünüĢ e göre Sexton, kırmız ı balmumu mühürlerin zarflara daha çarpıcı bir görünüm kazandırac ağını düĢünüyordu. 475 Mühürleri folyodan sıyırarak çıkaran Sexton, zarf kapaklarına bastırarak yapıĢt ırıyor ve mektupları monogramla mühürlüyordu. Artık Gabrielle'ın kalbi öfkeyle çarpıyordu. Sexton'ın bilgisayarında ki yasadıĢı çeklerin dijital resimlerini düĢündü. Bir Ģey söyleyecek olursa Sexton'ın delilleri sileceğini biliyordu. "Bunu yapma," dedi. "Yoksa iliĢkimizi ilan ederim." Sexton balmumu mühürleri yapıĢtırırken yüksek sesle kahkaha attı. "Sahi mi? Peki inanacaklar mı sanıyorsun; göz ünü iktidar hırsı bürümüĢ genç bir yardımcı, yönetimimde görev verilmeyince, her ne pahasına olursa olsun intikam almaya çalıĢıyor. IliĢkimizi daha önc e bir kez inkâr ettim ve bütün dünya bana inandı. Yine inkâr ederim." Gabrielle, "Beyaz Saray 'ın elinde fotoğraflar var," dedi. Sexton bakmadı bile. "Ellerinde fotoğraf falan yok. Olsa bile hiçbir anlamı yok." Son mührü yapıĢtırdı. "Benim kalkanım var. Bu zarflar, herhangi birinin bana at abileceği her türlü iftiray ı savuĢturur." Gabrielle, onun haklı olduğunu biliyordu. Sexton sanat eserine hayranlıkla bakarken, o kendini çaresiz hissetti. Masasının üstünde, her biri adı, adresi ve adının baĢharflerini taĢıyan k ırmızı mühürle emniyete alınmıĢ on adet Ģık, beyaz zarf duruyordu. Kraliyet mektuplarına benziyorlardı. Çok da ha önemsiz bilgiler sayesinde tag giydirilen krallar olmalıydı. Sexton zarfları eline alıp çıkmaya haz ırlandı. Gabrielle önüne çıkıp yolunu kesti. "Bir hata yapıyorsun. Bu bekleyebilir." Sexton'ın bakıĢları gözlerini deliyordu. "Seni yaptım, Gabrielle, Ģimdi de eski haline getiriyorum." "Rachel'ın gönderdiği faks seni baĢkanlığa yükseltecek. Ona borçlu sun." "Ona çok Ģey verdim." "Ya baĢına bir Ģey gelirse!" "O zaman bana sempati oyları kazandırır." Gabrielle bu düĢ üncenin aklından bile geçtiğine inanmıyordu, değil ki dudaklarından dökülsün. Nefretle telefona uzandı. "Beyaz Saray'ı arayaca..." Sexton dönüp yüzüne sert bir tokat indirdi. Geriye sendeleyen Gabrielle dudağının yarıldığını hissediyordu. Masaya tutunup, denge sağlayarak, hayretle bir zamanlar taptığı adama baktı. Sexton, ona uzun ve sert bir bakıĢ fırlattı. "Eğer bana bu konuda engel çıkartmay a çalıĢırsan, seni bu yaptığına hayatının sonuna kadar PiĢman ederim." Gözünü bile kırpmadan, koltukaltına sıkıĢtırdığı zarflarla ayakta duruy ordu. Gözle rinde tehlikeli bir parıltı vardı. Gabrielle ofıs binasından gece ayaz ına çıktığında dudağı hâlâ Kanıyordu. Bir taksi çevirip içeri atladı. Sonra, Gabrielle Ashe Washington'a geldiğinden beri ilk defa kendinden geçercesine ağladı. 127 Triton düĢtü... Yan yatmıĢ güvertede sendeleyerek ayağa kalkan Michael Tolland, çapa makarasının arkas ından gözlerini kısarak, bir zamanlar Trit on'ın asılı durduğu parç alanmıĢ vinç kablosuna baktı. Kıç tarafa dönüp,
gözleriyle denizi taradı. Goya'nın alt ındaki Triton Ģimdi yüzey akıntısının üstünde belirmiĢti. En azından denizalt ıya bir Ģey olmadığını görerek rahatlayan Tolland, kaportaya baktı. Açıldığını ve içinden Rachel'ın sağ salim çıktığını görmekten baĢka bir Ģey istemiyordu. Ama kaporta kapalıydı. Tolland. Rachel'ın sert düĢüĢ yüzünden bayılmıĢ olabileceğini düĢündü. Tolland güverteden bakarken, Triton'ın beklenmedik bir Ģekilde suyun altına indiğini fark etti; normal dalıĢ su çizgisinin çok altındaydı. 477 Batıyor. Tolland nedenini tahmin edemiyordu ama Ģu anda önemli de değildi. Rachel'e ç ıkartmalıyım. Hemen. Tolland güvertenin kenarına fırlamak üzereyken, baĢının üstünden gelen makineli tüfek yağmuru, ağır çapa makarasında kıvılc ımlar ç ıkarttı. Yeniden dizlerinin üstüne çöktü. Kahretsin! Makaranın arkasından baktığında Pickering'in üst güvertede, bir tetikçi gibi niĢan aldığını gördü. Delta askeri helikopt ere tırmanırken makineli tüfeğini bırakmıĢ ve görünüĢe göre Pickering yerden almıĢtı. ġimdi direktör daha yukarıda duruyordu. Makaranın arkasında kapana kısılan Tolland arkasını dönüp, batan Triton'a baktı. Hadi Rachel! DıĢarı çık! Kaport anın aç ılmasını bekledi. Hiçbir Ģey olmadı. Gözlerini yeniden Goya'nın güvertesine çeviren Tolland, kıç parmaklıklarıyla arasındaki mesafeyi ölçmeye çalıĢtı. YaklaĢık altı met re. Sipersiz kat edilemeyecek kadar uzundu. Tolland derin bir nefes al ıp kararını verdi. Gömleğini çıkarıp sağ taraftaki açık güverteye doğru fırlattı. Pickering gömleği delik deĢik ederken, Tolland yana yatık güvertenin aĢağı tarafına fırlayıp kıç tarafa indi. Hızla sıç rayıp parmaklıkları aĢtı ve geminin arkasından kendini bıraktı. Havada kavis çizen Tolland etrafında vızıldayan mermileri duy abiliyor ve tek bir sıyrığın bile suya çarptığı anda köpekbalığı ziyafetine neden olacağını biliyordu. Rachel Sexton kendini kafese kapat ılmıĢ vahĢi bir hay van gibi hissetti. Defalarca kapağı kaldırmaya çalıĢmıĢ ama hiç iĢe yaramamıĢtı. AĢağılardaki bir tankın suyla dolduğunu duymuĢ ve denizaltının ağırlığının arttığını hissetmiĢti. ġeffaf kubbenin üstündeki okyanus yukarı çıktıkça aydınlanıyor, aĢağıda ise tam tersine siyah bir perde yükseliyordu. Rachel camın alt yarıs ından, okyanus boĢluğunun kendisini mezar gibi beklediğini görebiliyordu. AĢağıdaki engin boĢluk onu yutmakla teh dit ediyordu. Kaport a mekanizmas ını kavray ıp bir kez daha çevirmeye çalıĢtı ama yerinden oynamayacaktı. Ciğerleri zorlanmaya baĢlamıĢtı. Fazla karbondioksitin küf kokusu burun deliklerini yakmaya baĢlamıĢtı. Tüm bunları yaĢark en, tek bir düĢünce onu esir aldı. Suyun altında tek baĢıma öleceğim. Yardımı olabilecek bir Ģey bulmak için Trit on'ın kumanda paneline ve kollarına baktı ama tüm göstergeler siyahtı. Elektrik yoktu. Denizin dibine doğru batan çelik bir mahzene kilitlenmiĢti. Tanklardaki çağıltı sesleri artmıĢtı ve okyanus camın bir metre kadar yukarıs ına yükselmiĢti. Sonsuz düzlüğün karĢ ı tarafında, uzaklardan kızıl bir Ģerit ufukta yükseliyordu. Sabah olmak üzereydi. Rachel, bunun görec eği son ıĢık olmas ından korkuyordu. YaklaĢan sonunu düĢünmemek için gözlerini kapatan Rachel'ın, dehĢet verici çocukluk hatıraları gözünün önünden geçti. Buzdan düĢmek. Suyun altına batmak. Nefessiz kalmak. Kendini yukarı çekememek. Batmak. Annesinin ona seslenmesi. "Rachel! Rachel!" Deniz altının dıĢ ından gelen bir vurma sesi Rachel'ı kapıldığı hezeyandan ay ırdı. Gözleri aniden açılmıĢtı. "Rachel!" Ses boğuktu. Hayalet gibi bir yüz baĢ aĢağı cama dayanmıĢtı, siyah saçları dalgalanıyordu. Karanlıkta onu güçlükle tanıdı. "Michael!" Rachel'ın içeride hareket ettiğini görünc e rahatlayan Tolland, nefes almak için yüzeye ç ıktı. YaĢıyor. Tolland, güçlü kulaçlarla Triton'ın arkas ına yüzüp, suyun altında kalan motor plat formuna tırmandı. Dairesel kapının vidasını kavramaya çalıĢ ırken sıcak ve kuwetli okyanus akınt ısını hissediyor, Pickering'in silah menzilinin dıĢ ında olmayı ümit ederek, baĢını aĢağıda tutuyordu. 479 Triton'ın gövdesi artık tamamıyla suyun altındaydı ve Tolland, kaportay ı açıp Rachel'ı dıĢarı çıkartacaksa, acele etmesi gerektiğini biliyordu. Çok az bir nefesi kalmıĢtı ve hızla tükeniyordu. Kaporta suyun altına indikten sonra açarsa, deniz suyu Triton'ın içine dolac ak, Rachel içeridc hapis kalacak ve denizaltı dibe doğru serbest düĢüĢe geçecekti. "Ya Ģimdi ya hiç," diyerek nefesini tuttu ve kaporta dümenini kavrayıp saatin ters yönünde çevirdi. Hiçbir Ģey olmamıĢtı. Var gücüyle bir kez daha denedi. Kaporta yine dönmeyi reddetmiĢti.
Kapının diğer tarafında, Rachel'ın içeriden gelen sesini duyabiliyordu. Sesı boğuk geliyordu ama dehĢete kapıldığını sezebiliyordu. "Denedim! diye seslendi. "Çeviremedim!" Sular Ģimdi kapağı sarmay a baĢlamıĢtı. Tolland, ona, "Birlikte döndlurelim!" diye bağırdı. "Sen ordan saat yönünde çevireceksin!" Kadranın aç ık biçimde iĢaretlendiğini biliyordu. "Tamam, Ģimdi!" Tolland safra tanklarına dayanarak tam gücüyle asıldı. Rachel'ın da aĢağıda aynını yapt ığını duyabiliyordu. Kadran bir santim kadar dönüp aniden durdu. Tolland Ģimdi anlamıĢtı. Kapak aç ıklığa düzgün oturmamıĢtı. Yamuk oturtulup s ıkıca kapatılan bir reçel kavanozu kapağı gibi sıkıĢmıĢtı. Lastik conta düz durduğu halde, tutamaçla r eğrilmiĢti. Bu da kapının ancak bir kaynak hamlac ıyla açılabilec eği anlamına geliyordu. Deniz altının tepesi su yüzeyinin altına inerken, Tolland aniden korkuya kapıldı. Rachel Sexton Triton'dan çıkamayacaktı. Altı yüz metre aĢağıda, yerçekimi ile güçlü d erin su girdabının tutsağı olan bomba yüklü Kiowa helikopteri hızla dibe batıyordu. Pilot kabinindeki Delta-Bir'in cansız bedeni, derinlik basıncıyla deforme olduğundan artık tanınır halde değildi. 480 Hâlâ Hellfire füz eleri üstünde duran helikopter aĢağı doğru spiral çizerek inerk en, magma kubbesi okyanus tabanının üstünde kızgın bir iniĢ pisti gibi bekliyordu. Üç metre kalınlığındaki kabuğun alt ında bin santigrad derecede lavlar kaynıyor, bir volkan patlamaya haz ırlanıy ordu. 128 Batan Trıtun'ın motor kutusunun üstünde dizine kadar suyun içinde duran Tolland, Rachel'ı kurt armanın bir yolunu bulmaya çalıĢ ıyordu. Denizaltının batmasına izin verme! Geriye dönüp Goya'ya bakarken, yüzeye yakın seviyede tutmak için I'riton'a bir vinç bağlanabilir mi, diye düĢünüyordu. Imkâns ızdı. Art ık arada elli met re vardı ve köprünün üstünde duran Pickering, kanlı bir arena gösterisi seyretmek üzere kraliyet koltuğuna geçen Roma imparatorlarına benziyordu. Tolland kendi kendine, düĢün, dedi. Denizaltı neden batıyor? Deniz altı batmazlığı mekaniği oldukça basitti: su ya da hava pompalayan safra tankları, suda aĢağı yukarı hareket ettirecek ġekilde denizaltının batmazlığını ay arlıyordu. Safra tanklarının dolduğu anlaĢılıyordu. Ama öyle olmamalıydı. Bütün denizalt ı safra tanklarının hem üstte, hem de alt tarafta delikleri olurdu. "TaĢ ırma delikleri" denilen aĢağıdaki delikler daima açık dururken, "boĢaltma valfı" denilen yukarıdaki delikler, içeri suyun girmesi için hava kaç ırac ak Ģekilde açılıp ya da kapanırdı. Bir sebepten ötürü Triton'ın boĢaltma valfı açık olabilir miydi? Tolland nedenini tahmin edemiyordu. Motor platformunun üstünde ilerleyerek, Triton'ın safra tanklarından birini yokladı. BoĢaltma valfları kapalıy dı. Ama valfları incelerken, parmakları baĢka bir Ģey bulmuĢtu. 481 Mermi delikleri. Kahretsin! Rachel içine atladığında Trit on, mermilerle delik deĢik olmuĢtu. Hemen dalıp denizaltının aĢağısında yüzen Tolland, elini Trit on'ın daha önemli bir safra tankında gezdirdi; negatif tank. Ingilizler buna "aĢağı ekspres", Almanlarsa "kurĢun ayakkabı giymek" diyorlardı. Her iki Ģekilde de anlamı açıktı. Negatif tank dolduğunda, denizalt ıyı aĢağı indiriyordu. Tolland'ın elleri tankın kınarlarında dolaĢ ırken, düzinelerce mermi deliğine rastladı. Suyun içeri aktığını hissedebiliyordu. Tolland'ın hoĢuna gitse de gitmese de Triton dalmaya hazırlanıyordu. Deniz altı art ık yüzeyin bir metre altındaydı. Pruvaya yönelen Tolland yüzünü cama bastırıp, kubbeden içeri baktı. Rachel cama vurup bağırıyordu. Onun sesindeki korku Tolland'ın kendini güçsüz hissetmesine neden oldu. Bir an için soğuk hastaney e geri dönmüĢtü, sevdiği kadının ölmesini izlerken yapacak hiçbir Ģey olmadığını biliyordu. Dibe batan denizaltının önünde duran Tolland kendine bunun tekrar yaĢanmayacağını söyledi. Celia, ona, sen yaĢayacaksın, demiĢti ama T'olland artık geride kalan olmak istemiyordu... tekrar bunu yaĢayamazdı. Tolland'ın ciğerleri havas ızlıktan yanıyordu ama yine de Rachel'ın yanında kaldı. Rac hel cama her vurduğunda Tolland hava balonlarının yukarı çıktığını duyuyor ve denizalt ı biraz daha bat ıyordu. Rac hel, camdan içeri su girdiğiyle ilgili bir Ģeyler sesleniyordu. Cam su alıyordu. Camda bir mermi deliği mi var? Pek mümkün görünmüy ordu. Ciğerleri patlay acak gibi olunca, Tolland
yüzeye çıkmaya haz ırlandı. Büyük akrilik cama tutunup yukarı çıkarken, eline bir parça kopmuĢ macun geldi. AnlaĢıldığı kadarıyla çevre contası düĢüĢ sıras ında yerinden oynamıĢtı. Pilot kabininin su alma sebebi buydu. Bir kötü haber daha. Yüzeye çıkan Tolland üç derin nefes alıp her Ģeyi baĢtan düĢünmeye çalıĢtı. Pilot kabininden içeri su sızması, Triton'ın iniĢini hızlandırac aktı. Denizaltı zaten suyun bir buçuk metre alt ına inmiĢti ve Tolland'ın ayakları zor değiyordu. Rachel'ın ümitsizce gövdeyi yumrukladığını duyabiliyordu. Tolland'ın aklına yapılabilecek tek bir Ģey geliyordu. Triton'ın motor kutusuna dalıp, yüksek basınçlı hava silindirini bulabilirse, negatif safra tankını boĢaltmak için kullanabilirdi. Hasarlı tankı boĢaltmanın faydası dokunmayacağı halde, yeniden dolana kadar Triton'u birkaç dakika yüzeyde tutabilirdi. Peki sonra? Aklına baĢka seçenek gelmeyen Tolland dalmaya haz ırlandı. Çok derin bir nefes alıp ciğerlerini normal sınırlarının ötesinde, acıyac ak kadar geniĢletti. Daha büy ük ciğer kapasitesi. Daha fazlâ oksijen. D aha uzun dalıĢ. Ama ciğerleri göğüs kafesini sıkıĢt ırarak geniĢlerken, aklına garip bir fikir geldi. Peki denizaltının içindeki basınc ı art ırrrsa ne olurdu? Ön camın contas ı zarar görmüĢtü. Belki de, Tolland pilot kabinindeki basıncı arttırabilirse, deniza lt ının kubbe camı yerinden çıkardı ve Rachel'i dıĢarı çıkartabilirdi. Aldığı nefesi verip bir süre yüzeyde kaldı ve hu fikrin olabilirliğini gözden geçirdi. Son derece mant ıklıydı, öyle değil mi? Her Ģeyin öt esinde denizalt ı, tek bir yönde güçlü olmak üzer e tasarlanmıĢtı. Çok yüksek dıĢ basınca dayanmak zorunday dı ama içeridekine değil. Ayrıca Triton, Goya'nın taĢımak zorunda olduğu yedek parçaların say ısını indirmek için standart regülatör valfleri kullanıyordu. Tolland yüksek basinç silindirinin besleme hortumunu çıkarıp denizalt ının iskele tarafındaki acil havalandırma regülatörüne bağlay abilirdi. Kabin basıncını arttırmak Rachel'a fiziksel bir acı verecekti ama dıĢarı çıkmas ına da yardımcı olabilirdi. Tolland nefes al ıp daldı. 483 Deniz altı art ık iki buçuk metre kadar batmıĢtı. Karanlık ve ak ınt ı yüzünden yönünü bulmakta zorlanıyordu. Basınç tankını bulduktan sonra Tolland hemen hortumun yerini değiĢtirip, pilot kabinine hava pompalamaya haz ırlandı. Kapama supabını kavradığında, tankın yan tarafındaki sarı yazı ona bu manevranın ne kadar tehlikeli olduğunu hat ırlattı: DIKKA T: BASINÇLI HAVA- 3000 PSI. Tolland, santimetre kareye beĢ yüz kilo, diye düĢündü. Kabin bas ınc ı Rachel'ın ciğerlerini ezmeden, Triton'ın kubbe camının denizaltıda n ayrılacağını ümit ediyordu. Tolland bir bak ıma, su balonuna itfaiye hortumu bağlayarak, balonun bir an önce patlamasını bekliyor sayılırdı. Kapama supabını kavrayıp kararını verdi. Batan Triton'ın arkasındaki kapama supabını çevirerek, valfı açtı. Hort um hemen ĢiĢerek sertleĢmiĢti ve Tolland pilot kabininin içine muazzam bir güçle dolan havayı duyabiliyordu. Triton'ın içindeki Rachel, baĢ ını delen an'ı bir acı hissetti. Çığlık atmak için ağzını açtı ama hava ciğerlerini o kadar acı veren bir bas ınçla zorl uyordu ki, göğsünün patlayacağını sandı. Gözleri kafatas ının içine doğru itiliyormuĢ gibi geliyordu. Kulak zarlarını delen sağır edici bir gürültü, onu kendinden geçmenin kıyısına getirmiĢti. Ġçgüdüsel olarak gözlerini sıms ıkı kapattı ve ellerini kulakları na bastırdı. Acı artıyordu. Rachel tam önünden gelen bir vurma sesi duydu. Kendini zorlay ıp gözlerini açtığında, Michael Tolland'ın karanlık sudaki siluetini gördü. Yüzünü cama day amıĢtı. Rachel'a bir Ģey yapmasını iĢaret ediy ordu. Ama ne? Karanlıkta onu hayal meyal görebiliyordu. GörüĢü bulanıklaĢmıĢ, gözyuvarları basınçtan Ģekil değiĢtirmiĢti. Buna rağmen denizaltının, Goya'nın sualtı ıĢ ıklarının ulaĢabildiği son sınırın alt ına indiğini anlayabiliyordu. Etrafını sonsuz bir karanlık boĢluk çevreliy ordu. Tolland vücudunu, Triton'ın camına yaymıĢ vurmaya devam ediyordu. Havasızlıktan göğsü daralınca, birkaç saniye içinde tekrar yüzeye çıkmas ı gerektiğini anladı. Içinden, camı it, diye geçiriyordu. Camın et rafından baloncuklar çıkartarak kaçan basınçlı havayı görebiliyordu. Contalar bir yerinden gevĢ emiĢti. Tolland'ın elleri, parmaklarını geçirebileceği bir tırtıklı kenar aradı, ama bulamadı. Oksijeni tükenirken art ık yanları göremiyordu. Son bir kez daha camı yumrukladı. Artık Rachel'ı bile göremiyordu. Fazlas ıyla karanlıktı. Ciğerlerinde kalan son havayla suyun altında bağırdı. "Rachel... camı... it!"
Sözleri, baloncuklar çık artan boğuk bir gurultu Ģeklinde duyuldu. 129 Triton'ın içindeki Rachel, baĢ ı bir çeĢit ortaçağ iĢkence aletiyle sıkıĢtırılıyormuĢ gibi hissetti. Pilot kabinindeki koltuğun yanında kamburunu ç ıkartmıĢ dururken, ölümün yaklaĢtığını hissedebiliyordu. Tam önündeki yarıküre Ģeklindeki cam boĢtu. Karanlıktı. Cama vurma sesleri durmuĢtu. Tolland gitmiĢti. Onu bırakmıĢtı. BaĢının üstünden sızan basınçlı havanın tıslaması, ona Milne'deki sağır edici katabatik rüzgârını hatırlattı. ġimdi denizalt ının zemini bir karıĢ suyla dolmuĢtu. Beni dıĢarı çıkarın! Binlerce düĢünce ve hat ıra gözlerinin önünden film Ģeridi gibi geçmeye baĢlamıĢt ı. Karanlıktaki denizaltı yan yatınca Rachel sendeleyip dengesini kaybetti. Koltuğun üstünden ileri doğru düĢerken, yarıküre Ģeklindeki cama sertçe çarptı. Omzuna Ģiddetli bir acı saplandı. Camın üstüne paldır küldür devrilirken, garip bir Ģey hissetti; denizaltının içindeki bas ınçta ani bir düĢüĢ. 485 Rachel'ın kulaklarındaki zonklama belirgin biçimde azalmıĢtı. Denizaltıdan dıĢarı kaçan havanın gurultusunu duyuyordu. Neler olduğunu anlamak bir saniyesini almıĢtı. Camın üstüne düĢtüğünde, ağırlığı bir Ģekilde, iç bas ıncı contanın etrafından sızdıracak kadar yuvarlak yüzeyi dıĢarı doğru zorlamıĢtı. Yuvarlak camın gevĢek durduğu anlaĢılıyordu. Rachel birden, içerideki basıncı arttırarak Tolland'ın ne yapmaya çalıĢtığını fark etti. Camı patlatmaya çalıĢ ıyor! Triton'ın bas ınç silindiri, baĢ ının üstünde pompalamaya devam ediyordu. Boğucu basinç onu tehlikeli biçimde Ģuursuzluğa doğru sürüklediği halde, bu kez bunu duymak adeta hoĢuna gitmiĢti. Sendeleyerek ayağa kalkan Rachel, tüm kuwetiyle camı içeriden dıĢarı doğru itti. Bu sefer gurultu sesleri çıkmamıĢtı. Cam biraz yerinden oynadı. Ağırlığını tekrar cama verdi. Hiçbir Ģey olmadı. Omzundaki yara ac ıyınca baĢ ını indirip baktı. Kan kurumuĢtu. Bir kez daha denemek için hazırlandı ama vakti olmadı. Denizaltı geriye doğru yatıyordu. Ağir motor kutuları destek tanklarının üstüne çıkarken, Trit on geriye devrilip ark a üstü batmaya baĢlamıĢtı. Rachel, pilot kabininin arka duvarına sırtüstü devrildi. Çalkalanan suyun içine yarı batmıĢ bir haldeyken, gözlerini baĢ ının üstünde dev bir tavan penceresi gibi duran, su sızdıran cama dikti. DıĢarıda sadece karanlık vardı... ve aĢağı doğru basing uygulayan binlerce ton okyanus. Rachel ayağa kalkmaya çalıĢtı ama vücudu ölü gibi ağırdı. Zihni bir kez daha zamanda geri giderken, donmuĢ nehirdeki buzlu görüntüleri hat ırladı. Onu sudan çıkartmak için aĢağı eğilen annesi, "Mücadele et Rachel!" diye bağırıyordu. "Tutun!" 486 Rachel gözlerini kapattı. Batıyorum. Patenleri kurĢun ağırlıklar gibi onu aĢağı çekiyordu. Ağırlığını dağıtmak için buzun üstünde kollarını ve bacaklarını açan annesinin ona doğru uzandığını görebiliyordu. "Bacaklarını ç ırp Rachel! Çırp!" Rachel var gücüyle ç ırpıyordu. Vücudu buz deliğinin içinde biraz yukarı çıkmıĢtı. Bir ümit. Annesi, onu yakaladı. Annesi, "Evet!" diye bağırdı. "Seni kaldırmama yardım et ! Bacaklarını çırp!" Annesi yukarıdan çekerken, Rachel son enerjisini kullanarak pat enli ayaklarını çırpt ı. Annesi sırıls ıklam olmuĢ Rachel'ı karlı nehir kenarına çekip, gözyaĢlarına boğuldu. ġimdi denizalt ının artan nem ve ıs ısının içindeki Rac hel, gözlerini etrafını kuĢatan karanlığa açtı. Annesinin mezardan yükselen sesini duydu. Batan Triton'ın içinde bile çok net duyuluyordu. Tekmele. Rachel baĢını kaldırıp yukarıdaki kubbe cama baktı. Kalan tüm cesaretini toplay ıp, Ģimdi diĢ çi koltuğu gibi yatay pozisyonda duran pilot koltuğuna çıktı. Sırtüstü yatarak dizlerini kırdı ve ayak tabanlarını yukarı çevirerek, bacaklarını mümkün olduğunca ileri uz atıp itti. Çaresizlik ve zorlanma sebebiyle attığı acı bir çığlık eĢliğinde, ayaklarını akrilik kubbenin ortasına indirdi. Ġncik kemiğine saplanan ac ı, Rachel'ı sersemletmiĢti. Birden kulakları uğuldadı ve ani bir püskürmeyle içerideki basıncın dengelendiğini hissetti. Kubbenin sol tarafındaki conta ayrılmıĢtı ve kısmen yerinden çıkan dev l ens, ambar kapısı gibi sallanıyordu. Içeri giren tazyikli su Rachel'ı koltuğuna geri yapıĢtırdı. Okyanus, etrafında uğulday ıp arkasından dolanırken, onu koltuğundan yukarı kaldırarak çamaĢır makinesindeki çorap gibi baĢ aĢağı silkmeye baĢlamıĢtı. Rachel kör gibi el yordamıyla tutunacak bir Ģey aradı ama hızla dönüyor du. Pilot kabini suyla dolduğunda,
denizalt ının dibe doğru hızlı bir serbest düĢüĢe geçtiğini hissetti. 487 Vücudu kabinin içinde yukarı toslamıĢt ı kendini çivilenmiĢ gibi hissediyordu. Etrafını baloncuklar sarmıĢt ı. su onu döndürüp sola ve yukarı doğru sürüklüyordu. Kalçasına sert bır delik yüzeyi çarptı. Birden serbest kalmıĢtı. Sıcak ve ıslak sonsuzlukta dönüp yuvarlanırk en Rachel ciğerlerinin nefessiz kaldığını hissetti. Yüzeye çık! ĠĢ ık aradı ama göremiyordu. Dünyası nereye bakarsa baksın aynı görünüyordu. Karanlık. Yerçekimi yoktu. AĢağı ya da yııkarı kavramı yoktu. O dehĢet dolu anda Rachel, ne yöne gidec eğini bilmediğini farketmiĢti. Binlerce met re aĢağıdaki Kiowa helikopteri, artan basınc ın etkisi altında eziliyordu. Basınca karĢı direnerek hâlâ helikopt erde duran, tahrip gücü yüksek on beĢ tanksavar AGM -114 Hellfire füz esinin bakır astarı konileriyle yaylı-patlama baĢlıkları, tehlikeli biçimde içeri çekiliyordu. Okyanus tabanının ot uz met re yukarıs ında, mega girdabın güçlü döngüsü helikopterden geriye kalanları alıp, magma kubbesinin akkor halindeki kabuğuna doğru döndürerek aĢağı çekti. Ard arda parlayan kibrit çöpleri gibi patlayan Hellfire füzeleri, magma kubbesinin tepesinde koca bir d elik açtılar. Nefes almak için yüzeye çıkıp ümitsizlik içinde tekrar dalan Michael Tolland, Hellfire füzeleri patladığında suyun dört buçuk metre altında, gözleriyle karanlığı tarıyordu. Yukarı doğru yayılan beyaz ıĢık, ĢaĢırtıc ı bir görüntüyü ay dınlatmıĢtı; Tolland'ın sonsuza kadar hat ırlayacağı bir sahneyi. Rachel Sexton üç metre aĢ ağıda, sarkıtılan bir kukla gibi duruyordu. Onun altında hızla dibe batan Triton denizaltıs ının cam kubbesi gevĢekçe sallanıyordu. Açık denize kaçıĢan köpekbalıklarının, bölgede meydana gelecek tehlikeyi sezdikleri anlaĢılıyordu. Rachel'ın denizalt ıdan çıktığını görünce duyduğu neĢe, bundan sonra olacakları fark edince anında kayboldu. ĠĢık azalırken Rachel'ın bulunduğu pozisyonu ezberine alan Tolland, hemen dalıp ona doğru yüzdü. Binlerce met re aĢağıdaki magma kubbesinin y ırtılan kabuğu açılınca, sualt ı volkanı patlayarak, bin iki yüz santigrat derecedeki magmay ı denize püskürttü. Yakıc ı lavlar değdiği anda suyu buharlaĢt ırarak, mega girdabın merkez eksenine yoğun bir buhar kolo nu gönderdi. Kasırgalara güç veren aynı akıĢkan dinamiği kinematik özellikleriyle hareketlenen buharın dikey enerji transferini, enerjiyi ters yöne taĢ ıyan bir antisiklonik girdap sarmalıyla dengeleniyordu. Bu yükselen gaz kolonunun etrafını sarmalayan okyanus akınt ısı, aĢağı doğru dönerek yoğunlaĢtı. Kaçan buhar, milyonlarca galon deniz suyunu aĢağıdaki magmaya doğru çeken bir vakum etkisi yaratmıĢtı. Yeni sular dibe çarpt ıkça, onlar da buharlaĢ arak, büyüyen kolona katılıyor ve aĢağı daha çok su çekiyordu. Yerini daha fazla su doldurdukça, girdap daha da büy üyordu. Hidrotermal mega girdap uzuyor ve her geçen saniye güçlenerek büyürken, üst kenarı sabit bir hızla yüzeye doğru tırmanıyordu. Bir okyanus kara deliği doğmak üzereydi. Rachel kendini ana rahmindeki bir bebek gibi hissetti. Sıcak ve ıslak karanlık onu kuĢatmıĢtı. Sıcak karanlığın içinde beyni bulanmıĢtı. Nefes al. Bu refleksle mücadele etti. Gördüğü aydınlanmâlar sadece yüzeyden geliyor olabilirdi ama çok uzak görünüyordu. Bir hayal. Yüzeye çık. Rac hel güçsüzce, ıĢığın geldiğini gördüğü yöne doğru yüzmeye baĢladı. Artık daha fazla ıĢ ık görüyordu... uzaklardaki esrarengiz kırmızı bir parlama. Gün ıĢığı mı? Daha kuwetli yüzdü. Bir el onu ay ak bileğinden yakaladı. Suyun altında çığlık atmak için ağzını açan Rachel, ciğerlerinde kalan son havayı da vermiĢti. 489 El onu geri çekiyor, döndürerek aksi istikameti gösteriyordu. Bunu kavrayan el Rachel'a tanıdık gelmiĢti. Michael Tolland oradaydı, onu kendisiyle beraber diğer yöne çekiyordu. Rachel'ın zihni Tolland'ın onu aĢağı çektiğini söylüyordu. Kalbiyse, Michael'ın ne yapt ığını bildiğini. Annesinin sesi, bacaklarını çırp, diye fısıldadı. Rachel elinden geldi ğince kuvvet sarfederek bacaklarını çırptı. 130 Tolland, Rachel'la birlikte yüzeye çıkark en her Ģeyin bittiğini biliyordu. Magma kubbesi yırt ıldı. Girdap yüzeye ulaĢtığı anda dev sualtı kasırgası her Ģeyi aĢağı çekmeye baĢlayac aktı. Fakat tuhaftır ki, yüzeydeki dünya az önce bırakt ığı kadar sakin değildi. Sesler sağır ediciydi. Sanki o suyun altındayken b ir fırtına patlamıĢçasına, yüzüne rüzgâr çarpıyordu. Tolland oksijensiz kalmaktan sersemlemiĢti. Suda Rachel'a destek olmaya çalıĢtı ama bir Ģey onu
kollarından çekiyordu. Akıntı! Tolland, onu tutmaya çalıĢtı ama görünmeyen güç daha da Ģiddetle çekerek, onu kendisinden ayırınaya baĢlıyordu. Birden eli kaydı ve Rachel'ın vücudu kollarının arasından kayıp gitti, ama yukarı doğru. Tolland hayret içinde Rachel'ın sudan yükseliĢini seyretti. BaĢının üstündeki Sahil Güvenlik Osprey çekici pervaneli uçak alçalip R achel'ı yukarı çekmiĢti. Yirmi dakika önce Sahil Güvenlik, denizden gelen bir patlama haberi almıĢtı. Bölgede bulunması gerek en Dolphin helikopterin izini kaybedince, bir kaza olmasından korkmuĢlardı. Seyrüsefer sistemlerine helikopterin bilinen son koordinatlarını girip, kötü bir Ģeyle karĢılaĢmamayı dilemiĢlerdi. ĠĢıkları yanan Goya'dan yarım mil kadar açıkta, akıntıya kapılıp yüzen, alevler içinde bir enkaz gördüler. Bir sürat teknesine benziyordu. Onun yak ınındaki bir adam suyun içinden heyecanla kollarını sallıyordu. Onu yukarı çektiler. Çırılç ıplaktı; yapıĢkanlı bantla kapattığı tek bacağı hariç. Gücü tükenen Tolland, baĢını kaldırıp gürültülü uçağın karaltıs ına baktı. Yatay pervaneleri aĢağı doğru sağır edici bir rüzgâr estiriyordu. Rachel yukarı çıktığında, bir sürü el onu uçak gövdesinden içeri aldı. Tolland, onun güvenliğe alınmas ını seyrederken, kapı eĢiğinde çömelmiĢ yarı çıplak bir adam gözüne iliĢti. Corky? Tolland'ın kalbi yerinden fırlayacakt ı. YaĢıyorsun! Bel kuĢağı hemen tekrar aĢağı sark ıtıldı. Üç metre kadar uzağına düĢmüĢtü. Tolland, ona doğru yüzmek istedi ama mega girdabın çekici gücünü hissetmeye baĢlamıĢtı. Etrafını kuĢatan amansız deniz gitmesine izin vermiyordu. Akıntı onu aĢağı çekti. Yüzeye doğru çırpındı ama fazlasıyla yorulmuĢtu. Birisi, sen yaĢayacaksın, diyordu. Yüzeye ulaĢmaya çalıĢarak bacaklarını çırpt ı. Yeniden hırpalay ıcı rüzgâra çıktığında, bel kuĢağı hâlâ eriĢ emeyeceği bir mesafedeydi. Akıntı onu aĢağı çekmek için uğraĢıyordu. BaĢ ını kaldırıp yukarıdan gelen sese ve rüzgâ ra bakınca Rachel'ı gördü. BakıĢlarını aĢağı dikmiĢ, gözleriyle Tolland'ın kendisine doğru yukarı gelmesi için yalvarıyordu. Tolland dört güçlü kulaçta bel kuĢağına ulaĢtı. Kalan son gücüyle kolunu ve baĢını halkanın içinden geçirip kendini bıraktı. Okyanus birden altında uzaklaĢmaya haĢlamıĢtı. GeniĢ girdap açılırken, Tolland aĢağı bakıyordu. Mega girdap sonunda yüzeye ulaĢmıĢtı. 491 William Pickering Goya'nın köprüsünden, etrafında geliĢen manzarayı afallamıĢ bir halde izliyordu. Goya'nın kıç tarafının sancak kısmında, deniz yüzeyinde çanak benz eri dev bir çukurluk oluĢuyordu. Yüzlerce metre çapındaki girdap, gittikçe büyüyordu. Girdabın içine akan okyanus, kenarlarda ürkütücü bir kayganlıkla dönüyordu. Etrafında, derinliklerden gelen gırtlaksı bir uğultu sesi yankılanıyordu. Pickering çukurun kurban almak için sabırs ızlanan destansı bir tanrının açılan ağz ı gibi üstüne doğru gelerek geniĢlemesini seyretti. Pickering, rüya görüyorum, diye düĢündü. Aniden Goya'nın camlarını kıran bir patlamayla, mega girdabı tam ortasından yukarı yükseldi. Göklere kadar fıĢk ıran gayzerin tepesı karanlık gökyüzünde kayboldu. Bacanın duvarları birden dikleĢti. Hızla geniĢleyen girdap, okyanusu içine çekerek üstüne dogru ilerliyordu. Goya'nın k ıçı geniĢleyen çukura doğru hızla s avruldu. Dengesini kaybeden Pickering, dizlerinin üstüne düĢmüĢtü. Dua eden bir çocuk gibi bakıĢlarını aĢağı, büyüyen boĢluğa indirdi. Hayat ının son saniyelerinde Diana'yı düĢündü. Ölürken böyle bir kork uyu yaĢamamıĢ olmasına dua ediyordu. Kaçan buharın Ģok dalgası Osprey'i yana savurdu. Pilotlar yeniden denge sağlayıp, Goya'nın üstünde alçalırken Tolland ile Rachel birbirlerine tutundular. DıĢarı baktıklarında, kaderine mahkûm geminin parmaklıklarının yanında siyah palt osu ve kravatıyla diz çökmüĢ William Pickering'i gördüler. Geminin kıç ı dev kas ırganın dıĢ kenarına kapıldığında, çapa zinciri sonunda koptu. Pruvası havaya kalkan Goy a, arkaya doğru devrilerek, sarmal su duvarının içine battı. Denizin altında kaybolurk en, ıĢıkları hala parlıyordu. Washington'da sabah hava açık ve soğuktu. Esen bir rüz gâr Washington Anıt ı'nın zeminindeki yaprakları döndürdü. Dünyanın en büyük dikilitaĢı, genellikle her sabah havuza yansıyan kendi huzurlu görüntüs üne uy anırdı, ama bu sabah etrafta itiĢip kakıĢan ve anıtın etrafında beklenti içinde toplanan gazetecilerin kargaĢasını beraberinde getirmiĢti. Senatör Sedgewick Sexton, limuzinden inerken kendini Washington'dan bile daha büyük hissetti ve anıtın
giriĢinde kendisini bekleyen basın alanına bir aslan gibi ilerledi. Buray a ülkenin en büyük on medya yayın ağını davet etmiĢ ve onlara son on yılın en büyük skandalını vaat etmiĢti. Sexton, hiçbir Ģey, akbabaları ölümün kokusu kadar kendine çekemez, diye düĢündü. Sexton, her biri isminin baĢ harfleriyle zarif bir Ģekilde mühürlenmiĢ elindeki beyaz zarfları sık ıca kavradı. Eğer, bilgi güç demekse, o zaman Sexton Ģu anda elinde nükleer bir savaĢ baĢlığı taĢıyordu. Podyuma yaklaĢ ırken, baĢının döndüğünü hissetti, iki "Ģöhret çerçevesi"nden -podyumun iki tarafında koyu mavi perdeler gibi duran, büyük, ayaklı bölmeler- oluĢan kondurma sahneyi görünce memnun olmuĢtu, bu sanki bir sahne perdesinin önünde duruyormuĢ hissini veren eski bir Ronald Reagan hilesiydi. Sexton kulisten çıkan bir aktör gibi bölmenin arkasından çıkarak, sahneye sağ taraftan girdi. Gazeteciler hemen sahneye bak an açılır kapanır sandalye sıralarında yerlerini aldılar. Doğuda, güneĢ ABD Kongre Binası'nın üzerinde henüz yükselmeye baĢlamıĢtı, pembe ve altın renkli ıĢınları sanki cennetten gelen ıĢınlar gibi Sexton'ın üzerine yans ıyordu. 493 Düny anın en güçlü adamı olmak için mükemmel birgün. Sexton önündeki kürsünün üzerine zarfları yayarken, "Günay dın, bayanlar ve baylar," dedi. "Mümkün olduğu kadar kısa keseceğim. Açıkçası, sizinle paylaĢacağım bilgi, oldukça rahat sız edici. Bu zarflar, hükümetin üst kademelerindeki bir düzenbazlıkla ilgili kanıtları içeriyor. BaĢkan'ın yarım saat önce beni aray ıp, bu kanıt ı halka aç ıklamamam için bana yalvardığını -evet, yalvardığını- bildirmekten utanç duyuyorum." Kederle baĢını iki yana salladı. "Ama, ben gerçeğe inanan bir adamım. Ne kadar ac ı verici olursa olsun." Sexton zarfları havaya kaldırarak, ara verdi, karĢ ısında oturan kalabalığı ayartmay a çalıĢıyordu. Gazeteciler, lezzetli bir yiyecek karĢısında salyalarını ak ıtan köpek ler gibi gözleriyle zarfları takip ediyorlardı. BaĢkan yarım saat önce Sexton'ı arayıp, her Ģeyi açıklamıĢtı. Herney, güvenli bir Ģekilde uçakla bir yere giden Rachel'la konuĢmuĢtu. Beyaz Saray ve NASA, inanılmayacak Ģekilde, bu fiyaskoda William Pickering tarafından planlanan entrikanın masum izleyicileri gibi görünüyorlardı. Sexton, hiç fark etmez, diye düĢündü. Zach Herney yine de yere fena çakılacak. Sexton, halka duyuru yapacağını öğrendiğinde BaĢkan'ın yüz ifadesini görmek için, Ģ u anda Beyaz Saray duvarlarında bir sinek olmay ı diliyordu. Sexton, göktaĢını ulusa en iyi nas ıl anlatacağını tart ıĢmak için Herney ile Beyaz Saray'da görüĢmeyi kabul etmiĢti. Herney Ģu anda televizyonun karĢ ısında sersem sepet bir halde oturup, Beyaz Saray 'ın art ık kaderi engelleyebilecek hiçbir Ģey yapamayacağını düĢünüyor olmalıydı. Kalabalıkla göz teması kuran Sexton, "Dostlarım;" dedi. "Bunu uzun uzadıya düĢündüm. BaĢkan'ın bu bilgiyi gizli tutma arzusunu yerine getirmeyi düĢündüm ama kalbimin sesini dinlemek zorundayım." Sexton içini çekip hikâyenin tuzağına düĢmüĢ bir adam gibi baĢını öne eğdi. "Gerçek gerçektir. Bu gerçekler hakkında yapacağınız yorumları hiçbir Ģekilde yönlendirmeyeceğim. Sizlere eldeki verileri olduğu gibi anlatacağım." Sexton uzaklardan gelen dev bir helikopter pervanesinin sesini duydu. Bir an için BaĢkan'ın basin konferansını durdurmak ümidiyle, panik içinde Beyaz Saray'dan oray a geldiğini sandı. Sexton neĢeyle, ekmeğime yağ sürer, diye düĢündü. Asıl o zaman çok daha suçlu görünür. Sexton, "Bunu yapmaktan zevk alm ıyorum," diye devam ederken zamanlamasının mükemmel olduğunu fark etti. "Ama Amerikan halkıha yalan söylendiğini aç ıklamak benim görevim." Gürültüyle yaklaĢan helikopter, sağ taraftaki düzlüğe indi. Sexton dönüp baktığında bunun baĢkanlık helikopteri olmadığını görünce ĢaĢırdı. Bir Osprey pervaneli uçağıydı. Gövdenin üstünde B IRLEġIK DEV LE TLE R SAHIL GÜVENLIK, yazıyordu. Afallayan Sexton, kabin kapılarının açılıp içinden bir kadının inmesini seyretti. Üstünde turunc u bir Sa hil Güvenlik parkası vardı ve sanki savaĢtan ç ıkmıĢ gibi darmadağın görünüyordu. Basin alanına yürüdü. Sexton bir an için onu tanıyamamıĢtı. Sonra dank etti. Rachel? ġaĢkınlıkla yutkundu. Burada ne iĢi var? Kalabalıktan mırıltılar yükseldi. Sexton yüzünde geniĢ bir tebessümle bas ına döndü ve özür diliyormuĢ gibi parmağını havaya kaldırdı. "Bir saniye izninizi istiyorum. Çok üzgünüm." Yorgun ve iyi huylu bir adam edas ıyla içini çekti. "Önce aile." Muhabirlerden birkaçı güldü. Kızı sağ taraftan hızla yanına yaklaĢırk en Sexton, bir baba-k ız kavuĢmas ı için özel bir yerin daha uygun olacağını düĢünüyordu. Ne yaz ık ki ĢU anda böyle bir gizliliğe imkân yoktu. Sexton'ın gözleri sağ taraftaki bölme duvarına takıldı.
495 Hâlâ serinkanlı bir Ģekilde gülümseyen Sexton, kızına el sallayıp mikrofondan uzaklaĢtı. Öyle bir açıyla döndü ki, Rachel yanına ulaĢmak için bu bölme duvarının arkasından geçmek zorunda kalacaktı: Sexton, onu basının gözlerinden ve kulaklarından uzakta, yarı yolda karĢıladı. Rachel, ona doğru yaklaĢırken gülümseyerek kollarını aç ıp, " Tatlım?" dedi. "Bu ne sürpriz!" Rachel yanına gelip, suratına bir tokat indirdi. Bölme duvarının arkasında babasıyla baĢ baĢa kalan Rachel nefretle ateĢ püskürüyordu. Ona gayet sert vurmuĢtu ama Sexton kılını bile kıpırdatmamıĢtı. Tüyler ürpertici bir hâkimiyetle saht e tebessümü gitmiĢ, yerini azarlayıc ı bir öfke almıĢtı. Sesi Ģeytani bir fısıltıya dönüĢtü. "Burda olmamalıydın." Rachel, onun gözlerindeki gazabı gördü ama hayat ında ilk defa korkmadı. "Senden yardım istedim ama sen beni sattın! Az kalsın öldürülüy ordum!" "Gayet iyi görünüyorsun." Adeta bundan ötürü hayal k ırıklığına uğramıĢ gibi konuĢmuĢtu. Rachel, "NASA masum!" dedi. "BaĢkan, sana bunu aç ıkladı. Burda ne yapıyorsun?" Rachel'ın Sahil Güvenlik Osprey'i ile yapt ığı uçuĢ yolculuğu Beyaz Saray, babas ı ve hatta çılgına dönmüĢ Gabrielle Ashe aras ında yapt ığı telefon görüĢmeleriyle geçmiĢti. "Zach Herney 'ye Beyaz Saray'a gideceğine dair söz vermiĢtin!" "Gideceğim." Sırıtt ı. "Seçim günü." Bu adamın babası olduğunu düĢünmek Rachel'ın midesini bulandırıyordu. "Yapmak üzere olduğun Ģey delilik." Sexton, "Ah," diyerek güldü. Dönüp, bölme duvar ının sonundan görünen arkasındaki kürsüy ü iĢaret etti. Kürsünün üstünde bir dizi beyaz zarf duruyordu. "O zarflarda senin, bana gönde rdiğin bilgiler var Rachel. Senin. BaĢkan'ın kanı eline bulaĢtı." 496 "O bilgileri yardımına ihtiyac ım varken yollamıĢtım. NASA ile Beyaz Saray'ın suçlu olduğunu düĢündüğüm zaman!" "Kanıtlar gözönüne alınacak olursa, NASA kesinlikle suçlu görünüyor." "Ama değil! Yapt ıkları hatay ı itiraf etmek için bir Ģans hak ediyorlar. Bu seçimi zaten sen kazandın. Zach Herney 'nin iĢi bitti! Bunu biliyorsun. Adamın onurunu kurtarmasına izin ver." Sexton homurdandı. "Ne kadar naif. Bu iĢin seçimi kazanmakla ilgisi yok Rachel, iktidarla ilgisi var. Bu iĢin kesin zafer, büyuklüğünü göstermek, muhalefeti ezmek ve iĢini yapt ırabilmek için Washington'daki güçleri elinde tutmakla ilgisi var." "Ne pahas ına?" "Bu kadar kendini beğenmiĢ olma. Ben sadece kanıtları sunuyorum. Kimin suçlu olduğuna insanlar kendileri karar verirler." "Ama bunun nas ıl görüneceğini biliyors un." Omuzlarını silkti. "Belki de NASA'nın suyu ısınmıĢtır." Senatör Sexton bölmenin arkas ındaki bas ının sabırsızlandığını sezmiĢti ve tüm sabah burada durup, kızından vaaz dinlemeye hiç niyeti yoktu. Zafer anı onu bekliyordu. "Yeteri kadar konuĢtuk," dedi. "Basin konferans ı beni bekliyor." Rachel, "Senden bunu kızın olarak istiyorum," diye yalvardı. "Bunu yapma. Ne yaptığını iyi düĢün. Daha iyi bir yol var." "Benim için yok." Arkasındaki mikrofon düzeneğinden bir uğultuyankilanınca Sexton geriye dönüp, geç gelen bir kadın muhabirin kürsüsüne bükümlü bir televizyon kanalı mikrofonu yerleĢtirdiğini gördü. Sexton öfkeyle, bu salaklar neden vaktinde gelemezler, diye düĢündü. Muhabir acele ederken Sexton'ın zarflarını yere düĢürmüĢtü. Tanrı'nın cezası! Kürsüye yürüy en Sexton, dikkatini dağıtt ığı için, içinden kız ına küfretti. Kürsüye vardığında, elleriyle dizlerinin üstündeki kadın yerden zarfları topluyordu. 497 Sexton, onun yüzünü göremedi. ama bır kanaldan geldiği belliydi. Uzun bir kaĢmir palt o giymiĢ ve uyumlu bir eĢarpla üstünde AB C basin kart ı iliĢtirilmiĢ moher bere takmıĢtı. Sexton, aptal sürtük, diye düĢündü. Elini zarflara doğru uzat arak, "Onları ben alayım," dedi. Geri kalan zarfları da yerden toplayan kadın, baĢını kaldırmadan Sexton'a uzattı. Bariz bir mahcubiyetle, "Affedersiniz..." diye mırıldandı. Utançla kamburunu çıkararak, kalabalığın aras ına daldı.
Sexton hızla zarfları saydı. On. Güzel. Bugün elde edeceği zaferi kimse engelleyemez di. Yeniden toparlanıp, kalabalığa neĢeyle gülümsedi. "Sanırım birilerinin canı yanmadan bu zarfları dağıtsam iyi olacak!" Sabırsız görünen kalabalık güldü. Sexton, bölmenin arkasındaki kızının sahnenin hemen baĢlangıc ında durduğun u hissediyordu. Rachel, "Bunu yapma;" dedi. "PiĢman olacaksın." Sexton, onu duymazdan geldi. Sesini biraz daha yükselten Rachel, "Bana güvenmeni istiyorum,° de di. "Bu bir hat a." Sexton zarfları kaldırıp kenarlarını düzeltti. Rachel sabırsız ve yalvaran bir sesle, "Baba," dedi. "Doğru olanı yapmak için bu son Ģansın." Doğru olanı yapmak mı? Sexton mikrofonu kapat ıp boğazınt temizliyormuĢ gibi baĢ ını çevirdi. Kız ına kendinden emin bir bak ıĢ fırlattı. "Tıpkı annen gibisin: idealist ve küçük. Kadınlar iktidarın gerç ek doğasını anlamıyorlar." Sedgewick Sexton itiĢip kakıĢan medy aya yeniden döndüğünde, kızını çoktan unutmuĢtu. BaĢını yukarıda tutarak, kürsünün etrafından yürüdü ve zarfları, bekleĢen basının ellerine uzattı. Zarfların kalabalığın aras ında bölüĢtürülmesini seyretti. Mühürlerin kırıldığını ve zarfların Noel hediyesi gibi yırt ılıp açıldığını duyabiliyordu. 498 Kalabalığa aniden bir sessizlik çökmüĢtü. Sexton bu sessizlikte, kariyerinin dönüm noktas ının sesini duyabiliyordu. GöktaĢı sahte. Ve bunu ortaya çıkaran adam benim. Sexton, baktıkları Ģeyin gerçekte neyi ima ettiğini basının hemen anlayacağını biliyordu: buzdaki bir yerleĢtirme Ģaftının TAR görüntüleri; NASA fosillerinin neredeyse aynıs ı olan, yaĢayan okyanus türleri; yeryüzünde kondrul oluĢtuğunun ispatı. Bunların hepsi tek bir Ģok edici sonuca götürüyordu. Elindeki zarfa bakarken oldukça ĢaĢkın bir sesle konuĢan bir muhabir, "Efendim?" diye geveledi. "Bu gerçek mi?" Sexton bu iĢe canı sıkılıyormuĢ gibi içini çekti. "Evet, korkarım ki kesinlikle gerçekler." ġimdi kalabalık ĢaĢkınlık içinde mırıldanıy ordu. Sexton, "Sayfaları herkesin gözden geçirmesi için biraz zaman veriyorum," dedi. "Sonra soruları kabul edip, gördüklerinize biraz ıĢık tutmaya çalıĢac ağım." Bir baĢka muhabir, sers emlemiĢ bir halde, "Senatör?" dedi. "Bu görüntüler gerçek mi?... RötuĢlanmamıĢ mı?" Artık daha kesin konuĢan Sexton, "Yüzde yüz," dedi. "Yoksa bu delilleri size sunmazdım." Kalabalığın ĢaĢkınlığı artar gibi olmuĢtu. Hatta Sexton birkaç kiĢinin kahkaha attığını duydu; hiç de beklediği türden bir tepki değildi. Medyanın parçaları birleĢtirmekteki yeteneğini gözünda fazla büyüttüğünden korkmaya baĢlıyordu. Sesi tuhaf biçimde neĢeli gelen biri, "Ee, senatör?" dedi. "Acaba bu görüntülerin gerç ekliğinin arkasında duracak mısınız ?" Sexton hayal kırıklığına uğramıĢtı. "Dostlarım, bunu son kez söylüyorum, ellerinizdeki deliller yüzde yüz doğrudur. Ve biri bunun aksini ispatlarsa kellemi keserim!" 499 Sexton kahkahaları bekledi ama duyamadı. Ölüm sessizliği. BoĢ bakıĢlar. Az önce konuĢan muhabir, Sexton'a doğru yürüdü. Ona doğru yaklaĢırken elindeki fotokopileri karıĢtırıy ordu. "Haklıs ınız senatör. Bunlar skandal yaratacak bilgiler." Muhabir durup baĢını kaĢ ıdı. "Bunu bizimle neden bu Ģekilde paylaĢtığınızı anlayamadık, özellikle de daha önce hararetle inkâr etmiĢken." Sexton'ın adamın neden bahsettiğine dair hiçbir fikri yoktu. Muhabir fotokopileri ona uzattı. Sexton sayfalara baktı ve bir an için tüm dünyas ı karardı. KonuĢamıyordu. Daha önc e hiç görmediği fotoğraflara bak ıyordu. Siyah beyaz görüntüler. Iki insan. Çıplak. Birbirine geçmiĢ kol ve bacaklar. Sexton ilk baĢta neye baktığını anlayamadı. Ama sonra jetonu düĢtü. Midesine gülle yemiĢti. Sexton'ın baĢı dehĢetle kalkıp kalabalığa baktı. ġimdi gülüyorlardı. Yarıs ı haber masasına telefonda hikâyeyi anlatmaya baĢlamıĢtı bile. Sexton birinin omzuna hafifçe vurduğunu hissetti. AfallamıĢ bir haldeyken ark asını döndü.
Rachel karĢıs ında duruyordu. "Seni durdurmaya çalıĢtık," dedi. "Her türlü Ģans ı sana tanıdık." Yanında bir kadın duruyordu. Sexton gözlerini Rachel'ın yanındaki kadına çevirirken titriyordu. KaĢmir paltolu ve moher bereli muhabir kadındı... zarfları deviren kadın. Sexton, onu gördüğünde kanı dondu. Paltosunu aç ıp kalunun altına sıkıĢt ırdığı beyaz zarfları gösterirk en, Gabrielle'ın siyah gözleri onu delip geçiyordu. 132 BaĢkan Zach Herney'nin masas ındaki bakır lambanın yumuĢak ıĢığıyla aydınlanan Oval Ofis karanlıktı. Gabrielle Ashe, BaĢkan'ın karĢ ısında dikilirken baĢ ını dik tutuyordu. BaĢkan'ın arkas ındaki penc erede akĢam karanlığı çökmeye baĢlamıĢtı. Herney hayal kırıklığına uğramıĢ bir sesle, "Bizi terk ettiğini duydum," dedi. Gabrielle baĢını salladı. BaĢkan, ona basından uzakta, Beyaz Saray'ın içinde sınırsız sığınma hakk ı vermiĢ olmasına rağmen Gabrielle bu fırt ına s ıras ında en göze batan yerde saklanmak istemiyordu. Mümkün olduğunca uzakta olmak istiyordu. En azından bir süreliğine. Masasının arkas ından ona bakan Herney etkilenmiĢ görünüyordu. "Bu sabah' verdiğin' karar Gabrielle..." Sanki söyleyecek kelime bulamıyormuĢ gibi durdu. BakıĢları doğal ve masumdu. Gabrielle'ı bir zamanlar S edgewick Sexton'a çeken derin, esrarengiz gözlerle mukayese kabul etmezdi. Ama bu güçlü yerin oluĢturduğu fonun önünde bile, Gabrielle, onun bak ıĢlarındaki gerçek nezaketi görebiliyordu; uzun süre unutmayacağı bir onur ve asalet. Sonunda Gabrielle, "Bunu biraz da kendim için yaptım," dedi. Herney baĢını salladı. "Sana teĢekkür borçluyum." Ayağa kalkıp, Gabrielle'a koridorda kendisini takip etmesini iĢaret etti. "Sana bütçe kadrosund a bir iĢ teklif edene kadar buralarda kalırs ın diye ümit ediyordum." Gabrielle, ona Ģüpheyle baktı. "Harcamayı bırakın, iyileĢtirmeye baĢlay ın?" Herney kendi kendine güldü. "Onun gibi bir Ģey." "Sanırım Ģu anda sizin için fayda getirmekten çok bir külfet olacağımı ikimiz de biliyoruz efendim." Herney omuzlarını silkti. "Birkaç ay geçsin. Hepsi unutulur gider. Pek çok kadın ve erkek aynı sıkıntılara katlandıktan sonra, çok büyük yerlere geldiler." Göz kırpt ı. "Içlerinden baz ıları ABD BaĢkanı oldular." Gabrielle, onun haklı olduğunu biliyordu. Sadece birk aç saattir iĢsiz olan Gabrielle iki teklif almıĢtı bile. 501 Biri ABC'deki Yolanda Cole'dan, diğeri, eğer her Ģeyi anlatt ığı bir biyografi yay ınlamayı kabul ederse yüklü bir meblağ teklif eden St. Martin's Press'ten. Hay ır teĢekkürler. BaĢkan'la birlikte koridorda yürürlerken, Gabrielle Ģu anda televiz yonlarda yayınlanan kendi resimlerini düĢündü. Kendi kendine, ülkeye vereceği zarar çok daha büyük olabilirdi, dedi. Çok daha kötü. Yolanda Cole'un basin kart ını almak için ABC'ye giden Gabrielle, aynı zarflardan aĢırmak için Sexton'ın ofisine sızmıĢtı. Içerideyken Sexton'ın bilgisayarındaki bağıĢ çeklerinin de yazıc ıdan kopyalarını çıkartmıĢt ı. Washington Anıt ı'nın önündeki yüzleĢmede n sonra Gabrielle çeklerin kopyalarını afallayan Senatör Sexton'a uzatmıĢ ve taleplerini bildirmiĢti. GöktaĢı hakkındaki hatayı aç ıklamas ı için BaĢkan'a bir Ģans ver, yoksa tüm bu bilgiler halka duyurulur. Finansal delillere bir kez bakan Sexton kendini li muzinine kilitleyip oradan uzaklaĢmıĢtı. O saatten sonra da bir daha ondan haber almamıĢtı. ġimdi BaĢkan'la birlikte Brifing Salonu'nun arka kapısına yaklaĢır larken, Gabrielle içeride bekleĢen kalabalığın sesini duyabiliyordu. Yirmi dört saat içinde dünya ikinci defa bir baĢkanlık yayınını dinlemek için toplanmıĢtı. Gabrielle, "Onlara ne anlatacaksınız?" diye sordu. Herney son derece serinkanlı bir ifadeyle içini çekti. "Yıllar içinde bir Ģeyi çok iyi öğrendim..." Elini omzuna koyup gülümsedi. "Gerç eğin yerini hiçbir Ģey tutamaz." Gabrielle, onun sahney e doğru ilerleyiĢini seyrederken beklenmedik bir gurur duydu. Zach Herney hayatında yaptığı en büy ük hatayı itiraf et mek üzereydi ve tuhaf Ģekilde, daha önce hiç bu kadar baĢkanlığa layık görünmemiĢti. 502 133 Rachel uyandığında oda karanlıktı. Bir saat 22:14'ü gösteriyordu. Kendi yatağı değildi. Bir süre boyunca, nerede olduğunu dûĢünerek hiç
kıpırdamadan yattı. YavaĢ yavaĢ hat ırlamaya baĢlıyordu... mega girdap:.. bu sabah Washington Anıtı'nın önü... BaĢkan'ın Beyaz Saray'da kalmaya davet etmesi. Rachel kendine, Beyaz Saray 'day ım, dedi. Bütün gün burada uyudum. Sahil Gûvenlik helikopteri BaĢkan'ın emriyle, yorgunluktan tükenen Michael Tolland, Corky Marlinson ve Rachel Sexton'ı Washington Anıtı'ndan Beyaz Saray'a götürmüĢ, onlar da orada mükelief bir kahvaltı yapmıĢ, doktorlar tarafından muayene edilmiĢ ve binanın on dört odas ından diledikleri birinde istirahat etmeleri teklif edilmiĢti. Hepsi de kabul etmiĢti. Rachel bu kadar uzun süredir uyudu ğuna inanamıyordu. Televizyonu açtığında, BaĢkan Herney'nin basin konferansını bitirmiĢ olduğunu görünce ĢaĢırdı. GöktaĢı yanılgısını düny aya açıklarken, Rachel ile diğerleri BaĢkan'ın yanında durmayı teklif etmiĢlerdi. Hatayı hep birlikte yaptık. Ama Herney yükü tek ba Ģına omuzlamak konusunda ısrar etmiĢti. Televizyondaki siyaset yorumcularından biri, "NASA'nın hiçbir Ģekilde uz ayda yaĢam izine rastlamamıĢ olması üzüc ü," diyordu. "NASA son on yıl içinde ikinci defa bir göktaĢ ını, dünya dıĢ ı yaĢam izleri taĢıyormuĢ gibi yanlıĢ sınıflandırmıĢ oldu. Ama bu kez aldatılanlar arasında son derece saygın sivil bilim adamları da vardı." Lafa giren ikinci yorumc u, "Normalde B aĢkan'ın bu akĢam düĢtüğü büyük yanılgı kariyeri aç ısından yıkıcı olurdu..." dedi. "Ama Washington Anıtı'nda geçen sabahki geliĢmeleri dikkate alınca, Zach Herney'nin baĢkanlığı alması her zamankinden daha yakın görünüyor." 503 Ilk yorumcu baĢını sallıyordu. "Yani uzayda hayat yok, ama Senatör Sexton'ın kampanyas ında da hayat kalmadı. Ve Ģimdi senatörün düĢtüğü mali sıkıntılarla ilgili yeni bilgiler ortaya..." Kapının vurulmas ı Rachel'ın dikkatini dağıttı. Michael, diye um ııt ederek, hemen televizyonu kapattı. Onu kahvaltıdan beri görmüyordu. Beyaz Saray'a vardıklarında Rachel'ın, onun kollarında uyumak kadar is tediği bir Ģey yoktu. Michael'ın da aynı hisleri paylaĢtığından emindi ama Corky araya girmiĢ ve Tolland'ın yatağına demir at ıp, kendi üstüne iĢeyerek, günü nas ıl kurtardığının hikâyesini defalarca anlatıp durmuĢtu. Sonunda feci Ģekilde bitap düĢmüĢ olan Rachel ile Tolland vazgeçmiĢler ve uy umak için kendi yatak odalarına yönelmiĢlerdi. ġimdi kapıya doğru yürüyen Rachel aynada kendine baktı ve ne kadar aptal bir kıyafet giymiĢ olduğunu gördü. Yatmadan önce dolapta bulabildiği tek Ģey, eski bir Penn State futbol forması üstüydü. Gecelik gibi dizlerine kadar uzanıyordu. Kapının vurulmas ı devam etti. Kapıy ı açan Rachel, ABD Gizli Servis kadın ajanını görünce hay al kırıklığına uğradı. Formda ve sevimli görünen ajan mavi bir ceket giyiyordu. "Bayan Sexton, Lincol n Yatak Odası'nda kalan bey televizyonunuzun sesini duymuĢ. UyanmıĢ olduğunuzu düĢünerek benden rica etti..." Durup kaĢlarını yukarı kaldırırken, Beyaz Saray'ın üst katlarındaki gece oyunlarına yabancı olmadığı anlaĢ ılıyordu. Heyecanlanan Rachel kızardı. " TeĢekkürler." Ajan, Rachel'ı kusursuz döĢ enmiĢ koridordan, yakınlardaki bir kapının önüne götürdü. Ajan, "Lincoln Yatak Odası," dedi. "Ve bu kapının dıĢında her zaman söylediğim gibi. Iyi uykular ve hayaletlere dikkat edin." Rachel baĢını salladı. Lincoln Y atak Odas ı'ndaki hayaletlere iliĢkin efsaneler Beyaz Saray kadar eskiydi. Winston Churchill'in burada Linc oln'in hayaletini gördüğü söylenirdi. Eleanor Roosevelt, Amy Carter, aktör Richard Drey fus ve hizmetçilerle uĢaklar da dahil olmak üzere diğerlerinin de öyle. BaĢkan Reagan'ın köpeğinin bu kapının arkasında saatlerce havladığı rivayet ediliyordu. Tarihi hayaletler düĢ üncesi Rachel'ın bu odanın ne kadar kutsal bir yer olduğunu fark etmesini sağladı. Birden utanmıĢtı. Orada uzun futbol formas ı üstüyle, bacakları çıplak bir halde dururken, kendini bir oğlanın odasına girerken yakalanmıĢ öğrenci gibi hissediyordu. Ajana, "Bu kurallara uy gun mu?" diye sordu. "Yani burası Linc oln'ın yatak odas ı öyle değil mi?" Ajan göz kırptı. "Bu kattaki politikamız, `ne sor, ne söyle'dir." Rachel gülümsedi. "TeĢekkürler." Ardında neler beklediğini tahmin ederek, kapı koluna uzandı. "Rachel!" Gırtlaksı ses koridorda daire testere gibi duyuldu. Rachel ve ajan dönüp baktılar. Art ık bacağı profesyonelce bandajlanmıĢ olan Corky Marlinson, koltuk değnekleriyle topallayarak yanlarına geliyordu. "Ben de uyuyamadım!" Romantik randevusunun bozulduğunu hisseden Rachel, adeta yıkılmıĢtı.
Corky'nin gözleri sevimli Gizli Servis ajan ını inceledi. Ona bakarken gülümsemesi tüm ağzın a yayıldı. "Üniformalı kadınları severim." Ajan ceketini yana çekip, öldürücü görünen tabancas ını gösterdi. Corky geriledi. "AnlaĢıldı." Rachel'a döndü. "Mike da uyandı mı? Içeri mi giriyorsun?" Corky partiye katılmak için sabırs ız görünüyordu. Rachel homurdandı. "Aslında Corky..." Ceketinden bir not kâğıdı çıkaran Gizli Servis ajanı, "Dr. Marlinson," diyerek araya girdi. "Bay Tolland tarafından verilen elimdeki bu nota göre, size mutfağa kadar eĢlik etmek, Ģefe her istediğinizi piĢirtmek ve kendinizi ölümden nas ıl kurtardığınızı bana en küçük ayrıntılarına kadar..." Ajan duraksadı. Notu tekrar okurken yüzünü buruĢturmuĢtu. "Üs tünüze nas ıl iĢediğinizi anlatmanız ı istemek için kesin emirler aldım." GörünûĢ e bakılırsa, ajan sihirli kelimeyi söylemiĢti. Corky koltuk değneklerini bırakarak, destek almak için kolunu kadının omzuna attı ve, "Mutfağa gidelim aĢkım," dedi. Keyfi kaçan ajan, Corky'yi koridorun aĢağısına taĢırken, Corky Marlinson'ın kendini cennette hissettiğine Rachel'ın hiç Ģüphesi yoktu. Onun, "IĢin anahtarı sidik," dediğini duydu. "Çünkü lanet olas ı ön beyin koku alma loplarıyla her Ģeyin kokusunu alabiliyorlar!" Rachel içeri girdiğinde Lincoln Yatak Odası karanlıktı. Yatağın boĢ ve bozulmamıĢ olduğunu görünce ĢaĢırdı. Michael Tolland görünürde yoktu. Yatağın yanında antika bir gaz lambas ı yanıyordu ve Rac hel lamba dan yayılan yumuĢ ak ıĢıkta Brüksel halısını... ünlü oymalı gül ağacı yatağı... Lincoln'ın eĢi Mary Todd'un portresini... hatta Lincoln'ın Kölelerin Azat Edilmesi Bildirisi'ni imzaladığı masay ı seçebiliyordu. Rachel kapıy ı arkas ından kaparken, çıplak bacaklarında bir ürperti hissetti. Michael nerede? Pencereyi kapatmak üzere yürürken, dolaptan gelen bir fısılt ı duydu. "Maaaarrrrrrrry..." Rachel olduğu yerde döndü. Ses yeniden, "Maaaarrrry?" diye fıs ıldadı. "Sen misin?... Mary Todd Lincoln?" Rachel hemen pencereyi kapat ıp yeniden dolaba döndü. Aptalca ol duğunu bildiği halde kalbi hızla, atıyordu. "Mike, sen olduğunu biliyorum." Ses, "Hayıııır," diye devam etti. "Ben Mike değilim... Ben... Aaaabe." Rachel ellerini kalçasına koydu. "Ah gerçekten mi? Dürist Abe mi?" Boğuk bir kahkaha. "Orta karar dürüst Abe... evet." 506 ġimdi Rachel da gülüyordu. Dolaptan gelen ses, "Koooork," diye uğuldadı. "Çok korkmalıııısın." "Korkmuyorum." Ses, "Lütfen kooork," diye inledi. "Ġnsan türlerinde korku ve cinsel dürt ü çok yakından bağlıdır." Rachel kahkahaya boğulmuĢtu. "Senin tahrik olmaktan anladığın bu mu?" Ses, "Beni bağıĢlaaaa," dedi. "Bir kadınla birlikte olmayalı yıllar geçti." Kapıy ı hızlıca çekip açan Rachel, "AnlaĢılıyor," dedi. Michael Tolland çarpık ve çapk ın tebessümüyle karĢ ısında duruyordu. Giydiği koyu mavi saten pijamaların içinde karĢı konulmaz görünüy ordu. Rachel göğsündeki baĢkanlık armasını görünce gözlerini falt aĢı gibi açtı. "BaĢkanlık pijamaları mı?" Omuzlarını silkti. "Çekmecede duruyorlardı." "Benimse tek bulabildiğim bu futbol üniforması oldu." "Lincoln Yatak Odası'nı seçmeliydin!" "Sen önermeliydin!" "Yatağın kötü olduğunu duydum. Antika at kılı." Tolland göz kırptı. mermer tezgâhlı masanın üstünde duran hediye paketini gösterdi. "Yaptığın iyiliğin karĢılığı." Rachel etkilenmiĢti. "Benim için mi?" "BaĢkanlık yardımcılarından birini gönderip, bunu senin için aldırdım. Yeni geldi. Sallama." Rachel paketi dikkatle açıp içindeki ağır Ģeyi çıkardı. GeniĢ kristal bir kâsenin içinde iki çirkin turunc u ak varyum balığı yüzüyordu. Rachel hayal kırıklığına uğramıĢ bir ĢaĢkınlıkla bakıyordu. "ġaka yapıyorsun öyle değil mi?" 507
Tolland gururla, "Helostoma temmincki," dedi. "Bana balık mı aldın'?" "Ender bulunan öpüĢ en Çin balıkları. Çok romantik." "Balıklar romantik değildir Mike." "Bunu bir de bal ıklara anlat. Saatlerce öpüĢ üyorlar." "Bu da baĢka bir tahrik mi?" "Romantikliği sahiden unutmuĢum. Bana gayret göstermekten kanaat notu verir misin?" "Gelecekte aklında bulunsun Mike, balıklar kesinlikle tahrik edici değiller. Çiçekleri dene." Tolland arkas ından bir demet beyaz zambak çıkardı. "Kırmız ı gül vermek istedim," dedi. "Ama Gül Bahçesi'nden aĢırmaya kalkarken az kalsın vuruluyordum." Tolland, Rachel'ın vücudunu kendininkine çekerken, saçının yumuĢak kokusunu içine çekti. Ġçindeki yıllardır inzivaya çekilmiĢ yanının yavaĢça kabuğundan sıyrıldığını hissediy ordu. Onu ihtirasla öperk en, Rachel'ın vücudunun yakınlaĢtığını hissetti. Beyaz zambaklar ayaklarına düĢtü ve Tolland'ın ördüğünün farkında olmadığı duvarlar erimeye baĢladı. Hayaletler gitti. Rachel'ın kendisini yatağa doğru çektiğini hissetti. YumuĢak bir sesle kulağına fısıldıyordu. "Gerçekten de balıkların romantik olduğunu düĢünmüyorsun, öyle değil mi?" "Inanıyorum," deyip onu bir daha öptü. "Denizanalarının çiftleġme ritüelini görmelisin. Son derece erotik." Rachel, onu at kılı yatağın üstüne sırtüstü yatırıp, üstüne çıktı. Tolland, "Ve denizatları..." derken, saten pijamasına dokunuĢlarının keyfini çıkart ıyordu. "Denizatları... inanılmaz Ģehvetli bir aĢk dansı yaparlar." Pijamalarının düğmelerini açan Rachel, "Balıklardan yeterince bahsettik," dedi. "Bana geliĢmiĢ hay vanların çiftleĢme ritüelleri hakkında ne anlatabilirsin?" Tolland içini çekti. 'Workk anlayorum," Rachel futbol üniformas ını çıkarıp attı. "Pekâlâ doğa adamı, hızlı öğrenmeni tavsiye ederim." 509 SON soz NASA nakil uçağı Atlantik üzerinde uçuyordu. Uçaktaki Müdür Lawrence Ekstram kargo kısmındaki kömürleĢmiĢ dev taĢa son bir kez daha baktı. Denize geri döneceksin, diye düĢündü. Seni buldukları yere. Ekstrom'un emri üzerine pilot kargo kap ılarını aç ıp, taĢı bıraktı. Devasa taĢ ın uçağın altından aĢağı yuvarlanıp, güneĢin aydınlatt ığı okyanusun üstünde kavis çizerek, yukarı sıçray an gümüĢi su kolonunun oluĢturduğu dalgaların altında kayboluĢunu seyrettiler. Kocaman taĢ hızla batmıĢtı. Suyun doksan metre alt ına indiğinde, yuvarlanarak düĢen siluetini aydınlat acak az bir ıĢık kalmıĢtı. Yüz elli metreye ulaĢtığında, taĢ kör karanlığa boğulmuĢtu. Hızla aĢağı indi. Daha derine. YaklaĢık on iki dakika boyunca düĢtü. Sonra taĢ, ayın karanlık yüzüne çarpan bir meteorit gibi, okyanus tabanındaki çamur düzlüğüne çarparak, bir alüvyon bulut u kaldırdı. dağılırken, okyanusun bilinmey en binlerce türünden biri tuhaf yabancıyı inc elemek üzere yanına yüzdü. EtkilenmemiĢe benzeyen yaratık, yoluna devam etti.