AÇIN ÖLÜMÜ - Bugünün tek sanatkârı Nazım Hikmet'e Dört köşeli kâat bir oda… delik deşik, delik deşik Ortada bir kırık beşik. Beşik gıcır gıcır ağlıyor. Beşik ağlıyor gıcır gıcır. Ta kenarda: Altı kapalı Üstü kapalı Dört yanı kapalı bir karyola. Duvarda isli bir yüz gibi Kimsesiz bir öksüz gibi bir örümcek adımıyla Ağır ağır yürüyor saat. Saat çalınca tam dokuzu. Hasta dirildi uykusundan Korkusundan alık, alık baktı gölgeler. Tahta bir kalıpta bir insan başı, Bir insan başında iki çakıl taşı, Gözler değil, yürek ağlamış Yürek gözlerde kan bağlamış. 2
Hani tarlalarda Gövdesi budaklı İki üç yapraklı dalları budanmış, Kökleri yanmış, ağaçlar vardır. Bu da öyle. O da böyle. Açarak o bakır göğsünün Paslı yaylı kanatlarını, Mırıltılarla Hırıltılarla Anlatıyor hayatlarını: Bu benim çocuğum, Bu benim yavrucuğum. Gıcırdıyor kara şimşekler Kara bağrında, bağrımızda. Ben onun babasıyım, Hastayım hastayım. Bir çorba tasında canım kaynar. Ne hekim isterim ne ilaç Acım, acım, Acım, Acım, aç.. Gömmeyin beni toprağa İstemez beni toprak Benden daha etlidir Düşen bir kuru yaprak. O zaman, yerin dibinde kaynaşanlar ayaklanmazlar mı? Ne yapacağız bu kuru kemiği demezler mi? Gömmeyin beni toprağa İstemez beni toprak Benden daha etlidir Düşen bir kuru yaprak.
3
Son bir ıslık çaldı ıslak dudakları, Çözüldü göğsü satır satır, kırıldı göğsü çatır çatır Mıhlanan bir demir tabut gibi indi. gözkapakları… Zindanda böyle can verirmiş mahpuslar. Böyle çökermiş uykularda Kurşun kanatlı kâbuslar. İLHAMİ BEKİR TEZ (1906 - 1984)
4
AĞIR ÖLÜM (*) Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar. Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler. Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
5
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar. Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar. Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir. Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına. PABLO NERUDA (1904 - 1973) (*) Medyada Pablo Neruda adıyla yayınlanan bu şiirin şaire ait olmadığı, Pablo Neruda Vakfı tarafından açıklanmıştır.
6
AŞIKLARIN ÖLÜMÜ Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu, Divanımız olacak, bir mezar gibi derin. Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin O garip çiçekleri süsleyecek konsolu. Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda Birer ulu meşale olacak kalplerimiz. Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz, İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda. Pembe, lahuti, mavi bir akşam saatinde Vedalar dolu uzun bir hıçkırık halinde Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri. Nihayet kapıları biraz aralayarak, Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri... CHARLES BAUDELAIRE (1821-1867)
7
BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI I Memelerim koparıyor Yüzyıl süren bir yalnızlık dile gelmişçesine Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi! Ve ağrıya ağrıya tabi, ağraya ağraya ağbi... Nakkaş Tepe de ancak bezmimize böyle gelmiştir Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle Yerbilimsel bir hapisten sonra. II İçimdeki karanlığı patlatacağım Zifiri bir su akacak kamışımdan toprağa Bir kedi yavrulayacak köpek dişli bir kedi Ve böğürtlenler köpürecek ağzından Yedikçe 8
kendi kendini mayhoş Ya da Posta Nazırı dedemden kalma Mors’un en morundan bir karga Konacak karşıki direğin doruğuna Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu Ne kadar taşlasan boş oynamıyor yerinden Ben kargadan korkmam ama bunun gözleri baykuş Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak Ve ötüyor ötüyor ötecek Beni ışığa bağlayan (Bağlayın beni ışığa! Gerin telleri gerin!) beni ışığa bağlayan o gelin telleri o gelin telleri kopuncaya dek... Akpembe bahar yelkenleriyle Güneşin rüzgârına gerilmiş bir badem ağacı gibi... İçimdeki karanlığı patlatacağım Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla ağlaya ağlaya Yepyeni bir insan pırıl pırıl bir can bitecek toprağa... III İki çöpçü geliyordu karşıdan. Biri (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını ) Öbürüne (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o Anavavza gözüyle dünyanın en güzel atlarının neredeyse ineceği e birez genişçe bir çakır su gibi görüyordu, 9
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi - İsterse kalpten olsun, isterse Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye VII Ruhum sıkıldıkça, ruhum, Mızrapsız bir tambur gibi Apayrı bir hava çalıyor vücudum Ruhum sıkıldıkça ruhum, Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı Apayrı bir hava çalıyor vücudum Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere! Başka yere, başka yere, başka yere! Ruhum sıkıldıkça, ruhum, Cemil Beysiz bir tambur gibi Kendi kendini çalıyor vücudum VIII Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da Duvarda bir gedik ilişti gözüme Uydurdum gözümü deliğe: Bir bahçe Bahçe değil bir havuz Havuz değil bir bahçe Üstü nilüfer kesmiş silme O nefti yapraklarıyla gelmiş O aksarı çiçeğiyle Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe! İnsanoğlu beni görsün diye mi? Bahçede oysa Bahçedeki bir havuz Bir havuz ki bir bahçe Ne in var ne cin ne bey ne ağa Surları da çekmişler dört bir yanına Bizler de varmayalım diye bu uçmağa Sade bir garibim yavru kurbağa Serilmiş o ortası çukur 10
O sal gibi yaprağa Yarı suyun içinde Yarı yansımış ışığa Pırıla pırıl yeşile yeşil Rezil mi rezil Başladı birden haykırmağa Başladı inin cinin ağanın beyin Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği Çevresine bizler görmeyelim diye Surlar çektiği O kimsesiz güzele türkü yakmağa Şairim ben Benim işte o kurbağa.. IX Hep ölümü çalacak değil a Zangoç Bu da Sema’yla Asaf’ın kızına Hoşgeldin demek için Oysa Ne kadar Ne kadar Ne kadar yalnız Sanıyordum kendimi demin.. X Atkestanelerini geçen süvari ışıklar Er-erken kaldırmış hanımellerini tühallah üşüyecekler! Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle Esen yel! Esen yel! Kim gördü böyle gül yiyen horoz Tanyeri kokuyor sesi... Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı hapiste dolmuş bir şarap şişesi Öbür horozlar da ayaklanıyor merdiven nakışlı ibikleriyle Ve balkonlardan sarkarken 11
düşleri bebelerin bir albayrak yarışı gibi Horozlar nev-icad ediyorlar denizi Hırsızlar! Hırsızlar! Ve deniz levent gölgeleriyle Turgut Reis’in Bütün bu dizelerden alınıyor Bir ala bir mora kesiyor yüzü Esen yel! Esen yel! Bu sabah bir firardır kan-davasından bir çocuk Kuşluk vaktine kalmadan önce Güneşin kurşunlarıyla vurulacak Ve akşamladı mıydı çamlar ve karardı mıydı Tepelerde Tepelerde Öyle güzel ki esen yel Esen yel! Esen yel! Bu sabah ve bu bahar bir firardır. Baruta koşan bir fitil İfil İfil Öyle güzel ki esen yel! Esen yel! Esen yel! Öyle güzel Öyle güzel ki Esmese de Esmese de Güzel..
12
XI İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye. İçimden bir his. Bir his ki Çapraz oturmuş denizin kıyısına Taş Taş Taş Derken bir GÜNEŞ! Tıpkı Üsküdarda’ki Şemsi Paşa Camisi gibi. Sen iskeletlerle değil diyor bana Sen iskelelerle kuracaksın cesedini Ve öyle köpeksin ki sen Öldükten sonra bile Yılmaz’ın UMUDundaki Paytonların ardından Koşacaksın hep Geleceğe Çın Çın Çın Ve karnımın gevşemesine karşın Taş..larımdaki tarçın Bırakmıyor beni ölmeceye Evet diyemiyorum Diyemiyorum ki evet O hayırlı O hayırlı geceye XII Ben de Boğaziçi de bu bahar Mavi sakalına erguvanlar takmış Sarhoş bir İskele Babası kadar Hem delikanlı hem deliler gibi ihtiyar. CAN YÜCEL (1926 - 1999)
13
BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde olurum kötü geçen bir güzü ve umutsuz bir aşkı anlatan rüzgarla savrulan kağıt parçalarına yazılmış dağıtılamamış bildiriler gibi uzun bir yolculuğa hazırlanan yalnız bir yolculuğa. çünkü beyaz bir gemidir ölüm siyah denizlerin hep çağırdığı batık bir gemi 14
sönmüş yıldızlar gibidir. yitik adreslere benzer ölüm yanık otlar gibi. sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde ölürüm. BEHÇET AYSAN (1949 - 1993)
15
BİR BARIŞ SAVAŞÇISININ ÖLÜMÜ ÜZERİNE Teslim olmayan o, öldürüldü. Öldürülen o, teslim olmadı. Uyarıcının ağzı toprakla kapandı. İşte başlıyor kanlı macera. Barışseverin mezarı üstünde taburlar tepinmede. Savaş boşuna mıydı yani? Bir başına savaşmayansa öldürülen daha kazanmamış demektir düşman... BERTOLT BRECHT (1898 - 1956)
16
BİR EFLATUN ÖLÜM Kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim. Sessiz akan bir ırmağım geceden, git dersen giderim, kal dersen kalırım. Git dersen, kuşlar da dönmez, güz kuşları yanıma kiraz hevenkleri alırım. Ve seninle yaşadığım o iyi günleri, kötü günleri bırakırım. Aynı gökyüzü, aynı keder değişen bir şey yok ki gidip yağmurlara durayım. Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım. 17
Belki sararmış eski resimlerde kalırım. Belki esmer bir çocuğun dilinde.. Bütün derinlikler sığ, sözcüklerin hepsi iğreti. Değişen bir şey yok hiç, ölüm hariç. Aynı gökyüzü, aynı keder. BEHÇET AYSAN (1949 - 1993)
18
BİR ÖĞRETMENİN ÖLÜMÜ - Ziya Arıkan'ın ardından Nedir bir öğretmenin ölümü bir yetişkin insanın yaşamında? Biraz da kendi ölümüdür; insanın bir yanı ölüp gider, tanıksız kalmıştır çünkü, bir belge yok olmuştur. Ağlarız bir ölüme, o ölüm kadar ölümsüzlüğüne inandığımız şeylere; dağınık, düğümlü bir çocukluğa, bir çıkık omuza, bir parçalanmş dize; sulannuş sokaklardan geçersin eski bir müzik çalınır; saçları yıkanmış bir kadın başı uzanır pencereden; tahta merdivende mantarlının topukları yankılanır; birinin gözü kör olur ünlü bir yatıra saygı göstermedi diye; geçersin kapı önlerinden, artık adından başka bir şey kalmamış Zeytinlibahçe'den; ağla ozan! bir çocukluk yaşamadın, yaşadın diye kim tanıklık edecek? Ölmemeli öğretmenler, yazılmamalı, duyurulmamalı ölümleri; ancak o zaman inanabiliriz ölüme ve ölümsüzlüğe. ÖZDEMİR İNCE (1936 ) 19
BİR ÖLÜMSÜZ YALNIZLIĞA ŞİMDİ OTAĞ KURDUĞUMUZ Islanır bir orman yağmurunda şimdi uzak O bir suskun mavide ışıyan ilk sevimiz. Kalacak tüm karanlığıma karşın belki tek Yalnız seni uyuduğum şu ılık gece. İlk soluğunca evrenin bir serinlik Serpilir yirmi çağlar ötesinden çölümüze Kaç ölümler aştık da vardık ancak işte Bir ölümsüz yalnızlığa şimdi otağ kurduğumuz. TAHSİN SARAÇ (1930 - 1989)
20
BİR ÖLÜNÜN ODASI Ölünün odasını temizliyorlardı. Anası, babası, karısı, çoluk çocuğu. Kahveden arkadaşları. Gündelikçi kadınlar da gelmişti. Kimler yoktu. Ağlıyorlardı, bağırıyorlardı, susuyorlardı. Çığlıklarının yansıması suskuydu, suskularınınki çığlık. Gülüyorlardı gülümsemeden. Yatak çarşaflarını, yastık kılıflarını har vurup harman savuruyorlardı. Suya sabuna vuruyorlardı. Havalarda uçuyordu bir giysisi. Bir kalemi, bir kâğıdı. Anılarını güneşe çıkarıyorlardı. Çirkin aynaları güzel günlerinin. Pirelerini, tahtakurularını, bitlerini temizliyorlardı. Sesini temizliyorlardı. Gökyüzünü de temizliyorlardı, bir gün penceresinden baktığı. SABAHATTİN KUDRET AKSAL (1920 - 1993)
21
BİR ÖLÜP BİN DOĞANA I Sen insanlık katında yücelirken Seni dişleyenler cüce kaldılar Sende bilgi, sende direnç bilendi Bilmem ki sana saldıranlar nice kaldı. II Gövdende çağlar uğulduyor Yenilmez dağlar uğulduyor Milyarların katliam silahlarına harcandığı dünyada Senin varlığında insancıl şarkılar uğulduyor. III Dediler ki, "Dikkat et, düşman binbir maskesiyle dürüdü Döneklik ardı sıra ihaneti sürüdü!" Dedim ki, "Dikkat ettim, en karanlık günlerde bile Direnenler ön saflarda mavzer gibi yürüdü!"
22
IV Yaşıymış Gözündeki özleminin yaşıymış Kütüğünde gençliğine kayıtlı Kavga yaşı insanlığın yaşıymış. V Söz verdin Budadılar göz verdin Kan içinde yoldular Ateş alıp köz verdin. NİHAT BEHRAM (1946 )
23
BOZLAK KEDİ VE ÖLÜM Kaç zamandır inatla bir sevdayı sürerim, Bilinmedik yüzünde balkıyan sis peçesi. Yolları ezberden ben hep ona giderim, İçimde düğüm düğüm bir bozlak cerbezesi. Sahi o bozlağı ben ilk nerde duymuştum? Ben ki çağ dışı bir uyumsuzluk delisi, Kendi ipimi belki kendim çekerim. Gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi, Her yere peşimden onu da sürüklerim. Sahi o kediyi ben ilk nerde görmüştüm? Durmadan garlara garajlara düşerim, Gayri bilmem ne olur size kalmış gerisi. Adıma arasıra törenle mum dikerim, Ölümüme gönülden bir merhaba yenisi. Sahi o ölümü ben ilk nerde ölmüştüm? METİN ALTIOK (1941 - 1993)
24
CEMAL VE ÖLÜM Ölüyorum tanrım, dedin Ve öldün sevgili Cemal - Bildin öleceğini Tanrıyla sözleşmiştin Üstü kalsın, dedin - Üstü kaldı Cemal Türk şiirinin en güzel çocuğu İmgelerin imparatoru Öpüyorum seni son kez -Üstü kaldı hayatının... hep kalacak Şiirlerin hepimize yeter! ÖZKAN MERT (1944 - )
25
DUYUŞ VE DÜŞÜNÜŞ Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber. Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu; Zihnim düşünceden dağınık, gözlerim dolu. Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü, Lakayd olan muhimsemiyor gamlı bir günü. Çok şey bilen diyor:"Gidecek her gelen nesil! Ey sâde-dil! Bu bahsi hayâtında böyle bil! Hiç durmadan hayât öğütür devreden bu çark, Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark!" İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri... YAHYA KEMAL BEYATLI (1884 - 1958)
26
EVRENSEL ÖLÜME KARŞI Kopar mı dudaklarından yaşam türküsü kişinin Esirgemez gücünü ekmişse erkek, tarlalara; Aşında örgüsünde sevecen kadınlar Dağılan güzelliğini yavuklu genç kızlara, Yansıyan ışığına eğilen büyük ırmağın... Soluyan odalarda o göklerin nefesi Açan avlularında hergün sulanan çiçek; Belki son masalında tok yüzlü ninelerin Yerdiği devler yanında övdüğü gökçelerle Bitmez anlatışında titriyen içlek sesi: İnsanca dillerinde en eski sözse barış... II Bir tanrı gerindi yüceliğim Çocukluğuma uyandığım bir gündoğumu; Kişiler işlerinde güçlerinde, Gülen yüzeyle sokaklar 27
Yıkanmış arı gönüller gibi, Aktıkça duruluğa ırmak, Geçtikçe bulutlar, kaldığımı. HALİL KOCAGÖZ (1930 - 1984)
28
HOŞ GELDİN ÖLÜM 1. Hoş geldin ölüm buyur otur saklımız kalmadı dök eteklerinden taşları Ben bir rüzgarım özgürlük rüzgarı bir yürekten bir yüreğe taşırım umutları Ben bir dağ seliyim yıkarım duvarları yükselir kentten çorba kokuları Ben bir denizim hırçın dalgalı ölüm nedir bilmeden döverim kıyıları
29
2. Bütün dostlar uyanık şafağı karşılıyor yan hücre kapıyı çalıyor kalk gidelim sıradakini bekletmeyelim... NEVZAT ÇELİK (1960 - )
30
KIYIDA ÖLÜM Ölürken görünmesin diye Yumar sımsıkı gözlerini Öper kendi dudaklarından Güneydeki deniz aldırmaz buna Bir yaz şarkısı, hüzün Ayva çiçekleri ak dallarda Eğik uçan deli kırlangıç Yaz günü kimsesiz sokaklarda Güneydeki deniz aldırmaz buna Saat beş. Penceremi açtım Bir kına gökyüzüne yayılmış Horozlar ötüyor kaba yağmurda Güneydeki deniz aldırmaz buna Ölürken görünmesin diye Yumar sımsıkı gözlerini Öper kendi dudaklarından. ERGİN GÜNÇE (1938 - 1983)
31
MEMED'İN ÖLÜMÜ Dağ yolu, Mazısı, yolcusu İnim inim inleyen Bir kağnı. Hasta delikanlı, Ciğeri tutuşmuş ana. Dağ yolu, Rüzgar esiyor yaman. İnce, yırtık bir yorgan altından Bir feryat yükseliyor; Amaaannn, amannn.. Yolu da su götürmüş hasta geçemez. Ecel şarap sunmuş Memed içemez Ekin olur, harman geçer biçemez Felek böyle yazmış alın yazımı Verin Durmuş çalsın cura sazımı. Dağ yolu, Kuş uçmaz, kervan geçmez. Acı, zulum Memed geçecektir. İndiğini görür gibi olurlar Azrail'in, Dooovvah, derken öküzlere, Gümüş taneleri gibi dökülür, Gözyaşları Ali'nin.
32
Yorganı tutmaktadır ananın Nasır bağlamış elleri, Atar yemenisini başından rüzgâr, Uçuşur saçının ak telleri. İstasyona gidiyor kağnı, Doktora götürülüyor Memed, Göz çukurlarında hayat yanıyor Tekerler oynaşırken taşlarla. Memed uyanıyor: Ölüyoommm anam ölüyomm. O ne biçim laf yavruumm? .. Sen ölme, anan ölsün.. Sırılsıklm olmuş hasta Sırılsıklam olmuş yorgan, Sırılsıklam olmuş kağnı, Öküz de, ana da, bakışta telaş.. Ve... Gözlerde yaş Buram buram tüterken Yollar sona eriyor, Doktoru bekleyecek Memed'in yatağı İstasyon rampasına seriliyor. Ana baş ucunda oğlunun, Hasta kucağında ecelin. Son rüyasıdır belki; Fatması olmuş gelin, Cirit oynuyor uşaklar, Halay tutmuş genç kızlar, Nara atıyor Kezbanın Ali. Mavzer sesi geliyor kulağına Ve: Açıyor gözlerini. Ölüyoomm, ana ölüyommm O ne biçim laf yavrummm, Sen ölme, anan ölsünnn... Bir yıldan uzun dakikalar Bir ömre sığmaz çile Damarlarında hastanın kan olup gidiyor. Öteden bir köylü ağlamaklı olmuş; 33
Yazık diyor. Matem elbisesi giymiş gökler Kara yazılı Memed'ime ağlıyor, - Memedim Memedim diye, Feryada başlarken ana, Kimdir bilinmez bir garip kişi, Memed'in çenesini bağlıyor. Tren gele dursun, Gökler kan ağlasın Rüzgâr kudursun. Ecel gülmüştür, İstasyon rampasındaki Memed, Teslim etmiştir emanetini rabbine. Ölmüştür. Ne diyeyim yazısına Kim bakacak kuzusuna Mahşere dek deva olmaz Ciğerimin sızısına. Ne diyeceksin anam, ne diyeceksin? Kime ne dediğimiz var? Kimi kime şekva edeceksin? Hançerler oyar gibidir etlerimi.. Düşer gördükçe yarı yollarda Memedlerimi. Buğulu gözlerle ayrılır köylüler İstasyon rampasından. Mazılar, İnim inim inlerken yasından, Boşanır ananın sabır yayı, Ve.. Düşer dağ yoluna feryat alayı... Dağ yolu, Mazısı, yolcusu inim inim İnleyen bir kağnı Perişan olmuş telaş, Ağızlarda yanık türküler Ve.. Gözlerde yaş. Yağmur yağıyor, Rüzgar esiyor yine, 34
Teslim etmiĹ&#x;tir emanetini, Memed.. Rabbine.. ABBAS SAYAR (1923 - 1999)
35
MİNİK KUŞUN ÖLÜMÜ Geçen sabah, bir kuşun ötüşüyle uyandım, Balkonda boyun bükmüş halini görüp yandım. Ötüş değil bir feryat, acı dolu, ah dolu, Bir titreyiş, bir korku, kana bulanmış kolu. Soruverdim: – Cankuşum, kimlerdir sana kıyan? Bir inilti… Kahrolur bu dertli sesi duyan. Yalvarıyor, ağlıyor, iki güzel minik göz, Bu tabloyu gerçekten anlatamaz hiçbir söz. Dedim kendi kendime: Hangi acımasız el, Bu körpecik, bu şirin, bu tertemiz, bu güzel, Yavruya kıyabilmiş! Hiç mi hiç acımadan. Yazık sana yüreği taştan bile sert olan! Yüreğini sevgiyle yıka, acı, seven ol, Rahim olan Allah’a uzanmaktadır bu yol. RIFKI KAYMAZ (1950 - 2010) 36
ÖLDÜĞÜM GÜN Ben öldüğüm gün, Yeşil bir elbise giy. Bir daha görmeden yüzümü, ellerimi, Kırlarda dolaş, şarkı söyle. Ağla, gözyaşın çimen beslesin, Ulu bir ağacın dalına as resmimi. Ben öldüğüm gün, Güzel insanlarla konuş, Deniz kenarında otur, bir sigara iç, Dalgalarla dertleş. Gözlerinin rengiyle boyansın baktıkların, Ama karaların uzağından geç... KEMAL KALE (1960 - 1989)
37
ÖLDÜKTEN SONRA Diyecekler ki arkamdan Ben öldükten sonra O, yalnız şiir yazardı Ve yağmurlu gecelerde Elleri cebinde gezerdi Yazık diyecek Hatıra defterimi okuyan Ne talihsiz adammış İmanı gevremiş parasızlıktan... MUZAFFER TAYYİP USLU (1922 - 1946)
38
ÖLDÜRME ÖZGÜRLÜĞÜ Özgürlük Anıtı'nın rengi şimdi Bir ölümcül donuklukla eşittir. Kurşunlandı özgürlük, onun sevgili adı Sandı alındı bağımsızlığı geri Amerika, kendi kendini vuran! Tam da öyle işte, kendi kendini! Sıkıysa çık dışarı bu korkulu Her taşına kâbuslar sinen ülkede Ve daha korkuncu bu gidişle Ormanlara kaçıp gizlenmek sonu. Toprakta o bildik koku Şu evrensel ünü olan Dallas'tan, Yaşamak nasıl da tekinsizlik dolu Ve işte senin en büyük utancın bu. Kim inanır masallara, hangi çağdayız O soylu fikir zevahirinin ardından Silah yağının fiyatı yükselirken Yaşamın düşürdüğün bedeline bak sen! Katillerdir cenazende yas tutanlar da 39
Hissedar olmaya her karış toprağına -İşte yine, bir daha, hadi bir dahaBaşaklarında kurşun tanelerinin Dalgalandığı Teksas tarlalarına. Şapkalarının altında haince Tarıyor gözleri karanlığı Senin o katil çetelerinin Tutmuşlar her kapıyı Ve işte cesedi bir ikinci Kennedy'nin.. Amerika nedir bu, oğullarını koru! Ve çocukları, başka ülkelerdeki Ve onların kulübelerini küle döndüren Yakıyor tıpkı onlar gibi, ateş ve bombaların İnsan hakları bildirini senin de. Bilinci olmaya söz verdiydin dünyanın Şu hale bak, dipsiz utancın kıyısında Vurduğun, kral değil sözündür Onurundur, Vietnam'a attığın her bombada. Bir ulus çıldırıyorsa, yaptıklarını Mümkün müdür kınamak el kadar Üstünkörü barış sözleriyle. Tek yol senin için yine utançtır. Tarih çamaşırhanede aklanmaz ki -Yok henüz, keşfedemedin Böyle bir çamaşır makinesiniKan hiç paklanır mı Amerika! Nerendedir Amerika utancın senin, Söyle nerede saklı o? Sanki kaçan bir köle Kölelerin içinde. Tut ki Raskolnikov'dur dolaşan baştan başa Deliliğin kanlı baltası elinde Kendisini yine kendi yargılayan Planlı katliamlarıyla Canilerden geçilmiyorsun Amerika. Hey Abe, iyi ihtiyar De bana ne yapıyor ülkendeki insanlar? Kaçıncıdır sıralıyor tek bir gerçeği: 40
Anlaşılır ancak kesildiğinde Yüce bir ağacın yüceliği. Lincoln oturuyor güneşe karşı Mermer sandalyesinde kanayarak. Aslında odur canavarların Bu kaçıncı kez vurduğu. İşte o kurşun delikleridir Amerika Yıldız diye koydukların da bayrağına. Urbası kurşunlarla lime lime Özgürlük Anıtı, ey sen O kadın, o ana yüreğinle Kaldır başını ölümlerden Aç ağzını, yum gözünü Toptan lanetle bu Kahrolası öldürme özgürlüğünü. Hey Özgürlük Anıtı, sen, kaldır şu Yeşile kesmiş yüzünü boğulduğun kandan Kafa tut özgürlüğün cellatlarına Ve ama alnından artık Bir damla kan akıtmadan... YEVGENY YEVTUSHENKO (1932 - )
41
ÖLENLERLE KALANLAR Biliyorum, ölüler, biliyorum.. Daha gençtiniz: Yaşamaya doymadan. Kiminiz pembe yüzlü, şişman. Ömrünün baharında taze, İkindiye yetişen cenaze. Biliyorum, ölüler, biliyorum.. Çürüyüp gitmiş kiminiz. Kiminizin, kalanlardan uzakta, İlk gecesi, toprakta... ZİYA OSMAN SABA (1910 - 1957)
42
ÖLMEKSE Ölmekse, ölüyü bıraktık En güzel geceye! Ve dışarda O koyu maviyle beslenmiş tok Gökyüzü! Işıl ışıl yıldızla! Uyu koyun koyuna Sonsuz'la! SABAHATTİN KUDRET AKSAL (1920 - 1993)
43
ÖLMEMEKTEN ÖLMEK Gözkapaklarımın üzerinde ayakta duruyor Ve saçları saçlarımın içinde Biçimi ellerimin biçiminde Gözlerinin rengi gözlerimin renginde Gölgemde yitip gidiyor Tıpkı bir taş gibi gökyüzünde. Gözleri var her zaman açık Ve bir an olsun uyutmaz beni. Düşleri var apaydınlık Güneşler buharlaştıran Güldürür, ağlatır beni ve güldürür Konuşturur beni söyletmeksizin tek bir söz. PAUL ELUARD (1895 - 1952)
44
ÖLMEYE VAKİT YOK İnanmak gerekir güne. Bütün dertleriyle dün. Durmayın çaba getirin güne. İnsanlar güzeldir. İnsanlar iyidir. İnsanlar güçlüdür. İnanmak gerekir güne. Kocaman bir yürek taşıdım getirdim Bütün umacılardan korkusuz Gelinlerden güzel Sınırlardan üste Tüm bayraklardan renkli Yaşamın temeli direği İnanmak gerekir güne. Gelincikler toprakta gelindir. İnsanın umudu insanda. Gerçek korkmadan soyunur Güzelim güneş alnında.
45
Kocaman bir yürek taşıdım getirdim Tüm bayraklardan renkli Peter Con Pietro Petrovna Ali. MÜŞTAK ERENUS (1915 - 2002)
46
ÖLMEYECEK KADAR YARALI Öfkeliyim! Ama yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama sanki neşter “tak” diye iniyor ve boşalıyor yara gömleğim sırsıklam irinden, bayıltıcı bir koku sanki birdenbire durması gibi bir diş ağrısının acıdan kıvranarak uyanmalardan sonra, ya da bir yangın, bir firtına sonrası sokaklarda somyalar, kırık aynalar, masalar, albümlerden dağılmış resimler dört bir yana: çocukluk, okul ve nişanlılık resimleri yani resimlere tutuklanmış mutluluklar yani bütün bunlar: sessizliğin amansız yasası, yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama. Her çeşit mecazdan uzak, yaygın bir akşam ranzaların yarısı dolu: çocuk yüzlü delikanlılar, koğuşta mayalanmış ter, keskin erkek kokusu, sırt üstü yatmışım şür okuyorum ranzamda kuş kanadı, kara kehribar şiirler gecenin alnında telörgüler, nöbetçiler düdük sesleri, motor uğultusu ve bir uzak sayıklama 47
şiir okuyorum ve oğlum aklımda: uyuyor oğlum milyonlarca çocuğu gibi yurdumun uyuyor oğlum şimdi geçilmez geceyi (Ama gece de geçilir çünkü bütün geceler geçilir!) Öfkeliyim! Diyorum ki: “Bu bir dirilmedir”, kendime: hatırlanması unutulmuş bir sevdanın, simgesi zeybek gibi diz vurup ayağa kalkmanın diyorum ki: “Ey kendini yüreklendiren acı, sonbahar tortusu!” bir umut geçiyor yüreğimin iğnesinden eşsiz bir yalım güvercinler havalanıyor yüreğimin bir köşesinden güvercinler havalanıyor ilkyaz güvercinleri konmak için başka yüreklere havalanıyor güvercinler hatırlatarak kuşandığımız acıyı hatırlatarak yüzümüze, ellerimize sıvanan acıyı yaylaları, ceviz ağaçlarını, kitapları, ozanları hatırlatarak dört duvar arasına kapatılmışlığımızı hatırlatarak adsız ölüleri, yalımlanan yüreği güvercinler havalanıyor, sonsuz güvercinler! Öfkeliyim! kendime, uğultusuna dünyanın öfkeliyim! kendime, sağır duvarlara öfkeliyim kendime “müebbed” tüketsem de ben bu sabrımla... Sabrım genç ve yalansız gerçeğin sabrı sılasız, katı kaynayan su, sabrım, uçsuz bucaksız buğday tarlası. Yatmışım sırt üstü, gözüm tavanda, beklenen bir mektup gibi tıpkı açıyorum geceyi usulca...
48
Yatmışım sırt üstü, yüreğimi dinliyorum sanki bir dağ başı yüreğim, binlerce yaz, binlerce gökyüzü; bir serinlik içindeyim, bir sürekli rahatlamada camların direnen pırıltısı gibi bir sağnak sonrasında Yüreğim gene de ezik örselenmiş bir yaprak güvendiğim yüreğim ezik bir yaprak da olsa biliyorum ki kendi küllerinden yeniden doğar Anka! Dayan ey benim yüreğim sulu sepken karlara dayan ey benim ayaklarım bu yamaçlara, bu sarp doruklara dayan ki uzaklar yakın olsun dayan ki yokuşlar düz olsun dayan ki karalar ak, gülpembe olsun şenlensin dağların üstü şenlensin örenler, yangın yerleri, yıkıntılar dayan ki öğrensin dayanmayı yüreğim unutmasın kayaların toprağın ırmağın anısını unutmasın benim nakışlı sabrımı unutmasın yüreğim! Öfkeliyim! Ve birden yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama. ÖZDEMİR İNCE (1936 - )
49
ÖLMEZ Bitmez yasımız, içte kapanmaz yaramız tez, İnsanlar ölür, bir koca tarih olan ölmez! Solmaz o beniz, yok, o bakışlar yine mavi, Lâyık onu tutsak biz ilahlarla müsavi. Göğsünde bu yurdun tütedurdukça ocaklar, Eksilmeyecektir ona kan ağlayacaklar. Batmaz o güneş, yurdu aşıp tarihe dalsa, Her Türk Ata'nın yolcusudur tek kişi kalsa! Atmaz bir adım arkaya "Türk"üm diyecek genç, Yoktur onu inkâr edecek, varsa ne iğrenç! Çiğnenmeyecek ömrünü vakfettiği ülkü, Ahrette bulur, ölse de, ardında bu mülkü. Ant içtik evet gitmeye gösterdiği izden, Her gün tutacaktır o büyük ruh elimizden. Yok işte bakın ondaki nur ayda, güneşte, On beş yıla sığdırdı o dev, yüzyılı işte! Gencim! diyen artık bir akistir o güneşten. İçlerde yanan kutsal alev hep o ateşten. Parlar o güneş, âlemi sonsuz gece sarsa, Bir laht ona tarih, o anıt şanına darsa. Bir dağdı aşılmaz, yüce gökten daha yüksek, Yetmez, biz o insanla asırlarca övünsek. 50
En ünlü adamlar bile etsin ona gıpta Yansın ona âlem, yüreğinde kan akıp da. Kalbimizdeki tunç heykeli gök çatlasa bölmez, İnsanlar ölür, Türk'e ilâh olmuş er ölmez! ORHAN SEYFİ ORHON (1890 - 1972)
51
ÖLMÜŞ BİR ARKADAŞTAN MEKTUP Eskisi gibi yaşıyorum, Gezerek, düşünerek.. Yalnız biletsiz biniyorum vapura, trene, Pazarlıksız alışveriş ediyorum. Geceleri evimdeyim, rahatım yerinde, (Bir de sıkılınca pencereyi açabilsem) Ah.. başımı kaşımak, çiçek koparmak El sıkmak istiyorum arada bir. MELİH CEVDET ANDAY (1915 - 2002)
52
ÖLÜ Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler, Yummayın, yummayın kirpiklerini! (Kim ondan daha çok hayatı özler?) Çağrıyor, çağrıyor sevdiklerini.. Gelmiyor, gelmiyor o yüzler niçin? Kaybolmuş koynunda onlar da hiç'in, Bilmiyor boyunun ölçüsü için, Başının ucuna geldiklerini. Bilmem ki adını onun kim saklar? Şimdiden unutmuş onu kucaklar, Besbelli üşütür soğuk topraklar, Soymayın, soymayın giydiklerini... AHMET KUTSİ TECER (1901 - 1967)
53
ÖLÜ Hangi mahallede imam yok, Ben orada öleceğim. Kimse görmesin ne kadar güzel, Ayaklarım, saçlarım ve herşeyim. Ölüler namına, azade ve temiz, Meçhul denizlerde balık; Müslüman değil miyim, haşa, Fakat istemiyorum, kalabalık. Beyaz kefenler giydirmesinler, Sızlamasın karanlığım havada. Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım, Ki bütün azalarım hülyada. Hiçbir dua yerine getiremez, Benim kâinatlardan uzaklığımı. Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar, Çılgınca seviyorum sıcaklığımı. FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (1914 - 2008)
54
ÖLÜ ASKER - Kimin kurşunu öldürmüş onu? - Bilen yok. - Nereliymiş? - Jovellanos'lu diyorlar. - Nerede bulmuşlar? - Yolun yanında yatıyormuş, öteki askerler görmüş. - Kimin kurşunu öldürmüş onu? Gelip öpüyor onu nişanlısı; anası geliyor sonra ağlıyor. Sonra da yüzbaşı çıkageliyor. bağırıyor: - Gömün onu! Dan! Dan! Dan! GİDİYOR ÖLÜ ASKER. Dan! Dan! Dan! YOLUN YANINDA BULMUŞLAR ONU. Dan! Dan! Dan! BİR ASKERDEN NE ÇIKAR. Dan! Dan! Dan! DAHA NE ASKERLER VAR BİZDE. NICOLAS GUILLEN (1902 - 1989) 55
ÖLÜ ATLAR Karışık bir iç deniz bunalımı zafersiz bir kalyonda ölümün her anki hatırasından uzak insanı her halinden tanıyan sakat bir ölü atlar alıcısı ucuza kilitlenmiş bir dağ ceylanı ancak bir tabuyu öldürecek bir zamanda göğün bütün ön görmelerinden uzak fenerler tutulup tekmeler atılan önemli bir es çağ tanrısı telaşla yenilen analarda kayboluşları sevgisiz kalan babalarla lekesiz bir güneşle ancak çocuğunu sardığı bezler arınan ağrıtmaz sanılan bir yaşamak şarkısı ikisinden birini örter kanadı durulmayıp tebessüm ettirilen şarkıda sevinçsiz canlara dayanmak her an bir başka ışıksızı arayan acıması bir çocuğun masal cücelerine. CAHİT ZARİFOĞLU (1940 - 1987) 56
ÖLÜ BİR DENİZ YILDIZI Ey sonbahar! Ey düşsel yolculuk! Seni Dolaştım yaz sıcaklarında, bekledim Duydum ki benim değildi artık, doğanın Kalbiydi uçurumlar toplamı kalbim. De bana, anlat bana, öyleyse neden hatırlıyorum onu O fırtına kuşunu gölgesini yere düşüren? Gittiydi geldiği yere, uzaklığına Döner mi bir daha dönmez mi bilmem Yüklenip yittiydi gözden onca çırpınışları Ne sevinç bıraktıydı içimde, ne keder, ne acı. Bir sen kalmıştın sen, ey sonbahar ılımı, dörtnala gelen Bir atın kalkışı gibi kalkıp da gözlerimden. Parlar ki şimdi arasıra geceleri Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk O nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da... EDİP CANSEVER (1928 - 1986)
57
ÖLÜ ÇİZGİ Bir zehir, Birikir odalarda. Almaz ki veresin rüzgâra Rüzgâr deli değil! Birden yayılır kanda, Kararır dört yan. Bir çöküntü başlar yaşamanda Her şeyin değersizleştiği an. Deniz mi bu. geçilmez Aşılmaz, dağ mı? Tam bana göre, uyuşuk Miskinlik gibi var mı? Nedir seni saran bu sis: Yok dünyalarda tat. Kuvvetsiz Böyle daha rahat. Yaşamışım kaç para Mezar taşları neci? Deli gibi sarılsam da hayata, Kalacak nesi var ki? Kitaplar seslenir yüksekten, mağrur: 58
- Gel bize, kurtul, gel! Almanızla bırakmanız bir olur, Böyle daha güzel. Sokaklar seslenir akpak, temiz: - Hadi gel, avunursun! Bütün sokaklardan iğrenirsiniz, Avunmak şöyle dursun. Aşklar seslenir, çekingen, tatlı Ama inanma, maske! Övünülür bir tarafım kalmadı Düşmanlarım sevinsinler, daha ne! Ölü çizgileri dünyanın, Biz sizin esiriniz İster bırakın, Öldürün isterseniz! Derken kalkar perde: Bu ırmaklar benimçin bir daha akar mı? Özledim hani nerde Yaşamak gibi var mı? BEHÇET NECATİGİL (1916 - 1979)
59
ÖLÜ ÇOCUĞA GAZEL (Gazel V) Her akşam üzeri bir çocuk ölür, her akşam üzeri Granada'da. Her akşam üzeri yerleşir de su dostlarıyla konuşur baş başa. Yosundan kanatları var ölülerin. Bulutlu yel ve duru yel yan yana süzülen iki sülündür kuleler üstünde, gündüzse yaralı bir oğlan. Havada kalmazdı tek kırlangıç gölgesi şarap mağarasında rastlayınca ben sana, tek bulut kırıntısı kalmazdı yerde sen ırmakta boğulup gittiğin zaman. Yuvarladı vadi köpeklerle süsenlerini bir su devi yıkılınca dağlara. Gövden, ellerimin mor gölgesinde, bir soğuk meleğiydi, kıyıda cansız yatan. FEDERICO GARCIA LORCA (1898 – 1936)
60
ÖLÜ ÇOCUKLARA NİNNİ Ah, bulur mu yeni bir kucak sizden yerde kalan oyuncak, gömleğiniz üşümez mi, loş köşelerde sessiz, içi boş n'eyler, ah çocuklar, yalınız topunuzla ayakkabınız, ya cebinizde kalan şeyler, az bir sicim, kırık bir şeker, saçınızdan kayan kurdele sizi en son okşayan ele? Bunlar işte benim tek varım, hergün alır alır okşarım, öperim göğüs geçirerek, yanağıma sürerim tek tek; ah çocuklar, hayıflanmayın, kendinizi yanımda sayın... Saçlarını bir güzel ördüm bozduğunuz bebeklerin tüm, 61
diktim özenle mini mini yırtık ya da söküklerini; iç çekmeyin çocuklar, susun, hepsi derin derin uyusun... Boyadım sizin yerinize yüzlerce kuş defterinize, sizin sesinizle şakırlar, aynı gülüş onlarda da var, yüzleri hep sizin yüzünüz, ses etmeyin, ürkütürsünüz... Onardım inceden inceye trenleri işleyinceye vapurları yüzünceye dek, arkalarından üfleyerek; ah çocuklar, üflemeyin siz, birdenbire kabarır deniz. Çemberiniz koşuyor yine boş arsada kendi kendine, uçurtmanız gökte sarı mor pır pır ipildeyip uçuyor, ilişmeyin çocuklar sakın, oldukları yerde bırakın. Topacınız dönüp durmada şu dönmesi bitmiş dünyada, sallanıyor yine bir çıplak dalda usul usul salıncak; hep böyle gidip gelse gerek çocuklar siz dönünceye dek. Göz göz olmuş bakıyor ıssız bir köşeden zıpzıplarınız,
62
koşuyor gölgeniz sokakta binmiş de bir değnekten ata oynarken sessiz iki ağaç karanlık avluda saklambaç ve ay, çenesinde elleri, seyrederken uzak bir yeri... Bir şeyler arar gibisiniz bir körebe oyununda siz, alnınızda ah gündüz gece o gözbağı kalsın öylece; ah çocuklar ilerlemeyin, önünüzde kuyu var, derin... Ah çocuklar uyuyun artık, başınızı okşar karanlık, durur durur öper o dalgın yüzünüzden, kımıldamayın. Örtü örttüm üzerinize ışık düşmesin diye size, üşümesin diye göğsünüz serincene başlayınca güz, dağıtmasın diye çocuklar saçınızı gizli bir rüzgâr; mışıl mışıl uyuyun işte siz bu geleceksiz geçmişte, bir sürü tavşan, bir sürü kuş gelmiş, yanınıza doluşmuş, seyrederler başından beri yüzünüze konan düşleri. SAİT MADEN (1932 - 2013)
63
ÖLÜ ÖLDÜ Küller başıma! Toprak başıma! ellerim ayaklarım da küllerle yıkansın, beyaz patiskayla bağlansın çenem. İşte ölü öldü! Yürek pınarımda büyüttüm, canevimde yaşadım seni, istersen gene yaşarım girdikten sonra bir kez güneşli yaşamına. Son görüntü bu, nasıl gideceğini bilmeyen, üzerinde kirli duvarların, ıslak taşların: ne gözyaşları, ne kolları ekmek dolu şarkılar! Küller başıma! Toprak başıma! Öyle zor ki hasretine göz yummak; aldırmamak nisan gövdene bir kez sarıldıktan sonra. İşte ölü öldü! Yaşsız gezgini, aşksız süvarisi rüzgârsız alanların, çiçeksiz balkonların; geride, ne bir ad, ne bir adres, ne bir imza. Bir mektup sadece, belki de bir isyan: "Çiçek göndermeyin cenaze törenlerine sakın, kent sellerinde boğulmuş olanların!" ÖZDEMİR İNCE (1936 - ) 64
ÖLÜ VAKİTLERİ YAŞAMAK İHTİYAR EVLERDE Duvarları çatlak Tavanı dökülmeye hazır Temelinde bitlerin, karıncaların, ince bacaklı böceklerin gezindiği İhtiyar evlerde Zamanı çekip üstümüze Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi. Bir şey mi var Sandık diplerinde saklanan, merdiven altlarında unutulan Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların Nedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana? Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor Bazan yorgun taylara. Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.
65
Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır Her yerde ve her şeyde Sesini çizerek sonsuzluğa Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların. Ve aklın dar yalnızlığında. ERDEM BAYAZIT (1939 - 2008)
66
VASİYET "Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün, Anadolu'da bir köye gömün beni. Hasan beyin vurdurduğu Irgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda. Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, tarlalar orta malı, kanallarda su, ne kuraklık, ne candarma korkusu. Biz bu Türküleri... Elbette işitecek değiliz, toprağın altında yatar upuzun, çürür kara dallar gibi ölüler, toprağın altında sağır, kör, dilsiz. Ama bu Türküleri söylemiştim ben daha onlar düzülmeden, duymuşum yanık benzin kokusunu traktörlerin resmi bile çizilmeden. Benim sessiz komşulara gelince, şehit Ayşe ile Irgat Osman çektiler büyük hasreti sağlıklarında, belki de farkında bile olmadan...
67
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, - öyle gibi görünüyorAnadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse, tepemde bir çınar olursa taş maş da istemez hani. NÂZIM HİKMET RAN ( 1902 - 1963 )
68
ÖLÜ YAPRAKLAR Of! Ne çok isterdim hatırlamanı, Dost olduğumuz mutlu günleri, O zaman, hayat daha güzeldi, Güneş bugünkünden daha iyi. Ölen yaprakları kürekle toplarlar, Görüyorsun, unutmadım seni. Ölen yaprakları kürekle toplarlar, Hatıralar ve pişmanlıklar gibi. Ve kuzey rüzgârı onları götürür, Unutulmanın soğuk gecesine. Görüyorsun, unutmadım seni. Söylediğin şarkıyı unutmadığım gibi. Bu bize benzeyen bir şarkı, Beni seven sen, seni seven ben. Biz ikimiz birlikte yaşıyorduk, Beni seven sen, seni seven ben. Ama, hayat birbirini sevenleri ayırır, Usulca, gürültü etmeksizin. Ve deniz kumun üstünden siler, Ayak izlerini, ayrılan sevgililerin. Biz ikimiz birlikte yaşıyorduk, 69
Beni seven sen, seni seven ben. Ve hayat birbirini sevenleri ayırır, Usulca, gürültü etmeden. Ve deniz kumun üstünden siler, Ayak izlerini, ayrılan sevgililerin. JACQUES PREVERT (1900 - 1977)
70
ÖLÜ YIKAYICISI İÇİN ŞİİR 'Bunun yüreği yok!' dediölü yıkayan. 'Kazıyıp aldım ruhundaki isyanı!' 'Huzurun atlas yorganıyla yatsın!' 'Bana düşen evimin yolu.' (...) Dilindeki eda akşamın dar vaktiyle yürüdü. SİNA AKYOL (1950 - )
71
ÖLÜLER KONUŞUYOR I “Ben veremden öldüm Belki ölmezdim Sıkıntım olmasaydı Paradan yana” “Ben de cephede öldüm Süngü taktım Hücuma geçtim Ve kâfi geldi tek bir kurşun Veda etmek için hayata Varşova önlerinde.” “Ah ben bir hiç yüzünden öldüm Bir gece açık kalmıştı üstüm Soğuk aldım. Önce yatağa düştüm Sonra da toprağa.” “Beni tramvay çiğnedi Sultanahmet’te Olur şey değil Ben burada Ellerim ve ayaklarım orada Hâlâ inanamıyorum öldüğüme.” 72
“Beni doğururken ölmüş annnem Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı Ben de öldüm işte yirmi yaşında Açlıktan ki o ayrı mesele” III “Ölümü düşünmemek de varmış Bilmedik sağlığımızda Elden ne gelir? Yaşamaktasın Elin tutar Yürür ayağın Sıkıntı mı bastı Şarkı söyle efendim, şarkı Hem ne güne duruyor sanki Gökyüzü olsun Deniz olsun Ne güne duruyor?” “Hiç de pişman değilim öldüğüme Her şey bitmişti zira Usanmıştım artık Gökyüzünü seyretmekten O kadar çok hâtıram vardı ki Karıştırıyordum birbirine” "Dünyaya bir daha gelirsem Aklı başında bir insan olacağım Akşamları erken uyuyuyacağım Ne işim var öyle meyhanelerde Pazarları Parklarda gezineceğim Karımla."
73
"Ben onu bunu bilmem Şunu bilirim Şunu söylerim Ölmek veya ölmemekte Bütün mesele Bütün mesele Yetişir ki insan ölmesin Akşamları uyuyup sabahları uyansın Ve saçları dağılsın rüzgârda Yetişir." MUZAFFER TAYYİP USLU (1922 - 1946)
74
ÖLÜLERİMİZ Her sabah Her sabah O kusursuz acının kollarında O kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü Artık Çırpınan yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun Koparıp dizginlerini Uçarcasına boylu boyunca Sakınmasız çarpışı Heyecanlandırıyor beni. Bir serçe kümesinin konması karşıki dala Belki hiç bir şeydir, Ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi Beni coşkulandırabilir. Milyarla yıldız arasında tanırım onu Çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı; Binlerce gözüm var Binlerce şafak halindeyim Anlamak istediğim şeyin karşısında Çünkü anlamak zorundayım; Her sevinç kolayca ele geçmez İnsan her acının sahibi değildir; Gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz Ve hayatın kararı kesin: Son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak, 75
Söylenecek son söz kahramanca olmalıdır. Vurgunum İnceliğinim senin Eyy yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş, Vurgunum Bir nehri besleyen suların uyumuna Taşlara hırsla vuruşuna dalganın Ölüm seni yanıltmasın.. Nasıl ki yığılır yüzüne gecenin karanlığı Gözlerinle birbaşına kalırsın Ölüm öylesine gözuçlarında. Savun kavuştur yüreğini Minicik bir çiçeğin bile kökleri Yaşamak hırsıyla uykusuzdur. Ölülerimiz.. İşte Stevan Flipoviç. Bir kahraman. Faşistler sarmış çevresini. Sehpada. Boynunda ip. Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini Bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından Haykırıyor: "Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz..." Steven Flipoviç, Onurun bekçisi, Direnmenin. Ölüm seni yanıltmasın.. Bir bir düşün yaşayanları Alnını korkusuzca kaldır Kimin yanındasın Yerin neresi Ve senin en çaresiz anında Tek silahın nedir? Ölüm seni yanıltmasın.. Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan Her kuşun palazlandığı bir yuva vardır Her dal güneşin ve rüzgârın avuçlarında Kendi hevesince boyanır; 76
Çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin Bir şeylerin, bir şeylerin: senin olan Bak: kollarını bağlıyorlar; Son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi Birazdan göğsünü parçalayacaklar. Ama kan onu geriletmiyor. Başlıyor şarkısına: "Yaşasın Ho Chi Minh: Yaşasın Vietnam!..." Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından Çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir, Nguyen onun siperi.. Bir buğday tanesi midir Aynı titreyişle Toprağa düşer düşmez kıpırdayan O şarkı.. Bir buğday tanesi mi? Ölülerimiz.. Sesleri dünyamız kadar bilge. Birazdan kalkacaklarmış gibi Uzanıp bir sipere Koyulaşan.. Ölülerimiz.. Bakışları Uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik, Vurgunum, Gizleyemem. Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık Unutma, Öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek. NİHAT BEHRAM (1946 )
77
ÖLÜM -ISözünde durmadı mavi gökler; Gün kararıyor gitgide ölüm. Akşam yeli nedameti söyler; Nedamet yer etti bende ölüm. Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce; Sudur akar kendi bildiğince, Hangi pencereye koşsam gece; Gitmiyor bu can bu tende ölüm. Ne vefasız geçmişten hayır var, Ne gelecekler imdada koşar, Çoktandır tekneyi aldı sular; Çoktandır ümitler sende ölüm... - II Ey kurumaz membaı sükûtun Işığı güneşten zinde ölüm Altında şu alçalan bulutun Sendedir umduğum müjde ölüm.
78
Aynada zifiri bir gecedir Bütün zulüm bu suçsuz kalbedir Sabır tesbihim kopmak üzredir Ne gün kalkacak bu perde ölüm? Ne gün aslına dönecek bu ten? - Taş, toprak, çiçek, su veya maden Ruha ebediyeti vaadeden Efsanevi yalan nerde ölüm? CAHİT SITKI TARANCI (1910 - 1956)
79
ÖLÜM Her yerde ölüm, Yaşamak ölümden önceki an, Araban, işin, sigaran,oturduğun koltuk, Yattığın yer, Hepsi ölüm.. Pazarcı tezgahında ölüm satıyor, Yerde ölüm, gökte ölüm, Romanların yazdığı, Şiirlerde gene ölüm. Sevdalar ölüme gidiyor, Karavanada ölüm çıkmış, Her kara lokomotif ölüm. Berberin yaptığı ne? Sokaklara bakmadın mı gecenin aralığından, Sormadın mı hiç serseri kurşunlara? Ya kurşunları yaşamak için yapan, Kurşundan aldığı parayla ekmek, Çocuğuna oyuncak alan, Ölümle yaşayan baba? Milyonlarca yıl ölümü getirmiş, Götürüyor gelecek ölümlere. Dedik ya, Yaşamak ölümden önceki an... SIRRI ÇINAR (1964 ) 80
ÖLÜM DENEYİMİ Yabancısıyız esrarı bize kapalı kalan bu yolculuğun. Yok hiçbir nedenimiz, hayranlık, sevgi veya nefret göstermek için, maskeli bir ağızdan trajik bir tonla çıkan bir ağıtla çehresi şaşılası bozulmuş ölüme. Hâlâ oynadığımız rollerle dolu dünya. Biz, hoşa gidiyor muyuz diye kaygılandıkça, ölüm de oynamakta, aldırmaksızın beğenilmediğine. Sen gittiğinde ise, bu sahneye bir gerçeğin huzmesi sızdı çıktığın aralıktan: Yeşilin en benzeyeni yeşile, gerçek güneş ışığı, en katıksızı ormanların. Sürdürdük oynamayı. Korkuyla ve güç öğrenilmişi anlatarak ve sonra, zaman zaman da jestlerimizle geçersiz kılarak; senin artık bizlerden uzaktaki ve oyunumuzdan kopmuş varlığına gelince, hâlâ kimi zaman sızabilir aramıza, tıpkı bir bilginin, öteki gerçekliğe ilişkin bilginin ağırdan varlığını duyurması gibi; öyle ki, etkisiyle bir süre bu esrikliğin başlarız yaşamın kendisini oynamayı, unutup alkışları. RAINER M. RILKE (1875 - 1926) 81
ÖLÜM RİSALESİ - Aziz kardeşim Yusuf Erzincani'nin anısına Damla damla oluşuyor hayat Ölüm kımıl kımıl Duymak kolay Anlatmak değil. Her an Farkındayım Az az öldüğümün. Bilincindeyim doğan ayın Eriyen karın, akan suyun Ve usul usul tükenen zamanın. Tekrarlayıp duruyor saat Vakit te mahlûktur Vakit te mahlûktur. İşliyor kalbim Eskiyor saçlarım Ve gözlerimin en ince hücreleri. Okuyorum hayatı Toprağın üstünden çok Altındakilerle var olduğunu. 82
Toprak Ölüme aç Ölüme muhtaç Hayat. Ölüm muhakkak Ve ölüm mutlak Tek kapısıdır ölümsüzlüğün. Ölümle tanıştıktan sonra anladım Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın. Kesitler Mahlukta devinen Gürül gürül bir ırmaktır ölüm. Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların, oğulların. Analar ölür Kök salar hasret yüreklere ‘Bir evlat pir olsa da’ O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük. Oğullar ölür Bir kafes olur ölüm Ana kalbi bir kuştur Azad kabul etmez. Sevgililer ölür Bir hicret olur ölüm, Bir sıla. Mesela arkadaşlar Arkadaşlıklar vardır okullarda Bakarsın biri gelmez bir gün Ve artık hiç gelmeyecektir Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta Bahçeye, koridorlara, sınıflara Bir fısıltı dolaşır dudaklarda Kimi kirpikleri ıslak Çökmüş bahçenin tenha bir yerine Elinde bir çöp resmini çizer toprağa 83
Anıların Kimileri öbek öbek toplanıp Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle - Nasıl olur daha dün beraberdik - Salıncakta İki Kişi’yi izlemiştik daha dün nasıl olur - Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık ”Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar Hayatı dolu dolu yaşıyorlar” demişti, unutamıyorum. Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında Bir kapının ağzında Herkes susar Konuşur ölüm. Ve sürer hayat. Bazan bir tekerlek altında Ansızın gelir ölüm Apansız biter sınav Bir elektrik kesilmesi gibi Kesilir tûl-u emel. Bazen ölüm vardır Ölümden önce gelir Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır Sorular hep yanıtsız kalır orada Sadece konuşan rüyalardır Yahut hayaller suskun duvarlarda Gözler kabul eder parmaklar kabul eder Ama beyin hep umuttan yanadır. Bazan akan bir film şeridinin Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir Ölüm. Karşıda bir manga asker Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de Takılıp kalır masmavi gökyüzünde Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta. Ölümden uzak ölümler vardır Gazete ilanlarında rastlanılan Dünyaya bağlılığın zavallı Ve muannit Bir belgesidir Daha çok kalanlara ait. 84
Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü. Ölümler vardır: Can kuş gibi uçar gider Bir martının süzülüp Kaybolması gibi maviliklerde. Bir Portre Engin sakin berrak bir denize Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır Nasıl yürürse insan Sokrates öyle yürüdü ölüme. Tilmizleri ağlaşırken O vasiyet ediyordu: -Asklepyos’a bir horoz borçluyuz Unutmayınız. Ne tuhafsınız dostlar Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye Yükselmek varken ölümsüzlüğe. İnancına sahip olmak İnsan olmanın şartı Kölelikler içinde en onulmaz kölelik Hayatın ölümcül yanına Takılıp kalmak değil mi? İlkin ayaklarında duydu Sokrates Zehirin soğukluğunu Ve yavaş yavaş ölüm Yükseldi göğsüne, çenesine. Dudaklarında donan son bir tebessümle Bir işaret taşı da böylece Sokrates dikmiş oldu ölüme. Ölümün Sesi Ölümden bir işaret var her şeyde Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda, türkülerde: - Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi! 85
- Bir ay doğdu geceden oy oy Karanlığın ağzında ölümün sesi! - Erzurum dağları kan ile boran Vadilerin koynunda ölümün sesi. - Ezo gelin durmuş bakar yollara Umudun ardında ölümün sesi! - Bir ihtimal daha var Umuddan da öte ölümün sesi! Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme Bir gün öleceğim biliyorum Bunu her an ölür gibi biliyorum. Anamın yüreğinde bir kor Ölene dek sönmeyecek bir ateş Kımıldanıp duracak hep. Karım bomboş bulacak dünyayı - N’olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak Oysa insan yalnız ölür Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak. Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm Bir süre kaçacaklar insanlardan Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine. Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar - Yaşayıp gidiyorduk yahu Ne vardı acele edecek! Diyecekler. Biliyorum yaklaşıyoruz her an Biliyorum oruçlu doğar insan Ölümün iftar sofrasına.. Son Söz Ve zaman döne döne Gelmişti başlangıç noktasına İlk yaratılış düğümüne. 86
Mahlukatın var olduğu Yüzüsuyu hürmetine Evrenin Efendisi'nin Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine. Hayatın menbaı Merhametin son durağı Madeni, muhabbet ocağının Ateşler içindeydi Yatağında. İltica etmişti sanki Kâinat Kutsal tenine Hayata şafak olan alnında Ter taneleri Her biri insanlık çilesinden Bir haberdi sanki Bir an oldu Aralandı gözleri Sonsuzu kuşatan bakışları Süzdü ciğerparesi Fatıma’yı Süzdü tek tek çevresindeki Can dostlarını Kıpırdadı dudakları, dedi: - Ebu Bekir kıldırsın namazı Sonra daldı daldı uyandı Son defa aralandı Bakışları Yöneldi bir noktaya Karar kıldı bir noktada Ve dedi: – Merhaba ey refik-i ala! Olacak oldu Akıllar kamaştı Kalpler tutuştu Feryat ve figan gökleri tuttu Çekti kılıcını Faruk olan Sıçradı orta yere: - Kim derse ”O öldü”, öldürürüm! Ayrılık ateşinden Ateşin şiddetinden Sanki bendler çözülmüş Felekler çökmüştü Şuur tutuşmuş Akıl iflas etmişti. 87
Sonra Sıddıyk olan Yetişti geldi Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına Sonra baktı çevresine Mahşerden önce mahşer hali yaşayan Ashabına Aline Ebu Bekir dedi: - Ey nas, susun! Kim ki Resulullaha tapmaktadır Bilsin ki Resul ölmüştür Kim ki Allaha tapmaktadır Bilsin ki Allah ölmez Hayy ve Layemuttur. Ey nas, susun! ”İnna Lillah ve inna ileyhi raciun” Sonra eğildi sevgilinin yüzüne Sürdü bulutlanmış gözlerini O güzellikler ülkesine Baktı baktı ve dedi: - Hayatında güzeldin, Ölümünde güzelsin Öldün Bir daha ölmeyeceksin. ERDEM BAYAZIT (1939 - 2008)
88
ÖLÜM VAKTİ - Hilal'e Bu bahar erken geldi ölüm dostlar, goncası açmadan mor dağların, ecel erken geldi, acı da, hüzün de. Ağlıyor işte aydınlığın teninde su, ağlıyor işte bahçelerde gülün kokusu, nazlı Hilal'in uykusu.. Karda üşümüş bir gelincikti yüreği, yine de dört bir tarafa sevgi sıcağı saçardı, sevgi masalları anlatırdı insandan insana, yürekler mutlu mavi çiçekler açsın diye. Kirli bir dünyada o hep gül ve umut koktu, avuçları gül kokan çocukların dualarında, geriye dönüp baktım yoktu, bir sabah erken geldi ölüm, son selamım bende kaldı. Adını bir gül dalına astı, üstüne Hilal’e diye yazdım, yükledim selamımı nazlı bir buluta, ona götürsünler diye anlaştım. Şimdi dışarda bahar rüzgarları, 89
şarkılar suskun, gönüller suskun, gözlerde bir buğu. Gitti Mariah, bir beyaz hayal seriliyor kırlara her sabah, rengarenk çiçeklerle örülüyor çimenler. Aksi Sedanın sesi kısık, yaslı, dudaktaki kelimeler, boğazlarda düğüm düğüm hıçkırık. Kanadı kırık kuşların gagalarında kaldı düşler, o en sevdiğim turna kuşuydu, en sevdiğim güvercin, en sevdiğim dağ kırlangıcı, kanatları rengarenk bir kelebekti, umut, yaşam ve dirençti. Ey mavi bulut, al götür yüreğimin sıcağını, ört üstüne, yıldızlara bakıp üşümesin nazlı bedeni... NURİ CAN (1950 - )
90
ÖLÜM YILIM O yılı seçmiştim ölüm yılım olsun diye Hangi ecel? Kimbilir… Ne umutsuz bir hastalık, Ne de bitkin bir yürek. Yaşadığım her yanlış anı Sona erdirmenin tam zamanı Ama bilmem neden? Bir aşk fısıltısı mıydı ne? Bir bakış mı nilüferlerden Alacakaranlıkta bir ürperti… Birden değiştirdim ölüm yılımı Soluk alıyorum şimdi Bir mavi süsen gibi Yanlış anlarımın ötesinde Belki bir gün minnet duyacağım Şeytan minaresindeki şarkıya Şu an seviniyorum Gel gitle birlikte kıyıya Dönünce bir ölü martı Zaferimin son soluğu gelecek Ben kaderimi zorlayınca Kendi ölüm yılıma teslim olmaya. TALÂT SAİT HALMAN (1931 - 2014)
91
ÖLÜM YOLUNU ŞAŞIRDI Ham arzular kökünden kavruk Zamanın bitiminde. Bunca fena şeylerin yanısıra Bunca güzelliğin yitirilmişliğine Tanıksın ölüm! Mezar taşlarının duruluğunda Baykuş sesi korkunçtur. Sen tek başına buyruk Cümle kaynakları kurutmaktan Sanıksın ölüm! Siyah - beyazın karşıtıdır Yalan - doğrunun... Uçurumlar alabildiğine dururken Doruklara saldırırsın Sapıksın ölüm! TÜRKAN İLDENİZ ( 1938 - )
92
ÖLÜMDEN... Ölümden korkmuş değilim hiç pespayeliğinden kırılgan gerçi elleri. Tek korkum insan özgürlüğünün mezarcının ücretinden ucuz olduğu bir ülkede ölmek. Aramak bulmak ve karar vermek özgürce ve bir kale yapmak kendi özünden. Değil mi ki ölüm daha değerli bütün bunlardan hiç ama hiç korkmuş değilim ölümden ... AHMED ŞAMLU (1925 - 2000)
93
ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık, İntiharın ebruli ipliğiyle, Bir düğün gecesinde senin Yakası işlemeli giysinden. Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen Örtüler satan bohçacı ölümden. Boynuna taktığın eğri taneli İki sıra inciden konuşacaktık, Seni ürküten tren sesinden, Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede Karşımıza apansız çıkıveren O ihtiyar dilenciden.. Gel ölümden söz etmeden önce, Bir şeyler içelim seninle. Buğulu bir bardağın içinde, Buzlu ve limonlu votkayla birlikte Konuşalım ölümden, Bir samanyolu olsun masamızın üstünde. Hadi gel konuşalım, Sulanmış bir taşlığın serinliğinde. Akşamsefaları içinde, Bir masa, birkaç sandalye Ve ikimiz ölümden konuşalım, Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.
94
Yarına var mısın söyle? Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna, Rüzgârın savurduğu tohuma, Kavağın pamuğuna var mısın, Bir ağacın kavına, Deri değiştirmesine yılanın, Kozadan çıkan kelebeğe, Hatmiye, kekiğe, atkestanesine? Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım. Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe, Ama ne olursa olsun biz yine Ölümden konuşalım seninle. Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde. Bir bardak çatlarsa durduğu yerde, Bir aşk ansızın biterse, Ayna kırılırsa yüzünle birlikte, Zamanıdır konuşmanın ölümden. Bir çiçek olağanüstü güzellikte Açıvermişse bir sabah, Bir topal aksamadan yürümüşse, Hadi gel ölümden konuşalım; Yüzünü al basmış hasetçiden Ve onun elindeki kuru değnek bile Filizlenir sevgimizden... METİN ALTIOK (1941 - 1993)
95
ÖLÜMDEN ÖNCE Acımasız, dizginsiz bir kavga bu Başsız, sonsuz, destansı. Bir başkası dolduracak senden boşalan safı Burada tek adam hesabı olur mu... Kurşuna diziliş - çürüyüş sonra... Her şey yalın, mantıksal, yaşamak gibi... Fakat birlikte olacağız büyük fırtınada Halkım, çünkü sevdik seni. NIKOLA VAPTSAROV ( 1909 - 1942 )
96
ÖLÜMDEN SONRA Öldük, ölümden bir şeyler umarak. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü. Nasıl hatırlamazsın o türküyü, Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü, Alıştığımız bir şeydi yaşamak. Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok; Yok bizi arıyan, soran kimsemiz. Öylesine karanlık ki gecemiz, Ha olmuş ha olmamış penceremiz; Akarsuda aksimizden eser yok... CAHİT SITKI TARANCI (1910 - 1956)
97
ÖLÜMDEN SONRA Şu toprak, sonunda şu zalim toprak; Yiyecek bir aç kurt gibi etimi! Bir mezar kazması bir gün bulacak; Koynunda çatılmış iskeletimi. Muhakkak bilirken ben de bir hiçim, Yok olmak fikrini almıyor içim. Veriyor hayata başka bir biçim. Alıyor bugünkü şahsiyetimi. Dostlarım koyunca beni mezara; Çekilip gidecek birer kenara. Hiç kimse duyamaz yaşıyanlara, O anda kuduran husumetimi. İsterim konmadan üstüme taşım Dirilse bir lahza gömülen naşım. Mezardan dehşetle dikilse başım, Bağırsam yoklayıp son kuvvetimi. Desem ki: Örterken beni topraklar, Bırakıp kaçınız, kaçın alçaklar! Sizlere geçiyor bendeki haklar Aldınız elimden hüviyetimi!
98
Şu toprak, sonunda şu zalim toprak, Yiyecek bir aç kurt gibi etimi! Bir mezar kazması bir gün bulacak Koynunda çatılmış iskeletimi. ORHAN SEYFİ ORHON (1890 - 1972)
99
ÖLÜME EĞİLMEK Uyumaya değil Rüyalarıma gidiyorum Orada yaşayacağım isteğimce Uyanıkken hiç yaşayamadığım Hepsi de gençti, güzeldi Sevdim sevildim diye aldanarak Son gördüğüm onlar olacak Bunca yıldır seviye doyamadığım. Ölüme değil Sonsuzluğa gidiyorum Orda dinleneceğim gönlümce Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim. Kalemim yine elimde Kağıtlarım da önümde Son uykusunda düşecek başım Sağlığımda hiç eğmediğim. AZİZ NESİN (1915 - 1995)
100
ÖLÜME GAZEL Ne kötü bir dünya bu; sevgisiz, acımasız, Yaşarken dolu dizgin, ölüvermek apansız. Sen, en güzel yerinde olsan bile yaşamın, Alırlar, götürürler bir yerlere zamansız. Bütün o sevdiklerin, dostların, yakınların, Koyup giderler seni orada yapayalnız. Çalkalanır gidersin kapkara bir boşlukta, Ne sevinç, ne de keder; artık herşey anlamsız.. Hakkın yok üşümeye, ağlamaya, gülmeye, Unutma! Ölüsün sen, boş bir kalıpsın cansız, Her şey geride kaldı, ne sandın yalan dünya, Gördüğün gibi işte; bir ölüm var yalansız... ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN (1926 - 1984)
101
ÖLÜME KALMAYACAKTIR BU DÜNYA Ölüme kalmayacaktır bu dünya. Çırılçıplak ölüler Aydaki rüzgardaki adamdan olacaktır; Kemikleri tertemiz ve tertemiz kemikleri yok olduğunda, Yıldızlardan olacaktır, ayakları, dirsekleri; Akılları başlarında olacaktır delirseler de, Denizlere batsalar yükseleceklerdir yine; Yok olsa da sevgililer sevgi yok olmayacaktır; Ölüme kalmayacaktır bu dünya. Ölüme kalmayacaktır bu dünya. Dalgaların altında upuzun yatanlar Dağılıp gitmeyeceklerdir denizde; Burulsalar da kasları koparan Çemberlerinde gerili, kırılmayacaklardır; Kopsa da ellerinde gerilen insanları, Kötülükler doludizgin delip geçse de onları; Paramparça olsalar da çözülmeyeceklerdir; Ölüme kalmayacaktır bu dünya. Ölüme kalmayacaktır bu dünya Haykırmaz olsa da kulaklarında martılar Gümbürdemez olsa da dalgalar kıyılarda; 102
Çiçeklerin fışkırdığı yerde bir çiçek bile Kaldırmaz olsa başını çarpan yağmura; Deli de olsalar ölü de çiviler gibi Başverecektir kişilikleri, kırçiçeğinden sürer gibi; Çıkacaklardır güneşe tükeninceye dek güneş, Ölüme kalmayacaktır bu dünya. DYLAN THOMAS (1914 - 1953)
103
ÖLÜME ÖVGÜ Sen olmasan, duyar mıydım gerçekten Özlem nedir, acı nedir, ayrılık ne? Ölüm sana övgüler düzenleme Boynumun borcu olsun yürekten. Ölüm seni seviyorum inan ki, Hani alırsın diye sevdiğimi, Hep korku, hep tasa içindeyim, Yani yaşamın daha içindeyim. Ölüm seni seviyorum, şaşma buna, Sen olmasan bilir miydim hançeri? Ölüm seni seviyorum, yaklaş daha, Yaşamın görünsün görkemli albenisi. Ölüm seni duymasaydım derinden, Düşünebilir miydim evreni? Evren ki renk renk bin bir görünümde, Saçılır şenlik fişekleri gibi.
104
Ölüm seni kucaklıyorum seviden, Nelerle tanıştırmadın ki beni, Sana borçluyum duyularımın keskinliğini, Seni yaşadıkça varolduğumu yeniden... NAHİT ULVİ AKGÜN (1918 - 1996)
105
ÖLÜME SAYGI Ölüm bir melek elinde gelir. Ve öper usulca çocuk yüzleri. Belki bir gün kurtuluruz, Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla, Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde Çocuk gibi bakalım mavi sulara. Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz, Sislerden, dumanlardan, yollara atılan Mısır koçanlarından Belki tutarız birgün, belki kurtarır bizi. Simsiyah saralım bezlerle dağları, rüzgarları Gül bahçeleri ağlasın, Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın. Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde. Haydi sığının şehirlere. Kabuğunuza çekilin, yorganınızı çekin üstünüze Kalsın titrek ve mavi elleriniz. Bekleyin, geliyor ölüm usulca, Usulca girer koynunuza... ERDEM BAYAZIT (1939 - 2008) 106
ÖLÜME YAKIN Akşamüstüne doğru, kış vakti; Bir hasta odasının penceresinde; Yalnız bende değil yalnızlık hali; Deniz de karanlık, gökyüzü de; Bir acayip, kuşların hâli. Bakma fakirmişim, kimsesizmişim; - Akşam üstüne doğru, kış vakti Benim de sevdalar geçti başımdan. Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış; Zamanla anlıyor insan dünyayı. Ölürüz diye mi üzülüyoruz? Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada Kötülükten gayri? Ölünce kirlerimizden temizlenir, Ölünce biz de iyi adam oluruz; Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış, Hepsini unuturuz. ORHAN VELİ KANIK (1914 - 1950)
107
ÖLÜMSÜZ Düşer bir taş geceye Güzelliğin duyulur Duyulur suda halkalanan sesin. Bilinmezlik ülkesinde Asırlar kelimesiz konuşur Sen böylesini istemezsin. Efes'in Diana mabedinde Krezüs'ün nabzı vurur Dinlemezsin. Totem devrinden, atom devrine geçtin Zaman senin başladığın yerde durur Yücesin. Düşer yıldız geceye Güzelliğin duyulur Duyulur dağda yankılanan sesin. TÜRKAN İLDENİZ (1938 - )
108
ÖLÜMSÜZ KALAN Duyulmamış dizeler yazardım Büyük şarkıların coşkusuyla rüzgârlanan İmgeler, benzetiler, çağrışımlar saltanatı... Resimler çizerdim, düşlerde bile görülmemiş, Duyarlığımdan uygarlıklar kurardım Eskimeyen, tükenmeyen, gerilerde kalmayan. Dizeler yazardım,yaşamımla ödenmiş Partimin, Partimin, Partimin seslediği Mahpushane hücrelerinden açık alanlara Kavganın nice aşamalarından geçip gelmiş Kardeşliğin, sevginin çarkında bilendiği İnsanlardan ilkelere, ilkelerden insanlara. Büyük şarkıların coşkusuyla rüzgârlanan Kanatlarında evreni uçuran aklın değirmenleri Yenilmez güzelliğim, kırılmaz direncim benim Bilincimde duydukça tadına vardığım Ey dağarcığında biriktiren tüm eskimeyenleri, Ey ölüm kubbelerinde bile ölümsüz kalan. ŞÜKRAN KURDAKUL (1927 - 2003)
109
ÖLÜMSÜZ KUŞ Dağlar üstünde uçan kuş, Uçmuş, yine uçmuş, yine uçmuş, Dün olmuş, bugün olmuş, yarın olmuş, Önler son olmuş, sonlar ön olmuş, Uçmuş, yine uçmuş, yine uçmuş... Dağlar üstünde uçan kuş, Kaç ölümden geri dönmüş. SELÂHATTİN BATU (1905 - 1973)
110
ÖLÜMÜ DENEYEN KÜÇÜK KIZA Bir anıt düşledim senin için mor bir tanyerinin kıyısına diktim geldi saçlarına yuva yaptı ay kuşlar, çiçekler seninle konuştular; Sen anladın onların yarasını. Sabahın beşi kardeşin senin çakıltaşları da kardeşin gün batarken menekşe olacaklar ve basma gömlekler giyecekler; Bir sen anladın onların yarasını. Yeni bir sözlük yarattın kendin için kuşlara, çiçeklere, çakıltaşlarına da öğrettin sizin için bir dünya kuruldu sözcüklerden: Ev: soluksuz bir at Okul: sürgün yeri Gökyüzü: yok Sokak: çıkmaz 111
Dünya: surlar Düşler: sığınak. - Ölümden korkmadın mı küçük - Hayır, çok ölü gördüm ben. Gökten yağan kuşları, can çekişen kediyi, sesi kesilen ağaçları görmüştür, bir kentin öldüğünü görmüştür, ölümün öldüğünü görmüştür. Bir anıt düşledim senin için, Mor bir tanyerinin kıyısına diktim. ÖZDEMİR İNCE (1936 - )
112
ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK Mümkün mü ağlasın annem Mezarımın başucunda Ben sesimi çıkarmıyayım Hayırsız bir evlat gibi. Bir bulut uçsun da Ben başımı kaldırmıyayım Yağmur dindikten sonra Gezinmiyeyim caddelerde. Ah, mümkün mü bir güzel kadın Geçsin de yanımdan Ben seyretmiyeyim İçimi çekerek. MUZAFFER TAYYİP USLU (1922 - 1946)
113
ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN Kayalıklarda gördüm seni, bir sisli günde, Fırtınada saçların çözülmüş bir demetti. O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde, Çöllerden âşık dönen bir genç intihar etti.. Seni her nerde, artık, her ne suretle görsem, Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü. Ben de o âşık gibi burada bir gün ölürsem, Tanrım mukaddes etsin seni gördüğüm günü! Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin, Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş, Ey yâdı gönlümüzden çıkmayan afet, senin, Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş. Bazı ruhum kararır kefenlerden, mezardan; Yok mu, Rabbim ölümün bir güzel şekli derdim. O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim. Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen, 114
Ürpererek: "Bu, derim, mezardan bir nefestir!" Buna kıskançlık deme, bence yalnız değil sen, Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir! Kimse karşında belki titremez gönlüm kadar, Bense hâlâ korkarım dizinde ağlamaktan. Teması korku veren tatlı bir ölüm kadar Daha hoştur kalbime görünüşün uzaktan... FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (1898 - 1973)
115
ÖLÜYOR MUYUM NE? Uyurdum belki bir gün, yorgun gözlerimden zenci bir karanfil düşerdi gözlerimden cesetler sonra koşar giderdim kendi ölümüme. Ölüm net bir haziran belki ölüm iğreti bir şaşkınlık ölüm bana yakışan en güzel ebruli çünkü aydınlık bir hücredeyim ve duruyorum orda yani beklemenin en utanmaz yerinde gözlerimden zenci bir karanfil düşüyor gözlerimden cesetler berrak bir cehennem mi beni bekleyen kör ve saldırgan bir kandil mi geliyorum kendi ölümüne giden geliyorum aptal bir eylül sabahında bekleyen geliyorum, tarifsiz bir şafağa kendi ufkunu çizen geliyorum iltica bir fotoğrafa poz veren çünkü sürgünüm rüzgarına ölüyor muyum ne?... METİN GÜVEN (1947 - 2010)
116
“PERİ”NİN ÖLÜMÜ O sabah birden bire hazan inmişti köye, Daha uyanmamıştı rüyalarından “peri” Loş renkler dağılırken güneşli, mavi göğe Çılgın bir sel ıslattı sırma örtülü yeri. Bir hazan sadasıyla uyandı uykusundan, Mahmur, ürkek gözlerle etrafına bakındı: Ayrılığın eliydi işte çamlara vuran, Demek o acı, meşum günler böyle yakındı! Daha dün altın gibi parlayan güneşiyle Ebedî zannetmişti bu yazın neşesini… Daha dün, ona bin bir yemin eden eşiyle Dinlemişti sahilde dalgaların sesini. Bu acı onu sarstı ölüm acısı gibi; Bir öksüz garipliği çöktü birden içine; Gözlerine damlalar doldu, çırpındı kalbi; Dudağından geçti bir ah derinden derine. Bırakmak lazım artık bu vefasız diyarı… Rengiyle, güneşiyle böyle aldattı onu! Peri hatırlayarak güzel yazı, baharı, 117
Dedi: “Ne hazinmiş bu güzel mevsimin sonu!” Artık ne göklerinde parlayacak yıldızlar, Ne ateş yüzlü bir ay ufkundan doğacaktır. Kırları çiçekleyen, süsleyen taze kızlar Bu vakitsiz hicrandan sararıp solacaktır. Peri örttü mavi tül örtüsünü başına, Seyretti etrafını hülyalı gözleriyle; Dayanarak balkonun beyaz mermer taşına, Hıçkırdı ruhunun en acıklı kederiyle… Sonra bir hasta gibi, yorgun, sahile indi, Onu bir tabut gibi bekliyordu sandalı; Bembeyaz çehresiyle bir ölü gibi bindi, Üstüne mezar gibi çöktü kocaman yalı!... On dakikalık bir yer geçerek sahil boyu, Durdu yeşil gölgeli bir yalının önünde. Sevgiliyi çağırdı, aradı bütün koyu, Görenler dediler ki: “Boştu bu yalı dün de!...” Dudağını bükerek sildi gözyaşlarını; Bu beklenmez ayrılık; ah bu vakitsiz hazan! Çatınca nazlı nazlı o ince kaşlarını, Birden bire içini sarstı derin bir isyan… Onu canavar gibi sürükledi enginler, Kaybolurken, acıklı ses geldi rüzgarda, Diyordu: “Hatırlarsa bir gün gelir de eğer, “Söyleyiniz, periyi arasın dalgalarda!” ŞÜKÛFE NİHAL BAŞAR (1896 - 1973)
118
RİNDLERİN ÖLÜMÜ Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış; Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle. Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski Şirâz’ı hayâl ettiren âhengiyle. Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde, Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. Ve serin serviler altında kalan kabrinde, Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter. YAHYA KEMAL BEYATLI (1884 - 1958)
119
SANATKÂRIN ÖLÜMÜ Gitti gelmez bahar yeli; Şarkılar yarıda kaldı. Bütün bahçeler kilitli, Anahtar Tanrıda kaldı. Geldi çattı en son ölmek, Ne bir yemiş, ne bir çiçek; Yanıyor güneşte petek; Bütün bal arıda kaldı... CAHİT SITKI TARANCI (1910 - 1956)
120
SEVGİLİLERiN ÖLÜMÜ Bizim yataklarımız olacak, hafif kokularla dolu Sedirlerimiz olacak, mezarlar gibi derin; Ve etajerlerdeki yaban yüzlü çiçekler En güzel gökyüzleri altında açacak bizim için. Dört elle sarılıp son sıcaklıklarına Kalblerimiz birer ulu çıralığa dönecek; Sana ve bana, bu ikiz aynalara Çıralıklar ikili ışıklarım dökecek. Büyülü mavilerle pembelerden bir akşam, Tek bir şimşeği yollıyacağız birbirimize Ayrılıklarla yüklü bir hıçkırık gibi uzun. Ve geç vakit, kapıları aralayıp bir melek Can katmağa gelecek, yeniden, vefalı ve şen Donuk aynalarla sönmüş alevlere. CHARLES BAUDELAIRE (1821-1867)
121
SİVA’NIN ÖLÜMÜ Geciktim, Gömütlüğe ulaştığımda dönüyorlardı. - Bitti mi? diye sordum. - Bitti dediler. Demek çukura inmişti tabut, Demek toprakla doldurmuşlardı üstünü. Gittim yine de.. Orada – toprağın altında – Ne şevki vardı yaşamanın, Ne sevinci hayatı sevmenin, Ne de inancı ışığa bakmanın. - Orada – toprağın altındaki O değildi.. Benim gibi meraklı Bir kara kedi de - Gözlerini kocaman kocaman açmış Taze toprağı kokluyordu, Anlamak için Nelerin değiştiğini Hayattan ölüme doğru... ZAHRAD (1924 - 2007)
122
ŞAİRİN ÖLÜMÜ Yatıyordu. Çehresi, hafifçe yükseltilmiş, solgun ve dargındı dik yastığında, dünya ve dünyaya ait bildiği ne varsa, artık duyularından koptuğundan bu yana, hepsi de umursamaz bir zamanda yitirilmiş. Onu öylece yaşarken görenler, bilmemişlerdi, ne kadar da bütünleşmiş olduğunu bütün bunlarla; çünkü bunlar: O derinlikler çayırlarda ve sularda, bütün bunlardı çizen o çehreyi. Onun çehresiydi aslında bu enginler, onlar ki, görücüye çıkmışlardı şimdi şaire; korkuyla ölmekte olan maskesine gelince, sanki havayla temas ettiğinde bozulan bir meyvenin içi gibiydi, öylesine kırılgan ve ince. RAINER M. RILKE (1875 - 1926)
123
ÜŞÜR ÖLÜM BİLE Bir ormanda tutup onu, Bağladılar ağaca. Yumdu sanki uyur gibi Gözlerini usulca Bir soğuk yel eser Üşür ölüm bile Anlatır akan kanı Beyaz sesiyle Diz çöktüler karşısında Sonra ateş ettiler Parçalanan yüreğine Yuva kurdu mermiler Bir soğuk yel eser Üşür ölüm bile Anlatır akan kanı Beyaz sesiyle Gelip kondu bir güvercin Ellerine o gece Kırmızı bir çelenk oldu Bileğinde kelepçe Bir soğuk yel eser 124
Üşür ölüm bile Anlatır akan kanı Beyaz sesiyle. ÜLKÜ TAMER (1937 - 2018)
125
VARTAN'IN ÖLÜMÜ "- Bak!! gülümsedi bahar, erguvan tomurcuk verdi evde, pencerenin altında, çiçeklendi yaşlı yasemin boş ver hayalleri var olmak yok olmaktan iyi baharda hele....." Vartan konuşmadı başı dik öfkeli sıktı dişini ve gitti. "Vartan!! Konuş!! Sessizliğin kuşu korkunç bir ölüm yavrusu kuluçkasında..." Vartan konuşmadı güneş gibi çıktı karanlıktan kana boğuldu ve gitti. Vartan konuşmadı yıldızdı sanki 126
parladı zulmette kaydı ve gitti. Vartan konuşmadı Vartan menekşeydi sanki çiçek açtı "- kış bitti": müjdeledi ve gitti. AHMED ŞAMLU (1925 - 2000) Vartan: Politik görüşleri sebebiyle Şah döneminde idam edilen yazar ve düşünür
127
YALNIZIN ÖLÜMÜ O, çoksesli kemanların Parmakları kırık virtiözüydü Göğe doğru burulmuş yağmurların altında öldü Yüzünde yaşanmamış hülyâların De ki, minesi soldu O, upuzun gecelerin Saçakaltlarında ıssız bir yarasa Bir şeyleri bekliyordu ama neyi, kimi Düdüklerini evde unutan bekçilerin Sokaklara karşı özrü gibiydi O, derin yalnızlıkların Kalabalıkla çarpıştığı bir köşebaşydı Utangaç, sıkıntılı, mağrur Yaşamak bir özürse kabahatinden büyük Ölümü kendinden menkûl Bir tek kendini ağlattı mendebur... AHMET ERHAN (1958 - 2013)
128
YOKSULLARIN ÖLÜMÜ Ölüm, avutan da - ne çare ki - yaşatan da; Hayatın sonu; yine de tek ümit, tek güven; Bizi bir iksir gibi kavrayan, sarhoş eden; Karda kışta, boralar, tipiler arasında. Akşamlara kadar didinmek gücünü veren; Parıldayan tek ışık, kapkaranlık dünyada; Dört kitabın yazdığı o koskocaman handa Mümkün artık doyup, dinlenip uyuyabilmen. Sihirli parmaklarla, üstüne titreyerek, Uykuların en güzelini getiren melek; Yoksulun, çıplağın yatağını yapan eller. Tılsımlı ambar; tanrıların şerefi, şanı; Yoksulun dağarcığı ve en eski vatanı; Bilinmedik göklere açılan tâk-ı zafer. CHARLES BAUDELAIRE (1821-1867)
129
İÇİNDEKİLER Açın ölümü - İlhami Bekir Tez / 2 Ağır ölüm - Pablo Neruda / 5 Aşıkların ölümü - Charles Baudelaire / 7 Baharla ölüm konuşmaları - Can Yücel / 8 Beyaz bir gemidir ölüm - Behçet Aysan / 14 Bir barış savaşçısının ölümü üzerine - Bertolt Brecht / 16 Bir eflatun ölüm - Behçet Aysan / 17 Bir öğretmenin ölümü - Özdemir İnce / 19 Bir ölümsüz yalnızlığa.. - Tahsin Saraç / 20 Bir ölünün odası - Sabahattin Kudret Aksal / 21 Bir ölüp bin doğana - Nihat Behram / 22 Bozlak kedi ve ölüm - Metin Altıok / 24 Cemal ve ölüm - Özkan Mert / 25 Duyuş ve düşünüş - Yahya Kemal Beyatlı / 26 Evrensel ölüme karşı - Halil Kocagöz / 27 Hoş geldin ölüm - Nevzat Çelik / 29 Kıyıda ölüm - Ergin Günçe / 31 Memed'in ölümü - Abbas Sayar / 32 Minik kuşun ölümü - Rıfkı Kaymaz / 36 Öldüğüm gün - Kemal Kale / 37 Öldükten sonra - Muzaffer Tayyip Uslu / 38 Öldürme özgürlüğü - Yevgeny Yevtushenko / 39 Ölenlerle kalanlar - Ziya Osman Saba / 42 Ölmekse - Sabahattin Kudret Aksal / 43 Ölmemekten ölmek - Paul Eluard / 44 Ölmeye vakit yok - Müştak Erenus / 45 Ölmeyecek kadar yaralı - Özdemir İnce / 47 Ölmez - Orhan Seyfi Orhon / 50 Ölmüş bir arkadaştan mektup - Melih Cevdet Anday / 52 Ölü - Ahmet Kutsi Tecer / 53 Ölü - Fazıl Hüsnü Dağlarca / 54 Ölü asker - Nicolas Guillen / 55 Ölü atlar - Cahit Zarifoğlu / 56 Ölü bir deniz yıldızı - Edip Cansever / 57 Ölü çizgi - Behçet Necatigil / 58 Ölü çocuğa gazel - Federico Garcia Lorca / 60 Ölü çocuklara ninni - Sait Maden / 61 Ölü öldü - Özdemir İnce / 64
Ölü vakitleri yaşamak ihtiyar evlerde - Erdem Bayazıt / 65 Vasiyet - Nâzım Hikmet Ran / 67 Ölü yapraklar - Jacques Prevert / 69 Ölü yıkayıcısı için şiir - Sina Akyol / 71 Ölüler konuşuyor - Muzaffer Tayyip Uslu / 72 Ölülerimiz - Nihat Behram / 75 Ölüm - Cahit Sıtkı Tarancı / 78 Ölüm - Sırrı Çınar / 80 Ölüm deneyimi - Rainer Maria Rilke / 81 Ölüm risalesi - Erdem Bayazıt / 82 Ölüm vakti - Nuri Can / 89 Ölüm yılım - Talât Sait Halman / 91 Ölüm yolunu şaşırdı - Türkan İldeniz / 92 Ölümden.. - Ahmed Şamlu / 93 Ölümden konuşacaktık - Metin Altıok / 94 Ölümden önce - Nikola Vaptsarov / 96 Ölümden sonra - Cahit Sıtkı Tarancı / 97 Ölümden sonra - Orhan Seyfi Orhon / 98 Ölüme eğilmek - Aziz Nesin / 100 Ölüme gazel - Ümit Yaşar Oğuzcan / 101 Ölüme kalmayacaktır bu dünya - Dylan Thomas / 102 Ölüme övgü - Nahit Ulvi Akgün / 104 Ölüme saygı - Erdem Bayazıt / 106 Ölüme yakın - Orhan Veli Kanık / 107 Ölümsüz - Türkan İldeniz / 108 Ölümsüz kalan - Şükran Kurdakul / 109 Ölümsüz kuş - Selâhattin Batu / 110 Ölümü deneyen küçük kıza - Özdemir İnce / 111 Ölümü düşünmek - Muzaffer Tayyip Uslu / 113 Ölümü hatırlatan kadın - Faruk Nafiz Çamlıbel / 114 Ölüyor muyum ne? - Metin Güven / 116 "Peri"nin ölümü - Şükûfe Nihal Başar / 117 Rindlerin ölümü - Yahya Kemal Beyatlı / 119 Sanatkarın ölümü - Cahit Sıtkı Tarancı / 120 Sevgililerin ölümü - Charles Baudelaire / 121 Siva'nın ölümü - Zahrad / 122 Şairin ölümü - Rainer Maria Rilke / 123 Üşür ölüm bile - Ülkü Tamer / 124 Vartan'ın ölümü - Ahmed Şamlu / 126 Yalnızın ölümü - Ahmet Erhan / 128 Yoksulların ölümü - Charles Baudelaire / 129