Bezirganbaşı Fanzin - sayı - 3

Page 1

Bezirgânbaşı Yaşasın öç almak için yazıldıkça avcıyı vuran şiir!

Aç kapıyı!

SAYI üÇ


------------------------------------------Bezirgânbaşı fanzin Nisan 2016 Ne aralıkta çıkacağını Allah bilir.

------------------------------------------FATMA ESTi öZLEM YAŞAR Nurgül SüMBüL BUSE ARAMAK BEYHAN AKTiKEN FEYZANUR ŞEKER NURCAN YiĞiT

HiLAL MEYDAN SiNAN KARADENİZ NURCAN YİĞİT NURTEN DURAN AYŞEGüL ATMACA HöSELEK DAYI

------------------------------------------İmtiyaz Sahibi Fatsa Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi adına Fatma ALTUNTAŞ Okul Müdürü

2

Yayın Danışmanı Sinan KARADENiZ Yayın Inceleme Kurulu Aziz BELEN (Müdür Yardımcısı) Gültekin YILMAZ Seçme Kurulu Buse ARAMAK Hilal MEYDAN Nurgül SüMBüL Feyzanur ŞEKER

Yayın ve iletişim Kulübü yayınıdır.


Merhaba! “Yalnız aşkı vardır aşkı olanın Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan” Cemal Süreya Biz, bir kıymet bulduk söze dair ve kaybetmeye hiç niyetimiz yok. Bir oyun gibi başladı her şey, ilk cümlelerimiz belki basit bir hamleydi. Gördük ki kumaşın değeri; onun dokunduğu ipin kalitesinden. Gerçeğin ipine sımsıkı sarılmak istiyoruz ve onun bize getirdiği doğruları içten bir sesle aktarmak. Geceyi gündüze sarıp bürümektedir O. İşte gerçeğin barındırdığı hakikati önce kanıksamak, sonra yazmak… Bir şeyler yitip gidecek yazmasak biliyoruz: Eski bir duvar yıkılacak. Olmayacak kimi evlerde yaşam. Deniz hangi gün berrak, anımsanmayacak ve bir defadan sonra haksızlığın adalete sitemi duyulmayacak. Yazılmasa kayıtsız kalacak yeryüzünün mahzun cümleleri. Kuşu avlayanların tetiği çeken parmağı unutulacak. Şimdi üç-beş kişi toplandık; harflerin kara renginden bir aydınlık betimi yapmaya yeltendik. Kimi yaraya ince bir merhem, bazı düşüncelere billur bir ses ya da hayretimize naif bir nefes olsun diye niyetlendik. Yargılama girişimimiz hiç olmadı; ama yargılanmayı göze aldığımız için yazdık. Hadi oyun başlasın! Aç kapıyı! Bezirganbaşı.

Fotoğraf: Ara GüLER

3

PAZIL PARÇALARI Okuldan çıkıyorum. Her yer öğrenci. Uzaklaşmak istiyorum. İlerliyorum sokaklarda. Etrafta oyun oynayan çocuklar, ne kadarda tatlı. Hava güneşli ama soğuk… Sokaklar kömür kokusuyla dolu. Bir yaşlı teyze görüyorum. Oturuyor evinin önünde… Sonra yoluma devam ediyorum. Kaldırım taşlarında ilerleyen köpekler görüyorum. Sahipsiz… Acaba kışı nasıl atlatacaklar kendime soruyorum. Yanımdan bir dolmuş geçiyor. İçi bomboş….Ne tuhaf… Kışın geldiği ne kadar da belli. Sokaklar kömür ve odun yığınlarıyla dolu. Bir genç geliyor karşıdan: ”Taze simit!” diye bağırıyor. O da çabalıyor kendince… Geçiyorum yanından. Biraz ilerde bir amca, önündeki tezgahta hamsi satıyor 1-2 müşteriye. Şehir merkezine yaklaştıkça sokaklar hareketlenmeye başlıyor. Seyyar satıcılar çoğalıyor.


Bir parka giriyorum etrafımda insanlar. Delicesine eylenen çocuklar görüyorum. Ne tuhaf… Kenardaki bankaları dolduran teyzeler, amcalar görüyorum. Önümden bir kız çocuğu geçiyor, göz alıcı makyajıyla. Büyüklere özeniyor sanırım. Ne tuhaf… Tam parktan çıkacağım, bir çocuk ilişiyor gözüme. Siyah şapkası, gri eşofmanı ile oturuyor kendi halinde… Kalabalık bir caddeye giriyorum. Yol kenarında bir teyze görüyorum, örgü yapan. Biraz ilerde kestane satan amcalar… Yürüdüğüm kalabalık caddede arkadaşlarımı görüyorum. Onları görmezden geliyorum. Sonunda ulaşıyorum şehir meydanına. Biraz dolaştıktan sonra sahile iniyorum. Oldukça kalabalık. Etrafta haşlanmış mısır, oyuncak satan insanlar. Kendince dolaşan, arkadaşlarıyla takılan gençler... Orta yaşlı insanlar var. Limana yaklaşıyorum…Balık tutan insanlara imreniyorum.

GÜZ SALINCAĞI Huzur veren maviliği ile karanlık bir deniz Sanki çocuklukta unutulmuş o mutlu günlerimiz Yaşadığımız acımız gülümseyen özlemimiz Yarın yine hayatımıza gireceğini unutur gibi Kopmuş bir yaprak gibi boşluktayım bazen Buruk bir acı var gazetelerden süzülen Hiç sevmediğim bir hüküm var gerçekleri ezen Sonunda doğrunun kazanacağını unutur gibi

Sanki her şey dağılmış pazıl parçaları…

Kaldırımdaki kırık taşlar kadar yalnız hayatım Belki de en baştan kırıktı kolum kanadım Yok ki ümit etmekten başka dayanağım Güz bahçesinde yalnız bir salıncak gibi

BUSE ARAMAK

HiLAL MEYDAN

Şimdi bir banktayım gün boyu gördüklerimi düşünüyorum. Ne tuhaf…

4


MUTLULUK MASALI Bir bulut ki kaplayan gökyüzünü Sıkı sıkıya saran Şimşekler çaktıran, bulutları ağlatan Uçurumlar dolu, virajları keskin hasrettir dağlar Yolları kıvrak Gelincik umut… Mutluluk, masal çocuk kadar masum duran Bir özlem ki alev alev bütün ciğerlere kor gibi düşen Sevdanın karanlığı cehennem Huşu ki imkânsız Bir kalabalık ki seni yalnızlaştıran, o kadar da olgunlaştıran Şarkıdır dillere dolanan, yaygara kopartan. Ney ki sesi yürekleri sızlatan nefsi okşayan. Su ki ufalmış bardaktan taşan doldukça azalan. Yalan sevda, yalan para, yalan dostlar, yalan dünya Ölüm başka... NURCAN YiĞiT ----------------------------YAĞMUR YERiNE Yağmurdan sonra çıkan gökkuşağının rengine Gözlerimdeki özlemin hasretine Sokaklardaki sessizliğin üstüne Sen düşseydin yağmur yerine Mutluluğu ararım sensiz caddelerde Arada bir ağlarız onlarla sessizce Bazen de güneş gülümsüyor bize Sen vursaydın güneş yerine Fatsa’nın dar sokaklarındayım yine Bazen gezerim dolaşırım bazen bir köşede Biri gelir, dertleşiriz o gece Sen parlasaydın yıldızlar yerine NURGÜL SÜMBÜL

UÇAN BALON Kaç gün oldu Saymayı unuttum Çocuğun elinden balonun alınması gibi Elimden alınmış sevinçlerim Gülmeyi unuttum 5

Ağaçlardan yaprakların düşmesi gibi Düşüyorum sessizliğe Renkleri unutuyorum Gökyüzünün, güneşin Evimin önündeki çiçeği Her gün biraz daha anlamsızlaşıyor Yokluk bir hançer gibi Her gün daha çok derine saplanıyor ÖZLEM YAŞAR


iLK KIBLENiN DUYUMSATTIKLARI

Bazı şeyler vardır. Onların ne “bazı” olması ne de “şey” olması hayatımızdaki anlamını eksiltmez. Bilakis varlıklarıyla ayrı, apayrı bir önem katarlar. Kudüs mesela... “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” sözünü hatırlayarak yazmalıyım dedim biricik Kudüs'ümü. Ne zor bir işe talip olmuşum oysa. Kalemi her tutuşumda tutuyor içimdeki acı beni. Beyaz kâğıda her bakışımda, önce beyazlığının içinde kayboluyorum. Bir sarılık beliriyor gözlerimin önünde. Sonra yavaş yavaş kendini belli ediyor. İşte benim Kudüs'üm. Orda şimdi sadece O'nunla ben varım. Sanki benimle konuşuyor. Konuşmaktan ziyade serzenişte bulunuyor bana. Neler söyledi bir bilseniz dostlar. Ben duydum hepsini. Bu topraklar artık dayanamıyor! Ne altındakiler, ne de üstündekiler rahat uyuyor. Biz bu haldeyken sen yatağında rahatça uyuduğun her gece için hesaba çekileceksin! Kulaklarımda yankısı kalan birkaç cümlesi sadece bu... Bir şehre gidersin ve hayatında esas olan kavramların, soruların, sıralamaların yeri değişir. Eskiden kendimden geçercesine gülüşlerim vardı. Bu sadece bir örnek. Ne zaman ki bu acı gelip

hayatıma yerleşti, artık eskisi gibi bakmıyor, eskisi gibi gülmüyor insan. Dinlediğim her melodide, baktığım her şeyde O' nu arıyorum. Özlem nedir? Hasret nedir? Aşk nedir? Hepsinin cevabında en baş köşe O'nun. Hani Peygamber Efendimize(s.a.v) sahabeyi kiram “Anam babam sana feda olsun.” diyorlardı ya, bu sözü tam manasıyla Kudüs’te idrak edebildim. Efendimizin ve diğer bütün peygamberlerin secde ettiği taşlara ne zaman ki alnımı koydum, işte o zaman anlayabildim. Bir şehre gider insan ve çok şey görür. Ama el-Aksa'da görecekleri çok başkadır: Biz Kudüs'ün muhafız kadınlarını gördük. O kadar cesurlar ki bunu görebiliyorduk. Hakkıyla koruyamadığımız emanete onlar sahip çıkıyordu. Sarıldık birbirimize, kucaklaştık. Konuştuk da biraz. Gözlerinin ta içinde, kendilerinden bile sakladıkları korkularını gördük. Tekrar akşam eve gidince çocuklarımı görebilecek miyim korkusunu. Siz de görmeliydiniz! Kudüs'ün çocuklarını gördük. Oyunlarını zafer üzerine kuran çocuklarını… Biz de oynadık onlarla beraber, oyunlar kurduk, beraber kazandık zaferleri. Sonra balonlar uçurduk özgür Kudüs'ün gökyüzüne. Siz de uçurmalıydınız! Korktukça zulümlerini arttıran “sefihleri” gördük. Beytü’l-Makdis'e girerken hepsinin gözleri bizim üzerimizde. Rahat gibi davranıyorlar ama tedirginler içten içe. Haklılar da doğal olarak. Unutturmaya çalıştığı, kendininmiş gibi sahiplendiği yerlere “turistik gezi” yapıyoruz. Korkmalarına gerek yok ama. Yapacaklarımızı zamanında yapsaydık ümmet olarak bu halde girmezdik buraya. İçimi en çok acıtan nokta da burası. Rabbim uyanış nasip etsin bize! Yazımı bitirmeden önce birkaç hatırlatma yapmak istiyorum. Yola beraber çıkıp da yolda unutulan ümmetin, kardeşliğin, tohumları Kudüs'te. Bu tohumları alıp ekmemiz

6


Devlet değildir ki hayat, ezberlensin geçmişi Eminönü’nde buğday satanlar tarihi Karda iki işçinin verdiği savaş anılmaz Ve anaların ay ışığında muhabbet tarihi

lazım. Hasat vakti geldiğinde, ne kadar verim alacağını bilemeyen bir çiftçi gibi elimizden gelenin fazlasını yapmaya gayret göstererek Allah' tevekkül etmeliyiz. Bu mukaddes beldeye gittiğimizde hatırımıza gelmeyen hakikati hayatımıza yerleştirir ve o hakikat yolunda mücadele ederiz. Çocukken dizimizdeki yaraları kaşıyınca annelerimiz kızardı. Kızmasın şimdi anneler. Mescid-i Aksa özgürlüğüne kavuşana dek bu yarayı her gün canımız yansa da, kanasa da kaşıyacağız. Kabuk tutmaması lazım… Ne zaman kabuk tutar, ne zaman sızısını hissetmeyiz o gün unuttuğumuz gündür. O zaman ne siz sorun halimizi ne de ben söyleyeyim. Şikâyetim kesinlikle yok. Sırtımdaki yük benim yüküm. Kimseyi koyamıyoruz Kudüs yerine. Orası hep senin kalacak! Orası hep bizim kalacak Nurten DURAN ----------------------------KiRAZLI MESCiT’TEN GEÇENLER TARiHi Bilmek istemiyorum ne olmuş, olacak Tarihte hangi devletler imzalamış ilk belgeyi Radyoyu kim bulmuş, kim evvel çıkmış aya, kalsın böyle iyi Bozacıya girenler tarihi önemli benim için Binli yılların altından geçmiş adamların Ve geçip de kayıtsız duyarlıkların Göze terk ettiği hüzünler tarihi

İşte su kemeri, hala ayakta ve yaşadığımızın garipliği Bakırcı Hasanların yargılar tarihi, sarmaşık kaplı bir duvarda Kayıtsızlığı içinde sezmek derinliği ve çileler tarihi aşınmış sokakta Eski çarşıların çay faslı kahkahaları, hızmalı bileklerin törel kokuları Ateş başında terleyen kadınlar tarihi, duyumsanacaktır eğer şiir varsa Kağnı gıcırtısı peşinde emir kulları, iğne oyaları solar çılgın ışıkta Tandır kokulu ekmekler ve molalar tarihi, savrulur kül gibi kalımsız ovacıkta Sakarya yolunda, Adilcevaz’da güneşten evvel kalkanlar tarihi Anılmaz adları ve bilinmez aşkları, yazmazsa onları bir Kayıkçı Kul Mustafa Hem dalganın köpükleri dipten alır gücünü Ne ki tek rüzgâr, tek lider, olmazsa halkların tarihi Ortaçağda bir demircinin alemler tarihi Varsın eksik kalsın, bilinmez, belgesiz Kirazlı Mescit’ten geçenler tarihi Sinan KARADENiZ

7


kesmektir. Onun acısını düşünürken yemek yemeği unutmaktır dedim. Ve aşk dedi; onu görünce kalpte uçuşan kelebekler dedim. Kaybedersen dedi, işte o zaman yaşamı bir ölü gibi sürdürmekten başka çare kalmamıştır, dedim. HiLAL MEYDAN

DEDiM, DEDi, DEDiM Huzur dedi; gökyüzüne çıkan sonsuz bir merdiven dedim. Ya onu kaybedersen dedi; her açık kapıdan oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi ararım dedim. Şevgi dedi; dikene rağmen yine de sevilen gül gibidir dedim. Onu kaybedersen dedi; kimseye gül yoldurmam, hepsinin dikenlerinde sevgiyi tek tek ararım dedim. Dostluk dedi; yüz yıllık bir çınar köklerinin, toprağı sahiplenmesi gibi sahiplenmektir dedim. Kaybedersen dedi; depremde yıkılmış bir bina gibi kırılır kalbim dedim. Nefret dedi; düşündüm: Ben nefret etmeyi sevmem dedim. Ama bir gün nefret etmek zorunda kalırsam, kurumuş yaprağın toprağa düşerken ğaçlara küsmesi gibi nefret ederim dedim. Umut dedi; beklemektir dedim. Olsun veya olmasın gelsin veya gelmesin, sanki her şey kesinmiş gibi beklemektir dedim. Kaybedersen dedi; rotasını kaybetmiş bir uçak gibi hangi yola gireceğimi unuturum dedim. Acı dedi, bekledim. Acıyı iyi öğrenmiştim. Tarif edecek birçok deneyimim vardı: Benim için acı, ekmek tutan parmağından birini

8

SORMA Sen gittin güneş gülmüyor bana Mürekkebim yazmıyor artık Ararım her gün kitapların arasında Nedir bu hal söyle bana Sanki ayakkabı boyacısıyım yalnızlıkta Deniz bir başka görünüyor artık Yürüyorum taşlı kaldırımlarda Ne oldu söyle bana Arıyorum seni tabloların arasında Kimse cevap vermiyor Küstüm artık bu dünyaya Ne oldu sorma bana NURGÜL SÜMBÜL


BİR GÜN Nasılda dalıyor uzaklara gözlerin Dalgaları vururken sahile denizin Sonsuzlukla hiçlik arasındaki hislerin Bana çıkar mı bir gün Sormaya korkuyorum hâtırını Yarınlarımı hep senle doldururken Canını yakan kalp kırıklıklarını Benle temizler misin bir gün Tutunacak bir dal değilsin aslında Bir köprüsün, varla yok arasında Gözyaşlarımla fırtınaya kapıldım da Bana şemsiye açar mısın bir gün AYŞEGÜL ATMACA ----------------------------BOŞ SOKAK Kalbim boş sokaklar gibi Bir köşesinde çöp karştıran kedi Bir köşesinde yalnız kalmış sokak lambası Düşünüyorum da bazen neden öyle Neden en iyi dostum benim yalnızlık Sessizlik buruşturulup atılmış kağıt parçası Yoruldum göz önünde olup da görmezden gelinmekten Boş sokaklar gibi gelişen kalbime Ne gelenim var ne gidenim de Sessiz rüzgârlar esiyor kalbimde Fırtına kopuyor sokaklarımda bazen de BEYHAN AKTİKEN

Sevgili Efendimiz, Bilmem ki âşıklar nasıl seslenir sevgiliye? İşte sesleniyorum gücümün yettiğince. Hissediyorum seni sanki iliklerimde. Nefesini duyuyor, gözlerine bakıyor gibiyim. Gönlümü avutmak için bir kalem aldım elime. Yazamam dedim. Bir de baktım yüreğim hüzün içinde. Kıyamadım. Haddimi aşarak yazdım sana olan sevgisini yüreğimin. Seni sevdiğim kadar kimseyi sevmedim. Seni istedim sadece, seni yazdım. Seni arzu ettim. Sana layık olamasam da. Hasretin göçmen kuşlar gibi geçer gönlümden; kalbim, sıcak bir nefes gibi tutulu sevda nöbetlerine. Seni sevmek adına; ayrılığa umut, yağmura hüzün dedim. Adını sebat koydum; aşkın nisan çiçekleri açtığında. Sen doğarken güneş gibi kâinata, keşke erebilseydim o güneşin doğduğu sabaha. Ben yoktum, göremedim gelişini. Süremedim yüzümü bastığın topraklara. Hz. Amine’nin bağrındaki o güneş, o nur sendin. Gelişini müjdeleyen melek, geldin diye tebessüm eden arş, birbirine doğuşunu sevinçle haber veren yıldızlar… İşte o yıldızlı göğün altında ben de sevinçten ağlasaydım. Seslenseydim kâinata gücüm yettiğince; Ahmet’in güneşi doğdu deseydim. Sonbaharda bastığın kum taneciklerinden biri olsam; sonra yürüyüşünün edasını tüm âleme anlatsam. Şeyma olsam, sütkardeşin Halime’nin evinde birlikte oynadığın… Ah, ah olamadım bir Enes, bir Zeyd, bir Sümeyye, bir

9


Musab… Mübarek ellerinin saçlarına değdiği duanı almış bir çocuk olamadım. Sevgili Efendimiz, Karanlık bir kuyudayım. Yusuf gibi kurtuluş aramaktayım. Bağlandı ellerim ayaklarım. Dalgalı denizin ortasında çırpınmaktayım. Hicranıma merhem ol ey Nebi! Umarsız bir halde bırakma şu garibi. Gel yeniden yankılansın umut bestelerim. Dualarım kaldı bir tek. İşte yine dergâhındayım. Ey kuraklaşmış bedenime damla damla düşen rahmet, Ey çölleşmiş yüreğimde, gonca gonca açan gül, Ey parçalanmış evrenime, tomurcuk tomurcuk açan bahar, Ey kimsesiz hayatımın en kalabalık kimsesi, Ey ağladığımda yanımda olanım, Ey çaresizliğimde tek sığınağım! Sana olan sevgimin hatırı ve hakkı için, toz bulutlarını dağıt yüreğimden. Bizleri de say kendi ümmetinden. Şefaatini esirgeme bu acizden. Dualarım eksik biliyorum. Nasıl yakarayım? Hicranıma gül, artık aydınlık sabahlara uyanayım. Selam sana; çöldeki kum tanelerince selam! Baharda açan çiçekler sayısınca selam! Yeryüzüne düşen yağmur damlalarınca selam! Sonsuz salat, sonsuz selam sana Efendimiz. Feyzanur ŞEKER

iNSANDAN iNSANA ŞÜKÜR Ki FARK VAR* Doğdun. Kuş cıvıltılarından bir müjde yankılandı babanın kulaklarında. Gonca katmerleri arasında taze bir çiğ damlasıydın. Şafak sökerken ince buğularla geldin dünyaya. Bir umut yontusu, bir sevgi yumağı, bir hayat türküsüydün. Nazlı bir çiçektin kucaklarda, katıksız gül kokusuydun odalarda. Senden güzellikler yayılırdı ancak, tüm çirkinlerden uzaktı gülüşün. Dünya, bir kar topu kadar beyazdı belki sana. Bizim görmediğimiz bilmediğimiz kadar güzeldi sendeki yansıması. Sen de taze bir nefestin dünyaya. Bir ışık huzmesi, bir parça yeşil, kabul olunmuş dua. Belki öte âlemlerden getirdiklerinle sağaltabilirdin yaraları. Oysa, Dünya, insan görmemişti Âdem’le Havva gönderildiğinde. Bilirdi elbet envai çeşit kuşu, ağacı çiçeği, örtü böceği. Âmâ bilmiyordu insanı ve başka türlüydü insan. Âdem bir uçtan Havva bir uçtan gelip buluştular da yuva kurdular. Emek vererek yaşamayı, bir araya getirmeyi, kurmayı öğrendiler. Tohum ektiler, ekin biçtiler, meyve topladılar, hayvan beslediler. Çalışarak üretmenin ve ürettiklerini paylaşmanın güzelliğini gördüler. Yakmadılar, yıkmadılar, kirletmediler. Hadlerini bildiler, zulmetmediler. Gafleti nankörlükle kapatma yoluna gitmediler. Kalplerinde ince bir sızı, düşlerinde cennet hasreti… Omuz omuza, gönül gönüle dünyayı insana yurt yaptılar.

10


Ve, Kabil ile Habil. Dünya gezegeninde iki muştu Âdem’le Havva’ya, iki mutluluk. İki can parçası, iki karındaş; iki ışık, iki umut, ana-babaya yoldaş. Biri siyah, biri beyaz olmamalıydı. Biri severken biri kin tutmamalıydı. Biri gönülden verirken biri cimrilik yapmamalıydı. Birinde Allah korkusu kökleşirken diğerinde şeytan tutunmamalıydı. Biri kabul görürken diğeri kıskanmamalıydı. Hepsi bir bir gerçekleşti. İkisinin birden yumak yumak acı olacağını ne Âdem bilebildi ne Havva aklına getirdi. Habil ölüm korkusunu ağabeyinden, Kabil günahını gömmeyi bir kargadan öğrendi. Bildiğimiz odur ki, dökülen ilk kan Habil’in kanıdır. İlk katil, kardeş kanı döktü. Ne aslan parçaladı Habil’i ne zehirli yılanlar soktu. Ne yıldırım çarptı ne azgın sular boğdu. Bakir yeryüzünde onca tehlike varken ilk ölüm insan eliyle gerçekleşti. O gün bu gündür katil de maktul de, zalim de mazlum da, mağdur eden de mağdur olan da kardeştir. İnsanın umudu da, korkulu rüyası da yine insandır. Ve dahi diğer varlıkların.

binalarda yeni işkence yöntemleri bulacaksın. Öldükçe doğacak, doğdukça öleceksin. Kıyamete kadar hiç bitmeyeceksin. Ve, “Oku!” diyen rabbinin adıyla okuyacaksın. “Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” Okudukça yeşerecek yüreğin, okudukça tomurcuklar patlayacak bağrında. Kalbinden, dilinden, elinden mavi bir ırmak yürüyecek dünyaya. Kanı yıkayacak, gözyaşını yutacak. Kabil’in şeytana yenilgisini unutmayacaksın. Sen Âdem’le Havva’nın tövbesi, Habil’in iyi niyeti olacaksın. ”O rab ki kalemle yazmayı öğretti.” Sonra şair yazacak ahvalini: ”İnsandan insana şükür ki fark var / Birine cennetse birine zindan.” *Sezai Karakoç ,Yağmur Duası

FATMA ESTi 11

İşte, HöSELEK DAYI Sen doğdun. Her doğum bir kuş cıvıltısıdır dünyanın kollarında. Afrika’da, Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da hatta kutuplarda milyonlarca cıvıltı… Bizim acı tecrübelerimizi sen de yaşayacaksın. Afrika’da açlıktan ölürken Amerika’da obez olacaksın. Filistin’de kalbinden vurulurken dünyanın öbür ucunda en korkunç katliamları planlayacaksın. Sierra Leone’de karın tokluğuna elmas çıkarırken New York ‘ta en gözde kuyumcu olacaksın. Mülteci bedenin cansız karaya vururken Avrupa’da en güzel parklarda oynayacaksın. En kuytu zindanlarda olmadık işkencelere maruz kalırken en gizli

** "Sevgili Höselek Dayıcığım, P.Coelho: "Düşman, elinde kılıcıyla karşında duran değildir. Arkasına hançeri saklayıp yanında durandır." diyor. Siz ne dersiniz? " Sevgili yiğenim, bu gavur adamların sözleri yüzünden bizim çocukların kafası hep karışık la tosunum. Kediye kedi diyemez olmuşlar. Canbazın Kara Damaskan'ın torunları bile bu haldeler. Hâlbuki ikisi de düşmandır tosunum. Biri darıya girmiş ineğini gözünün önünde girebiyle keser. Diğeri gece yarısı samanlığını yakar. Eşkere düşmanlık yapan senden güçlüdür la


tosunum. Coelho kim la? Rafetin Mıstığın torunu mu yoksa? **Bizim torun yetmiş yıllık Höseleği aklı sıra test edecek: Dede dedi. Sen bu matematikten anlıyon mu? Dedim getür. Dakkasında defteri önüme getürdü. Geri götür de diyemedim. Ölçtüm,biçtim,böldüm. Topladım, çıkardım. Bence işlem tamamdı. Gel gör ki havuzun suyu sonuca göre boşalmıyor. Baktım dört musluk daha olması gerekiyor. Şıklarda yaklaşık bir ışık görsem anında işaretleyeceğim. O da yok. Üstelik havuz dolup taşıyor... Bu sorular ne kadar zor la! İşte hayat da böyledir tosunum diye kalemi duvara fırlattım vesselâm. - A u duvarı sil la. Cızdı elleem. ** "Sevgili Höselek Dayıcığım, yukarıdan aşağı iki harf ; sodyumun simgesi nedir? İkinci harfi a. 'Sevgili yiğenim, bu bulmaca sorularına aklım ermiyor heri oğlum. Kuzu sesi me, boru sesi ti diye çıkıyor. Askerde boru çalarlardı hiç de öyle ti diye çıkmazdı. Daha başka çıkardı. Soruna gelince şimdi sodyumun simgesi so diyecem. İkinci harfi a diyorsun. Sodyumda hiç a yok heri tosunum. Bilmiyom la! ** "Sevgili Höselek Dayıcığım, sınavım süper geçti. O kadar basit geldi ki; hatta üst üste sekiz şıkkı B olarak işaretledim. Sizce de öyle değil mi Dayıcığım? "Sevgili yiğenim, umarım babanın köyde koyunları çoktur. Yoksa ben ona tedarik ederim tosunum. Avlu dibinde çıtır kökü sökmek senin için daha hayırlı olur zannımca. Kazma seni bekliyor haberin yok. Üst üste sekiz şık aynı olmaz heri yiğenim. Bilmediğini atlasaydın daha iyiydi. Seni gidi küçük sekmen seni!" ** Paristen bir takipçim nazikçe sormuş: "Sevgili Höselek

Dayıcığım, sizce sonbahar ve kışın renkleri hangileridir? Evlerde malzeme-desen-renk olarak yeni sezonda neler ön planda olacak? Dekorasyonda eski ile yeni fikirleri karıştırarak füzyon stili yaratma trendi devam mı etmeli ? " Evet. Sevgili yiğenlerim soru böyle. Bizi Kuş Kayası'ndan öteye gitmemiş zanneden bu yiğenime Göller Sapağından yazıyorum. Baa bak yiğenim, sonbahar ve kışın renkleri belli. Ama sen daha ziyade dekorasyonda kahverengi tonları, füme, toprak tonlarıyla zenginleştir. Ve ayrıca cobalt mavi, lacivert, indigo, mavi ve siyah ile tonlandırılmış yeşil, asit yeşili, turkuaz detaylı kumaşlar ve objelerle dekorasyonunun renklendirileceğini bil. Özellikle yeşil tonlarını cömertçe kullanmanın tam zamanı olduğunu da… Buradan Paris’e saygı ve selamlar. Trendini yerim senin. Hadi görüşürüz. Dayın. ** "Sevgili Höselek Dayıcığım, Gucci'den bir ayakkabı siparişi verdim. Heyecandan patlıyorum. Bu kargodaki gecikmelere sinir oldum. Acaba ne yapsam? " Sevgili yiğenim, her ne kadar Zemheri Ayı'ndaysak da şunun şurasında Gücük Ayı'na az kaldı. Bence Gucci, Gücük Ayında iyi gider. Yalnız, heyecandan patlamanı anlamadım tosunum. Ayağında denemediğin bir ayakkabıyı nasıl aldığına patla bence. Ya holtak gelirse ne yapacaksın? Oldu mu kaymağını yediğim? Tim İssiğinin Koca Murat'a 'askerde bir numara büyük al botu.' demişler. O da almış . Ama holtak gelmiş bot. Çok zahmet çekmiş gariban. Postaya gelince; iki defa çalar kapıyı gider derler la oğlum. Kaça aldın la ayakkabıyı? 45 TL'den yukarı vermeseydin bari. 45 'ten yukarı alırsan kesme şeker gören at gibi sevindirirsin bak satan adamları. Kargo ne la?

12


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.