Dünyanın Yeni Yedi Harıkası

Page 1

DÜNYANIN YENI YEDI HARIKASI


CIN UNESCO Dünya Miras Listesi Ülke

Vlag van Çin Halk Cumhuriyeti

Tür

Kültürel

* Dünya Mirası resmi listesi. ** UNESCO resmi sını landırması. Çin’in kuzeybatısı boyunca uzanır. Dünyanın en uzun savunma duvarıdır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin’in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve HuangHo nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü’nün güneyinden batıya yönelerek devam eder. Yapılış Amacı Günümüze kadar kalan duvarın büyük bir kısımı Ming Hanedanı döneminde inşa edildi. 1986 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine eklenen Çin Seddi’nin toplam uzunluğu, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Kültürel Miraslar İdaresi ile Devlet Ölçme ve Haritalama Dairesi’nin 18 Nisan 2009 tarihli açıklamasına göre 8.851,8 kilometredir.[1][2] (Herbert Ponting, 1907) Çin Seddi Çin’in Savaşan Beylikler döneminde (M.Ö.403 M.Ö.221), Çin seddinin temeli 20’den fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmıştı. Chu, Qi, Yan, Wei, Han, Zhao, Qin Krallıkları birbirinden korumak için sınırlarında ilk setler inşa ettiler. Qin,Zhao,Yan kralıkları ise XiongNu, DongHu, LinHu, Hiungnu’ların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını koruma amacıyla da inşa ettiler. Çin’in ilk İmparatoru Qin Shi Huang, burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. Bu devasa inşaata girişmekteki amacı konusunda tarihçiler farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları: Ülkenin sınırlarını başta Hiung-nu olmak üzere kuzeyden Çin’e karşı Türk boylarının saldırısına karşı savunmak.


SEDDI Uzun savaşlar sonunda yıktığı beyliklerin esir düşen yöneticilerini sürgün ve ağır işe sürerek cezalandırmak. Ülkeden kaçısları önlemek. Ülkenin tek yönetim altında birleştiğini içeriye ve dışarıya göstermek. Kuzeyden gelen Türk saldırılarına karşı savunmak için. Qin Shi Huang M.Ö. 221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirerek uzattı. M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur. Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 6.000 kilometreyi bulur. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 2.500 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M. Ö. 221 ile M. S. 608 yılları arasında yapılmıştır. Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Sanılanın aksine Çin seddinin tamamı tuğlalardan oluşmaz. Bazı yerleri çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden yapılmıştır ve bu duvarlar çok kısadır.[kaynak belirtilmeli] Bu zayıf duvarların amacı devleti saldırılardan korumak değil kaçak düşmanı yavaşlatmaktır.[kaynak belirtilmeli] Genellikle duvarın yüksekliği 4-6 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya olanak verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmıştır. Bu tarihî yapı, 7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri olarak seçilmiştir. Kuruluş tarihi:221


K EOPS Keops Piramiti (Khufu Piramiti, Büyük Piramit), günümüzde Mısır’ın başkenti Kahire’nin bir parçası olan Gize’yi (El Giza) çevreleyen antik “Gize mezar kenti”nde bulunan üç anıtsal piramitten en eski ve en büyük olanıdır. MÖ 25512560 yılları civarında yapıldığı sanılan bu anıtsal kompleks, Dünyanın yedi harikasından biri olup, bu yedi harika içinde günümüze kadar ulaşan tek eserdir, varlığını günümüze dek hemen hemen tam olarak sürdürebilmiş olanıdır. Bu piramidin Mısır iravunu Khufu adına bir anıtsal mezar olarak inşa edildiğine inanılır ve yapımının yaklaşık yirmi yıl sürdüğü sanılmaktadır. 20. yüzyıl başlarına dek, yani 3800 yıl boyunca hacmi ve kütlesi bakımından Dünya’daki en büyük yapay (insan yapımı) yapı olarak kabul edilmiş ve yükseklik rekoru 4000 yıl boyunca kırılamamıştır. Büyük Piramidin orijinal halinde dış kısmı taş levhalarla kaplıydı. Günümüzde bu kaplama tabakası mevcut değildir. Büyük Piramit ve yapımı ya da inşa tekniği hakkında günümüzde çok çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. İnşa tekniği hakkındaki varsayımlardan birine göre yapılan spiral bir rampadan çıkarılan taş bloklar üst üste konuyordu. Rampa çamur kaplanıyor, sulanıyor ve taş bloklar itilerek kaydırılabiliyordu. Bir başka varsayıma göre taş bloklar dev manivelalarla kaldırılıyordu. Büyük Piramidin içinde üç oda saptanabilmiştir. Bunlardan yapının en altındaki oda, muhtemelen bitirilmemiş haldeki, piramitin üzerine inşa edildiği temel kayasının oyulmasıyla oluşturulmuş odadır. Sonradan “kral odası” ve “kraliçe odası” adları yakıştırılan odalar ise piramidal yapının üst kısmında yer alırlar. Büyük piramit aslında, iki tapınaktan, bu iki tapınağı birbirlerine bağlayan bir yoldan, piramit çevresindeki mastaba adı verilen çeşitli küçük mezarlardan ve piramitlerden oluşan bir yapılar kompleksinin bir parçasıdır. Mısır’ın Eski İmparatorluk döneminden kaldığı sanılan bu taş eser, doğa koşullarının yıpratıcı etkilerine binlerce yıl karşı koyabilmiş olup, gizemleri bir bir ortaya


PIRAMIDI çıkarılmakla birlikte, henüz tam olarak anlaşılamamış dev bir eser olarak varlığını sürdürmektedir. Piramidin İnşası Birçok Mısırbilimciye göre Büyük Piramit Dördüncü Hanedan’dan iravun Khufu için bir mezar olarak ve kimilerine göre 14 ile 20 yıl civarındaki bir süre zarfında inşa edilmiş ve yaklaşık MÖ 2551 yılında tamamlanmış olmalıdır. Kimileri mimarının Khufu’nun veziri olan Hemon ya da Hemiunu’nun olduğunu düşünürler. Büyük Piramit ya da Keops Piramidi, yontma taştan yapılma, 138 m yükseklikteki kare tabanlı bir piramittir. Bu piramidin orijinal yüksekliğinin 280 Mısır kübiti, yani 146.478 m olduğu sanılmaktadır. Fakat erozyon ve tepe kısmının yokluğu nedeniyle günümüzde yüksekliği 138,75 m’dir. Taban kenarlarından her biri 230.37 m. (440 kübit) uzunluktadır. Yapılan hesaplamalara göre piramidin kütlesi 5.9 milyon ton ağırlığında, hacmi ise 2.500.000 m3’tür. Kimileri bu değerlerden yola çıkarak ve hergün 800 ton taşın yerleştirilebileceğini varsayarak inşaatın 20 yıl sürmüş olduğunu düşünmektedir. Piramidin ilk kesin ölçümleri 1880-1882 yıllarında Sir Flinders Petrie tarafından yapılmış ve ölçümleri “Gize piramitleri ve Tapınakları” (Pyramids and Temples of Gizeh) adlı kitabında yayımlamıştır. Kuzeydoğu taşlarının arasındaki açıklık 0.5 mm. olarak saptanmıştır. Piramidin tabanının dört kenarının birbirlerine, 58 mm’lik fark gözardı edilirse, eşit olduğu görülmektedir. Taban yatay ve hemen hemen düzdür (tabanın en alçak ve en yüksek noktaları arasındaki fark 21 mm.’yi geçmez. Kare tabanın kenarları 4 açısal dakika gözardı edilirse, manyetik kuzey yerine gerçek kuzey esas alınıp, tam olarak dört ana yöne oturtularak hizalanmıştır ve 12 açısal saniye gözardı edilirse, taban hatasız bir karedir. Petrie’nin ölçümlerine ve sonraki çalışmalarına göre, orijinal halinde, piramit 280 kübit yüksekliğinde idi ve her bir kenarı 440 İnşası


KO L E Z İtalya ve Roma denilince herkesin ilk aklına gelen, dünyanın 7 harikası arasında bulunan ünlü am i tiyatrodur. Roma gezilecek yerler listesinde kesinlikle ilk sırada yer alması gereken Kolezyum‘un orjinal adı “Flavian Amphitheatre” yani “Flavianus Am itiyatro”‘dur. İngilizce adı ise Colosseo’dur . M.Ö 72 yılında Komutan Vespasianus tarafından yapımına başlatılan Kolezyum M.S. 80 yılında Titus döneminde tamamlanmıştır. Yapıldığı dönem düşünüldüğünde insanoğlunun o zamanlar bile bu gibi devasa yapılar yapılabilmesi insanı hayretler içinde bırakmaktadır. 2007′de Dünyanın Yedi Harikasından birisi olarak seçilen Kolezyum Roma İmparatorluğu Dönemi’nde başta gladyatör savaşları ve çeşitli etkinlikler için kullanılmıştır. Gladyatör savaşları dışında halkı eğlendirmek adına Kolezyum birçok insan ve çeşitli hayvanların dövüşleri , geçmiş yıllarda yaşanan tarihsel olayların tekrar canlandırılması , infazlar ve daha birçok etkinlik için kullanılmıştır. Özellikle Kolezyum’un en ünlü yıllarında büyük ölçüde kanlı olaylar için kullanılması dönemin Roma Halkının eğlence anlayışını gözler önüne sermektedir. 50.000 seyirci kapasiteli olan Kolezyum’da 4 kademe bulunmaktadır. En alt katta, gösterilere en yakın konumda dönemin imparatorları ve yöneticileri bulunurmuş. 2.kat tüccarlar ve aristokratlara aitken 3.katta ise halkın bulunduğu kısımmış. Kolezyum’un en yüksek bölümü olan 4.kısımda ise köleler yer alırmış. Bu tepe noktasına 138 adet basamak ile ulaşılırmış. Ayrıca Kolezyum’da her kapıda ve oturma alanın günümüz stadyumlarında olduğu gibi numaralar bulunuyormuş. Kolezyum’daki bazı kapı üstlerinde halen görebileceğiniz bu numaralar ile izleyiciler kendi yerlerine daha hızlı bir şekilde ulaşılabiliyor. Yazın sıcak günlerinden bulanan seyirciler için Kolezyum’un üstü çeşitli örtüler ile kapatılmış. Yapıldığı yıldan itibaren deprem ve taş hırsızlığı gibi nedenlerden etkilenen yapı günümüzdeki görünümüne ulaşmıştır.


ZYUM Günümüzde Türk gazetelerinde de “Kolezyum yıkılıyor” gibi haberlerle gündeme gelen taş kopmaları vb olayları engellemek için devamlı yüksek bütçeli restorasyonlar yapılmaktadır. Roma’ya gittiniz ve tarih sizin için çok önemli, bu yüzde de diyelim ilk durağınız herkes gibi Kolezyum, pekiii ? Kolezyum’un içine girmeye değer mi değmez mi ? Aslında bu sorunun cevabı sizin Kolezyum’dan ne beklediğinizle alakalı. Çünkü Kolezyum’u hem dışarıdan gezen hem de içeriden gezen birçok kişi Kolezyum’un hayal ettiğinden çok daha ufak olduğunu belirtiyor. Ayrıca Kolezyum’un hatırı sayılır giriş ücreti ve uzun süren bilet kuyrukları da cabası. Öncelikle Kolezyum’un içine girdiğinizde çoğu kişi gibi önce şaşkınlık yaşayabilirsiniz çünkü Kolezyum’un yapısını ilmlerdeki gibi hayal etseniz de gerçek biraz farklı. Zemin tabanı zaman içinde çökmüş durumda . Zemin altında bulunan tüm kanallar ve odalar şu an açıkta bulunuyor. Gelelim en büyük soruna. Diyelim uzun süren kuyruklardan sonra Kolezyum’a girdiniz , peki şimdi ne yapacaksınız ? Pek çok turistin yaptığı gibi boş boş etrafı gezmek için bu kadar çileye değer mi bilinmez ama benim size tavsiyem Kolezyum’u rehberler ile gezmeniz. Hem çok daha bilgilendirici hem de çok daha zevkli olduğuna inandığım rehberli gezi ile Kolezyum’un hakkını verebilirsiniz. Onun dışında içeride boş boş gezinip çıkmak sizde de biraz hayal kırıklığı yaratabilir. Bu arada Kolezyum etrafında para ateşiyle yanıp tutuşan , gladyatör ya da Roma askeri gibi giyinmiş birçok İtalyan bulunuyor. Ufak bir ücret karşılığında özel giyinimli bu askler ya da gladyatörler ile fotoğraf ile resim çekinmek sizin için cazip olabilir.


K U R TA R I C I I Governador Adası’nda, şehre 16 km uzaklıktadır. Tanrı yeryüzünü altı günde yarattı; yedinci günü Rio’ya adadı.” Brezilyalılar, 1960’ta Brasilia’nın kuruluşuna kadar başkentleri olan şehrin, neredeyse mucizevi güzelliğini böyle açıklar. Tropikal mavi bir denizden yükselen dağlarla çevrili, sıra sıra palmiyelerin uzandığı beyaz kumsallarıyla Rio, cennet imgesinin tüm özelliklerini taşır. Ancak şehrin kimliğini en iyi insan elinden çıkmış bir yapı, İsa heykeli belirler. Yedi metrelik bir kaidede yükselen 30 metre yüksekliğindeki heykel, şeklinden dolayı ‘Kambur’ da denilen 740 metre yüksekliğindeki granit dağ Corcovado’nun tepesinden şehre bakar. Bir heykel yapılması ikri ilk olarak Brezilya’nın bağımsızlığını elde etmesinin 100’üncü yıldönümünde, 1921 yılında ortaya atıldı. Popüler bir dergi, ulusal bir anıt yarışması yapılmasını önermişti. Hector de Silva Costa, hem tanrısal sevgiyi hem de başarıyı temsil edecek, şehri kucaklamak için kollarını açmış dev bir İsa heykeli ikriyle yarışmayı kazandı. Daha önce ortaya attığı Sugar Loaf Dağı’na bir Kristof Kolomb anıtı dikme ikrinin aksine, Da Silva Costa’nın bu ikri coşkuyla karşılandı ve Brezilya’nın dört bir yanındaki kiliselerde kişisel girişimlerle proje için para toplanmaya başladı. 10 yıl içinde dev yapı yerine yerleştirilmişti. İlk önce tasarımcılar, mühendisler ve heykeltıraşlar, denizden 732 metre yüksekte granit bir zirveye bir heykel dikmenin olası zorluklarını tartışmak için Paris’te bir araya


S A H EY K E L I geldi. Fransız heykeltıraş Paul Landowski heykelin baş ve elleri üzerinde çalışmaya başlarken, vücut ve kollarıyla mühendisler ve mimarlar ilgilendi. İşin büyüklüğü, heykelin boyutlarına yansır: Baş 35.6 ton ağırlığında ve 3.7 metre yüksekliğinde. Her bir el 9.1 ton ağırlığında ve bir elin parmak ucundan diğerine olan mesafe 23 metredir. Heykel Paris’ten getirilerek, Corcovado’ya vinçle çıkarılmadan önce sabun taşıyla kaplandı. Açılışı ise, heykelin aydınlatmasını tasarlayan Guglielme Marconi tarafından 12 Ekim 1931’de yılında yapıldı. Tören 1965 yılında yeni bir projeksiyon takıldığı zaman Papa VI. Paul tarafından ve heykelin 50’inci yılında, 12 Ekim 1981’de Papa II. John Paul Papa II. John Paul tarafından tekrarlandı. 1885 yılında Francisco Passos ve Teixeira Soares tarafından yapılan demiryolu, Corcovado’nun zirvesinin 40 metre altında biter. İstasyondan sonra 220 basamak, heykelin tabanına ve şehre bakan balkonuna ulaşır. Manzara sağda Copacabana ve İpanema plajlarını, solda dünyanın en büyük stadyumu Maracana Stadyumu ve uluslararası havaalanını ve ortada Sugar Loaf Dağı’nın belirgin siluetini kapsar.


MACHU Yıllardır Dünyanın en ünlü tarihi miraslarından birisi olan Machu Pichu’nun resimlerine baktığımda ve Dünyaca ünlü vokalist Yma Sumac’ın şarkılarını dinlediğimde bu ülkeye yapacağım gezinin hayalini kurmuştum. Sonunda bu geziyi gerçekleştirmek üzere İspanya üzerinden Peru’ya gidecek bir tur’a dahil oldum. Medeniyeti’nin başkenti olan Cuzco Şehri olacak. Gezinin kalan kısmı oldukça yüksek yerleşim alanlarından geçiyor. O yüzden bu ülkeyi ziyaret etmeyi düşünenlerin yüksek irtifalara alışkın olması büyük bir rahatlık sağlar. Uçakla direk olarak 3300 mt yükseklikte olan Cusco’ ya gelenlerin havaalanında düşüp bayıldıkları hikayelerini düşündüğümüzde gezinin ilk durağının başkent “Lima” seçilmesi yerinde bir karar oldu. Uçağımız Lima’dan kalktıktan yaklaşık bir buçuk saat sonra, büyüleyici And Dağları manzarası arasında İnka’ların İmparatorluk şehri Cuzco’nun And Alejandro Velasco Astete Havalimanına indi. Havaalanında geleneksel giysileri ile geleneksel müziği icra eden bir topluluk bizi karşıladı. Müzik Peru kültürünün önemli bir parçası. Quena (And lütü olarak da adlandırılır), Pan lüt (Zampoña veya Sicu), Cajón ve klasik gitar en yaygın enstrümanlar. Peru’nun en ünlü parçası “El Condor Pasa” bir Daniel Alomía Robles bestesi olup, aralarında Simon and Garfunkel’ınkinin de bulunduğu çok sayıda topluluk tarafından yorumlanmış ve dünya çapında sevilmiştir. Bizi karşılayan topluluk da bu ünlü parçayı çalıyordu. Cuzco’nun denizden yüksekliği 3,300 metre ve nüfusu da yaklaşık 350 bin civarında. Yılda 1 Milyondan fazla turistin ziyaret ettiği bu şehir 1983’den beri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesinde. Tüm dünyadan gezginleri kendisine çeken Cuzco’nun en önemli özelliği, İnka Uygarlığının İmparatorluk şehri olmasının ötesinde, kayıp şehir Machu Picchu’ya giden tek yolun buradan geçiyor olması. Hemen şehir merkezine geçip otelimize yerleşiyor ve bu tarihi kenti gezmeye başlıyoruz. İnka mitolojisinde “Güneşin Kutsal Kenti” olarak geçer ve İnka medeniyetinin doğduğu yer olarak kabul edilir. İnka mitolojisine göre Tanrıların çocukları olarak kabul edilen ilk İnka İmparatoru Manco Capac ve eşi Titicaca Gölü’ndeki iki ada da yeryüzüne indikten sonra, And Dağları arasındaki bu yere gelerek bu medeniyeti kurmuşlardır. Ufak bir tur yapmadan önce otelimize yerleşiyoruz ve Koka Çayı ile ilk kez burada tanışıyoruz. Peru’nun Cusco gibi iç kesimlerinde yükseklik arttığı için ilk anlarda mümkün olduğunca yavaş hareket edilmeli, fazla yemek yememeli ve bol sıvı tüketilmelidir. Koka Ağacı uyuşturucu yapımında kullanıldığı için illegal


PICHU ekonominin en önemli öğesidir. Bu bitkinin yaprakları başta yerli halka zevk ve tamamlayıcı besin olarak hizmet eder. Zira bu bitkinin çiğnenmesi açlık, yorgunluk, soğuk ve yükseklik hastalığı duygularını bastırır. Bizler de özellikle yüksek kesimlerde yükseklik hastalığını engellemek için sinir ve sindirim sistemini de düzenleyen en iyi ilaç olarak kabul edilen koka çayını her bulduğumuzda bol bol içiyoruz. Kentin meydanına doğru ilerlerken hoş bir sürprizle karşılaşıyoruz. Kendimizi bir festivalin ortasında buluyoruz. Bugün kültürel yapının geniş alanında, İspanyol işgalcilerin getirmiş olduğu kültürün ve onların temsil ettiği dinin izleri vardır. İspanyol işgalinin temel noktası ülkenin başta altın ve bakır olmak üzere zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmasıdır. Bu efsanevi başkent bir zamanlar Ekvator’dan Şili’ye kadar uzanan ve yaklaşık 5500 km’lik bir uzunluğa sahip İnka ülkesini saran yolların merkezinde yer alırdı. Bu büyük imparatorluğun gücünü sağlayan yol sisteminin birçok köprü, tünel ve taş döşeli etaplarla desteklenen ve yaklaşık 40.000 kilometreyi bulan bir ağdan oluştuğu bilinmektedir. Dört gün süreyle bu tarihi yolda yürüyecek olmamızın verdiği heyecanla Cusco şehrinden tekrar dönmek üzere ayrılıyoruz. Hede imiz, “İnka Yolu” yürüyüşümüzün de başlangıç noktasına çok yakın olan Ollantaytambo Kasabası. Günün sonunda tipik bir Quecuha yerleşkesi olan Ollantaytambo’ya varıyoruz. Pakaritampu isminde son derece sevimli ve temiz bir otele yerleşiyoruz. Yemekte sunulan tatlının aynen bizdeki sütlaç tatlısına benzerliği bizi şaşırtıyor. Bu kasaba geleneksel yaşamın en özgün örneklerini ve geleneksel İnka mimarisini görebileceğiniz özel bir yer. Artık kutsal Urubamba Vadisi’ndeyiz. Peru nüfusunun yüzde 45’i Kızılderili kökenlidir. Bunlar ağırlıklı olarak Quechua (% 40) ve Aymará (% 5) konuşan halklara aittir. % 37 melez olan halkın, % 15 kadarı Avrupa kökenli, geri kalan % 3 ise kısmen Afrika kısmen ise Asya kökenlidir. Ollantaytambo Quechua kökenli halkın yoğun yaşadığı bir yerleşim alanı. Dört günlük meşhur İnka Yolu yürüyüşünden sonra, dünyanın en ünlü tarihi miraslarından birisi olan Machu Pichu’ya gün doğumunda, henüz kimseler yokken, güneş kapısından tıpkı uzaklardan gelmiş bir eski zaman gezgini gibi girmeyi hayal edin. Bu heyecanla sabah erkenden yola koyuluyoruz. Aracımız grubumuzu otelimizden alarak ve Cusco Machu Pichu yolu üzerinde demiryolu ve Vilcanota nehri kıyısında yer alan küçük bir yerleşim olan Piskacuchu’ ya (2700 m) götürüyor.


PETRA AN Arabistan Yarımadası’nın kuzeyinde, Ürdün’de, kayalıklara oyulmuş antik bir kent bulunmaktadır. Tarih öncesi dönemlerde gözde bir yerleşim alanı olan bu şehir, günümüzde dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilmektedir. Petra Antik Kenti... Petra Antik Kenti, dünyanın en ünlü destinasyonlarından biri olarak tarih ve kültür turlarından hoşlananlara unutamayacakları bir gezi vadediyor. Petra, M.Ö. 1. - 2. yüzyıl civarında Nebatiler tarafından kumtaşı kayalıklar oyularak inşa edilmiştir. Bu Arap imparatorluğu, pembe, kırmızı, turuncu ve sarı renkli sarp kayalıkları öyle güzel şekillendirmişlerdir ki buradaki yapıları görenler gözlerine inanamazlar, hayretler içinde bu “gül renkli şehri” izlemeye koyulurlar. Petra, Ürdün’ün en gözde turistik destinasyonu, dünyanın ise en önemli kültürel miraslarından biridir. Batı dünyasının bu şehri keşfetmesi oldukça geç bir tarihe, 1812 yılına dayanır. 12. yüzyılda Haçlılar Petra’dan ayrılmış ve 19. yüzyıla kadar, şehir, sadece Bedeviler ile yerel halkın bildiği ve ziyaret ettiği bir bölge olarak varlığını sürdürmüştür. Petra’nın dünyaca tanınmasını sağlayan kişi ise şehri 1812 yılında keşfeden İsviçreli gezgin Johann Ludwig Burckhardt’tır. Şair John William Burgon, Petra için “tarihin yarısı kadar yaşlı gül kırmızısı şehir” der. Kimileri ise yüzyıllar boyunca böyle etkileyici bir hazinenin varlığı bilinmediği için “kayıp şehir” tanımlamasını kullanır. Petra Antik Kenti Al Khazneh – Hazine Petra Antik Kenti’nin en çok ilgi çeken yıkıntısı, Al Khazneh’dir. Şehrin doğu girişinden Siq isimli dar ve karanlık geçide ulaşılır. Siq, kayalıkların arasında doğal süreç sonucunda oluşmuş jeolojik bir yapıdır. Bu geçit ortalama 1 km uzunluğunda ve ortalama 3 m genişliğindedir fakat kimi yerlerde oldukça dar, kimi yerlerde ise nispeten geniştir. Bu yarığı çevreleyen kayaların yüksekliği ise 100 m’yi bulmaktadır. Şaşırtıcı renklerde ve güzellikteki kaya kütleleriyle çevrili Siq boyunca devam ederseniz, Al Khazneh’ye ulaşacaksınız. Kumtaşı, yapısı sayesinde oldukça detaylı işçiliğe imkân vermiş ve ortaya özenli ve artistik yapıların çıkmasını sağlamıştır. Al Khazneh binası da bunun oldukça güzel bir örneğidir. Kumtaşı kayalığından oyularak yapılmış helenistik tarzdaki bu eser; 30 m genişliğinde, 43 m uzunluğundadır. Taşın doğal renginden dolayı pembe bir görünüme sahiptir. İnşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, M.Ö. 1. yüzyıl ile M.S. 2. yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmektedir. İsminin neden Hazine olduğuna dair söylenti ise şöyledir: Haydutlar ya da korsanlar zamanında binanın ikinci katındaki taş bir kaba ganimetlerini saklamışlardır. Burada bir


TIK KENTI hazinenin bulunduğunu yıllar sonra duyan Bedeviler ve yerel halk, hazineyi bulmak için taş kabı kurşunlamışlardır. Günümüzde binanın çeşitli yerlerinde halen kurşun oyukları görülebilir. Am itiyatro 7 bin kişilik am itiyatro, M.S. 1. yüzyıl civarında Roma tarzında inşa edilmiştir. 45 sıra halindeki oturma sıraları, güneşin seyircilerin görüşünü zorlaştırmaması için kuzey ve güneye bakacak şekilde tasarlanmıştır. Sıraların arkasındaki kayalıklara birçok mezar oyulmuştur. Tiyatro, 4. yüzyılda meydana gelen depremde büyük hasar görmüştür. Ad – Deir Manastırı Petra’nın kayalara oyularak yapılmış en büyük yapısı, Ad – Deir Manastırı’dır. Manastır, M.Ö. 1. yüzyıl civarında yapılmıştır ve Nebati kralı I. Obodas’a ithaf edilmiştir. Manastıra ulaşmak için 850 merdivenlik bir tepenin zirvesine çıkmak gerekir. Bu yürüyüşü zor bulan pekçok ziyaretçi eşek kiralama yöntemini seçmektedir. Ve iyi haber: Merdivenleri çıkmayı bitirdiğinizde soluklanacağınız bir kafe göreceksiniz. Street of Facades Kayalara oyulmuş mezarların ön cephelerinin sıralandığı geniş kanyon Street of Facades adıyla bilinmektedir. Petralılar, ölümden sonra yaşamın varlığına inanmışlardır. Halkın zenginleri ve statü sahipleri, mezar yapımında birbirleriyle yarışmışlardır. Şehirde 500’ün üzerinde kaya mezarı bulunmaktadır. Petra Antik KentiKraliyet Mezarları Al Khazneh’in kuzeyindeki büyük bir kayalıkta, üç adet devasa mezar cephesi bulunmaktadır. Bu büyük mezarların halktan kişilere ait olduğu düşük bir ihtimal olacağından, bunlar Kraliyet Mezarları olarak bilinmektedir. Mezarlardan ilki Urn Mezarı, ikincisi bir Roma sarayı görünümünde inşa edilen Saray Mezar, üçüncüsü ise Roma valisi Sextius Florentinus için yapılan Sextius Florentinus Mezarı’dır. Yapıların yüksekliği kimi yerlerde 20 m’ye kadar çıkmakta, kimi yerlerde ise 6 m’ye kadar düşmektedir. Aaron’un Mezarı İnanışa göre Hz. Musa’nın kardeşi Aaron, günümüzde Aaron Dağı olarak bilinen Hor Dağı’nın zirvesine gömülmüştür. Petra Antik Kenti’nin en yüksek noktası olan zirvede, Aaron’un mezarı ve küçük bir ibadethane bulunmaktadır. 1350 m yükseklikteki yapıya ulaşmak, çıkış ve iniş dâhil ortalama 6 saatinizi alabilir, bu yüzden yanınızda yeterli yiyecek ve içecek götürmelisiniz.


TAC Tac Mahal, Babür İmparatorluğu’nun 6. hükümdarı Şah Cihan (Şah-ı Cihan:Dünyanın Şahı) (1593-1666) tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan’ın Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri’nin kıyısında yaptırılmıştır. (Babür Şah’ın Hindistan da kurduğu Türk İmparatorluğu, Hindistan’da 332 yıl (1526-1858) egemen oldu. Bir isyanı bastırmak için ordularıyla Burhanpur’a giden Şah Cihan’a, dokuz aylık hamile olmasına rağmen her zamanki gibi eşi Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) de eşlik etmişti. Mümtaz Mahal, 14. çocuklarını doğururken öldü.(1631) Şah Cihan, eşinin ölümünden sonra 2 yıl yas tuttu. Artık devlet işlerine ilgisini kaybeden hükümdar, teselliyi sanat ve mimaride buldu. Eşinin ölümünün ertesi yılı 1632’de Tac Mahal’in temeli atıldı. Yapımı Efsaneye göre yapımı bittikten sonra, türbe işçilerinin kolları aynı yapıttan bir tane daha yapılmaması için kesilmiştir. Bugün Hindistan’ın en fazla turist çeken bölgesi. Ancak çevresinde oluşan çarpık yapılaşma, bu tarihi yapıtın geleceğini tehdit ediyor. Bulunduğu şehrin bir çok noktasından açıkça görülebilen Tac Mahal, Türk-İslam Mimarisi’nin en önemli yapıtları arasında yer almaktadır. Dünyada ask için dikilmiş en büyük ve en güzel anıt olarak kabul edilen bu türbe, Şah Cihan’ın büyük bir aşkla sevdiği eşi Ercümend Banu Begüm’ün doğum sırasında ölümü üzerine, onun anısına yaptırılmıştır.(Çocuk doğururken ölen kadınların kutsal olduğuna inanılır.) Yapının mimarları; Mimar Sinan’ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapımı için Şah Cihan tarafından İstanbul’dan davet edilmişlerdi. 1632’de inşasına başlanan eser, 20 yıl sonra 1652’de tamamlanmıştır. Tac Mahal’in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmıştır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmış ve 1648 yılında tamamlanmıştır. Babür İmparatoru Şah Cihan’ın, doğum sırasında ölen eşi Mümtaz Mahal’in anısına Agra’da yaptırdığı Tac Mahal anıt mezarının 1863-1869 yılları arasında Samuel Bourne tarafından çekilen fotoğrafı. Tac Mahal’in yandan görünüşü. Kubbe üzerinde altınlı bir alem vardır. Türbenin beyaz mermerden 4 minaresi vardır. Anıtın dört yanına Hattat Serdar Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır.İnşaatta çok sayıda ustanın da yanı sıra, günde 20 bin işçinin


MAHAL çalışmasıyla türbe 1643’te, çevresindeki avlu ve yapılar 1649’da bitirildi. Tac Mahal, 20 yılda 1652’de bütünüyle tamamlandı. Agra ilinin dışında Yamuna Irmağı’nın kıyısında, 305x580 metre ölçülerinde dikdörtgen avluda yer alan Tac Mahal, dört cephesinin ortalarında 33 metre yüksekliğindeki taç kapılarıyla 75 metre yüksekliğindeki anıt kubbeyi çevreliyor. İç mekanı örten 30 metre yüksekliğindeki alt kubbeyle üst kubbe arasında türbe mekanı kadar ölü hacim var. Mümtaz Mahal ve Şah Cihan’in sandukaları üst katta, kubbenin altındadır. Sandukaların bulunduğu yerdeki kubbede insan ağzından çıkan her ses 7 kez yankılanacak şekilde bir akustiğe sahiptir. Şah’ın ve eşinin asıl lahitleri ise, en alt katta bulunmaktadır. Tac Mahal’in yüz binlerce akik, sedef ve iruze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci vardır. Romantik görünüşü ile herkesi büyüleyen, Doğulu Batılı birçok ünlü yazar ve şaire ilham kaynağı olan Tac Mahal, mehtaplı gecelerde bile aydan daha parlak görünür. Tac Mahal, 1983’ten bu yana UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır. En yaygın efsane Efsaneye göre kubbeyi desteklemek için yapılan iskele, kubbeden daha fazla masraf ve iş gücü gerektirmişti. İnşaatın bitimine yakın Şah Cihan’a iskeleyi sökmenin 5 yıl alacağı bilgisi verilmesi üzerine Şah Cihan, herkesin söktüğü tuğlanın kendisine kalacağı şeklinde bir emir yayınlamış ve iskele bir gecede sökülmüştü. Dünyanın yeni yedi harikasından biri İsviçre merkezli New7Wonders Vakfı, dünyanın yeni yedi harikasını belirlemek için başlattığı yarışmaya 21 inalist eser katıldı. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 milyon kişi cep telefonu ve Yeni 7 Harika[3] adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçti. Cep telefonu ve internet oylarıyla belirlenen dünyanın yeni 7 harikası, 7 Temmuz 2007’de Portekiz’in başkenti Lizbon’da ilan edildi. Dünyanın yeni 7 harikası; Ürdün’deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya’daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru’daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika’daki Chichen Itza Piramidi, İtalya’nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan’daki Tac Mahal anıtmezarı şeklinde sıralandı.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.