EMPERYALİST SAVAŞA KARŞI HALK İKTİDARI İÇİN SAVAŞALIM Türkiye tekelci sermayesi ve onun devleti “Yurtta Savaş, Cihanda Savaş” ilkesini kendisine distur edinerek Ortadoğu’da bir savaşa hazırlanıyor. Daha düne kadar can ciğer kuzu sarması oldukları Suriye yönetimi ile tüm köprüleri atarak bir andadüşman kesilmeleri,Türkiye’nin Ortadoğu’da kendileri için biçilen role ne derece uygun davranabileceğinin en açık göstergesi oldu.
Aylık İşçi Gazetesi / Yıl: 2 / Ağustos / Sayı:15 Fiyat: 1 Lira
Sf.2
ŞOVENİZME KARŞI BİRLİKTE MÜCADELEYE
Sf.7
KIDEM TAZMİNATINA KARŞI SOKAĞA EYLEME
Sf.6
Hazırlanan tasarı mevcut kıdem tazminatı sistemini tamamen değiştirecek. Yeni dönemde işverenler halen bir tam yıl için çalışanlarına ödedikleri bir brüt ücret yerine artık kıdem hesabı için prim ödeyecekler. Tasarıya göre, Kıdem Tazminatı Fonu kurulacak. Bu, ortak bir havuz fonu olmayacak. Her çalışana özel bir birey hesabı olacak. Bu hesaba işveren her ay düzenli ve zorunlu olarak sigortaya bildirilen ücret üzerinden prim yatıracak. Bu primin oranı yüzde 4 olarak kararlaştırıldı. Biriken paraya 15 yıl dokunulmayacak. 07.s >>Gündem... HY ‘de Bedaş’ta,Hey Tekstil’de, Billur Tuz’da, Borusan’da ve ismini sayamadığımız bir çok işkolunda irili, ufaklı grevler, eylemler sürüyor.Grevler,eylemler tüm olumsuz koşullara rağmen uzun soluklu ve sonuç alıcı oluyor .
T
Ayazağa’da
Kürt İşçilere Saldırı İSTANBUL - Şişli İlçesi'ne bağlı Ayazağa Mahallesi'nde çalışan Kürt işçilere yönelik mahalledeki ırkçı bir grup tarafından saldırı düzenlendi. Olayın nedeni "işçiler kızlara laf attı" olarak yansıtılırken, Kürt işçiler, böyle bir durum olmadığını "burada gezmeyin, sizi burada barındırmayız, siz teröristsiniz" diyen mahalleli gençlerin kendilerine saldırdığını söyledi. >>Sf.2
TEPECİK HEMŞİRELERİ İSYANDA!!!
T
epecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hemşireler üzerindeki baskı ve eşitsizlik artarak devam etmekte. Bunun üzerine hastanedeki hemşirelerden oluşan bir topantı yapıldı. Toplantıya sendikalı sendikasız pekçok birimden hemşire katıldı.
NAZİMİYE – 25/07/2012
Sf.8
Direniş Çadırını Sökmek İçin Bir İşçinin Ölümünü Bahane Yaptılar!
Ç
apa Tıp Fakültesinde Kadrolaşma mücadelesi veren taşeron işçileri 163 gündür çadır eylemi yapıyorlar. İşçiler 163 gündür çeşitli eylem ve basın açıklamaları ile taleplerini
10.s >>Tarihe Yön Veren Kadınlar Bir Kürt kızı Zekiye. Henüz 25 yaşında. Diyarbakır Tıp Fakültesi’nde öğrenci. 1971 yılında Ağrı’da dünyaya gelir Sema. 1988 yılında ODTÜ Sosyoloji bölümünü kazanır. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın ve diğer tüm şehitlerimizin iyi bir öğrencisi olabilmek için Zekiye gibi yanmak, Rahşan gibi Newrozlaşmak istiyorum.
Perisuyu Barajına Halk İsyan Etti
dile getiriyorlar. Dün, Mono Blok 6. Katta klima bakımı yapan 1 işçi düşerek boyun kırılmasından yaşamını yitirdi. İşçinin ölümü üzerine Hastanede kadrolaşma mücadelesi veren
işçilerin kurduğu çadır polis ve özel güvenlikler tarafından kaldırıldı. İşçiler,taşeronların bu durumu ölümün üzerini kapatmak için yaptıklarını söylediler. >>Sf.6
09.s >> DOSTU DÜŞMANDAN AYIRMAK ESK'e bağlı bazı sendikalarda ve bazı şubelerde yönetimi ele geçirmiş reformistlerin devlet sendikalarıyla her fırsatta kendi deyimleriyle “bir araya gelme” çabalarına tanık oluyoruz.
K
Perisuyu Vadisi’nde yapılan baraja karşı 12. Munzur Doğa ve Kültür Fes vali’ne gelenler baraj yapımını protesto etmek amacıyla yürüyüş ve basın açıklaması yap . Basın açıklamasını ve yürüyüşü baraj yapımının sürdürüldüğü şan ye içinde yapmak isteyen kitlenin önünü özel güvenlikler kesince halkın tepkisiyle ÖGB’ler geri çekildi. Baraja karşı tepkiler ilerleyen dakikalarda şan ye içindeki iş araçları ve depoları ateşe vermeleriyle büyüdü. Ö eli halk barajın doğaya ve çevreye zarar vereceğinden dolayı yapımının durdurulmasını is yor. ÖGB’lerin kitlenin üzerine ataş açmasıyla ö e daha da büyüdü. ÖGB’lerin üzerine taşlarla yürüyen kitle ÖGB’leri linç e . Sığındıkları depoyu taş yağmuruna tutan kitleye jandarma da ateş açarak karşılık verdi. Yaşanan olayların ardından Perisuyu Vadisinde kurulan baraj karşı çadırdan 1 kişi eylemlerden sorumlu tutularak tutuklandı.
Sayı 15 / Ağustos 2012
Cansel Malatyalı’ya Posli Saldırdı
01/08/1978
2
“İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler” Karl Marx emegindunyasi.info
emegindunyasi
emegindunyasi@gmail.com
İ
şten çıkarıldığı İnşaat Mühendisleri Odası önünde 164 gündür "İşimi Geri İstiyorum" diyerek oturma eylemi yapan Cansel Malatyalı, 1 Ağustos günü sabah saatlerinde İMO'nun 6. katından pankart asma eylemi yaptı.eylemi 45 dakika sürerken, eylem yerine gelen polisler, Malatyalı’ya ve eylem çadırında bekleyenlere saldırdı.
Faşist Saldırılara Karşı Halklar Birleşti Devletin ve hükümetin son süreçte emekçilere işçilere yaptığı saldırılara bir yenisi daha eklendi. Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü beldesinde oruç tutmadıkları gerekçesiyle Alevi bir aile saldırıya uğradı. Bu saldırının duyulması üzerine aleviler ve emekçiler sokağa döküldü. Sermayenin yeni Maraş’lar, Sivas’lar yaratmasına izin vermeyeceklerini bir defa daha haykırdılar. Bu saldırıyı protesto etmek amacıyla ülke genelinde devrimci, demokrat, Alevi Bektaşi Federasyonu Pirsultan Abdal dernekleri ve çeşitli sendika ve siyasi partilerin de katılımıyla yürüyüşler ve basın açıklamaları gerçekleştirildi.
ANKARA – KESK Ankara Şubeler Platformu Malatya’da yaşanan saldırıya karşılık Anakara AKP il başkanlığı önüne kadar yürüyüş yaptı. Sloganlarla il başkanlığı önüne gelen KESK’liler adına Cengiz Sönmez basın açıklamasını okudu. Sönmez faşist saldırılara sesiz kalmayacaklarını belirterek olayların arkasında dinci gerici faşistlerin olduğunu belirtti. Sönmez “Malatya'da önceki gün meydana gelen ve etkileri hala devam eden olayın arkasındaki güçlerin, dindar nesiller yetiştirmeyi hedefleyenlerin icraatlarından ve mezhepçi açıklamalarından cesaret aldıkları açıktır” dedi. İSTANBUL – Taksim
Meydanı’nda toplanan binlerce kişi Malatya’da yaşanan faşist saldırıyı protesto etti. Toplanan kitle “Malatya Sivas Olmayacak” sloganlarıyla tünele kadar yürüyüş gerçekleştirdi. Konuşma yapan Pir Sultan Abdal Derneği BYK üyesi Atilla Özdemir inançlarından kaynaklı baskı ve her türlü ayrımcılığa maruz kalan alevilerin artık susmayacağını dile getirerek herkesi faşizme karşı mücadele etmek için sokağa çıkmaya çağırdı. İZMİR -Alevi Dernekleri İzmir Sümerbank önünde basın açıklaması yaptı. Kitle “Faşizme Karşı Omuz Omuza” “Malatya Halkı Yalnız Değildir” “Gün Gelecek
Devran Dönecek AKP Halka Hesap Verecek” “Yaşasın Halkların Kardeşliği” “Malatya Faşizme Mezar Olacak” sloganları attı. Basın açıklamasına Sendikalar ve demokratik kitle örgütleri de destek verdi. Basın açıklamasını Narlıdere Alevi Bektaşi Federasyonu okudu. “Alevilere yönelik yapılan saldırı AKP hükümetinin talimatları üzerine gerçekleşmiştir. Devlet ve AKP alevi inancı üzerinden oluşturduğu ret ve inkâr gündemiyle adeta katliamlara davetiye çıkarmaktadır. Alevi açımlı sahtekârlığı ile işe başlayan AKP hükümeti devletin kurumları AKP hükümetinin ve başbakanın yaptığı açıklamaları talimat bilerek yaşamın
her alanında Aleviliğe ve Alevilere saldırmaya başlamıştır… AKP hükümetinin “tek dinli” bir toplum hayaliyle “dindar” ve “kindar” bir nesil yetiştirmek üzere eğitim sisteminde 4+4+4 modelini uygulaması… Alevi Bektaşi federasyonu İzmir bileşenleri olarak Aleviliğin ne olduğuna, cemevinin ibadet yeri olup olmadığına karar verme ve aleviler olarak nerede, nasıl yaşayacağımızın yetkisi sadece Alevilere aittir. Ne mahkemeler ne diyanet ne AKP hükümeti ne de bir başka kurum Aleviliği tanımlayamaz… Aleviler yeni katliamlara fırsat vermemek için bilinçlidir uyanıktır, örgütlüdür ve sol duyuludur”” denildikten sonra kitle
Ayazağa’da Faşistler Saldırdı İSTANBUL/ANF - Şişli İlçesi'ne bağlı Ayazağa Mahallesi'nde çalışan Kürt işçilere yönelik mahalledeki ırkçı bir grup tarafından saldırı düzenlendi. Olayın nedeni "işçiler kızlara laf attı" olarak yansıtılırken Kürt işçiler, böyle bir durum olmadığını "burada gezmeyin, sizi burada barındırmayız, siz teröristsiniz" diyen mahalleli gençlerin kendilerine saldırdığını söyledi. dinilen bilgilere göre, Şişli İlçesi'ne bağlı Ayazağa'da dün akşam saatlerinde işten sonra bir parka oturmaya giden Kürt işçilere, mahalledeki gençlerden bir grup, "Niye burada geziyorsunuz, siz teröristsiniz, sizi burada barındırmayız" diye laflar söyledi. Bunun üzerine işçiler ile mahalleli gençler arasında tartışma çıktı. Tartışmanın ardından toplanan yüzlerce kişi, "Burası Türkiye bölünmez", "Burası Ayazağa burdan çıkış yok" sloganları atarak işçilere saldırdı. Bunun üzerine işçiler ile mahallede toplanan yüzlerce kişi arasında taşlı sopalı kavga çıktı. Olay yerine Şişli ve Kağıthane ilçelerinden çevik kuvvet ekiplerinin de bulunduğu çok sayıda polis sevk edildi.
E
‘SİZ TERÖRİSTSİNİZ, SİZİ BARINDIRMAYIZ’ Yaşanan kavga ve gerginlik geç saatlere kadar devam ederken, işçiler polisin özellikle kendilerine müdahale ettiği ve gaz bombaları attığını
söyledi. Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) konuşan işçiler, bulundukları inşaat şantiyesinin şu anda polis ablukasında olduğunu ve dışarı çıkamadıklarını belirterek, benzer şeyleri sürekli yaşadıklarını söyledi. Olayın yaşandığı Ayazağa'daki inşaat firmasına yakın bir inşaatta çalışan işçilerden biri olan Yasin Gönültaş, basının "işçiler kızlara laf attı, mahalleli gençler tepki gösterdi" şeklindeki haberlerinin yalan olduğunu ve kendilerinin karalandığını belirterek, yaşananlara ilişkin şunları söyledi: "Genç arkadaşlarımız bir luna parka gidip oturuyorlar. Mahalleli gençlerden bir grup yanlarına gelerek, 'Niye burada geziyorsunuz, siz teröristsiniz, sizi burada barındırmayız. Niye buralara geliyorsunuz. Sizin yüzünüzden kardeşlerimiz şehit düşüyor' diyerek, arkadaşlarımıza sataşıyorlar.
Tartışma sırasında da hazır bekliyormuş gibi yüzlerce kişi mahalleden toplanıp, bu genç arkadaşlarımıza saldırıyorlar. Olayın nedeni budur. Şu anda benim yeğenlerimin de içinde bulunduğu yüzlerce kişi inşaatta mahsur durumda. Polisler ablukaya almış şantiyeyi. Telefonlarına bile ulaşamıyoruz. Bize 'mahallede gezmeyin' diyorlar." Gönültaş, işçilere saldıran yüzlerce kişinin "Burası Türkiye bölünmez", "Burası Ayazağa burdan çıkış yok" diye sloganlar attığı ve polislerin söz konusu saldıran gruptan çok Kürt işçilere müdahale ettiğini söyledi. İşçilerin kaldığı şantiye polis ablukasına alınırken, Ayazağa'daki gerginlik sürüyor.
HDK’nın yaptığı basın açıklamasına katıldı. TARSUS – Pirsultan Abdal Derneği önünde yapılan basın açıklaması ile saldırı kınandı. Basın açıklamasını okuyan dernek başkanı Hasan Güvendir, Sürgü beldesinde yaşanan olayın hükümetin fetvalarından kaynaklandığını vurgulayarak “Bu talimatın gereğini yapan 'Mülki erkan' Sürgü'deki katliam girişimi karşısında sessiz kalmıştır. Telefonlarımıza çıkmayan ve çıktıklarında da 'Durum abartılıyor! Bu münferit bir olaydır!' diyen devlet yetkilileri ve sözüm ona 'Güvenlik güçleri' hep birlikte AKP'nin ret, inkâr, yasaklama, korkutma ve susturma konseptinin yü-
rütücüleridir” dedi MALATYA – Sürgü beldesinde yaşanan saldırıya ilişkin Malatya Demokrasi Platformu’da eylem düzenledi. PSAKD önünde bir araya gelen kitle sloganlar ve alkışlarla AKP Malatya İl binasına yürüyüş yaptı. Sık sık “Sürgü Sivas Olmayacak” sloganını atan kitleye çevreden de alkışlarla destek geldi. Yürüyüş yapan kitle AKP İl binası önünde eylemlerini basın açıklaması okuyarak sürdürdüler. Basın açıklamasını okuyan EğitimSen Şube Başkanı Ali Ekber Baytemur halkların birbirine düşürülerek katliamlar yapıldığını söyledi. Yaşanan saldırıyı anlatan Baytemur “Doğanşehir
EMPERYALİST SAVAŞA KARŞI HALK İKTİDARI İÇİN SAVAŞALIM Türkiye tekelci sermayesi ve onun devleti “Yurtta Savaş, Cihanda Savaş” ilkesini kendisine distur edinerek Ortadoğu’da bir savaşa hazırlanıyor. Daha düne kadar can ciğer kuzu sarması oldukları Suriye yönetimi ile tüm köprüleri atarak bir anda düşman kesilmeleri,Türkiye’nin Ortadoğu’da kendileri için biçilen role ne derece uygun davranabileceğinin en açık göstergesi oldu. Türkiye, bölgedeki emperyalist saldırganlığın bir savaş üssü olabileceğinin sinyalini sürekli veriyordu zaten. Bu yönüyle tüm Ortadoğu halkları nezdinde “güvenilmez” bir ülke olarak tanınıyor, biliniyordu. Suriye konusunda takındığı tutum itibariyle Türkiye, bunun da ötesine geçtiğini açık açık gösteriyor. Savaşa dahil olmaya hazır olduğunu bildirmekle kalmıyor, aynı zamanda savaş çığırtkanlığına da soyunuyor. Şimdi Suriye’ye bir askeri saldırının olması konusunda iştahı en kabarık ülke olarak Türkiye deyim yerinde ise sırıtıyor. Güneybatı Kürdistan’da yaşanan gelişmeler de Türk devletinin fobilerini depreştirmiş durumda. Sınırın sıfır noktasına yapılan askeri yığınak bir savaşın her an başlayabileceğinin sinyalini veriyor. Elbette bir savaş ,Lenin’in deyimiyle “devrime sunulmuş en iyi armağan” olacaktır. Ve muhtemeldir ki devlet, Dimyat’da pirince giderken evdeki bulgurdan olacaktır. Eğer emekçi halklar, birlikte mücadele eder ve emperyalist olduğu su götürmez olan bu savaşa karşı halk iktidarı için savaşırlarsa bu sonucun ortaya çıkması işten bile değildir.
Sürgü’de yaşanan linç girişiminde dikkat çekici olan bir diğer noktanın ise, olaylar esnasında olaya müdahale amacı ile gelen, Jandarma Komutanı ve Belediye Başkanının açıklamaları olduğunu belirten Baytemur, bu kişilerin Alevilere karşı yöneltilen “köyü terk edin” tehdidini destekleyen ifadeleri, farklı kimlikleri ve mezhepleri tehdit olarak görüp, halkları birbirine karşı kışkırtmak isteyenlerin provokatif söylemlerinden farklı olmadığını” belirtti. Basın açıklamasının ardından toplanan kitle sloganlarla dağıldı.
12. Munzur Doğa ve Kültür Festivali Gerçekleştirildi DERSİM - 25-29/07/2012 12 yıldır baraj yapımlarına karşı düzenlenen Munzur Doğa ve Kültür Festivali bu yılda gerçekleştirildi. Merkez ve ilçelerde ayrı ayrı gerçekleştirilen festivale il ve ülke dışından bir çok kişi katıldı. Gelenler çadırlar kurarak merkezde ve ilçelerde konakladılar.
Ovacık ilçesinde düzenlenen programın 1. Gününde Mercan Vadisi gezisi ve akşam konser verildi. Konserde Grup Emeğe Ezgi, Grup Yorum, Kutup Yıldızı’nın yanı sıra Mehmet Ekici’de sahne aldı. Merkezde 4 gündü süren konserlerde ise bir çok grup ve sanatçı çıkarak ezgilerini seslendirdi. Munzur’a yapılan barajlara karşı son gün düzenlenen yürüyüşe emniyet izin vermedi. Yürüyüşe katılan kitle hep bir “Baraj Yapma Boşuna Yıkacağız Başına” sloganlarını haykırarak ıslıklarla protesto etti.
Sayı 15 / Ağustos 2012
Antakya – 01/08/2012
Çelik Tozu Geri Dönüşüm İşçileri Grevde 16 Temmuz tarihinde Befesa Silvermet işçileri greve çıktı. İskenderun Organize Sanayi bölgesinde kurulu çelik tozu geri dönüşüm fabrikasında örgütlü olan Hak-İş sendikasına bağlı Çelik-İş sendikası üyeleri aldıkları grev kararını hayata geçirdiler. İşverenle süren toplu sözleşme süreci anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine işçiler fabrikaya grev pankartı astı.
“Köle ancak bir kez satılır,proleter ise kendisini günbegün, saat be saat satmak zorunda'dır” Frich Engels emegindunyasi.info
İSTANBUL - 13.07.2012
“Sabrımızı Taşırmayın”
54
gündür hakları için mücadele eden Taşeron Bedaş işçileri Bedaş önünde kurdukları çadırda gece gündüz eylemlerine devam ediyorlar. Bedaş işçileri maaşlarını alamadıkları için 2 ay önce iş bırakma eylemi yaparak Taşeron firmanın maaşlarını ödemesi için eyleme başladılar. Bedaş ile defalarca görüşme yapan Enerji-Sen ve Bedaş işçileri sürekli oyalanıyorlar. Bedaş işçileri, saat 15.00’da Galatasaray Lisesi önünde toplanarak Bedaş’ın çözümsüzlüğünü protesto etmek için yürüyüş düzenledi. Galatasaray Lisesi önünde “Bedaş’tan Atılan İşçiler Geri Alınsın” pankartı açarak Enerji-Sen flamalarıyla ve sloganlarla Bedaş önüne yürüdü. Yürüyüşe Mücadele Birliği Platformu da flamalarıyla destek verdi. Sloganlarla Bedaş önüne gelen işçiler kendilerine senet karşılığı verilen sayaç okuma cihazlarını teslim etmek için avukat ve
sendika başkanı eşliğinde içeri girmek istedi. Polislerin yoğun güvenlik önlemi aldığı binaya işçilerin girmesine izin verilmemesi üzerine işçilerin sabrı taştı. Bir grup işçi duvardan ve kapının üzerinden içeri atlayarak oturma eylemi yaparken, diğer işçiler de Bedaş duvarına tırmandı. Kapıları tekmeledi. Polis işçilere müdahale ederken arbede yaşandı. İşçiler kendilerine senet karşılığı verilen cihazları teslim etmek istediklerini vurgulayarak içeriye alınmamalarını protesto etti. 10 dakika kadar yaşanan arbede üzerine ortalık sakinleşirken Enerji-Sen Başkanı Kamil Kartal yetkililerle
görüşmek için içeriye girdi. Görüşmenin sonrasında açıklama yapan Kartal yetkililerin içeride bulunmadığı, kendilerinden cihazların teslim edilmesinin istendiğini, ama ancak cihazları yetkililere teslim edeceklerini açıkladı. Kartal, Bedaş yetkililerinin kendileriyle oyun oynadığını, daha önceki görüşmelerde bu gün yetkililerin bizzat cihazları teslim alacaklarının sözlerini aldıklarını belirtti. İşçiler yaşanan olayların artık sabırlarını taşırdıklarını vurgulayarak sabrımız taşarsa Bedaş’ı işgal ederiz dediler.
Hey Tekstil İşçilerinden Mektup: “Hey EMEP, Direniş Burada!” 28 Temmuz tarihinde Evrensel Gazetesi’nde Hey Tekstil işçilerini konu alan bir reklam haberi yayımlandı. Reklam diyoruz çünkü; yazı direnişten ziyade Evrensel Gazetesi, Hayat TV ve özellikle de yaz kampını konu alan çerçevede yazılmış. İşçiler de burada dikkat çekmek amacıyla figüran olarak kullanılmış. Tabii ilgi ile karşılanması için tatile götürdüklerinin aslında Hey Tekstil önünde direnen arkadaşlarını yalnız bırakıp, EMEP ile birlikte direnişi bitiren komitedekiler olduğunu yazmayıp küçük bir reklam hilesi yapmayı da ihmal etmemişler. Yazı aynen şöyle başlıyor; “EMEP yaz kampının misafirleri arasında hakları için direnen Hey Tekstil işçileri de var.” Bu nedir şimdi? İşçiler kampta mı direniyor? Yoksa kamp, Hey Tekstil’in önünde mi yapılıyor? Kamptakiler direnişteki Hey Tekstil işçileri ise peki Hey Tekstil’in önünde direnenler kim? İkitelli’den Ege Sahillerine Bir EMEP Direniş Klasiği! Yazının ilerleyen bölümlerinde direnişteki arkadaşlarına sırtlarını dönen komitedekilerin sözlerine yer verilmiş. Bakın Melek Sönmez onu kampta en çok neyin mutlu ettiğini nasıl anlatmış. “Beni kampta en mutlu eden olay direnişte olan Billur Tuz ve Micha işçilerini ziyaretimiz oldu bu ziyaret bana denize girmek veya yaptığımız başka işlerden daha iyi geldi.” Direnmenin ne olduğunu bilmeyenler, direnişe sırtını döndüğünü de unutur olmuşlar. Aynen aktarıyoruz: kamptan 1
gün sonra yapılacak Kaz Dağları gezisine değinen Sönmez, AKP hükümetinin Kaz Dağları’na saldırılarının olduğunu anlatıyor. “Hükümet her yerde saldırıyor. Sinop’ta, Ordu’da HES’ler kurulmak isteniyor. E birde Karadeniz turuna çıkın” tam olsun!” EMEP İstanbul İl Yöneticisi Arife Onat, yazının sonunda kampın hem direnişin daha iyi ilerlemesi hem de direnişteki kazanımların ve tecrübelerin aktarılması açısından olumlu olduğunu dile getirmiş. Birincisi kamp ve Hey Tekstil direnişi arasında hiçbir bağ yoktur. İkincisi 6 Ay’ı geride bırakan direnişte bir kazanım olmamıştır. Üçüncüsü bu süreçten biz Hey Tekstil işçilerinin edindiği tecrübe EMEP’in işçileri kendi grup çıkarları için nasıl kullandığıdır. EMEP’in kendi grup çıkarlarından başka hiçbir şeye değer vermediğini işçiler tecrübeleri ile öğrendiler. Bizim kimsenin kampına, tatiline bir şey dediğimiz yok. Ama direnenleri hiçe sayıp bir de artık direniş ile
alakası kalmamış kişileri direnenler onlarmış gibi konuşturmaya da EMEP’in hakkı yok. Zaman artık çok hızlı akıyor yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmıyor. Sınıfı dilinden düşürmeyen EMEP’in Ege sahillerinden attığı yalanlar İkitelli’de ki Hey Tekstil direniş çadırına çarpıyor. Siz kaçıp gitmiş olsanız da burada direniş sürüyor. Herkes ne olduğunu biliyor. Siz şaşaalı laflar ile insanları oyalamaya çalışacağınıza sendika ve kurumların direniş için verdikleri paraları kime nasıl dağıttığınızı açıklayın! 16 Temmuz günü direnişin nasıl bitirildiğini, direnmek isteyen bizlerin önüne nasıl geçmeye çalıştığınızı anlatın. En önemlisi ise ne sizin nede komitenizin direniş ile bir ilgisi kalmamıştır. Bunları yazın çünkü Hey Tekstil direnişindeki gerçekler direniş çadırının içinde işçilerin olduğu yerdedir. Ege sahillerinde ya da Kaz Dağları’nda değil. DİRENİŞTEKİ HEY TEKSTİL İŞÇİLERİ
3
HABER MRK – 09.07.2012
ITF’den Hava İşçileri İçin Kampanya ITF (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu),grev yasağına karşı iş bırakan ve 305 kişinin işten atılması ile başlayan hava işçileri de destek verecek. ITF önümüzdeki günlerde hava işçileri için kampanya başlatacak. ITF genel sekreteri David Cockroft şunları söyledi: “Bu işten çıkarmalar Türkiye hükümetinin Türk Hava Yolları’nın istekleri doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir –bunun tersi de doğrudur. Amacımız çok açık: bu işçilerin işe iadelerini ve grev hakkını ortadan kaldıran yasa değişikliğinin geri alınmasını sağlamak. Grev hakkı bir insan hakkıdır.” ITF başkanı Paddy Crumlin şunları ekledi: “Türkiye’de yasal sendi-
kal faaliyeti yasadışı hale getirmeye yönelik açık bir girişim var. Bu son saldırı Hava-İş’i hedef alıyor ve hiç kuşkusuz THY yönetimi ve hükümet sendikanın yok olmasını arzu ediyorlar. Bu işten çıkarmaların gerçekleştirildiği aynı ay içinde, Türkiye’de faaliyet gösteren kamu işçileri sendikaları konfederasyonu olan KESK’e ve diğer sendikalarla birlikte ITF üyesi BTS sendikasına yönelik çok büyük bir polis operasyonu düzenlendi. Yetmiş bir sendikacı, son derece mantıksız bir biçimde, terörist örgütle bağlantılı olmak suçlamasıyla tutuklandılar. Türkiye'de özgür sendikaların varlığının tehdit altında olduğu şüphe götürmez bir durumdur” dedi. İNGİLTERE – 28/07/2012
THY Emekçileriyle Dayanışma Eylemi Londra, Olimpiyat Oyunları’nda THY'den çıkartılan 305 hava limanı emekçisi için Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF) dayanışma eylemi örgütledi. ITF işten çıkarılmış olan 305 Türk Hava Yolları işçisinin ITF temsilcileri, Unite yetkilileri ve Londra’da Türkiye büyük elçiliğinin önünde ellerinde tutukları 305 kırmızı beyaz balonla eylem yaptı. Eylemde, İstanbul hava limanında Hava-İş’in eylemine destek vermekten dönen ITF Denizcilik Koordinatörü Stephen Cotton da yer aldı. Başbakan R. Tayip Erdoğan ve olimpiyat Komitesı Başkanı Jacques Rogge ile görüştüğü Hilton Oteli önünde protesto gösterisi burada da devam etti. Protestoyu organize eden İTF’den Sarah Funke; Başbakan Erdoğan’dan işçilerin en kısa zamanda işlerine iadelerini isteyeceklerini söyledi. Stephen Cottan büyük elçiliğe, Başbakan Erdoğan’a iletmeleri için, Hava-İş tarafından hazırlanmış olan ‘altın Olimpiyat madalyası’nı verdi. Madalyanın üzerinde Başbakana ‘Dünya sahnesinde Türkiye’yi gururlandırması ve işçilerin haklarına saygı göstermesi’ çağrısı yer alıyor.
emegindunyasi
Merhaba Nasılki tüketmeden yaşayamazsak,tüketmek zorundaysak,o haldeüretmek zorundayız da. Üretmek insanın en temel faaliyetidir. Biz işçiler, emekçiler yaşamımızı üreterek sürdürürüz. Yaşamını çalışarak, üreterek sürdüren insanlar işsiz bırakıldığında, üretimin dışına atıldığında, aynı zamanda yaşamın da dışına atılmış demektir. Dünya Bankası yayınladığı Türkiye raporunda iki milyon kişinin bir daha üretime dönme şansının kalmadığını belirtmiş. Bu durumun insanların akıl sağlığını bozduğunu belirtmiş. Geçerken belirtelim: Dünya Bankası,emperyalist dünyanın merkez bankasıdır.Dünya Bankasının %5 hissesi tek başına ABD ‘nin dir; “parayı veren düdüğü çalar” misalinde olduğu gibi. Dünya Bankası’nın politikalarını da ABD belirler.Bu nedenle yayınlanan dünya raporunu ABD ‘den ayrı ve bağımsız düşünemeyiz. Peki bu ne anlama geliyor? Türkiye’de 2 milyon insan üretimin dışına, dolayısıyla yaşamın dışına itilmiş durumda.Bu rakamı klasik aile nüfusu olan dörtle çarparsak yaklaşık 8 milyon insanı üretimden kovduk, yaşamın dışına ittik itirafından başka anlama gelmiyor. Halbuki patronlar,kapitalistler,işçilerin ürettikleri artı değere el koyarak sermayelerini büyütebilirler.Onların varlık nedeni temel amaçları budur;onlar için azami miktarda kar için her yol mübahtır.Sermayenin tek bir ahlakı vardır: KAR, daha fazla KAR. Bunu da işçinin ürettiği ve işçinin kendisine verilmeyen artı değer üretimi sonucu elde edebilir. Bu durumda şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: sermaye sınıfı kendisinin varlık nedeni olan artık değerden mi vaz geçiyor? Hayır sermaye,vücudundaki kan olan artık değerden vaz geçmez . Kan kanserine yakalanmış bir hastanın durumu neyse sermaye sınıfının da durumu odur.Dünya Bankası sermaye sınıfını uyarıyor :“Biliyorum yaşaman için kana, daha fazla kana ihtiyacın var. Ama dikkat yaşamdan kovduğun milyonların, milyarların akıl sağlığı bozuk-Siz bunu kafası bozuk yarı delirmiş durumda diye anlayın-akıl sağlığı bozuk ,aç insanların ne yapacağı hiç belli olmaz” .“Açlık miğdeye yerleşirse, komünizim beyne yerleşir” miş , işte bütün mesele bu.İsyan, ayaklanma,devrim, komünizim.Uyarı bunun içindir. Dindar ve kindar hükümetin bir numaralı imamı, bir iftar yemeğinde yaptığı konuşmada kükrüyordu: ezeriz, çözeriz elhamdülüllah. Hükümetin iki numarası “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Ertuğrul tekke camisini ibadete açıyoruz. Önceki hükümetler para yok diyorlardı. Yüz kırk eski eserlerimiz ( camiler) için 8 katrilyon harcadık. Çok şükür.” Sermayenin servet,emekçilerin sefalet hükümeti ,kamuya ait bir çok fabrikanın özelleştirme yoluyla kapanışına yol açarken, çalışanları güvencesiz ve geleceksiz bırakırken, emekliliği mezara havale edip kıdem tazminatını yok etmek isterken, katrilyonlarca parayı cami ve yüksek güvenlikli zindanlara harcıyorlar.Aklını yitiren sermaye sınıfı ,akıl sağlığımızı ( kafamızı) bozuyor. Eh ne diyelim! Zaten devrim denen köklü değişim de aklın çılgınca lirizminden başka nedir ki. Sevgiyle yeniden… merhaba
Togo İşçileri Çalışma Bakanlığına Yürüdü gündür sendikal mücadele nedeniyle işten atılan 35 işçi Çalışma ve Sosya Güvenlik Bakanlığı önünde eylem düzenledi. Togo Ayakkabı karşısında 81 gündür eylemde olan işçiler 1 haftadır Ankara’nın çeşitli bölgelerinde topladıkları 12 bin imzayı çalışma bakanlığına teslim etmek için Togo Ayakkabı önünden pankart ve dövizlerle yürüyüş yaparak Çalışma Bakanlığı’nı göreve çağırdı. İşçiler “Togo Ayakkabıda Sendikalı Olduk, İşten Atıldık. Direniyoruz” pankartı ve “17 Yıllık Togo İşçisi Maaş 800 TL Ayakkabı 400 TL” dövizleri ve slo-
81
ganlarla yer yer iki şerit kapatılarak Çalışma Bakanlığı önüne yüründü. Çalışma Bakanlığı önünde “Togo Ayakkabı İşçileri İçin 12.000 İmza Çalışma Bakanlığı Neredesin” dövizi açan işçiler bakanlığın görevini yerine getirmesini istedi. Deri İş Sendikası bakanlık önünde yaptığı açıklamada Togo işçilerinin 1 Mayıs’tan bu yana onurlu
emegindunyasi@gmail.com
bir mücadele sergilediklerini vurgulayarak işçilerin 81 gündür Sendikal mücadeleden dolayı kapı önünde mücadele ettiklerini kaydetti. “ bugün Bakanlığın önünde basın açıklaması yapmamızın nedeni görevini yerine getirmemesidir. Örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılacağından bahsediyorlar, ileri demokrasiden bahsediyorlar. Tür-
ANKARA – 19.07.2012 kiye’de insanlar sadece sendikalı oldukları için kendilerini kapının önünde buluyorlar” diyerek örgütlenmenin önündeki engellerin daha da arttırıldığı vurgulandı. Sendikanın ana yasal hak olduğunu hatırlatan yetkili ana yasanın 51 maddesince her çalışan işçinin sendikalı olabileceğini kaydederek “sendikal hak ihlallerin ortadan kaldırılması gerekiyor” dedi. Basın açıklamasından sonra aralarında sendika yetkililerinin bulunduğu bir heyet,toplanan 12 bin imzayı bakanlığa teslim etmek için bakanlık binasına girdi. İşçiler heyetin gelmesiyle bakanlık önünden ayrıldı.
Sayı 15 / Ağustos 2012
FCMP TR Metal İşçileri Eylemde MANİSA - 02/08/12
4
“Bütün dünyada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü; gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet, halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir” Vladimir İlyiç Lenin emegindunyasi.info
emegindunyasi
emegindunyasi@gmail.com
MEB 3 Yıldır 17 Bin İşçiyi Zamsız Çalıştırıyor
HABER MRK – 09.07.2012
irleşik Metal-İş sendikası üyesi FCMP TR Metal’de işten atılan 21 işçi eyleme başladı. Ekonomik kriz bahane edilerek işten atılan işçileri işe geri dönmek için mücadele ediyorlar. Birleşik Metal İş sendikası yaptığı açıklama ile üyelerinin haklarını sonuna kadar arayacaklarını belirtti.
B
Savranoğlu Mücadelesine Devam Edecek İZMİR – 14.07.2012
T
ezkoop-İş Sendikası yaptığı yazılı açıklama ile 17 Milli Eğitim Bakanlığı çalışanının 3 yıldır hiçbir şekilde zam almadıklarını, bu nedenden kaynaklı ekonomik ve toplumsal sıkıntılar çektiklerini dile getirdi. Tezkoop-İş yaptığı yazı açıklamada; Türkiye, sendikal hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, uluslararası sözleşmelere ve yasal haklara rağmen sendikasızlaştırma yöntemlerinin açık biçimde uygulandığı bir süreçten geçmektedir. Grev hakkı kısıtlanmakta, sendikal güvenceler değersiz ve önemsiz kılınmak istenmektedir. Sendikaların toplu iş sözleşmesi bağıtlamak üzere aylar öncesinden başlattığı yetki başvuruları, “Toplu İş İlişkileri Kanunu” çıkartılacağı gerekçesiyle karara bağlanmamaktadır. Son olarak parlamentonun 1 Ekim 2012 tarihine kadar 90 gün süreyle tatile girmesi ve ilgili yasanın TBMM gündemine ne zaman ve nasıl geleceğinin bilinmemesi on binlerce işçiyi kapsayan toplu sözleşmelerin yetki sorunlarını belirsizleştirmiştir. Aylardır süren bu yasal sorun, gerçekte sıradan bir prosedür gecikmesi olarak değerlendirilemeyecek bir sorundur. Artık sorun, çalışanlara ne ölçüde değer verildiğini gösteren bir demokrasi ve toplumsal sorun niteliği taşımaktadır. Bu önemli konu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 81 iline yayılmış irili ufaklı binlerce işyerinde farklı bir yönde ve boyutta gelişmektedir.
İZMİR – 01/08/2012
Milli Eğitim Bakanlığı işyerlerinde Mart 2008’de çıkartılan 5747 sayılı ve Şubat 2011’de çıkartılan 6111 sayılı yasalar uyarınca yerel yönetimlerde istihdam edilirken Milli Eğitim Bakanlığı işyerlerine atama yapılan çok sayıda işçi, Türk-İş ile Hükümet arasında oluşturulan 2011 yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Protokol Hükümlerinden yararlanamamaktadır. Oysa toplu sözleşme yetki uyuşmazlığı sürmesine rağmen diğer tüm işyerlerinde işçiler, ilgili protokolün hükümleri kapsamında değerlendirilmektedir. Yaklaşık 20 yıldır Milli Eğitim Bakanlığı işyerlerinde toplu iş sözleşmesi bağıtlayan ve işyerlerinde çoğunluk sendikası olan Tez-Koop-İş, sorunun ortaya çıktığı günden bugüne, yaklaşık 17 bin işçinin ekonomik ve toplumsal olarak zor durumda kalmaması, yasal haklarını tam ve eksiksiz olarak almaları ve ayrımcılık-
DHL’de Sendikalı İşçi Kıyımı TÜMTİS üyeleri 39 gündür süren işten atma saldırılarına karşı DHL’nin Gebze aktarma merkezi önüne basın açıklaması düzenledi. Eyleme Sendikal Güç Birliği Platformu üyeleri de destek verdi. Basın açıklamasını okuyan Şube Başkanı Ersin Türkmen, sendikalı işçilere yönelik baskıların arttığını “Kısa bir süre önce performanslarından dolayı ödüllendirdiği işçileri, performans düşüklüğü gerekçesiyle, her ay 100 saate yakın fazla mesai yapan işçileri, fazla mesaiye kalmadıkları gerekçesiyle işten çıkaran işveren, aynı zamanda işçileri sendikamızdan istifa ettirmek için tehdit ve şantaja başvurmaktan da geri kalmıyor. Bir taraftan sendikadan istifa etmediği taktirde işten atacağı tehdidinde bulunurken, diğer taraftan istifa etmesi
TÜMTİS sendikasının örgütlenme çalışması yürüttüğü Uluslararası kargo taşımacılığı yapan DHL yaklaşık bir buçuk aydır sendikalı işçileri işten atıyor. Sendika yetkilileri işçi kıyımlarının derhal durdurulmasını işten atılan işçilerin işe alınmasını talep ederek DHL önünde protesto eylemi düzenledi.
AĞRI - 07.07.2012
TOKi’de Çalışan Taşeron İşçileri İş Bıraktı
Billur Tuz İşçileriyle Dayanışmak İçin Süresiz Çadır Nöbeti
larla karşılaşmaksızın sorunlarının çözümlenmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na, işveren sendikası Kamu-İş’e, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yazılı başvurularda bulunarak, sorunun çözümlenmesi için yoğun çaba içinde olmuştur. İçinde bulunduğumuz süreçte bu önemli sorun çözümsüz değildir. Bunun için 3 yıldır hiçbir zam almaksızın çalıştırılarak ayrımcılığa uğrayan ve bir anlamda dışlanmakta olan bu işçiler, Türk-İş ile Hükümet arasında oluşturulan 2011 yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Protokol Hükümlerinden yararlanmalıdırlar. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı, binlerce işçinin sorunlarını çözümleyecek somut ve geçerli seçenek oluşturmalıdır.
İSTANBUL – 21.07.2012 halinde ücretini arttıracağı, yükselteceği vaadinde bulunuyor” dedi. Türkmen DHL’nin uluslararası Lojistik alanında dünya devi olmasına rağmen işçilere asgari ücret ödediğini vurgulayarak “ Yasalara göre en fazla yılda 270 saat olan fazla mesai yapılabilirken DHL 270 saatin 3 katından çok fazla mesai yaptırıyor. Bu ağır çalışma koşullarına rağmen işçilerin sendikamıza üye olmasına tahammül göstermiyor. Sendikal nedenle işçi çıkarmaya, üyelerimizi sendikadan istifa ettirmek için baskı yapmaya devam ediyor. DHL bu tutumuyla hem sosyal sorumluluk taahhütlerine hem de iş yasalarına aykırı davranıyor” dedi. Açıklama işten atılan işçilerin işlerine geri alınması talep edilirken emek örgütlerinin de DHL işçilerine destek olunması çağrısı yapıldı.
Devlet Hastanesi İnşaatında çalışan 60 inşaat işçisi taşerondan ücretlerini alamadıkları için 7 gündür iş bırakma eylemi yapıyorlar. TOKi tarafından Fırat mahallesinde 1 yıl önce yapımına başlanılan hastanede taşeron işçisi olarak çalışan inşaat işçileri ücretlerini almak için iş bıraktılar. şçiler uzun süredir para almadıklarını sigortalarının da yatırılmadığı nedeniyle iş başı yapmadıklarını belirtiler. Her gün şantiye önünde toplanan işçiler paralarının hemen verilmesini talep ediyorlar. İşçilerin çoğunluğunun il dışından geldiğini belirten Mustafa Serin “İki aydan beri paramızı alamadığımız için iş bırakma eylemine gittik. Ne zaman paramız ödenirse biz de o zaman inşaata gireriz. Firma yetkilileri çözüm yolu bulmak yerine hakaret ve tehditlerde bulunuyor. Bizden önce burada çalışan işçiler de para sıkıntısından işi bırakıp gitmiş. Biz yaptığımız işin karşılığını istiyoruz. Evimize dönecek yol paramız yok. Can güvenliğimiz tehlikede. Çadırlarda yatıp kalkıyoruz. Firmanın adamları bizi bir gece çadırda yakmakla tehdit ediyor. İki ay çalıştığımız yerde sadece 9 gün sigortalı gösterilmişiz” dedi.
i
Deri-İş Sendikası bugün yaptığı yazı açıklama ile Savranoğlu deri işçilerinin 347. gününde eylemi sona erdirdiklerini mücadelenin artık hukuksal olarak devam edeceğini duyurdu. gündür İzmir’de fabrika önünde işe geri dönmek ve sendikal hakları için mücadele eden işçiler iş davasını kazandılar. İşçilerin açtığı dava sonucu verilen kararda işçilerin haksız yere işten çıkarıldıkları anlaşıldığına değinen açıklamada “Savranoğlu Deri işçilerinin haklı mücadelesi mahkemelerin vermiş olduğu kararla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Mahkeme ilk etapta sonuçlanan 3 işçinin davasında işçileri haklı bulmuş ve iş akitlerinin feshini geçersiz saymıştır. Mahkeme işçilerin sendikal nedenle işten çıkarıldıklarına hükmederek işçileri işe geri almadığı durumda 18+4 maaş tutarında sendikal tazminat ödemesine karar vermiştir. İş mahkemesinde görülen dava temyiz aşamasındadır. Rodeo Deri’nin arıtma kullanmaması ve kimyasal atık suyunu yağmur suyu kanalına boşaltması ve bunun çevreye verdiği zarar nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kapatılmasına karar verildi. İşverenin mahkemeye başvurması üzerine mahkeme 1 ay süreyle yürütmeyi durdurma kararı verdi ve bugün hukuksal süreç devam etmektedir. İşverenin ise sendikayı fabrikaya sokmamak için İstanbul’daki fabrikasını kapatarak makinelerini ise İzmir’e taşıdığı” belirtildi. Eylemin sonlandırılması kararının alındığı belirtilen açıklama “Savranoğlu Deri direnişini 347.günde sonlandırma kararı almış ve hukuki açıdan mücadelesini sürdürmeye devam edecektir. Savranoğlu Deri’de direniş süresince mücadelemize destek veren tüm kurumlara ve sınıf dostlarına teşekkür ediyoruz”
347
Sendikal mücadele nedeniyle işten atılan Billur Tuz işçilerinin işe geri dönme ve haklarını alma mücadelesi devam ediyor. İşçiler 212 gündür Billur Tuz önüne kurdukları çadırla fabrikanın önünde eylemdeler. Petrol-İş sendikası Aliağa Şubesi Billur Tuz işçilerine destek olmak amacıyla çadır kurma eylemi yapacak. Aliağa Şubesinin yazı açıklama yaparak fabrikanın önüne çadır kuracaklarını süresiz nöbet tutacaklarını belirtti. Yapılan açıklamada "Petrol-iş Sendikası Aliağa Şubesi'nin başlattığı Tekgıda-İş sendikasının Billur-Tuz direnişine desteği direnişçi işçilerle beraber devam ediyor. Bu yazın 45 derece sıcaklığında ve asfaltın bir hayli bunalttığı bir artışla yanlarında destek çadırı kurarak Billur Tuz işçileriyle beraber kol kola süresiz bir şekilde demokrasi nöbetindeyiz. Demokrasiden, Emekten yana tüm işçi ve emekçi örgütlerin beraberce bu yeni mücadele anlayışıyla davranmaya çağırıyoruz. Artık yarım saatlik destekler bir işe yaramıyor gücümüzün yettiğince her direniş yerinde olmalıyız” denildi. Petrol-İş sendikası Billur Tuz’un verdiği haklı mücadeleyi yükseltmek adına dayanışma eylemleri içinde bulunacaklarını ifade ederek “Patronların çok mutlu olduğu, alın teri ile yaşayanların mutsuz olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İşçilere dönük yoğun bir saldırı var. Sendikalı, sendikasız hiç fark etmez işçiler birbirleri ile dayanışma olmazlarsa şayet hiçbir mücadeleyi kazanamayacaklar” dedi.
Hey Tekstil İşçileri Eyleme Devam Ediyor 9 Şubat günü 4 aylık ücretleri ve kıdem tazminatları verilmeden ve hiçbir açıklama yapılmadan işten atılan Hey Tekstil işçileri ücretleri ve kıdem tazminatlarını almak için 171 gündür mücadele ediyorlar. işçiler Bağcılar’da basın açıklaması yapmadan önce bildiri dağıtımı yaparak halka neden eylemde olduklarını anlatarak mücadelelerine destek olma çağrısı yaptı. Bildiri dağıtımının ardından basın açıklaması yapan işçiler 171 gündür alacaklarını ve kıdem tazminatlarını alamadıkları için eylemde olduklarının altını çizdiler. Özgürlük Meydanı’nda Güllü İlk’in okuduğu basın açıklama-
sında Hey Tekstil patronlarının haklarını gasp ettiklerini dile getirerek bu nedenle aylardır mücadele ettiklerini söyledi. Güllü İlk “Biz Hey Tekstil işçileri 171 gündür direniyoruz. 171 gündür çalıştığımız ürettiğimiz fabrikanın önünde direnişteyiz. Çünkü orada bizim emeğimiz çalındı. Emeğimizin karşılığını alıncaya kadar da direnişimiz sürecek. Bizler köle değil işçiyiz, alın terimizin emeğimizin karşılığını istiyoruz” dedi Daha sonra Hey Tekstil işçi Zeki Güngör de Hey Tekstil firmasının patronları Aynur Bektaş'ın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kadın Girişimciler Başkanı olduğunu, ardı ar-
İSTANBUL – 29/08/2012
dına devletten teşvik pirimleri aldığnı, eşi Süreyya Bektaş'ın ise hayali ihracat yapmaktan tutuklandığını aktardı. Aylardır birçok devlet kurumu ve yetkilisiyle görüştüklerini, AKP il ve ilçe yetkilileriyle görüştüklerini fakat Hey Tekstil işçilerinin gaspedilen haklarının verilmesi için tek adım atılmadığını belirten Güngör, “Çünkü Aynur Bektaş sırtını devlete, AKP'ye dayamıştır. Hiçbir kurum bizim sorunumuzun çözülmesi için çaba harcamadı, çünkü Aynur Bektaş'a verilen usulsüz teşviklerde, ödüllerde onunla işbirliği içindeydiler. Bu yüzden de bizleri görmezden geliyor, bu yüzden sesimizi duymazdan geliyorlar” dedi.
Sayı 15 / Ağustos 2012
27/07/2012
Açlık ve Yoksulluk Sınırı
T
ürk-İş’in yaptığı açıklamaya göre Temmuz Ay’ı açlık ve yoksulluk sınırı belirlendi. Yapılan araştırmada dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 919 lira olurken yoksulluk sınırı ise 2.995 lira olarak belirlendi. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 919,48 lira.
"yeni sistemimizin bozuk olduğunu iddia ediyorlar. fakat hatırlarsanız ilk yapılan buhar makinesinin de bozuk olduğu iddia edilmişti. ama şimdi buharla çalışan makineler var. ne olursa olsun, dünya üzerinde sosyalist bir toplumun kurulabileceğini ispatladık” Vladimir İlyiç Lenin emegindunyasi.info
emegindunyasi
B
EDAŞ'tan işten atılan taşeron işçilerin eylemleri 70'li günlerini sürerken, işçilerin örgütlü olduğu Enerji_Sen Genel Merkez Örgütlenme Sorumlusu Ahmet Çakır'a eylem ve genel olarak işçi sınıfı mücadelesi üzerine sorular yönelttik. Emeğin Dünyası: Enerji işçileri olarak uzun süredir eylemdesiniz. Enerji işçileri olarak sizi eyleme zorlayan nedenleri ve taleplerinizi anlatır mısınız? Ahmet Çakır: Eylemimizin asıl nedeni taşeron çalıştırma sisteminin ortaya çıkardığı bir takım sonuçlar. Bunlardan birisi mevcut sözleşmeye uyulmaması, ücretlerin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmemesi ve bunun sürekli hale getirilmesi. Bunun genel bir uygulama haline getirilmesidir. İkinci bir neden ise işverenin iki dudağı arasında güvencesiz bir yaşam ve çalışma koşullarının olması. İşçiler taşeron olarak çalışıyor işverenin iki dudağı arasında bir çalışma koşulu var. “Bırak endeksörü çık”, “Bırak kartı çık” şeklinde olan bu tutumun değişmesini sağlamak. Bunların işçilerin bireysel talepleri, servislere, bölümlere ait talepler olmaktan çıkarıp, işçi sınıfının kendi örgütünde, sendika çatısında bir örgütlenme sağlayarak çalışma şartlarının düzeltilmesini sağlamak. Emeğin Dünyası: Eylem şu anda hangi aşamada ve bundan sonrası için düşünceniz nedir? Ahmet Çakır: Eylemimiz 73. gününde bugün. Eylemde karşı tarafla yaşanan görüşmeler açısından bir tıkanıklık yaşanıyor. Taşeron firmanın 17 arkadaşımızı işe almama noktasındaki tavrına karşı bizim de 'Bir arkadaşımız dahi dışarıda kalsa bu işi bırakmayacağız”dememiz nedeniyle görüşmeler bir noktada tıkandı. Ama BEDAŞ yönetimiyle yapılan görüşmelerde, onlar daha ılımlı davranıyorlar, arkadaşlarımızın artık işbaşı yapabileceğini, fakat taşeron firmanın bu konuda direnç gösterdiğini belirtiyorlar. Biz de buna karşılık eylemlerimizi arttırarak ve büyüterek süreci devam ettirmeyi ve en kısa zamanda da başarıyla sonuçlandırmayı hedefliyoruz. Emeğin Dünyası: Enerji-Sen, sendika olarak enerji işkolundaki işçilerin örgütlenmesi ve mücadele etmesi konusunda önemli bir rol oynadı. Genel anlamda işçilerin örgütlenmesi ve sendikaların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ahmet Çakır: Bugünkü sendikaların bir çoğu taşeron işçiyi, taşeron firmalarda çalışan işçileri örgütlemek istemiyor. Bunun da iki temel nedeni var: Birincisi toplu iş sözleşmesi yapamadığı için gelir elde edemeyişi. İkincisi ise taşeron sistemin karmaşık yapısının olması. Yani karmaşık sorunlara sahip olması ve bunun da eninde sonunda bir direnişe dönüşmeyle sonuçlanacağı, yani yapmak zorunluluğu doğacağı. Yani çadıra çıkacaksınız, gece gündüz orada olacaksınız gerçeği. Yani bu işin bu tür zorlukları açıkçası sendikaları bundan uzak tutuyor. Bunu yapan bildiğimiz kadarıyla temel iki sendika var, buna belki bir üçüncü olarak Sosyal-İş'i ek-
leyebiliriz. Birincisi Dev-Sağlık-İş Sendikası, sağlık iş kolu alanında. Hali hazırda olan direnişlerin dört tanesini sürdürüyor. Enerji-Sen halen varolan direnişlerin ikisini sürdürüyor. Zaten direnişlerin bir çoğu da sendikasız sürüyor. Kısacası iki temel sebepten, yani toplu iş sözleşmesi yapamayıp gelir sağlayamamak ve tabi ikinci taşeron sistemdeki bu karmaşık durumu başa bela olarak görülüyor. Bu nedenle de örgütleme yapılmıyor. Emeğin Dünyası: Dünyada ve Türkiye'deki işçi sınıfı mücadelesinin gidişatını nasıl görüyorsunuz? Ahmet Çakır: Dünyadaki gidişatına bakıldığında aslında Türkiye'den çok farklı değil, belli yerlerde bazı hareketlenmeler oluyor. Mesela Madrid'teki madencilerin eylemleri belirleyici olmuş durumda. Ama genel olarak bir gerileme olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman ortaya çıkan parlamaların doğru değerlendirilemediğini düşünüyorum. Bunun da temel olarak aslında sosyalizmin bütün dünyada kaybettiği prestijle, işçi sınıfı biliminin bu anlamda tırnak içinde kaybettiği prestijiyle diyeyim ilgili olduğunu düşünüyorum. Şöyle düşünün örneğin bugün Arap devrimleri çok popüler olurken, bugün bir işçi direnişi, Madrit'in sokaklarından taşmış bir işçi direnişinin devamı gelemeyebiliyor, sistem onu absorbe edebiliyor. Türkiye'de ise çok açık ki özellikle hani en son büyük madenci yürüyüşü ve Tekel direnişinden sonra kapsamlı bir mücadele görülemedi. Ne özelleştirmeye karşı, ne taşeronlaştırmaya karşı, ne güvencesiz yaşamaya karşı. Bence bir gerileme dönemi yaşadığımızı düşünüyorum, direnişlere rağmen ki bu direnişlerin sayısı da onu geçmez Türkiye'de. Emeğin Dünyası: İşçilerin birlikte mücadeleyi yükseltmesinin koşulları sizce yeterince olgunlamış durumda mı? Ahmet Çakır: Tabi ki hayır. Bunun olabilmesi için öncelikle bunu örgütleyen sendikaların, bu direnişleri destekleyen siyasal grupların, kendi gömleklerini çıkarmayı becerebilmeleri gerekiyor. Yani birleştirme noktasında kendi gömleklerini çıkarmaları gerekiyor. Bir direnişi güçlendirmek, bir mücadeleyi güçlendirmek, bu mücadeleyi birleştirmek başka bir şeydir. Ona kendi renginizi vermeye kalkmak başka bir şeydir. Kendi renginizi tabii ki vereceksiniz. Her örgütün doğal olarak büyümeye hakkı var. Ama esas olarak hedef sınıf mücadelesinin blok olarak büyümesi ve bunu içerisinde herkese yetecek kadar kadronun çıkacağı gerçeğinin görülmesidir. Eğer bunu yapabilirsek, yani hakikaten önlüklerimizi o anlamda çıkarıp, tek bir önlük giymeyi, mücadeleyi birleştirip, bir cephe olarak işçi sınıfının örgütlenmesini sağlamak gerekiyor. Bunu bir çok direnişteki örnekte görebiliyoruz. Bunu yapabilirseniz önünüz açıktır. Emeğin Dünyası: Dayanışmanın yükseltilmesi anlamında kamuoyundan beklentileriniz nelerdir? Ahmet Çakır: Kamuoyu olarak adlandırılan bizde daha çok sol çevreler, sol gruplar, mücadele arkadaşlarımız oluyor. Burada bir sıkıntının
emegindunyasi@gmail.com
Uluslararası Mücadele Deneyimleri
Enerji-Sen Örgütlenme Uzmanı
Ahmet Çakır’la İşçi Sınıfı Mücadelesi Üzerine Söyleşi
5
Bugünkü sendikaların bir çoğu taşeron işçiyi, taşeron firmalarda çalışan işçileri örgütlemek istemiyor. olduğunu düşünmüyorum ben. Buradaki sıkıntı daha önce de söylediğim gibi kendi gömleklerimizden arınma. Ama özellikle partiler, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütlerinin tutumları toplumun diğer sorunlarına gösterdikleri duyarlılık düzeyinde. Yani duyarlılık sıkıntısı yaşıyoruz. Yani mesela şöyle düşünün: Tabii ki tepki göstereceğiz bir Malatya'da olan olaya... Onbeşbin, yirmibin, ellibin kişi tepki göstermelidir. Ama 50 tane, 100 tane işçi arkadaşımız işten atıldığında da benzeri bir tepki ortaya koymalıyız. Biz bunu göremedik. Havayollarından 300 kişi, elektrik idaresinden 120 kişi işten atıldığında ve bizler bir çağrı yaptığımızda gelen insan sayısı bin bile olmuyor. Biliyorsunuz birlikte ortak bir çağrı yapmıştık. Bu çağrıya gelen insan sayısı bin olmadı. Emeğin Dünyası: Türkiye komşularıyla bir savaşa sürükleniyor. Bu gelişmeler karşısında işçi sınıfının tutumu ne olmalıdır? Ahmet Çakır: Bir defa bunları emperyalistlerin ağzından yorumlamak çok yanlış olur. Devrim diye nitelendirilen bir takım olguların, devrimse de niteliklerinin çok iyi irdelenmesi gerekiyor. Bu noktada işçi sınıfının tavrı konusunda da işçi sınıfının vatanı olmaz, dini olmaz, milliyeti olmaz. Tıpkı sermayenin vatanı, milliyeti, dini olmadığı gibi. Bu perspektifle işçi arkadaşlarımıza anlatıyoruz. Herkesin de böyle aktarması gerekir. Bir din, mezhep vs. tanımaz işçi sınıfı o anlamda. “Vatansızlığı” savunur işçi sınıfı. Bu perspektifle hangi dille anlatabilirsek, onun anlayabileceği dille, ama bu içerikte anlatmak gerekiyor. Suriye'deki savaş açısından da böyle ister Esad yanlısı olsun, ister muhalif olsun işçilerin bizim kardeşlerimiz olduğunu anlatmalıyız. Bir taraftan da varolan duruma karşı da 'Kardeşim biz bu savaşı istemiyoruz, böyle bir savaşın taraftarı değiliz, tarafı da değiliz, olamayız” diyerek anlatmak gerekiyor. Çünkü bizim gibi ülkelerde milliyetçi duygular her zaman işçiler arasında maalesef yer buluyor. Emeğin Dünyası: Son bir soru. Son süreçte bir federasyona bağlanma girişiminiz oldu. Henüz bu gerçekleşmedi sanırım? Bu konuda ne söylersiniz? Ahmet Çakır: Burada şunu söylemek lazım. Birincisi, ben halefler içerisindeyim kendi adıma söyleyeyim. DİSK'in 1967'deki yani Türk-İş'ten ayrılırken ki koyduğu ilkelere en uyan sendikalardan biriyiz. Hatta onun ilerisindeyiz. Şu an 18 sendikası bulunuyor yanılmıyorsam DİSK'in. Bu 18 sendikanın içerisinde onların gösteremediği performansı gösteren bir sendikayız. Yani örgütlenen, mücadele eden, gerektiğinde bunu direnişe çeviren, gerektiğinde diplomatik görüşmesini yapan, üye sayısını 4 binin üzerine çıkarmış, enerji iş kolunda başka bir sendikası olmadığı için DİSK'te örgütlü olan ve ülke düzeyinde kadrolu kadrosuz ayrımı yapmadan, taşeronları da ön alarak örgütlenmeye çalışan bir sendikayız. Sendikanın genel başkanı, tüzüğü, iç örgütlenmesi belki de Türkiye'de olmadığı kadar demokratik olan, bu anlamda da DİSK'e örnek ol-
ması gereken bir sendikayız. Biz oyalandığımızı düşünüyoruz. Oylamaları hep dört dörtlük gibi düşünüyoruz. Buradaki talebimiz bir an önce DİSK'e alınmak. Temel sıkıntıyı burada görüyoruz. Bu arkadaşların bize bir gerekçe göstermeden bizi DİSK'e almamaları sıkıntı. Bir gerekçe gösterirler, bu nedenle sizi almıyoruz derler... Biz de bunu işçi arkadaşlarımıza anlatır, paylaşırız.. Ama şu durumda neden DİSK'e girmediğimizi, alınmadığımızı işçi arkadaşlarımıza anlatmakta güçlük çekiyoruz. Aslında bütün kamuoyu da bunu anlayamadan izliyor. Sizler de izliyorsunuz. Biz en kısa zamanda DİSK'in yönetim kurulunda bu sorunun çözüleceğini umut ediyoruz. Ve onlardan bunu bekliyoruz. Olmamız gereken yerin orası olduğunu düşünüyoruz. Çünkü gidecek başka yerimiz yok. Biz Türk-İş ya da Hak-İş'e gidecek değiliz. Biz sosyalistlerin yönetiminde olduğu bir sınıf sendikasıyız. Komitelerle örgütlenen, sınıf ilkeleriyle örgütlenen, mücadeleci bir sendikayız. Bu noktada da olmamız gereken yerin DİSK olduğunu düşünüyoruz. Bu da olmazsa bağımsız olarak yolumuza devam edeceğiz. Ama bunun da sonuçları olacaktır. Emeğin Dünyası: Peki DİSK'e girdiğiniz zaman sorunlar çözülecek mi? Çalışma sisteminiz oturacak mı? Ahmet Çakır: Bizim DİSK'ten maddi yardım anlamında bir beklentimiz yok. Özellikle Anadolu'daki örgütlenmesinde arkadaşlarımızın DİSK ve Türk-İş ayrımı yaptıklarını gözlemliyoruz. DİSK konfederasyonunda mısınız? Yani güç nedir bilmek anlamında bu... Yoksa Türk-İş konfederasyonunda mısınız? Enerji-Sen mi, Tes-İş mi diye çok az bilinir Anadolu'da. İstanbul'da bu konuda bir sorun yaşamıyoruz biz zaten örgütlenme konusunda. Konfederasyondan temel beklentimiz bizim büyük bir birliğin, içinde özellikle sınıf sendikası formuna yakın olan sendikaların olduğunu düşündüğümüz bir birliğin parçası olmak. Ve her zaman işçilerin birliğini savunan bir sendika olarak da bunu konfederasyonla taçlandırmak. Hani sanki bağımsızlığı savunuyormuşuz gibi, anarko bir sendikaymışız gibi eleştiriler yapılıyor bazen. Biz tersine sınıf sendikacılığı mücadelesi veren, bunu temsil etmeye çalışan, gerek kendi iç demokrasi anlayışı, gerek mücadele biçimi, gerekse de talepleri doğrultusunda rengimiz, çizgimiz her şeyimiz belli olan bir sendikayız. Bu noktada da DİSK'i önemsiyoruz. Tabii ki zorlukları olacak. Emeğin Dünyası: Teşekkür ediyoruz, mücadelenizde başarılar dileriz.
Emcali Yerel Hizmet İşçileri Sendikası (SINTRAEMCALI) –KOLOMBIA
Neo-liberal saldırıların en önemli biçimlerinden birisi olan özelleş rme uygulamaları; kamu hizmetlerinin yağmalanması, su kıtlığı, sağlık hizmetlerinin çöküşü, her düzeyde yoksullaşma vb. sonuçlara yol açmış r. Kolombiya, bu yoksulluk ve yıkımın yanında büyük direnişlere de sahne olmuştur. Son dönemde en göze çarpan örnek, Emcali eyale nde, belediye hizmetlerinin özelleş rilmesine karşı direnişin örgütlenmesi olan SINTRAMCALI’dir. SINTRAEMCALI, ülkenin ikinci büyük eyale olan Cali’de; belediye, su, elektrik, ulaşım ve ile şimin özelleş rilmesini durdurmuştur. Neo-liberalizme karşı doğrudan eylemi benimsemiş r. 1994’te sendika tabanında yöne cilerin devlet ve sermaye ile uzlaşmacı tavrına karşı işçi komiteleri oluşmuştur. Böylece devle en ve sermayeden bağımsız bir rotaya oturan sendika ve ona bağlı militan işçiler, 1995’te başken eki İspanyol Büyükelçiliğini, 1996’da al gün boyunca Emcali’de üre m işyerlerini, 1998’de on dört gün ve yine 2001’de otuz al gün olmak üzere CAM Tower’daki şirke n genel merkezini işgal etmiş r. Sendika Ens tüsü, yoksul öğrencilere ve en genel anlamda yoksullara ekonomik, poli k ve toplumsal eği mler vermiş r. Plan PARE (Emcali’nin Kurtuluşu Planı) adı verdiği program doğrultusunda işçiler, yoksul mahallelerle ilişki kurmakta ve başta eği m, sağlık olmak üzere kamu hizmetlerini götürmekteler. Şirke n yap ğı yolsuzluklardan yola çıkan program ken n ih yaçlarının çözümlenmesine doğru gelişmiş ve şirkete yapılan baskı sonucu ana hatları şirkete kabul e rilmiş r. İşyeri ve mahalleleri birlikte örgütlemeye ve eyleme geçirmeye çalışan sendika, diğer yoksul hareketleri ile de ortak hareket etmiş r. Sendikanın pra k başarısını simgeleyen ise 2001’deki CAM Tower işgali olmuştur. 36 gün süren işgal boyunca on binlerce kişi karar alma süreçlerine de ka larak yolları kapatmış ve özelleş rmeye karşı tepkilerini dile ge rmiş r. Başta özelleş rmelerin durdurulması ve FTAA karşıtlığı olmak üzere, fiyatların dondurulması, yolsuzlukla ilişkisi olanların yargılanması gibi birçok talebi barındıran sendikal hareket, ekonomik ve poli k talepleri birleş ren bir ha a sahip r. Bu eylem sürecinde ulusal düzeyde örgütlü olan sendikalar da Özelleş rme Bakanlığı’nı işgal etmişler ve hükümet bu kent ayaklanmasının ana taleplerini kabul etmiş r. Gerek devle n gerekse şirketlerin paralı silahlı adamlarının –paramiliter güçlerin- saldırıları sonucu dünyada en çok sendikacının öldürüldüğü yer olan Kolombiya’da, işçi hareke ekonomikpoli k talepleri kaynaş ran ve bu talepleri bölgesel düzeyde örgütleyen bir ha a sahip olduğu zaman neler yapabileceğini göstermiş r. FARC gibi güçlü bir gerilla hareke ne sahip olan Kolombiya’da işçi hareke ulusal düzeyde de militan bir örgütlenme hedefine ulaşma çabası içindedir.
Sayı 15 / Ağustos 2012
Temmuz Ayında Ölümler Arttı:Sayı 110
03/08/2012
6
“yalnızca iki sınıf vardır, işçi sınıfı ve burjuvazi, ve her kim bunlardan birinden yana değilse, ötekinden yanadır.” Josef Stalin emegindunyasi.info
emegindunyasi
KIDEM TAZMİNATINA KARŞI SOKAĞA EYLEME
H
azırlanan tasarı mevcut kıdem tazminatı sistemini tamamen değiştirecek. Yeni dönemde işverenler halen bir tam yıl için çalışanlarına ödedikleri bir brüt ücret yerine artık kıdem hesabı için prim ödeyecekler. Tasarıya göre, Kıdem Tazminatı Fonu kurulacak. Bu, ortak bir havuz fonu olmayacak. Her çalışana özel bir birey hesabı olacak. Bu hesaba işveren her ay düzenli ve zorunlu olarak sigortaya bildirilen ücret üzerinden prim yatıracak. Bu primin oranı yüzde 4 olarak kararlaştırıldı. Biriken paraya 15 yıl dokunulmayacak. İşverenlerin birey hesaplarına yatırdıkları tutarlar birikecek, bu birikimlere çalışanlar 15 yıl boyunca dokunamayacak. Çalışanların bireysel kıdem hesapları özel emeklilik şirketlerinde açılacak hesaplarda duracak. Yani bireysel emeklilik benzeri bir yapı olacak. Özel sektör sigorta şirketleri bireylerin hesaplarında birken tutarları yatırıma yönlendirecek. Kıdem primlerinin yatırılacağı şirketin seçimi işveren, bu primlerin değerlendirileceği fonların seçimi işçi tarafından yapılacak. Yani özel sektör sigorta şirketlerine büyük oranda fon kayması olacak. Mevcut sistemde her bir yıla bir ay karşılık gelen kıdem tazminatı miktarı, yeni sistemde yarı yarıya azalacak. Çünkü mevcut sistemde bir yıla bir ay düzenlemesi her ay işçiye ödenen ücretin yüzde 8.33’üne denk geliyor. Yeni sistemde ise bu yüzde 4’e inecek. Yani her bir yıl kıdeme karşılık bir ay brüt ücret tutarı yeni dönemde 12–15 gün arasına inecek. Daha açık anlatımla, 1 yıl için 1 aylık brüt ücret olan kıdem tazminatı miktarı, tasarı kanunlaşırsa 1 yıla karşılık 12 ya da 15 gün brüt ücrete düşecek. Yeni sistem,Hazine’nin elini daha da rahatlatacak. İşsizlik Sigortası Fonu ve yeni kurulan bireysel emeklilik fonunun yanı sıra kıdem tazminatı fonunda biriken paralar da Hazine’ye akacak. Çünkü bu fonda biriken paraların en az yüzde 40’ı Hazine’nin borçlanma kağıtlarında değerlendirilecek. Dolayısıyla Hazine, daha az borçlanacak. Yapılan hesaba göre, kıdem tazminatı fonunda yıllık 6,2 milyar lira para birikecek. Bu da Hazine’ye buradan her ay yaklaşık 2,5milyar lira kaynak akması demek. Fonun 15 yılda ulaşacağı büyüklüğün ise en az 93 milyar lira olması demek. Burjuvazi hazırladığı yasalarla sermayeye dikensiz gül bahçesi hazırlıyor,Burjuvazi kendi üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor.Ama asıl işçi sınıfının ne ve nasıl yapacağı.Bu yasa karşısında sendikaların tutumu çok önem arz ediyor.Tam da bu noktada kimin devrimci kimin işbirlikçi sendika olduğu ortaya çıkacaktır.Bu sorun (Kıdem Tazminatı Fonu yasası ) bir turnusol görevi görecek.Aynılar aynı yere ayrılar ayrı yere.Aslında bu ayrışma 2012 1 Mayıs’ında kısmen ortaya çıktı.Sendikalar bu durumu bulandırmaya çalışsalar da bu bir ayrışmaydı.Bu gün ise bu ayrışma daha da netleşecek.Türk-İş ‘in ve benzerlerinin tutumu şimdiden belli:Küçük hesaplar için uzlaşmacı bir yol izlemeleri kuvvetle muhtemel; bir tas çorbaya işçi sınıfına ihanet içindeler.Burada asıl belirleyici olacak olan DİSK ve KESK’in tavrı.Onlar da yalnızca bu yasanın sonucu üzerinde durarak lafız düzeyi aşamayan bir yol mu izleyecekler?Yoksa bir sınıf sendikası gibi davranarak kapitalizmi hedef alan birleşik mücadele hattını mı izleyecekler? Yalnızca kısmi bir yönüyle, yani sistemi karşısına alamayan sonucu üzerinde değişiklik vb taleplerle mi karşı çıkacaklar? Böyle olacaksa hiç zahmet etmesinler ;bunun sonucu şimdiden belli.Daha önceki deneyimler ortada. Torba Yasa,4+4+4 vb ‘de olduğu gibi değişen bir şey olmayacak.Sadece işçi ve emekçilerin enerjilerini boşa akıtmaktan başka.Sonuç alıcı bir mücadele ancak sistemi topyekun karşısına alan birleşik mücadeleyle mümkün.İşçilerin emekçilerin mücadele birliği sağlanmadıkça kapitalizme direk cepheden saldırmadıkça sonuç almak zor. Kıdem tazminatları elimizde kalan son kazanımların başında gelir.Bu kazanımımızı korumanın ve geliştirmenin tek yolu iktidarı hedeflemektir. Kapitalizmin yarattığı sonuçları değil, sorunu yaratan kapitalizmi ortadan kaldırmaktır. Geçerken şunu da belirtmek gerekir, bu mücadele, sadece sendikaların üstesinden gelebilecekleri bir sorun değildir; sınıf partisi öncülüğünde devrim ve iktidar hedefiyle sürdürülmesi gereken bir mücadele olmalıdır. Sendikalar mevcut yapılarıyla bunu yapamazlar hiç zaman kaybetmeden komite ve konsey örgütlenmeleri hızlandırılarak Leninist Partinin politik ve pratik hedefleri doğrultusunda mücadeleye hazırlanmalı. Burjuva sistemleri yıkarak işçi sınıfının iktidarını kurarak bu sorundan ebediyen kurtulmalıyız.İşçi sınıfının iktidarına bugün dünden daha yakınız.O halde bu perspektifle hareket etmeliyiz.
emegindunyasi@gmail.com
Mezarda KıdemTazminatı Hükümetin kıdem tazminatına yönelik saldırılarına tepkiler büyüyor. SGBP Dönem Sözcüsü TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk yazılı bir açıklama yaparak kıdem tazminatına dokundurtmayacaklarını açıkladı. Öztürk hükümetin “ustalık döneminde” işçilerin, emekçilerin, memurların ve esnafların kazanılmış tüm haklarına dizginsizce saldırdığını” belirterek “havacılık işlerine grev yasağı getiren, demokratik protesto hakkını kullanan 305 işçiyi işten çıkaran hükümet, borsa çalışanlarına grev yasağı getirmeye çalışmak ve yetki belgesi vermeyerek fiilen toplu sözleşmelerin yapılmasını engellemekle de yetinmiyor şimdi de Kıdem Tazminatı hakkını gasp etmeye hazırlanıyor. On yılların kazanımını, ‘kıdem tazminatı hakkından az sayıda işçi yararlanıyor, yeni düzenlemeyle herkesin yararlanmasını sağlayacağız’ yanılsamasıyla yok etmeye çalışıyor” dedi. Mevcut yasa ile hükümetin iddiasına göre, işçilerin kıdem tazminatından yararlanmadığı söylemine karşı Öztürk ,“Hükümetin iddiasının aksine kayıt altındaki her işçi kıdem tazminatı hakkından yararlanmaktadır. Kayıtsız işçi çalıştırılmasını önlemekle mükellef olan hükümet bu konuda bir adım atma yerine işverenlere ve devlete yeni kaynak yaratmak için böylesi bir düzenlemeye gitmek istediğini itiraf etmelidir. Düzenlemeyle işsizlik sigortası fonunda ve kıdem tazminatı fonunda birikecek trilyonlarca liranın % 40’ını hazine fonlarına aktarmayı planladığını gizlemeye çalışmaktadır” “Hazırladığı yasa taslağı ile kıdem tazminatı hakkını yarıdan fazla budamak isteyen hükümet, her bir yılın karşılığında 30
HA.MRK–16/0/.2012
İ
şçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisinin açıkladığı rapora göre Temmuz Ay’ında en az 110 işçi yaşamını yitirdi. Raporda işçi sağlığı ve güvenliği yasasının acıktığı belirtilirken ölümlerin ise iki katı artığı vurgulandı. Temmuz Ay’ı raporunda ölümlerin en çok İnşaat, Tarım ve Enerji sektörlerinde yaşandığı belirlendi.
İl Özel İdarede Grev Kararı
KAYSERİ 10.07.2012
Yol-İş Sendikası ile İl Özel İdaresi arasında 2011-2013 TİS görüşmelerinde anlaşma sağlanamayınca sendika grev kararı aldı.
Y
ol-İş Sendikası’nın 78 ilde örgütlü olduğu İl Özel İdareleri arasında yapılan toplu sözleşmelerin Kayseri İl Özel İdaresinde tıkandığını belirterek dün grev kararını basın açıklaması yaparak İl Özel İdarenin panosuna astılar.
günlük brüt ücret tutarı olan kıdem tazminatını 14 günlük ücrete düşürmek istemektedir. Hükümet, işçilere iş güvencesi de sağlayan kıdem tazminatı hakkını budamakla, işçi çıkarma konusunda işverenler için adeta dikensiz gül bahçesi yaratmaktadır. Üstelik bununla da yetinmemekte, işsizlik sigortasında işveren payını % 1,5’a düşürmektedir. Kıdem tazminatı ve işsizlik sigortasındaki bu değişiklikle, işverenlere işçi başına % 53 oranında indirim sağlanmakta, her ay işçinin cebindeki 100 liranın 53 lirası işçiden alınıp işverene verilmektedir. Getirilmek istenen düzenleme ile fondan 15 yıl sonra parasını alabilecek asgari ücretli bir işçinin uğradığı zarar en az 7.500 lira olacaktır. Ücreti daha yüksek olan işçilerin uğradığı zarar ise çok daha fazla olacaktır” diyerek mezarda emekliliği getiren hükümetin şimdide mezarda kıdem tazminatı getirmeye çalıştığını belirtti. Açıklamada SGBP kıdem tazminatına yönelik saldırılara sessiz kalmayacaklarını belirten Öztürk “konfederasyon ayrımı gözetmeksizin tüm emek örgütlerini birleşerek kıdem tazminatının gasp edilmesine karşı ortak tavır almaya çağırıyoruz. SGBP kıdem tazminatına yönelecek her türlü saldırıyı bertaraf etmek için bütün gücüyle mücadele edecektir” dedi.
İşçi Öldü Çadır Söküldü
İSTANBUL – 01/08/2012
Açıklama yapan Yol-İş Sendikası Genel Başkanı Ramazan Ağar “Türkiye Yol -İş Sendikası olarak 78 ilde, her il adına ayrı ayrı imzalanan ve uygulanan toplu iş sözleşmesinin Kayseri İl Özel İdaresi’nde uygulanmasını istiyoruz. Ancak Kayseri İl Özel İdaresi Genel Sekreteri, başına buyruk hareket etmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Genel Sekreter, kendisini yasaların ve yürürlükte bulunan mevzuatın üstünde görmektedir. İşçi arkadaşlarımıza yıllardan beri baskı uygulamaktadır. Kayseri İl Özel İdaresi Genel Sekreteri, çalışanlarına farklı muamele yapmaktadır. 2011-2013 dönemini kapsayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde bugüne kadar anlaşma sağlanamadı. Görüşmeler sürecinde olsun, arabuluculuk aşamasında olsun, Genel Sekreter sürekli olarak olumsuz tavır sergilemiştir” diyerek yasal sürecin sürdüğünü dile getirdi. Kayseri halkının desteğini de beklediklerini belirten Ramazan Ağar, bu süreçte çeşitli eylem etkinlik düzenleyeceklerini de belirtti.
Eyüp Dalboy İçin Mahkeme Kararı Beklenecek KOCAELİ – 30.07.2012 Dev Sağlık-İş Kocaeli Üniversitesi işyeri temsilcisi Eyüp Dalboy iki ay önce işten atılmıştı. Dalboy üniversite önünde işe iade için eylem yapıyor. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu rektör ile yaptığı görüşme sonucu Dalboy’un işe iadesi için mahkeme kararını beklediklerini açıkladı. Rektör ile görüşmesinin ardından basın açıklaması yapan Çerkezoğlu, rektörlüğün Nisan ayında ihalenin bitimi ile birlikte artık taşeron işçi çalıştırmayacağını belirttiğini söyledi. Rektörlüğün işçiler üzerindeki baskıların da sona erdirileceğine değindiğini söyleyen Çerkezoğlu Dalboy için ise Rektörün işe iadesi için mahkeme kararını bekleyeceklerini belirtti. Yapılan basın açıklamasına Sendikaların yanı sıra DTÖ’ler de destek verdi.
D Çapa Tıp Fakültesinde Kadrolaşma mücadelesi veren taşeron işçileri 163 gündür çadır eylemi yapıyorlar. İşçiler 163 gündür çeşitli eylem ve basın açıklamaları ile taleplerini dile getiriyorlar.
ün Mono Blok 6. Katta klima bakımı yapan 1 işçi düşerek boyun kırılmasından yaşamını yitirdi. İşçinin ölümü üzerine Hastanede kadrolaşma mücadelesi veren işçilerin kurduğu çadır polis ve özel güvenlikler tarafından kaldırıldı. İşçiler bu durumu ölümün üzerini kapatmak için yaptıklarını söylediler. Taşeron işçileri bu durumu protesto etmek ve ölen işçiyi kamuoyuna duyurmak için bir basın açıklaması yaptılar. Taşeron işçileri adına basın açıklamasını okuyan Emine Eriş “Aynı günün gecesi, sabaha karşı taşeron işçilerinin ücret kesintilerine karşı kadro talebiyle yürüttükleri mücadelenin simgesi olan Direniş Çadırı zorla yerinden sökülüp
kaldırıldı. 163. günün sabahı saat 05.00 sıralarında yapılan bu operasyonda ne dernekten ne de sendikadan bir tanık bulundu. İçerisinde özel eşyaların, sendika ve dernek evraklarının, mutfak malzemelerinin olduğu çadır akıbeti de belirsiz. Üniversite korsanca davranmaya devam ediyor. Çadırın ve eşyaların zorla yerinden sökülüp kaldırılması şüphelerimizi de artırıyor. Hiçbir tanığın olmadığı bu işlemin kendisi de, hastane yönetiminin önceki uygulamaları gibi hukuksuzdur” dedi. Yapılan basın açıklamasında çadırlarını tekrar kuracaklarını ve kadrolaşma mücadelelerini sonuna kadar sürdüreceklerini dile getirdiler.
Madende İş Bırakma Eylemi ZONGULDAK – 17.07.2012 TTK Kozlu maden ocağında 400 maden işçisi mazeret izinlerinin verilmemesi, hastalandıklarında doktora gönderilmemeleri, yedek kıyafet verilmemesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için iş bırakma eylemi yapıtı. 07.30 – 16.00 vardiyasında çalışan maden işçileri çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle ocak başında durarak iş başı yapmadı. İşçiler var olan haklarının verilmemesine tepki göstererek haklarının verilmesini talep etti. GMİS Gen.Başk. Eyüp Alabaş TTK Kozlu Müessese Müdür ile yaptığı görüşme sonucu işçilerin mağduriyetlerinin gidereceği açıklandı. Alabaş işçilerin eyleminin başarıya ulaştığını açıklayarak maden işçilerinin iş başı yapmasını istedi. İşçiler bir buçuk saat süren eylemin ardından ocağa inerek iş başı yaptılar.
Sayı 15 / Ağustos 2012
Sendikalı İşçilere İşten Atma Saldırısı
A
dalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı’nda çalışan Tümtis Sendikasına üye işçileri baskı tehdit ve sendikadan istifaya zorlanıyor. Tümtis Sendikası yaptığı yazılı açıklama ile bu durumu protesto etti. 4 işçinin İstanbul ve Ankara’da işten atıldı. İstanbul Adliyesinde Çalışan 2 üyesinin de Ümraniye ve Kartal Adliyesine sürgün edildiği belirtildi.
"Bizim her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çağrısı ve insanlığın düşmanı ABD'ye karşı halkların birliği için savaş marşıdır" emegindunyasi.info
Şovenizme Karşı Birlikte Mücadele İçeride işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı savaş açmış olan faşist devlet, dışarıda uzun süredir hazırlıklarını yaptığı bir savaşa girmeden önce üzerinde bulunduğu kırılgan zemini güçlendirmeye çalışıyor. Tekelci sermeyenin ve onun devletinin böyle zamanlarda en çok başvurduğu yöntem ezen ulus milliyetçiliğini yani şovenizmi yükseltmektir. Böyle zamanlarda Türk şovenizmi hala geçer akçe olabilmektedir. Mehter marşıyla, Tarkan, Kara Murat filimleriyle ve bilcümle medya marifetiyle harekete geçirilen şovenizm, başka tüm duyguları yok eden bir zehir gibi damarlara akıtılmaktadır. Şovenizmin etkisinde kalan kitleler adeta bir akıl tutulmasına uğramakta ve ezilen ulusa, yoksayılan inanç gruplarına saldırmaktadır. Linç kültürü toplumda giderek daha çok yeretmekte sokaklara salınan faşist ve dinci gruplarca Kürt Halkına ve alevilere saldırılar tertiplenmektedir. Adıyaman’da alevilere ait evlerin işaretlenmesi, insanların aklına Maraş katliamını getirmişti. Devlet sözcüleri olayı “münferit çocukların yaptığı bir olay” olarak geçiştirmeye çalışsa da zaten diken üzerinde olan insanları kandıramamıştı. Nitekim Malatya’nın Doğanşehir ilçesinde yaşanan en son olay bizat devlet eliyle nasıl bir katliam zemininin hazırlandığının göstergesidir. Önce 2 Temmuz Sivas davasını zaman aşımına uğratarak katilleri sokağa salan devlet, daha sonra ce-
mevlerinin ibadethane olmadığına hükmederek, adeta alevi inancına mensup insanları yoksaymış, onlar için yeni katliamın yollarını döşemiştir. Bir yandan Bahçelievler katliamının sanıklarını sokağa salarken, bir yandan da kabarttığı şovenist duygularla iç savaşı sermaye sınıfının lehine sonuçlandırabilmek için son saldırısını başlatmış bulunuyor. Bildiğimiz gibi iç savaş, sınıflararası mücadelenin en yüksek aşamasını ifade ediyor. Bu aşamada burjuvazi ile işçi sınıfı ve emekçi halklar arasında silahlı çatışmaya varan bir savaşın yaşanması kaçınılmazdır. Bu, toplumun iki kampa ayrılması, iki kampın birbirine karşı silahlanması ve en sonu tayin edici savaşa hazırlanması demektir. İşte şimdi bir yandan işçi sınıfı ve emekçiler, yoksul Kürt Halkı ve alevi inancına mensup emekçiler, diğer yanda sermaye sınıfı ve onun sokağa saldığı faşist, dinci faşist gruplar “son büyük kavga” için hazırlanıyorlar. En son İstanbul Ayazağa'da bir grup faşistin toplanarak inşaatta çalışan Kürt işçilerine saldırmaları, durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Şovenizm zehriyle zehirlenmiş olan yığınlar, yoksul Kürt halkının, yoksul Alevilerin üzerine saldırtılarak karşı-devrimin kitle tabanı harekete geçirilmeye ve böylece daha şimdiden devrimin kitle tabanı sindirilmeye, korkutulmaya çalışılıyor. Ama artık evdeki hesap çarşıya uymayacaktır. İki nedenden dolayı, birincisi
Süreyyapaşa Hastanesi Taşeron İşçileri Eylemde İSTANBUL – 30.07.2012 Taşeron işçilerine karşı işten atmalar son bulmuyor. Son olarak Maltepe’de Süreyyapaşa Hastanesinde çalışan taşerona başlı 3 işçi işten atıldı. İşçilere “tüm haklarımı aldım” şeklinde kağıt imzalama dayatmalarına girişen taşeron şirket kağıtları imzalamayan 3 işçiyi işten attı. Bir bir hile ile işçileri her türlü haktan mahrum bırakan taşeron şirketler işçileri tazminat haklarından ve her türlü sosyal haklardan mahrum bırakmak için giriş çıkış yaptırma dayatmalarına karşı çıkan işçiler işten atılıyor. Hastanenin yemekhane bölümünde çalışan işçilerin taşeron firmanın değişmesi üzerine “eski taşerondan tüm haklarımı aldım” yazılı kağıtların imzalatılması dayatıldı. Kağıtları imzalamayan 3 işçi 14 Temmuz günü işten çıkarıldı. Dev Sağlık-İş sendikası üyesi işçiler 23 Temmuz günü basın açıklaması yaparak hastanede eyleme başlayacaklarını açıkladılar. Bugün hastanede basın açıklaması yapan işçiler eyleme geçerek çadır kurdular. İşçiler işe geri dönene kadar eyleme devam edecekler.
artık bilinçli ve örgütlü olan Kürt halkı bu saldırılar karşısında sinmeyecek, tam tersine daha çok ayağa kalkacak ve serhıldanlara yönelecektir;aynı şekilde yoksul Aleviler,yeni Sivasların,Maraşların,Çorumların yaşanmasına seyirci kalmayacak ve devrimcilerin saflarında savaşacaklardır.İkincisi,halklarımız arasındaki bağlar sanıldığından çok daha güçlü olduğu için şovenizm zehriyle zehirlenmiş güruhların sayısı ne yaparlarsa yapsınlar fazla olmayacaktır.Bu nedenle son tahlilde,bugün şovenizmi körükleyenler,yarın kendi kuyularını kazdıklarını daha iyi göreceklerdir. İşçi sınıfı ve emekçiler,şovenizmin tüm etkilerinden uzak durarak “başka bir ulusu ezen bir ulus asla özgür olamaz”temel düşüncesinden hareketle,her zaman ezilen Kürt ulusunun ve yoksul Alevilerin yanında olmak zorundadır. İşçi sınıfı ve emekçiler, sömürü ve baskıdan kurtulmak için tüm ezilenlerin mücadelesini omuzlamalı ve iktidara taşımalıdır. Ancak bir halk iktidarıyladır ki, işçi sınıfı ve emekçiler, tüm ezilenler özgürlüklerine kavuşacaklardır. Bunu başarmak zor değildir, birlikte mücadele edildiğinde sermaye sınıfının egemenliği yıkılacak, halklarımız özgürleşecektir. Gerçek özgürlükler devrimle kazanılacak ve devrimle korunacaktır.
Kiğılı İşçisi Eylemde
Davanın işçilerin lehine sonuçlandığını belirten sendika şimdi ise sıranın hakların alınmasında olduğunu belirti. Yapın basın açıklamasında “ 1)Taşeron şirketin, tescili, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğü tarafından iptal edilir. Dolayısıyla taşeronun Üniversitesi ile ilişiği kesilir. 2)Taşeron şirketin işçileri, başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılır. 3)Taşeron şirkete ve asıl işverene idari para cezası uygulanır.
Mahle’de Grev Kararı Asıldı İZMİR – 20/07/2012
İSTANBUL – 23/07/2012
İ
kitelli’de kurulu Kiğılı Tekstil fabrikasında çalışan Didem Sorhun hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atıldı. Avrupa ülkelerine ihracat yapan ve ülkede yaklaşık 180 Satış mağazası olan Kiğılı’de işten atma saldırısına karşı Didem Sorhun eyleme başladı. Sorhun “Kiğılı'da yaşanan baskıya, tehdide, sömürüye karşı da direniyorum” dedi.
Muvazza Davası İşçilerin Lehine Sonuçlandı Sosyal İş Sendikası’nda örgütlenen taşeron işçilerin başlattığı hukuk mücadelesi işçilerin lehine sonuçlandı. Sosyal-İş sendikası yaptığı basın açıklaması ile davanın sonucunu kamuoyuna duyurdu.
7
ÇOMÜ’de örgütlenme çalışmalarına başladığımız ilk günden bu yana, taşeron ilişkisinin ortadan kalkması ve işçilerin, asıl işveren olan Üniversite’nin işçisi olarak çalışması için mücadele ediyorduk. Bugün itibariyle, bu mücadelemizde hukuken zafere ulaştık. Mahkeme kararı gereği, ÇOMÜ’de taşeron şirkette çalışan işçiler, başlangıçtan itibaren, yani Üniversite’de işe ilk girdikleri tarihten itibaren, asıl işverenin yani ÇOMÜ’nün işçisi haline gelmiştir” dediyerek “1 Ocak 2011 tarihinden bugüne kadar geçen 18 aylık süre için toplu iş sözleşmesinde Üniversite’nin kadrolu işçi-
E
ge Serbest Bölgede kurulu olan Mahle Motor parçaları üreten fabrika da grev kararı alındı. Birleşik Metal İş sendikası ile MESS arasında yürütülen Toplu İş sözleşmeleri anlaşma sağlanamaması üzerine alınan grev kararı işyerine asıldı. Birleşik Metal-İş üyeleri Pazar günü kitlesel olarak grev ilanını fabrikaya astılar. 60 günlük yasal sürecin sonucunda anlaşma sağlanamadı taktirde işçiler greve çıkacak
ÇANAKKALE - 01/08/2012 lerinin sahip olduğu ücret, ikramiye ve mali haklar ile işçilerin taşerondan aldığı ücretin kıyaslanması ve 18 aylık süre için doğan farkların sendikamız üyesi işçilere ödenmesi gerekmektedir. Ayrıca Üniversite’de yeni bir toplu iş sözleşmesi yürürlüğe girinceye kadar, artık üniversitenin işçisi haline gelmiş olan işçilerin, ücret, ikramiye ve mali haklarının toplu iş sözleşmesine göre ödenmesi zorunluluğu oluşmuştur” dedi. Uzun süredir mücadele ederek kazandıklarını belirten sendika sendikasız işçileri sendikalı olmaya çağırdı.
emegindunyasi
emegindunyasi@gmail.com
Gündem
Dindar ve Kindar İç Savaş Hükümeti
THY ‘de Bedaş’ta,Hey Tekstil’de,Billur Tuz’da, Borusan’da ve ismini sayamadığımız bir çok işkolunda irili,ufaklı grevler,eylemler sürüyor.Grevler,eylemler tüm olumsuz koşullara rağmen uzun soluklu ve sonuç alıcı oluyor .Özellikle de kadın işçiler,emekçiler için bu daha fazla böyle.Elbette bu durum emekçilere güç ve moral katarken,sermaye sınıfı ve onun her renkten hükümetini kokutuyor.Burjuva sınıf geçmişten çıkardığı dersle hareket ediyor.Düşman sınıfa karşı tedbiri elden bırakmıyor.Dindar ve kindar iç savaş hükümeti tek bir başarı kazanmış eylem , grev olsun istemiyor. Tüm eylemlere aynı kin ve öfkeyle saldırıyor. Onları ezmek ve yok etmek istiyor. THY de örgütlü olan Hava-İş Hükümetin kendileri şahsında sınıfa yönelik bir saldırı politikası olan hava yollarında grev yasağını alel acele meclisten geçirmesine eylemle cevap verdi. Eylem sürüyor. Hava-İş in grev yasağına karşı sürdürdüğü eylem çok önemlidir. Birincisi Hava-İş e yönelik bu saldırı aslında tüm sınıfa yönelik bir saldırıdır. İkincisi Hava yolu taşımacılığı stratejik bir öneme sahiptir. Geçtiğimiz yıl yaz aylarında Avrupa birliği ülkelerinde başlayan Hava yolu grevleri Hem hava yolu şirketlerini hem de turizm şirketlerini ciddi zararlara sokmuştu. Yeşil sermayenin dindar ve kindar iç savaş hükümeti benzer bir durumla karşılaşmamak için derhal önlem aldı; hem de Avrupa Birliği müktesebine hiçte uygun olmamasına rağmen grev yasağını meclisten geçirdi. Hava yolu emekçilerinin iki günlük direnişi, THY yönetiminin açıklamalarına bakarsak, hava yollarını trilyonlarca zarara uğramıştı. Elbette ki sınıfa yönelik saldırıların bir bedeli olacaktı. işçi sınıfı sınıfsal çıkarlarına uygun olarak kendini koruma refleksleriyle cevap verecekti; veriyor. Ancak THY trilyonlarca zararı gündeme getirirken bilinmelidir ki bu zarar kar zararıdır ( yani daha çok kar elde edecekken daha az kar elde etme durumudur.) Bu zarar feryadı aynı zamanda THY emekçilerinin hava yolu şirketine ne kadar kar kazandırdığının da itirafı değil midir. Tedaş ( Türküye elektrik dağıtım Aş )’ta süren direniş de aynı şekilde stratejik önemdedir. Çünkü Tedaş Türküye genelinde elektrik dağıtım şirketidir. Ve diğer enerji kaynaklarının ortaya çıkartılmasına da kaynaklık ediyor. Kısacası elektrik olmadan ne sanayi ne üretim ne ulaşım hiçbir şey olmaz olamaz…. İşte bu nedenle sermaye devletinin dindar ve kindar faşist iç savaş hükümeti bir dış savaşa hazırlanırken arka cephesini sağlama almak istiyor. Ve bütün öfkesini, kininini yaşamını sürdürebilmek için mücadele etmekten, dövüşmekten başka çaresi kalmadığını bilen sınıf bilinçli, öncü işçilere grev ve eylemlere düşmanca saldırıyor. Sermaye sınıfı işçi sınıfına yönelik saldırılarını aralıksız sürdürürken özleştirme, esnek çalışma taşeron sistemi mezarda emeklilik yasası ve nihayetinde kıdem tazminatının kaldırılmasına yönelik çalışmalar sürerken Türk İş Hak iş vb sendika yönetimleri, kuyunun dibinde yosun tutmuş bir taş gibi sessizce duruyor; adeta “bırakınız alsınlar bırakınız yapsınlar” anlayışıyla davranıyor, süren bu direnişlerin kırılmasını sessizlik fesadıyla boğmaya çalışıyorlar. Türki-İş’in temel anlayışı sermaye devletini bir devrime karşı korumak ve kollamaktır. Türk-İş’ e göre, sermaye devletine her zamankinden daha fazla sahip çıkılmalıdır. Çünkü, Türkiye ve K.Kürdistan bir devrime gebedir. Devrim güncel ve somut bir olgudur. Türk -İş genel başkanı Mustafa Kumlu, devlet başkanından bile daha yüksek bir maaşla en yüksek devlet memuru gibidir. Kuruluş amacı anti-komünizm olana bir sendikal anlayışın Türkiye ve K.Kürdistan’ın devrime gebe olduğu böylesi koşullarda başka türlü davranması da beklenmemelidir. Öyleyse ne yapılmalıdır? Birincisi THY eylemi, ikincisi Bedaş eylemi mutlaka kazanılmalıdır; bunun için mutlaka işçilerin emekçilerin bölünmesini, birbirine karşı kullanılmasını engellemek gerekiyor; onların mücadele birliği içinde olmaları sağlanmalıdır. Onun için devrimci, komünist, ilerici, sosyalist güçler, devrimci işçiler ve sendika yöneticileri mutlaka bir biçimde THY ve Bedaş işçileriyle dayanışma içerisinde olmalıdırlar. Bilinmelidir ki bu eylem odakları sermaye devletini tutuşturacak kıvılcımlardır. İkincisi işçi sınıfı tarihsel ve sınıfsal rolüne uygun olarak her türlü milliyetçi muhafazakar ve statükocu anlayışı terk ederek Kürt halkının özgürlük mücadelesini desteklemeli, ulusların kendi kaderinin tayin hakkını hiçbir ön koşul ileri sürmeden sahiplenmeli, her türlü sosyal şoven ve sosyal reformist politikalardan hızla uzaklaşmalıdır. Halkların, ve işçilerin mücadele birliğini savunmalı ve sahiplenmelidir. Üçüncüsü devrim için, işçi sınıfının, emekçilerin ezilen sömürülen baskı altında tutulan halkların kurtuluşu ve özgürlüğü için mücadele ederken tutsak düşmüş devrim savaşçılarını sahiplenmeli, sermayenin dindar ve kindar militanlarını serbest bırakması karşısında “zindanları yıkalım tutsakları özgürleştirelim” şiarını yükseltmeli, toplumun ezilen sömürülen ve baskı altında tutulan tüm kesimlerinin sorunlarını kendi kurtuluşu ve özgürlüğü olarak görmeli ve buna uygun bir mücadele yürütmelidir.
8
Sayı 15 / Ağustos 2012
Kopya Skandalına Tepki
emegindunyasi.info
emegindunyasi
DOSTU DÜŞMANDAN AYIRMAK
19.07.2012
"Bir katilin bir hırsızın başbakan olduğu bir cumhuriyette dürüst kişilerin yerinin ya mezar ya cezaevi olduğunu anlayabilmek zor bir şey olmasa gerek." Fidel Castro Ruz emegindunyasi@gmail.com
Tepecik Hemşireleri İsyanda!
7
Temmuz'da yapılan KPSS'de yaşanan kopya skandalına yönelik Sosyal paylaşım siteleri üzerinden örgütlenen bir grup, KPSS'nin iptal edilmesi için dava açtılar, açtıkları davanın ardından ÖSYM önüne gidildi.oturma eylemi yapan sınav mağdurları "Ali Demir İstifa", "Hakkımızı Cemaate Bırakmayız" sloganları attı. sınavın iptal edilmesi gerektiği vurgulandı.
ETUC KESK’i Ziyaret Etti ANKARA – 09.07.2012
İZMİR – 01/08/2012 KESK'e bağlı bazı sendikalarda ve bazı şubelerde yönetimi ele geçirmiş reformistlerin devlet sendikalarıyla her fırsatta kendi deyimleriyle “bir araya gelme” çabalarına tanık oluyoruz. Reformizmin bu çabaları anlaşılır ve beklenilir bir durum. Zaten devrimcilerin öncelikli görevlerinden biri de reformizmi teşhir ve tecrit etmektir. Yetki almakta, üye yapmada ve işyeri sorunları karşısında taban tabana zıt ve hatta rakip bir çalışma içindeyken herhangi bir çalışma ya da eylemde birden onlarla birlikte olma, çağırma dürtüleri harekete geçiyor. Devlet sendikalarıyla bu yakınlık neden? Devlet sendikaları, devlet eliyle KESK'le aynı masaya oturtulduğundan beridir ki bir aklanma yanılsaması karşımıza çıktı. KESK, kitleler “Devlet güdümlü sendikaya hayır” sloganlarını atarken devlet tarafından kaale alınmış olmanın sarhoşluğuyla aynı masada bolca resim verdi. Bu masadan hiçbir zaman bir hayır görmedi. Çoğu zaman bir basın açıklamasında KESK başkanının “protesto” açıklamalarıyla masayı terk ettiğini gördük. Ancak devlet sendikaları KESK'in yanında her poz verişlerinde dost görünerek emekçileri kandırmak için güç kazandılar. Yani KESK kendi kuyusunu kendisi kazdı. Bırakın emekçilerin yüzyılı aşkın tarihinden, kendi tarihlerinden bile ders almayı bir türlü öğrenemeyen uzlaşmacı, reformist anlayışlar politika hakkında yeni yeni kafa yormaya başlayan herkesi aynı noktadan yeniden başlamaya ikna ediyorlar. Bunu nasıl başarıyorlar? Birincisi toplumsal bilinç onların çok ilerisine geçmiş olsa da henüz toplumsal bilincin gerisinde kalmış olanlar var. İkincisi ve en önemlisi bu kesime devrimcilerden önce ulaşmayı başarıyorlar. Oysa bu kesimler onlardan önce ya da sonra devrimcilerle tanışma ve tartışma fırsatı bulsalardı bırakın onlarla birlikte yürümek yanlarından bile geçmezlerdi. Reformizmin kendisi gibi tarih bilincinden yoksun bıraktığı bu kesim, eylem alanında “birlikte daha güçlüyüz” dediği kesimin faşist marşlarıyla ve bayraklarıyla karşılaşınca nasıl da şaşkınlığa uğradıklarını biliyoruz. Üstelik kendileri alttan alta “ aman ulusal renklerinizle gelmeyin eylemde sorun çıkmasın” diye ulusal hareketi, gerçek dostlarını uyarmışken... Reformizmin şoktan önce kısa süreli de olsa etkilediği bu kesime dostu ve düşmanı anlatmak da devrimcilerin görevleridir. Öncelikle bu yakınlaşmaların niyetinin tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi ilerici kesimleri uzaklaştırıp, gerici kesimlere güç vermek olduğunu aydınlatmak gerek. Devrimin ayak bağı, burjuvazinin cankurtaranı (?) reformizm, emekçiler tarafından tarihin çöplüğüne atılmadan önce son kozlarını oynuyor. Emekçilerin sonuç alıcı eylemlere ilgisi artıyor, görev savma eylemlerine ilgi ve katılım azalıyor. Kendisini tekrar eden basın açıklamalarında benzer kişiler görünürken grev adına yapılan iş bırakmalarda, siyasi talepli eylemlerde katılım artıyor. Emekçilerin geriliklerini bahane ederek onların en geri kesimlerinden ve en geri duygularından yararlanan reformizmin emekçileri bilinçlendirmek işine gelmiyor. Şovenizmden, militarizmden besleniyorlar. Peki biz reformizmi nasıl tanıyabiliriz? Yeni yetişen gençliği nasıl uyanık tutabiliriz. Öncelikle, onlara Marksizmi-Leninizmi okumayı, tarih bilincini almayı benimsetmeliyiz. Devrimcilerle reformistler her şeyden önce eylemleriyle ayrıştırılırlar. Her fırsatta şiddete karşı olduklarını söyleyen bu kesim, şiddete karşıdır ama yalnızca devrimci şiddete! Devlet güçlerinin önünde uzlaşmaktan bahsederler, devrimciler harekete geçti mi ilk önce reformizmin barikatlarıyla karşılaşırlar. Kürsülere, koltuklara geldi mi yumruklarını sıkarak konuşurlar, devletin önünde önlerini iliklerler. Kürt ulusunun mücadelesine karşı şovenistlerle birlikte söylenir, sızlanırlar. Kürt ulusuna yönelen saldırılarda saklanacak delik ararlar. Bedel ödeme hakkında bol keseden atarlar ama onların hayatlarında bedel ödedikleri görülmemiştir. Onların en iyileri kendilerini güvenli bir konuma aldıktan sonra devrimcilere saygı duyduğunu teslim edenlerdir. Geri olan her türlü eylem önerisine iştahla yaklaşırlar, ileri olan her türlü öneriye şüpheyle. Geri önerilerinin bir kılıfı değil midir zaten gerici, faşist sendikalarla birlik hayalleri. Dizginleyemedikleri kitlelerini onların sınırlarına hapsederek güvene kavuşurlar. Yapılması gereken pek çok şey var. Her şeyden önce daha çok çalışmaya ihtiyacımız var. İktidarı isteyen bütün bu engelleri aşmak için daha çok çalışmalı. Evet, reformizmin “olanakları” daha fazla ve doğal olarak engelleri daha az. Ama bizim onları aşmış, doğruyla yanlışı kısa sürede eleyen emekçilerle bağımız güçlendikçe zaten geriye giden ayakları onları evlerine kadar götürecektir. DEK ‘li Bir Sağlık Emekçisi
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hemşireler üzerindeki baskı ve eşitsizlik artarak devam etmekte. Bunun üzerine hastanedeki hemşirelerden oluşan bir topantı yapıldı. Toplantıya sendikalı sendikasız pekçok birimden hemşire katıldı. Hemşirelik inisiyatifince alınan karara göre başhekimlikle uyarı amacıyla görüşmek üzere bir heyet belirlendi. başhekimlik daha önce SES'in köprüleri atmasına neden olan tavrını devam ettirdi. Türk Kamu Sen den de heyete katılan hemşire görüşme sırasında geri adım attı. Bunun üzerine basın açıklamasının çalışmaları başladı. Basın açıklamasının yapılacağı gün idareden ve onların temsilcisi çalışanlardan gelen gerici, faşist engellemeler ve karalamalara rağmen hemşirelerin katılımı ve morali oldukça iyiydi. Eylem, 1 Ağustos Çarşamba günü 200'ün üzerinde hemşire ve duyarlı çalışanın katılımıyla yapıldı. Basın açıklamasını hemşirelik inisiyatifi adına Ülkü Şeyda okudu. Yürüyüşten sonra SES İzmir şube başkanı tarafından bir konuşma yapılarak eylem bitirildi. 2 Ağustos Perşembe günü hemşirelik inisiyatifi tarafından genel toplantıda eylem programını belirleyecek bir takvim hazırla-
nacak. Basın açıklamasını okuyan Ülkü Şeyda Çöl kendilerinin mesleklerinin gerekliliklerini yerine getirmek istediklerini ifade ederek “aşırı iş yükü ve eşitsiz çalışma koşullarına” karşı çıktıklarını vurguladı. ÇÖL “Kadrolaşma, aramızda uçurumlar oluşturuyor. Aramızda ayrıcalıklılar, nöbetlerden muaflar ve durmaksızın çalışmaktan tükenme noktasına gelmiş iki kesim var. Mesleğine yıllarını vermiş, deneyimli arkadaşlarımız dururken hiç hak etmeyenler siyasi torpiller yoluyla terfi ettiriliyor, hemşirelik hizmetini keyfi bir şekilde yönlendiren konumlara yerleştiriliyorlar. Bizler, işimizin gerektirdiği dikkati, sabrı ve özeni yitirmeksizin yeterli dinlenme, insanca çalışma ortamı istiyoruz. Çalışma ortamımız gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Sağlık sisteminin çöküşünün ve sağlığın bir ticaret haline getirilişinin sorunlarını yaşıyoruz. Meslektaşlarımıza yönelen, baskı, saldırı, hakaret ve yıldırma uygulamaları çalışma huzurumuzu dağıtıyor. Yöneticiler bütün zamanlarda olduğu gibi bizleri karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar” dedi.
Okunan basın açıklamasının metni:
BASINA VE KAMUOYUNA Bizler Tepecik Eğitim Araştırma hastanesinin hemşireleriyiz. Hastanemiz İzmir'in en büyük hastanelerinden biri. Bütün hastanelerde olduğu gibi hastanemizde de büyük yükü biz hemşireler omuzlamaktayız. Bizler mesleğimizin gerektirdiklerini yapmaktan şikâyetçi değiliz. Biz mesleğimizin gereklerini yerine getirmek isteyenler olarak aşırı iş yükü ve eşitsiz çalışma koşullarına karşı çıkıyoruz. Sayın meslektaşlarımız Bizler kar getirmesi gereken bir işletmenin, hastasını müşteri olarak gören zihniyetin bir parçası olmayı reddediyoruz. Bu zihniyet bizden dinlenmeksizin çalışmamızı istiyor. Oysa 850 hemşirenin çalışması gereken yerde 640 hemşire çalışıyor. Üstelik bu hemşirelerin 95'i hemşirelik dışı işlerde çalıştırılıyor. Toplam 159 hemşire ayrıcalıklı bir konumda nöbet tutmazken bizler gece gündüz, dinlenmeksizin çalışmak zorunda kalıyoruz. Kadrolaşma, aramızda uçurumlar oluşturuyor. Aramızda ayrıcalıklılar, nöbetlerden muaflar ve durmaksızın çalışmaktan tükenme noktasına gelmiş iki kesim var. Mesleğine yıllarını vermiş, deneyimli arkadaşlarımız dururken hiç hak etmeyenler siyasi torpiller yoluyla terfi ettiriliyor, hemşirelik hizmetini keyfi bir şekilde yönlendiren konumlara yerleştiriliyorlar.
Mêrdîn’in (Mardin) Qoser ( Kızıltepe) İlçesindeki Kızıltepe Devlet Hastanesi havalandırmaları bir aydır çalışmıyor.
Q
Bizler, işimizin gerektirdiği dikkati, sabrı ve özeni yitirmeksizin yeterli dinlenme, insanca çalışma ortamı istiyoruz. Çalışma ortamımız gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Sağlık sisteminin çöküşünün ve sağlığın bir ticaret haline getirilişinin sorunlarını yaşıyoruz. Meslektaşlarımıza yönelen, baskı, saldırı, hakaret ve yıldırma uygulamaları çalışma huzurumuzu dağıtıyor. Yöneticiler bütün zamanlarda olduğu gibi bizleri karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Bizler, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi hemşireleri olarak hem hizmet verdiğimiz hastalarımız açısından hem de çalışanlar açısından insanlık onuruna yakışır bir hastanede çalışmak istiyoruz. Hizmeti alanlar arasında da verenler arasında da eşitlik istiyoruz. Fakat sorunlarımızı defalarca ilettiğimiz yöneticilerden “konumlarını kaybetmek istemediklerine” dair cevaplar alıyoruz. Bu nedenle diyalog yollarımız tükendi. Mücadele etmekten başka çaremizin kalmadığı konusunda birleştik. Taleplerimiz karşılanıncaya kadar susmayacağımızı, baskılara ve yıldırma politikalarına karşı mücadele edeceğimizi tüm duyarlı kamuoyuna duyuruyoruz. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hemşireleri
oser (Kızıltepe), Sêrekanî ( Ceylanpınar) , Derîk ( Derik) ilçeleri ve çevre köylere hizmet veren 200 yatak kapasiteli Kızıltepe Devlet hastanesi çalışanları ve hastaları bir aydır Kızıltepe’nin yakıcı sıcaklarında havalandırmasız bir hastanede tedavi görmeye ve tedavi etmeye çalışıyorlar. Hastane çalışanları ve hastalardan alınan bilgilere göre havalandırmanın çalışmaması sonucu oluşan bu yüksek sıcaklıklar, hastalarda yüksek ateşe, tansiyon düşmesine, gebelerde düşük riskinin artmasına, ameliyat sonraları kanama riskinin artmasına, strese, ishale ve yüksek sıvı kaybına neden oluyor. Sağlık Personelleri ve hastane çalışanlarında da bu etkilerin yanı sıra çalışma motivasyonlarının ve veriminin düşmesi söz konusu. Hasta yakınları ve çalışanlar,devletin para odaklı sağlık politikalarının normal olduğunu ve devlet kökten değişmedikçe, insan sağlığı için değil, para için olan bu politikaların değişmeyeceğini, en fazla iyileşebileceğini söylüyor. Devrimci Emekçi Komiteleri/MÊRDİN
Bugün ETUC Genel Sekreter Yardımcısı Patrick Itshert , KESK Genel Merkezini ziyaret ederek Lami Özgen ile görüştü.
Z
iyaret sırasında DİSK Genel Başkanı ve KESK yönetim kurulu üyeleri de yer aldı. Lami Özgen, ziyarete gelen Patrick Itshert’ı son dönem KESK’e yönelik hükümetin uyguladığı baskı politikaları konusunda bilgilendirdi. Patrick Itshert,KESK’e yönelik yapılan baskıları kınadıklarını belirterek 25 Haziran günü yapılan operasyonu duydukları andan itibaren Avrupa Birliği ve Türkiye nezdinde girişimlerde bulunduklarını belirterek operasyonların hukuka aykırı olduğunu da dile getirdi. ETUC, KESK ile dayanışma çerçevesinde 4 Ekim günü KESK yöneticilerinin ve KESK’li kadınların görülecek olan mahkemelerine katılmak için ellerinden gelen çabayı harcayacaklarını belirtti. Ayrıca Eylül ayı içerisinde uluslararası konfederasyonların katılımı ile bir toplantı düzenleyeceklerini ve toplantı gündeminde KESK’e yönelik baskıların alınacağını bunun çalışmalarının başlatıldığını da belirtti.
Sağlıkta Bir Soygun Daha SGK tarafından ödenmeyen veya SGK tarafından sağlık hizmeti olarak sigortalılara verilmeyen sağlık hizmetlerini almak isteyenler, özel hastanelerde ilave ücret ödeyerek satın alınan sağlık hizmetleri için tamamlayıcı ve destekleyici sigorta yaptıracaklar ve para ödeyecekler. Sosyal Güvenlik Kurumu yayınladığı 2012/25 sayılı genelge ile 5510 sayılı Kanun’un 98 inci maddesine uygun olarak, “Tamamlayıcı veya Destekleyici Sağlık Sigortası Uygulamaları”nı başlatıyor. TTB tarafından yapılan açıklamada şunları belirildi: ‘Tamamlayıcı veya Destekleyici Sağlık Sigortası’, genel sağlık sigortasının temel teminat paketi içerisinde yer almayan, temel teminat paketinde yer alıp kısmen karşılanan, yani cepten ödeme yapılan ya da bireylerin daha yüksek standartlarda sağlık hizmeti talep ettiği durumlarda devreye giren özel sağlık sigortası türüdür.” Genelgeye göre özel sağlık sigortasına para ödenerek alınan poliçelerle karşılanabilecek hizmetler şu şekilde: 1- SGK tarafından finansmanı sağlanmayan sağlık hizmetlerine ait bedeller, (güzelleşmek amaçlı sağlık hizmetleri, Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık hizmeti olarak ruhsatlandırılmayan işler). 2- Özel hastanelere ödediğimiz ilave ücret tutarları. 3- Özel--kamu tüm hastanelerde ayrıcalıklı oda isteme gibi otelcilik ücreti (özel oda ücreti) gibi hastadan alınabilecek tutarlar. TTB bu genelgenin ne anlama geldiğini şöyle özetliyor: “1- GSS, hastaların ihtiyaç duyduğu bütün sağlık hizmetlerini kapsamamaktadır, kapsamayacaktır. 2- ‘Temel teminat paketi’ içinde yer almayan sağlık hizmetleri için vatandaşların ceplerinden para ödemeleri gerekmektedir. 3- Bazı sağlık hizmetleri ‘Temel teminat paketi’ içinde yer alsa dahi SGK tarafından kısmen ödenecek; kalan bölümü vatandaşların cebinden çıkacaktır. 4- GSS kapsamında verilen sağlık hizmetleri ‘düşük standartta’ olduğundan, hastalarımız “yüksek standart”ta sağlık hizmeti için ayrıca para ödemek zorundadırlar. 5- Hükümetin bütün vaatlerinin aksine, sağlığın finansmanında ‘özel sigorta’ devreye girmiştir.”
Sayı 15 / Ağustos 2012
Dersim-28/07/2012
KESK’li Tutsaklara Özgürlük Dersim KESK Şubeler Platformu Belediye Önünden toplanarak KESK’li tutsaklara özgürlük şiarıyla yürüyüş yaptı. Son dönemde KESK’e yönelik saldırıların protesto edildiği eylemde şehir merkezinden başlanarak stadyuma kadar 1 saatlik bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüş “Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük” “KESK’li Tutsaklar İçin Özgürlük Yürüyüşü” sloganlarıyla Stad önünde son buldu.
".Mümkünün son sınırlarına imkansızı elde etmek için çabalayanlar ulaşabilir ancak.Gerçekleşmiş imkanlar zorlanmış imkansızlıkların sonucudur." Karl Liebknecht emegindunyasi.info
emegindunyasi
Kıdem Tazminatı Taslağında Son Durum
K
ıdem tazminatındaki yapılmak istenen, sömürüde adaleti sağlamak! Bunun mümkün olacağını söylemek, çok yanlış olmasa gerek. Kapitalizmi daha iyi anlatan sözler varmıdır, elbette vardır. Ama benim aklıma şimdilik gelen söz bu. Akşam yatarken veya sabah kalkarken, para devletinin erkanı umumiyesi, halkın önüne bir gündemler menüsü sunuyor, irili ufaklı, solcusu sağcısı bir çok insan bu gündeme ayak uyduruyorlar. Tabiki ayak uydurmayanlar da var. Ya da uyum sağlamaması gerekenler var. İşte sözüm bunlaradır. Sistemin toptan retçileri olarak hepimiz, içinde yaşadığımız ve kafamızda yarattığımız, programlandığımız ütopyamızın bilinen çekim merkezine hazırlıklı olmak durumundayız. Yalan üretim merkezi haline gelen düzenin medyasında, TC siyasi erkinini sözcülüğünü yapanlar, kıdem tazminatlarının yeni çıkacak halini halka öyle bir anlatıyorlar ki gülleri,çiçekleri,kelebekleri ve kuşları bol bir bahçeden bahsediliyor sanki; "İşçiler için kişiye özel açılacak hesaba bir gün dahi çalışması varsa bile kıdem tazminatı hanesine yazılacak, bundan sonra kıdem tazminatları devlet güvencesinde olacak, ister işveren çıkarsın ister işçi kendisi işten ayrılsın bu yasa ile herkes kıdemininin tazminatını alacak", diye utanmazca, işçilerle resmen alay ederek ve salyaları yaptıkları hakaretlerle aheng içerisinde kendi iğrenç medyalarına da avaz avaz bağırıyorlar. Ama işin rengi hiç de öyle değil tabii ki. Örnekler üzerinden konuyu toparlamak gerekirse, işçinin kendi hesabına yatan kıdem tazminatını alabilmesi için; 3600 gün ve on yıllık çalışma şartı aranıyor. Sosyal olmayan devletin sosyal güvenlik bakanlığı, bu kez hedefi büyüttü, yapılmaya hazırlanılan hücum, direk işçinin şah damarını kesmeye yöneliktir. Çünkü Ferman ağababalarından geliyor. İşçi için iş hayatında hayati önemi olan kıdem tazminatının en kayda değer yanı; işçi için iş güvencesi niteliği taşıyor olmasıdır. İş güvencesi olmayan bir işçi her an işten atılması mümkün olan bir çalışandır. Zaten basit bir matematiksel hesap yaptığınızda öyle 3600 günün tamamlanması hiç de kolay değil! Esnek çalışmanın yürürlükte olduğu, resmi ya da özel sektörlerde taşeron sisteminin iş dünyasında bu kadar yaygın olduğu ve işsizlik oranının % 50 olduğu, bunca ucuz işgücü varken, 3600 günü tamamlamayı hayal bile etmek çok mümkün değil.
4 Mart 1998 tarihinde emekçilerin sahte sendika yasası zulmüne başkaldırısı olan o muhteşem eylemin nasıl da görüşmeler yöntemiyle katledildiğini herkes çok iyi hatırlar. Yine 1999 da çıkarılan mezarda emeklilik yasasına karşı yapılan ve 400 bin kişinin Ankara ya yaptığı yürüyüşünün sendikacılar ile sistemin temsilcileri tarafından en ince hünerlerle hiç edildiğinin fotoğrafı bilincimizde çok tazedir. Bu ihanetler listesi daha çok uzatılabilir. İşçi için; "konut edinilecekmiş de bu paranın bir kısmı konut peşinatları için kullanılacakmış mış".Yakın geçmişte konut edindirme fonunda( KEY) emekçilere nasıl bir kazık atılmıştı herkes hatırlar herhalde. Ancak saldırı senfonisi bitmedi, devam ediyor: Devlet tahvili deniliyor, işte burada devletin dolandırıcılık hünerinin tavan yaptığının renkli fotoğrafıdır. Kıdem tazminatının kalkması ile zaten ihbar tazminatı da özelliğini kaybediyor. Ayrıca şu durumda uygulanan hali ile işçinin aldığı son giydirilmiş maaşının, kaç yıl çalışmışsa bu yıllarla çarpılması ile tespit ediliyor. Ancak taslak hali ile, örneğin: 900- TL. Giydirilmiş maaşı olan bir kişi yasanın yürürlüğe girmesi ile bu paranın sadece 675- TL. si kıdem tazminatının hesaplanması için geçerli olan miktar olacak. Yani, daha onlarca alt kriterden oluşacak olan yasanın getireceği kayıplar sadece bunlar değildir.. Sermayenin çanak yalayıcısı medya, hiç bu denli işçilerin açıkça kapı önüne konulması anlamına gelen yasanın kapkara sürprizlerle dolu olan yönünden bahsetmiyor. Kıdem tazminatı yasası ikinci yasama dönemi olan 1 Ekim 2012’den itibaren görüşülmeğe başlanacak. Yılsonuna kadar da yasallaşması bekleniyor. Mevcut taslakta saldırıda sınır tanımayan sermaye düzeni, işçinin şimdiye kadar olan kıdem tazminatını, işçi ile işverenin anlaşmasına bırakıyor, eğer taraflar anlaşamazlarsa, şimdiye kadar kazanılmış kıdem tazminatı da bireysel fona devredilecektir. Tabii ki patronların bütün gayreti kıdem tazminatlarını hepten kaldırmak olduğuna göre, işçiye karşı böyle iyi bir niyet göstermelerinin kendileri adına ahmakça bir şey olacağının fazlasıyla farkındalar. Böylece sömürüde sınır tanımayan sermaye düzeni kazanılmış hakları da gasp ederek, işçiye emekçiye yaptığı zulmün rekorunu tazelemiş olacak. Bunlar kıdem tazminatında kısmen basına sızan olumsuzluklardır.
KESK’li Tutsaklar Yalnız Değildir
9
Hani bir söz vardır ya "karamanın koyunu sonra çıkar oyunu" ;bu oyunu ekim ayından sonra hep birlikte göreceğiz. Örneğin işsizlik ödeneğini düzenleyen; 5763 S.K./ 15. maddesinin alt kriterlerini çok kısaca hatırlamakta yarar var: Geriye dönük 600 gün şartı ve son dört ay da çalışma süresinin mutlaka 120 gün olması ile işverenin işten atma şartı gibi, olmazsa olmaz şartlarına benzer alt maddeler konulacaktır, kıdem tazminatının prosedürüne. Şu durumda İşsizlik fonunda biriken 50 trilyondan fazla para var. TÜSİAD’IN başkanı Ümit BOYNER hükümete buyurdu. " İş hayatına rasyonellik gelsin, atıl durumda olan ve bekleyen fonlardaki paraların iş hayatına istihdam için aktarılması sağlanmalıdır." Bu buyruk üzerine emirleri altındaki hükümet derhal harekete geçerek gerekli hazırlıklarını yaptı. Şimdiden yasanın çıkması için geriye sayım başlamıştır. Bu durumda işçiler, emekçiler, sendikalar demokratik kitle örgütleri ve en önemlisi de SOSYALİSTLER eğer bu yasanın çıkmasına izin verirlerse, kıdem tazminatının hükümet tarafından hazırlanan haliyle yasallaşmasından sonra sadece işçilerin değil, 4/ C çalışanlarına da son alınan maaşın yıllar ile çarpılmasındaki miktarı da, yeni yasa taslağında olan son hesaplama şekli ile yapılacaktır. Memurlar içinde emekli ikramiyelerinin bireysel hesaba devredilmesinin tehlike çanlarının çalıyor anlamı çıkar buradan bana göre. Çünkü işçi ile memur arasındaki sömürü de (eşitliği) sağlamak için bu düzenlemeyi 2012 yılında mutlaka çıkarmanın hesaplarını yapıyor hükümet. Bunun için memurların içleri rahat (olmasın) olsun. Bu kara tabloyu uzatmak mümkündür. Ancak emek cephesinin başta kıdem tazminatları ile iş güvencesinin bitirilme operasyonundan hariç, gelecek olan bütün hak gasplarına karşı ne yapılabilir sorununa. 1970 yılında daki 15-
06
16 haziran da işçi sınıfının devrim provasına kısaca bakmakta yarar var. O tarihlerde, yöneticileri, işçi önderleri ile bir bütün olarak düşündüğümüzde DİSK, sınıf mücadelesinde gerçekten devrimci bir duruş sergilerdi. Ancak sendikalar sonuç itibari ile bir uzlaşı kurumlarıdır. Ve o tarihte DİSK genel başkanı, İstanbul sıkıyönetim komutanının talimatı doğrultusunda işçilerin ( kahraman türk ordusuna taş atmamaları ve evlerine çekilmeleri çağrısını yapmıştır) 1995 yılında 16-17-18 haziran da KESK öncülüğünde Ankara Kızılay da gerçekleştirilen kızılay meydanını zaptetme, eyleme gece bile meydanda yatma dahil devam ederken, o zamanın sendika yöneticilerinin bürokratlar ile yapılan görüşmeler sonucunda eylemin nasıl katledildiğini çok net hatırlıyorum. 4 Mart 1998 tarihinde emekçilerin sahte sendika yasası zulmüne başkaldırısı olan o muhteşem eylemin nasıl da görüşmeler yöntemiyle katledildiğini herkes çok iyi hatırlar. Yine 1999 da çıkarılan mezarda emeklilik yasasına karşı yapılan ve 400 bin kişinin Ankara ya yaptığı yürüyüşünün sendikacılar ile sistemin temsilcileri tarafından en ince hünerlerle hiç edildiğinin fotoğrafı bilincimizde çok tazedir. Bu ihanetler listesi daha çok uzatılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken şudur: Kıdem tazminatlarının kaldırılmaması için sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin ve ya reformistlerin durum tespitlerini yapmanın eylemi yukarıya çekmeyeceğinin de farkında olmak durumundayız Doğru bir tespiti yapmak için kafa gözü ile bakmak yeterli olmaz. Sezgi ve deneyimlerimiz ile sağlıklı analiz yaparak doğru bir yöntem olan işçilerin, emekçilerin öz örgütlerinin ta kendisi durumundaki KOMİTE VE KONSEYLER de güçlerini birleştirerek acil bir şekilde eylemlerin ileri taşınması için kurulması zorunlu olan HALK KOMİTELERİNİN de desteğini alarak karşı duruşlarını örmelerinden geçer. Lakin hayat farkında olduğumuz yada olamadığımız durumların toplamından ibarettir. Bu nedenle KOMİTE KONSEYLER i örgütlü mücadelenin vaz geçilmezleri haline getirmek için, durumun uzağında değil yakınında, resmini en doğru çizecek olan, en başta devrimin asıl motoru işçiler olmalıdır. Çünkü hayat bizi sosyalizme çağırıyor. Tarihsel zorunluluk işçileri, emekçileri göreve davet eder. Bu davet bizim.... DEK’li Bir Sosyal Güvenlik Uzmanı
Temmuz 2012 tarihinde KESK’e yönelik operasyonlar, yıpratma girişimleri ve üretilen kara propagandaya karşı DİSK, TMMOB, TTB öncülüğünde çok sayıda emek ve meslek örgütü ile demokratik kitle örgütü ve siyasal örgütün katılımıyla KESK önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamayı, Emek ve Demokrasi Güçleri adına DİSK Genel Başkanı Erol Ekici yaptı. Gözaltından çıkan KESK Başkanı Lami Özgen de kısa bir açıklamada bulundu: “Bugün burada bulunan emek ve meslek örgütlerine, demokrasi güçlerine destekleri için teşekkür ediyorum. Daha önce de ifade ettim, şimdi bir kez daha ifade ediyorum, KESK’e karşı geliştirilen baskıcı yönelim sadece bize karşı değildir, KESK’in şahsında başta emek ve meslek örgütlerine, muhalif olan bütün siyasal güçlere yönelik bir uygulamadır. Hükümetin ya da devletin kurumlarının bir bütün olarak tekçi, otoriter, faşizan yönelimlerini hayata geçirmek için toplumun muhalif olan kesimlerini sindirme, kontrol etme böylelikle ülkeyi kendileri için güllük gülistanlık bir ortama dönüştürmeye yönelik bir uygulamadır. KESK 12 yıllık sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinde Türkiye kamu emekçileri hareketi mücadelesinin kurucusu, yürütücüsüdür. KESK, fiili meşru mücadele yürüterek, bedeller ödeyerek, sendikal mücadeleyi hayata geçiren bir konfederasyondur." dedi Özgen, KESK’in keyfi, hukuksuz yönelimleri boşa çıkaracağını belirterek, bu yönelimlerden dolayı cezalandırma amaçlı olarak tutuklanan KESK’lilerin asla yalnız olmadıklarını ifade etti. Özgen, emek ve demokrasi mücadelesini kararlılıkla sürdüreceklerini vurgulayarak sözlerine son verdi.
emegindunyasi@gmail.com
Meslek ı Hastalıklar Kader Mi? 21.yy’ın kapitalist ekonomi ile yaşanılan dünyasında,milyonlarca insanın aç,milyarlarca insanın ise yoksul olması, yüz yıl öncesine nazaran kat kat üretim olmasına rağmen daha kötü koşullarda yaşayışımız, çevrenin ve doğanın giderek yok olması bir sistem tercihi midir yoksa değiştirmeye kudretimizin olmadığı katlanmak zorunda olduğumuz kader midir, mecburi bir yaşayış biçimi midir?Bu soruya verdiğimiz yanıt ülkemizde 40 bine yakın meslek hastasının giderek ölüme yaklaşmakta olduğu gerçeğine verdiğimiz yanıtla paraleldir… Silikozis hastalığı; kum püskürtme, madencilik,taşocağı,tünel yapımında çalışanlar,çanak çömlek üretim işinde kullanılan silika maddesinin solunması ile akciğerlerde birikmesi sonucu oluşan bir hastalıktır. Bu hastalar giderek soluk alma yeteneğini yitirip erken yaşlarda ölmektedir…Bunu engellemenin bir yolu işçilerin silika tozlarından korunmasıdır.Korunmak amacıyla bu maskeyi sağlamayı masrafların artışı olarak gören patronların önlem almakta üşengeç davranması,maalesef utanmazca bir şekilde kader olarak tanımlanmaktadır… İş kazalarında Avrupa birliği ülkeleri arasında birinci olan ülkemizde işçinin korunması kadar önemsiz, işçi için tedbir almak kadar gereksiz, işçiyi insan yerine koymak kadar anlamsız ve safça hiçbir şey yoktur sistem için…Maliyetleri kısıp az maaşla çalışmaya zorlanan işçilerin emeği ile elde edilen artı değer sayesinde ayakta kalan sistem,işçi hayatının kalitesini yükseltmeyi gereksiz masraf olarak görmekte,kazançlarına inen bir darbe olarak algılamaktadır…Bunun adı kader değil olsa olsa ihmalkarlıktır, kasıtlı cinayettir… Silikozis hastalığında olduğu gibi meslek hastalığından ölen bir işçiye tazminat ödenme zorunlu bir kuraldır, aynı zamanda insani bir yükümlülüktür. İnsani yükümlülüğü geçtik; yasal zorunluluğu olan tazminatı ödememek için patronların takla attığı ülkemizde,maalesef ölen işçilerin aileleri de işçilerin neden öldüğü konusunda da bilgi sahibi değillerdir…Sömürüle sömürüle yaşayan işçiler nedenini bilmedikleri şekilde ölmekte,aileleri ise dava açmasınlar diye üç beş kuruşla avutulmaya çalışılmakta ve dava açma konusunda ısrarlı olan aileler patronlarca tehdit edilip susturulmaya çalışılmaktadır… Kıdem tazminatı demişken…Yeni yasalarla işçi dostu olmadığını bir kez daha gördüğümüz iktidar, patronlar zarar etmesin diye gece gündüz çalışmaktadır.Daha önce, her çalıştığı yıl için bir maaş tutarında alacak şekilde düzenlenmiş olan kıdem tazminatı yeni yasayla,her iki yılda bir maaşa düşürülmüştür… Her şeye rağmen, dünya eski dünya değildir, halklar da eski halklar değildir…Büyük bir hızla uyanan, haklarına sahip çıkan Arap halkları gibi,henüz nihai hedefleri olan insani bir düzeni sağlayamamış olsalar da dünya halkları,haklarına ve geleceklerine sahip çıkmanın onurunu şimdiden yaşamaya başlamışlardır…Her geçen gün güçlenen yaygınlaşan hak arayışları, insan düşmanı işçi düşmanı çevre ve doğa düşmanı olduğu her gün teyit olunan bu sistemi alaşağı etmenin provasını yapmaktadırlar… Emeğin Dünyası Okuru Bir Doktor
10
Sayı 15 / Ağustos 2012
Mevsimlik İşçilerin Can Pazarı
T
arsus ilçesinde mevsimlik tarım işçilerini taşıyan kamyon devrildi. Devrilen kamyonda bulunan 14 işçi yaralanırken 1 kadın 1 erkek işçi yaşamını yitirdi. Kavaklı mahallesinde meydana gelen kazada yaşamını yitiren Şehriban Oktay (17) ve Mustafa Oktay (16) ile yaralanan 14 tarım işçisi hastaneye kaldırıldılar.
“Faşizmin tüm ülkelerdeki karşıtları! Kanlı zulümle terörle açlık ve savaşla birleşmiş faşizm paramparça edilip yere serilmeden aramızdan hiç kimse dinlenme ve mola verme hakkına sahip değildir.” Clara Zetkin emegindunyasi.info
emegindunyasi@gmail.com
emegindunyasi
Kadınlar Üreme Hakkı Ve Nüfus Politikaları
Tarihe Yön Veren Kadınlar
Hamilelik, doğum, loğusalık, emzirme, doğum kontrolünün yan etkileri, kürtaj, ergenlik, menepoz vb süreçler ise üreme sağlığı ile ilgilidir. Her yıl %99’u III. Dünya ülkelerinde 600 bin kadın gebelik ya da loğusalık döneminde ölmekte, 20 milyon kadın doğurganlıkla ilgili sorunlar sonucu hasta ve sakat kalmaktadır. Tüm bu bedelleri ödeyen kadınların üreme hakkı, insan haklarından birisidir. Kadınların annelik dışında ki yetenekleri görülmek istenmiyor. Üniversite bitirmiş birçok kadından eve kapanması bekleniyor. Evde otursun, yemek yapsın, çocuk baksın; dört duvar arasında geçen bir hayat. Yapılmak istenmeyen işler kutsal annelik söylemiyle kadının üzerine yıkılmaya çalışılıyor. En güzel yönetme politikası; annelik kutsaldır. Nasıl bir kutsallıktır ki kadınların % 1500
Nüfus Politikalarına Örnekler
İ
nsan bedeni üretim gücünün bir parçasıdır. Bu nedenle ölçülebilir, hesaplanabilir, siyasal bir bünye olarak modern anlamda nüfus kavramının doğuşu 18. yüzyılın sonlarında toplumu bir bütün olarak anlama isteğinden doğdu. Nüfus politikaları; nüfusun büyüklüğü, artışı, hızı ve mekânsal dağılımı ve nitelikleri gibi demografik değişkenleri belirler. Avrupa ve ABD gibi emperyalist ülkeler yaptıkları toplantılarda üreme politikalarını belirlerler. Mesela UNFPA (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu) gibi örgütler nüfus politikalarını yönetirler. Bu politikalar burjuvazinin ihtiyaç ve çıkarlarına, ayrıca savaş politikalarına uygun düşecek şekilde belirlenir. Daha sonra bu politikalar tek tek ülkelerdeki pratik yasa ve uygulamalarda kendini gösterir. Mesela 20. yüzyılın ilk yarısında kadınların iş gücüne yüksek katılımıyla aynı zamanda doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi tesadüf değildir. Kısacası kadınların evlenme yaşı, kaç çocuk doğuracağı, ne zaman, hangi sıklıkla, hangi yöntemle ve hangi koşullarda anne olacağını, bu politikalar belirler. Nüfus konusunda ilk sistematik çalışmalardan biri olan Thomas Maltus’un “nüfus prensibi üzerine” adlı kitabı 1798’de yayınlanmıştır. Nüfusun kontrol altına alınması gerektiğini fazlasını doğanın taşıyabilme kapasitesinin olmadığını savunur. Ancak tarım ve teknolojideki ilerleme Maltus’u çürütür. Bugün dünyada –ki dünya nüfusu 7 milyara yaklaştı- yeterli miktarda bulunan hububat üretiminden kişi başına 3 bin kalori düşüyor. Kıtlık tehlikesi yok. Ancak milyonlarca insan açlık ve yoksulluk çekiyor. Demek ki artan nüfus, yoksulluğun sebebi değilmiş. Peki nedir diye sorarsanız? Dünyanın en zengin % 20’si dünyadaki kaynakların % 85’ine el koymakta ve kullanmaktadır. Yani kaynakların eşitsiz dağılımı ve bir zümrenin elinde toplanması yoksulluğa ve açlığa neden olur. Bunun adı Kapitalizm. Genel olarak nüfusun 0-14 yaşları arası ve 65 yaş üstü bağımlı nüfus, 15-64 yaşları arası ise çalışan üretken nüfus olarak kabul edilir. Yani genç ve üretken nüfus hem yedek işgücü olarak, hem ucuz iş gücü olarak, hem de savaştırılacak asker olarak burjuvazinin iştahını kabartır.
*Naziler, Yahudi, Çingene, Romen, Arap “aşağı millet” olarak görür ve kürtaja izin verirlerdi. *Yoksulluğun yoğun olduğu yerlerde kısırlaştırılmayı kabul edenlere su, iş, barınma, eğitim vb imkânlar verilmesi. * Brezilya’da 1988’de doğum izni 120 güne çıkınca patronlar kadınları işe almadan önce kısırlık sertifikası istemeye başladılar. * Hindistan’da kısırlaştırma kampları kurulmuş çok sayıda yoksul kadın kısırlaştırma sırasında ya da sonrasında yaşamını yitirmiştir. * Almanya’da Naziler tıp ve genetiği ırkçı amaçlarına alet etmiş, genetik ıslah, ırk saflaşması amaçlı kullanmışlardır. * ABD’de Ria denen doğum kontrol ilacı riskli bulununca III. Dünya ülkelerinde pazara sunulmuştur. * Romanya’da iş yerlerinde her ay zorunlu jinekolojik muayene yapılarak hamile kadınlar işten çıkartılmıştır. * Doğu Avrupa’da Çingene-
cinayetle öldürülüyor. Kadınlara ev kadınlığı ve annelik dayatılıyor. Devletin ve din kurumlarının müdahalesi kadınların üreme kapasitelerini kontrol etme isteğidir ve politiktir. Dolayısıyla kadının elinde kalan tek gücü olan doğurganlığını da egemenler yönetir. Kadının üreme hakkını kullanması kadının cinsel, sınıfsal, ulusal ezilmişliğinden bağımsız ele alınamaz. Nüfus ve cinsel ezilmişlik: Erkek çocuk doğurma isteği tamamen ataerkil gelenek ve göreneklerin baskısından kaynaklanmaktadır. Nüfus ve sınıfsal ezilmişlik: ABD’de tüm doğum kontrol yöntemleri yoksul beyaz olmayan III. Dünya ülkelerinin kadınları üzerinde denenmiştir. Nüfus ve ulusal ezilmişlik: Kürt kadınlarının doğum kontrolü adı altında kısırlaştırılma politikası.
ler kısırlaştırılmıştır. *Bangladeş’te erkek çocuklar 6 yaşında çalıştırılmaya başlanıyor. 12 yaşında ise tükettiğinden fazlasını üretir duruma geliyorlar. Kız çocukları ise ev içi hizmetlerde kullanılıyor. (Oysa 1870’lerde çocuk işçilik yasaklanmıştı.) Heinrich Himmler kariyerine 1936’da yaşam pınarı adlı evler açmakla başladı. Nazilerle evlilik dışı ilişkilerinden hamile kalan Alman kadınlarının doğum yapabileceklerini ve çocuklarına bu evlere bakılacağını söyledi. Heinrich Himmler 1940’da Alman Silahlı Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı başkanı Wilhelm Keitel’e yazdığı mektupta asıl amacını şöyle anlatıyordu: “Almanya’da kürtajla bir yılda kaybedilen çocuk sayısı 600 bini buluyor. Her yıl yüzbinlerce değerli kadın da kürtaj kurbanı oluyor. Amacımız Alman kanını korumak olduğuna göre, kürtajı engelleme görevi en önemli görevdir.” Himmler askeriyeden maddi ve manevi yardım istediği
Bir Kürt kızı Zekiye. Henüz 25 yaşında. Diyarbakır Tıp Fakültesi’nde öğrenci. Hayalinde tıp insanı olmak var. Ezilen, horlanan, yok sayılan bir halkın kızı o. Bir yanda özgürlük mücadelesi veren halkı, bir yanda doktor olup yaşatma isteğiyle dolu yüreği. Günler acı dolu, yakılıp yıkılan köylerle, katliamlarla her gün kendinden kopan bir parça, bir can.
Y
ıl 1990 baharı. Kürt halkı kitlesel direnişlerle Newroz’a hazırlanıyor. Katliamların yaşanacağını bile bile zafer türküleriyle, zılgıtlarla, rengarenk kıyafetleriyle Kürt kadınları özgürlük ateşini tutuşturmaya hazırlanıyorlar. 21 Mart Newroz! Güçlü ateşler yakılmalı. Bunun için çok çalı çırpı gerek. Yok hayır! Yetmez.... Düşünüyor Zekiye, Newroz’u karşılamak, yeni güne varmak için çok daha güçlü ateşler gerek. Ve şafak sökerken Diyarbakır burçlarından bir kızıl alev yükseliyor gökyüzüne. “İşte
EMEKÇİ KADINLAR
mektubunda gerekçesini şöyle açıklıyor: “Sadece bu nüfus planlamasına yönelik uygulamalar sonunda, 18-20 yıl sonra bilin ki, fazladan 18-20 alayımız daha yürüyüşe geçecektir…” Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı gibi uygulanan nüfus politikaları kapitalizmin faşizmin sadece yansımalarıdır… Türkiye’de Nüfus Politikalarının Tarihsel Gelişimi Cumhuriyetin kuruluşundan 1960’lara kadar (1923-60): nüfusu artırıcı bir politika izlenmiştir. -M. Kemal 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmasında, Türkiye’de nüfusun artırılması gerektiğini, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında özellikle erkek nüfusun azalması ve ölüm oranlarının çok yüksek olmasına değinmiştir. -Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası “nüfusun bir memleketin en büyük serveti olduğunu” savunur. -1932’de İstatistik Genel Müdürlüğü İtalya’da Mussolini’nin
benimsediği “azami doğum ve asgari ölüm” adlı kitabını Türkçeye çevirtmiştir. -6 ve daha fazla çocuğu olan ailelere madalya verilmiştir. -1926 TCK kasten çocuk düşürmek, düşürtmek suç sayılmıştır. -1936’da aynı suç ırkın tümlüğü ve sağlığı aleyhine cürümler olarak değişmiş ve doğum kontrolü yasaklanmıştır. -1938’de yasal evlenme yaşı erkeler için 17 kadınlar için 15’e indirilmiştir. 1960 ve sonrası nüfus artışını azaltma politikası (hızlı nüfus artışı var) -1965’te gebeliği önleyici ilaçlar ve araçların ithali serbest bırakıldı. -Aile planlaması politikaları uygulanmaya başlandı. -Gebeliği önleyici ilaç üretimi yurtiçinde yapılmaya başlandı ve parasız dağıtımı gerçekleştirildi. -83’te ise kocanın izniyle de olsa 10 haftaya kadar kürtaj yasal hale getirildi.
Batman Zindanında Kadınlardan İsyan ve Sürgün
Zekiye Alkan'dan Sema Yüce'ye...
Newroz ateşi böyle yakılır!” diye haykıran Zekiye’nin yüreğinden ve bedeninden yükselen bu ateşin her bir kıvılcımı yeni bir yürekte yangına, “Yaşasın Newroz” çığlığına dönüşüyor. Zekiye’nin Newroz çığlığına 21 Mart 1998'de Çanakkale zindanından Sema Yüce de katılıyor. 1971 yılında Ağrı’da dünyaya gelir Sema, 1988 yılında ODTÜ Sosyoloji bölümünü kazanır. Üniversite yıllarında tanışır mücadeleyle, 1990 yılının Nisan ayında gerilla saflarına katılır. 1992 yılında Ağrı il merkezinde tutuklanarak Nevşehir cezaevine konulur. Daha sonra Çanakkale cezaevine sevk olur, burada gerçekleştirir eylemini.... Eyleminin amacını, arkasında bıraktığı mektupta şöyle dile getiriyor Sema Yüce: “...Beynimi, yüreğimi ve bedenimi 8 Mart’tan 21 Mart’a ulaşan ateşten bir köprü yapmak istiyorum. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın ve diğer tüm şehitleri-
Kadınların insani bir hakkı olan üreme hakkını kullanabilmesi diğer toplumsal haklarını kullanabilmesi ile doğrudan bağlantılıdır. Kendi yaşamıyla ilgili söz sahibi olmayan kadınlar (eğitimsiz, yaşı küçük, işsiz kadınlar, Kürt kadınlar…) doğaldır ki üreme hakkı konusunda da söz sahibi olamazlar. Oysa kadınlar kendi üreme kapasitesi üzerinde belirleyici olabilmelidir. Bununsa tek koşulu emekçi kadınların kapitalist sisteme karşı işçi sınıfıyla birlikte vereceği sosyalizm mücadelesidir. Biz emekçi kadınlar sosyalizm mücadelesi içinde kapitalizmin nüfus politikaları aracılığıyla olan saldırıları da dahil tüm zincirlerimizi bir bir kıracağız.
mizin iyi bir öğrencisi olabilmek için Zekiye gibi yanmak, Rahşan gibi Newrozlaşmak istiyorum. Diğer Newrozlaşan Berivan, Ronahi, Mirze Mehmet ve Eser yoldaşların izinde kararlıca yürümek istiyorum. Kadının; yaşam gücünün, zafer gücünün olduğuna, kadının da yoldaş olabileceğine olan inancımı soylu bir eylemle taçlandırmak isteğimin nedeni; soyluluğu bilinen tüm tanımlarından arındırarak kendisi basit, düşleri büyük insanların erdemi olduğunu haykırmak isteyişimdir”
Diyarbakır mitinginde yaşanan olayları protesto etmek için Batman M Tipi Cezaevinde bulunan siyasi kadın tutsaklar eyleme geçtiler ve bulundukları koğuştaki battaniyeleri ve çarşafları ateşe verdiler.
14
Temmuz 2012'de Diyarbakır'da BDP'nin düzenlemek istediği özgürlük mitingine devlet izin vermedi; Diyarbakır sokakları savaş alanına döndü. Şehir tam bir polis ablukasına alındı, milletvekillerinin de aralarında olduğu çok sayıda kişi yaralandı ve gözaltına alındı. Diyarbakır mitinginde yaşanan olayları protesto etmek için Batman M Tipi Cezaevinde bulunan siyasi kadın tutsaklar eyleme geçtiler ve bulundukları koğuştaki battaniyeleri ve çarşafları ateşe verdiler. 30'a yakın kadın tutsağın gerçekleştirdiği eylem çeşitli görüşmeler sonunda bitirildi. Batman M Tipi Kapalı Cezaevi'ndeki kadın siyasi tutsaklar, ey-
lemlerinin ardından 17 Temmuz'da gece yarısı hiçbir eşyalarını almalarına izin verilmeden Sincan'daki cezaevine sürgün edildiler. 27 Temmuz 2012 günü de Bakırköy Zindanında Abdullah Öcalan'ın üzerindeki baskı ve tecrit; görüşe çıkmama, sayım yavaşlatma, bir günlük açlık grevi gibi çeşitli eylemlerle protesto edildi. PKK'li kadın tutsakların gerçekleştirdiği bu eyleme, Leninist kadın tutsaklar da destek verdi. Toplumu ilgilendiren her sorun devrimci tutsakların da sorunu. Devrimci tutsaklar özgürleştirilmeden toplumun hiçbir kesimi özgürlüğüne kavuşamayacak. ZİNDANLAR YIKILSIN TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜK
Sayı 15 / Ağustos 2012
05/08/1960
DEMİRDÖKÜM DİRENİŞİ...
D
emirdöküm fabrikasında çalışan işçiler sendikalarının işveren tarafından tanınmaması üzerine eyleme geçtiler. Oturma eylemi fabrikanın işgaline dönüştü. Silahtar mahallesi halkı işçilere destek verdi. Polisin saldırısı üzerine çatışma çıktı. Çok sayıda işçi yaralandı. Patronun her türlü baskısına rağmen işçiler sendikayı kabul ettirdi.
“Sofradan en fazla payı alanlar, bize kanaatkar olmayı öğretiyor. Karnını doyuranlar, açlara seslenip gelecek güzel günlerden bahsediyor. Ülkeyi uçuruma sürükleyenler, sırandan insan için ülke idare etmenin zor olduğundan dem vuruyor” Bertolt Brecht emegindunyasi.info
emegindunyasi
Koparsa Kopsun Yaw
Z
iya Ziya olalı böyle bir zulüm görmedi!Fabrikanın rutin işlerinde gel Ziya git Ziya, tüm ayak işlerini patron Ziya’ya yaptırıyor. Sanki Ziya’nın dışında başka bir işçi yokmuş gibi. Ziya Klima üretimi yapılan fabrikaya firkete ustası olarak alınmıştı. Gel görelim ki Ziya kendi işinin dışında her türlü işi yapar oldu. Bu durum Ziya’nın ne kadar hoşuna gitmese de aslında patronun çok hoşuna gidiyordu ki patron yalakalığı elden bırakmıyordu. Bir gün Ziya işbaşındayken patron yaklaşarak Ziya’nın omuzunu sıvazlamaya ve övmeye başladı. Ziya şaşkınlık içinde ne olduğu anlamaya çalışıyordu ki işin kokusu anlaşıldı. Ziya’dan önce işe başlayan firkete ustası Murat işi bırakmış dolayısı ile usta lazımdı. Yalaka patron bu durumu kurtarmak için Ziya’nın sırtını okşayarak -oğlum Ziya sen bu angarya işlerin adamı değilsin. Sen usta adamsın, git de firkete de hünerlerini göster. Haydi göreyim seni aslanım. Hep demişimdir Ziya bu işlerin has adamı elinden gelmeyen iş yoktur. Göreyim seni aslanım. Ziya kendi kendine adalet yerini buldu diye düşünerek sevinçle firkete bölümüne gitti. Ziya hakikatten işinin ustası çalışkan disiplinli bir işçi idi. Bu arada fabrika her geçen gün daha da büyüyordu. İşçilerin sayısı artırılmış imalat müdürleri alınmış ,bölümler büyütülmüştü. Bu büyümemenin bir etkisiyle vardiya ikiye yükseltildi. İmalat müdürü Mehmet, Ziya’yı yanına çağırtarak - biz artık çok büyüdük. İşlerin yetiştirilmesi açısından çift vardiya çalışmamız gerekiyor” diyerek açıkladı. Ziya durumu arkadaşlarına aktardı. Ziya ve arkadaşları artık dönüşümlü olarak gece vardiyasında çalışmaya başladılar. 5 aydır çift vardiya çalışıyorlardı. Ziya bir gün gündüz vardiya bitiminde firkete makinasını kurup gece vardiyasında çalışan Birol’a devretti. Tıkır tıkır çalışan makine gece 02.00 surlarında arza yaptı. Birol ne kadar sövüp saysa da bir türlü makineyi çalıştırmayı başaramadı. Tüm çabalarına rağmen makinanın arızasını gideremedi. – ulan it oğlu it bozulacak za-
manı mı buldu. Yarın müdüre ne hesap vereceğim he. Alçak makine. Vay halime bir de patron diyecek ki ulan Birol sen gece yatmak için makineyi bozdun değil mi? Gel de bu halden anlamaz mendeburların dilinden kurtul şimdi. Umarım arza büyük değildir. Hele bir sabah olsun hayrolsun diye söylenen Birol makinenin fişini çekti. Sabah makinenin çalışmadığını Birol’un ise sıkıntılı sıkıntılı volta attığını gören Ziya – Hayrola Birol ne oldu. Çok sıkıntılı gözüküyorsun dedi. Birol elini yüzüne götürerek yüzünü buruşturdu ve -hiç sorma Ziya abi. Gece tıkır tıkır çalışan makine ne olduysa bir den durdu. Ne yaptıysam çalışmadı. Bende fişini çektim. Senin gelmeni bekledim. -Canını sıktığın şeye bak. Olabilir Birol makinadır bozulur da durur da. Adi herifler gece bakımcı alsalar sorun ortadan kalkacak ama ekstra masraf diye bir bakımcı bile almıyorlar. Nasıl olsa Ziya yapar. -Sen öyle diyorsun da, müdür de patronda canımı okuyacak dedi Birol sıkıntıdan patlayacaktı. Halbuki Ziya’nın dediği gibi makine bakımcısı olmuş olsa bu tür sorunlara anında müdahale edilebilinir ve sorunlar çözüle bilinirdi. Ziya makinanın kapağını açarak arızanın ne olduğuna baktı. Biraz kurcaladıktan sonra arızanın nedeninin makinenin beyni karıştığından dolayı meydana geldiğini anladı. Ziya durumu imalat müdürü Murat’a aktarmak için bir tutanak tuttu. Daha sonra müdürün yanına çıktı. Odanın kapısını çalarak içeri giren Ziya müdürün halen gözlerinden uyku aktığını gördü. Tutanağı müdüre uzatıp konuşmaya başladı. -Murat bey firkete makinası gece saat 02.00 sıralarında arıza yapmış. Makinenin beyni karışmış diyerek ne yapılması gerektiğini anlatsa da müdür bu durumu itiraz ederek -olmaz böyle bir şey. Nasıl bozarsınız makineyi hayvan herifler. Birol’a gününü gösteririm ben. Ulan bu makine ne kadar biliyormusunuz siz diye bağırıp çağırdı Ziya’ya. Ziya müdüre teknik servisin çağrılmasını makinanın kendilerinin yapamayacağını ne kadar anlatsa da müdür nuh deyip peygamber demedi. Zi-
Ernst Thelmann: 1925 yılı ile 1933 yılları arasında Almanya Komünist Partisi (KPD) başkanlığını yaptı Thelmann 15 Mayıs 1903 tarihinde Almanya Sosyal Demokrat Partisi'ne üye oldu. 1 Şubat 1904 tarihinde Almanya Ticaret, Nakliyeciler ve Karayolu İşçileri Derneği'ne katıldı. Ekim 1918 de askerden izine geldi ve dört arkadaşı ile birlikte cepheye geri dönmedi. 1918 yılının sonlarında Bağımsız Sosyal Demokrat Parti USPD'ye katıldı. Hamburg İşçi ve Asker Şurası'nın kuruluşunda yer aldı. 1919 yılının Mart ayında USPD Hamburg başkanı ve Hamburg Belediye Meclisi üyesi oldu. Aynı zamanda Hamburg şehir parkında olağanüstü durumlar memuru olarak çalıştı. Thelmann'ın çabalarıyla Hamburg USPD, Almanya Komünist Partisi (KPD) ile birleşti ve bu birleşme Almanya Birleşik Komünist Partisi adı ile de tanındı. Hamburg USPD üyelerinin %98'i KPD'ye geçti. Aralık ayında KPD Merkez Komitesi'ne seçildi. Mart 1921'de politik faaliyetleri nedeni ile İşçi Kurumu'ndaki işinden atıldı. Aynı yıl Komintern'in III.Kongresine, KPD temsilcisi olarak, katılmak üzere Moskova'ya gitti ve orada Lenin'le tanıştı. 18 Haziran 1922 tarihinde evine bir suikast düzenlendi. Milliyetçi Consul Organizasyonu üyeleri, Thelmann'ın alt katta bulunan evine el bombası attılar. Evde bulunan karısı ve kızı yara almadan kurtuldular. Thelmann eve o gün geç gelmişti. Hamburg Ayaklanması Thelmann, 23 Ekim 1923'de başlayan ve 25 Ekim
11
ya’dan müdürün yalaka ustalarından bir tanesi olan İsmail ustayı çağırmasını istedi. Ziya müdürün odasından çıkarak İsmail ustayı bulup müdürün yanına gönderdi. Müdür İsmail ustaya makinenin arızalandığını Ziya ile birlikte makinenin arızasını yapmaları talimatını vererek gönderdi. İsmail usta sanki makine arızasını yapabilirmiş edasıyla müdürüne yalakalık yaparak müdürün yanından ayrılarak doğrudan Ziya’nın yanına gitti. -İsmail usta sen gerçekten makineyi tamir edebilecekmisin? -Ziya teknik servis gelene kadar gel oyalanalım. Şu malafaları değiştirelim belki makine çalışır. -İsmail usta sorun makinanın beyninde malafalarla ne alakası var. Beyin karışmış teknik servisin gelip program atması lazım dediyse de İsmail usta Ziya’nın sözlerini dinlemedi bile. İsmail usta malafaları sökmeye başladı. Ziya’da başında bekliyordu. İmalat müdür yanlarına geldi. İsmail usta malafaları sökmüş ama bir türlü takamıyordu. Ziya içten içe gülmekten kriz geçirecekti. -Ziya yardım ette şu malafaları takalım deyince Ziya kendini toparladı ve yardım etmeye başladı. Malafaları yerleştirirken makinanın manuel halde olduğundan haberdar olmayan Ziya’nın sağ işaret parmağının ucunu makine kaptığı için koptu. Parmak ucunun koptuğunu gören İsmail usta -Koptu koptu diye panikledi. Ziya kendi parmağının ucunun koptuğundan habersizdi. Ağrıyı hissetmemişti. -kokarsa kopsun yav diye karşılık veren Ziya içinden malherif altı üstü makinanın kablosu koptumuştur dedi. Ziya sağ elinde bir sıcaklık hissetti. Eline baktığında elinin kan içinde kaldığını gördü. Ne olduğunu anlayamayan Ziya parmağını kontrol ettiğinde parmak ucunun koptuğunu gördü. Ziya soğukkanlılığını koruyarak hemen kendisini toparladı. Çevresinde toplanan arkadaşlarına seslenerek -Arkadaşlar şu parmağın ucunu temiz bir beze sarında bana verin dediyse de kimse buna yanaşmadı. Ziya’nın dışında herkes panik içindeydi. Ziya kendi başının çaresine bakması gerektiğini anladı. Parmağı makineden alarak temiz beze
1923'e kadar süren Hamburg ayaklanmasının düzenleyicisiydi ve bizzat içinde yer almıştı. Ayaklanma başarısız olmuştu ve Themann bir süre ortadan yokolmak zorunda kalmıştı. Daha sonra parti yayın organı Die Rote Fahne'nin Berlin baskısında bir değerlendirme yaptı: “Partimiz, yönetimin yanlış yapmasını engelleyecek duruma daha gelmemiştir. 1923 sonbaharındaki devrim, çok önemli bir koşulun yokluğu nedeniyle başarısızlığa uğramıştır: Bolşevik bir parti olma koşulu” 1 Şubat 1925 tarihinde Kızıl Cephe Savaşçıları Birliği'ne başkan oldu ve 1 Eylül'de KPD'nin başkanı oldu. Ekim 1926 tarihinde Hamburg liman işçileri grevini destekledi. Thelmann bu grevi, 1 Mayıs tarihinde başlayan ve Hamburg limanındaki işverenlerin durumunu olumlu bir şekilde etkileyen İngiliz maden işçileri grevine destek amaçlı bir dayanışma olarak değerlendiriyordu. Thelmann'ın amacı Hamburg'daki bu grev kırıcı ticareti engellemekti. Ernst Thelmann 22 Mart 1927 tarihinde Berlin'de bir gösteri yürüyüşüne katıldı. Burada başını sıyırıp geçen bir kılıç darbesi nedeniyle sağ gözünün üstünden yaralandı. 1928'de Komintern'in Moskova'da yapılan VI.Kongresi'ne katılmak üzere Leningrad'a gitti. Burada Aurora (1900) gemisi onursal üyesi seçildi.30 Ocak 1933 tarihinde Naziler iktidara geldiğinde, Thelmann, SPD'ye, Hitler'i düşürmek için genel greve gidilmesi teklifini götürdü; fakat bir sonuç çıkmadı Hitler'in zorla düşürülmesi amacıyla tüm sol ve liberal partilerin birleşip bir Halk Cephesi oluşturulmasının gerekliliği üzerine konuştu.Ernst Themann 3 Mart 1933'de, seçimler-
sardı. Kanamanın hız kesmeden devam etmesi nedeniyle Ziya insanların kendine gelmesi için bağırarak - çabuk bir araba bulun hastaneye gidelim dedi. Hastaneye gelen Ziya acil bölüme alınarak doktorun yanına götürüldü. Gelen doktor -parmağın nerede diye sorunca Ziya -parmağım cebimde -kendi parmağını kendin mi getirdin? Helal olsun sana diyerek moral vermeye çalıştı. Daha sonra parmağın dikilebileceğini söyleyen doktor bunun çok masraflı olduğunu söyledi. Şirket ile hastane arasında kıyasıya bir pazarlık başladı. Ziya acılar içinde kıvranırken her iki taraf para pazarlığı yapıyordu. Ziya’nın canının yanıyor olması kimsenin umurunda bile değildi. Pazarlık 1,5 saat sürdü. Bu duruma daha fazla katlanamayan Ziya müdürün yanına giderek -ne oluyor neden ameliyata almıyorlar beni diye bağırdı. Müdür ise -tamam Ziya sorun yok alacaklar ameliyata dedi. Sonunda Ziya’yı ameliyata aldılar. Ziya’nın kopan parmağı ameliyat sonucu tekrardan dikildi. Şirket Ziya’nın şikâyetçi olmaması için hastanenin en lüks odasını tahsis ettirdi. Ziya’ya her türlü hastane masrafının şirket tarafından karşılanacağı müdür tarafından belirtildi. Ziya şirkete inanarak şikâyetçi olmadı. Hastaneden çıkan Ziya’nın parmağı doktorun ihmalkârlığı veya bilinçlice savsaklaması üzerine tutmadı. Bunun için ikinci defa ameliyat edilerek parmak ucu kesildi. 2 ay sonra hastaneye gitmek ve ilaç parası almak için işyerine gitti. Patron Ziya’ya masrafların yarısını karşılayacaklarını yarısını da kendisinin karşılaması gerektiğini söyleyince Ziya’nın başından aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu. Oysaki şikayetçi olmadığından kaynaklı her türlü masrafının karşılanacağına inanmıştı. Şimdi ise hastane masrafları karşılanmamıştı.Ziya,bir kez daha patronlara güvenilmemesi gerektiğini yaşayarak öğrenmişti. GIMGIM SEYDO
den iki gün önce ve Reichstag Yangını'ından birkaç gün sonra, Berlin, Lützower caddesi (şimdi Alt Lietzow caddesi) No:9'da bulunan evde tutuklandı ve Moabit mahkemesi tarafından gözaltına alındı. Hamburg'da oturan eşi Rosa, kocasının tutuklandığını çok daha sonra öğrendi. Thelmann önce, dışarı ile irtibatını önlemek amacıyla, çok sıkı korunan tek kişilik bir hücreye kondu. Rosa onu ziyarete gidip para ve çamaşır götürüyordu. Çamaşırların yıkanma işi hapishanede bilgi alışverişini de sağlıyordu. Thelmann, hapiste zamanla bazı ayrıcalıklar kazanmak için kavga verdi. Böylece gazete alabiliyor ve çok sıkı kontrol edilen mektuplar yazabiliyordu. Thelmann'ın partideki görevleri Komünist Enternasyonal tarafından John Schehr'e devredildi. Dava dosyası hiç açıklanmadı. Thlmann, kendisinin az da olsa güvendiği, ikisi de NSDAP üyesi olan avukatlarının bir ara dosyaya baktıklarını ve kendisinin bu iddianameyi dünya kamuoyu önünde kendi lehine çevirebileceğini gördüklerini ve bu durumu da mahkemeye bildirdiklerini, bu nedenle davanın kamuoyuna açıklanmadığı şeklinde yorum yapıyordu. Ayrıca nazi rejiminin Georgi Dimitrov'a karşı yürüttüğü Reichstag Yangını davasında başarısızlığa uğradıktan sonra, bir başka başarısızlık daha istememesinin de bu konuda rol oynadığını söylüyordu. 16 Nisan 1936 tarihindeki 50.doğum gününde tüm dünyadan kutlama mesajı aldı. 1937 yılında Berlin hapishanesinden Hannover'e gönderildi. Toplama kampındaki 11 yıllık hücre hapsinden sonra 1944 yılında Adolf Hitler'in emri ile kurşunlanarak öldürüldü. Ernst Thelmann'ın onuruna, 1936 yılında, İspanya İç Savaşı’nda savaşan Uluslararası Tugaylar içerisinde Thelmann Taburu kurulmuştu.
emegindunyasi@gmail.com
SÖZLÜK
SINIF arihsel olarak belirlenmiş bir üretim sürecinde üretim araçları karşısındaki konumları, üretim içindeki yerleri üretimden aldıkları payları alış biçimlerine göre birbirinden ayırt edilebilen insan topluluklarına sınıf denir. Sınıfların toplumsal üretimde aldıkları yer ve oynadıkları rol sağladıkları geliri elde etme biçimi üretim araçlarıyla olan ilişkilerine bağlıdır. Sınıflar aynı zamanda toplumsal gelirden aldıkları payın büyüklüğüne ve kaynağına göre de birbirlerinden ayrılırlar. Sınıflar başlangıçsız ve sonsuz değillerdir. Toplumun ekonomik yapısına dayanan sınıflara bölünmüşlük toplumun politik sistemine ve sosyal yaşamına da yansır. Sınıflar arasında hem maddi hem de ideolojik ilişkiler vardır. Sınıflar arsındaki ilişkiler sınıf savaşımı, ideoloji alanında, toplumun sosyal yaşamı içinde ortaya çıkarlar. Bu karşıtlık bu sınıfların yaşam koşullarında aile ilişkilerinde aynı zamanda işçilerin burjuvalardan değişik fikirlere görüşlere ilkelere sahip olmalarında ve değişik politika izlemelerinde görülür. Sınıfların günlük yaşamdaki, eğitim ve kültür alanındaki, fikirlerindeki, inançlarındaki, toplumsal konumlarını ifade eden farklılıklar ekonomik ilişkilerinden kaynaklıdır.
T
Tarihin Süzgecinden
5 Ağustos 1895 yılında sonsuzluğa uğurladığımız Engels,işçi sınıfının bilimsel sosyalizm dünya görüşünü Karl Marx ile oluşturan bilim insanı. Engels, 1820 yılında eski Prusya krallığına bağlı Ren eyaletinde doğdu. Babası bir tüccardı. Genç yaşında okulu bırakmak zorunda kalıp babasına yardım eden Engels,buna rağmen o dönemin toplumsal gelişmelerden de etkilenerek bilimsel siyasal eğitimini ve gelişimini devam ettirmiştir. 1840 yıllarında felsefe üzerinde kısa çalışmaları olan Engels, ilk kitabı olan İngiltere Emekçi Sınıfların Durumu'nu 24 yaşında yazdı. Babasına ait bir fabrikada müdür olarak çalışan Engels,işçi sınıfının yaşadığı sömürü koşullarını yalın bir dille ve geniş bir araştırma ile kaleme almıştır. Marx ve Engels’ten önce birçok yazar filozof işçi adına kitaplar yazmıştır. Ama proletaryanın yalnızca ezilen sömürülen bir sınıf olmadığını dünyayı değiştirebilecek bir güç olduğunu ilk söyleyen Marx ve Engels’tir. Engels
1844'te İngiltere’den Almanya’ya dönerken Marx ile tanıştı daha önceden mektuplaşmalarına rağmen iki arkadaş 1844’te tanıştı. 1845 ten 47 kadar Engels bilimsel incelemeler yaparak ve Paris’te Alman işçileri arasında pratik çalışmalar içinde olarak yaşadı. Marx ve Engels bu süre içinde çalışmalarını gizli yapan Alman Komünistler Birliği ile ilişkiler kurdular. Avrupa’da yaşanan işçi ve köylü ayaklanmaları Marx ve Engels'in çalışmalarını yoğunlaşmalarına vesile oldu. 1848'te yazılan Komünist Partisi Manifesto'su bu sürecin ürünüdür. Ve hala bu kitap işçi sınıfı için bir eylem ve yol kılavuzudur. Komünist Partisi Manifestosu sayesinde işçi sınıfı mücadele yol ve yöntemlerini öğrenmiş bu durum ona güç vermiştir 1848 -49 hareketinden sonra Marx ve Engels için zorlu çetin ve sert bir dönem başladı. Bilimsel araştırmaları sürdürürken bununla birlikte bütün işçi eylemlerine de yön vermeye çalışıyorlardı. 1864' te Marx ve Engels,Uluslararası İşçi Birliğini kurdular. Engels yaşamı boyunca işçi sınıfına teorik pratik açıdan büyük katkı sağladı. İşçi sınıfının büyük öğretmenlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.O,büyük bir mütevazilikle kendini hep “ikinci keman”olarak tanımladı;ama en az “birinci keman”kadar işçi sınıfına büyük eserler bıraktı.
Emeðin Dünyasý Gazetesi / Aylýk Süreli Gazete / Yýl: 2 / Sayý:15 /Ağustos / 2012 / Mart Yayýncýlýk / Sahibi ve Yazý Ýþleri Müdürü: Cenk Orçun Ýnal / Adres: 75. Yýl Mahallesi 1341 Nolu Sokak No: 47/B Sultangazi/ÝST/ Tel.: 0212 419 68 51 / emegindunyasi@gmail.com - www.emegindunyasi.info / Baský Tuks Matbaa & Ajans / Þirinevler Mah. 1. Sok. No: 27/16 Bahçelievler/ÝST
Hyundai ve Kia’da Grev
Taşeron Elektrik İşçileri Kadro İçin İşgal Etti LÜBNAN – 31/07/2012
G.KORE – 13.07.2012
H
yundai ve Kia’da örgütlü olan işçi sendikası işçilerin taleplerinin yerine getirilmemesi halinde 20 Temmuz’da 130 bin kişinin katılımı ile greve çıkacaklarını açıkladılar. İşçilerin taleplerini sıralayan sendika işçilerin zam istediklerini ve çalışma koşullarının düzeltilmesi konusunda taleplerinin olduğunu belirledi. Son günlerde otomotiv fabrikalarında sık sık iş kazalarının da yaşandığına dikkat çeken sendika yetkilileri otomotiv tekellerinin işçilerin taleplerini karşılamama durumunda büyük bir grev yapacaklarını duyurdu.
90 gündür kadro talebi ile eylemde olan taşeron elektrik işçileri kadro talepleri kabul edilmeyince santrali işgal ettiler. Lübnan elektrik kurumuna ati olan santralde çalışan taşeron işçiler başlattıkları kadrolaşma eyleminin daha ileri taşıyarak elektrik santralini işgal ettiler. İşçiler santralin 4 girişini zincirlerle kapatarak ateşe verdiler. Santrali işgal eden işçiler “siz bizim ücretlerimizi kasalarınıza kilitlediniz, bizde sizin elektrik şirketinizi kilitliyoruz” diyen işçiler kadrolaşana kadar eylemelerine devam edeceklerini ve işgal eylemini sonlandırmayacaklarını belirtiyorlar.
Taşeron Sistem Protesto Edildi
MISIR – 31.07.2012
Peugeot Citroen'de Grev! FRANSA -18/07/2012
Büyük Yürüyüş Sol’da Birleşti MADRİD – 11.07.2012
Fransız otomobil üreticisi Peugeot Citroen şirketinin mali kriz gerekçesiyle 8 bin işçiyi işten çıkartacağını açıklaması üzerine işçiler greve gitti.
Londra’da Taksiciler Sonunda İsyan Etti
İ
İ
şçi Sendikaları Konfederasyonu taşeronlaştırılmaya karşı bir miting örgütleyerek protesto gösterileri düzenledi. Miting nedeniyle polisler yoğun güvenlik önlemleri aldı. On binlerce işçinin katılımıyla gerçekleştirilen mitingte işçiler hükümetin taşeronlaştırma politikasından bir an önce vaz geçmesi gerektiğini vurguladı. Taşerona karşı mücadele edeceklerini belirten işçiler pankartlar taşıyarak taşeron karşıtı sloganlar haykırdı.
Paris yakınlarında bulunan Aulnay fabrikasında üretimin 2014 yılında tamamen duracağı açıklanırken, işçiler şalterleri indirerek greve gitti. Otomobil grubunun Rennes kentinde bulunan diğer önemli fabrikasında çalışan işçiler ise kent merkezinde protesto gösterisi düzenledi. Aulnay fabrikasında 3 bin kişi çalışıyor. Yine Rennes kentinde 5 bin 600 çalışanın görev yaptığı fabrikada bin 400 işçinin işine son verilecek. İşçi sendikası temsilcisi, "Bize bu fabrikanın kapanış nedenini tam ola-
Yunanistan'da Özel Tim Polisi İşçilere Saldırdı!
Emekliler ve Eczacılar Sokaklarda 26 Temmuz 2012
Mario Monti hükümetinin kamu harcamalarında kısıntıya gitme ve emeklilik yaşını yükseltme yönündeki girişimi, genç yaşta emekli olan İtalyanları ayağa kaldırdı. Hazırlanan yeni pakete göre, daha önceden çalıştığı kurumla anlaşarak erken emekli olanların maaşı kesiliyor. Başkent Roma’da parlamentoya yakın bir noktada toplanan 10 binlerce emekli mağdur, protesto gösterileri düzenledi. Hükümetin kamu harcamalarını gözden geçirme kapsamına aldığı bir diğer sektör de özel eczaneler oldu. Satış vergisini yükselten hükümete tepki veren özel eczaneler,kepenk kapattı.
Mısırın en büyük ve eski madenlerinden olan Sukkari Altın Madeni’n de çalışan maden işçileri başlattıkları greve devam ediyorlar. İşçiler işverenlerin toplu sözleşme ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi taleplerine karşılık vermemesi üzerine çıktıkları grevi devam ettiriyorlar. İşçiler iş koşullarının iyileştirilmesi talebinin yanı sıra grev nedeniyle işten atılan işçi arkadaşlarının işe tekrardan alınmaları ve ödeneklerin dağıtılması sağlandığı taktirde grevi sona erdireceklerini belirtiyor. Şirket yetkilileri anlaşmaya varmazken grev nedeniyle günlük 2,5 milyon dolar zarar ettiklerini açıkladılar.
Bu Defa Memurlar Sokaklarda
İNGİLTERE – 27/07/2012
ngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nın açılışına saatler kala, taksiciler hükümeti protesto etti. Yüzlerce taksi sürücüsünü bu kadar kızdıran ise havaalanı ile Olimpiyat köyü arasındaki yolun bir bölümünde yer alan Olimpiyat Şeridi’nin kendilerine yasak olması. Olimpiyat Oyunları nedeniyle yaşanan kaostan şikayetçi olan taksiciler, organizatörlere ateş püskürdü. Taksicilerden bazıları tepkilerini şöyle dile getirdiler. “O ve diğer olimpiyat züppeleri, hepsinin canı cehenneme.” “Sadece işe gidebilmek için Olimpiyat Şeridi’ne girmeye çalışıyoruz.”
Maden İşçileri Grevi Devam Ettiriyor
20/07/2012 Çelik fabrikasında grev'e giden işçiler Yunanistan özel timi (MAT) çelik fabrikasını bastı ve dokuz işçi gözaltına alındı.
Y
unanistan özel timi, Aspropirgo’da bulunan çelik fabrikasını bastı ve dokuz aydır grevde olan çelik işçilerine biber gazıyla saldırdı. İşçilerin grevini yasa dışı ola-
rak açıklamadılar. Burası çok modern bir fabrika, Paris'e yakın, hava alanları ve demir yollarına da yakın olması itibarıyla oldukça avantajlı bir yerde. Citroein'in en fazla satılan C-3 tipini ürettiğimiz bu fabrikayı kapatmak için hiçbir geçerli neden yok. Sübvansiyon anlaşmasına göre, Peugeot Citroen grubu devletten önemli mali yardım aldı. Bu anlaşma gereği, grubun üretimi devam ettirmesi gerekiyor" dedi. Sendika, fabrikanın kapatılmasını, işçilere karşı ilan edilmiş bir savaş olarak görüyor.
rak nitelendiren polis elinde mahkeme kararını gösterdi. İşçiler daha önce mahkemenin bu kararını protesto etmişlerdi. MAT özel timi grev kırıcılarını fabrikaya sokarak grevdeki işçilere sert bir şekilde müdahale etti. 9 işçiyi gözaltına alan polis serbest bırakılan 6 işçi hakkında soruşturma açılacağı belirtildi. PAME’den Dayanışma Çağrısı PAME, saldırının hemen ardından yaptığı açıklamada, işçilere ve bölgedeki sendikalara grevdeki işçilerle dayanışmada bulunmak için derhal fabrika kapılarında toplanma çağırısı yaptı. Çok kısa sürede Atina’nın çeşitli yerlerinden gelen yüzlerce işçi fabrika kapılarında toplandı. Fabrika’da toplanan başlayan PAME üyeleri ve mensubu sendikalar Atina-Korinthos arasındaki şehirlerarası yolu
MADRİT – 20/07/2012
Mayıs ayından bu yana hükümetin kemer sıkma politikalarına karşı savaşan maden işçileri 19 gündür Sol meydanına ulaşmak için başlattıkları yürüyüşü sonucu gece saatlerinde meydana ulaşmayı başardılar. İspanya hükümeti madenlere ayırdığı 330 milyon avroyu 111 milyona düşürdüğü için yaklaşık olarak 30 bin maden işçisinin işsiz kalacağından kaynaklı 2 aydır süren şiddetli çatışmalar ile maden işçileri hükümetin bu politikadan derhal vaz geçirmek için mücadeleyi yükseltiyor. 22 Haziran günü iki koldan yürüyüşe başlayarak 500 KM yolu 19 günde kat ederek Madrid’in Sol Meydan’ında birleştiler. İşçiler, meydanı doldurarak hükümetin kemer sıkma politikalarını derhal terk etmesini talep ediyorlar. İşçiler, hükümetin sürekli yaşadığı ekonomi krizden kaynaklı vergileri arttırdığını,bunun işçilere yaşamı zehir ettiğini savunuyor. Hükümetin bu politikalardan bir an önce vaz geçmesi gerektiğini yoksa mücadelenin radikalleşeceğini savunuyorlar.
ulaşıma kapatmış durumda. PAME yaptığı yazılı açıklamada Yunan çelik işçilerinin yürütmekte olduğu kahramanca mücadelenin yalanlarla karalandığını vurguladı. PAME, polisin müdahalesini talep eden toplamın fabrikanın yöneticileri olduğunu ve bunlara destek olan işçilerin sayısının bir elin parmağını geçmediğini belirtti. PAME’nin açıklamasında çelik işçilerinin zaferinin tüm işçi sınıfının zaferi olduğunun altı çizildi. Çelik işçilerine yapılan polis saldırısından sonra dayanışma mesajları yayınlandı. Yunanistan Komünist Partisi internet sitesinden yaptığı açıklamada hükümetin, işçilerin kendileri ve aileleri için insanca yaşam taleplerine böyle bir saldırıyla cevap verdiğini ve hükümetin büyük patronların çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini söyledi.
Yunan Kamu Emekçileri Sendikası, ADEDY, Yürütme Kurulu adına yapılan açıklamada MAT’ın fabrikadan derhal çekilmesini hükümetten talep edilirken saldırının kabul edilemeyeceği belirtildi. ADEDY, kamu emekçilerinin tamamının mücadele eden çelik işçilerinin yanında olduğunu ve çelik işçilerinin sorununun tüm ülke işçi sınıfının sorunu olduğu vurgulandı. Genel İşçi Federasyonu’nun Yunan elektrik dağıtım kurumu örgütlenmesi olan GENOP/DEH çelik işçilerine dönük saldırı hakkında yaptığı açıklamada tutuklanan çelik işçilerinin derhal serbest bırakılmasını talep etti. Açıklamada eğer şimdi çelik işçileri ile dayanışılmazsa, emekçilere dayatılan ortaçağ koşullarında çalışmanın kapılarını kendi ellerimizle açmış olacağız denildi.
İspanya’da memurların sabrı taştı, binlerce kamu çalışanı biraraya gelerek 80 kentte hükümet karşıtı gösteriler düzenledi. İspanyol hükümeti “sert ekonomik kesintiler” le Noel ikramiyelerinin kaldırılmasını ve Katma Değer Vergisi’nin artmasını gündeme getirdi. Hükümet'in Perşembe günü kamu sektöründe 65 milyon Euroluk kesintiye gidileceğinin açıklamasının ardından binlerce memur tepkilerini sokağa taşıdı. Madrit ve Barselona’da bir haftadır süren ve günlük yaşamın bir parçası haline gelen protestolar sosyal medya üzerinden organize ediliyor.
Sıra İşsizler Ordusunda! 22/07/2012
İ
spanya ekonomik krize karşı hükümetin aldığı hükümetin aldığı kesintilere karşı halk günlerdir sokaklarda yürüyüş düzenliyor. İşsizlik ve ekonomik krizden isyan eden binlerce kişi her gün hükümet karşıtı protestolarda bir araya geliyor. Dün binlerce işsizler ordusu sokaklara döküldü. Madrid caddelerini dolduran öfkeli halk kesintilerin iş imkanlarını kısıtlayacağını savunuyor; Sendikalar tarafından başka gösteriler de düzenlendi.