SAYFA
2
Halk›n medyas›n›n ö¤rencileri Okmeydan›’nda yürütülen Halk Medya çal›flmas›n› ö¤rencileri gazetemiz için anlatt›
SAYFA
6
Yenice’nin yeflili katlediliyor AKP hükümetinin izin verdi¤i HES projeleri Karabük’ün yeflil ilçesi Yenice’yi tehdit ediyor
SAYFA
13
DP’nin bas›n miras› AKP bas›na sansürde de kendisini varisi olarak gördü¤ü DP’den afla¤› kalm›yor
SAYFA
14
Tribünlerde ve sokaklarda Halk›n Tak›m› Befliktafl, eme¤e dost, spor endüstrisine düflman
25 fiubat 2011 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 126
KADINA DÖNÜK fi‹DDET 8 YILDA YÜZDE 1400 ARTTI
Kadına gerici liberal zincir Genciz Genç Genç Umut, liselilerin sorunlar›na karfl› aral›k ay›nda bafllatt›¤› befl talepli kampanyay› gazetemize anlatt›, “Robot, kobay, müflteri de¤il Genciz Genç” dedi S. 3
Kibele özel eki
Sermayeye Libya floku
8 Mart 2011 yaklafl›yor kad›nlar›n 8 Mart haz›rl›klar› ve talepleri Kibele özel ekinde
Kad›na yönelik fliddet erkek egemenli¤i ve gericilikten besleniyor. AKP kad›n düflmanl›¤›n›n yeni yüzlerini üretiyor S. 10 Libyal›lar Kaddafi’nin “tuhaf” kiflili¤ine de¤il, varl›k içinde yokluk çektikleri toplumsal adaletsizli¤e isyan etti S. 5
Hareketli bir bahara do¤ru YOL sayfa 3’te
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Samut Karabulut / Sayfa 4
Erken öten horozlar
Umut Ol
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Baz› ‘an’lar vard›r...
79. yaşında umut olacak
Ve Melih Gökçek hizaya geldi Ulafl›m zamm›na karfl› seslerini yükselttikleri için eski araçlarla cezaland›r›lan Mamak halk› 50 gün direndi. Ard› arkas› kesilmeyen eylemlerle Gökçek’i masaya oturtmay› baflard›lar, nitelikli ulafl›m hizmetini kazand›lar S. 6
Libya’daki isyan Türkiyeli sermayedarlar›n yat›r›mlar›n› tehlikeye at›yor. ‹syan, ayn› zamanda ülkede çal›flan 26 bin Türkiyeli iflçinin iflsiz kalmas› anlam›na geliyor S. 9
Halkevleri, 19 fiubat’ta 79’uncu kurulufl y›ldönümünü TÜrkiye’nin farkl› flehirlerinde eylemler ve etkinliklerle kutlad›. Halkevleri kurulufl y›ldönümünde organ ba¤›fl› kampanyas› bafllatt› S. 16
Gerek seçim dönemine girilmifl olmas› gerek ilkbahardaki tarihsel mücadele günlerinin s›kl›¤› gerekse devrimcilerin planlad›klar› mücadele gündemleri önümüzdeki aylar›n çok yo¤un geçmesine neden olacak
Özge Yurttafl / Sayfa 10
Had›m, kad›n düflmanl›¤›n›...
Ad›m ad›m 8 Mart’a 8 Mart Dünya Kad›nlar Günü kutlamalar›n›n yaklaflt›¤› bugünlerde kad›na yönelik fliddet ve AKP’nin kad›n düflman› politikalar›na karfl› mücadele yükseliyor S. 10
Adana’da geceyi ısıtan direniş Türkiye’nin dört bir taraf›ndan emek ve demokrasi dostlar› 19 fiubat günü Adana Numune Hastanesi’nde ifllerine geri dönmek için direnen tafleron sa¤l›k iflçileriyle birlikte sabahlad›, “Direnifliniz, direniflimizdir” dedi. Direnifl, 4 Ocak’tan bu yana sürüyor S. 8
AST’tan Giderayak Politik tiyatronun simgesi Ankara Sanat Tiyatrosu izleyicilerinin karfl›s›na yeni oyunu “Giderayak”la ç›k›yor S. 15
2
MEDYA 25 fiubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› ‹ktidar›n erken öten horozlar› abah gazetesi, 24 Şubat Perşembe günü manşetten verdiği bir haberle, BDP’yi korkaklıkla suçladı: “BDP’de yine aynı taktik” “BDP, baraj korkusuyla 12 Haziran’daki seçime parti olarak değil bağımsız adaylarla katılacak.” Böylece Türkiye siyasetinde, nice korkulardan sonra “baraj korkusu” da tersine çevrilmiş oldu. “Özgürlük korkusu”, “demokrasi korkusu”, “açılım korkusu”, “eşitlik korkusu” gibi “baraj korkusu” da halkın gerçek siyasal temsilcilerine mal edilmiş oldu. Bu konudaki cevvaliyetinden dolayı, Erdoğan’ın dünürü “Bizim Çalık’ın Sabah gazetesi artık büyük bir ihaleyi daha “hak etti”. Dahası, gazetecilerin büyük çoğunluğunun açılık ve işsizlik gerçeğiyle yüzleştiği ve muhalif gazetecilerin hapsedildiği Türkiye’de, iktidarın hazır kıta medyacılarından Mehmet Barlas, Salih Memecan, Emre Aköz, Nazlı Ilıcak ve bilhassa Hasan Bülent Kahraman’ın maaşlarında elbet bir şişkinlik de olacaktır. Sabah gazetesi, Türkiye siyasetinin 12 Eylül faşizminden kalan “yüzde 10 baraj” utancını, BDP’ye mal etmiş. Bilindiği gibi, halk ve işçi sınıfı düşmanı siyasetin simgesi barajlar, sadece siyasal rejimde değil, sendika ve toplu sözleşmesi rejiminde de görülmektedir. İşçi sınıfının ve halkın özgür siyasal örgütlenmelerinden korkan gerici-faşist iktidarlar, türlü baskıların yanında çeşitli “yasal-hukuksal” barajlarla da halkı engellemeye çalışmıştır. Tutarsızlığa bakın ki, sahte darbe kahramanları ve darbe-askeri vesayet karşıtı iktidar entelektüelleri, darbe kurumlarının gölgesine sığınarak, barjları bir şekilde aşmaya (by-pas) çalışan halk temsilcilerini korkaklıkla suçlamaktadır. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), seçime bağımsız adaylarla gidecek. BDP, demokrasi, özgürlük ve eşitlikten yana kesimlerle “demokratik blok” oluşturarak 81 ilde aday çıkaracak. Neden belli: “yüzde 10 seçim barajı” Yüzde 10 seçim barajı, Türkiye’de siyasal rejimin demokratikleşmesinin önündeki en ciddi engeldir. Halkın ve özel olarak Kürtlerin örgütlü siyasal iradesinin parlamentoya yansımasını engellemek için bütün anti-demokratik iktidarlar yüzde 10 seçim barajına sığınmaktadır. Ayrıca baraj, seçim sürecinin eşit ve adil bir şekilde yaşanmasına engel olmaktadır. TBMM’yi “eksik ve çarpık temsilli bir meclis” olarak gayrımeşru duruma düşürmektedir. Bu nedenle tıpkı Kürt sorununa olduğu gibi, baraja karşı tavır da Türkiye’de demokratlığın ve özgürlükçülüğün temel ölçülerindendir. Kürt hareketi de sınırlı da olsa halkın iradesinin meclise yansıması için bağımsız adayları destekleyeceklerini açıkladı. Bu durum BDP’yi korkak yapmaz; iktidarını yasaklayıcıengelleyici barajlar üzerine inşa eden AKP’yi korkak ve ahlaksız yapar. AKP iktidarı eşit bir zeminde adil bir kavgadan kaçınmaktadır. Darbe yasa ve kurumlarına, devletin baskı gücüne ve kitle iletişim ağlarının çarpıtmalarına sığınmaktadır. Korkak, eşit ve adil bir kavgadan kaçana denir. Peki eşit ve adil bir kavgadan kaçanı “demokrasi kahramanı” olarak yüceltene ne denir? İktidarın ve rejimin utancını, halkın siyasal temsilcilerinin utancıymış gibi lanse edene ne denir? H.Dunant’ın ünlü bir sözü vardır: “Öyle horozlar vardır ki öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.” Halkın özgürleştirici siyasal temsiliyetinin, işçi sınıfının devrimci sendikal hareketinin ve hatta doğanın ve insanın can suyunun önüne kurulan barajlar, halkın pratik yaratıcılığıyla her geçen gün biraz daha deliniyor. Ve zaman nehrinin erken öten horozları, yaklaşan trajediden habersiz, açılan deliklerden iktidarın kahramanlık öyküsünü sızdırıyor…
S
ANF’ye sanal ortamda saldırı
K
ürt illerinden haber geçen Fırat Haber Ajansı (ANF), web sitelerine yapılan sanal saldırılar nedeniyle yayına ara vermek zorunda kaldı. 15 Şubat’ta site yönetimi tarafından yapılan yazılı açıklamada Saldırının kimler tarafından yapıldığına dair bir bulgu ve bilgi paylaşılmazken, ajans yönetiminin, sitelerine yönelik yoğun sanal saldırıları kınadığı açıklandı. Site yönetimi tarafından yapılan yazılı açıklamada, bu sabah saatlerinden itibaren sitelerine yönelik yoğun sanal saldırının olduğu belirtilerek, yayına gün boyunca ara verilmek zorunda kalındığı kaydedildi. Açıklamada, ANF'nin daha önce de defalarca sanal saldırının hedefi olduğu hatırlatılarak, söz konusu saldırıların basın ve ifade özgürlüğüne yapılmış çirkin saldırılar olarak görüldüğü ve şiddetle kınandığı belirtildi. Ajans, haber yayınlarını Facebook'ta yer alan sayfası üzerinden sürdürüyor.
Kaderlerini de haberlerini de kendileri yazıyor Okmeydanı’ndaki Halk Medya çalışması bildiğimiz medya kavramını baş aşağı çeviriyor
İ
stanbul’un emekçi mahallelerinden biri olan Okmeydanı’ndan bildiriyorlar. Yaptıkları haberler kendi internet sitelerinde yayınlanıyor, facebook gruplarında dolaşıyor kimi zaman da Halkın Sesi sayfalarında yerini buluyor. Okmeydanı Halkevi bünyesinde kurulan Halk Medya atölyesi son dönemlerde yürüttüğü faaliyetlerle büyük medyanın haber ve habercilik anlayışını alt üst etti! Egemenlerin medyasına yani ‘ana akım’ medyaya karşı halkın öz iletişim kanalarını oluşturmayı amaçlayan atölye çalışması kapsamında bugüne dek Okmeydanı’yla ilgili onlarca haber hazırlandı, bir fanzin ve internet sitesi yayın hayatına başladı. Atölye şimdilerde yeni araçlarla daha da fazla kişiye değmeye hazırlanıyor. HABERC‹L‹KLE ‹LK TANIfiMA Atölyenin kuruluşu iki yıl öncesine dayanıyor. İşçi, işsiz ve öğrenci gençlerin oluşturduğu katılımcılar daha önce hiç denenmemiş bir çalışmanın heyecanıyla bir araya geldiler. Mevcut medyadan dertliydiler, kendi sorunlarını daha fazla ifade etmek, bunları daha fazla görünür kılmak istiyorlardı. Kafalarında onlarca soru vardı. Bir şeyin haber değeri taşıması için ne gerekirdi? Örneğin Okmeydanı’nda bir hak arama eyleminin bu değere sahip olması
için polisin saldırması mı gerekliydi? Başka bir şey yapmak istiyorlar ancak bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı, dahası önceden hiçbiri haber yazmamıştı. İşe, Halkevleri İletişim Hakkı Atölyesi’nin hazırladığı ‘Hak Mücadeleleri İçin Medya Kılavuzu’ okumaları ve Atölye’den eğitmenlerin katıldığı alternatif bir eğitim programıyla başladılar. Bir yandan eleştirel bir gözle mevcut medya ve habercilik anlayışının eleştirisini kurarken bir yandan da kendilerinin ihtiyaçlarını ortaya koydular. Zamanla bu çizgide alternatif bir anlayışla haber yazma tekniklerinden haber fotoğrafçılığına oradan kamera kullanımına birçok temel bilgiyi edindiler. OLAY ARAMADILAR YAfiAMLARINI YAZDILAR Eğitimin parçası olarak daha ilk dersten itibaren haber yazmaya başladılar. Olay odaklı habercilik anlayışına inat kimi zaman köşe başlarında bekleyen gençlik gruplarını, kimi zaman bakkalların sorunlarını, kimi zaman rantsal dönüşüm projelerini, kimi zaman polis şiddetini, kimi zaman da okullarındaki bir öğretmenin öğrencilere dayak atmasını yazdılar. Yazdıkça yazıları değişti, gelişti. Yazdıkça yaşamlarındaki sorunları daha iyi algılar oldular, onlara çözüm üretme yetilerini artırdılar.
Yazdıkça ve yazdıklarını paylaştıkça yalnız olmadıklarını daha iyi anladılar. Haberlerini her hafta toplantıda paylaşmalarıyla sorunlarıyla ilgili daha fazla ortak akıl yürütmeye başladılar. Yazdıkları, Okmeydanı dışında da okundukça seslerini kamuoyuna daha fazla duyurur, deneyimlerini daha fazla paylaşır oldular. Halk Medya çalışmasına katılanlar yepyeni bir iletişim anlayışı doğrultusunda bir ilk adım atmış durumdalar. Onlar artık ana akım medyadan mahallelerindeki sorunları haber yapmalarını beklemiyor, bunu bizzat kendileri yapıyorlar. “Bunun için üniversite mezunu olmamıza, gazeteci olmamıza, profesyonel kameralarımızın olmasına gerek yok” diyorlar. Fotoğraflarını, videolarını çoğu kez cep telefonlarıyla çekiyorlar. Yazılarını, bilgisayar ve internet bağlantısı kimde varsa onun evinde yazıyorlar. SOKA⁄IN GAZETES‹ GEL‹YOR Okmeydanı Halk Medya Atölyesi bugünlerde çalışmayı bir adım daha ileri taşımak için harekete geçmiş durumda. Amaç daha fazla insana ulaşmak, ulaştıkları insanları kendi sorunlarını haberleştirmeleri yolunda teşvik etmek, Okmeydanı mahallesinin sesi olabilmek. Bu nedenle Okmeydanininsesi.blogspot.com
adresini yenilediler, facebook ve twitter’dan yayına başladılar. Haberlerin basılı halinin de insanlara ulaşabilmesi için mahallenin en işlek noktalarından birine bir pano ve dileyenlerin haberlerini atabilecekleri bir de kutu koydular. En büyük hayalleriyse tüm ezilenlerin mahallelerinden işyerlerine,
oradan vadilerine tüm yaşam alanlarında kendi habercilik kanallarını yaratmaları ve bunların bir gün bir araya gelmesiyle halkın kendi medyasını oluşturması. (Not: Bu haberin kendisi de Atölye tarafından hazırlanmıştır)
Polis ile Cihan Haber Ajansı el ele H
akkari’nin Yüksekova İlçesi’nden yayın yapan www.yuksekovahaber.com sitesi 19 Şubat’ta yayınladığı bir haberle cemaate yakınlığıyla bilinen ve manipülatif haberleriyle tanınan Cihan Haber Ajansı hakkında önemli bir iddiayı gündeme getirdi. ‘Polis Cihan'a mı çalışıyor?’ başlıklı haberde site, Hakkari Emniyet Müdürlüğü’nün Cihan Haber Ajansı ile işbirliği içinde olduğu iddialarına yer verdi. Yüksekovahaber.com, Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde yaşanan olaylarda polis kamerası veya güvenlik kameralarından kayda alınan görüntülerin Emniyet tarafından Cihan Haber Ajansı'na özel olarak servis edildiğini,
bu durumun bölgede çalışan gazetecileri rahatsız ettiğini belirtti. Habere göre ilçedeki bir bombalama olayı ile ilgili olay yerindeki iş yerlerine ait el konulan güvenlik kamerası kayıtları sadece Cihan Haber Ajansı ile paylaşıldı. Ajans polisten aldığı bu görüntüleri abonelerine servis etti. Hakkarili gazeteciler bunun ilk işbirliği olayı olmadığını belirterek daha önce de ajansla emniyet teşkilatı arasında benzer bir işbirliğinin bir ev baskını haberinde yaşandığını hatırlatıyor. Hakkari’de polisin bazı evlere yaptığı baskına ait kendi kamerasıyla çektiği görüntüler Cihan’a verilmiş, bu durum üzerine gazeteciler Hakkari Valisi Muammer Türker ile görüşmüştü. Vali
Türker böyle bir işbirliğinin söz konusu olamayacağını söylemiş, “Benim iznim olmadan basınla paylaşılamaz, paylaşılsa dahi sadece bir basın kuruluşu ile paylaşılması gibi bir durum söz konusu olamaz”demişti. Vali iddiaları araştırıp sonuçları kentteki gazetecilerle paylaşacağını söylemişti. Yuksekovahaber.com haberinde Hakkari merkez ve ilçelerinde görev yapan söz konusu ajansın muhabirlerinin kim olduklarının kimse tarafından bilinmediğine de dikkat çekiyor. Bu ‘kim oldukları dahi bilinmeyen’ muhabirlerin toplumsal olaylarda sürekli polise ait zırhlı araçlarla dolaştıkları iddialarına da haberde yer veriliyor.
HES’lere karşı mücadelenin Truva atları K
öylerde, vadilerde hidroelektrik santrallere (HES) karşı mücadele yükseliyor. Karadeniz’in yaylalarından Munzur Suyu’na kadar Türkiye’nin farklı noktalarında binlerce HES projesi planlanırken bu projeleri durdurmak için adım atan, bir araya gelen ve örgütlenenlerin sayısı da artıyor. Mücadele keskinleştikçe saflar da belirginleşiyor kimin HES’lere karşı çıkıp, kimin karşı çıkıyormuş gibi yaparak sermayenin değirmenine su taşıdığı iyiden iyiye ayyuka çıkıyor. Örneğin bir dernek düşünün, adı basın kuruluşlarında çok sık geçsin, hatta başkanı ulusal çapta yayın yapan ‘radikal’ bir gazetede zaman zaman HES’lere karşı mücadeleyle ilgili köşe yazıları yazsın ama bu derneğin destekçileri arasında petrol şirketleri, yazılım devleri olsun. Halkın Sesi gazetesi ‘Anadolu’yu vermeyeceğiz’ çağrılı bir büyük yürüyüş hazırlığı duyunca bu konuyu araştırmaya karar verdi. Fakat çağrıcıları kim diye baktığımızda HES’lere karşı mücadelede bir süredir bölge halkının açıktan tavır aldığı bazı ‘yandaş çevreciler’in bu çalışmada da parmağı olduğunu gördük. Türkiye Su Meclisi, içinde HES’lere karşı mücadele eden onlarca yapıyı barındırıyor. Destekçiler listesinde yüzlerce isim yazıyor. Ama bu isimlerin bir kısmının gerçek mücadeleyle ilgisi yok. Örneğin destekçileri şirketlerden oluşan Doğa Derneği; örneğin yine aynı meclisin
bileşeni olan Basınçlı Sulama Sanayicileri Derneği (BASUAD), örneğin HES’çi şirketlerin patronlarının üye olduğu TEMA Vakfı. Bu üç dernek HES karşıtı mücadelenin içine yerleştirilmiş Truva atları gibiler. 2002 yılında kurulan Doğa Derneği’nin kendi web sitesinde sıralanan destekçileri arasında Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı Şirketi, gıda şirketi Ben & Jerry's Türkiye, Microsof ve Motorola şirketlerinin Türkiye temsilcilikleri ilk göze çarpanlar. Peki şirketler HES’lere karşı olamaz mı? Evet olabilir, eğer o anlık çıkarları bunu gerektiriyorsa. Fakat HES karşıtları şirket dostu olamaz. Çünkü su hakkı mücadelesi sermaye ile halk arasında cereyan ediyor. Köylerde HES’leri yapanlar, kentlerde suyu şişeleyip satanlar veya piyasa düzenine herhangi bir hizmet ve mal üretip satanlar, onların hepsi aynı safta buluşuyor: “Daha fazla kar.” Sermayenin kar hırsına karşı birleşenler ise aynı amaç etrafında saf tutuyor “İnsanca bir yaşam ve
doğanın var olma hakkı.” Bu durumda Basınçlı Sulama Sanayicileri Derneği’nin de (BASUAD) HES projelerine, HES’ler aracılığıyla suyun metalaştırılmasına karşı mücadele amacı taşımadığı sermaye içi çatışmada kendi hareket alanını daraltan projelere karşı çıktığını anlamak zor değil. Bu noktada kurucuları ve üyeleri arasında Türkiye sermayesinin birçok ismini bulunduran TEMA Vakfı’nın HES karşıtlığı da samimi olmasa gerek. Vakfın kurucuları arasında bulunan ORYA
Enerji’nin patronu Orhan Yavuz, LOÇ Vadisi’ni katledecek olan HES projesinin de sahibi. Yine vakfın üyelerinden hatta mütevelli heyetinden Asım Kocabıyık Erzurum, Ağrı, Dersim ve Ordu vadilerinde HES inşaa eden, sadece İspir Aksu vadisinde 19 köyün yaşam alanını katleden’ Borusan Holding’in sahibi. Bu ilişki ağı da gösteriyor ki HES’lere karşı mücadelede yıldızı parlatılan bazı dernekler su hakı mücadelelerini sermaye lehine kontrol altına almayı amaçlıyor.
3
GÜNDEM 25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Genciz Gen ç
Liselilerin isyanı büyüyor okullarında imza topladıklarını söylüyor. Ural, Mersin’de açılan stantta bir günde iki bin imza topladığını da ekliyor. Liseli Genç Umut’un kampanyası liseliler arasında heyecan yaratıyor. Liseli gençliğin isyanını yansıtan kampanya için dershane öğrencisi Duygu Burus şöyle diyor; “Onların bizi sığdırmaya çalıştığı bir kap, şema var. İşte biz bunu reddediyoruz. Liseliler olarak taleplerimiz var ve muhatap kabul edilmek istiyoruz. Küçük olmadığımızın farkına varacakları adımları atıyoruz.”
Y
eni eğitim-öğretim döneminin ikinci yarıyılı başlarken liseliler okullarında yaşadıkları sorunların devam ettiğini belirtiyor. Liseli Genç Umut, liselerde yaşanan sorunlarla ilgili geçen aralık ayında eylem düzenleyerek başlattıkları “Robot, kobay, müşteri değiliz. Genciz genç” kampanyasını bu dönem de sürdürüyor. Liseli Genç Umut, “Genciz genç” kampanyasını 5 talep üzerinden örgütlüyor; liselerde herkese sağlıklı ve parasız yemek verilsin, okullarda çeşitli bahanelerle para toplanmasın, liselilere okullarına gitmek için parasız ulaşım sağlansın, sınava dayalı eğitim modeli değiştirilsin ve nitelikli eğitim için tüm öğretmenlere güvenceli, kadrolu iş imkanı sağlansın. LİSELİLER TATİLİ DE BOŞ GEÇİRMEDİ Liseliler aralık ayında başlattıkları kampanyalarını ara tatilde de çeşitli etkinliklerle sürdürdü. Tatil günlerinde yaptıkları toplantılarla kampanyanın nasıl sürdürülmesi gerektiğini tartışan liseliler, ayrıca çeşitli paneller düzenledi. BKM oyuncularından Emre Can Polat’ın katılımıyla ilk etkinliklerini gerçekleştiren liseliler, ikinci etkinliklerini ise DEV-GENÇ eski başkanı Ertuğrul Kürkçü ve Öğrenci Kolektifleri üyelerinin katılımıyla yaptı.
Genç Umut okullarındaki sorunlara çözüm olacağına inandıkları beş taleple bir kampanya başlattı. Liseliler paralı eğitim, gerici müfredat ve sınav kıskacından bunalan liseliled ‘robot, kobay, müşteri değiliz. Genciz Genç’ diyerek imza topluyor İMZA FÖYLERİNİ BOŞ ALIP DOLU GETİRİYORLAR Liseliler, tatilboyunca kent merkezlerinde imza stantları açmaya devam ettiler. Aralık ayından bu yana liselilerin taleplerine destek veren 50 bin kişi kampanyaya imza verdi.
Ancak liselilere göre bu daha başlangıç. Liseli Genç Umut üyesi Hasan Mert Kaynar, hedeflerinin çok daha büyük olduğunu ve YGS’ye (Yükseköğretime Giriş Sınavı) kadar çok daha büyük bir destek toplaya-
caklarını belirtiyor. KAMPANYAYA YOĞUN İLGİ Halkın Sesi’ne konuşan İstanbul Liseli Genç Umut üyesi Çağla Ural, açtıkları stantlara gelen tanımadıkları liselilerin de boş imza föylerini alarak
YGS ÖNCESİ BÜYÜK LİSELİ EYLEMİ Liseli Genç Umut’un yürüttüğü kampanya YGS’ye kadar (27 Mart) sürecek. Liseliler, YGS öncesi Türkiye’nin bir çok ilinde eş zamanlı eylemler düzenleyerek topladıkları imzaları Milli Eğitim Bakanlığı’na postalayacak. Eylem zamanına kadar da imza stantları kent merkezlerinde açılmaya devam edecek. Liseliler, kampanyanın devamında etkinlikler düzenlemeyi ve bir araya gelerek fikir üretmeyi sürdüreceklerini belirtiyor. Liseliler, toplumsal muhalefetin diğer bileşenlerinden gelecek destekleri de önemsediklerini belirterek ekliyor; “4 milyon liseliyiz. Hedefimiz, hakkımızda karar alan 4 kişiye karşı bu 4 milyonun sesi olacak eylem ve etkinlikler düzenlemek.”
Aleviler 6 Mart’ta İzmir’de buluşacak Aleviler, ‹zmir mitinge haz›rlan›yor. Alevi Bektafli Federasyonu (ABF), ‹zmir’deki Gündo¤du Meydan›’nda 6 Mart günü gerçeklefltirecekleri mitingde demokratik, eflitlikçi, özgürlükçü, ço¤ulcu bir anayasa ve eflit yurttafll›k talebini dile getirecek. Mitingle ilgili ilk aç›klamay› 6 fiubat günü ‹zmir’in Buca ‹lçesi Kuruçeflme Mahallesi’ndeki Cemevi’nde yapan ABF Genel Baflkan› Ali Balk›z, AKP’nin Alevilerin taleplerini görmezden geldi¤ini belirtti. 40’tan fazla Alevi örgütünün temsilcisinin kat›ld›¤› aç›klamada
Balk›z, eflit yurttafll›k talebiyle Türkiye’nin en büyük mitinglerini gerçeklefltirdiklerini hat›rlatarak “Biz Aleviler ne denli kararl› isek; ne yaz›k ki hükümet de bir o kadar, karars›z, tutars›z, savsaklay›c›, geçifltirici bir konumdad›r. Daha da kötüsü Alevilerin içinden devflirdi¤i, Alevi toplumu içerisinde hiçbir de¤erleri olmayan, esemeleri okunmayan kesim ve kimselerle, günün geçerli deyimi ile söylersek; çakma Alevilerle kamuoyunu oyalay›p duruyor” dedi. M›s›r’daki diktatörü uyaran Baflbakan Erdo¤an’›n kendi halk›na diktatörce uygulamalarda
bulundu¤unu belirten Balk›z, AKP’nin HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerini kendi memuruna çevirdi¤ini ifade etti ve “S›rada Yarg›tay ve Dan›fltay üyelerini ald›ktan sonra, iki partili bir Meclis ve Baflkanl›k sistemi haz›rl›klar› ile; anl›yor biliyor ve görüyoruz ki sivil dinci, faflist bir diktatörlü¤e do¤ru gidiyoruz” dedi. Afrika’daki halk isyanlar›na de¤inen Balk›z, “Kahire'de Tahrir Meydan› varsa, Türkiye'de S›hhiye, Kad›köy, Taksim, Cumhuriyet, Gündo¤du meydanlar›m›z var. Demokratik, eflitlikçi, özgürlükçü,
ço¤ulcu bir anayasa talebimizi, eflit yurttafll›k talebimizi dile getirmek için ‹zmir Gündo¤du Meydan›'nda toplanaca¤›z” dedi. Balk›z, bu mitingle seçimlere giderken sadece AKP’ye de¤il, iktidara talip tüm partilere sesleneceklerini, hiçbir partinin ya da aday›n tafl›y›c›s› olmayacaklar›n› dile getirdi. Di¤er illerden ‹zmir’e gidecek olanlar bulunduklar› yerlerdeki Alevi Bektafli Federasyonu örgütlerinden ulafl›m için bilgi edinebilirler. Ankara’dan mitinge kat›lmak isteyenler Pir Sultan Abdal Kültür Derne¤i ve Halkevleri flubelerinden bilgi alabilir.
Bir yumurta da yandaşa A
KP’ye yakınlığı ile bilinen, kalemini toplumsal muhalefete küfretmek için oynatan ve daha önce Öğrenci Kolektifleri üyelerine “asalaklar” diyen Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Öğrenci Kolektifleri tarafından yumurtalandı 23 Şubat günü Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sanayi İşbirliği Topluluğu’nun düzenlediği bir panele katılmak üzere üniversiteye giden Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz, rektörlük binasına girmek isterken kapıda kendisini yumurtalarla bekleyen Öğrenci Kolektifleri üyesi üniversiteliler ile karşılaştı. Atılan yumurtalar Aköz’ün omzuna ve koluna isabet ederken, protesto sonrasında panel üniversiteden oldukça uzakta bulunan Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi’ne alındı. Özellikle son aylarda gerçekleşen yumurtalı protestoların ardından polisin saldırısı dikkat çekiyor. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Veysel Eroğlu’nu ve Mersin Üniversitesi’nde Abdullah Gül’ü protesto eden üniversiteliler polisin sert saldırısını maru kalmıştı. Aynı manzara İzmir’de de yaşandı. Panele alınmayan üniversiteliler, protestolarına devam ettikten sonra panele girmek isteyince çevik kuvvetin saldırısına uğradı. Saldırı sonrasında yeniden toplanan üniversiteliler Rektörlük önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Öğrenci Kolektifleri tarafından yapılan açıklamada “Tıpkı diğer AKP’liler ve onların temsilcileri gibi Emre Aköz’ü de yumurtalarımızla karşıladık. Bundan sonra da AKP’lileri üniversitelerimize almayacağız” denildi.
Hareketli bir bahara doğru Son on beş günün iç ve dıştaki siyasal gündemi farklı bir başlık yaratmadan, var olan gündemlerin ilerlemesi şeklinde gelişiyor. Dışarıdaki gündeme Tunus ve Mısır’dan sonra Libya eklendi. İçeride de 12 Haziran tarihinin AKP tarafından Meclis’e sunulmasıyla seçim süreci resmen başlamak üzere. Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan ayaklanmalar Tunus ve Mısır’da diktatörlerin uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Şimdi sırada Libya var. Ancak Kaddafi’nin gidişi “kolay” olmayacak. Libya’yı da büyük olasılıkla Cezayir ve Fas takip edecek. Sıradaki diğer ülkeler arasında ise şimdiden Ürdün, Bahreyn ve Yemen’i de saymak gerek. Bu takip etme sürecinin bir ucunun İran’a, diğer ucunun Suudi Arabistan’a ilerleyip ilerlemeyeceği ise şimdilik belirgin değil. Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin ne istediğini belirtmeye gerek var mı; İran’a ilerlesin, Suudi Arabistan’a asla. Kuşkusuz bu gelişmeler çok daha ayrıntılı siyasal analizleri ve çıkarımları hak ediyor ve bunun için de elbette biraz daha zamanın ilerlemesi ve daha fazla bilgi gerekiyor. Ancak şimdiden söylenebilecek birkaç önemli başlık mevcut. Bu ayaklanmalar, henüz, toplumsal düzenin kökten değişiminin önünü açan bir siyasal devrimle sonuçlanmıyor. Ayaklanmalar birbirini tetikler özellik göstermekle birlikte yönetimlerin devrilmesi aynı anda gerçekleşmiyor. Hiçbiri iktidarı almaya aday örgütlü bir siyasal gücün belirleyiciliğinde ilerlemiyor. İslam olgusu bu ülkelerin hepsinde çok önemli bir toplumsal
güç olmasına karşın, siyasal İslam’ın çok büyük bir “muhalefet krizi” içinde olduğu görülmüş durumda. Yönetim değişiklikleri, egemen sınıf çıkarlarının güvence altına alındığı ve oligarşinin bileşiminin yenilendiği süreçler olarak yaşanıyor. ABD bir plan dâhilinde bu süreçlerin başından itibaren yönlendiricisi olarak görülmese de tüm gelişmeler içinde aktif bir aktör olarak yerini almış durumda. (Mübarek devrilirken Mısır Genelkurmay Başkanı ABD’de idi, ilk istifa eden büyükelçi Libya’nın Washington büyükelçisi oldu.) Bu ülkelerle ilişki içinde olan tüm diğer ülke iktidarlarının tavrını belirleyen asıl saikin, insani ve demokratik değerlerden kaynaklanmadığı, tam tersine kapitalist ilişki ve çıkarlar tarafından belirlendiği bir kez daha kanıtlanmış durumda. Bunun en nadide örneklerini İtalya Başbakanı Silvio Belusconi ile bizim başbakan Tayyip Erdoğan sergiliyor. İtalya’da milyarlarca euroluk yatırımı bulunan (Fiat’ın ve Juventus’un ortağı mesela) Kaddafi’nin elini dahi öpen Berlusconi, son gelişmeler üzerine “rahatsız etmek istemediği için Kaddafi’yi aramadığını” belirtiyor. Libya’nın (Sudan gibi) petrol sahibi bir ülke olması onu diğer komşularından ayırıyor. Petrol fiyatları şimdiden 110 doları bulmuş durumda. Bu özelliği Kaddafi’nin elini güçlendirdiği gibi tüm dünyada etkisini gösterecek “olumsuzlukların” da tetikleyicisi olabilir. Tayyip ise Mübarek’e yaptığı “halkın taleplerine kulak ver” çağrısını, halkın üzerine savaş uçak-
larıyla bomba atan Kaddafi’ye yapamıyor. Bunun sözde nedeni olarak da Libya’da mahsur kalan vatandaşları kastettiğini ima ediyor. Oysa gerçek neden yılar önce Kaddafi’nin dizinin dibinde oturup Kaddafi’nin fırçalarını sineye çeken Erbakan Hoca’sıyla aynı; maddi çıkar ilişkileri. (Bir tarihsel hatırlatma. Erbakan’ın tavrı 28 Şubat’ın gerekçelerinden biri olmuştu.) Libya, en zengin petrol rezervlerine sahip ülkeler arasında dünyada 12, Afrika’da ise 1. sırada. Başta müteahhit şirketleri olmak üzere Türkiye’nin de yaklaşık 25 milyar dolarlık iş ilişkilerinin olduğu ülke. Durum böyle olunca Kaddafi’yi kızdırmak demek sermayenin başta Libya’dan alacaklarından vazgeçmesi ve yatırımlarının batması anlamına gelecek. Kendini Ortadoğu ve dünya halklarının yılmaz yıkılmaz savunuculuğuna adamış olan Tayyip ve ekürisi Davutoğlu’nun geçek yüzü, Sudan konusundaki tutumlarından sonra şimdi Libya’da bir kez daha görüldü. Bu arada Davutoğlu’nun “stratejik derinlik”ini ya da bir başka ifade ile stratejik sığlığını sorgulamak için de herhalde biraz daha zaman geçmesi gerekecek! *** Genel seçim sürecinin sığlık seviyesi ise şimdiden açığa çıkmış durumda; “yürüyen merdivene ters binmeler”, “attan düşmeler” ve “enseye tokat” polemikleri... Daha bunlar başlangıç. Bu başlangıçla birlikte AKP’nin seçim stratejisinin ana ekseni de belirdi: 8 yıllık icraatların
kendince başarılı kısımlarının bolca öne çıkarıldığı propaganda. Bu propaganda, geleceğe dair “umudun pazarlanması” olarak adlandırılacak yeni program ile birleştirilecek. Ve elbette siyasal rakiplerin (CHP ve MHP) açıklarını kollayan ve onların geçmiş icraatlarını sürekli hatırlatan bir polemik kaosu. Bu arada parlamento dışı siyasal rakiplerini elimine etmek için sürdürdüğü yargı operasyonları da sürecek. Tüm bunların yanında AKP iktidarını kalıcı hale getirmek için, gerek devlet yapısı içinde (ordu, yargı, polis, bakanlıklar, üniversiteler…) gerek toplumsal düzeyde (STK’lar, sendikalar, cemaatler…) gerçekleştirilen yapısal dönüşümler hız kazanacak. Bu doğrultuda askelere yönelik Balyoz davası yeniden canlandırıldı. Burada, seçime yönelik taktiklerin yanında, daha çok AKP’nin ordunun yeniden yapılanmasında etkili olma çabaları belirleyici olmaktadır. Böyle bir dönemin yaşanacak olması AKP karşıtı toplumsal muhalefetin de tercihlerini ve görevlerini şimdiden belirlemesini zorunlu kılıyor. AKP karşıtı toplumsal muhalefetin, AKP’nin siyasal rakiplerini korumak/kollamak gibi ya da onlardan medet ummak gibi bir tercihi zaten olamaz. Yine böylesi muhalefetin AKP’nin devlet içinde yürüttüğü operasyonlara müdahil olma pozisyonu da mevcut değildir. Ancak AKP’nin 8 yıllık icraatının ezilenler, yoksullar, emekçiler için ne tür sonuçlar yarattığı ortadadır. AKP’nin bu konudaki çarpıtma propagandası
mutlaka hedef alınmalıdır. Ve aynı zamanda AKP’nin gelecek dönem için planladığı “umudu pazarlama” taktikleri geçmişe bakılarak/baktırılarak da boşa çıkarılabilir. Yine AKP’nin toplumsal düzeydeki yapısal dönüşümleri de toplumsal muhalefet bileşenlerinin hem tek başlarına hem de birleşik yapılar oluşturarak mücadele etmeleri gereken hedeflerdir. Tüm bunlar karşısında AKP, toplumsal muhalefete ve onun bileşenlerine karşı boş durmayacak, bir kısmını içermeye çalışarak bir kısmını açık hedef haline getirerek saldıracaktır. Bu saldırıları etkisiz hale getirmek ve tersine çevirmek için “açık” vermeyecek bir çalışma anlayışına, çok daha sıkı bir örgütlülüğe ve anlık cevap oluşturabilme yeteneğine sahip olmak gerekir. Toplumsal muhalefetin bir bölümünün gözünü diktiği, umut bağladığı bir yer var; kabul edelim ya da etmeyelim bu yer CHP. Bu kesimler çok büyük bir yanlış değerlendirme içindeler; aslında CHP’nin gözünü diktiği, umut bağladığı yer toplumsal muhalefet. İktidar olmak için bir dönem önce ulusalcı elit politikalara ve kesimlere umut bağlayan eski CHP yönetiminin yerine şimdiki yönetim iktidar olmak için bu sefer toplumsal muhalefetin yıllardır dile getirdiği sorunlara ve bu muhalefetin en çok sıkıntı çeken kesimlerine yönelmiş durumda. Toplumsal muhalefetin CHP’ye değil, CHP’nin toplumsal muhalefete ihtiyacı var. Güvencesizlik karşıtı mücadele
olmasaydı CHP taşeronlaştırmaya karşı çıkar mıydı? Gençliğin devrimci dinamizmini görmese gençliğe “artı” proje oluşturur muydu? Hak mücadeleleri olmasa “aile sigortası” lafı edilip, belirli miktarda doğalgazın parasız verileceği vaadi kullanılabilir miydi? Farkına varılması gerek, CHP’nin AKP karşıtı toplumsal muhalefeti içermesi, o muhalefeti sözde temsilcileri aracılığıyla meclise taşıma taktiği toplumsal muhalefetin politikalarına ve hedeflerine kalıcı yararlar getirmeyecektir. Aksine, olası geçici ve kısmi yararların maliyeti kalıcı zararlar olacaktır. Her şeye rağmen, gerek seçim dönemine girilmiş olması, gerek ilkbahardaki tarihsel mücadele günlerinin sıklığı gerekse devrimcilerin bu döneme ilişkin planladıkları mücadele gündemleri önümüzdeki ayların çok yoğun geçmesine neden olacak. Üstelik uzun süredir sessiz kalan tüm “bileşenler” bu dönem zorunlu olarak sürece müdahil olma isteği içinde olacaklar. Çok parçalı, çok hareketli, biraz da kaotik bir dönem var önümüzde. Kısaca hatırlamak gerekirse: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 12 Mart Gazi Katliamı, 16 Mart Beyazıt Katliamı, 21 Mart Newroz, 30 Mart Kızıldere. Şimdiden belirlenmiş eylem günleri ise 6 Mart’ta Alevilerin İzmir Mitingi, 13 Mart’ta sağlık meslek örgütlerinin Ankara’da, yine martta İstanbul’da su, 3 Nisan’da Ankara’da güvencesizler, 9 Nisan’da HES’lere karşı, 10 Nisan’da yine Ankara’da Eğitim Hakkı Meclislerinin “Eğitim Hakkı” mitingi, Barınma Hakkı Mitingi ve 1 Mayıs…
4
GÜNDEM 25 fiubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Umut ol! apitalist üretim bir yandan yaşamı zorunlu olarak toplumsallaştırırken diğer yandan bireyciliği ve kaderK ciliği dayatmaktadır. Teknolojinin, hızlı ulaşım ve iletişim olanaklarının bunca ilerlediği ve dünyanın adeta bir kasaba halini aldığı bir çağda insanlara giderek daha fazla ilkellik dayatılmaktadır. Herkese yetecek kadar yiyecek vardır ama aynı anda açlar vardır. Son buluş tedavi yöntemleri vardır ama insanlar bunlara erişememekte, en basit hastalıklardan hayatını kaybetmektedir. İletişim ve ulaşım olanakları baş döndürücü bir noktaya varmışken insanlar büyük bir yalnızlık yaşamaktadır. Kapitalizm, kurallarıyla, ahlakıyla, kültürüyle, hırsıyla, savaşkanlığıyla; insanları yalnızlığa, çaresizliğe, sevgisizliğe, yoksulluğa, yoksunluğa, ölüme ve umutsuzluğa mahkûm eder. Tüm umutların paraya çevrildiği neoliberal çağda kapitalizm, alet çantasına dinci gericiliği ve hurafeyi de dâhil etmiştir. Kapitalist çağın başlangıcında toprağa zincirlenmiş emeğin serbestleşmesi için karşısına aldığı dinci gericilik ve hurafeyi şimdi emeğin köleleştirilmesi için hizmetine almaktadır. Halkın hakları, el konulup piyasa malı haline getirilirken, dinci ideoloji ve sadaka sistemiyle de sistemin sürekliliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla umut ve mücadele yerini çaresizlik, insaf, Samut sadaka ve dilenmeye bırakmakKarabulut tadır. Halkevleri Genel Çaresizlik, çözümsüzlük ve Baflkan Yard›mc›s› umutsuzluk bir insanın karşılaşabileceği en ağır durumdur herhalde. Bazen bir insanın hayatını sürdürebilmesi olanaksız gibi görünürken, bazen de olanaklara erişim şansı ortadan kaldırılmıştır. Bazen bir baba ailesinin geçimini, mutluluğunu sağlayamaz hale gelirken umudunu yitirmeye, çaresizlikten kıvranmaya başlar. Bazen bir anne tedavi ettiremediği çocuğunun acısıyla kıvranır. Bazen kendimize dair, bazen sevdiklerimize dair umutsuzluğa kapılırız. Umudunu yitiren, umudu olmayan insanlar, çaba göstermez, mücadele etmezler. Çaresizleşir, enerjisini yitirir, teslim olurlar. Kapitalizm her gün bunları ve daha yüzlercesini yaşatır insanlara. Böyle anlarda bir umut olmalı. Bir annenin, bir babanın çocuklarının geleceğine dair umudu olmalı. Kendi hayatlarına dair umudu olmalı. Bir gencin kendi geleceğine ve mutluluğuna dair umudu olmalı. Bir doktorun hastasına dair, hastanın iyileşmeye dair umudu olmalı. Bir işsizin iş bulmaya, geçimini sağlamaya, bir evsizin ev bulmaya, bir yoksulun karnını doyurmaya, savaş içinde olanların barışa dair bir umutları olmalı. Ki bu umut onlara mücadele etme, istediklerini elde etme arzusu versin. Devrimciler toplumun umudunu temsil ettikleri, umudu olabildikleri oranda devrime yakındırlar. Bazen bu da çok zorlaştırılmıştır. Kapitalizm her şeyi olanaksız hale getirirken insanlığın kapitalizmle olan çelişkilerini daha da derinleştirir, uzlaşmaz hale getirir. Artık insani olan her şey kapitalizme karşıdır. Eğitim, ulaşım, su, çevre, barınma, beslenme… bunlar şimdi bugüne dek hiç olmadığı kadar kapitalizmin saldırısı altındadır. İnsanlar bu en temel yaşamsal gereksinimlerinden dahi yoksun bırakılmaktadır. Hâlihazırda başını sokacak bir evi olan, rant için evsiz bırakılmakta, karnı doyabilen insanlar açlıkla yüz yüze kalmakta, doktorun ‘performansı’ hastayı iyileştirmekle değil hastaneye ne kadar para kazandırdığı ile ölçülmekte, emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayanlar artık satamamakta, “Allahın suyu” sermaye haline getirilmekte, işgücünün pazara ulaştırılması dahi kar kaynağı haline getirilmekte vb. vb. Bunlar öyle kurulmuş ve tıkır tıkır çalışan, toplumun rızasını alan bir çevrim olarak işlemiyor tabii ki. İktidar aygıtlarıyla işletiliyor. Baskı mekanizmaları ile eğdirilen boyunlar neredeyse tamamen dinileştirilmiş mekanizmalarla da secdeye vardırılmaktadır. Böylece kapitalizmin günahları sevaba dönüştürülmekte, dayanışma ise kapitalizme karşı işlenmiş günaha. Yoksa Bush’un, Arap krallarının, Hıristiyan Demokratların, Erdoğan’ın dindarlıklarının kaynağı ne İncil’den ne Tevrat’tan ne de Kuran’dan gelmektedir. Onların dindarlıkları başında bulundukları sistemin bekasıyla ilgilidir. Bu çevrimin kırılmaması için ise umutlar kırılmış olmalı. Kızıldere katliamı bundandır; 12 Eylül darbesi bundandır; faili meçhuller bundandır; ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ bundandır. Halkın umudu kırılmalıdır ki bu çark işleyebilsin. Umut yerini önce çaresizliğe oradan da el açmaya bıraksın. Organ bağışı gibi her insanın tüm insanlar için son anlarında dahi yapacakları bir şeyler olduğunu anlatan, insanların birbirinin umudu olması gerektiğini bilince çıkarabilen bir konuda birçok hurafe üretmenin nedeni budur. Bizim “yaratandan dolayı yaratılanı seven” muktedir zevatın organ bağışına mesafesi bundandır. “Umut etmemeyi öğreneceksiniz.” Halkevleri, neoliberal yıkıma karşı halkın hakları için mücadeleyi temel bir başlık olarak ele aldığından bu yana ciddi deneyimler biriktirdi. Umutları kırılmış birçok insana umut verildiğinde nasıl bir direniş ve mücadele enerjisinin açığa çıktığını defalarca gözlemledik. Amatör bir video çekiminden izlemiştim. 2010 yılının bahar aylarında İzmit-Arızlı’da depremzedeler, Valilik emriyle evlerinden atılmaya çalışılıyor. Çevik kuvvet ordusuna karşı direnen yetmişini aşmış Necla teyze öfkeli sesiyle “Vali almış arkasına polisi bürokratları bizi evlerimizden atıyor. Biz de Halkevlerini alacağız arkamıza…” diye bağırıyor. 2010 yılının temmuz ayı, Ankara Yeni Mahalle ilçesine bağlı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi halkı bir aydır yıkım ekiplerine karşı direniyor. Belediye Başkanı Halkevi yöneticilerine “Biz evleri boşaltmaya insanlar razı etmiştik, kimisi de boşalttı, ama sizin arkadaşlarınız gelmişler, önderlik etmişler, mahalleli anlaşmaktan vazgeçti” diyerek yakınıyor. 2011 yılının şubatı. Kırk gündür süren, tüm Ankara’nın gündemi olmuş Ankara-Ege mahallesi ulaşım hakkı eylemleri programının parçası olarak mahalle temsilcileriyle birlikte TBMM’ye gidiyoruz. Girişte arama cihazlarında uzun ziyaretçi kuyrukları var, derdine çare arayan insanlar da var aralarında. X-ray cihazından geçerken bizim geldiğimiz istihbaratını önceden almış sivil polis amiri “Halkevleri grubu bu tarafa gelsin” diye iç taraftan seslendi. Tam bu esnada ziyaretçi kuyruğundan bir ses: “Halkevleri! Bize de sahip çıkın işten atıldık” diye diğer ziyaretçilerin şaşkın bakışları arasından yüksek sesle derdini anlatmaya çalışıyordu. Çaresizlik anlarında umut olmak. Halkevleri 79. kuruluş yıldönümü etkinliklerinde bu amacının bir parçası olarak organ bağışına çağırıyor. Halkevleri organ bağışına şöyle çağırmış: “En umutsuz anları umuda çevirmek bizim elimizde. Bir hayat kurtarmaktan daha güzel bir şey var mıdır? Aydınlık olmak, yürek olmak, mutluluk olmak bir çocuğa, bir anneye, bir babaya, bir sevgiliye… Umutsuzlara umut olmak. Bundan daha büyük bir dava var mıdır yeryüzünde? Haydi, son anımızda dahi aydınlık olalım, yürek olalım, nefes olalım, mutluluk olalım, aşk olalım, umut olalım, bir sevinç çığlığı olalım.” Hayatlarının son anında dahi umut olabilenlere aşk olsun! Sen de UMUT OL!
AKP, TSK’yı balyozla rötuşluyor “
Balyoz Planı” davasının 11 Şubat’taki duruşmasında 25'i general ve amiral olmak üzere 106 muvazzaf subayın da aralarında olduğu 163 asker hakkında tutuklama kararı çıktı. Ergenekon sürecinde, askere yönelik şimdiye kadarki en büyük tutuklama hamlesi olan bu kararla birlikte ordu üst kademesindeki neredeyse on subaydan biri hapse girmiş oldu. Ülke genel seçim atmosferine girerken, TSK’ya yönelik bu büyük hamlenin AKP’nin puan kazandığı bir siyasal ekseni gündemin üst sıralarında tutmanın yanında devletin yeniden şekillendirilmesinde de önemli bir hamle olduğu anlaşılıyor.
TSK’NIN GELECE⁄‹ YEN‹DEN fiEK‹LLEND‹ Bu kararla ordu üst kademesinde önümüzdeki yıllarda gerçekleşmesi beklenen görevlendirme planları da altüst oldu. Askerler beraat etse dahi zamanı gelen terfileri gerçekleşemeyecek. Örneğin 2007 yılında birinci sıradan korgeneral rütbesine yükselen ve bu sene orgeneral olmasına kesin gözüyle bakılan 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Korkut Özarslan terfi şansını yitirdi. Özarslan terfi etseydi, 2015 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı olacak, 2017 yılında ise
Diğer yandan tutuklanan muvazzaf subayların açığa alınması konusunda AKP hükümeti içinde de çatlak selsek çıkıyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay Jandarma dışındaki açığa alma işlerinin Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün yetkisinde olduğunu belirtirken, Gönül açığa almaya gerek olmadığını söylüyor. Fethullah Gülen medyasının “Genelkurmay etkisinde” kalmakla itham ettiği Gönül, söz konusu açığa almaları gerçekleştirmezse, tutuklanan subayların yerlerine vekaleten atamalar gerçekleştirilemeyecek.
Balyoz davas› karar› AKP’ye puan kazand›rman›n yan›nda ordunun yeniden flekillendirilmesinde önemli bir yol aç›yor. Ancak bu ifl o kadar kolay olmayacak
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunu Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Necdet Özel’den teslim alacaktı. 30 general ve amirale terfi sırası gelen albaylar da eklenince, Balyoz davası nedeniyle askeri kariyeri değişen isimler daha da artacak.
NATO VE GÖNÜL AYAK SÜRÇÜYOR Hakkında tutuklama kararı çıkan subaylardan üçü de
NATO’ya bağlı olarak yurtdışında görev yapıyor. 24 Şubat’ta basına düşen haberlerde bu üç subayın, gelip teslim olmalarına NATO tarafından izin verilmediği belirtildi. Bu kişilerden Belçika’da görev yapan ve 3 yıllığına Uluslararası Askeri Karargâh Lojistik ve Kaynaklar Başkanlığı Direktör Yardımcılığı’na seçilen Tuğgeneral Hakan Akkoç’un durumu, NATO tarafından değerlendirildikten
sonra karar verilecek. İtalya’da görev yapan Albay Mehmet Alper Şengezer ve Hırvatistan’da görev yapan Yarbay Nedim Ulusan’ın ise görevlerini ancak bir başkasına devrettikten sonra Türkiye’ye dönebilecekleri açıklandı. Akkoç’un durumuna ilişkin açıklamaya bakılırsa NATO’nun ayak sürçmesi teknik bir mesele olmanın ötesinde, bu yeniden yapılanmaya ilişkin politik bir tavrı da yansıyacak.
K‹M‹ ANITKAB‹R’DE K‹M‹ DOLMABAHÇE’DE Tutuklama kararlarının ardından subay aileleri örgütlenme kararı alıp Anıtkabir’e giderken, Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner de Tayyip Erdoğan ve Vecdi Gönül’le görüşmek üzere Dolmabahçe’ye gitti. Görüşmenin içeriği açıklanmazken, daha sonra Vecdi Gönül’ün açığa alma konusunda gündeme gelen direncinin cemaat basınında bir tartışma ve eleştiri konusu olması dikkat çekiyor. Ancak Balyoz davası sürecinin alınan kararla birlikte kapanmadığı, seçim sürecinde hem ulusalcı kesimle AKP arasındaki gerilimin hem de AKP’nin ve genel olarak sistemin iç gerilimlerinin bir unsuru olarak gündemde kalacağı anlaşılıyor.
Odatv operasyonuyla medyaya gözdağı O
datv.com internet sitesinin sahibi gazeteci Soner Yalçın, Odatv Genel yayın yönetmeni Barış Pehlivanoğlu, haber müdürü Barış Terkoğlu ve sitenin editörü Ayhan Bozkurt 14 Şubat sabahı düzenlenen bir operasyonla gözaltına alındı. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla gerçekleşen operasyonda Odatv’ye ait İstanbul Gümüşsuyu’ndaki büroda, ve gözaltına alınan gazetecilerin evlerinde aramalar yapıldı. Dört isim 48 saatlik gözaltı sonrası mahkemeye çıkartıldı. Editör Ayhan Bozkurt dışında diğer üç isim tutuklanarak Metris Cezaevi’ne gönderildi. Odatv 2007 yılında gazeteci Soner Yalçın ve Cüneyt Özdemir tarafından kuruldu. İkilinin yollarının ayrılmasıyla site Soner Yalçın’ın yönetiminde yoluna devam etti. Ulusalcı çizgide yayın yapan Odatv internet
âleminde sansanyonel anlayışı benimseyen bir yayın çizgisi izledi. Kaynağı açıklanmayan haberler, merak uyandıran ‘şok haber’ mantığıyla atılan başlıklarla sanal âlemde okur sayısı hızla artan bir haber sitesi oldu. Operasyonun olduğu gün de sitede “Bu görüntüler Ergenekon Davası'nın kaderini değiştirecek. İşte Amerikalıların Ergenekon Polislerine Verdiği Eğitimin Belgesi" başlığıyla sunulan üç video yayınlanmıştı. Operasyonun ardından aralarında Cengiz Çandar, Sevilay Yükselir gibi isimlerin olduğu AKP’ye yakın bazı gazeteciler Odatv’nin sansasyona dayalı yayıncılık anlayışını, Soner Yalçın’ın gazetecilik anlayışını ve ulusalcılara yakın ideolojik duruşunu eleştirerek tutuklamaları haklı buldu. Sedat Ergin, Can Dündar, Cüneyt Özdemir gibi bazı isimler de operasyonu
basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbe olarak niteledi.
ETK‹S‹NE BAKILMALI Bu iddiaların hangisinin doğru olduğundan öte Odatv operasyonunda asıl dikkat edilmesi gereken nokta ortaya çıkan politik sonuçlar. Siyasi yelpazenin ulusalcı renklerdeki en radikal isimlerden birisine yapılan bu operasyon medya dünyasına dönük siyasal iktidarın baskı, yıldırma ve yeniden düzenleme operasyonun bir parçası olarak işlevleniyor. Keza operasyon sonrası ‘ulusal medya belgesi’ adı altında bir belgenin ele geçirildiği, bu belge ile Ergenekon örgütünün basında yeniden yapılanmayı planladığı öne sürüldü. Yeni Şafak gibi gazeteler bu belgeden yola çıkarak sırada 5 gazetecinin daha bulunduğunu iddia ederek,
AKP’ye muhalif kalemlere gözdağı verip ‘sıra bana geliyor’ korkusunu yaymayı başardı. Soner Yalçın’ın gözaltına alınmasının ardından Ertuğrul Özkök’ten Ruşen Çakır’a AKP’yle zaman zaman karşı karşıya gelen pek çok gazeteci ‘Sıra kimde?’ ‘Sıra bende mi?’ sorularını soran yazılar yazdı. Operasyon en radikal söylemi benimseyenleri saf dışı bırakırken medyada AKP ile karşı karşıya gelen isimlere de benzeri bir sonları olabileceği mesajı vererek önemli bir baskı atmosferi yaratmış oldu. Üstelik Ruşen Çakır, Nuray Mert gibi bir dönem AKP çizgisini olumlayan fakat şimdi iktidara muhalif yazılar kaleme alan ‘arada’ kalmış gazetecilerin isminin bu operasyon vesilesiyle sıkça geçirilmesi AKP’nin bu isimleri de hizaya getirme çabası olarak yorumlanabilir.
DTK tüm dinleri çalıştayda buluşturdu D Üniversitelerde AKP terörü AKP’nin üniversitelilere yönelik sald›r›lar› sürüyor. Polis coplu ve biber gazl› sald›r›lar yer yer soruflturma ve davalar aç›larak ‘hukuk’lu biçimlere de bürünüyor. Üniversite ö¤rencilerinin demokrasi talebine ve ifade özgürlü¤üne tahammül edemeyen AKP hükümeti üniversitelileri potansiyel suçlu olarak görüyor. Mersin’de Abdullah Gül’ün ziyareti nedeniyle protesto eylemi yapmaya haz›rlanan üniversite ö¤rencileri 22 fiubat günü polis sald›r›s›na u¤rad›. Polis, panzerlerle girdi¤i üniversitede biber gaz›, cop ve tazyikli su kullanarak sald›rd›¤› 42 ö¤renciyi gözalt›na ald›. Üniversite kampüsü d›fl›nda flehir merkezinde de baz› ö¤rencilerin gözalt›na al›nd›¤› ö¤renildi. Ö¤renciler, Abdullah Gül Mersin’den gidene kadar gözalt›nda tutuldu. Protestolar sonucu Gül’ün Mersin Üniversitesi ziyareti iptal edildi.
Benzer bir sald›r› 10 fiubat’ta Çevre ve Orman Bakan› Veysel Ero¤lu’nun Karadeniz Teknik Üniversitesi’ni (KTÜ) ziyaretinde yafland›. Ero¤lu’nu ve HES projelerini protesto etmek isteyen KTÜ Ö¤renci Kolektifi üyeleri polis sald›r›s›na u¤rad›. Çevik kuvvet, 32 ö¤renciyi gözalt›na ald›. Polisin sald›r›s› sonucu 4 ö¤renci yaraland›. Sald›r›n›n ard›ndan yerel bir gazeteye aç›klama yapan KTÜ Rektörü ‹brahim Özen, ö¤rencilerin polise sald›rd›¤›n› iddia etti. Ayn› gün Trabzon Emniyet Müdürü Feridun Boz da benzer aç›klamalarda bulundu ve gözalt›na al›nanlar›n ö¤renci olmad›¤›n› iddia etti. AKP hükümeti, polisin sald›ramad›¤› ö¤rencilere de soruflturma ve dava yoluyla sald›r›yor. Ankara Üniversitesi rektörlü¤ü, 8 Aral›k 2010 tarihinde bir konferans için Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne gelen Burhan Kuzu'nun Kolektif Yumurta fienli¤i'nde yüzlerce
yumurta ile protesto edilmesi ile ilgili 11 üniversiteliye 11 fiubat’ta soruflturma açt›. Aç›lan soruflturmadan bir gün önce, Egemen Ba¤›fl'a yumurta att›¤› için yarg›lanan üniversite ö¤rencisi Nihal Çar›kç›’n›n davas› vard›. Mahkeme, Ba¤›fl’a at›lan yumurta için "suç unsuru oluflturmad›¤› ve demokratik bir eylem oldu¤u" karar›n› vermiflti. Yurt-Kur, Kuzu'yu protesto eden bir ö¤renciye de "yurttan at›lma" istemiyle soruflturma açm›flt›. 28 Ocak’ta Befliktafl’ta Baflbakan›n Erzurum’daki ö¤renci buluflmas›n› protesto etmek isterken polis sald›r›s›na u¤ray›p gözalt›na al›nan ö¤rencilere 15 fiubat günü 3’er y›l hapis istemiyle dava aç›ld›. Ayn› gün Giresun’da paras›z e¤itim talebiyle eylem yaparken “Ampul Tayyip” slogan› atan 9 liseliye “kamu huzurunu bozdu¤u” gerekçesiyle soruflturma aç›ld›.
emokratik Toplum Kongresi İnanç Komisyonu tarafından düzenlenen 2. İnanç Çalıştayı 19-20 Şubat’ta Diyarbakır Class Otel’de gerçekleşti. Çalıştaya DTK Eşbaşkanları Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, DTK Sözcüsü Cemal Coşkun, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Sekreteri Kemal Bülbül, Yazar Cengiz Güleç, Yazar Mıgırdıç Margosyan, Doç. Dr. Ahmet İnan gibi isimler katıldı. Çalıştaya bu isimlerin yanı sıra Süryani, Keldani, Ermeni, Asuri, Sünni ve Alevi inanç temsilcileri, gazeteciler ve akademisyenler de katıldı. Açılış konuşmasını DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un yaptığı çalıştayın iki günlük programı dört ana oturumdan oluştu. Türkiye Barış Meclisi Üyesi ve Yazar Ayhan Bilgen'in yöneticiliğini yaptığı "Anayasa Tartışmaları ve Laiklik ekseninden taleplerimiz" konulu ilk oturumu yöneticiliğini DTK Sözcüsü Cemal Coşkun'un yaptığı "Demokratik Özerklik ve İnançların Kamusal Varlığı" oturumu izledi. Çalıştayın ikinci günü Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Sekreteri Kemal Bülbül'ün yöneticiliğini yaptığı "İnanç Gruplarının Toplumsal Barışın Sağlanmasındaki Rolü" oturumu ile son buldu. Program sonuç bildirgesi tartışmalarının ardından ortaya çıkan sonuç metninin kamuoyuyla paylaşılmasıyla sona erdi.
D‹YANET ‹fiLER‹ VE ZORUNLU D‹N DERS‹ KALDIRILSIN Çalıştayın sonuç metninde Türkiye’de farklı inanış ve etnik kökenden gelen yurttaşların yok sayıldığı tekçi Türk İslam sentezine dayalı bir anlayışın var olduğu tespiti yapılarak bu tek tipçi anlayışın yarattığı
mağduriyetlerin giderilmesi ihtiyacı dile getirildi. Kurultay sonuç metninde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması, zorunlu din dersinin kaldırılması ve yerine tüm din ve inançları kapsaması, din ve inançları tarihi, kültürel, sosyolojik yönden inceleyen isteğe bağlı kültür dersi getirilmesi talepleri sıralandı. Sonuç metninde Kürt kadın hareketinin etkisi de kadınların toplumsal, siyasal, ekonomik yaşama katılımında inançlardan kaynaklı engellerin kalkması için inanç gruplarının sorumluluk alması önerisiyle hissedildi. Bildirgede, farklı dinlerin eşitlikçi bir temelde bir aradalığı için "Demokratik Özerklik" projesinin önemli olduğu ifade edildi. Barış sürecinde farklı inanç gruplarının sorumluluk alması gerektiği belirtildi.
MEZARLAR AÇIKLANSIN Sonuç metninde somut bir biçimde ifade edilen talepler arasında TBMM'den, "Hakikatleri Araştırma Komisyonu"nun bir an önce kurulması, Koçgiri ve Dersim katliamları, Şêx Said Katliamı, Ermeni, Süryani, Mehellemi toplumuna karşı yapılan katliamlarda, Maraş, Sivas, Çorum katliamlarında devletin sorumluluğu ve yaşanan hukuksuzluğun ortaya çıkartılması; mezarları belli olmayan Pir Sultan Abdal, Seyit Rıza, Şêx Said, Said-i Nursi, Xelef Beg, İsa Zatte gibi inançsal ve kültürel değerleri yaratan kişilerin mezarlarının açıklanması; Alevi dergahların açılması talepleri sıralandı. Süryani toplumunun kadim inançsal değerlerinden biri olan Mor Gabriel Manastırı'nın topraklarına devletin el koymak istemesine itiraz edildi.
5
DÜNYA 25 fiubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Varlık içinde yokluğun isyanı
7
iklim 5 kıta
Hindistan’da emekçi g›da güvencesi istedi Libyalılar Kaddafi’nin “tuhaf” kişiliğinden değil eşitsizlikten mustarip. Afrika’nın en zengin petrol ülkesi, on binlerce göçmene iş olanağı sunuyor ancak kendi gençlerinin yüzde 30’u işsiz. Halk kamusal harcamaların yetersizliğinden yakınıyor
A
rap dünyasındaki halk ayaklanmaları dalgası Tunus ve Mısır’ın ardından Libya’yı da vurdu. Libya’nın 42 yıllık lideri Muammer Kaddafi, 17 Şubat’ta patlak veren eylemleri şiddetle bastırma yoluna gidince, isyan dalgasının en kanlı manzaraları bu ülkede açığa çıktı. Çoğunlukla gençlerden oluşan göstericiler, Kaddafi’nin istifasını ve demokratik hakların genişletilmesini isteyerek ülkenin hemen hemen tüm kentlerinde ayağa kalkarken Kaddafi yönetimi istifa talebini reddederek silahlı güçleri devreye soktu. Bir hafta içinde başkent Trablus dışında tüm kentlerde kontrolü yitiren Kaddafi yönetimi, kitlelerin üzerine bomba yağdırmak dâhil sert yöntemlere başvurdu. Komşu ülkelerden getirilen paralı askerlerin, özel birliklerin ve keskin nişancıların devreye sokulduğu çatışmalarda ölü sayısının daha ilk haftadan bini geçtiği belirtiliyor. Yabancılara ait işletmelerin de
hedef alındığı çatışmalar ülkedeki kalabalık göçmen işçi nüfusunun kitlesel kaçışına yol açtı. Aralarında 25 bin Türkiyeli’nin de bulunduğu göçmen işçiler ve sermaye sahipleri ülkeyi terk etmeye başladı. (bkz. sayfa 9) FARELER… Kaddafi, 22 Şubat’ta televizyon ekranlarına çıkarak gösterileri sürdürenleri ölümle tehdit etti. Göstericilerin ABD işgaline zemin hazırlayacağını öne süren Kaddafi, teslim olmayacağını ve kaçmayacağını söyledi. Taraftarlarını örgütlenip sokağa inerek “fareler” diye nitelediği muhalefete karşı koymaya çağıran Kaddafi’nin bu tutumu bir iç savaş ilanı olarak değerlendirildi. Ne var ki, Kaddafi’nin kitlelere çağrı yaptığı sırada bakanların, bürokratların ve subayların muhalefete geçtiği ya da siyasi sığınma talebiyle başka ülkelere kaçtığı haberleri geliyordu. Kitlelerin üzerine bomba atma emrine itaatsizlik eden bazı asker-
lerin yanı sıra Libya’nın Washington elçisi ile İçişleri Bakanı’nın da Kaddafi’nin karşısına geçtiği açıklandı. ABD DEVREDE ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, yaşananlar için “bu kabul edilemez kanı durdurma zamanı geldi” diyerek ABD’nin Libya’ya yönelik bir müdahaleye sıcak baktığı mesajını vermiş oldu. Küba lideri Fidel Castro ise aynı günlerde kaleme aldığı bir yazıda bir NATO müdahalesinin olası olduğuna dikkat çekiyordu: “ABD’nin, Libya’da tam barış için endişe duymadığı benim için apaçık ortadadır ve ABD, NATO’nun bu zengin ülkeyi işgal etmesi emrini vermekte tereddüt etmeyecektir, bu bir zaman veya gün meselesidir.” ABD karşılıklı ticari ve askeri sürtüşmelerin ardından 1986’da Tranblusgarp ve Bingazi’yi bombalayarak bin kişiyi öldürmüştü. Ancak şu an için Libya’ya yönelik bir müdahale oldukça ağır
maliyetlere yol açabilir. Daha şimdiden ülkedeki kaos petrol fiyatlarının varil başına 110 doları bulmasını ve küresel ekonomi üzerinde basınç oluşturmasını sağlamış durumda. Olası bir savaşın ya da Kaddafi’nin petrol kozunu devreye sokmasının durumu daha da kötüleştirmesi işten değil. VARLIK ‹Ç‹NDE YOKLUK Petrol kaynaklarıyla tüm dünyayı etkileyebilen bu ülkedeki isyanın ana kaynaklarından biri de petrol zenginliğine rağmen var olan toplumsal eşitsizlikler. İşsizlik ve yoksulluk oranlarının oldukça yüksek olduğu ülkede, tüm siyasi yapı gibi zenginliğin yönetimi de Kaddafi ve aile çevresinin elinde yoğunlaşmış durumda. Tunus isyanı patlak verdiğinde Mağrip ülkeleri arasında yüzde 20-30 işsizlik oranı ile Libya’nın en kötü durumda olduğu ve bir toplumsal patlamanın kaçınılmaz olduğu belirtiliyordu. 2000’li yıllarda hızlı bir
özelleştirme süreci yaşayan ülkede, yatırımların ve harcamaların yerli nüfusa iş yaratmaktan ya da toplumsal ihtiyaçları karşılamaktan uzak olması önemli bir hoşnutsuzluk kaynağı. Bunlara ek olarak Kaddafi ve çevresinin siyaseti tekeline almış olması, “İslami sosyalist pan-Afrikan devrim” iddiasına rağmen halkla gerçek bağ kuran bir siyasi proje ortaya koyamayıp polisiye uygulamalara sarılması, isyanın temel nedenleri arasında sayılıyor. Libya’da olaylar Tunus ve Mısır’dakinden oldukça farklı gelişti ve yerine ne geleceği bilinmese de Kaddafi’nin gitmesine kesin gözüyle bakılıyor. Ayaklanmanın nasıl sonuçlanacağını da emperyalist müdahalenin ABD karşıtı duyarlılıkları kuvvetli olan ülkede ciddi bir yerel dayanak bulup bulamaması ve Kaddafi karşısında iktidar alternatifi olabilecek bir ulusal blok kurulup kurulamaması belirleyecek.
Mısır kaldığı yerden devam ediyor 3
0 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı 11 Şubat’ta yıkıldı ancak Mısır halkı sokakları terk etmiyor. 18 Şubat’ta milyonlarca Mısırlının katıldığı “Zafer Yürüyüşü”nden sonra ordudan yönetimi sivil yönetime devretmesini isteyen Mısırlılar, halkın taleplerinin derhal karşılanmasını istiyor. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından yönetimi devralan Yüksek Askeri Konsey’in Mübarek devrinin önemli isimlerinden Başbakan Ahmed Şefik, Dışişleri Bakanı Ahmed Aboul Gheit ve Adalet Bakanı Memduh Marie'yi görevlerinde tutması Mısır halkının tepkisini çekiyor. Mübarek’e yakın isimlerin görevden alınmasını ve yönetimin bir an evvel kendilerine devredilmesini isteyen Mısırlılar, başta başkent Kahire olmak üzere Mısır sokaklarını 11 Şubat öncesindeki gibi eylemlerle dolduruyor. Mübarek rejiminin devrilmesinde büyük pay sahibi olan işçiler de Mübarek’in gitmesinin yeterli olmadığını, Mübarek’i deviren halkın sokaklarda haykırdığı, uğrunda can verdiği taleplerin karşılanması gerektiğini ifade ediyorlar. Mısır burjuvası üzerinde “babalık” rolü oynayan ana emperyalist güç ABD ve emperyalist sistemin mekanizmaları Mısır üzerindeki etkilerini sürdürürken, Mısır halkını yoksulluğa mahkûm eden neoliberal politikalar ve
uygulayıcıları Mısır’dan tamamen defedilmeden Mısır halkının meşru taleplerinin karşılanamayacağının farkında olan işçiler taleplerini sokaklarda dillendirmeye devam ediyorlar. Mısır halkının meşru taleplerini yüksek sesle haykırmak gerektiğini belirten Mısırlı işçiler devrimin kaçırılmaması için bu taleplerin yükseltilmesi gerektiğini ifade ediyor-
lar. Mübarek döneminde had safhaya ulaşan gelir eşitsizliğinin giderilmesini isteyen Mısırlılar, alım gücü dengesinin korunmasını ve işsizlik ücreti verilmesini istiyor. Muhalefetin susturulmaya çalışıldığı, baskı altına alındığı Mübarek döneminin aksine, Mısır’da yeni dönemde örgütlenme özgürlüğü isteyen Mısır halkı, işkolu ayrımı
gözetmeksizin tüm Mısır’da iş güvencesinin sağlanması, taşeronlaştırmanın tamamen kaldırılması talebini dile getiriyor. Mısır halkının yoksullaşmasında büyük pay sahibi olan özelleştirmelerin durdurulmasını isteyen işçiler, özelleştirilmelerin yapıldığı alanların tekrar kamulaştırılmasını istiyor. Mübarek’in devrilmesinden önce ve sonra halkın yanında gibi görünüp halkın taleplerini gerçekleştirmek konusunda ise statükoyu korumaktan çok da uzaklaşamayan Mısır ordusunun yönetimi kendilerine devretmesini isteyen Mısırlılar halkın yoksullaşmasında rol oynayan Mübarek kalıntılarının tamamen süpürülmesi talebinin altını çiziyorlar. Mübarek rejimiyle işbirliği yapan ve rejimin yolsuzluk sembollerinden biri haline gelen Mısır Sendikalar Konfederasyonu’nun dağıtılmasını isteyen halk, federasyon aleyhindeki adli kararların uygulanmasını ve Konfederasyon yöneticilerinin mal varlığına el konulmasını istiyorlar. Mısır halkı taleplerini eylemlerle ortaya koymaya devam ederken ordu, 6 ay içinde seçimlere gitmekte diretiyor. Mısır halkına kene gibi yapışan Mübarek artıklarına ve kan emici emperyalistlere de halka da şirin görünmeye çalışan orduya karşı halkın tepkisi her geçen gün artıyor.
A
sya'nın üçüncü büyük ekonomisi Hindistan'da, gıda fiyatlarının ve enflasyonun yükselmesi üzerine, 1 milyon emekçi sokağa döküldü. Başkent Yeni Delhi'deki gösterilerde, Hindistan hükümetine 40 milyar dolara mal olan Telekom yolsuzluğu ve artan işsizlik oranları protesto edildi. Parlamento binasına yürüyen eylemciler trafiği felç etti. Hükümetten gıda güvencesi talep eden emekçiler, fiyat artışlarının durmasını, işsizliğe çözüm bulunmasını ve özelleştirmelere son verilmesini istiyor.
FARC 2010 raporu
K
olombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu’nun (FARC-EP), 2010 yılı savaş raporuna göre gerillalar, Kolombiya Silahlı Kuvvetlerine ve Paramiliter güçlere 4.341 kayıp verdirdi. 2010 yılında gerilla faaliyetlerinde sınırlamalar yaşanmasına rağmen raporda 2272 adet eylemin yapıldığı görülüyor. Kayıtlara geçirilen ölen 2078 kişi arasında: 48 subay ve çavuş, 1697 asker, 218 polis, 115 paramiliter ve ordu işbirlikçisi bulunuyor. 2242 yaralı arasında: 26 subay ve çavuş, 1938 asker, 233 polis, 45 paramiliter ve ordu işbirlikçisi var. Ayrıca 21 kayıp olayı rapor ediliyor.
Yemen’de vekil istifalar›
G
enel Halk Kongresi'nin sekiz milletvekili 23 Şubat günü istifa etti. İstifa eden milletvekillerinden Abdo Bişr bir açıklama yaparak, gösterileri bastırmak için uygulanan yöntemleri protesto etmek için partilerinden istifa ettiklerini bildirdi. Milletvekilleri, Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in iktidardan gitmesi için başkentte oturma eylemi sırasında saldırıya uğrayan göstericilerden ikisinin ölmesi üzerine istifa kararı aldılar. İktidar partisinin 59 milletvekilinin daha topluca istifa için görüşme yaptığını belirtti.
Yunanistan yine sokağa çıktı Yunanistan, 9 fiubat’ta kamu tafl›mac›l›¤›na yap›lan yüzde 40’l›k zamlar›n ard›ndan yine sokaklara döküldü. Sol muhalefetin bafl›n› çekti¤i kampanyalar çerçevesinde halk, toplu tafl›ma araçlar›na para vermeden bindi; otoyollar› para vermeden kulland›. Henüz tamamlanmayan otoyollar için ödenen geçifl ücretlerine zam yap›lmas›n› "soygunculuk" olarak tan›mlayan Yunanistan halk›n›n eylemlerine toplu tafl›ma çal›flanlar› da günün belli saatlerinde ifl b›rakarak destek verdi. Eylemlere avukatlar ve doktorlar da kat›ld›. 23 fiubat’ta Yunan Parlamentosu’nun da bulundu¤u Sintagma Meydan›’nda, yap›lan genel grev kapsam›ndaki eylemlerde buluflan Yunanistan muhalefeti, 2010 y›l› boyunca süren “krizin faturas›n› ödemiyoruz” eylemlerine devam etti. Yunanistan Kamu Çal›flanlar› Konfederasyonu, ‹flçi Sendikalar› Federasyonu'nun ça¤r›s›yla 24 saatlik grev
yapan çal›flanlar, her iki sendika ve Mücadeleci ‹flçi Kollar› Birli¤i'nin düzenledi¤i protesto gösterilerine kat›ld›. Grev ile eylemlere, kamu ile özel sektör, yerel yönetim bürolar›, banka, benzin istasyonlar›, K‹T, toplu tafl›ma araçlar› çal›flanlar›, liman iflçileri, ö¤retmenler, sigorta ve gümrük görevlileri, eczac›, doktor, tüccar, mühendis ve gazeteciler kat›ld›. Baflkent Atina’daki eylemde “Ölüyoruz” yaz›l› bir pankart açarak parlamento binas› önüne çelenk b›rakan eylemcilere polis gaz bombalar›yla sald›rd›. Polis sald›r›s›na domates, yo¤urt, tafl ve molotof kokteylleriyle cevap verildi. Çat›flmalar›n halen sürdü¤ü Atina’da biri polis en az 2 kifli yaraland›, polis eylemcileri gözalt›na almaya çal›flt›. Grev yüzünden devlet dairelerinde hizmetler aksarken, okullarda derslerin bofl geçti¤i ö¤renildi. Hastanelerde yaln›zca acil durumlar için personel ile güvenlik birim-
lerinin görev yapt›¤› kaydedildi. Eczaneler kepenk indirdi; liman çal›flanlar›n›n ifl b›rakmas›yla anakara ile adalar aras› ba¤lant› koptu. fiehiriçi toplu tafl›ma araçlar›n›n çal›flmamas› ise ulafl›m› yer yer durma noktas›na getirdi. Sivil havayolu tafl›mac›l›¤› çal›flanlar›n›n ifl durdurma eylemi ile greve destek vermesiyle iç ve d›fl hatlara yap›lmas› planlanan çok say›da uçufl iptal edildi. Medya çal›flanlar›n›n grevde yer almas›yla televizyon ve radyo kanallar›nda haber bültenleri yay›mlanmad›, haber a¤›rl›kl› internet siteleri sayfalar›n› yenilemedi, haber ajanslar› ise yay›n durdurdu. Gazetelerin bas›ma girmeyecek olmas›yla gazete bayilerinin raflar› da bofl kald›. 2010’da Avrupa’y› saran grev dalgas›na Yunanistanl› emekçiler etkin kat›l›m sa¤lam›flt›. Ülkede kamu harcamalar›n›n k›s›lmas›na karfl› son on üç ayda 10 genel grev ve onlarca eylem düzenlendi.
K›br›s 2 Mart’a haz›r
2
Mart’taki miting öncesinde Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası ile Kıbrıs Türk Kamu Görevlileri Sendikası taleplerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Türkay Tokel'e iletti. İki sendikanın talepleri arasında; bir üst derece kadroları hiç açılmayan kadroların açılması, yetki yazılarının çıkarılması, Eylül 2011'e kadar tüm sınavların sonuçlandırılması, sözleşmeli ve geçici çalıştırılan ebe ve hemşirelerin de vardiya ve düzensiz mesai hakkından yararlanması var.
6
İNSANCA YAŞAM 24 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
13 Mart 2011 Saat:11.00, Ankara ıbbın tarihinin insanlıkla başladığı söylenir. Ancak hekim olarak adlandırılan ilk insan M.Ö. 3000 yıllarında yaşadığını Homeros'un İlyada'sından öğrendiğimiz Asklepios'tur. Hatta tıbbın amblemi olan yılan figürü onun asasının figürüdür ve şifa verici olarak kabul edilir. İnsanlık tarihiyle eş başlangıçlı hekimlik her çağda meslek olmanın çok ötesinde değerler taşıdı, taşıyacak da. Bu hekimin çok okumuş, bilgili, şifacı özelliklerinden öte hastayla arasında kurulan doğal, karşılıksız ve sınırsız güven duygusundan kaynaklanır. Neden hekimlere güveniriz ? Çünkü onlar insanı bedenen ve ruhen en iyi tanıyan, her anlarında ölüm ve yaşam kıyasını içlerinde taşıyan hayata derin, değerli, hatta bazen mucizevi bir anlam katan insanlardır. En mahrem duygularınızı, bedeninizin en mahrem yerlerini, hekimse karşınızdaki büyük bir güven ve rahatlıkla açabilirsiniz. Çünkü hiçbir şekilde sizi yargılamayacağını, kınamayacağını sadece ve sadece yaşamınızla, sağlığınızla ilgileneceğini, bu ilginin de tamamen sizin lehinize olacağını bilirsiniz, bilmekten öte bundan eminsinizdir, bunu talep edersiniz. Üstelik bu Süheyla E. talebinizin karşılıksız olmasını Tezel beklersiniz, karşılığı ayıp bulursunuz. Yardıma ihtiyaç duyulan Sağlık Hakı her anda, kendi kişisel duygu Meclisi ve beklentilerinden arınmış yanlızca size, sizin sağlığınıza odaklı hazır ve nazır olmasını beklersiniz. Gerçekten de ayıptır, etik değildir, insana insanca, yaşam için yapılan hizmetin karşılığını beklemek. İnsan hayatının, sağlığının karşılığı ne olabilir, neyle kıyas edilip ölçülebilir. Netice bu iş insana ve yaşama sevgisiz, saygısız yapılamaz. Kabul görür ki, kazanç peşinde bir ruh hali mevcut ise tüccarlık yapacak zekaya da sahiptir hekimler. Nitekim bu ruh hali de ayıplanamaz ama hekimlikle bağdaşmaz. Gelelim bugüne; olanla, olması gerekenle bugün yaşananlar arasındaki uçuruma. Sağlıkta dönüşüm programı; eksik ve zaman zaman aksayan sağlık hizmetlerini, daha beter bir şeye, hekim-hasta ilişkilerini paraya, alınır-satılır bir metaya, sağlık hizmetini düpedüz hezimete dönüştürdü. Sağlıkta dönüşüm programını o kadar çok tartıştık ki artık ne performanslı çalışma baskısını, ne başlamadan iflas eden Aile Hekimliğini, ne genel sağlık sigortasının insanları araba kaskosuna çevireceğini, ne devlet hastanelerinin, sağlık ocaklarının ortadan kalktığını, ne katkı paylarını, ne biten tıp eğitimini, ne güvencesiz çalışma ortamlarını, ne onu ne bunu anlatmak istemiyorum. Saatlerce konuştuk, sayfalarca yazdık. Yazmaya, konuşmaya ne hacet. Hastaysanız, hekimseniz, sağlık çalışanıysanız zaten tam da bu kaosun içindesiniz. Yani hepimiz, herkes hep birlikte yaşıyoruz sorunları, bugün olmasa bile yarın mutlaka. Demek ki konuşmaktan yazmaktan öte bir şey yapmalı? Tıp bayramının nasıl başladığını bilir misiniz? 1. Dünya Savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında. O tarihten günümüze kadar da tıp bayramı olarak kutlandı. Ama bu yıl nasıl kutlanacak? 13 Mart'ta Ankara meydanlarında tüm beyaz önlüklüler haklarını arayacaklar. 1919’da işgal kuvvetlerine karşı olan bu tepki bu yıl sağlığımızı, haklarımızı işgal edenlere karşı olacak. Neden yürüyecek hekimler? Performans baskısını, güvencesiz geleceği, şiddet ortamında çalışmayı istemedikleri için. İnsanca yaşam için hak ettikleri ücreti, mesleki bağımsızlıklarını, ekip çalışmasını ve nitelikli sürekli tıp eğitimi talep ettikleri için. Herkese eşit, parasız, erişilebilir, nitelikli sağlık hizmeti istedikleri için. Bedeninizi, canınızı emanet ederken hiçbir şüphe duymadığınız hekimlerinize, hepimizin geleceği ve sağlığı için, meydanlarda da güvenmeye ne dersiniz?
T
Ve Gökçek hizaya geldi Ulaşım zamlarına karşı seslerini yükselttikleri için eski araçlarla cezalandırılan Mamak halkı 50 gün direndi, Gökçek’i masaya oturtmayı başardı, nitelikli ulaşım hizmetini kazandı verildiğine dair belgeleri görmek istemesi üzerine herhangi bir belge gösteremeyen Gökçek, temsilcilerin “Biz kendi malımıza zarar vermedik, vermeyiz de. Onlar halkın otobüsleri” demesi üzerine durağa yeniden yeni otobüsleri yollayacağını bildirdi.
A
nkara Büyükşehir Belediyesi’nin Ankaralıya yeni yıl hediyesi ulaşım zamları olmuş, zamlara ilk tepki ise daha önce de ulaşım hakkı deneyimlerine sahip Ege Mahallesi’nden gelmişti. 3 Ocak günü başlayan kart basmama eylemlerine polisin müdahalesi sert olmuş, yaklaşık 200 kişinin bulunduğu otobüsler karakola çekilmişti. Hakkına sahip çıkan mahalleliye ikinci saldırı Melih Gökçek’ten geldi. Gökçek, halkı cezalandırmak amacıyla 20 yaşından büyük, kapıları kapanmayan, frenleri tutmayan otobüsleri Mamak güzergahına göndererek halkın ulaşım hakkını gasp etmekle kalmayıp yaşamlarını tehlikeye attı. Ancak Ege Mahallesi halkı, zamlara karşı gösterdiği tepkiyi bu sefer de ‘nitelikli ulaşım’ talebi ile yükselterek 50 gün boyunca direndi. Zamanla ‘tabutluk’, ‘hurda’, ‘demir yığını’ gibi isimlerin takıldığı eski otobüslere karşı “insanca ulaşım, insanca yaşam” isteyen mahalleli; Kızılay trafiğini kesme eylemlerinden ulaşımı boykot ederek Tuzluçayır’a yaptığı yürüyüşlere, otobüs dolusu gözaltına alınmaktan kart basmamaya kadar pek çok farklı eylem biçimiyle ulaşım hakkına sahip çıktı. MESLEK ÖRGÜTLERİ TEHLİKE UYARISI YAPMIŞTI Halkevleri Ulaşım Hakkı Meclisi’nin çağrısıyla 30 Ocak tarihinde Mamak’ta 300 kişinin katıldığı bir ulaşım hakkı toplantısı gerçekleşti. Mamak belediye meclis üyeleri ve mahalle muhtarlarının da katıldığı toplantıda belir-
lenen mücadele programı, ilerleyen günlerde fazlasıyla hayata geçirildi. Bu zaman zarfında milletvekillerinden, meslek odalarından ve sendikalardan da destek açıklamaları geldi. Son olarak Metalurji Mühendisleri Odası ile Ankara Tabip Odası eski otobüsleri inceleyerek raporlar hazırladı ve bu otobüslerde yolcu-
Bursa’da ulaşım için eylem
luk yapmanın insan hayatını ve sağlığını tehlikeye attığını kamuoyuna duyurdu. GÖKÇEK MASAYA OTURDU Ulaşım hakkı mücadelesinin her geçen gün büyümesi ve nitelikli ulaşım için 18.00 ile 19.30 saatleri arasında binlerce insanın kart basmama eylemleri gerçekleştirmesi
Bursa’da yap›lan ulafl›m zamlar›na karfl› Halkevcilerin metro istasyonlar›ndaki eylemleri devam ediyor. 12 fiubat Cumartesi, Bursa’n›n en yo¤un bölgelerinden olan Osmangazi metro istasyonu önünde toplanan Halkevciler,
Gökçek’in yılmasıyla sonuçlandı. 21 Şubat günü Ege Mahallesi ulaşım hakkı temsilcileri İsmail Gülcan, Şengül Can, Zeynel Can ve Sultan Çıracı ile görüşen Gökçek, daha önce Twitter’da dillendirdiği Ege Mahallesi halkının ve Halkevcilerin otobüslere zarar verdiği iddiasını tekrarladı. Ulaşım hakkı temsilcilerinin zarar
ulafl›m zamlar›n› alk›fllar, ›sl›klar, sloganlar ve konuflmalar eflli¤inde protesto ettiler. Uluda¤ Ö¤renci Kolektifi’nin de destek verdi¤i eylemde ö¤renciler, ‘BUKART’lar›n›n dolum fifllerini pankartlar›n›n üzerine att›.
Yıkım bir gecekondu sorunu değil A
Yenimahalle halk› Belediyeye dilekçe veriyor
nkara Polatlı’da belediyenin kentsel dönüşüm kararıyla, imarlı, tapulu, mülkü kendilerine ait ev ve işyerlerini boşaltmaya zorlanan 630 hane, kentsel dönüşüm sorunun artık bir ‘gecekondu’ sorunu olmadığını gösterdi. Parasını ödeyerek satın aldıkları ev ve işyerlerinin belediye tarafından yıkılarak yeniden yapılacağını, kendilerine ise sahip oldukları mal, bina ve işyerinin %70’i oranında ödeme yapılacağını öğrenen Polatlı halkı Ankara’da önemli kazanımlar elde eden ve giderek kurumsallaşan Barınma Hakkı Büroları’na başvurdu. 20 Şubat günü Polatlı Halk Eğitim Merkezi’nde bir halk toplantısı gerçekleştiren yıkımın hedefindeki
Yenimahalle halkı neler yapabileceğini tartıştı. Barınma Hakkı Büroları temsilcisi ve avukatlarının katıldığı toplantıda büronun hazırladığı dilekçenin belediyeye iletilmesi oybirliği ile karara bağlandı. 21 Şubat günü belediye önünde toplanan 200’e yakın mahalleli projeye itirazlarını içeren dilekçelerini belediyeye uzun kuyruklar oluşturarak teslim ettiler. ‘NEOLİBERAL DÜZENDE KİMSENİN GÜVENCESİ YOK’ Konuyla ilgili konuştuğumuz Barınma Hakkı Bürosu temsilcisi Kutay Meriç, 5393 Sayılı Belediye Kanunu'nun 73'üncü maddesine, geçen yıl 'imarlı ve imarsız olması belediye
meclisinin yetkisindedir' ibaresinin eklenmesinin sonuçlarıyla karşılaştıklarını belirtti. 73. maddenin ilk defa Polatlı’da karşılarına çıktığını söyleyen Meriç, bu düzenleme ile belediyenin istediği yeri kentsel dönüşüm bölgesi ilan edip burada yaşayanları mülk sahibi oldukları halde uzaklaştırma hakkına kavuştuğunu söyledi. Bu uygulamanın burjuva hukukunda koruma altına alınan mülkiyet hakkını dahi gasp ettiğini, neoliberal kapitalizmde hiç kimsenin ve hiçbir hakkın güvencesinin olmadığını gözler önüne seren bir proje ile karşı karşıya olduklarını söyleyen Meriç, Polatlı’da projenin iptali için hem yasal hem de fiili mücadele sürecini başlattıklarını ifade etti.
AKP, yeşil Yenice’de yeşili katledecek! ERHAN ALTIPARMAK
C
umhuriyetin kurulmasından sonra yerleşim alanı olan, Karabük’e bağlı, 15 bin kişinin yaşadığı Yenice, doğasıyla dünyanın bile tanıdığı bir yöre haline geldi. Türkiye’de biyolojik çeşitlilik ve peyzaj değerleri açısından olağanüstü önem taşıyan 9 önemli orman alanından biri olan Yenice
GÖKÇEK HALKEVCİLERDEN BIKMIŞ Görüşme esnasında Gökçek’in “Bu Halkevleri’nden bıktım, her yerde karşıma çıkıyorlar. Dikmen’e ve Mamak’a proje çıkartıyoruz, direniyorlar. Seçim dönemi geliyor, sağda solda bizi kovalıyorlar. Ulaşıma zam yapıyoruz, yine tepki veriyorlar. Bıktım artık bunlardan” demesi ise yıllardan bu yana Ankara’da verilen mücadelenin Gökçek’i nasıl sıkıştırdığının bir göstergesi idi. 22 Şubat günü akşam saatlerinde Ege Mahallesi durağında buluşan mahalleli ve ulaşım hakkı görevlileri, gelen yeni otobüsleri alkışlarla ve “Ulaşım hakkımız söke söke alırız” sloganlarıyla karşıladı. Şarkılarla yapılan kutlamanın ardından Ulaşım Hakkı Meclisi adına Dilşat Aktaş bir açıklama yaptı. Aktaş, 50 gün boyunca soğuğa ve yıldırma politikalarına karşı direndiklerini ancak vazgeçmediklerini belirterek, bu başarının Mamak halkının başarısı olduğunu, halkın hakkına sahip çıktığında karşısında hiçbir gücün duramayacağını vurguladı. “Bu daha işin başı. Her hakkımızı birer birer alacağız” diyen Aktaş, bir ileri adımın işe gidiş-dönüş saatlerinde parasız ve nitelikli ulaşım olduğunu belirtti.
Ormanları, 1999 yılında “Sıcak Nokta” olarak belirlendi. Bu sıcak nokta alanları aynı zamanda, WWF tarafından Avrupa ölçeğinde korunması gereken 100 Sıcak Nokta arasında yer alıyor. 2010 Biyolojik Çeşitlilik Yılı kapsamında Karabük Valiliği ve Yenice Kaymakamlığı’nın desteğiyle, WWF-Türkiye’nin katkılarıyla Yenice Ormanlarının koruma
altına alınması için Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne bir öneride bulunuldu. Doğası dünyayı mest ederken AKP’nin HES politikaları Yenice’nin doğasının yok olmasına sebep olacak. DEVLET HES’LE TANIDI 1997 yılında yaşanan büyük sel felaketinde Yenice’de onlarca ev yıkıldı. Büyük sel felaketinin ardından Yenice’nin ne yolları yapıldı, ne de halkın gördüğü zarar karşılandı. Az oranda tarım yapılan Yenice’de halk geçimini Zonguldak’taki maden ocaklarında çalışarak, bir kısmı da orman işçiliği yaparak sağlıyor. Her iki iş alanında yüzlerce aile iş kazalarında yakınını kaybetmiş, bugün de ölümler yaşanıyor. Geçtiğimiz dönem CHP tarafından yönetilen Yenice için 2009 yerel seçimlerinde AKP büyük seçim yatırımları yaptı. AKP yapılan seçimleri yaklaşık 200 oy farkla
kazandı. Yine aynı dönemde Fethullah Gülen’e bağlı öğrenci yurdu yapıldı. Hala faal olan öğrenci yurdunun şu an 8 öğrencisi bulunuyor. Yenice halkı ise hem Gülen yurtlarına karşı, hem de AKP iktidarına karşı duruyor. Son olarak ilçede cemaate yakınlığı ile bilinen BİM mağazaları açılmak istendi, halk açılmaması için imza kampanyaları düzenledi; yine de BİM mağazaları açıldı. AKP’nin Yenice yatırımının altındaki sebep ise ortaya çıktı. Yenice halkının en büyük düşmanı HES! TOPLANTILAR BAŞLADI… AKP’li Zeki Çaylı’nın yeni belediye başkanı olması ile ilçede kaldırım taşları döşenmeye başlandı, sel felaketinde bozulan yollar yeniden yapılmaya başlandı. Belediyenin borçları AKP iktidarı tarafından temizlenmeye başlandı. Halkın gözünü boyamaya çalışan iktidar Yenice halkının karşısına
HES’le çıktı. İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından "Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Sürecine Halkın Katılımı ve Bilgilendirilmesi" toplantısı yapıldı. Belediye Düğün Salonu'ndaki toplantıda İncedere Çayı üzerine yapılması planlanan hidroelektrik santrali (HES) projesinin çevreye ve ilçeye vereceği artı ve eksiler müdürlük yetkilileri tarafından katılımcılara anlatıldı. Toplantıda, bir süre yetkilileri dinleyen katılımcılar, HES'i yapan özel firma yetkililerine tepki göstererek ayağa kalkıp sloganlar atarak HES'i istemediklerini bildirdiler. Tepkiler üzerine toplantı yarıda kalınca kızgın kalabalık slogan atarak salonu terk etti. Toplantıya, İlçe Kaymakamı Tarkan Keskin ve Belediye Başkanı Zeki Çaylı da katıldı. Yapılan HES toplantısı küçük ilçede hemen yankı buldu. Eski adıyla Yeşil Yenice olan Yenice’nin halkı HES konusunu
araştırmaya başladı. Halkın büyük çoğunluğu HES’in Yenice doğasını katledeceği inancıyla protestolara başladı. Son HES toplantısında Yeniceliler halka kapalı olan toplantıyı bastı. Polis Yenicelileri salondan zorla çıkardı. Yeniceliler baskılara boyun eğmeyerek mücadelelerine devam etmekte son derece kararlı olduklarını her defasında yetkililere protestolarla iletiyor. MADENCİ ANITI İSTİYORLAR Son yapılan bir protesto eyleminde Yenice halkı Belediye Başkanı Zeki Çaylı’ya, “burada HES istemiyoruz, madenci şehitlerimiz için madenci anıtı istiyoruz” diyerek mesaj gönderdiler. HES’in Şeker Kanyonu’na yapılması durumunda Yenice yeşilinden olacak, dünya Yenice’yi unutacak, doğa turizmi ise tamamen yok olacak. Yenice halkı tüm bunlara karşı oldukça tepkili görünüyor.
Hamdi Bey’in zammı E
dirne Belediye Meclisi, 8 Şubat tarihinden geçerli olmak üzere kent içi ulaşımda yeni bir sisteme geçti. Buna göre indirimli bilet 75 kuruştan 1 TL’ye, tam bilet 1 TL’den 1.25 TL’ye yükseldi. Ulaşımda kartlı sisteme geçildiğini de duyuran belediye, KentKart’ı olmayan indirimli bilet kullanıcılarının tam bilet ücreti vereceğini açıkladı. 7.5 TL'den ücretlendirilen KentKart'ı almak için ise ikametgah zorunluluğu getirildi. Edirne Öğrenci Kolektifleri bu yeni uygulamanın nedenleri arasında, belediyeye ihale sonunda 10 trilyon ödeyen ulaşım kooperatifinin masraflarının karşılanması, kart sisteminin yüklenici şirketiyle belediyenin rant paylaşımı ve son dönemde AKP ile yakınlaşmakta olan belediye başkanı Hamdi Sedefçi’nin oy taşıma politikası olduğunu düşünüyor. Üniversiteliler ‘Var mısın Yok musun?’ yarışmasına gönderme yaparak ‘Hamdi Bey’in teklifine yokuz’ dedi. Zamma ve uygulamalara itirazlarını eylemlerle dile getirdi. 21 Şubat’ta Saraçhane Caddesi’nde bir araya gelerek belediyeye doğru yürüyüşe geçen yaklaşık 1000 öğrenci belediye binası önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamanın ardından öğrenci temsilcileri belediye başkanı Hamdi Sedefçi ile görüştü. Görüşmede Sedefçi’nin zamları ve KentKart’ı savunması üzerine öğrenciler, geri adım atmayacaklarını belirterek ‘eylemlere devam’ dedi.
7
İNSANCA YAŞAM 25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Baz istasyona dur kararı Ç Okmeydanı’nda gündem yıkımlar Bir ulusal gazetenin ‹stanbul ekinde ç›kan haberde Okmeydan›’n›n koruma kurulu karar› ile sit alan› ilan edildi¤i yaz›ld›. Habere göe ‹stanbul 2 Numaral› Kültür ve Tabiat Varl›klar›n› Koruma Bölge Kurulu, 1976 y›l›nda tamam› tarihi sit alan› ilan edilen Okmeydan›’n›n Piyalepafla, Kaptanpafla, Fetihpafla ve Keçecipiri mahalleleri s›n›rlar› içindeki 14 bölge ve mezarl›k alan›nda, etraf› çevrili kontrollü girifli olan bir aç›k hava müzesi kurulmas›na karar verdi. Bunun üzerine aç›k hava müzesi kapsam›na al›nan mahallelerde y›k›m tart›fl›lmaya baflland›. Genifl kat›l›ml› bir halk toplant›s› yap›ld›. Okmeydan› Çevre Koruma Derne¤i’nin ça¤r›s›yla yap›lan toplant›ya yüzlerce kifli kat›ld›. Halk bu haberlere karfl› bir arada durmak gerekti¤inde uzlaflt›.
Toplant›ya kat›lan çevre mühendisi ve hukukçular Okmeydan›’nda ciddi bir rant oldu¤undan bahsedip y›k›mlar›n sit alan› olan bölgelerle s›n›rl› kalmayaca¤›n› vurgulad›lar. Sit alan› ilan edilen 14 bölgede oturan12000 kiflinin bu sorundan do¤rudan etkilenece¤i, ayn› zamanda ilk etapta geçifl yollar› ile bu say›n›n artaca¤›, de¤erlenen bölgeden emekçi halk›n zamanla tamamen tahliye edece¤inden bahsedildi. Bu sorunu takip etmek üzere bir komisyon kuruldu. Komisyon ilk toplant›s›n› 12 fiubat Pazar günü yapt›. Komisyon toplant›s›nda Okmeydan›’nda bir gazete ç›kar›lmas› ve sokak sokak komisyonlar›n oluflturulmas› kararlar› al›nd›. Bu çal›flman›n daha h›zl› ve organize olabilmesi için bir yürütmenin kurulmas›na karar verildi.
evre Mühendisleri Odası (ÇMO) ve Tüketici Hakları Derneği’nin (THD) 2010 başında açtığı dava sonucunda baz istasyonları yönetmeliğinin yürütmesi Danıştay tarafından durduruldu. Çevre ve halk sağlığı açısından ciddi tehditler barındıran ve denetimsizce her evin çatısına kondurulan baz istasyonlarının kurulumunu sağlayan Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulmasıyla bugüne kadar verilmiş olan sertifikalar geçersiz kılınmış oldu. Bu karar baz istasyonlarının güvenlik sertifikasının iptal edildiği anlamına geliyor. Yani baz istasyonlara itiraz edilip konunun yargıya taşınması durumunda baz istasyonların kuruluşuna dayanak olan hukuki bir zemin şimdilik ortadan kalktı. İPTAL GEREKÇESİ: SAĞLIKLI ÇEVREDE YAŞAMAK HAK Baz istasyonlarının kuruluş yerinin ve güvenliğinin denetlenmesine ilişkin düzenlemeler içeren yönetmelik 16 Mayıs 2009’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe gidi. ÇMO ve THD iki ayrı dava açarak söz konusu yönetmeliğin iptalini istedi. Danıştay 13. Dairesi davayı görüşerek kurumların
Neredeyse her mahallede bir direnişe vesile olan baz istasyonları hakında yargı önemli bir karara imza attı. Danıştay bu istasyonlarının güvenlik sertifikasını iptal etti kararını reddetti. Bu ‘ara’ karara itiraz eden iki kurum davayı bir üst kurum olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na taşıdı. Kurul itirazı haklı bularak yönetmeliğin yürütmesini durdurdu. Kurul yönetmeliği iptal kararının gerekçesinde “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı dikkate alınarak öncelikle baz istasyonlarının meskun mahalde kurulmasının gerekli olup olmadığının bilimsel çalışmalarla desteklenen bir Yönetmelikle düzenlenmesi gerektiği” görüşlerine yer verdi. HERKESİN İTİRAZ HAKKI VAR Danıştay’ın bu kararının ne anlama geldiğini Halkevleri
Hukuk Bürosu’ndan Av. K. Erkut Güzel’e sorduk. Güzel, yargıda baz istasyonlarına dönük itirazlar konusunda genelde halk sağlığı yararına olumlu kararlar alındığını belirtti. Danıştay kararının baz istasyonlarına itiraz edenlerin elini güçlendirecek bir yanı olduğunu söyledi. Güzel, baz istasyonlarına ilişkin düzenlemelerden sorumlu olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun resmi sitesinde baz istasyonun kaldırılması talebiyle başvuru yapmak yerine istasyon kurulumunun uygunluğunu denetletmek için başvurmaları gerektiğini anlatan bir açıklamaya yer verdiklerini aktardığımızda bu telkinin doğru olmadığını söyleyerek isteyen her
yurttaşın mahallesinde, sokağında bulunan baz istasyonuna itiraz edip mahkeme yoluna başvurabileceğini ifade etti. BİYOLOJİK ETKİSİ BELİRSİZ Baz istasyonları hakkında Halkın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Politeknik Yönetim Kurulu Başkanı, Elektronik ve Haberleşme Mühendisi Pınar Hocaoğlulları baz istasyonlarına ilişkin güvenlik prosedürünün Türkiye’de sorunlu olduğunu belirtti. Hocaoğulları baz istasyonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaların, elektrik alan oluşturduğunu, elektrik alanın ise ısı ve biyolojik
olmak üzere iki türlü etkisi bulunduğunu söyledi. Hocaoğulları baz istasyonlarının ısı etkisi ile ilgili uluslararası kuruluşların bir sınır değer belirlediğini, Türkiye'nin bu değeri aynen kabul ettiğini söyledi ve biyolojik etki ile ilgili eksikliği şu sözlerle aktardı: “Biyolojik etkisi ile ilgili herhangi bir standart söz konusu değil. Biyolojik etkisi-zararı var ama bu belirlenmiş bir standartla kesinleştirilmemiş durumda. Oysa dünyada birçok ülke (Çin, Rusya, Bulgaristan, İtalya, İşviçre...) yalnızca ısı etkisini baz almadı. Isı etkisi için belirlenen standart değerin çok daha altında bir değeri kabul etti çünkü biyolojik etkisi ile ilgili hala bir standart oluşturulmadığını ve önlem alınması gerektiğini savundular.” Danıştay tarafından verilen son kararı da değerlendiren Hocaoğulları “Baz istasyonlarıyla ilgili yönetmelikler yasaların önünde değil” dedi. Hocaoğulları belediyelerin baz istasyonlarının kurulumu ve kaldırılması ile ilgili yetkili olduğunu hatırlatarak “Yani halk yerel yönetimler ile temas kurabilir ve belediyeye baz istasyonlarını kaldırma talebini iletebilir. Türkiye’de bazı yerel yönetimlerin, imar planına uymadığı için baz istasyonlarını kaldırdığı örnekler de söz konusu” dedi.
Tek başına direniyor A
nkara Altındağ’da bulunan İsmetpaşa Mahallesi için tasarlanan Kentsel Dönüşüm Projesi'yle haklarının gasp edildiğini söyleyen Yaşar Yaradılmış Abdi İpekçi Parkı’na masa açarak barınma hakkına sahip çıkıyor. TEK KİŞİLİK EYLEM 14 Şubat’ta Ulus’ta bulunan Hacı Bayram Camii açılışı sırasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i “Bizim evlerimizi neden yıkıyorsunuz, başkalarına
veriyorsunuz” diyerek protesto eden Yaşar Yaradılmış, Abdi İpekçi Parkı’nda stant açarak rantsal dönüşüm projesinin engellenmesi için Ankara halkından imza desteği istiyor. 21 Şubat günü stant açmaya başlayan Yaradılmış, oğlu ve yeğeni ile her gün saat 13.00-15.00 saatleri arasında Abdi İpekçi Parkı’nda oluyor. Kendisinin 51 yaşında ve emekli olduğunu söyleyen Yaradılmış tek istediğinin çocuklarının geleceğine
sahip çıkmak olduğunu söyledi. Bir tek evi olduğunu belirten Yaradılmış “Ben evimi bırakarak dışarıda çıplak kalmam. Bize hakkımızı versinler, aksi takdirde Gökçek büyük bir direnişle karşılaşacak" dedi. BARINMA HAKKI BÜROLARINDAN ZİYARET Yaşar Yaradılmış’ın 14 Şubat’taki eylemi televizyonlardan gören Dikmen, Mamak ve Mehmet Akif Ersoy Mahallesi Barınma Hakkı Büroları temsilcileri
ile Kartaltepe Mahallesi temsilcileri de Yaradılmış’ı bu eyleminde yalnız bırakmadı. Barınma Hakkı Büroları adına konuşma yapan Kutay Meriç, barınma hakkı mücadelesi verenlerin yalnız olmadığını söyleyerek tüm Ankara halkını barınma hakkı ihlaline uğrayanlara destek vermeye çağırdı. Kentsel dönüşüm projesinin bir zulüm olduğunu ifade eden Meriç, barınma hakkı gaspına uğrayanları örgütlenmeye davet ederek Yaşar Yaradılmış’ın yalnız olmadığını söyledi.
Esenyurt halkı baz istemiyor
İ
stanbul Esenyurt Mehterçeşme Mahallesi halkı 19 Şubat’ta baz istasyonuna karşı eylemdeydi. Baz istasyonunun bulunduğu binanın önünde bir açılama yapan mahalleliler sağlıklarını tehdit ettiği için baz istasyonunun kaldırılmasını talep etti. Mahalle halkı açıklamada, istasyonun beş yıldır mahallede bulunduğu mahallelilerin ise bu durumu iki yıl önce öğrendiğini ifade etti. Baz istasyonunun kaldırılması için imza toplandığı ancak yetkililerin sorunla ilgilenmediği belirtildi.
Ziraat okulu için İBB’ye gittiler
K
üçükçekmece Yaşam ve Çevre Meclisi, Halkalı Ziraat Okulu’nun Sabahattin Zaim Üniversitesi’ne satılmasına karşı 14 Şubat’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne giderek, “Okulumuzdan, yeşil alanlarımızdan, yaşamımızdan elinizi çekin” dedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne taleplerini ve şikayetlerini iletmek üzere güvenlik görevlilerinin engellerini aşarak giren meclis temsilcileri CHP ve AKP Grup Başkanı ile görüşerek itirazlarını dile getirdi.
Saman alt›ndan su yürüten çevresi genifl çevreciler idroelektrik santrali (HES) projeleri, derelerimizin üzerine kabus gibi çökerken, sularını vermeye razı olmayanların itirazları, yerel direnişler halinde vadilerde yankılanmaya devam ediyor. Suyu ve yaşamı savunanların dere boylarında yaktıkları direniş ateşinin ışığında, HES projelerinin elektrik üretiminden öte bir niyetin; suya sahip olma ve doğayı talan girişiminin bahanesi olduğu da, “su götürmez” bir gerçek olarak açığa çıkmış durumda. Öyle yalın bir gerçek ki bu; sermaye sahiplerinin, amaca ulaşmak için kullandıkları düzenbazlıkların ve ahlaksızlıkların her yenisi, bu gerçeği her gün bir kez daha kanıtlama işlevi görüyor. Çünkü, bütün bu hileler, HES'leri talihkuşu türünden yatırım olarak gören insanların dahi “bu işte bir iş var” diyebilmelerine yardımcı oluyor. Halihazırda, ülke çapındaki HES projelerinin bir kısmı tamamlanmış ve üretime geçmiş, bir kısmı inşaat aşamasında olsa da; bunlar yapılması düşünülen HES'lerin çok küçük bir kısmını ifade ediyor. Yani henüz yolun başında olan ve büyük bir iştahla avuçlarını ovuşturan şirketlerin, muratlarına ermeleri için çok yol kat etmeleri gerekiyor.
H
Konuk Yazar TAYLAN KAYA TRABZONHALKEV‹/DERELER‹N KARDE L‹⁄‹PLATFORMU YÜRÜTMEKURULUÜYES‹
Bu büyük yağma harekatı sırasında kaybettikleri her saniyeye canları fena halde sıkılan “HESçiler”, yana yakıla kendilerine yol arkadaşı arıyorlar. Yoksul, çaresiz insanlar... Kendisini pazarlayan muhtarlar... Şirket temsilcisi gibi çalışan resmi görevliler... Ağır abiler... Yetmiyor! Kardeşleşen derelerin direnişi, HES yapmak için hiçbir masraftan kaçmayan su hırsızı sermaye sahiplerinin ve suç ortaklarının hesaplarını alt üst ediyor! Işte tam burada sermayenin imdadına “Çevreciler” yetişiyor. Hem de ne çevreciler! Bahsettiğimiz, öyle bastonlu nineleri arkalarına alarak suyuna ve yaşamına sahip çıkan AKP’lilerin tabiriyle “bir avuç çapulcu” değil. Büyük holdinglerden, uluslarası fonlardan, doğayı katleden ama doğasever olmayı da ihmal etmeyen “doğan görünümlü şahin” patronlardan destek alan; “çevresi geniş çevrecilerden” bahsediyoruz. Sermayenin saldırısının olduğu yaşamın diğer pek çok alanında olduğu gibi, suyun ticarileştirilmesi sürecinde de sermaye sahipleri kendi muhalefetini yaratıyor. Elbette bunu su ve yaşam hakkı mücadelesine destek vermek için yapmıyorlar. Aksine direnişin gücü, sermaye sahipleri için
bu yöntemleri zorunlu kılıyor. Destekçilerinin yardım çağrılarına koşan “çevresi geniş çevreciler”, soluğu direnişin yükseldiği vadilerde alıyorlar. Profesyonel sinevizyon sunumları, etkileyici cümleler ve hayırsever(!) şirketlerden alınan dizüstü bilgisayarlar eşliğinde yapılan toplantılar, köylerinde, kasabalarında mütevazi yaşamlarını sürdüren insanlarımız için bir hipnoz seansına dönüşebiliyor. Çünkü bu “çevresi geniş çevreciler”, mesela “HES'lere karşıyız tamamiyle” gibi onlarca cümle söylerken, “yeniden ve düzgün bir planlama yapılıncaya kadar” gibi zehirli cümleleri araya yerleştiriveriyorlar. Çay molalarını bakanlarla gizli odalarda yapan bu arkadaşlar, nabza göre şerbet verme konusunda oldukça başarılılar. Kafaların karışık olduğu yerlerde “bir iki HES yapılabilir” demekte bir sakınca görmeyen “çevresi geniş çevreciler”, yerellerde yükselen direnişlerin HES karşıtı mücadelenin çıtasını su ve yaşam hakkı mücadelesi olarak tanımlayarak,“bu vadide satılık su yok” noktasına çekmesi neticesinde, söylemlerine yeniden ayar vermek konusunda hiç zorlanmadılar. Deşifre olmamak için bütün söylemlerini, direnişin asıl özneleri olan su ve yaşam
hakkı savunucularının söylemleriyle aynılaştıran “çevresi geniş çevreciler”, şimdi başka bir atakla, HES karşıtı direnişin gerçek öznelerini doğrudan hedef alıyorlar. Daha şimdiden, “bu platformları siyasi gruplar yönlendiriyor” gibi ülkemizde sıkça kullanılan bir marjinalleştirme argümanını kullanmaya başladılar bile. Önümüzdeki süreçte yapılacak daha başka saldırı biçimlerini ise hep birlikte göreceğiz. Bütün bu saldırılar bizlere, su ve yaşam hakkı mücadelesinin öznelerinin, saman altından su yürütmeye çalışanların maskesini düşürmeye yönelik çalışmalar yapmasının zorunluluğunu gösteriyor. Aksi halde “çevresi geniş çevrecilerin” yalan ve çarpıtmalarıyla boğuşmak durumunda kalacağız. Çevresi geniş çevreciler kim mi? Şöyle anlatayım: Öğretmen, bir kabahat işleyen öğrenciye seslenir: Oğlum sen! Alakası olmayan öğrenci: Ben mi hocam? -Sen değil yanındaki -Ben mi hocam? -Oğlum sen değil senin arkandaki... Kabahatin sahibi öğrenci ise en son başını kaldırır: Ben mi hocam? Sen tabi köftehor!..
Hopa’da HES eylemine soruşturma
H
opa’da 20 Aralık’ta kitlesel bir eylemle HES projesinin ÇED toplantısını durduran HES karşıtlarına soruşturma açıldı. Halkevi yöneticisi ve Derelerin Kardeşliği Platformu yürütme kurulu üyesi Kamil Ustabaş ve Taylan Kaya, Hopa Dereleri Koruma Platformu’ndan Cemil Aksu, Eğitim Sen Hopa temsilcisi Osman Lokumcu hakkında 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet suçlamasıyla savcılık soruşturması başlatıldı.
8
EMEK 25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Adana’da gece direnişle ısındı A
dana Numune Hastanesi’nde taşeron sağlık işçilerinin işlerine geri dönmek için başlattıkları direniş 4 Ocak’tan bu yana sürüyor. Taşeron sağlık işçileri, direnişlerinin 50’nci gününde Türkiye’nin dört bir yanından gelen emek ziyaretçilerini direniş çadırında ağırladı. Taşeron sağlık işçilerinin ‘Battaniyeni, tabureni kap gel’ çağrısına kulak veren emekçiler, direnişçi işçilerle birlikte sabahladı. “Direnişiniz, direnişimizdir” dedi. Soğuğa ve yağmura rağmen direniş çadırında ne halaylar durdu ne de türküler sustu. 19 Şubat gecesi, Adana Numune Hastanesi’nin bahçesi direniş alanına döndü. Direniş çadırına gelen Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu bir konuşma yaptı. İstanbul’daki taşeron sağlık işçilerinin mesajını okuyan Çerkezoğlu, direniş başladığında hastane yönetiminin ‘3-5 gün bağırıp dönerler’ dediği işçilerin 50 gündür direndiklerini söyledi. Güvencesizliğe başkaldıran Numune Hastanesi işçilerini selamlayan Çerkezoğlu, “Zafer direnen emekçinin olacak” diyerek konuşmasını sonlandırdı. ADANA’NIN TEKELİ Adana’daki direniş çadırı, görüntüsü itibariyle Tekel direnişini hatırlatıyor. Ankara’dakiyle aynı malzemeden yapılan çadırın içinden de aynı talep yükseliyor: Güvenceli iş. Direniş çadırı aynı Ankara’daki gibi Adana’da da toplumsal muhalefetin referans noktası olmuş. Direniş çadırının kurulduğu 16 Ocak’tan bu yana
fi
boş kalmadı. Direnişçi işçiler, 4 Ocak’tan bu yana öğle yemekleri konusunda hiç sıkıntı çekmedi. Direnişin ilk günlerinden beri hasta ve hasta yakınlarının yanı sıra Adana’nın emek ve demokrasi güçleri işçilerin yiyecek ihtiyacını karşıladı. Dev Sağlık-İş Çukurova Şube Başkanı Mustafa Hotlar, direnişteki işçilerin morallerinin çok yüksek olduğunu ve işe geri dönene kadar mücadele edeceklerini söyledi. Hotlar, 20 Ocak günü valiliğe gerçekleştirdikleri yürüyüş sonrasında Adana Valiliği bünyesinde taşeron şirketin işçilere zorla imzalattığı belgelerle ilgili bir komisyon oluşturulduğunu belirtti. Direniş hakkında bilgi veren Hotlar, otomasyon ve güvenlik ve yemekhane bölümünden toplam 107 işçinin işten çıkarıldığını; ancak direnişe katılan işçilerin ağırlıklı olarak otomasyon bölümünde olduğunu söyledi. Hotlar, direnişin başlamasıyla taşeron şirketin temizlik bölümündeki işçileri işten çıkaramadığını ifade etti.
ubat’ın 19’unun karanlığı kırmızı önlükleriyle aydınlanırken devrimci taşeron sağlık işçisinin… Zemheri ayında onların yüreklerini ısıtan direnişin ateşiydi
Adana’daki eylemler ya Numune Hastanesi önünde başlıyor ya da kentin herhangi bir yerinde başlayan bir eylem Numune Hastanesi bahçesinde sonlanıyor. Toplumsal muhalefetin uğrak yeri ve taşeron sağlık işçilerinin evi olan direniş çadırı, 6 Şubat günü bir nişana da ev sahipliği yaptı. Direnişteki işçilerden Pınar Fırat, direniş sebebiyle ertelemeyi düşündüğü nişanını, Halil Saygı’yla birlikte
aldıkları ortak kararla direniş çadırında gerçekleştirdi. Sağlık sorunları sebebiyle evinden neredeyse çıkamayan Pınar’ın babası da, taşeron sağlık işçilerinin çağrısıyla direnişe gelip işçilerle birlikte sabahlayanlar arasındaydı. DİRENİŞ NASIL BAŞLADI? 2011’in başında Adana Numune Hastanesi’nde Keynet adlı taşeron şirket yetkilileri şirket bünyesinde çalışan güven-
lik, otomasyon ve yemekhane işçilerine ‘Geçmişe dönük tüm haklarımdan vazgeçiyorum’ yazılı belgeleri imzalatmaya çalıştı. Belge, taşeron sağlık işçilerine adeta ‘Siz yoksunuz, çalışmadınız, siz emek harcamadınız, sizin geçmişiniz, geleceğiniz yok, olamaz’ diyordu. Durumu Dev Sağlık-İş’e bildiren işçilerin büyük kısmı, ibraname yani ‘aklama’ anlamına gelen belgeleri
‘taşeron sisteminin aklanacak bir tarafı yok’ diyerek imzalamadı. Belgelerin imzalanmamasının ardından hizmet ihalesini Ortaş isimli bir taşeron şirket kazandı ve belgeyi imzalasın imzalamasın hiçbir işçiyi işe almadı. İşçiler, 4 Ocak günü hastane bahçesinde direnişe geçti ve 16 Ocak günü Adana muhalefetinin desteğiyle çadırlarını kurdu. Direniş çadırları kurulduktan sonra hiç
SAMSUN’A BİN SELAM Adana’daki direniş 50’nci günündeyken Samsun’daki taşeron sağlık işçilerinin direnişi de 26’ncı günündeydi. Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde, Dev Sağlık-İş üyesi oldukları için işten çıkarılan 2 işçinin 26 Ocak günü işlerine geri dönmek için hastane bahçesinde başlattıkları direniş polisin ve hastane yöneticilerinin baskısına rağmen Samsun muhalefetinin desteğiyle sürüyor.
Kadıköy’den direnişe selam 19 fiubat günü, ‹stanbul Kad›köy’de bir araya gelen Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri, Adana Numune Hastanesi ve Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde ifllerine geri dönmek için direnen iflçilere destek eylemi yapt›. “Taflerona bafl kald›r›yoruz! Güvencesizli¤e karfl› tek ses, tek yürek! Adana ve Samsun direnifllerini selaml›yoruz” yaz›l› pankart açan iflçiler, Kad›köy’deki Bo¤a Heykeli’nden ‹skele Meydan›’na yürüdü. 200’den fazla kiflinin kat›ld›¤› yürüyüflte s›k s›k “Adana ve Samsun iflçisi yaln›z de¤ildir”, “Tafleron iflçiyiz, örgütlüyüz güçlüyüz”, “Yaflas›n s›n›f dayan›flmas›” sloganlar› at›ld›. Yürüyüfle,
maafllar›n› alamad›klar› için direnifle geçen Limter-‹fl üyesi Tepe Denizcilik iflçileri de kendi pankartlar›yla kat›ld›. D‹SK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, Bank-Sen Genel Baflkan› Önder Atay, Enerji-Sen Genel Baflkan› Kamil Kartal, Sine-Sen Genel Baflkan› Zafer Ayden, Devrimci Yap›-‹fl Genel Baflkan› Dursun Aç›kbafl da eylemde yer ald›. ‹skele Meydan›’na gelen iflçiler burada yapt›klar› bir bas›n aç›klamas›yla Adana ve Samsun’daki direniflleri selamlad›. ‹flçiler, “Okmeydan› ve Kofluyolu’nda nas›l kazand›ysak, Adana ve Samsun’da da biz kazanaca¤›z” dedi. Bas›n aç›klamas›n›n ard›ndan bir konuflma
yapan Arzu Çerkezo¤lu, AKP’nin referandum öncesindeki ‘demokrasi’ söylemini hat›rlatt›. Çerkezo¤lu, AKP’nin bir iflçinin iki sendikaya üye olabilmesini demokratl›k olarak sundu¤unu ancak tafleron sa¤l›k iflçilerinin haklar›n› arad›klar› için iflten ç›kar›ld›¤›n› söyledi. Çerkezo¤lu’nun konuflmas›n›n ard›ndan D‹SK Genel Sekreteri Tayfun Görgün söz ald›. Görgün, tafleronlaflt›rma uygulamalar›n›n ifl kazalar›n› art›rd›¤›n› belirterek kazalar›n cinayete dönüfltü¤ünü söyledi. Görgün’ün ard›ndan Tepe Denizcilik iflçileri birer konuflma yapt›. Eylem halaylarla son buldu.
Hayde mitinge İşçiler ölüyor bakan susuyor T
ürk Tabipleri Birliği (TTB), AKP’nin sağlık politikalarına karşı Tıp Haftası’nın başlangıcı olan 13 Mart’ta Ankara’da bir miting yapacak. TTB, mitingin amacını şu şekilde duyurdu: Yıllarca süren eğitimimizin, geceli gündüzlü çalışmamızın karşılığını almak için; anayasal haklarımızın elimizden alınmaması için; hekime yönelik baskı ve şiddete karşı koymak için; halkımıza, gelecek kuşaklara karşı sorumlu olduğumuz için; meslek onurumuzu herşeyden üstün tuttuğumuz için; performans sistemine karşı çıkmak için doktorlar, Ankara mitinginden önce, 27 Şubat’ta sağlıkta yaşanan
yıkıma karşı durmak, bölgesel eşitsizliklere dikkat çekmek ve anadilde sağlık hakkına sahip çıkmak için Diyarbakır’da bir miting düzenleyecek. Yavuz Turgul’un yönetmenliğini yaptığı Av Mevsimi filminde Kazım Koyuncu’nun ‘hayde’ türküsünün söylendiği bölümü doktorların canlandırdığı görüntülerle kamuoyunun dikkatini çeken mitinge, diş hekimleri ve eczacılar da katılacak. Doktorlar mitinge “Çok ses, tek yürek” sloganıyla hazırlanıyor. Mitingin hazırlıkları kapsamında Türkiye’nin birçok yerinden doktor, Nejat Yavaşoğulları’nın ‘Sözlerimi geri alamam’ adlı parçasını söyleyecek ve bu seslerin hepsi birleştirilerek bir film oluşturulacak.
Sosyal-İş taşerona karşı Türk Patent Enstitüsü çal›flanlar› 15 fiubat günü eylem yapt›. Enstitünün mart ay›nda tafleron flirket ihalesi yapmayaca¤›n› duyurmas›n›n ard›ndan 110 iflçi 9 Mart’ta iflsiz kalacak. Sosyal-‹fl’le birlikte eylem yapan iflçiler, enstitünün as›l iflçisi olduklar›n› dile getirdi. “Al›nterime patent istemez” diyen iflçiler, yak›n zamanda yap›lmas› düflünülen 115 sözleflmeli personel al›m›n›n durdurulmas›n› istedi. Toplu ifl sözleflmesinden do¤an haklar› ödenmeyen, yeni toplu ifl sözleflmesi yapmalar› da iflverenin açt›¤› dava nedeniyle engellenen Sosyal-‹fl üyesi Çankaya Belde A.fi. iflçileri ise maruz kald›klar› bask› ve u¤rad›klar› hak gasplar›n›a iliflkin bir mektubu CHP Genel Baflkan› Kemal K›l›çdaro¤lu'na gönderdi.
Türk Metal Meksika için eylemde
U
luslararası Sendika Federasyonları IMF, ICEM, ITF ve UNI’nin çağrısıyla 14-19 Şubat tarihlerindeki Meksika Eylem Haftası’nda Türk İş’e bağlı sendikalar 18 Şubat’ta eylem yaptı. Şimdiye kadar işkolundaki işçilerin hak mücadelelerini görmezden gelen, hatta bu mücadeleler karşısında işverenin yanında yer alan Türk Metal’in eyleme katılması dikkat çekti. Türk Metal, diğer sendikalarla birlikte Meksikalı işçilerin taleplerini Meksika Konsolosluğu’na iletti.
Deri-İş: DESA’yı boykot et!
D
eri-İş, 15 Şubat’ta sendikal özgürlüklere engel olan DESA’yı boykot etmeye çağırdı. DESA, daha önce Emine Arslan’ın direnişiyle gündeme gelmişti. Deri-İş ile DESA arasında 2009’da imzalanan protokole rağmen DESA, 29 Ocak’ta Sefaköy ve Düzce’de Deri-İş üyesi 11 işçiyi ve bir işçinin 3 akrabasını işten çıkardı. Sefaköy’de işten çıkarılan 9 işçinin ve Düzce’de işten çıkarılan 2 işçinin DESA fabrikaları önündeki direnişi sürüyor.
Şubat ayındaki 6 kazada 27 işçi öldü, 60 işçi yaralandı, 9 işçi hala göçük altında; ilgili bakanlar susarak kazalardaki sorumluluklarından kaçmaya çalışıyor
M
araş’ın Afşin İlçesi’ndeki Çöllolar kömür sahasında 6 Şubat ve 10 Şubat tarihlerinde iki göçük meydana geldi. İlk göçükte 1 işçi yaşamını yitirdi. İkinci göçükte toprak altında kalan 10 işçiden birinin cesedine ulaşıldı, diğer işçileri arama ve kurtarma çalışmaları sürüyor. Göçük sonrası açıklama yapan Dev Maden-Sen, 1200 işçinin düşük ücretle 3 vardiya halinde çalıştığı maden işletmesinde Park Tenik, Askar Madencilik ve Toprakoğlu Madencilik adlı taşeron şirketlerin faaliyette olduğunu belirterek işletmelerin detaylı bir şekilde araştırılmasını istedi. İşletme sahiplerinin yargı önüne çıkarılmasını isteyen Dev Maden-Sen, kazaları iş cinayeti olarak değerlendirdi ve taşeronlaştırmanın kazalardaki payının büyüklüğüne işaret etti. Kazaların ardından 16 Şubat günü Maden Mühendisleri Odası bir açıklama yayımlayarak, özelleştirme ve taşeronlaştırma sonucunda madenlerdeki iş kazalarının arttığına işaret etti ve iş cinayetlerinin sorumlularının hesap vermesi gerektiğini söyledi. Halkın Sesi’ne konuşan Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Torun, bölgenin sektörlere göre parçalanmasının iki kazaya da davetiye çıkardığını ifade etti. Torun yeraltı suyunun planlanması gibi havzanın bütününü ilgilendiren bir unsurun, parçalı planlama sebebiyle tam olarak yapılamadığını söyledi. Torun ayrıca bölgede kurulan ikinci termik santralin plansızlık yüzünden
kömür yatağının üzerine inşa edildiğini de sözlerine ekledi. Çöllolar’daki göçükte işçileri kurtarma çalışmaları sürerken 3 Şubat günü OSTİM’de meydana gelen ve 20 işçinin ölümüne, 52 işçinin de yaralanmasına sebep olan patlamalarla ilgili işyeri sahipleri 16 Şubat günü tutuklandı. İşyeri sahipleri oksijen tüplerini üreten firmayı suçlarken aynı gün bir rapor yayımlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü, patlamanın LPG’den kaynaklandığını belirtti. İtfaiyenin raporu işyeri sahibini
suçlar nitelikteyken işyeri sahibi tüpleri aldığı firmayı suçluyor. Denetim yapması gereken sorumlu bakanlar susuyor ya da suçu işçilerin üzerine atıyor. OSTİM’den sorumlu bakanlık Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, baş sağlığı dilemekten başka bir şey yapmadı. Oksijen tüpü satan firmayı denetleme sorumluluğu olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bankanı Ömer Dinçer işçileri suçladı: “Biz yapısal ve teknolojik tedbirleri alsak bile, eğer insanlar kendi hayatlarını önemsemiyorlarsa bu çok büyük bir zafiyettir.”
Postacıdan 16 saat isyanı
P
OST‹M ve Afflin’deki kazalar›n yan› s›ra 17 fiubat günü Batman'›n Kozluk ‹lçesi'nde Türkiye Petrolleri Anonim Ortakl›¤›'na (TPAO) ait fielmo Petrol Sahas›'ndaki do¤algaz dolum tesisinde
gaz s›k›flmas› sonucu meydana gelen patlamada 3 iflçi yaflam›n› yitirdi. 5 fiubat günü Antalya’daki Petrol Ofisi’ne ait dolum tesisinde meydana gelen patlamada iki iflçi hayat›n› kaybetmiflti.
osta emekçileri, PTT Genel Müdürlüğü’nün yeniden düzenlediği cihet kodlaması uygulamasına ve esnek çalışma koşullarına karşı 15 Şubat günü Ankara’daki PTT Genel Müdürlüğü önünde bir eylem yaptı. PTT’nin cihet kodlamalarına ilişkin genelgeyi iptal etmesini ve iklim, sosyal yapı, coğrafya gibi koşullara göre yeniden düzenlenmesini talep eden postacılar günde 15-16 saat kadar çalıştıklarını ve işlerin aksadığını belirttiler.
9
EMEK 25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
‘Toplumun vicdan›’ eylemde
Bir dayan›flma zaferi: Nemtrans
N
emtrans işçilerinin 27 Aralık’ta işlerine geri dönmek için başlattıkları direniş 11 Şubat günü zaferle sonuçlandı. İşe geri dönen 45 işçi, bakanlığın yetki başvurusunu kabul etmesinin ardından toplu iş sözleşmesi imzalamayı amaçladıklarını söylüyor. Nakliyat-İş üyesi olduğu için işten çıkarılan 45 işçi, işten çıkarıldıktan sonra Bursa’nın Gemlik İlçesi’ndeki işyeri önünde direnişe geçmişti. İşçiler, 17 Ocak günü
T
direnişlerinin hedefini, firmanın asıl işvereni olan İş Bankası’na yöneltti ve İstanbul’daki İş Bankası Kuleleri önünde direniş çadırı açtı. Gece gündüz süren direniş, pek çok sanatçı, aydın ve işçinin yanı sıra demokratik kitle örgütleri ve taraftar grupları tarafından da ziyaret edildi. Nakliyat-İş yetkilileri, direnişin kazanılmasında İş Bankası bünyesindeki Şişe Cam işçilerinin 22 Ocak günü gerçekleştirdiği ziyaretin önemli olduğunu söyledi.
oplumun vicdanı olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda (SHÇEK) çalışanlar taşeronlaştırmaya karşı her cumartesi Taksim Gezi Parkı’nda oturma eylemi yapıyor. Kıdem tazminatları, yıllık izinler gibi temel hakları gasp edilen işçiler eylemlerine SHÇEK çalışanı Aysel Polat’ın hamile olduğu için 20 Ocak günü işten çıkarılmasının ardından 29 Ocak’ta başladılar.
Sermayedara Libya şoku L
ibya’daki isyan Türkiye ekonomisini de etkileyecek. Türkiyeli sermayedarların milyar dolarlık yatırımları tehlike altında; Libya’da çalışan 26 bin Türkiyeli işsizlikle karşı karşıya. 2009 yılı verilerine göre Libya’da 115 Türkiyeli firma bulunuyor. Türkiyeli firmaların Libya’da toplam 26 milyar dolarlık yatırımı bulunuyor ve bu yatırımların büyük kısmı inşaat sektörüne ait. Türkiyeli müteahhitlerin yurt dışında proje ve yatırım yaptıkları ilk ülke olan Libya’ya yatırımlar 1972 yılında başladı. Aradan geçen 39 yıl içinde Rusya, Libya’yı geride bıraksa da Libya, 1994, 2001 ve 2008 krizlerinde Türkiyeli sermayedarlar için can simidi oldu. Kriz dönemlerinde yurtiçi yatırım alanları daralan sermayedarların Libya’daki yatırımları artış gösterdi. Libya’daki isyanın uzun süre devam etmesi Türkiyeli sermayedarları milyarca dolar zarara sokacak. İŞSİZLİĞİN EMİCİSİ LİBYA Libya, yatırımcılara sağladığı olanakların yanı sıra Türkiye’deki kalifye işsizliğin emilmesi açısından da büyük önem arz ediyor. 2007 krizi sonrasında Avrupa’da işsiz kalan Türkiyeli işçi ve mühendislerin ilk tercihi olan Libya, Türkiye’nin yurt dışına gönderdiği işçi sayısının en fazla olduğu ülkeler arasında. Büyük çoğunluğu piyasada ‘kalifiye işçi’ olarak tanımlanan mühendis ve teknik işlerde uzman işçiler olan Libya’daki Türkiyeliler Libya’daki olaylar sonucu işsiz kalacak. Tunus ve Mısır’daki isyandan kaçan yabancı işçi ve mühendisler de ağırlıklı olarak komşuları olan Libya’ya gelmişlerdi.
mühendisin uzun süre şantiyelerin prefabrik odalarında hayatlarını geçirdiğini ifade etti. Afrika’nın en büyük petrol rezervlerine sahip olan Libya’nın ekonomisi tamamen petrol ve türevlerine dayalı. Yüksek petrol gelirleri ekonomik sürekliliği sağlamak için yol, hastane, altyapı hizmetleri gibi kamu yatırımlarının fazla olmasını sağlıyor. Bu yatırımlar ‘kalifiye işgücü’ gerektiriyor.
Libya’daki isyan Türkiyeli sermayedarların milyar dolarlık yatırımlarını tehlikeye atarken 26 bin Türkiyeli işçi işsiz kalacak
KALİFİYE İŞÇİLERİN LİBYA TERCİHİ Resmi bilgilere göre Libya’da 26 bin Türkiyeli yaşıyor ve bunların büyük kısmı ‘kalifiye işçi’. Türkiye’de uzun süre işsiz kalan birçok mühendis iş bulmak için Libya’ya gidiyor. Halkın Sesi’ne konuşan Politeknik Yönetim Kurulu Başkanı Pınar Hocaoğulları birçok mühendisin Libya’da olduğunu belirtti. Hocaoğulları, mühendislerin çoğunun İstanbul’da hayatını sürdüre-
cek düzeyde maaş alamadıklarını söyledi. Libya’ya gidenlerin ağırlıklı olarak para biriktirip sonra Türkiye’ye dönüp tekrar iş aradığını belirten Hocaoğulları, iki arkadaşının 1 buçuk sene iş aradıktan sonra Libya’ya gittiğini, Libya’dan döndükten sonra bir sene kadar iş aradıktan sonra tekrar Libya’ya gittiğini söyledi. Libya’da çalışan mühendislerin sosyal bir yaşantısı olmadığını söyleyen Hocaoğulları, çok sayıda
‘YA HALK YOKSULLUĞA KARŞI ÇIKARSA’ KORKUSU Libya’daki isyanın yanı sıra Mısır’daki kaos da Türkiyeli sermayedarları endişelendiriyor. Mısır’daki endişenin ana çerçevesini Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türk-Mısır İş Konseyi Başkanı Zuhal Mansfield özetliyor: “Kalabalık, genç ve dinamik nüfus yapısına sahip Mısır bu yönüyle Türkiye’ye çok benziyor. Ancak bu ülkenin ciddi sorunları var. Gençler yoksulluğa karşı organize oluyorlar. Bunun düzelmesi gerekiyor.” Mısır halkının yoksulluğa karşı mücadelesinin yanı sıra ülkedeki belirsizlik de Türkiyeli sermayedarları sıkıntıya sokuyor. Özellikle tekstil sektöründe faaliyet gösteren birçok Türkiyeli sermayedar 2008 krizinde işçi maliyetinin ucuz olduğu Mısır’a yönelmişti. Hüsnü Mübarek’in halk isyanı sonucu iktidarı terk etmesinin ardından oluşan belirsizlik, Türkiyeli sermayedarların ülkelerine dönmesine neden oldu. 2010 yılı itibariyle Mısır’da 250 Türkiyeli şirket faaliyet gösteriyordu ve bu şirketlerin toplam yatırımları 2 milyar dolar civarındaydı.
İşsizlik oranı yüzde 21 D
İSK-Araştırma Enstitüsü (DİSK-Ar), Kasım 2010 dönemindeki işsizlik oranını yüzde 17,36 olarak saptadı. DİSK-Ar’ın araştırmasına göre resmi işsiz sayısı 2 milyon 811 bin kişi. 1 saat bile çalışsa işsiz sayılmayan, yetersiz ve eksik zamanlı istihdam edilen gizli işsizler ilave edildiğinde bu oranın yüzde 21 düzeylerine ulaştığını ifade eden DİSK-
AR, işsiz sayısının da umutsuz işsizlerle birlikte 4 milyon 802 bin, gizli işsizlerle 5 milyon 804 bin düzeyine ulaştığını duyurdu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun hazırladığı hane halkı işsizlik araştırmasının, 1 saat bile çalışsa işsiz sayılmayan kişiler dahil edilmeden yapıldığını belirten DİSK-Ar, işsizlik konusunda AKP’nin çizdiği
pembe tablonun gerçekle bağdaşmadığını belirtti. Kriz öncesi dönem ile kriz dönemi arasında tarım alanında yaşanan istihdam yoğunlaşmasına dikkat çekilen raporda, son 3 yıllık dönemde tarımın istihdam içindeki payının yüzde 22'den yüzde 25'e yükseldiği, istihdam edilenlerin yarısından çoğunun kadın olduğu ve bunların 4'te 3'ünün ücretsiz
aile işçisi olarak istihdama katılmış sayıldığı tespit edildi. Raporun sonuç bölümünde, iş bulanların güvencesiz, esnek ve kuralsız kötü çalışma koşullarına razı hale geldiklerine işaret edilirken özelleştirmenin, sendikasız-laştırmanın ve taşeron-laştırmanın; işçinin güvenliği ile işyerlerinin denetimini olanaksızlaştırdığına değinildi.
21 y›l aradan sonra metal iflçisi grev ilan etti Metal grup toplu ifl sözleflmesi sürecinde anlaflmazl›k ç›kmas› üzerine Birleflik Metal-‹fl grev karar› ald›. 33 iflyerinde 15 bin iflçiyi kapsayan grev, 100 binin üzerinde metal iflçisini ilgilendiriyor. Metal iflçilerinin 10 fiubat’ta ilan etti¤i grevin kararlar› Birleflik Metal-‹fl’in (BM‹S) örgütlü oldu¤u 33 iflyerinde kitlesel eylemlerle as›ld›. Grev kararlar›n›n as›lmas›n›, BM‹S, 16 fiubat günü ‹stanbul CVK otelde bir bas›n toplant›s› düzenleyerek duyurdu. Bas›n
toplant›s›na D‹SK Genel Baflkan› Süleyman Çelebi, D‹SK’e üye sendikalar›n genel baflkanlar› ve KESK Genel Baflkan› Döndü Taka Ç›nar kat›ld›. Toplant›da konuflan BM‹S Genel Baflkan› Adnan Serdaro¤lu grevin sebeplerini aç›klad›. Serdaro¤lu ilk olarak, Türk Metal’in MESS’le anlaflt›¤›n›, iflçinin saatlik ücretine öngördü¤ü 20 ile 40 kuruflluk zamm›n yetersiz oldu¤unu söyledi. Her iflyerinde farkl› zam uygulamas›n›n grup toplu ifl sözleflmesinin
mant›¤›n› ortadan kald›rd›¤›na de¤inen Serdaro¤lu, grev karar››n bir sebebininde MESS ile Türk Metal aras›nda imzalanan sözleflmenin k›dem tazminat› ile ilgili maddedeki belirsizlik oldu¤unu aç›klad›. Türk Metal’in imzalad›¤› sözleflmede k›dem tazminat›n›n hükümet taraf›ndan belirlenece¤i yaz›yor. Bu durum, hükümetin k›dem tazminat›n› kald›rmas› ya da düflürmesi gibi bir uygulamaya yasal zemin haz›rl›yor. BM‹S, bu noktada k›dem tazminat›n›n net bir flekilde tan›mlanmas› gerekti¤ini söylüyor. Serdaro¤lu, iflverenin lokavt tehdidiyle iflkolundaki kamu emekçilerini grev oylamas›na zorlad›¤›n› söyledi ve metal iflçilerinin iflverenin kurdu¤u grev oylamas› sand›¤›na gitmeyece¤ini belirtti. Grev henüz daha söylenti halindeyken Eskiflehir’deki Renta fabrikas›nda iflveren Bursa, ‹stanbul ve ‹zmir’de çal›flan sat›fl elemanlar› dahi Renta’da çal›fl›yormufl gibi göstererek grev oylamas› yapt›. Metal iflçilerinin kat›lmad›¤› oylamada buna ra¤men 6 kifli greve evet dedi.
Metal iflçisi MESS’i devre d›fl› b›rakm›flt› Metal iflçileri, taleplerinin kabul edilmemesi durumunda mart›n ikinci haftas›nda greve bafllayacak. Metal iflçileri daha önce 1989 y›l›nda grev yapm›flt›. 1989’un Mart’›nda hükümet taraf›ndan ertelenen grev may›sta yeniden bafllam›fl ve 137 gün boyunca sürmüfltü. ‹flçilerle toplu sözleflmeyi yürüten MESS, metal ithalatç›lar›n›n ve karaborsac›lar›n önün açmak için kamu kurumu olan ‹skenderun ve Karabük demirçelik fabrikalar›nda iflçileri greve zorlam›flt›. ‹Bu fabrikalarda çal›flan 20 bin iflçinin MESS’in dayatmalar›na karfl› bafllatt›¤› grev iflçi s›n›f›n›n bir kazan›m› olarak tarihe geçti. Grevin yaratt›¤› kamuoyu bask›s› dönemin ANAP hükümetini y›pratmaya bafllad›. MESS’i ve karaborsa gibi birçok kirli iliflkiyi teflhir eden grev karfl›s›nda MESS’in grev k›r›c› olarak devreye soktu¤u Türk Metal bitme noktas›na geldi. 137 gün süren grev sonunda MESS devre d›fl› kald› ve hükümet iflçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kald›.
Sosyal hizmetlerin taşeronlaştırılmasını ‘toplumun vicdanı ihaleye çıkarıldı’ diyerek ifade eden Dev Sağlık-İş üyesi çalışanlar baskıya maruz kaldıklarını, farklı maaş uygulamaları olduğunu söylüyor. SHÇEK’teki taşeron şirketler, çalıştırdığı personellere 2 aylık deneme süresi gibi kabul edilemez maddelerin olduğu sözleşmeleri dayatıyor. SHÇEK’teki sosyologlar da maaşlarının keyfi bir biçimde düşürüldüğünü belirtiyor.
Baz› ‘an’lar vard›r... azı “an”lar vardır, o “an”dan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ülkemizde sınıf mücadelesi B açısından böyle dönüm noktaları yaşanmıştır. 1963 yılında, grevin yasak olduğu, grev ve toplu sözleşme yasasının bile olmadığı bir dönemde işçi önderleri Kavel Direnişi’ne karar verme cesaretine sahip olmasalardı ve Kavel işçileri neredeyse 50 yıl sonra bile kendilerini şükranla andığımız kararlılık ve özveriyle bu mücadeleyi gerçekleştirmeselerdi büyük olasılıkla o günden sonraki emek tarihi başka türlü yazılacaktı. 1516 Haziran işçi hareketi işçi sınıfının gücünü ve kabiliyetini göstermesi açısından son derece kritik bir öneme sahip oldu. DİSK’in öncülüğünde işçi sınıfının siyasal iktidara karşı apaçık bir meydan okumasıydı 1516 Haziran. Bunun yapılabilir olduğunu gördük, öğrendik 15-16 Haziran’la… 1976 DGM direnişi ise işçi sınıfının sadece kendi özlük hakları için değil, toplumun siyasal talepleri için de mücadeleye girebileceğini ve hatta DGM direnişinde olduğu gibi öncülük edebileceğini gösteriyordu. 12 Mart döneminde yasalaşan DGM’ler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ancak faşist MC hükümeti DGM’leri yeniden yasalaştırmak için kolları sıvamıştı. 1976 Eylül’ünde 4 günTufan lük işçi direnişleri, grevler, işgallerSertlek le süren ve toplumu da bu mücadeleye katan süreç sonunda Dev Sağlık-İş hükümet DGM sevdasından Genel Sekreteri vazgeçmek zorunda kalmıştı. “DGM’yi ezdik sıra MESS’de” sloganı dillere destan olmuştu. 1991 Zonguldak yürüyüşü özelleştirme saldırısına karşı çok güçlü bir karşı koyuştu. Bir kent halkının top yekun iktidarla hesaplaşması haline dönüşen yürüyüş sermayenin sadık gücü ordunun barikatlarını aşabilseydi hiç kuşku yok ki Türkiye’de işçi sınıfı ilk kez bir hükümet değişikliğini gerçekleştirecekti. Ancak yürüyüşün önderliğinde bunu gerçekleştirecek bir kararlılık ve bilinç yoktu, olamadı. KESK’in 1995’te gerçekleştirdiği Kızılay işgali... Belki de dünya tarihinde örneği görülmemiş şekilde 100 bini aşkın emekçi başkenti işgal etmiş ve geceyi sokakta geçirmişti. Bütün mesele işgalin işgünü olan Pazartesi’ye uzatılmasıydı. Çünkü Pazartesi’ye uzatılması demek başkentte hayatın durdurulması demek olacak ve iktidarın tatil günü hoşgörüsünün sınırları aşılmış olacaktı. Ancak o günkü KESK bunu yapamadı ve belki de bugünkü kaderi o gün yazılmış oldu. DİSK 2007’de uzun süredir dile getirdiği Taksim’de 1 Mayıs kutlaması talebini 1977’nin 30. yıl anısına daha güçlü biçimde kamuoyuna duyurdu. DİSK’in temsili önderliğinde bütün emek güçleri ve devrimciler inatla mücadele ettiler. 1980 sonrası ilk kez bu kadar net bir inatlaşma yaşandı emek hareketiyle sermaye sınıfının iktidarı arasında. İşçi sınıfı kazandı. İşçi sınıfının devrimcilerle birlikte neler yapabileceğinin önemli bir göstergesiydi 1 Mayıs zaferi. Bugünlerde yine “o an”lardan birisinin arifesindeyiz. Sermaye sınıfının “en kötü adamı” MESS ile işçi sınıfının göz bebeği metal işçisi önümüzdeki günlerde bir muharebeye girişecekler. Metal işçisinin toplu sözleşme süreçleri her zaman zorlu yollardan geçerek tamamlanır. Zira bu işkolunda Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı’nın ifadesiyle “sarı sendikadan daha öte” bir sendika olan Türk Metal Sendikası bulunmakta. Metal işverenin koltuk değneği bir sendika. Bu seneki toplu sözleşme süreci tıkandı ve metal işçisi grev kararı aldı. Sıradan bir olay değil. 21 yıl sonra ilk kez oluyor. 15 bin işçiyi ilgilendiriyor bu grev. Sıradan bir grev değil bu. İşçi sınıfıyla sermaye sınıfının apaçık, göğüs göğse çarpışması olacak bu grev. Bu, sadece metal sektörünün bir konusu değil doğrudan bütün işçi sınıfının namusu haline gelecek kadar önemlidir. Köleleşmeye, üç kuruş asgari ücrete, güvencesiz çalıştırmaya, sendikasızlaştırmaya, çoluğumuzun çocuğumuzun geleceğinin çalınmasına karşı açık bir onur mücadelesidir. Haksızlığa uğrayanların, eşitlik ve adalet isteyenlerin yan yana, omuz omuza durma günleri olmalıdır grev günleri. O “an” çok yakındır. O “an”ı bu ülkede bilmeyen bir tek işçi kalmamalıdır. Bütün işyerlerinde metal işçisinin mücadelesi anlatılmalıdır, onların mücadelesinin bizim mücadelemiz olduğunun farkında olunması sağlanmalıdır. Yapılabilecek her türlü dayanışma ve ortak eylemlilikle sermaye sınıfı grev sürecinde karşısında sadece metal işçisini değil topyekün bir sınıfı görmelidir. Eğer bu “an” işçi sınıfı tarafından yakalanır ve başarıya götürülürse bilelim ki direncimizi korumuş olarak çıkacağız bundan sonraki saldırıların karşısına. Eğer başaramazsak, belki hemen yarın farkına varılmayacaktır ama 20 yıl sonra işçi sınıfı tarihi üzerine bir şeyler yazanlar “Eğer metal işçisi kazansaydı işçi sınıfı mücadelesi başka bir yerde olacaktı.” diye yazacaklardır. Bundan kuşkunuz olmasın.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Art Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
10
KİBELE 25 fiubat 2011 /10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Had›m kad›n düflmanl›¤›n› gizlemeye yetmez argı erkek egemenliğini ve gericiliği perçinleyen bir karara daha imza attı. Mardin’de 13 yaşındayken, iki kadının para karşılığı aracı olmasıyla aralarında asker, memur, esnaf ve öğretmenlerin de bulunduğu 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç’nin davası sonuçlandı. Mahkeme N.Ç.’nin tecavüzcüsü erkek sanıklara hafifletilmiş cezalar verdi. Gerekçeli karara göre cezaları hafifletici neden 'N.Ç.’nin, erkekle kendi rızasıyla birlikte olması ve eyleminin ahlâki kötülüğünün farkında olması.' N.Ç’ye tecavüz edenler 4’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Onu ‘pazarlayan’ iki kadın ise 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Üstelik iki kadına iffetsiz bir yaşam sürdürdükleri için ceza indirimi yapılmadı. İşte günlerdir ‘hadım’la mı çözsek, tecavüze uğrayan kadını mı suçlasak diye tartışılıp durulan tecavüz gerçeği. Daha bir kaç hafta önce 8 AKP milletvekili tecavüz suçuna ilişkin meclise bir kanun teklifi verdi. 12 Eylül’de yapılan Özge anayasa değişikliği paketini Yurttafl kendisine referans alan teklif “cinsel saldırı, çocukların cinsel ozge@ istismarı ve reşit olmayan cinsendika.org sel ilişki suçunun nitelikli işlenmesi halinden hapis cezasına mahkum olanların cezasının infazı sırasında ve koşullu salıverildikleri takdirde denetim süresi içinde; testesteron etkisini önemli ölçüde azaltıcı tedaviye tabi tutulmaları” önerisini getirdi. Kısaca tecavüz suçlularına, çocuk tecavüzcülerine hadım önerdiler. AKP’lilerin önerisine önce usulden itiraz edeyim. Çünkü burada klasik bir AKP taktiğiyle karşı karşıyayız. Tıpkı açılım siyasetinde olduğu gibi bu öneri de söylemde radikal icraatta gerici ve tutarsız bir öneri. Duyan da AKP’liler tecavüzcülerin kökünü kazımaya kararlı diye düşünür. Sanki “tacize uğrayan kadın dekolte giymişse kusur onda da vardır” diyen ilahiyatçıya ‘fikir özgürlüğü var’ diye sahip çıkan AKP’li vekil Halide İncekara değilmiş gibi. Sanki aynı ilahiyatçıya ‘tacizin tek nedeni olarak kılık kıyafeti göstermek doğru değil’ diyerek örtülü destek veren hükümetin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı değilmiş gibi. Kısaca taciz ve tecavüz her gündeme geldiğinde suçu ‘biraz da’ kadında arayıp ya da arayana arka çıkıp sonra da “tecavüzcüleri hadım etmek lazım” diyen AKP kimi kandırıyor? Gelelim hadım önerisine esastan itirazıma. Tecavüz konusuna çözüm bulmak isteyenler tecavüz eyleminin niteliği ve psiko-sosyal nedenleri üzerine durup bir düşünmeli. Biz kadınlar neden tecavüze uğruyoruz? Cinsel olarak ‘azmış’ erkeklerin gözü döndüğü için mi? Yoksa toplumsal hayatta iktidarsızlaştırılanların iktidar kurmaya en elverişli alanlar olarak, başta aile, eğitim, devlet ve medya olmak üzere toplumun bütün kurumları tarafından sistematik olarak korunaksızlaştırılan bedenlerimizi görmesi yüzünden mi? Tecavüzün bir iktidar kurma eylemi, savaşlarda erkeklerin kullandığı bir savaş taktiği olduğunu unutup bir cinsel aşırılıkmış, hastalıkmış gibi algılanması, algılatılması onu ilaçla ortadan kaldırılabileceği yanılgısını da beraberinde getirir. Bu algının bir uzantısı da tecavüzcüleri hastalıklı, sapkın kişiler olarak görerek tecavüz eylemini tümden karartmaktır. Çünkü tecavüzcüler kuytu köşelerde, karanlık yollarda pusuya yatmış karanlık yüzlü adamlar sürüsü değildir. İşyerimizdeki mesai arkadaşımız, komşumuz hatta bazen yatağımızdaki erkektir. Yani etrafımız saran ilişkiler bütünü içinde herhangi bir insandır. Bu insan erkek egemenliğinden aldığı güçle bizim isteğimizden bağımsız olarak bedenimizin her istediğinde ona ait bir şey olarak görebileceğine inanmaktadır. Tecavüzü toplumsal bir sorun yapan da bu eylemi gerçekleştirenlerin güç aldığı erkek egemenliği ve onu meşrulaştıran gericiliğin toplumun temel karakteristiği haline gelmiş olmasıdır. Fakat AKP tecavüzü besleyen erkek egemen gerici düşünüşe dair elbette adım atmayacaktır. Çünkü kendisi ve kurucusu olduğu toplumsal düzen de bundan beslenmektedir. AKP kadın düşmanlığının yeni yüzlerini üretirken, bulduğu her fırsatta kadının ezilmişliğini derinleştirmenin dilini, politikasını yeniden üretirken, bunlarla yüzleşip kadınların uğradığı şiddette kendisinin ve bu erkek egemen gerici ideolojisinin sorumluluğuyla hesaplaşmak istemez. İstemez çünkü kadınlara, üç çocuk yapın evlerinize kapanın’ demenin, ‘kadınla erkek eşit değildir’ demenin sonuçlarıyla yüzleşemez. İstemez çünkü her bir yurttaşı piyasa düzenin kulu haline getirdiği bu gerici, maço, erkek egemen, cemaatleşmiş toplumun sürekliliğin kadınları eve hapsederek ‘kutsal aile’yi koruyarak sağlamaktan vazgeçmez. İstemez çünkü bu çürümüş düzenini ölü ya da diri kadınların bedenleri üzerine inşa etmekten vazgeçmez. Ama biz, kadınlar, binlerce yıldır türlü yüzünü gördüğümüz kadın düşmanlığının bu yeni ve samimiyetsiz yüzü karşısında da, susmayız ve söyleriz: Bedenim benimdir dokunma!
Y
Adana’da 8 Mart’a beraat A
dana’da 7 Mart 2010’da düzenlenen Dünya Kadınlar Günü’nün yüzüncü yılı mitingine açılan davada tertip komitesi beraat etti. 7 Mart 2010’da Adana’daki Dünya Kadınlar Günü mitingine “toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet” suçlamasıyla açılan dava beraatle sonuçlandı. Konuyla ilgili açıklama yapan Adana Kadın Platformu, 2011’in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne hazırlandıkları günlerde beraat kararının sevindirici olduğunu ifade etti. Platform, baskı ve engellemelere karşın mücadeleyi sürdüreceklerini belirtti.
8 Mart’a hazırlık böyle olur
AKP’nin zoraki çözümü K
adına dönük şiddet vakaları son 8 yılda (diğer bir deyişle AKP’nin iktidarı boyunca) yüzde 1400 oranında arttı. Gazetelerin üçüncü sayfalarından vicdanlara ulaşan kadın ölümleri, kadın ve çocuk istismarı; mahkemelerden çıkan kamu vicdanını yaralayıcı
kararlar, kadınların itirazları ve eylemleriyle karşılandı. Kadın cinayetlerine karşı yürütülen ‘Kadın cinayeti politiktir’ sloganlı çalışmalar, taciz, tecavüz davalarına kadınların müdahil olma çabaları AKP’yi de harekete geçmek zorunda bıraktı. 8 AKP”li
vekilin Meclis’e sunduğu kanun teklifi tecavüz suçlularının ilaçlatestesteron tedavisi almasını öneriyor. Bu kanun teklifi sorunun çözümüne hizmet etmekten uzak olsa da kadınların eylemlerinin iktidar partisini harekete geçirdiği bir gerçek.
Bir şemsiye de Çeker’e K
onya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’in AKP’nin tecavüz suçluları için hadım cezası önerisini değerlendirdiği söyleşide sarf ettiği “Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen
dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır” şeklinde beyanatı tepkilere neden oldu. Halkevci Kadınlar İstanbul’da yaptıkları bir eylemle Çeker’i protesto etti. 17 Şubat günü İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde
buluşan Halkevci Kadınlar, Orhan Çeker’i ve onunla aynı görüşleri paylaşan herkesi uyarmak için toplandıklarını belirttiler. Çeker’in tıpkı Üzmez gibi şemsiye ve yumurtayı hak ettiğini dile getirdiler. Çeker’e kargo ile şemsiye ve yumurta yolladılar.
Polise karşı kadın dayanışması T
iyatrocu ve Mor Çatı gönüllüsü Ü.S.’nin polisin kimlik sorgusu sırasında maruz kaldığı şiddet kadın örgütleri tarafından kınandı. Tiyatrocu Ü.S. Tarlabaşı’nda telefonla konuşurken kimlik soran polislerden bir dakika müsade
istemiş, bunun üzerine sinirlenen polisler Ü.S.’yi zorla Taksim Polis Merkezi’nde alıkoymuş ve vücudunda hakim ya da savcı izni olmadan arama yapmıştı. Polisin keyfi şiddetini kınayan kadın örgütlenmeleri saldırının münferit olmadığını, son zaman-
larda polis şiddetinin gittikçe arttığını ifade etti. Açıklamada polis şiddetinin kadın bedeni üzerinde cinsel saldırıya dönüştüğü de dile getirildi. Ü.S. ve avukatları suçu işleyen polisler ve amirler hakkında suç duyurusunda bulundu.
Üstte ‹stanbul’da Halkevci Kad›nlar Çeker’i protesto ederken. Yanda Adanal› kad›nlar›n sevgililer günü eylemi. Altta fliddete karfl› üniversiteli kad›nlar›n eylemi.
‘Ne gül al ne can al’ A
dana Kadın Platformu, Sevgililer Günü’nde kadına yönelik şiddete karşı bir eylem gerçekleştirdi. 14 Şubat günü saat 18.00’de 5 Ocak Meydanı’nda toplanan kadınlar, Kültür Sokağı’na kadar bir yürüyüş gerçekleştirdiler.
Kültür Sokağı’nda eylemi düzenleyen kurumlar adına ortak açıklama yapıldı. Açıklamada küresel kapitalizm tarafından tüketim çılgınlığının bir parçası haline getirilen Sevgililer Günü’nün tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sınırsız-bilinçsiz
tüketimin vesilesi olduğu belirtildi. Sevgi ile isimlendirilen bu günde dahi kadınların şiddet görmeye, tecavüze uğramaya, öldürülmeye devam ettiğini söyleyen kadınlar, istatistiklere göre her gün 3 kadının erkeklerin “sevgisi” yüzünden öldürüldüğünü belirtti.
21 yıl öncesinden bir kadın eylemi K
onya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’in açıklamalarına karşı Halkevci Kadınlar tarafından yapılan protesto eylemi sonrası Ankaralı Halkevcilerin Şükran Annesi, Şükran Eken’le yakın tarihe ilişkin kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Eken bundan 21 yıl önce dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek’in ‘flört fahişeliktir’ açıklaması sonrası yaptıkları eylemleri anlattı. Şükran Anne, bugün demokrat ve ‘kadın dostu’ siyaset yapmakla övünen AKP
Halkevci Şükran Eken 21 yıl önce ‘flört fahişeliktir’ diyen Cemil Çiçek’i protesto ettikleri eylemi anlattı
Hükümetinin sözcüsü ve Başbakan yardımcısı olan Çiçek’in kadın düşmanı, gerici açıklamalarını; sonrasında kadınların yaptıkları eylemi; Çiçek’in kendilerinden nasıl şikayetçi olduğunu anlattı. Onun hatırladıkları, erkek egemen, gerici ideolojinin 21 yılda kendisini daime yeniden üretebildiğini ve iktidarın her dönem aynı taktiklerle isyan edenleri bastırdığını gösterdi. “FLÖRT FAH‹fiEL‹KT‹R” DEM‹fiT‹ Yıl 1990, iktidarda Yıldırım Akbulut başbakanlığında 47. hükümet var. Bugün
AKP hükümetinin sözcülüğü ve başbakan yardımcılığı görevini yürüten Cemil Çiçek de o dönem Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı. 13 Kasım 1990’da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan daha sonra da diğer gazeteler tarafından kullanılan bir söyleşide Çiçek, flört hakkında görüşlerini ‘flört fahişeliktir’ şeklinde açıklamış, feminizmin sapıklık olduğunu belirtmişti. Cumhuriyetin haberine göre Çiçek flört hakkında “Bu, hayvani içgüdülerle insanların birbirine yaklaşmasıdır. Konfeksiyoncu dükkanı mı bu! Sık sık elbise gibi değiştirsin. Bunu kabul etmek mümkün değil. Flörtün fahişelikten ne farkı var? Sonuçta bunda hep kadın zararlı çıkıyor” sözlerini sarf etmişti. Bu haber, yükselen kadın mücadelesinin de gündemine oturmuştu. Şükran Anne’ye o dönem bu söyleşi ve açıklamanın üzerine neler düşündüklerini ve yaptıklarını soruyoruz. “O dönem ilk yayınlanan o röportajı okumamıştım. Fakat açıklamalar tüm gazetelere yansıdı. Bu açıklamadan bir süre sonra parklarda el ele oturan çiftlere dönük saldırıların olduğu yönünde birkaç haber yayımlandı. Genç çiftlerin tartaklandığını okuduk. Bizi biraz da bu körükledi.” Bu haberler üzerine İHD’li kadınlar, SHP Kadın Komisyonu ve kadın sorununa duyarlı bağımsız bir grup kadın bir araya gelerek bir eylem yapmaya karar vermiş. Ankara’da başbakanlık ve bakanlıklara
oldukça yakın olan Güvenpark’ta 20 kadar kadın bir eylem yapmışlar. “Çok kalabalık değildik. 20 kişi kadardık. Aramızda her yaştan kadın vardı. İHD’de mahpus yakınları için mücadele eden ‘anneler’den 20’li yaşların başındaki genç kadınlara, evli, bekar, dediğim gibi her yaştan, durumdan kadın vardı” diyor Şükran Eken. Eylemde önce bir basın açıklaması yapılmış, Cemil Çiçek’in açıklamalarını kınadıklarını söylemiş kadınlar. Ardından da bakanlığa girerek Çiçek’le görüşmek istemişler. Bu noktada polisle aralarında arbede yaşanmış. Bakanlık görüşme talebini reddetmiş ve eylem bitmiş. Eylemin ardından hep birlikte İHD’ye giden kadınlara birkaç saat sonra Meclis’te bulunan SHP’li bazı vekiller ulaşarak ‘başlarının belada’ olduğunu söylemiş. “Cemil Çiçek bizden şikayetçi olmuş, yaptığımız eylem canını sıkmış olmalı ki yakalanmamızı, gözaltına alınmamızı istemiş” diye aktarıyor Eken. Fakat kadınlar azmediyor, yakalanmıyor, birkaç gün etraflarında esen polis terörü sonrası konu kapanıyor. Eylem sonrasını Şükran Anne “Bir kere duyarlılık kazınmıştık” diye anlatıyor. Bu eyleme katılan kadınların bir kısmı daha sonra ‘kadına yönelik şiddet’ konusunda eğitim alarak ve kadın çalışmaları içerisinde yer almış.
11
YÜZ YÜZE 25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Kıbrıslı Türklerin Ankara’yla derdi ne?
Halk›n Sesi
Baraka Kültür Merkezi, Kıbrıs’ın kuzeyinde, “halk olma hakkı ihlal edilmiş bir halkın hakları” için neoliberalizme karşı mücadele ediyor. Kıbrıs’taki 28 Ocak Toplumsal Var Oluş mitinge “Ankara elini yakamızdan çek!” pankartıyla katıldı ve mitingin mesajını özetleyen bu pankart faşist saldırı girişimlerinin ve Ankara’nın hışmının hedefine oturdu. Şimdi de 2 Mart’ta gerçekleştirilecek olan ve 28 Ocak’takinden daha
etkili olması beklenen ikinci mitinge hazırlanıyorlar. Ada halkının 27 yıldır bilinçaltında bastırılmış bir şekilde tuttuğu isyanını ortaya çıkarmasına yardımcı oluyorlar. Baraka’dan Münür Rahvancıoğlu ve Hasan Yıkıcı ile son eylemlerin gerçek dinamiklerini, hedeflerini, öznelerini, Kıbrıs’ı ve Tayyip Erdoğan’ın sert çıkışının Kıbrıs’ın kuzeyindeki karşılığını konuştuk
KIBRIS TÜRK HALKI NE UBP’Y‹ AFFEDECEKT‹R NE AKP’Y‹
Ankara neoliberalizmi dayatınca S K endikalar, bu yasayla Kıbrıslıların adadan göç etmek zorunda kalacağını söylüyor. O nedenle resmi adı başka olsa da “Göç Yasası” diye anılıyor
Kıbrıslıların derdi ne, neden böylesi bir tepkiyle sokağa çıkıyorlar? M.R.: Kıbrıslıların derdi ekonomik temelli. 1986’dan beri devam eden 15-20 yıllık bir sürecin sonucu. Özal’dan beri ülke ekonomisine Ankara yapımı neoliberal ekonomik paketler yön veriyor. Bugün bu politikalara karşı tepkiler artık siyasal bir söyleme dönüştü. Bu nedenle Ankara bu kadar öne çıktı. Çünkü, neoliberal politikaların kaynağında Türkiye hükümetleri var. 15-20 yıllık bir süreç ama tepki şimdi patlak verdi. Şu an gündemde neler var? M.R.: Son bir yılda olanları anlatayım. Kıbrıs THY özelleşti. Çalışanları sokakta kaldı. Sırada ADSL hizmetleri vs. Dâhili telefon özelleştirmesi var. Elektrik üretim, iletim, faturalandırmasıyla tamamen özelleştirilecek. Kooperatif özelleştirilecek. Kooperatif bankasıyla, tohumculuk, tahıl, süt, hellim işletmeleriyle Kıbrıslı Türklere ait ciddi bir değerdir. Kıbrıslı Türklerin üretimde tek şansıdır. Bu özelleştirmeler Kıbrıs’ın bitmesi anlamına gelir. Çalışan haklarında da gerilemeler var. Ek ödemeler, desteklemeler kaldırıldığı gibi maaşlarda da kesintilere gidiliyor. Bu arada Tayyip Erdoğan 10 bin lira maaş aldığımızdan bahsediyor ama Kıbrıs’ta en yüksek maaş bile 10 bin lira değil. En yüksek maaş cumhurbaşkanınındır o da 8 bin lira alır. Asgari ücret ise bin 300 liradır ve şu anda yeni işe başlayanlar için maaşların artık asgari ücretten verilmesi planlanıyor. Tamam, Erdoğan doğru söylememiş ama bu da yüksek bir maaş değil mi? Türkiye’ye kıyasla bin 300 lira asgari ücret iyi bir rakam. M.R.: Ama Kıbrıs ve Türkiye’de fiyatlar çok farklı. Benzin ve mazot dışında her şey Türkiye’dekinin birkaç katı fiyatınadır. Ortalama iki katı diyelim. Benzin ve mazotun ucuza olması da aslında Türkiye’deki gibi bir avantaj sunmuyor. Çünkü burada hiçbir toplu taşıma hizmeti yok. Taksi bile yok. Kıbrıs’ta bir yerden bir yere gitmek için özel arabanız olmalı. Yani ne Erdoğan’ın dediği kadar yüksek bir maaş var ne de elimize geçen para Türkiye’deki kıymetinde. Şimdi hem ek ödemeler kaldırılıp hem de kesintilere gidilince durum daha da kötüleşiyor ve halk da buna karşı çıkıyor. “Göç Yasası” diye bir yasa var. Ne yapıyor bu yasa. Kamuya yeni girenlerin maaşı yarıya düşürülüyor, asgari ücret seviyesine geliyor. Sendikal haklarda da gerileme var. Toplu sözleşme hakkı “Göç Yasası” ile imkansız hale getiriliyor. Yasada çalışana çıplak ücret dışında bir şey verilmeyeceği yazılı. Toplu sözleşmede ek haklar, desteklemeler isteyemeyecekseniz ne yapacaksınız. Toplu sözleşme sadece kuru ücret pazarlığına indirgeniyor. Yasanın adı neden göç yasası? M.R.: Sendikalar, bu yasanın uygulanması halinde Kıbrıslıların yaşamasının artık imkânsız hale geleceğini, göç etmek zorunda kalacağını söylüyor. O nedenle resmi adı başka olsa da “Göç Yasası” diye anılıyor. Bu düzenlemeler şimdiki Ulusal Birlik Partisi (UBP) hükümeti dönemine mi ait? Öncesi yok mu? M.R.: Cumhuriyetçi Türk Partisi
(CTP) döneminde paket hazırlandı. Daha doğrusu AKP hazırladı ve CTP’ye verdi. CTP’liler diyor ki, “Biz bu yasayı geçirmek istemedik, o nedenle de erken seçime gittik.” Ama seçime giderken hiç böyle bir şeyden söz etmediler. “Ekonomik kriz var, önemli tedbirler almamız gerekiyor,” dediler. Bizce CTP erken seçime, bu yasaları geçirmeden önce onay almak için gitti. Seçilemeyince de söylem değiştirdi. Paketler o kadar yeni değil ama değil mi? 15-20 yıllık bir süreçten söz ediyorsunuz? M.R.: 1986’dan beri bu paketler var. O zaman bir sanayi vardı, alüminyum işletmeleri, plastik boru fabrikaları, iğne fabrikaları. Turgut Özal geldiğinde Kıbrıslılar “Biz üretmek istiyoruz” dediler. Özal da dedi ki, “Siz üretmeyin. Zaten İstanbul’un bir mahallesi kadarsınız. Biz sizin paranızı göndeririz.” Ankara bu sorunun kaynağı… Ankara’yı hedef alan sloganların nedeni de bu. Erdoğan’ın “besleme” söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz? H.K.: Türkiye Kıbrıslı Türkleri besliyor ya da onların yanındadır diye bir şey yok. Besleme tabiri de kesinlikle kabul edilemez, gerçekliği çarpıtan bir şey. Para geliyor ama… H.K.: Para geliyor. Ama Recep Tayyip Erdoğan’dan tutun, Cemil Çiçek’e kadar, Egemen Bağış’a
ıbrıs Türk halkı ne UBP’yi affedecektir ne de AKP’yi. 28 Ocak’ta 30 bin kişi vardı. 2 Mart’ta 50 bin kişi olacak, Kıbrıs kendi iradesini ortaya koyacaktır
Kıbrıs besleme değildir. Besleme varsa, bu, Türkiye’nin mafyası, kontrgerillası, otel sermayesi, kara para sahipleridir kadar tüm taraflar bir taraftan Kıbrıslılara hakaretler yağdırırken diğer taraftan da “Bizim Kıbrıs’ta çok önemli vazgeçilemez stratejik çıkarlarımız var” diyorlar. Aslında düğüm burada. Para akıtılıyorsa bu Kıbrıslı Türklerin kara kaşına değil. Aktarılan para aslında Türkiye’nin, esas olarak da taşeronluğunu yaptığı NATO ve emperyalizmin stratejik çıkarları çerçevesinde 1974’ten itibaren yaratılan yapının sürdürülmesine hizmet eden bir paradır. Bu, Kıbrıslı Türkleri üretimden koparma ve geleceksizleştirme amacıyla yürütülen bir politikaydı. Bir tür bağımlılaştırma, asalak bir yapı oluşturma politikasıydı aslında. Bir halk ürettiği zaman kendini var edebilir, kendi geleceğine dair iradesini koyabilir.
Kıbrıslı Türklerin geleceklerini kendi iradeleriyle belirlemesi, Doğu Akdeniz’de emperyalist çıkarlara sahip olanları ve Türkiye egemenlerini korkutmuştur. M.R.: Erdoğan bir itirafta bulundu. “Yunanistan Kıbrıs’ta ne için varsa biz de onun için oradayız” dedi. Yunanistan Kıbrıs’ta ABD için, NATO için üsler kurulsun, Ortadoğu’da emperyalizmin denetim olanakları artsın diye var. Tabii ki bal tutan parmağını yalıyor ve Türkiye ile Yunanistan’ın Kıbrıs’ta kendi çıkarları da var ama asıl olarak emperyalizme hizmet için buradalar. H.K.: 1974’ten sonra oluşturulan yapı sayesinde kumarhanelerin ve gece kulüplerinin yoğun bir şekilde var olduğu bir coğrafyaya dönüştü Kıbrıs. Kumarhanelerde, fuhuş yuvalarında, gece kulüplerinde aklanan para Türkiye’nin KKTC’ye gönderdiğinin kat be kat üstünde bir para. Bir taraftan Türkiye’den KKTC’ye para akıyor gibi görünür ama kara para aklamayla, çetelerin faaliyetleriyle Kıbrıs’tan Türkiye’ye aktarılan para Türkiye’den KKTC’ye ödenenin kat kat üstündedir. Bu Türkiye’nin kendi topraklarında yürütemediği kontrgerilla, mafya faaliyetlerinin Kıbrıs’a kaydırılmasıdır. Esas besleme varsa bu Türkiye’nin mafyası, otel sermayesi, kara para sahipleridir. Ada halkı ile bu yapılar arasında
bir gerilim var mı? H.K.: Ada halkı zaten bu kumarhanelere gitmiyor. Vatandaşlara yasak zaten. Sadece yurtdışından gelenler gidebiliyor. Böyle bir yapı var. Mesela bir otel kuruluyor, otelin daha inşaatı bitmeden kumarhanesi açılıyor. Kontrgerillanın ada halkına karşı bir eylemi var mı? H.K.: 1996’da Kutlu Adalı cinayeti gerçekleşmişti. Askerin tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili bazı gerçekleri açığa çıkardığı için öldürülmüştü. Failleri hala meçhul. Önceki yıllarda Avrupa gazetesine (Şimdiki Afrika gazetesinin öncülü) çeşitli bombalamalar ve baskılar söz konusuydu. Yeni Kıbrıs Partisi’nin kapısının önünde bomba patlatıldı. Bunlar ne zaman oldu. Toplumsal muhalefetin yükselmesiyle birlikte. Fakat son dönemlerde buna benzer faaliyetler yok. Bir de size dönük faşist, provokatif bir eylem gerçekleşti. Kontrgerilla şimdi de boş durmuyor herhalde. Neler yaşandı? M.R.: Bize dönük saldırı mitingten 3 gün sonra gerçekleşti. Faşistler “Ankara elini yakamızdan çek!” pankartını bahane ederek küfürlü bir eylem yaptılar. (Genç Mücahitler Derneği isminde bir derneğin birkaç üyesi Baraka'yı protesto etmek amacıyla 31 Ocak 2011 tarihinde bir "ziyaret" düzenledi. "Or.... Çocukları" gibi "yaratıcı" bir pankart açan bu şahıslar, basın açıklaması yaptı. "Kıbrıs Türktür Türk kalacak!" diye slogan attıktan sonra, tekbir getirerek Baraka'dan ayrıldılar.) Bizim tepki göstermemizi sağlamak ve tepkimizle birlikte gerginlik yaratıp eylemleri gölgelemek istediler. Ama istedikleri gibi olmadı. O konu kapandı. Esas sorun ortada artık. 28 Ocak eyleminin ardından ne yaşandı, ne değişti? 2 Mart’tan hedefiniz, beklentiniz ne? H.K.: İki eylem arasındaki yaklaşık bir aylık süreçte Kıbrıslı Türk halkı daha da bir sertleşti, kenetlendi. “Ankara elini yakamızdan çek” sloganının ne kadar kaçınılmaz olduğunu bir kez idrak etmiştir. Burada tabii ki Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının çok önemli katkıları var. Eylemden sonra Kıbrıs halkını aşağıladılar. Kıbrıs halkı bunu hazmedemezdi etmedi. UBP ise hazmedebildi ve Erdoğan’la cıvık bir tavırla el sıkıştı. Kıbrıs Türk halkı ne UBP’yi affedecektir ne de AKP’yi. 28 Ocak’ta 30 bin kişi vardı. 2 Mart’ta inanıyoruz ki 50 bin kişi olacak, Kıbrıs halkı yine kendi iradesini ortaya koyacaktır.
Devleti de, meclisi de, ordusu da, yasası da yalan Kıbrıs’ın kuzeyi nasıl bir yerdir? Gözümüzde canlandırabilmek için, genel bir manzara çizebilir misiniz? H.K.: 1974’te Türkiye askeri geldi ve bir daha dönmedi. 12 Eylül sonrasında da KKTC oluşturuldu. KKTC bağımsız bir devlet olarak sunuluyor; meclisiyle, siyasi partileriyle. Oysa kendi başına hiçbir belirleyiciliği yok. KKTC’yi Türkiye dışında tanıyan bir tek ülke de yok. TC’nin belirlediği politikaların dışına çıkamıyor. Bu mecliste de, siyasi partilerin kendi politikalarını belirlemesinde de böyledir. Bir siyasi parti etkin bir şekilde parlamentoda yer almak istiyorsa Türkiye’nin çizmiş olduğu siyasi ufuk dışına çıkamaz. Kıbrıs’ta Türkiye ordusu da var,
KKTC’nin kendi ordusu da. Fakat bunların generalleri, komutanları Türkiye’den atanır. Merkez Bankası var. Aynı şekilde Türkiye’den atanır. Pek çok resmi kurumun başkanları Türkiye tarafından atanır. TC yardım heyeti var. TC yardım heyeti Türkiye’den gelen paranın nereye harcanacağını belirleyen bir kurumdur. Aslında siyaset TC yardım heyeti ile TC elçiliğini çizdiği politikalarla şekilleniyor. Yasalar Türkiye yasalarının kopyası. Türkiye’deki bir yasa alınır, Türkiye kelimesinin yerine Kıbrıs yazılır. Bu tabii bazı saçmalıklara da yol açıyor. Mesela bir maden yasası çıktı. Türkiye’deki maden yasasından kopyalanmış. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde maden yok.
-Kaç kişisiniz? -Kalabalık! H .K.: Geçen yıl Tayyip Erdoğan Kıbrıs’a geldiğinde UBP’li Başbakan İrsen Küçük’e soruyor: “Sizin nüfus ne kadar?” Küçük, bir cevap veremiyor, “kalabalık” diyor. Bu trajik bir şey. Kıbrıs’ın kuzeyinde 300350 bin Kıbrıslı vatandaş olduğu söyleniyor. Fakat bunların kaçta kaçı yerlidir, kaçta kaçı göçmendir, tam olarak bilinmiyor. Vatandaş olmayan nüfus da tam bilinmiyor. Sürekli bir sirkülasyon var. Yurtdışından giriş çıkışlar, konaklamalar, çalışma izinleri vs. takip edildiğinde Kıbrıs’ın kuzeyinde 500 binden fazla insanın yaşadığı söyleniyor. Bu 500 binden fazla insanın ancak üçte birinin Kıbrıslı yerli Türkleri kapsadığını söyleyebiliriz. Bu anlamda Türkiye’den aktarılan nüfusun Kıbrıslı Türkleri katladığı bir gerçektir. Bunun siyasi, kültürel ve sınıfsal yansımaları var. 1974’ten hemen sonra gelenler adaya belli bir uyum sağladı ve Kıbrıslıların bir kısmı bunu kabullendi ancak 2000’lerde gelenler için aynı şey söylenemez.
Dayanışmayı yükseltelim okağa çıkan Kıbrıs halkı Türkiyelileri nerede görmek istiyor ve mücadelenin neresine oturtuyor? H.K.: Kıbrıslı Türklerin ilerici devrimci unsurları her zaman Türkiye’deki toplumsal muhalefetin yanında var olmuştur. Aynı zamanda Türkiye halkının da kendi mücadelesinde yanında olmasının beklentisi içindedir. Bir şeyin altını çizmekte fayda var. Kıbrıs bağımsızlığına kavuşacaksa bu hiçbir koşulda Türkiye ve Yunanistan’daki toplumsal hareketlerden, sınıf mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Tekel direnişinin olduğu dönemde, Baraka’nın da içinde bulunduğu sendikalar ve birçok örgüt bir dayanışma eylemi yaparak TC elçiliğinin önüne yürümüştük. Öğrenci muhalefeti açısından da hala süren bir dayanışma ilişkisi var. Baraka Kültür Merkezi’nin Türkiye’de Halkevleri’yle ciddi dayanışma ilişkileri var. Geçtiğimiz haftalarda ÖDP Başkanı Alper Taş geldi, çeşitli görüşmelerde bulundu. Kıbrıslıların beklentisi Türkiye’deki ilerici devrimci hareketlerin bu Kıbrıs’taki hareketle dayanışmasıdır.
S
12
DOSYA 25 fiubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Karikatürün gösterdiği sık İslamcı hareket neden sık ihsed ‘inanç özgürlüğü’nden ba ısını yg ka yor? Din elden gidiyor İslamcılar neden hiç gideremiyor? askeleyen kendi egemenliklerini m fasında de bir mağduriyet dilini her iyo nasıl yeniden üret r? ‘inanç ‘Baş örtüsü’ne gelince iş özgürlüğü’nü savunanlar lı n fark karikatüre gelince nede davranıyorlar?
İnanç özgürlüğü: İslamcı baskının kalkanı Mizah dergisi Penguen’de yayımlanan bir karikatür İslamcı kitleleri öfkelendirdi. İslamcı hareket uzun bir süredir tabanını ‘din elden gidiyor’ korkusunu diri tutarak harekete geçiriyor, bir arada tutuyor
Gücünü dinci cemaatlerden alan AKP iktidarı, “inanç özgürlüğü” maskesi altında cemaatelerin inanç, ilke ve değerlerini topluma dayatıyor. Toplumu cemaatleştiriyor
“
Toplumsal barışı kurmak yönünde önemli adımlar attık. Toplumsal barış insanlar arasındaki ayrımcılığı kaldırmakla olur. Herkesin düşüncesine saygılı olmakla olur. Üç özgürlük çok önemlidir. Din ve inanç özgürlüğü, fikir ve düşünce özgürlüğü ve fikir ve teşebbüs özgürlüğüdür." (Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 5 Şubat 2011 ‘AK Parti hükümetinde, Türkiye'de din, inanç ve vicdan hürriyetinin gelişimi’ Konferansı, Köln) Köln’de bu sözleri sarf eden Bülent Arınç, Muhteşem Yüzyıl dizisine karşı kitlelerin gerici-şoven tepkilerini kışkırtan Bülent Arınç’la yine aynı kişi. İslamcılar kendilerine bir kalkan haline getirdikleri inanç özgürlüğü söylemini kendi egemenliklerini sürdürmek ve kendi dışındakileri baskı altına almak için kullanıyor. ‹SLAMCILARIN ‹NANÇ ÖZGÜRLÜ⁄ÜNÜN SINIRI AKP’nin ve Türkiye’deki birçok siyasal İslamcı hareketin mensupları düşünce (ifade) ve inanç özgürlüğü gündeme geldiğinde hep benzer açıklamalar yapıyorlar. Hatta işi eyleme dökenler bile var. Örneğin “türban” eylemlerini örgütleyen platformun adı İnanç Özgürlüğü Platformu. İslamcı hareket ve onun temsilcileri inanç özgürlüğünü dillerinden düşürmüyor; ama söylem ve eylem arasındaki fark, Türkiye’de inanç ve ifade özgürlüğü hakkını en fazla ihlal edenlerin dinci-gerici hareket mensupları olduğu
AKP ve gericiliğin yeni yüzleri
gerçeğine işaret ediyor. Oruç tutmadığı için tehdit edilenlerin, dayak yiyenlerin, ‘uygunsuz’ kıyafetleri nedeniyle hakarete maruz kalanların öyküsü ve Sivas’ta inanmama özgürlüğü nedeniyle hedef gösterilen Aziz Nesin’e karşı başlayıp Pir Sultan Abdal şenlikleri için kente konuk olan 32 insanın ölümüne varan olaylar, inanç ve ifade özgürlüğünün İslamcılar tarafından ihlal edilişinin öyküsüdür. PENGUEN’E SALDIRI Mizah dergisi Penguen’in 9 Şubat tarihli sayısında karikatürsit Bahadır Baruter’in çizdiği bir karikatürde yer alan "Allah yok, din yalan" ifadeleri inanç özgürlüğünün ateşli savunucularının maskesini birden düşürüverdi. Allah’a inananların ‘Allah var’ deme
hakkını her gün kullandığı Türkiye’de, Allah’a inanmayan bir çizerin bunu dile getirmesi birden bir linç kampanyasına dönüştü. Facebook, Twitter gibi sosyal medya mecralarında düzenlenen kampanyalarda Baruter’e yönelik nefret dolu ifadeler, tehditler hızla yayıldı. Penguen dergisi konuyla ilgili bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Haberlerinde ‘baş örtüsü’ yasağı nedeniyle sık sık inanç özgürlüğünden dem vuran gazeteler bu karikatürü şöyle duyurdu: "Penguen İslam'a saldırdı! - İslam'ın kutsallarına hakaret edildi. İşte dehşete düşüren çizgiler" (habervaktim.com) "Asıl gavurlar içimizde Danimarka'da Peygamber efendimiz (sav)'e hakaret içeren karikatürler dolayısıyla ayağa kalkan
Türkiye asıl gavurları içinde barındırıyor. (8 sütun) "Penguen'den Allah'a ve dine hakaret karikatür - Çığ gibi tepki yağıyor." (En Son Haber) Penguen adlı bir mizah dergisinde çok ama çok ayıp bir karikatür yayımlandı. Mütedeyyin insanları aşağılayan çizgi ve baloncuklar yetmiyormuş gibi camiye ait bir figürün içine saygısız şöyle bir cümle yazıldı: "Allah yok, din yalan." Belli ki bunu yapan kişinin düşmanlığı, aklının önüne geçmiş, nefreti gözünü kör etmiş. Hezeyanı o kadar ayyuka çıkmış ki adam, o anlamsız ve incitici lafı oraya kazımasa herhalde şişip patlayacak... (Ekrem Dumanlı, Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni) D‹N ELDEN G‹D‹YOR Baruter’e öfkelenenler inançlarının hakarete
uğradığını öne sürüyor. Bu kesimlerin inanç özgürlüğü anlayışı, inanmama özgürlüğünü kapsamıyor. Üstelik bu tür gerici kampanyalar, kitlelerin “din elden gidiyor” korkusunu besleyen ve bu sayede dinci gericiliğe hayat veren bir söyleme dönüştürülüyor. Baruter elbette ne ilk ne de son. Onun karikatürünün tartışıldığı günlerde bazı gazetelerde Trabzon’da bulunan ve rahibi 2006 yılında öldürülen kilisenin üstünde bulunan haç işaretinden rahatsız olanların saldırıları haber oluyordu. Anlaşılan inanç özgürlüğü inanmayanları kapsamadığı gibi, azınlıkta olan, farklı inanışları da kapsamıyordu. Yıllardır zorunlu din derslerinde Sunni mezheplere ait bilgilerin öğretildiği Aleviler de elbette bunun bir istisnası değildir.
Gücünü dinci cemaatlerden alan AKP iktidar›, “inanç özgürlü¤ü” maskesi alt›nda cemaatelerin inanç, ilke ve de¤erlerini topluma dayatmaktad›r. Gençlerin korunmas› ad› alt›nda içki yasa¤›n› gündeme getriren AKP, cemaat hukukuna uygun olarak yasalarda de¤ifliklikler yapmaktad›r. Ya da en az›ndan “çift hukukluluk” durumu yaratmaktad›r. Yine ayn› flekilde “dinsel de¤erlere sayg›s›zl›k” bahanesiyle belediye meclislerinden heykel y›kma karar› ç›karabilmektedirler. Kad›na bak›fl ve tecavüz suçlar›na yaklafl›m gibi konularda, eski tip erkek egemenli¤i aflan bir kad›n düflmanl›¤› hukuksallaflmaktad›r. Tecavüz suçlar›ndan kad›n› sorumlu tutan yaklafl›m ‹slamc› “ulema” taraf›ndan meflrulaflt›r›lmakta; AKP yarg›s› ise buna uygun kararlar almaktad›r. Cemaatlerin dinamizmini neoliberal yönetiflim düzenekleriyle birlefltiren AKP, asl›nda cemaat hukunu kamusallaflt›rmaktad›r. Yine burada “inanç özgürlü¤ü” söylemi cemaat gericili¤inin kamusallaflmas›n›n maskesi olarak kullan›lmaktad›r. Devletin idari, mali, istihbarat birimlerinin oluflumunda yeterlilik ve yetenek gibi de¤erlendirme ölçütleri yerine cemaat referanslar› esas al›nmaktad›r. Devletteki kadrolaflma zaman zaman
Aleviler gibi baflka inanç ve mezhep üyelerinin “temizlenmesi” operasyonlar›na varmaktad›r. Bu süreçte ‹slam, dinamik bir operasyon arac› olarak kullan›lmaktad›r. Neoliberalizmin çözülen toplumunu ele geçiren korku, ‹slamc› topluluklar› da harekete geçiren bir unsur olmakta bu nedenle söylemde din hep elden gitmekte, din düflmanl›¤› al›p bafl›n› gitmekte, dini de¤erlere sald›r› varl›¤›n› hep sürdürmektedir. Böylece siyasal ‹slam kendi egemen konumunu hep sald›r› alt›nda oldu¤u gerçe¤i ile pekifltirmekte, ‹slam d›fl› inançlar dini de¤erlere sald›r› olarak tan›mlanmaktad›r. Bir baflkas›n›n inanmama özgürlü¤ü yok say›larak, dine inanmama ve bunu ifade etme durumu hep inanç özgürlü¤ünü yok sayma olarak nitelenmektedir. Bahad›r Baruter örne¤inde oldu¤u gibi dini de¤erleri kabul etmeyenlere dönük ‘Allah’a hakaret, kutsal de¤erlere hakaret’ suçlamalar› bu iddialar› dile getirenlerin toplum üzerindeki egemenlik konumlar›n› güçlendirmekte onlar gibi düflünmeyenlerin inanç ve ifade özgürlü¤ünü ise tamamen ortadan kald›rmaya yol açmaktad›r.
Kurtken kuzu görünenler Siyasal İslamcı hareket, devletin dine dönük müdahaleleri nedeniyle kendini hep mağdur olarak tanımlar. Oysa kendisi de tarihte hep iktidar cephesinde yer almıştır
İ
İnanmama hakkı, İnanç özgürlüğünün denek taşı 12. yüzy›lda kiliseyle dünyevi iktidar›n ayr›flmaya bafllamas› beraberinde laikleflme sürecini getirdi. Binlerce y›la yay›lan bu süre içerisinde din olgusu etraf›nda s›n›f savafl›mlar›, iktidar çat›flmalar› yafland›. Ortaya sekülerizm, laiklik, toplumsal ve bireysel haklar özgürlükler gibi de¤erler ç›kt›. Uzun mücadeleler sonucu, iktidar
dünyevileflirken din de kamusal alandan özel alana do¤ru çekildi. Bu süreçte inanmama özgürlü¤ü de inanç ve ibadet özgürlü¤ünün güvencesi haline geldi. Ama neoliberalizmin kurmaya çal›flt›¤› yeni toplumda, art›k toplumlar›n ortak de¤eri haline gelen baz› temel hak ve özgürlükler yok say›l›yor. ‹nanmama özgürlü¤ü de bunlardan birisidir.
slamcılar din, inanç ve ifade özgürlüğü sorununu, Türkiye’de rejimin kurucu unsurlarından birisi olan Kemalist laiklik anlayışın bir gereği olarak devletin dine dönük müdahalelerinden yola çıkarak tanımlamaktadır. Dindar kitlelerin, devletin dine koyduğu sınırlamalar nedeniyle hep zulüm gördüğü, inançlarını gizlemek zorunda kaldığı fikrinden hareketle hiç bitmeyen bir mağdurluk konumunu yeniden yeniden üretmektedirler. MA⁄DUR SÖYLEM‹N‹ YEN‹DEN ÜRETMEK Gizli gizli namaz kılmak zorunda kalan işçiler, ‘başörtüsü’ nedeniyle okula alınmayan genç kadınlar, varlıklarını gizlemek zorunda kalan cemaatler, gizlice yapılan sohbetler hep bu mazlumluğu gösteren öyküler olarak anlatılmış, isimler, mekanlar değişse de ‘ibadetini gizlice yapan’ inancından ötürü
toplumsal hayatta dışlanan Müslümanların varlığı anlatılıp durmuştur. Oysa Kemalist laikliğin kurucu unsuru olduğu aynı rejim siyasal İslam’la hep işbirliği yaparak Türkiye’ye özgü bir laiklik anlayışı inşa etmiştir. Siyasal İslam, laikliğin temellerinin atıldığı Cumhuriyetin ilk yıllarında 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, ve benzeri uygulamalarla cumhuriyet içerisinde kurumsallaştırılmıştır. 1950’lerle beraber Türkiye’nin yeni sömürgeleştirilme sürecinde ise iktidarların siyasal, ekonomik ve toplumsal temelini güçlendirmek için bizzat emperyalistler ve Türkiyeli egemenler tarafından kullanılan bir siyasi akım olmuştur. Demokrat Parti döneminde 1925’te kapatılan tekke ve zaviyelere izin verilmesi, 1965’te Diyanet’e bağlı kuran kursları sayesinde cemaat kadrolarının devletin maaşlı
memurlarına dönüşmesi, Diyanet İşleri’nin kurulmasının ardından siyasal İslam’ın rejimle kaynaşması bir yandan da rejimin gericileşmesinin ikinci dönüm noktası olmuştur. Bu gelişmeleri 12 Eylül 1980 sonrası bizzat cunta tarafından yukardan aşağıya örgütlenen Türk-İslam sentezi fikriyle beraber hem rejimin hem de toplumun dalga dalga gericileştirilmesini süreklileştirmiştir. Zorunlu din dersleri, yaygınlık kazandırılan imam hatipler, hızla yaygınlaşan kuran kursları gericiliğin toplumsal temellerini güçlendirmiştir. Bugün gelinen noktada egemenler tarafından hep işbirliği yapılan siyasal İslam adım adım gelişmiş, kurumsallaşmış ve AKP şahsında kendisini iktidar partisi olarak var edebilmiştir. REJ‹M DE⁄‹fi‹YOR LA‹KL‹K ANLAYIfiI DA DE⁄‹fi‹YOR Kısaca İslamcı kitleleri ajite eden zulüm gören Müslüman
figürü Kemalist laiklik anlayışının kamusal alana dönük bir dizi düzenlemesine ve dini kamusal alandan özel alana iteleyen bir dizi uygulamaya dayansa da ezen ezilen, yöneten yönetilen ilişkisinde siyasal İslam hep ezen ve yöneten cephesinde konumlanmıştır. Bu cephedeki ilişkisi
işbirliğinden aktif siyasal özne olmaya kadar zamana ve koşullara bağlı olarak çeşitlenmiştir. Üstelik siyasal İslam’ın rejimin karakteri gereği var olan bu yapısal çelişkisi (hem itilen hem de yöneten olma) neoliberal dönüşümle beraber çözülmüş, rejim değişirken Kemalist laiklik anlayış da krize sürüklenmiştir.
13
TARİH 25 fiubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
DP’den AKP’ye basın mirası
1
KISA SÜREN BAHAR Ancak yapılan düzenlemelerin olumlu havası fazla uzun sürmedi, DP’nin 2. hükümeti döneminde basının işleyişini zorlaştırıcı önlemler gündeme gelmeye başladı. 1953’de, daha önce bakanlara yapıldığı iddia edilen hakaretin takibi şikayete bağlıyken, artık savcının, bakanın olurunu alarak re'sen takibine bırakılması kabul edilmiş, iktidar yanlısı basın
?
Köftehor
Muhalefet döneminde, AKP’ye benzer bir biçimde, başlıca ideolojik araç olarak “demokrasi” kelimesini kullanan ve muhalif basının çıkışlarını iyi değerlendiren DP iktidara geldikten bir süre sonra durum değişti. Sansür, kovuşturma, yasaklamalarla basını baskı altına almaya çalışırken bir yandan da kendi “besleme basın”ını yarattı. İktidarının sonuna yaklaşırken de 1950'den itibaren düşünce özgürlüğünü kısıtlayan hükümleri toptan kaldırdığını ancak basının kendisinden beklenen “parlak imtihanı” veremediğini 4 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen DP, hükümetin kurulmasından birkaç ay sonra Cumhuriyet döneminin ilk basın yasası olan ve hükümete geniş yetkiler tanıyan 1931 Matbuat Kanunu'nu kaldırdı. Artık gazete çıkarmak için izin almak yerine bildirimde bulunmak yeterliydi. Basın suçları basın mahkemelerinde yargılanacak, gazete sahipleri yerine yazı işleri müdürleri sorumlu olacaktı. 1952'de ise, gazetecilerin çalışma koşullarını düzenleyen yasa ile gazeteci dolaylı da olsa tanımlandı, yıllık ücretli izin, haftalık tatil, sendika kurma hakkı ve sosyal sigortalara tabi olma zorunluluğu getirildi. Bu düzenlemeler DP'nin iktidarının başlarında basın için oldukça memnunluk vericiydi, hükümetle basın arasında yakın ilişkiler kurulmuştu.
ASLINDA NE DEMEK
DP dönemi bas›n üzerindeki bask›lar dönemin karikatürlerine bolca konu oluyordu. Çizerler, karikatürleri nedeniyle de yarg›lan›p ceza al›yorlard›.
durumu "ortalıktaki anarşik manzaraya son vermek" olarak değerlendirmişti. 1954'de kabul edilen bir başka yasa, devletin siyasi ve mali itibarını sarsacak, halkın telaş ve heyecanlanmasına neden olacak yalan haberleri hapis ve para cezası ile cezalandırılıyordu. Üstelik suçlanan gazeteciye iddiasını ispat etme hakkı da verilmiyordu. "İspat hakkı" gazetecilere yayımladıkları haberler dolayısıyla haklarında dava açılması halinde haber konusu iddiayı ispat etme hakkını vermeyi ve ispatın davalının durumunu etkilemesini öngörüyordu. Adalet Komisyonu Başkanı Halil Özyörük, hakaret davalarında bakanlar ve bazı yüksek memurlar için "ispat hakkına cevaz olamayacağını" öne sürmüş, yazı işleri müdürlerini "baldırı çıplaklar" diye nitelemişti. Basın özgürlüğünü sınırlayan ve sansüre yönelik hükümler getiren 1956’daki kanun değişikliğinin mecliste görüşüldüğü sırada ise Menderes "demokratik nizamın ancak bu kanunlarla sağlanacağını", “1950 Basın Kanunu ile basın özgürlüğünü sağlamakla büyük bir hata işlediğini” söylemişti. Bu keskin dönüşün ve kısıtlamaların temelinde elbette ekonomik krizin boyutlarının yükselmesi ve gittikçe artan hoşnutsuzluk vardı.
“BESLEME BASIN” DP sonraki dönemde ekonomik baskılar da uygulamış, yandaş basına ise kredi, arsa sağlama, resmi ilan verilmesi, kağıt tahsisi vb. yoluyla maddi destekler sağlamıştır. Özellikle resmi ilanlar konusundaki tutum önemlidir, ilanların verilmesi için 1951'de yapılan düzenleme ile resmi ilanların dağıtımı bakanlığın takdirine bırakılmış böylece bugünkünden farklı olarak başka kazanç yolu olmayan gazete sahipleri önemli bir ekonomik baskı altına alınmıştır. DP'nin yayın organı sayılan Zafer gazetesi 50-59 yılları arasında 7 milyonu aşkın resmi ilan ve reklam tutarı alırken onu izleyen en yakın gazeteninki 2.5 milyonda kalmıştı. “Besleme basın” kavramı da bu dönemde doğdu. İlerleyen dönemlerde ise özel ilan ve reklamlar da bazı hukuki kayıt ve koşullara bağlanmıştır. 1954 seçimlerinden sonra muhalif basındaki eleştiriler yoğunlaşırken basın davalarının sayısı da hızla artmıştı. Yalnızca Mart 1954-Mayıs 1958 yılları arasında 1161 gazeteci hakkında kovuşturma yapılmış, 238'i mahkum edilmiştir. 1957’de basın davalarını protesto bildirisi yayımlaması nedeniyle İstanbul Gazeteciler Sendikası bir süre kapatılmıştır. DP yanlısı basın için ise durum daha
farklıydı. Onların işlediği suçlar kovuşturulmuyor, kazara hapse girdiklerinde ise çok farklı bir uygulamayla karşılaşıyorlardı. DP yanlısı gazetelerden birinin yazı işleri müdürünün hapse girmesiyle sağlık durumu ileri sürülerek, hastaneye nakledilmesi bir olmuştu. Bu gazeteciye hemen dekanın odası ayrılmış, özel bir telefon çekilmişti. Gazeteci bazı akşamlar hastaneden çıkıp evine gitmiş, sabahın erken saatlerinde yine hastaneye gelmişti. Yine; bu dönemde Menderes’in muhalif gazetecileri sivil polislere izlettiği belirtilmektedir. IPI’DAN MENDERES’E VE ERDO⁄AN’A MEKTUP VAR 1958'de basın üzerindeki baskı sorunu uluslararası platforma taşındı. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Başkanı, Menderes'e bir mektup yollayarak basın üzerindeki baskılara son verilmesini istedi. Ancak hükümet bu mektubu iç işlerine müdahale olarak nitelendirip sert tepki gösterdi. IPI, benzer bir mektubu Deniz Feneri meselesinde yaptığı haberlerle iktidarla karşı karşıya gelen ve eleştirilen Doğan Medya grubu için Erdoğan'a da göndermiş, Erdoğan, IPI'ı Doğan Grubu'nun kuruluşu olmakla itham edilmişti. 1959 yılı başlarındaki gergin siyasal
‘Bugün olsun yine yaparım’ Amasya Suluova Yeni Çeltek’te, 31 y›l önce, sol görüfllü ö¤renciler gözalt›na al›nm›fl; haber ilçede yay›l›nca da halk karakolun önünde toplanm›flt›. Bu insanlardan biri de Elif Ana olarak bilinen Elif Erkorkmaz’d›. Kalabal›¤›n aras›nda kalan bir komiser yard›mc›s› dövülerek öldürülmüfl, karakol bekçisinin, "Elinde sopa vard›" dedi¤i Elif Ana gözalt›na al›nm›flt›. O günü “Çocuklar› dövüyorlar dediler, devrimcileri dövüyorlar dediler. Öyle deyince ben devrimcileri kurtarmaya gittim kendimi kurtaramad›m, 8 sene yatt›m, 20 sene ald›m. Dövdüler beni, 300 polis beni dövdü…” sözleriyle anlatm›flt›. Tarihe "Yeni Çeltek Devrimci Yol Davas›" olarak geçen, yüzlerce insan›n yarg›land›¤› davada, komiser yard›mc›s›n›n ölümünden sorumlu tutulanlara 20'fler y›l hapis cezas› verilmifl, Elif Ana da, Amasya, Samsun, Erzincan ve Konya Ermenek cezaevlerini dolaflm›fl, 8 y›l hapis yatm›flt›. Elbette yarg›lanan tek bafl›na bu olay de¤il, Yeni Çeltek’in tüm bir öyküsüydü. Yeni Çeltek bir maden bölgesidir. Suluova fieker Fabrikas›’n›n kurulmas›n›n ard›ndan pancar›n fleker haline gelmesi için gereken yüksek ›s›n›n Yeni Çeltek’in linyit madenlerinden karfl›lanmaya bafllamas› ile bölgede de¤iflim de bafllar. Madenlerde kader ortakl›¤› yapt›klar› mühendislerle beraber D‹SK Yeralt› Maden-‹fl’te örgütlenen iflçiler, yöneten-yönetilen, iflçisendikac› ayr›m›n›n ortadan kalkt›¤›, iflyeri komite ve konseylerinin tek yetkili oldu¤u, grev günlerinde üretenlerin yönetebilece¤inin
ortamda gazeteler kapatıldı, gazeteciler hapse atıldı, uygulanan sansür yüzünden gazetelerin birinci sayfalarında son anda çıkarılan haberler nedeniyle sayfalar boş beyaz sütunlarla çıkıyordu. 1959 yılının sonlarında, DP iktidarının muhalefete karşı artık hiç tahammülü kalmamıştı. Yönetimin gazeteler üzerinde kurduğu sansür baskısı alabildiğine artmış, sansürle yetinmeyen yönetim, gönderilen yasaklara uyulup uyulmadığını kontrol etmek amacıyla gazetelerde polis bekletmeye başlamıştı. 1960 başlarında iktidarın gazetecilere yönelik baskıları da birbirini izleyen tutuklamalara dönüştü. Ayrıca gazete kapatma uygulamaları da sürmekteydi. Böyle bir ortamda Menderes İzmir'e gitmiş, iktidar gazeteleri "DP kalesi”olarak bilinen İzmir'de 300 bin kişinin Menderes'i karşıladığını bildirmişti. Akşam gazetesi ise karşılanışın havadan çekilmiş bir fotoğrafını yayınlamıştı. Bu fotoda kalabalığın fazla olmadığı görülüyordu. Akşam aynı gün kapatıldı. DP’nin 10 yıllık iktidar döneminde 867 gazetecinin mahkumiyetiyle sonuçlanan 2300 basın davası açılmış, 1956-1960 arasındaki dört yılda gazetecilere tam 57 yıllık hapis cezası verilmişti.
Kederli bir dost... ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone'nin basın özgürlüğüyle ilgili açıklamalarına AKP’den "Büyükelçiler içişlerimize karışamazlar, sınırları var" tepkisi geldi. 1954 yılında yine ABD’den, bu defa Menderes için, benzer bir eleştiri gelmişti. Nazım’dan okuyalım:
GER‹LEYEN TÜRK‹YE YAHUT ADNAN MENDERES'E Ö⁄ÜTLER Nev York Tayms gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var : "O Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..." Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum.
kan›tland›¤› bir süreci bafllat›r. Elbette kab›na s›¤maz, yeni yaflam dalgas› tüm bölgeyi etkisi alt›na al›r. Provokasyonlar, bask›lar bu halk hareketini engelleyemez, ancak ülkenin üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül’den buras› da nasibini al›r, sendika kapat›l›r, yüzlerce maden iflçisi tutuklan›r, iflkenceden geçirilir. Yeni Çeltek Devrimci Yol Davas›, yüzlerce iflçinin yarg›land›¤›, 64 idam istemli dava olarak kay›tlara geçer. Hayat› Yeni Çeltek’inkiyle beraber flekillenen, de¤iflen Elif Ana, yaflad›klar›na, yapt›klar›na sahip ç›kan bir kad›n: “Yok can›m niye piflman
olay›m ben evlatlar›m›n için gittim oraya, beni kimse kand›rmad›, beni kimse götürmedi, beni kimse aldatmad› ben kendim gittim, akl›m ere ere…” “Bugün olsa yine yapar m›s›n?” sorusuna da “Yine yapar›m… Yine yapar›m, gücümün yetti¤i kadar yapar›m ama gücüm yetmez baflka” der. Elif Ana, 8 fiubat’ta yaflam›n› yitirdi. Cenazesine yüzlerce kifli kat›ld›. Belki kurtarmaya gittikleri de¤il ama evlatlar› da onu yaln›z b›rakmad›. Unutturulanlar – 2 Yer alt› Maden-‹fl Yeni Çeltek
Köftehor, TDK sözlü¤ünde “sevgiyle kar›fl›k bir azarlama sözü” olarak tan›mlanan bir kelime, gündelik hayattaki kullan›m› da bu tan›ma uygun bir flekilde. Oysa kelimenin Osmanl›’daki kullan›m› bu anlam›nda bir hayli farkl›. Cinsel sald›r› ya da suçlara karfl›l›k verilecek cezan›n gündeme geldi¤i bugünlerde bir ceza biçiminin adland›r›lmas›nda kullan›lm›fl olmas› hayli ilginç. Mehmet Zeki Pakal›n’›n Osmanl› Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü¤ü isimli eserinde köftehor kelimesi mecazi olarak “fluna buna kad›n götüren adam” anlam›na gelmektedir. Köftehor k›nl›¤› (kanl›¤›) ise, “bir kad›n›n yabanc› bir erke¤i, evine kabul etmesi halinde, suç teflkil eden bu eylemin karfl›l›nda verece¤i para cezas›”d›r. “K›nl›k” kelimesi, eski Türkçe’de cezaland›rmak anlam›na gelen “k›namak”tan türetilmifl olup para cezas› veya tazminat manas›nda kullan›lmaktad›r. Fatih Kanunnamesi, birinci fasl›n› zina suçuna ay›rm›flt›r. 4. madde “E¤er avretin mal› olsa, eri kabul eylese, köftehor kanl›¤un yüz akçe vire, yoksul olursa elli akçe gayet fakir olursa k›rk ya otuz akçe cürüm al›na” fleklindedir. Kanuni Süleyman’a ait kanunnameye göre de zina, Allah'a karfl› ifllenen a¤›r bir suç veya günah de¤ildi. ‹slam ceza hukukunun tazir cezas›na muhatap k›ld›¤› suçlar kapsam›nda de¤erlendirilmekteydi. ‹slam hukukunun temel kaynaklar›nda cezas› tayin edilmemifl suçlara, yarg›c›n takdiri esas olmak üzere verilen cezalara tazir denilmekte olup zina da bu kapsamda de¤erlendirilmekteydi. Kifli kabul edilebilir bir para cezas› ödeyerek yaflam›n› sürdürebilirdi. Kad›n zina yapt›¤›nda evlilik devam edebilirdi, eflinin zina yapt›¤›n› bilen ve durumu kabullenen erkekten maddi durumuna göre para cezas› köftehor kanl›¤› al›n›rd›.
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes. Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1) İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye, Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür, O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür. O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2) O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman, Moskova'yı atomlayalım diyen insancı... Kendine acımazsan bize bir parça acı. A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez, Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez... Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne? Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne? Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi?
"Kan aktı hesabı sorulmalıdır!" mı dedi? Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı? "Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı? Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye? Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye : "Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3) Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor. Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4) Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes. Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya? Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya? Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını. O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı. Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver. Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster. Sendika liderlerinizin birçoğu zaten bizde olduğu gibi emir alır polisten. Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını? Hem de kırarsın liderlerin itibarını? Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes, Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar, Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var, öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç, bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç... 1955 (1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı. (2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti. (3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e İstanbul'a filan gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar. (4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir."
14
SPOR 25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Tribünlerde ve sokaklarda Tribünlerde muhalif grupların susturulmaya çalışıldığı, statlarda sesini duyurmaya çalışan, hakları için mücadele eden emekçilerin gözaltına alındığı, futbolun bir endüstri kolu haline getirildiği günümüzde, tüm bunlara karşı mücadele veren taraftarlardan oluyan Halkın Takımı Beşiktaş’la görüştük
B
ize kısaca Halkın Takımı Beşiktaş’tan bahsedermisiniz? Halkın Takımı’nı tanıtırken sıkıntıya girdiğimiz yer -ısrarla aksini her fırsatta dillendirmemize karşın- bir taraftar grubu olarak algılanmamız. Davranış biçimimiz ve adımızın çeşitli platformlarda muhtelif gruplarla anılmasından kaynaklandığını sandığımız bu duruma bir açıklık getirerek başlayalım. Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’dır. Halkın Takımı platformu içerisindeki arkadaşların hemen hepsi kendini bu şekilde ifade eder. Resmi web sitesiyle, hiyerarşisiyle, taraftar temsilcileriyle ve amigolarıyla muhatap alınabilecek tüzel bir kişilik sunabilen Çarşı bu anlamda –resmi olmasa da- Beşiktaş taraftarının doğal çatısıdır. Bu çatı altında onlarca farklı anlayış ve felsefi duruşu görebilirsiniz. Ortak payda ise Beşiktaş sevdasıdır. Halkın Takımı ise, Beşiktaş sevdasının yanında daha fazla ortak paydada buluşmayı becerebilmiş arkadaşların daha net düşünebilmek ve kendilerini ifade edebilmek amacıyla kendiliğinden bir araya gelmiş bir kısım Beşiktaş taraftarından ibarettir. Dernek, lokal, tribünler de özel bir yer ya da herhangi bir tüzel kişiliğe sahip olmadan, sadece sahip oldukları web sitesi forumu üzerinden sohbet edebilen ve düşüncelerini 3 yıldır çıkardıkları bir dergiyle ete kemiğe büründürmeye çalışan bir düşünsel platformdur diyebiliriz. Bir baskı grubu olmak, kitleleri bilinçlendirip öncülük yapmak, yönlendirmek ve devrim yapmak türünden ulvi bir amacı ya da misyonu yoktur. Grup olma iddiasında bulunan oluşumlardaki klasik hiyerarşi Halkın Takımı’nda olmadığı gibi standart taraftar
forumlarındaki cezalandırma yöntemlerine itibar edilmez. Öyle bir hafta, bir ay forumdan uzaklaştırma, belli bir süre hiç girememe ya da sadece okuyabilip mesaj yazamama, kırmızı kurdele takma, yıldız verme vb. yaptırımlar ve ödüllendirmeler Halkın Takımı’nda bulunmaz. Bir tek ricası vardır arkadaşlardan; söylemlerimize hepimizi temsil etmesi sebebiyle lütfen dikkat edelim, küfür etmeyelim, aşağılayıcı ifadeler kullanmayalım. Halkın Takımı’na düşünsel bir platformdur derken, ilke olarak futbolun endüstriyelleştirilmesi sonucu oluşan ve insanlık kültürü olarak tarif ettiğimiz birtakım kadim değerlere aykırı ahlak anlayışı ve kriterleri reddetmeye
yönelik bir düşünsellikten söz ediyoruz. Paranın gücüne değil bu andığımız değerlerin gücüne bağlı olarak gelen “başarı”ları baş tacı edip “başarısızlık”ları rahatlıkla sindirebiliriz. Tribünlerde açtığınız pankartlar genelde gündemle ilgili oluyor ve bu pankartlarla duyarlılığınızı alanlara taşıyorsunuz. Beşiktaş taraftarları içinde bu nasıl karşılanıyor? Çoğunluğu işçi, memur ya da öğrenci; genel toplamda ise ağırlıklı olarak dar gelirli emekçi insanlardan oluşan Halkın Takımı bünyesinde toplanan arkadaşlarımız, doğallıkla emeğin en yüce değer olduğu gerçeğini benimsemiş insanlardır. Buradan hareketle emeğe, emekçiye karşı işlenmiş her türlü suçu sosyal bil-
inçlerine bağlı olarak protesto etmeye ve direnişlere de destek vermeye eğilimlidir. Bu nedenle başta evrensel emekçi bayramımız 1 Mayıs olmak üzere bu tür direniş ve anmalarda, üzerinde Halkın Takımı yazan beyaz bir pankart ardında yürüyen Beşiktaş formalı insanlar görürsünüz. Onlar biziz işte ama çevremizde genellikle olduğu gibi farklı forma ve pankartlarla yürüyen taraftar gruplarıyla, muhtelif siyasal yapılarla benzerliğimiz sadece bundan ibarettir. Bizler sadece taraftarız. AKP tarafından bir spor yasası tartışılıyor. Bu yasayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Destekliyor musunuz? Dayatılan gayri ahlaki oldubit-
tinin elkitabıdır bu yasa. Bu konuya en üst endüstriyel futbol mafyası olan FIFA’dan başlayarak kıyıdan kenardan bu yaratılan ekonomik sürece “mal” yetiştirmeye çalışan, futbolla ve takımla alakasız en küçük KOBİ’ye kadar futbola ve sevdalarımıza musallat tüm parazitlerin korunabilmesi, pazarlarını koruyup istedikleri gibi yönetebilmeleri yasasıdır diyerek bakıyoruz. Bunları 2C yasasından, 2B yasasından, Anayasa değişiklik paketinden ve son hazırlanan torba yasadan ayrı değerlendirmiyoruz. Hayat da Beşiktaş’tır diyen bizler hayatın tümüne düşman unsurların, tümüne karşı durmayı kendi ahlakımıza uygun bir tavır olarak görüyoruz.
Homofobiye kırmızı kart T
rabzon’da 14 sene faal futbol hakemliği yapan ve eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra kendisine görev verilmeyen Halil İbrahim Dinçdağ’ın Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davanın ilk duruşması 22 Şubat’ta Sarıyer Adliyesi’nde görüldü. Futbol Federasyonu’nun “sanık” olduğu dava 31 Mayıs’a ertelendi. Halil İbrahim Dinçdağ, Mayıs 2009’da kendisinden istenen askerlik durum belgesinde yazan “askerliğe uygun değildir” ibaresi yüzünden hakemlik yapamıyor. Ayrımcılık mağduru olan Dinçdağ, sadece hakemlik görevinden değil, 16 yıldır sürdürdüğü radyo programı sunuculuğundan da oldu. Mayıs 2009’dan bu yana tüm iş başvurularının reddedildiğini ifade eden Dinçdağ, “Bu olaylardan sonra artık hiçbir işe kabul edilmiyorum. Bütün iş başvurularım olumsuz olarak geri döndü veya hiç haber verilmedi. Aileme ve bana yaşatılan bu olayların hesabının sorulmasını istiyorum. Artık hayatımı idame ettiremiyorum. Sokaklarda rahatlıkla gezemiyor her ortama rahatlıkla giremiyorum. Arkadaş çevrem artık eskisi gibi değil. Çoğunluk olarak benimle görüşmemek ve dolaşmama kararı aldı. İnşallah her şey iyi olur” diyerek sonuna kadar hakkını arayacağını ifade etti. TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nde eşcinsellik “psikoseksüel bozukluk”olarak adlandırılıyor. Askerlikten muaf raporu almış eşcinseller gerek aile içinde gerekse iş hayatlarında ayrımcılığa maruz kalıyorlar.
Derbide eylem H
ava-İş üye oldukları için işten çıkartılan, Sabiha Gökçen Havaalanı işçileri 2009’un Eylül’ünden beri direnişte. İşçiler 19 Şubat günü İnönü Stadı’ndaki İstanbul’daki Beşiktaş - Fenerbahçe maçında pankart açarak, patronları Limak Holding’in sahibi ve aynı zamanda da Fenerbahçe’de yönetici olan Nihat Özdemir’i toplu iş sözleşmesi masasına çağırdı. İşçilerin pankart açmasından kısa bir süre sonra stattaki güvenlikçiler ve polis işçilere saldırdı. Saldırıda gözaltına alınan olmazken, pankart yırtıldı.
Spor dünyasında doping rezaleti Fenerbahçe Kad›n Basketbol Tak›m›’n›n dünyaca ünlü basketbolcusu Diana Taurasi, Ceyhan Belediyesi oyuncusu Monique Coker, Gençlerbirli¤i’nde futbol oyanayan Orhan fiam ve Karssporlu futbolcu Ali Mesut’un doping yapt›¤›na iliflkin raporun yanl›fl ç›kmas›yla tam bir skandal patlak verdi. Dünyadaki tüm sporcular›n doping testlerinden sorumlu olan Dünya Anti Doping Ajans›’na (WADA) kay›tl› 35 kurumdan biri olan ve Türkiye’deki tüm doping testlerinin yap›ld›¤› Hacettepe Üniversitesi Doping Kontrol Merkezi skandal›n bafl sorumlusu olarak görülüyor.
AKP felaketi 5 bin yıldan uzun süredir medeniyetlere beşiklik eden Anadolu, bu uzun süre boyunca birçok istila, talan, savaş, deprem, sel, yangın, katliam gördü. Bu badireleri atlatabilen yapıtlar günümüze kadar varlığını korudu; ancak bu büyük eserlerin ustaları 2000’li yıllardaki AKP varlığını hesaba katmamıştı.
Tecavüz Profesörü İsmail Gülgeç... Türk karikatürünün ve çizgi romanının önde gelen isimlerinden, Cumhuriyet gazetesi çizeri İsmail Gülgeç, 16 Şubat gecesi tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Çoğu günlük yaşamdan alınmış esprilere dayalı, yazılı karikatürlerinde, iktidarlarla uzlaşmayan, toplumdaki egemen ve yerleşik anlayışlara zekice yergiler yönelten Gülgeç bu tarzını hep sürdürdü.
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker, katıldığı bir televizyon programında artan tecavüz olaylarını değerlendirdi. Çeker, dekolte giyinen kadınların tecavüze davetiye çıkardığını, tecavüz eden erkek kadar ‘tecavüze davetiye çıkaran kadının’ da suçlu olduğunu söyledi.
Testlerin yanl›fl yap›ld›¤›na iliflkin Köln’den gelen rapor da Hacettepe’nin sporcular›n gelece¤iyle ne kadar kolay oynayabildi¤ini ortaya koyuyor. Sporculardan al›nd›ktan sonra çok özel flartlarda tafl›nmas› ve muhafaza edilmesi gereken ve ›s›, nem gibi d›fl faktörlerden etkilenmemesi gereken numunelerin kamuya aç›k ticari bir kargo flirketi taraf›ndan tafl›nmas› bu ihmallerden sadece birisi. Testlerin yanl›fl prosedürde uygulanabiliyor olmas› ise bu ihmallerin en büyüklerinden birisi. Doping skandal›yla ilgili tart›flmalar daha çok dünya kad›n basketbolunun en iyi sporcular›ndan biri olarak gösterilen Diana Taurasi üzerinden
dönse de, her y›l ortalama 35 bin sporcunun numuneleri Hacettepe Doping Kontrol Merkezi’nde test ediliyor. Ortaya ç›kan durumda, daha önce doping nedeniyle ceza alm›fl olan sporcular›n durumunun ne olaca¤› da tart›fl›l›r hale geldi. Doping nedeniyle sporculara uzun süre spordan men cezalar› veriliyor. Taurasi, Coker ve Orhan fiam soruflturmalar› sürdü¤ü için tedbirli olarak müsabakalardan men edilmiflti. Bu üç sporcunun skandaldan sonra tedbirleri kald›r›ld›. Ancak ayn› maddeyi (modafinil) kullanmaktan dolay› 2 y›l spordan men cezas› alan Ali Mesut’un
durumu hala belirsiz. Cezas› kesinleflen ve zaten bir süredir spordan uzak b›rak›lan Ali Mesut’un cezas›n›n kald›r›lmamas› durumunda ortaya ç›kacak olan ma¤duriyetin hesab›n› futbol federasyonu ve Hacettepe verir mi bilinmez ama Ali Mesut sonuna kadar hakk›n› aramakta kararl›. Gerekli yerlere baflvuran Ali Mesut, Türkiye’de sonuç alamazsa Uluslararas› Spor Tahkim Mahkemesi’nde hakk›n› arayabilecek. Türkiye’de tüm dünyada rezalet olarak adland›r›lan olaydan sonra Hacettepe Doping Kontrol Merkezi’nin lisans›n›n iptal edilmesi bekleniyor.
Abdullah Gül varsa öğrenciler yok Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 22 Şubat günü Mersin’i ziyaret etti. Gül’e dikensiz gül bahçesi sunma niyetindeki Mersin Emniyeti, ‘potansiyel suç yuvası’ olarak gördüğü üniversiteye panzerleriyle girdi ve 42 öğrenciyi cop, biber gazı ve tazyikli su kullanarak gözaltına aldı. Gül Mersin’den ayrılana kadar 42 öğrenci gözaltında tutuldu. Neyseki Gül, protestolar sebebiyle Mersin ziyaretini kısa kesti ve şehirden erken ayrıldı.
İsyan her yerde Tunus, Bahreyn, Yemen, Mısır, Libya, Yunanistan, Arnavutluk, Latin Amerika... Dünya, neoliberal politikalara karşı baş kaldırdı. Artık yeni trend egemenlerin ‘kazan kazan’ı değil; neoliberalizme karşı dövüşen dünyanın ‘İsyan devrim özgürlük’ sloganı.
KÜLTÜR SANAT
15
25 fiubat 2011 / 10 Mart 2011
Halk›n Sesi
Su alt›nda kald› İzmir'in Bergama ilçesindeki Allianoi Antik Kenti suyla kaplandı. Kamuoyunda aylarca tartışılan Yortanlı Barajı su tutmaya başladı ve barajda bir ayda 10 milyon metreküp su toplandı. Baraj, su toplama havzası içerisinde bulunan antik kent Allianoi'deki tarihi kalıntıları yuttu.
HES belgeseli
Ödülü reddetti
Doğu Karadenizlilerin hirdoelektrik santrallerine karşı direnişini anlatan "Bir Avuç Cesur İnsan" belgeseli !f Bağımsız Filmler Festivali'nde ilk defa seyirciyle buluştu. Rüya Arzu Köksal’ın son çalışması olan belgeselde, direnişin başını çeken kadınlar ön planda yer alıyor.
Semih Kaplanoğlu İran’da düzenlenen Fecr Film Festivali’nde filmi 'Bal'a verilen ödülü, İranlı yönetmenler Panahi ve Resulov’un hapis cezalarını protesto ederek reddetti. Kaplanoğlu, daha önce de yönetmenlere destek için protesto kampanyalarına imza atmıştı.
Gülgeç’i kaybettik Cumhuriyet gazetesinde "Hayvanlar" köşesinde karikatür çizen İsmail Gülgeç geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Evrensel, Birgün, Bianet’te de çizgileri yayımlanan 64 yaşındaki Gülgeç, 1988, 1989 ve 1991 yıllarında Karikatürcüler Derneği Başkanı olarak görev yapmıştı.
Ölümlü dünyada ‘Giderayak’ bir hikaye OSMAN NUR‹ ORHAN
Ö
denekli ve ticari tiyatroya karşı Asaf Çiyiltepe tarafından kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu, takım oyunculuğuna dayanan öncü bir sanat tiyatrosu olarak 1963’den bu yana var olmaya devam ediyor. MUHAL‹F T‹YATRONUN S‹MGE ‹SM‹ AST Muhalif çizgisini her zaman koruyan tiyatro, 1972’de sergilediği “Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti” oyununun beşinci gösterimi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerine sergilenirken sıkıyönetim komutanlığı tarafından kapatılır. Bunun ardından kısa bir süre Ankara Tiyatrosu ismiyle gezici etkinlikler yaparak varlığını sürdüren tiyatro 1974’te tekrar Ankara Sanat Tiyatrosu ismini alarak muhalif kimliğiyle oyunlarını izleyicilerle buluşturmaya devam eder. Kimler var olmamış ki içinde; Rutkay Aziz, Güner Sümer, Genco Erkal, Ergin Orbey, Çetin Öner, Timur Selçuk ve daha birçokları. Çağdaş dünya klasiklerinden çağdaş Türk tiyatrosuna kadar yüzlerce oyun oynayan ve yeni Türk oyun yazarları kuşağının yetişmesine büyük katkı sağlayan AST şimdi de “Giderayak” isimli tiyatro oyunuyla izleyicilerle buluşuyor.
“G‹DEREKAYAK” B‹R GÜLDÜRÜ Politik tiyatronun simge ismi Ankara Sanat Tiyatrosu, AST’nin kendi söylemiyle “suya sabuna dokunarak hatta suyun ve sabunun kimyasıyla oynayarak” komedi yapılabileceğini gösteriyor. Seyircilerle buluşan “Giderayak” adlı oyunuyla AST, gerçekten “ileri demokrasinin” tartışıldığı günümüzde sermayenin tek vatanı olduğunu hatırlattı bizlere. O da Rantistan… Muhalif yazar Bülent Usta’nın kaleminden çıkan “Giderayak” isimli oyun gerçek bir olaydan uyarlanmış. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kurulundaki boş kurul üyeliğine atanması istenen ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın bir arkadaşının oğlu olan Mehmet Fatih Karacan, bir isim yanlışlığından dolayı atanamayıp yerine eski Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyesi Fatih Karacan atanıyor. Bu atama kararı Devlet Bakanı’ın, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın önünden geçmesine rağmen hata fark edilemiyor ve TMSF’nin bağımsız yapısından dolayı atanan kişi 2 yıl görev yapıyor. Neyse ki bu yanlış atamayla makama oturan isim, yine var olan siyasal iktidara yakın bir isim olduğundan iktidar açısından bir sıkıntı yaratmıyor. İşte bu noktada yazar Bülent Usta soruyor: “Atanan kişi ya sizin ekipten olmasa ne olurdu?” GÜLER‹Z A⁄LANACAK HAL‹M‹ZE “Yeni dünya düzeni” diye başlayan,
Ödenekli ve ticari tiyatroya karşı Asaf Çiyiltepe tarafından kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu, takım oyunculuğuna dayanan öncü bir sanat tiyatrosu olarak 1963’den bu yana var olmaya devam ediyor. ‘büyük ekonomik kriz’le sonuçlanan, insanın daha çok rant elde etmek isteğinin trajikomik sonuçlarının yaşandığı dünyada ve ülkemizde olup biteni sanatın, tiyatronun ve mizahın diliyle sahneye taşımak isteyen
Giderayak, yönetmen Dersu Yavuz Altun’un deyişiyle “Güleriz ağlanacak halimize” deyimini tam anlamıyla karşılayacak bir güldürü. Bülent Usta tarafından yazılan, yönetmenliğini Dersu Yavuz Altun’un
yaptığı Giderayak’ın başrolünü Mete Ayhan oynuyor. Tiyatrodaki muhalif çizgisini devam ettiren AST, her cuma saat 20.00’da, cumartesi ve pazar günleri ise saat 15.30’da tüm sanatseverleri tiyatrolarına bekliyor.
Arapça müziğin prensesinden yeni albüm: ‘Evet: Umut Var’ Y
M-U-S-I-C Türk caz vokalinin sevilen isimlerinden Elif Ça¤lar’›n ilk albümü M-U-S-I-C ç›kt›. Elif Ça¤lar özellikle genç nesil caz dinleyicisi aras›nda çok sevilen bir isim. Genç yafl›na ra¤men Türk caz müzi¤inin en sevilen isimleri aras›nda gösterilen Elif Ça¤lar, ilk solo albümü M-U-S-I-C, Souldan bossaya, folktan, popa, rocktan reggaeye, drum’n basstan swinge geçifller yapan, k›p›r k›p›r ve e¤lenceli flark›lardan olufluyor. Albümün söz ve müzikleri Ça¤lar’›n bizzat kendisine ait. 1980 do¤umlu Ça¤lar, Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nde Caz Kompozisyonu okuduktan sonra New York’a giderek, Queens College bünyesindeki "The Aaron Copland School of
Music”te Caz Performans› üzerine master yapt›. Birikimini, y›llard›r dinledi¤i her tür müzi¤i kaynaflt›rarak ciddi bir emek ve yarat›c›l›kla haz›rlad›¤› flark›lar›n› M-U-S-I-C albümünde toplayan Elif Ça¤lar, albümünde birçok genç ve yetenekli müzisyenle çal›flt›. Serkan Z (piyano), Ozan Musluo¤lu (kontrbas) ve Onur Alatan’›n (davul) efllik etti¤i flark›lar›n yan› s›ra The Curly Trio’da birlikte çald›¤› Cem Tuncer ve Kerem Türkayd›n’la beraber “iki gitar, bir vokal” olarak kaydetti¤i bir flark› da bulunuyor. Albümün sürprizleri bu kadarla da s›n›rl› de¤il; ‹mer Demirer, Cengiz Baysal, Bilal Karaman, Ferhat Öz gibi birçok önemli caz müzisyeni albümde konuk olarak yer al›yor.
arım asırdan fazladır Arap dünyasının gizemli bülbülü olarak bilinen Feyruz, uzun bir moladan sonra yeniden döndü, fakat bu kez yanına oğlunu aldı. Kuşaklar boyu dinlenen Feyruz’un son albümü ise sanki ismiyle Arap dünyasındaki ayaklanmaları anlatıyor: “Evet, umut var...” 1947 yılında Beyrut’ta konservatuarda öğretmenlik yapan Muhammed Fleifel’in katıldığı bir okul partisinde Lübnan radyo istasyonunda ulusal ilahiler söyleyebilecek yeni yetenekler ararken keşfettiği Feyruz, Lübnan Radyosu Korosu'na seçilir. Radyoda söylediği şarkılarla ve sesinin parlaklığı, yumuşaklığı ve tonuyla bir anda Arap dünyasında adından söz ettirmeye başlayan Feyruz’un hayranları, genç sanatçıya “Fatat al-Jabal” (Dağ kızı) ismini takmışlardı. Şarkı yazarı ve kompozitör olan ve geleneksel Arap şarkılarını ve bazı Batı müziği eserlerini de yeniden düzenleyen Mansour Rahbani kardeşlerle tanışan Fairuz, bu tanışmanın ardından Rahbani kardeşlerin çalışmalarını yorumlar ve büyük bir popülerliğe erişir. Lübnan iç savaşı sırasında ısrarla memleketini terk etmeyen Feyruz, iç savaş boyunca hiç gülmeyerek
savaşı protesto eder. Konserlerindeki tüm görüntülerinde hüzünlü bakışlarıyla iç burkan Feyruz şarkılarını “Ortadoğu’ya barış gelmesi için” söyler. Dünyanın dört bir ucunda verdiği konserlerde ayakta alkışlanan, madalyalar alan, adına hatıra pulları basılan Feyruz, hala hayatını sürdürdüğü Beyrut yakınlarındaki Antilias köyü kilisesinde her pazar günü köy halkıyla birlikte şarkılar söylüyor... 'EVET UMUT VAR...' Arapça müziğin “prensesi” Feyruz, uzun bir aradan sonra çıkarttığı yeni albümünde konserlerinde seslendirdiği parçalarını belgeliyor. “Evet, umut var” adını taşıyan albümde büyük oğlu müzisyen Ziyad elRahabani’nin de büyük katkıları var. Albümde ilk kez 1985 yılında Suriye'de seslendirdiği, Halil Cibran’ın yazdığı ve oğlu Ziyad’ın bestelediği “Toprak Sizin” şarkısı da yer alıyor. Albümdeki “Adını Yazarım” adlı eski eser ise Asi ve Mansur elRahabani ikilisinin anısına yeniden düzenlenmiş. Kısaca Feyruz, yeni albümünde akıp giden zamana meydan okurcasına sesinin ölümsüzlüğünü gösteriyor.
Evrim Atlası abonelere hediye Bilim ve Gelecek Dergisi abone olan okurlar›na Evrim Atlas› hediye ediyor. Y›ll›k abonelik tutar› 75 liray› ödeyen okurlar dergi say›lar›yla beraber dünyan›n en önemli do¤a kolleksiyonlar›ndan birine sahip olan ‹ngiltere'de kurulu "Do¤al Tarih Müzesi"nin deste¤iyle haz›rlanan
Evrim Atlas›'na sahip olacak. Atlas, ‹flbankas› Kültür Yay›nlar› taraf›ndan yay›na haz›rlanm›fl. Son derece ayr›nt›l› bilgi, çizim ve foto¤raflarla desteklenmifl olan Evrim Atlas›, Yarat›l›fl Teorisi'nin okullarda Evrim Teorisi’yle birlikte okutulmaya çal›fl›ld›¤› bir dönemde son derece önemli bir bilgi kayna¤› ifllevi görüyor. Atlas, 370 sayfa olarak sadece içeri¤iyle de¤il ka¤›d›ndan bask›s›na kadar nitelikli bir çal›flman›n sonucu olarak yay›na haz›rlanm›fl. Dincilerin bu alandaki tetikçisi Adnan Hoca'n›n, hiç bir özgünlü¤ü olmayan ve neredeyse tamam› Amerikan Avengelist Kilisesi‘nin haz›rlad›¤› yay›nlardan çal›nm›fl kitaplar›n da¤›t›ld›¤› bir dönemde Bilim ve Gelecek Dergisi'nin bu alandaki çal›flmas› son derece anlaml› bir bofllu¤u dolduruyor.
Heykel için yarışma H eykeltıraş Mehmet Aksoy, Başbakan Erdoğan tarafından "ucube" olarak nitelendirilen Kars'taki "İnsanlık Anıtı" heykeliyle ilgili fotoğraf yarışması düzenliyor. Aksoy, fotoğrafçıların, yarım kalmış anıtı fotoğraflayabileceğini ya da açıklamalardan esinlenerek hazırlayacakları görsellerle yarışmaya katılabileceğini belirtti. Seçici kurulunda Mehmet Aksoy'un yanı sıra Prof. Mehmet Bayhan, Emine Ceylan, İsa Çelik ve Prof. Dr. Özer Kanburoğlu'nun yer aldığı "İnsanlık Anıtı Ulusal Fotoğraf Yarışması"nın son katılım tarihi 13 Mayıs olarak belirlendi. Sonuçları 21 Mayıs 2011'de açıklanacak. Katılımcılar, daha önce ödül almamış en fazla üç eserini, heykelfotograf@gmail.com adresine göndererek yarışmada yer alabilecek.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
25 Şubat 2011 / 10 Mart 2011
16 Halk›n Sesi
Halkevleri organ bağışına çağırıyor
En köklü en genç örgüt ‘Gericileri, ırkçıları, şovenistleri, toplumu baskıyla sindirmeye çalışanları, halkın haklarını gasp ederek sermayeye istediğini sunanları rahatsız etmeye devam edeceğiz’
‘7
9 yaşında ‘gencecik bir çınar’ Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, tam da böyle tanımlıyor Halkevlerini. 79 yıllık köklü bir geçmişe sahip olan, Türkiye’nin siyasal toplumsal yaşantısında muhalefetin, aydınlanmanın, faşizme ve emperyalizme karşı mücadelenin, barışın, yeniden kardeşleşmenin, umudun adı oldu Halkevleri. GÖLE MAYA ÇALAR GİBİ Halkevleri, 79’uncu yaşını geride bırakırken, bugün de tıpkı dün olduğu gibi, halkın söz ve karar hakkı için demokrasi mücadelesini sürdürüyor. Neoliberal politikaların kamusal alanı paralılaştırdığı, en temel insan haklarının gasp edildiği günümüzde hak mücadelelerini öne çıkaran
Halkevleri ısrarla, inatla hak mücadelelerini örgütlemeye devam etti. Toplumsal muhalefete çalınan bu maya tutmaya başladı, Neoliberal politikaların uygulayıcısı AKP iktidarını, egemenler arası kapışmalardan çok hak mücadeleleri zorladı, ezberini bozdu. Barınma hakkını savunan ‘bir avuç yoksul gecekonducunun’ Dikmen’de yaktığı ateş, ülkenin birçok gecekondusunda büyüyor. Bu yüzden Arızlılı Necla teyze, barınma hakkını savunmak için çevik kuvvete karşı direnirken “Vali almış arkasına polisi bürokratları bizi evlerimizden atıyor. Biz de Halkevlerini alacağız arkamıza…” diyor. Hak mücadelesi, parasız ulaşım hakkı için turnikeden atlaya atlaya ulaşım zamlarını geri çektiriyor, doğayı metalaştırmak ve suyu ticarileştirmek isteyen HES’çileri Karadeniz’in dağlarından kovalıyor, halkı yoksullaştıran ve geleceksizleştiren politikaların uygulayıcısı AKP’nin temsilcilerinin başına yumurta oluyor yağıyor; tacizciyi, tecavüzcüyü haklıyor. Hak mücadelesi, iktidar sahiplerinin hiç ummadıkları yerde ‘Tek el’ oluyor, ülkenin başkentini 78 gün boyunca direniş kentine
çeviriyor. İşten çıkarılan işçinin dilinde bir slogan oluyor, uğrunda günlerce işyeri önünde karda soğukta ya da cehennem sıcağında direniyor. Hak mücadeleleri öğretmeye devam ediyor ve daha öğreteceğe benziyor. ‘HAKLARIMIZ İÇİN HALKEVİ’NDE ÖRGÜTLENELİM’ Halkevleri’nin 79’uncu kuruluş yıldönümü 19-20 Şubat günlerinde Ankara, İstanbul, Bursa, Adana, Hatay başta olmak üzere birçok kentte etkinliklerle kutlandı. 79’uncu yıl etkinlikleri 19 Şubat’ta Ankara’da başladı. 20 Şubat günü İstanbul, Bursa, Adana ve Hatay’da etkinlikler gerçekleştirildi. İstanbul ve Ankara’da kitlesel yürüyüşler yapıldı. Ankara’da Halkevleri Genel Merkezi önünden tulum eşliğinde İnşaat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk salonuna doğru yürüyüşle başlayan 79. kuruluş yıldönümü etkinliklerine yaklaşık 500 kişi katıldı. Ankara’daki yürüyüşün sembolü, yol boyunca harflerden oluşan Halkevleri yazısını tutan yöresel giyimli kadınlar oldu. İstanbul’da Beyoğlu Tünel’den Taksim Meydanı’na yürüyen Halkevcilerin eylemi oldukça coşkulu geçti. Halkevciler, Halkevleri’nde ürettikleri çalışmaları ve hak mücadelelerini Taksim Meydanı’na taşıdı. ‘Haklarımız için Halkevi’nde örgütlenelim’ yazılı pankartın arkasında yürüyen Halkevciler, hak mücadeleleri eylem-
Halkın ödülleri halkın dostlarına gitti
H
alkevleri 79’uncu kuruluş yıl dönümü etkinliklerinde ilk defa basın, sanat ve dayanışma ödülleri verdi. 19 Şubat günü Ankara’da İnşaat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Salonu’nda gerçekleştirilen törende ödülleri verildi. İlk ödülü halkın haklarını
Nihal Kemalo¤lu
temel yayın ilkesi haline getiren Sendika.Org adına Osman Nuri Orhan aldı. Bir diğer basın ödülü halkın haklarına dair haberlerinden dolayı Kanal D’den Özgen Bingöl’e gitti. Ödülünü Halkevleri MYK üyesi Kutay Meriç’ten alan Bingöl, “Halkın içinden geldiğimiz için halkın haklarını görüyoruz, doğru buluyoruz” dedi. Akşam gazetesindeki yazılarından ötürü basın ödülü alan Nihal Kemaloğlu ise, “İnsanın temel varoluş hakları, Halkevleri tarafından tekrardan gündeme sokuluyor. Halkın hakları ile insan hayatı, toplum, çevre ve dünyayı kapsayacak daha ahlaklı ve daha adil bir yaşam kurgulanıyor” şeklinde konuştu. Ece Temelkuran ise Kıyıdan adlı televizyon pro-
gramıyla ödüle layık görüldü. Temelkuran, “Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir taraf halka ulus diyor ve halklar olduğunu kabul etmiyor, diğer taraf halka cemaat diyor ve halkların hakları olduğunu kabul etmiyor. Ben halka halk diyenlerdenim!” derken, kendisine ödülü veren BDP Diyarbakır milletvekili Akın Birdal da “Halkların haklarını sıkıyönetim mahkemelerinde nasıl savunduysak, bugün de öyle savunmalıyız” şeklinde konuştu. Basın ödülüne layık görülen bir diğer yazar ise başarılı yayıncılığından ötürü Petrol-İş Kadın Dergisi’nden Nejla Akgökçe oldu. Programında halkın haklarına gösterdiği duyarlılıktan ötürü Okan Bayülgen ve özellikle çevre hakkına dair haberleri
Ece Temelkuran
Mehmet Aksoy
nedeniyle Radikal gazetesinden Serkan Ocak ödül sahibi olan ancak çeşitli sebeplerden dolayı etkinliğe katılamayan isimlerdi. Sanat ödülü, sanatını barışa adayan ve Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yaratıcısı olan Mehmet Aksoy’a Edip Akbayram tarafından verildi. Aksoy’un “Ben bu heykel ile barış, kardeşlik istedim. O heykel yıkılmaz, yıkılmayacak. Yıkılırsa da altında kalacağım!” demesi büyük alkış aldı. Politik baskılara rağmen bağımsız sanatçı duruşu sebebiyle dayanışma ödülüne layık görülen Müjdat Gezen’in ödülünü bir öğrencisi aldı. Diğer dayanışma ödülünün sahibi ise Tekel direnişindeki ev sahipliği sebebiyle Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık oldu.
lerinden fotoğraflar taşıdı. Turnikeden atlayan Halkevcinin fotoğrafının taşındığı döviz dikkat çekerken, Halkevleri Kültür Sanat Atölyesi’nin hazırladığı karikatürler ve balonlar ve Halkevcilerin yaptığı tiyatro gösterileri yürüyüşe renk kattı. Yürüyüşte çocuklar da kendi taleplerinin yazılı olduğu bir pankart taşıdı. Taksim’e gelindiğinde ilk sözü alan çocuklar, doğanın korunması için mücadele çağrısı yaptı. Çocukların ardından Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy bir basın açıklaması yaptı. Ersoy, halkın haklarını gasp edenlerin, karşısında Halkevlerini bulacağını söyledi. Haziran ayında yapılacak seçimlere de değinen Ersoy, halkı seçimde hatırlayıp oy vermeye çağıran egemenlere karşı hak mücadelelerini yükselteceklerini söyledi. Etkinlik halkoyunlarıyla son buldu. Halkevleri'nin 79. kuruluş yıldönümü Bursa'da şenlikle kutlandı. Şenlik, Bursa Halkevi Başkanı Suna Acar'ın açılış konuşmasıyla başladı. Acar, her damla suya sahip olana kadar su hakkı mücadelesini, parasız ulaşım hakkını elde edene kadar ulaşım hakkı mücadelesini sürdüreceklerini söyledi. Şenlik, slayt gösterisi şiir dinletisi ve müziklerle devam etti. 400 kişinin katıldığı şenlik horonlarla sona erdi. Hatay ve Adana’daki Halkevciler ise basın açıklaması yaptı. Adana’daki açıklamanın ardından Halkevciler, etkinliklerini Numune Hastanesi’nde
Halkevleri’nin79. kurulufl y›ldönümü nedeniyle bafllatm›fl oldu¤u organ ba¤›fl› kampanyas› Ankara’da sürüyor. Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Merkezi ile birlikte yürütülen çal›flma kapsam›nda her gün Yüksel Caddesi’nde stand aç›l›yor. Ankara’da 5 Mart’a kadar sürecek olan kampanyay›, daha sonra di¤er Halkevi flubeleri, bulundu¤u illerde devam ettirecek. 60 bine yak›n hastan›n organ bekledi¤i Türkiye’de her y›l ba¤›fllanan organ say›s› bu rakam›n çok çok alt›nda. 19 fiubat’ta organ ba¤›fllayarak kampanyay› bafllatan Halkevleri Genel Baflkan› ‹lknur Birol yapt›¤› aç›klamada çok say›da insan›n organ bekledi¤ini ancak çeflitli nedenlerden dolay› ba¤›fl›n fazla olmad›¤›n› belirterek; “Paras› olan›n sa¤l›k buldu¤u, paras› olmayan›n ölüme mahkum edildi¤i sistem karfl›s›nda ve organ ba¤›fl›na karfl› duran gerici kafalar karfl›s›nda organ ba¤›fl›n› bir kültür
haline getirmek istiyoruz” dedi. “Umut ol!” slogan›yla sürdürülen organ ba¤›fl› kampanyas› 50 kifliyle bafllad›. Halkevleri Ankara flubelerinin ve di¤er illerdeki flubelerin kat›l›m›yla ciddi say›lara ulafl›lmas› hedefleniyor. ‹lk organ ba¤›fl›n› Halkevleri Genel Baflkan› ‹lknur Birol yapt›. Birol, Türkiye’de bir çok insan›n organ bekledi¤ini ancak çeflitli nedenlerle ba¤›fllar›n fazla olmad›¤›n› söyledi. Yeterli organ ba¤›fl› olmad›¤› için çeflitli yollar›n denendi¤ine dikkat çeken Birol “paras› olan›n sa¤l›k buldu¤u, paras› olmayan›n ölüme mahkum edildi¤i sistem karfl›s›nda ve ba¤›fla karfl› duran gerici kafalar karfl›s›nda halk›n hak mücadelelerinin ana kuca¤› olan Halkevleri bütün üyeleriyle, en baflta yöneticileri olmak üzere bütün örgütüyle organ ba¤›fl› kampanyas›n› ve bunun bir kültür haline gelmesini sa¤layacak çal›flmay› bugün burada simgesel olarak bafllat›yor” dedi.
Bir onur ve umut mücadelesi Halkevleri’nin mücadele programını ve yaklaşan genel seçimlere dair tavrını Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol anlatıyor
S
ermayenin ve gericiliğin işbirliğinde ilerleyen saldırganlığa karşı en temel haklarımızı, onurumuzu ve umudumuzu mücadeleler içinde koruyor ve büyütüyoruz. İnsanı insanlıktan çıkaran kapitalizm karşısında, tarihte kazanılan hakları bir buldozer gibi yıkarak yok eden azgınlık karşısında, “insanca bir yaşam” talebini hedefe koyuyor ve buna ulaşmak için örgütleniyoruz. Halkları kendi hayatları üzerinde söz ve karar sahibi kılan demokrasiyi, güvenli ve güvenceli bir hayatı, erdemli bir yaşam arzumuzu açığa çıkarıyor ve sistemin “kul yurttaşlığı” karşısına örgütlü olarak dikiliyoruz. Hak mücadeleleri içinde, eğitimden sağlığa, çevre hakkımızdan gıda ve beslenme hakkımıza, enerjiden ulaşıma kadar tüm temel gereksinimlerimizi “metalaştıran” zihniyetle en meşru halimizle çarpışıyor ve bütün ezilenleri umutsuzluğa gömen baskı ve zor rejimi karşısında “umut” olarak diriliyoruz. Kadın katliamına dönüşen şiddete karşı kadınlarla, ezilen halkların bastırılmaya çalışılan özgürlük talebini sahiplenerek Kürt halkıyla, gericilikle sarmalanan gündelik hayatlarımızda aydınlık ve bilimden yana tavır koyan aydınlar ve bilim insanlarıyla, emeği değersizleştirilen ve güvencesizleştirilen tüm emekçilerle, gelecek hayali
bırakılmayan gençlerimizle, ölüme yatırılmak istenen emeklilerle, yok sayılan engellilerle “direniyoruz” ve özgürleşiyoruz. Halkın hakları mücadelesi bir umut ve onur mücadelesidir. Halkın hakları mücadelesi büyük bir nehirdir. Her hak mücadelesi bu nehre akan küçük kollardır. Bu nehirde büyüyen mücadele eşitlik, özgürlük akışını sürdürecek ve bu nehir döküleceği sosyalizm denizine mutlaka ulaşacaktır. Bu tarihsel akış içinde önümüzdeki dönemde hak mücadelelerini birbiri ile buluşturmaya, büyütmeye, olmayanı yaratmaya kilitlenen Halkevciler ise bu çabanın en önemli aktörü olmaya devam edecektir. 2011 genel seçimlerine giderken gerek AKP’nin gerek muhalefet partilerinin “kırk yama” bohçası oyalama programlarıyla göz boyadıkları yerde Halkevleri “gerçek” olan ile yani hak mücadelelerinin ezilenleri sistem karşısında saflaşmaya çağırdığı çizgisini belirgin kılarak bu sürece müdahil olacaktır. Neoliberalizmin her türlü yağma ile perişan bıraktığı kitlelerin mücadele potansiyellerinin sistem içi kanallarda erimesine, taleplerinin görünmez kılındığı propaganda süreçlerinde heba olmasına izin vermeyecek bir çizgi izleyeceğiz. Emekçilerin, ezilen halkların, kadınların eşitlik arayışlarının maniple edildiği ve bin
bir türlü yalanlarla toplumun kandırıldığı bu dönemlerde hak eylemleri, talepleri ve birleşik mücadele örnekleri ile programımızı oluşturacağız. Türkiye’de emekçilerin ve ezilenlerin seslerini gerçek temsillerle açığa çıkarılması için solun ve sosyalistlerin çabasını “hak mücadeleleri çizgisine” faydası açısından değerlendirecek ve somut karşılık üretilmesi gereken yerler için bu ölçülerle hareket edeceğiz. Biliyoruz ki seçim dönemleri toplumun tüm kesimleri için politik duyarlılığın en üst seviyede olduğu dönemlerdir. Seçim süreci ve seçim sonrası için egemenlerin her yerden saldırılarla etkisiz bıraktırmaya çalışmaya devam edeceği sol ve sosyalistler için birleşik direniş mevzilerini halkla birlikte kurabilecek hareketli bir sürecin planlanması gerektiğini de söylemeliyiz.