SAYFA
4
SAYFA
As›l flimdi panik yap›n! Onur Hamzao¤lu flahs›nda bilim yarg›lan›yor, tabipler uyar›yor: ‘As›l flimdi halk panik yapmal›’
9
SAYFA
AKP her s›navdan kal›yor
14
KPSS’de kopya, YGS’de flifre, flimdi de mahkeme karar›yla 7’nci s›n›flar SBS’ye girecek
Kuran da tutan da onlar Wimbledon taraftar› kendi kurdu¤u tak›m›n yükselifline tan›k oluyor
SAYFA
15
Daha ilk say›da yasak Mizah dergisi Harakiri’ye daha ilk say›s›nda 18 yafl yasa¤› getirildi
3 Haziran 2011 • 1 TL
Y›l 6 • Say› 133
Erdo¤an Hopa’daki pankarttan rahats›z olmakta hakl›
Tek yol sokak tek yol devrim
Elde var faflizm Erdo¤an kitle temelini ayr›mc› ve sald›rgan bir dille koruyor, sokak muhalefetine yönelik fliddeti de böyle meflrulaflt›r›yor S. 4
AKP’nin polisi, “Derelerimizi ve çay›m›z› satt›rmayaca¤›z” diyen Hopal›lara sald›rd›, Metin Lokumcu’yu katletti
Erdo¤an, özür dileyece¤ine, “Tek yol sokak tek yol devrim” pankart›n› diline dolayarak Halkevleri’ni hedef gösterdi
H
alkın Sesi genel seçimler öncesi çıkan bu son sayısında hak mücadeleleri örgütlerinin sandık tavrını ve adayların önüne koydukları talepleri ele aldı. Seçim dönemlerinde siyaset sandık etrafında şekillense de mücadeleyi seçimlerle ve sandıkla sınırlamayanlar da var. Taşerona baş kaldıran Dev Sağlık İş, “Haklarımız için kendi özgücümüze güveniyoruz” diyor. Öğrenci Kolektifleri haklarını mecliste değil sokakta aramayı tercih ettiklerini söylüyor. Tabipler seçim ortamını sağlıksız buluyor, halkın sağlığı için taleplerini sıralayan bir bildiri yayımlıyor. S. 12
‹spanya’n›n Sol Meydan›’nda Ortado¤u’dan yükselen bir atefl yan›yor. ‹flsizli¤e ve yoksullu¤a isyan eden gençler direniyor S. 5
Erdo¤an rahats›z olmakta hakl›. Pankartta yazanlar, sand›kta kazanmaya haz›rlanan AKP’ye nerede yenilece¤ini gösteriyor
Tayyip de çok iyi biliyor ki, soka¤› kaybetti¤inde iktidar›n› da kaybedecek. O yüzdendir ki Hopa’da okudu¤u pankart› akl›ndan ç›karam›yor. Korksun Tayyip; daha çok görecek bu pankart› YOL YAZISI S. 3
Mücadele sand›¤a s›¤m›yor
‹syan Sol’da
Ankara faflizme meydan okuyor
Tafl üstüne tafl koyanlar: Agrega
H
opa’da Tayyip Erdoğan’ın gelişini protesto eden emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun öldürülmesine tepki gösteren Ankara emek ve demokrasi güçlerine polis saldırdı. Kızılay’ın dört bir yanında süren çatışmalar sonucunda 52 kişi gözaltına alındı, onlarca kişi yaralandı. Polis sokaklarda adeta insan avına çıktı S. 3
D
ikmen Vadisi halkına destek olmak, hayatı yeniden üretmek, kamusallığı yeniden kurmak adına yola çıkan ve kendilerine “Yaşanası yer için Agrega” diyen öğrenci, mühendis, mimar, akademisyen ve fotoğraf sanatçıları mahallede bir amfi tiyatro inşaa etmek üzere kolları sıvadı S. 7
Sat›fl fiyaskosu Enerji özellefltirmeleri fiyaskoyla sonuçland›. 13 milyar dolar gelir beklenen ihalelerden flimdiye kadar para al›namad› S. 9
Kampanyada kad›n dayan›flmas› Kadınlar için sosyal güvence kampanyası, ulaşılan her kadınla beraber büyüyor, kadınlara umut oluyor
T
üm Türkiye’de süren “Kadınlara sosyal güvence” kampanyası için Halkevci Kadınlar, imza standlarının yanında pek çok etkinlik örgütlemeye devam ediyor. Kadınların ulaştıkları kadınlarda gördükleri heyecan ve kam-
Ferda Koç / Sayfa 4
Serdar A. Kandemir / Sayfa 7
Kürt seçim süreci...
Kütahya halk› siyanürle...
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Birimiz ölürken
panyanın yarattığı atmosfer sayesinde, etkinlikler her yere yayılıyor. İstanbul’da Ümraniye, Kadıköy, Bahçelievler, Sefaköy, Taksim, Avcılar, Ömürtepe’de; Ankara’da Mutlu’da, Batıkent ve Yüksel Caddesi’nde ve
Türkiye’nin pek çok noktasında açılan standlarla ve yapılan eylemlerle kadınlar kampanyayı büyüttü. Kampanya Ankara’da kadın örgütleriyle yapılan ortak ve oldukça coşkulu bir mitingle güçlendi. S. 10
Tuba Günefl / Sayfa 10
Babalar erkek, anneler...
Annelik üzerine ’Makbul Anneler, Müstakbel Vatandafllar’ kitab›n›n yazar› Sevi Bayraktar ile kad›n ve aile politikalar›n› konufltuk S. 11
2
GÜNCEL 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
‘ M E T ‹ N
H O C A
U N U T U L M A Y A C A K
H E S A B I
S O R U L A C A K ’
Hopa isyan etti, AKP katletti B
aşbakan Erdoğan'ın 31 Mayıs günü Hopa’da düzenleyeceği seçim mitingi öncesi kentte polis terörü esti. “Derelerimizi ve çayımızı sattırmayacağız” diyerek AKP’yi protesto eden halka saldıran polis, emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesine neden oldu. Polis saldırısı nedeniyle 9 kişi de yaralandı. Bu ölüm haberi ilçede gerilimi tırmandırdı. Herşey Erdoğan’ın miting yapacağı Cumhuriyet Meydanı’nda buluşan ve horon teperek Erdoğan’ın gelişini protesto eden Hopalılara polisin saldırmasıyla başladı. Polisle ilk gerginlik miting meydanına bakan binalara asılı olan AKP karşıtı pankartların indirilmek istenmesiyle yaşandı. Pankartların indirilmesine müsaade etmeyen Hopalılar daha sonra miting meydanında beklemeye başladı. Burada horonlar tepen ve AKP karşıtı sloganlar atan gruba polis tazyikli su ve gaz bombalarıyla saldırdı. Bu saldırı Hopa sokaklarına yayılan bir çatışmayı ateşledi. Saat 11.00 sularında başlayan çatışma öğlen 13.30 civarında polisin sıktığı gazdan etkilenerek kalp krizi geçiren öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesiyle şiddetlendi. Hemşehrilerini kaybeden Hopalıların öfkesi Erdoğan’ın protestolar nedeniyle geç başlayan mitingi sırasında da sürdü. Erdoğan’ın konuşma yaptığı saatlerde Hopa ara sokaklarında da çatışmalar sürdü. Hopalılar eylemlerini Lokumcu’nun cenazesinin bulunduğu ilçe hastanesine yürüyerek sona erdirdi. Lokumcu’nun cenazesi otopsi için Trabzon’da bulunan Adli Tıp Kurumu’na gön-
Lokumcu’nun naafl› omuzlar üzerinde Devrimci Yol bayra¤›na sar›l› halde cenaze törenin yap›laca¤› Kemalpafla Halkevi önüne tafl›nd›. Kemalpafla halk› Hoca’s›n› son yolculu¤unda da yaln›z b›rakmad›.
Hopa’da nokta operasyonu AKP’nin ‘ileri demokrasisi’ Hopa’da ölüm saçtı. Halk, AKP karşıtı pankartların indirilmesine izin vermeyince, polisin ölümüne saldırısına uğradı derildi. Erdoğan’sa yaşanan olaylara aldırmadan yoluna devam ederek Trabzon mitingine geçti. Burada olayları “Hopa’ya eşkıya inmiş” sözleriyle anlattı. Ertesi gün Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşmada ise hayatını haybeden Metin Lokumcu hakkında şu sözleri sarf etti: “Bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durma gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş.” ‘MÜCADELEDE 30 YIL’ Erdoğan’ın üzerinde durmaya gerek duymadığı bu birisi Metin Lokumcu’ydu. Hopa halkı onu
devrimci, demokrat öğretmen kimliğiyle yakından tanıyordu. Lokumcu emekli bir öğretmendi. 12 Eylül öncesinde TÖB-DER üyesiydi. Emekli olana kadar da Eğitim-Sen’in üyesi olarak sendikal mücadelede yerini almıştı. Lokumcu aynı zamanda Kemalpaşa Halkevi üyesi ve Derelerin Kardeşliği Platformu eylemcisiydi. Hayatını kaybetmeden önce eylemde çekilen görüntülerde polise dediği üzere “Bu işi 30 yıldır yapıyordu.” Yani otuz yıldır demokrasi için mücadele ediyor, derelerini sattırmamak için direniyor, insanca bir yaşam kavgasında örgütlü mücadelenin içinde yer alıyordu.
KEMALPAfiA MET‹N HOCASINI U⁄URLADI Hopa halkının evladı, hocası Lokumcu için memeketinde cenaze töreni düzenlendi. Trabzon’daki işlemlerin ardından 1 Haziran günü naaşı Hopa Kemalpaşa’ya getirilen Lokumcu buradan yıldızlara uğurlandı. Cenaze için gelenler Kemalpaşa Halkevi önünde toplandı. Lokumcu'nun Devrimci Yol bayrağına sarılan tabutu omuzlar üzerinde taşınarak buraya getirildi. Burada gerçekleşen cenaze töreninde Metin Lokumcu’nun oğlu Ulaş kalabalığa seslendi. Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi Taylan Kaya, ÖDP
Genel Başkanı Alper Taş, ESP’li Birsen Kaya ve CHP Artvin Milletvekili adayı Yüksel Çorbacıoğlu konuşmalar yaptı. Törende konuşan Eğitim-Sen temsilcisi ve Metin Lokumcu'nun akrabası Osman Lokumcu, "Metin bizim için iyi bir arkadaştı, iyi bir dost, iyi bir devrimciydi. Hepimize örnek oldu. Hepimiz ondan çok şey öğrendik. Hepimizin başı sağolsun. Onun Denizlerden, Mahirlerden alarak yükselttiği mücadeleyi sürdüreceğiz" dedi. Konuşmaların ardından Lokumcu'nun cenazesi Kemalpaşa Camii'ne getirildi. Cenaze namazının ardından Lokumcu Dereiçi Köyü'nde toprağa verildi.
Baflbakan’›n mitingi öncesi ve sonras›nda yaflanan olaylardan birkaç saat sonra gece yar›s› Hopa’da nokta operasyonu bafllat›ld›. 31 May›s’› 1 Haziran’a ba¤layan gece siyasi partiler, dernekler, sendikalar, kahvehaneler ve evler bas›ld›. Gece 12.00'den itibaren bölgedeki kafe ve kahvehaneler bas›larak çok say›da isim gözalt›na al›nd›. Bask›nlar›n ard›ndan polis evlerde, sokakta buldu¤u herkesi gözalt›na almaya bafllad›. Karakola giderek yak›nlar›n›n ak›beti hakk›nda bilgi almak isteyenler de burada gözalt›na al›nd›. 30 Hopal› üç gün boyunca emniyette tutuldu. Gece boyu süren ve ertesi gün de devam polis operasyonu boyunca il ve ilçelerden, hatta köylerden bile ilçeye girifl ç›k›fllar yasakland›. Telefon hatlar›n›n dahi kesildi¤i operasyonda polisin elinde gözalt›na al›nmak üzere 58 kiflilik bir liste oldu¤u söyleniliyor. Gece operasyonlar›n›n ard›ndan, ilçeye aralar›nda Halkevleri Genel Baflkan Yard›mc›s› Samut Karabulut'un da bulundu¤u bir heyet ulaflt›. Karabulut Hopa'n›n OHAL dönemi Kürt illerini and›ran bir durumda oldu¤unu belirtti. Hopa’da yaflanan olaylar›n ard›ndan Artvin Emniyet müdürü merkeze çekilerek yerine yeni bir isim atand›.
Her yer Hopa her yer direniş Hopa’da Başbakanın seçim mitingi nedeniyle yaşanan polis saldırısı sonucu Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesi, Türkiye’nin dört bir yanında protesto edildi. Faşizme karşı onlarca ilde sokağa çıkan devrimciler, “Lokumcu’nun hesabı sorulacak” dedi. Pek çok yerde polis barikatları önünde çatışmalar yaşandı ve AKP binalarına yumurta atıldı.
Hopa’nın isyanını Taksim’e taşıdılar Hopa’da Metin Lokumcu’nun polis tarafından katledilmesiyle birlikte tüm Türkiye eylem alanına döndü. Eylemlerin en kalabalığı ise İstanbul Taksim’de gerçekleşti. Binlerce kişi Lokumcu’nun öldürüldüğü günün akşamı Galatasaray Lisesi önünde bir araya geldi. Halkevleri, ÖDP, ESP, TKP, EMEP, EHP, DHF, Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti ve Devrimci Hareket’in katıldığı eylem, lise önünden Taksim Meydanı’na kadar “Faşizme ölüm tek yol devrim”, “Katil AKP hesap verecek”, “Metin hoca ölümsüzdür” sloganlarıyla sürdü. “HALKA SALDIRANLARDAN HESAP SORACA⁄IZ” Taksim Meydanı’nda basın açıklamasını okuyan Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy, AKP’nin Metin Lokumcu’nun öldürülmesinde
baş sorumlu olduğunu söyledi. Ersoy, şöyle konuştu: “Bu ülkenin emekçileri, köylüleri, ezilen halkları, AKP'nin baskı ve zoruna teslim olmayacaktır. Metin öğretmenin katillerinden halka saldıranlardan hesap soracağız. AKP, bu saldırının hesabını verecek.” ‘Ö⁄RETMEN‹M‹ ÖLDÜRDÜNÜZ’ Ersoy basın açıklamasını okurken meydana bakan bir binanın ön cephesinde asılı dev Erdoğan pankartı ipleri kesilerek indirildi. Polis pankartın olduğu binayı ve eski Taksim Cep Sahnesi yeni AKP seçim bürosunu panzerle korumaya aldı. İki Halkevci ise pankartı indirdikleri gerekçesiyle gözaltına alındı. Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümüne sebebiyet veren polisin meydana panzerle gelmesi eylemcileri daha da öfkelendirdi.
Ellerindeki su şişeleri ve sopaları polise atan kitleye polis gaz ve su sıkarak karşılık verdi. Polisin “taşkınlık yapmayın” uyarılarına cevap veren otuzlu yaşlardaki bir Hopalının sözleri ise dikkat çekiciydi; “İlkokul öğretmenimi öldürdünüz, katiller!” Meydanda yaklaşık on dakika süren gerginliğin ardından kitle açıklamayı tamamlamak üzere Galatasaray’a geri yürüdü. Ersoy’un açıklamasını tamamlamasının ardından söz alan ÖDP Genel Başkanı Alper Taş “AKP, Hopa'yı bilinçli seçti. Çünkü, Hopa direnişin simgesiydi. AKP, Hopa halkının diz çökmesini bekliyordu. Ama Hopa halkı diz çökmedi ve bir emekçi kardeşimizi kaybettik” dedi. ESP MYK üyesi Ongun Yücel ve TKP Genel Başkanı Erkan Baş da birer konuşma yaparak AKP saldırganlığına karşı birlik çağrısı yaptılar.
demokratik haklarını bile kullanırken imamın ordusu başbakanı korumak adına insan öldürüyor. Metin Lokumcu bir devrimcidir, AKP’nin ülkeyi satan politikalarına karşı çıktığı için öldürülmüştür” açıklamasında bulundu.
‹ZM‹R İzmir’de Konak Eski Sümerbank önünde buluşan Halkevleri, KESK, Öğrenci Kolektifleri, ÖDP ve ESP üyeleri AKP il binasına yürüdü. İzmirliler adına basın açıklamasını ÖDP yöneticisi Yüksel Keleş okudu. Keleş, derelerine, emeğine, geleceğine sahip çıkanlar, her türlü baskı ve zorbalığın uygulandığını söyledi. “Bu uygulamaların sahibi AKP ise ileri demokrasi vaatleri ile oy istiyor. Fakat şunu bilsinler memleketi satanlara, sömürücülere ve faşistlere oy yok” dedi.
HATAY Hataylılar da Lokumcu’nun öldürülmesini protesto için Eğitim-Sen’den AKP il binası önüne yürüdü. Yürüyüş boyunca polisle göstericiler arasında sık sık arbede yaşanırken, Hataylılar AKP il binasına kan renginde boya fırlattı. Basın açıklamasını okuyan Hatay Halkevi Başkanı Eylem Mansuroğlu “Gittiği tüm kentlerde olağanüstü hal ilan edenlere, günler öncesinden insanları gözaltına alarak en temel insan haklarını gasp edenlere sormak lazım. Eşkiyalık bu yaptıklarınız değildir de nedir” diye sordu. Eylem sonrası evine dönmek için otobüs bekleyen bir Halkevi üyesi AKP’lilerin saldırı girişimine maruz kaldı.
R‹ZE Rize Pazar’da Lokumcu için eylem düzenleyenlerin buluşma adresi Halkevi önü oldu. Meydana kadar yürüyen Rizeliler, “AKP’nin ileri demokrasi dediği muhalifleri katletmektir. İnsanlar en
MERS‹N Mersin Emek ve Demokrasi Platformu’nun düzenlediği eyleme 200 kişi katıldı. Mersinliler HES’lere karşı çıkan Hopa halkına yapılan saldırı sonucu ölen Lokumcu’ya sahip çıkacaklarını, AKP’den hesap
soracaklarını belirttiler. ADANA Adana’da İnönü Parkı’nda yapılan eylemde açıklamayı okuyan Eğitim-Sen Şube Başkanı Kamuran Karaca, Lokumcu’yu AKP’nin “ileri demokrasisine” şehit verdiklerini söyledi. Karaca, demokratik hak olan protestolara polisin orantısız güç kullanmasını eleştirdi. BURSA Bursa’da Fomara Meydanı’nda KESK, TMMOB, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin çağrısıyla bir araya gelen grup AKP il binasına yürüdü. AKP il binasını yumurta yağmuruna tutan Bursalılar, eylem dönüşünde de seçim bürolarına yumurta attı. Polisle eylemciler arasında sık sık arbede yaşandı. ESK‹fiEH‹R Eskişehir’de ise Adalar Migros önünde buluşan Yunus Emre Caddesi’ni trafiğe kapatarak AKP il binası önüne geldi. Polis barikatına yumurta atan Eskişehirliler, bir süre oturma eylemi yaptı. G‹RESUN Giresun’da da Halkevleri, ÖDP ve DEV-LİS üyeleri Gazi Caddesi ve Cemal Gürsel
Bursa
Eskiflehir
Caddesi boyunca “İmamın ordusu emekçinin düşmanı” sloganıyla yürüdü. TRABZON Trabzon’da Lokumcu için Merkez Postane önünde buluşuldu. Basın açıklamasını okuyan Eğitim-Sen Trabzon Şube Başkanı Muhammet İkinci “Acımız ve kaybımız büyük. Kendisini yıldızlara uğurlayacağız ve ona söz vereceğiz. Mücadelesini sonuna dek sürdüreceğiz” dedi. ÇANAKKALE Demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler Hopa'da yaşanan olayları protesto etmek için Truva Atı'nın önünden AKP il binası önüne kadar yürüdü.
3
GÜNDEM 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Ankara faşizme meydan okudu H
opa’da polis saldırısı sonucunda emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesi aynı gün Ankara’da da kitlesel bir eylemle protesto edildi. Akşam Sakarya Meydanı’nda bir araya gelen KESK, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, ÖDP, TKP, SDP ve TÖP üyeleri buradan AKP İl Binası’na yürüdü. “Metin’in katili AKP’nin polisi”, “Lokumcu’nun katili faşist AKP”, “AKP öldürür, ocaklar söndürür”, “Gerici, faşist, halk düşmanı AKP” sloganlarıyla AKP’ye yürüyen yaklaşık bin kişi, il binasının önüne gelmeden polis tarafından durduruldu. “İşte burası katil yuvası” sloganıyla binaya yürümekte direten kitleye polis saldırdı. Polisin gaz bombalarıyla saldırması üzerine çatışmalar Kızılay’ın dört bir yanına yayıldı. YÜZLER KIZILAY’A G‹RD‹ Meşrutiyet, Mithatpaşa ve Ziya Gökalp caddelerinde süren çatışmalar, bir süre sonra yüzlerce kişinin Kızılay Meydanı’na girmesiyle devam etti. Bir süre Kızılay Meydanı’nı trafiğe kapatan kitle, binden fazla çevik kuvvetin ve çevik kuvvet otobüslerinin arkasında saklanan eli sopalı yaklaşık 80 sivilin saldırısına uğradı. Maltepe yönüne doğru devam eden çatışmalar yaklaşık bir saat sürdü. Maltepe yönünde gözaltına alınanlar Kızılay’a getirilene kadar çevik kuvvetler ve eli sopalı sivil kişilerce defalarca dövülerek yerlerde sürüklendi. Meydanda bekleyen çevik kuvvet otobüslerinin önünde yerlere yatırılan onlarca kişi, burada da polislerce feci biçimde dövüldü. POL‹S ÖDP’YE SALDIRDI Maltepe yönünde süren çatışmalar esnasında pek çok kişi yoğun gazdan etkilenmemek amacıyla GMK Bulvarı üzerinde bulunan ÖDP Ankara İl
B
aşbakanın Hopa’ya gelişini protesto eden emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun öldürülmesine tepki gösteren Ankara emek ve demokrasi güçlerine polis saldırdı
Binası'na girdi. Protestocuların binaya girmesi üzerine sivil giyimli yaklaşık 70 kişi ile çevik kuvvet binayı taşladı. Binada büyük hasar meydana geldi. ‘TEPK‹ GÖSTEREN fiEREFS‹ZLER‹ DE ALIN’ Meydan ortasında atılan dayağa ve işkenceye, olayı izleyen yüzlerce kişi yuhalayarak tepki gösterdi. “Meydan ortasında işkence var” ve “Otobüsler dayaktan sallanıyor” bağrışmaları ile yükselen tepkiler üzerine bir emniyet görevlisi “Tepki gösteren, yuhalayan ne kadar şerefsiz varsa alın” talimatı verince çevik kuvvet, coplarla ve tekmelerle yüzlerce kişiye saldırdı. Bu esnada sivil giyimli bir kişinin "Herkesin gözünün önünde linç edin" demesi ve ardından gözaltına alınan insanların onlarca polis
tarafından dövülmesi de dikkat çekti. Gözaltı otobüslerinin etrafını boşaltan polisler, basın emekçilerinin görüntü almasını da engellemeye çalıştı. Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş da polis saldırısı sırasında 20 kişilik bir polis grubu tarafından ağır bir şekilde darp edildi. Polisin tehdit ve hakaretler ederek dövdüğü Aktaş’ın kalça kemiği kırıldı. Hastaneye kaldırılan Aktaş’ın sağlık durumunun iyiye gittiği ancak 6 ay yürüyemeyeceği öğrenildi. PROTESTODAN ALDILAR TERÖRLE SUÇLUYORLAR Çatışmaların ardından, 52 kişi gözaltına alındı. Farklı hastanelere götürülen yaralılar için de hastanelerde gözaltı işlemi yapılınırken, yaralıların yanına giden 3 avukat da darp edilerek
bir süre gözaltına alındı. Olayları görüntüleyen BirGün Ankara muhabiri de polisler tarafından darp edildi. Savcılığın tanıdığı ek sürelerle günler boyu gözaltında tutulan 52 kişi; terör örgütü yararına faaliyette bulunmak, kamu malına zarar vermek ve polise mukavemet suçlamalarıyla Ankara Özel Yetkili Savcılığına sevk edildi. Savcılık ise tavrını gözaltı süresini uzatmaktan yana kullandı. Ancak Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto etmek amacıyla düzenlenen bir basın açıklamasına katılan ve gözaltına alınan 52 kişinin hangi gerekçeyle “terör örgütüne yarar sağlayacak faaliyette bulunma” suçlamasına maruz kaldığı kafalarda soru işareti olarak yer ediyor. Suçlamanın, dosyanın terörle mücadele kapsamında
değerlendirilmesi amacıyla yapılmış olabileceği düşünülüyor. ANKARA MUHALEFET‹ SUSMUYOR Saldırıların ardından 1 Haziran’da sokağa çıkan Ankara emek ve demokrasi güçleri, Hopa ve Kızılay’da yaşanan saldırıları ve Erdoğan’ın tavrını protesto etti. Eylemde bir konuşma yapan Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’da Halkevleri’ni hedef göstererek, 70’i aşkın şubesiyle bütün Halkevcileri tehdit ettiğini söyledi. Birol, şöyle konuştu: “Demokrasi ve eşkıya yan yana gelmez. Demokrasi ve faşizm yan yana gelmez. Ya demokratsınızdır ya faşistsinizdir. AKP’nin saldırılarından korkmuyoruz, vız gelir tırıs gider.”
‘Katiller halka hesap verecek’ Halkevleri Genel Baflkan› ‹lknur Birol, Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümü ile sonuçlanan sald›r› ve ard›ndan geliflen olaylarla ilgili olarak yaz›l› bir aç›klama yay›mlad›. Hopa halk›n›n Halkevleri, ÖDP ve ESP’nin ça¤r›s› ile bir araya geldi¤ini belirten Birol, halk›n derelerini flirketlere satan, çay üreticisinin eme¤ine ekme¤ine el koyan AKP’yi protesto ederken, polisin gaz bombalar› ve coplarla sald›r›lara maruz kald›¤›n› ifade etti. Hopa’daki sald›r›lar› protesto eden ve faflizme karfl› sokaklara ç›kan emek ve demokrasi güçlerine yönelen sald›r›lar›n› “ileri demokrasi z›rvalar›yla maskelemeye çal›flt›¤›n› söyleyen Birol, Erdo¤an’›n halktan korktu¤unu belirtti. Birol’un aç›klamas› flu sözlerle son buldu: Bu ülkenin emekçileri, ezilenleri gerici, faflist, halk düflman› AKP’nin bask› ve zor politikalar›na teslim olmayacakt›r. Metin ö¤retmenin katilleri halka hesap verecektir." Hopa’da Baflbakan Erdo¤an’›n mitingi öncesi ç›kan olaylarda polisin emekli ö¤retmen Metin Lokumcu’yu katletmesi üzerine aç›klama yapan kitle örgütleri, siyasi partiler, meslek kurulufllar› ve sendikalar iktidar› lanetledi E¤itim-Sen, iktidar›n kendisinden baflka hiçbir kimli¤e ve ideolojiye yaflam hakk› tan›mad›¤›n› belirterek ö¤retmen Metin Lokumcu’nun biber gazlar›yla bo¤uldu¤una dikkat çekti. Lokumcu’nun ailesine baflsa¤l›¤› dileyen E¤itim-Sen, herkesi fliddet karfl›s›nda
dimdik mücadeleye ça¤›rd›. Devrimci ‹flçi Sendikalar› Konfederasyonu Genel Sekreteri Tayfun Görgün yapt›¤› aç›klamada hükümetin fliddetin dozaj›n› artt›rd›¤› söyleyerek “Metin Lokumcu neden öldürüldü?” dedi. Türk Tabipler Birli¤i (TTB) yüksek miktarlarda biber gaz›na maruz kalman›n kalp yetmezli¤i, karaci¤er hasar› ve ölüme neden oldu¤unun bilimsel verilerle kan›tland›¤›n› belirterek iktidar› uyard›. TTB, biber gaz›n›n Türkiye’deki toplumsal olaylarda kontrolsüz biçimde, afl›r› miktarda, çok ve k›sa mesafeden uygulanmas›n›n “al›flkanl›k” haline getirildi¤ini belirterek bu durumun çok derin bir kayg›yla karfl›lad›klar›n› ve kabul edilemez bulduklar›n› söyledi. Türk Mühendis ve Mimar Odalar› Birli¤i (TMMOB) Genel Baflkan› Mehmet So¤anc› da bir aç›klama yay›nlayarak Hopa ve Ankara’daki polis fliddetini k›nad›. Hopa’daki katliam ve Ankara’daki iflkence Ça¤dafl Avukatlar Derne¤i ve ‹nsan Haklar› Derne¤i ile birlikte sendikalar ve meslek odalar› taraf›ndan da k›nand›. Özgürlük ve Dayan›flma Partisi , Türkiye Komünist Partisi , Ezilenlerin Sosyalist Partisi , Sosyalist Parti, Demokratik Haklar Federasyonu, Partizan, Sosyalist Demokrasi Partisi ve birçok örgüt de sald›r›lar› k›nayan bildiriler yay›mlad›. Dayan›flma bildirilerle s›n›rl› kalmad› ve birçok ilde ortak eylemlerle sald›r›lar protesto edildi.
Tek yol sokak, tek yol devrim enel seçimler öncesi artık son haftaya giriyoruz. Bu haftadan sonra, -seçim sonuç değerlendirmeleri dışında- tüm değerlendirmeler “yeni dönem”in gelişmeleri, “yeni dönem”in programları üzerinden yapılmaya başlanacak. Tüm siyaset yapıcılar da bu “yeni dönem” hazırlıkları için, meclisin etkin bir biçimde faaliyetlerine başlayacağı sonbahara kadar, yaz boyunca bolca zaman bulacaklardır. Seçim öncesi ve seçim sonrası uygulanan siyasetlerin çoğu zaman ciddi değişimlere uğradığı artık ülkemizde iyice kanıksandı. Her ne kadar seçim sonrası AKP’nin, kısa bir dönem de olsa “yumuşama” söylemleri kullanacak olması öngörülebiliyor olsa da –balkon konuşmasından başlamak üzere-, seçim öncesinde yaşananlar yüzünden AKP’nin “gerçek yüzünü” unutturması “artık” eskisi kadar kolay olmayacak.
G
AKP ‹KT‹DAR DÜfiKÜNÜ B‹R PART‹D‹R AKP iktidarda kalabilmek için her şeyi yapabileceğini bu seçim dönemi tüm ülkeye kanıtladı. Bir önceki seçim döneminde askerle, yargıyla, Deniz Baykal ile var olan gerilimleri kullanan Tayyip’in AKP’si, bu kez “özel mühendislik”le gerilim ve provokasyon yaratmaya çalıştı. Kendisine siyasal rakip olarak gördüğü Kürtlerle, CHP ile, MHP ile hatta TÜSİAD ile özel olarak uğraştı, tekrar nemalanacağını düşündüğü orduyu ve yargıyı provake etmeye çalıştı. (Kalfalık dönemi) Kürtlere karşı uygulanan provokasyon siyaseti temel olarak iki yönlü hayata geçirildi; Kürtlerin silahlı güçlerine karşı (ateşkes ilanına ve Öcalan’la diyaloğa rağmen) askeri pusu operasyonları ve Kürtlerin oluşturduğu temsili organları, seçilmiş siyasi temsilcilerini KCK operasyonu gibi “yasal” yollarla “devre dışı” bırakma. Ve bizzat Tayyip tarafından “Kürt sorunu yoktur” safsatasıyla tüm
ülkede Kürtlere karşı sürürülen, BDP’yi daraltma amaçlı propaganda. MHP ise AKP’lilerin neredeyse uzmanlaştığı bir yöntemle karşı karşıya kaldı. Daha önce Deniz Baykal’a karşı, Melih Gökçek tarafından Turgut Altınok’a karşı uygulanan ve bu şahısların siyasetten silinmesinde başarılı olan yöntemdi bu; kaset siyaseti. Şimdilik etkisi, 16 başkanlık divanı üyesinin 10’unun siyaset dışı kalması oldu. CHP için ise kasetlerin farklı kullanımı ile itibarsızlaştırma taktiği tercih edildi. En göze batanı İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yerleştirilen gizli kameralardı. Şimdi ortalıkta dolaşan iddialara göre, bu kez hedefte Gürsel Tekin var. Tekin’in Yargıtay’da onanmayı bekleyen yolsuzluk davasının seçimden önce sonuçlandırılması ve milletvekili seçilmesinin engellenmesi amaçlanıyormuş. Oy alma pahasına TÜSİAD’ı “tokatlamanın” işe yaradığını referandum sürecinde Tayyip zaten keşfetmişti. Bu kez işi Arınç üstlendi, internet sansürünü eleştiren Boyner’e; “TÜSİAD güvenilmeyen bir kuruluş olmuştur. Sayın Boyner ya da böyle düşünenler iktidara gelirse porno siteleri ya da diğer konularda istediklerini serbest bırakabilirler," AKP’nin, orduya ilişkin her türlü müdahalesi kendi kitlesi için işe yarıyor. Son operasyon Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Balanlı’nın tutuklanması oldu. Şimdiye kadar tutuklananlar arasındaki en üst düzeydeki muvazzaf subay. Gelişmelerden anlaşıldığı üzere operasyon Tayyip’in ve Abdullah’ın “bilgisinde” gerçekleşmiş. Cumhurbaşkanı ve başbakan,16 Mayıs’ta başlayan Denizkurdu ve Efes askeri tatbikatlarının, kapanış gösterisi niteliğindeki 25 Mayıs kısmına katılmayacaklarını belirtmişlerdi. 27 Mayıs’ta ise aralarında Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Balanlı’nın da bulunduğu 12 subayın
Balyoz Davası için ifadeleri alınmaya başlandı. Ve 30 Ağustos’taki YAŞ’ta büyük ihtimalle Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Balanlı tutuklandı. Tayyip ve Abdullah, askerle iyi geçindikleri mesajı verecek bir fotoğraf çektirmek yerine, askeri ezdikleri bir fotoğrafı tercih ettiler. Tabii bu arada AKP’li basına sızdırılan ek bilgi de gerici tabanı fazlasıyla memnun etti; sanıklar, Menzil tarikatına ait olduğu belirtilen Bilvanis çiftliğini havadan ve karadan takip etmiş ve burayı havadan bombalamak üzere hazırlık yapmışlardı. AKP’nin kullanmakla tüketemediği bir diğer “askeri oyuncağı” 12 Eylülcüler. Referandumdan “evet” çıkmasında büyük pay sahibi olan 12 Eylül faşist darbesinin generalleri bu kez seçim için kullanılmak üzere sahnede. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "12 Eylül darbesi"yle ilgili soruşturmada, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’ya "şüpheli" sıfatıyla ifadelerinin alınması için davette bulundu. Yargı, AKP’nin hizmetinde, Kenan Evren seçim mezesi. Referandum AKP’ye yargıyı yeniden dizayn etme konusunda çok büyük nimetler sağlamıştı. Bu nimetleri AKP seçim için kullandığı gibi yargıdaki son “rötuş”lar için de değerlendiriyor. Nitekim, Yargıtay Başkanlığı seçimi bu ay içinde AKP’nin oy kullanma hakkı sağladığı yeni seçmen hâkimlerle yapılacak. AKP’nin iktidar düşkünlüğünün ne ölçülere ulaştığının bariz göstergelerinden biri de AKP medyası; AKP’nin medyadaki çalışanları, Zaman’ın, Yeni Şafak’ın, Vakit’in, Star’ın, Sabah’ın AKP’nin Basın Bürosu gibi çalıştığı yetmiyormuş gibi TRT’nin tüm kanalları ve Anadolu Ajansı da AKP’nin seçim bürolarına dönüştü. Bu konuda kendi kemik kitlesinin dışına seslenme olanağı daha fazla olan Sabah gazetesine özel bir misyon
tanımlandığının altını çizmek gerek. Gericilik kalesinin sözcüleri ise düşen motivasyondan şikâyet edip “gaz verme” taktiğine sarılmış durumdalar. Fethullah’ın sözcüsü Gülerce, 12 Haziran’ı “yüz yıllık fırsat” ilan ediyor: “12 Haziran, daha önceki hiçbir seçimle kıyaslanamaz. Dikkat ediniz, ilk defa bu seçim, ‘asrın davası’ olarak nitelenen bir yargılama süreci devam ederken yapılıyor. İlk defa, ‘silahlı örgüt kurup Parlamento'yu, hükümeti yok etmeye teşebbüs’ iddiasıyla bir yargılama sürerken seçime gidiyoruz” derken hem ezberini tekrar ediyor hem de sahibini “ustaca” kopyalıyor. Fethullah da referandumda “motivasyon” amaçlı "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da" dememiş miydi! Gülerce bir de umut pompalıyor: “Vesayetçiler artık, ilk defa medyada, iş dünyasında, barolarda, sendikalarda, sivil-asker bürokrasisinde, yüksek yargıda tek başlarına ve hâkim vaziyette değiller.” Ancak AKP’nin asıl hedefi bu tür yerlerde “tek başına ve hâkim vaziyette” bulunmak olduğundan yeni dönemde de iktidar olmaya “mahkûm”lar. O yüzden Tayyip “ustalık dönemi olacak” diyor, o yüzden Arınç çıraklık ve kalfalıktan sonra ustalık dönemine ihtiyaç olduğunu ifade edip, “Yarım kalmış işlerin bitirilmesine ihtiyaç var. Yaralı halde bırakmak doğru değil, ne demek istediğimi anladınız, gözlerimin içine bakın, çok daha iyi anlarsınız” diye ekliyor. Tüm bunlar AKP’nin seçimden istediği sonucu çıkarmak için “fırsat beklemediğinin”, “fırsat örgütlediğinin” kanıtları. Tayyip seçimden birinci parti çıkacağından emin olmasına rağmen bunları yapıyor. AKP, iktidarını kaybetme riski ile karşı karşıya kaldığında ise hiçbir sınır tanımayacaktır. Bunun da seçim öncesi gösterdiği faşizan özellikleriyle
fazlasıyla kanıtlamaya devam ediyor. AKP GER‹C‹-FAfi‹ST B‹R PART‹D‹R İlk olarak unutulmamalıdır ki, bunların genleri Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde, Milli Görüş tezgâhlarında, Milli Türk Talebe Birlikleri’nde kodlandı. (Fethullah Gülen Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği'nin kurucusu idi.) Ezberleri her bozulduğunda “sola düşman”, “halka düşman” gerçek faşist yüzlerini görmek artık sıradanlaştı. Tayyip, çok değil daha üç yıl önce Kürt gençlerin İstanbul’da yaptığı bir gösteride, gençlerin üzerine pompalı tüfekle ateş eden “vatandaşı” savunmakla kalmamış, bu tür durumlarla karşılaşıldığında ne yapılması gerektiği “aklı”nı da vermişti: “Vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle imkânı varsa kendisini savunma yoluna gidecektir. Yani bu tür yollara bir tür sevktir.” Aynı Tayyip, geleceklerini çaldığı gençlerin sokaklarda haklarını aramasına tahammül edemeyip “Biz de onların karşısına 5-10 bin genç dikeriz” diyordu. Şimdi yine devredeler; “Eşkıya Hopa’ya inmiş”miş. Ne diyormuş, ne istiyormuş o eşkıya? “Su Haktır, Satılamaz”, “Halkın Hakları Var” diyormuş; çayına, fındığına, deresine, suyuna sahip çıkmış, AKP’yi Hopa’da istemiyormuş. Vay sen misin AKP’nin sermayeye çıkar sağlayan projelerini istemeyen; AKP’ye karşı çıkan. O halde sana her şeyi yapmak AKP’nin “hakkı”; dayak, baskı, gözaltı, gaz bombası, mermi, işkence, cinayet… Yetmez, yasaları da kullanır AKP; AKP’ye karşı çıkmak “terör”; karşı çıkanlar “terörist” oluverir. O zaman onlara işkence yapmak, onları tutuklamak “meşru görünür” akıllarınca. Yetmez bir de itibarsızlaştırmak lazım. Yıllarını öğretmenliğe vermiş Metin Lokumcu AKP’ye karşı çıktığı için katledilir. Tayyip de anmamazlık edemez Metin Hoca’yı; “Tabii bu arada
bir tanesi de kimliğini bilmiyorum, üzerinde durma gereğini duymuyorum, kalp krizi sonucu ölmüş.” Gerçek “edepsizlik, ahlaksızlık, alçaklık” budur. Tayyip için Metin Hoca’nın hiçbir değeri yoktur, hiçbir itibarı yoktur. Çünkü o AKP karşıtıdır, Halkevcidir, çünkü o müteahhit bile değildir ki HES yapmaya talip olsun. Aynı AKP karşıtları Samsun’dadır, bu kez Devrimci Sağlık İş önlüğü giymişlerdir. Onlar da teröristtir ve onlar da baskıyı, gözaltına alınmayı, işkenceyi “hak etmişlerdir”. Gençlik, üniversiteler üzerinde oynanan oyunlara karşı yine Dolmabahçe’dedir. Aleviler, Erdoğan’ın gerici-şoven kitlesini coşturmak için yükselttiği Alevi düşmanı söylemine karşı Ankara yolundadır. İstanbul’dakiler, Ankara’dakiler, Adana’dakiler, Bursa’dakiler, Mersin’dekiler, İzmir’dekiler, Hatay’dakiler, Trabzon’dakiler, Rize’dekiler, Eskişehir’dekiler, Giresun’dakiler, Çanakkale’dekiler… Tekrar edelim; iktidarını tehdit eden her durumda AKP’nin gerçek yüzü, gerici-faşist yüzü ortaya çıkacaktır. Bu durum toplumsal muhalefeti sindirmek şöyle dursun tersine daha da cesaretlendirmektedir. Gericilikle, faşizmle yüz yüze mücadele etmeden bu ülkeye özgürlük, barış, eşitlik, sosyalizm gelmeyecek. Ve Tayyip de çok iyi biliyor ki sokağı kaybettiğinde iktidarını da gerçekte kaybedecek. O yüzdendir feryat figanı, köpükler saçarak saldırması. O yüzdendir ki Hopa’da okuduğu pankartı aklından çıkaramıyor: “Tek yol sokak diyor, tek yol devrim diyor. Altındaki imza 'Halkevleri' diyor”. Evet, AKP’yi, Tayyip’i ve bilimum şürekâsını def etmek için “Tek yol sokak, tek yol devrim.” Bundan korksun Tayyip, çünkü daha çok görecek bu pankartı.
4
GÜNDEM 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
‘Kürt seçim süreci’ üzerine gözlemler Kılıçdaroğlu’nun “bölge seferi”, AKP’nin bölgeye girebilen tek düzen partisi olma üstünlüğünü ortadan kaldırdı. Kamuoyu araştırmalarındaki isabetliliğiyle ün yapan Adil Gür (A&G), CHP’nin bölgenin en az 4 ilinde milletvekili çıkaracağını söylüyor. Kurulu düzenin kalemşörleri, CHP’nin bölgeye girmesinden pek hoşnutlar. Bundan sonra bölgede BDP’nin karşısında yalnızca AKP değil, CHP de olacak; böylece BDP “kıskaca alınabilecek” diye düşünüyorlar. Adil Gür’ün anketinin ne denli gerçeği yansıttığını 13 Haziran’da göreceğiz. Ancak bölgedeki seçim sürecine damgasını vuran şeyin CHP’nin bölge politikasının bir kenarına “ilişmesi” olmadığı açık. Örneğin Diyarbakır’da Eşitlik, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun (EDÖ) adaylarının oyların yüzde 70’ine Ferda yakınını alacağı kesin gibi. Koç Yani kullanılacak 600 bin oyun 400 binini EDÖ alacak. ferdakoc@ hotmail.com Geri kalan 200 bin oy AKP, CHP, SP ve Has Parti tarafından bölüşülecek. EDÖ’nün 400 bin oyuna 6 milletvekili, AKP’nin 100 bini biraz geçeceği tahmin edilen oyuna ise 5 milletvekilliği düşecek. CHP geçen seçimde 9500 olan oyunu 40 bine çıkarırsa milletvekillikleri 6-4-1 olarak dağılacak. yüzde 10 barajının olmadığı koşullarda bu dağılım 8-3-0 olacaktı. *** Diyarbakır’daki bu tablo diğer Kürt illerinde de üç aşağı beş yukarı tekrarlanacak gibi görünüyor. Dolayısıyla bölgede seçim sürecine damgasını vuran, Kürtler için siyasal alternatifin “çoğalması” değil, tekleşme yoluna girmesi olacak. Düzen partilerinin bölgeden kazanacakları milletvekillikleri, Kürt hareketinin onlara tanıdığı “kontenjan”lara dönüşüyor. Bu dönüşüm, düzen partilerinin bölgedeki örgütlerini de Kürt hareketine bağımlı hale getirmeye aday. *** 12 gerillanın ölümünden sonraki “halk grevlerinde” AKP ve CHP’nin seçim bürolarından bazılarının “kepenk kapaması” bu eğilimin güçlü bir örneği. Kürt hareketinin, CHP’nin bölge siyasetine “ilişmesine” hoşgörülü yaklaşımı da aynı bağlamda ele alınmalı. Kürt hareketi, AKP’yi rejimin bölgeyle kurduğu ilişkide “rakipsiz” olmaktan çıkarmak istiyor. Hareket böylece düzen partilerinin bölgedeki yapıları üzerindeki hegemonyasını güçlendirmeyi ve bu yolla onlar içindeki “etki alanını” genişletmeyi hedefliyor. Öte yandan düzen partilerinin bölgede bugüne kadar “güç aldıkları” geleneksel ilişkilerin de sağından solundan patlaması dikkat çekici. Urfa’da İzol, Şıhanlıoğlu, Cevheri ve Bucakların, Diyarbakır’da Salim Ensarioğlu’nun bağımsız milletvekili adaylıklarında izlenen bu süreç, “Kürt siyaseti”ndeki köklü dönüşümün bir başka unsuru. Bu olayın, AKP’nin bazı “seçilmiş illerde” “aşiret adaylarını” listelerine koymaması ile patlak verdiği biliniyor. AKP’nin bu “denemesi”, rejimin Kürt illerindeki temsil siyasetinin bu geleneğini olduğu gibi devralmasının yarardan çok zarar getirdiğini hissetmesinden kaynaklanıyor. *** Kürt hareketinin yarattığı ilerici toplumsal süreçlerin belki de en az gözlemlenen unsurlarından birini “aşiret bağlarının çözülmesi” oluşturuyor. Hareketin gerillaya ve yoksul halkın kitlesel militanlığına sıkı sıkıya bağlı gelişimi, Kürt illerindeki feodal toplumsal egemenlik ilişkilerinin çözülmesinde önde gelen bir etkiye sahip. Neoliberal yeni sömürgecilik ilişkilerinin ve devlet terörünün dayattığı kırsal yıkım süreci de bu ilişkilerin altını boşaltıyor. Aşiret ilişkilerinin kent merkezine taşınması ise ancak neo-liberal süreçle uyum sağladığı ölçüde ve ancak çok sınırlı olarak gerçekleşebiliyor. “Aşiret oyları” artık bölgedeki temsil siyasetine damgasını vuracak büyüklükte “oy depoları” değiller. *** Dolayısıyla bu seçim süreci, rejimin Kürt illerindeki geleneksel/feodalizm kalıntısı temsil modelinin tasfiyesinde tarihsel bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. Kürt hareketi bölgedeki “düzen siyaseti”ni de “modernleştiriyor”. Düzen siyasetinin Kürt hareketinin mutlak hegemonyası altındaki “modern toplumsal ilişkiler alanı”na taşınması elbette “deplasmana” çıkmak gibi bir şey. Düzen partilerinin ağalar, şeyhler, aşiret reisleri olmadan Kürt halkı içinde siyaset yapmayı kabul etmek zorunda kalmaları Kürt sorununun çözüm sürecinin gelişmesi açısından gerçek bir ilerlemedir. Ancak bu gelişme aynı zamanda Kürt hareketinin düzenle hesaplaşmasında modern toplumsal ilişkiler alanının ağırlık kazanması anlamına da gelecektir. Politik “rekabet” alanının bu dönüşümü, önümüzdeki dönemde Kürt hareketinin “halkçı” karakterinin öne çıkmasını daha fazla zorlayacaktır.
Elde var faşizm Erdo¤an kitle temelini ayr›mc› ve sald›rgan bir dille korumaya, sokak muhalefetine yönelik fliddeti de böyle meflrulaflt›rmaya çal›fl›yor
B
ir zamanların “Alevi açılımcısı” Erdoğan, miting meydanlarında oy istediği kitlelere Kılıçdaroğlu’nu kötülerken “Biliyorsunuz kendisi Alevi” diyor. Sonra da susup, kitleden yükselen yuh seslerini dinliyor. Bir zamanların “Kürt açılımcısı” Erdoğan, orta Anadolu kentlerinde MHP’yi kötülerken “MHP, PKK’nın tellallığını yapıyor” diyor. Eskiden kafatasçı diye eleştirdiği MHP’yi, şimdi Kürtlere yanaşmakla suçlayarak şoven oyları kendinde toplamaya çalışıyor. Türklerden Kürt düşmanlığıyla oy isterken, Kürtlerin de dini duyarlılıklarını istismar etmeye çalışıyor. Diyarbakır mitinginde, BDP’yi “Bunlar peygamberimiz Apo, dinimiz Zerdüştlük diyor. Kadın erkek karışık namaz kılıyor” diyerek inançlı Kürtlere şikâyet ediyor. Hopa’da hiç ummadığı bir duvara çarpınca ise 1970’li yıllardan antrenmanlı olduğu “Komünizmle mücadele militanı” diline sarılıyor. “Derelerimiz ve çayımız satılık değil” diye eylem yaparken polis saldırısına maruz kalan Hopa halkını terörist, illegal örgüt üyesi ilan ediyor. Kendisini protesto edenlerin ölüsüne bile
saygı duymuyor, “bir tanesi ölmüş, üzerinde durma gereği duymuyorum” diyor. Tayyip Erdoğan’ın miting konuşmalarında kullandığı ayrımcı ve saldırgan dil, seçim öncesi normal karşılanan geçici aşırılık sınırlarının ötesine geçmiş durumda. Bu ayrımcı ve saldırgan dile eşlik eden ve Erdoğan’ın gittiği her yere yanında götürdüğü polis terörü de seçim mitinglerinin güvenliğini sağlamaktan çok sokak muhalefetini sindirme operasyonlarına dönüştü.
KUDRET‹NDEN M‹, ZAAFINDAN MI? AKP iktidarının her türlü kirli siyaset taktiğine başvurarak sürdürdüğü bu saldırgan çizgisi elbette gücünün doruğunda olmasıyla ilgili. Milliyetçimuhafazakâr sağcı kitle özellikle 12 Eylül anayasa değişikliği referandumu sürecinde Erdoğan liderliğinde bloklaşmıştı. Bu kitleyi bloklaştıran da Alevi, Kürt düşmanı, saldırgan anti-komünist söylemdi. Erdoğan bu gerici kitle temelinin de desteği ile devletin bütün alanlarını ya ele geçirdi ya da denetim altına aldı. Polis AKP’nin emrinde. Hopa
olaylarında da görüldüğü gibi çevre illerden toplanan binlerce polis Erdoğan’ı korumak ve potansiyel muhalifleri “etkisiz hale getirmek” için seferber ediliyor. Polis yalnızca AKP’nin polisi olduğunu doğrularcasına, diğer partilerin mitinglerinde ya da diğer parti liderlerine yönelik protestolarda ise ortada görünmüyor. İstihbarat AKP’nin emrinde. Ne zaman ihtiyaç duysa rakiplerine karşı kasetler bulan Erdoğan, 1 Haziran’daki Diyarbakır mitinginde henüz yayımlanmamış bir ses kaydını önceden haber vererek, kaset siyasetinin yalnızca sonuçları üzerinden propaganda yapmayıp hazırlık sürecine de müdahil olduğunu gösterdi. BDP’li milletvekili Gültan Kışanak’a ait olduğu iddia edilen ses kaydında Elazığ’da BDP’lilerin MHP’yi desteklemesi isteniyordu. Erdoğan’ın konuşmasının ardından yayımlanan kayıtlar, Kışanak tarafından yalanlandı. Medya AKP’nin emrinde. AKP’nin her türlü kirli propagandasını aklayacak, yalan haberlerle destekleyecek güçlü bir yandaş medya bloğu var. Diğerleri de seslerini fazla çıkartmamaları için hizaya çekilmiş durumda.
Ancak bu kadar güçlü bir iktidarın, önceki dönemde olduğu gibi ikiyüzlü de olsa tüm topluma seslenen kendinden emin bir dil yerine ayrıştırıcı ve saldırgan bir dil kullanıyor olması yeni dönemin yalnızca Erdoğan’ın hitabet arızalarıyla açıklanamayacak zaafına işaret ediyor: AKP’nin birleştiricilik ve demokrasi iddiası bitti. AKP’nin artık tüm topluma hitap edecek, halkta heyecan uyandıracak, BDP ve CHP gibi
rakiplerini geride bırakacak, sokakta yükselen hak mücadelelerine yanıt verebilecek bir değişim projesi yok. O da kitle temelini ancak etnik-mezhepsel saflaşmalarla kendi arkasında tutabileceğini, rakipleri ile ancak kirli siyaset oyunlarıyla baş edebileceğini ve sokaktan yükselen muhalefete dönük şiddeti de ancak böyle meşrulaştıracağını biliyor. AKP’nin birleştiricilik ve demokrasi iddiası bitti. Elde var faşizm!
Erdoğan kışkırtıyor, faşist vuruyor S
eçim çalışmalarının başlamasından bu yana BDP’nin desteklediği bağımsız adayların seçim bürolarına gerçekleştirilen saldırılar artarken, üniversitelerde de Kürt öğrencilere yönelik linç girişimleri yaşanıyor. Faşist saldırılar sürerken Zaman, Yeni Akit gibi gazeteler de Kürtlere yönelik gerçek dışı ve çarpıtma haberler yaparak düşmanlığı körüklüyor. 30 Mayıs’ta İzmit’te Blok’un desteklediği bağımsız aday Emrullah Bingül’ün bildirisini dağıtan iki BDP’li faşistler tarafından bıçaklandı. BDP’lilerin saldırıya karşılık vermesi üzerine yaşanan arbedede 10 kişi yaralandı. Kocaeli’ndeki olaydan bir gün önce İstanbul’un Küçükçekmece İlçesi’nde MHP’nin aynı gün Çağlayan’da düzenleyeceği mitinge giden ülkücü faşistler, BDP’lilere saldırdı.
‘NE YAPAB‹L‹YORSANIZ YAPIN’ Konya’da 29 Mayıs günü bağımsız aday Hamit Geylani’nin mitingine ülkücü faşistler tarafından gerçekleştirilen saldırının ardından 31 Mayıs günü de Selçuk Üniversitesi’nde okuyan Kürt öğrencilere linç girişimi yaşandı. Faşistler linç girişimi sırasında polisten destek aldı. Fen Edebiyat Fakültesi’ne giren 70 faşist, Kürt öğrencilere
Baflbakan Erdo¤an’›n seçim gezilerinde kulland›¤› ›rkç› söylemin sokaktaki karfl›l›¤› da Kürtlere yönelik faflist sald›r›lar olarak yaflam buluyor
saldırmaya başladı. Olay sırasında Kerem Alp isimli bir öğrenci yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Ülkücü faşistler hastanenin de etrafını ablukaya aldı. Görgü tanıkları ülkücü faşistlerin saldırısı başlamadan önce bir polis memurunun faşistleri arayarak “Biz
Alevilerden Erdoğan’a uyarı
A
levi Bektaşi Federasyonu (ABF), seçim mitinglerinde sık sık Aleviliğe göndermeler yapan ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu Alevi kimliğini vurgulayarak kitlelere yuhalatan Başbakan Erdoğan’a açık mektup yazdı. Mektupta, siyasilerin oy toplamak için çalışmalarının normal olduğunu vurgulayan ABF, Başbakanın Aleviliği karalayarak oy toplamaya çalışmasının ise normal olmadığını belirtti.
TAR‹HE “B‹R ‹NANCI YUHALATAN BAfiBAKAN” OLARAK GEÇECEK ABF, mektubunda AKP’nin daha önce referandum kampanyasında kullandığı argümanları “Alevilerin kıyımına fetva çıkaran Ebu Suudlara saygılarınızı eksik etmediniz. Yargının dedelerin emriyle çalıştığını iddia ettiniz ve yargıyı bir mezhebin etkisinden kurtaracağınızı vaat ettiniz” sözleriyle özetledi. Aleviler, başbakanın söylemini ise şöyle değerlendirdi; “Neredeyse istisnasız her gün aynı şeylerin tekrar ediyor olması ve basında çıkan eleştirilere rağmen aynı tavırda devam etmeniz bizleri bu mektubu kaleme almaya zorunlu kıldı; ‘söz ağızdan çıkmadığı sürece sizin esirinizdir, çıktıktan sonra siz onun esirisiniz.’
Siz, tarihe, yalnız heykel yıkan değil, ülkenizdeki bir inancı yuhalatarak 'nefret suçu' işleyen bir başbakan olarak da geçeceksiniz!”
MADIMAK ‹Ç‹N DÖRT KOLDAN ANKARA’YA Öte yandan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD), kamulaştırılarak Çocuk Kütüphanesi yapılan Madımak Oteli’nin müze olması için 4 koldan Ankara’ya yürüyüş düzenliyor. Ankara’da açıklama yapan PSAKD Genel Başkanı Hüseyin Güzelgül, Alevilerin Madımak’ın utanç müzesi olması taleplerine kulak tıkandığını belirtti. Güzelgül, 2 Temmuz 1993’te onlarca aydının katledildiği Madımak Oteli’ne ilişkin taleplerine dair “Eğer bu konuda sorumlular samimi iseler, katliam yapılan yeri Utanç Müzesi düzenlemesine çevirirken, tasarım konusunda Madımak Katliamında yaşamını kaybeden ailelerin ve PSAKD’nin de görüşü alınarak yaparlar. Madımak’ın Utanç Müzesi olması konusundaki kararlılığımız ve mücadelemiz artarak devam edecektir” dedi. 4-5 Haziran’da İstanbul, Samsun, Antep ve İzmir’den başlayacak yürüyüş Ankara’da Kültür Bakanlığı önünde sona erecek.
15 dakika içerisinde orada olacağız, o zamana kadar ne yapabiliyorsanız yapın” dediğini aktardı. Görgü tanıkları faşist saldırıyı gerçekleştirenlerin 29 Mayıs günü Hamit Geylani’nin mitingine saldıranlarla aynı
kişiler olduğunu ifade ediyor.
AKP MEDYASI KIfiKIRTIYOR Kürtlere yönelik faşist saldırılar ve linç girişimleri yoğunlaşırken Zaman ve Yeni Akit gibi AKP ve Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen gazeteler de saldırıları körüklüyor. AKP’nin Kürt illerinde halkın direnişiyle karşılaşmasının ardından bu gazeteler, Başbakan Erdoğan’la eş zamanlı olarak Kürtlerin İslam düşmanı olduğu yönünde propaganda yapmaya başladı. Bu propagandanın vazgeçilmez unsurlarından biri de Kürt hareketinin “Kürtlerin dini İslam değil Zerdüştlüktür” dediği yönündeki çarpıtma. Aynı günlerde Yeni Akit kendi çabalarıyla, domuz kesen iki gerilla fotoğrafı yayımlayıp altına “BDP’de domuz sessizliği” başlıklı bir habere imza attı. Benzer bir şekilde Zaman, MHP’nin Cizre İlçe teşkilatının BDP’ye geçmesi sebebiyle yapılan kutlamalara polisin saldırması sonrasında çıkan çatışmaları “Kırmızı Medrese arkasında bulunan boş arazide konser düzenleyen Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) konseri sonrasında bir grup PKK yandaşı Medrese'ye taşlı saldırıda bulundu” şeklinde verdi.
‘Bilim yargılanıyor, asıl şimdi paniğe kapılın’ ve bilimin gerçeklerine karşı karar alanları tarih yargılayacaktır” denildi.
S
ağlık Bakanlığı’nın ‘Türkiye’de bulaşıcı olmayan hastalıklar ve risk faktörleri ile mücadele politikaları’ raporunda Bakanlık Kocaeli Dilovası’ndaki kanserin ölümlerde ilk sıraya yükseldiği saptamasında bulundu. Öte yandan Dilovası’ndaki anne sütünde ve bebeklerin dışkısında normalin üzerinde kanserojen ağır metaller saptayan Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, yargılanmayı bekliyor. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na destek de büyüyor. AKP’li belediye başkanları halk sağlığı açısından bu önemli bilgileri kamuoyuna açıklayan Hamzaoğlu hakkında halkı paniğe sevkettiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. Üniversite izin verdiği takdirde Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, TCK’nin 213. maddesi uyarınca 2 ile 4 yıl arasında hapis istemiyle yargılanacak. Hamzaoğlu hakkında üniversite yönetiminin de ayrıca
soruşturma açması ihtimali bulunuyor. Destek için sanal ortamda meslektaşları tarafından imza kampanyası başlatılan Hamzaoğlu’yla dayanışma amacıyla hem yaşadığı kentte hem de ülke çapında destek eylemleri yapıldı. İstanbul Tabip Odası’nın başını çektiği sağlık örgütleri 24 Mayıs günü İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kütüphane binası önünde Onur Hamzaoğlu’na destek için buluştu. Türk Tabipler Birliği,
Sağlık Emekçileri Sendikası Genel Merkezi, Üniversite Konseyleri Derneği 28 MayısTa İstanbul’dan Kocaeli’ne giderek Hamzaoğlu’na destek ziyaretinde bulundu.
Ö⁄RENC‹LER‹ DE ONUNLA Kocaeli üniversitesi öğrencileri 27 Mayıs günü kampüs içinde yaptıkları bir eylemle ‘Hoca’larını destekledi ve rektörlüğün soruşturmaya izin vermemesini talep etti. Bir tıp fakültesi öğrencisi tarafından yapılan açıklamada “Halkın çıkarlarına
‘NE KORKARIZ NE DE KORKUDAN KORKARIZ’ Antalya’da 30 Mayıs günü emek ve meslek örgütleri tarafından yapılan ortak açıklamada ise Hamzaoğlu’nun şahsında yargılananın bilim olduğu belirtilerek “Bilim yargılanıyorsa halkımız asıl şimdi panik olmalıdır” denildi. Bu gelişmeler üzerine Birgün gazetesinin sorularını yanıtlayan Hamzaoğlu’nun cevabı ise oldukça anlamlıydı. Söyleşide üniversitelerin kar odaklı bir dönüşüm yaşadığına dikkat çeken Hamzaoğlu kendine yönelik saldırıları şu sözlerle değerlendirdi: “Ne korkarız, ne de korkudan korkarız. Çünkü üniversitenin ve bilim insanının öncelikli sorununun toplumsal olduğunu ve bu anlamda da bilimsel bilgi üretmekte bilim insanının her zaman olduğu gibi bugün de taraf olduğunu söylemek isterim.”
5
DÜNYA 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
‘Sol’dan yükselen isyan 7
iklim 5 kıta
Ortadoğu’da yanan isyan ateşi dünyayı ısıtıyor. Krize karşı isyan bayrağını çeken farklı ülkelerin mağdurları isyanın ortak dilinde buluşuyor; Tahrir her yere ulaşıyor
A
vrupa, küresel ekonomik kriz sonrasında uygulanan neoliberal kemer sıkma politikalarına karşı meydanlarda. Krizin kapitalistlere getirdiği külfeti emekçilerin sırtından çıkarmaya çalışan hükümetlere, kapitalistlere ve neoliberal yıkıma karşı sokaklara çıkan Avrupa halklarının isyanı, geçtiğimiz yıllardan farklı olarak, bu yıl Ortadoğu’yu saran halk isyanlarından da güç alarak meydanları zaptediyor. Mısır’da uyguladığı halk düşmanı politikalarla halkı işsizliğe ve yoksulluğa mahkum eden Hüsnü Mübarek’in devrilmesinde sembol haline gelen Tahrir’in heyulası Avrupa’nın üstünde gezinmeye başladı. Özellikle son bir yıldır yapılan eylemlerle halk düşmanı hükümetlere ve neoliberal yıkım politikalarına karşı savaş ilan eden Avrupa’da, 15 Mayıs’tan bu yana yeni bir cephe açıldı. Ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olan İspanya’da, çoğu işsiz gençlerden oluşan on binlerce kişinin 15 Mayıs’ta başlattığı meydan direnişleri, kısa sürede Avrupa’ya
Genç iflsizli¤in yüzde 40 civar›nda seyretti¤i ‹spanya’da gelece¤e kayg›yla bakaan gençler neoliberal politikalara karfl› “Biz köle de¤iliz” diyorlar
Yunanistan sokakta ısrarlı
K
üresel ekonomik kriz sonrası neoliberal saldırı politikalarıyla baş başa kalan Yunanistan’da eylemler ve grevler devam ediyor. Kamu bütçesinden yapılan kesintilerle, arttırılan harçlarla, işsizlik ve yoksullukla mücadele eden Yunanistanlılar Atina’daki Syntagma Meydanı’nda hükümet karşıtı eylemlerde bir araya geliyor ve neoliberal politikaların geri çekilmesini istiyor. Taşıma işçilerinin grevi ve ünlü sanatçı Mikis Theodorakis’in de bizzat katılmasıyla birlikte eylemin kitleselliğinin daha da arttığı ifade ediliyor. “Öfkelilerin isyanı” adı verilen eylemlere katılım çağrısı yapılırken, 1 Haziran’da Atina Üniversitesi’ne yapılan yürüyüşe de on binlerce kişinin katıldığı dile getiriliyor.
Salih’in kafası mı karışık?
Y
emen’de devam eden eylemlerde hala devlet başkanlığı görevini sürdüren Ali Abdullah Salih, hem görevi bırakma hem de ateşkes konusundaki ikiyüzlü tutumunu sürdürüyor. Daha önce defalarca devlet başkanlığını bırakacağını açıklayan Salih, her seferinde kararından vazgeçti. 29 Mayıs’ta muhaliflerle ateşkes imzalayan Salih’e bağlı güçler sadece bir gün sonra muhaliflerin üzerine ateş açtı ve 20 kişiyi öldürdü. 31 Mayıs’ta da ateşkesin sona erdiğini açıkladı. Salih’in bu iki yüzlü tutumunun devrilmemek için zaman kazanma çabası olduğu belirtiliyor.
yayıldı. Yaklaşık 100 kadar gencin sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla bir araya gelerek, Madrid’in Sol (Güneş) Meydanı’nda başlattıkları eylem, polis saldırısı ve eylemin haklı talepleriyle birlikte bir anda büyüdü. İlk gün yapılan eylemle birlikte kurulan “Gerçek Demokrasi Şimdi” hareketinin eylemleri kısa süre içinde önce İspanya geneline, sonra da Avrupa’daki diğer kentlere yayıldı. TAHR‹R RUHU HER YERDE 2009 ve 2010 yıllarında da pek çok eylemin yapıldığı İspanya’da son yapılan eylemleri diğerlerinden ayıran en önemli durum, neoliberal kemer sıkma politikalarının geri çekilmesini isteyen birbirinden habersiz ve farklı kesimlerden gelen gençlerin, İspanyol ve diğer neoliberal politika uygulayıcısı hükümetlerin dizlerini titretmesi oldu. Yaklaşık iki haftadan bu yana sürdürdükleri mücadelede sık sık tehdit ve saldırılara maruz kalan İspanyalı gençlerin temel taleplerini, kemer sıkma politikalarından vazgeçilmesi, işsizliğe çözüm bulunması, harçların kaldırılması ve kamu çalışanlarının ücretlerinde yapılan kesintilerin kaldırılması oluşturuyor. 2008’in sonunda patlak veren krizden sonra tavan yapan işsizlik, özellikle gençler arasında çok yüksek boyutlarda. Yüzde 22 gibi bir oranla Avrupa’daki en yüksek işsiz kitlenin bulunduğu İspanya’da, genç işsizlik oranı yüzde 40’ları buluyor. Üniversite mezunları arasında çok yüksek olan işsizlik oranı, Ortadoğu’da gençleri sokağa çıkaran en önemli etkenlerden biriydi. İspanyalı gençler de bu benzerliğe dikkat çekiyor ve önce Sol Meydanı’na sonra da Katalunya Meydanı’na çıkarken
Tahrir Meydanı’nı örnek aldıklarını dile getiriyorlar. İspanya’daki eylemlerde, Tahrir’deki isyanın ve, geçen yıl Ankara’da TEKEL işçilerinin direniş simgesi olan çadırlar meydanlara kurulmuş durumda. İlk gün yaşanan polis saldırısından sonra açıklama yapan İçişleri Bakanlığı, eylemlere karşı “güç” kullanılmayacağını belirtse de, eylemler beklenenden çok daha büyük bir etki yarattı. Eylemin sona erdirilmesi için çeşitli bahaneler üretilmeye başlandı. Mahkemeler, 22 Mayıs’ta 13 eyalette yapılan seçimleri gerekçe göstererek eylemlerin yasadışı olduğuna dair bir karar çıkardı. Anayasa Mahkemesi’nden de benzer bir karar çıkmasıyla birlikte eylemlere yönelik polis saldırıları da sıklaştı. Madrid’de mahkeme kararları, Barcelona’daysa Şampiyonlar Ligi finali kutlamaları bahane edilerek eylemcilere saldırıldı. Çıkan çatışmalarda çok sayıda eylemci ve polis yaralandı. Polis saldırıları ana akım medyada taraftarların polise saldırısı olarak yansıtıldı ve eylemciler ve onlara destek veren Katalanlar holigan ilan edildi. Eylemlerde seçimlere dair çağrılar da yapıldı. İspanya halklarından ülkeyi bu duruma düşüren Zapatero hükümetine ve sağcı Halk Partisi’ne oy vermemek için sandığa gitmemeleri istendi. Tamamen bu çağrının bir sonucu olmasa da seçimlere katılım oranı %65 seviyesinde kaldı. Eylemlere yönelik manipüle etme çabaları ve saldırılar sürse de İspanyalı gençlerin, talepleri kabul edilene dek meydanlardan Tahrir ruhunu ve çadırları kaldırmak gibi bir niyetlerinin olmadığının İspanya hükümeti dahil herkes farkında.
Libya’da hedef yine siviller
B
M’nin 1973 sayılı kararı uyarınca Libya’ya giren emperyalistler, kararın gerekçesi olarak gösterilen “sivilleri koruma” ilkesini kendi bombalarıyla yerle bir ediyor. Kaddafi’ye bağlı güçlerin uyguladığı şiddeti bahane eden emperyalistlerin 23 Mayıs’ta başlattıkları Trablus saldırılarında çok sayıda sivilin öldüğü tahmin ediliyor. 5 gün boyunca aralıksız olarak kente bomba yağdıran emperyalistlerin saldırıları sonrasında çevredeki hastanelerin ölü ve yaralılarla dolduğu bilgisi veriliyor.
Muhaliflere a¤›r ceza
B
ahreyn’de Bin Halife hanedanlığına karşı ayaklanan muhaliflere ağır cezalar veriliyor. Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının en şiddetli yaşandığı ülkelerden olan Bahreyn’de muhaliflere ordu ve polis saldırılar yaşanmış, ardından Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı Suudi Arabistan askerleri ülkeye girerek isyanı kanlı bir şekilde bastırmışlardı. Olağanüstü hül ilan edilen ülkede şu ana kadar 4 muhalife idam, 2 muhalife müebbet hapis cezası ve 9 muhalife de 20’şer yıl hapis cezası verildi. Ülkede muhalifler üzerinde yoğun bir sindirme politikası uygulanıyor.
Suriyeli topun ağzında Suriyelileri “barış elini geri çeviren teröristler” olarak ilan etmenin ve daha fazla şiddet kullanımını meşru hale getirmenin hesaplarını yapıyor.
S
uriye’de Beşar Esad yönetimine karşı yaklaşık 2 aydan bu yana devam eden eylemler sürüyor. Güney kenti Deraa’da başlayan ve kısa sürede tüm Suriye’ye yayılan eylemlerde halka karşı kullanılan şiddetin boyutları da gün geçtikçe artıyor. Emperyalistlerin Suriye’de başka bir alternatiflerinin olmaması, yaklaşık üç yıldan bu yana ülkede neoliberal politikalara sarılan Beşar Esad’a dolaylı da olsa bir destek sağladı ve Esad isyanı bastırmak için elindeki silahlı gücü halkın üzerine gönderdi. EMPERYAL‹ST DESTEKLE ARTAN fi‹DDET ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un da destek verdiği Esad yönetimi, sonradan gelen göstermelik yaptırımlara da aldırmadı ve sarsılan otoriteyi silahla sağlama alma uğraşına girdi. Ancak Esad karşısında, içerisinde Selefiler gibi halk isyanını gölgeleyip olayları mezhep çatışmasına dönüştürmek isteyen emperyalist destekli gruplar olsa da, hakları için geri adım atmayan bir Suriye görünce
şiddetin yanındaki başka yollara başvurmak zorunda kaldı. ESAD’DAN AF H‹LES‹ Beşar Esad 31 Mayıs’ta genel af ilan etti ve kendisine isyan eden “suçluların” serbest bırakılacağını, teslim olanların da salıverileceğini söyledi. Esad’ın bu hamleyle sokaktaki muhalefete “sıfırdan
başlama” seçeneği sunup eylemleri azaltmayı öngördüğü muhakkak. Ancak af ilanıyla gelen bir tehlikeye karşı da dikkatli olmak gerek. Esad af aldatmacasına kanmayıp meşru talepleri olan işsizliğe, açlığa, yoksulluğa neden olan neoliberal ekonomi politikalarının sona ermesi, baskı rejiminin son bulmasında direnecek olan
‹fiKENCEDE KATLED‹LEN ÇOCUKLAR Eylemlerin başlamasından bu yana en az 10 bin kişi gözaltına alındı, en az 1000 kişi öldürüldü. Sadece genel af ilan edildiği sırada Humus’ta eylem yapan 16 kişi öldürüldü. Gözaltında yaşanan işkence ve ölümlerin de çok sayıda olduğu ülkede Esad yönetiminin insan hakları konusunda samimi adımlar atmaya niyeti olmadığı da açık. Suriye’deki baskıcı rejimin halka uyguladığı şiddetin en belirgin örneği, Deraa’da katıldığı bir eylemde kaçırılan ve cesedi 1 ay sonra ailesine teslim edilen 13 yaşındaki bir çocuğun gördüğü işkence, Suriye’de yönetimin insanlık dışı uygulamalarını bir kez daha dünya gündemine getirdi. Suriye’de süren eylemlerde şu ana dek en az 20 çocuğun öldürüldüğü ifade ediliyor.
‹syan Tiflis sokaklar›nda
G
ürcistan’da halk emperyalist işbirlikçisi Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’nin istifası için sokaklara çıktı. Başkent Tiflis’teki Özgürlük Meydanı’nda bir araya gelen binlerce Gürcistanlı, işbirlikçi politikalara karşı, demokrasi talebiyle çıktıkları meydanlarda sık sık polis saldırısına maruz kalıyor. “Misha istifa” sloganlarıyla Tiflis sokaklarını dolduran Gürcistanlılar’ın eylemlerinde onlarca kişi gözaltına alınırken, çıkan çatışmalarda bir polis şefinin öldüğü iddia edildi. Eylemciler Saakaşvili istifa edene kadar sokaklarda olacaklarını ifade ediyorlar.
‘Küçülen’ dostluk, büyüyen pazar T
ayyip Erdoğan’ın her fırsatta “samimiyetsizce” yüklendiği, İsrail’in 3. en büyük pazarı Türkiye oldu. Geçen yılın ilk çeyreğinde İsrail’in dokuzuncu büyük pazarı olan Türkiye, 31 Mayıs 2010’da yaşanan Mavi Marmara saldırısından bugüne, geçen süreçte listede üst sıralara çıktı ve AKP’nin ikiyüzlü İsrail politikası bir kez daha görüldü. İsrail’in en büyük gazetelerinden Jerusalem Post’ta da yer alan haber, “Türkiye, 1. çeyrekte üçüncü büyük pazarımız” başlı-
ğıyla duyuruldu. Siyonist İsrail devletinin en büyük müttefiki ABD listede birinci sırada yer alıyor. İsrail basınında yer alan haberlerde, Türkiye ile AKP arasında özellikle Mavi Marmara saldırısında 9 kişinin hayatını kaybetmesiyle birlikte yaşanan siyasi gerilimlere rağmen İsrail’in Türkiye’ye ihracatının arttığı belirtildi. 500 milyon doları bulan ihracat hacmine dikkat çekilen haberde, Türkiye’nin İsrail’den yaptığı ithalatın diğer ülkelere oranla daha fazla arttığı ifade edildi. İsrail İhracat Enstitüsü’nün açıkla-
dığı rakamlara göre büyümede en önemli rol, %57 oranında artan kimyasal ve rafine petrol ürünleri ihracatının oldu. AKP, İsrail’e karşı Filistin halkının yanındaymış gibi davransa da 2008’de Gazze’yi vuran uçakların Konya’da eğitim yapmasına engel olmadı, askeri ve ticari anlaşmalar feshedilmedi. Bunların hesabını soranlara da “Bakkal dükkânı yönetmiyoruz” dendi. Mavi Marmara’nın yıldönümünde açıklanan bu rakamlar da AKP’nin ikiyüzlü İsrail politikasının vesikası oldu.
Refah kap›s› aç›ld›
M
ısır’da 18 gün süren halk ayaklanmasından sonra Hüsnü Mübrek’in devrilmesinin ardından, 32 yıldır kapalı olan Refah sınır kapısı tekrar açıldı. 1967 Arap-İsrail savaşı sonucunda İsrail’in kontrolüne geçen Gazze şeridinin dışarıya açılan hiçbir kapısı kalmamış ve Gazze açık hava hapishanesine dönmüştü. İsrail’in uyguladığı ambargo nedeniyle en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan Gazzelilerin tek yaşam kaynağı Mısır’a giden tüneller olmuştu. Ancak bu tünellerden çok kısıtlı bir şekilde faydalanılabiliyor ve Gazze’de bebekler için mama dahi bulunamayabiliyordu.
6
İNSANCA YAŞAM 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
AKP, her sınavdan kalıyor “S
ayın Ali Demir... Sokakları dolduran ve istifanızı isteyen binlerce liseli genci, çocuklarımızı görmezden geliyor, seslerine kulak tıkıyorsunuz. Yeri geliyor tehdit ediyorsunuz. Sınav sonuçlarına itiraz için başvuran çocuklarımızdan para toplamayı, sebebi olduğunuz skandalda dahi kazanç elde etmeye çalışıyorsunuz. Ancak şunu iyi bilmelisiniz ki bu sesi bastıramayacaksınız...” Bu mektup 28 Mayıs Cumartesi günü Galatasaray postahenesinden ÖSYM Başkanı Ali Demir’e gönderilen binlerce mektuptan birisiydi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, Demir’in 1 milyon 700 bin öğrenciye yolladığı mektuptan yola çıkarak aynı yöntemi ondan istifasını istemek için kullanmaya karar verdi. Melis, mayıs ayı boyunca İstanbul’un onlarca farklı mahallesinde mektuplar topladı, düzenlediği bir eylemle bu mektupları şifreli kitapçık konusunda hatası ayyuka çıktığı halde istifa etmeyen Ali Demir’e yolladı. ‘LYS’DE KOPYAYI ENGELLEYEB‹L‹R‹Z’ Toplanan binlerce mektup 28 Mayıs Cumartesi günü Halkevi’nden Galatasaray’a kadar yapılan bir yürüyüşün ardından Demir’e postalandı. Liseliler, üniversiteliler ve velilerin katıldığı eylemde AKP’nin eğitim sisteminden mağdur olan herkesin sözüne yer verildi. Eylemde konuşan Liseli Genç Umut’tan bir öğrenci, Ali Demir’in gönderdiği mektuplarla kendilerini oyalamaya çalıştığını ama şifrelerin cemaatte olduğunun farkında olduklarını ifade etti. Binlerce liselinin sokaklara taşan öfkesini hatırlatan öğrenci, bu öfkenin
2011 yılında 7’inci sınıfların SBS’ye girmesi gerektiğine hükmetti.
KPSS’de kopya çekildi, sınav tekrarlandı. YGS’de şifreli kitapçık sınava gölge düşürdü. Ortaöğretime geçiş sistemi her yıl değiştirilerek karmaşa yaratılınca 7’inci sınıf öğrencileri SBS’ye Danıştay kararıyla giriyor
ve gösterilen tepkilerin LYS’de aynı durumun yaşanmasına engel olabileceğini söyledi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri adına bir açıklama yapan Özgür Ersoy da şifre olayını ve ÖSYM’nin durumunu şu sözlerle değerlendirdi: “İflas eden AKP’nin eşitsizlikler üzerine kurulu eğitim sistemidir. Açıktır ki her kademesi sınavlarla dolu, bilimsellikten uzak, parası olanın iyi bir eğitim aldığı bu sistem bir kuşağın geleceğini karartmaktadır.” Ersoy açıklamasını önümüzdeki haftalarda SBS’ye ve üniversite ikinci
basamak sınavlarına girecek olan milyonlarca gencin yanında olacaklarını belirterek bitirdi. SBS’Y‹ YAZ BOZ TAHTASI YAPTILAR Ersoy’un yanlarında olacağız dediği öğrenciler arasında öğrenim hayatları boyunca sürecek sınav maratonun startını 4 Haziran günü düzenlenen SBS sınavıyla verecek 7 ve 8’inci sınıf öğrencileri de bulunuyordu. Seviye Belirleme Sınavı (SBS) son günlerin tartışmalı kurumu ÖSYM tarafından değil, Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından gerçekleştiriliyor. Sınav sisteminde yapılan değişiklikle yaz boz tahtasına dönen ortaöğretime geçiş için gerekli olan sınava bu yıl 8’inci sınıf öğrencileriyle beraber 7’inci sınıf öğrencileri giriyor. Bu sınavdan alınan puan, öğrencinin yıl sonu başarı puanı ve davranış başarı puanıyla toplanarak hesaplanıyor, bu üç puan Ortaöğretime Geçiş Sistemi’ni oluşturuyor. Milli Eğitim Bakanlığı 2010 yılında dershane sahipleriyle birlikte gerçekleştirilen çalıştay sonrasında 2007 yılında 6, 7,
8’inci sınıfların tamamı için gerçekleştirilen SBS’ye yalnızca 8’inci sınıfların girmesine karar verdi. Bunun içinde 10 Temmuz 2010 tarihinde, ‘İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te değişiklik yaparak, Seviye Belirleme Sınavı'nın kademeli olarak kaldırılmasını öngören düzenlemeler yaptı. Fakat bir öğrenci velisi bu değişikliklerin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açtı. Yargı süreci sonunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
SINAV SONUCU YER‹NE YARGI KARARI Sınavlara giren milyonlarca öğrencinin sınav sonuçlarını ve kaderlerini artık sınav yerine yargının belirlemesi durumuna SBS de eklenmiş oldu. KPSS ve YGS’de de sınavın iptali, yeniden düzenlenmesi ya da geçerliliği yargı tarafından belirlenmişti. SBS de yaşanan kafa karışıklığı da bu sınava ilişkin düzenlemelerin yargıya taşınmasından doğuyor. Fakat bu durumun asıl sorumlusu olarak AKP tarafından yaz boz tahtasına çevrilen ve akıl hocalığını özel okul ve dersane patronlarının yaptığı eğitim politikaları görülüyor. Hüseyin Çelik’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde yapılan düzenleme ile 2007’de 6, 7 ve 8’inci sınıfların SBS’ye girmesi uygulaması başladı. Fakat bu uygulama 2010 Temmuz’unda değiştirildi. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu “Eğitim çok hızlı işleyen bir süreç. Bugün getirdiğiniz sistemi bir sonraki yıl değiştirebilirsiniz” diyerek uygulamada üçüncü yılını yeni dolan Ortaöğretime Geçiş Sistemini değiştirme kararını açıklamıştı. Bu kararın ardından 6’ıncı sınıfta sınava giren öğrencilerin durumlarında ortaya çıkan belirsizlik veliler tarafından yargıya taşınmıştı. Bu öğrencilerin sınava girip girmeyeceği 2 Aralık 2010 günü Danıştay kararıyla kesinleşebildi. Düzenlemeleri ile öğrenci ve velileri strese sokan SBS öncesi Eğitim Hakkı Meclisi bir basın açıklaması ve oturma eylemi yaparak sınavsız ve parasız eğitim sistemi taleplerini dile getirecek.
Nükleere kefenli protesto
M
ersin'in Gülnar İlçesi'ne bağlı Büyükeceli Beldesi'nde inşaası planlanan Akkuyu Nükleer Santrali'nin yapımına karşı Silifke’de bir miting düzenlendi. Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un çağrısıyla 22 Mayıs günü ilçede gerçekleşen mitinge çevre ilçe ve beldelerden çok sayıda kişi katıldı. Mitinge katılan Büyükeceli Köyü halkı nüklerin öldürücü tehlikelerine dikkat çekmek için alana kefen giyerek geldi. Mersin Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü Sabahat Aslan, mitingde yaptığı konuşmada nükleer tehlikenin üstünün örtülmeye çalışılmasına tepki göstererek şunları söyledi: “Dilovası'nda yaşayanlara zehirli hava solutanlara, Kütahya halkına siyanürlü suyu içirenlere, Karadeniz'de HES adı altında sularımızı özelleştirenlere, nükleer santralleri bizlere dayatanlara 12 Haziran’da, seçimlerde halk gerekli dersi verecektir.”
Filistin usulü kentsel dönüşüm Ç
ılgın projeler, kaset skandallarıyla iktidar sahipleri seçim çalışmalarını sürdürürken yoksul halk da hak mücadelesini sürdürüyor. Ankara Yenimahalle Belediyesi tarafından gerçekleştirilmesi planlanan Mehmet Akif Ersoy Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi’ne karşı mahalle halkı direniyor. Yıkımların ardından şimdi de mahalle, metal duvarlarla çevrilmeye çalışılıyor. Gerçekleştirilmek istenen Kentsel Dönüşüm Projesi’ne karşı bir yıldır çetin bir mücadele veren Mehmet Akif Ersoy Mahallesi halkı, yıkım tehditlerinin yanında şimdi de duvarlarla çevrilerek açık
hava hapishanesine konulma tehdidi altında. 17 Mayıs tarihinde mahalleye gelen zabıtalar “inşaata başlayacağız” diyerek mahallenin etrafına 4 metre yüksekliğinde metal bir duvar örmek istedi. Mahalle halkı ise duvarın yapımına müdahale ederek Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’nin Batı Şeria’ya çevrilmesine izin vermeyeceklerini belirtti. Duvarın yapımını engellemek isteyen mahalle halkı ile zabıtalar ve polis arasında çatışma çıktı. Gün boyunca süren çatışma zabıtanın ertesi gün gelmesiyle devam etti. Mahalle halkının direnişi sayesinde iki günlük çatışmanın ardından zabıtalar
duvar inşaatına başlamadan mahalleden ayrıldı. Aynı gün mahallede bulunan Barınma hakkı Bürosu önünde çok sayıda basın mensubunun katıldığı bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasını yapan Kutay Meriç “Bir yıldır CHP’li Fethi Yaşar’ın halkı aldattığını ve mahalleye çok sayıda saldırı düzenlediğini söylerken, mahallenin bir açık hava hapishanesine dönüştürülme çabasına asla müsaade etmeyeceklerini, beş ev de kalsa üç evde kalsa mahallelinin sonuna kadar direneceğini ifade etti. CHP’li Yenimahalle Belediyesi tarafından yapılmaya çalışılan projeye ve
metal duvarlara itiraz eden mahalleli Necip Şahin eşi ve iki çocuğunu alarak CHP Genel Merkezi önünde oturma eylemi başlattı. 24 Mayıs Cuma günü CHP Genel Merkezi önünde eylem yapan Şahin ailesi oturma eylemiyle beraber genel merkeze yumurta da attı. Yetkili biriyle görüşmek istediklerini belirten Şahin ailesi ise konuyla ilgili bir muhatap bulamadı. Genel merkezin ardından Yenimahalle Belediyesi önüne giden aile, burada da oturma eylemi yaptı. Mahalle halkı da 1 Haziran’dan itibaren Yenimahalle Belediyesi önünüde oturma eylemine başladı.
Bartınlı HES’e karşı kararlı
B
İzinsiz HES’e nöbetli direniş Antalya Akseki Gümüfldamla Köyü’nde yap›lan de¤irmen regülatörü ve HES inflaat› nedeniyle köyün sular› dördüncü kez kesildi. Üç gün susuz kalan köyde halk HES inflaat› nedeniyle üç kez de heyelan yafland›¤›n› belirtti. Kendilerini susuzlu¤a mahkum eden, erezyon, heyelan ve sel riski ile yüz yüze b›rakan HES projesine karfl› köylüler bir haftada iki eylem yapt›. Erenler Enerji Ür. ve Tic. A.fi’nin Gümüfldamla Köyü’nde yapt›¤› HES inflaat› s›ras›nda köyün su borular›na zarar verdi, 23 May›s günü sular› kesildi. Köy halk› bir bas›n aç›klamas› düzenleyerek yaflad›klar› sorunu
kamuouyuyla paylaflt›. Platform 28 May›s Cumartesi günü Gümüfldamla köyünde “HES’lere hay›r” eylemi düzenledi. Gümüfldamlal›lar Derne¤i ve Derelerin Kardeflli¤i Platformu öncülü¤ünde köy meydan›nda bir araya gelen yüzlerce kifli Erenler Enerji A.fi taraf›ndan izinsiz bir flekilde inflas› süren ve kendilerini susuz b›rakan HES’e karfl› bir yürüyüfl ve bas›n aç›klamas› gerçeklefltirdiler. Aç›klamada söz konusu HES projesi için yarg› süreci bafllad›¤› halde firman›n inflaat› kaçak olarak sürdürdü¤ü belirtildi. Yaflanan hukuksuzlu¤a karfl› mücadelenin yükseltilece¤i mesaj› verildi.
‘Suyumuz için şükür birlik olduk’ B
ir nehirde beş HES projesi yapılıyor. FethiyeKaracaören Köyü Kargı Çayı üzerindeki Kızıldere’de Eres Enerji adlı bir firma 5 ayrı HES kurmak için çalışmalarına başladı. Firmanın şantiye kurmak için hazırlıklara başlamasıyla yöre halkının direnişe geçmesi bir oldu. Halk derelerinden olmak istemiyor, koruma altında bulunan ‘Günlük’ ağaçlarının yok edilmesini engellemeye çalışıyor. Fethiye Saklıkent Koruma Platformu bölgede düzenlediği bilgilendirme toplantılarıyla köylülere HES’ler hakkında bilgi verdi. Bu toplantılarda biraraya gelen köylüler direnişle birleşti. 15 Mayıs günü yöreye gelip çadırlarını kuran köylüler ve destekçisi yaşam savunucuları direnişi başlattılar. Kızıldere’nin kenarında süren direnişin amacı hakkında hukuki itiraz sürecinin işlediği
HES projesini dava sonuçlanana kadar başlatmamak. Bu amaçla hareket eden yöre halkı çevre ve su hakkı mücadelesi verenlerin desteğini almak ve direnişlerini güçlendirmek için 21 Mayıs günü nöbet alanını büyük bir piknik alanına çevirdiler ve direnişi şenlendirdiler. 21 Mayıs Cumartesi günü sabah erken saatlerden itibaren Karacaören, Kargılar, Yanıklar köylerinden gelen
yüzlerce köylü Kızıldere etrafında toplanmaya başladı. Dere kenarında toplanan yüzlerce köylü mücadele deneyimlerini paylaştılar. MAHKEME B‹TENE KADAR ‹NfiAAT YOK Köylülerin HES’e karşı açtığı üç ayrı dava hakkında gelişmelerin aktarıldığı, direniş ve bunun anlamı üzerine konuşmaların yapıldığı piknikte, yöre halkından Vesile
hafızalara kazınan bir konuşma yaptı. Vesile konuşmasına birlik oldukları için Allah’a şükrederek başladı ve şunları ifade etti: “Suyumuzu kesinlikle vermeyeceğiz, dere üzerine yapılan balık çiftlikleri yüzünden suyumuz zaten azaldı, balı yiyen de balığı yiyen de hep onlar, buranın sahibi ise bu yörenin köyleridir. Biz cahil değiliz. Bizi kandıramayacaklar, suyumuzu asla vermeyiz.”
artınlılar HES’leri engelleme yolunda ilk adımı attı. Bartın’ın Ulus ilçesi ile Karabük’ün Safranbolu ilçesi sınırında bulunan Ovacuma Çayı üzerinde kurulması planlanan hidroelektrik santrali projesi ile ilgili Abdipaşa beldesinde düzenlenmesi planlanan toplantı, halkın tepkisi sonucu yapılamadı. Aralarında çok sayıda muhtarın ve Bartın Platformu bileşenlerinin bulunduğu vatandaşlar, su kaynaklarını kurutacağı gerekçesiyle santrale tepki gösterdi. Ovacuma üzerinde kurulması planlanan “ORSA 1 regülatörü ve Hidroelektrik Santrali” projesinin ÇED raporu icin gerekli olan ve 23 Mayıs günü gerçekleştirilmesi planlanan halkı bilgilendirme toplantısını yaptırtmayan Bartınlılar İl Çevre ve Orman Müdürlüğü yetkililerine bu yönde tutanak imzalatmayı başararak HES’çi firmanın yoluna ilk taşı koymuş oldu.
7
İNSANCA YAŞAM 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Vadide taş üstüne taş koydular B
arınma Hakkı Mücadelesi’nin en uzun soluklu verildiği mahallelerden birisi, Ankara Dikmen Vadisi. Vadi halkı beş yıldan uzun bir süredir Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından planlanan kentsel dönüşüm projesine karşı direniyor. Evlerini kaybetmemek için başlattıkları mücadele bir zaman sonra mahallelinin hayatı yeniden kurmasıyla farklı bir ‘yaşam mücadelesine’ dönüşümüştü. Kardan, ranttan uzak, mahallelinin ihtiyaçları gözetilerek kurulmaya çalışılan bu yeni yaşamda, onlara yol arkadaşlığı eden mimarlar, mühendisler, sanatçılar ve öğrenciler de oldu. Dikmen Vadisi halkına destek olmak, hayatı yeniden üretmek, kamusallığı yeniden kurmak adına yola çıkan ve kendilerine “Yaşanası yer için Agrega” diyen öğrenci, mühendis, mimar, akademisyen ve fotoğraf sanatçıları mahallede bir amfi tiyatro inşaa etmek üzere kolları sıvadı. Politeknik üyesi ve İnşaat Mühendisi Ferhat Yaşar Arıkan’la Agrega çalışması hakkında konuştuk. İSMLERİNİ TAŞTAN ÇIKARDILAR Öncelikle Agrega ismi nereden geldi? Agrega daha çok inşaat yapılarında kullanılan çeşitli boyutlardaki ve renklerdeki çakıl taşları karışımının oluşturduğu bir dolgu malzemesi. Bizim yürütmüş olduğumuz çalışmanın bileşenleri ve çalışmanın içeriği itibariyle bize uygun bir isim olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Agrega’yı oluşturan unsurlar mühendis, mimarlar, mühendislik öğrencileri. Bu bileşimin gerçekleştirdiği ya da gerçekleştireceği çalışmalar da daha çok yapım işleri. ÖĞRENCİLER, MAHALLELİ VE MESLEK ODALARI BİRLİKTE ÇALIŞIYOR Dikmen Vadisinde gerçekleştirdiğiniz amfi Tiyatro projesi nasıl var oldu? Uzunca bir süredir barınma hakkı
D
taş taşıyor, kazma kürek kullanıyor, mahalle halkı duvar örüyor. Şu ana kadar yapılan iş daha çok amfinin projelerinin hazırlanması, alanın düzenlenmesi, taş temin edilmesi. Fakat yaptıklarımız içinde en önemlisi bu çalışmanın amacının, hedeflerinin tartışılması, geleceğe dönük projelerin tartışılması oldu.
ikmen Vadisi halkının yeni bir yaşam kurma mücadelesine omuz veren, ‘kamusallığı yeniden kurmak’ için yola çıkan Agrega’yı Politeknik’ten Arıkan anlattı
Tafl üstüne tafl koymak isteyen’leri ça¤›ran Agrega’n›n sesine kulak verenler 26 Nisan günü
mahallede buluflarak inflaat için kollar› s›vad›. ‹nflaatta ifller imece usulü yap›l›yor. Zorluklar elbirli¤iyle afl›l›yor.
mücadelesi veren Dikmen Vadisi halkı malesef kamu hizmetlerinden mahrum bırakılmış durumda. Dolayısıyla gün geçtikçe mahallenin altyapısı da, diğer yaşam alanları da sağlıksız hale geliyor. Biz de Dikmen Vadisi halkı ile birlikte, mahallenin ihtiyaçlarını belirleyip kendi yaşam alanlarımızı kendimiz kurmaya başladık. İlk olarak da her yıl vadide gerçekleştirilen Festivadi adını
verdiğimiz festivalde kullanılmak üzere bir sosyal-kültürel mekan olarak amfi tiyatro yapımına başladık. Bugüne kadar bu projede kimler çalıştı? Mimarlar Odası Ankara Şubesi ile İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin desteğiyle, mühendislikmimarlık öğrencileri ile başladığımız
proje, Dikmen Vadisi halkının barınma hakkı mücadelesini destekleyen mühendis ve mimarlar, Politeknik, Öğrenci Kolektifleri, oda öğrenci örgütlülüklerinin katılımıyla sürüyor. Amfinin mimari projesini mimarlık öğrencileri çizdi, yapım aşamasında inşaat mühendisi, harita mühendisi, jeofizik mühendisi arkadaşlar yer alıyor. Aynı zamanda çalışmaya katılan herkes
‘SİZ YIKACAKSINIZ BİZ YAPACAĞIZ’ Mahalle halkının size tepkisi nasıldı? Tabi ki mahalle halkı için bir güven oluşturuyor oradaki çalışmalar. Mühendislerin, mimarların, öğrencilerin, demokratik kurumların onlarla birlikte olması, onların mücadelesine sahip çıkması direnişi daha güçlü kılıyor. Dikmen Vadisi halkı için de yeni bir adım oldu aslında bu proje. Çünkü bugüne kadar direniş üzerinden şekillenen mücadele yeni bir boyuta taşınmaya başlamış oldu. Bugün itibariyle şu söylenmiş oluyor, “Kendi mahallemizi kendimiz inşa edeceğiz. Siz yıkacaksınız biz yeniden yapacağız” denmiş oluyor. Aynı zamanda ortak yaşamın ilk adımları da atılmış oluyor. Amfiden sonra gerçekleştirilecek yeni projelerle ortak yaşam alanları artırılacak, başka bir kültür şekillenmeye başlayacak. Agrega’nın daha farklı çalışmaları olacak mı? Öncelikle haziran ayında gerçekleştirilecek Dikmen Vadisi Festivaline kadar amfi tiyatro yapımını tamamlamaya çalışıyoruz. Bir yandan da Ziraat Mühendisliği bölümünde okuyan Öğrenci Kolektifleri’nden arkadaşlar da Dikmen Vadisi halkının ortak kullanımına açık bir bahçe çalışması yapıyorlar. Hazirandan sonra mahallede farklı çalışmalarımız olacak. Mahalleli ile birlikte oturup yeni ihtiyaçlar, farklı projeler için karar vereceğiz. Farklı çalışmalara imza atacağımızı düşünüyoruz.
Kütahya halkı yalnız bırakılmadı K
ütahya Gümüşköy’deki Eti Gümüş AŞ’ye ait maden ocağında yaşanan siyanür sızıntısına dair inceleme yapmak için İstanbul, Ankara ve İzmir’den çok sayıda meslek odası, çevre platformu ve demokratik kitle örgütü temsilcisi Kütahya’da buluştu. Farklı kentlerden yola çıkan heyet, 25 Mayıs günü Kütahya’da bir basın açıklaması yaparak halkın sağlığını tehdit eden gelişmeleri yakından takip ettiklerini dile getirdiler. Açıklama öncesi KESK, TMMOB, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu ve Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut’un da bulunduğu Gümüşköy İzleme Platformu temsilcileri Kütahya vali yardımcısı ile görüştü. Heyet, “maden ocağının derhal kapatılması ve
ıslah edilmesi” talepli dilekçeyi vali yardımcısına iletti. Heyetin görüşmesinin bitmesinin ardından basın açıklamasına geçen grup adına SES Genel Başkanı Çetin Erdolu konuştu. “Atık depolama havuzundan siyanürün yanı sıra aktif durumda olan metaller de yer altı sularına ve besin zincirine karışıyor” diyen Erdolu, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip çıkacaklarını ifade etti. Erdolu konuşmasında, Kütahya Valiliği’nin sızıntı olduğunu kabul ettiğini ama madenin kapatılmadığını vurguladı. Son yaşanan depremden sonra siyanür havuzunda risk faktörünün arttığını belirten Erdolu; “Tesiste çalışanlar da dahil olmak üzere yöre halkının bütün yasal hakları şirket tarafından ödenmeli ve bir an
önce bu zehir madenleri kapatılmalı” diyerek basın açıklamasını bitirdi. Grup daha sonra madene doğru hareket etti. Metalurji Mühendisliği Odası Başkanı Cemalettin Küçük, siyanür havuzunu gören bir yükseklikte gruba bilgilendirme yaptı. Küçük, “Burada biriktirilen atıklar arıtma tesisinden geçse bile doğaya karışması engellenemez; rüzgar, buharlaşma ve yeraltına sızmanın engellenemeyeceği bilinmesine rağmen halkı kandıranlar artık bu oyuna bir son vermelidirler” dedi. Buradaki kısa bilgilendirmenin ardından Köprüören Köyü’ne giden grup, köyde yaşayanlarla maden üzerine konuştu. Siyanür sızıntısının hayatlarını nasıl değiştirdiğini anlatan köylü kadınlar “Bizi böldüler,
kime inanacağımızı şaşırdık” diyerek köylerine gelen grupla sohbete başladı. Köy meydanında toplanan yaklaşık 50 kadar köylünün yarısından fazlası kadınlardan oluşuyordu. Hal böyle olunca kadınların
mücadelenin önünde olmasının önemini vurgulayan Prof. Dr. Beyza Üstün, kadınların işbirlikçilikten uzak yapısına atıfta bulunarak, “Köyünüze yaşamınıza sahip çıkmak için sizler bir adım atın bizler zaten
arkanızda olacağız” dedi. Heyet köylülerin “Siyanür ile ilgili sorularını yanıtlamaya çalıştı. Mücadelenin gerekliliği üzerine sohbetler yapıldı. Heyet akşam saatlerinde Köprüören’den ayrıldı.
Kütahya halk› siyanürle zehirlenmek istemiyor aklaşık bir aydır Eti-Gümüş AŞ’nin doğaya saçtığı zehirli atıklar ülke gündeminde. Siyanürle maden aramanın ilk uygulandığı tesis olan (1987) Eti-Gümüş’te artık felaket kapıda. Önce televizyondan izledik barajın çökmesine tepkili köylüleri, mobeseleri sökmeye çalışan, fabrika yöneticilerinin arabalarını tekmeleyen gençleri. Şirket yönetimi ise madende çalışan taşeron işçileri, köylülerle karşı karşıya getiriyor “gidin eylem yapın akrabalarınızı, köylüleri susturun diyordu”… Yoksa... Yoksa... bundan sonrasını hepimiz tahmin edebiliyoruz. Şirketin genel müdürü, basına pişkin pişkin açıklamalarda bulunuyordu: “İçme sularında siyanür yok, zaten siyanür kanser etmez, siyanür olsa doğrudan öldürür” ve devam ediyordu açıklamalarına: “Ben fabrikanın bahçesinde meyve sebze yetiştiriyorum. Her gün onlardan yiyorum…. Yapılan eylemlerse provakatiftir, kent ekonomisine zarar veriyor.” Çevre ve Orman Bakanı Kütahya’dan açıklamalar yapıyor, vali, AKP’li milletvekilleri defalarca köye gidip geliyor, köylünün tepkisini
Y
Konuk Yazar SERDAR A. KANDEMİR KÜTAHYA Ö⁄RENC‹ KOLEKT‹F‹
bastırmaya çalışıyordu. Komşu beldelerin belediye başkanlarına makam araçları bağışlanıyordu. Muhtarlar korkuyordu, korkutulmuştu. Çok ön plana çıktık köye devlet yardım yapmayacak artık diyor, köylüyü de susturmaya çalışıyordu. Bu karanlık havayı dağıtmak, yaşamları için endişelenen köylülerle buluşmak için üniversitelerimizden yola çıktık. Kütahya Üniversitesi’nde çağrılar yaparak son bir ayda dört defa siyanür tehlikesi altındaki köylere dayanışma ziyaretlerine gittik. Ziyaretlerimizin çoğunlukla siyanüre karşı duyarlılığı diğer köylere oranla daha fazla olan Köprüören köyüne oldu. Köye ilk ziyaretimizde jandarmanın yığınağını gören 70’lik bir teyze jandarmayı şöyle azarlıyordu: ”Aylıklarınızı şirketten mi alıyorsunuz, siz bizi korumalısınız şirketi değil.” Ziyaretlerde gördük ki, yediden yetmişe kadınlar en öndeydi. Yaşamlarına, topraklarına, sularına, geleceklerine sahip çıkan kadınlardı. “Köyün erkekleri nerede” diye sorduğumuzda “onlar kahvede otursunlar, onları boş verin” diye yanıtladılar
bizi.” Hayatlarında ilk kez eylem yapan ilk kez slogan atan kadınlar “Şirket para kazanacak diye ölmek istemiyoruz” diyorlardı. Dayanışma ziyarerti vesilesiyle yapılan eylemde, gözü 3 yaşındaki çocuğunda, köyümüzü terk etmeyeceğiz diyen genç bir kadın hırsla slogan atıyordu “Katil şirket memleketi terk et”… Köylü seçim malzemesi edilmek istemiyordu, güvenmiyordu parti temsilcilerine ve siyasi malzeme olmaktan bıkmışlardı. Köye destek ziyaretine gidenlere ilk sordukları soru “Hangi parti için geldiniz” oluyordu. Üniversitelilerin, akademisyenlerin, oda ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin, “Biz parti temsilcisi değiliz” demeleri de sıcaklaştırıyordu ilişkileri. Hele üniversitelileri daha sıcak daha içten karşılıyorlardı. Çünkü üniversiteliler neden orada olduklarını anlatabilmişti köylülere. Üniversitede paralı eğitime karşı verilen mücadelenin onların doğa için verdikleri mücadeleden farkı olmadığını söylemişti. Onların sermayenin doğayı talanına karşı her zaman köylülerin yanında olacaklarını öğrenince daha da
rahatlıyorlardı. Sorular sormaya başlıyorlardı arka arkaya: Devlet buna neden göz yumuyor? İnsan sağlığından daha kıymetli ne olabilir? Bu tesisi nasıl kapatacağız? Biz de üniversitelerimizde yaşadığımız sorunlar karşısında benzer sorulara verdiğimiz tek cevabı yineledik onlara: Direnerek başarabiliriz. Mücadele ederek öğreniyorlardı köylüler kimin dost kimin düşman olduğunu ve vedalaşırken “Yine gelin, misafirimiz olun” diyorlardı Anadolu köylüsünün en temiz duygularıyla… Neoliberalizmin doğaya her saldırısı aslında Anadolu topraklarına tohumlar saçıyor, direniş tohumları. Ne zaman yeşereceği bilinmese de yeşereceğinden emin olduğumuz, tek ihtiyacının su olduğunu bildiğimiz tohumlar... Artık tohumlar yeşermeye boy vermeye başlamıştı. Bir bakıyoruz Karadeniz’de, bir bakıyoruz Antalya’da, Akkuyu’da... Bir bakmışız Çanakkale’de direniyor bir bakmışız Ulukışla… Eşme, Bergama, Köprüören ve daha nice yerde boy veriyorlardı.
Mamak’ta ‘kaçak’ ağaç dikimi
A
nkara Mamak’ta Mutlu Mahallesi’nde alışveriş merkezi ve cami yapılması planlanan arazi üzerine ağaç diken mahalle halkı arazinin park yapılmasını istediklerini söyledi. Mamak Belediyesi imar planında 1984 yılından 2010’a kadar park alanı olarak görünen ve yıllardır boş olan arazinin 2010 imar planında alışveriş merkezi ve cami olarak gösterilemesine mahalleli tepki gösterdi. Değişiklikle ilgili daha önce de topladıkları imzaları belediyeye götüren ve park istediklerini belirten mahalle halkına hiçbir cevap verilmemesi üzerine mahalleli de kendi parkını kendi yapma kararı aldı. Mutlu Halkevi’nin çağrısıyla 28 Mayıs günü söz konusu arazide buluşan mahallelier burada ağaç dikimi gerçekleştirdi. Yoğun yağmura rağmen etkinlikte yaklaşık 150 fidan dikildi. Ağaç dikimi sırasında alana gelen zabıtalar ise “burada kaçak ağaç dikimi varmış” diyerek mahallenin çalışmasını izledi.
Terme için umutlu yargı kararı
S
amsun Terme’de tarım arazisi üzerinde doğalgaz santrali kurulmasına ilişkin mahkeme kararını Danıştay bozdu. Danıştay 8. Dairesi, Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) itirazı üzerine Terme’de doğalgaz kombine çevrim santrali kurulması için 44.4 hektarlık verimli tarım arazisinin tarım dışına çıkartılmasına ilişkin işlemi hukuka uygun bulan mahkeme kararını bozdu. ZMO, tarım dışına çıkarılan alan ve yakın çevresinin Türkiye’nin en verimli ovasının sınırları içinde olduğu eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak karar verildiğini belirterek temyiz başvurusunda bulunmuştu. Danıştay verdiği kararda, “Ekonomik verim açısından tarımsal değer göz ardı edilebilirmiş gibi gelse de; söz konusu santralin kurulması ve faaliyete geçirilmesinin yörede yapılan organik tarımı olumsuz etkileme riski barındırıyor” diyerek kararı iptal etti.
Kızılay yardımı ile AKP reklamı
K
ütahya’nın 5.9 büyüklüğündeki depremle sarsılan ilçesi Simav’da Kızılay’ın yardım malzemelerinin AKP milletvekili adayına ait araçla dağıtıldığı ortaya çıktı. Sarsıntılardan etkilenenler çadırlarda yaşarken bir yandan da Kızılay tarafından gönderilen yardım malzemelerinin dağıtımı devam ediyor. Yardımlar, muhtarlık aracılığıyla yapıllıyordu. Fakat AKP Kütahya milletvekili adayı Bediha Türkyılmaz’a ait seçim minibüsünün üzerinde Kızılay yataklarını gören bazı kişiler Kızılay yardımlarının AKP tarafından dağıtıldığını tespit etti. Çok sayıda kişi bu duruma tepki gösterdi. Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili soruşturma başlattı. Kızılay Kurumsal İletişim Müdürü Selahattin Kınalı, yardımların seçim malzemesi yapılmasına izin verilmeyeceğini bildirdi.
8
EMEK 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Yeni dönem yeni Eğitim Sen E
ğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) 8’inci Olağan Genel Kurulu’nu 12-14 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdi. Genel kurulda yeni yönetim seçiminin yanı sıra tüzükte de ciddi değişiklikler yapıldı. Eğitim Sen, tüzüğünde yaptığı değişikliklerle yeni dönemde önüne güvencesizlerin örgütlenmesi, eğitim fakülteleri öğrencilerinin örgütlenmesi, anadilde eğitim hakkı talebi, grev hakkı ve meclis tipi örgütlenme modeli ile eğitim emekçilerinin yönetimde temsiliyetinin artırılması hedeflerini koydu. Gerçekleştirilen tüzük değişikliği, neoliberal saldırılara karşı eğitim emekçilerinin bu dönem kuracağı cephenin nasıl olacağını belirliyor. Yeni dönemde geleneksel sendikal mücadele tarzının dışında yenilikçi bir tarz izleneceği dikkat çekiyor. Değişiklikler hukuki mücadeleden ziyade fiili meşru mücadelenin öne çıkacağını gösteriyor. GÜVENCESİZLERİN ADRESİ Ücretli, sözleşmeli, usta öğretici, vekil, dershane öğretmeni, taşeron çalışan kısacası bütün güvencesiz öğretmenlerin örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırıldığı yeni tüzükte 4688. sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun dışına çıkılmış oldu. ANADİL YİNE TÜZÜKTE Yapılan yeni tüzük çalışmasıyla “ana dilde eğitim” tekrar tüzükte yerini buldu. 2005 Temmuz’unda olağanüstü kongreye giden Eğitim Sen, kapattırılmamak adına “ana
E
ğitim Sen genel kurulunda güvencesiz eğitim emekçileri ve eğitim fakültesi öğrencilerinin örgütlenmesinin önü açıldı. 2005’te tüzükten çıkarılan anadilde eğitim hakkı talebi yeniden kabul edildi
dilde eğitimi” tüzüğünden çıkarmıştı. ‘GREV HAKTIR’ Eğitim Sen yeni tüzüğünde “Uzlaşmazlık halinde ise grev hakkını kullanır” ibaresine yer verdi ve 4688 sayılı yasadaki grev yasağını fiilen aşmış oldu. “Şube temsilciler meclisinde, işsiz eğitim emekçileri ve eğitim fakültesinde okuyan öğrenciler çalışma birimleri aracılığı temsil edilir” maddesi yeni tüzükte kabul edildi. Karara göre artık eğitim fakültelerinde okuyan üniversitelilere de Eğitim Sen yolu açıldı.
YENİ ÖRGÜTLEME ŞEKLİ Örgütlenme şeklinde de ciddi değişiklikler yapılan tüzükle Merkez Yönetim Kurulu, Merkez Yürütme Kurulu’na dönüştürülecek. MYK üyeleri, 81 şube başkanı, il temsilcileri, denetleme ve disiplin kurulu üyeleri ve genel kurulda seçilecek olan 17 kişinin katılımıyla Eğitim Sen Türkiye Meclisi kurulması kararı alındı. Eğitim Sen şubeleri, il ve ilçe temsilcilikleri de bu doğrultuda yeniden yapılandırıldı. Buna göre Şube Yürütme Kurulları işyerlerinden gelen işyeri temsilcileri
ve şube bünyesinde işsiz eğitim emekçileri ile eğitim fakültesi çalışma birimlerinin seçtikleri temsilcilerinden oluşan İşyeri Temsilciler Meclisi’nin aldığı kararları yürütecek. Eğitim Sen’de gerçekleşen ve yasalara rağmen fiili meşru mücadeleyi öne çıkaran bu değişiklikleri Halkın Sesi gazetesi için değerlendiren Eğitim Sen Eğitim Sekreteri Betül Öztürk Korkut yeni tüzük için şunları söyledi: “Yapılan tüzük değişiklikleri ile kamu emekçileri hareketinin kuruluşundaki fiili meşru ve militan ruha geri dönüyor diye-
biliriz. Güvencesiz öğretmenlerin ve eğitim emekçilerinin sendikaya üye yapılması ile önemli bir ezberimizi de bozuyoruz, önemli bir iddiayı yükseltiyoruz. Kuşkusuz güvencesizleştirmeye karşı mücadele sadece üyelik ilişkisi içerisinde tartışılamaz. Hangi statüde çalışırsa çalışsın tüm eğitim ve bilim emekçilerinin sendikası olma iddiası, fiili ve militan bir mücadelenin kararlılığının da ifadesidir. Eğer bu kararı aldıysanız artık toplu sözleşme mücadelesini bir önceki dönem gibi kuramazsınız. Eğer güven-
cesiz eğitim emekçilerinin örgütü olacaksanız artık yetkili sendika tartışmasını bir önceki dönem gibi yapamazsınız. Dolayısıyla tüzükte yapılan örgütsel yapılanmaya ilişkin değişikliklerde kaçınılmaz olacaktır. Meclis tipi örgütlenmeyle örgütün kendi demokrasisi ve hukukunu yeni mücadele dinamikleriyle beraber yeniden tanımlıyoruz. Eğitimin piyasalaştırılmasıyla birlikte tahsildara dönüştürülmeye çalışılan öğretmenle müşterileşen velinin de yan yana geleceği bir örgütlenme ve mücadele perspektifinin yoğun olarak örgütte tartışılacağı ve geliştirileceği bir dönemin içerisindeyiz. ÜNİVERSİTELİLER DE TEMSİL EDİLECEK Tüzükteki önemli bir değişiklikde eğitim fakültesinde okuyan üniversitelilerin güvencesizlere karşı mücadelede yerini almasıdır. Bugün güvencesizlik saldırısının kuşatması eğitim fakültelerine kadar sıçramıştır. Eğitim Fakültesi 2. Sınıf’ta okuyan bir üniversiteli gelecek kaygısı içerisinde KPSS kurslarına gitmektedir. Bu durum kuşatmanın etkisini de göstermektedir. Dolayısıyla eğitim fakültesindeki üniversitelilerin güvencesizliğe karşı mücadelede sendikamızda yer alması önemli bir yer teşkil etmektedir. Anadilde eğitim hakkı talebi de tüzükteki önemli değişikliklerden biridir. Eğitim Sen önemli bir tarihsel kararla ana dilde eğitim talebini bir güvenlik sorunu olmaktan çıkartacak ve en temel hak olarak tarihe not düşecektir.”
Okulda öğretmen otobüste değil E¤itim-Sen Güvencesizler Komisyonu ve D‹SK Sosyal‹fl’ten güvencesiz ö¤retmenler, indirimli ulafl›m kart› (paso) alabilmek amac›yla ‹stanbul’un farkl› semtlerinde üç ay boyunca toplad›klar› binden fazla dilekçeyi bir eylemle Büyükflehir Belediyesi’ne teslim etti. “Okulda, Dershanede Ö¤retmeniz, Otobüste De¤iliz” slogan›yla toplanan imzalar› ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne iletmek için 30 May›s günü Unkapan›’nda buluflan e¤itim emekçileri,
CHP’nin taşeron taarruzu İ
zmir'in CHP’li Buca Belediyesi'nde çalışırken sendikal faaliyet yürüttüğü için yaklaşık 5 ay önce işten çıkartılan Batıgül Tunç, kendisine destek olduğu için işten çıkarılan altı arkadaşıyla birlikte 56 gün belediye önünde direndi. Direnişin sonunda arkadaşları işe alınırken, Tunç "Konak belediyesi önündeki taşeron işçilere destek vermesi" sebebiyle işe alınmadı. Bu tarihten itibaren CHP İzmir İl Binası önünde tek başına direnişe geçen Tunç, burada da 72 gün boyunca polis ve zabıta saldırısına rağmen direndi. Oturma eylemini CHP Genel Merkezi önünde devam ettirmek istediğinde ise polis saldırısıyla 15 kişi gözaltına alındı. Olayların ardından CHP Genel Merkezi’ne 4 arkadaşıyla giden Tunç orada arkadaşlarıyla beraber gözaltına alındı. CHP’li bir başka İzmir belediyesinde, Konak’ta ise işten çıkarılan taşeron işçileri, işe geri alınma, iş güvencesi ve sendikal örgütlülük talepleriyle seslerini duyurmak için 3 aydır mücadele ediyorlar. Daha önce belediye binası çatısını işgal eden işçiler, 13 Mayıs’ta açlık grevine başladı, 18 Mayıs’ta ise bu eylemlerini ölüm orucuna dönüştürdüler.
İndirimli ulaşım isteyen güvencesiz öğretmenler paso hakkı için topladıkları imzalarla belediye önündeydiler buradan belediye binas›na yürüdü. Yolun bir taraf›n› trafi¤e kapatarak yürüyen ö¤retmenler “Paso bizim de hakk›m›z” yaz›l› bir pankart açt›lar. Ö¤retmenler ad›na bas›n aç›klamas›n› okuyan Duygu Semiz kadrolu ö¤retmenlerle ayn› iflleri yapmalar›na ra¤men kendilerinin sosyal ve ekonomik haklardan ayn› flekilde yararlanamad›¤›n› belirtti. A¤›r sömürü koflullar›
alt›nda çal›flt›r›ld›klar›n› belirten Semiz ö¤retmen kimli¤ine sahip olmaktan yoksun b›rak›ld›klar›n› ifade etti. Semiz, dershanelerde ve okullarda ücretli olarak çal›flan ö¤retmenlerin hem düflük ücret ald›¤› hem de ücretlerinin önemli bir k›sm›n› yol paras›na verdi¤ine dikkat çekti. Belediyenin paso hakk›n› “örgün e¤itim kurumlar›nda
kadrolu veya tam zamanl› fiilen görev yapan e¤itim ve ö¤retim s›n›f› personel”e tan›mas› nedeniyle dershane ö¤retmenleri ve ücretli ö¤retmenlerin indirimli bilet kullanamad›¤›n› aktard›. ‹ki ö¤retmen arkadafllar›n›n dava açt›¤›n› ifade eden Semiz, E¤itim-Sen güvencesizler komisyonlar›nda ve D‹SK’e ba¤l› Sosyal-‹fl sendikas›nda örgütlenen güvencesiz ö¤retmenler
olarak bu davan›n kamuoyuna duyurulmas› için imza kampanyas› bafllatt›klar›n› ve 3 ay gibi bir sürede 1000’den fazla e¤itim emekçisinden ayn› talepli dilekçe toplad›klar›n› ifade etti. Semiz’in aç›klamas›n›n ard›ndan toplanan dilekçeler belediyeye teslim edildi. Dilekçelerin ortak bir heyet taraf›ndan belediyeye iletilmesinin ard›ndan e¤itim emekçikleri, dilekçelerin ve davan›n takipçisi olacaklar›n› söyleyerek eylemlerini sona erdirdi.
Petrol-İş kazandı, kazanacak
İ
stanbul Tuzla’daki Mutlu Akü’de 11 Ocak'ta başlayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde ücret zammı konusunda anlaşma sağlanamaması nedeniyle 24 Mayıs sabahı başlayan grev, aynı gün işverenin sendika temsilcileriyle görüşmesi ile sona erdi, toplu iş sözleşmesi imzalandı. Ayrıca Petrol-İş, 101 işyerinde 230 bin işçiyi kapsayan ve Türk-İş tarafından yürütülen kamu toplu iş sözleşmesi sürecinde Türkİş ve AKP’nin tavrını protesto etmek için 30 Mayıs’ta bir saat iş bıraktı.
İzmit’te işçilere baskı
M
emur-Sen’e bağlı Bem Bir-Sen’in, Tüm Bel-Sen’de örgütlü İzmit Belediyesi çalışalarına yönelik yüzde 5 oranında dayanışma aidatı uygulaması ile ilgili Tüm Bel-Sen Kocaeli Şubesi, bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada Bem Bir-Sen’in açık bir suç işlediği, bütün idarecilerle görüşmelerine rağmen yasadışı bu uygulamanın ısrarla devam ettiği, belediye başkanı ve belediyenin tüm idarecilerinin sorumlu tutulduğu belirtildi.
Bu cinayeti medya görmezden geldi İ
stanbul Haramidere’de bulunan Torium AVM’de mayısın ilk günlerinde meydana gelen iş kazası medyaya yansıtılmadı. Asayiş haberleri olarak bile yer alamadı. TERASTA HAPSOLAN GÜVENLİKÇİ BİR ÜST KATA TIRMANMAYA ÇALIŞTI Torunlar Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun’un sahibi olduğu Torium'da, Pronet Güvenlik ve Danışmanlık Hizmetleri A.Ş.’ye bağlı olarak asgari ücretle 12 saat çalışan güvenlik görevlisi Üzeyir Karayüz bir iş kazası sonucu yaşamını yitirdi. Karayüz, gece görevini yaptığı katta kapının kilitli olması nedeniyle bir üst kata kendi imkanlarıyla çıkmaya çalışırken dengesini kaybedip alt kat-
taki terasa düşerek hayatını kaybetti. AKP - TORİUM BAĞLANTISI Toptancılıkla uğraşan ve daha sonra gıda pazarlamacılığı işine giren Torunlar Gıda’nın sahibi Aziz Torun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşı. AKP iktidarı döneminde yıldızı parlayan firmalar arasında yer alan Torunlar Gıda’nın sahibi Aziz Torun, bu yıl ilk defa Forbes 100 listesine adını yazdıranlar arasında yer aldı. Aziz Torun, kardeşi Mehmet Torun’la birlikte 800 milyon dolarlık serveti yönetiyor. Özelleştirmelerde ve TMSF ihalelerinde sıklıkla görülen bu şirket, AKP’nin yardım olarak dağıttığı makarna, un, şeker gibi gıda maddelerinin satın alındığı şirket olarak da ön plana çıkmıştı.
BTS direnerek kazandı
A
İşçilere ‘1’ tuşla destek B
urger King çağrı merkezi çalışanları, insanlık dışı, ağır çalışma koşullarına karşı Tez Koop-İş Sendikası'nda örgütlenmek isteyince baskılara maruz kaldılar, 4 işçi işten çıkartıldı. 28 Mayıs'ta Mecidiyeköy'de bulunan Burger King önünde eylem yapan çalışanlar,
yaptıkları açıklamada 11 saat çalıştıklarını, yarım saatlik yemek molalarında firmanın hamburger ve pizzalarını yemeye zorlandıkları için sağlık sorunları yaşadıklarını, hiçbir insani ihtiyaçlarının karşılanmadığı belirtti. Çalışanlara ayrıca, işe iki dakika geç kalan işçilerin sıraya
dizilerek bekletildiğini, 12:0013:00 ve 19:00-20:00 arası ayağa kalkmanın kesinlikle yasak olduğunu, psikolojik baskı altında çalıştıklarını ifade ediyorlar. Örgütlenmek istedikleri için işten çıkarılan işçilerin de katıldığı basın açıklamasında bunun bir uyarı eylemi olduğu, sendika
tanınana kadar eylemlerin devam edeceği ifade edildi. İşçilere destek ise sanal ortamda hızla yayılıyor. Başlatılan kampanya ile işçilerin sendikal mücadelesine destek için sipariş hattı olan 444 54 64’ü aranarak 1 tuşlanıp "sipariş yok destek var" deniliyor.
yrımcılık ve keyfi uygulamaların kaldırılması talebiyle Türkiye'nin beş ilinden Ankara'ya yürüyüş gerçekleştirdikten sonra talepleri için 17 Mayıs’ta oturma eylemine başlayan Birleşik Taşımacılık Sendikası üyelerinin talepleri TCDD Genel Müdür ve bürokratları ile yapılan görüşmenin ardından kabul edildi. Toplantıda demiryolu emekçilerinin sunduğu 33 talebin tamamına yakını kabul edildi. Eylemlerini sonlandıran demiryolu emekçileri kazanımlarını halaylarla kutladı.
9
EMEK 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Samsun’da zincirli eylem
D
ev Sağlık-İş’te örgütlendiği için işten atılan Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nin iki emekçisi, hastane bahçesinde kurdukları çadırla 100 günü aşkın süredir direniş sürdürüyor. Daha önce Valiliğe ve İl Sağlık Müdürlüğü’ne yürüyen işçiler, 26 Mayıs’ta hastane çatısına çıkarak protestoda bulunmuştu. 30 Mayıs’ta ise Ulaştırma ve İskan Bakanı Mehmet Demir
Burger King iflçilere sald›rd›
ve Samsun Valisi’nin kutlama töreni için geldiği okulun kapısına kendilerini zincirleyerek seslerini duyurmaya çalıştılar. İşçiler gözaltına alınırken direniş çadırı da polis tarafından kullanılamaz hale getirildi. Akşam saatlerinde serbest bırakılan ve direniş çadırına dönen işçiler, bir kez daha gözaltına alınarak iki saat sonra serbest bırakıldı.
İ
şlerine geri dönmek için direnişlerini sürdüren Ontex/Canbebe ve taşeron PTT işçilerinin 21 Mayıs’ta Taksim’deki Burger King önünde gerçekleştirdikleri eyleme Burger King’in güvenlikçileri ve polis saldırdı. Burger King önüne gelen işçiler burada beş dakikalık bir oturma eylemi yaptı. İşçilerin örgütlenme hakkına yönelik saldırıda bulunan Canbebe ve
AKP’nin özelleştirme fiyaskosu M
ehmet Emin Karamehmet – Mehmet Kazancı ortaklığı olan MMEKA, BEDAŞ ve AYEDAŞ’ı devralamadı. Boğaziçi, Dicle, Trakya, Akdeniz, İstanbul Anadolu Yakası, Toroslar ve Gediz dağıtım bölgeleri için ödeme süresi 31 Mayıs’ta son buldu. Dağıtım bölgelerinin ihalesini kazanan şirketlerin hepsi ek süre istedi. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, (ÖİB) 29 Ağustos’a kadar ek süre verdi. İhalelerin parlayan “yıldızı” Kazancı – Karamehmet ortaklığı MMEKA da BEDAŞ ve AYEDAŞ için en yüksek teklifleri vermişti. İkinci bir ek süre verilmemesi durumunda ihaleleri kazanan şirketlerin yatırdıkları teminat paraları yanacak ve ihale sürecine, en yüksek teklifi veren ikinci firmalarla devam edilecek. AKP’NİN GÜVENDİĞİ DAĞLARA KAR YAĞDI AKP hükümeti, elektrik dağıtım bölgelerinin özelleştirmelerden 11 milyar dolara yakın para bekliyordu ancak AKP’nin güvendiği dağlara kar yağdı. MMEKA’ya kredi vereceği düşünülen yabancı bankalar bir türlü kredi vermedi. Bu durum, MMEKA’nın son ödeme tarihi 9 Mayıs olan Başkent Gaz ihalesi için Türkiye’deki kamu bankalarıyla kredi görüşmeleri yaptığının öğrenilmesiyle ortaya çıktı. İhale öncesinde yabancı bankaların MMEKA’ya kredi taahhüdünde bulunduğu biliniyordu. MMEAK’nın da krediyi aldıktan sonra yabancı bir tekel ile ortak olacağı konuşuluyordu. Benzer bir süreç yaşayan Koç Holding, TÜPRAŞ ihalesinden sonra yabancı bankalardan kredi almış, sonrasında da Shell’i TÜPRAŞ’a ortak etmişti. Yabancı bankaların kredi vermeme gerekçesi olarak politik sebepler öne çıkarıldı. Taraf gazetesi 17 Mayıs günü Karamehmet ile ilgili Wikileaks belgelerini açıkladı. Belgelerde ABD’li şirketlerin Karamehmet’in
AKP hükümetinin ‘el parasına’ güvenerek gerçekleştirdiği enerji özelleştirmeleri fiyaskolarla sonuçlanıyor. AKP, 13,7 milyar dolar beklediği ihalelerden para alabilmiş değil bazı girişimlerinden rahatsız olduğuna ilişkin ifadeler var. Türkiye’deki kamu bankalarının ise Karamehmet ile Kazancı arasında yaşanan kavga ve ikili arasında süren dava sebebiyle kredi vermeye yanaşmadığı öne sürüldü. Bankaların kredi vermemesinin ardından AKP’li bakanlar devreye girdi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıdız, ÖİB ile MMEKA’nın anlaşması için yoğun çaba sarf etti. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da kredi vermeyen banka yöneticilerini tek tek aradığı ve hepsine ateş püskürdüğü öğrenildi. BAŞKENT GAZ’I DA SATAMADILAR
AKP’li bakanlar MMEKA’nın Başkent Gaz’ı alması için elinden geleni yaptı. Bakanların yanı sıra Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek devreye girdi ancak Başkent Gaz ihalesi, paranın bulunamamasıyla iptal edildi. Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ’ye (BOTAŞ) olan borçlarını ödemek için Başkent Gaz’ı satışa çıkarmıştı. Başkent Gaz’ın özelleştirilmesinden elde edilmesi düşünülen 1,2 milyar doların 675 milyon doları BOTAŞ’a ödenecekti. BOTAŞ’ın ise Rusya ile yaptığı ve kullanmadığı doğalgazın parasın ödemeyi bile taahhüt ettiği anlaşma dolayısıyla Rusya’ya 1 milyar dolara yakın borcu bulunuyor. Ayrıca Azerbaycan’a da 250 mil-
yon dolarlık borç da kapıda bekliyor. Rusya ile borcu taksitlendirmeyi görüşen BOTAŞ, taksitlendirme olmaması durumunda Başkent Doğalgaz da özelleştirilemediği için Elektrik Üretim A.Ş’den (EÜAŞ) 10 milyar dolara civarında olan alacağını istemeyi düşünüyor. Bir seçenek de bankalardan kredi istemek. EL PARASIYLA ÖZELLEŞTİRME OLMADI Özelleştirme süreçlerinde yaşanan fiyaskolar sonrasında, AKP’nin yabancı sermayeye güvenerek giriştiği özelleştirme macerası ana akım medyanın ekonomi yazarları tarafından sorgulanmaya başladı. Sabah gazetesi yazarı Meliha Okur gibi, yabancı yatırımcıların ihalelere
neden girmediğini sorup özelleştirme yasasının değiştirilmesi gerektiğini savunanlar çıktı. Yabancı şirketlerin taahhütlerini yerine getirmemesi, bazı köşe yazarları tarafından da AKP’ye karşı bir hamle olarak yorumlandı. 10 milyar dolarlık elektrik dağıtım bölgesi ihalelerini ve 1,2 milyar dolarlık Başkent Gaz ihalesini bile gerçekleştiremeyen hükümet, ilerleyen günlerde gündeme gelecek olan ve elektrik dağıtım ihalelerindekinden 4-5 kat daha fazla paradan söz edilecek EÜAŞ özelleştirmeleri konusunda yerli ve yabancı tekeller tarafından dikkatle izleniyor. Özelleştirmelerin gerçekleştirilmemesi sadece BOTAŞ ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin değil AKP hükümetinin bütçe hesabını da sıkıntıya soktu. AKP, 2011 bütçesi için özelleştirme gelirlerinden 13,7 milyar dolar bekliyordu. Bu özelleştirmelerin aslan payı elektrik ve doğalgaz dağıtım bölgeleri özelleştirmelerine aitti. Başkent Gaz iptalinin ardından AKP bu sefer Karamehmet’ten alabildiği kadar parayı alma yolunu seçti. Karamehmet’e ait Çukurova Holding’e 13 ve 16 Mayıs tarihlerinde toplamı 1,7 milyar dolar iki vergi cezası geldi. MMEKA’nın öbür ortağı Kazancı da AKSA Holding’in halka arzında hüsrana uğradı. Holdingin hisselerinin yüzde 70’ini yabancılara satmak isteyen Kazancı hiç alıcı bulamadı, hisselerin tamamı yerli yatırımcıya kaldı. Yerli yatırımcı ise 85 milyon lira verebildi. Oysa Kazancı hisse satışından 2–3 milyar dolar arası bir para bekliyordu. Karamehmet’in vergi cezasını ödeyip ödemeyeceği belirsizken AKP’nin yabancı şirketlere güvenerek giriştiği özelleştirme macerası hükümet ve sermaye çevreleri açısından sıkıntılı bir sürecin kapılarını araladı. Özelleştirmelerin kaçınılmaz bir süreç olduğuna ilişkin egemen görüşü yeniden sorgulatan bu süreç, özelleştirme karşıtı mücadelenin uzun süren sessizliğinin bozulması için de bir fırsat.
Enerji-Sen BEDAŞ önünde E
BEDAfi bünyesindeki tafleron flirketlerde çal›flt›r›lan EnerjiSen üyesi iflçilerin, çal›flma koflullar›ndaki sorunlar›n giderilmesi talebiyle bafllatt›klar› eylemler devam ediyor.
nerji Sen’in Her Cuma günü Taksim’de bulunan BEDAŞ binası önünde gerçekleştirdiği eylemlere demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler de destek veriyor. 27 Mayıs Cuma günü yapılan eyleme Halkevleri, ÖDP, Tüm-İGD, KESK’e bağlı ESM, Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti ile direnişleri süren Ontex ve PTT işçileri de destek verdi. Konuşmaların ardından Enerji-Sen Genel Sekreteri Ali Tosun basın açıklamasını okudu. Tosun, sadece enerji işçilerinin değil İstanbul halkının da haklarını savunduklarını belirtti. 2 bine yakın enerji işçisinin BEDAŞ bünyesindeki taşeron şirketlerde çalıştırıldığını belirten Tosun, işçilerin maaşlarının zamanında ödenmediğini, maaşlarından keyfi kesintiler yapıldığını, sözleşme dönemlerinde çalışanlara işten çıkarma tehditleriyle boş makbuzlara imza attırıldığını, habersiz girdi-çıktı işlemlerinin uygulanarak sigorta primlerinin eksik yatırıldığını ve mesai ücretlerinin ödenmediğini söyledi. Bu uygulamaların yanı sıra hiçbir güvenlik önlemi alınmadan çalıştırılan enerji işçilerinin trafo merkezlerinde ve direklerin tepesinde can verdiğini söyleyen Tosun, yaşananların BEDAŞ’ın bilgisi dahilinde olduğunu hatırlattı. “Buradan İstanbul halkına sesleniyoruz” diyen Tosun, BEDAŞ’ın, on binlerce aboneye ihbarname gönderme-
den ihbarname göndermiş gibi gösterdiğini, faturalara açma işlemi yapılmadan yapılmış gibi gösterdiğini belirtti. Tosun, BEDAŞ’ın haciz işlemi yapmadan, yapmış gibi göstererek avukatlık ücretleri aldığını da ifade etti. Basın açıklamasının ardından Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, 3 Haziran günü BEDAŞ önünde gerçekleştirecekleri eylemde sahte ihbarnameleri basınla paylaşacaklarını belirtti. POLİS TEHDİT ETTİ Eylem son bulduktan sonra bir
emniyet yetkilisi, Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal’a yolu trafiğe neden kapattıklarını sordu ve bir daha olursa gözaltına alacağını söyleyerek tehdit etti. Kartal, trafiğe kapatma sebebini BEDAŞ’ın kapılarını kapatması ve bu yüzden işçilerin alana sığmayıp yola taşması olduğunu söyledi. Kartal ayrıca BEDAŞ’ın binaya giriş kapılarını kapattığını ve işçileri işyerlerine almadığını hatırlattı ve bir sonraki Cuma yine BEDAŞ önünde olacaklarını söyledi.
Burger King’i boykot çağrısı yapan eylemciler burada saldırıya uğradı. Saldırı, eylemcilerin kararlı duruşu sayesinde püskürtüldü. Ontex işçileri, Selüloz-İş sendikası genel kuruluna itiraz ettikten bir gün sonra hiçbir gerekçe gösterilmeksizin işten çıkarılmıştı. Taşeron PTT işçileri de PTT Genel Müdürlüğü’nün talimatıyla hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılmıştı.
Birimiz ölürken opa’da yaşanan cinayet Türkiye’nin ne kadar çabuk kimlik değiştirebileceğini bir kez daha gösterdi. Kürtlerin taleplerini karşılayamayan AKP o kadar iddialı laflardan sonra “Ben oynamıyorum” diyerek Kürt sorununun bittiğini söyledi. Aynı şey Hopa ve sonrasında yaşananlarla tekrarlanıyor. KCK operasyonları gibi Hopa’daki bütün ilerici ve yurtseverlerin evleri dernekleri basılıyor, polis cinayetini protesto eden muhaliflere acımasızca saldırılıyor. Kuşkusuz bunlardan çok daha önemlisi bu ülkenin başbakanının gösterilerde polis gazıyla ölen emekli bir öğretmen için bir damla bile üzüntü duymadan “Bu arada bir tanesi de ölmüş, üzerinde durmuyorum” diyerek “insani yoksunluğunun” son noktasına gelmiş olmasıdır. Bir emekli öğretmenin polis tarafından öldürülmesi nasıl olur da o ülkenin Başbakanı tarafından “üzerinde durulmayacak” bir Tufan konu olabilir? Sertlek Bunun nedeni o öğretDev Sa¤l›k-‹fl menin kendisiyle aynı fikri Yönetim Kurulu taşımaması, kendisini Üyesi protesto etmesi midir? Daha dün “ileri demokrasi”, daha dün “merhamet, şefkat” kelimeleri dilinden eksik olmazken ne çabuk Esadlaşıyorsun, ne çabuk Mübarekleşiyorsun… Hopa’da bir kişinin ölmüş olması acaba rejime muhalefet edenlerin Suriye’dekiler kadar istikrarlı ve kararlı olmamasından mıdır? Eğer biz de o kadar kararlı ve istikrarlı rejim muhalifi bir mücadele sürdürsek acaba birkaç hafta içerisinde ölülerimizin sayısı 1000’i geçer miydi? Hiç şüpheniz olmasın geçerdi. Birkaç yıl önce Kürtlerin süren eylemleri karşısında “çoluk çocuk dinlemeyin” talimatını vererek çocukları öldürten bu başbakan değil miydi?
H
*** AKP herkesin sustuğu, boyun eğdiği bir Türkiye’de demokrasicilik oyununu oynamaya, meydan meydan dolaşıp “mağdurum ben mağdurum” şarkısını söylemeye bayılıyor. Bu hükümetin bu kirli yüzünü açığa çıkartmak için Hopalılar gibi yürekli, Hopalılar gibi açık fikirli olmak gerekiyor. Başka türlü bu puslu havayı dağıtmak, başka türlü bu “at izi it izine karışmışlığı” ortadan kaldırmak mümkün değildir. Metin Lokumcu bu ülkenin bir öğretmeniydi. Devrimci bir insandı, eşitlik ve adalet onun için vazgeçilmez bir tutkuydu. Bütün hayatını bunu önemseyerek yaşamaya çalıştı. Ölümü; inandığı değerlerin onun yaşamında ne kadar değerli olduğunun ilanı oldu. Bu ölüm, bu ülkede eşitlik ve adalet mücadelesinin sahipleri için olduğu kadar bu ülkenin Beşar Esad’ı için de bir dönüm noktasıdır. Kürtlerin kanını dökerek onları sindirmeye çalışmanın bedelini bu seçimde ödeyecek olan yerli Beşar Esad Türklerin kanını dökerek ezilen kitleleri sindireceğini sanmasının bedelini de ödeyecektir. Çünkü bu topraklar; birimiz ölürken binlerce çoğalmanın bereketiyle bilinmektedir. İktidar olmada arsızlığı ele almış faşist bir zihniyeti yeniden inşa etmeye çalışan AKP iktidarı da Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri doğuran bu bereketin gücü karşısında duramayacaktır.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
10
KİBELE 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Babalar erkek, anneler anne
“
Günümüzde erkekler artık ne çocuk sahibi olmak nede cinsel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için evlilik kurumunun içinde yer almak zorunda değiller. Buna rağmen bir erkek evlilik fikrine halen sıcak bakıyorsa bence bunun bizim için iyi fırsat olduğunun farkına varmalıyız.” Sıradan bir muhafazakarın sözleri değil bunlar. Bu sözler AKP iktidarının yerel yönetimlerdeki erki sayesinde aile danışmanlığı seminerleri veren bir kadına ait. Ev içinde harcadığımız emeğin hiç almadığımız karşılığı yani bizden çalınanlarla ve ödediğimiz vergilerle oluşturulan kamu kaynakları akıtılıyor bu görüşün aktarıldığı etkinliklere. Üstelik sözlerin sahibi Sibel Üresin, kadınların evlenmesini öyle önemli buluyor ki, kadınları 1., 2., 3. ya da 4. eşliğe razı olmaya çağırıyor. İçinde aile söylemi Tuba geçen onlarca projenin Güneş üretildiği, sürdürüldüğü, tuba@ bu vesileyle kadın sendika.org düşmanlığının her gün yeniden üretildiği Türkiye’de Üresin’in açıklamaları, talihsiz birkaç açıklamadan ibaret değil. Sistemli bir politikanın açık bir ifadesi. Kadınları evlilik kurumuna itmek, kadınların yurttaş olarak varlıklarının üzerini örtmek için uygun bir yöntem. Bu sayede aile dışında kimliksiz bırakılabilirler. Kadının yurttaş olarak talepleri, özgürlükleri ve hakları böylece görünmezleşebilir. Bunun için hem gerici İslamcı ideoloji hem neoliberal politikaların sürdürülebilmesi için, kadınları bir takım haklara sahip özneler olarak görmektense, annelik kimliklerinden ibaret ele almak oldukça kullanışlı. Oysa bir anne daha çok bir ‘görevli’dir. Hormonlar diye erkek bilim söylemleri ortaya atarsınız; çocuğunun bakımını tek başına yüklenebilir. Fedakarlık, sabır vs. dersiniz; yaşlılara karşılıksız bakabilir. Pasaklı kadın yaftasıyla tehdit edersiniz; ev işlerini karşılıksız yapabilir. Üstelik ev içindeki işleriyle meşgul bir anne/potansiyel anne güvencesiz çalışmaya da razı gelebilir. İşte bu yüzden, erkekler her baba olduklarında biraz daha ‘erkek’leşmiş kabul edilirlerken, kadınlar her anne olduklarında daha da ‘kadın’laşmazlar. Anne olduklarında, yalnızca anne olurlar. ‘Herşeyden önce o bir anne’ olurlar. Ve dahası ‘anneyken inanılmaz değerli’ olurlar. İnanılmaz değerli bir birey değil, ‘vatan’ları için çalışacak, yaşayacak hatta ‘vatan’ları için ölecek çocukları doğurarak, sisteme değer üreterek, üretime kendisinden beklenen katkıyı verdiği için değerli bir anne. Üç kere doğurmalı bu yüzden, üç kere evden çıkamasın diye. Üç kere haklarına saldırılabilsin diye. Gerektiğinde piyasaya ucuz emek olsun diye. AKP’nin aileyi kutsallaştıran, onun içinde anne olmayı dayatan tüm kadın-aile politikaları gericidir. Kadınların yıllardır biriktirdikleri mücadeleleri sonucu elde ettikleri kazanımlarına saldırı gericiliktir. AKP, “Kadınlar çalışma hayatında mutlu olamazlar”, “Erkeğin eşine uyguladığı şiddet boşanma nedeni olmasın” diyen Üresin yüzünden gerici. Her gün 5 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü ülkenin gerçeklerini ve kadınların mücadelesini yoksaydığından... AKP, eşcinsellerin “Eşcinseller vardır” diyerek dalgalandırabildikleri gökkuşağı renklerinde bayraklarına rağmen, hâlâ ayıp birşeyden bahseder gibi “Afedersiniz GL Kaos” diyen Bülent Arınç yüzünden gerici... Kadın-erkek eşitsizliğine gelince, bu insanlığın değil ama İslamcılığın ‘fıtratında’ var. Neyse ki onu yenecek, mor renkte bir hareket her gün büyüyor.
Kampanyada kadın dayanışması Sosyal güvence kampanyası, ulaşılan her kadında umut yaratıyor. Ankara’da pek çok kadın örgütüyle sağlanan dayanışmayla kampanya daha da büyüdü
Buna imzamı atarım
Adalar’da kadın imzası
E
rdoğan’ın gelişi sebebiyle kentte olağanüstü hal ilan edilmesine rağmen Eskişehir’de Halkevci Kadınlar 28 Mayıs’ta Adalar Porsuk Bulvarı’nda açtıkları standla, eşit, özgür ve insanca yaşamak için taleplerini kadınlarla paylaştı. Stand büyük ilgi gördü.
Gerçek eşitlik için
Ankara’da D‹SK, KESK, Halkevleri, Tabip Odas›, Kolektifler, Tüm ‹GD’den kad›nlar kampanya etraf›nda birleflti
T
üm Türkiye’de süren “Kadınlara sosyal güvence” kampanyası için Halkevci Kadınlar, imza standlarının yanında pek çok etkinlik örgütlemeye devam ediyor. Kadınların, ulaştıkları kadınlarda gördükleri heyecan ve kampanyanın yarattığı atmosfer sayesinde, etkinlikler her yere yayılıyor. İstanbul’da Ümraniye, Kadıköy, Bahçelievler, Sefaköy, Taksim, Avcılar, Ömürtepe’de Ankara’da Mutlu’da, Batıkent ve Yüksel Caddesi’nde ve Türkiye’nin pek çok noktasında açılan standlarla ve yapılan eylemlerle kadınlar kampanyayı anlattı. Halkevci Kadınlar’ın çağrısı ile bir araya gelen DİSK Kadın Komisyonu, KESK Platformu Kadın Komisyonu, Ankara Tabip
Odası Kadın Komisyonu, Halkevci Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, Tüm İGD’li Kadınlar 29 Mayıs’ta “Herkes sussun kadınlar konuşsun” sloganı ile bir eylem gerçekleştirdi. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde buluşan kadınlar “Kadın düşmanlığına son! Kadınlara sosyla güvence” yazılı pankartları ile yürüyüşe başladı. Erdoğan’ın Ankara’da aynı gün yapacağı mitingi gerekçe gösteren polis, yürüyüşü engellemeye çalıştı. Kadınlar polise “Dünyanın yarısıyız, haklarımızın tamamını istiyoruz, yolun da tamamını istiyoruz” diyerek cevap verdi. Sakarya Meydanı’na kadar yolu trafiğe kapatarak yürüyen kadınlar, yol boyunca “Tayyip Erdoğan Ankara’dan
Kadınlar örgütlü, TMMOB daha güçlü
defol”, “Gerçek eşitlik için kadınlara sosyal güvence”, “Emeğimiz, bedenimiz, kimliğiz bizimdir”, “Kadınlar savaş istemiyor” sloganları attılar. Sakarya Meydanı’nda bir basın açıklaması yapıldı. Katılan kurumlar adına basın açıklamasını Halkevleri’nden Dilşat Aktaş okudu. Aktaş, “AKP iktidarı ile birlikte artan gericilik ve muhafazakarlık, ‘Kadının yeri evidir, görevi çocuk doğurmaktır, kadınlarla erkekler eşit değildir’ söylemleri kadına yönelik şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştırıyor, kadın düşmanlığını perçinliyor.” dedi. Kadın düşmanlığının kadınların bedenlerini, emeklerini, kimliklerini değersizleştiğini söyleyen Aktaş, kadınlar değersizleştikçe patronlar ve
TMMOB Kad›n Kurultay› ‹stanbul Yerel Kurultay› 29 May›s ‘ta ‹SMMMO Hizmet ve Kültür Binas›'nda gerçeklefltirildi. TMMOB'ye üye kad›n mühendis, mimar, flehir planc›lar›n› bir araya getiren Kurultay’da meslek içinde kad›nlar›n karfl›laflt›klar› cinsiyetçi uygulamalar ve söylemelere karfl› mücadele ve üretilecek politikalar tart›fl›ld›. Kad›n eme¤i, kad›na yönelik fliddet, toplumsal cinsiyet rolleri ve TMMOB’de kad›n örgütlenmesi konular›nda sunumlar›n ya-
cemaatler daha da güçlendiğini, cinsiyetçiliğin derinleştiğini ifade etti ve “Bu nedenle her gün 5 kadının öldürülüyor, kadınların çoğu sosyal güvenceden yoksun bırakılıyor, güvencesiz çalıştırılıyor, Kürt kadınlar kimliklerinden dolayı iki kat daha fazla baskıya maruz bırakılıyor” dedi ve eşit, özgür, onurlu ve şiddetten uzak bir yaşam için bütün kadınları haklarına sahip çıkmaya çağırdı. Açıklamanın ardından türküler eşliğinde halay çeken kadınlar, “Erkeklerden, patronlardan, AKP’den haklarımızın tamamını alana kadar yani gerçek eşitlik için sosyal güvence hakkımızı alana kadar ellerimiz kadın düşmanlarının yakasında olacak” diyerek eyleme son verdiler.
p›ld›¤› Kurultay’da bir sonuç metni haz›rland›. Bildirgede, kad›nlar›n daha düflük ücretlerle çal›flt›r›ld›¤›na ve hamile olman›n ifle yaramaz eleman olmak anlam›na geldi¤i alg›s›na de¤inildi. Cinsiyet ayr›mc›l›¤›na karfl› yürütülecek mücadelede en önemli konunun bu sorunun ve sorunun muhataplar›n›n bilincine ç›kart›lmas› oldu¤u üzerinde fikir birli¤ine var›lan bildirgede yaflanan ayr›mc›l›¤› oluflturan ekonomik, kültürel
A
dana'da Halkevci Kadınlar "Gerçek eşitlik için kadınlara sosyal güvence” için imzaları 22 Mayıs’ta İnönü Parkı’nda topladı. Kadınlar imza topladıkları süre boyunca “Üç çocuk çocuk doğurmayacağız”, “Dekolte giyen tacizi haketmez” konuşmaları yaptı.
Engellerden atla zmir’de Halkevci Kadınlar AKP’nin, ataerkil sistemin ve tüm kadın düşmanı uygulamaların üzerinden atladılar. “Sosyal güvence önündeki engellerden atlıyoruz” diyerek Konak YKM önünde buluşan kadınlar, evlerde, işyerlerinde, sokakta, okulda yaşadıkları sıkıntıları aşmak için hemcinslerini mücadeleye davet ettiler. Çağrıya derhal yanıt geldi. Engelli koşuya çevredeki kadınlar da katıldı.
İ
ve sosyal ortama karfl› yürütülen kad›n mücadelesinin bir bilefleni olman›n önemine dikkat çekildi. “Eflit ifle eflit ücret” talebinin hayata geçirilmesi için di¤er emek örgütleri ile birlikte mücadele edilmesi karar› al›nd›. Bildirgede “Baflta kendi meslek odalar›m›z olmak üzere, demokratik kitle ve meslek örgütlerinde kad›na yönelik fliddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eflitli¤inin örgüt içi hukuklara yans›t›larak, ifller ve ifllevsel bir yaflam anlay›fl›na
‘AKP kadın düşmanıdır’ Kad›n düflmanl›¤› AKP’nin elinin uzand›¤› her yerde karfl›m›za dikiliyor. Ama kad›nlar ‹stanbul’dan (solda) Çanakkale’ye (sa¤da) kad›n düflmanl›¤›na karfl› ayakta. Her gün 5 kad›n›n öldürüldü¤ü Türkiye’de kad›n› ev içine ve fliddete mahkum eden ifadeleri nedeniyle Üresin’e büyük tepki gösterildi.
A
KP’li Fatih, Ümraniye, Bahçelievler, Eyüp Belediyeleri’nde aile iletişim seminerleri veren Sibel Üresin, “Çok eş yasal olsun” dedi. Üresin’in açıklamaları AKP’nin kadınların yıllardır elde ettiği kazanımlarına saldıran söylemlerinden sonuncusu oldu. Boşanmanın kadını ortada bıraktığını gerekçe göstererek çok eşliliğin yasalaşması gerektiğini söyleyen Üresin, “Çokeşlilikte asıl ağır fatura erkeğe çıkıyor. Madden ve manen zarara uğruyor. Açıkça çokeşli olduğunu itiraf edenleri alkışlıyorum ve kutluyorum” dedi. “Erkeğin karısını dövmesi
boşanma nedeni olamaz”, “İş hayatı kadınları mutlu edemez”gibi kadınlar üzerindeki baskıları pekiştiren pek çok ifadenin sahibi Üresin’e kadınlar büyük tepki gösterdi. KADIN DÜfiMANLI⁄I MERKEZLER‹ İstanbul’da kadınlar, Üresin hakkında suç duyurusunda bulunurken, Çanakkale’de kadınlar, kadın düşmanlığına karşı eşit, özgür ve insanca yaşam taleplerini yükselttiler. 26 Mayıs’ta Kadıköy Adliyesi’nde bir araya gelen
kadınlar, Üresin hakkında suç duyurusunda bulundu ve bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Halkevci Kadınlar adına basın açıklamasını okuyan Ezgi Özdemir, egemen namus ideolojisinin öğretim görevlilerinden, gazetecisine, sokaktaki sıradan maçosuna kadar pek çok kesim tarafından yeniden üretildiğine dikkat çekti. Kadınlara güvence olarak ‘kutsal aile’ kurumunun sunulduğunu söyleyen Özdemir, kadınların evlilik dışında seçeneksiz bırakıldığını ifade etti. Özdemir, AKP’li belediyeler tarafından yaygınlaştırılan Aile Danışma
Kanıtlar bitmiyor, dava çözülmüyor F
Merkezleri’ni “Kadın düşmanlığı merkezleri” olarak tarif etti. İstanbul’da Halkevci Kadınlar 27 Mayıs’ta bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde buluştu. Üzerlerinde Ayşe Paşalı, Güldünya Tören, Hülya Tazegül’ün fotoğrafları bulunan dövizlerini taşıyan kadınlar, Üresin’İn temsil ettiği anlayışın resimlerini taşıdıkları kadınlar gibi her gün 5 kadının hayatına mal olduğuna vurgu yaptı. Halkevci Kadınlar yaptıkları basın açıklamasıyla “Bizler Halkevci Kadınlar olarak, bundan sonra Sibel Üresin gibilerin çiftliği haline getirilen belediye aile danışma
merkezlerini denetleyeceğimizi ve bu merkezlerde hayata geçirilen kadın düşmanlığı siyasetini her fırsatta teşhir edeceğimizi duyururuz” dedi. Çanakkale’de Halkevci Kadınlar, Üresin’in açıklamalarının AKP’nin kadına bakışını bir kez daha gösterdiğini belirttiler. Kadınlar burada da kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak görülmediği, namus cinayetlerine kurban edilmediği, ucuz emek gücü olarak bakılmadığı ve emeğinin görmezden gelinmediği bir ülke, eşit, özgür ve onurlu bir hayat için taleplerini dile getirdiler.
dönüflmesini talep ediyoruz. Bu do¤rultuda, cinsel fliddete maruz kald›¤›n› aç›klayan kad›nlar›n beyan› esas al›nmal›d›r” dendi. Hükümetin “esnek çal›flt›rma” “bölgesel asgari ücret” sald›r›lar›na karfl› bütünlüklü bir program›n gereklili¤ine de¤inilen Bildirge’de bunlar›n baflta kad›n ve çocuk olmak üzere tüm çal›flanlar üzerinde sömürü koflullar›n›n derinleflmesi anlam›na geldi¤i vurguland›.
ethiye’de yaşanan toplu tecavüz olayının 3. duruşması 27 Mayıs’ta Fethiye Adliyesi’nde görüldü. Kadınlar ‘tecavüz çetesi’nin tutuklanması ve kadın dayanışmasını büyütmek için adliye önündeydiler. Dava, eksikliklerin giderilmesi için 15 Temmuz’a ertelendi. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Muğla’dan duruşmaya müdahil olmak için gelen kadınlar yine adliye önünde eylem yaptılar.Tecavüzcülerin tutuksuz olarak yargılandığı davanın bir an önce sonuçlanmasını isteyen kadınlar yargıya, polise ve medyaya “Tecavüzcüleri korumak tecavüze ortak olmaktır” diyerek seslendiler. Tecavüze Karşı Kadın İnisiyatifi adına basın açıklaması yapan kadınlar, “Bu dava
hepimizin davası. Kadına yönelik her türlü şiddeti bitirene kadar, tecavüzcüleri tutuklatana kadar davamıza sahip çıkacağız” dedi. UZMAN TANIK YETMED‹ Tecavüzcülerin görüşme kayıtlarının alındığı baz istasyonu verilerine göre, olayın yaşandığı gün tecavüzcüler telefon trafiği içindeydi. Hakim bir sonraki duruşmaya bu kişilerin telefon kayıtlarının GSM operatörlerinden alınmasını istedi. Mağdurun psikoloğu yaptığı tanıklıkta “Mağdurun tecavüze uğradığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır” dedi. Tecavüz çetesinin tutuksuz olarak yargılandığı dava 15 Temmuz tarihine ertelenirken, kadınlar o tarihte Fethiye Adliyesi’nde olacaklarını duyurdu.
11
YÜZ YÜZE 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Devlet sivil toplum elele
Halk›n Sesi
“Kutsal aile”nin gündemden düşmediği seçim öncesi süreçte, kadının tek değerli görülen “annelik” rolünü, Makbul Anneler Müstakbel Vatandaşlar / ‘Neoliberal beden politikalarında annelik’ kitabının yazarı Sevi Bayraktar ile konuştuk. Bayraktar, Kürt ve Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Gazi Mahallesi’nde devlet ve STK’nın ortak projesi, Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu’nun yürüttüğü “Anne-Çocuk Eğitimleri”ne misafir olmuş ve mahalleli kadınlarla birlikte kendi deyimiyle “orta sınıf çekirdek aile idealinin kadınların kocalarının ataerkil iktidarı karşısında sessiz ve kelimesiz bırakılmalarını” yakından izlemiş. Sevi Bayraktar ile kitabı ve gündemdeki kadın düşmanı söylemler üzerinden hükümetin “kadın ve aile politikalarını” konuştuk.
KADININ KEND‹ GERÇEKL‹⁄‹ BERTARAF ED‹L‹YOR
Kadın kendisi için de var olmalı
A
ilenin korunması: 2023 aile vizyonuyla kadına atfedilen yükümlülük. Nikahlı eş olacak, en az üç çocuk doğuracak, onlara layıkıyla bakacak ve çalışacak kadın
Erdoğan'ın kadınlara 'hanım kardeşlerim' ya da anneler diyerek hitap etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadını 'vatandaş' olarak nereye koyuyor bu söylem? Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık’ın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na çevrilmesi, kadına yönelik şiddet yasası olarak çıkması beklenen yasanın Ailenin Korunması Kanunu olarak karşımıza gelmesi ve bu son 2023 vizyonu ile beraber aileye inanılmaz bir yüklenme görüyoruz. Bunun da kadınlar üzerinden cereyan ettiği ortada. Fakat kadına da kadın denmiyor da, ailenin bir parçası bir uzantısı gibi görülerek aile söyleminin içine eklemlendiriliyor. Bu koşullar altında, örneğin kadınları, çocukları, yaşlıları, mevsimlik işçileri bir kategoride düzenleyen, kadınları taşrada yardım alacak ve bu şekilde ailelerine bakacak kimseler olarak işaretleyen bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Kadına “kadın” demekten bile imtina edilen bir durum. Ailenin bir uzantısı, bir eklentisi haline getiriliyor kadın. Kadının bireyselliğini yok saydığınızda, kadının vatandaşlık talebini dillendireceği, kamusal alanda varlık gösterebileceği, politika yapabileceği, sendikal faaliyetler yürütebileceği alanları da elinden alınıyor. Bakanlığın adının kadını aileyle bir tutan 'Kadın ve Aileden’ Sorumlu Bakanlık olmasını nasıl değerlendirirsiniz? Bugün kadın örgütleri, bunun 'Kadın Erkek Eşitliği Bakanlığı' olmasını talep ediyorlar. Zaten, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün pek çok açıdan, eli kolu bağlı idi. Fakat yine de bir mücadeleyle kazanılmış bir haktı ve içinin doldurulacağı, daha işlevsel hale getirilebileceği umudu ile bir motivasyon sağlıyordu kadın örgütlerine. Şimdi 30 yıl önce kazanılmış olan bu hak kadınların elinden alınıyor. Üstelik yeni bakanlık KSGM’yi de işlevsizleştiriliyor. Sosyal politikalar deniyor fakat hükümetin sosyal politikadan anladığı yardım dağıtmaktan başka bir şey değil. Kadınlar da devletin yardımsever, lütufkar, elinin hep sırtını okşadığı, karşılığında çekirdek ailesini kurarak, sorunlarını sessizlik içinde görmezden gelerek ataerkil ve devlet-sever toplumsal yapıyı sürdürecek aracılar oluyor. Makbul anneler bu kadınlar mı? Makbul annelik, bir orta sınıf ev kadınlığı ve annelik hayalinin sürdürülmesine dayanıyor. Bu sosyal politikaların hedefi olan bir kesim var. “Tarım sektöründe geçici çalışanlar, eğitimsiz bireyler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, yoksulluk riskiyle en fazla karşı karşıya olan kesimler' dedikleri alt sınıflara yöneliyorlar. Bu yönelişte yine bir orta sınıf 'oldurma', 'olma' hayalinin etkisi var. Sosyal, ekonomik, etnik koşullar, görmezden gelinerek, sanki bir takım yardımlarla, kadınların çabasıyla, ailelerini korumak için çok çalışmalarıyla ve bu anlamda başarılı kadınlar, başarılı anneler olmalarıyla, gerçeklikleri bertaraf edilerek orta
K
adınların ailelerini korumak için çalışmalarıyla, ‘başarılı anneler’ olmalarıyla orta sınıflaşmak mümkünmüş gibi yapılıyor ama mümkün olmuyor sıyla gelecek nesillerin eğitilmesi tabii ki hedef. Fakat kadının emeği ev içine çekilerek, bu gelecek nesillerin tek sorumluluğu annelerin oluyor. Onlar artık 'bozuk' nesiller için devlete hesap verecek olan kişiler O yüzden de ‘devlet büyükleri’ taş atan çocukları için annelerini suçlayabiliyor örneğin rahatlıkla.
sınıflaşmak mümkünmüş gibi yapılıyor. Ama mümkün olamıyor. Yani hiçbir zaman olamayacak bir orta sınıflıktan bahsediyoruz, bu yüzden ‘müstakbel vatandaşlık’. Bir yandan eğitimsiz bireylerle aynı kategoriye yerleştirdikleri kadınları eğiterek, onların arzularını, tüketim pratiklerini, mutlu koca ve çocuklardan oluşan orta sınıf bir ev hayallerini destekliyor. Bunun olma koşullarının ancak kadınların çabasıyla mümkün olabileceğini ısrarla tekrar ediyor ve bu şekilde kadınların üstüne tonla yük yüklüyor. Diğer taraftan hiç gerçekleşmeyecek bir makbul vatandaşlık söz konusu. Kitapta bahsettiğiniz kadınların aile içinde de çocuklarını ileri sürerek eğitimlere gelmesine değinelim. Kadınlar çocuklarının eğitimi için çok önemli olduğunu söyleyerek ikna ediyorlar aile büyüklerini/kocalarını. Kadını yalnız 'anne'yken değerli gören yalnız hükümet değil galiba ne dersiniz? Evet, zaten eğitimlerden çok onun bir aracı gibi kullanılması söz konusuydu orada. Birincisi, işte o modernite söyleminin bir parçası olarak 80 yıldır dillerden düşüremediğimiz “eğitim şart” düsturu. Eğitim modern olmanın, devlet tarafından kabul görmenin bir yolu, neoliberal söylem üzerinden baktığınızda da kişisel başarının bir yolu, şartı olarak karşımıza çıkıyor.
Kadına ‘kadın’ demekten bile imtina edilen bir durum. Ailenin bir uzantısı, bir eklentisi haline getiriliyor kadın Bu durumda, şehrin çeper mahallelerinde, alt sınıftan kesimler arasında, hele ki Gazi Mahallesi gibi halen politik mirasıyla anılan bir alanda devletten onay görmenin, kabul edilebilir olmanın da bir yolu. Bu eğitimin 'annelik' eğitimi vermesi daha da anlamlı onlar açısından? Kesinlikle öyle. Sonunda bir devlet bakanlığından onaylı annelik sertifikaları oluyor kadınların, daha ne olsun? Annelikleri devletçe onaylanan, hem bu şekilde daha 'hayırlı' evlatlar yetiştireceğine inanılan kadınlar, bu gerekçeyle evden izin koparabiliyor kolaylıkla. Örneğin, görüştüğüm bazı ka-
dınlar, bir başka programa gitmek isteseler, örneğin kadının insan hakları programına, kocalarından veya kayınvalidelerinden, artık o ailenin hiyerarşik yapılanmasında kim söz sahibiyse, izin alamayacaklarını ve gidemeyeceklerini dile getiriyorlardı.
"Ailenin korunması" ne anlama geliyor? Niçin çekirdek ailelerini korusun’muş kadınlar? “2023 aile vizyonuyla kadına atfedilen yükümlülük” demek geçiyor içimden. Sorumluluklar, nikahlı eş olup ahlaksız dünyanın karşısında çekirdek ailesinin ahlaki rehberliğini yapacak, en az üç çocuk doğuracak ve tabi onlara layıkıyla bakacak ve çalışacak. Çünkü kadının iş gücüne katılımını %35 arttırmak gibi de bir hedef var. Dolayısıyla, başka hiç bir alanda faaliyet göstermeye mecali kalmayacak. Kamusal alanda varlık göstermesi bunca işin, yükün altında artık mümkün olamayacak olan bir kadın profili var. Eve bağımlı, ailesiyle özdeşleştirilen bir kadın bu. Kadının bu çekirdek aile yükümlülüğü onu evin içine hapseden bu bakış açısıyla birlikte düşünülmeli bence.
Gazi Mahallesi’nde bu uygulamanın yapılması çok dikkat çekici. Devlet bu eğitimle kadını denetim altına almak isterken gelecek nesilleri de garanti altına alma hedefinde olabilir mi? Kitabınızda söz ettiğiniz; tutarlı anneler, disiplinli çocuklar... Yani zaten eğitim “kutsal”, eh annelik derseniz o da öyle. Bu modern eğitimin daha iyi annelik etmek ve daha iyi çocuklar yetiştirmek adına olması bu hareketliliğin temel nedeniydi kısacası. Zaten programın temelde, bir dahaki yıl okula başlayacak olan cocuklara ders çalışma alışkanlığını kazandırmak gibi bir hedefi var. Tabii bunun için önce anneleri eğitmek gerektiği AÇEV'in dile getirdiği bir durum. Bu arada tabii yalnız devlet dememek gerektiğini hatırlatmak gerekiyor, evet devlet kurumları kullanılıyor ancak sivil toplum projesi bu. Hatta sivil toplum ve devlet işbirliğinin en iyi örnekleri arasında sayılıyor. Sivil toplum kuruluşları devlet ideolojisini desteklediği sürece, devlet kurumlarının olanaklarından yararlanabiliyorlar. Dolayı-
Kadınların anneliğine son kez dönersek, kitabınızda bahsettiğiniz bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Kadınların kendilerinden konuşmak istemesi ama anneliğin yalnızca çocuklarından konuşmasını gerektirmesi, annelik dışında bastırılan bir kimliğin, kadınlığın dışarı vurması gibi değil mi? Kadınların yalnız anneler olmadığını onlara yönelik bu bakışın yanlışlığını çok güzel özetliyor bence ne dersiniz? Evet, kadınlar elbette biraz da kadın olarak anılmak istiyorlar. Kendi bireyselliklerine sahip olmak istiyorlar. Sadece bir anne, bir eş, onun gelini, bunun karısı diye anılmaktan yorulup ve o rollerin içinde sıkışmamak için türlü yolar izliyorlar. Bir kere de, ailesi için degil, kendisi için, sırf kendi istedi diye bir şey yapmak istiyor kadın. Kim istemez ki? Ama bazen bunun yolu, kendi arzusunu, toplumun gözünde iyi bir anne olması gerektiği için, çocuğunun isteği olarak göstermesi, bazen kocayı bahane etmesi... Kadınların hayatı hep bu bahaneler arasına sıkışıp görünmezleşiyor.
Annelik eğitimlerinde öğretilen, bir hayal Aklımda arada bir broşürleri çıkarıp çıkarıp okuduğunu söyleyen kadın kaldı. Gazili kadının çok şey öğrendiğini söylemesi ama ne öğrendiğini o an için unutması... Gerçekte devlet ve sivil toplum kadına annelik eğitimi derslerinde ne öğretiyor? İşte siz insanı gündelik gerçekliğinden soyutlarsanız o da olması gereken halleri unutur. Kadının hayatında bir karşılığı yok şunların: Ayrı yemek tabaklarından servis edilen yemekler, çocuğu için ne kadar et, ne kadar süt tüketmesi gerektiği... Evde yok ki, neyi tüketecek? Öğretilen bir hayal, bir öznellik hayali. Ama o orta sınıf kadınlık ve aile hayali baki kalıyor. Ki bu orta sınıf aile fantezisini kurdurarak zaten kadınlara şunu yapın bunu yapın demek kolaylaşıyor, orada gerçeklikle hayali kurulan arasındaki boşlukta oynuyor, hayatlara nüfuz edebilir oluyor devlet.
Hayal olduğu için de hiçbir şeyi değiştirmiyor... Başka örnek, “Zaten diyaloğumuz iyiydi de, eğitimlerden sonra daha iyi oldu” diyen kadınlar... Kocaya laf söyletmeme meselesi, evet, güzel bir nokta. Benim de kendi çevremde pek çok şeyi sorgulamamı sağlayan bir yönü oldu. ‘Kocalar aslında iyi de’, dediklerini yazmıştınız... Orta sınıf çekirdek aile olması gerektiğinden onu korumak için, koca yerine çekirdek aile dışı aktörleri suçluyor kadın. Ya şiddet? Yani kocalar bu kadar iyiyse kadının maruz kaldığı ev içi şiddete ne demeli? Şiddet ve ataerkil baskılar, çekirdek aileyi koruma kadının sessizleşmesini, sözsüzleşmesini beraberinde getiriyor. “Söyleyeceğim kelimeyi unuttum” diyordu görüştüğüm bir kadın. Kelimesizleşmek yuvasını iyi idare eden, başarılı ev kadınlığının bir şartı oluyor sanki.
Çok eş söylemi tesadüf değil Sizce Sibel Üresin'in ve daha birçok muhafazakar kadın ve erkeğin her zaman dillendirdiği çokeşlilik, kadının kocasını evinde tutması, ailesini koruması gerektiği gibi düşüncelerin bugün gündem olması bir tesadüf mü? Kesinlikle tesadüf değil. Tam da bu kadın bakanlığının kaldırılması, Ailenin Korunması Kanunu, üç çocuk söylemi, Malatya mitingi gibi konuların gündemde olduğu sırada karşımıza çıktı. Ben de bunu duydugumda, aklıma ilk gelen 'Kocanız eve geç geliyorsa, ona kızmayın, biraz düşündüğünüzde hissettiğiniz duygunun endişe ve merak olduğunu fark edeceksiniz' lafı oldu. Kadınlara bu öğüdü veren; anne-çocuk eğitimi program kitapçığı. Yani kadını kendi duygularından bile şüpheye düşüren, öz-duygu yönetimini incelikle hesap ettiren bir tarz. Zaten Üresin de diyor ki, fakir bir erkeğe ikinci eş olarak gitmem! Tek var oluşunu zengin bir kocadan alan, orta sınıf ailesini bu şekilde kurmayı hedefleyen kadına kadın demeyen aynı bakış açısı seriliyor gözümüzün önüne.
Ataerki normalleşiyor Üresin gibi orta sınıf kadınların bunu söylemesinin, gerici İslamcı ideolojinin normalleştirilmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz? Bunu tek başına muhafazakarlıkla da açıklamak ne kadar yerinde olur bilmiyorum, Muhafazakarlaşma olduğu muhakkak fakat Üresin’inki bana daha çok ukalalık geliyor. Bunca kadının ev içinde, dışında, ataerkiye karşı belki hayatı boyunca verdiği mücadeleyi, maruz kaldığı erkek şiddetini yok sayarak, kadının kurtuluşu için böyle bir çözüm önerme, akıl alır değil gerçekten. Kuran’ı dayanak göstermesi yüzünden yalnızca ukalalık gibi görünmeyebilir ne dersiniz? Doğru, evet, ona da referans veriyordu degil mi? Bunun İslami kanattan kadınların tartışması, gündemleştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Ataerkiye karşı hala canla başla verilen bunca mücadele varken, bunca kadın cinayeti, toplu tecavüz davaları gündemdeyken, erkek egemenliğinin bu kadar normalleştirmesi kabul edilemez bir şey. Daha neler göreceğiz vallahi gün gectikçe daha acayipleşiyor.
12
DOSYA 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Hakları için mücadele edenler sokağı seçti
Mücadeley i sandıkla sınırlamayanlar çıkacak Siyasi partiler sandıktan t siyaseti sonuçlara kilitlendi. Faka da var. sandıkla sınırlamayanlar ukça Seçimden hemen önce old en i geçir hareketli bir bahar dönem örgütemek ve hak mücadelesi aldık. lerinin sandık tavırlarını ele n oy Emekçilerin, kendilerinde u talepisteyenlerin önüne koyduğ leri derledik
Seçim dönemlerinde siyaset sandık etrafında şekillense de, mücadeleyi seçimlerle ve sandıkla sınırlamayanlar da var. Hak mücadelesi verenler sandık tavırlarını ve taleplerini anlattı
Taşerona başkaldıranlar “güvenceli iş”; insanca yaşam savunucuları “suyumuzu satanlara oy yok” diyor. Sağlık emekçilerinin şartları var, üniversitelilerin ise sandığa sığmayan talepleri
‘Özgücümüze güveniyoruz’ Kuşkusuz bizim siyasal olarak temel talebimiz hayatın bütün değerlerini üreten emekçilerin siyasal alanda söz ve karar sahibi olmasıdır. Güvenceli yaşam öncelikle güvenceli bir iş demektir. Bunun ilk ayağı insanca yaşayacak bir asgari ücret ve eğitim, sağlık, ulaşım, su, barınma gibi temel hizmetlerin parasız olmasıdır.
A
KP iktidarı neoliberal dönüşüm programını eksiksiz ve katı bir biçimde uyguluyor. Bu politikaların ilk hedefi ise emeğin güvencesizleştirilimesi, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması oldu. Ülke çapında yaygınlaştırılan taşeron çalışma biçimi beraberinde yeni bir işçi kitlesini ve onların kendine özgü talep ve mücadelelerini de ortaya çıkardı. Taşerona karşı mücadele eden, ‘güvenceli iş’ talebini mücadelesinin hedefine koyan DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık İş Sendikası (Dev Sağlık İş) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile görüştük. Taşeron işçilerin, seçimlerdeki sandık tavrını ve adaylardan taleplerini sorduk. PARTİLERE BESLENEN UMUT YERİNİ MÜCADELENİN ÖZGÜCÜNE GÜVENE BIRAKTI Taşeron sağlık emekçisinin bu seçimlerde sandık tavrı nedir? Taşeron sağlık emekçileri açısından sınıf mücadelesini sandıktaki tavırla sınırlamadan düşünmek daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, emekçiler partilerin işçi sınıfı için ne düşündüğünü ve önerdiğini artık merak ediyor ve önemsiyor. Bunu en son Batman’da görme engelli işçi arkadaşımızın Sağlık Bakanı’na karşı gösterdiği tepkiden çok açık olarak görüyoruz.
Taşeron sağlık emekçisi gündelik hayatında AKP hükümetinin bütün uygulamalarından rahatsız olduğunu açıkça ifade ediyor. Biz taşeron örgütlenmesine başladığımızda üyelerimizin pek çoğunu oluşturan ve AKP’ye ve diğer düzen partilerine oy verdiğini tahmin ettiğimiz işçi arkadaşlarımız daha çok parti içindeki veya meclisteki tanıdıkları vasıtasıyla kadro isteme vb. sorunlarının çözülebileceğini düşünürken artık bu beklenti yerini kendi öz gücüne
‘Biz sokağı seçtik’ 2 milyonu aflk›n üniversitelinin seçmen oldu¤u düflünülünce adayl›k yar›fllar›, iktidar oyunlar› aras›nda gençlik hareketinin nas›l bir tutum alaca¤› önem kazan›yor. Ba¤›ms›z bir ö¤renci hareketi olarak y›l boyunca üniversitelilerin taleplerini, üniversite gündemini kamuoyuna tafl›yan Ö¤renci Kolektifleri’nden Neval Köseda¤›, Kolektifler’in sand›k yaklafl›m›n› flu sözlerle anlatt›: “Üniversitelere dönük gerici, piyasac› ve faflist sald›r›lar› büyük oranda engelledik ve hesap sorduk, kazan›mlar elde ettik. Bunlar›n hepsini sokakta gerçeklefltirdik. fiimdi bu gençli¤in önüne sand›k konuyor ve “sorunlar›na çözüm istiyorsan, seç” deniyor. Demokrasi ad›na yapt›klar› bu seçimlerin, gerek baraj uygulamas› gerek milletvekili yafl s›n›r›yla (25) son derece antidemokratik oldu¤u zaten ortada. 4 y›lda bir önümüze konulan bir sand›¤a oy atmakla da yönetime
kat›lm›fl olmayaca¤›m›z›, taleplerimize sorunlar›m›za çözüm bulamayaca¤›m›z› biliyoruz. Böyle bir durumda haklar›m›z› mecliste de¤il, sokakta aramay› tercih ediyoruz.” Köseda¤› adaylar›n önüne flu talepleri koyduklar›n› belirtiyor: 1- E¤itim her kademede eflit ve paras›z verilsin. 2-12 Eylül'den bugüne üniversitelerde bask› kurumu olan YÖK tamamen kapat›ls›n. 3-Üniversitelilere, üniversite yönetimlerinde söz, yetki, karar hakk› verilsin. 4-Bilimsel e¤itimin önündeki tüm engeller kald›r›ls›n. 5-Üniversitelere ayr›lan kamu bütçesi artt›r›ls›n. 6-Üniversitelerdeki tüm bask› denetim mekanizmalar› son bulsun. 7-Yabanc› dilde e¤itim zorunlulu¤u kald›r›ls›n. Herkese anadilde e¤itim hakk› tan›ns›n. 8-Üniversitelerde sosyal-kültürel faaliyetler için gerekli alanlar› art›r›ls›n
inanan bir mücadeleye bırakmış durumda. ‘SINIF MÜCADELESİ TOPLUMSAL BİR DEĞER OLDU’ Yaptığımız tüm eylemlerin karakterini AKP hükümetini eleştiren sloganlar ve söylem oluşturuyor. Yaşadığımız süreçte sınıf mücadelesinin toplumsal bir değer haline gelmesi açısından bizce bu gerçeklik sandıkta hangi partiye oy verildiğinden daha önemlidir.
Seçimlerde oy kullanma açısından işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesine yönelik tek laf etmeyen tek parti olan AKP’ye, sınıf kimliği dışındaki düşünme biçimlerinden dolayı oy verilebilir. Fakat bu da sınıf mücadelesinin henüz toplumsal hegomonyasını kuramamış olmasıyla ilişkili bir sorundur. Dev Sağlık-İş’e göre adaylar hangi şartları, talepleri yerine getirirse taşeron sağlık emekçisinin oyunu hak etmiş olur?
‘TAŞERONU GÖMECEĞİMİZ YER SOKAKTIR’ Bu talepleri arttırmak mümkün. Ancak bu konuda şunu söylemeden geçmek olmaz. Emekçilerin esas olarak sistem partilerinden umut beklemesi yanıltıcı olur. Kapitalist sistemin esasına ilişkin bir eleştiri getirmeyen partilerin başta taşeron çalıştırmayı ortadan kaldırmak olmak üzere emekçiler için gerçekçi ve kalıcı bir çözüm üretmesi imkansızdır. Bu nedenle bu taleplerimiz bazı partiler tarafından söylemde kabul edilse bile biz biliyoruz ki, her şeyin parayla alınıp satıldığı bu dünyada kimse bize haklarımızı gümüş bir tepsi içinde sunmayacak. Yıllardır “insan ihaleyle çalıştırılmaz, sağlıkta taşeron olmaz” diyerek güvenceli iş insanca yaşam mücadelesi veriyoruz. Her türlü baskıya, işten çıkartmalara rağmen direniyoruz. Biliyoruz ki, haklarımızı elde edeceğimiz , taşeronu tarihe gömeceğimiz yer dün olduğu gibi önümüzdeki süreçte de mücadele alanlarımız olacak, sokak olacak.
‘Suyumuz için’ Ş avşat Derelerin Kardeşliği Platformu sosyal paylaşım sitelerinde yaptığı açıklamalarla seçimdeki tavrını ortaya koyuyor. Platform açıklamasında şöyle diyor: “Bugüne kadar sattıkları satacaklarının teminatıdır. Derelerimizi satanlar yarın mera ve yaylalarımızı da satacaklar. Yaşama ve geçinme alanlarımızı satanlara oy yok.”
Hekimlere göre tedavi belli S
eçim sürecine dair görüş açıklayan kesimlerden birisi de hekimler oldu. “13 Mart’ta binlerce hekim Ankara’da performansa dayalı ücretlendirmeyi protesto ederek çalışma koşullarının düzeltilmesini istemişti. 19-20 Haziran’da da aynı taleplerle greve çıkarak iş bırakmışlardı. Seçimler yaklaşırken hekimlerin meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği de nitelikli sağlık hizmeti sunabilmek için siyasi parti ve adaylardan öncelikli talepleri şöyle sıraladı: 1- Sağlıktaki her türlü prim ödeme zorunluluğu, katılım payları ve ilave ücretler kaldırılmalı, sağlık harcamaları genel bütçeden karşılanmalıdır. 2- Sağlık için ayrılan bütün kamusal kaynaklar yaygın, eşit, ücretsiz ve nitelikli kamusal sağlık örgütlenmesi için kullanılmalıdır. 3- Sağlıkta bütün özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamalarına son verilmeli; Kamu Hastane Birlikleri Kanun Tasarısı geri çekilmeli, Kamu Özel Ortaklığı ihaleleri durdurulmalıdır. 4- Özel sağlık sektöründe büyük sermayeyi ve tekelleşmeyi teşvik eden uygulamalara son verilmelidir. 5- Hastaları “puan”a
dönüştüren “performansa göre ücretlendirme” sisteminden vazgeçilmelidir. 6- Hekimlerin mesleki ve klinik bağımsızlığını yok eden bütün kısıtlamalar kaldırılmalıdır. 7- Tıp fakülteleri hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devredilme girişimleri durdurulmalı, altyapısı yetersiz tıp fakülteleri açılmamalı, bu koşullarda tıp fakültesi kontenjanları arttırılmamalıdır. 8- Kamu ve özel bütün sağlık kurumlarında her tür güvencesiz
çalıştırmaya son verilmelidir. 9- Tam süre çalışma; hekim ücretleri insanca yaşamaya, mesleki gelişimi sürdürmeye yetecek, emekliliğe yansıyacak biçimde düzenlenerek hayata geçirilmelidir. 10- Sağlık Bakanlığı’nca diplomalarımıza el konulmasına son verilmeli, mecburi hizmet yerine gönüllü çalışmayı teşvik edecek, toplumsal barışın sağlanması ile beraber ekonomik ve sosyal özendirici tedbirler alınmalıdır. 11- Başta asistanlık dönemi ve
uzun nöbet süreleri olmak üzere her tür angarya uygulamasına son verilmelidir. 12- Hekimlerin her türlü yükselmelerinde liyakata değer verilmeli, akademik yükseltmelerde şeffaf, bilimsel, objektif sınav süreçleri geçerli olmalı, hekimlerin sürekli eğitimleri kamusal olarak desteklenmelidir. 13- İşyeri hekimliği alanında Türk Tabipleri Birliği'nin yetkilerini yok etmeye yönelik girişimler durdurulmalı, işyeri hekimlerinin bağımsızlığı meslek örgütü güvencesinde sağlanmalıdır. 14- Birinci basamakta çalışan hekimler arasında başta kurum hekimleri, TSM hekimleri olmak üzere ücret eşitsizliklerine son verilmeli, aile hekimleri devlet memuru statüsüne geçirilmelidir. Birinci basamakta ekip çalışması ve anlayışını yok eden uygulamalara son verilmelidir. 15- Halkı sağlık çalışanlarına karşı kışkırtan, hekimlere yönelik hürmetsiz politikacı, yönetici söylem ve tutumlarından derhal vazgeçilmeli, sağlık ortamlarının şiddetten arındırılması için 16- Bütün sağlık kurumlarında İşyeri Sağlık Birimleri kurulmalıdır.
Eğitimi yıkanlara oy yok Eğitim Hakkı Meclisi yayımladığı broşürle AKP’nin Eğitim icraatlarını anlatıyor
A
KP hükümetinin son dönemde bir yandan iddialı vaatlerle yeni dönemin öne çıkardığı eğitim alanı bir yandan da skandallar eşliğinde bir yıkıma sürüklendi. Müfredat gericileştirilirken “değerler eğitimi” adı altında “din dersleri” yaygınlaştırıldı. Eğitim hizmeti piyasalaştırılırken bu hizmeti veren öğretmenler güvencesizleştiril-
di. Bu icraatların bir sonucu olarak 2010 baharı boyunca sokaklar en çok eğitim alanındaki sorunlardan muzdarip olanları ağırladı. Eğitim Hakkı Meclisi tarafından yayımlanan ve yakında tüm Türkiye’ye dağıtılacak Eğitim Hakkı Broşürü, seçim döneminde AKP’nin eğitim alanındaki yalanlarını ortaya döküp öğretmen,
öğrenci ve velilerin bu konudaki ortak taleplerini gündeme getiriyor. Eğitim Hakkı Meclisi’nin broşüründe AKP’nin “Ak icraatlar” olarak tanıttığı seçim broşüründen yola çıkarak yalanlar ver gerçekler verileriyle ortaya koyuluyor. Aynı broşürde Eğitim Hakkı Meclisi tarafından ortaya koyulan talepler ise şöyle:
1-Parasız eğitim istiyoruz. 2- Bilimsel, anadilde eğitim istiyoruz. 3- Öğretmenlerimize güvence istiyoruz. 4- Çocuklarımız için okullarda parasız beslenme istiyoruz. 5- Okullara parasız ulaşım istiyoruz. 6- Eğitim sisteminde şifresiz, parasız , gerçek eşitlik istiyoruz.
Hakkımız olanı verin
K
adın düşmanlığının güçlenmesi karşısında kadınlar kendilerine özgü talepler dile getirdi. Bu talepler seçim gündeminden bağımsız olmakla beraber sıcak, yakıcı bir soruna işaret ediyor. Halkevci Kadınlar “Kadın düşmanlığına karşı koşulsuz, şartsız sosyal güvence” talep ediyor. Feministler “Kadın cinayetlerine karşı isyandayız” diyor.
Yıkım geliyor Ç
iftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu, AKP’nin seçim beyannamesinde tarım ve hayvancılıkla ilgili maddeleri değerlendirerek görüşlerini yazılı bir açıklama ile paylaştı. Aysu, AKP’nin gelecek dönem tarım ve gıdada şirketlerin egemenliğini pekiştirmek için bir dizi yasa tasarısı hazırladığını belirtti.
13
TARİH 3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Halk›n Sesi
B A B A L A R I N I N
Ç ‹ F T L ‹ ⁄ ‹
G ‹ B ‹
E L D E N
Ç I K A R T T I L A R
Ankara’nın yağmalanan değeri AOÇ “
Bak” dedi yarbay, “işte Ankara” “Şu tepedeki küçük köy mü?” “O köy değildir şehirdir” diye düzeltti ama yine de beklediğimin bu olmadığını düşündüm. Böyle ufacık bir yer bu kadar büyük bir ad taşısın. Bu kadar uzak yoldan görmek için geldiğim yeni Türkiye’nin kalbiyle ilk tanışmam böyle oldu.” Cumhuriyet Türkiyesini ziyaret eden ilk İngiliz gazeteci Grace M. Ellison’ın kaleminden bu satırlar bir “yabancı”nın kendi kent kriterlerine göre yaptığı bir değerlendirme değil sadece. Ankara, 1920’li yıllarda bir bozkır kasabasıdır. Bu kimliğinden sıyrılıp kentleşme sürecine girmesindeki tek itici güç ise cumhuriyet ve onun bir uzantısı olarak şehrin başkent konumuna gelişidir. Bir modernleşme projesi olarak tasarlanan cumhuriyetin ilanıyla beraber Ankara da kentli kimliğe doğru değişime, dönüşüme uğramıştır. Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) ise cumhuriyetin kuruluş ve azminin simgesel göstergelerinden biridir. Yeni kurulan başkentin örnek ve öncü olma iddiası, tarım-hayvancılık alanında AOÇ’de vücut bulmuş, tarıma elverişli olmayan bir arazinin ülkeye kazandırılabileceği gösterilmek istenmiştir. BATAKLIKTA HASAT ZAMANI Üç çadır kurularak çiftlik idare merkezi, parklar ve sebze bahçelerinin üzerinde oluşturulduğu ilk arazi, eski Ankara valilerinden Abidin Paşa’nın eşinden satın alınmıştır. Daha sonra Balgat, Etimesgut, Çakırlar, Macun, Güvercinlik, Tatar ve Yağmurbaba gibi arazilerin de satın alınmasıyla 52 bin dekarlık arazi üzerine kurulmuştur. Çiftlik kuruluşunda Atatürk’ün kendi kişisel mülküdür. İlk adı Orman Çiftliği olan çiftlik arazisinin bir bölümü, ilk kuruluşu sırasında bataklık halindedir. Ancak, yapılan çalışmalarla bataklık ve sazlık olan bölge tarıma elverişli duruma getirilir. İlk aşamada kuruluş amaçları doğrultusunda, tarım ve hayvancılık organize edilmiştir. Bu alanda uzmanlar yetiştirilmesi de amaçlanmış, yurtdışından uzmanlar getirilerek ülkede de uzman yetiştirilmesi sağlanmıştır. Tarım ve hayvancılığın uzantısı olarak endüstriyel tesisler oluşturulmuş, çiçekçilik, park-bahçe düzenlemeleri, mandıralar, ülkenin ikinci büyük bira fabrikası, deri fabrikası, ziraat aletleri ve demir fabrikası gibi tarım ve hayvancılıkla ilgili her konuda üretim, değerlendirme ve pazarlama üniteleri kurulmuş, satış mağazaları, lokanta ve gazinolar açılmıştır. Açılan mekanlar aynı zamanda Ankara’nın sosyal yaşamına da öncülük etmiş, park ve plaj gibi işletmeler açılmıştır. Eğlence yerleri az olan Ankara’da halk, tatil günlerini çiftliğin parklarında, gazinolarında ve lokantalarında, parasız olarak gezilen hayvanat bahçesi ve müze de geçirmiştir. Ayrıca çiftlik çalışanları ile
civar
köylülerin
A
nkaralılara sütü, dondurması, şarabı ile bir tat; hayvanat bahçesi, havuzu, bira parkı ile eğlence mekanı; yeşili ile nefes alınacak bir ada sunan Atatürk Orman Çiftliği, bütün bu özelliklerini yitirerek gelmişti bugünlere. Bugünse Büyükşehir Belediyesi’ne bedelsiz devrediliyor
AOÇ’nin kuruldu¤u yer batakl›k ve sazl›klarla kapl›yd›. Batakl›k kurutulup tar›m yap›ld›, tesisler infla edildi.
amaçlar ve sözlerle… Sanayi tesisleri kurmak, Tarım ve Orman bakanlıkları teşkilatına yeni yerleşkeler yapmak, Ankara'nın Cumhuriyet’le yaşıt spor kulüplerine spor ve antrenman sahaları ile devletin saygın kurumlarına gerekli sosyal tesisler kazandırmak, turistik tesisler ile çiftliği bütünleştirmek… Böylece Çiftlik, sahip olduğu arazinin bir kısmını kaybetti, işlevinin önemli bir bölümünü yapamaz hale geldi. Kalan kısmı da yapılaşmaya ve kent trafiğinin bir bölümüne açıldı.
Ancak çiftlik de zaman›n ya¤mas›na direnemedi. Tesisler yok edildi, halktan kopar›ld›. Marmara Havuzu M‹T’in sosyal tesisi oldu. Karadeniz Havuzu yerine Devlet Mezarl›¤› yap›ld›. Çiftlikte üretilen biran›n içildi¤i Bira Park› art›k yok. çocuklarının okumaları için çiftlikte “On Yıl” adlı yatılı okul kurulmuş ve bir poliklinik açılmıştır. Hastaların tedavi giderleri çiftlik tarafından karşılanmaktadır. Ç‹FTL‹K, M‹LLETVEK‹L‹ DUYARLILI⁄INA KALINCA… Atatürk, Orman Çiftliği, kuruluş amaçları çerçevesinde yönetilmesi kaydıyla 1937’de hazineye bağışlandı. Çiftlik bu dönemde Gazi Orman Çiftliği adını alarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1950’de de AOÇ
Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile AOÇ adı altında Tarım Bakanlığı’na bağlı tüzel kişiliğe sahip bir kuruluş haline getirilmiştir. Kurucu yasanın en önemli yönü, çiftlik arazisinin kullanımı ve korunmasına yönelik maddeleri içermesidir. Yasanın 9. maddesi, müdürlüğün bütün malları devlet malı hükmünde kabul ederek bu mallar aleyhine suç işleyenlerin devlet malları aleyhine suç işleyenler gibi ceza göreceğini belirtir. 10. madde ise çiftlik içinde bulunan gayrimenkullerin gerçek veya tüzel kişilere devrini ve kamulaştırılmasını özel bir kanunla
izin alınmasına bağlar. 10. madde muhtemelen meclise devirle ilgili bir yasa taslağı geldiğinde, milletvekillerinin duyarlı davranarak buna izin vermeyecekleri düşüncesiyle oluşturulmuş ve kabul görmüştür. Ancak geçen yıllar bu beklentiyi boşa çıkaramıştır. TAMAMEN DUYGUSAL… AOÇ, zamanla gelişen ve büyüyen kentin önemli bir rant odağı olarak görülmeye başlandı ve çeşitli kanunlarla ve idari kararlarla her anlamda yağmalandı, elbette hep kutsal
K‹RACININ DA K‹RACISI... AOÇ’den koparılan alanlarda çimento fabrikasından AŞTİ otobüs terminaline, devlet mezarlığının yanı sıra Türkeş’in anıt mezarından atık su kolektörlerine, kömür depolarından benzinliklere kadar, kuruluş amacı dışında birçok kullanım bulunmaktadır. Bunların yanında, arazinin oldukça büyük bir bölümünün de kira, protokol gibi yöntemlerle devri/tahsisi gerçekleştirilmiştir. Ancak kira gelirlerinin yıllar öncesinden yapılan kontratlar nedeniyle oldukça düşük bedeller olduğunu belirtmek gerek. Hatta başka kuruluşlara daha yüksek bedele kiralayanlar bile olmakta. Örneğin, Gençlerbirliği ve Ankaragücüspor kulüpleri tarafından kullanılan ve 2008’de 49 yıllığına bedelsiz olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilerek aslında bu kulüplere tahsisi amaçlanana alanın bir kısmı, bu kulüplerden biri
‘Baraj işi, bir buçuk 38’dir’ B
aşbakan Erdoğan 20 Mayıs’taki Van mitinginde, önceden duyurulduğu şekliyle, “çok önemli belgeleri”ni mitingi izleyenlere göstere göstere tek tek açıkladı: Herkesin malumu olduğu üzere, Kürtçe’yi kitap, kaset, cemiyet tüzüğü gibi metin, materyal üzerinden yasaklayan kararnamelerdi bunlar. Bu yasakların altındaki İnönü imzasından CHP’ye vurmak isteyen Erdoğan, benzer kararlara imza atan, mirasını sahiplediğini söylediği Menderes’ten hiç bahsetmedi. Ancak Erdoğan’ın esas bahsetmediği, kendilerinin de takipçisi olduğu, Kürtlere yönelik bir devlet politikası ve bu politikanın sonucu bir proje: Munzur Barajlar Projesi. Bilindiği gibi Tunceli, baraj ve HES proje silsilesi ile kuşatılmış durumda. Projeler son dönemde gündeme gelmiş olsa da fikir tarihi Osmanlı’ya dek uzanıyor.
BLOK HAVUZDAN BARAJA DE⁄‹fiMEYEN DEVLET GELENE⁄‹ Geçtiğimiz yıllarda Jandarma Genel Komutanlığı'nın, tahminen 1933-1934 yıllarında hazırlamış olduğu Dersim Raporu, dönemin 2. Ordu Komutanı Orgeneral İzzettin Çalışlar'ın kütüphanesinde bulunarak yayımlandı. (İletişim Yayınları). “Gizli ve zata mahsustur. Kayıt altında 100 tane basılmıştır” ibaresi bulunan rapor, 19. yüzyıldan itibaren Dersim isyanlarını ele alarak, 1930'lu yıllara kadar alınan önlemleri ve eksik kaldığı düşünülen unsurları ifade ediyor. Raporda “Dersim’in itaatsiz ve azgın halkına hakim olmak için Samih Paşa, Dersim dahilinde mühim noktalara blok havuzlar inşa ederek Dersim’de asayişi sağlamayı, sükunu temin ederek bu halkı kazanmağı düşünmüş ise de bu arzularını tatbike muvaffak olamadı”ğı belirtilmiş. Blok havu-
zların amacı bu kadar net! Osmanlı’nın bölgeyle irtibat kurmakla görevlendirdiği Samih Paşa’ya bu görev 1863 yılında verilmiş. 1896’da da Anadolu Umum Müfettişi Müşir Şakir ile 4. Ordu Müfettişi Zeki Paşa’nın hazırladığı raporda oluşturulan ‘Islah Programı’nda öneriliyor bu blok havuzlar. Samih Paşa’dan yaklaşık 70 yıl sonra ise görev Mareşal Fevzi Çakmak’ın. Çakmak, söz konusu raporda bu önlemi aynen tekrarlıyor: “İcap eden yerlerde blok havuzlar yapılması”. Böylece Dersimlilerin çok uzak ovalara gönderilmesi ve Türk köylerine dağıtılmasını öneriliyor. Zaten raporda “Dersim’in suları” başlıklı ayrı bir bölüm hazırlanarak hangi derenin hangi aşiret için sığınak yeri olduğu, aşiretlerin birbirleri arasındaki temas istikametini nasıl sağladığı tek tek sıralanmış. Örneğin TagarÇemişkezek deresinin
ulaşılması zor bir sığınağı olduğu için “1926’da Muğlalı Mustafa Bey idaresinde yapılan harekette, Koçuşaklıların bu dereden istifade ederek diğer aşiretler arasına dağınık bir suretle kaçmak imkanı buldukları” özellikle belirtilmiş. Bilindiği gibi, 38 olayları bu blok havuzlara ihtiyaç bırakmadı. 90’lı yıllarda ise Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Süleyman Demirel’e gönderdiği gizli mektupta bölgede dağlık merkezlerin ve civar yerlerin tahliye edilmesini, tekrar iskan ve dönüşü önlemek, göçe teşvik için de bölgede çok sayıda baraj yapılmasını önerdi. Bugün, ise “blok havuz”un adı “baraj”a çevrilmiş durumda. 4’ü Munzur Vadisi’nde olmak üzere 20 baraj inşa edilmek isteniyor. Ancak projeler bölge için tam anlamıyla bir kıyım. “BARAJ ‹fi‹, B‹R BUÇUK 38’D‹R!” Yapılmak istenen barajların etrafındaki ormanları ya sular
altında kalacak ya da inşaatlar için yok edilecek. Barajların yaratacağı çölleşmeden iklim de nasibini alacak, su kaynaklarının büyük kısmı kuruyacak. Kuruyacak alanlardan bir tanesi de Munzur Nehri’nin kaynağı Munzur Gözeleri. Böylelikle Munzur Vadisi ormanlık alan vasfını da yitirecek. Zaten kısıtlı olan tarımsal üretim son derece azalacak. Diğer yandan, barajlar nedeniyle Tunceli’nin hem ilçeleri hem de etrafındaki illerle bağlantısı kopacak ve bir ada haline gelecek. 1994’te boşaltılan köyler nedeniyle nüfusu büyük oranda azalmış olan Tunceli’de 84 köyün sular altında kalması ile buralarda yaşayan insanlar da göçe zorlanacak, yaşadıkları topraklarla her türlü bağı kopacak. Bu nedenle bölge insanı için “Baraj işi, bir buçuk 38’dir!” Ne demişti Seyit Rıza yıllar önce, “Ayıptır, zulümdür, cinayettir”
tarafından disko-eğlence tesisi niteliğindeki bir özel kuruluşa, kendi ödediği kira bedelinin 20 katına ulaşan bedellerle kiralanmış. Bütün bu uygulamalarla, kamunun malı özel mülkiyete dönüştürülmüş, arazinin bütünlüğüne ve sürekliliğine zarar verilmiş, çok parçalı bir yapıya bürünmesine neden olunmuştur. 1960’lı yıllara kadar kentin çeperinde kalan AOÇ; kentin büyümesi, çevre yolları ve çevre yollarına bağlantılar, otogar gibi kullanımlar nedeniyle kent içerisinde bir ada şeklinde kalmıştır. Çiftliğin tarım ve hayvancılık üretimi giderek azalan bir seyir izlemiştir. Tahıl ve hayvancılık için ayrılan alan gün geçtikçe küçülmüştür. Kentin altyapısının gerektirdiği ana ulaşım yolları, su ve doğalgaz boruları, kanalizasyon, enerji nakil hatları ile bir ağ gibi sarıldığı için, üretim yapılabilecek tarlaları parçalanmış ve tarımsal işlevini yitirmiştir. Hayvancılıktan büyük ölçüde vazgeçildiği için deri fabrikası ile daha sonraları pulluk fabrikasına dönüşen demir atölyesi kapatılmıştır. 1930’lu yıllardaki üretim çeşitliliği geniş bir yelpazeye yayılırken, üretim etkinliğinden giderek uzaklaşılmıştır. Bağcılık yapılmadığı için, satın alınan üzümlerle sürdürülen şarap üretimi de bugün tamamen bitmiştir. BELED‹YE EL KOYDU Çiftliğe önemli bir darbe, çiftliğin kuruluş yasasına 2006’da bir madde eklenerek Ankara’nın pek çok kamusal mekanı gibi Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne teslim edilmesi oldu. Çiftliğin geleceğini belirleyecek olan çok önemli ve geniş yetkiler belediyeye verildi, hiçbir yasal ölçü ve sınır tanımadan planlama adı altında çiftlik topraklarına el koyma yetkisi tanındı. Belediyenin hemen ertesi yıl yapmış olduğu planı Belediye Meclisi kabul etti. Plan, çiftliğin tarımsal, ekolojik niteliğinin ortadan kaldırıldığını, dünyanın hiçbir yerinde olmayan büyüklükte bir hayvanat bahçesinin plana işlendiği, AOÇ arazisi içerisinden geçirilen otobanlarla kentin çiftlikten yararlanma hakkının ortadan kaldırıldığı gerekçeleri ile meslek odalarının açtığı dava sonucu hukuka aykırı bulunarak iptal edildi. Ancak 21 Mayıs’ta Anayasa Mahkemesi, AOÇ'nin arazilerinin belediyeye bedelsiz tahsisine izin veren bu kanun hükmünün iptal istemini reddetti, üstelik gerekçeli kararda kamu yararı vurgulandı. Peşkeş çekilen toprakları dışında çiftlik görevlilerinin yakınlarının özel şirketler aracılığıyla işe başladığı, AKP milletvekilinin sahibi olduğu Kiler marketlerde satılan ürünlerden elde edilecek gelirin tahsil edemediği iddiaları da eksik olmadı. Çiftlik tam anlamıyla bir yağma çiftliğe dönüştü. Mekanlarının ardından kamu kurumu olma niteliği de sermayenin mantığına terk edilmiş oldu.
14
SPOR
Halk›n Sesi
3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
A F C
W ‹ M B L E D O N :
T A R A F T A R I N
T A K I M I
Takımı kuran da tutan da onlar Wimbledon bir üst lige çıkar ve Milton ligde kalır; ya da Milton bir alt lige düşer ve Wimbledon ligde kalabilirse, AFC Wimbledon taraftarlarının yaklaşık 10 yıldır beklediği karşılaşma gerçekleşebilir. Aslında bu yıl bu büyük maça ramak kalmıştı. AFC Wimbledon ve Milton Keynes Dons, FA Kupası’nın birinci aşamasındaki rakiplerini geçselerdi eşleşeceklerdi. AFC Wimbledon rakibini geçti ancak Milton Keynes Dons, Stevanage’e elenince 2. turda AFC Wimbledon ile Stevanage oynadı ve Wimbledon elendi.
MET‹N ARSLAN
İ
ngiltere’nin başkenti Londra’nın güneybatısındaki Kingston Upon Thames mahallesinin takımı, Association Football Club (AFC) Wimbledon 21 Mayıs’ta yaptığı karşılaşmada rakibini eledi ve İngiltere futbol liglerinde profesyonel futbolun başladığı lig kabul edilen League Two’ya çıkmayı başardı. 2002 yılında bir grup FC Wimbledon taraftarı bir araya gelerek takımlarının şehirlerinden taşınmasını protesto eder ve yeni bir takım kurmak için federasyona başvururlar. Taraftarlar, oturdukları yerden 80 kilometre uzak bir şehre taşınan takımın kendilerini temsil etmediğini düşünüyorlardı. İşte böyle başlayan AFC Wimbledon’ın hikayesi, karşı çıkmanın, söz söylemenin artık normalleştiği ve sıradanlaştığı bir dönemde, futbolun ticarileşmesine karşı ortaya çıkmış ender ve başarılı pratiklerden biri. YÜKSELME VE GER‹LEME Kulübün hikayesi, 2002’de başlıyor ama 2002’de başlayabildiyse bunu 1889’da öncülü FC Wimbledon’ın kurulmasına borçlu. 1889’da kurulan FC Wimbledon, uzun yıllar amatör liglerde oynar, 1970’lerde profesyonel liglere çıkar ve uzun bir süre İngiltere liglerinin birinci kategorisinde yer alır, hatta 1988’de o dönem en güçlü yıllarını yaşayan Liverpool’u 1-0 yenerek FA Kupası’nı kazanır. 1992’de kurulan
T
akımlarının, kulüp sahibinin aldığı bir kararla kilometrelerce uzaklıktaki bir şehre taşınması üzerine yeni bir takım kuran Wimbledon taraftarları, en alt seviyeden başladılar ve önemli bir aşama kat ettiler. Kurdukları takım artık profesyonel ligde oynayacak
Premier Lig’in kurucu takımları arasında da yer alan FC Wimbledon’ın kaderi 2001 Ağustos’unda belki FA Kupası başarısından daha önemli bir kırılma anı yaşar. Önceleri stadı yıkılan ve Londra’nın bir diğer güney
Kulüp bu sezon ortalama 3500 seyirciyle oynadı. Rekoru ise 4.722 kişinin izlediği, 25 Nisan 2009’daki St. Albans maçı.
takımı Crystal Palace’ın stadına taşınan Wimbledonlılar taşınmaya alışıktırlar ama takımın yeni sahibi olan Norveçli Konsorsiyum, kulübü Londra’nın yaklaşık 80 kilometre kuzeyindeki Milton Keynes adlı bir kasabaya taşımaya karar verir. Taraftarlar isyan bayrağını açıp kulübün artık kendilerini temsil etmediğini söyler ve yeni bir takım kurmaya karar verirler. Haziran 2002’de bu takımı kurarlar; takımlarının adı FC Wimbledon’a nazire yaparcasına AFC Wimbledon olacaktır. AFC’nin açılımı “Association Football Club”tır ancak açılımı da zaman içinde kendine özgü bir anlama bürünür. “A Fans Club” yani “taraftarın kulübü.” 9. L‹GDEN BAfiLAYAN MACERA AFC Wimbledon, futbol hayatına, 9. lige tekabül eden Combined Countries
League’e katılarak başladı ve 9. ligde 3 bin seyirci ortalamasıyla oynadı. İlk futbolcuları taraftarların katılımıyla yapılan basit bir seçmeyle belirlendi. İkinci sezonunda bir üst lige yükselen takım, diğer üst liglerden de yükseldi ve 9’uncu yılını yaşadığı bu sezon 5. lige tekabül eden Blue Square Premier’de 90 puanla ikinci oldu. Bir üst lige yükselmek için ön eleme oynamaya hak kazandı. Ön elemede ise 21 Mayıs’ta karşılaştığı Luton Town takımını penaltılarla 4-3 yenen AFC Wimbledon, League Two’ya katılmaya hak kazandı. Kulüp hemen kendine bir sponsor da bulur. Eskiden Championship Manager ve 2005’ten beri de ismi değişerek Football Manager adını alan futbol oyunun yapımcısı Sports İnteractive şirketi “amatör ruhu desteklemek” iddiasıyla kulübe sponsor olur. Şirket, ürettiği menejerlik oyunlarında da AFC Wimbledon’ın
fotoğraflarını kullandı. Yeri gelmişken bir parantez açmakta fayda var. Football Manager oyununda en düşük liglerdeki AFC Wimbledon’ın kulübün başındaki saygı değer hocaları kovarak da olsa başına kendinizi geçirmek ve takımı uzun ve zorlu bir uğraşla Premier lige çıkarmak FM oyuncularının en büyük fantezisi oldu. Dünyanın dört bir yanındaki binlerce FM oyuncusu kulübün hikayesini bu oyundan öğrendi ve AFC Wimbledon ‘projesine’ bilgisayarları başından katıldı. BÜYÜK MAÇA AZ MI KALDI? Kulüp sahipleri tarafından Milton Keynes’e taşınan FC Wimbledon ise 2004 yılında eski adıyla son sezonunu oynar ve diğer sezon adı Milton Keynes Dons olarak değiştirilir. Milton Keynes Dons şu anda 3. lige karşılık gelen League One’da oynuyor. Önümüzdeki sezon, AFC
ASIL BÜYÜK MAÇ BAfiLADI MI? AFC Wimbledon, şimdi profesyonel ligde fakat profesyonel futbolda amatör ruhla mücadele etmek yeterli olamayabilir. Profesyonel futbol günümüzde taraftara iyi gelen bir ilaç ama çok fazla yan etkiye sahip. Nitekim 1970’lere kadar bir Londra mahalle takımı olan FC Wimbledon’ın yerel etkilerini aşarak ve genişleyerek ulusallaşması ve buna bağlı ortaya çıkan nice -ekonomik veya değil- birçok kriz değil midir bu mahalle takımının 1. dönemini 2002’de sonlandıran? Eski FC Wimbledon’ın stadının koşulları Premier lige uygun değildi ve yıkıldı. Şu anda da sadece dörtte birinde koltuk bulunan 4,722 kapasiteli Kingsmeadow stadında oynuyorlar ve ileride bu stat da onlara yetmeyebilir. Peki, o zaman yeni bir stat yapmak için bir çokuluslu firmaya muhtaç olduklarını mı düşünecekler? Yoksa geçmişte yaşadıklarını uzun uzadıya irdeleyecekler mi? Şurası kesin, henüz amatör ruhun ve AFC Wimbledon deneyiminin profesyonel futbolda nasıl bir sonuç yaratacağı görülmedi. Paranın haddinden fazla konuştuğu bu alanda AFC Wimbledon gibi takımların nasıl başarılı olacağına dair bir sihirli formülümüz yok. Başarı, belki de o kadar önemli değildir ve taraftarlar 4. ligle yetinebilirler. Ama mesele yetinmek de değildir belki; taraftarlar için maçına gidebilecekleri yakınlıkta bir takım olması yeterlidir. Eğer buysa, başardılar.
Kardeş takımı FC United Benzer bir giriflim dünyaca ünlü Manchester United kulübü taraftarlar›nca gerçeklefltirildi ve taraftarlar›n yeni kurdu¤u Football Club of Manchester adl› kulüp, AFC Wimbledon’›n yolunda ilerliyor. 2005 y›l›nda Manchester United’›n ABD’li ifladam› Malcolm Glazer taraf›ndan al›nmas›n›n ard›ndan kulübün art›k kendilerini temsil etmedi¤ini söyleyen yaklafl›k 3 bin taraftar yeni bir tak›m kurmaya karar verdi. T›pk› AFC Wimbledon gibi 9. ligden bafllayan tak›m 7. ligdeki bu sezonunu 4. bitirdi ve bir üst lige yükselmek için eleme maç› oynamaya hak kazand›. Eleme maç›n› kaybeden FC United, bu sezon FA Kupas›’nda, kendisinden 4 kategori yukar›da oynayan bir tak›m› eleyerek 5. tura kadar yükselmeyi baflard› ve büyük bir sürpriz yapt›. DEMOKRAT‹K YÖNET‹M
FC United of Manchester’›n manifestosu, kulübün üyeleri taraf›ndan demokratik bir flekilde yönetilece¤ini, Manchester halk›yla s›k› iliflkiler kuraca¤›n› ve hiçbir zaman kar amaçl› bir oluflum olmayaca¤›n› ilan ediyor. Y›ll›k 12 pound’luk bir aidatla üye olunabilen kulüpte her üye bir oy hakk›na sahip. FC United ve AFC Wimbledon kardefl tak›m olduklar›n› ilan ediyorlar ve her sezon bafl›nda bir dostluk turnuvas› düzenlemeye gayret ediyorlar. Tak›m ayr›ca formas›na reklam da alm›yor.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, 25 Mayıs günü İstanbul Maltepe'deki esnaf ziyaretinde bir dükkanın duvarındaki Ernesto Che Guevara posterine işaret ederek, "Che de yaşasaydı AKP'ye oy verirdi" dedi.
29 Mayıs günü katıldığı Fatih Üniversitesi mezuniyet töreninde konuşan Başbakan Erdoğan “Kendinize yıldızları hedefleyin” dedi.
Başbakan Erdoğan her mitinginde bir protestoyla karşılaşıyor. Ancak AKP’nin protesto edilmesine tahammül edemiyor. AKP’nin geçtiği her yerde polis şiddete sarılıyor, halka saldırıyor, protestocuları gözaltına alıyor, kan döküyor.
Karikatürlerinizi chevivaugur@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Karikatürlerinizi chevivaugur@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.
KÜLTÜR SANAT
15
3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
Fatma Murat’› kaybettik Televizyon programı 'Olacak O Kadar'daki oyunculuğuyla tanınan tiyatro sanatçısı Fatma Murat, yaşama veda etti. Tiyatroya Ankara Halk Tiyatrosu'nda Erkan Yücel ile başlayan Murat'ın "Hiç Değilse Ölüm Var" ve "Korkuyor Aşk" adlı 2 adet yayımlanmış öykü kitabı bulunuyor.
Halk›n Sesi
Yeni albüm: Hayvan
Udi Aloni konuk
Nazan Öncel’in ‘Hayvan’ isimli yeni albümü 6 Haziran’da çıkıyor. Albüm, ismini ‘Normal’ adlı şarkıda geçen bir dizeden alıyor. Şarkıların tamamı Nazan Öncel imzasını taşırken Öncel, albümde sözlerini oğlu Serkan ile birlikte yazdığı bir şarkıya da yer veriyor.
İsrailli muhalif yönetmen Udi Aloni, uğradığı silahlı saldırı sonucu ölen yakın arkadaşı ve barış eylemcisi Juliano Mer Khamis'in anısına gösterilen "Arna'nın Çocukları" filminin gösterimi için İstanbul Belgesel Günleri’nde bu yıl festivalin konuğu olarak İstanbul'a geldi.
Düflünce Özgürlü¤ü Ödülü Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü, tutuklu gazeteci Ahmet Şık’a verdi. Ödülün diğer sahipleri ise bastığı kitaplar nedeniyle tutuklu yargılanan Aram Yayınları’nın sahibi Bedri Adanır ve 55 yıldır kitap satan İzmirli kitapçı ‘Birgül’ oldu.
Harakiri’ye ilk sayısında yasak GONCA ŞAHİN
İ
nternete filtre uygulaması adı altında sanal alemde uygulanması planlanan sansürün yankıları sürerken geçtiğimiz günlerde iki yasaklama haberi daha duyuldu. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, yayın hayatına geçtiğimiz ay başlayan mizah dergisi Harakiri’nin içeriğine sınırlama getirdi; 18 yaşından küçüklere satışını yasakladı. Diğer taraftan, İstanbul Basın Savcılığı, yeraltı edebiyatının önemli isimlerinden Chuck Palahniuk'un Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan ‘Ölüm Pornosu’ adlı kitabı hakkında ‘müstehcen öğeler taşıdığı’ gerekçesiyle soruşturma başlattı. Bilirkişi olarak atanan kurul ise Harakiri
dergisine getirilen yasağın altında imzası bulunan Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu... Çocukların ahlakını koruma söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan internet filtresi uygulaması kamuoyunda büyük tepki yaratmış, sosyal medyanın katkısıyla örgütlenen geniş katılımlı eylemler bu sansürün kolay kolay uygulayamayacağını göstermişti. ‘Sanal alemin tekin bir yer olmadığı’ iddiası üzerinden ailelerin çocuklarını koruma refleksine oynayan sansür kurulları, toplumu en duyarlı olduğu yerlerden vuruyor. Oysaki engellenen sitelere dair istatistiklere göz atıldığında bu sitelerin büyük çoğunluğunun muhalif siteler ve hatta aralarında ‘yasak’ kelimesinin bile olduğu 138 yasaklı kelimenin geçtiği herhangi bir site olabildiği rahatlıkla görülüyor. Bu hafta ajanslara düşen sansür ve yasaklama haberlerinde de sansüre gerekçe olarak belirtilen iddialar aynı oldu: ‘Bazı karikatür ve dergilerde yer alan çizim ve resimlerin 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır (zararlı) tesir yapacak nitelikte olduğu’, ‘kitapta yer alan yazıların halkın ar ve duygularını incittiği, cinsi arzuları istismar ettiği’ iddiaları...
Küçükleri Muz›r Neflriyattan Koruma Kurulu, yay›n hayat›na geçti¤imiz ay bafllayan mizah dergisi Harakiri’nin içeri¤ine s›n›rlama getirdi DÖVÜŞ KULÜBÜ’NÜN YAZARINDAN... Hakkında halkın ar ve duygularını incittiği ve cinsel arzuları istismar ettiği iddiasıyla soruşturma açılan Ölüm Pornosu kitabının yazarı Palahniuk, herkesin aşina olduğu Dövüş Kulübü filminin uyarlandığı aynı isimli kitabın da yazarı. Dünyanın sayılı edebiyatçılarından Palahniuk'un dava konusu olan kitabı Ölüm Pornosu, iddia edilenin aksine, kadın vücudunun metalaştırılmasına karşı şiddetli bir eleştiri içeriyor. Geçtiğimiz ay aynı kurul William S. Burroughs'un Yumuşak Makine kitabını basan Sel Yayıncılık'a soruşturma açmış, kitap için "konu bütünlüğü olmaması", "anlatım bütünlüğüne riayet etmemesi", "tarihi mitolojik unsurların yaşam tarzlarından örnekler vererek kişisel ve objektif olmayan gerçek dışı yorumlarda bulunması" ve "argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsen-
mesi” gibi gerekçeleri suç unsuru olarak göstermişti. Kitapta konu bütünlüğü, anlatım tarzı gibi meselelerin bir zahmet okuyucuya bırakılması gerekliliği bir yana kurulun sadece kitapların ismine bakarak ‘bilirkişilik’ vazifesini icra etmiş olma olasılıkları da kafalarda belirmedi değil. HARAKİRİ’YE İLK SAYIDA CEZA Yayın hayatına Mayıs ayında başlayan yeni mizah dergisi Harakiri ise daha ilk sayıdan Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun engeline takıldı. Kurul, Mayıs 2011 tarihli ve 01 sayılı “Harakiri” dergisinin incelenmesi sonucunda; dergide yer alan bazı yazı ve karikatürize fotoğrafların 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacak nitelikte olduğuna; bu sebeple söz konusu derginin 1117 sayılı Kanunun 3266 sayılı Kanunla değişik 4’üncü maddesindeki sınırlamalara tâbi olmasına oy çokluğu ile karar verdi. Dergiye getirilen 18 yaş sınırı
şimdilik sadece Mayıs sayısı için geçerli olsa da sonraki sayılar için kurulun benzer kararlar alması ihtimalinin çok da uzak olmadığı görülüyor. Kurulun yasaklama kararı yeni çıkmış olsa da Mayıs ayı başında dergi ilk yayınlamdığı günlerde İDO vapurlarında satılması talebinin ‘müstehcen’ olduğu gerekçesiyle geri çevrildiği bilgisi, karar öncesinde de dergiye fiili bir sansür uygulandığını gösteriyor. Son olarak sonraki sayılarının yasaklanmaması umuduyla çiçeği burnunda bu yeni mizah dergisinden bahsetmek gerekirse; Harakiri, ayda bir yayımlanan bir dergi. Sayfa boyutu ve çizgi roman ağırlıklı oluşuyla diğer mizah dergilerinden ayrılan Harakiri’nin ekibinde Kutlukhan Perker, Bahadır Boysal, Atilla Atalay, Behiç Pek gibi karikatür dünyasından aşina olduğumuz pek çok isim yer alıyor. Harakiri’ye sansürsüz, uzun soluklu bir yayın hayatı dileğiyle...
Harakiri’nin kapa¤›nda dergi "44 Pûr-i pak renkli sahife! ve içeride hal-i haz›rdaki isim ve mahlaslara ilaveten daha nice mürekkep erbab› ve muharrirlerin ifltiraki ile defter idilüp dürülmüfl ayl›k nefl-e ve cambazl›klar mecmuas›" sözleriyle tan›t›l›yor.
Basın ve belgesel fotoğrafçılığı programları G
alata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi tarafından yürütülen Belgesel Fotoğraf ve Basın Fotoğrafçılığı programlarının yeni dönemi için başvurular başladı. Akademi, basın fotoğrafçılığı alanındaki yeni dönem öğretimine 15 Ekim 2011’de, belgesel fotoğraf alanındaki dördüncü dönem öğretimineyse 14 Ekim 2011’de başlayacak. 1 Haziran tarihinde başlayacak olan başvuru dönemi ise eylül ayına kadar sürecek. Başvuru koşulları ve süreci ile ilgili bilgi Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nin web sitesinden elde edilebilir. KATILIMCILAR NASIL BİR EĞİTİMDEN GEÇECEK? Araştıran, sorgulayan, tartışan 17 fotoğrafçının katılımcı olarak
seçileceği Belgesel Fotoğraf Programı, 14 Ekim’de üç gün süren Özcan Yurdalan atölyesi ile başlayacak. Yıl boyunca seminerler haftada bir gün yapılacak, sekiz saat sürecek. Türkiye ve yurt dışında alanında söz sahibi fotoğrafçı ve akademisyenler tarafından verilen seminerlere ve atölyelere katılacak olan fotoğrafçılar, Haziran 2012’de seminerlerin tamamlanmasının ardından üç aylık bir proje uygulama dönemine girecek. Dileyen katılımcıların Perpignan’da (Fransa) düzenlenen Uluslararası Basın Fotoğrafçılığı Festivali’nde dünyaca ünlü editörlere portfolyolarını sunabilecekleri seyahatin ardından eğitim dönemi Ekim 2012’de bir sergi ile tamamlanacak. Basın Fotoğrafçılığı Programı
Portekiz'in Eurovision şarkısı IMF karşıtlarının marşı oldu!
mesleğin yetkin biçimde yürütülebilmesi için gerekli birikimi oluşturmayı amaçlayan mesleki seminerlerin yanı sıra ülkenin sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasi yapısı hakkında düşünsel altyapıyı oluşturacak seminerler de yer alıyor.
ise, profesyonel olarak basın fotoğrafçılığı yapmak isteyenlere 18 aylık bir öğrenim olanağı sunuyor. Başvuru sahipleri arasından belirlenecek 16 kişinin katılacağı, hafta sonlarında
P
ortekiz, bu yıl diğer yıllardan farklı olarak Eurovision'a bir pop şarkısıyla değil, Homens da Luta (Kavganın İnsanları) grubunun seslendirdiği "Kavga Eğlencedir" adlı şarkıyla katıldı. Sahneye diktatörlüğün devrildiği 25 Nisan 1974'teki devrimin simgesi karanfillerle ve üzerinde Luta (Kavga) ve Alegria (Eğlence) yazan dövizlerle çıkan grubun üyeleri, devrime öncülük eden grupları temsilen işçi, köylü ve asker kıyafetleri giyiyor. Şarkının sözleri, IMF ve Avrupa Birliği'nin dayattığı kemer sıkma planına karşı Portekiz halkının artan tepkisini gösteriyor.
yürütülecek program için ağustos ayında başlayan başvurular 23 Eylül’de sona erecek. Basın Fotoğrafçılığı Programı’nda, temel ve ileri fotoğraf tekniği seminerleri ve
Şarkının sözleri şöyle: Bazen kendini yorgun hisseder-
sin Bazen kendini korkmuş hissedersin Bazen kendini endişeye kapılmış hissedersin Bazen kendini çaresiz hissedersin Gece veya gündüz Kavga eğlencedir Ve insanlar sadece ilerler Sokaklarda bağırarak Kemerini sıkmanın bir anlamı yok Şikayet etmenin bir anlamı yok Suratını asmanın bir anlamı yok Öfke anlamsız, yararı yok Sokaklarda bağırarak,
GALATA FOTOĞRAFHANESİ 2004 yılında kurulan Galata Fotoğrafhanesi, bugüne kadar düzenlediği atölyeler ve etkinliklerle 1000’den fazla amatör ve profesyonel fotoğrafçının gelişimine katkıda bulundu. 2007 yılından itibaren Fotoğraf Vakfı ile ortak çalışmalar yürüten Galata Fotoğrafhanesi sergiler, söyleşiler, belgesel film gösterimleri, geziler ve festivallerle de şehrin kültür hayatında etkili aktif biçimde yer aldı.
Ekmeğini getir, peynirini getir, şarabını getir Yaşlılar gelecek, gençler gelecek, erkekler gelecek Haydi bunu kutlayalım Gericiliğe karşı şarkımızı söyleyelim Birçoğu dikkatli olmanı söylüyor Birçoğu sessiz kalmanı istiyor Birçoğu kötü hissetmeni bekliyor Birçoğu sana havayı bile satmaya çalışıyor Karanfil Devrimi'nin kutlandığı 25 Nisan'daki gösterilerde de sahneye çıkan grubun şarkısı, Portekiz'de neredeyse her gün düzenlenen gösterilerin marşı haline geldi.
Baraj değil sinema U
luslararası Dersim İnsan Hakları Film Festivali kapsamında bir araya gelen sinemacılar Munzur'un doğasını katleden barajları protesto etti. Tunceli Belediyesi’nin öncülüğünde, Munzur’un Türküsü Derneği tarafından hazırlanan Uluslararası Dersim İnsan Hakları Film Festivali’nin 5. gününde, yönetmeliğini Derviş Zaim’in yaptığı Gölgeler ve Suretler filminin gösterimi yapıldı. "Dersim'e baraj değil, sinema istiyoruz" yazılı pankart açan halk, Cumhuriyet Caddesi üzerinden Gole Çeto Parkı’na kadar yürüdü. Sinemacılar adına açıklama yapan yönetmen Ümit Kıvanç şöyle konuştu: "Bazı insanlar vardır suya bakarlar ve sadece su görürler, ama bazıları suya bakıp, bundan nasıl baraj yaparsak daha çok para kazanırız derler. Burada yaşanan tam bir doğa felaketidir." Yönetmen Derviş Za-
im de bölgenin turizme açılması halinde ülkeye büyük katkılarının olacağını belirterek, ''Sadece bu yönüyle bile bakıldığı zaman baraj yapılma fikri bana çok çekici gelmiyor. Başka birçok nedenler dolayısıyla baraj meselesi çok yakın hissetmediğim bir mesele ama sadece turizm ve doğa güzelliği açısından baksanız bile iki defa düşünmek zorunda hissediyorsunuz kendinizi'' dedi. Bu sene ilki gerçekleştirilen Uluslararası Dersim İnsan Hakları Film Festivali, Dersimlileri filmler ve yönetmenleriyle buluşturmuş oldu. Festival programında ayrıca çocuklara özel film gösterimleri ve atölye çalışmaları yer alıyor. Bu atölyelerden birinde Metin Kahraman tarafından gerçekleştirilen masal dinletisi sonrasında çocuklar, kendi masallarını oluşturup masaldaki karakterlere oyun hamuruyla hayat verdiler.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
3 Haziran 2011 / 16 Haziran 2011
16 Halk›n Sesi
Tafleronu birlikte süpürdüler
Soldan sa¤a: Bülent Kaya, Osman Akmefle, Atilla Kara
Dev Sağlık-İş Balcalı’da taşeronu silerek tarih yazdı. Taşeronu tarihe gömenler; bir zamanlar taşeron şirket yetkililerinin sendikalı olmamaları için hastane bodrumunda tehdit ettiği işçilerdi
A
dana’da Dev Sağlık-İş, SES ve Tabip Odası’nın taşerona karşı yürüttüğü ortak mücadele 23 Mayıs günü büyük bir kazanım elde etti: “Taşeron sağlık işçileri üniversiteyle 30 gün içinde sözleşme imzalayacak ve üniversitenin asıl işçisi sayılacaklar. Asistan hekimlerin çalışma koşulları iyileştirilecek, sağlık çalışanlarının ücretleri performans sistemi öncesindeki seviyenin altına inmeyecek.” “Bundan altı yıl önce Balcalı’da taşeron şirket yetkilileri, bir avuç işçiyi hastanenin bodrumunda sıkıştırıp Dev Sağlık-İş’ten istifa etmelerini istedi. İşte bu zaferi, orada tehdit edilen ama yılmayıp mücadele eden taşeron sağlık işçileri kazandı.” Bu sözler eski Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Doğan Halis’e ait. Halkın Sesi, Balcalı’daki süreci başından sonuna kadar yaşayan Dev Sağlık-İş üyesi taşeron sağlık işçileriyle konuştu. BALCALI’NIN ÖYKÜSÜ SES üyelerinin kendilerini Dev Sağlık-İş yönetimiyle tanıştırmasının ardından sendikalı olmaya karar verdiklerini söyleyen Bülent Kaya, ‘Sağlık işi bir ekip işidir,
parçalara ayrılamaz, sağlıkta taşeron olmaz, insan ihaleyle çalıştırılmaz’ diyerek yola çıktıklarını söyledi. İşçilerden Atilla Kaya, ilk ciddi kazanımlarının 2008 yılında, işten çıkarılan 5 işçinin tekrar işe geri dönmesini sağlamaları olduğunu belirtti. Bu süreçte işe iade davası açan işçiler şirketin adının değiştiğini fark ettiler. Güçlü eylemler sonunda taşeron şirket ‘Bir yanlışlık olmuş’ diyerek 5 işçiyi işe almak zorunda kaldı. Bugünkü kazanımın kapıları ise Çalışma Bakanlığı’ndan hastaneye gelen müfettişlerin raporuyla oldu. Raporla hastanedeki ihalelerin muvazaalı (hileli) olduğu ve taşeron sağlık işçilerinin asıl işvereninin üniversite olduğu tespit edildi. 17 Ekim 2009’da gerçekleştirilen bu tespitin ardından yaşananları Osman Akmeşe’den dinleyelim: “Bakanlığın kararının uygulanması için tescil işlemlerini yaptırmamız gerekti ancak Çalışma Bölge Müdürlüğü bize, bu işlere SGK’nın baktığını söyledi. SGK ise, ‘Nerede çalıştığınız önemli değil, bana primi kim yatırırsa onun işçisisiniz’ dedi. Bunun üzerine Ankara’ya bakanlığa gittik.
Bakanlık, yaşananların bir sistem sorunu olduğunu söyledi ve ‘Beraber çözelim’ dedi. Yani devlet kendi görevini yapmadı. SGK, işçileri kadrosuna almayan üniversite yönetimine ve taşeron şirkete 22 bin 400’er lira para cezası kesti. Bu cezayı, bizi işe almadığı her ay kesmeleri gerekiyordu ama bir ay ceza kestiler. Biz de bölge müdürlüğüne durumu bildirdik. Bize ‘mahkemeye gidin’ dediler.” Bölge müdürlüğünde çalışan memurlar hakkında suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen Atilla, Valiliğin, bu memurlar hakkında soruşturma yapılmasına izin vermediğini belirtti. Bülent ise şunları söyledi: “Böyle olunca o memurlar da ‘Nasıl olsa bize bir ceza gelmiyor’ diyerek işi daha da azıttılar. Sonuçta üniversite de üst üste ihaleler yapmaya başladı.” Bu sürecin ardından üniversite 9 defa ihale yapmaya çalıştı. Bu ihalelerin 5’i işçiler tarafından fiilen engellenirken 4’ü de Kamu İhale Kurumu tarafından iptal edildi. 15 Haziran 2010’da hemşire alımı için gerçekleştirilecek ve aslında hukuksuz olan ihaleyi engelleyen sağlık işçileri “Çete kurup, ihaleye fesat
Direnişin asistanları Sa¤l›kta dönüflümün en büyük ma¤durlar›ndan biri de asistan hekimler. Asistanl›¤› geçebilmesi ve hekim olabilmesi uzman hekimin iki duda¤› aras›nda olan asistan hekimler, hekimler taraf›ndan insanl›k d›fl› muamelelere maruz kal›yorlar. Hakaretlerin yan› s›ra hekimler, asistan hekimleri daha fazla çal›flmas› için zorluyor. ‹nsanca yaflayacak bir ücret için ayda en az 12 defa nöbet tutmas› gereken asistan hekimlere nöbet ertesi izin verilmiyor. Bu uygulamalar›n üzerine performans sistemi de eklenince sa¤l›k çal›flanlar› içinde en büyük tepki asistan hekimlerden geliyor. Sa¤l›k hizmetinin nitelikli bir flekilde verilebilmesi için, bir asistan hekimin günde en fazla 40 hastaya bakmas› gerekiyor ancak bu say› bugün 100 ve performans sistemiyle daha da artacak. Nitekim Balcal›’daki Devrimci Sa¤l›k-‹fl üyesi Bülent Kaya’n›n dedi¤i gibi oldu: “Can› yanan eylem alan›na inecek ve biz-
karıştırmak” suçuyla yargılandı ve beraat etti. İşçilerden Bülent, üniversitenin daha önceden tüm hizmet alım ihalelerini bir arada yapmaya çalıştığını ancak oluşan tepki sonrasında son ihaleleri parça parça yapmaya çalıştığını söyledi. Üniversite kendi kadrosunda çalıştırdığı işçilere en düşük memur maaşını vermek zorundayken, işi taşerona vererek asgari ücrete işçi çalıştırabiliyor. Taşeron şirket ise üniversiteye asgari ücrete çalışacak işçileri ihaleyle satıyor ve işçi başına en az 400 lira kar yapıyor. Kamu İhale Kurumu’nun internet sitesini takip ettiklerini söyleyen Bülent, ihalenin olacağı günü önceden öğrendiklerini söyledi. “O gün polikliniklere gittiklerinde çevik kuvvet barikatıyla karşılaştıklarını belirten Bülent, “Biz de içeri girmek istedik fakat polis bize saldırdı. Tabii bu saldırı herkesin tepkisini çekti. Şirket temsilcileri içeri giremeyince ihale iptal oldu. Ertesi gün de biz ihalenin yapılacağı salonun önünde barikat kurduk ve kimseyi içeri sokmadık. Aynı hafta eylemler sebebiyle vali, davetli olduğu panele katılamadı. İhalenin
yapılamamasının ardından başhekimin şirket temsilcilerini odasına çağırdığını ve zarfların burada açıldığını da sonradan öğrendik. Bizim eylemlerden sonra asistan hekimler de kendi talepleriyle eylem yapacaklarını söylediler. Sonra asistanlar, hekimler, sağlık çalışanları, akademisyenler ve biz bir toplantı yaptık; iş bırakma eylemi yapmaya karar verdik. Herkesin taleplerinin olduğu ortak bir metin çıkardık ve 16’sında eylemlere başladık. Bir hafta sonra da kazandık.” Bülent, eylemleri kırmak için doğumhanede fıtık ameliyatı yaptırmaya kalkan başhekimin İl Sağlık Müdürlüğü’nden anestezist talep ettiğini ancak protestolar sonucunda bu girişimin engellendiğini de belirtti. ‘KAYBEDECEK BİR ŞEY YOK’ “Son olarak, sizlerle üniversitenin asıl işçisi olarak sözleşme imzalanmazsa ne yapacaksınız?” sorusuna ise tek ses cevap verdi işçiler: “Daha güçlü eylemler yapacağız.” Asgari ücretle çalıştıklarını söyleyen işçiler “Bizim zaten kaybedecek bir şeyimiz yok” diye de eklediler.
AKP’nin 50 liralık sağlık sistemi Dev Sa¤l›k-‹fl üyelerine AKP’nin sa¤l›k sistemini de sorduk. Hasta ve hasta yak›nlar›n›n protestolara kat›lmas›n›n sebeplerinden biri de AKP’nin sa¤l›k politikalar›. ‹flçilerden Bülent Kaya anlat›yor: “Baflbakan, Sa¤l›k Bakan› ‘Sa¤l›kta devrim yapt›k’ diyor. Oysa ben çal›flt›¤›m hastanede tedavi olmak istedi¤imde bunun 50 liras›n› bakanl›k ödüyor.
Diyelim ki, tedavi 200 lira tuttu. Bu 200 liran›n 50’sini bakanl›k ödüyor, 150 liras›n› ben cebimden ödüyorum. E¤er param yoksa 12 gün sonra 50 liral›k bir hak daha do¤uyor. Tekrar hastaneye geliyorum ve ayn› fleyleri yeniden yapt›r›yorum. Grip gibi hastal›klarda 50 lira ifle yarayabiliyor ancak tümör varsa, fleker hastas›ysan 50 liran›n hiçbir esprisi yok. ‹nsanlar da bunu biliyor.”
Bayrak Dev Sağlık-İş’in elinde D
imle birlikte mücadele edecekler” Asistan hekimler, nisanda alanlara indiler. Çal›flma koflullar›n›n iyilefltirmesi için Edirne, ‹zmir, Adana ve Antalya’da ifl b›rakma eylemleri yapan asistanlar tüm direnifllerinde taleplerini hastane yönetimlerine kabul ettirdi ve taleplerinin takipçisi olacaklar›n› gösterdi. Son olarak Antalya’daki Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde 24 May›s günü kazan›ma ulaflan asistanlar hekimler, performans sisteminin kalkmas› için ülke çap›nda bir mücadele yürütülmesi gerekti¤ini ve bu mücadelenin, tüm sa¤l›k çal›flanlar›yla birlikte yürütülmesi için çal›flacaklar›n› belirttiler.
evrimci Sağlık-İş, 8’inci Olağan Genel Kurulu’nu 28-29 Mayıs tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirdi. Genel kurula 19 kent ve 50 hastaneden gelen Dev Sağlıkİş delegelerinin yanı sıra DİSK yönetiminden Tayfun Görgün, İsmail Yurtseven ve Ali Cancı; TMMOB’den Tores Dinçöz, TTB yönetiminden Hüseyin Demirdizen; KESK yönetiminden Hamide Yiğit, Nakliyat-İş, Birleşik Metal-İş, Sosyalİş, Dev Maden-Sen, Dev Yapı-İş, Tümka-İş, Basın-İş, Sine-Sen, Havaİş, Enerji-Sen, SES ve Halkevleri genel başkanları; Emekli-Sen ve Petrol-İş yöneticileri, eski Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Doğan Halis, eski DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in eşi Sebahat Türkler, eski DİSK Genel Başkanı ve CHP milletvekili adayı Süleyman Çelebi katıldı. Direnişleri süren Ontex-PTT işçileri, Mas-Daf işçileri ve Casper işçileri de genel kurula katıldı. Genel kurulda yapılan konuşmalarda klasik sendikal anlayışın krizine işaret edilirken, birleşik mücadelenin önemine değinildi. Sendikacıların konuşmalarında AKP’ye karşı tepkilerin yanı sıra CHP’ye de tepki yoğundu.
Genel kurulda konuşan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, birleşik mücadelenin önemine değindi ve “Yola yeni çıkmadık ama yol yeni açılıyor” dedi. Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, “Her şeyi üreten işçi sınıfı neden yönetmesin?” dedi ve emekçilerin siyasete müdahale etmesi gerektiğini söyledi. Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu da Balcalı’da kazanıma ulaşan mücadeleyi selamladı ve “1980 sonrasında korku bulaşıyordu artık cesaret bulaşmaya başladı” dedi. Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, yeni işçi sınıfı kitlesinin ayak seslerinin yükseldiğini söyledi, demokratik kitle örgütü, sendika, dernek ne varsa hepsinin temsil edildiği bir emek meclisi kurulmasını önerdi. 1960-80 arası DİSK’in, 1980 ve ‘90’larda KESK’in emek mücadelesinin bayrağını elinde taşıdığına değinen TTB Merkez Konsey üyesi Hüseyin Demirdizen 2000’li yıllarda da bu bayrağın Dev Sağlık-İş’in elinde olduğunu ifade etti. Sendika ve demokratik kitle örgütleri temsilcilerinin konuşmalarında birleşik mücadele vurgusu ön plana çıkarken Dev Sağlık-İş’in 19 kentten gelen delegeleri de alanlarındaki mücadele
deneyimlerini paylaştı. Samsun Gazi Hastanesi’nde direnişlerini sürdüren işçiler, Adana Numune Hastanesi’nde direnişleri sonucu işlerine geri dönen işçiler, Adana Balcalı’da taşeronu tarihe gömen işçiler, İstanbul’daki Okmeydanı ve Koşuyolu hastanelerinde direnerek işlerine geri dönen işçiler, Ankara Hacettepe Hastanesi’nde direnerek işlerine geri dönen işçiler, Diyarbakır, Dersim, Yüksekova ve Ağrı’da sendikalı oldukları için baskıya maruz kalan
aynı zamanda kirli savaşın etkilerini yaşayan işçiler, Taksim İlkyardım hastanesinde, Antalya’da ve Kocaeli’nde yaşadıkları sıkıntıları dile getiren işçiler… Hepsinin dilinde ortak bir cümle vardı: “Taşeronu sileceğiz.” Konuşmaların ardından işçiler akşam gerçekleştirilen şenlikte eğlendi. Genel kurul 29 Mayıs günü yönetim kurulunun seçilmesinin ardından son buldu. Delegeler, oy birliğiyle Arzu Çerkezoğlu’nun genel başkanlık görevine devam etmesine karar verdi.