A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
2
SAYFA
Çal›k’tan sat›l›k medya ATV Sabah için kamu bankalar›ndan al›nan kredi Çal›k’›n aya¤›na doland›. Medya grubu sat›l›k
7
Elektrik neden kesik? Ülke çap›nda s›klaflan elektrik kesintilerinin alt›nda enerji özellefltirmeleri var
SAYFA
12
Yalanc› bahar bitti AKP sa¤l›kta reform dedi, yedi y›lda muayene, ilaç ve acil servisi paral› yapt›
SAYFA
14
Gelecekten korkuyorlar ‘Dindar nesil’ tart›flmas›nda çocuklara ne dayat›l›yor, AKP neden korkuyor?
9 fiubat 2012 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 150
Önce muayene, sonra reçete, flimdi de aciller paral›
Yalancı bahar sona erdi
AKP’nin öve öve bitiremedi¤i sa¤l›k sistemi paras› olmayana ne ilaç ne tedavi veriyor. GSS kuyruklar›nda öfke büyüyor
‘‹mam›n’ Kürt savafl› Kürt sorununda AKP ve Cemaatin hedef al›naca¤› çat›flmal› bir dönem öncesinde Hakkari ve Batman’da kontrgerilla eylemleri gerçekleflti. Bu illerde emniyet Gülenci kadrolara teslim edilmiflti S. 4
Romanya’da hastaneleri satan iktidar› deviren, Yunanistan’da hastanelere el koyan emekçiler yol gösteriyor Yunanistan’da sa¤l›k iflçilerinin yönetimine geçen Kilkis Hastanesi’nde sa¤l›k paras›z
Bölge üssü Katar Emperyalizmin iç çat›flmalar›n›n k›flk›rtt›¤› Suriye’de devreye emperyalist operasyonlar›n bölgedeki üssü Katar girdi. Arap gözlemci heyetine Katar’›n para verdi¤i iddia ediliyor S. 5
2014’e kadar sokaktan baflka yol yok Sokak, demokrasi mücadelesinin de hak mücadelesinin de yeniden flekil alaca¤› ve yeni kazan›mlar sa¤layaca¤› ve bunlar üzerinden yeni birlikteliler kuraca¤› bir bahara aç›lacak YOL S. 3
Ferda Koç / Sayfa 4
Osman Nuri Orhan / Sayfa 7
‘AKP faflizmi’ ya da...
Özgürlü¤ün flenli¤i...
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Kocaeli’nde suç delili olarak Metin Lokumcu’yu, fierzan Kurt’u, devrimci önderlerleri anmalar› gösterilerek tutuklanan 12 ‘eflk›ya’ iki ayl›k mahpuslu¤un ard›ndan mahkemeye bile ç›kar›lmadan serbest b›rak›ld› S. 3
Kad›nlar silahlar›n›...
Biraz gayret
‘Biz zaten kaçak çal›fl›yoruz’
Kocaeli’nde 12 ‘Eşkıya’ serbest
Tuba Günefl / Sayfa 10
Göçmen iflçilerin çal›flma koflullar›na iliflkin yasal düzenlemeleri konuflmak için Ermeni kad›n iflçilerle bulufltuk. Onlara ülkelerine gittiklerinde 90 gün Türkiye’ye dönmeme engeli hakk›nda görüfllerini sorduk. Ülkelerine hiç gidemediklerini ö¤rendik S. 10
Van’ı çocuklar ısıttı Van’da Halkevleri ve Van Belediyesi’nin ortaklafla yürüttü¤ü Çocuk Evi, kar alt›nda çad›rlarda yaflayan kent halk›n›n içini düzenledikleri flenlikle ›s›tt›. Arl›k ay›ndan beri süren Çocuk Evi çal›flmalar›na kat›lan 250 çocuk ö¤rendiklerini sahneye tafl›d› S. 6
‘Yetki’ de¤il ‘güvence’ ‹flçi ve kamu emekçileri sendikalar› yasalar› çerçevesindeki tart›flmalar emekçilere dostu düflman› gösterirken “yetki sendikac›l›¤›”n›n açmaz› da ortaya ç›kt› S. 8
‘Paral› e¤itim tinerci yapar’ Tayyip Erdoğan’ın başlattığı dindar gençlik tartışmasından sonra gelen cevaplara “Dindar nesil çağdaş olamaz mı? Bu gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz? Siz bu gençliğin büyüklerine isyankar bir nesil mi olmasını istiyorsunuz?” açıklamalarına Öğrenci Kolektifleri’nden yanıt geldi. İstanbul Öğrenci Kolektifi 8 Şubat’ta Erdoğan’a cevap vermek için Beşiktaş Başbakanlık Ofisi’nin önündeydi. “AKP gençliği değil Kolektif olalım” diyerek, Tayyip’in isyankar gençlik istemiyoruz açıklamasına isyan etti. Eylemde “I Love You Tayyip” şeklinde slogan atan üniver-
siteliler, AKP’nin gençliği sokmaya çalıştığı kalıbın biat eden gençlik olduğu ama inadına isyanı büyüteceklerini belirttiler. “Paralı eğitim tinerci yapar” sloganıyla ‘kolektif’ olmanın önemini vurgulayan üniversiteliler basın açıklamasını, paralı eğitime karşı mücadele edeceklerini, halkın haklarının neoliberal politikalarla gasp edilmesine karşı duracaklarını, tutuklamalara inat, “Ülkeyi, üniversiteyi, sokağı özgür bırak” demeye devam edeceklerini, AKP’nin savaş çığırtkanlığına inat “Gençlik barışa köprü olacak” diye haykıracaklarını açıklayarak basın açıklamasını sonlandırdılar.
Teknoloji köleleri Ipad ve Iphone gibi ürünlerin tüketimi bir orta s›n›f rüyas› gibi gösterilirken bu ürünlerin üretimi asl›nda bir proleterlefltirme öyküsü S. 12
2
MEDYA 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
ÇALIK, ATV-SABAH GRUBUNU SATIfiA ÇIKARIYOR
İktidar iteklemesiyle buraya kadarmış Çal›k’a ATV Sabah’› sat›n almas› için sunulan kamu bankas› kredileri flimdi aya¤a dolan›yor. Borç yükünden kurtulmak için medya grubu sat›fla ç›k›yor
Ç
alık Holding, AKP medyasının vitrini konumundaki ATV Sabah grubunu satışa çıkardı. İktidar olanaklarının sağladığı, büyük ödeme kolaylıklarıyla Çalık’a ihale edilen ATV Sabah “AKP borazanlığı” yapmanın bedelini tiraj ve prestij kaybı olarak ödedi. Gelinen noktada Çalık, bu yükü daha fazla taşımak yerine grubu satışa çıkararak borç külfetinden kurtulmayı hedefliyor. Zaten ATV Sabah’ın Çalık’a verilmesiyle başlayan “medyanın AKP’lileştirilmesi operasyonu” bundan sonra ATV Sabah olmadan sürebilecek kadar ilerletildi. ATV Sabah’ın bundan sonraki konumunu gruba talip olan iki büyük uluslararası medya tekelinin Türkiye’deki siyasi iktidarla nasıl ilişki kuracağı belirleyecek. KRED‹ BORÇLARI AYA⁄INA DOLANDI Çalık grubu aralık ayı sonunda ATV Sabah’ı satışa çıkarmak için adım atmış, satış süreci için şirket alım-satımlarında aracılık yapan yatırım bankası Goldman Sachs’ı yetkilendirmişti. Çalık’ın medya grubunu satışa çıkarmasında içine düştüğü borç-finansman krizi ve kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in medya grubunu elden çıkarması yönündeki uyarısı etkili oldu. Şirketlerin kredi itibarlarını derecelendiren Fitch, borçların yeniden finansmanı konusundaki riski gerekçe göstererek Çalık Holding’in kredi notunu negatif izlemeye aldı. Holdinge bağlı SabahATV biriminin, orta vadede borçlarını tek başına karşılayacak kadar kaynak yaratamayacağına dikkat çeken Fitch,
medya grubunun satılmaması halinde Çalık Grubu’na kaynak yardımı gerekeceğini belirtti. Negatif izleme ve düşük kredi notu, borç alanın borcunu ödememe riskinin yüksek olduğu anlamına geliyor, uluslararası piyasalarda şirketin kredi alma imkânını azaltıyor. ATV Sabah grubunun tek başına karşılayamayacağı borç tutarı grubun Çalık Holding’e devrinde kullanılan kredilerden doğuyor. KAMU KAYNAKLARI AKITILDI Hatırlanacağı üzere ATV Sabah grubuna 1 Nisan 2007’de TMSF tarafından el konulmuştu. TMSF Ciner Holding’e ait grubun hisselerinin bir kısmının eski sahibi Dinç Bilgin’e ait olduğuna dair belgeleri gerekçe göstermişti. ATV Sabah grubu 5 Aralık 2007 günü TMSF tarafından düzenlenen ihale ile Çalık Grubu’na satıldı. 8 firmanın girdiği ihalede ilginç bir biçimde sadece Çalık grubu teklif vermiş, diğer gruplar sadece teşekkür mektubu koyarak ihaleden çekilmişti. Çalık Holding ATV Sabah grubunu satın aldığı ihalede 1.1 milyar dolarlık bir teklif vermişti. Bu tutarın 750 milyonluk bölümünü kamu bankalarından aldığı kredilerle ödemişti. (Gruba Vakıf Bank ve İş Bankası 325’er milyon dolar kredi vermişti.) 125 milyon dolarlık bölümünü de Abdullah Gül aracılığıyla ortak olduğu Katar Emiri’ne ait Al Wasaeel şirketinin finansmanıyla ödemişti. Çalık ATV Sabah için yaptığı ödemenin 375 milyon dolarlık bölümünü özsermayesinden ödemişti. Kamu bankalarının imkanlarının
Çalık’a tahsis edilmesinde de AKP’nin üzerini örttüğü bir dizi “usulsüzlük” olduğu öne sürülmüştü. Gazeteci Oray Eğin’in İmha Planı adlı kitabında dile getirdiği iddiaya göre Çalık Grubu, ATV Sabah’ı satın almak için ihtiyaç duyduğu krediyi, henüz satın almadığı bu kanalları ve gazeteleri teminat göstererek aldı. Fakat şimdi kamu bankalarından finanse ettiği ihale süreci grubun ayağına dolanmış durumda. İktidarın usulüne aykırı bir biçimde iki kamu bankasından Çalık’a verdiği 325’er milyon dolarlık kredi borcu grubun uluslararası kredilendirme notunun eksiltilmesine yol açacağı için satış gündeme geldi. AKP’li belediyeler ve TOKİ aracılığıyla rantı yüksek kentsel dönüşüm projeleriyle inşaat sektöründe büyüyen Çalık, medya patronluğunu daha fazla sürdürmektense büyüdüğü inşaat ve tekstil sektöründe yoluna devam etmeyi tercih etmiş görünüyor. TAL‹PLER ULUSLARARASI MEDYA TEKELLER‹ ATV Sabah’ı talipleri 31 Ocak’ta netleşti. Medyaya yansıyan bilgilere göre grup için Texas Pasific Group (TPG), Rupert Murdoch'un sahibi olduğu News Corp ve Time Warner tekliflerini sundu. İlerleyen günlerde Habertürk gazetesi Cüneyd Zapsu’nun danışman olarak çalıştığı TPG’nin ihaleye girmekten vazgeçtiğini duyurdu. Oysa TGP’nin en ciddi talip olduğu öne sürülmüş, ihale sürecini takip eden kaynaklara dayandırılarak TPG’nin ihalede “agresif davrandığı” yönünde haberler yapılmıştı. Çalık’ın ATV-Sabah’ı 1 milyar doların üstünde
Çalık döneminde satış düştü bir rakama satmayı hedeflediğini, bundan daha düşük teklifler gelmesi durumunda satış kararını bir süre askıya alacağı basına yansıyan bilgiler arasında. Gruba talip oldukları söylenen News Corp ve Time Warner, tüm dünyadaki medya endüstrisinin 7 büyük tekelinden ikisi. Taliplerden Rupert Murdoch’a ait News Corp, Fox ve SKY gibi kanallara; The Wall Street Journal, The Times gibi gazetelere sahip. News Corp ABD’de
Sabah gazetesi TMSF el koydu¤u dönemde 400-450 bin aras›nda de¤iflen tiraj›yla önemli bir okur kitlesine sesleniyordu. Gazetenin Çal›k Grubu’na sat›fl› medyan›n AKP’lilefltirilmesinin ön aç›c› ad›m› olmufltu. Gazete merkez medyadaki konumu ve geçmiflte Do¤an Grubu’nu takip eden sat›fl say›s›yla Zaman’›n bafl›n› çekti¤i AKP medyas›n›n vitrin gazetesi olmufltu. Fakat yeni yay›n çizgisi gazetenin tirajlar›n› düflürdü, 450 binlik bask› say›s› Çal›k döneminde 300-350 bine kadar geriledi. Cumhuriyetçi Parti’yle, İngiltere’de Muhafazakar Parti’yle uyumlu ve siyasi olarak merkez sağ çizginin sesi olan bir yayın çizgisine sahip. Türkiye’de TGRT ve FOX TV bu gruba ait. ATV Sabah’a talip olduğu öne sürülen bir diğer grup ise Time Warner. Warner Bross gibi sinema alanında etkin şirketlere sahip olan Time Warner, CNN grubunun sahibi. Grubun, Türkiye’de CnnTürk üzerinden Doğan Medya Grubu ile ortaklığı var. Time Warner mevcut
konjonktürde ABD’de Demokrat Parti çizgisi ile uyumlu bir yayıncılık yapıyor. ATV Sabah’ı satın alacak şirketin AKP iktidarı ve Türkiye’ye dair planlarına bağlı olarak bir yayın çizgisi oluşturacağı ortada. ATV Sabah’ı kaybeden AKP medyası için bu kaybın sorun olmayacağını söylemek yanlış olmaz. Çünkü zaten polisiye operasyonlar ve iktidarın denetim gücü sayesinde tüm gazeteler Sabahlaştırıldı, tüm kanallar ATV’lileştirildi.
‘Gazeteci olduğu için tutuklanan yok ki’
Sansür ve otosansürden kaçacak yer yok mu? H
aberTürk Ece Temelkuran’ı neden işten çıkardığını açıladı. Ciner Medya Grubu Başkanı Kenan Tekdağ Mediacat Dergisi'ne verdiği röportajda Temelkuran’ın “sosyal medyayı kullanma tarzının ve orada oluşturduğu profilin” işten çıkarılmasında etkili olduğunu söyledi. Tekdağ’ın açıklaması medyada AKP baskısıyla gazete ve TV kanallarında kökleşen otosansürün artık sosyal medyada kişisel görüşleri açıklarken de işleyeceğini gösteriyor. Oda TV, Ergenekon ve Devrimci Karargah davalarına gazetecilerin dahil edilmesi, mali denetimler ve ihale süreçleri ile medya patronlarının terbiye edilmesi ile medyada oluşturulan yeni AKP düzeni ağır bir sansür ve otosansür mekanizmasına dayanıyor. Birçok gazeteci “Ergenekon”la, “KCK” ile anılmamak veya herhangi bir davaya dahil edilmemek için AKP ile ters düşen yazılar yazmaktan kaçınıyor. Medya patronları vergi cezalarıyla yüz yüze kalmamak, ihalelere girebilmek için AKP ile uyumlu yayınlar yapıyor. Uludere haberinin 12 saat boyunca medyada yer almaması ve AKP açıklama yaptıktan sonra haber olması, TV kanallarında istisnai bir durum olmadığı sürece diğer partilerinkini vermeyip yalnızca Başbakan Erdoğan’ın meclis grup konuşmasının
canlı yayımlaması bu sansür, otosansür mekanizmasının yarattığı yayıncılık anlayışının en güncel örnekleri. Bu sansür nedeniyle fikirlerini, bildiklerini haberlerinde ve köşe yazılarında özgürce ifade edemeyen gazeteciler alternatif yolları seçiyor. Twitter gazetecilerin hem bilgi paylaşım ağı hem de gelişmelere dair görüş beyan ettiği önemli platformlardan birisi oldu. Ece Temelkuran twitteri etkin kullanan gazetecilerden birisiydi. Resmi twitter hesabında 212 bin kişi tarafından takip edilen Temelkuran, AKP’ye karşı muhalif tavrını bu medya mecrasında da sürdürdü. Temelkuran tutuklu gazetecilere ilişkin bilgilendirme mesajlarını twitter hesabında paylaşarak hem Türkiyeli hem Türkiye dışından takipçilerine medyada yer bulamayan konular hakkında bilgi verdi. Kendisine gelen eylem, duyuru ve toplumsal muhalefetin gündemine ait etkinlikleri de hesabından duyuran Temelkuran’ın bu tavrının Habertürk yönetimini rahatsız ettiği anlaşılıyor. Ciner Gurubu’ndan Tekdağ’ın açıklaması gazetecilerin sansür-otosansür mekanizması nedeniyle “kaçtıkları” farklı medya mecralarında da kendilerine otosansür uygulamalarının istendiğini gösteriyor. Sansüre tahammülü olmayan kalemler Ece Temelkuran gibi işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya.
Zaman gazetesinin y›l kurulufl y›ldönümü töreninde konuflan Baflbakan Erdo¤an gazetecilerin tutuklanmas›na yönelik elefltirilere cevap verdi. Kimsenin gazetecilik yapt›¤› için tutuklanmad›¤›n› söyleyen Erdo¤an tutuklanan gazetecilerin suçlar›n› flöyle s›ralad›: “Ateflli silah bulundurmak, patlay›c› bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teflebbüs... ‹çerideki gazeteciler dedikleri iflte bu suç isnatlar› ile yarg›lan›yor” Erdo¤an’›n bu aç›klamalar› AKP cephesinin s›k s›k yineledi¤i bir ezber. 6 fiubat’ta Brüksel Bas›n Kulübü’nde Türkiye’de ifade özgürlü¤ü oldu¤unu söyleyen Egemen Ba¤›fl, Avrupal› gazetecilerin tutuklu meslektafllar›n› hat›rlatmas› üzerine baflbakanla benzer yönde aç›klamalar yapm›flt›. Erdo¤an’›n kurulufl y›ldönümünde konufltu¤u Zaman gazetesi de 3 fiubat’ta hangi gazetecinin hangi suçlama ile içeride oldu¤unun dökümünü yay›mlad›. Gazetenin tam sayfa yer ay›rd›¤› bu haberde tutuklu ve hükümlüler diye iki ayr› bafll›kta gazetecilerin resimleri ile birlikte yarg›land›klar› davada maruz kald›klar› suçlamalar yay›mlanm›flt›. Zaman’›n yay›mlad›¤› 12’si hükümlü 20’si tutuklu 32 gazetecinin hiçbiri taciz, evrakta sahtecilik gibi adli suçtan yarg›lanm›yordu. Gazete
kendi haberinde bile taciz ve benzeri itibars›zlaflt›rmaya yönelik suçlamalar› ispatlayamam›flt›. Ama AKP’liler tutuklu gazeteciler sorunu her gündeme geldi¤inde hiçbir dayana¤› olmayan bu iddialar› gündeme getirerek kendilerini meflrulaflt›rmaya çal›fl›yorlar. SUÇLAMA GAZETEC‹L‹K DE⁄‹L AMA SUÇLARI GAZETEC‹L‹K
‹ktidar›n “gazetecilik yapt›¤› için” tutuklu de¤iller aç›klamas› asl›nda bir çarp›tma. Çünkü zaten “gazetecilik yapmak” diye bir suç yok. Hiçbir iktidar da meflrulu¤unu zedelemek pahas›na kendine muhalefet eden gazetecileri s›rf gazeteci diye tutuklad›¤›n› söylemez. Tutuklu gazeteciler sorunu ile kast edilen muhalif gazetecilerin temelsiz suçlamalar ve delillerle “terör örgütü” davalar›na dahil edilmesi olarak tan›mlan›yor. Üstelik bu suçlamalarla tutuklananlar›n say›s› da gün geçtikçe art›yor. Tutuklu Gazetecilerle Dayan›flma Platformu 29 Ocak’ta yay›mlad›¤› bir bas›n aç›klamas›yla tutuklu gazetecilerin say›s›n›n 105’e yükseldi¤ini duyurdu. Bu gazete bas›lana kadar son tutuklanan 28 Ocak’ta KCK operasyonu kapsam›nda Azadiya Welat gazetesi Mardin Temsilcisi Aziz Tekin oldu.
Hükmü Erdoğan verirse A
Tutuklu gazetecileri yaln›zca meslektafllar› de¤il, sendika, kitle örgütü ve siyasi parti temsilcileri de adliye önüne gelerek desteklemiflti.
ralarında Nedim Şener, Ahmet Şık ve Soner Yalçın’ın bulunduğu 12’si gazeteci 13 kişinin yargılandığı Oda TV davasının ikinci duruşması 23 ve 27 Ocak tarihleri olmak üzere iki ayrı oturumda görüldü. İklim Bayraktar ve Mümtaz İdil’in savunmalarını yapmasıyla sanıkların ifade işlemlerinin tamamlandığı duruşmada mahkeme sanıkların tahliye taleplerini reddetti. İstanbul Özel Yetkili 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi mahkemeyi 12 Mart’a erteledi. Mahkemenin 5 Ocak’ta tamamlanan ilk duruşmasında hakim tahliye taleplerini reddederken, asıl kararını ifadeler tamamlandıktan sonra değerlendireceğini belirtmiş, uzun tutukluluk sürelerinden kendilerinin
de memnun olmadığını söylemişti. Mahkeme başkanın bu açıklaması 23 Ocak’ta görülen duruşmada tahliye umudunu artırmıştı. Fakat bu beklenti karşılık bulmadı. Mahkeme tutukluluklarının devamına karar verdi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın duruşmanın karar oturumunun görüldüğü 27 Ocak’tan bir gün önce Zaman gazetesinin 25. yıl etkinliğinde tutuklu gazeteciler için "onlar gazeteci değil; tacizci, katil, çeteci" açıklamaları yargıya müdahale olarak değerlendirilmişti. Oda TV davasının tutuklu sanıklarından Müyesser Yıldız karar günü yaptığı konuşmasında Erdoğan’ın davaya müdahil olduğunu belirterek açıklamalara tepki göstermişti.
3
GÜNDEM 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
Kocaelili eşkıyalar serbest 2 ‹ 2 Kasım tarihlerinde evleri basılarak gözaltına alınan ve 25 Kasım'dan bu yana Kandıra F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan 12 kişinin tahliyesine karar verildi. Aralarında Halkevleri Genel Yönetim Kurulu Üyesi Metin Kaya ve Saraybahçe Halkevi Başkanı Mihrican Atalay’ın da bulunduğu çoğu üniversite öğrencisi 12 kişi, hapishaneden çıktıktan sonra Kocaeli emek ve demokrasi güçleri tarafından İzmit Merkez Bankası önünde karşılandı. Parasız ulaşım hakkını savundukları, yaşam hakkına sahip çıktığı için katledilen Metin Lokumcu’ya sahip çıktıkları, polis tarafından öldürülen Şerzan Kurt’u, devrimci önderler Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları gerekçesiyle tutuklu bulunan 12 ‘eşkıya’ “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “İçeride dışarıda hücreleri parçala” sloganlarıyla karşılandı. Hapisten çıkanlar, yakınlarıyla hasret giderdikten sonra emek ve demokrasi güçleriyle birlikte Sabri Yalım Parkı’na kadar bir yürüyüş gerçekleştirildi. Parkta yapılan basın açıklamasında tutuklananların halkın haklarını savundukları için hedef alındıkları belirtildi. Tahliye edilenler adına yapılan konuşmada “Bizler mücadele geleneklerimize sahip çıktığımız için tutuklandık. Devrimcileri cezaevlerine atsanız da onların haklı mücadeleleri orada da sürecektir. AKP bizleri adil yargılamadı ama devran döndüğünde biz onları adil bir
ki aydan uzun süredir gizlilik kararı nedeniyle kendilerine yönelik suçlamayı dahi bilmeden hapishanede tutulan 12 kişi mahkemeye bile çıkmadan serbest bırakıldı
Erkut Güzel, tutukluluklarının devam etmelerine yönelik itirazın yanı sıra dosyadaki gizlilik kararının kaldırılmasını ve görevsizlik kararı verilmesini talep ettiklerini belirtti. Tahliye kararının çıktığını dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle çok sonra öğrendiklerini söyleyen Güzel, “Dosya henüz savcılık aşamasında ve 12 kişinin hukuksuz bir biçimde hiçbir geçerli gerekçe olmadan 2 buçuk ay boyunca hapiste tutulduğunu görmüş olduk” dedi ve diğer itirazlarının sonucunu beklediklerini söyledi. VAL‹ ÖZÜR D‹LES‹N Tahliye edilen Halkevciler 7 Şubat günü bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Basın toplantısının açılışında konuşan Kuzey Boy, tutuklamaların ardından “Kimse suçsuz yere sabahın 5’inde evinden gözaltına alınmaz” diyen Kocaeli Valisi’nin kamuoyundan özür dilemesi gerektiğini söyledi.
şekilde yargılayacağız” denildi. Kocaeli’nde 3 Şubat günü tahliye olan Mihrican Atalay, Metin Kaya, Yaşar Seğmen, Turgay Çalışkan ile avukatlarından Erkut Güzel, 5 Şubat’ta düzenlenen İstanbul Halkevi Genel Kurulu’nda Halkın
Eflk›yalar tahliye an›n› anlat›yor
Sesi’ne konuştu. Dava süreci ve tahliye işlemleri konusunda bilgi veren avukat Erkut Güzel, dava dosyasının bir ay önce İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’na gönderildiğini söyledi. İstanbul’da yaklaşık bir ay boyunca dava
İ
stanbul Halkevi’nin 5 Şubat’ta genel kurulu vesilesiyle kurduğu Demokrasi Kürsüsü’nde Kocaelili eşkiyalar da vardı. Dava sürecini ve yaşadıkarını anlatmak için tahliye olduktan iki gün sonra genel kurula konuk olan Halkevleri’nden Mihrican Atalay, ve Turgay Çalışkan ile Öğrenci Kolektifi’nden Yaşar Seğmen tahliye anını Halkın Sesi’ne anlattı: M‹HR‹CAN ATALAY İlk başta şaka yapıldığını düşündük ve inanmadık. Çünkü hapse ilk geldiğimizde türlü şakalar yapılmıştı. Arkadaşlarımız eşyalarımızı toplayıp kapı önüne koymuşlardı. Arkadaşlarla orada birlikte yaşadığımız iki buçuk ayı değerlendirdik. Sigaralarımızı içtik. Gardiyanlar
dosyasının kaydını beklediklerini ifade eden Güzel, dosyanın 30 Ocak günü kayda geçtiğini ve kendilerinin de 31 Ocak sabahı itirazlarını ilettiklerini söyledi. HUKUKSUZ TUTUKLULUK
gelip “Çıkıyorsunuz” dediklerinde tahliye olduğumuza inandık. YAfiAR SE⁄MEN Görüşe gelen avukatla görüştükten sonra hücrede beklerken bir gardiyan gelip “Necati, nasılsın, iyi misin?” diye sorunca şüpheye düştük. Normalde böyle diyaloglar olmazdı. Gardiyan daha sonra mektuplarımızın gelip gelmediğini sordu, sonra bize bir daha mektup gelmeyeceğini, iletişim cezası aldığımızı söyledi. Tam o sırada avukatla görüşü biten Metin geldi ve “Tahliye olmuşuz” dedi. Biz de hiç beklemiyorduk tahliye olacağımızı, çünkü biz içerideyken gazetecileri, avukatları tutukladılar ve tutuklamalar devam ediyordu.
‘BU ‹fiLER‹ BIRAKIN, S‹Z‹ SERBEST BIRAKTIRALIM’ Toplantıda, Yaşar Seğmen’in anlattıkları, Kocaeli’ndeki tutuklamaların nedeni hakkında fikir veriyor. Seğmen, gözaltına alındıktan sonra Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülürken polislerin kendisine “Siz bu işleri bırakın, sizi her koşulda serbest bıraktırırız” dediklerini aktardı. Seğmen, muhalif oldukları için tutuklandıklarını ve emrin İmamın Ordusu tarafından verildiği konusunda hiçbir şüphelerinin olmadığını belirtti.
TURGAY ÇALIfiKAN Ben de kitap okurken gardiyan geldi ve “Tahliye oldun” dedi. Ben önce şaşırdım sonra hücredeki arkadaşlarla beraber çok sevindik. Gardiyanlar gelip “Hadi çıkıyorsunuz” dediler ama ben hücre arkadaşlarımla vedalaşmadan çıkmak istemedim. MKP davasından yargılanıp müebbet hapis cezası alan iki devrimci ile kalıyordum. Onlardan birden ayrılmak bana zor geldi. Gardiyanların tüm baskısına rağmen son bir kez oturup ayımızı kahvemizi içtikten, her akşamüstü yaptığımız sohbeti gerçekleştirdikten sonra çıktım. Çıkarken tahliye olduğuna sevinirken bir yandan da içeride bıraktığın arkadaşlarını düşünerek üzülüyorsun.
Q
Türkiye Komünist Partisi'nin kurucular› Mustafa Suphi ve yoldafllar›n›n 29 Ocak 1921'de katledilmelerinin y›l dönümünde 29 Ocak Pazar günü Ankara Arena Spor Salonu’nda TKP’li iflçiler, ayd›nlar, ö¤renciler bir araya geldi.
Q
29 Ocak 1979'da Trabzon'da faflistler taraf›ndan katledilen Devrimci Yol militan› ‹hsan Hac›murato¤lu katlediliflinin 33. y›l›nda Hopa'n›n Bafloba Köyü'nde bulunan mezar› bafl›nda an›ld›.
Q
Atamas› yap›lmayan ö¤retmenler 30 Ocak’ta Milli E¤itim Bakanl›¤› önünde bir eylem yapt›. 81 ilden gelen Atamas› Yap›lmayan Ö¤retmenler Platformu temsilcileri bakanl›k önünde “17 bin de¤il, koflulsuz, flarts›z 300 bin atama, güvenceli çal›flma istiyoruz” dedi.
Q
Hopa'da yaflanan olaylar nedeniyle Hopa Cumhuriyet Savc›l›¤›'n›n Erzurum'dan serbest b›rak›lan 4 kifli hakk›nda açt›¤› davan›n ikinci duruflmas› 1 fiubat’ta yap›ld›. Hopal›lar duruflma esnas›nda adliye önünde Metin Lokumcu'nun katillerinin cezaland›r›lmas›n› istedi.
Q
Büro Emekçileri Sendikas› (BES) Antalya fiubesi iflyerlerinde yaflad›klar› eflitsizliklere karfl› 1 fiubat’ta Defterdarl›k yemekhanesinde bas›n aç›klamas› yapt›.
Q
Malatya'da 1 May›s mitingi ile 8 Mart Dünya Emekçi Kad›nlar Günü mitinglerine kat›ld›klar› ve Grup Yorum bileti satt›klar› için "örgüt üyeli¤i" ile suçlanan üniversiteliler, 13 y›la varan hapis cezas› ald›.
Q
Halklar›n Demokratik Kongresi Adana üyeleri, demokratik kitle örgütleri ile birlikte 3 fiubat’ta Adana SGK önünde bir bas›n aç›klamas› yaparak AKP'nin halk›n sa¤l›¤› ile oynad›¤›n›, sosyal güvenli¤in tamamen yok edildi¤ini belirtti.
Q
4 fiubat’ta Ankara Tabip Odas›, D‹SK Ankara Bölge Temsilcili¤i, KESK Ankara fiubeler Platformu ve TMMOB Ankara ‹l Koordinasyonu Sakarya meydan›nda yapt›klar› eylem ile iktidar bask›lar› karfl›s›nda korkmayacaklar›n›, sinmeyeceklerini duyurdu.
Muhalefetin 2014’e kadar sokaktan baflka yolu yok on günlerin aktüel gündemini bir kez daha Tayyip Erdoğan belirledi; dindar gençlik yetiştirmek istiyorlarmış! Tüm siyasi iktidarlar, elbette AKP de gündem yaratma taktiğini sık sık kullanıyor. Ancak son günlerde hükümet üyesi bakanların (Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer) bu içerikteki açıklamalarını basit bir gündem değiştirme olarak değerlendirmek doğru olmaz. Tayyip, “dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” açıklamasını özel bir tercihle yapmıştır ve CHP’nin bu açıklamanın üzerine atlayacağını bildiğinden ikinci ve üçüncü cümlesini de hazırlamış zaten; “ateist bir gençlik yetiştirmemizi mi bekliyorsunuz” ve “dindar değil tinerci mi yetiştirelim.” (Sağlam bir kişilik sahibi olmak, iyiyi kötüden ayırabilmek, toplumsal bir varlık olabilmek için “dindar” olmak şart mı? Bosna paralarını iç eden Erbakan, bu iddiadan yargılanamayan Gül, Mercümek dindar değil miydi, ya da Deniz Feneri’ni hamuduyla götürenler, ya da Cüppeli Ahmet Hoca? Hepsini geçseler bile Hüseyin Üzmez'i hangi dindar yetiştirdi?) Ne referandumdan önce ne de seçimden önce bu tür bir üslup tercih etmeyen AKP’nin “ustalık dönemi”ndeki tercihleri artık iyice netleşmiştir. Bu tercihlerin başında, kendi çekirdek topluluğuna “CHP’nin sürekli düşman olduğunu sık sık hatırlatmak” geliyor. Ayrıca yine çekirdek kitlesi içinde baş gösteren huzursuzluklara karşı “ortak dava”larının önemi yine sık sık hatırlatılacak. Devlet iktidarının el değiştirmesinin, mücadelenin ilk aşaması olduğu, asıl bundan sonra
S
devlet olanaklarıyla toplumsal dönüşüme gidileceği beklentisi ile içerideki kimi sıkıntılar giderilmeye çalışılacak. Böyle bir dönüşüm için de kuşkusuz temel hedef eğitim alanı. Ustalık döneminde Milli Eğitim Bakanlığı’na Tayyip’in akıl hocası Ömer Dinçer’in getirilmesi elbette rastlantı olamazdı. Dönem arasında ilköğretim öğrencilerini umreye götüren bakan, hemen ertesinde de, 19 Mayıs gösterilerinin yapılmaması için genelge yayınladı. Dinçer’i, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik takip etti; “Gençliğe Hitabe neden kaldırılmasın, ayet mi ki?”. (Elbette devrimciler, T.C. devletini korumaya, kollamaya yönelik bir takım ritüellerin devamından yana olamaz ancak AKP’nin bu icraatları niçin yaptığı ayan beyan ortadayken, bunlara alkış da tutmaz). Tayyip’in fetvasının en önemli sonuçlarından birini Milli Eğitim Bakanlığı’nın kadrolarında ve elbette gerici öğretmenlerde göreceğiz. “Dindar gençlik” yetiştirme bahanesiyle her türlü yobazlık ilköğretim okullarında ete kemiğe bürünecek. Örnek Antalya'dan; ana sınıfı öğrencilerine düzeyleri üzerinde dini kitaplarla ders verdiği için daha önce kınama cezası ve türban üzerine taktığı perukla derslere girdiği için hakkında soruşturma açılan öğretmen Melek Münevver Işık, başka bir okula vekâleten müdür olarak atanırken, o okulun müdürü ise “inanan insanlara baskı yapıyor” gerekçesiyle sürgün ediliyor. Eğitimin içeriğinin gericileşmesine karşı mücadelede, kadro-güvence-sözleşme-sürgün
girdabına giren ilerici öğretmenler her şeye rağmen önemli bir misyon üstlenmek zorunda kalacaklar. Ve belki de şimdiye kadar hiç olmadığı kadar da öğrenci velileri eğitim sürecine müdahale etme zorunluluğuyla karşı karşıya olacaklar. Tayyip’li AKP Hükümeti’nin bu ve benzer icraatlarına önümüzdeki iki yıl boyunca bolca tanık olacağız. 2014’teki Yerel Seçimlere kadar tam bir fütursuzluk içinde devam edecekler. Çünkü “görünürde” onları yolundan edecek bir güç yok. Bu sistemde yarıdan bir fazla milletvekili çıkarmak yeterli, üstelik AKP %50 oy aldığına göre Tayyip’in cüreti engellenemez. İki seçim arası onları denetleyecek, kontrol edecek, koltuğundan edecek hiçbir tehlike yok! Seçimden önceki vaatlerini yerine getirmeyebilir (44 bin öğretmen atamaması yapmamak gibi), seçimden önce söylemediklerini ise yapabilirler (Kürt halkına bir bütün olarak –kaçakçılık işinde çalışanlar da dahil- savaş açabilirler). Benzer bir durum yerel yöneticiler için de geçerli. Kadir Topbaş, “Haydarpaşa Gar’ını otel yapacağım” deseydi ya da “oturduğunuz evi başınıza yıkacağım, bir de enkaz parası alacağım” deseydi aynı oyu alabilir miydi? “Temsili Demokrasi”nin nimetlerini yiye yiye bitiremeyecekler. Bir de bu temsili demokrasiye yargı ve yasama erkleri eklenince, iki seçim arası her türlü muhalefet bertaraf edilebilir. Basından gelebilecek muhalefet kredi muslukları, vergi memuru ziyaretleri ve elbette ki özel yetkili savcı korkutmaları ile; sokaktan gelebilecek muhalefet, kitlesel-keyfi tutuklamalar, “terör suçu” yaftala-
maları ile zor da olsa bertaraf edilmeye çalışılır. Kulis kapıları sadece TÜSİAD gibi seçkinlere açıktır, temsili demokrasilerde. İki seçim arası yasal/parlamenter muhalefet de sistemin kurallarına uyacağım diye kriz içinde kriz yaşıyor. Meclis’in lüks koltukları arasına sıkışmış, demeç vermekten öteye gitmeyen, Tayyip’in laflarına laf yetiştirmeye çalışan sözde sosyal demokratlar. Muhalefet etme hakkı devralınamaz, muhalefet etme hakkı başkasına devredilemez! Özellikle, AKP iktidarında geçecek önümüzdeki iki yıl düşünülecek olursa bu durumun ne tür vahim(!) sonuçlar doğuracağı ortadadır. Basit bir örnek “kadın sorunu”na yaklaşımda görülebilir. Hatırlanacağı gibi AKP, “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”da değişiklik yapılacağını belirtmişti. (Bu arada AKP iktidarıyla birlikte kadın, aile ile anılmaya başlandı, aile kavramının dışında “kadın” varlığı neredeyse tamamen kanunlardan/tanımlardan çıkartıldı.) Ve bu değişikliklerde kadın örgütlerinin belirleyici olacağı vaat edilmişti. Hükümetin Aile Bakanı Fatma Şahin, bu süreçte 236 kadın örgütünün temsilcileriyle görüştüğünü açıkladı. Pekiyi, sonuçta ne oldu? Bu sözü edilen 236 kadın örgütünün görüşleri yasa taslağına yansımadan, taslak bakanlar kuruluna sevk edildi. Kadın örgütleri, “her geçen gün taslakta kadınların aleyhine yapılan düzenlemeler, mevcut durumu daha da kötüye götürecektir” açıklamaları yapmalarına rağmen, Bakan Hanım “süreç daha sonlan-
madı, merak etmeyin” yalanını söylemeye devam etmekte. Ta ki yasa meclisten geçene kadar bu oyalama devam edecek. Önümüzdeki dönemin hiçbir biçimde devredilemeyecek muhalefet konusu ise kuşkusuz “sağlık hakkı” mücadelesi olacak. Devrimcilerin, bugüne kadar “AKP sağlık alanında bir yıkım gerçekleştirecek” uyarıları artık somut birer gerçekliğe dönüşüyor. Bitmek tükenmek bilmeyen bürokratik işlemler, uzayan kuyruklar, gelir testi saçmaları ve nihayetinde güvencesizlerin, yoksulların gasp edilen sağlık hakkı. Bu süreç; büyüyen borçlar, haciz edilen varlıklar ve hastane kapılarına bile gidemeyen ölümlerle devam edecek. Özellikle yerel seçimler yaklaşmadan AKP’nin ve AKP’li belediyelerin yapmak zorunda(!) oldukları bir diğer icraat ise “kentsel dönüşüm” adlı yağma süreci. Kentlerin çok büyük rant alanı haline gelen bölgeleri büyük tekeller için karlı alanlar haline getirilecek. Ve bu sürecin sonunda yoksul, emekçi kitleler kentlerin dışına sürülecek. Kent yağması sadece “kentsel dönüşüm” adıyla yapılmıyor. Yüz binlerce aile yıllardır oturdukları, ancak yerel yönetimler tarafından bir türlü çözüm bulunup tapusunu alamadıkları konutları için şimdi fahiş fiyatlarla tapu almaya zorlanıyorlar. Çünkü AKP’li belediyelerin kaynakları tükendi ve yeni beslemeler için yeni para bulmak zorundalar. Benzer bir yağma süreci de “kent içi ulaşım” gerekçesiyle yaşanıyor. Kent içi ulaşıma çözüm yaratma gerekçesiyle plansız, düzensiz, rant yaratmayı
temel amaç güden bir süreç işletiliyor. Taksim Meydanı, Haydarpaşa Garı, Hızlı Tren uygulaması somut örnekler. İnşaatlar süresi boyunca halkın mağduriyetini çözmeyi hiçbir biçimde düşünmeyen sığ yöneticilik bir yana halkın yıllardır ortak sahipliğine dönüşmüş kent varlıklarını bir çırpıda üç-beş tekel için AVM ya da otel haline getirme planları yapılıyor. Barınma hakkı mücadelesi aynı zamanda insanca yaşanabilecek kentler için de mücadele etmeyi gerektiriyor. Tüm bunlarla birlikte, Mart ayıyla beraber ilkbaharın sıcak toplumsal muhalefet konuları AKP’nin 2014’e kadar rahat ilerleyemeyecek olmasının en önemli habercisi. Toplumsal muhalefet “nesnel” olarak çok daha uygun koşullarda ilkbaharı karşılayabilir durumda. Geçen yıla göre seçim baskısı altında, göz boyama taktikleriyle geçirilemeyecek bu dönem. Mücadele konuları çok daha çeşitli olmasına rağmen, hepsi sokakta çok canlı yaşanan ve çözüm bekleyen konular olacak. Toplumsal muhalefetin gerçek birliği de olması gereken yerde, yani sokakta yeniden kurulacak. (Çünkü DİSK örneğinde de görüldüğü gibi masa başında, bürokratik sendikal zihniyetle, koltuk hesabı üzerinden kurulmaya çalışılan birliklerde, devrimcileri dışlama sanatı rahatlıkla icra edilebiliyor.) Sokak, demokrasi mücadelesinin de hak mücadelesinin de yeniden şekil alacağı ve yeni kazanımlar sağlayacağı ve bunlar üzerinden yeni birlikteliler kuracağı bir bahara açılacak.
4
GÜNDEM 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
‘AKP Faflizmi’ ya da ‘Sömürge Tipi Faflizm’in AKP dönemi olun AKP iktidarının niteliğine ilişkin “kafa karışıkS lıkları”, AKP’nin icraatlarıyla zayıflamaya başladı. AKP’nin emperyalist güdümlü faşizan karakterli bir iktidar olduğu konusunda, geç de olsa1, genişleyen bir konsensüs oluşuyor. “AKP Faşizmi”, bu konsensüsün cisimleştiği bir kavram olarak popülerleşiyor. Türkiye sosyalist hareketinin AKP’nin yükselişi sürecindeki temel konumlarını değiştirmek zorunda kalması, Türkiye sosyalist hareketi açısından yararlı tartışmaları da beraberinde getirecek gibi görünüyor. Ergin Yıldızoğlu, sol.org.tr ve Sendika.Org’da, A.Güler’in Komünist’te yayımlanan İkinci Cumhuriyet’e Geçiş: Öznel bir saptama mı? ve F.Benlisoy’un, Yeniyol’da yayımlanan “AKP Faşizmi” ve Sol Liberalizm başlıklı yazılarıyla tartışma/diyalog halinde iki yazı yayımladı. Yıldızoğlu, “Devlet” tartışmasının ikinci plana düşmüş olmasının, AKP’nin yükseliş sürecinde içine düşülen Ferda vahim hataların, boş beklentileKoç rin oluşmasında, önemli bir role sahip olduğu saptamasını yapaferdakoc@ rak, “İkinci Cumhuriyet” ve hotmail.com “AKP Faşizmi” tartışmalarına atıfla, Türkiye’de devletin ve rejimin dönüşümüne ilişkin daha genel bir tartışma çerçevesi çizmeye çalıştı. Ben de bu tartışmaya bir iki not düşerek katkıda bulunma gereksinimi duyuyorum. “Devletin AKP iktidarında somutlaşan “dönüşümü”nü anlama çabamız, AKP iktidarına karşı somut siyasi mücadelenin doğru ve devrimci yolunu önerme amacını taşımalıdır. Aksi takdirde kendimizi sözcüğün kötü anlamıyla bitmez tükenmez bir “felsefi” tartışmanın içinde buluruz. Bu dönüşümün esas olarak “hangi devleti” dönüştürdüğü önemlidir. “1923’te kurulan cumhuriyetin yerini yeni bir devlet (2. Cumhuriyet, Yeni Osmanlı vb.) almaktadır” bu sorunun bir yanıtlanma şeklidir ve soldaki liberal ve bürokratik-devletçi yanılsamaların ortak hareket noktasını oluşturur. Bu yaklaşım tarzı, Türkiye devrimci sürecinin, Türkiye’nin burjuva devrimi süreci ile bir süreklilik halinde geliştiği yanılsamasıyla maluldür. Oysa Türkiye’de burjuva devrimi yarım kalmış ve yeni sömürgeciliğin “zaferi” ile bitmiştir! Bürokratikdevletçi sosyalistlerin “burjuva devrimci” “1. Cumhuriyet”i, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, bizzat bu devletin kurucuları, İnönü ve Bayar tarafından bir “yeni sömürge devleti”ne dönüştürülmüştür. Bu dönüşümle birlikte, 1. Cumhuriyet’in temsil ettiği “yarım-buçuk” burjuva devrimci süreç sona ermiştir. Ne AB nefesiyle, ne cinci hoca üfürüğüyle diriltilemez. Türkiye’nin bundan sonraki döneminin devrimci süreci, köklerini yarım kalan burjuva devriminden değil, yeni sömürgecilik ilişkilerine bağlı olarak gelişen uzlaşmaz toplumsal karşıtlıklardan almıştır ve nitelik itibariyle bir proleter devrimi sürecidir. Türkiye’nin bugünkü devrimci süreci bir proleter devrimi sürecidir ve burjuva devrimi süreci ile arasında bir “tarihsel süreklilik” yoktur, kurulamaz da. AKP iktidarı vasıtasıyla “dönüştürülen” devlet, 2. Dünya Savaşı’nın ardından inşaa edilen yeni-sömürge devletidir. Yıldızoğlu’nun kavramsal avadanlığını kullanacak olursam, dönüşüme konu olan varoluş, “yeni sömürgesel devlet”tir. Yeni sömürge devletini burjuva devletin bir “alt türü” olarak değil, kapitalizmin bir dünya sistemi halinde örgütlenmesinin zorunlu bir segmenti olarak ele almak gerekir. Burjuva devletin bu “sömürgesel segmenti”, yeni sömürgecilik ilişkilerinin siyasi üstyapısını tanımlar ki, bu siyasi üst yapı 1970’lerden bu yana “sömürge tipi faşizm” olarak tanımlanmıştır. Türkiye’deki yeni sömürge devletin “dönüşümünü”, yeni sömürgeci güçler açısından ihtiyaç haline getiren iki temel eksen bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Türkiye’ye empoze edilen neo-liberal yeni sömürgecilik politikaları ve ikincisi, “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla tanınan sömürgesel fetih ve yeniden yapılandırma programıdır. AKP iktidarı, mevcut yeni sömürge devletini neo-liberal yeni sömürgecilik politikalarına ve BOP’a uyarladığı ölçüde “dönüştürmektedir”. Bu bir “devrim” değil, “uyumlulaştırma”dır. Bu “uyarlama”nın çok sayıda özelliği bulunmaktadır. Bu özelliklerden birisi de daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, faşist devlet yapısının belirli bir zor kurumunun “vesayeti” ile tanımlanmaması, “vesayetin” daha geniş ve sivil görünümlü olan ama eskisinden daha sıkı bir biçimde emperyalist merkeze doğrudan bağlı bir ağa aktarılmasıdır. Yıldızoğlu, neoliberal yeni sömürge devletinin organizasyon şemasındaki kimi özgüllükleri AKP iktidarı üzerinden tartışmaya sokmakla gerçekten de iyi bir şey yapıyor. Ancak burada neoliberal yeni sömürge devleti ile onun özgül “AKP iktidarındaki tezahürü”nde izlediğimiz “yerel”, “bölgesel”, “genel” özellikleri ayırt etmek gerekiyor. Bunu yapmazsak, örneğin, “milli görüş gömleğini” üzerinden çıkaran AKP ile Arap Baharı’yla öne çıkarılan Müslüman Kardeşler arasında kurulan paralellik, Türkiye’deki Siyasi İslam ile uluslararası Siyasi İslam arasında gerçekte olmayan bir “genel özdeşlik” çağrışımı yaratmaktadır. Oysa AKP’nin içerisinden çıktığı “Milli Görüş” Suudi gericiliğinde somutlaşan bir uluslararası Siyasi İslam aksının parçasıdır. AKP iktidarı, yeni sömürge devletinin, yani sömürge tipi faşizmin rehabilitasyonu sürecinin “yerel” siyasi öznesidir. Bu nedenle, AKP iktidarının faşist icraatını “AKP faşizmi” olarak tanımlamanın, kategorik olarak 1970’li yıllardaki “MC Faşizmi” kavramından bir farkı yoktur. “AKP faşizmi” kavramı, “sömürge tipi faşizmin AKP dönemini” ifade etmek için kullanılan bir politik propaganda terimi olduğu ölçüde hatalı değildir. Ama Türkiye’deki faşizmi AKP’ye ve AKP iktidarının dayandığı özel baskı, bağımlılık ve hegemonya yöntemlerine (polisiye baskı, devlet kadrolarına yandaşların yerleştirilmesi vb.) indirgersek işte o zaman “sosyalist hareketin stratejik önceliklerini anti-kapitalist içeriği hayli cılız soyut/sınıfsız bir demokratikleşme hedefine sıkıştırmış oluruz”. 1) Bu “gecikme”nin Türkiye soluna ve sosyalist hareketine maliyet i n i n a ğ ı r o l d u ğ u ; “ s o l ” k a v r a m ı nı n b u g ü n k ü b e l i r s i z l e ş t i r i l m e s i n d e önemli bir payının olduğu üzerinden atlanmaması gereken bir gerçektir. S o l ’ d a A K P ’ n i n y ü k s e l i ş i n e i l i ş k i n k a f a k a r ı ş ı k l ı k l a r ı n d a “ l i b e r a l e t k i l e nme”lerin ve “geleneksel sol” ezberlerin vebali büyüktür. PKK, ÖDP ve TKP’nin omuzlarında olan bu vebalin teorik-politik arka planının eleştiri si mutlaka yapılmalıdır.
‘Yeşil’ kontrgerillayla savaş P
KK yöneticisi Cemil Bayık, AKP iktidarının Kürt sorununda yasal demokratik kanalları tıkayan ve Kürt hareketine topyekun tasfiyeyi dayatan çizgisine karşı geniş kapsamlı bir savaşa hazırlandıklarını açıkladı: “Artık bunun dağı, şehri, metropolü kalmayacak, savaş her alana yayılacaktır. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir topyekûn savaş yürütülüyorsa, Kürt Özgürlük Hareketi de devletin askeri güçlerine, polis ve kontrgerilla güçlerine, bu savaşın merkezinde yer alan idari ve siyasi güçlere yönelecektir.” Bayık, Fırat Haber Ajansı’nda 5 Şubat’ta yayımlanan röportajında, AKP’den bir çözüm geleceği yönünde beklentili ya da tereddütlü davranmanın faydasız olduğunu, AKP’nin Kürtlere direnmekten başka seçenek bırakmadığını belirtti. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının yıldönümüne denk gelen 15 Şubat’ta başlayıp 21 Mart Newroz mitinglerine kadar adım adım tırmanması beklenen sokak hareketliliğine, çok boyutlu silahlı eylemlerin de eşlik edebileceği anlaşılıyor.
AKP VE CEMAAT HEDEFTE Bayık’ın açıklamalarının dikkat çeken yanı, PKK’nin “kontrgerilla güçleri, idari ve siyasi güçler” diye anılan kesimleri de hedefe yerleştirdiğinin özel olarak belirtilmesi. Bu ifade Gülenci polis kadrolarından savcılara, Gülen Cemaati’nin sivil örgütlenmelerinden AKP’li parti yöneticilerine geniş bir yelpazenin hedef alınabileceğini ortaya koyuyor. PKK lideri Murat Karayılan, Kasım 2011’de bir açıklama yaparak Gülen Cemaati’ni “Yeşil Ergenekon” olarak tanımlamış ve yeni dönemin kontrgerillasının
Kürt sorununda AKP ve Cemaat güçlerini de hedef alan yeni bir çatışmalı dönem beklenirken, Hakkari ve Batman’da kontrgerilla eylemleri gerçekleşti. Bu iller kısa süre önce Gülenci polislere teslim edilmişti
Gülenciler olduğunu belirtmişti. Karayılan, her ilde komiteler halinde örgütlenen Gülen cemaatinin emniyet yetkililerini, valileri ve savcıları yönlendirdiğini kaydederek ellerinde bu yapının örgüt şemasının bulunduğunu söylemişti. Karayılan’ın ve Bayık’ın sözleri birlikte düşünüldüğünde, Kürt hareketine açıktan savaş ilan eden Cemaat’in çatışma davetinin de geri çevrilmediği anlaşılıyor. Fethullah Gülen, Ekim 2011’de Kürt hareketini hedef alan “altını üstüne getirin, kökünü kurutun, 500 değil, 5 bin hatta 50 bin olsa da
yok edin!” sözleriyle akıllara kazınan bir konuşma kaydı yayımlamıştı. Gülen’in mesajının somut muhatapları da var. 2011 yılı içinde çıkarılan bir kararnameyle Hakkari İl Emniyet Müdürlüğü’ne İstanbul’da Balyoz ve KCK operasyonlarını yöneten Gülenci Tufan Ergüder getirildi. Aynı dönemde Şırnak’a, Urfa’ya, Kars’a, Dersim’e, Mardin’e, Batman’a ve Muş’a da Gülenci emniyet müdürleri atandı.
‹Y‹ ÇOCUKLAR HAKKAR‹ VE
BATMAN’DA Ocak-Şubat aylarında Hakkari ve Batman’da gerçekleşen “faili meçhul” saldırılar ve özel harekat timlerinin hareketliliği, devletin de bir “gayri-nizami harp” hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor. Hakkari’de 19 Ocak günü, belediye binası yakınlarında bir polis otobüsünün geçişi sırasında gerçekleşen bombalı saldırıda 1 kişi ölmüş 25 kişi de yaralanmıştı. Saldırı sonrası sokaklara dökülen binlerce Hakkariliye polis zırhlı araçlar, gaz bombaları ve tazyikli su ile saldırdı. Daha sonra PKK bu olayla ilgileri-
nin olmadığını, BDP de saldırının “iyi çocuklar”ın işi olduğunu açıkladı. “İyi çocuklar” ifadesi, Şemdinli’de 2005’te yaşanan bombalı eylemin ardından literatüre girmişti. Halk tarafından yakalanan saldırganların “görevli asker” olduğunun açığa çıkması üzerine, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, saldırganları “iyi çocuklar” diye savunmuştu. Seçimlerden bu yana Tayyip Erdoğan tarafından özel olarak hedef gösterilen Hakkari’deki bu eylemin, kenti terörize ederek kontrol altına almak isteyen iktidarın bilgisi dahilinde bir kontrgerilla eylemi olduğu düşünülüyor. Batman’da da 5 Şubat akşamı, içinde toplantı halindeki BDP yöneticilerinin bulunduğu belediye ve parti binalarına dönük bir silahlı saldırı gerçekleşti. Geçtiğimiz yıl da pek çok kentte BDP il binalarına yönelik tüfekli saldırılar gerçekleşmiş ancak failleri bulunamamıştı.
‹SLAMCI-KÜRT PLANINDA BEL‹RS‹ZL‹KLER Öte yandan 18 Ocak’ta bir manifesto yayımlayarak yeniden sahneye çıkan Hizbullah ise, bir sürpriz yaptı. Kontrgerillanın vaktiyle PKK’ye karşı kullandığı silahlı İslamcı-Kürt örgütünün bu hamlesi, hareketin operasyonlar ve tahliyeler sonrası, mollaları devlet kadrosuna almak gibi hamlelerin de katkısıyla yasallaşarak sisteme eklemleneceği yönündeki beklentilere ters düştü. Gerek Hizbullah gerek PKK birbirleriyle çatışmayacakları yönünde açıklamalar yapsa da henüz bu sözleri test edecek bir pratik süreç yaşanmış değil. Örgüt geçtiğimiz yıllarda Fethullah Gülen Cemaati ile çatışmanın eşiğine gelmişse de, örgüt üzerindeki AKP kontrolünün ve eski kontrgerilla bağlarının ortadan kalktığına dair bir veri yok.
AKP cinayet mahallinde U
ludere’de 34 kişinin Türk savaş uçaklarının bombalaması sonucu katledilmesini araştırmak üzere bölgeye giden TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeleri, katliamdan sağ kurtulan 3 genç ile idari ve askeri yetkililer ile görüştü. Heyet saldırının Heron görüntülerini de izledi, ancak görüntülerin heyetten ve soruşturma savcısından önce İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin denetiminden geçtiği ortaya çıktı. Soruşturmanın AKP gözetiminde yapılması ise hükümetin katliamdaki sorumluluğunun örtbas edileceği kuşkusunu uyandırıyor. Komisyon başkanı ve AKP milletvekili Ayhan Sefer Üstün’ün “Resmin tamamını görmeliyiz. Bunu yapmadan beyan edilen fikirlerin kamuoyunu yanılttığını gördük” açıklaması da bu
Muhalefetin söz hakkı yok A
KP, TBMM içtüzüğü değişikliği ile muhalefetin Meclis’te kullanabildiği tek hakkı olan söz hakkını da gasp etmeye hazırlanıyor. AKP’nin sayısal çoğunluğu ve KHK yetkisi ile işlevsizleşen TBMM muhalefetinin yeni düzenlemeler ile söz hakkı ve genel kurullara müdahale olanakları sınırlanıyor. Muhalefetin itirazına rağmen jet hızıyla kabul edilen tüzük değişiklik teklifi 5 Şubat’ta TBMM gündemine geldi. AKP’nin Genel Kurul’da yasa geçirecek çoğunluğa sahip olması nedeniyle meclisteki diğer partilerin muhalefet etmek için kullandığı en etkili araç meclis kürsüsü. Kürsüde yapılan konuşmalar TV ve gazetelerde de haber olarak yer alıyor. Gündeme gelen yasalara dair muhalefetin tavrı ve gerekçeleri bu sayede kamuoyuna iletili-
yor. Fakat AKP zamanın savurgan kullanıldığını öne sürerek diğer partilerin konuşma sürelerini kısıtlayarak söz haklarını da ellerinden almak istiyor. Mevcut uygulamada 10 dakika olan söz hakkı 5 dakikaya indiriliyor. Genel Kurul’a sunulan önergelerin kürsüden okunması yerine basılı olarak vekillere dağıtılması zaten yasama sürecine yalnızca el kaldırıp indirerek katılan vekillerin artık neyi tartışıp oylayacaklarını dahi bilmedikleri bir işleyişin kapısını açıyor. Mecliste CHP ve BDP’li vekillerin zaman zaman kullandığı döviz, pankart ve benzeri materyallerin kullanılması da yasaklandı. Muhalefet partileri iç tüzüğün bu haliyle yürürlüğe konmasına itiraz etse de eleştirileri görmezden gelen AKP çözüm kapılarını kapamış durumda.
kuşkuyu besler nitelikte. Komisyonun görüştüğü katliam mağdurları, ‘kan parası’ anlamına gelen tazminatı istemediklerini, tek taleplerinin katillerin bulunması olduğunu belirttiler. Aileler de çocukların bir daha ölmemesi için tek isteklerinin barış olduğunu vurguladı. AKP cephesinden açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ise tazminatların ‘devlet şefkati ve desteği’ olduğunu iddia etti. Atalay AKP’nin katliamdaki sorumluluğunu görmezden gelerek dalga geçercesine “Devlet böyle zamanlarda ailelere her zaman destek olmuştur. Yine olacaktır” ifadelerini kullandı. Atalay, ailelerin tepkilerinin de ‘birileri’ tarafından tahrik edildiği ve yönlendirildiğini iddia ederek yine örtük biçimde BDP’yi suçladı.
CHP kendinden dertli CHP’de y›llard›r bitmeyen hizipler aras› mücadele, partiyi “yormaya” devam ediyor. 22 May›s 2010'da K›l›çdaro¤lu’nun “de¤iflim” iddias›n›n kimi yans›malar› olsa da de¤iflmeyen en önemli fley parti içi iktidar mücadeleleri. Muhalifler iktidar içi mücadeleyi “tüzük de¤iflikli¤i” talebi üzerinden yürütüyor. Ancak ilginç olan “parti içi demokrasi” bayra¤›n› yükselten isimlerin bir zamanlar bu tüzü¤ü haz›rlam›fl olmas› ve parti içi demokrasi meselesindeki oldukça kötü sicili. Buna ra¤men delegelerden 362 imza toplayan muhalefet tüzük de¤iflikli¤i gündemli kurultay karar› ald›rd›. Genel Merkez ise bu atak karfl›s›nda 26 fiubat’ta kendi
belirledi¤i bir gündemle kurultay karar› ald›. Muhaliflere 3 gün sonras› 1 Mart Perflembe günü kurultay günü verildi. Böylece CHP’de bir ilk gerçekleflecek ve "K›l›çdaro¤lu kurultay›"; "muhaliflerin kurultay›" olarak iki kurultay toplanacak. Böylece ikinci kurultay ifllevsizlefltirilmeye çal›fl›lacak.
CHP’nin “kurultaylar partisi” görüntüsünü bu dönemde de sürdürmesi, iki taraf›n uzlaflmaz davran›fllar› ve çokça dile getirildi¤i gibi kiflilik problemleri de¤il partinin yap›sal çeliflkileri. Bir taraftan “eski düzen”in kurucu partisi, bir taraftan neoliberalizme uyumlu bir sosyal demokrasi, tüm bunlar›n üzerine halkç› bir
seçenek olunam›yor. Muhalifler flu anki CHP’nin Atatürk’e, Cumhuriyet’e yeterince sahip ç›kmad›¤›, Kürt sorununda geleneksel militarist söylemi yeterince sürdürmedi¤i gibi fikirlerle muhalefet ederken kimseye umut olacak durumda de¤il. Genel merkez ise bir taraftan halk›n iktidar›ndan bahsedip bir taraftan sermaye çevrelerinin temsilcilerine yönetimlerde koltuk da¤›tman›n çeliflkisi içinde. Bir taraftan anti-emperyalist tak›l›p di¤er taraftan Washington Post gazetesinde ‘AKP’nin Ortado¤u’da iyi bir model olamayaca¤›n›’ yazan Genel Baflkan, partinin baflka bir yap›sal çeliflkisini hat›rlatt›. Bir di¤er sorun ise faflizmin eski versiyonunu savunarak, AKP faflizmine karfl› ç›kman›n
5
DÜNYA 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
KÖRFEZ’DE B‹R EMPERYAL‹ST MÜDAHALE ÜSSÜ
Katar’dan Suriye oyunları E
mperyalizmin Suriye’de bir yandan iç çatışmayı kışkırtan, bir yandan da işbirlikçi ülkeler ve medya aracılığı ile karalama kampanyası yürüten saldırgan politikaları gizlenemez hale geldi. Suriye’deki emperyalist gözlem heyeti, Esad’a yaptırım uygulanmasını sağlayacak izlenimlerde bulunamayınca devreye Katar’ın parası girdi. Heyetten Enver Malik’in ‘sipariş’ rapor hazırlaması için 500 bin Avro istediği, avans olarak da 100 bin Avro aldığı ortaya çıktı. Gözlemlerini otel odasından yazan Malik, heyetten atıldı. Suriye’de Mart 2011’de başlayan Esad karşıtı eylemleri, Ortadoğu’daki hakimiyet planlarını hızlandırmak amacıyla kullanan emperyalizm, Körfez ülkeleri ve Türkiye gibi işbirlikçi rejimler aracılığıyla iç çatışmayı körüklüyor Esad karşıtı gruplara verdiği desteği meşrulaştırmak isteyen Arap Birliği’nin ülkeye gönderdiği gözlemci heyeti, aralık ayından bu yana Suriye’de bulunuyordu. PARA VE S‹PAR‹fi ‹LE GÖZLEMC‹ RAPORU Emperyalizm, Esad yönetimi karşıtı kampanyasını meşrulaştıracak gerekli atmosferi sağlayamadığından, kirli oyunlarına yenilerini eklemeye başladı. Sosyal araştırmacı ve eylemci Muhammed Rada El Tavijni’nin ‘Katarlı güvenilir kaynaklar’dan öğrendiği bilgilere göre gözlemci heyetinin içerisinde bulunan Cezayirli Enver Malik, emperyalistlerin istekleri doğrultusunda bir rapor hazırlamak için Katar’dan 500 bin Avro istedi. Malik, Suriye rejimi aleyhinde demeç vermek için de 100 bin Avro avans aldı ve sadece birkaç gün sonra ‘Esad rejiminin insanlığa karşı suçlar işlediği’ yönünde demeçler verdi. Malik hakkındaki iddialar, gözlemci heyeti başkanının
E
mperyalizm, iç çatışmaları kışkırttığı Suriye’de, Arap gözlemci heyetini satın almak için devreye bölgenin operasyonel üssü Katar’ı soktu
“Yeterli performans göstermiyor, incelemelere katılmıyor, otel odasında konaklıyor” demesiyle iyiden iyiye güçlendi. Tavijni, Malik’in kaldığı otelde ABD ve Fransa istihbaratından yetkililer ile görüşme yaptığını, epostasına da Katar’dan yayın yapan El Cezire televizyonundan Suriye aleyhinde direktif aldığını açıkladı. Malik ile ilgili açıklamaların yankı bulmasının ardından gözlem heyeti başkanı Malik’in başarısız olduğunu ve görevini yapmadığını ifade etmek zorunda kaldı. MEDYANIN ORTA OYUNU Enver Malik hakkındaki iddiaların
açığa çıkması ile birlikte Malik’i aklama görevi ise El Cezire başta olmak üzere egemen medyaya düştü. Malik, demeç verdiği yayın organlarında heyetten ayrılma gerekçesini şu sözlerle ifade etti: “Kendimi bağımsız bir heyete mensupmuş gibi değil, rejime hizmet eder buldum. Rejime daha fazla öldürmesi için fırsat veriyoruz. Esad rejimi, Arap gözlemcileri ikna etmek ve sempatilerini kazanmak için yandaşlarını bile öldürmeye başladı”. Ancak egemen medyanın tüm çabalarına karşın Malik’in rüşvet aldığı, incelemelere katılmadığı, gözlemcilik misyonunu ranta çevirdiği pek çok kaynakta
yer buldu. KÖRFEZ’DE B‹R MÜDAHALE ÜSSÜ Katar, İran Körfezi olarak da bilinen Basra Körfezi çevresinde yer alan 6 Arap ülkesinden biri. Körfez’in karşı kıyısında ise İran yer alıyor. Emperyalizmin ilk açığa çıktığı 1800’lerin sonunda İngilizlerin denetiminde bir ticaret yolu olan bu bölge, daha sonra dünyanın en zengin petrol yataklarına ev sahipliği yaptığı için stratejik önem kazanmıştı. Körfez Ülkeleri diye bilinen 6 ülkenin (Suudi Arabistan, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap
Emirlikleri ve Katar) tamamı oy hakkının neredeyse hiç bulunmadığı krallıklar ve emirlikler tarafından yönetiliyor. İngiliz emperyalizminin daha kolay yönetebilmek için, bazı rakip Arap kabileleri arasında bölüştürdüğü bu Arap toprakları, “böl-yönet” siyasetinin de doğduğu topraklar. Emperyalist liderlik ABD’nin eline geçince İngiliz-ABD (AngloSakson) ekseninin kontrolüne giren bu ülkeler, Soğuk Savaş sonrasında Ortadoğu’ya yönelik askeri müdahalelerde aktif bir şekilde kullanıldı. Küçük bir yarımada ülkesi olan Katar, bu süreçte öne çıktı. Körfez Savaşları, Katar’daki ABD üssünden yönetildi. 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından El Kaide’den haber veren yayınlarıyla dikkat çeken El Cezire televizyonu, bu askeri üssün 15 metre kadar yakınındaki bir binada 1996 yılında kuruldu. El Cezire, daha sonra Arap halk hareketleri ile başlayan değişim sürecinin emperyalizmin kontrolünde ilerlemesi için aktif rol alacaktı. Libya’da Muammer Kaddafi karşıtı isyancıları desteklemek için askeri müdahale çağrısı yapan Katar’ın, doğrudan askerlerini göndererek savaşa müdahil olduğu daha sonradan açığa çıktı. Yine Kaddafi’nin devrilmesinin ardından, İngiliz özel birlikleri ve Türk özel harekatçılarının da Katar güçleri ile birlikte hareket ettiği açıklandı. AKP iktidarının ekonomik ve siyasi pek çok ortaklığa giriştiği Katar diğer Körfez ülkeleriyle birlikte, petrol zenginliğini emlak sektörüne aktararak, İngiliz-ABD kontrollü finans sermayesinin bölgedeki üssü haline geldi. AKP’nin mega inşaat ve kentsel dönüşüm projeleri de Körfez sermayesinin izlerini taşıyor.
Krizin donma noktası: Evsizler E
Sağlık isyanı Boc’u devirdi N
eoliberalizmin krizi Avrupa ekonomilerini sarsmaya devam ederken toplumsal mücadeleler açısından elverişli bir zemin de oluşturuyor. Avrupa’da sağlık hakkı temelli ilk toplumsal ayaklanmaya ev sahipliği yapan Romanya’da Emil Boc, başbakanlık görevinden istifa etti. Bu, yakın dönemde Avrupa’da toplumsal mücadeleler sonucu yaşanan ilk yönetim değişikliği oldu. Romanya’da Emil Boc hükümeti, 2009’da IMF’den aldığı 20 milyar Avro’luk kredinin geri ödemesini yeni bir neoliberal paketi yürürlüğe koyarak yapmaya çalışmıştı. Emeklilerin maaşlarında kesintileri, bütçede eğitim ve sağlık harcamaların kısılmasını, sağlık alanının piyasalaştırılmasını öngören pakete, haklarına sahip çıkan Romanya halkı ‘dur’ demişti. Hükümet 67 kamu hastanesinin kapatılması veya satılmasını, 670 hekim ve 2 bin sağlık çalışanının da işten
çıkarılmasını planlıyordu. Bu plana karşı eyleme geçen halkın, polis saldırısı ile karşılaşması öfkeyi bilemekten başka bir sonuca yol açmamıştı. Sağlık emekçilerinin öncülük ettiği eylemlere, diğer emekçi halk kesimlerinin yanı sıra gençliğin de yoğun katılımı gözlendi. Kitlesel ve militan eylemler ile krizin derinleşmesi, Boc hükümetini köşeye sıkıştırdı. Hükümet, sağlık reformunu geri çektiğini açıklasa da tepkileri dindiremedi. Çünkü paket, maaşlarda yüzde 25 kesinti öngörüyordu. “Paket krizden kurtulmamız içindi” diyerek kendini meşrulaştırmaya çalışan başbakan, 6 Şubat’ta istifa ettiğini açıkladı. İstifa sonrasında Devlet Başkanı Trayan Başesku yönetimi dış istihbarat sorumlusu Mihai Razvan Ungueranu’ya devrederken, halk ise sağlık hakkından asla vazgeçmeyeceğini söyleyerek Başesku’nun da istifasını talep ediyor.
konomik krizler ve neoliberal yıkım politikaları ile boğuşan Avrupa’da, dondurucu soğuklar barınma sorununun boyutlarını gözler önüne serdi. Yoksullaştırma ve konut politikaları ile barınma hakkı elinden alınan ve evsiz kalan kişi sayısı son bir yılda yüzde 25 artarak 3 milyona ulaştı. İşsizliğin ve hak gasplarının da arttığı pek çok ülkede, son bir ay içerisinde çoğunluğu evsiz 360’ın üzerinde kişi hayatını kaybetti. Avrupa’da ‘kriz’ denildiğinde akla ilk gelen ülke Yunanistan. Günde ortalama 1500 kişinin işten çıkarıldığı, kamu harcamalarının kısıldığı, işini ve malvarlığını kaybedenlerin sayısının 20 bine ulaştığı ülkede yoksullaşan orta sınıfın barınma hakkı gasp ediliyor. Orta sınıfa mensup iken evsiz kalanlar ve ‘yeni evsizler’ olarak adlandırılan kesim, Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinin de sorunu. Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde çok sayıda yeni evsiz, donarak hayatını kaybetti. Ekonomik krizin ‘teğet geçtiği’ Polonya’da da Kasım 2011’den
7
iklim 5 kıta
Haklar için iflgal!
A
BD’nin Oakland kentinde boş bir binayı ‘yüzde 99 için eğitim, sağlık ve barınma merkezi’ yapmak amacıyla işgal eden eylemcilere polis saldırdı. Binanın etrafındaki tel örgüleri sökerek içeri girmek isteyen Oaklandlılara göz yaşartıcı gazlarla, coplarla ve plastik mermilerle saldıran polis, yaklaşık 300 kişiyi de gözaltına aldı. Polisin saldırı sırasındaki sert tavrı ise hak mücadelelerinin yarattığı tehdidi gözler önüne serdi. Yaralılara müdahale etmeye çalışan doktorlara gaz bombası atan polisler, saldırıyı görüntülemek isteyen 3 gazeteciyi de darp ederek gözaltına aldı.
Engelliler sokaklarda
İ
ngiltere hükümetinin kriz nedeniyle sosyal harcamalarda kesintilere gitmesi, hakları gasp edilen engellileri sokağa döktü. “Sadaka değil hakkımızı istiyoruz” diyen yaklaşık 300 engelli, birbirlerini zincirleyerek Londra’nın işlek yollarından olan Regent Caddesi’nde trafiği kesti. Hükümet tarafından günah keçisi ilan edildiklerini, kesintilerin finans sektörünü kurtarmaya yönelik olduğunu söyleyen engelliler, 500 bin engellinin hayatını olumsuz etkileyecek uygulamalara karşı her daim sokakta olacaklarını açıkladı.
bu yana 110 kişinin donarak öldüğü açıklandı. IMF’den aldığı kredi karşılığında neoliberal yıkımı hızlandıran Polonya yönetimi, evsiz yüz binlerce kişinin sorununa dair herhangi bir çözüm geliştirebilmiş değil. ‘SABAH EGZERS‹Z YAPIN’ Ağır kış koşullarının en büyük yarayı açtığı ülke Ukrayna oldu. Son iki haftada 150’den fazla kişinin donarak öldüğü ülkede, hükümet talimatıyla kurulan çadırların 21.00’da kapanması ve kapasite yetersizliği bir çözüm sağlamadı. Zaten donarak ölümler, hükümetin de ancak dalga konusu olabildi. Ukrayna Acil Durum Bakanı Viktor Baloga, evsizlere “Sabah kalkıp egzersiz yapın, 10 km. koşun ve soğuk suyla duş alın” önerisinde bulundu. Evsizlere ve donarak ölümlere karşı en saldırgan tutumu ise Macaristan hükümeti verdi. Aşırı sağcıların iktidarda olduğu Macaristan’da sadece başkent Budapeşte’de 10 binden fazla evsiz,
Nijerya’da petrol grevi
A
hayatını kaybeden 20 kişiyle aynı kaderi paylaşmama mücadelesinde. Hükümet ise barınma sorununun çözümü “evsizlere yönelik İlk uyarıda 600 dolar ceza, ikinci uyarıda hapis” anlamına gelen yasada buldu. Konut kredisi alarak borçlanan binlerce kişinin durumu, gelecek için iç karartıcı bir tablo çiziyor.
frika’nın en büyük petrol üreticisi Nijerya’da hükümetin petrol üreticilerine verdiği desteği kaldırmasına tepkiler sürüyor. Ocak ayı boyunca sokaklarda olan petrol üreticileri, hükümetin fiyatlarda yüzde 30 indirime gideceğini açıklamasına rağmen ‘desteğin kaldırılmaması’ talebiyle eylemlerini sürdürüyor. Nijerya Petrol ve Doğalgaz Emekçileri Sendikası, ‘sürekli eylem’ kararını 29 Ocak’ta ‘süresiz grev’ kararına dönüştürdü. Emekçiler, karardan geri dönülene kadar eylemlerini sürdüreceklerini belirtti.
Sahada katliam, sokakta isyan M›s›r’da iktidardaki Yüksek Askeri Konsey ve Müslüman Kardefller mutabakat›n›n, özgürlük ve demokrasi taleplerini hayk›ranlara yönelik bask›lar›n›n son örne¤i bir futbol maç› vesilesiyle yafland›. Port Said kentinde El-Mesri ve El-Ehli tak›mlar› aras›nda 2 fiubat akflam› oynanan futbol karfl›laflmas›n›n son dakikalar›nda El-Mesri tribünlerinden sahaya inen binlerce kifli ‘intikam’ sloganlar›yla karfl› tak›m›n oyuncular›na ve taraftarlar›na sald›rd›. Dakikalarca süren çat›flma sonucunda ço¤unlu¤u El-Ehli tak›m›n›n taraftar grubu olan UltrAhly üyesi 79 kifli katledildi.
Sald›rganlar›n tribünlere demir sopa, b›çak ve k›l›çlarla girebilmesi, polisin sald›r› esnas›nda yerinden bile k›p›rdamamas›, ‘intikam’ sloganlar›n›n at›lmas› katliam›n planl› oldu¤unu gözler önüne serdi. Port Said katliam›, iki taraftar grubu aras›ndaki çat›flman›n ötesinde anlamlar tafl›yor. Sald›r›ya u¤rayan UltrAhly, Tahrir Meydan›’nda en ön saflarda yer almas›yla dikkat çekmiflti. Kendilerini “M›s›r halk devriminin öncüsü” olarak tan›mlayan ve “Faflizme, militarizme karfl› sokak” diyen UltrAhly, hem Yüksek Askeri Konsey’i hem de Müslüman
Kardefller’i Mübarek rejiminin bask›s›n› aynen sürdürmekle suçluyor. Maç sonras›nda isyan sokaklara taflt›. Kitleler Tantawi’nin ve hükümetteki yetkililerin istifas›n› istedi. ‹çiflleri Bakanl›¤›’n›n kuflat›ld›¤› eylemler Port Said’den Süveyfl ve Kahire’ye yay›ld›. Gösterileri zor kullanarak bast›rmak isteyen yönetimin yönlendirdi¤i polis, gerçek mermilerle çok say›da kifliyi öldürdü ve yaralad›. M›s›r’da iktidar› elinde tutan Yüksek Askeri KonseyMüslüman Kardefller mutabakat› ise katliam› engellemek için sarf etmedi¤i çabay›, katliam›n üstünü örtmek için
sarf etmeye bafllad›. Konsey Baflkan› Tantawi, 79 kiflinin öldürülmesini görmezden gelerek futbolcular›n hayat›n› kurtarmakla övündü. Tantawi, kat›ld›¤› bir televizyon program›nda sarf etti¤i “Buna benzer olaylar dünyan›n her yerinde meydana gelebilir” sözleriyle de yaflananlar› önemsizlefltirmeye çal›flt›. Müslüman Kardefller ise katliam› f›rsata dönüfltürerek ordu ve polis içerisinde yeniden yap›lanmaya gidece¤inin sinyallerini verdi. Müslüman Kardefller’in iddias› kula¤a tan›d›k geliyor: “Katliam, eski rejimin ordu ve polis içerisindeki kal›nt›lar› taraf›ndan yap›ld›.”
10 milyon Frans›z’›n ‘bar›nma’ mücadelesi
B
arınma sorununa ve evsizlere dikkat çekmek amacıyla 20 sene önce kurulan Abbé Pierre Vakfı yayımladığı raporda Fransa’da 10 milyona yakın kişinin konut krizinden etkilendiğini açıkladı. Rapora göre 3,6 milyon kişi evsiz, 2 milyon kişi kira ya da konut kredisi ödemekle mükellef. Vakıf, eğitim, sağlık, beslenme gibi alanlardaki kısıtlamaların artması halinde durumun daha da kötüleşeceğine dikkat çekerek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacak kişilerin ‘yeni bir konut politikası için sosyal sözleşme’ sözü vermesi istiyor.
6
İNSANCA YAŞAM 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
‘Kendimi güzel hissettim’ Artvin için tehlike
Kar altında çadırda kalan Vanlılar, Çocuk Evi’nin şenliğinde sahne alan 250’den fazla çocuğun coşkusu ile ısındı. Şenlikte sahne dayanışmanındı
V
an’da hayatı emeğimizle yeşertelim çağrısıyla başlayan Çocuk Evi çalışması bugüne kadar çeşitli illerden gelen gönüllülerle 250 çocuğun buluştuğu bir merkez haline getirildi. Halkevleri’nin BDP’li Van Belediyesi ile ortak projesi olan Çocuk Evi, gönüllülerin katkılarıyla, 5 Şubat’ta bir şenlik düzenledi. Aileler belediye tarafından temin edilen ve 5 ayrı afet yönetim bölgesinden kaldırılan otobüslerle, düğün salonuna ulaştı. Halkevleri’nden Volkan Yosunlu ve Çocuk Evi öğrencilerinden Barzan’ın sunuculuk yaptığı şenlik, üniversitelilerin ve çocukların kurduğu büyük bir “kardeşlik halayı” ile başladı. Yüzlerce çocuğun halay çektiği sırada salon “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla inledi.
A
Şenlikte yaklaşık 40 çocuğun yer aldığı ritim atölyesi ekibi büyük ilgi gördü. 4. Bölge’den çocukların Diyarbakır müzik gurubuyla birlikte sergiledikleri performans, salonu coşturdu. BU B‹RL‹KTEL‹⁄‹ UNUTMAYIN Halkevleri Danışma Kurulu’ndan Ferda Koç bir konuşma yaparak çocuklardan bu dayanışmayı, bu birlikteliği hiç unutmamalarını istedi. Van Belediye Başkan Yardımcısı Abdurrahman Doğar da çocuklara “Siz büyükleriniz gibi olmayın, sağlam evler yapın” diye öğüt verdi. Öğrenci Kolektifleri’nden Neval Kösedağı, dayanışmayı sürdüreceklerini ve yumurta atan gençlerin, taş atan çocukların yanında olacağını ifade etti.
AKP suçunu itiraf etti
F
atih Ekspresi’nin 31 Ocak’taki seferi için hareket etmesiyle, Haydarpaşa Garı kapatıldı. Hızlı tren projesi için kapatıldığı duyurulan gar iki yıl süreyle hizmet vermeyecek. Garın, hızlı trene uygun raylar döşenmesi amacıyla kapatıldığı söylense de İstanbullular, buna itiraz ediyor. Çünkü dünyadaki örneklerinde olduğu gibi, tek rayla taşımacılık mümkün. Bakanlık böyle bir yöntemin denenmesi durumunda, projenin 8 senede tamamlanacağını ve maliyetinin yükseleceğini ifade ederek, çözüm bulmak yerine Haydarpaşa’yı
kapatıyor. Bakanlık, bu yöntemi kullanmanın masraflı olduğunu belirtirken, otomotiv sanayii bölgelerinde tek raylı taşımacılık yöntemiyle, seferlerin sürdürülmesinde beis görmüyor. Teknik olanaklar varken, garın kapatılmasının nedeni kentsel dönüşüm planları ile açıklanıyor. Garın gelecekte, otel olacağına dair iddialar ortaya atılmaya başlandı bile. Öte yandan, 22 Temmuz 2004’te Pamukova’da meydana gelen ve 41 kişinin yaşamını yitirdiği kaza sonrasında açılan kamu davası, 7.5 yıllık zamanaşımının dolması nedeniyle düştü. Davada sadece iki makinist küçük cezalar aldı. Bilirkişinin yarı yarıya kusurlu bulduğu raylarla ilgili sorumluların soruşturulmasına izin verilmedi. Pamukova davasının avukatı Engin Baltacı “Kusurlu kimdi? ‘Demiryolu’ deniyor ama raylar mı, bunları denetlemeyenler mi, bakımını yapmayanlar mı ya da kim? Bu belli değil. Bunun ortaya çıkmasını istedik. Sadece makinistler ceza aldı, kalan suçlular belirlenemedi” diyor. Davada suçun sorumlusu bulunamazken, AKP suçunu itiraf eder gibi rayları yeniliyor. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, 15 sene içinde hızlı tren projesinin tamamlanacağını taahhüd ediyor.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Şenliğin ardından çocuklarla sohbet ettik. Bir kez daha şenlik yapmak istediklerini söyleyen çocuklar için Van Çocuk Evi eğlenceli bir okul. Vanlı çocuklara göre keşke okullar da Van Çocuk Evi kadar eğlenceli olsa ve öğretmenler de daha az şiddet eğilimli… İşte çocukların gözünden Van Çocuk Evi ve şenlik: ‘KALB‹M KÜT KÜT’ Melisa Turgut: Şenliğe, otobüslerle gittik, çok eğlendik ve çok güzel şarkılar söyledik. Ben şenliğe giderken çok heyecanlıydım, sahneye çıkınca kalbim küt küt atıyordu. Sahnede şarkılar söyledik, öğretmenlerimiz bize yardım ettiler ve hep yanımızda oldular. Van Çocuk Evi kapanırsa çok üzülürüm;
burası hiç kapanmasın ve öğretmenler hiç gitmesin. Adem Karataş: Ben sahneye çıktım ve mutluydum. Sahnede bir şarkı söyledim. Çok güzel burası, kapanırsa üzülürüm. Öğretmenler geldiği için çok sevindim ama gitseler üzülürüm. Servet Ağış: Bu çocuk evini çok ve güzel gördüm, hiçbir eksiği yok, olsa da ben görmedim. Nazlı Baran: Şenlikte eğlendik ama yemek dağıtılmadı. Ama su dağıttılar. Ayrıca orada park da vardı. Çok güzeldi ve çocuklar sahneye çıktılar ve orası çok eğlenceliydi. Eğer Van Çocuk Evi olmasaydı çamurların içinde oynardık ve karın içinde hasta olurduk. Evde çok
sıkılırdık, üzülürdük. Ayrıca öğretmenlerimiz de çok iyi ve hangi oyunu istersek oynayabiliriz. ‘KEND‹M‹ GÜZEL H‹SSETT‹M’ Berivan Bozkurt: Şenlikte güzel günler geçirdik, eğlendik, güldük, şarkılar söyledik, ritim yaptık, halay çektik, tiyatro yapıldı. Ben kendimi güzel hissettim, heyecanlandım. Şenlikte fotoğraflar çekildi. Biz öğretmenlerimizle çok mutluyuz, onları çok seviyoruz. Emrah Çakar: Şenlik çok güzeldi, yararlı oldu, çok beğendim. Van Çocuk Evi’ndeki öğretmenler evlerini bırakıp bizim için gelmişler. Burasını çok seviyorum burası hep olsun, öğretmenlerimiz gitmesinler.
Kışın çadır yazın konteynır V
an’da yaşanan 23 Ekim depreminin üzerinden aylar geçti ama Van’da sorunlar hala çözülmedi. Başbakan 3 Ocak’ta yaptığı konuşmada ‘Ocak sonuna kadar çadırkent kalmayacak, herkes konteynırlara geçecek’ demişti. Van Valisi Münir Karaloğlu başbakanın imdadına yetişti. Karaloğlu, Van’ı havadan teftiş ederek Van’da 34 konteynır kent oluşturulduğunu 117 bin kişinin konteynırlara yerleştirildiğini söyledi. Halkevleri Çocuk Evi gönüllülerinden Öncel İnanlı, “konteynır” iddialarına ilişkin Halkın Sesi’nin sorularını yanıtladı. İnanlı, Çocuk Evi’nin bulunduğu Seyrantepe Mahallesi’nde 200-300 ailenin çadırlarda yaşadığını ancak yapım aşamasında 170 konteynır bulunduğunu ve yetkililerin iki aydan önce konteynırlara kimsenin yerleşemeyeceğini söylediğini aktarıyor. Seyrantepe’de yaşayanlar da konteynırlara kimlerin yerleşeceğini bilmiyor. YANGINDAN SONRA GELEN KONTEYNIR İnanlı şöyle konuştu: “Halk burada ihtiyaçlarını kendi imkanlarıyla karşılamaya çalışıyor. Valiliğin Seyrantepe ve İstasyon mahallelerine ulaşmış
AKP, “Van’da herkes konteynıra geçti” propagandası yaparken, ölümlü çadır yangınlarının ardı arkası kesilmiyor. Van’dan gelen haberler, konteynırların ancak kış sonrasına yetişeceğini gösteriyor
bir yardımı söz konusu değil.1,5 ay kadar önce çadırda çıkan bir yangında üç ferdini kaybeden Zengin ailesi Valiliğe konteynırlar için defalarca başvuru yapmış olmalarına rağmen bir sonuç alamamış. Konteynırlara yerleştirilmeyen Zengin ailesi göz göre göre ölüme terk edilmiş. Yangından sonra Valilik konteynır gönderdi
ama tepkili insanlar gelenleri taşladı. Daha sonra Belediye yetkililerinin araya girmesiyle konteynır kuruldu.” Valilik, konteynırlara geçişte engelli çocuğu olan ailelere öncelik verileceğini duyurmuş. Ancak bu yönde hiçbir girişim olmamış. Mevlana çadırkentinde bulunan konteynırlarda, 500 ailenin
yaşadığı açıklanmasına rağmen, konteynırların yarısının boş durduğunu aktaran İnanlı, halkın AKP’li ailelerin ve Valilik çalışanlarının kayırıldığına inandığını söylüyor. VAN ‹Ç‹N TOPLANAN PARALAR NEREDE? Kentteki son duruma ilişkin raporlar hazırlayan SES, TTB
Veliler deprem denetimi istiyor İ
rtvin'e bağlı Cerattepe bölgesinde altın çıkartılması için tekrar izin çıkıyor. 17 Şubat'ta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nda gerçekleştirilecek ihaleyle doğal yaşlı ormanların bulunduğu Cerattepe pazarlanmak isteniyor ancak Artvinliler bu duruma karşı tepkili. Avrupa ve Kafkas bölgesindeki doğal yaşlı ormanların en yoğun olduğu bölgelerden biri olan Artvin Cerattepe bölgesi için tehlike çanları çalıyor. 20 yıllık bir mücadelenin ardından maden arama ruhsatları 2008'de iptal edilen altın arama şirketleri tekrar bölgeye gözlerini dikti. Yeni çıkan maden kanunu ve uygulama yöntemlerine göre bölgede tekrar altın aranabilecek. Cerattepe'de altın araması yapılabilmesi için 17 Şubat'ta Enerji Bakanlığı tarafından Bakanlık binasında ihale gerçekleştirilecek. Artvinliler ihalenin yapılacağı 17 Şubat’ta protesto etmek ve yeni bir mücadele başlatmak için herkesi bakanlığın önüne davet ediyor.
stanbul Okmeydanı Fuat Soylu İlköğretim Okulu velileri okulların depreme dayanıklı olup olmadığının kontrol edilmesi için tüm kapıları çalıyor. Van depremi sonrasında Okmeydanı Halkevi’nde yapılan deprem panelinde bir araya gelen velileri mahallerindeki okulların depreme dayanıklı olup olmadığını öğrenmek için harekete geçti. Fuat Soylu İlköğretim Okulu velilerinden Dürdane Karasu ile çalışmalar hakkında görüştük. Karasu,
bütün kapılardan elleri boş döndüklerini şöyle anlattı: “Van depreminde kayıplar oldu, okullar yıkıldı ve bizleri bu durum bir araya getirdi. İlk önce okul müdürümüzle, sonra okul aile birliği ile görüştük. Ellerinde bir rapor olup olmadığını sorduk. Onlar bizi belediyeye yönlendirdi. Belediyede üç müdürlükle görüştük. Ellerinde bir belge olmadığını, okul 2006 yılında yapıldığı için sağlam olduğunu söylediler. Ama güveneceğimiz bir belge yok. Milli Eğitim
Müdürlüğü’nde vardır dediler, oraya gittik, onlar ‘İl özel idaresinde vardır’ dedi. Biz muhatabımızın Milli Eğitim Müdürlüğü olduğunu biliyoruz. Çocuklarımızın can güvenliğinden emin olmak istiyoruz. Rapora ulaşana, kadar peşini bırakmayacağız.” Halkevleri Eğitim Hakkı Atölyesi’nden veliler, yaklaşık 6 okulda bu çalışmanın sürdürüleceğini, tüm kamu binalarının kontrol edilmesi için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyor.
ve Eğitim-Sen okulların, hastanelerin onarılmadığını, toplanan yardımların Van’a ulaştırılmadığını, Van’da hayatın normale dönmediğini belirtiyor. Depremin ilk günlerinde yalnızca şirketlerin ve cemaatlerin şova dönüştürdüğü kampanyalarda yüzlerce milyon lira toplandığı açıklanmıştı. Ancak bu paraların nereye aktarıldığı meçhul. Van halkının önemli bir bölümünün kentten göç ettiğini söyleyen sağlık emekçileri 20 bin kişinin hala çadırkentlerde yaşadığını ve bir an önce banyo ve tuvaleti olan geçici ya da kalıcı konut sağlanmasını gerektiğini vurguluyor. Raporda Van halkı gibi, bölgede sağlık ve eğitim hizmeti üretmeye çalışan emekçiler için de barınmanın ciddi bir sorun olduğuna işaret ediliyor. OKULLAR SO⁄UK HASTANELER ONARILMADI Eğitim emekçileri raporda okullarda en büyük sorunun yetersiz hasar tespit çalışmaları nedeniyle can güvenliği olduğunu belirtiyor. Sağlık emekçileri ise sadece bir hastanede yataklı tedavi hizmetinin çok az yatakla sunulduğuna, özellikle çocuk hastalıklar, gebelik ve doğumla ilişkili durumlar açısından önemli sorunlar olduğuna dikkat çekiyor.
Bu da halkın AKUT’u
V
an depreminden sonra yardım destek çalışmalarına katılan İstanbullu Halkevciler bir arama-kurtarma ekibi kurmak için ilk adımları attı. İl Afet Müdürlüğü’nün açmış olduğu “ilk müdahaleci” eğitimlerine katılan Halkevciler deprem anında ve sonrasında yapılması gerekenler üzerine eğitimler aldı. İlk müdahale, yaralıların taşınması, enkaz tipleri ve yüksek binalarda iniş derslerinin teorik ve uygulamalı olarak gösterildiği eğitimlerden sonra Halkevciler belgelerini almaya hak kazandı. Aramakurtarma ekibi uzmanlaşmak için eğitimlere devam edeceğini ve eğitimlerin herkese açık olduğunu söylüyor.
7
İNSANCA YAŞAM 9 Şubat 2012 / 22 Şubat 2012
Halk›n Sesi
Elektrikler neden kesik? Ü
lkeyi etkisi altına alan yoğun kar yağışının ardından ulaşım ve elektrik kesintileri ciddi sorunlar yarattı. İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Samsun, Amasya, Ordu, Sinop, Çorum, Hatay, Urfa, Şırnak, Hakkâri ve Batman gibi birçok ilde tesis ve bakım çalışması yapılacağı gerekçesiyle elektrik kesintileri meydana geldi. Karla kaplı olan şehirlerde bu kesintiler yüzünden özellikle merkezi ısıtmalı evlerde kaloriferler ya da kombiler çalışmıyor. Bazı bölgelerde sıcaklık sıfırın altına düşerken elektrik kesintileri sebebiyle ısınma sıkıntıları yaşanıyor. ÖZELLEŞTİRMENİN SONUCU ELEKTRİK KESİNTİSİ Geçen yılın ocak ayına göre elektrik üretimi bu yıl yüzde 8,6 artarken elektrik kesintileri de hızlı bir şekilde artış gösterdi. Özelleştirme politikalarının sonucunda daha fazla üretmeyi amaçlayan şirketler bu amacına ulaşsa dahi üretimle dağıtımın parçalanması sonucunda birçok sorun çözülemez hale geldi. Bunların üzerine AKP iktidarının enerjiyi siyasal bir araç olarak kullanması eklendi ve hükümet Kürt illerinde yaşanan sorunlara seyirci kaldı.
Ö
zelleştirmeler ve dağıtımın parçalanmasıyla yaşanan elektrik kesintileri, kış ortasında, ısınma barınma gibi pek çok sorun yaratıyor
KAÇAK BAHANE MESELE SİYASİ Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, Kürt illerinde gerçekleşen elektrik kesintilerinin
nedenini kaçak kullanımının bahane edilerek bakım ve onarım çalışmalarının yapılmaması olarak değerlendirdi. CHP Başkan Yardımsıcı Sezgin Tanrıkulu haftalarca süren ve
insanları mağdur eden elektrik kesintilerini Diyarbakır'da protesto etti. Gerçekleştirdiği eylemde Tanrıkulu şunları söyledi: “Planlama yeteri düzeyde yapılmamakta. Özelleştirme nedeniyle bu
kurumlar hantallaşmıştır. Kaçak elektrik kullanımı bahane edilerek Diyarbakır'a gerekli yatırım yapılmıyor. Bu durumu protesto ediyorum. Hükümetin, bakanlarını ve devletin valisini göreve davet ediyorum. Yetkililer 41 köye elektrik verilmesini sağlamalı ve derhal arızaları gidermelidir. Dünyanın 16'ncı büyük ekonomisinin Türkiye'de olduğu belirtilir ama halen bu kentin 41 köyünde bir haftadan bu yana elektrik verilemiyor. Diyarbakır'ın 10 köyünde içme suyu şebekesi yoktur.” HATAY İHMAL MAĞDURU Elektrik kesintileri sorununu yakıcı bir şekilde hisseden illerden biri de Hatay oldu. Hatay'da 18 Ocak tarihinden itibaren neredeyse her gün değişik bölgelerde elektrik kesintileri gerçekleşiyor. Hatay Valiliği’nin açıklamalarına göre, bu kesintilerin nedeni Hatay'da elektrik dağıtımıyla mükellef olan Toroslar Elektrik Dağıtım Şirketi'nin yaptığı tesis ve bakım çalışmaları. Elektrik kesintileriyle beraber sokağa çıkan Halkevleri de bu durumu protesto etti. Hatay Halkevi adına açıklama yapan Eylem Mansuroğlu kesintilerden TEDAŞ'ın ve kent yöneticilerinin sorumlu olduğunu söyledi.
İktidarın çöken yolu “D
Sahil yolunun temelinde kan var Yolun yap›m› s›ras›nda F›nd›kl›'da yaflayan Avukat Cihan Eren, yolun S‹T alan› olarak ilan edilen Aksu Mahallesi'nden geçmemesi için hukuk alan›nda mücadele etmifl ancak kimli¤i belirsiz kifliler taraf›ndan 18 Nisan
Kazanlı ayakta Mersin’in Akdeniz ilçesine ba¤l› Kazanl› köyünde bulunan Soda A.fi, düzmece ÇED toplant›lar› ile fabrika sahas› içine sülfürik asit üretim tesisi yapmaya çal›fl›yor. Kazanl› halk›, ruhsats›z bir flekilde infla edilmeye çal›fl›lan tesise, havalar›n›, sular›n›, topraklar›n› ve yaflam alanlar›n› tehdit etti¤i için karfl› ç›k›yor. 5 fiubat’ta Kazanl› köyünde yaklafl›k 1000 kiflinin kat›l›m›yla gerçeklefltirilen bilgilendirme toplant›s›nda proje halka anlat›l›p sülfürik asit üretim tesisine karfl› mücadele etme gereklili¤i vurguland›. Yap›lan toplant›da konuflma yapan Akdeniz ‹lçesi Örtü Alt› Sebze Üreticileri Birli¤i Baflkan› Tansel ‹zgi, Kazanl›’n›n eskiden güzel bir denize sahip oldu¤unu, güzel bir çevresi oldu¤unu ve daha sonra buraya fabrikalar kurularak deniz ve çevrenin kirletildi¤ini ifade etti. ‹zgi’nin verdi¤i bilgilere göre, bölgeye soda fabrikas› kurulurken, istihdam yarat›laca¤› ve iflsizli¤in bitirilece¤i söylendi. Ancak daha sonra insan hayat› tehlikeye at›lmaya baflland›. Yap›lan ÇED toplant›lar›na fabrika iflçileri sokularak, düzmece toplant›lar yap›ld›. ‹zgi halk›n birlikteli¤i ile sürecin iflletilmesine izin vermeyeceklerini kaydetti.
2005 y›l›nda silahl› sald›r›ya u¤ram›flt›. 95 gün yaflama mücadelesi veren Eren 20 Nisan 2005'te yaflam›n› yitirmifl, sahilleri yok eden ve sadece kar amac› güden bu yola karfl› mücadelede simge bir isim olmufltu.
ağları deldik, dalgaları aştık” diye 12 Haziran seçimlerinde “ak icraatların’ arasında gösterilen Karadeniz Sahil Yolu meğer dalgaları aşamamış. Yapımı 20 yıl süren ve 700 milyarın üzerinde para harcanarak AKP iktidarı döneminde tamamlanan 542 km'lik Karadeniz Sahil Yolu'nda çökme meydana geldi. 10 metre yüksekliği aşan dalgaların sonucunda altı oyulan yolun Gürcistan sınırına 500 metre kala 60 metrelik bölümü çöktü. Yol, halkın tepkisine rağmen Karadeniz sahillerini yok etme pahasına yapıldı. 16 yılda yüzde 40'ı yapılabilen yolun 6 yılda yüzde 60'ının bitirildiği söylenerek AKP tarafından bir seçim yatırımı haline dönüştürüldü. HER YIL BİR FELAKET YARATIYOR 20 yılda tamamlanan yolun mazisi de parlak değil. Daha önce birçok defa çöken yol doğa felaketlerine sebep oldu. Deniz ile karanın arasına
bir şerit gibi çekilen yol denizin önünü kapattığı için aşırı yağan yağmurların denize ulaşmasını engelliyor. Bu durumdan dolayı yol 2009 yılının Temmuz ayında Giresun'un sular altında kalmasına sebep oldu. Yine aynı nedenle 2010 yılının Ağustos ayında Rize'nin Gündoğdu ilçesinde sel felaketi meydana gelirken bu sefer oluşan heyelanlardan dolayı 12 kişi yaşamını yitirdi. 2011 yılında da biriken sular, sahil yolundan dolayı denize ulaşamamış, bu nedenle 1 kişi yaşamını yitirmişti. DOLGU YOLUN MASRAFI BİTMİYOR İç bölgelerden geçmesi masraflı olacağı iddia edildiği için sahilleri doldurarak oluşturulan dolgu yolun astarı yüzünden pahalı hale geldi. Hopa Belediye Başkan Vekili Hakan Gül bu durumu şöyle açıklıyor: “Sahil yolu, ne kadar iyi yapıldığı söylense de Karadeniz’in ve tonlarca
suyun gücüne dayanabilecek bir yol değil… Yapım hataları var. Bölgede taş duvar yapılmış, üzerine asfalt dökülmüş. Duvar dalgaların etkisiyle deforme olunca yol çöktü. Benzer olayları Karadeniz sahili boyunca görmek mümkün. Biz kent içinde bile dalgaların yol şeridini taşlarla kapattığını görüyoruz… Dolgu yolun maliyeti, bakımı, onarımı ve her tahribattan sonraki masrafı daha fazla oluyor.” ‘3. KÖPRÜYE BÜTÜNLEŞTİRECEĞİZ’ Bu kadar sel felaketine neden olan ve yıllardır aynı bölgelerde birden fazla çökmenin meydana geldiği yol için Erdoğan'ın bir hayali var. Yolu İstanbul'da yapımı planlanan 3’üncü Boğaz Köprüsü’yle birleştirmek. 2007 yılındaki açılışta “Bu yol inşallah İstanbul’un 3’üncü Boğaz Köprüsü’yle de bütünleşecek” diyen Erdoğan yıllar önce kurduğu hayali gerçekleştirmek için çalışmalara başladı.
Rantı da kılıfına uydurdular A
KP hükümeti kentsel dönüşüm projelerinde hızını artırmak için kendisine ve yandaşlarına yarayacak yasalar yapıyor. Depremden rant çıkaran AKP, afet bölgelerindeki insanlar ve canlılarla değil, yapılarla ilgileniyor. Son olarak Meclis’e getirilen Afet Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa Tasarısı riskli binaların alelacele kamulaştırılmasını öngörüyor. AKP bu proje için 200 milyar dolarlık yatırım yapıyor. Proje hayata geçerse, kazancın yalnızca KDV geliri 36 milyar dolar olacak. Peki AKP’nin milyar dolarlar harcayacağı proje ne getiriyor? Konuyla ilgili görüştüğümüz Dr. Yücel Çağlar, anayasaya göre kamulaştırmanın ancak kamu yararı amaçlanarak yapılabileceğini ancak bu tasarının keyfî uygulamalara yol açabileceğini söyledi. Çağlar, bugüne kadar yapılan bütün kentsel dönüşüm projelerinde bu türden uygulamalar yapıldığını belirtti. Çağlar’a göre tasarının iki net hedefi var: Afet bölgelerindeki kentsel yerleşmelerde yeni rant alanlarını açmak ve yenilenme çalışmalarıyla inşaat ve bağlantılı sektörlerde “büyü-
Kürsü senin İstanbul menin” hızlandırılmasını sağlamak. AMAÇ SAĞLIKLI ÇEVRE DEĞİL Yasa tasarısında amaç “sağlıklı ve güvenli yaşam çevreleri sağlamak” olarak sunulurken Çağlar asıl sorunun bu amacın hangi uygulamalarla ve nasıl gerçekleştirileceği olduğuna dikkat çekti. Yasayla,
‹stanbul halk›, Taksim'deki kürsüden "Kent bizim, yaflam alanlar›m›za dokunmay›n" dedi. So¤uk havaya ra¤men, ‹stanbul'un Fener-Balat, Sar›yer, Tozkoparan, Ayazma gibi kentsel dönüflümün yap›ld›¤› ve yap›lmak istendi¤i mahallelerden gelenler "Mahallelerimiz y›k›larak yaflam alanlar›m›z yok ediliyor, kentin kap›lar› alt gelir gruplar›na kapanmak isteniyor" dedi. Mera Kanunu’na bağlı yerlerde bile sınırsızca yapılaşmaya izin verildiğini belirten Çağlar, “sağlıklı ve güvenli yaşam çevreleri”ne bu gibi maddelerle ulaşılmasının mümkün olmadığını anlattı. KENDİN PİŞİR KENDİN YE Yasa tasarısına göre, riskli yapıların tespitini de yine “bakanlığın lisans verdiği”
taşeronlar yapacak. Ancak Çağlar’ın aktardığına göre, bu madde bağımsız denetleme yapabilecek TMMOB gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını tasfiye anlamına geliyor. Yasa bu kadar çok şeyi hesaplarken, afetzedelerin ihtiyaçlarını bu hesaba katmıyor, yalnızca riskli alanlardaki rantla ilgileniyor.
Özgürlüğün şenliği Dikmen Vadisi aşamımızın birçok alanını istediği kültürle Y donatan hatta hayallerimizi bile kendi istediği gibi şekillendirmek isteyen kapitalist bir dünyada, kendi hayalleri için kavga etmekten korkan insanların bakması gereken bir yer var. İnsanların duygularına dokunmak için söylemiyorum bunu, duygularıma dokunulduğu ve herkesin bu olayı bilmesini istediğim için. Her şeyi bir köşeye bırakıp Dikmen Vadisi'nde barikat kurmak için yıkılan o koca ağaca insanların dikkatlice bakması gerek. Melih Gökçek'in "saldıracağım" tehditlerine karşı bir şenlik varmışçasına barikatları kuran Vadi halkını anlamak için yıllardır kendi yetiştirdikleri ağacı devirmek zorunda kalanları görmek gerek. Kentsel dönüşüm projesine karşı barınma hakkını savunan ve altı yıldır bir fiil bu direnişin parçası olan insanların umudunu bütün bir ülkeye yayabilmek için yazmak gerek. Gökçek uzunca bir süredir Dikmen Vadisi'nde kentsel dönüşüm projesini gerçekleştirmek için çalışmakta. Her türlü saldırıyı gerçekleştirdi: Tehdit etti, yıkım ekipleri ve polislerle saldırdı, psikolojik baskı kurdu ama bir türlü başaramadı Osman yıkmayı. Yıkamadıkça da Nuri siyasal olarak sıkıştı, görünOrhan mez müteahhitlerde ayrı bir yerden sıkıştırdı. Van depreosmannuri@ minin ardından kentsel sendika.org dönüşüm projelerini meşrulaştırmaya çalışan AKP iktidarı, bu şekilde Vadi konusunda Gökçek'e de son bir şans vermiş oldu. Bu şansı değerlendirmek isteyen Gökçek planlı bir saldırı politikasının başlama düdüğünü çaldı. Burada Gökçek'in yaptıklarını anlatmak istemiyorum. Zaten Gökçek iktidar gücünü kullanarak her yerde gösterdi kendini, anlattı saldırısının nasıl olacağını. Ben size burada Vadi halkının bu savaşa karşı nasıl hazırlandığını ve o dayanışmanın nasıl bir güç yarattığını anlatacağım. Gökçek’in saldırı planını belediye meclisinden onaylatmasının ardından Barınma Hakkı Bürosu da hemen hareketlendi. İlk yaptıkları iş Gökçek'in planını kamuoyuna deşifre etmek oldu. Hiçbir zaman geri adım atmayan Vadi halkı bu tehdide de boyun eğmedi. Yıkmak isteyenlere karşı kurdu barikatlarını. Bu ilk blöfü oldu Gökçek'in. Yıllar önce çapulcu dediği halkla masaya oturup konuyla ilgili pazarlık yapmak istedi. Bir yandan Vadi’deki hak sahipleri ile pazarlık ederken diğer yandan da medya gücünü kullanarak tehditler savurmaya devam etti. Vadi halkı kulak asmadı bu tehditlere, nasılsa biliyorlardı barınma hakkının barikatları sağlamdı. Oturdular masaya ve dinlediler Gökçek'i. Kendileri de anlattılar taleplerini. Ama baktılar ki Gökçek talepleri dinlemek istemiyor. Onun tek derdi arsaları ya da TOKİ konutlarını hak sahiplerine çok yüksek paralar karşılığı satmak. Vadi halkı bu paraları ödemeyeceğini belirtmesi üzerine Gökçek masayı terk etti. Kendi isteklerini dayatan Gökçek aslında Vadi halkını hiç dinlemedi. Hikaye de bundan sonra başladı. Gökçek masadan kalktıktan sonra yine kendi oğluna ait olan televizyonun (Beyaz TV) masasına oturdu. Neler demedi ki orada Vadi halkı için. Görüşme görüntülerini montajlayarak televizyonda Vadi halkını terörist bile ilan etti ve pazartesi günü mesai saatinden sonra yıkıma geleceğini söyledi. Televizyonda başlayan hikaye bu tedidin ardından da bitmiş oldu. Şimdi sıra Vadi’nin özgürlük türküsündeydi. "Üç gün dedin beş gün dedin" Gökçek'in verdiği sürenin dolmasının ardından Vadi’de barikatlar yeniden kuruldu. Ama ne barikatlar! Eylemlerde "canımızı veririz evimizi vermeyiz" diyenler meğer oldukça ciddilermiş sözlerinde. Gece yarısı Barınma Hakkı Bürosu önünde insanlar toplanmaya başladı. Yağan karın altında kadınlar, erkekler, çocuklar… Herkes oradaydı. Barındıkları evi savunmak için…. Ankara'nın yüksek noktalarından bir olan Vadi’de barikatlar kurulurken yağan yoğun karın altında kartopu savaşı yapanlar mı istersiniz ya da yokuştan aşağı poşetle kayanlar mı? Vadi aynı bir şenlik alanı gibi. Elden ele verilerek lastiklerle barikatlar kuruluyor, lastikler kesilen ağaçlarla güçlendiriliyordu. Lastiklerin arkasındaki yola koca koca taşlar atılıyor, onun da arkasına kocaman bir ağaç devriliyor. Herkes o ağacın kesilmesine çok üzülse de “Her şey barınma hakkımız için” diyorlar. “Başka yapacağımız bir şey yok” diye de belirtiyorlar. Yaza doğru yeni ağaçlar dikeceklerini söylüyorlar. Bu tarz barikatlar mahallenin birçok yerinde kuruluyor. Bir barikattan diğerini kurmaya giderken sloganlar atılıyor. Sağdan soldan insanlar bir anda yürüyüşümüze katılıyor. Tabi, bu yürüyüş sırasında kartopu savaşına devam ediyor çocuklar. Gecenin ilerleyen saatlerinde barikatlar sabah geleceği beklenilen Gökçek saldırısına hazır hale getiriliyor. Vadililer ise bu saldırıyı altı yıldır bekliyor. Hiç kimsenin gözünde bir korku belirtisi bile yok. Komşusunu çoluk çocuk bütün ailesiyle barikat kurarken görenler onlardan cesaret alıyorlar. Gülümsüyorlar komşularına. Gökçek'in baskısına karşı görüyor komşusunun gücünü. İnanıyor komşusun ve kendisine. Barınma Hakkı Bürosu'na geri geldiğimizde ise Gökçek'in bir twiti görülüyor. "Hava muhalefetinden dolayı yıkım iptal". Büroda bir sessizlik. İnsanlarda inceden bir gülüş. Gençlerden biri "Bugün de gelmedi Gökçek" diyor ve Ahmet Kaya'nın "Saza niye gelmedin" parçasını çalıyor megafondan. Şarkının sözleri ise manidar: “Üç gün dedin beş gün dedin aylar oldu gelmedin.” Dikmen, hayal kurmayı unutanlara bir şey hatırlatıyor. Bu ülkede hâlâ hayal kuranlar ve kurdukları hayalleri gerçekleştirmek için savaşmayı göze alanlar insanlar var. Onlar kurdukları hayaller kadar özgürler ve o hayalleri gerçekleştirecek kadar güçlüler. Önce hayallerin ardından da insanların öldüğü bir dünyada hayal kuranlar Dikmen Vadisi'nde yaşıyor ve yeniden insanları hayal kurabilmesi için mücadele ediyor. Hayalleri gerçek yapabilmek için. Bu arada Vadi halkının tek bir hayali var: Rant için bir kentsel dönüşüm değil halk için bir kentsel dönüşüm.
8
EMEK 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
‘Yetki değil güvenceli iş’ İşçi ve kamu emekçileri sendikalarına dair yasalar TBMM’ye geldi, yasalar çerçevesindeki tartışmalar emekçilere ‘dostu düşmanı’ gösterirken ‘yetki sendikacılığının’ açmazını da gözler önüne serdi
1
2 Eylül 2010’daki referandumun ardından hükümet, işçi sendikalarının işleyişini, grev ve toplu iş sözleşmesi haklarını belirleyen 2821 ve 2822 sayılı yasalar üzerinde çalışmaya başladı. 2011’in Ekim’inde işveren ve işçi sendikaları ile hükümet temsilcilerinden oluşan üçlü danışma kurulu toplandı ve Toplu İş İlişkileri Yasası taslağı üzerinde görüşmeler başladı. Toplantılarda noter şartının kaldırılması, işkolu barajının yüzde 10’dan binde 5’e çekilmesi ve işkolu sayısının 28’den 18’e düşürülmesi kararları alındı. Grev hakkına yönelik yasaklar, işkolu ve işyeri barajlarının sürdürülmesi sonucunda DİSK, üçlü danışma kurulundan ayrıldı. DİSK’in ayrılmasından sonra Hak-İş, Türk-İş, TİSK ve hükümet mutabakata vardı ve tasarıyı Bakanlar Kurulu’na gönderdi. Bakanlar Kurulu tasarıyı 3 ay bekletti. Yasa beklerken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 31 Ocak 2012’de sendikalı işçi sayılarını açıklayacağını duyurdu. Bu rakamlar sendikaların toplu sözleşme yetkisi alıp almayacağını belirliyor. Yasa kabul edilmeden sendikalı işçi sayılarının açıklanması durumunda işkolu barajı yüzde 10 olacağı için Türkiye’de toplu iş sözleşmesi yetkisine sahip sadece 12 sendika kalacaktı. Çelik bunu bilerek 15 Ocak günü “Türkiye’de 700 bin sendikalı işçi var. Bu sayıları açıklarız” dedi ve toplu sözleşme yetkisine dayanarak örgütlenen sendikaları tehdit etti. Bu tehdidin beş gün sonrasında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Hak-İş ve Türk-İş başkanlarıyla bir araya gelip, “Yetkilerin düşmemesi konusunda bir kolaylık yaparız” dedi. YANDAfi SEND‹KALARA ‘KOLAYLIK’ Tasarı, işçi sendikalarının üye sayılarının açıklanacağı son gün TBMM’ye gönderildi. İlk mutabakatta binde 5 olan işkolu barajı yüzde 3’e çekilirken, Hak-İş ve Türk-İş düşünülerek bir kolaylık da yapıldı. Taslağa Geçici Birinci Madde eklenerek yüzde 3 barajında yetkisi düşecek sendikalara 5 yıl süre
KESK, 2 fiubat’ta “Grevsiz toplu sözleflme, toplu sözleflmesiz sendika olmaz” pankart›yla TBMM önünde eylem yapt›. Ayn› gün D‹SK de ‹stanbul’daki Genel Merkezi’nde TBMM gündemine gelen Toplu ‹fl ‹liflkileri Yasas› ile ilgili bir aç›klama yaparak “D‹SK’in yetkisi örgütlü gücündedir” dedi.
‘Grevsiz toplu sözleşme olmaz’ 12 Eylül referandumunda kabul edilen bir madde de kamu çal›flanlar›n›n sendikal haklar›yla ilgiydi ve bu madde için AKP, ‘kamu emekçisine toplu sözleflme hakk› verilecek’ demiflti. Aradan 2 y›l geçti ve 4 Aral›k 2011 tarihinde Bursa’da Memur-Sen flubesinin aç›l›fl›na kat›lan Bülent Ar›nç, “Benim MemurSen’im iflini bilir” diyerek hükümetin, toplu sözleflme sürecinde Memur-Sen d›fl›ndaki konfederasyonlar› devre d›fl› b›rakmaya çal›flt›¤›n› gösterdi. Yasa de¤iflikli¤i 23 Ocak 2012’de TBMM gündemine geldi. Yasa kabul edilirse kamu emekçilerine grevsiz bir toplu sözleflme hakk› tan›nm›fl olacak. Kamu emekçilerinin toplu sözleflme tanınmış oldu. YASA NE GET‹RECEK? Halen TBMM gündeminde olan Tolu İş İlişkileri Yasası kabul edilirse, bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisi için bulunduğu işkolundaki tüm işçilerin yüzde 3’ünü üye yapması gerekiyor. Ayrıca, yetkisi olan sendikanın bulunduğu
‘Birbirimizden sorumluyuz’ Ş
ubatın ilk günlerinde meydana gelen iş kazaları ve iş kazalarında yakınlarını yitirenlerin eylemleri, enerji işçilerinin sık sık tekrarladığı ‘Birbirimizden sorumluyuz’ sözünün doğruluğunu bir kez daha gösterdi. ENERJ‹ ‹fiÇ‹S‹N‹ TAfiERON ÇARPTI 3 Şubat günü BEDAŞ bünyesindeki taşeron şirkette çalıştırılan enerji işçisi Seyithan Ağır, Gaziosmanpaşa’da Alibeyköy Barajı yakınlarındaki bir trafoda meydana gelen arızayı onarırken elektrik akımına kapılarak yaralandı. Kazayı duyan Enerji-Sen üyeleri, evli ve iki çocuk babası olan Ağır’ın kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’ne akın etti. 16 ayrı arıza ekibi olmasına rağmen bir mühendis ve bir iş güvenliği uzmanının görevlendirildiği, iş güvenliği uzmanının da kaza bölgesinde bulunmadığı öğrenildi. TUZLA’DA PATLAMA 4 Şubat günü Tuzla tersaneler bölgesindeki Nuh Sanayi sitesinde yat imalatı yapan bir işyerinde meydana gelen patlamada 2’si ağır 4 işçi yaralandı. Limter-İş üyeleri
patlamanın kaplama yapılan bölümde meydana geldiğini ve o bölgede parlayıcı maddelerin bulunduğunu belirtti. Kazada yaralanan Kadir Soy isimli işçinin de çıraklık okulu öğrencisi olduğu öğrenildi. DAVUTPAfiA VE OST‹M UNUTULMADI Davutpaşa patlaması, dördüncü yılında yapılan etkinliklerle yeniden hatırlatıldı. 29 Ocak günü patlamanın olduğu yerde, hayatını kaybedenlerin yakınları, ‘adalet’ taleplerini yineledi. 3 Şubat 2011’de OSTİM’de meydana gelen patlamaların yıldönümünde de öfke vardı. Öfkeli olan patlamada hayatını kaybedenlerin yakınları değil OSTİM’in özel güvenlikçileriydi. Aileler, eylem öncesinde afiş yaparken OSTİM’deki özel güvenlikler tarafından darp edildi. Davutpaşa’da bir havai fişek atölyesinde 29 Ocak 2008’de meydana gelen patlamada 21 işçi ölmüş 150 işçi yaralanmıştı; İş yerinin ruhsatsız olduğu ortaya çıktı, ceza alan kimse olmadı. OSTİM’deki iki ayrı patlamada 20 işçi öldü 52 işçi yaralandı. İşyerlerinin birinin ruhsatsız olduğu öğrenildi.
sürecinde anlaflmazl›k yaflanmas› durumunda çözüm için Kamu Görevlileri Hakem Kurulu yetkili olacak ve son sözü söyleyecek. Bu kurul 7’si AKP taraf›ndan bakanl›k yoluyla atanan, 2’si Memur-Sen’den, biri Kamu-Sen’den ve di¤eri de KESK’ten olmak üzere toplam 11 üyeden oluflacak. En çok üyesi olan MemurSen toplu sözleflme görüflmelerinde yetkili sendika olacak ve sözleflme sürecine kat›lmayan sendika, hizmet kolu sözleflmelerinde de yetkisiz say›lacak. Halk›n Sesi’ne konuflan E¤itim-Sen Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Betül Özgül Korkut, AKP’nin tafleronu Memur-Sen’in yetkili k›l›nmas› ve Kamu Görevlileri Hakem
işyerinde de işçilerin yarısından bir fazlasını örgütlemesi gerekiyor. İşkolu sayıları 28’den 18’e düşürüldüğü için bazı işkolları birleştirildi böylece birçok sendika yüzde 3’lük barajın da altında kalacak. Mevcut (2009’da açıklanan) sendikalı işçi sayılarına göre yetkisi olan sendikaların yetkisi beş yıl boyunca düşürülmeyecek.
Kurulu’nun ço¤unlu¤unun hükümet taraf›ndan atanmas›yla toplu sözleflmenin daha bafllamadan iflveren lehine sonuçland›¤›n› söyledi. Korkut, kamu emekçilerinin mücadele etmekten baflka seçenekleri olmad›¤›n› belirtti ve flunlar› söyledi: “4688 say›l› yasaya karfl› mücadeleyi sadece ücret talebine s›k›flt›rmadan, güvencesizli¤e ve en temel insan haklar›n›n gasp edilmesine karfl› ‘insanca yaflam, güvenceli gelecek’ mücadelesi olarak büyütmek ve bu süreci AKP’nin y›k›m politikalar›na karfl› tüm ma¤durlar› birlefltirecek bir mücadele hatt›na dönüfltürmek emek hareketi aç›s›ndan öncelikli ve zorunlu bir görevdir.”
Taslakta grev yasakları sürerken, grev durumunda işçilerin işyerine gelmemeleri, işyeri etrafında çadır kurmamaları isteniyor. Mevcut yasadaki grev yapılmayacak olan işkolları aynen devam ederken hava taşımacılığı konusunda ek bir önlem alınacak. Hava taşımacılığı alanında bir grev yapılması durumunda işveren, çalışanların
yüzde 40’ını uygun gördüğü alanlarda çalıştırabilecek. Bir işçi sendikaya üye olurken notere 45 lira, sendikadan istifa ederken 120 lira vermeyecek; edevlet şifresiyle istediği sendikaya üye olabilecek. Yani, işçi ile sendika arasında devlet girmiş olacak. Öte yandan işverenin “e-devlet şifrenizi verin yoksa işten atarım” tehdi-
di karşısında ne yapılacağı muamma. YETK‹ SEND‹KACILI⁄ININ KR‹Z‹ Taslağın son anda meclise gönderilmesi yetkiye dayanarak yapılan sendikacılığın krizini de gözler önüne serdi. 12 Eylül’den sonra DİSK’e karşı Türk-İş’in, 2000’li yıllardan sonra da Hak-İş’in güçlendirilmesi çabası, noter şartı ve barajları gerektirdi. Hükümetler, kendi palazlandırdığı sendikaları denetim altında tutmak için sendikalı işçi sayılarını ve yetki meselesini tehdit unsuru olarak kullandı. Nitekim AKP hükümeti 2009’dan beri sendikalı işçi sayılarını açıklamadı, böylece güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştırılması gibi emeğe yönelik saldırılar karşısında oluşabilecek Türk-İş ve Hak-İş tepkilerini yetki cenderesiyle kontrol altında tuttu. Gelinen noktada 12 Eylül’ün sendikalar yasası 12 Eylül’ün palazlandırdığı sendikaların bile önünde engel olmaya başladı. Güvencesiz çalıştırma ve taşeron sistemi sendikalı işçi sayısını azalttı. 1980’de 3 milyon olan sendikalı işçi sayısı 2011’de 700 bine kadar geriledi. ‘SEND‹KACILIK YETK‹YLE OLMAZ’ Yetki tartışmaları sürerken Halkın Sesi’ne konuşan EnerjiSen Genel Başkanı Kamil Kartal, işçi sınıfının ana gövdesinin sendikalı olmayan güvencesiz şekilde çalıştırılan işçilerden oluştuğunu ifade etti. Kartal, işçilerin ana talebinin ‘toplu iş sözleşmesi yetkisi’ değil; ‘iş güvencesi’ ve ‘güvenceli çalışma’ olduğunu vurguladı. Kartal, “Bu yüzden fiili ve meşru mücadeleyi temel alan bir sendikacılık anlayışı içinde olmak gerekir. Bu düzlemdeki sendikacılık da toplu iş sözleşmesi yetkisi üzerinden yürümez” dedi. Halkın Sesi’ne konuşan Birleşik Metal-İş Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli de sendikacılığın parlamentoya göre değil, işçi sınıfının ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gerektiğini belirtti.
Ataması yapılmayan ‘teröristler’ M
illi Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 26 Ocak günü, şubat ayında 17 bin öğretmen atanacağını söyledi. AKP basını bu haberi “müjde” olarak duyurduğu sırada ataması yapılmayan öğretmenler sokaktaydı. Ataması Yapılmayan Güvencesiz Eğitimciler Meclisi, Bakan Dinçer’in 12 Haziran seçimleri öncesinde verilen “55 bin öğretmen ataması” sözünü tutmasını ve ücretli öğretmenliğin kaldırılmasını talep etti. Seçim öncesinde 55 bin atama yapılacağına söz verilmiş, fakat 11 bin öğretmen atanmıştı. 17 bin öğretmen atanacağını söyleyen Dinçer, ayağının tozuyla ekran karşısına çıktı. 27 Ocak günü bir televizyon programında konuşan Dinçer, son
Atama bekleyen öğretmenlere ‘başka iş bulun’ tavsiyesinde bulunan Dinçer, şimdi de ‘terörist’ dedi
atamaların kadrolu öğretmenlerin işlerinden ayrılması nedeniyle doğu ve güneydoğu bölgelerine yapıldığını söyledi. Kadrolu öğretmen sıkıntısı nedeniyle ücretli öğretmen alındığını ifade eden bakan, doğu ve güney-
Nerede T taşeron orada hareket
doğu bölgesindeki ücretli öğretmenlerin PKK’nin etkisi altına girdiğini iddia etti; hemen ardından “Ücretli öğretmen alımını merkeze bağlayacağız” dedi. Dinçer daha önce öğretmen atamalarıyla ilgili sorun-
aşeron işçileri örgütlemeye başlayan Sosyal-İş, taşeron sisteminin zorluklarına karşı fiili mücadeleyi ön plana çıkardığı yerlerde dinamizm kazanıyor. Sosyal-İş, 2011’in Kasım’ında Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi’nde taşeron işçileri örgütlemeye başladı. Sosyal-İş’in mücadelesine karşı üniversite yönetimi ocak ayında 36 işçiyi hiçbir gerekçe göstermeden işten
larla ilgili olarak “Ataması yapılamayan öğretmenler başka mesleklere yönelsin” demişti. Dinçer’in PKK tarafından yönlendirildiğini iddia ettiği ücretli öğretmenler okul müdürleri tarafından işe
çıkardı. Sosyal-İş, işten çıkarmalara 27 Ocak günü eylemle yanıt verdi. Eylemde, hamile işçilerin dahi işten çıkarıldığını belirten Sosyal-İş Genel Sekreteri Celal Uyar, işten çıkarmaların sorumlusunun rektörlük ve taşeron şirket olduğunu söyledi. Sosyal-İş’in Çanakkale’deki mücadelesi sürerken, Ankara Çankaya Belediyesi bünyesindeki
alınıyor. Güvencesiz, haklarından yoksun bir şekilde çalıştırılan ücretli öğretmenler bir yılda 9 ay çalışıyor. 9 ay boyunca ders verdikleri günler üzerinden sigortası yatan öğretmenler yılın üç ayı işsiz kalıyor. Dinçer, ataması yapılmayan öğretmenlerin yoğun tepkileri karşısında, sorunun maddi imkansızlıklardan kaynaklandığını söylemişti. Dinçer, atama bekleyen 300 bin öğretmenin kadrolu bir şekilde atanması için “maalesef maddi imkan yok” demişti. Başbakan Erdoğan, 31 Ocak’taki AKP grup toplantsıında “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” dedikten sonra, Diyanet’e 5 yıllığına 1 milyar dolara yakın bütçe ayrıldığı öğrenildi.
Belde A.Ş’de çalışan işçiler Çankaya Belediyesi’nin toplu iş sözleşmesi şartlarını çiğneyerek işçilerin ücretlerini ödememesi karşısında 25 Ocak günü eylem yaptı. Çankaya Belediyesi’nin içinde gerçekleştirilen eyleme yüzlerce işçi katıldı. Sosyal-İş, işçilerin alacaklarının verilmemesi durumunda 8 Şubat’ta iş bırakma eylemi yapacağını duyurdu.
Maltepe’de direniş sürüyor
İ
şlerine geri dönmek için direnişlerini sürdüren Maltepe Belediyesi taşeron işçileri, 30 Ocak günü zabıta ve polis saldırısına uğradı. Genel başkanı ‘Taşeronu yok edeceğim’ diyen CHP’nin belediyesi, 100 kişilik zabıta ekibini, işlerine geri dönmek isteyen taşeron işçilerin üzerine saldırttı. Yine belediyenin çağırdığı polisler de işçilere saldırdı ve 8 işçiyi gözaltına aldı. Polisin ve zabıtanın saldırılarına ve soğuk havaya rağmen işçilerin direnişi sürüyor.
Tüm Bel Sen üyeleri gözaltında
T
üm Bel-Sen, 4 Şubat’ta Batman’da gerçekleştirilen tutuklamaları bir basın açıklaması yayımlayarak protesto etti. KCK adı altında gerçekleştirilen operasyonlarda gözaltına alınanlar arasında Tüm BelSen Batman İl Temsilciliği yöneticileri Muzaffer Çınar ve Ali Sarıpınar da vardı. Açıklamasında AKP’nin saldırılarının onun gücünün değil güçsüzlüğünün bir kanıtı olduğunu belirten Tüm Bel-Sen, hukuksuz bir şekilde gözaltına alınan demokrat ve yurtseverin serbest bırakılmasını talep etti.
Savranoğlu çevreyi de kirletiyor
S
avranoğlu Deri’de direnişlerini sürdüren Deri-İş üyesi işçiler 2 Şubat’ta EGEÇEP ve ÇHD ile birlikte Savranoğlu Deri hakkında çevreyi kirlettiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunun ardından yapılan basın açıklamasına birçok demokratik kitle örgütü de destek verdi. İzmir Adliyesi önünde bir açıklama yapan Savranoğlu Deri işçileri ve ÇHD üyeleri, işyerinin atık sularını kanalizasyona boşalttığını belirtti. İşçiler daha önce işvereni defalarca uyardıklarını belirtti.
9
EKONOMİ 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
Ipod ve IPhone proleterleri A
merikan bilgisayar ve telefon üreticisi olan Apple şirketinin patronu Steve Jobs’un Ekim 2011’de ölmesi üzerine Apple ve Steve Jobs’un kişiliği üzerine başlayan tartışmalar en son olarak New York Times gazetesinde çıkan makale ile devam etti. Makalede anlatılanlar bugün büyük buluş olarak gösterilen telefonların, bilgisayarların hangi koşullarda nasıl üretildiğini gözler önüne seriyor. Çin’e kaçan firmaların tercihlerinin nedenlerine bakıldığında, Türkiye’deki Çinleşme eğiliminin işçi sınıfının başına ördüğü çorap görülüyor. SADECE UCUZ ‹fiGÜCÜ DE⁄‹L Amerikan teknoloji şirketlerinin Amerika’da yaptıkları üretimleri hızla Çin’e taşımaları geri dönüşü olmayan bir sürecin başlangıcı olarak görünüyor. Özellikle teknolojik ürünlerde yaşanan rekabet, ürekli ürün yenileme ve geliştirmeye dayalı pazar yapısı firmaları mümkün olan en iyi ürünü ucuza üretmeye zorluyor. Bu şartlar altında firmalar Amerika’da başladıkları üretimlerine Çin’de tedarikçiler eşliğinde devam ediyorlar. Üretimin Çin’e taşınmasının tek nedeni ucuz işgücü olmadığını belirtiyor Apple yetkilileri. Çin’de ucuz işgücü esnek çalışma koşullarında, büyük ölçekli fabrikalarda kısa sürede hızlı bir şekilde organize edilebiliyor. bu nedenle firmaların ucuz maliyet ve hızlı üretim avantajları nedeniyle pazarda daha çok paya muazzam karlarla sahip oluyorlar. Yılda 160 milyon ürün üreten Apple’ın en büyük tedarikçisi olan Foxconn şirketinin işçi intiharlarıyla bir kez daha gündeme gelen çalışma koşulları Amerikalı teknoloji devlerinin neden Çin’e akın ettiklerini çok iyi anlatıyor. ‹NSANLIK DIfiI ÇALIfiMA Yaklaşık 230 bin çalışanı bulunan Foxconn şirketinde işçiler haftada 6 ila 7 gün, günde 12 saat çalışıyor ve çalışanların büyük bir
I
firmasının ortaklığında fabrika kuruldu. İlk hedef olarak ayda 250-300 bin bilgisayar üretmeyi hedefleyen şirketin 5000 kişi çalıştıracağı ve bu sayede bölgede cazibe merkezi olarak içgöçü artıracağı vurgulandı. Kuruluş sürecinde yapılan açıklamalar Çin’deki serbest bölgelerdeki yapının benzerinin Türkiye’ye de uygulanacağını gösteriyor. Çin’de ‘Foxconn City’ olarak adlandırılan bölgede memleketinden uzakta yüzde 90’ı 25 yaşın altında olan genç, göçmen işçiler çalışmakta. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün açıkladığı işsizlik sonuçlarında genç işsizlik oranında dünya birincisi olan Türkiye’nin çalışanlarının çoğunun 25 yaş altı olan teknoloji firmaları tedarikçisi için fabrika açmak için uygun görünüyor. Ayrıca Foxconn Türkiye genel müdürünün de belirttiği gibi Türkiye’ye gelmelerinin tek sebebinin sadece ucuz işgücü değil aynı zamanda genç, hareketli bir pazarın olması.
pad ve Iphone gibi ürünlerin tüketimi bir orta sınıf rüyası olarak gösterilirken, bunların üretimi aslında bir proleterleştirme öyküsü
Resimde Çin’de IPod ve IPhone üreten bir fabrika binas› var. Fabrikan›n binalar› aras›nda gerilen a¤, korkunç çal›flma koflullar› karfl›s›nda iflçilerin intihar›n› önlemek için gerilmifl. kısmını genç, göçmen işçiler oluşturuyor ve bu işçilerin dörtte biri şirketin yatakhanelerinde kalıyor. Bant sisteminde çoğu zaman uzun süre ayakta kalarak kısım şeflerinin gözetiminde çalışan işçilerden bazıları bu insanlık dışı çalışma koşullarına dayanamayarak camdan atlayarak intihar etti. Şirket yöneticilerini son derece tedirgin eden bu süreç şirketin prestiji açısından son derece zararlı olmaya başlayınca yöneticiler kendilerince uyanık, günü kurtarma uğruna çözümler buldular. İlk çözüm, yüksek katlardan intiharı önlemek için binaların arasına brandalar gerdiler. Daha sonra da stres odaları ile
birlikte psikolog hizmeti sağlayarak bozdukları psikolojileri insanların tekrardan çalışabilir hale gelebilmesi için düzeltmeye uğraştılar. TÜRK‹YE’DE ÇINLEfiME SÜREC‹ Çin’de uygulanan üretim koşulları Türkiye’de de yaygınlaştırılmaya çalışıyor. Ucuz emek ile birlikte esnekleştirilmiş, taşeronlaştırılmış işçilerin ağırlığında bir işgücü piyasası hedefleniyor. Özellikle AKP dönemiyle birlikte hız verilen istihdam paketleri serileri hep bu hedeflere yönelik gerçekleşti. Güncel olarak hedeflenen kıdem tazminatının
fona devredilerek eritilmesi, bölgesel asgari ücret, esnek ve güvencesiz çalıştırmanın normalleşmesi ve alternatifsiz olarak tanımlanması gibi bir dizi uygulama işgücü piyasasını çok uluslu şirketlere hazırlama çalışmaları. Bu koşullarda Çin’deki serbest bölge uygulamasıyla işçilerin ve fabrikaların belli bölgelerde toplanarak üretim yapması Türkiye için de model olarak alınıyor. FOXCONN TÜRK‹YE’YE G‹RD‹ Türkiye’de kurulan serbest bölgelerin en büyüğü olan Avrupa Serbest Bölgesi Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde Mart 2011’de kuruldu. Foxconn ve HP bilgisayar
TÜKETEN: BEYAZ YAKALI PROLETER Üretim süreci özellikle Çin’deki tedarikçiler kısmında insanlık dışı çalışma koşullarını barındıran Iphone, IPad gibi teknolojik ürünler Türkiye’de geçen yıl yaklaşık 500 bin sattı. Türkiye’de nitelikli işgücünü oluşturan beyaz yakalıların, mühendislerin, büyük şirketlerin pazarlama ve satış bölümleri çalışanlarının yeni sürümlerini heyecanla bekledikleri oyuncak haline geldi. Bu görkemli teknolojik ürünlerin üretimiyle başlayan proleterleşme, tüketimi için ulaştıkları ellerde de yeni bir proleterleşmeyle karşılaşıyor. Üretim sürecinde insanlık dışı koşullarda çalışan genç, göçmen işçiler Foxconn’da olduğu gibi intihar ederek içinde bulundukları koşulları daha fazla sürdüremiyor iken o üretilen ürünleri tüketen beyaz yakalı, iyi eğitim almış, yabancı dil bilen, uluslararası şirket çalışanları da kullanımı hızla yaygınlaşan antidepresan ilaçlarla sürece dayanmaya çalışıyorlar.
AKP’den Davos’ta halk düşmanlığı dersi ENG‹N DURAN sviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’na bu yıl Türkiye’den katılım yüksek oldu. Tayyip Erdoğan ‘One Minute’ çıkışıyla “daha da gelmem” dediği toplantılara bakanlarını ve bürokratlarını yolladı. Küresel ekonomideki son gelişmelerin tartışıldığı toplantılarda krizin sermaye çevrelerinin çıkarları doğrultusunda sonlandırılmasına yönelik olası tedbirler ve yapılabilecekler konuşuldu. Ancak somut olarak bir kararda uzlaşılamadı. Genel olarak 2012 yılı için karamsar büyüme beklentileri konuşuldu. Son dönemde Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı parasal genişleme ve Almanya’nın bütçe açığı çok yüksek olan Yunanistan gibi ülkelere yönelik yaptırım teklifleri kısmi de olsa olumlu olarak algılandı. Yunanistan cephesinde ise Almanya’nın teklifine çok sıcak bakılmadı. Zaten teknokrat hükümetlerin başa geçmesiyle birlikte demokrasi tartışması yapılan ülkelerde bütçeye yapılacak dışardan müdahale sert muhalefet ile karşılandı. Türkiye Davos’un en çok konuşulan ülkesi oldu. Davos’tan sonra yapılan haberlerde “Türkiye Davos’ta Ekonomi Dersi Verdi” denildi. Bu manşete konu olan olay ise son gün yapılan küresel ekonomiye bakış
İ
toplantısında Financial Times gazetesinin baş ekonomi yorumcusu Martin Wolf’un Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a gündem dışı söz vererek “ Burada imtiyazlı konumda tek sizsiniz, bize ders verin” demesi oldu. Sazı eline alan Ali Babacan başladı 2001 krizi sonrası uyguladıkları halk düşmanı politikaları anlatmaya. “Ders” verilecek konu ise Türkiye’nin bütçe açıklarını nasıl azaltabildiği idi. Ali Babacan başarılarını “güven” ve “istikrar”a bağladı. Avrupa’nın içinde bulunduğu borç krizinin çıkışı için kamu harcamalarının azaltılıp krizin bedelinin halka, çalışanlara ödetilmesi
isteniyor. Ancak Avrupa’da var olan haklar ve toplumsal muhalefetin etkinliği tüm bunların yapılmasını zorlaştırıyor. Hatta bunun için teknokrat hükümetler bile kuruldu ancak istenilen düzeyde bir sonuç alınamadı. Son olarak Yunanistan’a önerilen tedbir paketinde de, bolca maaş kesintisi ve işten çıkarmalar bulunuyor. 2012 yılı için memur sayısının 50 bin azaltılması, özel sektörde asgari ücretin 750 eurodan 600 euroya düşürülmesi, emeklilik, işten çıkarma gibi yollarla 2015 yılı için 150 bin memurun azaltılması isteniyor. İşte, tam bu noktada AKP modeli devreye giriyor. Çünkü AKP
Türkiye’de 200 bin ataması yapılamayan öğretmene ‘kolaylıkla gidin başka iş yapın’ diyebiliyor ya da Sağlık Bakanı görme engelli bir vatandaşın taşerona karşı güvenceli iş talebini kameralar önünde “Sana iş vermişiz, gelmiş bir de konuşuyorsun” diyerek geri çevirebiliyor. Son olarak da toplumun tamamını Sağlık Sigortası kapsamına alıyorum diyerek herkesi sağlık vergisi ödemeye, bir bakıma sağlığı satın almaya zorluyor. Birçok Avrupa ülkesinde hükümetleri sarsan, hatta düşüren sağlıkta piyasalaştırma politikaları Türkiye’de övünç konusu oluyor. Sabah 4’lerde girilen gelir testi kuyruklarından bile ekonomi ve hükümet övgüsü çıkarılabiliyor. Türkiye bu nedenle Avrupa’da krizle boğuşan İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya gibi ülkelere örnek gösteriliyor. Ali Babacan’dan öğrenmeye çalıştıkları da bu işin sırrı aslında. Güven ve istikrarı öne çıkaran Ali Babacan, baskı ve antidemokratik uygulamaların bu işin çimentosu olduğunu söylemiyor ama Avrupalı meslektaşları asıl bunun peşinde. Avrupa ülkesinde olmayan yüzde 10’luk seçim barajını ısrarla koruyarak, “terörist” suçlamasıyla hapse atılan kişi sayısında dünya birincisi olarak sağyanan güven ve istikrar Avrupa için model olabilir mi? Davos’ta merak edilen soru asıl olarak buydu...
Binlerce işçi ‘43 işçiye’ bakıyor ‹stanbul Üniversitesi Cerrahpafla T›p Fakültesi giriflinde bir çad›r var. Daha önce g(ö)rev günlerinde kurulan çad›r, bu sefer iflten ç›kar›lan tafleron sa¤l›k iflçileri taraf›ndan kurulmufl. 43 iflçinin ço¤u t›bbi sekreter ve Cerrahpafla T›p Fakültesi mezunu. 31 Aral›k’ta iflten ç›kar›lan ancak iflten ç›kar›ld›klar›n› 26 Ocak günü ö¤renen iflçiler, 27 Ocak’tan beri ifllerine geri dönmek için çeflitli eylemler yapt›. 27 Ocak günü yap›lan ilk eylemde bir araya gelen iflçiler “‹nsanca bir yaflam istiyoruz” diye slogan att›ktan bir iki dakika sonra Hastane Müdürü fiakir Aybirdi geldi. Aybirdi, iflçilerin
ma¤dur olmamas› için bir ayd›r ellerinden geleni yapt›klar›n› söylerken, iflçiler de iflten ç›kar›ld›klar›n›n bir ayd›r kendilerinden sakland›¤›n› ö¤renmifl oldu. Biz de Cerrahpafla Hastanesi’nde 43 t›bbi sekreterin 26 gün boyunca sigortas›z bir flekilde çal›flt›r›ld›¤›n› ö¤rendik. Aybirdi, fakülte dekan›yla bir görüflme ayarlad›klar›n› söyledi ve gitti. ‹flçiler de 30 Ocak günü gerçeklefltirilecek görüflme için kendi aralar›nda temsilciler seçti. Görüflmede dekan, 25 iflçinin ifle al›naca¤›na dair söz verdi ancak aradan geçen bir hafta içinde hiçbir
iflçi ifle al›nmad›. Bunun üzerine Dev Sa¤l›k-‹fl öncülü¤ünde bir araya gelen iflçiler 7 fiubat günü hastane bahçesinde direnifle geçti; 8 fiubat günü de direnifl çad›r› hastanenin ana giriflinde bulunan ‹fl Bankas› yak›n›nda kuruldu. Direnifl süresince Cerrahpafla Hastanesi’nde 400 iflçinin daha iflten ç›kar›laca¤› söyleniyor. Cerrahpafla, Çapa, Haseki, Samatya ve Yedikule Hastaneleri’nin bulundu¤u bölgede toplam 6 bin tafleron sa¤l›k iflçisi çal›fl›yor ve Cerrahpafla’da iflten ç›kar›lan iflçilerle ilgili geliflmeleri binlerce iflçi takip ediyor.
Biraz gayret! indar gençlik yetiştirme” tartışmaları önemli bir şeyi gösterdi. Evet AKP iktidarı giderek otoriter ve hatta totaliter bir rejimi kurmaya yöneliyor. Elinde son derece güçlü imkanlar var. Emperyalist güçler, uluslararası İslami sermaye, polis, ordu vs. vs… Başbakan “dindar gençlik yetiştirme” konusunda toplumsal meşruiyet açısından (bana göre) son derece sağlam bir yerden girizgah yapmasına rağmen hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı ve hemen kıvırmak zorunda kaldı… Dindarlık deyince kimsenin gıkının çıkamayacağını sanan “din tüccarı” AKP iktidarının din üzerinden oynamaya çalıştığı oyun hak ettiği tepkiyi aldı bu sefer. Önemli bulduğum şey bu. Evet AKP güçlü ama o kadar da değil… Namuslu liberalinden, sosyal demokratına, sosyalistine kadar ortak güçlü bir sesin ne kadar manalı bir etki yarattığını gördük. Biraz gayret! Evet AKP’nin parası çok. İstediği her şeyi, herkesi satın alabilir, öyle mi? Daha düne Tufan kadar solcu-demokrat bir sürü Sertlek köşe yazarı yandaş medyada AKP yalakalığı yaparak karnını Dev Sa¤l›k-‹fl doyuruyor. Paranın satın alaYönetim Kurulu mayacağı bir şey yok mu Üyesi gerçekten? Tabii ki var! Uludere köylüleri AKP’nin ağzının payını verdi: Satılacak canımız yok! Bütün basın köşeleri fethedildi, doğru ama onurumuzu satmayız diye bağıran Uludere köylüleri de var… Biraz gayret! Salı akşamı CNN Türk’te Alev Alatlı’yı izliyorum. Cüneyt Özdemir Amerikalı yazar Paul Auster’in Türkiye’ye gelmeme konusundaki tepkisini soruyor. Nadide entelektüelimizin verdiği cevap daha doğrusu eveleye geveleye söylediği şey şu: Bu yazar o kadar da önemli biri değil, çok kaale almamak lazım. Fildişi kulelerden konuşuyorlar… Cüneyt Özdemir uyarmak zorunda kalıyor nadide entelektüelimizi “Paul Auster önemli bir yazardır, karikatürize ediyorsunuz…” diye. Dünyada en çok gazeteci hapse atan bir iktidarın başını eleştirmek yerine bir aydın tavrı koyarak AKP iktidarını protesto eden yazara laf yetiştiriyor. Diğer taraftan Vedat Türkali bir Tv kanalına davet ediliyor. Kürt sorunu vb. konularda görüşlerini söylüyor. Programcı biraz da işi sulandıralım der gibisinden “Fatma Gül’ün Suçu Ne” dizisini izliyor musunuz, diye soruyor birden. Vedat Türkali, “Bu nerden çıktı şimdi, biz burada memleketin en önemli meselelerini konuşuyoruz, sen neden bahsediyorsun”, diye kalkıp gidiyor programdan. Vedat Türkali bu ülkenin yurtsever, sosyalist aydın neslinin yaşadığının timsali gibi ayakta halen… Biraz gayret! Evet AKP’nin Melih Gökçek’i var. Neresinden tutsanız elinizde kalır. Uzun söze gerek yok. Ne ararsan var… Bu adamla başa çıkılır mı? Kimsenin gücü yetmez mi? Yeter, direnen halkın gücü yeter! Dikmen halkına gücü yetmiyor işte. Direnen bir halk bulunca karşısında ezbere bozulmuş, şaşkın ördek gibi ne yapacağını şaşırmış halde… Kıvranıp duruyor kaç yıldır… Para sökmedi, zorbalık sökmedi… Biraz gayret! Evet AKP 12 Eylül faşizmini aratmıyor. Son bir ayda basına yansıyan inanılması güç zorbalık gösterilerine tanık olduk. Ağzını açan üniversite öğrencisine hapis, iktidarı eleştiren memura meslekten men et, hükümeti eleştiren gazeteciye dava aç, işsiz bırak. Evet ama bu, zorbalığı gerekli kılan inatçı bir mücadele dinamiğinin varlığını göstermiyor mu? Hem de öyle çok örgütlü de değil… Tek tek vatandaşlar elinde neyi varsa sesini çıkartmaya çalışıyor. Bütün bunlar AKP’nin lütfettiği demokrasi sınırlarını zorluyor ve gerçek zorba yüzünü ortaya çıkartıyor. Bu gidişle demokrasi lafazanlıklarına son vermek zorunda kalacaklar… Biraz gayret! Bir de “bu milletten bi .ok” olmaz, var… Herkes kendi derdinde, dayanışma yok… Bilinçsiz vs… Tamam bu yalan değil ama Billur Tuz işçileri de var. Onlar da bu ülkenin insanı, işçisi… Ne yapıyor Billur Tuz işçileri… Hakları için mücadele ediyorlar. Bir kısmı işten çıkartılıyor. İçerde kalanlar ne yapıyor. “Ben paçayı yırttım, işime gücüme bakayım mı” diyor? Hayır. Arkadaşlarımızı işe almazsanız “biz de yokuz” diyorlar… Kapitalist düzenin bencil insanı varsa işçi sınıfının da onurlu, dayanışmacı insanı var ve halen yaşıyor… Biraz gayret!
“D
Ulaşım enflasyon şampiyonu T
ürkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı ocak ayı enflasyon sonuçlarına göre Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yüzde 0.56, Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yüzde 0.38 arttı. Yıllık enflasyon 10.61 ile kasım 2008’den beri en yüksek seviyeye çıktı. TÜFE’de en yüksek fiyat artışı yüzde 2,06 ile ulaştırma kaleminde oldu. Merkez Bankası enflasyondaki yükselişin temel kaynağı olarak döviz fiyatlarındaki artışı gösterdi. Merkez Bankası döviz fiyatlarının kademeli olarak mal fiyatlarına yansıdığından dolayı fiyatlar genel seviyesinin artışının önümüzdeki dönemde azalmaya başlayacağını iddia etti.
10
KİBELE 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
Kad›nlar silahlar›n› nereye koysun? aştan ikaz ediyorum, kadın cinayetlerine ilişkin Şefkat-Der’in başlattığı yaratıcı bir tartışma süreci yok. Yazdığım da tartışmaya katkı yazısı değil. Şefkat-Der özelinde anlatacağım İslamcıların şiddeti üreten erkek egemen kültürü nasıl görmezden geldiğini teşhir etmek için yazıldı. Şiddetin kaynağını yani erkek egemenliğini görmezden gelen Şefkat-Der, kadın cinayetlerinin artması üzerine kadınların canını kurtarmak istiyor. Hâl böyle olunca kadın sorununa dair derneğin gördüğü tek resim olan kadın cinayetlerine karşı üretilecek kampanya, kadınlara ruhsatlı silah almayı, atış poligonunda silah eğitimi çalışmalarını tavsiye ediyor. Şefkat-Der, devletin kadın cinayetlerine önlem alma sorumluluğunu yerine getirmediğini söyleyerek kadınlara tavsiyelerde Tuba bulunuyor. Tavsiyeleri, “nasıl Günefl erkek şiddetiyle yüzleşmekgnstuba@ ten kaçılır?” sorusuna yanıt gmail.com veriyor. Şefkat-Der kadınlara ruhsatlı silah almayı, yurtdışına kaçmayı, judokarate öğrenmeyi vs. öneriyor. Kadınların bireysel silahlanması elbette önerilerin en dikkat çekicisi. Devlet sizi korumuyorsa, siz kendinizi koruyun, diyorlar. Erkek şiddetini yok etmeyi programa almayınca, var olan şiddetten en az zararla kurtulma yöntemlerini araştırırken buluyorlar kendilerini tabii. Erkekten gelen şiddeti aynen iade etmeye dayalı geçici bir çözüm bulmuşlar kendilerince. Peki acaba bireysel silahlanma deyince, aklımıza ilk olarak neden erkekler geliyor? Bu silahları gerçekten de erkekler kullanıyor, ondan. Yoksa binlerce köy evinin duvarında tüfekler asılı duruyor. Ortak kullanım alanlarında hem de. Ama o evlerde de kadınlar öldürülüyor. O evlerde zorla gelin oluyor, dayak yiyor kadınlar. Salonun orta yerinde hazır tüfek varken bile, kadınlar o evlerden kaçıyor, kaçmayı düşünüyor. Tüfeğin yerini bilmediklerinden değil, hatta belki haftada bir tozunu bile alıyorlar. Duvarında tüfek olan evde en çok onlar zaman geçiriyorlar ama nasılsa kullanmıyorlar. Sahiden, nasıl oluyor? Velev ki kadınlar kendilerine ait ruhsatlı birer silah edinmiş olsunlar ve inanılmaz derecede işe yarayacak olsun. Eğer kendilerine şiddet uygulayan erkeklere doğrulturlarsa tüm kadına yönelik şiddet sorunu çözülecekmiş varsayalım. Projeye başlıyoruz. Ama hoop, ilk soru: Kadınlar nereye koysun silahlarını? “Kendilerine ait bir oda”ları olmayan kadınlar, nerede saklasın silahlarını? Bütün ev onlara aitken hem de. Ama yine de onların kaçtığı, erkeklere bırakıp gitmek durumunda kaldıkları evlerin neresinde saklasınlar silahlarını? Evin bütün bakım yükünü onlar karşılarken bir de. Hangi çekmecede ne var, sadece o bilirken üstelik. Varsa bileziklerini güvence olsun diye kolunda taşıyan kadınlar, koynunda para biriktiren kadınlar neden koymuyorlar acaba onları uluorta yere? Pek çok kadının nüfus cüzdanı dahi erkeklerin cüzdanında dururken, kadın nereye koysun silahını? Hani Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi kadınların hesabına para yatıracağını söylemesindeki sakatlık gibi. Kimlik bile adamda, kime veriyorsun ruhsatı, silahı? Güya kadının silahı yine kadına doğrulmaz mı aniden yani? Biz, erkeklerin her türlü silahını; tecavüzünü, tacizini, fiziksel şiddetini, “silah” kullanarak “nitelikli hale getirdiği” şiddetini, psikolojik şiddetini yok etmeden, bizim tabancamız, revolverimiz, tüfeğimiz, kalaşnikofumuz bizi koruyamaz. Bir cesaretli anımızda kaçıverdiğimizde o evlerden, silah yine bize ait ama onların uyuduğu evlerde kalıverir çünkü.
B
‘Tecavüze azmettirici Ardıç’
S
abah gazetesi yazarı Engin Ardıç, hem sola hem kadınlara saldırmaya devam ediyor. Son olarak ‘Soyunan Sosyalist’ başlıklı yazısında nefret ifadeleri kullanan Ardıç hakkında, Üniversiteli Kadın Kolektifi bir eleştiri yazısı yayımladı. Daha önce Ardıç’ı protesto etmek için Sabah binasını basarak, etkili bir gündem oluşturan üniversiteli kadınlar, yaptıkları açıklamada Ardıç’ın kendilerinin yumurtalı prostestosunu unutamadığını söyledi. Kadınlar Engin Ardıç gibiler özgürce yazı yazmaya devam ettikçe, ülkedeki tecavüzlerin, kadın cinayetlerinin, nefret cinayetlerinin de süreceğini belirtti. Bu nedenle Ardıç’ın kadın düşmanı olduğu kadar kadar azmettirici olduğunu vurgulayan Üniversiteli Kadın Kolektifi, bu yazının sorumlularını şöyle anlattı: YAZININ SORUMLUSU AKP “Bu yazının sorumlusu, bırakalım kadın düşmanlığını, medya etiğini hiçe sayarak Engin Ardıç’a köşe veren Sabah- ATV yetkilileridir. Buna ses çıkarmayan bütün medya camiasıdır! Bu yazının ikinci bir sorumlusu, gericiliği, cinsiyetçiliği yeniden üreten başta aileden sorumlu bakan Fatma Şahin olmak üzere bütün AKP’lilerdir. Bu yazının üçüncü sorumlusu, ‘Adam süper küfrediyor’ diyerek Engin Ardıç’ın koltuğunu sağlamlaştıran, her birisi Freud’a emanet Ardıçseverlerdir.”
‘Biz zaten kaçak çalışıyoruz’ B
aşbakan Erdoğan “Vatandaş olmayan 100 bin Ermeni için hadi memleketinize diyebilirim” dedikten hemen sonra ilgili kanunda değişiklik yapıldı. Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’da yapılan değişikliklere göre, göçmenler Türkiye’den çıktıktan sonra 90 gün ülkeye geri gelemeyecek. Böylece Türkiye’de çalışan göçmenler işlerini kaybetme tehlikesiyle karşılaşacaklar. Eğer işverenleri, çalışmaya devam etmelerini isterse, sigorta yaptıracak ve en az 1330 TL maaş verecek. Göçmenlerin bu yasayla ilgili ne düşündüklerini sormak için İstanbul’da göçmenlerin buluşma noktası olan bir Ermeni Kilisesi’ne gittik. Gördük ki oradakiler ülkelerine zaten neredeyse hiç gitmiyorlar. Yasadan da haberleri yok. Kendi dar çevrelerinde hayatlarını devam ettiriyorlar. Yorgun argın evlerine geliyor, yemek yiyip yatıyorlar. Değil Ermenistan’a, kentte gezmeye çıkacak vakitleri yok. Gittiğimiz kilise aynı zamanda Ermeni çocukların eğitim gördüğü bir okul. Onlara ders veren öğretmenler de akşam işleri bitince onları almaya gelen aileleri de kaçak çalışıyor. Çocukların birçoğunun Türkiye’de doğdukları için kimlikleri bile yok. ‘KOCAM BURADA...’ Konuştuğumuz kadınlardan biri çocukların temizliğiyle ilgileniyor. Yasa düzenlemesini sorduk. Haberdar değilmiş. Bize tam güvenemediğinden sıkıntılarını anlatmak istemiyor, “Kaçak çalışıyorum ama normal çalışıyorum” diyor. Ailesi Ermenistan’da yaşıyormuş ama sadece bir kere gitmiş. Neden
Ermeni Kilisesi ayn› zamanda bir okul. Foto¤raftakiler, sohbet etti¤imiz ö¤retmenin ö¤rencileri
G
öçmen kadın işçilerle buluştuk. Onlara ülkelerine gittikleride 90 gün geri dönememe zorluğu getiren düzenlemeyi anlatıp ne düşündüklerini soracaktık. Hiç gidemiyorlarmış, bunu öğrendik
gitmediğini sorunca “Kocam burada, kaynanam burada, gerek yok gitmeme” diyor. 7 yıldır Türkiye’de yaşayan anasınıfı öğretmeni, sorularımıza daha rahat yanıt veriyor. Türkiye’de kocası, çocukları ve annesiyle birlikte kalıyor. Dil bilmeden, yol bilmeden kiralık ev aradıklarını, ilk geldiklerinde çok zorluk çektiklerini anlatıyor. Altı senedir aynı evde kalıyorlar,
“Allah’a şükür bizim ev sahipleri hep iyi adamlar çıktılar” diyor. İlk çocuğunu Ermenistan’da doğurduğu için onun bir kimliği var. Ama kızı Türkiye’de doğmuş, Ermenistan’a da gidemediklerinden ona bir kimlik çıkaramamışlar. Kimliği sadece memlekete gitmek için gerekli bir belge gibi tarif ediyor. Bir gün gidecek olurlarsa, başkaları nasıl yaptıysa öyle çıkaracaklarını söylüyor.
Annesi neredeyse tüm göçmen kadınlar gibi ev işçisi. 55 yaşında çalışmaya devam ediyor. Öğretmen, annesinin iş yerinde yaşadıklarını konuşmaya fırsatlarının olmadığını söylüyor. Ama eve geldiğinde annesinin ayakları şiş oluyormuş ve çok sık hastalanmaya başlamış. Onun da Ermenistan’da yaşlı bir annesi ve bir oğlu varmış. Onlara bakabilmek için çalışmaya devam etmek zorun-
daymış. Annesi de Ermenistan’a yalnızca bir kez o da bazı resmi işleri halletmek için gidebilmiş. Anne, ayda 700 dolar kazanıyormuş. Yani yasadaki değişikliğin uygulanabilir yanı yok. En kıdemli ev işçisine dahi işverenin 1330 TL verip artı sigorta yapması mümkün görünmüyor. Kendisi ise akşamları eve çok yorgun gidiyormuş, yemek ve ev işlerini yapıyormuş, çocukların dersleriyle ilgileniyormuş, onları uyutuyormuş. Hayatı böyle geçip gidiyormuş. Kocasının da kendisine yardım ettiğini söylüyor, çocukları parka götürmek, gezdirmek onun göreviymiş. “Ama tüm ev işi sizde?” diye sorunca, “O yemek yapacağım dese, kimse yemez, biliyor” diye espri yapıyor. GENEL MÜDÜR OLACAK HAL‹M‹Z YOK Kocası bir ayakkabı fabrikasında işçi olarak çalışıyor. “Neden göçmen kadınlar yalnızca ev işlerinde çalışırken, erkekler çeşitli işlerde çalışabiliyor?” diye sorduk. Erkeklerin fabrikalarda ve Kapalıçarşı’daki dükkanlarda çalıştığını anlatıyor. “Kadınların dışarıda olmasını istemiyorlar” diyor. Açıklamasını da kendisi yapıyor: “Çünkü kadınlar evde daha güvenli olabiliyor. Ben de burada olmasaydım, dışarıda çalışmazdım. Eşim de izin vermezdi.” Neşeli bir kadın. Diyor ki “Zaten kaçak çalışıyoruz, genel müdür olacak halimiz yok.” Sohbetimiz sona ererken çocuklardan birini almaya gelen anneye, bizim sorularımıza yanıt verebilmesi için Türkçe bilip bilmediğini soruyor. “Dışarıda çalışıyor, Türkçe bilir diye düşündüm ama bilmediğini söylüyor. Çekindi herhalde” diyerek gülüyor.
Sendikalara kadın eli değiyor Hem DİSK’ten hem KESK’ten kadınlar, konfederasyonlarında kadın sözünü daha güçlü hale getirilmesi için büyük adımlar atıyor. Sendikalı kadınlar hem nasıl bir sendika istediklerini biliyor hem de sendikal yönetimi bizzat denetliyor
Kadınların gözü yönetimde
S
endikalarda ve Meslek Odalarında Erkek Egemenliğine Karşı Kadın İnisiyatifi “sendikalarda cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadına yönelik ayrımcılığın, tecavüz, cinsel taciz, mobbing ve her türlü şiddetin ortadan kaldırılması, daha fazla kadın temsiliyetini sağlamaya yönelik yapısal değişimlerin oluşturulması için” başlattıkları çalışmalarının sonuçlarını da kendileri denetliyor. İnisiyatif, 2 yıl önce sendikalardan, meslek odalarından, üniversitelerden cinsiyetçi tüzük maddeleri ve uygulamaları yok etmek için önerdiği değişiklikleri bugün denetliyor. Dünyadaki örnekleri değerlendirerek oluşturdukları verileri sundukları sendikalar ve meslek odalarının bugün geldikleri noktayla ilgili bilgi alan inisiyatif, 2 Şubat’ta konuyla ilgili bir basın toplantısı yaptı. Yapılan açıklamaya göre, inisiyatif üyeleri, sendikalardan oldukça olumlu yanıt aldılar. Kadın çalışmasının temel çalışma alanlarından biri haline getirilmesinden, daha fazla kadının sendikalarda yer alması ve temsiliyetlerinin önündeki engellerin kaldırılması bakımından birçok ileri adımın atıldığını gören kadınlar, bunun sürekliliği için
K
çalışmalara devam edeceklerini kaydetti. Açıklamada verilen bilgilere göre, Türk-İş Genel Kurulu’nda görüldüğü üzere konfederasyonda kadınlar politikaları etkileyebilecek konumda değiller. İnisiyatif üyeleri, ayrımcılığa karşı mücadele iddiası olan DİSK’ten de talepler olduğunu bildirdi. İnisiyatifin talepleri şunlar: DİSK tüzük ve programını cinsiyetçi maddelerden arındırmalı, kadınların kadınlar tarafından seçildiği yapıların kurulmasının önünü
açmalıdır.” Yaptıkları açıklamada çalışmalarının önemini inisiyatif üyeleri şöyle anlattı: “Emeğin kadınlaştığı neoliberal çalışma koşullarında cinsiyetçilik karşıtı karar ve uygulamaların başlamasıyla sendikalar daha çok kadın işçinin üye olabileceği yerler hale gelecek... Erkek egemen politikalara, örgütsel yapılara karşı çıkıp işyerinde, sendikada, sendika yönetimlerinde yer almak, sözümüzü yüksek sesle söylemek, taleplerimizi daha fazla duyurmak istiyoruz.”
‘Yardımlar bizim çadırda değilse nerede?’ D
‘8 Mart tatil olsun’
eprem sonrası en ağır yükü taşıyan Vanlı kadınlar, Valilik’ten deprem sonrası toplanan yardımların nerelere dağıtıldığı konusunda açıklama yapılmasını istedi. Van Valiliği Afet Koordinasyon Merkezi’ne konuyla ilgili bir dilekçe veren kadınlar, taleplerini kamuoyuyla da paylaştı. Van Valiliği önünde 26 Ocak’ta eylem yapan kadın örgütleri, bölgeye ulaştırılan çadır, gıda maddesi, battaniye, yatak, kıyafet ve pek çok yardım hakkında resmi olarak bir açıklama
yapılmadığını söyledi. Ne kadar yardım toplandığı ve malzemelerin kime ulaştırıldığı hakkında açıklama isteyen Vanlı kadınlar, bilgi edinme haklarını kullandıklarını ekledi. Kadınlar, ayni ve nakdi yardımların nereye ulaştırıldığını merak ediyor çünkü, hastaneler hala onarılmadı. Van’da deprem sonrası göç etmeyen yaklaşık 100 bin kişi hala aşırı soğuklarda yaşam mücadelesi veriyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin devam ettiği Van’da da en büyük yükü kadınlar taşıyor.
ESK Kadın Meclisi 28-29 Ocak’ta Ankara’da buluştu. Kadınlar için, kadınlardan yana politikalar üretmeyi amaçlayan meclis, yaptıkları toplantıda daha güçlü bir KESK için sözün, yetkinin, kararın kadınlarda olduğu bir mücadele sözü kararı aldı. KESK’in 7. Genel Kurulu’nda yapılan tüzük değişikliği ile oluşturulan Kadın Meclisi bir araya gelmelerinin şu nedenlerle mühim olduğunu ifade etti: “Tüm dünyada kapitalist ekonomik sistemin temel istihdam biçimi haline getirilen güvencesiz, esnek çalışma koşulları en fazla kadınları mağdur ediyor ve kadın emeği sömürüsü arttı. Ülkemizde de özellikle son dönemde AKP hükümetinin çıkardığı torba yasa, GSS, KHK’lar ile güvencesiz çalışma yasallaştı ve bundan en fazla da kadınlar etkilendi/etkilenecek. Toplumsal yaşamın muhafazakarlaşması ve erkin erkeği koruyan yasalarıyla her gün 5 kadının katlediliyor. Katledenlerin korunduğu; adından ‘kadın’ çıkarılan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ise kadınların görüşlerini alıyor gibi görüntü vererek, aslında kadını değil aileyi koruyor; kadınların geliştirdiği mücadeleyi maniple ediyor ve oyalıyor. Milliyetçi-ırkçı söylemler yük-
seltiliyor, savaş çığırtkanlığı artıyor, faşizan uygulamalar çoğalıyor. Göz göre göre katliamlar yapılıyor. Gözaltı ve tutuklamalar fütursuzca artıyor, tüm bu uygulamalar kadınlara acı, açlık, yoksulluk, göç, tecavüzü doğruruyor.” Meclis, bu nedenlerle sürdürdükleri çalışma programına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yerine Kadın ve Eşitlik Bakanlığı’nın kurulması için çalışma yürütme, anayasa tartışmalarına kadın bakış açısıyla müdahil olunması, yapılan tüm yasa ve düzenlemelerin kadın açısından değerlendirilip teşhir edilmesi, Uludere Roboski‘ye kadınların acılarını paylaşmak için hem taziye hem de dayanışma ve barış talebiyle ziyarette bulunulması, “34 can için 34 fidan” dikilmesi kararlarını koydu. Meclis, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, mobbinge karşı sendikada, işyerlerinde ve yaşamın her alanında mücadele geliştirmeye, başta cezaevlerinde tutuklu bulunan KESK’li kadınların davaları olmak üzere davalara müdahil olup, kadınlarla dayanışmaya karar verdi. 8 MART TAT‹L OLSUN Alınan kararlara göre KESK’li kadınlar 8 Mart’ın tatil edilmesi için hizmet üretmeyecek ve o gün alanlara çıkacak.
11
YÜZ YÜZE 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010
Halk›n Sesi
Kentlerin insansız dönüşümü
Türkiye’nin kalbi sayılan Taksim Meydanı AKP’nin seçim vaadine uygun bir dönüşümün hedefinde. Bu proje AKP’nin nasıl bir kent kurmaya çalıştığı ve bunu nasıl yaptığı konusunda önemli ipuçları sunuyor. Tüm Türkiye’yi şekillendiren AKP’nin kent politikalarını ve kentsel dönüşüm projelerinin bir göstergesi olarak Taksim Projesini Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube
Sekreteri Akif Burak Atlar ve Birleşmiş Milletler (BM)HABITAT Genel Başkanlığı’na bağlı, "Zorla Tahliyeler Konusunda Danışmanlar Kurulu" (AGFE)'nin Türkiye Temsilcisi Cihan Uzunçarşılı Baysal’a sorduk. Konusunda uzman iki isim de bize kentin neoliberal müdahaleyle ticarileştiğini ve kent merkezlerinin yoksullara kapatıldığını anlattı.
Taksim’e bak AKP’yi anla T
aksim Meydanı’nı kullanan herkes, bu projeden etkilenecek. Taksim’in ayrıca simgesel bir önemi de var. En nihayetinde kamusal bir alan
AKP iktidarının seçim döneminde açıkladığı Hedef 2023 vaatlerinde Taksim projesi olarak anılan dönüşüm planı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından onaylandı. Bu planın hayata geçmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 12 Haziran seçimlerinin hemen ardından harekete geçti. Başbakanın sunumuna uygun bir biçimde hazırlanan plan 6 Eylül 2011’de İBB Meclisi’nde oybirliğiyle kabul edildi, Anıtlar Kurulu tarafından da hiçbir değişiklik yapılmadan onaylandı. Belediye meclisi ve anıtlar birliğinin onayladığı Taksim Projesi hayata geçerse Taksim yayalaştırma projesi adı altında yayaların tek sıra yürümek zorunda kalacağı bir yere dönüşüyor. Onaylanan projede, Gümüşsuyu, Sıraselviler, Mete, Tarlabaşı ve Cumhuriyet Caddeleri’nde derinliği 10, uzunluğu 70 metreyi bulan devasa yarıklar açılıp dalış tünelleriyle meydanlara inilecek. Kaldırımlar servis yoluna dönüşecek, Tarlabaşı Bulvarı, Talimhane ve Taksim Meydanı’yla birleştirilecek. Meydandaki otobüs durakları, otobüs bekleme peronları ve yanındaki yol kaldırılacak. Mc Donald’s önündeki otobüs durakları da yer altına alınıp, alt geçitten meydana yaya çıkışları verilecek. Metro çıkışları ise İstiklal Caddesi kenarlarına çekilecek. Bu tünel sistemine göre, Taksim'e ulaşmak için ya metro ya da araç kullanmak zorunda kalınacak. Her gün yüz binlerce kişinin geçiş noktası olan hem İstanbul’un hem Türkiye’nin kalbi sayılan Taksim Meydanı bu proje ile nasıl bir görünüme kavuşacak. Projenin meydanın nasıl etkileyeceğini Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube
nu ile ilgili bir bilgi veriyor ama bu vizyonu AKP-Osmanlı ilişkisi kurarak okumak yanılgılara yol açar. Topçu Kışlası’nın alışveriş merkezi yapılacağı ifade ediliyor. Bu da vizyonun, “Taksim Meydanı’nı ticarileştirmek” olduğunu gösterir. Hatta The Marmara Oteli’nin yakınındaki Vakıflar Binası’nın da otel olacağı da söyleniyor. Tüm bunlar aslında Taksim’i “yayalaştırma” adı altında meydanı ticarileştirmek anlamına geliyor.
Sekreteri Akif Burak Atlar’a sorduk: Basında Taksim’in kentsel dönüşümü, meydanın altından yollar geçirilmesi gündemde, bu proje kimin projesi, nasıl etkileri olacak? İkinci sorudan başlayalım. Taksim öncelikle herkesin kullandığı bir meydan. O meydanı kullanan herkes, bu projeden etkilenecek. Taksim’in ayrıca simgesel bir önemi de var. En nihayetinde kamusal bir alan orası. Basındaki projede görünen sadece yolların yeraltına alınması. Şu an gündemdeki proje bir ulaşım projesi aslında. Bu projeyle birlikte mevcut projede yer almasa da Topçu Kışlası’nın ihya edilmesi de gündemde. Çünkü sunulan görüntüde eski Topçu Kışlası’nı görmek mümkün. Şimdi tabii Taksim gibi simgesel önemi olan ve herkesin kullandığı meydanda yapılan böylesi bir proje
Politeknik: Oybirliğiyle kabul edildi P
T
opçu Kışlası’nın yeniden yapılması AKP’nin vizyonu ile ilgili bilgi veriyor. Bu vizyon AKP-Osmanlı ilişkisinde değil ticarileşmede aranmalı
rojeyi Halkın Sesi için değerlendirmesini istediğimiz Politeknik üyesi ve makine mühendisi Hayati Can Taksim Projesi’nin AKP’nin tarihi ve kültürel dokuya özen göstermediğini bir kez daha ortaya koyduğunu belirtti. Can, İstanbul’un kent yaşamının ihtiyaçları düşünülerek yönetilmediğini belirterek şunları söyledi: “Kenttin yeraltı ve yerüstü mekanları satışa çıkarılmaya çalışılıyor. Taksim projesi ile meydan araç trafiğine boğulmuş, yayalara kapatılmış bir alana dönüştürülüyor. Meydandaki yüz yıllık ağaçlar kesiliyor. Dünyadaki kent meydanları ile kıyaslanınca Taksim Meydanı zaten küçük bir meydan. Bu proje ile daha da küçülüyor. Emek Sineması, AKM tartışmaları da bu proje ile kapatılıp meydan yeni yapılara açılacak. AVM’ler ve yeni binalar dikilecek. Projenin İBB meclisinden geçiş sürecine de değinen Hayati Can, belediyenin bu projeyi oluştururken hiçbir meslek örgütünden görüş almadığını ifade ederek çok önemli bir bilginin altını çizdi: Can, Taksim Projesi’nin belediye meclisinden oybirliği ile geçtiğini söyleyerek “kimsenin çıkarına dokunmayan” durumlarda belediye meclisindeki siyasi partilerin mutabakata varabildiği değerlendirmesini yaptı.
için toplumun tüm kesimlerinin görüşlerini almak gerekir. En azından odalara ve üniversitelere başvurmak gerekir, onların fikrini almak gerekir. Şehir Plancıları Odası’nın fikrini aldılar mı? Bu plan Belediye’nin koruma amaçlı planı olarak odaya geldi. Belediye Koruma Amaçlı Plan yaparken yasal zorunluluk gereği iki adet toplantı yapması gerekir. Biz ilk toplantıda bir simülasyon izledik. Orada hazır olan projenin sunumunu gördük. Sonra değerlendirme yapılması için dört gün süre verildi, itirazlarımızı ilettik ancak bunların dikkate alınmadığını görmüş olduk. Geçen yıl tam bu zamanlarda Taksim’i Koruma Planı gündemdeydi. O plan da, Taksim yayalaştırılıyordu ama yolların meydanın altından geçmesi gibi bir
durum yoktu. Başta dediğiniz kamusal kullanım açısından nasıl bir etkisi olacak bu projenin? Şimdi meydanın trafiğe kapanması ile kamusal kullanım arasında doğrudan bir bağ kurulamaz. Burada gerçekleştirilecek projenin hangi vizyonla yapıldığı bize kamusal kullanımın ne tür değişikliklere uğrayacağını gösterebilir. TOPÇU KIfiLASI OSMANLI DE⁄‹L T‹CAR‹LEfiT‹RME V‹ZYONU Topçu Kışlası’nın ihya edilmesi belki bu vizyon hakkında ipucu verebilir. Orası 1940 yılında yıkılmış bir bina ve bu binayı tekrar yapmanın gerekliliği nedir? Bu konuda bir açıklama yok. Sonuçta Taksim’de Topçu Kışlası’nın yeniden yapılması AKP’nin vizyo-
TAKS‹M GEZ‹ PARKI’NDAK‹ A⁄AÇLARA ÇARI ‹fiARET‹ Ayrıca Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edileceği alan Taksim Gezi Parkı. Taksim projesi tartışılırken Gezi Parkı’ndaki ağaçlara çarpı işaretleri konulduğunu fark ettik. Hemen Belediye’yi aradık. Belediye “Biz yapmadık” dedi. İşaretli ağaçlar tam da Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edileceği bölgeye denk geliyor. Belki tesadüftür. DEPREM OLSA ÇADIR KURACAK ALAN KALMAYACAK Ne olursa olsun, Gezi Parkı’na bir bina yapılması, olası bir deprem anında çadır kurulacak alanın kalmaması anlamına geliyor. Biliyorsunuz Taksim bölgesinde çok küçük bir alanda çok fazla insan yaşıyor, yoğun bir nüfus var. Taksim’de yapılacak bir değişiklik için toplumsal bir kabul yaratmak gerekiyor. Bu konuda ciddi bir muhalefet de var. Özellikle taksimplatformu.org adlı internet sitesinde bu konuyla ilgili tartışmalar yürütülüyor. Biz de oda olarak bu platformun bir bileşeniyiz. Ben inanıyorum ki Taskim’deki kentsel dönüşümle ilgili daha çok ses yükselecek.
Yıldız Teknik yıkımın mutfağında
Y›ld›z Teknik Üniversitesi’nin kentsel dönüflüm projesine destek verdi¤ini ö¤rendik. Bu konuda neler düflünüyorsunuz? Bizim oda olarak bu konuyla ilgili bir aç›klamam›z olacak. Y›ld›z Teknik Üniversitesi Senatosu’nun kentsel dönüflümle ilgili aç›klamas›n›n birkaç noktas›na özellikle dikkat çekece¤iz. Bunlardan biri, Üniversite’nin kentsel dönüflüm projesi için “Biz bu iflin mutfa¤›nda yer almak istiyoruz” aç›klamas›; ikincisi de “Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤›m›z›n hizmetindeyiz” aç›klamas›. Bir üniversitenin TOK‹’nin biraz daha genifl yetkilerle donat›lm›fl hali olan bu Bakanl›¤›n hizmetinde oldu¤unu aç›klamas›, kentsel dönüflüm yasas›yla birlikte düflünüldü¤ünde oldukça kayg› verici. Hele ki kentsel dönüflüm hakk›nda birçok yanl›fl bilgi ortal›kta dolafl›rken ve oldukça s›k›nt›l› olan bir konuda YTÜ’nün böyle bir aç›klama yapmas›, kentsel dönüflüm ad›na yap›lacak olan y›k›m›n meflrulaflt›r›lmas› anlam›na geliyor.
Kışla-AVM-otobana sıkışmış bir meydan P
rojeyi Birleşmiş Milletler (BM)HABITAT Genel Başkanlığı’na bağlı, "Zorla Tahliyeler konusunda Danışmanlar Kurulu" (AGFE)'nin Türkiye Temsilcisi Cihan Uzunçarşılı Baysal’a Taksim Projesini sorduk. Taksim projesini, kente etkilerini ve projeyi tasarlayanların kent tasavvurunu değerlendirmesini istediğimiz Baysal sorularımıza cevap olarak kaleme aldığı yazısında projeyi neoliberal kent politikaları bağlamında ele aldı. Baysal sorularımız karşısında yazdığı makalede bizlere şunları anlattı: “Genel Seçimlerde iktidarın ustalık dönemi projeleri arasında saydığı trafiğin yeraltına indirilerek Taksim’in yayalaştırılması projesi, 2011 Eylül’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından oybirliği ile onaylandıktan sonra, İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu tarafından da 10 Ocak 2012’de yine oybirliğiyle kabul edildi. Taksim’in yayalaştırılması olarak sunulan projenin adıyla çelişkili (uzmanlar projeyi tam aksine bir yayasızlaştırma projesi olarak değerlendirmekte) amacını ve ayrıca kent ile kentsel yaşama etkilerini doğru okuyabilmek için Tarlabaşı dönüşümünü ve İstiklal Caddesi’nin masa/sanda-
Disneyland Kent tasavvurunu yerle yeksan eyleyip demokrasinin kentini inşa etmek de elimizde lye yasağı ile ıssızlaştırılmasını hatta en son Nevizade operasyonunu da hesaba katmak zorundayız. Bu bağlamda iktidarın, bu ve benzeri projeler vasıtasıyla yaratmaya yol aldığı kent tasavvuru gözler önüne serilirken aslında neoliberalizmin bugün kentleri getirdiği noktadan çok da farklı bir konumda olmadığımız anlaşılacaktır. YÖNET‹C‹L‹K DE⁄‹L G‹R‹fi‹MC‹L‹K YAPILIYOR Biraz geriye giderek değerlendirmemize başlarsak, 2011 Seçimleri’ni bir kırılma noktası olarak kabul edebiliriz. Bu seçim
dönemi, bir genel seçim olmasına rağmen, şimdiye dek hiç olmadığı kadar iktidarın ‘kent’ üzerinden yerele yaptığı vurguyla öne çıktı. İktidarın kentleri yeniden şekillendirecek çılgın projelerini, bu projelerden bizzat etkilenecek kentlilerin katılımını tamamen dışlayarak, şatafatlı sunumlarla ‘kullarına’ birbiri ardına ilan ettiği bir seçim döneminden geçtik. (…)pTüketim ve tüketicilik değerleri üzerinden şekillenen yeni paradigma yeni bir kent ortaya çıkarmakta ve böyle bir kentte kentlilerin yaşamlarını iyileştirmeye, yaşam alanlarını sağlıklaştırmaya ya
da kamusal binaları ve mekanları kamu yararı doğrultusunda kullanmaya yönelik bir kaygı yok. Merkezi ve yerel yöneticiler, kentlerin çok önem kazandığı bir çağda, artık yöneticilik yerine girişimcilik yaparak kentlerini küresel sermayeye pazarlama telaşındalar. 2011 seçimleri işte bu gidişatın en görünür veçhesi oldu ve çılgın projeler de böyle bir siyasi tercihi gözler önüne serdi. Bugün Taksim, yarın Beyoğlu, öbür gün Haydarpaşa derken bir kentkırımdan ekokırıma 3. Köprü ve Kanal İstanbul sırada. D‹SNEYLAND KENT
Cihan Baysal Uzunçarşılı Taksim Projesini değerlendirdiği yazısında projenin neoliberal düzenin kent mekanlarına müdahalesi olduğunu ve buna karşı mücadele edilmesi gerektiğini şu cümlelerle ifade ediyor: “Taksim’i yayasızlaştırma, kentin kamusal mekânı Gezi Park’ı elimizden alarak betonlaştırma, Beyoğlu’ndaki masa-sandalye operasyonları dahası Haydarpaşa, Emek, sırasıyla Ayazma, Sulukule, Tarlabaşı, Tokludede, Fener-BalatAyvansaray, Alibeyköy… Mahallelerimiz, hafıza mekanlarımız, kamusal alanlarımız, kamu binalarımız ve bil cümlesi neoliberal düzenin kent mekanlarına rantsal müdahaleleridir. Kentin sakinleri olarak, kentsel mekânın kullanım ve üretim hakkını elinde bulunduranlar, kısaca Kent Hakkı’nın gerçek özneleri olarak, ayrı –ayrı, parçasal mücadeleler yerine bütüncül bir mücadeleyi hayata geçirmenin acil zamanlarındayız. Değil mi ki iktidarlar hegemonyalarını kentlerin meydanlarından cümle âleme duyurur, iktidarın demokrasiden nasibini almamış, tüketime odaklanmış siyasi görüşünün simgesi olarak kışlaAVM-otoban arasında sıkışmış Disneyland - Kent tasavvurunu yerle yeksan eyleyip demokrasinin kentini
12
DOSYA 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
‘Refo rm’du, y ıkım oldu tık dediler. Hastaneleri tüm halka aç n katılım Muayene olan hastalarda staneler payı almaya başladılar. Ha bedeli 1 bedava dediler muayene kat arttı. lirayla başladı, üç yılda 3 dan “SSK’lıları ilaç kuyrukların panlar şimdi kurtardık” diye reklam ya r. Sosyal reçete başına üç lira istiyo çatı altında güvenlik kurumlarını tek e zoraki topladılar. Şimdi bütün ülk borçlusu. GSS’li, herkes artık prim
AKP’nin sağlıkta yaşattığı yalancı bahar sona erdi Sağlık hizmetleri adım adım piyasalaştırılıyor. Uyanık bir esnaf gibi hareket eden AKP, muayene ve reçeteleri paralı yapmakla yetinmedi, acil servis hastalarından para almaya karar verdi
Para ve kâr odaklı bir sağlık politikası benimseyen AKP sağlık emekçilerinin ücretlendirme sistemini de bu doğrultuda düzenliyor. İşte yeni performans kriteri: Kimin hastası ağırsa o daha çok kazanacak
S
onda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. AKP poliklinik muayeneleri paralı olduğu için halkın çoğunun, muayene olmaya, parasız hizmet veren acil servislere gittiğini tespit etti. Acil servislerde kuyruğa yol açan bu sorunun çözümü için ne yaptı dersiniz? Poliklinik muayenelerinden alınan “katılım payını” mı kaldırdı? Hayır acil servisleri de paralı hale getirdi. Bu yazı, sağlıkta 1 lira ile başlayan soygunun bugün nasıl acil servis kapışına kadar dayandığını ele alıyor. Hastaneler başta olmak üzere sağlık hizmeti verilen hangi kuruma gitseniz sağlık sisteminin üzerinize çöktüğünü görüyorsunuz. Oysa 2003’te başlayan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile her şey ne kadar güzel olmuştu(!) Sağlıkta sevk zincirinin kaldırılması, “tek çatı” uygulamasıyla SSK’lı hastaların kuruma bağlı kalabalık hastanelerden kurtarılması, tüm hastaların özel hastanelere rahatlıkla başvurabilmesi AKP’nin sağlık hizmetlerinin başarılı olduğu algısını yaratmıştı. Kamuoyu yoklamalarına göre 2003’te sağlık hizmetlerinden memnun olanların oranı yüzde 40 iken 2010’da yüzde 73’e ulaşmıştı. Fakat sağlık pazarını büyütmek için yapılan harcamalar ve IMF tarafından Türkiye’nin önüne koyulan sağlığın piyasalaştırılması ödevi bütçenin üzerine bir kabus gibi çöktü. 2003 yılında 17,642 milyon TL olan kamu sağlık harcamalarının 2009 yılında 46,989 milyon TL’ye çıktı. Aynı dönemde ilaç harcamaları ise 5.4 milyardan 5.2 milyar TL’den 16 milyara çıktı. 1 L‹RA ‹LE BAfiLADI Bu ağır mali yük nedeniyle AKP’nin sağlık hizmetlerinde estirdiği yalancı bahar yerini muayeneden ilaç yazdırmaya kadar her alanda para ödenmesini gerektiren yeni düzenlemelere bıraktı. I 1 Ekim 2008’de hastanelerde muayeneler için katılım payı uygulaması başladı. Her muayeneden son derece masum görünen bir bedel alınıyordu: 1 lira. 1 liralık tarifeye ilk zam 2009 Ekim’inde yapıldı. Muayene bedeli 2 lira oldu. I Ekim 2011’de yayımlanan bakanlık tebliği ile katılım paylarına bir zam daha yapıldı. Yürürlükte olan zamlı tarifeye göre devlet hastanelerinde 5,
‘Bölücü’ renkler acillerde
üniversite hastanelerinde 9, özel hastanelerde 12 liraya muayene olunuyor. I Ekim 2011’de katılım payına yapılan zamla beraber daha önce “parasız” olduğu için Sağlık Bakanlığı’nın övünç kaynağı olan aile hekimi muayenesi de 3 lira yapıldı. I Zam getiren tebliğle reçete yazdırmak da paralı hale getirildi. Sosyal güvence sahipleri hastanelerde 3 kaleme kadar ilaç yazılan reçeteler için 3, üç kalemden sonra yazılan her bir ilaç için de 1’er lira ödemeye başladı. S‹NEKTEN YA⁄ ÇIKARIRLAR Hükümet aslında ekonomik politikaları belirleyen orta vadeli programda bu niyetini belirtmiş, sağlık harcamalarını kullanıcılara ödetme kararı almıştı. Muayene ve ilaç yazdırma hizmeti paralılaştırılarak ilk adım atılmıştı. Fakat bu hizmetlerin
Hasta can derdinde, Bakan performans H
ekimler başta olmak üzere sağlık emekçilerinin performansa dayalı ücret sistemine tabi olması giderek daha gayri insani bir hal alıyor. Bakanlığın yeni kriterler getirdiği sisteme göre bundan sonra hastaların hayati riski ne kadar fazla ise doktoru o kadar para kazanacak. Sağlık çalışanlarının baktıkları hasta, ilgilendikleri tahlil ve tetkik sayısı kadar ücret almasına dayanan performans puanına dayalı ücret sistemi için getirilen yeni kriter insan hayatının AKP tipi sağlık sisteminde paraya tahvil edilecek bir ‘girdi’ olduğunu gösteriyor. AKP medyasının önemli gazetelerinden Yeni Şafak 7 Şubat günü yayımladığı bir haberde yeni performans kriterlerini anlattı. Gazetenin haberine göre Sağlık Bakanlığı ile SGK arasında yapılan çalışmalarda, daha riskli hastalara bakan doktor ve hastanelere daha çok kazanmaları konusunda görüş birliği sağlandı. Gazete bu kararı şöyle duyuruyor: “SGK yetkilileri, durumu kritik olan hastaların tedavisi, artık hekimlere ve sağlık hizmeti veren kuruluşlara daha çok kazandıracağını bildirdi.”
paralılaştırılması hükümet tarafından yeterli görülmemiş olmalı ki paralı muayenenin tek istisnası olan acil servislerde de hastalardan para alınması uygulamasına geçildi. Uyanık bir esnaf titizliği ile hangi hizmetten, nasıl para kazanacağını düşünen AKP hükümeti acil servislere başvuran fakat “durumu o kadar da acil olmayan” hastalardan da para almaya karar verdi. Sosyal Güvenlik Kurumu 21 Ocak’ta yayımladığı yeni Sağlık Uygulama Tebliği ile acil servislerde “yeşil alan” olarak adlandırılan ve “Ayaktan başvuran, genel durumu itibariyle stabil olan ve ayaktan tedavisi sağlanabilecek basit sağlık sorunları bulunan hastalar” olarak
tanımlanan hasta grubundan da muayene parası alınacak. Karar, kalp krizi, solunum durması, kaza gibi hayati tehlikesi olan şikayetlerle hastaneye gelen “kırmızı alan” hastaları ile kusma, ishal, bilinç kaybı, solunum bozukluğu gibi ciddi şikayetlerle gelen “sarı alan” hastalarını kapsamıyor. Fakat Sağlık Bakanlığı’nın yeşil alan sıralaması şöyle: - Yüksek risk taşımayan ve hafif derecedeki her türlü ağrı - Aktif yakınması olmayan düşük riskli hastalık öyküsü - Basit yaralar-küçük sıyrıklar, dikiş gerektirmeyen basit kesikler - Genel durumu ve hayati bulguları stabil olan hastalar. Buna göre her türlü basit belirti tanımlamasına giren tüm acil servis hastaları artık gittikleri acil servis devlet hastanesine aitse 5, üniversite hastanesine aitse 9, özel hastaneye aitse 12 lira “muayene katılım payı” ödeyecek. Travma vakaları, acil servis başvuruları sonrası hastaneye yatışı yapılan vakalar, tıbbi müdahale uygulanan vakalar, müşahede altına alınan vakalar, başka bir sağlık sunucusuna sevk edilen ya da başka bir sağlık hizmet
sunucusundan sevkli gelen vakalardan para alınmayacak. AC‹L SERV‹SE G‹TMEK ‹SRAFMIfi Bu uygulamanın amacının daha doğru bir ifade ile gerekçesinin ne olduğunu Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın AA’ya yaptığı açıklamayla öğrendik. Amaç hastanelerde artan acil servis başvurusunu azaltıp “israfın önüne geçmek”miş. Akdağ’ın bu konudaki açıklaması tam olarak şöyle: “Acillerimizde inanılmaz gereksiz başvuru var. Hastane başvurularının yüzde 30'u acil başvurusu haline geldi. Acilde para almıyoruz çünkü. 3 liralar, katkı parasının 1 lira artırılması gibi teknik müdahaleleri bundan sonra da yapacağız. Bunun sebebi kamuya para toplamak değil, israfı önlemek.” Başta söylediğimiz gibi, muayenelerin paralı hale getirilmesi üzerine parasız muayene olunan acil servislere yönelen hastalar karşısında, piyasalaştırmayı parti programı olarak benimsemiş AKP’nin tek seçeneği acil servisi de paralı hale getirmekti. Onu yaptı.
Acil servislerde paral› muayene triaj uygulamas›nda yeflil alanda tan›mlanan hastalar için geçerli. Triaj aciliyet s›ralamas› anlam›na geliyor. Acil servislerde vakan›n ciddiyet derecesi k›rm›z›, sar› ve yeflille ifade ediliyor. Triaj uygulamas› 16 Ekim 2009 y›l›nda Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n acil servisler için yay›mlad›¤› tebli¤ ile bafllad›. Bu tebli¤ sonras› acil servisini triaj uygulamas›na göre düzenleyen Batman Devlet Bölge Hastanesi'nde triaj modelinde uygun olarak k›rm›z›, sar›, yeflil müdahale odalar› oluflturuldu. Bu odalara giden yollara hastalara kolayl›k olmas› için ayn› renkte fleritler çekildi. Sar›, k›rm›z›, yeflil yaflad›¤›m›z co¤rafyada yaln›zca tehlike ve önem s›ralamas›n› belirtmek için kullan›lm›yor. Bu üç rengi Kürt halk› geleneksel olarak benimsiyor, folklorik bir unsur olarak k›yafetlerinde ve eflyalar›nda kullan›yor. Bu nedenle üç renk de Kürt hareketi taraf›ndan benimseniyor ve hareketin simgeleri içinde de kullan›l›yor. Bu üç rengin Kürt kenti olan Batman’daki hastanede kullan›lmas› bu nedenle Batman Valili¤i’ni harekete geçirdi. Valilik triaj uygulamas›n›n tüm dünyada benimsenen evrensel renklerinin “bölücü örgüt” rengi olarak de¤erlendirdi, hastaneye polis göndererek fleritleri kald›rtt›. Valilik sayesinde triaj uygulamas›na son verilerek Batman’da “bölücü renkler” yok edildi. Fakat flimdi Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n karar›yla triaj uygulamas› tüm Türkiye’de yoksullarla zenginleri acil kap›s›nda “bölecek “ bir uygulamaya dönüfltü. Paras› olmayan hastalar yaflad›klar› herhangi bir sa¤l›k sorununda para ödeme ihtimali oldu¤u için hastaneye baflvurmaktan çekinebilir. Çünkü ekstra masraflar d›fl›nda yaln›zca muayene ücreti ve “ilaç kat›l›m pay›n›” ödemek bir hastaya minimum 6 liraya mal oluyor. Bunun üzerine eczanelerde ortaya ç›kan fiyat fark›, branfl d›fl› ilaç yaz›lmas› durumlar›nda bu maliyet daha da art›yor.
Turist değilseniz siz de GSS’lisiniz S
ağlık hizmetleri konusunda 1 Ocak’tan beri hükümetin bile içinden çıkamadığı bir kaos yaşanıyor. Geçmişte SGK çatısı altındaki SSK, Emekli Sandığı ve BağKur’dan herhangi birisine kayıtlı olanlar ile onların bakmakla yükümlü oldukları dışında kalan herkes bu kaosun bir parçası. Eğer 25 yaşını geçmemiş, ailesinin güvencesinden yararlanan bir öğrenci iseniz aileniz üzerinden güvence sahibi olmaya devam etmek için 31 Ocak’a kadar okulunuzdan aldığınız öğrenci belgesini SGK’ya teslim etmeniz gerekiyordu. 18 yaşını dolduran ve okumayan erkek öğrenci iseniz veya 25 yaşını bitirmiş üniversite öğrencisiyseniz ister bugüne dek anne babanızın sosyal güvencesinden yararlanıyor olun, isterseniz hiçbir güvenceniz olmasın gelir testi yaptırmak için SGK’ya başvurmanız gerekiyor. Gelir testine başvurmayanların geliri en üst seviyede sayılıp, bu kişiler en yüksek prim olan 212 lirayı ödemek zorunda kalacak. Önemli bir uyarı liseyi bitiren fakat herhangi bir üniversiteye kayıt yaptırmayan, dershaneye giden veya sınava hazırlanan 18 yaşını doldurmuş tüm erkekler gelir testi yaptırmak için başvurmak zorunda.
Çünkü artık üniversitenizin medikososyal birimi size sağlık hizmeti vermeyecek ve öğrenci olmanız sizi otomatik olarak güvenceli yapmayacak. 1 Ocak öncesinde hiçbir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmayan, herhangi bir güvenceye sahip olamayanlar da (Bakanlığın açıkladığına göre bu rakam 1 Milyon 700 bin kişi) 1 Mart 2012 tarihine kadar gelir testi için başvuru yapmak zorunda. 1 Ocak’tan önce yeşil kartı olanlar
GSS’ye aynen aktarıldı. Fakat yeşil kartlarının vizesi dolduğu zaman onlar da gelir testi başvurusunda bulunmak zorunda. Gelir testi için tüm yurttaşlar kayıtlı ikametgâhlarının bulunduğu il veya ilçe idarî sınırları içindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvuracaklar. GEL‹R TEST‹ YAPTIRIN! GSS’nin bir önceki sosyal güvenlik sisteminden temel farkı zorunlu olması. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan veya 1
yıldan uzun süredir Türkiye’de yaşayan yabancı uyruklu herkes GSS’li sayılıyor. Adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde kaydı olan herkes (bu bilginin doğruluğu veya yanlışlığına bakılmaksızın) SGK tarafından re’sen tescil ediliyor. Tescil sonrası ne kadar prim ödeyeceğinin belirlenmesi için gelir testi yaptırmak üzere başvurması bekleniyor. (Bu durum SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı üzerinden sosyal güvencesi olanlar ve onların bakmakla yükümlü oldukları için geçerli değil.) Gelir testine başvurmayanlar “sigorta kapsamı dışına çıkmıyor” en yüksek gelir düzeyinden prim ödemek üzere borçlu kabul ediliyor. Prim borcunu ödemediği sürece hiçbir yurttaş sağlık hizmetinden yararlanamıyor. Sağlık hizmetinden yararlanmak için geriye dönük prim borçlarını da ödemesi gerekiyor. Unutmayın 1 Ocak itibariyle adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde görünen her yurttaş hiçbir işlem yaptırmasa bile GSS borçlusu haline geldi. Bu durumun tek istisnası GSS çıkarılırken kendilerini bu yasanın dışına çıkaran düzenleme yaparak yasayı meclisten geçiren milletvekilleri ve Türkiye’ye tatile gelen turistler.
13
TARİH 9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
Resmi tarihin yeni yazıcıları ÖZEN TAÇYILDIZ “Son dönemde birbiri ardına gelen dergiler ve televizyon programları ile tarih de bir tüketim nesnesine dönüşmüş durumda. Sabahlara kadar izlenen televizyon programları, okuyucuyu da tarih yazmaya davet eden dergiler, tarihin sevimsiz ve soğuk yüzünü değiştiriyor belki ama resmi tarih yazımını baş aşağı çeviremiyor. Çünkü tarihe ‘alt’tan bakmak henüz hakkıyla yapılamıyor. Oysa tarihi tersyüz etmeden, iktidarın değil de ezilenlerin tarafından bakmadan tarih tamamlanmış sayılamaz, egemenlerin ürettiği resmi tarihten çıkılamaz.”
H
er geçen gün kitlesini artıran tarih dergileri, programları, dizileri tarihsel bilgiyi yeniden üretirken resmi tarihle arasına mesafe koyamadıkça yeni yazıcılar olmaktan öteye gidemiyor
Bu satırlar 109. sayımızın tarih sayfasından. Tarihin son dönemde yükselen bir ‘trend’ olması nedeniyle sayfamızı bu meseleye ayırmış, resmi tarihin yanında tarihi sevdirme iddiasındaki dergi ve programlara da dikkat çekmiştik. Yinelersek; iktidardakiler, kendi konumlarına meşruiyet kazandırmak için bir geçmiş imgesi kurup şekillendirirken en büyük yardımcıları da güdümlerinde hizmet sunmaya hazır tarihçiler oluyor. Bu tarihçiler, iktidarın siyasal çıkarlarına uygun imajlar ortaya çıkarırken yaptıkları tarih yorumları ders kitapları, basın ve televizyon dolayısıyla her yere nüfuz ediyor. Dolayısıyla resmi tarih yanında tarihsel bilgiyi üretenlere de kuşkuyla yaklaşmak gerekiyor. Geçtiğimiz sayı, ölümlerinin ardından sayfamızda yer verdiğimiz Lefter ve Denktaş’ın hayatlarının, tarih dergileri/programlarında da işlenen konular arasında olması vesilesiyle bu iki hayat üzerinden yeni tarih anlatıcılarının, egemenlerin tarihinden ne ölçüde ayrılabildiğine bakacağız. İlki, Atlas Tarih dergisi. ATLAS TAR‹H’‹N B‹LMED‹⁄‹… Atlas Tarih dergisinin bu ay editör köşesi “Bu toprağın ‘öteki’leri…” başlığını taşıyor. Yazıda 1923 Türk-Yunan nüfus mübadelesi sebebiyle Anadolu Rumları, İspanya’daki sürgünün ardından Trakya’da yaşayan Yahudiler var ancak Lefter’e ilişkin tek satır yok. Derginin içeriğine ilişkin her ayrıntı elbette içeriği tanıtan yazıda yer alamaz ancak bu yazı “Bu toprağın ‘öteki’leri…” başlığını taşıyorsa ve dergide de bir Lefter haberi varsa onun adının ‘ötekiler’de geçmemesi ilginçtir. Öte yandan dergide Lefter’e ilişkin yapılan haberin içeriği de fark yaratmıyor. Atlas Tarih için Lefter “öteki”nin de “öteki”si olmalı… Lefter haberi “Ordinaryüs’e veda” başlığı ile verilmiş. Yazıda anlatılan tek şey ise futbolculuğu; futbol kariyeri, başarıları… 6-7 Eylül’de yaşadıkları ölümünün ardından ayyuka çıkmışken bundan tek satır bile bahsedilmemiş, Lefter’in adı dışında Rum olduğuna dair tek bir ibare yok. İsmini çıkarıp yerine bir Türk’ün ismi konsa rahatlıkla bir Türk futbolcunun hayatı olabilirdi.
L
efter yalnızca parlak bir futbolcu, Denktaş püripak bir siyasetçi, Kıbrıs geçmişi olmayan bir ada olarak kalıyor. Egemenlerin tarihi yeniden, belki daha cilalı yazılıp duruyor
DENKTAfi YOK D‹YORSA YOK “Bir liderin ve Kıbrıs’ta olup bitenlerin 88 yıllık kısa hikayesi” ifadeleriyle verilen Denktaş yazısında da benzer biçimde ada Türklerinin ve Rumlarının ortak geçmişi, mücadelesi göz ardı edilmiş. Dergide, “Kıbrıslı Türkler gemi azıya almış Elen milliyetçiliği ile ipiyle kuyuya inilmez İngiliz sömürgeciliği arasında sıkışıp kalmıştı. Tek umut Türkiye’ydi” satırları ile “bütün ada Türkleri Türkiye’ye muhtaç” portresi çizilmiş. Bir Kıbrıslı olan Denktaş’ın Kıbrıslılığı yok sayan, Kıbrıslı olarak sadece Kıbrıs eşeğini kabul ettiği ibretlik sözleri ise yorumsuz olarak verilmiş. Bir tarih dergisinin, bir ada halkının tarihinin yok sayılmasına yorum yapamamasına biz de fazla yorum yapmayalım.
NTV Tarih ve Atlas Tarih dergileri, flubat say›lar›nda Lefter ve Denktafl’› konu ald›. NTV Tarih Lefter’i “Büyük Türk” bafll›¤›yla anlat›rken, Atlas Tarih futbolcu kimli¤inden baflka birfley görmedi
Dergiler, Denktafl’a kontrgerilladan ar›nm›fl bir hayat yazarken, K›br›s tarihini resmi devlet söyleminden ve Türkiye tarihinden ar›nd›ramad›
Oysa Lefter diğer futbolcular gibi sadece futbolu sebebiyle eleştirilmiş, bu nedenle bir biçimde şiddet görmüş biri değil. Nasıl ki “futbol sadece futbol değil”se Lefter de sadece futbolcu değil, “azınlık” bir futbolcu olmanın bedelini ödemiş, futbolu beğenilmediğinde “kefere” (kafir) tezahüratlarına maruz kalmış biri. 6-7 Eylül’de evine, ailesine saldırılması, Varlık Vergisi nedeniyle akrabalarının taş ocaklarına gönderilmesi de cabası… DENKTAfi’A TERTEM‹Z B‹R HAYAT YAZILDI Derginin bir başka yazısı ise Denktaş’a ilişkin, başlıktan
niyeti belli eden bir yazı: “Hayatını Kıbrıs Türklerine adadı.” Yazıda kullanılan ibareler ise, “Hayatını Kıbrıs Türklerinin mücadelesine adayan Eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş…”, “Ömrünü Osmanlıların fethettiği Kıbrıs’taki Türk varlığını koruma mücadelesiyle geçiren Denktaş…” şeklinde. Kıbrıs Türklerini yekpare bir blok gibi kabul eden dergi, Rumlarla beraber Kıbrıslılıkta, sınıf mücadelesinde birleşmiş Kıbrıslı Türkleri ve bu mücadelenin önderlerini yok saymış. Kıbrıs’ı Osmanlı mirası kabul ederek, köklerini Orta Asya’ya dek uzatan Denktaş’ın pragmatik
milliyetçiliğinden de uzaklaşamamış, ana vatan-yavru vatan kurgusunu Osmanlı’ya dek uzatmış. Denktaş’ın kurucusu olduğu Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ise tek cümleyle “Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurdu” şeklinde anlatılmış. Türkiye Özel Harp Dairesi’ne bağlı olarak faaliyet gösteren, üyeleri Türkiye’deki komanda kamplarında eğitim gören teşkilatın her iki halktan komünistleri, sendikacıları, aydınları hedef kabul ettiğini, çatışmaları tırmandırmak için provokasyonlar yaptığını bilmiyor olabilirler mi? Denktaş’ın kampanyaları nedeniyle pek çok Türk’ün
Ulaş benzerdi güneşe Türkiye Halk Kurtulufl Partisi Cephesi (THKP/C) önderlerinden Ulafl Bardakç›’n›n 25 yafl›nda 19 fiubat 1972’de ‹stanbul Arnavutköy’de kald›¤› evde düzenlenen operasyonla, katlediliflinin 40. y›l›. ODTÜ ö¤rencisi Bardakç›, 1969’da ABD büyükelçisi Komer'in ODTÜ’de makam arac›n›n yak›lmas› eylemine kat›ld›. THKP/C'nin ilk merkez komitesinde görev ald›, ilk silahl› eylemi olarak kabul edilen, 1971’deki Ziraat Bankas› soygununa kat›ld›. ‹stanbul'da, May›s 1971’de, yakalanan THKO önderlerinin hapisten sal›verilmeleri için ‹srail Baflkonsolosu Efraim Elrom'un kaç›r›lmas›nda aktif rol ald›. Elrom'un kaç›r›lmas› ard›ndan bafllat›lan Balyoz Harekât› s›ras›nda yakalanan Bardakç›, Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ziya Y›lmaz ve Ömer Ayna ile birlikte Kas›m 1971'de Maltepe Askeri Cezaevi'nden firar etti. Arnavutköy'de sakland›¤› ev 19 fiubat 1972’de kuflat›l›nca polislerle giriflti¤i silahl› çat›flma sonucunda öldürüldü.
bunu tercih etmiş” demek. TÜRK DE⁄‹L BURALI Bir başka tarih dergisi, NTV Tarih Dergisi ise Lefter’i “Büyük Türk Küçükandonyanidis” olarak tanıtmış. Lefter’in Rum olduğu, 6-7 Eylül’de saldırıya uğradığı yazıda belirtilmiş ancak Lefter’in bu toprakların halkından ayrı görülmediği ona “Büyük Türk” denerek ifade edilmez. Kullanılan dil de ideolojiyi yeniden üretir. Lefter Türk olduğu için değil “Anadolulu olduğu için bizden biri” demek çok mu zor? Her türlü cilalama ve inceltme çabasına rağmen resmi ideolojiden kopamıyorsan evet çok zor!
dayak yediğinden, Rumca konuştuğu için para cezasına maruz kalanlardan, Türkçe bilmeyen bazı Kıbrıslı Türklerin dilsizleştirildiğinden de hiç bahsedilmemiş. HANG‹ FARKLI AÇI Editör, Dersim konusunda Başbakan Erdoğan’ın koşullu özründen mi cesaret almış bilinmez “Dersim tartışmaları da gösterdi ki, Türkiye’nin geçmişindeki bu ve benzeri olaylarla, henüz incelenmemiş tüm arşivler açılarak yüz yüze gelme gerekliliği, artık ertelenemez bir sorun olarak önümüzde duruyor” tespitini de yapmış. İyi, güzel de Lefter ve Denktaş’ın
hayatları arşiv açılmasına gerek kalmadan ortadayken “senin yaptığın nedir?” diye sormazlar mı? Osmanlı ve Cumhuriyet’in “sıkıntılı dönemleri”nin “bilgi eksikliği ve siyasi pozisyonlar üzerinden” tartışıldığı için yaraların bir türlü iyileşmediğini söylüyorsun… Bilgi eksikliğin olmadığına göre, sen hangi siyasi pozisyon üzerinden tartışıyorsun daha doğru tartışmıyorsun? “Atlas Tarih yeni sayılarıyla tarihe farklı açılardan bakmayı sürdürecek” iddiası, bu iki örnekte bile, resmi tarihten ayrışamazken ne kadar inandırıcı olabilir? Belki de daha doğrusu “Her tarih bir tercih” olduğuna göre “Atlas Tarih de
LEFTER’‹N RUMLU⁄U B‹R TÜRLÜ B‹L‹NEMED‹ Tekrar Lefter’e dönersek, NTV’nin tarih programı Tarih Konuşmaları’nın 22 Ocak tarihli yayınında “Türkiye’nin futbolda üç büyük efsanesi” olarak Lefter, Metin Oktay ve Hakkı Yeten (Baba Hakkı) konu edilmişti. Program moderatörü futbolcuların “az bilinen, bilinmeyen veya unutulmuş yönleri” ile anılacağını söylese de Lefter’e ilişkin olarak ne Taksim Spor’a yaşı büyültülerek başlama nedeni, ne maruz kaldığı saldırı, ne de yakınlarının sürgünü yer buldu. Hatta program katılımcılarından gazeteci yazar Ergun Hiçyılmaz, Lefter’in transfer olarak yurtdışına gidişinin politik olmadığı iddiasını anlatırken Lefter’in 6-7 Eylül olaylarında saldırıya uğramadığını dolayısıyla herhangi bir tedirginlik duymadığını söyledi. Oysa Lefter, saldırıyı bizzat kendisi anlatmıştı. Sözkonusu dergiler, programlar tarihe ilgiyi artırıyor belki ama her zaman resmi tarih yazımını baş aşağı çeviremiyor. İktidardakilerin tarih anlayışlarını başka tarih anlayışlarını bastırarak anlattığı, “öteki” tarihleri, kimlikleri, kültürleri yok sayıp unutturduğu gerçeği yeni değil. Ancak tarih bilgisini yeniden üretenler ya da tarihe farklı açılardan bakma iddiasındakiler resmi tarihle mesafelerini kontrol etmezlerse ancak yeni resmi tarih yazıcısı olabiliyorlar.
Dev Yol ana davası zamanı aştı 3
0 yıldır devam eden Devrimci Yol (Dev-Yol) ana davası zaman aşımından düştü. İddianamesi 1982'de hazırlanan ana davada ilkin 574 olan, ek iddianamelerle 723'e yükselen sanık yargılandı. Ankara 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi, 19 Temmuz 1989'da sanıklardan 7'sinin idamına, 39'unun ömür boyu hapis cezası almasına, 346'sının 2 ile 20 yıl arasında hapis cezası almasına karar verdi. Karar, Yargıtay'da cezanın az olması, idam cezasının kalkması, savunma hakkının kısıtlanması gibi gerekçelerle defalarca bozuldu. 2006'da davayı tekrar görüşen Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, 20 sanığa müebbet, 2 sanığa ise 16 yıl 8 ay hapis cezası verdi. Dosya son olarak Yargıtay'daki yeni görev
dağılımı nedeniyle 11. Ceza Dairesi'nden 9. Ceza Dairesi'ne gönderildi. Ana davanın karar duruşması 1 Şubat’ta yapıldı. Daire Başkanı Ekrem Ertuğrul, davanın tüm sanıklar yönünden zamanaşımından düşürülmesine oy birliğiyle karar ve-
rildiğini açıkladı. Davanın sanıkları “faşizme karşı mücadele etmiş olmanın onur ve gururunu taşıdıklarını”, “davanın zamanaşımından düşmesinin tarihsel haklılıklarını ve doğruluklarını ortadan kaldıramayacağını” belirterek “davamız sürecek” dedi.
YAŞAM
14
9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
Ustalardan Nispi art› nüfusun farkl› biçimleri
Gelecekten korkuyorlar Çocuk, egemenlerin dünyasında daha terbiye edilememiş, şekil verilmesi gereken geleceği, ancak bu başarılamazsa kendileri için tehlikeli olabilecek “yeni”yi ifade eder
Kapital’in birinci cildinde Marx, yoksulluk ile kapitalizmin iliflkisini “yedek sanayi ordusu” kavram› ile kurar. Bu bölümde çeflitli din adamlar›n›n yoksullu¤u meflrulaflt›r›c› vaazlar›, bugünkü “dindar nesil” hevesinin nedenine dair ipuçlar› veriyor yokluğa eşittir: az sayıda Yoksulluk, faal emekinsanın büyük servetleri daima ordusunun hastanesi, yedek diğer birçok insanın, yaşamak sanayi ordusunun safrasıdır. Sefalet, nispi artı-nüfusla birlik- için en zorunlu şeylerden mutlak yoksunluğu ile bir aradadır. te ürer ve biri diğerinin zorunlu Bir ulusun zenginliği nüfusuna, koşuludur; artı-nüfusun sefaleti zenginliğine uygun olur. yanısıra yoksulluk, kapitalist Bazılarının çalışkanlığı diğerleriüretimin ve zenginlik artışının bir koşulunu oluşturur. Bunlar, ni tembelliğe zorlar. Yoksul ile tembel, zengin ile çalışkanın kapitalist üretimin zorunlu zorunlu sonucudur." vb.. maliyetler arasında yer alırsa Ortes'den aşağı yukarı on yıl da, sermaye, bunun büyük sonra, İngiliz kilisesi rahipkısmını, kendi omuzlarından lerinden Townsend, sefaleti, kaldırıp, işçi sınıfı ile alt ortazenginliğin zorunlu koşulu diye, sınıfın omuzlarına yüklemenin zalim bir biçimde göklere yolunu çok iyi bilir. çıkarmıştır. "[Emeğe] yasal Toplumsal servet, işleyen baskı, bir yığın zahmet, şiddet sermaye, bu sermayenin ve gürültüyü de birlikte getirir. büyüme ölçüsü ile hızı, ve ... Oysa açlık, yalnız barışçı, dolayısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve emeğin üretkenliği sessiz ve sonu gelmeyen bir baskı olmakla kalmaz, gayret ne kadar büyük olursa, yedek ve çalışmanın en doğal dürtüsü sanayi ordusu da o kadar olarak, en güçlü çabayı davet büyük olur. Sermayenin eder." Bu durumda genişleme her şey, açlığı, işçi gücü ile, sınıfı arasında yaygın emrindeki ve sürekli hale getiremekmeye bağlı oluyordu gücünün ve Townsend'e göre, gelişmesi de bunu da, özellikle aynı nedene yoksullar arasında bağlıdır. faal olan nüfus ilkesi Bunun için, sağlıyordu. "Öyle yedek sanayi görünüyor ki, yokordusunun sulların bir ölçüde nispi büyükbasiretsiz olması" lüğü, servetin (yani, ağızlarında bir potansiyel gümüş kaşık enerjisi ile birolmaksızın doğacak likte artar. Ama bu yedek Karl Marks kadar basiretsiz olmaları) "ve toplumordunun faal da en aşağılık, en orduya oranı pis ve en bayağı ne kadar işlerin yapılabilmesi büyükse, için daima bazı kimselerin sefaleti, çalışma sırasında katbulunmaları bir doğa yasasıdır. landığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi Böylece insan mutluluğunun hazinesi çok daha artar, daha de o kadar büyük olur. Eninde hassas ve ince yaratılışlı olansonunda, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi or- lar, yalnız, sıkıcı işlerden kurtulmakla kalmazlar ... aynı zadusu ne kadar yoğun olursa, manda, çeşitli yeteneklerine uyresmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist biriki- gun düşen uğraşları yerine gemin mutlak genel yasasıdır.(…) tirmek için bütünüyle serbest Kapitalist birikimin uzlaşmaz kalırlar " ... “Yani o, (yoksullara karşıt niteliği, kapitalizm-öncesi yarım öngören bir yasadan bahsediyor-ç) Tanrı ile doğanın üretim tarzlarına ait olup bir ölçüde benzerlik gösteren, ama yeryüzünde kurduğu sistemin, uyum ve güzelliğini, simetrisini temelde farklı olgularla ve düzenini yıkma eğilimini, karıştırılmakla birlikte ekonomi gösteriyor."(…) Venedikli politikçiler tarafından çeşitli keşişin, sefaleti sonsuzlaştıran şekillerde ifade edilmiştir. önüne geçilmez yazgıda, Hıris18. yüzyılın büyük iktisatçı tiyan hayırseverliğinin, evlenyazarlarından birisi Venedikli keşiş Ortes, kapitalist ürememe yemininin, manastırların ve kutsal evlerin varlık nedenini timdeki bu uzlaşmaz karşıtlığı, toplumsal servetin genel doğal bulması gibi, tahsisatlı Protestan papazı da, bunda, yasası gibi görmektedir. "Bir yoksullara bir avuç kamu ulusun ekonomisinde iyilikler yardımı yapılmasını öngören ile kötülükler daima birbirini: yasalara saldırmanın bahanesibazılarının servetindeki bolluk, daima, diğerlerinin servetindeki ni bulmaktadır.
Sermayenin ahlak bekçileri 1
8. ve 19. yüzyıl İngiltere’si yoksulluğun sebebini kültürel/ahlaki gerekçelere dayandıran görüşler açısından oldukça zengin bir külliyat sunuyor. Yıllardır çocuklara temel kitap olarak tavsiye edilen Robinson Crusoe romanının yazarı Daniel Defoe, yoksulluğun nedenini “ahlaki zaafiyet” olarak açıklayan akımın öncülerinden. Defoe’ya göre yoksullar, “tembellik”, “gurur”, “lüks tüketim merakı”, “aylaklık” gibi nedenlerle verilen işi beğenmeyip çalışmayanlardır. Bu “ahlak düşkünleri” için parlamentonun ve toplumun çaba harcaması anlamsızdır. Toplumda her zaman Robinsonlar ve Cumalar olacaktır. Yoksullara dair “Bırakınız ölsünler” teorisiyle ünlenen nüfus bilimci, ekonomi politikçi ve papaz Robert Malthus da eşitsizliklerin nedeni olarak zenginlerin yüksek ahlaki karakterine karşılık yoksulların
ahlaki zaafiyetini gösterir. Bu ahlaki zaafiyetin sonucu olarak “aşırı üreyen” yoksullar doğal olarak beslenemez, hastalanır ve ölür.
1980’lerin ‘ma¤dur’ çocu¤u
UMAR KARATEPE
B
aşbakanın devlet eliyle dindar bir nesil yetiştirme ısrarı genellikle “gizli ajandası”nı hayata geçirmeye yönelik vites büyütmesi olarak yorumlandı. Oysa Erdoğan’ın tartışmayı sürekli “değerler” alanına çekmesi bir sıkıntının işareti olarak da okunabilir. Baştan söyleyelim. Zerdüştler, Ateistler olmasa, herkes kendi mezhebinde saf tutsa, ‘teröristi de, isyankarı da, tinerciyi de’ yeneceğini iddia eden iktidar, vites büyüten değil patinaj yapan bir iktidardır. Zira Başbakan Erdoğan gündemde tutmayı istemediği konuları “yok” saymakta ustadır. Her şeye laf yetiştiren görüntüsünün arkasında kılı kırk yaran bir stratejik gündem planlaması vardır. Güncel örnekleri malum: Deniz Feneri davasında en ağır ceza istenenin konuyu araştıran savcılar olmasına, Uludere’de vur emrinin kim tarafından verildiğine dair sorulara, en sert eleştirilere yanıt vermedi. Ancak Erdoğan “dindar bir nesil yetiştirme” üzerine dönen tartışmaları çok sevdi ve bu konudaki her topa girmeye özel gayret gösteriyor. Ve başlıyor tabanın duyarlılıklarını ince ince gıdıklamaya… Ateist bir nesil isteyenler olduğunu, bunların 28 Şubat’ta türbanlı öğrencileri “ikna odaları”na çektiklerini, dini kitapların yakıldığını, Köy Enstitüleri ile öğretmenlerin ve öğrencilerin formatlandığını anlatarak İslamcı siyasetin 80 yıllık hafızasını tazeliyor. MA⁄DUR PROLETARYAGÜNAHKAR PROLETARYA Ancak Erdoğan bunu sadece “safları sıklaştırmak” için yapmıyor. “Dindar bir nesil” söylemine gelen eleştirilere “Gençliğin tinerci mi olmasını istiyorsunuz” derken iki duyarlılığa sesleniyor Erdoğan. Bunlardan birincisi yukarıda özetlediğimiz dinsel temelli gelenek. “Her türlü kötülüğün nedeni dinsizliktir, hatta bizim dinden olmayanlardır” dışlayıcılığı bu gelenekten türetiliyor. Erdoğan’ın kaşıdığı diğer bir duyarlılık ise tamamen sınıfsal bir dışlamayı hedefliyor! Bu Toplum ve Kuram dergisinden Delal Aydın’ın ifadesiyle “tinerciler”in bir “korku nesnesi” olarak sembolleştirilmesi, Erdoğan’ın sözlerinde somutlanıyor. Radikal’den Ali Topuz’a göre de sınıfsal bir aşağılama. Erdoğan “tinerci” imgesiyle, üst ve orta sınıfları en alttakilerden
Bugünlerin ‘suçlu’ çocu¤u gelebilecek “tehditler” karşısında bir olmaya çağırıyor. Çeşitli yoksulluk hallerinin “suç” ile özdeşleştiren “üçüncü sayfa haberleri”nin yarattığı tarzda bir bilinci, dinsel motifler ile sağlamlaştırıyor. Erdoğan’ın “dinsiz tinerci” imgesi, ait olduğu sınıfın yüzyıllardır biriken deneyimlerinden kökleniyor. Kapitalist toplumlarda yoksulların, sokakta yaşayan çocukların, evsizlerin, işsizlerin vs. bir “sosyal hastalık” kabul edilip kültürel, ahlaki bir sorun olarak tartışılması yeni bir durum değil. Avrupa’da topraklarından sürülen, zanaatları ellerinden alınan yığınların hızla proleterleştirildiği 18’inci ve 19’uncu yüzyılda da tüm yoksulluklar ve yoksunluklar “günahkar toplum” üzerinden açıklanır. İnsan kendi doğası gereği günaha meyillidir ve insanların oluşturduğu kapitalist toplumun “doğal” günahı ise yoksulluktur. Günahkar olmak istemeyen yoksullar “çalışkanlık”, “ölçülülük”, “tutumluluk”, “uysallık” gibi erdemleri gösterirlerse çeşitli yardımları hak eden bir “mağdur” olarak görülür. Aksi halde bir günahkar olarak, yaşadıklarını hak edecektir. Günahlarından arınmak isteyen zenginler ise hayırseverlik ahlakını kuşanmalıdır. Böylece yoksulların düşük olduğu varsayılan ahlakı ve işe koşmak için gerekli eğitim düzeyleri yükseltilebilecektir. Yoksullun mağdurluğu da ve günahkarlığı da birbirini tamamlayan sınıfsal bir
saldırıdır. Proletarya kendi içlerinde bölünerek bir kısmı “toplum gözünde” acıma ve korku nesnesi haline getirilir. Onların en azından bir kısmını acıma ve korku nesnesine dönüştürmek devrimci özneyi engellemenin, işçi sınıfının oluşumuna müdahalenin en bilinen yoludur. A⁄LAYAN ÇOCUKT‹NERC‹ ÇOCUK Gelelim bizimkilere. Gülen’in “kayıp kuşak” olarak tarif ettiği bir nesle karşı, “eğitimli ve ahlaklı bir gençlik” tanımladığı “altın nesil” projesi de Erdoğan’ın “dinsiz tinerci”ye karşı “dindar bir nesil” sloganı da aynı egemen sınıf belleğinden besleniyor. O bellek hızlı proleterleştirme süreçlerinde belalı sınıflarla nasıl başa çıkılacağına dair deneyimlerle dolu. Egemenlerin çocuklar ve gençler ile ilgili politikalarında ve söylemlerinde bu belleğin izlerini takip etmek mümkün. Zira çocuk, egemenlerin dünyasında yetişkinlerin yarattığı ancak daha terbiye edilememiş, şekil verilmesi gereken geleceği; bu başarılamazsa kendileri için tehlikeli olabilecek “yeni”yi ifade eder. Tıpkı proletarya gibi... Proletarya kavramının Latince’de “nesil, oğul” demek olan “proles”ten türetilmesi de Erdoğan’ın bu nesilin dindar olmasını istemesi de tesadüf değildir. 1 Şubat 1979'da Gülen Cemaati’nin kuruluşunu müjdeleyen Sızıntı dergisinin
ilk sayısı “ağlayan çocuk” kapağıyla çıkmıştı. Sarışın, masum yüzlü bu çocuğun yeşil gözlerinden akan yaşlar çocuğun bir “acıma nesnesi” oluşunun en çarpıcı örneklerindendi. Bu resim 70’lerin sonlarında, 80’lerin başlarında kartpostalları, evlerin duvarlarını, esnafların vitrinlerini, minibüslerin arka camlarını süslemeye başladı. Acıma nesnesi olarak çocuk imgesinin tek örneği sadece Ağlayan Çocuk değildi. Kemalettin Tuğcu romanları, Sezercikler, Ayşecikler, acıların çocukları… “Sosyal devlet” iddiasına rağmen koruma şemsiyesinin dışında kalan yığınlar olduğu gerçeği bu çocuklarla simgeleniyordu. Gülen bu altın saçlı çocuğu “altın nesil projesi”nin sembolü haline getirdi. Şehir şehir dolaşıp “altın nesil konferansları” verirken, dersaneler, okullar açarken “ağlayan çocuğun gözyaşlarını dindirme” iddiasını dile getirdi. “Sosyal devlet” iddiasının sınıfsal çelişkilerin üstünü örtemediği, devrimci mücadelelerin yükseldiği bir dönemde, “acıma” politikaları isyankarlığa karşı önlem olarak da pazarlandı. Neoliberal dönüşüm süreci ve Kürt sorunu, son 20 yılda çocuğun sadece bir “acıma nesnesi” değil tıpkı 19. yüzyıldaki gibi “nefret nesnesi” olarak da gündeme gelmesine sebep oluyor. Kirli savaş ve neoliberal dönüşüm kentlerin çeperlerini sürgünlerle dolduruyor. Nurdan Gürbilek “Acıların Çocuğu” başlıklı yazısında bu dönüşüme işaret ederken özel-
Proletarya kavram› Latince’de “nesil, o¤ul” demek olan “proles”ten türetilmifltir ve egemenler bu neslin isyankar olmas›ndan korkar. “Dindar nesil” hayali de bu korkudan türemektedir
likle 1990’lı yıllara işaret ediyor. Tam da bu dönemde “masum çocuk” kategorisinden önemli bir sapmayı gösteren bu yeni çocuk kategorileriyle ilgili haberler “sokak çocuklarının dehşeti”, “tinerci çocuk terörü” gibi başlıklarla karşımıza geliyor. Aslına bakılırsa çocuklar “acıma nesnesi” olmaktan çıkmıyor. Aksine “acıma nesnesi” düzene eklemlenemediği her an “korku nesnesi”ne dönüştürülerek kriminalize ediliyor. Kendi yarattıkları sokak çocukları gerçeği, böylece hesap sormanın değil, acımanın ve korkunun konusu oluyor. Ve kapitalizmin neoliberal aşaması, kriz ve savaş giderek daha fazla acıma ve korku nesnesi üretiyor. Geleceğini, hayatını çaldığı yoksul çocuğu, “ağlayan mağdur çocuk” olarak zararsızlaştırmaya veya “tinerci günahkar çocuk” olarak suçlu ilan etmeye çalışan bu düzenin büyük korkusunu biz biliyoruz: Taş atan, yumurta atan çocuklar. Sabah gazetesinin 15 yaşındaki bir çocuğun gözleri bantlı fotoğrafıyla desteklenmiş tutuklanma haberini bir zafer edasıyla “Molotofta son nokta” başlığıyla vermesi boşuna değil. Yumurta atan çocukların, Başbakana “ampul” diyenlerin “çocuk demeden gereği yapılacaklar” kervanına katılabilmesi de bu yüzden. Başbakan tablet bilgisayarları dağıtırken ağzından kaçırıveriyor “Dindar olmasınlar da isyankar mı olsunlar” diye. Erdoğan’ın acıma ve korku nesnesi olarak sunulanların, kutsal iktidarını yıkabilecek bir özneye dönüşme eğiliminin arttığına dair sınıfsal sezileri sağlam. Tehlikenin farkındalar. Gözyaşları içinde acıyıp mağdur ilan etmeleri de, dışlayarak günahkar/dinsiz ilan etmeleri de, halledemeyince “terörist” ilan edip hapishaneleri doldurmaları da bu yüzden. Dinci gericiliğin ve milliyetçi otoriterliğin bütün birikimini bu sınıf mücadelesinde seferber etmiş durumdalar. Ne kadar çok kişiyi “ahlaklı mağdurlar” olarak kalmaya ikna ederlerse, ne kadar kişiyi “günahkar tinerci” ve “Zerdüşt, allahsız terörist” karşısında saflarına katarlarsa o kadar iyi. Ancak yine de bugünün “ahlaklı mağdurlarına”, “günahkarlar tinercilerine”, “Zerdüşt teröristlerine” bakınca, tehlikeli bir bloğun oluşma ihtimalini görüyorlar. Ama ne demiş Cemal Süreya: “bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını, işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz”…
KÜLTÜR SANAT
15
9 fiubat 2012 / 22 fiubat 2012
Halk›n Sesi
Caz›n nabz› Ankara’da Ankara Caz Festivali bu sene "Cazın Nabzı" temasıyla müzik severlerle buluşuyor. Ankara Caz Derneği tarafından bu yıl on beşincisi düzenlenen festival, 2 - 25 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilecek. Festivalde yerli ve yabancı birçok isim yer alacak.
Hopa’n›n gururu
‘Nereye kadar’
Hopa’da sanatçı Kazım Koyuncu ve şair Nazım Hikmet heykellerinin yapımı için Hopa Belediyesi kampanya başlattı. Hopalı sanatçı Kazım Koyuncu 2005’te hayatını kaybetmişti. Nazım Hikmet SSCB’den Türkiye’ye girdiği 1928’de Hopa’da gözaltına alınmış ve bir süre hapis yatmıştı.
Leman Sam, uzun bir aradan sonra solo albümü ile dinleyicilerinin karşısında. Bu kez tamamıyla akustik bir albüm hazırlayan Sam, özellikle klavye kullanımından kaçındığı albümünü "akrabam" dediği doğaya ve kendisini büyüttüğüne inandığı kızlarına ithaf ediyor.
Emek ‘ötekiyle’ aç›l›yor Emek Sineması'nda çocukluğunu geçiren oyuncuların kurduğu 'Emek Sahnesi', ilk oyunu 'Öteki' ile perdelerini açıyor. Kadın haklarından, aile içi şiddete, töre cinayetlerinden, çarpık sosyal ilişkilere dek birçok toplumsal meseleyi işleyen 'Öteki', Şubat 2012’de sahnelenecek.
ANADOLU’DAN GEL‹P BAVULLA TRENDEN ‹NMEK YOK
Haydarpaşa öldürülüyor ‹flçi s›n›f› ‹stanbul’daki zorunlu duraklar›ndan birini yitiriyor. On binlerce yolcuyu kucaklayan Haydarpafla Gar› tarihe kar›fl›yor ALP TEK‹N BABAÇ
H
aydarpaşa Garı ve demiryolu çevresinin kentsel dönüşümü projesiyle, garın işlevinin değiştirilmesi gündeme geldi. Haydarpaşa Garı’nın yerine otel ve alışveriş merkezi yapılacağı söyleniyor. Oysa proletaryanın zorunlu duraklarından biri olan garın İstanbul açısından hayati bir işlevi, yılların getirdiği ortak kullanım alışkanlıkları sonucu yaratılmış bir kamusal kullanım kültürü ve asırlık bir tarihsel mirası var. Elinde bavulu, Anadolu’dan kopup İstanbul’a gelen gencin İstanbul’da adımını ilk attığı yerdir Haydarpaşa Garı. Nice uğurlamalara veya karşılamalara tanık olan gar, sadece Anadolu insanının İstanbul’a gelişini simgelemez; İnşa edildiği 1899’dan bu yana evrensel bir buluşma noktasıdır. Haydarpaşa Garı’na girdiğinizde sadece bir tren istasyonu görmüyorsunuz. Taşıdığı 100 yıllık tarihsel değerler binanın mimarisi saatlerce incelenebilecek güzellikte. Kafetaryasıyla, bekleme salonlarıyla kamusal bir yaşam alanı olan garın, on binlerce yolcunun ihtiyaçları hesap edilerek tasarlandığı ortada. Yüksek tavanları, geniş odaları ve kafeteryaları, peronları, gar çalışanları için düşünülen odalar, idare odaları ve hatta uzun süreli kalacak yolcular için konaklama imkanı veren odalar… 1899’da yapılan Haydarpaşa Garı on binlerce insanı kucaklarken, 2000’li yıllarda yapılan Taksim Metro İstasyonu’nda insanlar zorla metroya bindiriliyor. Taksim’deki Metro İstasyonu’ndan bir günde yüz binlerce insan geçiyor ancak istasyonda tuvalet yetersiz. Haydarpaşa’daki gibi kafetarya da yok. Metro seferlerinin fazlalığı ve kent içi ulaşımın fazla bekleme süresine meydan vermemesi bu tür istasyonlarda zaman geçirme ihtimalinin düşünülmemesini
Bize niye sormadın!
beraberinde getirmiştir denilebilir. Ancak neredeyse 60 saniyede bir metronun uğradığı Moskova Metrosu’ndaki durakların birçoğunda heykeller görmek mümkün. Yani metro orada gezilebilir bir alan. Haydarpaşa Garı’nın bir diğer özelliği de mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde ortaya çıkıyor. İstanbul’da Avrupa Yakası’nda çalışan ancak Anadolu Yakası’nda oturan ya da tersi durumda olan on binlerce işçi vapurla geldikleri Haydarpaşa Garı’nda trene binerek evine ulaşıyor. Aynı şekilde işe giderken de trenle geldiği Haydarpaşa Garı’ndan hemen vapura binip karşıya geçiyor. İşleyen makinenin bir çarkı gibi, işçilerin saati şaşmıyor. İşçilerin çok büyük bir kısmı tren yolunu tercih ediyor çünkü mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde tren, İstanbul’un yoğun trafiğinde en hızlı araç oluyor. İşçilerin treni tercih etmesinin bir de zorunlu ve tarihsel bir nedeni var. Emperyalizmin Türkiye’ye girişini simgesi olan Haydarpaşa Garı, Almanların inşa ettiği İstanbul Bağdat tren yolunun başlangıcı. Almanların, özellikle ülkedeki demir ve kömür madenlerinin yakınlarından geçirdiği tren yolu, İstanbul’da da o dönem yeni yapılan sanayi tesislerinin yakınından geçer. Cumhuriyet döneminde de bu yolun geçtiği yerlerde yeni sanayi tesisleri kurulur. Bu tesislerin yanına da Anadolu’dan göç edenler yerleşmeye başlar. Proleterleşen köylülerin İstanbul’da işlerine gitmek için kullandıkları güzergah tren yoludur ve Haydarpaşa son duraktır. İlerleyen yıllarda da bu tren yolunun etrafına yerleşimler devam eder. Pendik, Tuzla, Çayırova, Gebze, Dilovası bu yerleşimlere örnektir. Kent içinde yapılaşma arttıkça gecekondu bölgeleri kent çeperlerine doğru ilerledikçe, kırdan gelen ve İstanbul’da proleterleşen on binlerin işlerine gitmek için kullandığı yol, yine bu tren yolu ve zorunlu durakları Haydarpaşa Garıdır.
bulan ancak günümüzde sadece 43 tane kalan bir endüstri yap›s›. Gar, Birleflmifl Milletler E¤itim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) taraf›ndan endüstriyel miras kabul ediliyor. 2010’un Kas›m ay›nda Haydarpafla Gar›’n›n çat› k›sm› yanm›flt›.
Oğlum uzun boyludur benim
D
evlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne bağlı Süreyya Operası'nda opera sanatçısı olarak çalışan Haluk Tolga İlhan'a, Kalan Müzik etiketiyle çıkardığı "Ervah-ı Ezel'den" adlı türkü albümü nedeniyle soruşturma açıldı. Soruşturmaya gerekçe olarak albüm için genel müdürlükten izin alınmaması gösterildi. İlhan, üyesi olduğu Kültür Sanat-Sen aracılığıyla bir yazılı açıklama yayımlayarak daha önceleri benzer çalışmalarda bulunan sanatçıların da izin almadığını ve bu nedenle de herhangi bir disiplin soruşturmasına maruz kalmadıklarını belirtti. İlhan, çıkardığı albümün opera alanıyla ilgili olmayıp bir türkü albümü olduğunu vurguladı. Haluk Tolga İlhan, opera sanatçısı olmasının yanında, Alevi deyişleri, halk türküleri de seslendiriyor. Düzgün Bawo ağıtını da kendine özgü yorumuyla söyleyen sanatçının türkülerden oluşan albümleri de var.
Haydarpafla Gar›, kentsel ifllevinin yan› s›ra önemli bir tarihsel mirasa sahip. Osmanl›’n›n yar›sömürgelefltirilmesi sürecinin sembollerinden biri olan gar ayn› zamanda bu topraklar›n bir as›rl›k tarihinin izlerini de tafl›yor. Haydarpafla Gar›, bir as›r önce infla edilen ve say›lar› 256’y›
B
ir grup sinemacıyla birlikte 21 Ocak’ta Uludere’ye giden belgesel yönetmeni Elif Ergezen, katliamda yakınlarını kaybedenlerin acılarını anlatan kısa bir filmle izleyicilere aktardı. Roboski (Uludere) Katliamı’nın sinemaya ilk uyarlaması olan Selam’ın Annesi, Uludere’de yaşananları bir şiirle izleyiciye sunuyor. “Oğlunu katliamda yitirmiş bir anne bana yazdığı bir şiiri uzattı, ‘Al götür, herkes duysun’ dedi. Bu videoyla bu emaneti sizlerle paylaşıyorum” diyor Elif Ergezen. “Selam'ın annesinin yazdığı bu şiiri paylaşmak vazifemdi” diye de ekliyor. 15 dakika süren bir kısa
‘Bütün korsanlar birleşin’
K
itapları 300 milyondan fazla satan Brezilyalı yazar Paulo Coelho, bütün korsanlarını birleşmeye ve bugüne kadar yazdığı kitapları izinsiz olarak indirmeye çağırdı. Bir dosya paylaşım sitesinde bu açıklamayı yapan Coelho, blogunda şunları söyledi: “Buyurun, kitaplarımı internet ortamında izinsiz indirin, hoşunuza giderse de kitabımı satın alın; böylece, kitap endüstrisine, açgözlülüğün hiçbir yere varmadığını göstermiş oluruz” Coelho daha önce “Simyacı”nın
film “Selam’ın Annesi”. Bir Kürt annesinin çocuğu için yazdığı şiiri anlatıyor. Film, Selam’ın annesinin şu dizeleriyle başlıyor: “Birini getirdiler yaralıydı / Selam'ım dedim, oğlum dedim / Baktım Selam değildi / Bu Serhat dediler” Sonra devam ediyor; “Diğerine baktım / O da değildi, Mehmet Ali dediler / Gittim, baktım bir sürü ceset yanmış paramparça. Katliamın görüntülerini betimliyor şiirinde ve devam ediyor; İçinde oğlumu aradım / Bana en kısasını gösterdiler / Oğlum uzun boyludur dedim / Beni öperken, hep eğilirdi dedim. Son olarak diyor ki Selamın annesi: Senin anladığın
Rusça basımının internetten indirilmesine izin vermişti ancak bu durum Simyacı’nın satışını düşürmemişti. Coelho, ocak ayında da ABD’deki SOPA’ya (Çevrimiçi Korsanlığı Durdurulsun Yasası) karşı olduğunu açıklamıştı. Coelho’ya göre kitapların internetten parasız bir şekilde indirilmesi satışları artıran bir unsur. Bilgisayar başında sayfalarca uzunluktaki kitapları okumanın çok yorucu olduğunu belirten Coelho, insanların bunun yerine kitabı almak istediğini söylüyor.
dilden söylüyorum / Artık yeter / Sana söylüyorum sana Benim yüreğim yandı / Canımdan bir parça gitti / Senin de günün gelecek / Senin de yüreğin bizimki gibi yanacak elbet.” Bu şiirin filmi “Selam’ın Annesi”. Uludere katliamının kısa bir psikolojik, duygusal hikâyesi. Filmdeki sahnelerden birinde konuşan bir Uludereli: “Bu katliam Türkleri de Kürtleri de yaraladı” diyor. Ergezen, Uludere’de 28 Aralık günü yaşananları 15 dakikaya sığdırmış. Sıcağı sıcağına çekilen belgesel filmde, Nizamettin Ariç’ın ezgileri katliamın acısıyla örtüşen bir duygusal doku yaratmış.
Bizans Saray’ı otel oldu ‹stanbul’da Bizans Büyük Saray’a ait oldu¤u düflünülen bir tarihi yap› y›k›larak yerine 5 katl› otel infla edildi. Bu olay Fatih Belediyesi’nin sorumlulu¤unda gerçekleflti. ‹stanbul’daki Tarihi Yar›mada’da göz göre göre bir katliam yafland›. Bizans Büyük Saray’a ait oldu¤u düflünülen tarihi yap›n›n etraf› büyük tahta paravanlarla çevrildi¤inde çal›flman›n bir restorasyon çal›flmas› oldu¤u düflünüldü. Bir süre sonra ifl makinelerinin bölgeye girdi¤i ve binan›n y›k›ld›¤› anlafl›ld›. Durumu fark eden uzmanlar ‹stanbul 4 Numaral› Koruma Kurulu ile Fatih Belediyesi’ne inflaat›n durdurulmas› için bildirim yapt›. Fatih Belediyesi’nde bir ay bekletilen bildirimden bir sonuç ç›kmad›. Çünkü Fatih Belediyesi’ne göre bölgede ‘güçlendirme’ çal›flmas› yap›l›yordu. Oysa 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan, kentsel ve arkeolojik sit alan› olan bölgede çivi çak›l›rken bile kurul denetiminde yap›lmas› gerekiyor. Böylece tarihi bir yap› Fatih Belediyesi’nin marifetiyle yok edildi, yerine 5 katl› otel binas› yap›ld›.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
9 Şubat 2012 / 22 Şubat 2012
16 Halk›n Sesi
DEMOKRASİ MÜCADELESİ VERENLERİN SESİ
Eşkiyaları buluşturan kürsü
AKP, piyasacı, gerici, faşist bir rejimi demokrasi yalanıyla sunarken 80. yaşını kutlayan Halkevleri, şube genel kurullarını “demokrasi kürsüleri”ne dönüştürdü
ESKİŞEHİR
Toplumun farkl› kesimlerine yönelik sald›r›lar›n konufluldu¤u Eskiflehir Halkevi Genel Kurulu’nda demokrasi mücadelesinin önemi vurguland›. Ortak mücadele ça¤r›lar›n›n da yap›ld›¤› genel kurulda Halkevleri’nin toplumsal muhalefetteki yeri ve öneminin alt› çizildi.
KOCAELİ Kocaeli Halkevleri’nin genel kurulunda yeni tahliye edilen Halkevciler ve Onur Hamzao¤lu örnekleri üzerinden AKP’nin bask›c› politikalar› tart›fl›ld›. Halkevleri üyeleri, halk›n haklar› mücadelesini güçlendirmenin ve savafla karfl› bar›fl hatt›n›n önemine vurgu yapt›lar.
BURSA
H
alkevleri’nin 80. yaşını kutladığı bugünlerde, gerçekleştirilen şube genel kurullarında demokrasi mücadelesinin ortak kürsüleri kuruldu. AKP eliyle kurulan piyasacı, gerici ve faşist rejime karşı çıkan farklı kesimlerin temsilcileri, ortak bir yol haritasının önemine vurgu yaptı. İstanbul Halkevi’nin 5 Şubat’ta İTÜ Taşkışla Yerleşkesi’nde gerçekleştirdiği 7. Olağan Genel Kurulu’nda kurulan kürsü de demokrasi mücadelesinin önemine işaret etti. AYDIN VE YAZARLAR ÖZGÜRLÜK İSTİYOR Basın özgürlüğüne ve bilimsel özgürlüğe yönelik saldırılar ile
MERSİN Mersin’de yap›lan genel kurulda Halkevleri’nin ve hak mücadelesinin, ‘yönün ve yolun kayboldu¤u yerde yolu açan bir kar temizleme arac›na benzedi¤i’ aktar›ld›. Neoliberal politikalar›n sonuçlar›n›n tart›fl›ld›¤› genel kurulda Halkevleri’nin mücadele inad› da vurguland›.
ANKARA Ankara’da genel kurullar›n› yapan flubelerden Mamak Halkevi, Sa¤l›k Hakk› Meclisi kurma karar› al›rken, fiirintepe Halkevi e¤itim ve ulafl›m hakk› paylaflt›. Keçiören Halkevi ise kad›nlar›n, emekçilerin, emeklilerin ve gençlerin komisyonlar›ndaki tart›flmalar›n› genel kurula tafl›d›.
‘EŞKIYALAR BİRLEŞİN’ BDP Milletvekili Sebahat Tuncel, AKP’nin Terörle Mücadele Kanunu yoluyla ‘terörist’ ilan ettiği muhaliflerin birleşmek zorunda olduğunu
belirtti. Özgür Gündem gazetesi muhabiri Sedat Yılmaz da “Taş atan çocuklar ve yumurta atan gençlerin, İstanbul’da turnikeden atlayanların ve Kanarya’da trene parasız binen Mardinli çocukların mücadelesi birleştiğinde kazanacağız” dedi. Demokrasi Kürsüsü’nde çok sayıda kurum temsilcisi de söz aldı. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, AKP’nin yeni bir rejim inşa ettiğini belirterek birleşik devrimci bir hareket çağrısında bulunurken, TKP MK üyesi Kurtuluş Kılıçer de bir Ortadoğu değerlendirmesi yaparak benzer bir çağrı yaptı. İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Görel sağlık hakkı mücadelesinin, Ziraat Mühendisleri Odası’ndan Ahmet Atalık gıda
hakkı mücadelesinin, feminist hareketten Handan Koç ise kadın mücadelesinin önemine vurgu yaptı. Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin sendikal haklara saldırılara dair bilgiler vererek Sendikal Güç Birliği Platformu deneyimlerinden söz etti. CHP milletvekilleri Melda Onur ve Kadir Öğüt de demokrasi mücadelesinin gerekliliğinden bahsetti. HAK MÜCADELESİ KÜRSÜDE Hak mücadelesinin özneleri de kürsüde yer aldı. Hopa olaylarının politik bir eylem olduğu söyleyen Halkevleri GYK üyesi Dilşat Aktaş, ‘Üye Ol’ kampanyasına dair bilgiler verdi. 1 Şubat günü tahliye edilen Halkevleri GYK
üyesi Metin Kaya yeni bir rejim inşa edildiğini, tek çözümün sokaktan geçtiğini ifade ederken, Öğrenci Kolektifleri adına Mesut Can, AKP’nin hayallerindeki gençlikten olmayacaklarını kaydetti. Hrant Dink davasının avukatı Arzu Becerik ise demokrasi mücadelesindeki önemine işaret etti. Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, Dev Sağlık-İş ve Enerji-Sen örneklerinin önemine dikkat çekerken, Mahinur Şahbaz emeklilerin, Ergün İşeri de engellilerin mücadele deneyimlerini aktardı. 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu adına Çiğdem Çidamlı Kentsel Dönüşüm Yasası’na dair bilgiler vererek söz, yetki, karar hakkının demokrasi mücadelesiyle gelişeceğini dile getirdi.
Samut Karabulut: ‘Şimdi koşmaya hazırlanıyoruz’ H
Bursa Halkevi’nin 5. Ola¤an Genel Kurulu’nda kapitalizmin kriz, savafl ve talan politikalar›na yönelik de¤erlendirmeler yap›ld›. Halk›n haklar› mücadelesinin dünyan›n dört bir yan›nda yayg›nlaflt›¤› belirtilirken, AKP’nin de Türkiye’de bu mücadeleleri ve mücadelenin öznelerini hedef ald›¤› ifade edildi.
ilgili konuşan isimlerden gazeteci Hilmi Hacaloğlu, ‘hizaya getirilmiş gazeteci’ anlayışının dayatıldığını söylerken, Radikal gazetesi yazarı Özgür Mumcu devletten sonra halkın ele geçirilmeye çalışıldığını ifade etti. Mumcu, “Halkevleri üzerinde iktidar kurulamayacak halkın evleridir” dedi. Akademisyen Özgür Müftüoğlu ise bilimsel özgürlüğün sona erdiğini dile getirerek Onur Hamzaoğlu davasının önemine vurgu yaptı.
Özgürlük, eşitlik, demokrasi, insanca yaşam ve hak mücadelesi verenler, demokrasi kürsüsünde ortak mücadeleleri büyütme çağrısı yaptı
alkevleri şubelerinin peş peşe gerçekleştirdiği genel kurullarında yüzlerce kişinin katılımıyla demokrasi kürsüleri kuruluyor, yeni dönem mücadele programı tartışılıyor. Genelde ‘yasal prosedür’ olarak görülen genel kurulların, Halkevleri örgütlülüğü ile hak mücadelelerine katkısını Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut ile konuştuk. Karabulut ile konuşmamıza Halkevleri’nin son yıllarda şube genel kurullarına atfettiği önemi değerlendirerek başladık. Karabulut, genel kurulları, geçmiş çalışma döneminde yapılan ve yapılamayanların tartışıldığı, yapılan eleştiri ve katkılar ile gelecek dönem hedeflerinin belirlendiği toplantılar olarak tarif etti. Karabulut, bu toplantılar sonrasında şubelerin yönetimi, mücadele programı yenilenmiş, tazelenmiş bir biçimde yola koyulduklarını söyledi.
Genel kurulların mücadele içindeki anlamına da değinen Karabulut, koltuk için yapılan tartışmaların memlekete bir katkısı olmadığı görüşünde. “Böyle genel kurullar” diyor, “liste savaşlarıyla, kulis çalışmalarıyla meşgul eder. Bir hata da genel kurulları yasal gereklilik olarak görme hatası. Bu anlayış üyelik, yöneticilik ve program gibi konuları önemsizleştiriyor.” ‘KÜRSÜLER UMUT YARATTI’ Karabulut’un betimlediği genel kurullar bu sene ‘demokrasi kürsüleri’ne büründü. Kürsülerin genel kurula kattıklarını aktaran Karabulut “Halkın hakları mücadelesi ve pratiklerinin değerlendirildiği genel kurullar yaşadık. Örgütün ihtiyaçları olunca hararetli tartışmalar da oldu tabii. Hemen herkes hak mücadelesi çizgisini doğruladı ama
çalışmaların yeterli görülmemesine yönelik eleştiriler de oldu” dedi. Yaşanan tartışmalara ilişkin birkaç örnek vermesini istediğimiz Karabulut anlatıyor: “Örneğin bir üye ‘Halkevleri’nin bu ülkede ağır bir yükü var ve bu yük kaldırılmalı. Bu yüzden herkesin elini taşın altına daha fazla sokması gerek’ diyordu. Bir başka üye aidatları yeterli bulmuyordu. Keza bir başkası gelecek genel kurulda bu salona sığamayacakları için umutlandığını söylüyordu.” Karabulut, demokrasi kürsülerinde toplumun farklı bileşenlerinin yer almasının önemine de işaret etti: “Konuşmalar iyi niyet dilekleriyle sınırlı kalmadı, artan baskılara karşı umut da yarattı. Demokrasi kürsülerinde farklı kesimlerin talepleri anlatıldı, ortak mücadele vurgusu yapıldı, örgütlü
olma yolunda ciddi adımlar atıldı.” ‘AKP SALDIRILARI BOŞA DÜŞTÜ’ Halkevleri, bir yandan 80. yaşına girerken, diğer yandan kendini sürekli yenileyen bir örgüt. “Ne kamu yararı statüsünü kaldırmaları, ne davalar, ne tutuklamalar... Hiçbiri halkın örgütü olmamızı engelleyemedi” diyen Karabulut şöyle devam etti: “AKP, Hopa olaylarının ardından Halkevi şubelerinin boş kalmasını bekliyordu muhtemelen, ama şubeler yaz okullarıyla dolup taştı. Aralıkta binler olup arkadaşlarımızı aldık. Ocakta genel kurullara binlerce insanı kattık.” Karabulut sözlerine önümüzdeki döneme dair umutlu tespitlerle son verdi: “80 yıllık tecrübenin üzerine gencecik bir örgüt heyecanıyla adımlarımızı hızlandırıyoruz. Birlikte yürüdüğümüz yüzler çoğalıyor. Halkevleri ve halkın hakları mücadelesi şimdi koşmaya hazırlanıyor.”
Halkevleri Genel Merkez: 0 312 419 27 17 Eflit, özgür ve ayd›nl›k bir ülke için 80 y›ldan bu yana mücadele eden Halkevleri, yeni döneme “Haks›zl›¤›n ve karanl›¤›n karfl›s›nda Halkevleri var. Sen de üye ol” diyerek giriyor. AKP’nin halk›n en temel haklar›na yönelik sald›r› politikalar›na karfl› halk›n hak mücadelelerini iflaret eden Halkevleri, insanca bir yaflam için birlikte yürüme, birlikte yol alma ve birlikte kazanma ça¤r›s›nda bulundu. Halkevleri’ne Türkiye’nin dört bir yan›ndaki 75 Halkevi flubesine gidip üye olunabilir.