A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
2
SAYFA
Özgür Gündem susmad› Özgür Gündem’in kapat›lmas› karar› sonras› Sendika.Org’un yapt›¤› yay›n sansürü deldi
7
G›dada bal gibi sahtekarl›k Ucuz bal furyas›n›n alt›ndan niflasta bazl› flekerle yap›lan ar›s›z bal sahtekarl›¤› ç›kt›
SAYFA
14
4+4+4 ve ebeveyn hakk› Özgürlefltici bir hak olarak sunulan ebeveyn hakk› kime hizmet ediyor?
SAYFA
15
Sabahattin Ali perdede Türkiye edebiyat›n›n ustalar›ndan Sabahattin Ali’nin hayat› belgesel film oldu
5 Nisan 2012 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 154
Direniş karanlığı dağıttı
4+4+4 karanl›¤›na karfl› sokaklardan yükselen tepki, AKP’yi korkuttu. Coplar›, gazlar›, panzerleri öfkeyi bast›ramad›
Sivas davas›n›n zamanafl›m›na u¤rat›lmas›na karfl› buluflan on binler, ayr›mc› gerici iktidar› protesto etti
12 Eylül darbesinin kurumlar›n› ve araçlar›n› halka karfl› kullanan AKP’ye tepkiler 1 May›s’a akacak
Suriye’nin ‘dostlar›’ Suriye’nin ‘dostlar›’ emperyalist ‘çözüm’ için ‹stanbul’da topland›. Toplant›dan Suriye’ye müdahale karar› ç›karmaya çal›flan AKP, ABD ve AB’den flimdilik istedi¤i yan›t› alamad› S. 5
Yoksulun evi rantç›ya AKP’nin kentsel dönüflümde ilk kazmay› vuraca¤› ‹zmir’de bar›nma hakk› mücadelesi verenler, yoksullar›n yaflam alanlar›n›n rantç›lar için arsaya çevrildi¤ini söylüyor S. 6
Unutulmamal›d›r ki mücadele edenler her zaman kazanamasa da kazananlar sadece mücadele edenlerdir... YOL YAZISI S. 3
12 Eylül davası: ‘İktidarın balyozuna el vermeyelim’ Kendisi de 12 Eylül’ün muhattab› olan avukat Ayhan Erdo¤an ile 12 Eylül davas› hakk›nda konufltuk
KESK, bakanl›¤› iflgal etti KESK ve KESK'e bağlı sendikaların yöneticileri 4688 sayılı ‘Sahte Sendika Yasası’ mecliste görüşülüyorken Ankara'da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk çelik’in makamını işgal etti. KESK üyeleri, yasaya dair verilen önergeler karşısında Çalışma bakanının "Biz sendikalar ile uzlaştık" açıklaması yapması üzerine kendileriyle uzlaşılmadığını ifade etmek için bu eylemi yaptıklarını açıkladı. Ankara’da işgal eylemi sürerken ülke çapında KESK üyeleri de bir akşam eylemi düzenleyerek yöneticilerine destek verdi. Gazetemiz yayına hazırlanırken KESk’in eylemi sürüyordu.
Ayhan Erdo¤an davaya müdahil olunmas›n›n neden do¤ru olmad›¤›n› iddianameden örneklerle anlatt› S. 11
Zam ayı: Mart Martta do¤algaza, elektri¤e ve akaryak›ta yap›lan zamlar ücretlere yap›lan zamlar›n üç kat›n› aflt› S. 9
Son de¤il sürüyor... K›z›ldere direniflinin 40’›nc› y›l›nda yap›lan anmalara kat›lanlar, karalamalarla, davalarla devrimcilere ve mücadele tarihine sald›ran egemenlere karfl› meydan okudu. Mahir’in resmini bulundurman›n suç haline getirildi¤i günlerde, o resim meydanlar› süsledi S. 13
Ferda Koç / Sayfa 4
Tuba Günefl / Sayfa 7
Fransa nere, Türkiye nere
Halka karfl› savaflta...
Tes-‹fl’in kalesinde Rant a¤›n› kaybetmek istemeyen Tes-‹fl Elbistan’da Enerji Sen’e sald›rd›. Geri ad›m atmayan Enerji Sen’liler Tes-‹fl’in kalesinin ayn› zamanda yumuflak karn› oldu¤unu gösterdi S. 8
Afganistan’da işimiz ne? Afganistan’da yaflanan helikopter kazas›, 60 y›ld›r emperyalist ç›karlar›n peflinde koflan d›fl politikan›n sorgulanmas›na neden oldu S. 12 Tufan Sertlek / Sayfa 9
Dinin dokunulmazl›¤›
Özen Taçy›ld›z / Sayfa 10
Metrobüste pembe tablo
Erkek yarg› Bart›n’da Bart›n’da 14 yafl›ndaki Ç.K, üç y›l› aflk›n süredir yüzden fazla tecavüe u¤rad›. Erkek yarg› yine ayn› yalana s›¤›nd›: R›zas› var S. 10
2
MEDYA 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Özgür Gündem’in sesini kısamadılar Özgür Gündem için verilen kapatma karar› itirazla kald›r›ld›. Sendika.Org gazetenin el konulan say›s›n› yay›mlayarak sansürü deldi
B
aşbakan Erdoğan Kürt sorununda yeni strateji benimsediklerini açıkladıktan iki gün sonra Kürt basınının simge yayını Özgür Gündem gazetesi kapatıldı. Özgür Gündem’in kapatılması sonrası yaşananlar hem halkın haber alma hakkı mücadelesi, hem de devrimci basının dayanışmasının sansürü delebileceğini göstermesi bakımından önemli deneyimlere sahne oldu. Özgür Gündem gazetesi, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, gazetenin 24 Mart günü çıkan sayısının 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğraflarla "Örgüt propagandası" yapıldığı suçlamasıyla kapatıldı. Kapatmaya gerekçe olan söz konusu haberlerden birisi hemen hemen tüm gazetelerde yer alan AKP'nin yeni denilen- Kürt sorunu stratejisiyle ilgili BDP ve Demokratik Toplum Kongresi’nin yaptığı ortak basın açıklamasına ilişkin haberdi. Mahkeme gazetenin yayınını 1 ay süreyle durdurdu. Gazetenin basıldığı Gün Matbaası'na gerçekleştirilen polis baskınıyla Özgür Gündem’in 25 Mart’ta çıkması planlanan sayısına el konuldu. Özgür Gündem’in dostları gazete kapatma kararını aynı gün akşam Taksim tramvay durağından Galatasaray’a yapılan kitlesel yürüyüşle protesto etti.
BDP, EMEP, ÖDP, SHP, CHP, Evrensel gazetesi, Birgün gazetesi, Atılım gazetesi, KESK, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gazeteci Ertuğrul Mavioğlu ve gazeteci Ahmet Şık yaptıkları açıklamalarla karara tepki gösterdi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve yandaş medya örgütü Medya Derneği de Özgür Gündem’in kapatılmasını eleştirdi. Özgür Gündem’in avukatları 26 Mart’ta mahkeme kararına itiraz etti. Kapatma kararı aynı zamanda AİHM’e taşındı. Karara itiraz, kamuoyu tepkisi ve davanın AİHM’e taşınmasının da etkisi ile sonuç verdi. Özel Yetkili İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Özgür Gündem gazetesinin yayınının durdurulmasına ilişkin karara yapılan itirazı değerlendirerek yayın durdurma kararının kaldırılmasına hükmetti.
Sendika.Org mahkemenin kapatma kararı sonrası matbaa basılarak el koyulan Özgür Gündem’in 25 Mart tarihli sayısını tıpkı basım formatıyla internette yayımladı. Gazetenin el koyulan 16 sayfası online olarak sanal dünyaya taşındı. İnternet aracılığıyla yayın durdurma kararının boğmaya çalıştığı Özgür Gündem’in sesi, Sendika.Org’un sansürü delen yayınıyla duyuruldu. Sendika.Org’un matbaada el koyulan gazete sayısını yayımlaması önemli bir dayanışma eylemiydi. Fakat bundan da öte sansürün delinmesi ve sansürle halkın haber alma hakkının gasp edilmesine karşı internet haberciliği aracılığıyla verilen militan bir yanıt oldu.
Katledilen gazetecilerin, çocuk dağıtımcıların mirası
SANSÜRÜ DELEN DAYANIfiMA Özgür Gündem’e verilen kapatma kararı ne Kürt basınını susturmaya yetti ne de egemenlerin sansürü, halkın haber alma hakkını gasp edebildi. Kürt basını sesini 27 Mart’ta yeniden çıkarılmaya başlanan Günlük gazetesi ile duyurmaya devam etti. Günlük’ün devreye girmesi kadar etkili bir dayanışma eylemine de Sendika.Org imza attı.
Özgür Gündem gazetesi 30 May›s 1992’de ‘Egemenlik kay›ts›z flarts›z DGM’nindir’ manfletiyle yay›n›na bafllad›. Yo¤un bask›lar, kapatma kararlar›, davalar ve en önemlisi katledilen gazetecileri ve da¤›t›mc›lar›na ra¤men iki y›l boyunca yay›n hayat›n› sürdürdü. 14 Nisan 1994’te kapat›ld›, kendisiyle güçlenen Kürt gazetecilik çizgisini Özgür Ülke’ye devretti. Kürt medyas› bu tarihten itibaren Özgür Ülke, Yeni Politika, Özgür
Bak›fl, Günlük gazeteleri ile varl›¤›n› sürdürdü. Özgür Gündem’in yay›n hayat›n› sürdürdü¤ü iki y›lda, 30’u muhabir olmak üzere toplam 76 çal›flan› öldürüldü. 3’ü 30 gün olmak üzere toplam 20 kez yay›n› durduruldu. Yazarlar› ve muhabirleri toplam 147 y›l hapis cezas› ve 21 milyar lira para cezas›na çarpt›r›ld›. Gazeteye yönelik sald›r›lar karfl›s›nda gazeteciler, Diyarbak›r’da Özgür Gündem bürosunda nöbet tutarak gazetenin
aç›k kalmas› için canlar›n ortaya koydu. OHAL bölgesinde sat›fl› yasaklanan Özgür Gündem ve di¤er Kürt gazetelerinin bölgedeki da¤›t›m›n›, polis aramalar›ndan k›vrakça kaçan Kürt çocuklar› yapt›. (Yandaki foto¤raf OHAL sansürünü delen gazete da¤›t›c›s› çocuklara ait) Ödenen a¤›r bedellerle yay›mlanan gazete 1994’te kapat›ld›ktan 17 y›l sonra 4 Nisan 2011’de “Miras›m›z› devral›yoruz” manfletiyle yeniden yay›mlanmaya bafllad›.
Şık davası Silivri’ye havale B
ir yıllık tutukluluğun ardından tahliye olan Ahmet Şık’ın hapishane kapsında yaptığı açıklama nedeniyle yürütülen soruşturma el değiştirdi. Şık hakkında inceleme başlatan savcılık yetkisizlik kararı vererek dosyayı Silivri’ye gönderdi. Bu karar Şık’ın sözleri ile ilgili soruşturmanın Silivri savcılığı tarafından sürdürülebileceği anlamına geliyor. Ahmet Şık, Nedim Şener, Coşkun Musluk ve Sait Çakır 12 Mart'ta 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Oda TV davasında tahliye edilmişti. Hapishane çıkışında basın mensuplarının sorularını cevaplayan Şık, bir yıldır asılsız delillerle tutuklu bulunduklarını hatırlatmış ve şunları demişti: “Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcılar ve hakimler bu cezaevine girecek. Burada ben and içiyorum. Onlar buraya girdiğinde bu ülkeye adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, o çete bağlantılı adamlar buraya girecek. Çok net
bir şey var burada, bu işin asli sorumluları cemaat bağlantılı - burada cemaatçi olan herkesi suçlamıyorum - Ama cemaatçi olup da bir çete faaliyeti gibi çalışan, emniyetteki ve yargının içerisindeki bürokratik örgütlenme içerisindeki adamlardır. Ama siyaseten sorumlusu da AKP hükümetidir, bunlara cevaz verdiği için, sesini çıkarmadığı için.” Şık’ın bu sözleri hakkında “kamu görevlilerine görevlerinden dolayı tehdit ve hakaret” içerdiği gerekçesiyle Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş tarafından inceleme başlatılmıştı. Akkaş, Şık'ın sözlerinin Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesiyle görevlendirilen savcılığın baktığı suçlar kapsamına girmediğine karar vererek dosyayı suç ve suçun işlendiği yer nedeniyle Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Böylece Şık’ın sözleri nedeniyle yürütülen soruşturma yer değiştirdi.
Hürriyet’te İçimizdeki Hitlerler reklamcı olursa ulusalcıların sonbaharı
Bir flampuan markas›n›n reklam›nda ›rkç›-faflist diktatör Hitler’in kullan›lmas› reklamlar›n erkeklik ve kad›nl›k kal›plar›n› yeniden üreten ayr›mc› dilini ve rekabet u¤runa insanl›¤›n de¤erlerini hiçe sayan yan›n› gösterdi ÖZGE YURTTAfi
G
eçen haftalarda TV’lerde ekrana gelen bir reklam tartışma konusu oldu. Biomen adlı bir “erkek şampuanı”nın reklamlarında faşist diktatör Hitler’in kürsüde konuşma yaptığı bir görüntü ekrana geliyordu. Hitlerin konuşmasının üzerinde Türkçe seslendirme yapılarak faşizmin sembol ismine şunlar dedirtilmiş: “Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma. Artık yüzde yüz erkek şampuanı Biomen var. Erkeksen Biomen kullanırsın” Böylece Türkiyeli erkek şampuanı müşterilerine Hitler aracılığıyla esaslı bir “erkeklik ayarı verilmiş.” Reklamı yapan firma büyük ihtimalle reklamın iyisi kötüsü olmaz diye düşünerek dünyadaki bir nefret imgesini kendi ürünün reklam yıldızı yapmaya yanaşmış. Reklamda imzası olan reklamcılara gelince; onlar bugüne kadar benzer “erkeklik” söylemini sık sık kullandıkları halde işin içine Hitler gibi dünya halklarının nefretini kazanmış bir figürün katılmasıyla dikkat çektiler. Reklamlar toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirildiği, erkek egemen söylemin yeniden üretildiği içeriklere sahip. Bir ürünü pazarlarken bir yandan da toplumsal imgeler, kadınlık ve erkeklik kalıplarını yeniden üretirler. Bu nedenle kadınlar reklamlarda genelde annedir ve hep evdedir. Bu anneler çocuklarının giysilerinde çıkmayan lekeleri dert ederler. (Bütün çamaşır deterjanı reklamları bu kurguya sahip-
tir) Tabaklarından ya da banyodan çıkmayan kirleri nasıl çözeceklerini düşünürler. (Cif, Pril ve Fairy reklamları) “Evimde mutluyum ben diyerek perdelerini okşarlar. (Taç reklamı) Reklamda pazarlanan ürün ev içi işlere ya da salt kadınlara hitap etmiyor olsa bile reklamlarda yine kadın bedeni kullanılır. Dondurma reklamlarından araba reklamlarına kadar hemen hemen her ürünün reklamında “güzel bir kadın” arzı endam eder. ‘ERKEK ADAM’ NE KULLANIR? Erkekler için pazarlanan ürünler için kullanılan “erkek adam ... ürünü kullanır” kalıbını ilk kez Hitler’in ağzından duymadık. Daha önce “erkek adam”ın kullanacağı jilet ve tıraş kolonyası reklamları ekranda sık sık dönmüştü. Bu reklamlarda da Hitler’in ağzından duyduğumuz sözleri başka reklam kahramanları dile getirmişti. Reklamcıların erkek egemenliğini ve ayrımcılığı pekiştiren içerik üretmeleri kadınlar tarafından sık sık eleştiriliyor. Bu reklam, reklamcılığın bir ürün pazarlamak için Hitleri bile kullanmakta sakınca görmeyen “değerler” dünyası deşifre etti. Reklamın yayımlanmaya başlanmasının ardından Hitler’in kullanılmış olmasına yönelik tepkiler ortaya çıktı. Sosyal medyada şampuanın kullanılmaması için boykot çağrıları yapıldı. Marka Hitler”den vazgeçti ama sloganını koruyan ve kadın elbisesi giymiş erkekleri gülünç göstermeye çalışan yeni bir reklam filmi hazırlayıp yayına soktu.
On binlerce insan›n hayat›na mal olan ‹kinci Dünya Savafl›n›n mimar› ›rkç›-faflist diktatör Hitler’in flampuan pazarlamas›nda kullan›lmas›, reklamlardaki ayr›mc› anlay›fl› deflifre etti
Do¤an Holding’in ald›¤› milyon dolarl›k vergi cezalar› sonras› Ayd›n Do¤an’›n iktidarla yaflad›¤› ç›kar çat›lmas›na son verip uzlaflma yolunu seçti¤i biliniyordu. Hürriyet ve Kanal D d›fl›nda elindeki gazete ve TV kanallar›n› satarak medya sektöründe küçülmeye giden ve AKP muhalifi baz› gazetecilerin gazetedeki ifllerine son veren veya etkili konumlar›n› de¤ifltiren Do¤an’›n Hürriyet’teki “ulusalc›lar›” tasfiye operasyonu sürüyor. Daha önce AKP’ye muhalefet eden Tufan Türenç ve Cüneyt Ülsever’in yaz›lar›na son verilen Hürriyet’te ulusalc› çizgideki Özdemir ‹nce, Rahmi Turan ve liberal Hadi Uluengin’in yaz›lar›na son verildi. Bu üç ismin yaz›lar› mart ay› bafl›nda haftada bir güne düflürülmüfltü. Hürriyet’te yazan baflka bir isim Soner Yalç›n’la ilgili de bir iddia geldi. Medya konusunda spekülatif aç›klamalar›yla tan›nan Günefl gazetesi yazar› Talat Atilla, bir y›ldan uzun bir süredir Oda TV davas› nedeniyle tutuklu bulunan Soner Yalç›n’›n Hürriyet’teki yaz›lar›na son verildi¤ini iddia etti. Daha çok güncel siyaset ba¤lam›nda popüler tarih yaz›lar› yazan Soner Yalç›n, tutukland›ktan sonra da k›sa bir araya ra¤men Hürriyet’te yazmaya devam ediyordu. Atilla daha önce de Do¤an Holding’in geçen ocak ay›nda Hürriyet’te çal›flan fiükrü Küçükflahin ve Fatih Çekirge’nin ifline son verece¤ini iddia etmifl ama bu iddia as›ls›z ç›km›flt›.
3
GÜNDEM 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
S‹VAS’TA ZAMANAfiIMI KARARINA KARfiI, ON B‹NLER BULUfiTU
‘Direnirsek geleceğimiz var’ S
ivas katliamının firari durumdaki 7 sanığının yargılandığı ek davada mahkemenin verdiği zamanaşımı kararına karşı beş Alevi örgütünün çağrısı ile 31 Mart’ta İstanbul Kadıköy’de bir miting gerçekleşti. Miting, AKP’nin gericiayrımcı-ırkçı politikalarına karşı on binlerin katıldığı kitlesel bir gösteriye dönüştü. Miting hem AKP’nin faşistgerici uygulamalarına karşı demokrasi mücadelesine dair hem de Alevi hareketinin bugününe ve geleceğine dair önemli göstergeler barındırıyor. On binlerce kişinin katıldığı mitingin kararı 13 Mart’ta mahkemenin verdiği zamanaşımı kararının ardından alınmıştı. Mitingin çağrıcıları şu kurumlardı: Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK ) Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD), Alevi Kültür Dernekleri (AKD) ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV). 31 Mart günü üç koldan miting alanına yürüyen Alevi örgütlerinin yanında ÖDP, TKP, EMEP, BDP, SDP, ESP, Halkevleri, TTB, Partizan, Odak’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda örgüt de yer aldı. Mitinge farklı kentlerden yöre derneklerinden de katılanlar vardı. 4+4+4 M‹T‹NG GÜNDEM‹YD‹ Mitinge katılan binlerce kişi Sivas davasının yanı sıra iktidarın Alevilere dönük ayrımcı politikalarını protesto etti. KESK’in 4+4+4 eyleminin etkisi üzerinden geçen birkaç güne rağmen alana yansımıştı. Alevi örgütlerinin
Sivas davasında zamanaşımı kararına karşı düzenlenen Kadıköy mitingi AKP’nin gerici-ırkçı-ayrımcı politikalarına karşı tepki mitingine dönüştü
kortejlerinde kimlik taleplerinden sonra en fazla döviz ve slogan 4+4+4 yasasına karşı tepki ve itirazları yansıtanlardı. Kürsü konuşmalarında KESK’in eylemi sık sık selamlandı. Alevi örgütleri yasanın eğitim sistemini gericileştirdiği ve zorunlu din dersini kaldırmak yerine yaygınlaştırdığı için tasarıya itiraz ediyordu. Bu itiraz miting kürsüsünde konuşan ABF
Genel Başkanı Selahattin Özer’in konuşmasına net bir biçimde yansıdı. Özer, “Biz imam hatiplerin yaygınlaştırılmasına karşıydık, yasa tüm eğitim sistemini imam hatipleştirdi” dedi. Miting yalnızca zaman aşımı kararı ve eğitim gibi güncel sorunlara odaklanmadı. Alevilerin tepkisi AKP hükümetinin Sünni çoğunluğa
dayanan tabanını güçlendirmek adına yürüttüğü gerici-ayrımcı söylem ve uygulamalarının tümüneydi. GER‹C‹L‹⁄E KARfiI TAR‹HSEL ÖFKEN‹N BUGÜNKÜ HEDEF‹ AKP Geçen yıllarda “Madımak’ın müze olması, zorunlu din dersinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane olarak tanınması” taleplerinin yüksel-
diği mitinglerin aksine bu kez mitingde “Irkçı gerici AKP”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” sloganlarında karşılık bulan hükümete muhalefet vurgusu öne çıktı. Polonya’da yakalanan firari sanığın Türkiye’ye getirilmesi için gerekli adımları atmayan, zamanaşımı kararı sonrası kararı “hayırlı” bulan açıklamalar yapan iktidara ve Erdoğan’a tepki büyüktü. Bu tepki “Sivas’ta yakanlar AKP’yi kuranlar” sloganında somutlaştı. Miting katılımcılarının başbakanın dindarlık açıklamalarına tepki, Sivas kararı için “vatana millete hayırlı olsun” açıklamasına öfke ilk anda hissediliyordu. Gençler ve yaşlıların kol kola yürüdüğü kortejlerde “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı gençlerin en coşkulu attığı sloganlardı. Mitingde öne çıkan bu vurgular Alevilerin cumhuriyet mitinglerinden birkaç yıl sonra gerçekleştirdikleri eski mitinglere mal olan Türk bayraklı sembollerle ve laiklik vurgusuyla iktidara karşı muhalefet çizgisinden farklı bir noktaya geldiğini gösterdi. AKP’nin Sünni mezheplere dayalı ayrımcılık politikasına karşı tepki gösterilirken Alevilerin de kendi tarihsel ve geleneksel değerlerini öne çıkardığı görüldü. Erdoğan için sık sık “Bugünün Yezidi” benzetmeleri yapıldı. AKP’liler sık sık tarihte Alevi katliamaları gerçekleştiren Yavuz Selim, Muaviye gibi isimlerle özdeşleşterirdi. Alevilerin ayrımcılığa ve gericiliğe karşı tarihsel mücadelesinin bugünkü hedefinin AKP olduğu dile getirildi.
Denizlerin Mahirlerin yoldaşlarıyla birlik olalım Miting AKP’nin operasyonlar ve yasalar yoluyla muhalefete karfl› gerçeklefltirdi¤i sald›r›lara karfl› birlik ça¤r›s›n›n öne ç›kt›¤› bir içeri¤e sahipti. Miting düzenleyicisi kurumlar›n baflkanlar› taraf›ndan yap›lan konuflmalarda da s›k s›k solla birlik mesajlar› verildi.
K›z›ldere’nin 40 y›ldönümünün hemen ard›ndan yap›lan mitingde K›z›ldere’de hayat›n› kaybedilen devrimciler kürsüden an›ld›. AABK Baflkan› Turgut Öker konuflmas›nda AKP’nin sald›r›lar›n›n h›z kazand›¤› ve gelecek dönemin toplumun tüm kesimleri için
daha zorlu geçece¤i tespitini dile getirdi. Öker, Alevilerin direnmekten baflka yolunun olmad›¤›n› ama bu direnifli de yaln›z de¤il Denizlerin, Mahirlerin yol arkadafllar›yla, toplumun ezilen tüm kesimleri ile birlikte vermesi gerekti¤ini söyledi. Öker konuflmas›nda
Alevilerin de KESK gibi, sosyalistler gibi hayat›n her alan›nda direnmesi gerekti¤ini belirtti ve “direnirsek gelece¤imiz var” dedi. AKD Baflkan Yard›mc›s› Engin Geçmez konuflmas›nda Alevilerin mazlumlar›n oldu¤u yolda, ad›na devrim deniyorsa devrim, sol deniliyorsa sol, halk
deniliyorsa halk yolunda oldu¤unu vurgulad›, “Aleviler için bu yolda ölmek var dönmek yok” dedi. Alevi kurum temsilcilerinin konuflmalar› AKP sald›rganl›¤›na karfl› soka¤a ç›kan toplumsal muhalefet bileflenlerinin birlik ihtiyac›n› ortaya koydu.
Q
Öğrenci Kolektifleri 21 Mart’ta İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Sivas Davası’nın zamanaşımına uğramasıyla ilgili Mazlum Çimen ve Sivas Davası avukatı Şenal Sarıhan’ın katılımıyla bir söyleşi gerçekleşti. Söyleşide katliamların AKP’yle sürdürüldüğüne dikkat çekildi.
Q
Alınteri okurları 29 Mart’ta İstanbul’daki Boğaziçi Köprüsü'nde “Kıdem tazminatının gasp edilmesine karşı” zincirli eylem yaptı. Kendilerini köprüye zincirleyen Alınteri gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve dört Alınteri okuru gözaltına alınarak Boğaz Köprüsü Karakolu’na götürüldü.
Q
Müteahhit Ali Ağaoğlu, 4 Nisan günü İstanbul Teknik Üniversitesi’ne geldi. Ağaoğlu’nun üniversiteye bağışladığı 500 bin dolarlık elektrikli araba ile yaptığı şovu Kolektifler bozdu. Ayazma halkının barınma hakkını gasp edip TMMOB örgütlülüğüne saldıran Ağaoğlu’nu Kolektifçiler protesto etti.
Q
İstanbul’daki Okan Üniversitesi’nde 30 Mart’ta bir etkinliğe katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar Gençlik Muhalefeti tarafından protesto edildi. Kentsel dönüşüm projelerinin yoksulları evlerinden ettiğini söyleyen Gençlik Muhalefeti üyesi öğrenciler bakana ayakkabı fırlattı. Öğrenciler, bakanın korumaları tarafından yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı.
Q
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Öğrenci Kolektifi, 31 Mart’ta 2. Bahar Şenliği'ni gerçekleştirdi. “Van'ı unutmuyoruz, bir oyuncak da sen getir” sloganıyla düzenlenen şenlik çocuklara adandı. Genel Maden İşçileri Sendikası Şemsi Denizer Salonu'nda 31 Mart’ta düzenlenen etkinlikte Bandista ve Bajar grupları sahne aldı.
Q
Haydarpaşa Garı'nın ulaşım hizmetindeki işlevini sürdürmesi ve halka açık bir mekan olarak kalması için başlatılan eylemlerin 9’uncusu 1 Nisan Pazar günü gerçekleştirildi. Eylemler her pazar saat 13.00–14.00 arasında Haydarpaşa tren garının merdivenlerinde sürüyor.
Kazananlar mutlaka mücadele edenlerdir +4+4 Yasası” çok büyük millet meclisinden geçti. Kimse merak etmesin Abdullah Gül de büyük bir “keyifle” onaylayacaktır. Bu yasa ile imam hatip okullarının orta kısımlarının açılması sağlandığı gibi, İslamcıların kız çocuklarına ilişkin beklentileri de karşılanmış oldu. Böylece toplumda hızla dini gericiliğin ve erkek egemen baskıcılığın örgütlenmesine yasal güvence oluşturuldu. Meslek eğitiminin yaş sınırının düşürülmesi ve açık öğrenim düzenlemeleri ile de patronlar için, toplumsal bilgi ve bilinci olmayan sadece bir mesleği uygulama yeteneği olan ya da hiçbir yeteneği olmayan ucuz işçi depoları sağlanmış olacak. Sadece bu kadar da değil: bozacının şahidi şıracı (sirkeci savcı). MHP’nin son dakika verdiği önerge ile ikinci kademede Kuranı Kerim ve peygamberin hayatı “seçmeli ders” olarak okutulacak. Bu “seçmeli dersi” almayanlara din hocalarının, okul müdürlerinin yapacağı baskının boyutlarını herkes tahmin edebilir. Ama ne diyor bu konuda Tayyip, “isteğe bağlı, ister gönderirsin, ister göndermezsin rahat ol, cebren yok”. Tayyip’in mantığı ile hareket edersek, “evrim teorisi dersi” ve “Kürtçe dersi” de seçmeli ders olsun, isteyen göndersin, istemeyen göndermesin. Tayyip rahat olur mu, acaba? Olmaz, o zaman çocuklar sorup sorgulamaya başlarlar, Kürt çocuklar da Kürt olmanın bilgisine, bilincine sahip olurlar. O zor koşullarda egemenler nasıl ülkeyi yönetebilir? AKP iktidarının, 4 yıl için oy almasına rağmen çok uzun yıllar etki-
“4
sini sürdürecek bu değişim atağı, toplumun önemli bir kesiminde, ilericilerde, demokratlarda, solcularda hatta liberallerde bile bir panik havası yaratmakta. Parası olan orta sınıfların genel eğilimi, AKP’nin yarattığı eğitim sisteminin dışına çıkmak. Yani sözde demokrat, aydınlanmacı özel okulları (şimdiden) aramak hatta mümkünse yurt dışı tercihleri düşünmek. Bu arayışlar bireysel hatta toplumsallıktan tamamen uzaklaşan bencil düşüncelerin ürünü. Unutulmamalıdır ki mücadele edenler her zaman kazanamasa da kazananlar sadece mücadele edenlerdir. AKP iktidarından muzdarip olan her veli artık çok daha cüretkar ve çok daha müdahaleci olmak zorundadır. Kendi çocuğuna, torununa verilen eğitimin içeriğine ve bu eğitimin verildiği ortama kayıtsız kalmak bir yana doğrudan müdahale etmelidir. Bir başka sorumluluk ve görev ilerici, demokrat eğitimcilere düşmektedir. Eğitimcilik sadece para kazanılan bir meslek değildir. Derdi sadece para kazanmak olanlar, gitsin bakkal dükkanı açsın, domates satsın. Eğitimcilik bir toplumsal misyon ve bilincin getirdiği cüret gerektirir. Artık ilerici öğretmenler ve o alanın örgütlerinin önünde yeni ödevler ve görevler var. Devrimci Öğretmenler ise bu karanlığa meydan okuyan en öndeki bayrak olacaklar. Uyanık AKP iktidarı bu yasa paketi ile eğitim alanıyla hiçbir ilgisi olmayan birkaç yasa daha çıkarıverdi. (Hatırlanacağı gibi bu taktiği birçok kere kullanmıştı, örneğin referandumda.) Övülmekten, pohpohlanmaktan çok hoşlanan Tayyip’in ve Abdullah’ın isimleri birer üniversiteye verildi,
böylece birer üniversite sahibi oldular ve hatta rüyalarında kendilerini birer bilim insanı olarak görme fırsatı bile bulabilirler. Hocaları Erbakan’a vefa borcu gösterisine girdiler ve bir de artık kendilerine hiçbir zararının dokunmayacağından emin oldukları Ecevit’e. Bununla yetinmedi Başbakan Tayyip, şimdiye kadar hiçbir yalan söylememiş (!) bir başbakan olarak “üniversite sınavını kaldıracaklarını ve dershaneleri kapatacaklarını” beyan etti. Koskoca başbakan yalan söyleyecek değil ya, oysa aynı başbakan daha birkaç yıl önce dershaneleri garabete benzetmiş ve çocuklarımızın sınav belasından ve dershanelerden kurtarılmasını istemişti. Biraz daha geriye gidelim ve Tayyip’i öncekilerle karşılaştıralım! Dönemin başbakanı Tansu Çiller de üniversite giriş sınavlarını kaldıracağını ve sınavsız üniversite döneminin başlayacağını müjdelemişti. Hatta 12 Eylül’ün paşaları da bir ara dershanelere takmış ve kaldıracaklarını ilan etmişlerdi. (Yalandan kim ölmüş, Kenan Evren 93 yaşında, Tayyip’in de yalandan ölmeyeceği kesin.) Asıl uyanıklık ve üçkağıt ise eğitimde devrim diye pazarlanmaya çalışılan “akıllı tablet”lerin, Talim Terbiye Kurulunun denetiminden çıkarılmış olmasında. Böylece bu uyanık/akıllı tabletlerin satın alımı Kamu İhale Yasası kapsamından çıkarılmış oldu. Yani 15 milyar dolar sadece AKP’nin daha doğrusu Tayyip’in tercihleri (!) doğrultusunda dağıtılacak. Daha da ilerisi her üç yılda bir değiştirilmesi gereken bu tabletler hem Tayyip için hem de
sözde teknoloji üreten patronlar için altın yumurtlayan tavuk. Tayyip boşuna mı her aileden daha doğrusu her erkekten üç çocuk istiyor: yolunacak kazlar, karın tokluğuna çalışacak karıncalar! Halk, AKP’nin ustalık döneminde özellikle 2014’teki seçimlere kadar tam anlamıyla yolunacak kaz muamelesi görecek. Elektriğe yüzde 9,26 (gerçekte yüzde 12,8), doğalgaza yüzde 18,72 zam geldi. Ortalama bir ailenin elektrik faturası 70 TL‘den 76 TL‘ye yükselecek. Enerji Bakanı Yıldız açıklıyor, “yurt dışındaki ham petrol fiyatlarının, döviz fiyatlarının yükselmesi sonucunda maliyetlerimizin arttığını” vs. vs. anlatıyor. “Adam olana” sormazlar mı, yurtdışındaki petrol fiyatları düştüğünde niye indirim yapmıyorsun ya da madem bütün yaptığın fiyatları yansıtmak, senin bakan olmanın esbabımucibesi nedir? Bir de şu kayıp-kaçak oranı mevzusu var, hani her faturaya yaklaşık yüzde 10 oranında eklenerek gasp edilen para. Bu konuda varolan yaygın ancak yanlış algıyı belirtmek gerek, çünkü kayıp oranı farklı kaçak oranı farklı durumları anlatıyor. Kayıp, bir elektrik iletim hattı boyunca bulunan trafo ve iletim hatlarındaki kabloların iç dirençleri neticesinde oluşan kayıplara denir. Yani elektriği üretenlerin ve dağıtanların çözmesi gereken bir problemdir. Teknolojik olarak "sıfır" olamaz. İdeal dünya değerleri yüzde 4-7 civarlarıdır, bizde ise yüzde 10’un üzerinde. Üretici ve dağıtıcılar bu sorunu çözse, “kayıp oranı”nda çok ciddi bir düşüş sağlanır. Ancak bu kayıp oranını tüketicilerden aldıkları
için böyle bir yatırımı, yapsalar da bunu açıklamazlar (Bakanlık “kayıp oranı”nı 2010’dan beri açıklamıyor) çünkü kullanıcılardan aldıkları oran azalır. Kaçak ise bir elektrik iletim hattından sayaç kullanmadan alınan elektriğe denir. Kısaca "çalıntı" elektrik de diyebiliriz. “Kaçak oranı”nın tüm kullanıcılardan tahsil eden devlet mantığı ise eve giren hırsızın çaldığı parayı komşusuna ödetmeye çalışan polise benzer. Böylece hırsızı yakalamak polisin değil, komşunun görevi haline gelir. (Ayrıca böyle bir düzende yoksulların kaçak elektrik kullanmasının meşruluğu da ayrı bir tartışma konusu!) Petrolde de başka bir cinlik göze çarpıyor. Geçen yıl dünya ham petrol fiyatları 124 dolar iken, motorinin fiyatı 2,98 iken bugün ham petrol fiyatları 100 doların altına düşmesine rağmen, motorin fiyatı 4 TL oldu. Dünyanın en pahalı benzinini tüketen ülkeyiz. Neden? Çünkü devletin benzinden aldığı vergi yüzde 70 civarında. AKP’nin parlamento içinde sağladığı çoğunluğa dayanarak sözde meşruluğunu oluşturmaya çalıştığı yeni dönem uygulamaları; yoksulların, ezilenlerin, demokratların nefes alma kanallarını tıkamış durumda. O yüzdendir ki artık sokaklar daha tepkili, daha kalabalık ve daha öfkeli. 4+4+4’e karşı tepkilerin tüm ülkede karşılığının bu düzeylere çıkmasının nedeni, çocuklarının geleceğinin karartılmasını engellemenin başka yolunun kalmadığının bilince çıkmasıdır. CHP’nin bile grup toplantısını sokakta yapması, parlamenter muhalefetin bir sınıra geldiğinin kanıtıdır. Alevilerin 31
Mart’ta İstanbul’daki öfkeleri adaletin artık ancak sokakta aranması tercihidir. 1 Mayıs 2011’de ve yaklaşık bir yıl önce Hopa'da söylenen “tek yol sokak, tek yol devrim” şiarı bir tercihten çok toplumsal direniş için bir zorunluluk haline gelmiştir. Artık her zamankinden daha fazla görülüyor ki, parasız eğitim hakkı için, parasız sağlık hakkı için, parasız enerji, parasız ulaşım, parasız iletişim hakkı için mücadele etmekten başka bir yol yok, kaçaçak/sapacak başka bir sokak yok. Parasız internet hizmeti (1 megabit) verilen Finlandiya’ya, parasız ulaşım hizmeti verilen Çek Cumhuriyeti’ne, şehir içi ulaşımın parasız olduğu Estonya’ya, dünyadaki en ucuz benzinin bulunduğu Venezüella, İran ve Suudi Arabistan’a, sağlık hizmetlerinin parasız olduğu Küba’ya gitmeyecekseniz, haklarınız için bu ülkede mücadele etmek zorundasınız. Bu nesnel zorunluluk koşullarında toplumsal muhalefet 1 Mayıs’a ilerliyor. Bu günden belli olan şey, o gün, toplumsal öfkenin büyük bir kitle gösterisine dönüşeceğidir. Toplumsal muhalefetin öncülerinin buna hazır olup olmadığı, bu öfkeyi AKP iktidarını zorlayan, onun halk düşmanı politikalarını engelleyen bir siyasal mücadeleye dönüştürme yeteneğine sahip olup olmadıklarına ilişkin kaygılar mücadele sürecinde giderilecektir. Yaşam alanları her gün çok boyutlu saldırıya maruz kalan emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların “tek yol sokak” tercihi kendisine mutlaka bir yol açacaktır. Sürekli hatırda tutulması gereken ise …. kazananlar mutlaka mücadele edenlerdir.
4
GÜNDEM 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Türkiye nere, Fransa nere? ki iş üst üste geldi. Bir arkadaşım, kendisine danışanlara “O tarihlerden aramızda bir Ferda var” dediği için, perşembe akşamı 1848 devrimleri üzerine bir söyleşiye katılacağım. Bu sıralarda arkadaşımın yüzünü kara etmemek, “anılarımı” tazelemek için harıl harıl Fransız Devrimi okuyorum. Gazete için son saatlere girdiğimi az önce fark ettim. Mecburum “bir koyundan iki post çıkaracağım.” Bu sayının konusunu 1848 devrimlerinden bulmam gerekiyor. Ama “Fransa nere, Türkiye nere; 1848 hangi çağ 2012 hangi çağ?”… Nasıl yapmalı da Fransa’yı Türkiye’ye, 1848’i 2012’ye bağlamalı? Mesela “Yurttaş Kral” Louis Philippe’in bankerlere para kazandırmak için muazzam bir yatırım seferberliğine girişmesini; bu seferberliği finanse etmek için sürekli hazine borçlanmasına gitmesini; bütçe açığını iki kat artırmasını mı benzetmeli? Bankerleri çıkaracağım derken tarımı batırmasını; Avrupa’nın “buğday ambarı”nı Rus buğdayına mahkum etmesini Ferda mi benzetmeli? Her taraftan hoşnutsuzluk patlak verince de Koç “Özel Yetkili Mahkemeler”e ferdakoc@ sarılmasından mı söz etmeli? hotmail.com Yoksa “Ala Franga” Sanayi Devrimi’nin asıl yakıtının tarımın ve küçük sanayinin yıkılmasıyla kentleri dolduran yoksul yığınlar olmasına mı bakmalı? Erkek işçinin yarısı kadar ücret alan kadın işçilerin, toplam işçi sayısının dörtte biri olmasıyla, buhar makinesi kullanan dokuma fabrikaları arasındaki ilişkinin bizde bir karşılığı var mı? 0.2 Frank’a günde 15 saat çalışan çocukların, çalışan nufusun %15’ini oluşturduğu gerçeği bize bugün için bir şey anlatır mı acaba? Peki “çocuk işçi çalıştırmaya ilişkin kısıtlama getiren yasalar”ın çıkar çıkmaz işe yaramaz hale gelmesi? Sosyalizmi gözden düşürmek için burjuvaların çevirdiği dümenlere ne demeli? Mesela yıllarını “Çalışmanın Organizasyonu”na vermiş Louis Blanc’ın “işçileri temsilen” hükümete alıp, “Ulusal Atelyeler”den “sorumlu” olarak Luxembourg Sarayı’na kapatılmasını mı söylemeli; “Çalışma Hakkı” vaadinin bir karşılığı olarak gündeme getirilen Ulusal Atelyeler’i bir tür “geçici işsizlik sigortası” olarak değerlendirip, bir süre sonra da “aylak yatağı” diye nitelendirmelerine mi dokunmalı? Özgür emekçilerin birlikteliği olarak hayal edilmiş olan bu işletmelerin, hükümetçe görevlendirilen “baş mühendis” tarafından “askeri disiplin” altına alınarak işçilere yabancılaştırılmasının özel olarak planlanmış bir suikast oluşuna mı? Bir emekçi hükümeti kurmak için giriştiği ayaklanmalar nedeniyle yıllarca hapishanelerde yatan Blanqui’in “Loui Philippe’in ajanı”, İşçi Albert’in “gayrı menkul zengini”, Ledru-Rollin’in bir “sefih” olduğu dedikodularının “düğmeye basıldığı an” Paris’in her yerinde konuşulmaya başlanmasının bizim memleketimizde bir örneği var mıdır acaba? İşçilere ve yoksullara ayaklanmadan başka bir yol bırakmayıp, kuşatabileceği, imha edebileceği bir alanda barikatlar inşa etmelerini hiç ses çıkarmadan izleyip, barikatlarda toplandıkları anda 50 bin askerle kuşatıp top ateşi altında binlercesini öldürme caniliği “bizim” hükümetlerimizde de görülür mü? Toplanma yasağını, grev yasağını binlerce kişinin katıldığı “arifane” ziyafetlerle, ziyafet alaylarıyla “delme” yaratıcılığını “sıkıştığı” zaman Türkiye’nin ezilenleri de yakalasa acaba Pierre Leroux gibi burun kıvıran soyut “devrimci”lerimizin hükmü ne kadar olur? Ya da tiranlığa karşı öfkesi nedeniyle sadece politik suikastlerde kullanılmak üzere “Cehennem Silahı” denilen özel silahlar üreten teknisyenler göze sadece Fransa’da mı hoş görünür? İnsanca çalışmak için örgütlenip “sözleşme” yaptıktan sonra, patronlar tarafından aldatılınca “Ya çalışarak özgür yaşamak ya ölüm” diyerek barikata çıkan Lyon işçilerinin “taşıran damlası”, Türkiye işçi sınıfının sabır küpüne düşer mi, düşerse ne zaman düşer?
İ
Hopa davaları sürüyor H
opa’da yaşanan ve Metin Lokumcu’nun hayatına mal olan polis saldırısını Ankara’da protesto ederken gözaltına alınan 48 kişi hakkında “polise mukavemet” ettikleri gerekçesiyle açılan dava 13 Mart günü görülmeye başlandı. Mahkemede, yargılanan 48 kişi hakkında hiçbir delil sunulmadı. Duruşmada savunmalarını yapan 48 kişi, uğradıkları işkenceleri ve cinsel tacizleri mahkeme heyetine anlattı. Dava 22 Haziran’a ertelendi. Hatay’da da Metin Lokumcu’nun katledilmesini protesto eden 24 kişiye açılan davanın ilk duruşması 4 Nisan’da görüldü.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
‘AKP FAfi‹ZM‹ ‹LE MÜCADELE, MÜZAKEREC‹ ‹LE MÜZAKERE’
Çözüm değil baskı hamlesi Hükümetin Kürt sorununda “yeni bir strateji” geliştirdiğine dair açıklamalarının altından Kürt hareketine dönük bilindik tasfiye planının yeni bir fasılası çıktı. Müzakere söylemi BDP’ye baskı öngörüyor ması da AKP’nin BDP’yi kendi işine gelecek bir biçimde müzakere masasına eli kolu bağlanmış bir biçimde oturtmak istediğini gösteriyor.
N
ewroz’un hemen ardından 22 Mart’ta Milliyet’te Fikret Bila, Taraf’ta Lale Kemal, HaberTürk’te Muharrem Sarıkaya imzasıyla yayımlanan haberlerde hükümetin yeni bir Kürt sorunu planı hazırladığı ilan edildi. Bu isimlerin üçü de çalıştıkları gazetelerin Ankara temsilcisi. Üçü de “aldıkları” bilgilere dayanarak aynı gün hükümetin çözüm yeri olarak parlamento dışında hiçbir zemin kabul etmeme kararında olduğunu, parlamentodaki muhatabının da İmralı ve Kandil’den bağımsız bir konum alması durumunda müzakereye oturacağı bilgisini öne çıkardı. Bu haberler ertesi gün Güney Kore seyahati öncesi başbakan tarafından yapılan şu açıklama ile doğrulandı: “'Terör örgütüyle bizler siyasi olarak konuşmayız. Fakat parlamento çatısı altında olan uzantıları ile arkadaşlarımın görüşmesi oldu. Bundan sonra da olacak. Ama onlar da dürüst davranmazsa görüşecek değiliz. …İmralı'nın, Kandil'in ağzıyla konuşuyorlarsa gün gelir onlarla da konuşamaz hale geliriz.” Erdoğan’ın açıklaması Kürt sorununda hükümetin yeni bir strateji benimsediği şeklinde yansıtıldı. İktidarın müzakereye niyetlendiği ama bu sefer müzakereyi KCK ve İmarlı’yla değil Kürt hareketinin ‘sivil’ örgütleriyle yürütmeye niyetlendiği öne sürüldü.
YEN‹ STRATEJ‹ DERKEN B‹LE OPERASYON SÜRDÜ Başbakanın açıklamalarının hemen ertesi günü Özgür
Kürt halk› eylemlerini sürdürüyor. Binlerce kifli valilik yasaklamalar›na, polis engeline ra¤men Öcalan’›n do¤um günü 4 Nisan’da do¤du¤u yere, Urfa Ömerli’ye do¤ru yola ç›kt›. Geçmiflte bu yürüyüfllerde iki kifli öldürülmüfltü Gündem’e bir aylık kapatma kararı verilmesi, aynı hafta askeri operasyonlarla 15 kadın PKK’linin öldürülmesi, 2 Nisan’da KCK 2. dava iddianamesinin kabul edilmesi ve 3 Nisan’da İstanbul’da Newroz bahanesiyle 40 noktada ev baskınlarının yapılması “yeni strateji” açıklayan AKP’nin bugüne kadar sürdürdüğü baskı ve tasfiye politikasının sürdüğünü gösteriyor. Başbakan Erdoğan’ın “yeni strateji” adı altında “İmralı ve Kandil’le bağını koparsın” şartı BDP’ye, müzakere için, kendi tabanıyla, siyasi ve politik gövdesiyle bağlarını kopartma şartı koşması anlamına
geliyor. AKP’nin “açılım” adı altında en başından beri Kürt halkı ile Kürt hareketini ayrıştırma siyaseti göz önüne alındığında BDP’yi tabanından ayırma / kopartma isteği AKP’nin genel Kürt sorunu stratejisi ile de örtüşüyor.
MASADA HALKIN ‹RADES‹ OLMASIN D‹YORLAR BDP yüzde on barajını bağımsız adaylık gibi zor bir yöntemle aşarak 3 milyona yakın Kürt seçmenin oyu ile Meclis’e giren bir parti. BDP’nin müzakere masasına gelebilmesi için Kürt hareketinin diğer unsurları ile arasına mesafe
koymasını şart koşmak hareketin siyasi temsilcilerini baskı altına alarak temsil ettikleri halkın iradesini ortadan kaldırmak anlamına geliyor. Gücünü, politik söylemini ve duruşunu Kürt halkından alan bir BDP’nin bu bağları kopartarak onları temsil edemez hale gelmesi, müzakere sürecine bir katkı sunmamasıyla eşanlamlı. AKP’nin siyasi iradesiyle BDP üye, yönetici ve milletvekillerine dönük yürütülen KCK operasyonlarıyla BDP’nin işlemez hale getirilmesi, 2009’dan beri 6500 Kürt siyasetçinin gözaltına alıp tutuklan-
ANAYASA TALEPLER‹ YOK AMA MÜZAKERE VAR! Öte yandan Başbakanın “siyasetle müzakere” söyleminin de BDP’lilere siyaset yaptırmadan çok kendi taleplerine dayatma şeklinde olacağı da yine başbakanın konuşmalarından anlaşılıyor. BDP ile müzakere seçeneğini masaya koyan Erdoğan, BDP’lilerin Anayasa değişikliğine ilişkin taleplerini yok sayıyor. Erdoğan yakın zamanda anayasa değişikliğine ilişkin yaptığı açıklamada Kürtleri kapsayan vatandaşlık tanımı ve özerklikle ilgili maddelerin yer almadığını açıkladı. Bu açıklama BDP’nin anayasaya dair en temel taleplerinin bile kabul etmediği bir müzakere masasına çağırıldığına işaret ediyor. BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak 3 Nisan’da gerçekleşen BDP Meclis grup toplantısında “yeni strateji” açıklamalarını değerlendirerek iktidarın öne sürdüğü şartları eleştirdi. Kışanak, “BDP konuşarak çözmenin koşullarını yaratmaya hazırdır. “AKP faşizmi ile mücadele, müzakereci ile müzakere yapacağız” dediği konuşmasında “yeni strateji”yi şu sözlerle değerlendirdi: ''Olmazları sıralayan, demokratik talepleri reddeden bir yaklaşıma, plana kim çözüm stratejisi diyebilir? Olsa olsa bu çözümsüzlük stratejisinin allanıp pullanıp yeniden kamuoyunun önüne sunulmasıdır.”
‘Adalet istiyoruz çünkü tuz koktu’
Adalet talebi artık daha güçlü D
GM’lerin yeni biçimi olan Özel Yetkili Mahkemeler’in kapatılması, toplumla mücadele yasası haline gelen Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması ve politik tutsaklara özgürlük talebiyle 24 Mart’ta İstanbul, Adana ve Artvin’de eylemler yapıldı. Çok sayıda sendika, meslek örgütü, demokratik kitle örgütü ve siyasi parti Milyonlar Adalet İstiyor İnisiyatifi’ni oluşturdu.
‹STANBUL’DA FORUM İstanbul’da Beşiktaş Barbaros Meydanı’nda yapılan “Adalet İstiyoruz Forumu” ile Milyonlar Adalet İstiyor İnisiyatifi’nin kuruldu. İnisiyatif, taleplerin yaygınlaştırılacağı bir imza kampanyası için de düğmeye bastı. Forumda, inisiyatifin dört talebinin sıralandığı ortak metne ilk imzaların atılmasının ardından adalet mücadelesi
veren kesimler adına konuşmalar yapıldı. Bilim insanlarını temsilen Onurumuzu Savunuyoruz İnisiyatifi’nden Aslı Odman, yakınlarını faili meçhullerde kaybeden ailelerin kurduğu Toplumsal Bellek Platformu adına Zeynep Altıok ve oğlu Hasan Ocak gözaltında katledilen Zeynep Ocak, HDK sözcüsü Sabahat Tuncel, Savunmaya Özgürlük Platformu’ndan Av.Züleyha Gülüm eylemlere katılarak, gerçek bir adalete duyulan ihtiyacın altını çizdi. Forumda basın emekçileri adına Tutuklu Gazeteciler Platformu’ndan Necati Abay tutuklu gazetecilere, Öğrenci Kolektifleri’nden Mesut Can da tutuklu öğrencilere vurgu yapan konuşmalar gerçekleştirdi. Taşerona karşı direndiği için 27 yılla yargılanan Balcalı işçileri adına Dev Sağlık İş MYK üyesi Mustafa Hotlar da forumda söz aldı.
ADANA VE ARTV‹N’DE EYLEM Artvin’de Bibak Kavşağı’nda gerçekleşen Milyonlar Adalet İstiyor Forumu Halkevleri, KESK Artvin Şubeleri, Yeşil Artvin Derneği, 78’liler Derneği, Liseli Genç Umut ve Öğrenci Kolektifleri’nin katılımıyla gerçekleşti. Açıklamada derelerine sahip çıktıkları ve Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto ettikleri için onlarca kişinin tutuklandığı anımsatıldı. Artvinlilerin Uludere’de 35 kişinin katledilmesine karşın ölenlerin akrabalarının tutuklanmasına tepki göstermesi de bir arada mücadelenin önemini ortaya koydu. Adana’da İnönü Parkı’nda İnisiyatif adına açıklamayı yapan KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Kamuran Karaca AKP’nin özgürlükleri ve demokratik hakları unufak eden çarklarını durdurmak için bir araya geldiklerini belirtti.
Demokrasi, haklar ve özgürlükler mücadelesi veren kurumlar›n yan yana gelmesiyle oluflan Milyonlar Adalet ‹stiyor ‹nsiyatifi’nin amaçlar›n› ‹nisiyatif bileflenlerinden Halkeveleri Genel Sekreteri Oya Ersoy gazetimiz için de¤erlendirdi: “Milyonlar adalet istiyor çünkü ‘tuz koktu’ Adaletsizlik diz boyu. Demokrasi vaatleriyle iktidara gelen AKP iktidar›, ‘askeri vesayet sistemi’ ile hesaplaflma ad› alt›nda ele geçirdi¤i 12 Eylül faflizminin kurumlar›n› halk› sindirme, bast›rma, terör estirerek y›ld›rma arac› olarak kullan›yor. HES’lere karfl› mücadele edenler, gazeteciler, Kürt siyasetçiler, avukatlar, ö¤renciler, hakk›n› arayan herkes dava ve tutuklama terörüne maruz kal›yor. AKP’nin tüm sald›r›lar›n›n karfl›s›nda adalet ve demokrasinin yönetenlerin de¤il, yönetilenlerin ihtiyac›d›r. Güvenceli çal›flmay›, insanca yaflamay›, kentlerini, meydanlar›n›, sular›n›, ormanlar›n›, do¤alar›n›, evlerini, parklar›n›, ulafl›m hakk›n›, sa¤l›k haklar›n› ve e¤itim hakklar›n› isteyenlerin ihtiyac›d›r. AKP iktidar›n›n görmezden gelmeye çal›flt›¤› bir fley var. Bu ülke halklar›n›n demokrasi mücadelesi gelene¤i köklüdür. Bizler, halk›n adaletsizli¤e karfl› isyan duygusunu, adalet, demokrasi, eflitlik ve özgürlük taleplerini soka¤a tafl›yaca¤›z.”
Daha fazla sınav, daha fazla eşitsizlik T
ayyip Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak üzere Güney Kore’ye giderken verdiği “Üniversite sınavını kaldırıyoruz” “müjdesi”nin altından sınav sayısının arttırılması çıktı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Erdoğan’ın müjdesinden bir hafta sonra yaptığı açıklamada ‘Sınavlar kaldırılacak’ demek, ifade olarak yanlış sonuç doğurabilir” dedi ve üzerinde çalışma yaptıkları düzenlemelerle YGS yerine yılda birkaç kez sınav yapılabileceğini hedeflediklerini dile getirdi. 17 yaşındaki Damla Orhan’ın sınav stresine dayanamayarak YGS’ye gitmeye
hazırlanırken can vermesinin alevlendirdiği tartışmalara değinen Ömer Dinçer, “Tek sınavın toplumda gerçekten büyük bir basınç ve gerilim yarattığı kanaatini taşıyoruz” dedi ve yılda en az üç ya da dört kez sınav yapılması halinde bu gerginliğin ortadan kalkabileceğini iddia etti. “Sınavları kaldırıyoruz” derken bir sınavın üçe dörde çıkması, Erdoğan’ın bir diğer iddiası olan “dershaneler kapatacağız” iddiasının nerelere varacağına dair soru işaretleri doğurdu. Nitekim Tayyip Erdoğan daha önceden de bu tarz beyanlarda bulunmuş ancak AKP iktidarı döneminde dersane
sayısı iki katın üzerinde artarak 4 bini geçmişti. AKP döneminde yaşanan sınav enflasyonu ve devlet okullarının içler acısı hali bu piyasaya can vermiş ve yıllık cirosu 10 milyar dolara erişmişti. Erdoğan, konuşmasında özel dersanelerin kapatılarak özel okula dönüştürüleceğini ve Ahmet Necdet Sezer döneminde veto edilen özel okullardan hizmet alınması uygulamasının da başlatılacağını söyledi. Böylece dersaneler kapansa dahi eşitsizlik sorununun çözülmeyeceği aksine derinleşeceği açığa çıktı. Zira özel dersaneler özel okullara göre eşitsizliği telafi etmenin
“daha ucuz” bir yolu olarak öne çıkıyordu. “Fakir ama başarılı” az sayıda öğrencinin özel okul parasının devlet tarafından ödendiği sistemde, başarılı bulunmayan emekçi çocukları kaynaklar özel okullara gittiği için iyiden iyiye gözden çıkarılacak. Devlet okullarına ve özellikle de meslek liselerine yönlendirilecek. Dersaneye gitmeden başarılı olmanın imkansız hale getirildiği sistemden, özel okula gitmeden başarılı olmanın imkansız hale getirildiği sisteme geçiş, eşitsizlikleri daha da derinleştirecek. Bu arada AKP ile arasını iyi tutan eğitim kurumu sahipleri kazanırken, diğerleri elenmiş olacak.
5
DÜNYA 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
7
iklim 5 kıta
Arap Birli¤i Ba¤dat’ta
A
Suriye’nin ‘dostları’ İstanbul’da
rap dışişleri bakanları, 20 yıl aradan sonra ilk kez Arap Birliği zirvesi için Irak'ın başkenti Bağdat'ta bir araya geldi. Zirvenin açılışı Libya Dışişleri Bakanı yaptı, daha sonra birliğin başkanlığını Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'ye devretti. Arap ülkelerinin liderleri toplantıda Suriye konusunu ele aldı. Zirvede Annan Planı üzerinde tartışmalar yapıldığı öğrenildi. Arap Birliği ülkeleri 1990'da Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etmesinden bu yana ilk kez Bağdat'ta bir araya gelebildi.
‘Suriye’nin ‘dostları’ emperyalist ‘çözüm’ için bu kez İstanbul’daydı. Toplantıdan müdahale kararı çıkartmaya çalışan aktif taşeron AKP, ABD ve AB’den şimdilik beklediği yanıtı alamadı GÖKSU CIKIT
S
uriye’nin “dostları” ikinci toplantısını 1 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirdi. Emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından düzenlenen toplantıya toplam 82 ülke katıldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Suriye’ye müdahaleye karşı çıkan Rusya ve Çin toplantı davetini reddederken, AKP hükümetinin “kardeşiz” dediği İran toplantıya çağırılmadı. Toplantıda konuşma yapan Tayyip Erdoğan “Şam işbirliği yapmazsa BM’nin müdahalesi kaçınılmaz olur” diyerek Suriye’ye emperyalist müdahale çağrısı yaptı. “Suriye halkı kaderini kendi belirleyecektir” diyen Erdoğan, emperyalist devletleri Esad muhaliflerine destek vermeye çağırdı ve Suriye’de Esad’a karşı birlik kurma çağrısı yaptı.
Açılış konuşmasını yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Suriye halkının bugün bizden duymak istediği, dostlarının kendilerini yalnız bırakmayacağı, bu ülkede yaşanan insanlık dramına daha fazla seyirci kalınmasının kabul edilemez olduğu mesajıdır” diyerek tıpkı Erdoğan gibi Suriye’ye emperyalist müdahale çağrısını destekledi. İstanbul’da yapılan toplantıda Suriye’ye müdahale konusunda en istekli görünen AKP hükümeti olsa da toplantıdan istediği sonucu çıkaramadı. ABD’nin yaklaşan başkanlık seçimleri öncesi riske girmek istememesi, Avrupa’nın tarihindeki en büyük krizlerden birinin ortasında olması nedeniyle müdahaleye yanaşmaması AKP’nin istediğini elde edememesine neden oldu. Toplantıda Suriye’ye karşı bir müdahale kararı çıkmadı ancak içerideki “muhalif” grupların
Avrupa işsiz Avrupa isyanda Avrupa’da hükümetlerin ekonomik krizden ç›k›fl› neoliberal sald›r›lar› yo¤unlaflt›rmakta aramas›, iflsizli¤in ve yoksullu¤un artmas›na yol aç›yor. Halk›n haklar›na yönelik sald›r› yasalar›n›n yaratt›¤› ma¤duriyet, genifl kitlelerin ortak mücadele zeminlerinde yan yana gelmesini sa¤l›yor. K›tay› saran ekonomik krizin boyutlar›n›n son göstergesi Avrupa Komisyonu’nun istatistik birimi EuroStat’›n aç›klad›¤› flubat ay› iflsizlik verileri oldu. Kuruma göre Avro Bölgesi’nde iflsizlik oran› yüzde 10.8’e ulaflarak rekor k›rd›. ‹spanya’da yüzde 23.6, Yunanistan’da yüzde 21, Portekiz’de yüzde 15 olan iflsizlik oran› genç nüfusta daha da can yak›c› oranlara ulaflm›fl durumda. 15-24 yafllar› aras›ndaki iflsizlik oran› ‹spanya ve Yunanistan’da yüzde 50 s›n›r›n› aflt›. ‹flsizlik ve yoksullu¤un artmas›na ra¤men hükümetler, neoliberal sald›r› paketlerinden vazgeçmiyor. AB ve IMF taraf›ndan dayat›lan politikalar› harfiyen uygulayaca¤›n› aç›klayan Portekiz hükümeti, ülke genelinde sosyal poli-
tikalar›n uygulanmas›na arac›l›k eden 1500 mahalli idareyi kald›rd›. ‹spanya’da ise yönetime henüz birkaç hafta önce gelen Baflbakan Mariano Rajoy da rotas›n› sermayeye göre belirledi. Sermaye temsilcileriyle yap›lan görüflmenin ard›ndan hükümet, “tasarruf sa¤lamak” gerekçesiyle toplu iflten ç›karmalar›n önünü açan, tazminat haklar›n› k›rpan, ülke tarihinde iflçi haklar›na yönelik en büyük sald›r› paketini mecliste onaylatt›. Fransa’da da yaklaflan baflkanl›k seçimlerini f›rsat bilen patronlar örgütü MEDEF, güvencesizli¤i derinlefltiren yeni bir ifl yasas›n› hükümete dayatt›. Teklif, 13 Nisan’da Fransa Meclisi’nde oylanacak. ‹spanya’daysa emekçiler, 29 Mart günü ülke tarihinin 6’›nc› genel grevine imza att›. Kat›l›m›n yüzde 67 düzeyinde oldu¤u grevde özellikle ulafl›m hizmetinde büyük baflar› elde edildi. ‹flçi sendikalar›, iflçi-patron iliflkilerindeki eflitsizli¤in artmas› durumunda grevlerin sürece¤ini aç›klad›. 200 bin Portekizli emekçi ise 2 Nisan günü Lizbon sokaklar›n› doldurdu ve haklar›n›n gasp edilmesine izin vermeyeceklerini aç›klad›.
desteklenmesi yönünde adımlar atılmaya devam etti. Dışarıdan bir müdahaleyi göze alamayan emperyalist devletler, içerideki “muhalif dostlar”ını destekleyerek Esad yönetimine karşı mücadeleyi içerden yürütmeye devam edecekler. İstanbul’da yapılan toplantıda bu konu karara bağlandı ve daha önce “gizlice” yapılan yardım, alınan kararla açıktan yapılır hale getirildi. Buna göre Özgür Suriye Ordusu mensuplarına düzenli maaş ödenecek. Ayrıca Suriye ordusundan kaçıp saf değiştiren askerlere de maaş bağlanacağı duyuruldu. İşbirlikçilere yapılacak yardımların finansmanı ABD’nin sadık müttefikleri olan Körfez ülkeleri tarafından sağlanacak. İstanbul’da yapılan toplantıdan birkaç gün önce Seul’de yapılan nükleer güvenlik toplantısında da Katar tarafından Suriyeli muhalif-
lere silah yardımı yapılması önerisi getirilmiş ancak öneri “kabul edilmemişti.” Suriyeli işbirlikçi isyancılara silah ve lojistik destek yardımı yapıldığı daha önce birçok kez ispatlanmıştı. Türkiye’den Suriye’ye özel eğitimli silahlı birliklerin sokulduğu sınırda yaşanan çatışmalar ve Suriye’nin 49 MİT’çiyi gözaltına almasıyla açığa çıkmıştı. Sınırdan silah ve asker geçişi sağlayan ülkelerin başında yer alan Türkiye, Seul’deki silah yardımı önerisini veto ederek “ölümcül olmayan yardım” yapılması gerektiğini savunmuştu. Seul’de yaşanan bu tutarsızlık bile tek başına Suriye konusundaki yaklaşımların samimiyetsizliğini ortaya koymak için yeterli. Toplantıdan bir müdahale kararı çıkmadı ancak sonuç bildirgesinde yer alan bazı maddelerle ileriye dönük bir müdahalenin yolu yapılmaya başlandı. Bildirgede
yer alan ve Suriye halkına tehdit oluşturan bazı maddeler şöyle: -Suriye'nin geleceği bizzat Suriye halkı tarafından kararlaştırılmalı, Suriye halkının meşru ve haklı talepleri karşılanıncaya kadar onlarla birlikte olunacak. -Suriye'nin bağımsızlığı, egemenliği, siyasi birliği ve toprak bütünlüğü korunmalı. -Rejim, halkını her açıdan kaybetmiştir. Suriye rejiminin uyguladığı acımasızlığın BM'nin Bağımsız Komisyonu'nun belirttiği gibi insanlığa karşı işlenen suçlar olarak kabul edilebilir. Bu maddelerle AKP’nin önemle üstünde durduğu, Suriye’de fiili bir Kürt yönetiminin kurulmasına karşı önlem alınırken, Suriye’de emperyalist çıkarlar doğrultusunda bir rejim kurulana kadar ablukanın devam edeceği de anlaşılmış oldu. “Suriye’nin dostları” bir sonraki toplantıyı Fransa’da yapacak.
Komflu’da erken seçim
Y
unanistan hükümet sözcüsü Pantelis Kapsis, erken seçim tarihinin henüz kesin olarak belirlenmemesine karşın, en geç 11 Nisan'a kadar meclisin feshedilerek erken seçim tarihinin açıklanacağını söyledi. Yunanistan'da daha önce yapılan açıklamalarda, erken seçimlerin tarihi konusunda Yunan siyasi parti liderleriyle Avrupalılar arasında anlaşma sağlandığı, seçimlerin 29 Nisan ya da 6 Mayıs'ta yapılacağı belirtilmişti. Üç siyasi partinin desteğiyle işbaşına gelen Lukas Papadimos başkanlığındaki geçici hükümet, 130 milyar Euro'luk yeni kredi anlaşmasına karşılık yaptığı bütçe kesintileriyle işçi ve emekçilerin tepkisini çekmişti.
Endonezya’da isyan kazandı E
ndonezya’da hükümetin benzine yüzde 33 zam yapacağını açıklaması halkı sokağa döktü. Zam karşıtı eylemlerin, teklifin meclise gelmesinden haftalar öncesinde programlanması ve yerellerden örgütlenerek büyütülmesi, zammın geri çekilmesini sağladı. Endonezya hükümetinin, dünya genelinde petrol fiyatlarının yükselmesini ve fiyat endeksinin bütçeyi alt üst ettiğini gerekçe göstererek benzine zam yapacağını açıklaması, yoksul halkın büyük tepkisine neden oldu. Zammı asla kabul etmeyeceklerini söyleyen yoksullar, zamma karşı örnek bir mücadele programına imza attı. Teklifin meclise gelmesinden haftalar önce eylemlerine başlayan halk, öğrenci örgütlerinin öncülüğünde ilk direniş mevzilerini yerellerde kurdu. Pek çok kentin mahallelerinde “zam karşıtı komiteler” kuruldu. Benzin istasyonlarının önünde 24 saatlik oturma
eylemleri düzenleyen komiteler, yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüşleri örgütledi. Teklifin meclise geldiği gün ise Java Adası’ndaki başkent Cakarta, ülke tarihinin en kitlesel eylemlerinden birine sahne oldu. “ASILLAR”, VEK‹LLER‹ YOK SAYDI Meclis önüne yürüyen yüz binlerce kişi, hükümeti protesto etti.
Hükümet, eylemin etkisini kırabilmek ve tepkileri azaltabilmek uğruna teklifin görüşülmesini bir gün erteledi. Ancak bu hamle, öfkeyi daha da artırdı. Meclise girerek “doğrudan oy kullanmak” istediklerini söyleyen Endonezyalılara polis saldırdı. Biber gazları ve plastik mermilerle yapılan saldırıya karşılık veren halk, barikatları aşarak meclis binasına dayandı.
Polis saldırısı sonucunda iki kişinin hayatını kaybettiğinin açıklanması da öfkenin daha fazla bilenmesine vesile oldu. Kitleselleşmiş ve militanlaşmış zam karşıtı tepkinin, meclis kapısına kadar dayanması karşısında çaresiz kalan hükümet, teklifi meclise getirmeden zammı geri çektiğini açıkladı. Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono, geri adımlarını ilginç bir açıklama ile süsledi. Yudhoyono, zammı yoksul halkı düşünerek yaptıklarını, ancak zamdan zenginlerin etkilendiğini öne sürdü. Komitelerin temsilcileri ise kazanımlarının ardından yaptıkları açıklamada, benzine yapılacak bu zammın yeni zamları beraberinde getireceği, bu nedenle yürürlüğe girmesine asla izin veremeyeceklerini açıkladı. Eylemciler, yaptıkları açıklamada 1988 yılında yapılan bir benzin zammının ardından hükümetin devrildiğini de hatırlattı.
Estonya’da ulaşım artık parasız U
laşımın temel bir insan hakkı olduğunu söyleyen ve parasız sağlanması gerektiğini savunan Estonya halkının düzenlediği kampanyalar ve eylemler kazanımla sonuçlandı. Başkent Tallinn’de yerel yönetim, kent içi ulaşımın parasız sağlanıp sağlanmamasını halk oylamasına sundu. Halkın yüzde 75’inin “evet” oyu vermesiyle ulaşım parasız hale geldi. Halk oylamasının ardından bir açıklama yapan Tallinn Kent Belediye Başkanı Edgar Savisaar, halihazırda kullanılan sistemin, maliyetin sadece yüzde 33’ünü karşıladığını açıkladı. Ulaşım hizmetinin parasız sağlanmasının özel araç kullanımını
‹syan NATO kap›s›nda
N
ATO Game Over grubunun çağrısıyla Avrupa'nın farklı ülkelerinden Belçika'ya gelen yüzlerce kişi, NATO'nun Brüksel'deki ana karargâhına girmeye çalıştı. NATO karşıtları, "Askeri müdahaleye karşı insani müdahale" sloganıyla NATO topraklarına girip örgütü sembolik olarak kapattı. Eylemde yapılan açıklamada "Halkımızı hedef haline getirecek füze savunma sistemlerini; çözümden çok sorun doğuran askeri müdahaleleri; savaştan kar sağlayan şirket politikalarını; işe yaramayan, tehlikeli ve yasa dışı nükleer silahları istemiyoruz" denilerek eylem sona erdirildi.
Moskova’da ‘Esenyurt’ facias›
M azaltacağını ve toplu ulaşımı teşvik edeceğini söyleyen Savisaar, kararın Avrupa’da bir ilk olduğunu vurguladı. Parasız ulaşım hakkının kazanımı, muhalefetin ve sermayenin ise rahatsızlığına yol açtı. Muhalefetteki Re-
form Partisi Genel Başkanı Valdo Randpere, kentin zengin gibi gösterilmeye çalışılmasının aldatıcı olduğunu söyledi. Sermaye çevreleri ise kamu kaynaklarının “çarçur edildiğini” öne sürdü.
oskova'nın güneyinde pazarcıların kaldığı bir depoda meydana gelen yangında, 17 göçmen hayatını kaybetti. Ölenlerin, Moskova'ya çalışmaya gelen göçmen işçiler olduğu belirtildi. Olaydan sonra yapılan açıklamada “Binanın yangın çıkışı kapalı olmasaydı işçiler kurtulabilirmiş. Yangın kısa sürede yayılmış ve binanın girişini kapatmış” demekle yetinildi. Yangına pazar yerinde hangarların ve depoların yanındaki iki katlı binada zor şartlarda yaşayan göçmen işçilerin ısınmak için yaktıkları elektrikli ısıtıcının neden olduğu sanılıyor.
6
İNSANCA YAŞAM 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
KENTSEL DÖNÜfiÜMDE ‹LK KAZMA ‹ZM‹R’E VURULUYOR
Yoksulun evi rantçıya arsa AYCAN TEK‹N
A
KP’nin Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı’yla birlikte kentsel yıkıma girişeceği illerin başında İzmir geliyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı açıklamalar da bu yönde. İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve TOKİ işbirliğinde yapılacak kentsel dönüşüm için tasarının meclisten geçmesi bekleniyor. Yoksullarının kent dışına itilmesiyle İzmir’in ‘kent dokusunun zenginleştirilmesi’ projesi, büyük inşaat şirketleri ve AKP yandaşlarına rant alanı açmış olacak. İzmir’de yapılacak kentsel dönüşümden elde edilecek rantın büyüklüğü İzmirli girişimcilerin de ağızlarının suyunu akıtmış olacak ki konuyla ilgili bir internet sitesi bile bulunuyor. izmirkentseldönüşüm.com adlı site henüz faaliyete geçmemiş olsa da sitenin kurucusu Mimar Alp Burkat yaptığımız telefon görüşmesinde, İzmir’de konunun çok az bilindiğini ve bu konuda arz-talep dengesini sağlamak istediğini söyledi. İzmir’in kentsel dönüşüm projeleri Karşıyaka-Örnekköy, Bayraklı, Torbalı, Menemen, Bayındır, Ege Mahallesi, Uzundere Vadisi, Yeşildere Vadisi’nde yapılacak. Belediyenin kentsel dönüşüm için belirlediği alanlardaki dönüşüm planları bakanlık tarafından henüz onaylanmadı. Cennetçeşme 1. Etap Projesi ile ilgili orada yaşayan insanlar ve mahale temsilcileri, projeye dahil edilmeye çalışılıyor. Peki ya İzmir’in en eski semt-
AKP’nin kentsel dönüşümünde ilk kazmayı vuracağını ‘müjdelediği’ İzmir’de barınma hakkı mücadelesi verenler, yoksulların yaşam alanlarının rantçılar için arsaya çevirdiğini söylüyor
lerinde yaşayan yoksulların durumu ne olacak? Bu soruya yanıt bulmak için Doğal ve Kültürel Çevre Girişimi sözcüsü Ahmet Tuncay Karaçorlu ile görüştük. Karaçorlu, gecekonduların emek sürecinin hiçe sayıldığını söyleyerek, yoksulların yaşam standartlarının zorla değiştirilmeye çalışıldığının altını çizdi. Karaçorlu, bölge halkının yaşam alanlarının meta olarak sunulmasına dikkat çekerek şunları söyledi: “Yapılmak iste-
nen asıl şey insanların yaşam alanlarının bir arsa olarak değerlendirilmek istenmesi. Merkezi idare tarafından son yıllarda gündeme getirilmiş olan kentsel dönüşümün ruhu bundan başka bir şey değil. Yani gecekondu bölgelerinde imar haklarını elde etmiş, kentin ortasında kalma özelliği taşıyan yoksulların evlerini ve parklarını birer arsaya dönüştürme projesi. Elbette sadece arsa elde etme projesi olmadığı için, işin içinde bir de inşaat sektörü ve
rant alanı elde etme amacı var.” ‹ZM‹R’‹N KONUTA ‹HT‹YACI YOK Karaçorlu’ya iddia edildiği gibi İzmir’de yeni konuta ihtiyaç olup olmadığını sorduk; mevcut konutların nüfusu kaldırabilecek düzeyde olduğu yanıtını ve dahasını aldık: “İzmir’in yeni konut alanlarına ihtiyacı olmadığı gibi var olanların yoğunluklarının artırılmasına da ihtiyacı yok. İzmir’in planlanmamış alanlarındaki yapılaşma
tamamlandığında 2025 yılının nüfus ihtiyacından bile fazla konut ortaya çıkıyor. İBB’nin konuyla ilgili yapmış olduğu çalışmalarda da bu husus belirtiliyor.” Karaçorlu, kentsel dönüşümle insanların daha sağlıklı konutlarda daha sağlıklı yaşayacakları iddiasını da eleştiriyor. Kentsel dönüşümün, halkın kültürüne uzak bir yapılaşma yarattığını vurgulayan Karaçorlu, bu konuda şunları söylüyor: “O insanlara konut
olarak sunulan çok katlı ve kendi yaşam kültürlerinden çok farklı yapılar yaşamlarını daha da zorlaştırmakta. Oturma maliyeti ve diğer alanda sosyal maliyeti çileden başka bir şey değil. Bahçeli evlerde oturan gecekondu halkının, toprakla ilişkisi kesilmekte, komşuluk ilişkileri bitmekte, çözemeyeceği teknik sıkıntılarla karşılaşmakta: ısınma-asansör gideri yükü de üstüne eklenmekte.” Karaçorlu işşsizlik ve güvencesizlik içinde yaşayan gecekondu halkından düzenli ödeme beklemenin ayrı bir çözümsüzlük üreteceğine de dikkat çekti. Bu çözümsüzlüğün yeni gecekondu bölgeleri yaratacağını söyleyerek, kentsel dönüşümün sosyal yönünün sorunlu olduğunu anlattı. Ayrıca Karaçorlu’nun değerlendirmelerine göre mimari, inşaat ve dayanıklılık açılarından uygun olmasa bile gecekondu bölgesindeki yapılanma, insan temelli bakış açısıyla yapıldığı için gerek oradaki ağaç dokusunun varlığı, gerek evlerin birbirleriyle uzaklığı ve komşuluk ilişkileri dikkate alındığında, projelerde öngörülen yapılara göre daha değerli. Karaçorlu esas sosyal görevin bu dokuların sağlıklı hale getirilmesi, örnek kısımları yok ederek değil eksik olanları tamamlamak olduğunu ifade etti. Karaçoğlu son olarak, bir uyarıda bulundu: “Barınma hakları ellerinden alınan insanlara verilecek evler şartlı olarak veriliyor. İnsanlar gelecekte sahip olabilmek için borçlandırılıyor. İşsizliğin yoğun olduğu o bölgelerde taksitler ödenemiyor ve süreç yarım kalıyor. İnsanların hak sahipliği sona eriyor.”
Bakanlıktan hayali ÇED toplantısı Mersin Akkuyu’da nükleer santral projesi ile ilgili yap›lmak istenen Çevresel Etki De¤erlendirmesi (ÇED) toplant›s›na nükleer karfl›tlar› izin vermedi. ÇED müdür yard›mc›s› engellenen toplant›y› yap›ld› sayd› ve Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤› Mersin ‹l Müdürlü¤ü yalan haberini yapt›. Köylüler ve nükleer karfl›tlar›, Mersin'in Büyükceli Beldesi'ne ba¤l› Akkuyu Koyu’nda kurulmas› planlanan nükleer santral ile ilgili yap›lmak istenen toplant›y› yapt›rmad›. Sabah›n erken saatlerinden itibaren toplant›n›n gerçeklefltirilece¤i dü¤ün salonunun önünde beklemeye bafllayan nükleer karfl›tlar› salona girmek istedi. Jandarma köylülere sert bir biçimde müdahale etti, buna karfl›n salona girilmesi-
ni engelleyemedi. Toplant›n›n yap›ld›¤› salona giren köylüler "Buralar bizim size b›rakmayaca¤›z", "Akkuyu Çernobil olmayacak" sloganlar› att›. ÇED Genel Müdür Yard›mc›s› Osman Öztürk konuflturulmad›. Nükleer karfl›tlar› engelleme giriflimlerine ra¤men kürsüye ç›kt› ve mikrofona el koydu. Alk›fllarla desteklenen eylem nedeniyle toplant› gerçeklefltirilemedi. Bu durum karfl›s›nda Osman Öztürk “Bilgi alma hakk› gasp edildi¤i için toplant›y› sona erdiriyorum ve toplant›y› yap›lm›fl say›yorum” dedi. Konuyla ilgili aç›klama yapan Nükleer Karfl›t› Platform (NKP), AKP'nin güvenli bir santral infla etme, inflaat› ba¤›ms›z denetime tabi tutma ve
halk›n görüfllerini alma niyeti olmad›¤›n› belirtti. NKP, bu santrallerin patlamaya haz›r bomba gibi oldu¤unu ve ikinci bir Çernobil'in ve Fukuflima'n›n Mersin'e infla edilmesine izin vermeyeceklerini duyurdu. Buna ra¤men, Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤› Mersin ‹l Müdürlü¤ü sitesinde toplant›n›n yap›ld›¤› haberini yay›mland›. Ekolojistler.Org internet sitesi, protesto foto¤raflar›yla birlikte bir haber yay›mlayarak bakanl›¤›n neleri görmezden geldi¤ine dikkat çekti. Bakanl›k sitesinde yay›mlanan foto¤raflarla protesto foto¤raflar›n›n karfl›laflt›r›ld›¤› haberde bakanl›¤›n eylem haberini vermedi¤i gibi yalan haber yapt›¤› ortaya ç›kt›.
Okmeydanı evlerine sahip çıkıyor N Eflme beldesi, Kocaeli’nin en do¤usunda Sapanca Gölü k›y›s›nda, temel geçimin meyvecilik oldu¤u bir belde.
Eşmeli çiftçiler ‘imha planına’ isyan etti E
şmeli çiftçiler Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Kartepe Belediyesi’nin uygulamayı planladığı “1/1000’lik uygulama imar planı” karşısında isyan etti. Daha önce mahalle kahvelerinde gönüllü hukukçuların ve şehir plancılarının katılımıyla toplantılar yapan köylüler, 1 Nisan günü Eşme’de halka açık bir toplantı gerçekleştirdi. Şehir plancısı Zekai Akay ve Çiftçi-Sen Genel Başkanı
Abdullah Aysu’nun katıldığı toplantıda Eşmeliler de söz aldı ve planın “Eşme’yi imha planı” olduğunu ifade etti. Eşmeliler dava sürecine hazırlandıklarını dile getirdi ve bir ay sonra büyük bir eylem gerçekleştireceklerini duyurdu. Toplantıda “Villanıza bekçi değil, bahçemde çiftçi olmak istiyorum” yazılı bir pankart da açıldı. Eşmeliler, 1/1000 imar planı askıdayken plana hep birlikte dilekçe yazarak itiraz etmişlerdi.
YEfi‹L ALAN DED‹LER MEZARLI⁄I YED‹LER Belediyelerin uygulamayı düşündüğü plana göre çiftçilerin evlerinin bulunduğu alan imara açık gözükmediği için evlerin var olan tapuları geçersiz sayılıyor. Öte yandan ayva, erik, kiraz ve ceviz yetiştiriciliği yapılan bölgedeki tarım alanları da rekreasyon alanı olarak gösteriliyor. Bu da bu bölgede tarım yapılamayacağı anlamına geliyor, çünkü otel, AVM, çocuk parkı, stadyum gibi kulla-
nımlar da imar planlarında ‘rekreasyon alanı’ olarak geçiyor. Kartepe Belediye Başkanı planla ilgili olarak tarım ve hayvancılığın zarar görmeyeceğini söylese de Eşmeliler başkana inanmıyor. Daha önce bölgede inşa edilen evsel atık kolektöründen sonra köylülerin tarihi mezarlıkları yok edilmişti. O zaman da kolektörün hiçbir zarar getirmeyeceği, belediye yöneticileri tarafından iddia edilmişti.
eredeyse hiçbir evin tapusu olmayan Okmeydanı’nda yıkım büyük bir tehdit. Belediye, Okmeydanı’nda yapılacak kentsel dönüşüm projesinden önce imara açılan bu bölgenin tapularını dağıtacağını söyleyerek halktan belgeler toplamaya çalışıyor. Okmeydanı halkı, 24 Mart’ta Mercan Düğün Salonu’nda tapu sorununa dair ve kentsel dönüşüm projelerine karşı toplantı yaptı. Beyoğlu Belediyesi’nin, Okmeydanı’nın imara açılması ve bölgede dönüşüm için çalışmalara hız vermesine karşı 500 mahalleli bir araya geldi. Okmeydanı halkı toplantıda, konutların parasını ödediklerini, hatta bir kez değil her dönem seçim vaatleri ve
imar aflarıyla ödemeler yaptıklarını, şimdi yeniden kendilerine tapu satılmasına karşı olduklarını belirti. Mahalleli tapuların hak sahiplerine bedelsiz verilmesini istedi. Mimarlar, şehir plancıları ve avukatların da katıldığı toplantıda, Okmeydanı’nda yapılacak bir dönüşümün sadece mekan yapısının değiştirmeyeceğini ve dayanışma ruhunun da yok edileceği hatırlatıldı. Mahalleliler, “Yıllardır yan yana yaşadığımız komşularımızdan ayrılmayacağız” dedi. Mahalle halkı, haklarının korunmasını garanti altına almak için belediyeye tapu için başvuru yapılması ve bunun için taahhütname metni hazırlanmasını kararlaştırdı.
Evine bakmazsan yıkılır F
ener Balat Yardımlaşma Derneği (FEBAYDER) ve Kent Hareketleri 29 Mart’ta İstanbul Fatih Belediyesi’nin tarihi yarımada içinde kepçelerle sürdürdüğü kazı çalışmalarını protesto etti. Ayvansaray Tokludede parkında bir araya gelen FEBAYDER ve kent hareketleri adına açıklamayı Çiğdem Şahin okudu. Şahin, Fatih Belediyesi’nin bölgede Arkeoloji Müzesi’nden habersiz ve Koruma Kurulu kararları olmadan, denetimsiz biçimde kepçelerle kazı çalışmaları yaptığını ve bu kazıların yer altı eserlerine ve arkeolojik kalıntılara zarar verici nitelikte olduğuna dikkat çekti. Bölgede birinci derece tarihi eserlerde tahribat yaratan inşaat faaliyetlerinin sürdüğünü belirten Şahin, şunları söyledi: “Birçok komşumuz evine küçücük bir müdahalede bulundu diye para cezaları ödedi. Şimdi deniyor ki evlerinize bakmamışsınız, biz geleceğiz ve gerekeni yapacağız. Ve gereken olarak yaptıkları Sulukule’de, Tarlabaşı’ndaki gibi yıkım, katliam…”
Afet değil talan yasası V
an depreminin ardından afeti fırsata çevirme çabasına giren AKP’nin hazırladığı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun protesto edildi. Yasayı “Afet değil talan yasası” olarak nitelendiren Barınma Hakkı Meclisi, TBMM’nin Dikmen kapısı önünde eylem yaptı. Barınma Hakkı Meclisi üyeleri bu tasarının yasalaşması durumunda, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ’nin hiç bir kayıt ve koşula bağlı olmaksızın ülke toprağıyla ilgili karar verebilme yetkisiyle donatılacağını söyledi. AKP’nin 19 milyon yapı stoğundan 911 milyon konutu yıkma çabası içersine gireceğini söyleyen Barınma Hakkı Meclisi üyeleri, bu durumun deprem bahanesiyle daha büyük bir yağma politikası başlatmanın aracı olduğunu belirttiler.
Okul yolu çamurdan geçer A
nkara’da Prof. Dr. Mehmet Sağlam İlköğretim Okulu öğrencilerinin çilesi bitmiyor. Ankara’nın Batıkent semtinde Atlantis Alışveriş Merkezi’nin yapımıyla yolları bozulan okul öğrencileri yaklaşık iki senedir çamurlu yolları kullanarak okula gitmek zorunda bırakılıyor. Özellikle kar yağışının bu yıl yoğun olmasından dolayı öğrenciler çamura mahkum edilmiş durumda. Ankara Büyükşehir Belediyesi bu durum karşısında bir çözüm üretmiyor. Gazetemize konuşan öğrenci velisi Nurhat Kurt, tek istediklerinin çocuklarının rahatça kullanabileceği kaldırımları olan düzgün bir yol olduğunu söyledi. Kurt, imar planında değişiklik yapılarak okul bölgesinin alışveriş merkezlerine açılacağını da belirtti.
7
İNSANCA YAŞAM 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Gıdada bal gibi sahtekarlık bunu ambalajında şeker diye belirtiyor. Böylece tüketiciler aldıkları ürünlerde NBŞ olduğunu anlamıyor.
OSMAN NUR‹ ORHAN
M
edyada hızlı bir artış gösteren bal reklamlarında arısız elde edilen balların pazarlandığı ortaya çıktı. Bir devlet kuruluşuna bal satım ihalesine girerek diğer üreticilerden oldukça düşük bir teklif veren üreticinin ballarının diğer bal üreticileri tarafından analiz ettirilmesiyle bu gerçek ortaya çıktı. Yapılan inceleme sonucunda üretilen balların sahte olduğu, şekerli kimyasal bir karışımın bal olarak satıldığı belirlendi. SAHTE BAL NASIL OLUYOR? Sahte bal, mısır şurubu, fruktoz olarak da bilinen Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) içerisine bal esansı katılarak elde ediliyor. Normal bir baldan farklı görünmeyen bu madde orjinal baldan duyu organlarıyla ayırt edilemiyor. Arı olmadan elde edilen bu sahte balın gerçek baldan ayırt edilmesi ancak labaratuvar koşullarında mümkün. Sahte bal vakasının şimdi ortaya çıkmasının sebebi bu kimyasal karışımın elde edilmesinde kullanılan mısır şurubunun kullanımının AKP döneminde yeni düzenlemelerle yaygınlaştırılması. 2011 yılının Haziran ayında hükümet NBŞ’nin kullanım kotasını yüzde 7.5’tan yüzde 15’e çıkardı. Şeker pancarı tarımının tasfiyesinde önemli bir adım olan NBŞ kullanımın yaygınlaştırılması, bu ürünün daha düşük maliyetli olması nedeniyle gıda üreticileri tarafından
DENET‹MS‹ZL‹K ÖNÜNÜ AÇTI Konuyla ilgili gazetemize açıklamalarda bulunan Bal Üreticileri Birliği Danışmanı Nuray Işık, küçük ve orta ölçekli üretim şirketlerinde daha önce ziraat, kimya veya gıda mühendisi çalıştırılmasının zorunlu olduğunu söyleyerek, 2010 yılında çıkartılan 5996 sayılı gıda üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair Kanun Hükmünde Kararname ile bunun ortadan kaldırıldığını ifade etti. Işık, bu durumun teşvik edilen NBŞ yanında ciddi bir etken olduğunu söyleyerek sahte bal üreticilerinin başı boş bırakıldığını belirtiyor. Aşırı fürüktozun insanlarda bir çok ciddi hastalığa neden olduğunu anlatan Işık denetimlere yeterince dikkat edilmemesiyle insanların paralılaştırılan sağlık sektörüne doğru yöneltildiğini söyledi. Işık, sağlıklı bir şekilde beslenme hakkının sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi önemli bir hak olduğuna dikkat çekiyor.
Hızlı bir artış gösteren bal reklamlarının altından sahtekarlık çıktı. Bir kaç kavanozu 100 liraya satılan ucuz ballar, AKP’nin Nişasta Bazlı Şeker’in kullanım kotasını arttırması ile başlayan arısız üretimin ürünü çıktı da desteklendi. N‹fiASTA BAZLI fiEKER‹N ZARARLARI NELER? Daha önce Halkın Sesi gazetesine bu konuyu anlatan Onkoloji Uzmanı Dr. Yavuz Dizdarlar, aşırı miktarda früktoz kullanımının
şeker ve obezite gibi hastalıkları tetiklediğini söylüyor. Vücut, NBŞ’yi şeker olarak algılayamıyor. Bu da karaciğerde birikmesine neden oluyor. Karaciğerde biriken bu kimyasal madde obezite ve kansere varan
ciddi sağlık problemlerine yol açıyor. NBŞ’nin önünü açan bir diğer uygulamaysa, NBŞ’nin ürün ambalajlarında şeker olarak geçmesine izin veren mevzuat. Üretici şeker yerine bu kimyasalı kullanıyor ama
BAL ÜRET‹C‹S‹ DERTL‹ Sahte balların piyasaya çıkmasıyla orjinal bal üreticilerinin zor durumda kaldığını söyleyen Işık bunun önüne geçilebilmesi için devletin şeker pancarı üretimindeki kotayı kaldırılarak bu üretimi teşvik etmesi ve denetimlerini artırmasını gerektiğini söylüyor.
Bursa’da köylülerin su isyanı Bursa’daki köylüler, sularını tehdit eden iş makinelerini gördüklerinde işçilerin çalışmasına izin vermiyor, tepkilerini “Bizim işimiz kontağı çevirenle değil çevirtenle” sözleriyle dile getiriyor
B
ursa’da su kaynaklarının şirketlere pazarlanmasına tepki gösteren köylüler eylem yaptı. Bursa Su Platformu ve Başköylüler su kaynaklarının şirketlere pazarlanmasını protesto etmek için 24 Mart’ta setbaşı Mahfel önünde buluşarak, tulum ve zurna eşliğinde Kent Müzesi önüne yürüdü.Yüzlerce köylünün katıldığı yürüyüşte sık sık “Kıran’ın, Başköy’ün, Suuçtu’nun suyuna dokunma” sloganı atıldı. Kent müzesi önünde basın açıklaması okuyan Doğa-Der Yönetim Kurulu üyesi Eylem Küçükaltun, Köylerin su kaynaklarının köylülere sorulmaksızın şirketlere pazarlandığını dile getirdi. Küçükaltun Bursa’nın ambalajlı su pazarında ilk sıralarda yer aldığını ifade etti.
Küçükaltun, Uludağ Milli Parkı’ndan yasalara aykırı olarak şirketlere su verildiğini belirterek egemenlerin “su boşa akıyor” söylemlerine karşı suyun bugüne kadar hiçbir zaman “boşa” akmadığını söyledi. Eyleme katılan köylülerden biri “Suuçtu şelalesinin suyunu alıp kurutuyorlar. Benim çocukluğum dereboyunda geçti, ben şimdi ne balık tutabiliyorum ne hayvan sulayabiliyorum” dedi. “Derem kuruduktan sonra ben ne yapabilirim” diye soran Başköylü yurttaş, “Suuçtu şelalesinin suyunu vermiyoruz vermeye de niyetimiz yok” diye konuştu. ‘KONTA⁄I ÇEV‹RENLE DE⁄‹L ÇEV‹RTENLE ‹fi‹M‹Z’ Halkın Sesi’ne konuşan Nursel Pınar, Başköyü’ndeki Suuçtu şelalesiin köy sınırları
içerisindeki yapılmak istenen fabrika ve barajla yok edileceğini söyledi. Pınar fabrikanın yapılması için sürekli işçilerin iş makineleriyle geldiklerini ancak Başköylülerin iş makinelerini gördüklerinde işçilerin çalışmasına izin vermediklerini belirterek, “Bizim işimiz kontağı çevirenle değil çevirtenle” dedi. Pınar sözlerine şöyle devam etti: “Arazilerimiz, tarlalarımız, ormanlarımız, hayvanlarımız, ormanlarımız için anlayacağınız tüm yaşamımız olan suyumuzun, elimizden alınmasına izin vermeyeceğiz.” Pınar, değerlendirmelerinde Suuçtu şelalesine yapılmak istenen fabrika ve baraja karşı Başköylülerin Bursa Su Platformuyla birlikte sularına sahip çıkmak için mücadele edeceklerini vurguladı.
Kamulaştırma değil el koyma Sular yaşam değil EVR‹M ÇAKIR
Suyun Ticarilefltirilmesine Hay›r Platformu, 3. Köprü Yerine Yaflam Platformu ve Kent Hareketleri bileflenleri, yapt›klar› bas›n aç›klamas›yla yaflam alanlar›n›n kamulaflt›rma ad› alt›nda özel flirketlere peflkefl çekilmesini protesto etti. Ça¤layan'daki ‹stanbul Adliyesi önünde 27 Mart’ta bir araya gelen ‹stanbullular, "Evime, kentime, yaflam alan›ma dokunma!" yaz›l› pankart açarak, devletin 'acele kamulaflt›rma' ad› alt›nda halklara ait yaflam alanlar›n› müsadere yöntemiyle flirketlere devretmesini protesto etti. Bas›n aç›klamas›n› okuyan fienay Elhüseyni, Kamulaflt›rma Kanunu'nda yer alan 'acele kamulaflt›rma' ifadesinin afet yönetimi, kentsel dönüflüm ya da üçüncü köprü projesi bahaneleriyle yaflam alanlar›n›n sermayeye peflkefl çekilmesini öngördü¤ünü söyledi. Bunun kamulaflt›rma de¤il aç›kça “el koyma” oldu¤unu söyleyen Elhüseyni “Bütün kanun tasar›lar› geri çekilmeli, ç›kar›lm›fl kanunlar ve ekleri iptal edilmeli ve bunlara dayanarak yap›lan tüm uygulamalar sona erdirilmelidir” dedi.
Bu uygulamalar›n durdurulmamas› halinde acil kamulaflt›rma kararlar› ile el konulan ve flirketlerin kullan›m›na sunulan tafl›nmazlar için Anadolu'nun her yerinde suç duyurusunda bulunacaklar›n›n alt›n› çizen Elhüseyni, verilecek hukuk mücadelesinde müdahil olacaklar›n› da vurgulad›. Kamulaflt›rma Kanunu’nda istisnai olarak yer alan “acele kamulaflt›rma” ifadesi bir menkul ya da gayrimenkulün kamu ya da toplumun tümü ad›na kullan›lmak üzere devlet mülkiyetine geçirilmesi anlam›na gelmekteydi. Ancak bu dönem Bakanlar Kurulu ile Enerji Piyasas› Düzenleme Kurulu taraf›ndan toplumun ortak kullan›m alanlar› devlet eliyle h›zla özel flirketlere devrediliyor. Kentlerde ya¤ma, afet yönetimi ve kentsel dönüflüm ad› alt›nda uygulanmaya baflland›. 1939 y›l›nda 2.Dünya Savafl› öncesinde savafl haz›rl›¤› kapsam›nda ç›kart›lan ve hukukun üstünlü¤ünün geçerli oldu¤u iddia edilen bir ülkede olmamas› gereken (o günkü ad›yla) Milli Müdafaa Mükellefiyetleri Kanununu HES, baraj, madencilik, petrol, ulafl›m ve kentsel dönüflüm projelerinde flirketlerin ticari ç›karlar› için kullan›l›yor.
ölüm yeşertiyor O
rman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından 21 Mart’ta düzenlenen “Dünya ormancılık, su ve meteroloji günleri” etkinlikleri Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) tarafından protesto edildi. Ankara Ticaret Odası’nda düzenlenen su gününü protesto eden emekçiler adına açıklamayı ESM Başkanı Mustafa Şeroğlu yaptı. Şeroğlu, temel hizmetlerin paralı olduğunun altını çizerek, “Emperyalizmin pazar kavgası arayışı son 30 yılda doğal varlıklardan sosyal güvenliğe, eğitimden sağlığa, ulaşımdan posta hizmetlerine kadar uzamıştır. Emperyalizm yeryüzünün ve doğanın bütün değerlerini hızla metalaştırmaya başlamıştır" dedi. Adana’nın Kozan ilçesindeki baraj kazasını hatırlatan Şeroğlu, olayın ardından hükümetin ve yetkililerin açıklamalarını son derece
vahim bulduğunu belirtecek yaşanan bu olayın bir kaza olmadığını söyledi. Şeroğlu, böylesi bir facianın yaşanmasının nedeninin DSİ’nin denetleme görevini yerine getirmemesi olduğunu belirtti. Gerçek sorumluların suyu kamu malı olmaktan çıkarıp bir meta haline dönüştürenler olduğunu söyleyen Şeroğlu, sermayenin yuvası olarak tarif ettiği Ankara Ticaret Odası`nda Dünya Su Günü kutlayanlara seslenerek, “Akarsuyu elinden alınan, deresi kurutulan, denetimsizlik yüzünden canından olan bu ülke insanları, Dünya Su Günü`nde göstermelik toplantılarda; sizlerle yan yana olmayacağız” dedi. Şeroğlu, hayatın temel kaynağı olan suyun, kötü bir yönetimle insan hayatına kastedecek duruma getirildiğini ve bunu kamuoyuyla her fırsatta paylaşacaklarını söyledi.
Halka karfl› savaflta kentsel dönüflüm seferberli¤i aşbakan twitter hesabında yazdı: “İşte, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nı sadece bunun için kurduk. Kentsel dönüşümü yaptık, yapacağız.” Başbakan, bu dönüşümün ne pahasına hangi koşullarda gerçekleştiriliyor olduğunu, elbette twitter’ın 140 karakterde dert anlatma sınırlaması nedeniyle değil, “yaptık-yapacağız”dan ötesini teferruat olarak gördüğünden anlatmıyor. Bir çırpıda söyleniveren “yaptık-yapacağız” gibi; doğanın talan edilmesi, kentlerin yağmalanması, yeri geldiğinde ve kişisine göre özel mülkiyet hakkının bile gasp edilmesi, kamu yararı kavramının içeriğinin ve amacının çarpıtılması, tüm yaşam alanlarının meta haliTuba ne getirilmesi, kanun hükGünefl münde kararnameler çıkarılması ve kanunlar yazılması tuba@ da bir çırpıda oluveriyor. sendika.org AKP, utanmıyor, gocunmuyor adına bile “acele” dedikleri kamulaştırmalar yapıyor. Ses yükseltmeye, direnişlere mahal vermeden, sessizce, bir kerede iş bitiversin istiyor. Böylece, sonunda nasılsa yıkılmış bir konutu “yıktırmayacağız” diye direnen bir Dikmenli kadın, yapılmış bir nükleer santralin karşısına “kurdurmayacağız” diyen bir Mersinli genç çıkamayacak diye düşünüyor. Bir mahkeme kararındaki gibi bir kurnazlıkla “E bir yıktıralım bakalım, ancak öyle anlayabiliriz kamu yararına mı değil mi?”ye getiriyor. “Hemen” diyor Başbakan Erdoğan. Aslında kendini padişah sandığından “tiz” demek istiyor. Ama yok, bu bir genelge ve bu yüzden hukuki bir dil kullanıyor: “İvedilikle!” İvedilikle Akkuyu’daki nükleer santral projesinin hayata geçirilmesini isteyen Erdoğan’ın acelesi 2023’e yetişmek. Başbakan bir genelge de en çok direnişle karşılaştıkları alanlardan biri olan HES’leri hızlandırmak için hazırlıyor. “Sektörler arası koordinasyonu, işbirliğini ve su yatırımlarının hızlandırılmasını sağlamak" amaçlarını yazarak onların da acilen hayata geçirilmesini istiyor. Minareyi çalan aceleci AKP, bir açıklama getirmek ihtiyacından değil de soran olursa yani dava açılırsa diye çeşit çeşit kılıfları da kenarda bulunduruyor. Kılıflar için en kullanışlı yol en çok karşısına çıkacak soruna çözüm bulmak; kendine göre bir “kamu yararı” içeriği oluşturmak. Kamu yararı duruma göre, sermayenin işsizleri istihdam etme olanağı, ülkenin kalkınması umudu, şirketlerin edeceği kâr, dışa bağımlılıktan kurtulma hatta çarpık kentleşmeyi önlemeye (yoksulluğu gizlemeye) dönüştürülebiliyor. AKP hukuki, fiili ve siyasi yolları deneyerek, ülke sınırları dahilindeki kendince ranta açılabilir gördüğü tüm topraklara, sermaye lehine el koymaya çalışıyor. Oyununu şöyle işletiyor: İlk etapta hükümet duruma el koyuyor, iktidarın gücünü kullanarak, halkın direnişini kırmayı deniyor. Sonra sorumluluktan bir anda kurtuluyor. Çünkü kamulaştırmaların, ÇED raporlarının, Bakanlık izinlerinin devamında işi, sermayeye devrediyor. Bugünlerde de acele kamulaştırma yolunu tecrübe ediyor. Sonra bu şekilde kamulaştırdığı yaşam alanlarını, sermayeye meta olarak sunuyor. Üstelik acele kamulaştırma işlemi yalnızca sonuçları bakımından değil, yapılma aşamasında da sorunlu, başka bir ifadeyle usûl yönünden de sakat. İşlemin yapılması Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’na dayanıyor. O da seferberlik, savaş hali gibi şartlar için öngörülmüş, 39’da hazırlanmış bir kanun. AKP, halka ve onun haklarına karşı açtığı savaşta kentsel dönüşüm seferberliği başlatmışcasına bir yönetim ortaya koyuyor. Acele kamulaştırma bizi yalnızca 39’a, İkinci Dünya Savaşı yıllarına götürmüyor. AKP, daha eskileri, kapitalizmin doğduğu dönemden esinleniyor. Toprak çitlemelerle, köylülerin mülksüzleştirildiği, mülksüzleştirilen köylülerin kapitalizmle ve yoksullukla yüzleştiği dönemi. Bakın niyet yönünden sermayenin birikim aşamasındaki farklılıklar nedeniyle ayrışsa da kullanılan yöntemler nerede birleşiyor. Sermaye-iktidar elele, derelerimizi kurutup yaşam alanlarımızda bizi yok sayarken, evimizi başımıza yıkıp, moloz parasıyla avutmaya çalışırken, bahçemizdeki ağaçları kesip bize duble yollar inşa ederken, bu sırada depremzedeler karda kışta çadırlarda kalırken, “Bu topraklar bizim” diyebileceğimiz bir hakkımız olmasın diye uğraşıyor. Unutmadan, Erdoğan başta yazdığım tweetinin ardından şunu yazıyordu: “İnşallah çocuklarımıza beton yığınları içine mahkum olmuş şehirler değil, parklar ve yeşiller içinde olan şehirler emanet edeceğiz.” Demek öyle, eyvallah Başbakan, eksik olma!
B
Tortum’daki HES yaşama zararlı T
ortum’un Bağbaşı beldesinde uzun süredir verilen HES karşıtı mücadelede Devlet Su İşleri (DSİ) önemli bir karara imza attı. DSİ, çevre ve doğa tahribatı yapıldığı gerekçesi ile Bağbaşı HES inşaatını geçici bir süreyle durdurdu. DSİ, şirketin, verdiği taahhütlere uymadığını, proje tanıtım dosyasının gerçeklikten uzak, bilirkişi raporunun da eksik ve hatalı olduğunu kabul etti.
Bağbaşı Beldesi’nden Ali Dursun, DSİ’nin kararını gazetemize değerlendirdi. Dere yatağına dolum yapılmasının yasadışı olduğunu belirten Dursun, bu uygulama sonucunda heyelanların başladığını söyledi. Dursun, DSİ’nin de durdurma kararını can ve mal güvenliği gerekçesiyle aldığına dikkat çekti. DSİ’nin kararını Danıştay’daki davaya ek olarak yolladıklarını belirten Dursun, projeye ihti-
yati tedbir koydurmaya çalıştıklarını söyledi. Proje durdurulsa da uzun süredir HES’lere karşı mücadele eden Bağbaşı halkına açılan davalar sürüyor. 2011’de iş makinaları, polis ve jandarma bölgeye girmeye çalışmış olayların ardından hemen hemen herkese davalar açılmıştı. Mahkeme, 17 yaşındaki Leyla Yalçınkaya’nın eylemlere katılanlar ile görüşmesini yasaklamıştı.
8
EMEK 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Enerji-Sen Tes-İş’in kalesinde Rant ağını kaybetmek istemeyen Tes-İş, Elbistan’da Enerji-Sen’e saldırdı. Geri adım atmayan Enerji-Sen’liler Tesİş’in kalesinin, aynı zamanda yumuşak karnı olduğunu gösterdi. Enerji-Sen Elbistan’da örgütlenmeye başladı tür saldırıları kimlerin yaptığını bilmesine rağmen hiçbir şey yapmıyor.
ALP TEK‹N BABAÇ
E
nerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ve enerji işçisi Mahir Özdoğan, 26 Mart’ta Elbistan’da Tes-İş Şube yöneticilerinin saldırısına uğradı. Kartal ve Özdoğan, Afşin Elbistan Termik Santrali’nin A Santrali şube Müdürüyle yaptıkları görüşmenin ardından bina çıkışında, başlarında Tes-İş Afşin Şube Müdürü’nün bulunduğu 10 kişilik grubun saldırısına uğradı. Kartal ve Özdoğan kendilerini korurken olaya özel güvenlikçiler müdahale etti. Aralarında Tes-İş Şube yöneticilerinin olduğu grup silah çekerek temsilcilik odasına kaçtı. Olay yerine gelen jandarma ekipleri Kartal ve Özdoğan’ı gözaltına aldı. Kartal ve Özdoğan, saldırganlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Enerji-Sen’lilere yönelik Tes-İş saldırısı İstanbul ve Adana’da gerçekleştirilen eylemlerle protesto edildi. Yoğun katılımın olduğu iki eylemde de Tes-İş’in, işçilerin hakları için mücadele eden Enerji-Sen’e tahammül edemediği belirtilirken, Enerji-Sen’in geri adım atmayacağı duyuruldu. ELB‹STAN TES-‹fi’‹N KALES‹ Saldırının nedeninin, Tes-İş’in bölgedeki hakimiyetini kaybetmeme isteği olduğunu belirten Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, Tes-İş’in işçiler üzerinde yarattığı hakimiyetin, silah zoru ve baskıyla kurulduğunu, maruz kaldıkları saldırının da bunu gözler önüne serdiğini ifade etti. Türkiye’nin birçok yerinde Tes-İş üyelerinin Enerji-Sen’e geçme isteği
TES-‹fi’‹N KALES‹ AYNI ZAMANDA YUMUfiAK KARNI Tes-İş’in bölgedeki şube başkanları 11 bin - 12 bin lira arasında maaş alırken kadrolu işçiler bin 200 - bin 300 lira maaş alıyor. Tekniker, mühendis gibi elemanların çalıştığı taşeron şirketlerde de maaş bin lira civarında. İşçilerin tamamının kredi kartı borçları var. Gelir adaletsizliğini gören ve bu duruma karşı çıkan işçiler Tes-İş’li güruhlar tarafından tehdit ediliyor hatta darp ediliyor.
karşısında Elbistan’daki gibi saldırı yaşanmadı. Kamil Kartal’ın sözünü ettiği hakimiyet kurma isteğinin nedenleri Elbistan’ın ve termik santralin özelliklerine bakıldığında anlaşılıyor. Elbistan Tes-İş açısından, EnerjiSen’in geleceği açısından ve ülkedeki enerji politikaları açısından çok önemli bir yere sahip. Temel geçim kaynağı enerji ve maden sektörü olan bölgedeki termik santraller üretim kapsitesi ve işçi sayısı olarak Türkiye’nin en büyük termik santralleri. Kamu kuruluşu Elektrik Üretim A.Ş’ye (EÜAŞ) ait termik santrallerde 1.800 kadrolu işçi
çalışıyor. Bu özelliği nedeniyle santral Tes-İş açısından adeta kale. Santralde taşeron şirketler de var ve daha çok santralin bakım işlerinde faaliyet gösteren bu şirketlerde 400 civarında işçi çalışıyor. Ayrıca üç yıl içinde 4 tane büyük termik santralin yapılacağı bölgede 5’i büyük, 10 tane hidroelektrik santrali (HES) var. Büyük HES’lerden 5’i Limak Holding’e ait. Uluslararası enerji şirketlerinin büyük yatırımlar yapmayı düşündüğü bölgenin enerji üretim havzasına dönüştürülmesi planlanıyor. 150 yıllık kömür rezervinin de bulunduğu
bölgede 3 yıl içinde 15 binden fazla enerji ve maden işçisi çalışacak. Bölgede devlet Tes-İş gibi bir sendikaya her zaman ihtiyaç duyuyor. Tes-İş’in Afşin ve Elbistan şubelerinin başına geçen yönetim de büyük bir rant ağının tepesine oturuyor. Hatta şube genel kurulları silahlı çatışmalara dahi sahne oluyor. Bölgede yargı, kolluk, idare ve Tes-İş işbirliği içinde. Kamil Kartal’ın aktardıği bilgilere göre şimdiye kadar Tes-İş ‘çeteleri’ tarafından darp edilen birçok işçi olsa da hiçbiri ‘kendisine vuranı görmemiş.’ Bölgedeki savcı, jandarma, karakol bu
ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ‹fiÇ‹LERE UMUT VER‹YOR Enerji-Sen’in son bir yıllık süreçte gerçekleştirdiği örgütlenme atılımı Tes-İş esaretindeki işçiler açısından umut oluyor. Tes-İş’in baskıları karşısında işçiler Enerji-Sen’de örgütlenmek istiyor. Taşeron şirketlerdeki işçileri örgütleyerek başladıkları süreçte Tes-İş üyelerinin bile sendikalarından istifa ederek Enerji-Sen’e üye olmak istedikleri bir konuma geldiklerini aktaran Kartal, Elbistan’daki gelişmelerin Türkiye’deki diğer termik santrallerdeki işçiler tarafından da ilgiyle izlendiğini kaydetti.
İşçilere polis saldırısı
İ
stanbul Tuzla’daki RMK Tersanesi önünde direnişini sürdüren ELTA işçilerine polis saldırdı. 13 Mart’ta işten çıkarılan işçiler 28 Mart’ta RMK patronu ile görüşmek istedi. Talepleri kabul edilmeyen işçiler tersane önündeki yolu trafiğe kapattı. 2 saatten fazla süren eyleme polis saldırdı. Polis saldırısı sonucu 10 işçi gözaltına alındı. Bir gün sonrasında da Maltepe Belediyesi önünde direnişlerini sürdüren işçilere Belediye Başkanı’nın koruması ve polis saldırdı. Saldırı sonucu 13 işçi gözaltına alındı.
TEMS‹LC‹L‹K AÇILACAK Saldırının, Enerji-Sen’in bölgedeki örgütlenmesi iki gün geciktirdiğini söyleyen Kamil Kartal, Elbistan’da örgütlenmeye başladıklarını aktardı. Bir ay içinde bölgede bir temsilcilik açacaklarını da söyledi.
Adana’da korna sesleri artıyor Adana Demirköprü’de Toroslar Elektrik Da¤›t›m A.fi (TEDAfi) Genel Müdürlük binas› önünden korna sesleri eksik olmuyor. TEDAfi önünde direnifllerini sürdüren iflçilere Adana halk›, arabalar›yla geçerken korna çalarak destek veriyor. Üç ayd›r maafllar›n›n verilmemesine tepki gösterdi¤i için iflten ç›kar›lan TEDAfi’taki enerji iflçilerinin direnifli 3 Nisan’da bir ay›n› doldurdu. Enerji-Sen, direniflin birinci ay›nda bir etkinlik gerçeklefltirdi. TEDAfi flube önünde buluflan iflçilere, aileleri ve Adana muhalefeti de destek verdi. TEDAfi önünde gerçeklefltirilen flenlikten sonra ‹nönü Park›’na bir yürüyüfl gerçeklefltirildi. Eyleme, direniflleri süren Tek G›da-‹fl üyesi Amylum Niflasta iflçileri de kat›ld›. ‹nönü Park›’nda yap›lan konuflmalarda enerji iflçilerinin ifllerine geri dönene kadar mücadele edece¤i vurguland›.
Bir ayl›k süre içinde iflçiler 23 ve 26 Mart tarihlerinde polis sald›r›s›na maruz kald›. Kentteki her eyleme dava açan Adana Valili¤i enerji iflçilerine dava açmak yerine para cezas› kesiyor. 23 Mart’taki polis sald›r›s› sonras›nda “görüntü kirlili¤i yaratt›¤›” gerekçesiyle ceza kesilen iflçilere, 26 Mart’ta gerçeklefltirilen polis sald›r›s› sonras›nda da “kald›r›m iflgali” gerekeçsiyle para cezas› kesildi. Çal›flma Bölge Müdürlü¤ü, iflçilerin haks›z flekilde iflten ç›kar›ld›klar›n› rapor haline getirmifl olmas›na ra¤men 12 Haziran seçimlerinde AKP’den milletvekili aday aday› olan TEDAfi Genel Müdürü Mahmut Nimet Dalk›r bu raporlar› dikkate alm›yor. Daha önceki görüflmelerde devreye girece¤ini söyleyen Valilik de, TEDAfi Genel Müdürü taraf›ndan dikkate al›nm›yor. Halk›n Sesi’ne konuflan Enerji-Sen uzman› Süleyman Keskin, genel müdürün as›l niyetinin
TEDAfi’ta sendika istememesi oldu¤unu söyledi. Sendikan›n girdi¤i iflyerinde maafllar›n geç ve eksik ödenemeyeci¤ini belirten Keskin, flunlar› anlatt›: “Burada insanlar›n paralar›na el koyuyorlar. Biz ilk geldi¤imizde bordrosunda 1.400 lira maafl ald›¤› gözüken iflçiler, bankamatiklerden paralar›n› çekiyor. fiirket yetkilileri de yanlar›nda gidiyor ve maafl›n 300 liras›na el koyuyor.” TEDAfi’ta on y›ld›r çal›flan iflçilere y›ll›k izin kulland›r›lmad›¤›n› da sözlerine ekleyen Keskin, sendikan›n girdi¤i bir iflyerinde bu tür hukuksuzluklar›n yap›lamayaca¤›n› belirtti. Hukuki yollar› deneyen enerji iflçileri bir yandan da fiili mücadele yürütüyor. Haftan›n 4 günü eylem yapan iflçilerin hedefinde Valilik, Adliye, TEDAfi Genel Müdürlü¤ü ya da AKP il binas› var. ‹flçiler herkesi TEDAfi Genel Müdürlü¤ü’ne e-posta yollayarak protesto etmeye ça¤›r›yor.
Samsun’da hukuk bitti direniş sürüyor S
amsun Gazi Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş üyesi işçiler işe iade davasını kazanmalarına rağmen hastane yönetimi mahkeme kararını uygulamıyor. Dev Sağlık-İş üyeleri hastane önünde 28 Mart’ta bir basın açıklaması yaparak hastane yönetimini, il sağlık müdürlüğünü ve Valiliği mahkeme kararını uygulamaya çağırdı. Açıklamayı yapan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, mahkemenin işçilerin kadrolu olarak işlerine iade edilmesi karar verdiğini hatırlattı. TAfiERON DEVLET MEMURU Dev Sağlık-İş’in açıklamasından bir gün sonra Gazi Devlet Hastanesi Başhekimi Ahmet İsmailoğlu da bir açıklama yaptı. Basına kahvaltı veren İsmailoğlu,
yaptığı açıklamalarla mahkeme kararını kafasına göre yorumladığını ortaya koydu. İşçilerin, taşeron işçi statüsünde hastanede çalışabileceğini ifade eden İsmailoğlu işçiler için “Onlar memur olmak istiyor” dedi. ‘KADROLU ‹fiÇ‹ OLARAK ‹fiE ‹ADELER‹NE...’ 15 Mart’ta sonuçlanan davada 3. İş Mahkemesi, taşeron çalışmanın muvazaalı (hileli) olması nedeniyle işçilerin kadrolu bir şekilde işe iade edilmelerine karar vermişti. B‹R YILDAN UZUN SÜRED‹R D‹REN‹YORLAR Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde Devrimci Sağlık-İş üyesi olduğu için işten çıkarılan taşeron sağlık işçileri 26 Ocak 2011’den beri hastane bahçesinde direnişlerini sürdürüyor.
Mart ayında 59 işçi öldü
İ
stanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), 1 Nisan günü bir basın açıklaması yaparak mart ayı iş kazaları ve meslek hastalıkları raporunu açıkladı. İSİG’in bu ayki gündeminde Esenyurt'ta yanarak ölen inşaat işçileri vardı ve basın açıklamasını inşaat işçileri okudu. İSİG’in raporuna göre mart ayındaki iş kazalarında 59 işçi hayatını kaybetti. En çok ölüm inşaat, maden ve enerji sektörlerinde yaşanırken ölen 59 işçiden 27’sini inşaat işçileri oluşturdu.
KESK üyeleri Ankara’da Baflbakanl›k önünden TBMM’ye yürüdü. Polis barikat›yla karfl›laflan KESK’liler TBMM’nin Dikmen Kap›s›’na ulaflmay› baflard›
KESK 4688’e karşı sokağa çıktı 4
688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun meclis genel kurulunda görüşülmeye başlanmasıyla 2 Nisan’da KESK sokağa çıktı. Ankara’da TBMM’ye yürüyen KESK üyeleri, bulundukları kentlerde kent merkezlerinde eylemler yaptı. 4688 sayılı yasanın mevcut toplu görüşme sisteminden daha geri
Görevi nedeniyle işsiz kaldı
İ
bir düzenleme getirdiğini belirten KESK’liler toplu sözleşme hakkının sınırlı bir düzeyde tutulduğunu söyledi. Toplu sözleşmede imza yetkisinin sadece AKP yandaşı MemurSen’de olacağını belirten KESK üyeleri düzenlemeyle anayasanın ve uluslararası sözleşmelerin yok sayıldığını belirtti.
stanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Taksim’in yok edilmesine yönelik plana karşı çıkan şehir plancısını işten çıkardı. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, odanın verdiği görevi yaptığı için bir profesyonel oda yöneticisinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işten çıkarılmasını protesto etti. 29 Mart günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde
Genel toplu sözleşmenin yanı sıra hizmet kolu toplu iş sözleşmesinin yer aldığı değişikliğe göre genel toplu sözleşme görüşmelerine katılmayacak konfederasyonun hizmet kolu toplu iş sözleşmesi yapma şansı kalmayacak. Toplu sözleşmede anlaşmazlık çıkması durumunda hakem heyeti devreye girecek. Hakem heyeti 6’sı
bir basın açıklaması yapan Şehir Plancıları Odası, işten çıkarma olayını diğer plancılara ve profesyonel oda yöneticilerine gözdağı vermek amacıyla gerçekleştirildiğini söyledi. Oda, belediyenin kurumsal bir tavır gösterdiği gerekçesiyle çalışanın ismini vermek istemediğini belirtti. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube yönetcisinin işten çıkarılma
AKP’nin atadığı, 3’ü AKP yandaşı Memur-Sen temsilcisi olmak üzere 11 üyeden oluşacak. Bu heyetin verdiği karar bağlayıcı nitelikte olacak. Grev hakkı olmayacak. KESK’e göre toplu sözleşme düzeninin grev hakkıyla teminat altına alınması ve her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme yapabilmesi gerekiyor.
gerekçesi Taksim Meydanı için hazırlanan yeni imar planına itiraz dilekçesi yazmak istemesi ve 12 Mart’ta Taksim Dayanışması bileşenleri tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasına katılması. İBB’nin bu tür uygulamalarının yeni değil. İBB, Şehir Plancıları Odası’nı 2011’in Temmuz’unda kiracısı bulunduğu mülkten tahliyeye zorlamıştı.
İstifa baskısına tepki
D
iyarbakır’daki Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş, sendika üyelerine yönelik baskılara karşı 28 Mart’ta basın açıklaması yaptı. 250 kişinin katıldığı eylemde açıklamayı Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi Zeynep Çelik okudu. Çelik, işçilere taşeron şirket tarafından sendikalarından istifa etmeleri için baskı yapıldığını, baskının Başhekimlik eliyle gerçekleştirildiğini söyledi. Çelik, hastanede açılan yeni bölümlere geçiş için sendikadan istifa etmenin şart koşulduğunu ifade etti.
9
EMEK 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Mart ayı ‘zam ayı’ oldu ENG‹N DURAN
M
art ayı tam anlamıyla zam ayı oldu. Enerji meselesi can yakıcı şekilde halkın bütçesini sarsmaya devam ediyor. Mart ayında benzine 3 defa gelen zamla birlikte Nisan ayına elektrik ve doğalgaz zammı ile başladık. 1 Nisan’dan geçerli olmak üzere elektriğe yüzde 9,26, doğalgaza ise yüzde 18,72 zam yapıldı. Hükümet zamları savunurken enerjinin ağırlıklı olarak ithal olduğunu vurguluyor, dünya piyasasında yaşanan fiyat artışlarının yurtiçindeki enerji fiyatlarına yansıtıldığını söylüyor. Bu noktada Enerji Bakanı Taner Yıldız “Vatandaşımızın geliri arttığı için fiyatlar artsa da pek önem arz etmiyor” diyor ancak ücretleri ortalama yüzde 6 düzeyinde artarken enerjide zamlar yüzde 20’leri buldu. EV BÜTÇES‹ ELEKTR‹K + DO⁄ALGAZ Elektrik dağıtım hizmetlerinin özelleştirilmesiyle zam yağmuru başladı. Son yapılan zamlardan önce, dağıtım hizmetleri bedeli, perakende hizmet bedeli ve sayaç okuma bedeli altında toplanan paralara son 4 yıllık dönemde yüzde 120’lere varan zamlar yapıldı. Bu dönemde TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) yüzde 37 iken elektrik zamları enflasyonun 3 katını aştı. Bu gizli zamların yanında konutlarda kullanılan elektriğe son 6 yıl içinde yüzde 20 zam yapıldı. Ayrıca 2012 yılının ilk üç ayı için de yapılan toplam zam oranı yüzde 12,8 oldu. Oysa 2012 yılı için hedeflenen enflasyon oranı
Mart ayında elektriğe, doğalgaza ve petrol ürünlerine arka arkaya yapılan zamlar, ücretlere yapılan zamların üç katını aştı
Pahalı doğalgaz öldürüyor yüzde 6,5 olarak belirlenmişti. Durum gösteriyor ki 4 yıllık süreçte hep enflasyonun üzerinde artan fiyatlar bu yılda da enflasyonun çok üzerinde artacak. Sadece son zam ile birlikte 4 kişilik bir ailenin aylık asgari elektrik tüketimi 70 liradan 76 liraya yükseldi. Doğalgaz zammı için havaların ısınmasının tercih edilmesi ise dikkatlerden kaçmıyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız son fahiş zammın öncesinde havaların ısındığını ve zam için vakit geldiğini açıkça ifade etmişti. Yaz aylarına getirilen zammın “can yakmayacağını” hesap eden hükümet aklınca halka iyilik yaptığını ima ediyor ancak bu zamların kışın faturaları can yakıcı haline getireceği
açık. Elektriğe ve doğalgaza yapılan son zamlarla 4 kişilik bir ailenin sadece bu iki kaleme yapacağı harcama ortalama 300 liraya yaklaşıyor. Buna su ve telefon eklendiğinde bir asgari ücretin yarısı faturalara gitmiş oluyor. Kira, beslenme, ulaşım, sağlık, eğitim gibi diğer harcama kalemleri için iki ücret bile yetmiyor. PETROLDE AKP H‹NL‹⁄‹ Son yapılan zamlara gerekçe olarak hükümet, artan petrol fiyatlarını ve dövizdeki yükselişi gösteriyor. Petrol fiyatlarında yaşanan düşüşleri fiyatlara yansıtmayan AKP hükümeti, her yükselişi fırsat bilip yurtiçi enerji fiyatlarına zam yaptı. Dünya ekonomik krizinin en sert döne-
minde petrol fiyatları varil başına 94 dolardan 60 dolara düşerken yurtiçinde petrol ürünlerinde ucuzlama olmadı. Mart ayında dünya petrol piyasasında fiyatlar varil başına 120 doları aşınca hükümet hemen harekete geçip bir ay içinde benzine 3 defa zam yaptı. Son zamlarla birlikte benzinin litresi 4,70 lira oldu. Satış fiyatı 4,70 lira olan benzinin rafineriden çıkış fiyatı ise 1,69 lira. Aradaki fark ise bayilerin karı ve devletin akaryakıttan topladığı vergiyi oluşturuyor. Devlet akaryakıttan topladığı vergiyi her halükarda alıyor ve bundan taviz vermiyor. Kamu bütçe açığını çok büyütmek istemeyen hükümet büyük sermayedarlardan toplayamadığı vergiyi halktan topluyor.
Do¤algaz zamm›n›n ard›ndan üç gün geçmeden Ankara Keçiören’de do¤algaz paras›n› ödeyemedi¤i için kömür sobas› yakan bir aileden 4 kifli kömürden zehirlenerek hayat›n› kaybetti. Ankara Keçiören’de do¤algaz ba¤lant›s› bulunmas›na ra¤men belediyeden ald›klar› kömürleri yakarak ›s›nan Ahmet Ayd›n, Betül Ayd›n, k›zlar› 5 yafl›ndaki Ece S›la ve 1 yafl›ndaki Hira Gül ve Betül Ayd›n’›n a¤abeyi 44 yafl›ndaki Mehmet Gürgeç hayat›n› kaybetti. Yüksek Seçim Kurulu’da 4/C statüsünde sözleflmeli memur olarak çal›flan Ahmey Ayd›n ayn› zamanda da bir apartmanda kap›c›l›k yap›yor, ka¤›t toplayarak yaflam›n› sürdürmeye çal›fl›yordu.
Bu zamlar yeni zamların habercisi E
lektrik, doğalgaz, benzin ve motorin üretim alanında kullanıldığı için bu zamlarla birlikte tüm alanlarda maliyetler artacak. Bu nedenle birçok ürüne ve hizmete yeni zamlar gelecek. Gelen zamlar yeni ulaşım zamlarının, yeni ekmek zamlarının habercisi. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş “Benzin
maliyeti arttı İETT zarar ediyor” diyecek. Ekmek üreten fırın sahibi “Mayaya zam geldi, elektrik masrafı arttı, artık eskisi gibi kazanamıyoruz” deyip ekmeğe zam isteyecek. Kısacası AKP’nin öncülüğünde yeni ve yakıcı bir zam furyası başlayacak. Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 48’i doğalgaz kullanılarak elde ediliyor.
Dolayısıyla son yapılan yüzde 18,72’lik doğalgaz zammı önümüzdeki dönemde üretilecek elektriğin maliyetini artıracak ve yeni zamların yapılmasına yol açacak. 2011 Ekim ayında doğalgaza yapılan yüzde 12’lik zammı elektriğe yapılan yaklaşık yüzde 10’luk zam izlemişti. AKP, devleti özel sektör gibi yönet-
meye çalışarak tüm fiyat artışlarını doğrudan halka yansıtarak günü kurtarmaya çalışmakta. Günü kurtarma çabasının başarı olarak sunulmasının ve yeni zamları önlemenin yolu ise halkın mücadelesinden geçiyor. Halkın Sesi’nin bu sayısında da yer alan, Endonezya’daki zamları durduran halk muhalefeti bize çok şey anlatıyor.
TÜRKİYE ÇOK BÜYÜDÜ: Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2011 yılı Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası yüzde 8,5 artış gösterdi. Kısacası ekonomi Çin’den sonra en hızlı büyüyen ekonomi oldu. Peki, bu büyüme nasıl sağlandı? 2011 yılında 69 bin 227 iş kazasıyla, 688 meslek hastalığıyla, 1568 iş kazası sonucu ölüm ile ekonomi büyüdü. İş Kazasında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü bir ekonomi ile gurur duyuldu. 9 milyon 285 bin sigortasız çalışanla rekabet gücü yarattıldı, ihracat rekorları kırdıldı. Gasp edilen kentsel alanlarda yükselen rezidanslarla, villalarla, AVM’lerle inşaat sektörü büyüdü. Kurutulan derelerle, ölen balıklarla, devrilen ağaçlarla, susuz kalan köylülerle enerji şirketleri büyüdü. Zehirlenen topraklar, yok edilen ormanlar üzerinde vergi kıyaklarıyla semirtilen altın şirketleri büyüdü. Ticarileşen sağlık hizmetleriyle sağlık sektörü büyüdü, sağlık turizminde cazibe merkezi haline gelindi. Sağlık işçileri güvencesizleşti. Sınav enflasyonuyla özel derhane sektörünün cirosu 10 milyar dolara yükseldi. Tüm bunların yanı sıra bu büyüme isyan çıkarmasın diye hapishaneler büyüdü, hapishanedeki çocuklar büyüdü.
Demirel’in sa¤ kolu olarak nam salan Hisarc›kl›o¤lu, Gülencilerin kongresinde 4+4+4 muhaliflerine atefl püskürdü
Patronların çocuk işçi sevinci TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen patron örgütü TUSKON’da yaptığı konuşmada 4+4+4’ü dini gerekçelerle savundu ama...
T
USKON’un 4’üncü Olağan Genel Kurulu'nda konuşan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu 4+4+4 yasasını savunarak, muhalefeti hedef aldı. Hisarcıklıoğlu yasayı savunurken “çocuk işçiliği” nedeniyle duydukları sevinci değil, “din eğitimi”ni öne çıkardı. Türkiye’nin temel dinamikleri olarak fikir, din ve vicdan hürriyeti ile teşebbüs hürriyetinin bu ülkenin temel dinamiği olduğunu öne süren Hisarcıklıoğlu bu iki “hürriyet”in temelinde eğitim özgürlüğünü olduğunu söyledi ve eğitim özgürlüğünü şu şekilde tanımladı: “Aileler çocuklarına dini eğitim vermek istiyorlarsa bunun önü açılmalıdır.” 4+4+4 nedeniyle
yükselen büyük toplumsal muhalefete de yüklenen Hisarcıklıoğlu “İsteyen çocuğuna dini eğitim verir, isteyen vermez. Deniyor ki, 'aileler çocukları yönlendirecek.' Kusura bakmayın ama ailenin çocuk üzerinde hakkı vardır” dedi. Zorunlu din derslerini görmezden gelen, toplumsal baskılar nedeniyle seçmeli din derslerinin zorunlulaşacağını es geçen ve bu eğitimin neden devlet tarafından verildiğini açıklama gereği bile duymayan Hisarcıklıoğlu 4+4+4’ü şu sözlerle savundu: “Bu ülkede aileler çocuklarını Alman kolejine, Fransız kolejine gönderirken itiraz etmeyeceksin, yönlendirme aklına gelmeyecek; ama iş dini eğitime gelince çocuklar yönlendirilmiş olacak. Böyle özgürlük anlayışı
olmaz” Hisarcıklıoğlu’nun yasa ile getirilen çocuk işçiliğini tartışmaktan kaçınarak sorunu “din” ekseninde tartışması dikkat çekti. Zira TOBB ve TUSKON üyesi sermaye grupları, küçük ve orta ölçekli yapılarıyla çocuk işçiliğini en çok kullanması beklenen sermaye kesimleri arasında yer
alıyor. Hisarcıklıoğlu bu konudaki sevincini gizlemeyi tercih ederken hükümete şükranlarını şu sözlerle dile getirdi: “Ben huzurlarınızda bu istikrar ve reform döneminin baş mimarı olan Sayın Başbakanımıza, Türk iş dünyası adına şükranlarımı sunuyorum”.
Dinin dokunulmazl›¤› ğitim alanındaki son düzenleme sürecinde AKP ve Erdoğan ilk kez bu kadar açıktan din üzerinden bir karşıtlık yaratarak muhalifleri köşeye sıkıştırmaya çalıştı. MHP bu nedenle, yasanın çıkarılış şekline vs. şeklen itiraz etmek istese de, hiç sesini çıkaramadan teslim oldu. CHP ise Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmalardan anlaşılacağı gibi sanki işin esası yasanın içine sokulan ihale maddesiymiş gibi AKP’yi yolsuzluk, hırsızlık yapmakla suçlamayı tercih etti. Eğitimin dinselleştirilmesi konusunda ise dine, Kuran’a karşı olmadığını vurgulamak zorunda kalarak derdini anlatmaya çalıştı. Kuşkusuz büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde siyasal İslam en önemli siyasal-toplumsal aktörken buna muhalif olan kesimlerin İslamcıların dini açıktan referans alarak yaptıkları hamlelere karşı bir söylem geliştirebilmeleri hayli zor. Erdoğan her zamanki başarılı hitabetiyle 28 Şubat sürecinde vatandaşların dini öğrenmelerinin engellendiğini, kendilerinin ise bu engelleri ortadan kaldırdığını, dindar nesiller yetiştirmek için bunun gerekli olduğunu vb. söylediğinde herhangi birisinin çok kolaylıkla kalkıp da “din düşmanlığı” damgasını yeme pahasına dini içerikli derslerin okullara konulmasına karşı çıkması hayli zor. Siyaseti dini söylemle yapmanın kitleleri ikna etmedeki veya susturmadaki gücünü bilen AKP, sanırız bundan Tufan sonra yeni benzer hamlelerle Sertlek yoluna devam edecektir. Son zamlarla temel ihtiyaçların kulDev Sa¤l›k-‹fl lanımı giderek zorlaşırken, Yönetim Kurulu Suriye konusunda arsızca bir Üyesi tutum takınılıp her türlü belaya davetiye çıkartılırken, Kürt sorununda dolap beygiri gibi olduğu yerde dönüp dururken AKP’nin “din büyüsüne” her zamankinden daha çok ihtiyacı olacağı açıktır. Bu süreçte dinci siyaset konusunda refleksleri zayıf olan solu iki esas hatalı tutum bekliyor: Birincisi dinsel hegemonyanın toplumsal hayatta çağdaş yaşam dinamiklerini sıkıştırması karşısında açıktan karşı durmayıp AKP’yi zayıf noktalarından vurmak adına bu dinsel-siyasal alanın dışından müdahalede bulunmak. İkincisi ise yasa meclisten geçtikten sonra bir CHP yöneticisinin gazeteye verdiği mülakatta olduğu gibi “aslında biz de müslümanız” deyip her lafa Elhamdülillah vs. diye başlayan bir söylem geliştirmek… Bu ikinci yolun hiçbir işe yaramadığı İran devrimi deneyiminden sabittir. İlki ise siyasal islamın bu kadar etkin olduğu bir dünya konjönktüründe topal ayakla sahaya çıkmak gibi bir şey olacaktır. Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Eğer AKP iktidarı bundan sonraki süreçte dinsel söylemi ve siyaseti açıktan ve çok daha etkin biçimde kullanacaksa bunun karşısında dinci söyleme dokunmadan karşı siyaset yapma imkanımız yoktur. Bunun yolu her lafa “Biz de müslümanız elhamdülillah….” diye başlamak ya da “esas çelişki burada değil” diyerek başka bir kulvardan AKP’ye yüklenmek olmamalıdır. Laiklik, sol siyasetin doğrudan savunmaktan kaçamayacağı çok önemli, olmazsa olmaz siyasal değerlerden birisidir. İstersek “hak mücadeleleri”, istersek “emek eksenli” bir mücadele diyelim AKP’nin giderek azgınlaşacağı bir süreçte “laiklik” es geçilerek verilecek bir mücadele, ideolojik olarak son derece güçlü bir bileşeninden yoksun kalacak ve dinci iktidarın dinin toplumsal-siyasal hayattaki yeri konusundaki güçlü hamlelerine karşı toplumsal bir karşılık üretemediğimizden ciddi bir inandırıcılık sorunu yaşanacaktır. Kuşkusuz bu saptama, “bu dönem mücadelenin temel ekseni Cumhuriyet devriminin ülkemize kazandırdığı laikliği savunmak” olmalıdır şeklinde anlaşılmamalı ve fakat devrimci solun yeni bir toplum tahayyülünde dinin ve toplumsal ve siyasal hayattaki yerini yeniden ele alıp ideolojik-politik bir duruş oluşturması anlamına gelmektedir. Bu duruş kısmen burjuva devrimlerinin eseri olan laiklik-laisizm argümanlarından etkilenerek ama esas olarak 300 yıllık burjuva ve 70 yıllık sosyalizm deneyimlerinin gözden geçirilmesiyle oluşturulmalıdır.
E
Fatura soygununa dur Elektrik faturalar›ndaki "kay›pkaçak" bedeli olarak al›nan paralar›n "haks›z" oldu¤una yönelik bir karar daha ç›kt›. Mersin'in Mezitli ‹lçesi’nde Tüketici Sorunlar› ‹lçe Hakem Heyeti, baflvuran 37 tüketicinin elektrik faturalar›na yans›t›lan yüzde 15 oran›ndaki kay›p kaçak bedelinin iptali ve iadesine karar verdi. E¤er TEDAfi Tüketici Hakem Heyeti'nin karar›na uyup ald›¤› paralar› iade etmezse, konuyla ilgili son karar› Tüketici
Mahkemesi'nin verece¤i belirtildi. Hakem heyeti ayr›ca, elektrik kesintileri sonucu Kuyuluk ‹lkö¤retim Okulu'nun bozulan projeksiyon cihaz›n›n Toroslar EDAfi taraf›ndan yenilenmesini de uygun buldu. Kahramanmarafll› bir emekli ö¤retmenin geçen y›l kas›m ay›nda ayn› konuda baflvurdu¤u Tüketici Sorunlar› ‹l Hakem Heyeti, elektrik faturas›na yans›t›lan yüzde 15 oran›ndaki kay›p kaçak bedelinin iadesine karar vermiflti.
10
KİBELE 5 Nisan / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Metrobüste pembe tablo
Erkek yargı tecavüze razı
S
EVR‹M ÇAKIR
aadet Partisi İstanbul Örgütü mart ayında bir imza kampanyası düzenledi. Bir hafta süren kampanya, il başkanlığının gündeme getirdiği Pembe Metrobüs önerisi içindi. Nedir bu pembe metrobüs? İstanbullular bilir, trafikte sadece kendisine tahsis edilmiş bir şeritte, trafiğe takılmadan ilerleyebilen metrobüslere özellikle iş saatlerinde binmek ve inmek meseledir. Saadet Partililer de düşünmüş ki her 3-4 araçtan sonra 1 adet pembe renkli metrobüs sefere konulursa dileyen kadın buna biner, tacizden azade, alabildiğine özgür seyahat eder. Parti Kadın Kolları Başkanı Nagehan Gül Asiltürk, kampanya başlarken yaptığı basın açıklamasında tekliflerini “ideolojik yaklaşım içinde değerlendirmenin doğru bir yaklaşım olmayacağını” hatırlatmak istemiş öncelikle. Fakat Nagehan Hanımcım, her şey bir yana, projenizin rengi ideolojik bir yaklaşımın ürünü zaten. “Kızlara pembe oğlanlara mavi” tercihi, bilimsel, pedagojik vs. bir tercih olmadığına, pembenin “erkek rengi” olmadığı öğretildiğine göre bunun adı erkek ideolojisi oluyor. Basın açıklamasından devam edelim: “Adına bakanlık kurup, hayat şartlarının kendilerine dayattığı, maddi-manevi zorlukları hafifletmeye çalıştığımız Özen kadınlarımız için, İstanbul’da yapılacak bu uygulama 2010 Taçy›ld›z yılında yapılan referandumun ozentacyildiz@ ruhuna da uygun olarak poziyahoo.com tif ayrımcılık yaklaşımı olarak eminiz ki toplumun bütün kesimleri tarafından desteklenmelidir.” Nagehan Hanım, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan kadının adının atılarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulduğundan bihaber veya o da kadını aileden ayrı düşünmediği için Aile Bakanlığı’nı kadının adına kurulmuş kabul ediyor. Kadınların yaşadığı “maddi-manevi zorluklara” da ne idüğü belli olmayan “hayat şartlarının dayatması” diyerek tüm bir sistemi muğlaklaştırıyor. Talebin “2010 yılında yapılan referandumun ruhuna da uygun olduğu” tespitiyle hem kendince meşruluk sağlamış hem de belediyeye partisinin verdiği sözleri inceden hatırlatmış, tabi projelerini pozitif ayrımcılık kabul ederek. Gericilikte adettendir, “erkek kafa”, artık eve kapatmanın mümkün olmadığı kadınları izole etmenin, “bayanlara mahsus” alanlar yaratmanın peşinde didinir durur, yaptığı ayrımcılığı da pozitif sanır. Zenginine dış dünyadan bir kat daha korunaklı özel araba, yoksuluna da erkekten azade pembe metrobüs bulur. Ne sabah gideceği iş, ne akşam döneceği ev… Merdivenaltı atölyede güvencesiz mi çalışmış, “başkalarının kiri”ni temizlerken camdan düşüp mü ölmüş, bütün gün çalışıp kazandığına akşam el mi konmuş, dayak mı yemiş, tecavüze mi uğramış, ne gam… Yeter ki yolda giderken görünmez olsun, kendisi de görmez olsun. Erkekleri tahrik etmeden usul usul yaşasın. Metrobüsün pembesindeki kadının iffet bayrağı gururla dalgalanırken diğerine binen kadının her şeye rızası olsun. Erkek zaten doğuştan günaha meyilli, fıtrattan kaçılmaz, zapturat altına alınan kadın olsun. Yine de tacize, tecavüze uğrarsa rızası sual olunsun, erkek dolusu metrobüse bindiği için erkek kollanıp korunsun. Ama sakın ola kadınları ayrı metrobüse bindirerek tacizden korunmayacağı, sorunu yeniden üretmekten öteye geçmeyeceği bir an için bile düşünülmesin. Çünkü o zaman mesele erkek şiddetine, erkek egemen sisteme savaş açmaya, onunla mücadeleye gelir ki gericilik bu kadarına hiç gelemez. Pembe metrobüsün içinde güzel bir fotoğraf olmak varken…
Sığınak değil konukevi Belediyelerin s›¤›nmaevi açma zorunlulu¤unu denetlemeyen ve “s›¤›nma evi talep eden kad›nlara ‘Ruanda’ya gidin’ tavsiyesinde bulunan” AKP, ilgili yönetmelikte de¤ifliklik yap›yor. Yeni yönetmelik tasla¤›na göre s›¤›nmaevlerinin ad› de¤ifliyor, “konukevi” oluyor. Nüfusu 50 binin üzerinde olan belediyelerin s›¤›nmaevi açma zorunlulu¤u konukevi açma zorunlulu¤una dönüflecek. Konukevlerinden ayr›lan kad›nlar için koruma plan› yap›lacak. Metne göre fliddet uygulayan faillerin cezaland›r›lmas› ya da hakk›nda ifllem yapmak yerine fliddet ma¤duru kad›nlar› korumas› için polis görevlendirilecek. Yönetmelik kad›nlar›n konukevlerine girifl ç›k›fllar›n› kontrol edecek. Kad›nlar kuruluflun huzurunu, çal›flma düzenini bozan, kurulufl hizmetlerinin gere¤i gibi yürütülmesini güçlefltiren davran›fllarda bulunurlarsa disiplin kurulu taraf›ndan kurulufltan ç›kar›labilecekler. Böylelikle kad›nlar, kocalar›n›n-babalar›n›n de¤il kurumlar›n denetimine girmifl olacak.
B
artın’da 14 yaşında 8. sınıf öğrencisi Ç.K, köyün balıkçısından çiftçisine, esnafından siyasetçisine 100’ün üzerinde kişinin tecavüzüne uğradı. Halkın Sesi’ne konuşan Bartınlı öğretmen A.S tecavüzcüler arasında kentteki AKP’lilerin de olduğu söylüyor. A.S’den aldığımız bilgilere göre, Ç.K’nın orta derecede zeka geriliği var. Annesi ve babası dördüncü sınıfa giderken boşanmış, Ç.K Bartın’da merkeze bağlı bir köyde babannesi ve babasıyla yaşıyor. Babası inşaat işçisi. Geçen haftalarda Ç.K okuldan zorla bir araca bindirilirken okul idaresi duruma müdahale etti. Bu müdahale sonrası Ç.K.’nın üç yıldır tecavüze maruz kaldığı anlaşıldı. Ç.K ilk olarak köyünde tecavüze uğradı, bu nedenle okulunu değiştirdi ama gittiği okulda ve yeni çevresinde de benzer saldırılara maruz kaldı. Hatta bazı tecavüzcülerin bu olaya dair görüntüleri internette paylaşmasıyla, Ç.K’yi istismar edenler Bartın’la sınırlı kalmadı. Malatya ve İzmir’den de kente bu niyetle gelenler oldu. A.S bu taciz ve tecavüzlerin dedikodu yoluyla tüm kent tarafından bilindiğini ama herkesin duruma sessiz kaldığını söylüyor. Ç.K’nın bir araca bindirilmesine müdahale eden okul yönetminin durumu savcılığa bildirmesi üzeri-
B
artın’da 14 yaşındaki Ç.K, üç yılı aşkın süredir yüzden fazla kişinin tecavüzüne uğradı. Erkek yargı yine aynı yalanın arkasına saklandı: “Rızası vardı”
ne savcılık makamı bir soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında 16 kişi gözaltına alındı, 2 kişi tutuklandı. A.S verdiği bilgiye göre tecavüzle suçlananlar arasında kentin ileri gelenleri ve iktidar partisi ile ilişkide olan isimler var. İşin içine bu isimler girince tecavüze
Siirt ve Mardin’in ard›ndan Bart›n Cumhuriyet Savc›s›’n›n verdi¤i kararlar anayasan›n çocuklara yönelik cinsel istismarla ilgili maddesine de ayk›r›. TCK’n›n 103.maddesinde çocuklar›n cinsel istismar› ile ilgili onbefl yafl›n› tamamlamam›fl veya tamamlam›fl, hukuki anlam ve sonuçlar›n› alg›lama yetene¤i geliflmemifl olan çocuklara karfl› gerçeklefltirilen her türlü cinsel davran›fl›n sekiz y›ldan onbefl y›la kadar hapis cezas›na çarpt›r›laca¤›na yer veriliyor. Ayr›ca birden fazla kifli taraf›ndan birlikte
uğrayan Ç.K’nın ailesine baskılar başladı. A.S emniyetin ve yerel iktidarın konunun kapanması için aileye baskı uyguladığını söyledi. SAVCI: ‘Ç.K RIZAYA DAYALI ‹L‹fiK‹LER YAfiIYOR’ 14 yaşında, üç yılı aşkın süredir
100’ün üzerinde tecavüze uğramış Ç.K soruşturmasında savcı yalnızca iki kişi için tutuklama kararı verdi. Tutuklanan iki kişi de kentte balıkçılık yaparak geçiniyor. Savcının tecavüzcülerin üzerine gitmemesi ve olaya adı karışan yalnızca iki kişinin tutuklanması
Bu ilk ‘rıza’ değil gerçeklefltirilmesi hâlinde, verilecek ceza yar› oran›nda art›r›laca¤›, suçun sonucunda ma¤durun beden veya ruh sa¤l›¤›n›n bozulmas› halinde, onbefl y›ldan az olmamak üzere hapis cezas› verilece¤i de belirtiliyor. Mardin’de 13 yafl›ndaki N.Ç 2002 y›l›nda 26 kiflinin tecavüne u¤ram›flt›. Yerel mahkeme N.Ç’nin “r›zas› vard›” diyerek verdi¤i hafifletil-
mifl cezalar› Yarg›tay hukuka uygun bulup onaylam›flt›. Mardin 1. A¤›r Ceza Mahkemesi, 24 san›¤a alt s›n›rdan 5 y›l ceza vermifl, iyi hal indirimi nedeniyle cezalar› indirilmiflti. Siirt’te dördü kardefl, 7 ilkö¤retim okulu ö¤rencisi k›za 14–70 yafl aras› onlarca erkek tecavüz etmiflti. 2010’da Siirt Cumhuriyet Baflsavc›l›¤›’n›n ta-
basına yansıyınca kadınlar karara tepki gösterdi. Bunun üzerine Bartın Valisi İsa Küçük, İl Milli Eğitim Müdürü İsa Şeker ve Bartın Cumhuriyet Savcısı ağız birliği etmişcesine olayın tecavüz değil taciz olduğunu söylemeye başladı. Savcılık soruşturmayla ilgili basına yansıyan haberlerin kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği gerekçesiyle yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada savcılık tarafından öne sürülen bazı iddialar, savcının Ç.K’nın beyanının inandırıcılığını sarsmaya çalıştığı izlenimi veriyor. Yapılan açıklamada savcılık Ç.K’nin “rızaya dayalı ilişkiler” yaşadığını savundu. Ç.K’nin telefonunda uygunsuz mesajlar bulunduğunu ve annesiyle babasının boşandığını belirterek, psikolojisinin bozuk olduğunu öne sürdü. Ç.K’nın zihinsel engelli olması durumunu “zekası yeterince gelişmemiş” diyerek belirten savcı, “halk arasında anlaşıldığı gibi 1 kişinin tecavüz ettiği diğerlerinin sadece taciz ettiğinin de yapılan tespit ve sonuçlara göre anlaşıldığını” söyleyerek kendisini aklamaya çalıştı. Savcının tecavüz zanlılarını serbest bırakması, ardından tecavüze uğrayan 14 yaşındaki Ç.K’ya yönelik bir dizi ithamda bulunarak bu kararını savunması ve bütün kentin tecavüzü bildiği halde susması sistemin erkek dayanışmasıyla kendisini koruduğunu gösteriyor.
limat›yla, k›zlar›n ifadelerinde ad› geçen erkeklerden 100’ü sorgulanm›flt›. 10 kiflinin tutuklu yarg›land›¤› davada, karar 2 y›l sonra 14 Mart’ta ç›kt›. 10 san›¤a ortalama 10'ar y›l hapis cezas› verildi. ‹ki y›l boyunca B.Ç.’nin psikolojisinin bozulmad›¤›na dair verilen Adli T›p raporlar›yla Hüseyin Üzmez’i aklamaya çal›flan AKP yarg›s›, flimdi de Siirt’te ve Mardin’de oldu¤u gibi Bart›n’da da AKP’lileri ve eflraf› yani tecavüzcüleri aklamaya korumaya devam ediyor.
Bir yatırım aracı: ‘Kız çocuğu’ K
ız Çocuklarının Okullaşma Oranının Artırılması Projesi kapsamında televizyon kanallarına kamu spotu veriliyor. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kamu spotlarında yer alarak birer konuşma yapıyor. Tarafsızlığı ilkesine rağmen cumhurbaşkanı’nın da yaptığı konuşmalarda, AKP’nin “Hedef 2023” projesi dile getiriliyor. Cumhuriyetin 100’üncü yılı için yüzde yüz okuyan ve üreten bir Türkiye hedeflediklerini söyleyen Gül, Erdoğan ve Dinçer projenin ismine rağmen niyetlerini de saklamıyor. Anne babalardan kızlarını okutmalarını isteyen üçlü “Ülkemiz ancak kızların eğitim görmesi ve meslek sahibi olmasıyla
kalkınabilir” diyor. Erdoğan’ın yer aldığı kamu spotu, bir kız çocuğunun babasıyla ilişkisini anlattığı bir hikayeyle başlıyor. Hikayede baba sevgisini belli etmiyor, gülümsemiyor ama kız çocuğunu okutuyor. Çocuğu okuldan mezun olduğunda gururlanıyor. Çocuk, babasının kendisini
sevdiğini o zaman daha iyi anlıyor, babasıyla gurur duyduğunu söylüyor. Kız çocuk, okul yıllarında babasına çay servis ediyor. Hikayenin ardından başbakan devreye giriyor ve üçlünün diğerlerinden farklı bir buyurganlıkla “Kız çocuklarımız okusunlar” diyor. Niyeti en açıkça
söyleyen Ömer Dinçer oluyor. Dinçer, “Ülkemiz ancak kızların eğitim görmesi ve meslek sahibi olmasıyla kalkınabilir. Evlatlarımız kıymetimiz, okumaları geleceğimizdir.” Abdullah Gül de çocukları birer yatırım aracı olarak ele aldığı konuşmasında “Sevgili vatandaşlarım;
çocuklarımız bizim en büyük servetimizdir. Bu serveti daha kıymetli hale getirmek için onların eğitimine çok dikkat etmeliyiz ve çok iyi eğitim vermeliyiz” diyor. Gül, çocukların “eder”ini artırmak için eğitimin şart olduğuna inanıyor. 2023 yılı için nüfusun yüzde yüzü okuyan bir nesil beklediklerini dile getiren Gül, okumuş insanların hayatlarında herhangi bir değişiklik yaratmayacak olan “kalkınma”yı gündemine alarak, “üreten bir nesil” istediklerini de vurguluyor. Kamu spotlarında kız çocukların eğitimine özellikle önem verildiği söyleniyor. Ancak konuşmalar ve görsel öğeler, kız çocuklarının eğitim hakkını değil, meslek sahibi olarak sisteme değer üretmelerini savunuyor.
Kadınlar davalarının peşinde Kadına yönelik şiddet konulu davalarda, yargı erkeği korumak için haksız tahrik indirimi gibi pek çok kılıf buluyo. Bunun karşısında kadınlar örgütlü mücadeleyi büyütüyor ‹fiVEREN DE DEVLET DE SORUMLU Temizlik işi için gittiği evde cam silerken düşerek hayatını kaybeden Fatıma Aldal davasının ikinci duruşması 28 Mart’ta görüldü. Dava sanık işveren Sevim Özdemir’in mahkeme salonuna gelmemesi nedeniyle 30 Mayıs’a ertelendi. Davayı takip eden İmece, davanın görüldüğü Kartal Adliyesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Kadınlar adına basın açıklamasını Sevda Özer okudu. Özer, ev işçilerinin iş yasası kapsamına alınmamamasını eleştirerek “Çalışma Bakanlığı da mahkemeler de biliyor ki Fatıma Aldal işçiydi. Ancak herkes üç maymunu oynuyor” dedi. Özer Aldal’ın ölümünden yalnızca işvereni değil, devletin de sorumlu olduğuna dikkat çekti.
ERKEK, YARGI ELELE Kadın örgütleri, kocasının kardeşi tarafından tecavüze uğrayan ve kocası tarafından baltayla öldürülen Gülay Armağanla ilgili davaya sahip çıkıyor. Davanın ilk duruşması 29 Mart’ta, Üsküdar Adliyesi’nde görüldü. Dava, sanık Metin Armağan’ın gelmemesi nedeniyle 21 Haziran’a ertelendi. Duruşma öncesi bir basın açıklaması yapan kadın örgütleri, Armağan’a tecavüz eden Daimi Armağan hakkında da tutukluluk talebinde bulundu. Savcı, kadın cinayetlerinde sıklıkla kullanılan “haksız tahrik indirimi” istedi.
fi‹DDET MA⁄DURU HEK‹ME CEZA Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan Dr.Dilek Argon 2009 yılında başhekiminin fiziksel şiddetine maruz kalmış, tepkiler üzerine başhekim görevden alınmıştı. Olayla ilgili açılan dava sonucunda hem başhekime hem Argon’a para cezası verildi. İstanbul Tabip Odası ve TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu duruşma günü 26 Mart’ta adliye önünde bir basın açıklaması yaparak, “Şiddeti uygulayan bir gün başhekim, bir gün kaymakam, bir başka gün hasata yakını erkek oluyor” dedi ve kadın sağlık çalışanlarının sistematik erkek şiddetinden nasibini aldığını vurguladı.
Gökçek’ten inciler Ece Üner'in sundu¤u Habertürk'teki sosyal medya konulu tart›flmaya kat›lan Okan Bayülgen ve Ankara Büyükflehir Belediyesi Baflkan› Melih Gökçek aras›nda Melih Gökçek’in homofobik taraf›n›n ortaya serildi¤i ilginç bir diyalog yafland›. Kat›ld›¤› haber program›nda Okan Bayulgen, Melih Gökçek'e Londra ve Paris'in çevre ve trafik konular›nda yaflad›¤› büyük sorunlar›n gey belediye baflkanlar› taraf›ndan çözülmesini örnek göstererek "Bizim ne zaman gey belediye baflkan›m›z olacak?" diye sordu. Gökçek'in bu soruya verdi¤i cevap "‹nflallah bizim Türkiye'de gey olmayacak" oldu. Gökçek cevab›n› da gerekçelendirdi: “Her toplumun kendisine göre ahlaki de¤erleri vard›r. Özellikle bizim Türk toplumu olarak Avrupa'n›n gey kültürüyle bir arada bulunmam›z mümkün de¤il. Tasvip etmek de mümkün de¤il. Bizim yetiflme tarz›m›z, ahlak tarz›m›z biraz de¤iflik.”
YÜZ YÜZE
11
5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
12 Eylül kimin davası?
Halkın Sesi okurları Avukat Ayhan Erdoğan’ı Hopa davası sürecinde yayımladığımız bir söyleşiden hatırlar. 12 Eylül davası öncesinde Ayhan Erdoğan’la yeniden konuştuk. Erdoğan Eski bir Pol-Der’li olarak 12 Eylül’ün ‘muhatapları’ndan biriydi. Meslekten uzaklaştırılmasının
ardından Hukuk Fakültesi’ne gitti. Bir avukat olarak 12 Eylül davasına ve solun çeşitli kesimlerinin davaya müdahil olmasına dair söyleyeceği çok şey vardı. Söyleşinin ancak kısaltılmış bir bölümünü bu sayfaya sığdırabildik. Konuya dair kapsamlı bir yazısı ise Sendika.Org’da yayımlandı
AVUKAT AYHAN ERDO⁄AN ‹LE 12 EYLÜL DAVASI ÜZER‹NE
Kurucu iktidarın balyozuna el vermeyelim
B
ugünkü mahkeme kararları ve iddianameler, mütalaalar siyasi tarih yazıcılardır. Bunları doğru okumazsanız gider yeni siyasal tarihin neferi olursunuz
12 Eylül davası ile beraber solda davaya müdahil olma yönünde bir eğilim var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 12 Eylül iddianamesinde müdahil olup olmamayı iki boyutta ele almak lazım. Bir tanesi iddianamenin içeriği, diğeri de bu iddianamenin düzenlenmesindeki amaç. Biliyorsunuz, bu işin saiki de bizim için önemli. Biz başkasının amaçlarını gerçekleştirmesine onayımız yoksa, o işin manivelası da olmamalıyız. Özellikle 12 Eylül’ün muhatabı olduğunu söyleyenlerin, 12 Eylül faşist cuntası karşısında direnen insanların şimdi 12 Eylül’den hesap soruluyor gibi bir söylemin etrafında yeni bir iktidarın kurulduğunu görmesi gerekmektedir. İktidar derken hükümeti kastetmiyorum, bunu '2. cumhuriyet' olarak, devletin dönüşümü olarak tanımlayabilirsiniz. Bütün kurumlarıyla birlikte, yargısıyla, eğitimiyle, askeriyle, polisiyle, şeriat demiyorum ama daha muhafazakar, baskıcı, biat kültürünün ve dinin etkin olduğu ve cemaatlerin kontrol edeceği bir toplumsal bir yapı çıkartılıyor. Uluslararası tekellerin tam denetimine açık, kent devleti gibi bir örgütlenme, ekonomisi de cemaat kapitalizmi gibi bir şey… Amaç bu, peki ya içerik? Şimdi 12 Eylül iddianamesine içerik olarak baktığınızda bir kere iddianameyi yazan arkadaş bir hukukçudan ziyade köşe yazısı yazıyor gibi 'kendi' fikri saikini ifade etmeye çalışmış. Bu anlamıyla bir iddianamede olması gereken biçime sadık kalınmamış. Hukuki bir metnin olması gereken koşullarını taşımıyor. İddianamede bir suçlamada bulunulurken onunla ilişkili deliller ileri sürülür. Fail-fiil-delil ilişkisiyle bir iddianame hazırlanır. Buradan baktığınız zaman savcının siyasal tarih yazdığını görüyoruz. Esasen bu dönem tüm iddianameleri bu gözle okumak gerekir. Bu iddianameyle olduğu gibi gelecek düzenin siyaseti yapılıyor. Zaten kurucu iktidar bunu yapar, o da bunu yapıyor. 12 Eylül’de de yapıldı bu, İstiklal Mahkemeleri’nde de yapıldı yani hiç farklı bir dönem değil. Bugünkü özel görevli mahkemelerle Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i kurduğundaki İstiklal Mahkemeleri’nin rolleri ve görevleri benzerdir. İkisi de tarihi yazan muhalefeti bastırır, iktidar kurar. Bugünkü mahkeme kararları ve iddianameler, mütalaalar siyasi tarih yazıcılardır. Yargı eliyle yazılır siyasal tarih. Bunları doğru okumazsanız gider, o yazılan yeni siyasal tarihin neferi olursunuz. Bu iddianameyi savcının kendi başına yazdığı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kimler yardım etti, kim yazdı bilmiyorum ama yazılanlar iddianameye konu olmaz. Kitap olarak yazsaydı tartışabilirdik aslında. Konu bu iddianame olunca müdahil olanların sosyalist olmaması lazım. Solcuların, sosyalistlerin bu
iddianamede müdahil olması mümkün değildir. Çünkü iddianame kapitalizmi överek başlıyor, sosyalizmin kötü olduğunu anlatıyor hatta delilik mertebesine yükseltiyor. Şimdi siz sanık müdafi olduğunuz zaman buna itiraz edebilirsiniz. “Hakim bunu nasıl kabul edebilir, anti kapitalizmi, sosyalizmi yok mu sayıyorsunuz… Dünyanın kapitalizme mahkum olduğunu söyleyen bir iddianame olabilir mi?” diye bağırabilirsiniz. Ama müdahil olduğunuz zaman bunu diyemezsiniz çünkü müdahil olduğunuzda bu iddianameye hak veriyorsunuz. Yani her müdahil olan aslında ‘akli melekelere uygun olan sadece liberalizmdir’ fikrine hak vermektedir. Bu katılanların, müdahil olanların, aksine şeyler söylemelerine bağlı kalınmaksızın bu şekilde değerlendirilecek ve kamuoyuna da böyle yansıyacaktır. Muhtemelen hakimin yaklaşımı da bu yolda olacaktır. Ayrıca, iddianame kısaca “12 Eylül darbesi bu solcular yüzünden olmuştur” diyor. Bu arada “Bu devrimcilerin, sosyalistlerin başkaldırması nedeniyle 24 Ocak liberal ekonomik kararları hayata geçirilememiştir” diyor. Liberalizm akla uygun ya, buna maraza çıkaran da solcular olduğuna göre bu solcuların bertaraf edilmesi lazım. Bu arada faşist paramiliter güçler de devlete yardımcı olarak 24 Ocak kararlarının hayata geçmesi için müdahale etmişler fakat mağdur olmuşlar. Devletin içerisinde bazı solcular varmış, o solcular bu fukaraları mağdur etmişler. Şimdi gelinen noktada paramiliter faşist güçlerin hepsi mağdur, sosyalistler terörist, bugünkü sefaletin nedeni olan, her şeyin yağmalandığı bu iktisadi sistemin temeli olan 24 Ocak kararlarına karşı çıkan solcular terörist, 24 Ocak liberal kararları insan aklına en uygun kararlar, bunu savunan zavallı
‹
Tayyip Erdoğan 12 Eylül’ün çocuğu değil artık. 12 Eylül içinde yetişmiş ama onu “içkinleştirip aşmış” paramiliter faşist katiller de bu işin mağduru. Yani iddianame liberalizmi ve faşist paramiliter güçleri aklamak üzerine kurulu. Bu sahnede yer alarak bu durumu değiştirecek olduğunu düşünenler, buyursun müdahil saflarında yer alsın. Bu iddianame sonucu davaya katılmak hiç mümkün değil mi? 12 Eylül döneminde hayatını kaybeden devrimcilerin yakınlarının böyle bir muradı olabilir. Onların müdahil olmalarını anlamak ve davanın ilerleyen aşamasında yaşayarak mevcut davanın amacını anlamalarını beklemek söz konusu olabilir. Bu aşamada ‘katılmayın’ demek tam anlatılamayabilir. Ya da bu süreç devletin yeniden inşası süreci olmayıp burjuvazinin demokratikleşme iddiası ile safra temizliği yaptığı ve toplumu nispi bir özgürlüğe götüren yol içeren süreç olsaydı, 12 Eylül faşist darbesinin mağduru olduğunu söyleyenlerin böylesi bir yargılamada yer almasını anlayabilirim. Ama bu aşamada bile devrimci örgüt liderlerinin katılmasını doğru bulmam. Devrimci örgütlerin iddiası devrim yapmak ise yeni bir kurucu irade olarak devrim
ddianame liberalizmi ve faşist paramiliter güçleri aklamak üzerine kurulu. Kapitalizmi överek başlıyor, sosyalizmin kötü olduğunu anlatıyor
yapıldığında yargılama yapmaktır. Peki böyle bir iddianameyi hukuken nasıl ele alacağız? Kenan Evren’in savunmasında faşist paşa çok da doğru söylüyor, kim hazırlamışsa… Adam “ben darbe yaptım, kanla yaptım, bu düzeni ben kurdum” diyor. Doğru mu diyor, doğru diyor. Adam faşist bir cuntayla bu düzeni kurdu. Bu cuntasına 1982 Anayasası ile bir meşruiyet kazandırdı mı, kazandırdı. Dolayısıyla halkın oyuyla birlikte cunta dönemi kapandı. Ondan sonra halkın %92.5’inin kabul ettiği başka bir aşamaya geçti. Yine halkın oyuna sunduğu geçici 15’inci madde var, o maddeye göre de pozitif hukuk açısından sorumsuzluk hali var. Sorumsuzluk hali bu adamın artık bir daha yargılanmasına imkan vermez. Zamanaşımı sonraki tartışma. Eğer bu sorumsuzluk halini koymasalardı, zamanaşımını da 1983 itibarıyla ele alır, uygun mu değil mi diye bakardık. Yani pozitif hukuk dediğimiz, yürüyen mevcut hukuk eğer uygulanacaksa, eğer iddia ettikleri gibi ikinci cumhuriyet kurulmuyor, bunlar devleti değiştirmiyor ise, ele geçirip yeniden biçimlendirmiyor ise, bu kere de pozitif hukuk dediğimiz bu hukuk buna cevaz vermiyor. Bunları yargılayamaz. Peki nasıl yargılıyorlar? Ve ne zaman yargılanabilir? Pozitif hukuk yönünden mevcut darbecilerin yargılanması mümkün değildir. Ancak her yeni kurucu irade geçmişi yargılayabilir. AKP de bunu demiyor mu? Burada AKP hakkında aslında herkesin tam söyleyemediği ve için için konuştuğu bir şeyi AKP'nin artık açıktan ifşa etme zamanı gelmiştir. 12 Eylül iddianamesiyle AKP aslında şunu söylüyor: Ben yeni bir kurucu iradeyim. Ben bu devleti değiştiriyorum ve dönüştürüyorum. Eskiyi tasfiye ediyorum, dolayısıyla, yargılarım arka-
daş! Yargıyı değiştirdim, hakimleri değiştirdim, eğitimi değiştiriyorum, iç güvenliği askerden aldım polise verdim, askeri uluslararası tekellerin hizmetinde yurt dışında görevlendiriyorum. Dolayısıyla benim egemenliğim, benim kurucu iktidarım buna uygun bir anayasa ile taçlanacak, ben de onun ilk “Kemal”i olacağım. Eğer AKP’yi kurucu irade olarak yeni bir yapılanmanın organizatörü olarak görürseniz bu yargılama doğrudur. Ama o zaman da bu yargılamanın amacı ortaya çıkar. Bu yaklaşım karşısında “Hiçbir zaman hukuk mücadelesi vermeyecek miyiz” denmez mi? Diyenin hukuk tarihi ve felsefesiyle ilgisi yoktur diyelim. Toplumda hukukun yerini doğru düzgün anlatmadığımız için, anlatamadığımız için bunu kerametli bir malzemeymiş gibi kullanıyorlar. Hukuk devleti denen kavramın, hukuk denen kavramın kendisini doğru anlatmak lazım. Yani hukuk öyle zannedildiği gibi itibar edilecek bir mesele değil. Hukuk, iktisadi egemenlik sisteminin soyutlanmış bir yönetimi, düzeneği… Yani orada senin hukuk alanında tarihsel, evrensel olarak kazandığın bazı kavramlar varsa onu koruman lazım. Sol o kavramları da, kazanılmış kavramları da yok ederek bu adamların tarihini, geçmişlerini silinmesine el veriyor. Şimdi el birliğiyle Kemal’in dönemini yıkma dönemi. Herkes eline bir balyoz almış, bir kenarından vuruyor. Ben bu düzenin savunucusu değilim ama bu düzeni benim dışımdaki başkaları kendi amaçları için yıkarsa ve onun amaçlarıyla da ben karşıtsam onun balyozuna el vermem. Çünkü o balyoz ondan sonra benim kafama inecek. Eğer bunu fark etmiyorlarsa hep beraber cezaevinde daha sonra konuşuruz. AKP 12 Eylül kurumlarının hepsini aslında koruyor… Nasıl oluyor da 12 Eylül’ü yargılıyor? Şimdi bunu şöyle tanımlamak lazım. Marksistlerimizin iyi bildiği “içkinleştirip aşma” kavramını hatırlayarak bakmak lazım. Şimdi bazı sol çevreler Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül’ün çocuğu olduğunu ve yargılayamayacağını düşünüyorlar. Bu doğru değil. Tayyip Erdoğan 12 Eylül’ün çocuğu değil artık. 12 Eylül içinde yetişmiş ama onu içkinleştirip aşmış. Yine 24 Ocak kararları o yıllarda kapalı toplumları açma anahtarıydı. Şimdiki neoliberalizm, bunu bir aşama daha yukarı sıçrattı. Bunu nerden sıçratırsın, içerden gelen elemanlarla sıçratırsın, bunu daha öncesini içkinleştirmiş ve onu aşanlarla sıçratırsın. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ı hala 1986’da Evren’in elini öpen Tayyip Erdoğan gibi görmemek lazım. O mektepte yetişti, rahle-i tedristen geçti, zaten Amerikancılaşması filan o sürecin eserdir. Yani o süreçte bu işi anladı, büyüdü filan ama artık o dönemi aştı.
Devrimcilerin iddianamesi nasıl olurdu? Siz savcı olsanız o iddianamenin temel üçdört tane maddesi ne olurdu? Bir kere savcı olsaydım böyle bir iddianame hiç hazırlamazdım. Ancak devrimciler devrim yaparsa bir iddianame hazırlarım. Devrimcilerin devrim yaptığı yerde bir iddianame olsaydı, bir kere orada da zaten zaman aşımı, sorumsuzluk halleri filan pozitif hukuka akacağı için böyle tezler ileriye sürülmezdi. Öncelikle gladio operasyonu yapmak gerekirdi. Bu operasyon ancak anti emperyalist ve aynı zamanda sosyalist devrimci bir iktidarın yapabileceği bir operasyondur. Bütün bu işin içinde olan yabancı sermaye, yerli ser-
maye, işkenceciler, ordu komutanları, emniyet müdürleri, MİT ve benzeri bir çok kadro başta olmak üzere hepsi sanık olurdu. O tarihte isim isim kim nerde kimi öldürdü, kim ne yaptı bilinmeyen bir şey değil. Eğer savcı isteseydi bunları yazan kitapları okuması, 12 Eylül soruşturmalarını incelemesi yeterdi. Ayrıca bütün devrimciler işkence sırasında kendi yoldaşlarını kaybettiklerinden işkencecinin kim olduğunu biliyorlardı. Yani bu gizli saklı değil ki; zahmet etseydi sorsaydı bulurdu. Bugün mağdur diye gözüken paramiliter faşist güçlerin hiçbirisi benim iddianamede
mağdur olmazdı. Hepsi emperyalizmin işbirlikçisi, gladionun sivil paramiliter faşist güçleri olarak yargılanırdı. Onlar gerçek anlamıyla bu işin ayakçısı. Mağduriyetini içerde kendilerine bu görevi verenlerle beraber yargılanırken onlardan hesabını onlar soracaktı. Bu iddianamelerde Maraş olayı, Çorum olayı, Sivas olayı, Kanlı Pazar olurdu. 1 Mayıs’ı anlatıyor iddianamede. 1 Mayıs’ta efendim Sular İdaresi’nin üzerinde birileri varmış… Hangi birileri, ben bile yazdım, herkes biliyor kimin olduğunu. Senin iktidarın emniyet müdürü olarak görev yaptırıyor ona, kimliği meçhul mü? Bilinmeyen bir isim mi?
Parça parça iddianame “Tek yol kapitalizm” “Oysa toplumunun ve bunu oluşturan bireylerin mutluğunu sağlayamayan devlet ne kadar güçlü olursa olsun, güvenliği ne kadar yüksek olursa olsun yıkılmaya, değişmeye mahkum devletlerdir. Bunun en güzel örneği Başta Rusya olmak üzere “Demirperde” ülkeleri dediğimiz ülkelerdir. Amerika ile birlikte dünyanın iki süper gücünden biri olan SSCB halkına yaptığı baskı ve mezalim karşısında daha fazla dayanamamış, dağılarak, birçok yeni devlet kurulmuştur. Şu anda Rusya olarak dünyanın ve ortak aklın kabul ettiği liberal ekonomi ve özgürlükler anlayışını kabul ederek yeniden süper güç olma yolunda ilerlemektedir.” Darbeci a¤z›yla Fatsa “Belediye başkanı Terzi Fikri, halkın desteği ile düşüncelerini uygulamaya başladı. Fatsa'da 11 halk komitesi kurdu. Yönetim bu komiteler aracılığıyla idare ediliyordu. İlçeye giriş ve çıkışlar halk komitesinin denetimi altındaydı. Gazeteciler bile uzun süre sorgulandıktan sonra ilçeye girebiliyordu. (…) Fatsa ilçesi, sokaklarında rahatça dolaşılamayan, resmi dairelerinde Türk bayrağı asılmayan, camilerinde namaz kılınamayan, okullarında mini mini öğrencilerine dahi sol yumruklar havada enternasyonal marşı söyletilen, devlet gücüne karşı, barikatlarla çevrilmiş, hiçbir adli ve devlet organı faaliyet gösteremeyen, bütün meselelerini halk-direniş komiteleri tarafından çözülmeye çalışılan, milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerek göçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğü bir yer haline geldi. Bu gelişmelerin ardından Fatsa'ya 8 Temmuz 1980'de Samsun'dan gelen askeri birliklerle operasyon düzenlendi. Darbeci a¤z›yla halk mücadeleleri “Toplumda yasal olarak örgütlenen sivil toplum kuruluşları, ekonomik ve sosyal amaçlardan çok siyasi ve ideolojik amaçlarını ön plana çıkarmışlardı.” Solcular darbeye zemin haz›rlad› iddias› “Olayların, ülke yönetiminin askeri otoritenin eline geçmesini isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, şüphelilerin denetiminde bulunan askeri yönetiminse, ülkenin kaosa sürüklenerek darbe şartlarının oluşmasını bekledikleri sonucuna varılmaktadır.”
12
DOSYA 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Türkiye o rada ne iş yapar? le ABD’nin “küresel terörizm ldırdığı mücadele” sloganıyla sa rlığı da Afganistan’da TSK’nın va jileri devam ediyor. Bölge strate li bir konumaçısından oldukça önem tlerine da olan ülkede işgal kuvve bununla komutanlık bile yapan ve nan son övünen TSK ve AKP, yaşa şu soruya ölümlerin ardından gelen iyor: tatmin edici bir yanıt verem işi ne?” “Türkiye’nin Afganistan’da
Emperyalist çıkarın olduğu her yerde bir Türk askeri var Afganistan’da görevli Türk askerlerini taşıyan bir helikopterin düşmesi sonucu 12 askerin ölmesi, Türkiye’nin emperyalist projelerdeki rolünün tekrardan sorgulanmasına neden oldu
Menderes hükümetinin göreve gelmesinin ardından, Kore Savaşı’yla başlayan süreç, farklı cephelerdeki işbirliğiyle bugüne kadar geldi. Bu süreçte konseptler değişti, işbirliği aynı kaldı
Aktif taşeron iş başında sisteme entegre olabilecek yeni bir yönetim kurulabilmesi için Libya’ya askeri müdahalenin şart olduğu konusunda emperyalist blok arasında bir uzlaşma sağlandı. Alınan kararı uygulamakla yükümlü AKP hükümeti her ne kadar operasyonu başlatan Fransa’yla çekişiyormuş gibi gözükse de, operasyonun bekası için her türlü seferberliği yaptı ve “Libya’da işi olmayan” NATO operasyonun merkez karargahı olarak İzmir’i kullandı.
A
fganistan’ın başkenti Kabil yakınlarında, 16 Mart’ta meydana gelen bir helikopter kazası, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) dünya siyasetindeki rolü hakkında yürütülen eski bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. 1950’lerin başından bu yana emperyalist çıkarların gerektirdiği refleksleri gösteren ve kendini bu refleksleri gösterebilecek şekilde organize eden TSK’nın Afganistan’da verdiği son kayıplar, aslında 60 yılı aşkın bir süredir devam eden işbirlikçiliğin fotoğrafını çeken bir olay olarak tarih sahnesindeki yerini aldı. Kore’de, Yugoslavya’da, Kongo’da, Somali’de ve daha pek çok yerde NATO ve BM şemsiyesi altında onlarca operasyona katılan TSK’nın son dönemde emperyalist projelerdeki atak tutumu, aktif taşeron rolünü benimseyen AKP hükümetiyle birlikte artarak devam ediyor. AFGANİSTAN’DA 4 KAT ASKER Afganistan’da 2001 yılında başlayan işgale 300 askerle katılan TSK, bu dönemden sonra Afganistan’daki varlığını sürekli arttırdı. ABD’nin başını çektiği işgal birliklerinin komutasını da üstlenen TSK’nın Afganistan’daki varlığı AKP iktidarı döneminde 4 kattan fazla arttı. Afganistan’da halen görev yapan 1300 civarında Türk askeri bulunuyor. ABD’nin 11 Eylül saldırılarından sonra başlattığı “küresel terörizmle mücadele”nin ilk mağduru olan Afgan halkına “barış” götürdüğünü iddia eden
Afganistan’da düflen helikopter, TSK’n›n Afganistan’daki varl›¤›n›n sorgulanmas›na neden oldu birliklerin içinde yer alan TSK’nın Afganistan’da bulunmasının yegâne sebebi emperyalizmle olan “kopmaz” bağlarıydı. ABD’nin hegemonyası altında hareket eden NATO ve BM’nin her türlü operasyonuna gözü kapalı dahil olan AKP hükümetinin Afganistan’daki askerleri neden geri çekmediğini anlamak için çok yakın bir zamanda yaşanan bir örneğe bakmak yeterli olacaktır.
Henüz Muammer Kaddafi’nin yönetmekte olduğu Libya’da ABD destekli “isyancı” İslamcıların desteklenebilmesi ve Kaddafi tarafından yok edilmemesi için BM Güvenlik Konseyi kararıyla başlatılan operasyondan önce Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar şu şekildeydi: “NATO’nun ne işi var Libya’da? Böyle saçma bir şey olabilir mi?!” Aradan henüz birkaç hafta geçmemişken
EMPERYALİZMLE YOLA DEVAM 12 askerin öldüğü kazayla tekrar gündeme gelen Afganistan’da da durum bundan ibaret. ABD’nin Asya Pasifik’e açılma, Ortadoğu planlarını gerçekleştirebilme, İran’ı bölgede tecrit etme ve bölgedeki Rusya etkisini kırma konusundaki planları açısından çok kritik bir noktada bulunan Afganistan’da, TSK aynı emperyalist çıkarların bekçiliğini yapıyor. Kazadan sonra bu konudaki eleştirilere cevaben şu ifadeleri kullanarak emperyalizmle işbirliğinin devam edeceğini göstermiş oldu: “Bu ülkenin tarihini okuyan bir kişi Türk askerinin orada bulunmasından dolayı gurur duymalıdır. (…) Türk askeri orada olmayacak da kim olacak. (…) Türk askeri gittiği yerlerde barışın ve güvenin simgesidir. (…) Nakdi yardımlarımızda dünyaya ulaşacağız, dünyanın dört bir yanına yayılmış ata yadigârlarına sahip çıkacağız. İhracatı artırmak için gideceğiz. Dostluk adına kardeşlik adına ulaşabildiğimiz her yere ulaşacağız.”
Emperyalizm nerede TSK orada Suriye’ye müdahale konusunda aktif taşeronluk rolünün gereklerini yerine getiren AKP’nin tutumu, Türk dış politikasının 60 yıllık özeti niteliğinde
S
uriye meselesiyle ilgili olarak İstanbul’da yapılan toplantıda Tayyip Erdoğan’ın “mazlum Suriyeliler” edebiyatına kim inanır bilemeyiz. Ancak Türkiye’nin emperyalizm ile sürekli ve güçlü bir ilişki içine girmeye başladığı 1950’li yıllar sonrasında Türkiye’nin ülke dışına hangi koşullarda asker gönderdiğine bakıldığında tablo net olarak anlaşılmaktadır. Erdoğan’ın neredeyse “siz müdahale edecekseniz edin yoksa karışmam biz bildiğimizi okuruz” diyeceği bir üslupla dile getirdiği Suriye meselesi, aslında Türkiye’nin 60 yıllık dış politika macerasının güncel bir özetinden ibaret. 1950 yılının Mayıs ayında iktidara gelen Demokrat Parti ABD merkezli kapitalist blokta yer almak için can atıyordu. İktidara geldikten sadece 4 ay sonra NATO’ya girebilmek için akıl almaz bir kararla Kore Savaşı’na asker gönderme kararı aldı. Kore Savaşı 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası dengenin savaş yoluyla bozulmaya çalışıldığı ilk örnekti ve bu anlamıyla sosyalist Çin ile emperyalist ABD arasındaki savaş açıkça Asya’da emperyalist yayılma siyasetinin bir aracı haline gelmişti. Türkiye buradaki rolünün ödülünü 2 yıl sonra NATO’ya kabul edilerek almış oldu! TÜRK ASKERİ KIBRIS’TA İkinci dış müdahale 1974’te Kıbrıs’ta gerçekleşti. Kıbrıs müdahalesi bizim Türkiye için milli bir mesele olarak kabul edilmiş, neredeyse hemen herkesin üzerinde anlaştığı bir konu olagelmiştir. Özellikle Kıbrıs’ta faşist bir Elen subayın işbaşına getirilmesi ve Türkiye’nin bu faşist ekibe karşı savaş kararı alması o dönem solcuların bile yüreğini okşamıştı. Oysa Kıbrıs Savaşı esas olarak o günün iki kutuplu dünya koşullarında görece bağımsızlıkçı-tarafsız bir yol izlemeye çalışan Rum lider Makarios’un iktidardan uzaklaştırılması ve
Birleşik bir Kıbrıs yerine parçalanmış bir Kıbrıs’ın oluşturulması projesinin mihenk taşıdır. O sırada Yunanistan’da işbaşında olan Amerikancı faşist cunta (o dönem tek parça olan) Kıbrıs Cumhuriyeti iktidarına darbe yaparak cumhurbaşkanı Makarios’u iktidardan indirdi ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayacağını iddia etti. Bunun üzerine Türkiye de Kıbrıs’a bir müdahalede bulununca çıkan savaşta ada ikiye bölündü. Böylece emperyalistler parçalanmış adaya daha rahat müdahale ederek garantör rolü oynamayı başardılar ve adaya yerleştirilen İngiliz Üssü sayesinde Kıbrıs, güneyi ve kuzeyi ile o dönem Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’deki etkinliğini sınırlamak için önemli bir kale vazifesi gördü. Türkiye’nin üçüncü olarak etkin rol aldığı dış görev ise Bosna-Hersek Savaşı’dır. 1990’lı yılların başlarında sosyalist sistemin çökmesinden sonra emperyalistlerin hedef haline getirdiği Yugoslavya’nın parçalanması ve Balkanların ele geçirilmesi süreci emperyalist Almanya ile ABD arasında bir paylaşım savaşı olarak başlamış, sonunda emperyalist güçler bölgeyi açıktan işgal ederek paylaşmışlardır. Rus denetimindeki Sırp gücü bertaraf edildikten sonra bölgede düzeni korumak için görevlendirilen askerlerin arasında Türkiyeli birlikler bulunmakta ve uzun yıllardır “görev”lerini sürdürmektedirler. BALKANLAR’DA KRİTİK GÖREV Türkiye’nin Balkanlardaki rolü sadece Bosna-Hersek’le sınırlı kalmamış, Arnavutluk, Makedonya ve Kosova’da meydana gelen etnik çatışmalarda, bu ülkelerin kapitalist sisteme entegrasyonu açısından gerekli olan siyasal istikrar için emperyalistlerin belirlediği siyaset doğrultusunda görev almıştır. Özellikle Bosna, Kosova, Arnavutluk gibi Müslüman nüfusun yaşadığı bölge-
lerde görev alarak emperyalistlerin daha rahat nüfuz etmesine imkân sağlamaktadır. Bu görevin en çarpıcı biçimde ifa ediliği yer ise Afganistan’dır. Afganistan doğrudan İslamcı bir siyasi güç tarafından yönetiliyorken ABD tarafından işgal edilmiş ve Türkiye askerleri Afganistan’a Müslüman kimliğinden dolayı emperyalist işgali sevimli göstermeye ve emperyalist işgalcilerle Afgan halkı arasında iletişim kurulmasına yardımcı olmaya gönderilmiştir. YENİ KONSEPT UYGULAMADA Bütün bu 50 yıllık Türk dış politikasına baktığımızda dış politikanın esasını emperyalist yeniden iş bölümünün belirlediği çok açık olarak görülmekte. İki kutuplu dünyada sosyalist sisteme karşı Kore’de olduğu gibi
muharip bir güç ya da Kıbrıs’ta olduğu gibi SSCB’nin etki alanını daraltmak olarak görebileceğimiz müdahalelerle emperyalist saldırganlığın müttefiki olmuştur. Bu dönemde dış politikanın en önemli aktörü olan Türk Silahlı Kuvvetleri buna göre örgütlenmiş ve dünyanın sayılı büyük cephe ordularından biri olmuştur. Oysa 1990’lı yıllarla birlikte iki kutuplu dünya ortadan kaldırıldığında emperyalistler yeni düşman tarifi yapmaya koyuldular ve terör-teröristler kelimesini ağızlarına doladılar. Bu listeye giderek ulusalcı devlet yapıları da eklendi ve El Kaide vb. örgütlerin yanına İran, Venezüella gibi ulusal devletler de konuldu. Bu tipte bir ordunun temel yapı taşı, cephe savaşına göre organize olmuş kalabalık piyade birlikleri değil, geniş sınır boylarında hareket edebilecek, hareket kabiliyeti
yüksek motorize güçlerden kurulu profesyonel bir ordu olacak. Askerliğin kısaltılması, mekanizasyonun attırılması, sözleşmeli muharip askerlerin işbaşı yaptırılması vb. unsurlar bu tipte bir orduya geçişin hazırlıkları olarak önemlidir. Bu konsept Balkanlara müdahaleyle başlamış ve Libya’ya kadar devam etmiştir. Son gelişmelere bakıldığında emperyalist saldırganlığın yeni hedefinin Suriye olduğu görülüyor. AKP hükümetinin daha önce isyanların yaşandığı yerlerde emperyalistlerin hamilliğini üstlenerek, birlikler göndererek, komuta merkezi olarak gösterdiği sadakati ve aktif taşeronluk rolünü Suriye konusunda da göstereceği gün gibi ortada. Buradan bakıldığında olası bir müdahale halinde TSK’nın yeni bir emperyalist proje için sınırları aşacağını söylemek mümkün.
Konsept değişik, amaç aynı Türkiye’nin emperyalizmle kurdu¤u iliflki ve rejimin kurumlar›yla beraber flekillenmesinde NATO’ya girmesi bir dönüm noktas›d›r. TSK’n›n yurt d›fl› görevlerinin tamam› (K›br›s Savafl› d›fl›nda) NATO görevi kapsam›ndad›r, görevlerin hepsi NATO üyesi ülkelerin yani emperyalistlerin ç›karlar›na hizmet etmifltir. Kuruluflundan 1991’de sosyalist blo¤un da¤›lmas›na kadar geçen sürede NATO, sosyalizm tehdidini bertaraf etmek ve sosyalist devletlerin etkinli¤ini zay›flatmak üzere hareket etti. 1991’de sosyalist blo¤un da¤›lmas›yla NATO’nun temel varl›k sebebi ortadan kalkt›. Bu tarihten itibaren pakt üyeleri “yeni bir güvenlik konsepti” oluflturmak üzere çal›flmalar yaparak NATO’yu yeniden yap›land›rd›. Emperyalizmin dünya ölçe¤indeki ç›karlar›n› savunmak üzere kurulan NATO’nun güvenlik konsepti tan›m› ça¤›n ve sömürgecilerin ihtiyaçlar›na göre tan›mland›. So¤uk Savafl öncesi etkinlik alan›n› yaln›zca üye ülkelerin s›n›rlar› olarak benimseyen NATO, eski sosyalist blok ülkeleri ve Ortado¤u’nun sömürgelefltirilmesi, enerji ve metalaflt›r›lan tüm de¤erli kaynaklara el konulmas› amac›na uygun olarak yeni bir güvenlik konsepti tan›mlad›. Bu yeni konsept, NATO’nun askeri hareket alan›n› üye ülkelerin s›n›rlar› olmaktan ç›kararak, üye ülkelerin güvenli¤ini (ç›kar›n›) zedeleyen her soruna ve sorunlu bölgeye müdahale olarak tan›mlad›. NATO, kendi s›n›rlar› d›fl›ndaki ilk müdahalesini 1999’da Balkanlar›n sömürgelefltirilmesi stratejisinin bir parças› olarak Yugoslavya’da gerçeklefltirdi. NATO çat›flma sonras› bölgeyi kendi bünyesinde yer alan Uluslararas› Bar›fl Gücü’ne (KROF) emanet etti. Türkiye NATO üyesi bir ülke olarak KROF’ta yer ald›. Bu yan›yla TSK’n›n Afganistan ve Somali görevleri baflta olmak üzere uluslararas› NATO görevlerinin hepsi emperyalistlerin savafl›nda al›nm›fl görevlerdi. NATO, yeni güvenlik ve görev alan› tan›m› gere¤i kendisine ba¤l› ordular› küçültürken, onlar› etkinleflme stratejisi ile dönüfltürüyor. Profesyonel orduya geçifl projesi de bir NATO projesi olarak yürütülüyor.
13
KIZILDERE 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
40’INCI YILINDA KIZILDERE D‹REN‹fi‹ SELAMLANDI
AÇILAN DAVALAR
Son değil sürüyor... Kızıldere anmalarına katılanlar mücadele tarihine saldıran egemenlere karşı meydan okudu. Mahir’in resmini bulundurmanın suç haline getirildiği günlerde o resim, kentlerin meydanlarını süsledi
K
ızıldere direnişinin 40’ıncı yılında Türkiye’nin farklı kentlerinde anma etkinlikleri düzenlendi. İstanbul, Ankara, Bursa, Antakya, Artvin ve Antalya’da kitlesel yürüyüş ve sokak eylemleri ile Kızıldere’de yitirilenler anıldı. Eskişehir, Niğde ve Konya’da düzenlenen salon etkinlikleri ile anma programları gerçekleştirildi. Zonguldak, Çanakkale, İstanbul ve Eskişehir’de üniversiteliler tarafından amfilerde, kampüslerde anma etkinlikleri gerçekleştirildi. SOLUN TAR‹H‹NE DAVALARLA SALDIRI Son yıllarda Kızıldere ve Deniz Gezmiş anmaları suç haline getirildi. Anma etkinliklerine katılanlar, evlerinde Mahir Çayan’ın kitabını, Deniz Gezmiş’in posterini bulunduranlar hakkında “terör örgütü üyeliği”, “örgüt propagandası” suçlamalarıyla açılan davaların, verilen hapis cezalarının sayısı artmaya başladı. Öte yandan rejimin dönüşümünde AKP’nin hareket zeminini kuran darbecilerle hesaplaşma ve Ergenekon’u bitirme söylemi de bu saldırının bir parçası olarak kullanıldı. Devrimci önderler darbecilikle, Ergenekonculukla itham edildi. Deniz Gezmiş’in mücadelesinde, Kızıldere’de, Ergenekon (darbecilik) bağlantıları arandı. AKP sola, onun tarihini karalayarak saldırdı. AKP son dönemde, ırkçılığa gericiliğe dayalı kitle temelini güçlendirmeye dayalı bir siyasal söylem kuruyor. Necip Fazıl’ın dizeleriyle yapılan kindar nesil, dindar gençlik açıkla-
K›z›ldere’de hayat›n› kaybeden on devrimci: Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Ar›kan, Saffet Alp, Ertan Saruhan, Nihat Y›lmaz, Ahmet Atasoy, Sinan Kaz›m Özüdo¤ru, Sabahattin Kurt ve Ömer Ayna. maları, 4+4+4 düzenlemesi, AKP’yi İslamcı tabanın gözünde eşsiz ve değerli kılıyor. Kürt sorunundaki tavrı, kadına yönelik şiddet sorununu aile eksenine indirgemesi, Sivas Katliamı davasında verilen zamanaşımını “hayırlı” bulan açıklamalar, AKP’nin toplumu ırkçı-gerici eksende saflaştırma siyasetinin güncel unsurları oldu. AKP siyasetin eksenini dinci-laik çatışması eksenine kurarak her türlü neoliberal saldırıyı meşrulaştırmanın da zeminini yaratıyor. AKP saldırganlığına ve iktidarın kendini ırkçı-gerici kitle tabanını saflaştırmaya dönük
bu taktikleri karşısında yükselen halk muhalefeti de kendi tarihsel mücadele birikimine sarılıyor. HALKIN KALB‹NDEN ADLARI S‹L‹NMED‹ 31 Mart’ta İstanbul Kadıköy’de Aleviler tarafından Sivas davasında verilen zamanaşımı kararına karşı düzenlenen mitingde Alevi örgütlerinin temsilcileri mitinge katılan on binlere Aleviye ‘Deniz’in, Mahir’in yoldaşları ile birlikte direnme’ çağrısı yapıyor. Sınavsız, parasız eğitim için sokağa çıkan liselilerin kortejlerinde
Mahir’in, Deniz’in fotoğrafları taşınıyor. Kızıldere’nin 40’ıncı yılında düzenlenen kitlesel anma etkinlikleri, AKP’nin dincineoliberal saldırılarına karşı muhalefet edenlerin, Kızıldere’de 12 Mart faşizmine karşı direnenlerin mücadele mirasına sahip çıktığını gösterdi. Kentlerin en işlek meydanlarında, üniversite kampüslerinde gerçekleşen anma eylemleri AKP’nin solun tarihine dönük saldırılarına karşı bir meydan okuma niteliğindeydi. Bu anma eylemlerinde mahkemelerin “suç unsuru” saydığı Mahir ve
Deniz fotoğrafları taşındı. Anma programlarında devrim andı içildi. Direniş ve dayanışmanın tarihine sahip çıkıldı. ORTAK ÇA⁄RI YAPILDI Antakya’daki Kızıldere anmasında çağrıcı kurumlar adına Ali Cabir tarafından yapılan şu konuşma Kızıldere Direnişi’nin bugünün devrimci mücadelesi ile bağını gösterdi: “On’ları anmak devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektir. Asimilasyona ve inkâr politikalarına karşı her kimliğin kendini ifade etmesi gerektiğini savunmaktır. Suyuna deresine
yaşam alanlarına sahip çıkmaktır, ataerkil düzene karşı kadınların verdiği mücadeledir. Dindar bir nesil çocuk işçi ve gelinler yetiştirmek isteyen sermayenin yönelimleri doğrultusunda işleyen eğitim sistemi ve zihniyetine karşı durmaktır. Suriye’ye emperyalist müdahaleye karşı çıkmaktır.” Bu kararlılıkla düzenlenen anma eylemleri, 150’den fazla sosyalistin, aydının imzası ile yayımlanan “Direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur” çağrısı ile Ankara, İstanbul ve Bursa başta olmak üzere çok sayıda kentte örgütlendi.
Devrimci önderleri ananlar hakkında açılan çok sayıda dava var. Bu davaların Halkın Sesi haberlerine yansıyanlarından bir kısmı şöyle: Devrimci 78’liler Federasyonu’nun 2008 yılında Tokat Kızıldere’de gerçekleştirdiği 30 Mart anması nedeniyle derneğin 30 üyesine Özel Yetkili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “terör örgütünün amacı doğrultusunda suçu ve suçluyu övdükleri” gerekçesiyle 6’şar ay hapis cezası verildi. Kızıldere’de hayatını kaybeden Cihan Alptekin’in 30 Mart 2007’de Rize Ardeşen’deki mezarı başında yapılan anma törenine de dört yıl sonra Ağustos 2011’de dava açıldı. Anma törenine katılan 48 kişi için “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” ile “suçu ve suçluyu övmek” suçlamasıyla 5 yıla kadar hapis isteniyor. Dava halen sürüyor. Adana’da Kızıldere anmasına katılan 21 kişiye 23 Eylül 2010’da Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10 ay hapis cezası verildi. Adana’da 2011 yılında gerçekleşen 30 Mart anması da yeni bir soruşturmanın konusu oldu. 2006 yılında Burdur'da Kızıldere katliamında hayatını kaybedenleri anmak için basın açıklaması yapan ÖDP üyesi 10 kişi “suçu ve suçluyu övmek” suçlamasıyla yargılamaya başladı. İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 2007’de mahkeme heyeti anmanın suç olmadığına karar verdi. Mersin 78'liler Derneği Başkanı Ethem Dinçer de “suçu ve suçluyu övmek” suçlamasıyla 2007’de yargılanmaya başladı. Kocaeli’de aralarında Halkevi ve Öğrenci Kolektifleri üyelerinin bulunduğu 12 kişi Deniz Gezmiş’i, Kızıldere’de yaşamını yitiren devrimcileri anmanın da arasında bulunduğu suçlamalarla, 22 Kasım 2011’de tutuklandı. Tutuklu 12 kişi, 3 Şubat’ta avukatlarının itirazı ile tahliye edildi. Tutuklananlar hakkında halen açılmış bir dava yok.
Kızıl bir dere olup sokaklara aktılar K
ızıldere anmaları muhalefet kurumlarının ortak çağrıları ile Türkiye’nin farklı kentlerinde gerçekleşti.
Kampüslerde On’lar vardı K
ızıldere’de hayatını kaybeden 10 devrimci üniversitelerde düzenlenen etkinlik ve eylemlerle de anıldı. Ankara’da üniversiteliler 30 Mart anmasına katılan kişi ve kurumları kendi okullarında ağırladı. İlk anma etkinliği Mahir Çayan’ın okulu Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde gerçekleşti. İstanbul’da Devrimci Gençlik tarafından düzenlenen anma Beyazıt Kampüsü’nde gerçekleşti. Kampüs içinde “On'lara sözümüz devrim olacakDevrimci Gençlik” pankartı arkasında yapılan yürüyüşün ardından Hergele Meydanı’nda bir etkinlik gerçekleşti. Mahir Çayan’ın dev bir pankartının asıldığı meydanda devrim şehitleri için yapılan saygı duruşu ile program başladı. Yapılan konuşmalar, okunan şiirlerin ardından müzik dinletisi ile etkinlik sona erdi. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Devrimci Gençlik tarafından düzenlenen anma etkinliği İletişim Fakültesi’nde gerçekleşti. Kızıldere, devrimci mücadelenin geçmişi ve bugünü üzerine yapılan konuşmaların ardından anma töreni Dev Genç marşının okunmasıyla sona erdi. Mersin’de de Öğrenci Kolektifleri kampüs içinde bir basın açıklaması yaparak Kızıldere’de katledilenleri andı. Çanakkale ve Zonguldak’ta da üniversiteliler tarafından anma etkinlikleri yapıldı.
ANKARA’DA BULUfiMA MAH‹R’‹N OKULUNDA Ankara’da Kızıldere’de hayatını kaybedenleri anmak için bir araya gelenlerin buluşma noktası Mahir’in okulu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ydi (SBF). SBF’deki anma etkinliği okulun ana girişinde yapıldı. Burada ilk sözü SBF-Der adına Hasan Hüseyin Özkan aldı. Yalnızca Mahir Çayan’ın değil aralarında Hüseyin Cevahir’in de bulunduğu çok sayıda devrimcinin yetiştiği SBF’nin devrimci mücadele tarihindeki yerinden bahseden Özkan, Kızıldere’de “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyen devrimcilerin imha edildiğini söyledi. Özkan’ın ardından söz alan Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut da konuşmasında, egemenlerin son dönemde yoğunlaşan devrimci mücadele tarihine saldırılarını hatırlatarak sosyal uyanışların durdurulması için Türkiye’de birçok politik katliam yapıldığını söyleydi. Karabulut, Kızıldere katliamının bunların en önemlilerinden birisi olduğunu ifade etti.
Konuşmaların ardından anma etkinliğine çağrı yapan kurumlar adına ortak açıklamayı, Öğrenci Kolektifleri'nden Neslihan Uyanık yaptı. Ankara’daki anmanın ikinci adresi Kızıldere’de hayatını kaybeden Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan’ın mezarının bulunduğu Karşıyaka Mezarlığı’ydı. Buradaki anma programı Mahir Çayan’ın mezarı başında gerçekleşti. Mezarlıkta 68’liler Dayanışma Derneği ve Devrimci 78’liler Federasyonu adına konuşmalar yapıldı. Açıklamada Kızıldere’nin devrimci direnişin tarihi olduğu söylenerek, zulme ve haksızlığa boyun eğmemenin günü olduğu ifade edildi. Açıklamanın ardından Devrimci Gençlik, şiirlerle ve konuşmalarla Kızıldere’yi anlattığı kendi anma programını gerçekleştirdi. ‹STANBUL’DA ADRES TAKS‹M İstanbul’da Kızıldere’nin 40’ıncı yılında Taksim Tramvay durağından Galatasaray’a bir yürüyüş gerçekleşti. Galatasaray’da anma yürüyüşünün çağrıcıları adına ortak açıklama okundu. Yürüyüş kortejinin en önünde Kızıldere’de hayatını kaybeden On’ların resmi taşındı. Denizlerin, İbrahim Kaypakkaya ve Mazlum Doğan’ın da
yapılan konuşmalar ve taşınan resimlerle anıldığı yürüyüş, son yıllarda açılan davalara karşı bir meydan okumaydı. Devrimci Gençlik tarafından açılan Mahir Çayan’ın resmi bulunan dev pankart Galatasaray Meydanı’nda bulunan heykele asıldı. Mahir’in resmini bulundurmanın mahkemeler tarafından suç kabul edildiği bir dönemde Mahir’in resmi İstanbul’un en işlek caddesindeen yükseği süsledi. Eylemde yapılan konuşmalarda devrimci önderlerden devralınan mirasın bugün neoliberalizme, gericiliğe ve faşizme karşı mücadeleyle yaşatıldığı vurgulandı. Bu konuşmalara “Kızıldere son değil savaş sürüyor” sloganları ile karşılık verildi. Galatasaray Meydanı’nda gerçekleşen anma etkinliği devrim andı içilmesiyle sona erdi. BURSA’DA ON’LAR ÜÇ F‹DAN ANITINDA ANILDI Bursa’da 50’den fazla imzacının çağrısıyla Nilüfer Metro İstasyonu’ndan Üç Fidan Anıtı’na bir yürüyüş gerçekleştirildi. “Direnişin ve dayanışmanın onurlu tarihine sahip çıkıyoruz” yazılı pankart taşıyan eylemciler Mahir Çayan’ın ve Kızıldere’de katledilen devrimcilerin fotoğraflarını taşıdı. Üç Fidan Anıtı önünde yapılan basın açıklamasında 40 yıl önce başlatılan mücadelenin
bugün de sürdüğü ifade edildi. Eylem, basın açıklamasının ardından son buldu. AKDEN‹Z DE ONLARI UNUTMADI Antakya’da 31 Mart günü Eğitim-Sen önünde toplanan devrimciler, Ulus Meydanı’na yürüdü. HDK, KESK, Devrimci Gençlik ve ÖDP’nin katıldığı anmada yapılan konuşmalarda Antakyalı devrimciler de selamlandı. Katılımcı kurumlar adına ortak açıklamayı yapan Ali Cabir, Kızıldere’de hayatını kaybeden On’ları anarken yine bir 30 Mart’ta 1995 yılında kontrgerilla tarafından babasıyla birlikte katledilen Mehmet Latifeci’yi de andı. Antakya’daki anmada On’lar ile birlikte Halepçe ve Samandağ katliamlarında hayatını kaybedenler de anıldı. Antalya’da Halkevleri, ÖDP ve TKP tarafından “40. yılında direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur” sloganıyla Kızıldere anması yapıldı. 30 Mart günü Üç Kapılar’da toplanan eylemciler, Attalos Heykeli’ne kadar yürüdü. Saygı duruşunun ardından yapılan basın açıklamasında AKP’nin devrimci değerleri kirletmesine izin verilmeyeceği vurgulanırken dayanışmanın önemine işaret edildi. Konya’da Halkevi ile ÖDP bir anma etkinliği gerçekleştirdi.
Anma etkinliklerinden görüntüler: Bursa (Solda) Antalya (ortada) ve Antakya (üstte)
14
YAŞAM 5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Ustalardan Büyük suçumuzu itiraf ediyoruz “Ana baban›n çocuklar› sömürmesini ortadan kald›rmak istiyoruz diye mi suçluyorsunuz bizi? Bu büyük suçumuzu itiraf ediyoruz.” Ustalar›m›z, Komünist Manifesto’da aile ve e¤itim üzerinden burjuva kültürüyle bu sözlerle hesaplaflm›flt›. omünizmde maddi ürünlerin mülkiyet ve üretim tarzına karşı ileri sürülen tüm suçlamalar, manevi ürünlerin mülkiyet ve üretimine de genişletildi. Burjuva için nasıl sınıf mülkiyetinin son bulması üretimin kendisinin son bulması demekse, sınıf kültürünün son bulması da bütünüyle kültürün son bulması demek oluyor. Kaybına bu kadar üzüldüğü kültür, ezici bir çoğunluk için makine haline gelme kültürü olmuş bile. Ama burjuva mülkiyetinin ortadan kaldırılmasını kendi burjuvaca özgürlük, kültür, hukuk tasarımlarınızla ölçerek tartışmayın bizimle. Sizin fikirleriniz bile burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin birer ürünü, nasıl hukukunuz, kendi sınıfınızın yasa düzeyine yükseltilmiş iradesinden ibaretse; bir irade ki içeriği kendi sınıfınızın maddi yaşam koşullarıyla belirlenmiş. Kendi üretim ve mülkiyet ilişkilerinizi, üretimin geçirdiği tarihsel ilişkilerden koparıp genel geçer doğa ve akıl yasaları haline dönüştürdüğünüz ilginç tasarım, göçüp gitmiş tüm egemen sınıfların da tasarımıydı. Antik dönem mülkiyeti için kavrayabildiğinizi, feodal mülkiyet için kavrayabildiğinizi, burjuva mülkiyeti için kavrayamaz oldunuz. Ailenin ortadan kaldırılması! En radikaller bile komünistlerin bu utanç verici niyetlerine ateş püskürüyorlar. Günümüzdeki aile, burjuva ailesi, neye dayanıyor? Sermayeye, özel kazanca. Tam gelişmiş olarak yalnızca burjuvazi için var; ama proleterin ailesizliğe zorlanması ve kamusallaşmış fuhuş bütünlüyor onu.
K
Karl Marx
Friedrich Engels
Bu bütünleyicileri olmadı mı burjuva ailesi de olmaz kuşkusuz ve sermaye olmadı mı her ikisi de olmaz. Ana babanın çocukları sömürmesini ortadan kaldırmak istiyoruz diye mi suçluyorsunuz bizi? Bu büyük suçumuzu itiraf ediyoruz. Ama ev içi eğitimin yerine toplumsal eğitimi getirerek en sıcak ilişkileri yok ettiğimizi söylüyorsunuz. Peki eğitiminizi bu toplumsal koşullar içinde yapmanızla olsun, toplumun doğrudan ya da dolaylı müdahalesiyle olsun, okul kanalıyla olsun, vb. sizin eğitiminiz de toplumca belirlenmiyor mu? Toplumun eğitimi etkilemesi komünistlerin buluşu değil ki; komünistler yalnızca bu etkinin karakterini değiştiriyorlar, eğitimi egemen sınıfın etkisinden koparıyorlar. Aile ve eğitim üstüne, ana baba ile çocuklar arasındaki kutsal ilişkiler üstüne burjuva söylemleri, büyük sanayi yüzünden proleterlerin tüm aile bağları parçalandıkça ve çocuklar adi ticaret metaına ve çalışma araçlarına dönüştükçe bir o kadar iğrençleşiyor. Ama siz komünistler kadınların ortaklaşalığını getirmek istiyorsunuz, diye tüm burjuvazi koro halinde yüzümüze haykırmakta. Burjuva, kendi karısını salt bir üretim aracı olarak görüyor. Dolayısıyla, üretim araçları ortaklaşa kullanılmalıdır, sözünü duyar duymaz, bu ortaklaşalık kaderinin aynı şekilde kadınları da kapsamasından başka bir şey düşünemiyor. Tam tersine kadınların bu salt üretim aracı olarak kullanılma durumunu ortadan kaldırmaktır söz konusu olan, burjuva bunu kavrayamıyor işte.
Kazım eşkıyadır reklam yıldızı değil B
u da oldu sayın okuyucular! Her geçen gün meta haline getirilen değerlere bir yenisi daha eklendi, bu kez nasibini alan Kazım Koyuncu oldu. Uzungöl’de HES yapacak olan ve geçtiğimiz günlerde de uygunluk raporunu alan Trabzonspor, yaşasaydı HES karşıtı mücadelenin en önünde olacak, eşkıya hemşehrileri gibi “Hopa’ya inecek”, toprağına, suyuna sahip çıkacak bir devrimciyi ürünlerine reklam yapmış. Bu yolla “Trabzonspor aşığı ve ülkemizin önemli sanatçılarından Kazım Koyuncu’yu anarken” ürün gelirini de “onun kimliğinde kanserle mücadeleye destek” için Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği’ne bağışlayacakmış. Anlaşılan Uzungöl gibi bir yere HES yapmak için bölge halkının Trabzonspor sevgisi kullanılırken, Trabzonspor da gururla açıkladığı “yıllık 10 milyon dolar”ın peşine takılmış durumda. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın Trabzonspor’un kupayı alması için yaptığını söylediği “çok ince ayar bir çalışma” buydu belki de. Uygunluk raporunu veren bilirkişi kurulu Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nün oluşturduğu
Ebeveyn hakkı kimi özgürleştirir?
kurul olunca başka türlüsü düşünülemiyor tabii. Durum böyle olunca Trabzonspor da taraftarının “Bordo-Mavi HES yapma, Dereyi hor gören Uzungöl'ü zor görür" sloganlarına kulak tıkamış, Kazım Koyuncu’ya sarılmış. Ancak, bir insanın kimliğini belirleyen şeyin sadece nasıl öldüğü değil nasıl yaşadığı olduğunu da bilememiş, bilmek istememiş. Oysa biz biliyoruz ki Kazım, hayatı mücadele ile geçmiş, albümüne “Sahil yolu projesini istemiyoruz. Nükleer santral istemiyorum” yazmış, yaşadığı sürece muhalif olmaya ant içmiş biri… Trabzonspor sadece ölümüyle ilgilenmek istiyorsa hatırlatmak lazım ki Kazım da pek çok Karadenizli gibi Çernobil’in kurbanı oldu. Şimdi HES’lerin yarattığı tahribatı nasıl yok sayıyorlarsa o zaman da Çernebol’in etkilerini bir bardak çayla içmiş bitirmişlerdi. Sermaye, kendi toprağını, suyunu peşkeş çekmekten en ufak bir rahatsızlık duymadan bir yandan kirin, pisliğin içinde, diğer taraftan da kendini aklama derdinde. Kendi bataklığında yuvarlansın ama insanların tam da karşısında olduğu garabetlerce sahiplenilmesi var ya, o koyuyor insana!
Onlar varl›¤› ancak “aile” içinde tan›nan kad›nlar, onlar ebeveynlerinin en geri taleplerine mahkum edilmeye çal›fl›lan gençler, onlar giderek kölelefltirilen e¤itim emekçileri. 4+4+4’e karfl› mücadelede onlar, genç kad›n ö¤retmenler ön saflardayd›
Ebeveyn hakkı, mülkiyet hakkı gibi, egemen olanın sömürücü, patriarkal ve otoriter içerikteki “hak”larını genişletme talebi, özgürlük mücadelesi olarak pazarlanıyor UMAR KARATEPE
4
+4+4 yasasını savunanların en önemli tezlerinden biri “ailenin çocuklarının nasıl eğitim göreceği üzerinde karar verme hakkı olduğu” fikrine dayanıyor. Son günlerde bu iddia, kapitalizmin tanıdığı en kutsal hak olan mülkiyet hakkını bile geride bırakacak biçimde sıklıkla ifade ediliyor. Bu hak tanımı dünyada daha çok “ebeveyn hakları” (parental rights) olarak kavramsallaştırılsa da yer yer aile hakları (family rights) içinde de yer buluyor. Türkiye’de bu kavramın ifade ettiği hak iddiasının bir biçimde kullanıldığı tartışmaları hatırlayalım. Başta başbakan olmak üzere hükümet yetkilileri hemen her konuşmalarında 4+4+4 düzenlemesi ile devletin dayatmalarının, gençleri formatlamasının önüne geçildiğini ifade etti. Artık ailelerin “özgürce”, “korkmadan” çocuklarının eğitimi hakkında tercihte bulunacağını savunuldu. “9 yaşındaki çocuk nasıl meslek seçecek” sorusuna verilen “zaten aile seçecek” yanıtı da, “ebeveyn hakkı” kavramına atıfta bulunmaktaydı. Son olarak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu 4+4+4 eğitim sistemini savunurken “ebeveyn hakları”nı şu sözlerle savundu: “İsteyen çocuğuna dini eğitim verir, isteyen vermez. Deniyor ki, 'aileler çocukları yönlendirecek.' Kusura bakmayın ama ailenin çocuk üzerinde hakkı vardır.” EBEVEYN HAKLARININ KALES‹ ABD Çocuk üzerinde ebeveynlerin karar verme hakkı olduğuna dair tartışmaların en hararetli yaşandığı ülke ABD. ABD’nin aşırı muhafazakar çevreleri açısından “ebeveyn hakkı mücadelesi” en önemli politik kavga alanlarından biri. Özellikle ABD’nin Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni onaylamayan iki ülkeden biri olması (diğeri Somali), muhafazakarların “ebeveyn/aile hakları” çerçevesinde yürüttükleri politik kampanya ile sağlandı. Bundan 20 yıl önce Birleşmiş Milletler’in hazırladığı ve tüm çocukların eğitim, yeterli beslenme, barınma ve diğer
temel ihtiyaçlara olan erişimini birer hak sayan, çocukların sömürüden ve zorunlu askeri hizmetten korunmasını isteyen bu sözleşme hiçbir ABD hükümeti tarafından Senato’ya taşınıp resmileştirilemedi. Amerika’nın Sesi internet sitesinin sözleşmeye dair eleştirilerileri ele alan haberinde karşılaştığımız itirazlar oldukça tanıdık: “Sözleşmenin anne babaların haklarını kısıtlayacağı ve hükümetin aile içi ilişkilere karışmasına izin vereceği…” Çocukların daha iyi bir yaşam sürmesi adına alınan önlemlere “aile egemenliğinin kaldırılıp yerine hükümetin konulduğu” iddialarıyla karşı çıkan ABD’li muhafazakarlarla benzer tezleri Türkiye’de
yayınlanan İslamcı bir mizah dergisi de paylaşıyor. Hükümetin son reformuna dair “yetmez ama evet” tutumunu paylaşan Cafcaf dergisinin son sayısının kapağında yer alan ve zorunlu eğitimi eleştiren karikatür dikkat çekici. Karikatürde bir evin kapısına bıçakla tutturulmuş bir not görünüyor: “Çocuğunu okula göndereceksin ya da biz almasını biliriz- Milli Eğitim Bakanlığı.” Karikatürün başlığında yer alan “Ev okulu hakkımız engellenemez” sloganı da dünyanın bir çok ülkesinde aile/ebeveyn hakkı mücadelesi yürüten aşırı muhafazakarların temel ilgi alanları arasında yer alıyor. Çocuklarını okula göndermek istemeyen ABD’deki Mormon
tarikatı gibi dinsel gruplar çocukların eğitiminin evde yapılabilmesi mücadelesinin kitle gücünü oluşturuyor. L‹BERAL‹ZM‹N SOYUT HAKLARI, GÜÇLÜ OLANI DESTEKLER Muhafazakarların bu talepleri yer yer liberallerden de şu soru üzerinden destek buluyor: “Kendi geleceklerine karar verme olanağı olmayan çocukların geleceğini belirleme hakkına aile mi sahiptir devlet mi?” Soru bu olunca, “sivil toplum-devlet” çelişkisinin özgürleştirici mücadelelerin temel kulvarı olduğunu iddia eden liberaller, en gerici muhafazakar tezlerin arkasında saf tutuveriyorlar. Ali Nesin’in eğitim sistemi üzerine
‹slamc› mizah dergisi Cafcaf, aile hakk› olarak çocu¤un okula gönderilmemesinin s›k› bir savunucusu
değerlendirmelerinde yer alan “Çocuğun beynini devlet yıkayacağına aile yıkasın” sözleri bu durumun en çarpıcı örnekleri arasında yer alıyor. Liberalizmin evrensel soyut haklar varsayımı bir kez daha özgürleştirici değil daha da tutsaklaştırıcı bir sürecin ideolojik meşruiyetini sağlıyor. Aileye, daha da ötesi ailenin güçlüsü babaya “ebeveyn hakları” çerçevesinde sadece kızını eve hapsetme ve örtme hakkı değil, çocuk gelin ve çocuk işgücü olarak pazarlama hakkı veriliyor. En radikal muhafazakarı en ‘solumsu’ liberallerle birleştiren taktik aynı: Burjuva ulus devletin tek tipleştiriciliği, erkek egemenliği, otoriterliği gibi kusurlarını göster, sonra da bu devletlerin yasalarına işçi sınıfı, kadın ve gençlik mücadeleleriyle sokulan hakları imha et! Emeğin yeniden üretiminin toplumsallaştırılmasının bir parçası olarak eğitim hakkının sınıf mücadelesinin kazanımı olduğunu unuttur. Çocuk bakımının ve eğitimin toplumsallaştırılmasının kadın hareketlerinin mücadelesi kadar hayat bulabildiğini bilinçlerden kazı. Solun da zaman zaman küçümseyerek baktığı 68’deki gençlik hareketlerinin özellikle Batı’da geleneksel ailenin sınırlayıcı kalıplarını kıran etkilerini kolayca önemsizleştir. Böylece ebeveyn hakkı, mülkiyet hakkı gibi, egemen olanın sömürücü, patriarkal ve otoriter içerikteki “hak”larını genişletme talebini, yegane özgürlük mücadelesi olarak pazarla. Bir de üstüne, bu “hak”ların koruyucusu olarak eskisini aratmayan “ceberrutlukta” devleti dik… Yemezler. En azından sermayeye tanınmış kutsal mülkiyet hakkı ve yine asıl olarak erkeğe tanınmış aile/ebeveyn hakkı dışında her hakkı teferruat olarak gören bu düzene karşı mücadelenin özneleri yemez. Düzenin kurucuları bunu anlamıyorlarsa 4+4+4’e karşı yükselen mücadelede, gazlarına, coplarına, panzerlerinize karşı sokakta kimler kavgaya en önde girmiş bir baksınlar. Orada genç kadın öğretmenleri görecekler. Yani varlığını ancak “aile” içinde tanıdıkları kadınları, ebeveynlerinin en geri taleplerine mahkum edilmeye çalışılan gençleri, giderek köleleştirilen eğitim emekçilerini…
KÜLTÜR SANAT
15
5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Kürtçe mizah: Tolaz.Org Kürtçe mizah sitesi Tolaz.Org yayında! Zaytung haberlerine aşina neslin zevkle takip edeceği sitede asparagas haberler yapılıyor. Medyadaki bilgi kirliliği ve dezenformasyonu tiye alan site, asparagas mizah haberlerinin gerçeğinden ayırt edilememesi çelişkisinden türüyor.
Bahar›n müjdecisi
Öz'ün an›s›na
İstanbullu sinemaseverlere her yıl baharın gelişini müjdeleyen İstanbul Film Festivali başladı. 15 Nisan’a kadar sürecek festivalde yine dünyanın dört bir yanından yönetmenlerin filmleri festival salonlarına konuk olacak. Yönetmen Terence Davies de açılışta onur ödülü alacak.
Erdal Öz'ün anısını yaşatmak için Can Yayınları tarafından verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü'ne bu yıl Murathan Mungan layık görüldü. Seçici Kurul, bu yıl 5’inci kez verilen ödülün, “30 seneyi aşkın süredir gösterdiği yaratıcılık, yenilikçilik ve yetkinliği'' dolayısıyla Mungan'a verilmesini kararlaştırdı.
Aerosmith’den yeni albüm Ünlü rock grubu Aerosmith, 8 yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkaracağı müjdesini verdi. Yeni albümün 3 ay içinde çıkacağı açıklandı. 1970 yılında kurulan Aerosmith, en son 2004 yılında "Honkin' on Bobo" adlı albümünü çıkarmıştı.
Sabahattin Ali perdede Türk edebiyatının büyük ustalarından Sabahattin Ali’nin hayatı yeniden incelenerek belgeselleştirildi. Çekimleri 2 yıl süren belgesel, Sabahattin Ali’nin ölüm yıl dönümünde vizyona girdi U⁄UR AKSOY
K
ürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf, Değirmen, Yeni Dünya, Dağlar, Leylim Ley ve Benim Meskenim Dağlardır gibi roman, şiir ve öykülere imzasını atan Türkiye edebiyatının en büyük isimlerinden Sabahattin Ali'nin hayatı belgesel oldu. Yazarın hayatı geçmişte tiyatro oyunlarına uyarlanmış, kitaplara ve sergilere konu olmuştu. 'Sabah Yıldızı' adlı belgeselin yapımcılığını Sinemanus Prodüksiyon yaparken, yönetmenliğini de Metin Avdaç üstlendi. Belgeselin hazırlıkları ve çekimi yaklaşık 2 yıl sürdü.
Yönetmen Metin Avdaç belgesel için Sabahattin Ali’nin doğduğu topraklardan öldürüldüğü ormana kadar gidip, izini sürdüklerini söylüyor. Belgeselde nerelerde yaşadığı, nerede okuduğu, öğretmenlik yaşamı ve hapishane yıllarına kadar geniş bir araştırmanın ürünü var. Sabahattin Ali’nin hayatına yön veren Kürk Mantolu Madonna, Botanik Bahçe ve Ulusal Galeri’ye de belgeselde yer verilmiş. Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’nin de destek verdiği belgeselin çekimleri Sabahattin Ali’nin sürgünler, mahpusluk ve çalışmayla yıllarını geçirdiği Yozgat, Aydın, Sinop, Konya ve İstanbul’da gerçekleştirdi. Sahnelerin bir kısmı da Sabahattin Ali’nin odasında çekildi. SABAHATT‹N AL‹ EDEB‹YATI Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçi edebiyat akımının öncüsü olarak bilinir. Yazarın şiir, roman ve öykülerinde yoksulluk vurgusu öne çıkarken Anadolu insanının yaşamı da hem romanlarına hem öykülerine konu olmuştur. Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış ardından öykü ve romancılığa gitmiştir, yalın anlatımı sade ama etkileyici üslubuyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Türkiye’de toplumcu gerçekçi akımın öncü romanlarından
Altın Bamya sahiplerini buldu S
inemada erkek egemen bakışı eleştirmek ve cinsiyetçiliğe dikkat çekmek için dağıtılan Altın Bamya Ödüllerinin sahipleri bir törenle açıklandı. Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin kapanış gecesinde bu yıl dördüncüsü dağıtılan Altın Bamya Ödülü’nün sahibi Tolga Örnek’in yönettiği “Kaybedenler Kulübü” oldu. “Kaybedenler Kulübü” ayrıca ‘İzleyici Bamyası Ödülü’ne de layık görüldü. Erkeklerin tüm anlam ve aksiyonunun merkezinde olduğu filmlerin değerlendirildiği erkek karakter ödülünü ise “Behzat Ç: Seni Kalbime Gömdüm” ile Behzat Ç., Harun ve Hayalet karakterleri kazandı. Handan İpekçi’nin yönettiği “Çınar Ağacı”nın bütün kadın karakterleri, kadın karakter ödülüne layık görüldü. ‘Kurtlar Vadisi Filistin’, senaryo dalında ödül aldı. Homofobik filmlerin yarıştığı Üç Buçuk Bamya Ödülü’nü sunan Esmeray, “Homofobik olmayan bir film var mı? Eşcinsel tarafından yapılan eşcinsel filmlerinin bile ne kadar homofobik olduğunu gördük” dedi. Üç Buçuk Bamya Ödülü, Şafak Sezer’in yönetip, rol aldığı ‘Kolpaçino Bomba’ya gitti. Jüri Özel Tek Başlı Bamya Ödülü ise ‘Misafir’, ‘Ağır Abi’ ve ‘Günah Keçisi’ arasında paylaştırıldı. Eşekarısı Cinsiyetçi Dil Ödülü ise Onur Ünlü’nün Altın Kozalı filmi “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” kazandı.
Kuyucaklı Yusuf’u kaleme almış, Kürk Mantolu Madonna ise yazarın baş yapıtları arasında yer almıştır. Sabahattin Ali muhalif mizah gazetesi Markopaşa’nın emekçileri arasında da yer alır. Sabahattin Ali 1948 dönemi hükümetinin baskılarından kaçmak için Bulgaristan’a gitmeye çalışır. Istıranca Ormanı’nda klavuz olan Ali Ertekin tarafından öldürülür. Ölüm tarihi hakkında ise kesin bir bilgi yoktur. Karakoldayken 'kaçakçı' olduğu iddia edilen Ali Ertekin adlı kişinin daha sonradan Emniyet mensubu olduğu anlaşılır. Ali
Ertekin 4 yıl cezaya çarptırılır ama af çıkınca bir hafta sonra serbest kalır. Sabahattin Ali cinayeti Türkiye’nin ilk faili meçhul cinayeti olur. Nazım Hikmet ise Sabahattin Ali’nin edebiyatçılığını ve kişiliğini şöyle anlatır; "Türk edebiyatının ilk devrimci-gerçekçi hikayeci ve romancısıdır. Türkiye'de orta sınıfların, köylünün, yoksulların hayatlarını bize anlatan ilk yazar Sabahattin Ali değildir. Ama bunu büyük bir ustalıkla, devrimci, halkçı ve gerçekçi bir görüşle yapan ilk hikayecimiz, romancımız odur.”
İzmir kültür-sanat atölyesinin “Maksat”ı SERDAR TÜRKMEN
İ
zmir Halkevleri bünyesinde senenin başında bir kültürsanat atölyesi kurduk. Bu atölye haftada bir yaptığı uzun toplantılarda, “Yaptığımız kültürsanat çalışmaları, (gitar, bağlama, resim gibi) nasıl olmalı, piyasa için yapılandan farkını nasıl koymalıyız?”, “Kurslar paralı mı olmalı, parasız mı?”, “Pedagojik yöntemimiz burjuvazinin yönteminden ayrılabilir mi?”, “Yeni bir kültür-sanatı nasıl inşa ve icra edebiliriz?” benzeri sorular üzerine yoğunlaşmaya çalıştık. Bu sırada sözümüzü söyleyebileceğimiz bir aracın olmadığı dikildi karşımıza. Bizi bize anlatabilecek bir dergi çıkarmaya karar verdik. Zorlu bir isim belirleme çalışmasından sonra 'Maksat', sabahlamacalı mizanpajlarla, son dakika yazılarıyla beraber matbaaya verildi ve bin tane basıldı. Kapakta yolun kenarlarını
çizen bir el vardı. Kapak açıldığında Kazım Koyuncu'dan, ilk çocukluk isyanına, güncel-politik durumdan, fotoğraf okumasına kadar geniş yelpazede yazılar ve çiziler yer aldı. Dergimizle ilgili, okurlarımızdan, dostlarımızdan topladığımız tüm eleştirileri bir havuza akıttık ve o havuzda yüzümüzü yıkadık. Derken, Maksat'ın 2inci sayısı çıktı. 500 tane bastığımız dergiyi, Halkevleri'nin 80. yıldönümüne ithaf ettik. Bu sayıda, Diyar Saraçoğlu'nun 18.yy’da gözetim için tasarlanmış olan Panoptikon'dan, günümüz 'gözetim toplumuna' yaptığı yolculuğa eşlik ediyoruz. Doğan Korkmaz, Tahsin Yücel'in 2073 kurgusu olan ve okuyunca, ne kadar gerçekleşebilir olduğuna şaşırdığımız 'Gökdelen' romanı üzerine yazdığı yazıda yıkımın yanına umudu da yerleştiriyor. Erkan Şemin, 19 Mayıs
2010'da faşistlerin 'Gültekin Abi'si tarafından öldürülen Muğla Üniversitesi öğrencisi Şerzan Kurt'tan kalanları döküyor. Ataması yapılmayan öğretmen Esin Gürses, 400 bin atanmamış öğretmenle Tayyip Erdoğan'ın elinden ve ağzından düşürmediği tablet teknolojisinin çelişkisine dikkat çekiyor. Serdar Türkmen, bir emperyalist-kapitalist ideolojik proje olan 'umutsuzluk'a karşı uyanıklık ve direniş öneriyor. Emre Aydın da, 'Biz yolun kendisini seviyoruz' başlıklı yazısında, bir öykü ile mantıksal çıkarımlar arasındaki git-gellerine ortak ediyor bizi. Küçük dostumuz Yaren Kardelen de bu sayıya, çizdiği resimlerle katkı yaptı. İlk sayıda yolumuzu çizmiştik, şimdi iz bırakmaya başlıyoruz. Yeni bir sayıda, büyümüş umutlarda yeniden buluşacağız.
Zeus'un zincirinde 27 Mart kutlamak aziler önce komünistleri tutukladılar; Komünist değilim diye ses çıkarmadım. Sonra Yahudileri tutukladılar, Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım.Sosyal demokratları tutukladılar, savunmak bana mı kaldı dedim yine sesimi çıkarmadım. Bir gün sıra bana geldiğinde etrafımda tutuklanmama ses çıkartacak kimse kalmamıştı." (Bertolt Brecht) Prometheus - Jean Delville Perde açılıyor. Sahnede bir şehir. Şehir yerle bir. Ortada saydam bir paket, paketin içinde onlarca taş ve kırmızı-beyaz bir kumaş... Perde açılıyor. Sahnede Ulu bir Dere. Derede 35 insan. Kıpkırmızı yıkanıyor. Bitmiyor can vere vere. Ne insan ne de dere... Perde açılıyor. Sahnede on bir işçi. Havada can yangını kokusu. Kokuda bir mezartaşı. Mezartaşlarında hep aynı yazı: "Kader". Alınlarına bu kez Çelik'çe yazılıyor... Perde açılıyor. Sahnede on dört yaşında bir kız çocuğu. Bedeninde yirmi iki çivi. Çivide yargının diş izleri. Kimliğini gösteriyor, isminde "rıza" yazıyor. Kübra "Kadın mı kız mı" o da Ayçiçek bilmiyor... Perde açılıyor. Sahnede Halkevleri Kültür bir Yenigün ateşi. Ortalık Sanat Atölyesi toz duman. Dumanların arasında bir adam. Nefes almaya çalışıyor. Alıyor veriyor, alıyor veriyor; düşüyor, ölüyor... Perde açılıyor. Sahnede bir Sivas. Zaman aşıyor, insanlık aşınıyor. Canım bu Aziz Nesin de çok kaşınıyor(!)."Hayırlı oluyor"... Perde açılıyor. Sahnede bir halk "hiçbir şey" okuyor. Kağıt var gazete yok. Gündem var Özgürlük yok. Yayınevi yok; ama dert etmeye de gerek yok(!) Özel yetkli mahkemeler var. İddianame ki günlerce okunuyor... 10 yıllık AKPak Tiyatro'da perde her gün açılıyor. İleri demokrasi sahnesi emekçi halklara kabristan görevi görüyor. Yandaş basın sahne terziliğine soyunmuş, perdeyi kapatıp halka kefen biçiyor. Şehirlerin tiyatro kapılarına işaretler konuluyor. Çocuk işidir muhakkak ama hangi çocuk? Çocuk var Pozantı'da işkence görüyor, çocuk var "beyaz bereyle" caka satıyor. Sanatın gücü her dönemde egemenlerce kabul edilmiştir. Bu yüzdendir bunca sansür, bunca gözdağı. "Ucube" korkunun lügatından bir sözcüktür. Bilinçsiz türetilmemiştir. Buna karşın sansür zamanlarında halk da kendi sözlüğünü türetmiştir. Pantomimin; yaptığı kötülükler nedeniyle halkın ayaklanacağından korkan bir tiranın, halka konuşma yasağı getirdiğinde ortaya çıktığı rivayet edilir... AKP'nin sahnesi meclis ise halkın sahnesi sokaktır. Onların ışığı ampül ise halkınki Güneş'tir. Onların yönetmeni cemaat ise halkınki direniştir. Onların senaryosu "dışardan" ise halkınki yürektendir. "Hepimiz birer aktör, yani aktif oyuncuyuz: vatandaşlık toplumun içinde yaşamak değil, onu değiştirmektir." (Augusto Boal) Zalimi aklamayıp zulmü haklamak insanın insanlığa boyun borcudur. Aksi büyük bir vebaldir. Türkiye'de bugün tiyatro yapmak cesaret isteyen bir iştir, cesaretin tohumuysa insanlık onurunun güzelliğinde ekilidir. Can Yücel'e atıfla; her şey için olduğu gibi şu tez tiyatro için de geçerlidir: Tiyatro burjuvazinin elinde bir lağım çukurudur, halkın elinde bir çiçektir. Halka gitmeyen, halkla birlikte konumlanmayan, halka ait olmayan tiyatro anlamını yitirmiştir. Medyanın ve basım-yayım organlarının "katharsis"iyle arınıyoruz zaten yeterince; artık "gestus"larla tiyatronun harekete geçme vaktidir. Devletin halkına savaş açtığı bir dönemde göreceğiniz olumsuz manzara "Zeus'un bizi korkutmak için çıkardığı kasırga"dan başka bir şey değildir. Ve tarih göstermiştir: "Hayat cesur olanların sahnesinde yaşanır." O yüzden 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Prometheus olup Ateşi Çalmak'la eşdeğerdir. Kutlu olsun!
"N
Barınma kitaplığı
LeMan dergisi çizeri Tuncay Akgün kuruluflunun 80. y›l›na özel olarak Halkevleri’ne iki karikatür hediye etti. Halkevleri’nin 80. y›l flenli¤ine Bezgin Bekir de gelecek...
5 yıldır Mamak bölgesinde barınma hakkı mücadelesi veren Tepecik Mahallesi, halk kitaplığına kavuştu. Davul zurnalar eşliğinde halayların çekildiği açılışta kitaplığın açılmasına destek sağlayanlara plaket verildi. Ardından kütüphanenin kurdelesi mahallenin en küçük barınma hakkı savunucusu olan 5 yaşındaki Kaan Karabulut tarafından kesildi.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
5 Nisan 2012 / 18 Nisan 2012
16 Halk›n Sesi
‘Geleceği sokakta kuracağız’
Direnifl manzaralar› Ankara’daki eylemde “Çocuklar›m›z›n gelece¤ini karartmayaca¤›z” diyen e¤itimcilere ve velilere ö¤renciler de “Çocuk iflçili¤ine son” ve “Çocuk gelinlere hay›r” yaz›l› dövizleri tafl›yarak efllik etti.
4+4+4 yasa teklifine ve 600’den fazla tutuklu ö¤renci bulunmas›n› AKP Genel Merkezi’ne yürüyerek protesto etmek isteyen ODTÜ ö¤rencileri de polis sald›r›s›na maruz kald›. Binlerce kifliye sald›ran polis, yoldan geçerken sald›r›ya tepki gösteren ve “Sizin çocuklar›n›z› da o ö¤retmenler okutuyor” diyen yafll› bir kad›n› da coplad›.
AKP’nin eğitim alanına en büyük saldırısı olan 4+4+4 yasa teklifi meclisten kavga kıyamet geçti. Karanlığa meydan okuyarak iki günlük grev ilan eden emekçiler ise ülkenin dört bir yanını AKP faşizmine karşı eylem alanına çevirdi
4
+4+4 kesintili kademeli yeni eğitim sistemi, teklifi en iyi olasılıkla 5 günde genel kuruldan geçirmeyi planlayan iktidarı bile şaşırtarak 3 günde yasalaştı. AKP tartışmaları ve değişiklikleriyle teklifin içeriğini bulandırdı. CHP itirazını salt gericilik karşıtlığına indirgerken, MHP ise muhalefet ettiği teklifi destekler hale geldi. BDP’li vekillerin tutumu ise farklıydı. Kimi vekiller sokak eylemlerine katılarak teklife sokakta da direnirken, kimi vekiller ise “evet” oyu vermekten çekinmedi. Meclis içi muhalefetin dirençsizliği ve KESK’in imzasını taşıyan eylemler, 4+4+4 yasa teklifine karşı muhalefet aktörünün “sokağın ustaları” olduğunu gösterdi. Sokak, hakkını arayan, demokrasi ve adalet isteyen milyonların
AKP’nin meşruluk çabalarını ters yüz ederek ülke gündemine müdahil olabilmesinin olanaklarını açıkça ortaya koydu. Toplumsal muhalefetin dili ve sokakta yürüttüğü mücadele geniş kitlelerce sorgulanır hale geldi. Başbakan Tayyip Erdoğan, itirazları televizyon reklamlarıyla karşılamaya çalıştı, teklifin “ideolojik değil, pedagojik” olduğunu söyledi. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, düzenlemeyi tanımlamak için “alt üst etme değil, yapısal değişiklik” ifadesini kullandı, ancak açıklamalar yasanın iç yüzünü gizleyemedi. GERİCİ, PİYASACI, BASKICI 4+4+4 yasa teklifi, iktidardaki 10. yılını tamamlamak üzere olan AKP’nin eğitim alanındaki en büyük saldırısı oldu. 28 Şubat, statüko, darbecilik gibi kavramların karşıtlığı üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılan yeni
sistem, esasen daha fazla gericilik ve daha fazla piyasacılık anlamına geliyordu. 4+4+4, öğrenci, veli ve öğretmenler başta olmak üzere toplumu topyekun etkileyen bir sistem olma özelliği taşıdı.Üçüncü iktidar döneminde neoliberal-gerici dönüşümleri kalıcılaştırmayı amaçlayan AKP iktidarı, baskıcı karakterini 4+4+4 sürecinde de gösterdi. Meclis içi muhalefet komisyon toplantılarında sindirilmeye çalışılırken, sokağı adres gösteren toplumsal muhalefetin payına düşen cop, biber gazı ve tazyikli su oldu. Eğitim-Sen’in ve KESK’in çağrıcılığında gerçekleştirilen eylemlerin kitleselleşmeye dönük her adımı, polis eliyle engellenmeye çalışıldı. SOKAĞIN DENEYİMLERİ IŞIK TUTACAK 4+4+4, Tayyip Erdoğan’ın “dindar nesli” için kaçınılmaz
hamlelerden biri iken, toplumsal muhalefete parçalı yapısı ve yoğun temposuna karşın gündeme doğrudan müdahale edebileceği bir ortam yarattı. Yasanın yaratacağı tahribat farklı illerde düzenlenen panellerde tartışıldı, kitlesel basın açıklamaları gerçekleştirildi. Çorum’da 5 binden fazla kişinin yürümesi, Ankara Batıkent’te 1200 kişinin yasaya “hayır” demesi tepkinin büyüklüğünü gözler önüne serdi. EğitimSen’in çağrısıyla İzmir’de gerçekleşen basın açıklamasında yasaklı Konak Meydanı’na girildi, Mersin ve Hatay’da polis saldırılarına karşın barikatlar aşıldı. Eğitimin daha fazla piyasalaştırılmasına ve gericileştirilmesine karşı farklı “birliktelik deneyimleri” de ortaya çıktı. Bursa’da EğitimSen’in öncülüğünde kurulan Eğitim Hakkı Meclisi, velileri,
öğrencileri ve eğitimcileri yan yana getirdi. Mahallelerde Halkevleri öncülüğünde kurulan Eğitim Hakkı Meclisleri ise önümüzdeki dönem gelebilecek saldırılara karşı yerellerden kurulabilecek direniş alanları olduğunu gösterdi. Demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin “Karanlığa meydan okuyoruz” diyerek sahiplendiği mücadele, sınırlılıklarına ve eksikliklerine karşın KESK’in de ileri bir direniş örneği sergilemesini sağladı. Eğitim alanındaki saldırılarını “kız-erkek karma eğitim zulmü” gibi söylemlerle sürdürmeye niyetli AKP iktidarına karşı “bir arada mücadele” deneyimlerinin çoğalması, taleplerin hak mücadeleleriyle birleştirilebilmesi ve direnişin farklı yerellere ve sokağa yansıyabilmesi önümüzdeki döneme ilişkin toplumsal muhalefete önemli ipuçları verdi.
İmamın ordusu eğitim ordusuna karşı Y
‹zmir İzmir’de otobüsleri ile Ankara’ya hareket etmelerine izin verilmeyen ve polis saldırısına maruz kalan emekçiler, 28 Mart günü öğle saatlerinde Konak’taki eski Sümerbank önünde bir araya geldi. Ancak polis, basın açıklaması henüz başlamadan Karşıyaka’dan vapurla gelen ve Konak’ta bekleyen gruplara tazyikli su ve biber gazlarıyla saldırdı. “AKP bu yasa sonun olacak”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları ile dakikalarca direnen emekçiler, daha sonra polis barikatını aşarak yasaklı Konak Meydanı’na girdi. KESK üyeleri girdikleri meydanda bir süre oturma eylemi gerçekleştirdikten sonra
basın açıklaması gerçekleştirdi. Kocaeli’de 29 Mart günü Merkez Bankası önünden AKP il binasına doğru yürüyüşe geçen emekçiler polis barikatı ile karşılaştı. Bunun üzerine 27 Mart gecesi otobüslerine el konulmasını protesto etmek için Valilik binasına yönelen emekçiler yine barikatla karşılaştı. Kocaeli polisi, Valilik önünde emekçilere biber gazı ve coplarla saldırdı. Saldırı sonucunda 5 Eğitim-Sen ve 1 BES üyesi gözaltına alındı. Emekçiler, polis saldırısının ardından İnsan Hakları Parkı önünde yarım saat kadar oturma eylemi yaptıktan sonra eylemlerine son verdi.
asayı meclisten kavga gürültü geçiren AKP, sokaktan yükselen muhalefeti de farklı yöntemlerle baskılamaya çalıştı. EğitimSen’in 4+4+4’e, KESK’in de 4688 sayılı Sendikalar Kanunu’nda yaptığı değişikliklere karşı 28-29 Mart’ta yaptığı grev ve Ankara’da kitlesel bir miting çağrısı AKP tarafından çeşitli yollarla engellenmeye çalışıldı. İçişleri Bakanlığı, tüm valiliklere gönderdiği tebligat ile Ankara’da yapılacak eylemi “yasadışı” ilan etti. Talimatı alan valilikler, 27 Mart akşamından itibaren kentlerden çıkmaya hazırlanan otobüslerin çevresini polislerle çevirdi. AKP faşizmi ile henüz kalkış
Ankara
noktalarında karşılaşan emekçiler de Eğitim-Sen’in “Engellemelerle karşılaşılan her yer eylem alanıdır” açıklaması doğrultusunda hareket etti, tüm kentleri eylem alanına çevirdi. İzmir’de otobüslerin hareket ettirilmemesi üzerine Ankara’ya “yürüyerek gideceğini” açıklayan yüzlerce emekçiye saat 01.30 sularında polis, biber gazı ve tazyikli su ile saldırdı. Bursalılar Fomara Meydanı’nı, Malatyalılar Kayseri karayolunu, Antalyalılar TRT Kavşağı’nı eylem alanına çevirdi. Polisin bir diğer baskılama yöntemi de otobüslere ceza kesmek oldu. Araçlarda takograf cihazı, yangın tüpü, ceset torbası gibi malzeme-
ler bulunmadığını söyleyen polisler binlerce liraya varan cezalar kesti. Adana’dan hareket eden emekçiler yolda durdurulmakla kalmadı, “yasadışı eyleme gittikleri” gerekçesiyle gözaltına alındı. 27 Mart akşamında başlayan saldırılar, iki günlük grev boyunca Ankara sokaklarında kendisini gösterdi. Tüm engellemelere karşın otobüsleriyle başkente girebilen KESK üyeleri, Tandoğan’daki Büyükşehir Belediyesi önünde polis saldırısı ile karşılandı. Toplu halde yürüyemeyen emekçiler, gruplar halinde GMK Bulvarı’ndaki binlerce kişiyle buluştu. Geceyi Kızılay Meydanı’nın yanı başında geçiren binlerce kişi, 29 Mart günü ise TBMM’ye yürümek istedi. Polis araçlarından yapılan tehditlere karşın “Bu yasa meclisten geçmeyecek” sloganlarıyla adım adım barikata yürüyen kamu emekçileri, yine polis saldırısına maruz kaldı. GMK Bulvarı boyunca ve ara sokaklarda devam eden polis saldırıları ile Ankara savaş alanına döndü.
“4+4+4’e hay›r! Karanl›¤a meydan okuyoruz” diyen Halkevleri, iki gün boyunca emekçiler ile birlikte alanlardayd›.
28 Mart gecesini GMK Bulvar›’nda geçiren emekçiler, Ankara’da 78 gün süren Tekel direniflinden edindikleri tecrübe ile ya¤mura ve so¤u¤a karfl› direnmekte zorlanmad›lar.
Daha önce emniyete ait internet sitelerine girerek belgeler ele geçiren RedHack (K›z›l Hackerlar) grubu, KESK’e yönelik bask›lar› protesto etmek amac›yla Türkiye’deki polis sitelerinin yüzde 95’ini eriflime kapatt›.
Bursa’da fiehit Binbafl› Ufuk Bülent Yavuz ‹lkö¤retim Okulu ö¤rencileri, derslere girmeyerek 4+4+4’ü protesto etti. Ö¤renciler, “Okuyan siz de¤ilsiniz, biziz” dövizleri tafl›rken “Bizden sonra okuyacak kardefllerimizin iyi bir e¤itim almas›n› istiyoruz” dediler.