A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark
3
Ha darbenin ha AKP’nin YÖK’ü ‘Devrim gibi de¤ifliklik’ diye duyurulan yeni YÖK Disiplin Yönetmeli¤i 12 Eylül’ü aratm›yor
5
K›br›s’ta ba¤›ms›zl›k flenli¤i Baraka Kültür Merkezi’nin ça¤r›s›yla buluflan K›br›sl›lar ba¤›ms›zl›k taleplerini yineledi
9
Halep çarfl›s›ndan atefl almak Hatay’da 14 ülkenin pazar›na mal götürüp getiren t›rlar›n son yükü AKP’nin körükledi¤i ateflti
15
Bu topraklarda büyüyemedi Aram Tigran’›n hayat›, Türkiye’de devletin ötekiye bask›s›n›n öyküsü
‘İmzayla buluşuyoruz, isyanla durduracağız’ Halkevleri ve E¤itim Sen, okul önlerini mücadele alan›na çevirecek
Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi taraf›ndan bafllat›lan “4+4+4’ü durdural›m” mücadelesi h›zla yayg›nlafl›yor. Türkiye genelinde yaz s›caklar›na ra¤men kurulan standlarda, duraklarda, mahalle pazarlar›nda toplanan imzalar›n say›s› 100 bini geçti. Halkevciler halk› sadece imza vermeye de¤il, imza toplamaya, meydanlara ç›kmaya, bil-
gilendirme toplant›lar› örgütlemeye, e¤itim hakk› meclislerinde bir araya gelmeye ça¤›r›yor. AKP’nin reformunun elinde patlayaca¤›na, okullar›n büyük krizlerle aç›laca¤›na dair emareler artarken bir taraftan tüm muhalefet güçleriyle ortaklafla alanlara ç›kmak bir taraftan da okul önlerini mücadele alan›na çevirmek için çal›flmalar
yo¤unlafl›yor. 4+4+4 yazas›n›n geri çekilmesini isteyenler 5 Eylül’de ‹stanbul’da büyük bir ortak yürüyüflte bulufluyor. E¤itim-Sen üyesi e¤itim emekçileri ise 11 Eylül’de Türkiye’nin dört bir yan›ndan yola ç›k›yor ve bu çarp›k sisteme hay›r diyen herkesi 15 Eylül’de Ankara’da buluflmaya ça¤›r›yor.
23 A¤ustos 2012 • 1.25 TL
Y›l 7 • Say› 164
AKP’yi durdurmazsak bu kan durmayacak
Kürt sorunundaki savafl politikalar› iflas eden AKP sald›rganlafl›yor, sald›rganlaflt›kça krizi derinlefliyor
‘Tertemiz’ h›rs›zl›k Baflbakan’›n “Tertemiz bir s›nav” dedi¤i 2012 KPSS’ye giren 100 bin aday, puanlar›na itiraz etti. 7 bin aday kayboldu. 320 aday›n s›nav› iptal edildi. Bir aday›n yan›tlar› parktan ç›kt›. S. 7
‹ktidar›n ‹slamc› militanlar eliyle Suriye’de kafl›d›¤› iç savafl, Türkiye’ye de kan ve ölüm olarak yans›yor Akan kan› durdurman›n yolu AKP’nin mezhepçi ve ›rkç› politikalar›na karfl› bir araya gelmekten geçiyor S. 4
AKP s›n›rlar›n› zorluyor S. 3
Hüseyin Boy / Sayfa 6
Emre Can Bülbül / Sayfa 7
Tufan Sertlek / Sayfa 8
Sa¤l›k hizmeti art›k bir...
4+4+4’e karfl› Halkevleri... Muhteflem ikili
Asiye Çil/ Sayfa 10
Kad›nlar 4+4+4’e karfl›...
Büyük komutanlar nasıl yenildi?
Roboski’de insanl›¤› öldürememifller
Öğrenmeye ve öğretmeye devam Enerji-Sen üyesi enerji iflçilerinin ‹stanbul ve Adana’daki direniflleri sürüyor. BEDAfi direniflinin 93’üncü gününde direnifl çad›r›na konuk olduk S. 11
TSK’n›n bombard›man›nda 34 köylüye mezar olan Roboski’de (Uludere) 21 A¤ustos’ta meydana gelen kazada 9 asker ve bir korucu öldü. Askerlere ilk yard›m köylülerden geldi. 8 ay önce çocuklar›n›n cenazesini s›rtlar›nda tafl›yan köylüler, bu kez kendilerine bomba ya¤d›ran askerlerin bedenlerini s›rtlad›lar.
‘Ölmek var dönmek yok’ Apartheid rejimi sona erdi ama sald›r› neoliberalizmle sürüyor. Sar› sendikalar ve devlet katliam› iflçileri mücadeleden döndüremedi S. 5
Kürt sorununda otuz yıllık klişeler
Savafl meydan›ndaki dehflet iktidar› güvence alt›na almaya yeter mi? ‹skender, Sezar ve Hannibal’›n yenilgilerinden ABD ve AKP’nin pay›na ç›kan dersler S. 13
Kürt politikas› iflas eden AKP, kirli savafl›n kliflelerine sar›ld›: “PKK’nin arkas›nda Esad var”, “Daha ne istiyorlar”... S 12
‹flçiler kazand› Antep’te tekstil iflçilerinin, ücretlerinin art›r›lmas› ve çal›flma koflullar›n›n iyilefltirilmesi için bafllatt›klar› grev kazan›mla sonuçland›. Kazan›mda komitelerin pay› büyük S. 8
Taflerona süt yok Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤›’na ba¤l› kurumlarda kad›n iflçiler, süt ve do¤um izni kulland›¤› için iflten ç›kar›l›yor S. 10
2
EĞİTİM 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
‘İmzayla buluşuyoruz isyanla durduracağız’ Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi taraf›ndan bafllat›lan “4+4+4’ü durdural›m” mücadelesi h›zla yayg›nlafl›yor. Yaz s›ca¤›na ra¤men kurulan imza stantlar›, çal›nan kap›lar halk›n e¤itim sistemindeki y›k›ma tepkisini gözler önüne seriyor. Türkiye genelinde 100 bin imzay› aflan kampanya eylül ay›n›n yaklaflmas›yla birlikte h›z›n› artt›rd›. Halkevciler, halk› sadece imza vermeye de¤il, imza topla-
maya, meydana ç›kmaya, 4+4+4’e karfl› güçlerini birlefltirmeye ça¤›r›yor. Aç›lan stantlara halk›n gösterdi¤i yo¤un ilgi 4+4+4 kavgas›n›n halk için bitmedi¤ini gösteriyor. 4+4+4 karfl› imzalar esnaftan, yöre derneklerine, atölyelerden, fabrikalara yüzlerce imza noktas›nda toplan›yor. Mahalle stantlar›n›n yan› s›ra metrobüs duraklar›, mahalle pazarlar›,
kent meydanlar› en yo¤un imza toplama alanlar› oluyor. Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi bu stantlarda 4+4+4 yasas›n içeri¤ini anlatt›¤› on binlerce e¤itim gazetesini de halkla buluflturuyor. Aç›lan her stantta, nelerin yap›labilece¤i tart›fl›l›yor, yasaya karfl› bilgilendirme toplant›s› randevular› al›n›yor ve bir daha görüflmek üzere iletiflim bilgileri al›n›p veriliyor.
AKP’nin reformu elinde patlıyor Okullar›n aç›lmas› yaklaflt›kça 4+4+4 e¤itim modelinin çarp›kl›¤› daha da net ortaya ç›k›yor. Bakan bile eylül ay›nda yaflanacaklar için garanti veremiyor
O
‹MAM HAT‹PLER BOfi KALDI! Ülke genelinde birçoğu normal okulların dönüştürülmesiyle açılan 700 civarındaki imam hatip ortaokullarına ise beklenen ilginin oluşmaması AKP’yi üzüyor. Milli Eğitim müdürlüklerinden cami imamlarına kadar el birliğiyle örgütlenen imam hatibe kayıt kampanyaları büyük oranda hüsranla sonuçlandı. Fettullah’a yakınlığıyla bilinen Aktif Eğitim-Sen “İmam hatiplere ilgi yok” dedi. Parasız öğrenci servisleri, parasız yemek, giyecek vaadiyle Ramazan ayını da değerlendirmek isteyen cemaatler umduklarını bulamadılar. 17 Ağustos’ta kayıtları biten imam hatipler için kayıt tarihinin uzatılması gündemde. Yeni kampanyalar ve baskılarla imam hatiplerin kayıt sayısı arttırılmaya çalışılacakken, imam hatibe dönüştürülen okulların velileri ise okullarını geri talep etmeye hazırlanıyor.
kulların açılmasına sayılı günler kala 4+4+4 eğitim modelinin yıkımları görünürlük kazanıyor. Bakan Ömer Dinçer hazırlıkların ne aşamada olduğu sorusuna verdiği “Sistem büyük oranda sorunsuz başlayacak” yanıtıyla kendisinin bile sistemin bütününe garanti veremediğini itiraf etti. Artan tepkiler sonucunda yasayı savunamayacak hale gelen Milli Eğitim Bakanlığı şimdi sistemi yamalama telaşında.
YOLLAMAZSAN DAMGALARIM! Bilim insanlarının, sağlıkçıların, eğitimcilerin ve velilerin itirazlarına kulak tıkayan Bakanlık 66 aylık çocuklar ile 6066 aylık arası toplam 2 milyon 313 bin 888 çocuğun e-kayıt sistemi ile birinci sınıfa kaydının yapıldığını duyurdu. Bu oldubittiye karşı tepkileri dindiremeyen bakanlık, çocukların ruhsal ve fiziksel yetersizliğini belirten “rapor” alınması şartıyla kayıtların ertelenebileceğini duyurdu. Raporların nereden, kimden alınacağı belirsizliğini korurken Türk Tabipler Birliği (TTB) konuya dair bir açıklama yaparak tüm çocuklara toptan “rapor” verdiklerini duyurdu. TTB’nin açıklamasında şu görüşlere yer verildi: “Bir kez daha açıklıkla ifade ediyoruz: Bu yaş grubundaki çocuklar sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerileri açısından anasınıfına gitmelidirler, birinci sınıfa başlatılmalarının gelişimlerine etkileri olumsuz olacaktır. Çocuklarımızı ‘bedenen veya zihnen gelişmemiş’ diye damgalamak ve bakanlıkların aileleri buna zorlaması en hafif deyimiyle büyük haksızlıktır.
Çocuklarımızın gelişimleri normaldir. Anormal olan bilim dışı biçimde erken okula başlamaya zorlanmalarıdır. Bu açıklamamız yaşları 66-72 ay arasında olan 600 bin çocuğumuza Türkiye’deki hekimlerin raporudur.” SINIF DE⁄‹L KÜMES! “Eğitimde çağdaşlaşma” diye sunulan 4+4+4 sistemi, birçok yerde yıllar öncesinde kalan 60-70 kişilik sınıfları geri getiriyor. Plansız projelerler yapma konusunda oldukça deneyim kazanan AKP, öğrenci sayısını arttırmayı biliyor; ama öğrenci sayısına göre sınıf olup olmadığını önemsemiyor.
İstanbul’daki okulların fiziksel yeterliliği konusunda sorulan soruya İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız “20 ilçede derslik sıkıntısı yok. 12 ilçede sorun var” şeklinde yanıt verdi. Yıldız’ın sınıfların yetersiz olduğu 12 ilçeye dair çözümü ise sürgün. Yıldız, “İlçede nüfusu daha az olan okullara kalabalık okulların bir kısım öğrencisini kaydırmaya çalışacağız” diyerek öğrenci ve öğretmenleri uzun yolculukların bekledinin işaretini verdi. Türkiye’nin en büyük ilinde durum buyken okulların açıldığı 17 Eylül sabahı nasıl bir Türkiye’de uyanacağımızı tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyor.
ATAMA YOK, SAÇMALIK VAR! AKP’nin öğretmen düşmanlığı ise sürüyor. Norm kadro fazlası öğretmenlere kısa bir kursun ardından okul öncesi öğretmenliği yaptırılacak. Üniversitelerin okul öncesi bölümünden mezun olan, özel olarak bu alanın formasyonunu almış öğretmenlerin yapması gereken okul öncesi öğretmenliği, 4+4+4 uygulamasıyla norm kadro fazlası olan öğretmenlere kurs vererek yaptırılacak. Eğitim sistemini altüst eden AKP’nin öğretmene bu kadar ihtiyaç duyulduğu bir dönemde hala atama yapmaması, sadece öğretmenlerin değil velilerin de tepkisini yükseltiyor.
5 Eylül: İstanbul buluşması 4+4+4 yasas›n›n geri çekilmesini isteyenler, 5 Eylül’de büyük bir ortak yürüyüflte buluflacak “4+4+4 eğitim yasasını birlikte durduracağız” diyenler haziran ayından bu yana birçok kez yan yana geldi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin çağrısı ile başlayan toplantılar daha sonra birçok demokratik kurum, akademisyen, gazeteci ve velilerin çağrısı ile gerçekleşti. İstanbul’da yapılan “4+4+4’ü birlikte durduracağız” toplantılarında toplumun her kesiminden insanlar bir araya gelerek neden yasaya karşı olduklarını ve yasanın durdurulması için birlikte neler yapılabileceğini tartıştı. Akademisyenlerden velilere, gazetecilerden dernek temsilcilerine pek çok insan aynı salonda, aynı kürsüyü paylaşarak düşüncelerini dile getirdi. Yapılan bu geniş katılımlı toplantılarda 5 Eylül’de büyük bir eylem yapılmasına karar verildi. Bu eylemde parça parça ortaya çıkan tepkiler ortaklaştırılacak ve
okullar açılmadan önce yasayı durdurma kararlılığı bir kez daha yüksek sesle dile getirilecek. 5 Eylül Çarşamba günü Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Lisesi önüne yürünecek ve burada bir oturma eylemi yapılacak. Özellikle velilerin önerisiyle ortaya çıkan eylem için İstanbul’un dört bir yanını hedef alan bir hazırlık süreci planlandı. Dağıtılan binlerce bildiri ve yapılacak sesli çağrılarla yasaya itiraz eden herkes birlikte mücadeleye davet edilecek. MECL‹SLER HER YERDE Tüm ilçelerde düzenlenecek forumlarla Eğitim Hakkı Meclisleri’nin kurulması hedefleniyor. İstanbul kuracağı bu meclislerle sadece 5 Eylül’e değil 17 Eylül’e de hazırlanıyor. Okulların açılması ile birlikte tüm okul önlerinin birer eylem alanına dönüştürülmesi planlanıyor.
Bu sorunlar büyük kavga çıkarır
Öğretmenler Ankara’ya çağırıyor
Okullar›n aç›lmas›yla ortaya ç›kacak sorunlar bugünden belli: 5,5 yafl›nda çocuklar›n okula bafllat›lmas›, ikili e¤itime dönüfl, tafl›mal› sistemin yayg›nlaflmas›, zorla toplanan paralar, kadrosuz/güvencesiz ö¤retmen dayatmas›...
E
H
ğitim-Sen 4+4+4’e karşı mücadele programını yaptığı bir basın açıklamasıyla duyurdu. Yapılan açıklamada öğretmen ve öğrencilerin okullardaki yer değiştirmeleri ile sürgün edilmesine izin vermeyeceklerini belirten Eğitim-Sen, 5 yaşındaki çocukların gelişimini tamamlamadan okula başlatılmasına karşı olduklarını belirterek velilere 5 yaşındaki çocuklarını okullara göndermeme çağrısı yaptı. Eğitim-Sen’in açıkladığı programa göre 11 Eylül’de Edirne, İzmir, Diyarbakır ve Trabzon’dan olmak üzere dört koldan yola çıkarak 15 Eylül’de yasaya karşı çıkan tüm kurum ve kişilerin buluşacağı bir miting gerçekleşecek. Yapılan basın açıklamasının ardından Eğitim-Sen 15 Eylül eyleminin çalışmalarına başladı. DİSK, BDP, EMEP, ÖDP, CHP, Halkevleri, TTB, ASMMO, TMMOB, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği gibi birçok kurumu ziyaret eden sendika 4+4+4’e karşı ortak mücadele yürütülmesi çağrısı yaptı. Yapılan ziyaretler olumlu geçerken kurumlar, 4+4+4’e karşı omuz omuza mücadele etmenin önemine vurgu yaptılar ve 15 Eylül eyleminde Ankara’da olacaklarını dile getirdiler. Radikal gazetesi ve Habertürk gazetesi’ne yapılan ziyaretlerde görüşülen gazeteciler, yeni eğitim sistemine karşı duyarlı olduklarını, 4+4+4’e ilişkin gelişmeleri takip ettiklerini ve ilerleyen süreçte de izlemeye devam edeceklerini belirterek bu konuda EğitimSen’in görüşlerini önemsediklerini ifade ettiler.
alkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri velileri 4+4+4 eğitim sistemini yıkımların altında ezilmeden mücadele etmeye çağırıyor. Yeni eğitim sistemini durdurmak için aylardır mücadele yürüten Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri eylül ayıyla birlikte yasanın uygulamaları karşı mücadele bayrağını açıyor. Okulların açılması ile daha fazla gündeme gelmesi beklenen direniş başlıkları şöyle: 5,5 yaşında çocukların okula başlaması, okulların dönüştürülmesi, aşırı kalabalık sınıflar, ikili eğitime dönüş, taşımalı sistem (servis paralı eğitim), bin bir adla toplanan paralar ve kadrosuz-güvencesiz öğretmen dayatması. Her başlığa müdahaledeki hedef ise bu çarpık sistemi işlemez hale getirmek, daha fazla öfkeyle 4+4+4 sisteminin bütünün geri çekilmesini sağlamak. İşte o acil eylem başlıkları: KÜMES G‹B‹ SINIFLARA KARfiI ÇIK 4+4+4 sisteminin en büyük zararlarından biri zaten olması gerekenin çok üzerinde olan sınıf mevcutlarını artıracak olması. Birçok okulun imam hatibe dönüştürülmesi ve birinci sınıfa başlama yaşının 5,5 yaşa düşürülmesi, aynı sınıfta ders gören öğrenci sayılarının 60-
70’e kadar yükselmesine neden olacak. Sınıf mevcudu bir öğrencinin eğitim sürecinde başarısı için en temel başlıklarından biri. Avrupa’da ilköğretimde sınıf mevcudu ortalama 22 iken ülkemizdeki ortalama geçtiğimiz yıl 33, İstanbul’da ise 46’ydı. Ayrıca bu yıl tekli eğitim veren birçok okulda 2’li siteme geçilecek. Öğrencilerin görece daha nitelikli ve bilimsel eğitim almasını sağlayan tekli eğitimin ellerinden alınmasına karşı veliler mücadeleden vazgeçmeyecek. ÇOCU⁄UNU 5,5 YAfiINDA OKULA GÖNDERME Yeni eğitim sistemiyle 72 ayı doldurmayan çocuklar ilkokula başlamaya zorlanıyor. Okul öncesi eğitim alması gereken çocukların ilkokula başlamaya zorlanmasının bilim dışı olduğu ve çocukların zihinsel gelişimini engelleyip psikolojik sorunlara yol açabileceği bilim insanları tarafından dile getirildi. Tek başına birçok ihtiyacını karşılamakta zorlanacak olan çocukların ne gibi sorunlarla karşılaşacağını tahmin etmek güç değil. İzmir’de anasınıfı
öğrencisi Efe Boz yalnız gönderildiği tuvalette lavabonun üzerine düşmesi sonucu yaşamını yitirmişti. Çocuklarını 5 yaşında okula göndermek istemeyen velilere çözüm olarak, sağlık raporu alarak okula göndermemeleri sunuluyor. Buna karşı gelişimleri normal olan çocukları bedenen ve zihnen gelişmemiş diye damgalamanın ve ailelerin buna zorlanmasının haksızlık olduğunu söyleyen Türk Tabipleri Birliği, 72 ayın altında olan tüm çocukların okula başlamaya uygun olmadığını dile getirdi. OKULA PARA VERME Her yıl bağış adı altında zorunlu şekilde alınan kayıt paralarına karşı bu yıl daha fazla uyanık olmak gerekiyor. Her yıl olduğu gibi geçtiğimiz yıl da Milli Eğitim Bakanlığı’nın genelgesine rağmen birçok okulda zorunlu bağış-kayıt parası toplanmıştı. Bu yıl
bakanlık sözlü olarak para alınmayacağını yinelese de yazılı bir genelge çıkarmadı. 4+4+4 karmaşası nedeniyle bu yıl okullarda birçok yetersizlik ile karşılaşacak velilerin, bu ihtiyaçları kendilerinin tamamlaması istenecek. Böylece okul aile birliklerinde toplanan aidat paraları normalleştirilmeye çalışılacak. Her yıl artan bu soyguna karşı veliler parasız eğitim talebinden vazgeçmeyecek. GÜVENCEL‹-KADROLU Ö⁄RETMEN ‹STE AKP yıllardır kadrolu öğretmen yerine ücretli öğretmen atamaları yapıyor. On binlerce eğitim fakültesi mezunu öğretmen işsizken atama yapılmayıp açlık sınırında ücret verilen güvencesiz öğretmenler çalıştırılıyor. Özellikle ülkemizin yoksul semtlerinde yaygınlaşan bu uygulamaya karşı ataması yapılmayan öğretmenlerin ve velilerin tepki göstermesi bekleniyor. Ayrıca bu yıl yaratılan kaos
nedeniyle birçok derse branş öğretmenlerinin girmemesi ve norm fazlası ilan edilen öğretmenlerin formasyonu olmayan alanlarda derslere sokulması bu tepkileri şiddetlendirecek. SERV‹S PARASI VERME Bu yıl okulların dönüştürülmesi ve sınıf yoğunluğundan dolayı birçok öğrenci oturduğu bölgeden uzakta bir okula kayıt oluyor. Bu uygulama hem öğrencinin (özellikle ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin) psikolojik sorunlar yaşamasına yol açacak, hem de aileye maddi külfet getirecek. Daha önce çocuğunu yürüyerek okula gönderen bir veli bu yıl servis parası ödemek zorunda kalabilecek. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız bu konuda “Kalabalık okullardaki öğrencilerin bir kısmını valilik izniyle daha az mevcutlu ilçedeki diğer okullara kaydırıp kaydıramayacağımıza bakacağız. Ancak çok uzak olmamalı. Öğrenciye servis masrafı çıkarsa bunu ne veli ne de devlet üstlenebilir” dedi. Yıldız’ın bu demeci bu masrafı devletin üstlenmeyeceğini gösterdi; ancak devletin üstlenmediği durumda çocuğunun okumasını isteyen velinin mecbur kalacağı açık.
3
GÜNDEM 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Ha darbenin, ha AKP’nin YÖK’ü Disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklikle darbeyle hesaplaştığını iddia eden YÖK, 12 Eylül ruhunu taşımaya devam ediyor. Oysa YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya “Hedefimiz, daha özgürlükçü öğrenci disiplin yönetmeliği” diye yola çıktıklarını söylemişti Yeni yönetmelikte, “Mahkeme kararıyla kesinleşmiş olmak kaydıyla, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, böyle bir örgütü yönetmek veya bu amaçla kurulan örgüte üye olmak, üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak veya yardım etmek” okuldan atılma gerekçesi kabul edildi. Üniversite içinde izinsiz toplantı yapmak 1 haftadan 1 aya kadar ceza sebebi sayılacak.
Y
ÖK Disiplin Yönetmeliği’ndeki değişiklik, 18 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Eski yönetmelikteki birçok maddede değişikliğe gidilmezken, değişiklikler eski yönetmeliği aratmıyor. YÖK’ün eski Disiplin Yönetmeliği’ne bağlı gerekçelerle, 2010 yılında 6 bin, 2011 yılında 5 bin 872, 2012 yılının ilk dört ayında ise bin 612 üniversiteliye disiplin soruşturması açılmıştı. Bu soruşturmaların büyük bölümüne neden olan maddeler yeni yönetmelikte de yerini koruyor. YÖK’ü protesto etmek, siyasi faaliyete katılmak, izinsiz olarak kütüphaneden kitap almak, toplantı, protesto düzenlemek ve afiş asmak yeni yönetmelikte de suç. ‘DARBEN‹N ‹ZLER‹ DER‹NLEfiT‹R‹L‹YOR’ Öğrenci Kolektifleri YÖK Disiplin Yönetmeliği’nin Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yaptığı açıklamada, YÖK’ün iddia ettiği gibi darbe yönetmeliğiyle hesaplaşmanın aksine, yönetmelikte darbenin izlerini derinleştirildiği belirtti. Açıklamada, yumurta atmanın, saçlarını kısa kestirmenin, puşi takmanın “terör örgütü” üyeliği sayıldığı ve 3 bin öğrencinin cezaevlerinde olduğu hatırlatıldı. Öğrenci Kolektifleri’nin açıklamasında, “Yükseköğretim kurumunda kişilerin şeref ve haysiyetini zedelemek” diye tanımlanan suçun cezasına
dikkat çekilerek şöyle denildi: “AKP’nin ve sermayenin her üniversite ziyaretinden yumurtalarla kovuluşu ve ‘ceketi kirlendiği’ gerekçesiyle üniversitelilere dava açan AKP’li bakanlar hatırlandığında bu maddenin nasıl bir amaca hizmet ettiği de ortaya çıkıyor.” ‹Z‹NL‹ B‹LD‹R‹ DA⁄ITMAK SUÇ DE⁄‹L Bildiri dağıtmak, fikir açıklamak, bir düşün-
cenin propagandasını yapmak eski yönetmelikte “Öğrenciliğe yakışmayan davranışta bulunmak, kaba ve saygısız davranmak, toplantı ve törenlerde öğretim elemanlarına ayrılan yerleri işgal etmek” gerekçesiyle uyarı cezası nedeni oluyordu. Yapılan değişiklikle suçun sadece gerekçesi değişti: “Tespit edilen yerler dışında ilan asmak, kurum izniyle asılmış duyuruları yırtmak ve kirletmek.”
TECAVÜZE CEZA ‹ND‹R‹M‹ NEY‹N DE⁄‹fi‹M‹ Daha önceden yükseköğretim kurumundan çıkarma sebebi olan “din, dil, ırk ve mezhep açısından kutuplaşmaya yol açmak, bir kişiye veya gruba işkence yapmak” yeni yönetmelikte iki yarıyıl uzaklaştırmayi gerektiriyor. Ayrıca yapılan değişliklerden birinde de tecavüz suçunun cezası düşürüldü. Tecavüz ve yükseköğretim kurumlarında cinsel tacizde bulunmak suçuna mevcut yönetmelikte okuldan atılma cezası verilirken, yeni yönetmelikte bu suçun karşılığı; iki yarıyıl uzaklaştırma cezası olacak. Böylece AKP’nin yargısından sonra YÖK’ü de kadın düşmanlığının cezasını hafifletti. Yeni yönetmelik, yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce soruşturmasına başlanmış, ancak tamamlanmamış bulunan disiplin soruşturmalarında da uygulanacak.
Karanlığa karşı horona duranlara saldırı H
opa’da 9’uncusu düzenlenen Kemalpaşa Halk Festivali’nin kapanış etkinliğinin olduğu saatlerde Halkevi Kemalpaşa Şubesi’ne faşitler saldırdı. Halkevi şubesi yanındaki belediye düğün salonundan çıkan faşistler, Kemalpaşalıların festivalde olmasını fırsat bildi ve salon girişindeki "Karanlığa karşı horona duralım" pankartını indirmeye çalıştı. Halkevcilerin müdahale etmesi sonucu saldırı Halkevi şubesine yöneldi. Hopa Halkevi Şube Başkanı Kamil Ustabaş’ın verdiği bilgiye göre,
Halkevi'nde bulunan Yoldaş Gümüşkaya, Dursun Ali Koyuncu, Tuğrul Kaynar, Burak Çakır, Egemen Şahin ve Melike Ardıç yaralandı. Yaralanalardan dördü Rize'ye sevk edildi. Saldırı sonucu Halkevi'nde büyük maddi hasar meydana geldi. Bölgeye gelen jandarma saldırıyı gerçekleştiren faşislere değil Halkevi’ne sahip çıkan Kemalpaşalılara saldırdı. Jandarma önce gaz sıktı, sonra da havaya ateş ateş açtı. Yaşanan saldırının failleri belli olmasına rağmen jandarma yalnızca bir kişiyi
gözaltına aldı. ‘HALKEVLER‹ HALKTIR!’ Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, bir açıklama yaparak Hopa’da faşist provokasyon ve saldırıların Halkevleri’ne yönelmesinin şaşırtıcı olmadığını dile getirdi. Ersoy şunları söyledi: “80 sonrasının en karanlık günlerinden beri Hopa’da kesintisiz biçimde mücadelelerini sürdüren, devrimci değerleri bugünün mücadelesi içinde yaşatan, çayda sömürüye, derelerin satılmasına karşı mücadelenin, Hopa halkının
siyasal iktidara karşı 31 Mayıs 2011’deki direnişinin en önünde yer alan Halkevciler, Hopa halkının değerlerine ve mücadelesine dönük saldırı politikalarında hedef haline getirilmektedir. Hopa’da Halkevcilere dönük her saldırı halka yapılmıştır, çünkü Hopa Kemalpaşa’da Halkevleri halktır.” Metin Lokumcu’nun öldürüldüğü 31 Mayıs 2011’deki direnişte, AKP karanlığına meydan okuyan Halkevciler, “tek yol sokak tek yol devrim” pankartı üzerinden Başbakan tarafından hedef gösterilmişti.
Q
Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesi'nde bulunan Tekboy Boyahanesi’ndeki işten çıkarmalar karşısında DİSK/Tekstil üyesi 40 işçi direniş başlattı. İşten atılan işçiler 18 Ağustos’ta Lüleburgaz Kongre Meydanı'nda toplanarak basın açıklaması yaptı.
Q
İstanbul'da 1 Mayıs kutlamalarının ardından 'kamu malına zarar' ve ‘2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet’ gerekçeleri gösterilerek 18 Mayıs’ta tutuklanan 15 kişi hakkında, 17 Ağustos’ta tahliye kararı çıktı.
Q
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde Sedat Selim Ay tarafından 1990’lı yıllarda işkence gören 5 kadın, Ay hakkında suç duyurusunda bulundu. İşkence mağdurları Birsen Kaya, Arzu Demir, Zelal Armutlu, Meral Armutlu ve Nuran Atmaca, kadın örgütleri ile birlikte 17 Ağustos’ta Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması yaptıktan sonra, Ay'ın TCK 94. maddesinden yargılanması için savcılığa dilekçe verdi.
Q
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin 13’üncü yıldönümünde TMMOB, İzmir ve Kocaeli’de basın açıklaması yaptı. Ayrıca İnşaat Mühendisleri odası, Jeofizik Mühendisleri odası, Jeoloji Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası’ndan da birer açıklama yayımlandı.
Q
1968'in gençlik önderlerinden Harun Karadeniz, TüM-İGD'li gençler ve İlerici Liseliler tarafından 15 Ağustos’ta İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'nda bulunan mezarı başında anıldı.
Q
12 Eylül cuntası tarafından 20 Ağustos 1981’de idam edilen Mustafa Özenç, ölüm yıldönümünde yol arkadaşları tarafından Adana’daki mezarı başında anıldı.
AKP s›n›rlar›n› zorluyor indar ve kindar neslimizin başarısını gördünüz, en çok madalyayı bizim dindar ve kindarlarımız aldı.” Ne çok isterdi Tayyip, Londra Olimpiyatları sona erdiğinde, bu cümleyi kurmayı. Ama kader işte! Zaten bu yabancılar takmıştı bu ülkeye. Ne diyordu Tayyip, 2020 olimpiyatları için kulis yaparken: ''Halkının büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede bugüne kadar bir olimpiyat düzenlenmedi. Sorarlar insana niçin? Ne eksik de yapmıyorsunuz?'' 114 sporcuyla katılıp toplam 5 (2+2+1) madalya aldıktan sonra neyi eksik yaptığını anlamış mıdır? Elbette ki hayır! Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, hala "2020'de madalyaları toplayan ülke olmayı arzuluyoruz" demekte. Oysa her şey ne güzel başlamıştı. Tayyip, 114 sporcuya hitaben; “Sizler, Londra'da, bir yandan ülkeniz, bir yandan arkanızdaki milletiniz için yarışırken, aynı zamanda 2020'nin de yolunu orada yapacak, kilidini orada açacaksınız" deyip ekliyordu: “Bu, 1936'dan beri değerlendirdiğimiz zaman ulaştığımız en yüksek sayı”. Ve hepsine tek tek hediye çeki ve iPad dağıtıyordu. Ancak ne gazın gücü ne paranın gücü ne devşirme gücü ne de imanın gücü bir işe yaradı. AKP, iktidarı dönemindeki en başarısız olimpiyatı yaşadı (2004 Atina olimpiyatlarında 10 madalya, 2008 Pekin olimpiyatlarında 8 madalya alınmıştı). Oysa bu ülke 1948'de yine Londra'daki olimpiyatta 12 madalya (6+4+2) kazanabilmişti. Şimdi yanıtlanması gereken iki soru var: Bir; bu ülkenin çocukları sporda niye başarısız oluyor? İki; AKP, özellikle Tayyip, spordaki başarıyı neden bu kadar önemsiyor? İlk soruya yanıtı Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Terzi veriyor zaten: “Milli Eğitim Bakanlığı'nın sistemi, sporcu yetiştirmeye engel bir sistem”. Bu saptamaya ek yapmak gerek; MEB'in sistemi, uzmanlık gerektiren her türlü “iş”in altyapısını kurmaya engel bir sistem. Ama haklarını yememek gerek, 4+4+4 ile en azından dini eğitimin altyapısını mükemmel(!?) kuracaklar. Böylece sosyal bilimler, fen bilimleri, sanat ve sporda en üst
“D
düzey başarılara akılları sıra ulaşacaklar. Dinin yetmediği yerde de kinlenecek ve bu motivasyonla başarıdan başarıya koşacaklar! Bu arada 2016 ve 2020 olimpiyatlarında da hezimetin yaşanacağını şimdiden söylemek kehanet olmayacak. Çünkü sporda başarı, (devşirmeleri ya da istisnai kişisel emeği saymazsak) uzun zamana yayılan, sistemli çalışmayı ve büyük özveriyi gerektiriyor. AKP'nin Milli Eğitim Bakanlarının, yani Hüseyin Çelik ve Nimet Baş'ın yarattığı ucubeler olan SBS'ler sayesinde, yani 6’ncı sınıftan itibaren her yıl sonu yapılan sınavlar sayesinde, o kuşakta yer alan yüzbinlerce çocuk her türlü sosyal, sanatsal ve sportif faaliyetini terk etmek zorunda bırakıldı. Bu kuşağın seyirci olmanın dışında bir seçeneği kaldı; milli sporumuz haline gelen “halı sahada futbol oynamak”, spotların altında... Yeni eğitim bakanı Dinçer’in de asıl önceliğinin sanat, kültür, spor ve bilim olduğunu, bu ülkede söyleyebilecek (tarafsız) tek bir kişi bulunabilir mi? 4+4+4’e karşı çıkmak için ileri sürülen onlarca nedene bir de bunları eklemek gerek. Gelelim ikinci soruya! Tayyip spora, daha doğrusu uluslararası arenadaki sportif başarıya neden bu kadar önem veriyor? Aslında AKP, iktidara geldiği günden itibaren, yani Abdullah Gül’den itibaren, uluslararası sahnelerde rol kapmaya hep önem verdi. Bu rol ister sahte isterse de sadece bir iddiadan ibaret olsun, biliyordu ki Türkiye toplumunun ortalaması üzerinde önemli bir etkisi olacaktı. İktidarını devam ettirebilmek için çok iyi bir propaganda malzemesi idi (one minute’nin yarattığı etki!) Ayrıca kendinden öncekilerden farkını kanıtlamak için bu konuyu da bolca işleyebilirdi. (Gül, Sezer’den bilmem kaç km daha fazla dış gezi yaptı, bilmem kaç tane daha fazla dış konsolosluk açtı.) Bunlarla birlikte uluslararası pazardaki girişkenliğinin, emperyalistlerin özellikle ABD’nin dikkatini çekeceği ve özel görevlendirmeler için değerlendirileceğinin de beklentisi içindeydi. (Bu beklenti kısmen de karşılık buldu; Afganistan, Somalili
korsanlar, biraz İran, biraz da Libya.) Tüm bunlara rağmen AKP, uluslararası arenadaki ezikliği bir türlü üzerinden atamadı. Uluslararası ekonomik değer yaratma konusunda elinde sadece müteahhitler vardı ve on yıl geçmesine rağmen elinde, biraz palazlanmış olsa da hala müteahhitler var. Spor da bu konuda çok işe yarayabilirdi. Çeşitli spor organizasyonları için (Formula 1, Avrupa Basketbol Şampiyonası, v.b.) çok uğraşıldı, çok para döküldü. Ama olimpiyatların yeri bir başka elbette. Erzurum’da yapılan üniversiteler arası kış olimpiyatları ile ya da kendin çal kendin oyna misali Türkçe Olimpiyatları ile karıştırılmasın! Söz konusu olan Yaz Olimpiyatları. Onca uğraşa rağmen olimpiyatların Türkiye’de yapılması da becerilemedi, madalya başarısı da sağlanamadı. AKP, uluslararası alanda hala tüm ezikliği ile ortada duruyor. Bu konuda AKP’nin, özellikle Erdoğan ve Davutoğlu’nun tek bir çıkış yolu olduğu konusunda uzlaştığı aşikar; emperyalizmin aktif taşeronluğuna daha aktif bir şekilde devam etmek. Normal şartlar altında (NŞA) Davutoğlu’nun çoktan istifa etmesi ya da görevden alınmış olması gerekirdi. Göreve getirildiği günden beri koyduğu hedeflerin hepsinde çuvalladı. Ermenistan ile sorunları çözme iddiasından Yunanistan ile olan sorunlara, İran ile arabuluculuk iddiasından Irak merkezi yönetimi ile olan sorunlara, Tunus-Libya-Mısır müdahale sürecindeki saçmalamalarına kadar neye el attıysa hepsi yeni krizler doğurdu. Avrupa konusunda hiçbir uzmanlığı olmadığından, AKP orasını Davutoğlu’na değil, Egemen Bağış’a (onun da ne yeteneği varsa) bağışlamıştı. Suriye konusunu ise tam bir “Arap saçına” döndürme konusundaki yeteneği tartışılmaz. Suriye konusundaki beceriksizliğe Tayyip ve Hillary bile müdahale etme ihtiyacı duyuyor. Tayyip’in Moskova ziyareti (sonradan anlaşıldı ki) Rusya ve Çin inisiyatifinde gelişen yeni süreçlere müdahil olma amacını taşıyordu. İddialara göre bir süre önce Rusya, Çin ile birlikte hatta ABD ve İran’ın da dahil edildiği ama Türkiye’nin
çağrılmadığı bir toplantı (Şangay’da) organize etti. Suriye gündemli bu toplantıdan 25 maddelik bir sonuçplan çıktı. Buna göre Suriye, 5 federasyondan (Kürt, Sünni, Alevi, Nusayri, Dürzi) oluşacak olan “Demokratik Suriye Birliği”ne dönüşecekti. Rusya, Çin ve İran’ın Suriye üzerindeki var olan ve olacak olan tüm çıkarları korunacaktı. Türkiye ise sadece isteğe bağlı tampon bölge kurabilecekti. Şangay’da oluşan bu durum bile tek başına, Türkiye’nin nasıl konumlandırıldığına ilişkin açık bir kanıttır. Söz konusu aktörler Tahran, Moskova, Şangay merkezli açık ve gizli çeşitli inisiyatifler oluşturmakta, Türkiye bu süreçte kenarda kalmaktadır. Tayyip’in Davutoğlu’nun yapamadığını yapma girişimi yani Moskova’ya gitmesi bir işe yaradı mı? Elbette yaramadı! Medyaya yansıyanlara göre sadece “sitem edip” gelmiş. Beş ay içinde üçüncü kez Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary ise hem Erdoğan ile Gül’e hem de Davutoğlu’na ayar verdi. AKP’nin özellikle mezhep ayrışması konusundaki kontrolsüzlüğünü ima eden Hillary, Davutoğlu’nu tampon bölge oluşturulması talebi karşısında verdiği yanıt da ayarsızlığa işaretti: “Olası adımları konuşabilirsiniz ama yoğunluklu bir analiz ve operasyonel bir planlama yapmadan mantıklı ve makul kararlar alamazsınız”. Ama son gelişmeler gösteriyor ki AKP hala “dersini” iyi öğrenemedi. Hillary daha çok gelir, gider. Emperyalist taşeronlukta kendini kanıtlama ihtiyacı içinde olan, “başarıya aç” AKP hükümeti, “yoğunluklu bir analiz ve operasyonel bir planlama yapmadan” her yolu kullanacak. Bölgede öldürülen her insandan AKP sorumludur AKP, El-Kaide’nin Suriye’ye geçişinin ve oradaki faaliyetlerinin önünü açmıştır. Suriye’de öldürülen (veya hala savaşan) El-Kaideciler Türkiye’de faaliyet gösteren ve MİT’çe bilinmemesi imkansız olan şahıslardır. Bunlar Suriye’deki muhaliflerden bile bağımsız hareket eden, vahşet uygulamalarında sınır
tanımayan, Sünni mezhebinin fanatik yorumu olan Selefiliği ideoloji edinmiş katillerdir. AKP, bunlardan medet ummaktadır. Antep’te patlayan bombanın ve oradaki ölen insanların sorumlusu, AKP’nin Suriye politikaları ve oradaki icraatlarıdır. AKP milletvekili Şamil Tayyar bile Antep’teki bombanın “Şam’daki patlamanın rövanşı olduğunu” söylüyor. Benzer bir bağlantıyı Antep Belediye Başkanı kuruyor; “Antep ile Halep birbirini kardeş şehir ilan etmişti”. AKP’nin Suriye politikası böyle devam ettikçe -ki bundan vazgeçme konusunda hiçbir emare gözükmemektedir- olacak olanın benzeri şu an Lübnan’da yaşanmaya başlamıştır. Lübnan’da Sünni-Alevi çatışmaları nedeniyle çok sayıda ölüm yaşanmaktadır. Benzerinin Türkiye’de yaşanmıyor (ya da yaşanmayacak) olmasının nedeni Alevilerin barışçıl tercihleridir. Ancak diğer yandan, Suriye başbakan yardımcısı “uyarıyı” gizli falan değil açıkça söylemekte: Suriye’ye müdahale amacı olanlar “Suriye sınırlarından daha geniş bir alanda mücadele etmek zorunda kalır”. Bu açıklamaya yine Suriye tarafından birkaç ay önce yapılan “Şimdi değil ama bir dış müdahale olursa kimyasal silah kullanabiliriz” tehdidini eklemek gerek. Yani AKP, bölgede yaşayan tüm insanların hayatları üzerine çok büyük bir kumar oynamaktadır. Ve bu kumar devam ettikçe daha çok provokasyon olacak. Suriye politikalar›n›, iç siyaset malzemesi yapmaya çal›flan AKP’nin propagandas› beyhudedir PKK’nin son dönemdeki tüm faaliyeti, iktidar tarafından “Esad’ın maşası olarak davrandığı” propagandası biçiminde yayılmaya çalışılıyor. Çakma İçişleri Bakanı İdris Naim, Antep’te patlatılan bomba için “PKK’nin üstlenmemesi onun yapmadığı anlamına gelmez” diyor. Şemdinli bölgesinde PKK karşısında uğranılan başarısızlık Esad’a bağlanıyor. Bu arada CHP milletvekili Aygün’den sonra BDP milletvekilleriyle PKK gerillalarının gerçekleştirdiği “temas”, AKP’nin “askeri başarı sağlandığı” yalanını
tüm çıplaklığıyla gösterdiği gibi, PKK’nin AKP’yi “müzakerelere zorlama” taktiğini bir adım daha ileriye götürmüştür. PKK, bölgedeki siyasi varlığını, bölge güçlerinden herhangi birine asli olarak bağlamadan ancak bölgedeki dengeleri kullanarak, adım adım büyütmektedir. Ve bu süreç AKP’ye rağmen AKP’yi “masaya oturmaya” mecbur kılacak, çünkü AKP’nin bölge politikaları –böyle devam ettiği sürece- PKK’yi “dikkate almadan” ilerleyemez. AKP’nin iktidar›n› koruma takti¤i: Yalan, Bask›, Rüflvet AKP, iktidarını korumak için iki hedef belirlemiş durumda; medyayı kontrol altında tutmak ve sağda olası siyasi temsiliyetleri rüşvet ve şantajla yok etmek değil, içermek. Yalana ve manipülasyona dayalı kendi medyasının gücünü arttırırken tüm aykırı sesleri her türlü yolu kullanarak yok etmeye çalışıyor. Gazetecilerin işinden attırılmasına, tehdit edilmesine en son örnek yine çakma bakan İdris Naim’den geldi. Kendisini eleştiren gazeteciye “O yazıyı alır ağzına tıkarım” dedi. (İmam-cemaat, Tayyip-Naim ilişkisi.) AKP, sağ siyasette oluşacak temsiliyetleri içerme konusunda ise müthiş başarılı. Numan Kurtulmuş’un “iç edilmesi”nden sonra eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun iç edilmesi hamlesini gerçekleştirecek. (Bu dönemin en iyi ekonomik yatırımı “sağda parti kurma” girişimi olabilir.) Diğer yandan Tayyip’in, 30 Eylül'deki AKP Kongresi’nden sonra eskiyen, paslanan parti ve hükümet kadrolarında ciddi değişiklikler yapması kaçınılmaz görünüyor. Zaten sayıları 70'i bulan ve üç dönem kuralı gereği yeniden milletvekili olamayacak isimlere de yeni işler bulunmak zorunda. Yeni dönem tercihleri “seçimler stratejisini” neye dayandıracağının da göstergesi olacak. Ancak hiç kimse AKP’den, Tayyip’ten Türkiye ve bölge halklarının sorunlarını çözecek yeni bir dönem politikası beklemesin. Emperyalistler için yaptıkları, yapıyor oldukları ve halklar için yapmadıkları AKP’nin en büyük referansları!
4
GÜNDEM 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
AKP’DE ÇÖZÜM YOK, YÖNET‹M YOK, ‹KNA YOK, ÖLÜM VAR
Bunun adı iflas AKP’nin Kürt politikasının askeri ayağı Şemdinli çatışmalarında, politik ayağı ise Hüseyin Aygün’ün kaçırılması ve BDP-PKK buluşmasında yerle bir oldu. Krize girdikçe saldırganlaşan, saldırdıkça krizi derinleşen AKP, Antep’te “iflas” bayrağını çekti
‹dris Naim fiahin gövde gösterisi için gitti¤i Hakkari’de de asker cenazesi için gitti¤i Antep’te de protestoyla karfl›laflt›. Soldaki resim fiahin’in Hakari’deki protestoda s›¤›nd›¤› dükkan›n önü. Sa¤daki resim Antep’ten bir asker cenazesi. Altta da 2012 fiemdini kucaklaflmas›.
B
ir İçişleri Bakanı düşünün ki, üç gün içerisinde önce Hakkari’de bombalar altında yaşamaya çalışanlar tarafından, sonra Antep’te bir asker cenazesine katılanlar tarafından protesto ediliyor. Birinde taşların, diğerinde pet şişelerin hedefinde. Birinde “katil”, diğerinde “işbirlikçi” sloganlarıyla yuhalanıyor. Birinde esnaf dükkanına, diğerinde polis minibüsüne sığınarak protestolardan kaçıyor. İdris Naim Şahin’in üç gün içinde düştüğü “ibretlik” hal, AKP’nin savaş politikasının iflas ettiğini kanıtlıyor. İflasın bir diğer görünümü Antep’teydi. Şehit Kamil İlçesi’nde bomba yüklü araçla sivillere yönelik düzenlenen saldırıda 9 kişi öldü, 69 kişi yaralandı. BDP il ve ilçe başkanlıkları, saldırının kısa bir süre sonrasında saldırıya uğradı. Bir süre sessizliğe gömülen medya da faturayı hızlıca PKK’ye kesti. PKK ise saldırıyla ilgisi olmadığını açıkladı. Kriz, saldırının kim tarafından değil, neden yapıldığında gizliydi. AKP’nin ülke içinde ve dışında savaşı tırmandırması, nereden geldiği belirsiz, bu tip saldırıları beraberinde getiriyordu.
HAKKAR‹’DE DEVLET YOK GER‹LLA VAR AKP, Kürt sorununu yönetememesinin bir sonucu olarak yeni savaş stratejisini devreye sokmuştu. Kürt hareketi Kandil’de ve hapishanelerde sınırlandırılacak, bölge neoliberal dönüşümler ve özel savaş yöntemleriyle baskılanacaktı. Bu, Kürt hareketinin askeri alandaki karşı stratejisiyle ters yüz edildi. Bölge halkının anlatımlarına göre
sayısı bini bulan gerilla, temmuz ortasında İran-Irak-Türkiye sınırlarının kesiştiği YüksekovaŞemdinli-Çukurca hattına konuşlandı. 23 Temmuz’da ise PKK, Şemdinli’de denetimi eline geçirdiğini açıkladı. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın “Gerilla ‘vur-kaç’ yerine ‘vur-kal’ taktiği ile mevzileniyor” açıklamasının ardından kırda ve kent merkezinde peş peşe saldırılar yaşandı. 15 Temmuz’da Silvan Komando Taburu timlerinin pusuya düşürülmesi sonucu 13 asker ölürken, 1 Ağustos’ta da Van-Başkale yolunda seyir halindeki araca yapılan saldırıda 3 asker yaşamını yitirdi. 5 Ağustos’ta Geçimli Karakolu’na düzenlenen saldırıda 6 asker ve 2 korucu, 13 Ağustos’ta da Şırnak Beytüşşebap’taki saldırıda ise 3 asker öldü. Resmi rakamlara göre 15 Temmuz-17 Ağustos tarihleri arasında 37 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Sözleşmeli erlerin ve özel harekatçıların “sözleşme gereği” öldürüldüklerinin açıklanmadığı iddiaları da bu süreçte gündeme geldi. Çatışmalar Hakkari ve çevresinde yoğunlaşmışken, bir saldırı haberi de ülkenin diğer ucundaki Foça’dan geldi. 9 Ağustos’ta Deniz Üs Komutanlığı’na bağlı bir askeri araca geçişi sırasında uzaktan kumandayla bombalı saldırı düzenlendi. Daha sonra da ağaçlık alandan ateş açıldı. Saldırı da 2 asker öldü, 11’i yaralandı. Saldırının, sınır ötesi harekatlarda yer alan özel jandarma komandolarının eğitim yaptığı Foça’da meydana gelmesi, savaşı bölge dışına çıkartabileceği mesajını içerdi. Foça saldırısı sonrasında asker, Şemdinli’deki yoğunlaşmasını azaltmak zorunda kaldı.
sıkıştırıyordu. AKP’nin şoven yüzü henüz ilk açıklamalarda kendisini gösterirken, MHP de AKP’ye son dönemde verdiği desteği sürdürdü. CHP’deki ulusalcıların sesi ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aygün’e destek vermesiyle kısık kaldı.
YALANCININ MUMU YATSIYA KADAR AKP ve TSK, 20 gün boyunca süren sessizliğini 11 Ağustos’ta bozdu. Hakkari Valisi Orhan Alimoğlu’nun “Operasyonlar başarıyla sonlandırıldı. Şemdinli’de hayat normale döndü” dediği sıralarda, PKK Çukurca’da da
Polisin adı ölümle bir Polisin silahından çıkan kurşunlar tartıştığı kişilerin canını aldı. Sokak ortasında insan öldüren polislere amirleri “tebrik” mesajları gönderdi. Üniversite öğrencisi Şerzan Kurt’un katili olan polis için mahkeme hala karar vermedi. Polisin başındaki isim, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, onlarca insanın ölümüne neden olan gaz bombasını “tamamen doğal bitkilerden imal ediliyor” diyerek savundu. Bunlar yetmiyormuş gibi, adı ölümle bir olan polis sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi, Öğrenci Kolektifleri üyelerinin ailelerini telefonla arayıp “çocuğunuzun arkadaş çevresi kötü” diyerek taciz etti. Ülkede bunlar yaşanırken, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yapan yaklaşık 270 bin polis bulunurken görevinde üstün başarı gösterenlere verilen “maaş artırma” ve “para ödülü” alan polis sayısı son 10 yılda 248 bin 69 oldu. Polisin sadece 13-17 Ağustos tarihlerindeki icraatları: 13 Ağustos günü İzmir Limontepe’de ekip otosuna çarpan araçtakilerle tartışan polis ateş açtı. 17 yaşındaki Emrah Barlak hayatını kaybetti. 15 Ağustos günü Antalya’daki bir emniyet müdürü, Barlak’ın katiline tebrik mesajı yolladı. Savcılık soruşturmada “gizlilik” kararı aldı. 15 Ağustos günü İçişleri Bakanı İdris
Naim Şahin, biber gazının “tamamen doğal” olduğunu söyledi ve ölüme neden olmadığını iddia etti. 30 Mayıs 2012’de Çayan Birben, 21 Mart’ta İstanbul’daki Newroz’da kafasına biber gazı isabet eden Hacı Zengin, 26 Temmuz 2011'de Şırnak Silopi’de gaz bombası başına isabet eden 13 yaşındaki Doğan Teyboğa 31 Mayıs 2011’de Hopa’da polisin kullandığı gaz bombasına maruz kalan Metin Lokumcu… Hepsi biber gazı nedeniyle hayatını kaybetti. 17 Ağustos günü görülen Şerzan Kurt davasında, Şerzan’ı öldüren mermilerin çıktığı silahın sahibi polis Gültekin Şahin’e hala bir ceza verilmedi. Ve mahkeme 7 Eylül’e ertelendi.
ALO BEN POL‹S MEMURU BARIfi Ağustos 10-16 tarihleri arasında İstanbul’da adının Barış olduğunu ve polis olduğunu söyleyen bir kişi, Öğrenci Kolektifleri üyelerinin ailelerini arayarak “Çocuğunuzun arkadaş çevresi kötü” diyerek taciz etti. Ailelerinin arandığı 0 505 345 80 27 numaralı telefonu Bilinmeyen Numaralar Servisi’ne soran öğrenciler “Hattın sahibi ve kimlik bilgilerinin gizlendiği için bilgi veremiyoruz” yanıtını aldı. Polisin saldırılarının artması üzerine Çağdaş Hukukçular Derneği '444 155 9 İmdat Polis' hattı kurdu. İstanbul Barosu da İşkence Komisyonu oluşturdu.
denetimi eline aldığını duyuruyordu. Bölgede incelemelerde bulunan BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt, “Bu bilgilerle kamuoyu ne kadar ikna edilebilir?” diye sorarken bu sürenin 24 saat bile olmadığı ortaya çıktı. Medyada “arkalarına bakmadan kaçtıkları” iddia edilen gerillalar, bir
İntihar eden, çatışmada ölenden fazla
gün sonra, 12 Ağustos günü CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ü kaçırdı. Aygün, serbest bırakılmasının ardından eylemin propaganda amacıyla yapıldığını, Kürtlerin barış ve özgürlük istediğini dile getirdi. PKK, AKP’yi sadece askeri alanda değil, propaganda eylemleriyle de
Milli Savunma Bakan› ‹smet Y›lmaz, CHP ve BDP milletvekillerinin soru önergelerine verdi¤i yan›tlarda, çat›flmalarda ve k›fllalarda ölen asker say›lar›n› aktard›. Y›lmaz, Ocak 2002-Temmuz 2012 aras›nda 818 askerin çat›flmalarda yaflam›n› yitirdi¤ini söylerken, Ocak 2002-Mart 2012 döneminde ise
‘2012 fiEMD‹NL‹ KUCAKLAfiMASI’ Hüseyin Aygün eylemiyle bölgedeki varlığını sürdürdüğünün mesajını veren PKK, 17 Ağustos günü de “basının karşısına çıktı”. İncelemelerde bulunmak üzere Şemdinli’ye giden ve aralarında BDP milletvekilleri ile DTK, ESP, EMEP, ÖDP ve SDP yöneticilerinin de bulunduğu heyetin önü yol kontrolü yapan gerillalarca kesildi. Heyettekiler gerillalar ile sarılırken, karşılıklı barış ve özgürlük temennileri dile getirildi. Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel’in “2012 Şemdinli Kucaklaşması” dediği buluşma, AKP ve MHP tarafından büyük bir tepkiyle karşılanırken, CHP devletin nerede olduğunu soruyordu. Yaklaşık bir aydır sorulan “Şemdinli’de ne oluyor?” sorusunun yanıtı AKP’de. AKP, Kürt sorununu çözmek bir yana artık idare bile edemiyor. Krizi daha çok saldırarak aşmaya çalıştıkça batağa daha fazla saplanıyor.
1470 askerin k›fllada hayat›n› kaybetti¤ini belirtti. Y›lmaz’a göre k›flladaki ölümlerin 934’ü “intihar” olarak kayda geçti. AKP iktidar›nda k›flladaki asker intiharlar›n›n, çat›flmada ölen asker say›s›ndan fazla hale gelmesi, “Çat›flmalarda ölen askerlerin say›s› m› gizleniyor?” sorusunu akla getiriyor.
Bir yardım da Suriye’deki El Kaide’den Ö
zgür Suriye Ordusu saflarında girdiği silahlı çatışmada öldürülen El Kaide militanlarına Türkiye’den bir isim daha eklendi. El Kaide davalarının avukatı Osman Karahan ve 2003’te İstanbul’da gerçekleşen saldırıların planlayıcısı Azad Ekinci’nin ağabeyi Metin Ekinci’den sonra, Baki Yiğit de Halep’te öldürüldü. El Kaide’nin Türkiye yapılanması içinde faaliyet gösterdikleri iddiası, İstanbul HSBC ve Sinagog saldırılarıyla ilgili yargılanan sanıklardan 14’ü 2006’da tahliye edilirken Yiğit, 2008’de müebbet hapse mahkum edilmiş ancak Yargıtay’ın bozduğu davada yerel mahkeme tarafından 2010’da tahliye edilmişti. Tahliye, bir süre önce Balyoz davasında görevden alınan Savcı Savaş Kırbaş'ın talebiyle gerçekleşmişti. Savcı Kırbaş, "tutukluluğun bir tedbir" olduğunu belirterek Baki Yiğit'in tahliyesini istemişti. Uzun tutukluluk halleri pek çok davada önemli bir sıkıntı; ancak El Kaide davalarında tahliyelere gerekçe oluyor. Davalardaki tahliye kararları da dikkat çekici. Özellikle 2012 yılı örgütün davalarında tahliyelerin arka arkaya geldiği bir yıl oldu. 10 Şubat’ta Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, örgüte üye
oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan 16 sanıktan 15'ini tahliye etti. Van’da Nisan 2011’de düzenlenen operasyonlarla başlayan ve 8 kişinin yargılandığı davada tutuklu olan tek sanık 24 Nisan’da tahliye edildi. 16 Temmuz’da da Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davada yargılanan 4 kişi tahliye edildi.
TAHL‹YE OLAN SOLU⁄U SUR‹YE’DE ALIYOR Tahliye edilenlerin -şimdilik bir kısmının- haberlerinin Suriye’den gelmesi ise ayrıca önemli. Baki Yiğit’in birkaç ay önce Osman Karahan ve Metin Ekinci’nin de
içinde olduğu grupla Suriye’ye geçtiği sanılıyor. El Kaidecilerin serbest bırakılmalarının ardından rahatça Suriye’ye giderek Esad rejimine karşı Suriye’de isyancılarla birlikte savaşmaları tesadüf olmasa gerek. Üstelik, daha önce Sovyetler Birliği’ne karşı Afganistan’da birlikte hareket ettiği ABD ve hiçbir şekilde karşı karşıya gelmediği AKP de kendisi gibi Esad’ın gitmesi için aynı safta yer almışken… Türkiye'nin Suriye’de silahlı muhalefete silah, para ve istihbarat aktarımını konu alan haberler ABD ve İngiliz basınında son birkaç aydır zaten sıkça yayımlanıyor-
du. Bu defa da, Suriye’de Esad rejimine karşı savaşan El Kaide militanlarının Türkiye üzerinden dış yardım aldıklarının itirafı geldi. El Nusra Cephesi adı altında Esad rejimine karşı savaşan El Kaide bağlantılı grup, Washington Post’la yaptığı görüşmede Türkiye üzerinden dış yardım aldıklarını itiraf etti. Kısacası AKP ve gizli ortak El Kaide, Suriye’de kol kola ilerliyor. Bu, sadece Suriye üzerinden yürüyen bir ortaklık değil. Mustafa Peköz, Sendika.Org’da yer alan “AKP Selefilerle Kol Kola: El Kaideleşen AKP” başlıklı makalesinde bu ilişki ağını tek tek kişi ve örgüt isimleri vererek sunuyor. Peköz, Suudi Arabistan’dan maddi yardım aldığını belirttiği El Kaidecilerin İslam’ın gelişmesinde veya sistemin İslamlaşmasında önemli bir görev üstlendiğini düşündükleri AKP’yi desteklerken, İslamcı körfez sermayesine ihtiyaç duyan AKP’nin de bu örgütlenmenin karşısında durmadığına dikkat çekiyor. Ancak bu beraberliğin muhtemel bir alanı daha var; AKP, Suriye’de savaşan ve PKK’yi de düşman olarak gören Kaidecileri Kürtler’e karşı da kullanmak isterse ne olur, önümüzdeki günler gösterecek.
5
DÜNYA 23 Ağustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
GÜNEY AFR‹KA’DA KATL‹AM SONRASI TANIDIK SLOGAN
7 Ölmek var, dönmek yok!
iklim 5 kıta
Apartheid (ırk ayrımcılığı) rejimi bitti ama saldırı neoliberalizmle sürüyor. Ne sarı sendikalar ne de devlet katliamı işçileri mücadeleden döndürebildi
M
arikana platin madeni, Güney Afrika’nın kuzeydoğusunda, dünyanın en büyük üçüncü platin üreticisi Londra merkezli Lomnin tarafından işletiliyordu. Madende yıllardan bu yana örgütlü Ulusal Maden İşçileri Sendikası (NUM), Güney Afrika yönetimi ve Lonmin işvereniyle sık sık işbirliğine giderek hak alıcı bir çizgiden uzaklaşan işbirlikçi karaktere sahipti.
KARA KITADA SARI SENDİKA NUM’un “sararan” rengi, haklarını ancak fiili ve meşru bir mücadele ile alabileceklerini gören işçilerin daha militan bir çizgi izleme iddiasındaki Maden ve İnşaat İşçileri Sendikası’nda (AMCU) örgütlenmesine yol açtı. AMCU’nun madende güçlenmesi, iki sendika arasındaki gerilimi sık sık su yüzüne çıkardı. İşçilerin, ücretlerin yükseltilmesi talebiyle aldıkları grev kararı, NUM tarafından benimsenmedi. NUM, “eğitimsiz” dediği işçiler için istenen zam oranını gerçekçi bulmadı ve grevi “yasadışı” ilan etti. Buna karşın 3 bin işçinin 10 Ağustos’ta başlattığı greve engel olamadı. Güney Afrika’nın son yıllarda gördüğü en kitlesel eyleme ilk saldırı direnişin içinden, işbirlikçi NUM’dan geldi. AMCU üyesi işçilere önce NUM üyeleri, peşinden polis saldırdı. Polisin kurşun sıktığı işçilerden 8’i yaşamını yitirdi. NUM, “yasadışı grev yapmak” ile AMCU’yu hedef gösterirken, AMCU Genel Başkanı Joseph Mathunjwa “Gerekirse burada ölürüz. Greve devam!” diyerek meydan okudu. Güney Afrika hükümeti, grevi “içerden” sonlandıramayınca açık katliam yöntemini devreye soktu. 17 Ağustos
günü grev alanına gelen polis, gaz bombasıyla dağıttığı işçilere daha sonra kurşun yağdırdı. 34 kişinin öldüğü katliamın görüntülerinde, polisin can çekişen işçilerin ölümünü izlediği görüldü. ‘KATLİAM KÖTÜ, GREV DAHA KÖTÜ’ Apartheid rejimine karşı mücadeleci bir sendikal hareketin örneği Güney Afrika Sendikaları Konfederasyonu (COSATU), hükümetle yakın ilişkilerini gözeten bir açıklama yaptı. Katliamı ikinci plana iten konfederasyon, işçilerin ücretlerinin yükseltilmesinin “azami disiplin”den geçtiğini öne sürdü. COSATU ve NUM’un üyesi olduğu, NUM Genel Başkanı Senzeni Zokwana’nın ise genel başkan yardımcılığını üstlendiği Küresel Sanayi İşçileri Sendikası (IndustriALL) da greve tepki gösterdi. Katliamı “kınama” ile geçiştiren IndustriALL, olayların sorumlusu olarak “NUM’un örgütlülüğünü zayıflatmayı amaçlayan sarı sendika” sözleriyle nitelediği AMCU’yu işaret etti. Açıklamada işçiler işlerine geri dönmeye ve iş huzurunu korumaya davet edildi. ‘ÖLDÜRSENİZ DE HAKKIMIZI İSTİYORUZ’ Saldırı görüntüleri büyük yankı uyandırdı. Türkiye dahil pek çok ülkede emekçiler dayanışma eylemleri örgütledi. Lonmin’de örgütlü AMCU ile katledilen işçi yakınları grev alanında bir araya gelerek katledenlere mesaj gönderdi: “Bizi tekmeleyebilir, dövebilir, üzerimizde tepinebilir, hatta öldürebilirsiniz. Biz haklarımızı almadan işimize dönmeyeceğiz.” İşçiler, artık sadece hak mücadelesi değil, aynı zamanda katillerin cezalandırılması talebiyle bir adalet mücadelesi yürüttüklerini ilan etti.
Gazze’de İsrail adaleti
İ
srail’in Gazze’ye 27 Aralık 2008’de başlattığı ve 20 gün sürdürdüğü Dökme Kurşun Operasyonu’ndaki cinayetler ile ilgili yürütülen bir soruşturma sonuçlandı. İki Filistinli kadını katleden İsrail askerine verilen bir yıllık hapis cezası “çok bulunarak” 45 güne düşürüldü. Mahkeme, cezai indirimini “savaş halinde olma” ve “kasıt olmama” gerekçelerine dayandırdı. Olayda iki Filistinli kadın, karşılıklı çatışmalar sırasında beyaz bayrak kaldırarak teslim olmuş, kadınların yanına giden İsrail askeri Filistinlileri göz göre göre katletmişti.
Para ‘beyazlaştırır’ Güney Afrika, Apartheid rejimine karfl› Nelson Mandela’n›n önderlerinden oldu¤u Afrika Ulusal Konseyi’nin (ANC) yürüttü¤ü mücadele ile bilinir. Ülkede ›rkç›l›¤›n 1990’l› y›llarda sona erdi¤i ve demokratik bir rejim infla edildi¤i söylenir. Hatta bu iddia, Mandela’n›n yürüttü¤ü müzakere süreci örnek gösterilerek, Kürt hareketinin ulusal mücadelesi ile benzefltirilir. Siyahilerin on y›llar boyu yürüttü¤ü ›rkç›l›k karfl›t› mücadelenin pay› kuflkusuz tart›fl›lmaz, ancak “demokratik” oldu¤u öne sürülen bugünün Güney Afrika’s›n›n inflas›ndaki iki önemli etken es geçilmemelidir: Neoliberalizmle uyumlu bir yeni sömürge rejimi gereklili¤i ve ›rkç›l›k karfl›t› harekette güçlenen sosyalistleri bast›rmak. Yeni rejimin inflas›nda ANC’nin 1994’te geldi¤i ve halen b›rakmad›¤› iktidar›nda yürüttü¤ü müzakere süreç-
lerinin büyük önemi var. Ulusal kurtulufl hareketindeki sosyalist unsurlar› ve iflçi s›n›f› örgütlülü¤ünü bu “uzlaflmac›l›k” süreci içinde eriten ANC, 2000’lerde tamamen neoliberal politikalar› benimsedi. Halk›n en temel haklar› piyasaya aç›ld›, iflsizlik yüzde 40’lara f›rlad›, yoksulluk ve proleterleflme yayg›nlaflt›. Bir dönem renkleri nedeniyle katledilen “siyah iflçiler”, bugün s›n›flar› nedeniyle kurfluna dizilir oldu. “Demokratik neoliberal” rejim, COSATU örne¤inde görüldü¤ü gibi, iflçi s›n›f›n›n bir dönemki ilerici unsurlar›n› da sistemle bütünlefltirdi. Ancak mülksüzlefltirme ve proleterlefltirme dalgas›, yeni toplumsal hareketlerin önünü açt›. Enerji alan›n›n piyasaya aç›lmas›yla birlikte gelen zamlar, yüz binleri sokaklara döktü. Suyun özellefltirilmesi sonras› yay›lan kolera 260 kiflinin can›n› al›nca, su hakk› mücadelesi büyüdü.
Güvencesizli¤in dayat›ld›¤› fabrikalardan grev sesleri yükseldi. E¤itim emekçileri, ücretlerdeki eflitsizlik ve k›rp›lan haklar› karfl›s›nda meydanlar› doldurdu. Son olarak, platin, alt›n ve krom üretiminde dünyan›n en önde gelen ülkesi olan ve dünya platin üretiminin yüzde 80’ini karfl›layan Güney Afrika’da, ülkenin en büyük platin madeninde grev karar› al›nd›. Grevdeki iflçilere yönelik katliam, Emniyet Bakanl›¤› Sözcüsü Zweli Mnisi taraf›ndan “Polis kendisini korumak için atefl açt›” sözleriyle savunuldu. Böylece ›rksal ayr›mc›l›¤a karfl› yürüttü¤ü mücadeleyle yeni bir rejim kuran Güney Afrika, neoliberal dünyaya ayak uydurarak s›n›fsal ayr›mc›l›¤›n hüküm sürdü¤ü bir ülke haline geldi. Özetle, para Güney Afrika’n›n yeni egemenlerini beyazlaflt›rd›!
İşten gönüllü çıkarıldılar
F
ransız otomotiv üreticisi Renault bünyesindeki Samsung Motors’un Güney Kore’deki fabrikasında işçilerin yüzde 80’inin işten çıkarıldığı duyuruldu. İşten çıkarma kararının 4700 kişiyi kapsayacağı ifade edildi. Şirket, kararını “İşçilerin gönüllü işten çıkarılması” olarak açıkladı. Bu kavrama göre şirket, işçilere en fazla iki yıllık kıdem tazminatı haklarını ve çocuklarının eğitim masraflarını ödeyecek. Bu ödemeleri kabul eden işçiler “gönüllü işten çıkarılmış” olacak, “gönülsüz” olanlar ise hakları verilmeden kapı dışarı edilecek.
Kıbrıs’ta bağımsızlık şenliği K
ıbrıs’ta bağımsızlık ve söz, yetki, karar hakkını isteyen Kıbrıslılar, Baraka Kültür Merkezi’nin çağrısıyla 14 Ağustos’ta Çağlayan Parkı’nda bir araya geldi. Etkinlikte sahne alanlar şarkıları, şiirleri, tiyatro oyunları ve konuşmaları ile “Bağımsız Kıbrıs” taleplerini güçlü bir biçimde haykırdı. Sunuculuğunu Serkan Soyalan’ın üstlendiği etkinlikte açılış konuşmalarını tiyatro sanatçıları Yaşar Ersoy ve Cengiz Bozkurt ile şair Sezai Sarıoğlu yaptı. Şair Gürgenç Korkmazel ve İsmail Işınsoy da şiirleriyle etkinliğe katkı sağladı. Baraka Kültür Merkezi’nin açıklamasında Kıbrıs halkının tarih boyunca acının tadına maruz bırakıldığı ve bedel ödediği hatırlatıldı. Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve egemenliğini kazanması için kendi üretimine sahip çıkması gerektiği vurgulanan açıklama “Kıbrıslı Türk halkı, onlarca yıldır verdiği mücadelenin, yüreğinde çarpan özlemin adını koydu artık:
Bağımsız Kıbrıs!” sözleriyle son buldu. Açılış konuşmalarının ardından Baraka Tiyatro Ekibi, bağımsızlık mücadelesine karşılaşılan engelleri anlatan ve dinsel gericiliği, erkek egemenliğini, doğanın talan edilmesini eleştiren bir oyun sergiledi. Yıltan Taşçı ve Adamos ise Türkçe ve Rumca şarkılarıyla, Alkapon Cem Karaca parçalarıyla, Arda Gündüz ve Sıkıfıkı grubu da performanslarıyla kitleyi coşturdu. Şenliğin finalinde sahne alan Baraka Müzik Topluluğu Sol Anahtarı da devrim şarkıları ve Kıbrıs ezgileriyle etkinliği sonlandırdı. Etkinliğe çok sayıda Kıbrıslı aydın, sanatçı ve yazar ile sendika temsilcileri destek verdi. Halkevleri, ÖDP ve BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de dayanışma mesajlarını sundu. Şenlik, başladığı gibi, “Bağımsız Kıbrıs, bütün halklar kardeştir”, “Bağımsız Kıbrıs, tek yol devrim”, “Halklar kardeş, Ankara galleş” sloganlarıyla sona erdi.
Tunuslu kadınlar sokakta
O
cak 2011’de Bin Ali rejiminin devrilmesinden sonra İslamcı Ennahda Partisi’nin iktidara geldiği Tunus’ta kadınlar sokağa çıktı. “Kadınlar, haklarınız için ayağa kalkın” diyerek başkentte yürüyen binlerce kadın, Ennahda’nın anayasa taslağına tepki gösterdi. Kadınlar, 1956 Anayasası ile güvence altına alınan kadın-erkek eşitliğinin, çokeşlilik yasağının ve medeni haklarının ellerinden alınmak istendiğini belirtti. Eylemde yapılan konuşmada “Büyük gerilemeler küçük bir adımla başlar. Bugün sessiz kalırsak, bir gün daha ciddi kararlar çıkmış olmasına şaşırır kalırız” denildi.
Lübnan’da Türkiyeliler hedefte M
ayıs ayında İran’dan dönen 11 Lübnanlı Şii hacının Türkiye sınırında kaçırılması olayı, AKP’nin başına çorap örmeye devam ediyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Kaçırılan hacılar Türkiye’de” açıklamasının üstü, tekzip metinleri ve “çeviri hatası” gerekçeleriyle örtüldü. Lübnanlı sosyalist gazeteci Ahmet Dırki, Lübnanlı hacıların kaçırılmasının, CIA emriyle Türkiye tarafından gerçekleştirildiğini öne sürmüştü. AİLELER UYARDI İddialar sonrasında akıbeti belirsiz kalan Lübnanlı hacıların
aileleri, 10 Ağustos günü Türkiye’nin Lübnan Büyükelçiliği önünde bir eylem yaptı. Aileler, kaçırılanların can güvenliğinden Ankara’yı sorumlu tuttu ve şöyle dedi: “Unutmasınlar ki Lübnan’da da Türk askerler, diplomatlar ve yurttaşlar var. Yakınlarımız serbest bırakılmadığı taktirde bizim için de Türkler Lübnanlılardan daha önemli olmaz”. VE KAÇIRMALAR BAŞLADI AKP, Şii ailelerin tepki ve tehditlerine kulaklarını tıkadı. Ancak Lübnan’dan peş peşe kaçırılma haberleri gelmeye başladı. 15 ve 16 Ağustos tarih-
lerinde düzenlenen iki farklı eylemde 20 Suriyeli muhalif ile birlikte Aydın Tufan Tekin ve Abdülbasit Arslan adlı iki Türkiye yurttaşı da kaçırıldı. Kaçırılan Lübnanlılardan birinin mensubu olduğu Mikdat aşireti, Tekin’in kaçırılmasını üstlenirken, Arslan’ı kaçırma eylemini ise henüz üstlenen olmadı. Lübnan’daki kaçırma eylemleri, Ortadoğu’daki hükümetlerden bölgesel örgütlere, ABD’den Rusya’ya kadar pek çok düzlemde “ayar verilen” AKP hükümetinin yönetemediği krizlere bir yenisinin eklenmesi anlamına geliyor.
Bir göçmen daha öldü
M
Kaçırılan Lübnanlı Şii hacıların aileleri Lübnan’daki Türkiye Büyükelçiliği önünde.
ayıs ve haziran aylarındaki seçimlerden güçlenerek çıkan faşist Altın Şafak, göçmenlere yönelik saldırılarını artırıyor. 12 Ağustos’ta Atina’daki Anaksagora Caddesi’nde Iraklı bir göçmen Altın Şafak üyesi 5 kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Daha önce de iki Faslı ve bir Romanyalı göçmen saldırıya uğramış, namaz kılan insanlara gaz bombası atılmıştı. Neonazi olarak adlandırılmaktan rahatsız olmayan Altın Şafak, “Yunanistan’ın göçmenlerden temizlenmesi” gerektiğini her fırsatta dile getiriyor.
6
İNSANCA YAŞAM 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Sa¤l›k hizmeti art›k bir lüks ağlıkta Dönüşüm Programıyla harcamalar düşürüS lecek, tasarruf sağlanacaktı. Herkes Genel Sağlık Sigortası (GSS) şemsiyesiyle sağlık hizmetine erişim güvencesine kavuşacaktı, eşitsizlikler giderilecekti. Ayrı kurumlar eliyle yürütülen sağlık hizmetindeki parçalı yapıya son verilecek, tek elde toplanacaktı. Gelinen noktada, ilaç tüketimi arttı. Sağlık harcamaları 10 yılda 4 katına çıktı. Hastanelere başvuru ve işlem sayısı arttı. Hastaya ayrılan süre kısaldı, müşteri memnuniyetine ve tüketime dayalı yaklaşım sürdürülüyor. Tek elden yönetileceği söylenen hastaneler, illerde kurulacak birlikler halinde özerk yapılara dönüştürülüyor. Sağlıkta dönüşüm programı vatandaşın yaşam hakkını tehdit ediyor. 1 Ocak 2012 tarihinde yürürlüğe giren GSS sistemiyle halkın sağlığı artık daha fazla risk altındadır. Çünkü GSS yaklaşımına göre sağlık artık bedeli olan, kâr getirici bir piyasa ürünüdür. Vatandaş ödediği sağlık primi dışında muayene katkı payı ödemektedir ve bu katkı payı zamanla artacaktır. Yakında hastaneler de A-B-C-D diye sınıflanacağından, iyi-güzel hastaneye gitmek isteyenler kalite farkının bedeli olarak daha fazla katkı payı ödeyecektir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)-GSS’nin penceresinden bakacak olursak harcamaları karşılamaya bu prim ve katkı payları da yetmiyor. Yeni fikirleryollar bulunarak cepten daha fazla para alınması sağlanıyor. Sağlık güvencesi ile karşılanan hizmetlerin bir kısmı sigorta Hüseyin paketi kapsamından çıkarılıyor ya Boy da hizmetin bazı alım şartları zorlaştırılarak, ek katılım payı SES Ankara uygulanıyor. Birkaç örnek verelim: * Acilde normal poliklinikteki muayene katkı payı (5+3 TL) bazı durumlarda alınabilir denilerek durumu “az acil” hastalardan “Yeşil alan muayenesi” uygulamasıyla katkı payı alınıyor. * 3 kalem ilaca kadar 3 TL, devamında her kalem ilaç için 1 TL ilave para alınıyor. * Otelcilik hizmeti adıyla hastane odaları paralı hale getiriliyor. * Yazılan bazı ilaçların eşdeğer uygulamasıyla “ucuzunun parası hak edilir” denilerek ilave para isteniyor. SGK en ucuz ilacı ölçü alarak ödeme yapıyor. * Vücut dışı ortez protez bedelleri (brüt asgari ücretin yüzde 75’ine kadar) kişilere ödetiliyor. * Sakatlık indiriminden faydalananların sayısını azaltmak için sakat sayılma kriterleri değiştirilerek zorlaştırıldı. Son olarak 2012 Ağustos ayında yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ile kolesterol ilacı kullanım koşulu değiştirildi. Buna göre ilacı hak ediş için kolesterol seviyesi 160’tan 190’a çıkarıldı. Bu oranın altında ilacı kullanım hakkı için hastanın 65 yaş üstü olması veya ailede yüksek tansiyon olması ve erken kalp hastalığı bulunması şartı aranıyor. Bu durumda hasta iyileşmeyecek ama hemen de ölmeyecek. Başka bir yol daha var. O da vatandaşın ilacı parasıyla alması. Ayrıca SGK tarafından yayımlanan ancak henüz uygulama örnekleri yaygınlaşmayan bir genelge ile “Tamamlayıcı Sağlık Sigortası” yürürlüğe konuldu. Buna göre pahalı olan bazı hastalıklar için ya da güvence kapsamı dışına çıkarılan hizmetler için ikinciüçüncü bir sağlık sigortası yaptırmak gerekecek. Yine 2012 Ağustos ayında yürürlüğe konulan uygulama ile gelir testine göre primi kendi yatıramayan ve SGK tarafından sağlık sigortalısı kapsamında sayılan yoksul vatandaşlar artık diğer SGK’li kişiler gibi özel sağlık kuruluşlarına gidemeyecek. Bu konuda “bazı durumlarda başvuru şartları sonradan belirlenecek” denilerek belirsiz bırakılan uygulamayla sağlık primi yatırmayan vatandaşlara hizmet alımında eşit hakları olmadığı bildirilmiş oluyor. SGK, sağlıkta güvence kapsamındaki hizmetlerin teminat paketini daraltarak ve performans denetimiyle hastanelerin verimliliğini artırarak piyasalaştırma programını sürdürmek istiyor. Tüketime dayalı sağlık harcamalarını denetim altına almanın çaresi olarak global bütçe yönetimine geçiliyor. Çıkmaza sürüklenen üniversite hastanelerinin mali yönetimi devralınarak global bütçeye dahil ediliyor. 2 Kasım 2011 tarihinde yayımlanan 663 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’ye göre Sağlık Bakanlığı hizmet icrasından çekilerek planlama ve düzenleyici göreviyle sınırlandı. Aynı kararnameye göre hastanelerin yeni yönetim yapısına geçmesi için 1 yıl (2 Kasım 2012 tarihine kadar) süre tanındı. Buna göre illerde Kamu Hastane Birlikleri kurulacak ve birlik ile hastaneler, sözleşmeli çalışanlar tarafından yönetilecek. Birlik Sekreterleri, Hastane Yöneticileri, Başhekimler, Müdürler ve uzman personel, performans kriterlerine göre hastaneleri ve birlikleri başarısız yönetirlerse, yani iyi kazanç elde edemezlerse sözleşmelerine son verilecek. Buna göre hastaneleri kişiler değil, verimlilik ve performans kriterleri yönetiyor olacak. Hastanelerin mali yönden başarılı olması için çalışanların ücretlerinden kesintiler ve vatandaşın cebinden daha fazla para çıkması gerekiyor. Vatandaş için sağlık hizmetinden -sağlığına kavuşmak üzere- yararlanmak olanaksız hale geliyor. Kişiler, sağlık harcamaları için; yaşam tarzını, oturduğu evi, önceliklerini, toplumsal konumunu, gelir-gider hesaplarını yeniden ele almaya, değiştirmeye zorlanıyor ya da yeniden düşünmeye…
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Bahçeden çıkan suyu bile Suyun ticarileştirilmesi politikalarında son nokta: Bursa’daki Suuçtu Şelalesi ve yer altı suları kiralandı. Şirketin şikayetleri sonucu bahçesinden yer altı suyu çıkan köylülere para cezası kesildi! ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N
S
enaryosunu Paul Laverty’nin yazdığı, yönetmenliğini Iciar Bollain’in yaptığı İspanyaBolivya ortak yapımı Tambien la Iluvia (Yağmuru Bile) filmi, Bolivya’da yağmurun biriktirdiği suların satılmasına karşı halkın su hakkı mücadelesini anlatır. “Yağmurun bile” paralılaştırıldığı bir dünyada yer altı sularının da aynı akıbete uğramasına çok şaşırmamak gerekir. Ancak suyun Bolivya’da ticarileştirilme öyküsünü bilmeyen Bursa Mustafakemalpaşa’daki Sünlük Köyü halkı bu şaşkınlığı yaşadı. Köydeki 20 hanenin sakinleri, 13 Ağustos günü haklarında 250’şer lira para cezası kesildiğini öğrendi. Ne ile ilgili ceza yediklerini anlayamayan köylüler, kapılarına bırakılan ceza bildirimini merakla okumaya başladı ve su hakkına saldıran neoliberal devletin yepyeni “suç unsuru” ile karşılaştı: “Bahçeden kaynak suyu çıkması!” K‹RAYA VEREN CEZAYI KEST‹ Bahçe köylülerin bahçesi, çeşme köylülerin çeşmesiydi; ancak su artık halkın kamusal hakkı değil, Güğmüş Su adlı şirketin malıydı. AKP, 4916 Sayılı Kanun’da yaptığı değişiklik ile “yer altı ve kaynak sularını kiralama hakkı”nı il özel idarelerine vermişti. Bursa İl Özel İdaresi de, Türkiye’nin pek çok kentinde yapıldığı gibi, Suuçtu Şelalesi ve kaynak suyunu kiraya vermişti. Üç belde ve 19 köyün ihtiyacını karşılayan kaynak suyunun kullanım hakkını alan Güğmüş Su, ilk önce suyu borulara hapsetmeye başladı. Kaynak sularının borulara hapsedildiğini gören köylüler, 19 Nisan’da harekete geçti. Çalışmanın yapıldığı alana giderek şirketi protesto eden köylüler karşılarında jandarma barikatını buldu. Jandarmaya “Satılan sizin de suyunuz, utanın” diye tepki gösteren köylüleri sakinleştirmek için Kaymakam Kazım Karabulut,
Bulutları da özelleştirdiler Ya¤muru Bile filmine konu olan Bolivya Cochabamba Su Savafllar›, su hakk› mücadelesinin en militan direnifllerinden birisi olarak tarihe geçti. Hükümetin Dünya Bankas› direktifleri do¤rultusunda suyu özellefltirmesi, ayl›k su giderinin bir sene içinde yüzde 300 artmas›na yol açt›. Yar› çöl olan ülkede hayati öneme sahip suyun sat›lmas›, yoksul köylüleri su elde etmek için yeni yöntemler gelifltirmeye itti. Da¤lardaki kaynaklardan köylerine kadar kilometrelerçalışmaların sonlanacağı sözü verdi. Ancak Karabulut’un sözü köylülerin eylemi bitene kadardı. İş makineleri, evlerine dönen köylülerin ardından yeniden çalıştırıldı. Borulara sıkıştırılan su, köylü tarafından yine de kullanılabiliyordu. Şirket bunu da kabul edemedi ve bahçelerdeki çeşmeleri gözüne kestirdi. Şirket, kendisine su kullanım yetkisini veren mercilere
ce hendekler kazan halk, ya¤mur suyunu biriktirmeye bafllad›. Hükümet ise özellefltirme yasas› kapsam›nda ya¤mur suyunun kullan›m›n› yasaklad›. Su hakk›na sahip ç›kan köylüler, öz örgütlenme yollar› ile 5 ayda milyonlar olup sokaklara döküldü. Hükümet, hayat› durduran köylülere karfl› s›k›yönetim kanunlar›n› devreye soktu. Yaflanan çat›flmalarda onlarca insan katledildi, ancak hükümet özellefltirme yasas›n› iptal etmek zorunda kald›.
şikayette bulundu ve köylülere 250’şer lira para cezası kesilmesini sağladı. ‘SU B‹Z‹M, N‹YE fi‹RKET KULLANSIN K‹?’ “Bunlar doğal kaynak yahu” diye isyan ediyordu Sakine Nine. Yaz aylarında su sıkıntısı çekmeye başladıklarını anlatırken şirkete ateş püskürüyordu: “Üç beş kişi
gelmiş, yöneticiymiş bunlar, suyumuzu elimizden alıyorlarmış. Kimse doğal kaynaklarımıza dokunamaz. Köyümüzü satanı biz de satarız.” Kaynak suyu dışında başka bir sulama olanağı bulunmadığını belirten Nursel Pınar ise peş peşe haykırıyordu “Suyumuzu kimseye vermeyeceğiz” cümlesini. Köylülerden Nazmi Zeybek, il özel idaresi yetkilileri ile AKP’li
belediye meclis üyelerinin kendilerini ziyaret ettiğini ve hiçbir sorun yaşanmayacağı yönünde taahhüt verdiklerini hatırlatıyordu. Nazmi Amca’nın sorusu çok basitti: “Su bizim suyumuz, kullanımını niye şirkete verelim ki?” Köylüler, cezalara itiraz ederken, daha önce gerçekleştirdikleri kitlesel eylemleri tekrarlayacaklarını ve sularına sahip çıkacaklarını da açıkladılar.
Peri Suyu: ‘Pes etmedik’ askerler inşaat alanına yerleştirildi, korucular onlara destek verdi. Bölge termal kameralarla donatıldı, halk an be an izlenir oldu.
P
eri Suyu, AKP’nin HES talanına açtığı alanlardan sadece birisiydi. Çayın ihaleye açılmasının ardından bir süre hiçbir şirket proje geliştirmezken, AKP iktidarında proje sayılarını katlayan Limak Holding, gözünü bölgeye dikti. Dersimliler ise yapılmak istenen Pembelik Barajı’nın “ikinci Dersim katliamı” olduğunu söyleyerek direnişe geçti. HUKUK‹ MÜCADELEYE HUKUK‹ ENGEL 5 Eylül 2011’de başlayan direniş süresince baraj inşaatının yanı başına direniş çadırları kuruldu, yüzlerce kişilik yürüyüşler düzenlendi, projeye davalar açıldı. Danıştay 6. Dairesi, proje ile ilgili “yürütmeyi durdurma” kararı verse de, ihaleler yenilenerek Limak’ın önü açıldı. AKP’nin, dava açılsa bile idarenin savunması gelmeden yürütmenin durdurulamayacağı yönündeki düzenlemesi şirketlerin işini kolaylaştırdı. DO⁄RUDAN EYLEME ‘ÖZEL’ TERÖR Hukuki mücadelelerin ve
Hukuksuzluk ve terörle bastırılmak istenen Peri Suyu direnişi, yeni bir çığlığa hazırlanıyor kazanımların önünü kesen politikalar, halkı doğrudan eylem yöntemiyle “yürütmeyi durdurmaya” itti. Yüzlerce kişi çok defa bastı Limak’ın şantiyesini. Kilometrelerce çekilen teller demir makaslarla kesildi, barikatlar yıkıldı, panolar ve konteynırlar ateşe verildi. Halkın
“fiili yürütmeyi durdurma eylemleri” Limak’ı da “özel” önlemler almaya itti. HES inşaatında çalışan işçiler “terör örgütü üyesi olduğu” iddiasıyla kovuldu. “Türkiye’nin en modern karakolu” ilan edilen Koçyiğitler Karakolu’nda eğitim almış silahlı özel güvenlikler ve
‘PES ETMED‹K’ Özel önlemlerin sonuçları da ilkbaharda görülmeye başlandı. Özel güvenlikler ve askerler, yaşam alanlarına sahip çıkanlara “devletin yasal mermisi” ile saldırdı. Yaralanma ve gözaltıların yaşandığı saldırıların sonuncusunda 7 kişi tutuklandı, yaklaşık 150 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Tutuklananların kobra tipi savaş helikopteriyle savcılığa götürülmesi, “faşist terör” yöntemlerinin uygulanır hale geldiğinin son göstergesi oldu. Son olarak jandarma, direnişin simgesi barakayı “hazine arazisi üzerinde olduğu” gerekçesiyle yerle bir etti. Peri Suyu halkı Dersim ve İstanbul’da düzenlediği eylemler ile henüz pes etmediklerini ve yeni eylemlerle direnişi sürdüreceklerini ilan etti. Tortum halkının, medyada çıkan “Pes ettiler”, “Leyla artık evde” haberlerinin ardından iş makinelerini yakmasını hatırlatırcasına...
Sağlıkta asil-vekil ayrımı Sa¤l›kta Dönüflüm Program› ile birlikte sa¤l›k hizmetini piyasalaflt›ran AKP, hizmet alanlar aras›nda da ayr›mlar yapmaktan geri kalm›yor. Gerek Genel Sa¤l›k Sigortas›’n›n (GSS), gerekse sa¤l›k hizmetine eriflimi daraltan Sa¤l›k Uygulama Tebli¤i’nin (SUT) son düzenlemeleri, yöneten-yönetilen çeliflkisini derinlefltiren ayr›nt›lar içeriyor. Milletvekilleri ve aileleri ile Anayasa Mahkemesi üyeleri, sa¤l›k hizmetinde özel yönetmelikler yoluyla daha fazla hak sahibi k›l›n›yor. Okumayanlar için 18 yafl ile lise okuyanlar için 20 yafl ile üniversite
okuyanlar için ise 25 yafl ile s›n›rl› olan sosyal güvence, milletvekilleri ve Anayasa Mahkemesi üyeleri ile aileleri için 25 yafl›na kadar sürüyor. Evli olmayan kad›nlardaki 25 yafl s›n›r› da söz konusu kesim için geçerli de¤il. Vatandafllar›n gelir testini harcamagelir-servet üzerinden inceleyen ve her y›l hane içi denetimler yapan devlet için bu ailelerin beyanlar› yeterli oluyor. Katk›-kat›l›m paylar› ve otelcilik bedeli gibi vatandafl›n s›rt›na binen yükler de milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri ve aileleri için bir yük de¤il. TBMM bütçesi hepsine
yetiyor. TBMM bütçesi bununla da kalm›yor, ilaç al›mlar›nda da önceli¤i asillere de¤il, vekillere veriyor. Son olarak özel tedavi yöntemlerinde de vatandafllar, milletvekilleri ve Anayasa Mahkemesi üyeleri ile ailelerinin yan›nda ikinci s›n›f konu-
munda. Hareketli ve sabit d›fl protezlerini onlar gibi 2 y›lda bir de¤il, 4 y›lda bir yenileyebiliyor. Vatandafllar›n para karfl›l›¤› edinebildi¤i vücut d›fl› ortez protez kat›l›m paylar›n› ve kemik içi implantlar› da bu kesimler için bir yük de¤il.
İki köy bir direniş 5
4 olan Hidroelektrik Santrali (HES) sayısının birkaç yıl içinde 514’e çıkacağı açıklanan Karadeniz’de HES’lere karşı mücadeleye her gün bir yenisi ekleniyor. Artvin’in Arhavi ilçesine bağlı Konaklı ve Kemerköprü köylerini birleştiren Sidere deresine HES yapılmak istenince köylüler ortak mücadeleye başladı. Dere kenarına kurdukları direniş çadırıyla mücadelelerini başlatan köylüler tuttukları nöbetle derelerine sahip çıkıyor. 18 Temmuz günü kurulan çadırda HES karşıtı nöbet sürmekte. Çadırdaki bekleyiş sırasında HES karşıtı belgesel gösterimlerini izleyen köylüler HES karşıtı mücadelelerin anlatıldığı videoları da birlikte izliyorlar. Yöre halkı adına açıklamalarda bulunan Hamdi Gödeniz mücadelelerini şu sözlerle değerlendirdi: "Bu hareket, başlangıçta çevreye duyarlı ve köyünü çok seven birkaç arkadaşla başlatıldı. Fakat kısa bir süre sonra civar köylerde yaşayan vatandaşlar tarafından bir onur ve mücadele kampı haline getirildi." Bölgeye giderek incelemelerde bulunan ve mücadele eden halkın yanında olduklarını açıklayan Derelerin Kardeşliği Platformu Sözcüsü Ömer Şan ise konuyla ilgili olarak şöyle konuştu: "Bizi bu suçlamalarla yıldıramazlar. Tamamen bağımsız, yerel bir halk hareketi olarak mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz."
7
İNSANCA YAŞAM 23 Ağustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
4+4+4’e karşı Halkevleri var +4+4’ü durdurmak için hiç durmadan mücadele ettiğimiz bir yaz dönemini geride bırakıyoruz. Bir yandan 40’a yakın mahallede yaz okulu çalışması ile “umut ol”urken bir yandan da “geleceğimize sahip çıkıyoruz” diyerek 4+4+4’e karşı mücadeleyi büyüttük. Karanlığa meydan okuyanlar, halk pazarlarını, kent meydanlarını, sokakları boş bırakmadı. Yaz sıcağına rağmen on binlerce imza toplandı, toplantılar örgütlendi, sonbaharın hazırlıkları yapıldı. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri olarak eylül ayıyla birlikte 4+4+4 yasasının tüm yıkımlarına karşı halkımızı daha güçlü mücadele etmeye ve örgütlenmeye çağıracağımız bir kapıyı aralıyoruz. Uzun yıllardır Halkevleri’nin en temel mücadele başlıklarından biri olan eğitim hakkı mücadelesini önümüzdeki dönem daha cesaretli yığınaklarla güçlendireceğiz. Eğitim Hakkı Meclisi üyeleri, her Halkevi şubesini eşit, parasız, bilimsel, laik ve anadilde eğitim mücadelesinin merkezi haline dönüştürmeyi görev biliyor. Bu görevin güncel karşılığı olan 4+4+4’e karşı mücadele aynı zamanda bu hedeflere yönelik taleplerin olgunlaşacağı bir dönem olacak. Önümüzdeki dönem eğitim hakkı mücadelesinde iki yönlü E. Can Bülbül bir programı önümüze koyaHalkevleri cağız. İlk görev yeni eğitim sisE¤itim Hakk› teminin topyekun yıkımına Meclisi karşı tepkisi olan, mağdur olan, taraf olan herkesi bir araya getirecek bir çabaya öncülük etmek. Özellikle AKP iktidarı sürecinde eğitim alanında biriken çöküntünün 4+4+4 sistemiyle katlanacak olması, hem eğitim hakkı meclislerine olan ihtiyacın hem de bunları oluşturmanın olanaklarını işaret ediyor. Bu nedenle okul okul, mahalle mahalle, ilçe ilçe eğitim hakkı meclisleri oluşturarak 4+4+4 sistemini ve yıkıcı uygulamalarını durdurmayı hedefleyeceğiz. Eğitimdeki sorunların özneleri olarak birlikte mücadele yürüten velilerimizin, öğretmenlerimizin ve öğrencilerimizin yanına mahalle derneklerimizi, demokratik kurumlarımızı, Alevi kuruluşlarını katarak bu meclisleri güçlendireceğiz. İkinci görevimiz ise Halkevleri şubelerini eğitim hakkı mücadelesinin merkezleri haline dönüştürmek olacak. Halkevleri hem eğitim hakkı gasp edilenlerin birlikte bir şey yapmak için başvurdukları alanlar olacak hem de eğitim alanında mücadele edenlerin yan yana geldiği, bilgi, deneyim ve birikimlerin paylaşıldığı merkezler haline gelecek. Halkevleri önümüzdeki dönem veliler içindeki örgütlülüğünü güçlendirecek. Ülke çapında 18 milyon ilk ve ortaöğretim öğrencisi olduğuna göre ülkemizin neredeyse yarısına yakını veli kimliği taşıyor. Çocuğunun eğitim süreçlerinden “para vermek” haricinde tamamen dışlanan velileri, çocuğuna, okuluna, eğitim hakkına sahip çıkmaya çağıran veli meclisleri, komiteleri gibi birimler, piyasacı-gerici dönüşüme karşı mücadeleyi okul okul güçlendirecekler. Halkevleri sorumluluklarını sadece bulunduğu mahallelerde sınırlandırmayacak, elinin ulaşabildiği tüm bölgelere bu mücadeleyi taşıyacak… Özetle Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri ya da bu çabaya yeni girişen şubelerimizdeki Eğitim Hakkı Atölyeleri 4+4+4’e ve eğitim alanında yıkıma karşı çok yönlü bir çabayı ve yapılanmayı önüne koyuyor. Bu çabayla, eylül ayıyla birlikte okulu taşınmış veliyle, açıkta kalmış öğretmenle ve bu yasanın mağduru olan herkesle yan yana ve omuz omuza gelerek okul önlerini birer direniş merkezlerine dönüştüreceğiz. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri olarak bu direnişleri büyütecek ve güçlendirecek hazırlığımız ve gücümüz var. Çünkü biz bu mücadeleyi “sonbahara havale etmeden” başlattık. Çünkü biz yaz ayları boyunca sabahın yedisinde bildiri dağıtmaya gidip 40 derece sıcakta imza standı açarak, halk pazarında gericilerin linç çağrılarına boğun eğmeyerek, gecenin birinde sokakları afişleyerek 4+4+4 yasasını protesto edeceğimizi değil, durduracağımızı ilan ediyorduk.
4
‘Tertemiz’ bir hırsızlık Başbakan’ın “tertemiz bir sınav” dediği KPSS 2012’ye giren 100 bin aday puanlarına itiraz etti, 7 bin aday “kayboldu”, 320 adayın sınavı iptal edildi, 1 adayın yanıtları parktan çıktı!
Ö
SYM skandala doymuyor. Başbakan’ın “tertemiz bir sınav” dediği 2012 KPSS’den yükselen pis kokulara her gün bir yenisi ekleniyor. Sınav sürerken yayımlanan sorular ve Gülen cemaatinin soruları sattığına dair tanıklıklar nedeniyle mahkemeye düşen sınavın sonuçları açıklandı; ama itirazlar daha da büyüdü. Adaylar netlerinin yanlış hesaplandığını iddia ederek ÖSYM’ye itirazda bulundu. Bazı adaylar sınavda önlerinde olan karalanmış kitapçığın kendilerine gönderilmesini talep ederken bazıları da sınavının tekrar okunmasını istiyor. Bir milyon kişinin girdiği sınavda yüz bini aşkın aday bu konuda itiraz dilekçesi yazdı. SINAV TERTEMİZSE, “320 İPTAL” NİYE Ankara’da bir parkta bulunan yanıtlanmış sorular ise şaibeyi daha da büyüttü. Kağıdın sahibi olduğu belirlenen adayın sınavı iptal edildi. Bu aday dışında 320 kişinin daha sınavı iptal edildi; ancak ÖSYM konuya dair bir açıklama yapmadı. Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) Merkez Yürütme Kurulu üyesi Hasan Basri Ekici parkta bulunan yanıtlarla ilgili açıklama yaparak
“Bugüne kadar, Erdoğan’ı da arkasına alarak iddialara yanıt veren ÖSYM, bu adayın sınavını iptal ederek soruların sızdırıldığını kabul etmiştir” dedi. Ekici, ÖSYM’nin 320 adayın sınavını neden iptal ettiğini açıklaması gerektiğini belirterek, “Bu 320 kişinin soruları yayımlayan Beyaz Kalem Yayınları ile ilgileri var mı? Soruları sınavdan önce aldılarsa, ÖSYM’nin kendi koyduğu kurallara göre sınavın iptal edilmesi gerekir. Ama ÖSYM kendi koyduğu kuralı uygulamıyor” diye konuştu. Sınavın iptal edilmesinin Başbakan’ın kamuoyunu aldattığını göstereceğini söyleyen Ekici ÖSYM’nin bunu göze alamadığına dikkat çekti. Gazetemiz yayıma hazırlandığı sırada ÖSYM hala bu tertemiz sınavda 320 adayın sınavının neden iptal edildiğini açıklamış değildi. 7 BİN ADAY NEREYE UÇTU Sınavla ilgili diğer bir şaibeli konu da yaklaşık 7 bin kişinin cevap kâğıdının sıralamaya alınmaması. ÖSYM’nin istatistiklerine göre 931 bin 93 adayın sınavının geçerli sayıldığı açıklanmıştı; ancak adaylara yollanan sonuç bel-
gelerinde bu sayını 924 bin 739. Bu durumda adaylar bu 7 bin kişinin kim olduğunu ve nereye kaybolduğunu merak ediyor. MUCİZEVİ TESADÜF Soruların sızdırıldığını iddiasını Dicle Haber Ajansı (DİHA) ortaya çıkarmıştı. Sınavın ikinci oturumu sürerken ilk oturumunun sorularının yayımlanması üzerine ÖSYM, “adayların aklında kalan soruları yazdırdığını” iddia etmişti. Adaylaırın tüm soruları kelimesi kelimesine nasıl aklında tuttuğu
açıklanamazken yeni bir skandal daha patlak verdi. Soruların ve yanıtların kelimesi kelimesine akılda kalmasının ötesinde, soru sıralaması ve şıkların sıralaması da ÖSYM’nin sınavdan birkaç gün sonra yayınlandığı master kitapçığı ile çok büyük oranda aynı idi. Böylece, ÖSYM’nin basına ve kamuoyuna soruları duyurmak için hazırladığı Genel Kültür-Genel Yetenek master kitapçığının sızdırıldığı iddiası gerçeklik kazandı. Zira ÖSYM, kitapçıklarda soruların
veya sorulardaki seçeneklerin sıralanışının değişik olduğunu söylemişti. Yani master kitapçık sınavda hiç bir adaya verilmemişti. Hiçbir adaya verilmeyen ve tamamen farklı bir sıralama içeren kitapçığın aynen yayımlanmış olması “adaylar aklında tutmuş” açıklamasını da çürüttü. Bu konuda yapılabilecek tek açıklama “mucizevi bir tesadüf” olabilirdi. ÖSYM bu “mucizevi tesadüf” karşısında sessiz kalmayı tercih etti. ÖSYM Başkanı Ali Demir ise koltuğunda oturmaya devam ediyor.
‘Sınavın iptali yetmez’ S›nava giren adaylar Genel Yetenek ve Genel Kültür hem de E¤itim Bilimleri bölümlerini s›zd›r›ld›¤›n› iddia ederek iptal edilmesini bekliyor. ÖSYM’nin yapm›fl oldu¤u baz› s›navlar kopya gerekçeleriyle iptal edilmiflti. 2009 y›l›nda yap›lan polislik s›nav› ve 2010 y›l›nda yap›lan KPSS’lerden e¤itim bilimleri s›nav› iptal edilmiflti. 2010 y›l›nda yap›lan KPSS’ye dair soruflturmada hiçbir ilerleme sa¤lanamam›fl ve sorumlular cezas›z kalm›flt›. Konuya dair görüfllerini ald›¤›m›z AYÖP
‹stanbul temsilcisi Duygu Semiz, s›nav›n iptal edilmesinin flart oldu¤unu ancak bunu yeterli olmayaca¤›n› söyledi. ÖSYM baflkan› Ali Demir’in bu kadar büyük skandallar›n ard›ndan istifa etmesi gerekti¤ini söyleyen Semiz, bunun da ötesinde çürüyen ÖSYM’nin la¤vedilmesi gerekti¤inin alt›n› çizdi. Semiz, atamas› yap›lmayan ö¤retmenler olarak KPSS’nin kald›r›larak, kimsenin iflsiz kalmayaca¤› bir istihdam politikas› ve adil atama sistemi istediklerini söyledi.
AKP halkı değil rantı düşünüyor O
n binlerce insanın ölümüne ve birçok kentin harap olmasına yol açan Marmara depreminin üzerinden 13 yıl geçti. Depremle birlikte yüz binlerce insanın bir gecede altüst olan yaşamı çok ciddi bir toplumsal travma yarattı. Bu travmanın etkileri sürerken geçen bunca yıla rağmen hala depremin izini taşıyan binalar depremi unutturmuyor. Geçen yıllar içinde deprem zararlarının en aza indirilmesine yönelik çalışmalar hep çok eksik kaldı. 17 Ağustos depreminden 1 yıl sonra kurulan ve bilim insanlarınca yapılan deprem tahminlerini bilimsel açıdan değerlendirerek sağlıklı sonuçlar üretme ve kamuoyunun bu konuda en güvenilir bilgiyi alabilmesini sağlama görevini üstlenen Ulusal Deprem Konseyi, 6 Ocak 2007 ta-
rihli Başbakanlık genelgesiyle lağvedildi. 2004 yılında yayımlanan Deprem Şurası Sonuç Bildirgesi ve Türkiye İktisat Kongresi Afet Yönetimi Grubu Raporu da Ulusal Deprem Konseyi'nin kaderini paylaşarak rafa kaldırıldı. 2004’ten sonraki süreçte depremle ilgili hiçbir girişimde bulunmayan AKP iktidarı, 2011’de Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı'nı hazırladı. Son olarak Van Depremi'nin hemen ardından Başbakan Erdoğan’ın “…Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, bu binaları biz yıkacağız…” söylemiyle düğmeye basıldı. “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” 6 Mayıs 2012 tarihinde yürürlüğe girdi. Ancak bu yasa “Ulusal Deprem Strateji ve Eylem
Planı”ndaki hedefleri bile karşılamaktan uzaktı. TMMOB, Van depremi sonrasında Başbakan'ın açıklaması sonrasında yayımlanan kanun ve yönetmeliğin bilimi ve tekniği ön plana almadığı ve halkı bu karar sürecine katmadığı için eleştiriyor. TMMOB’ye göre bu yasa ranta ve meslek odalarının elinden kamusal denetimi almaya odaklı. Meslek odaları afet zararlarını azaltmak için yapılması gerekenleri şu şekilde sıralıyor: Onarım ve güçlendirme çalışmalarının yapılması, acil durum planlarının hazırlanması, toplumun bilinçlendirilmesi, arama-kurtarma faaliyetleri eğitim ve örgütlenmesi, kurumlar arasında koordinasyonun sağlanması, mühendislerin meslek içi eğitimi ve yetkinliği konularının birlikte planlanması.
1999 Marmara depreminin üzerinden 13 yıl geçti ve AKP’nin deprem konusundaki gözbebeği TOKİ’nin gerçek yüzü Samsun’da açığa çıktı
‘Deprem değil AKP felaket’ İ
stanbul’da TMMOB İstanbul İl Kodinasyon Kurulu (İKK), Marmara Depreminde hayatını kaybedenleri anmak ve AKP politikalarını eleştirmek için meşaleli yürüyüş düzenledi. Galatasaray Lisesi önünde 16 Ağustos günü saat 20’de bir araya gelen TMMOB üyeleri “17 Ağustos’u unutma depreme hazır ol” pankartıyla, “Deprem değil AKP felaket” sloganıyla ve meşalelerle Taksim Meydanı’na yürüdü. Aynı gün Kocaeli'nde ise TMMOB İl Koordinasyon Kurulu ve KESK Kocaeli Şubeler Platformu üyeleri, Anıtpark’ta bir araya gelerek bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, Türkiye'nin yüzde 92’sinin deprem bölgesi içinde yer aldığına ve nüfusun yüzde 95’inin deprem tehlikesi altında yaşadığına dikkat çekilerek tüm bu tehlikeye rağmen izlenen ‘ikiyüzlü’
politikanın tüm kentleri bir rant aktarım alanı haline dönüştürüldüğü vurgulandı. Aynı gün İzmir'de de TMMOB üyeleri Gündoğdu Meydanı’nda buluştu. Bursa’da TMMOB İKK, "Deprem ve Kentsel Dönüşüm" konulu bir panel düzenledi. HACIMEHMET OVASI’NI UNUTMA 17 Ağustos depreminin yıldönümünde TMMOB Mimarlar Odası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın önünde basın açıklaması yaptı. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu 17 Ağustos depreminden sonra “Ölüm Ovası” olarak adlandırılan ve hiçbir biçimde yapılaşmaya açılmaması gereken Yalova’daki Hacı Mehmet Ovası'nın TOKİ eliyle yapılaşmaya açıldığını
hatırlattı. Depremde 2 bin kişinin öldüğü Hacımehmet Ovasında yapı kat sayısı 2 katla sınırlanmıştı. Ancak deprem sonrasında kat sayılarının arttırılması için girişimler hiç eksik olmadı. Belediye TOKİ ile işbirliği yaparak Hacımehmet Ovası'na 4 katlı konutlar yapma ve yapılaşma yoğunluğunu iki kat arttırma kararı aldı. Belediyelerin bu girişimlerine karşı Yalova Şehir Plancıları Odası, Bursa 1. İdare Mahkemesi'nde dava açtı. Mahkeme ise 20 Haziran 2012’de, "imar mevzuatına, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olmadığı" gerekçesiyle yürütmeyi durdurdu. Yalova Şehir Plancıları Odası da Yalova Belediye Başkanı, Belediye Meclis üyeleri, İl Genel Meclisi Üyeleri ve TOKİ yetkililerini Yalova halkından özür dilemeye çağırdı.
Hastaneler öldürebilir 1
7 Ağustos 1999 depreminin ardından çok az bina doğru yöntemlerle güçlendirildi. Çoğu binada güçlendirme adı altında sadece depremin izlerini silecek 'makyajlama' yapılırken bazı hasarlı binalara hala dokunulmadı. İstanbul'daki birçok hastane de “dokunulmayan” binalardan. İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu'nun Ağustos ayının başında basına verdiği “Ümit ediyorum deprem bizi üç yıldan önce yakalamaz. İstanbul’daki büyük hastanelerin hiçbiri depreme hazır değil” diyen itiraf niteliğindeki demeci tehlikenin boyutuna işaret ediyor. Türkiye’nin en köklü hastaneleri olan Şişli Etfal, Haseki, Okmeydanı, Taksim, Kartal, Göztepe, Haydarpaşa, Çapa ve Cerrahpaşa’nın depreme karşı dayanıklı olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar var. Hastanelerin yeniden inşası en iyi ihtimalle üç-dört yıl sürecek. Birçok hastane şu anda bile hasarlı. Buna rağmen sağlık hizmeti aralıksız sürüyor ve güçlendirme çalışmaları süresince de hastaneler hizmet vermeye devam edecek. Çünkü kapatılması durumunda halka sağlık hizmeti verecek yeterli hastane yok. En az 3 yıl daha İstanbullular büyük bir risk altında.
8
EMEK 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
‘GÜNEY AFRİKA’DA KATLEDİLEN İŞÇİLER SINIF KARDEŞLERİMİZDİR’ Güney Afrika Cumhuriyeti’nde polis greve çıkan 34 maden işçisini 17 Ağustos günü makineli tüfeklerle katletti. Kalan işçiler ve işçilerin yakınları yine de “Grev” dedi.
Muhteflem ikili nsan MESS ve Türk Metal ikilisinin bir araya gelince neler başarabileceğine inanamıyor! Yıllarca metal işçisinin emeğini çaldıkları yetmiyormuş gibi şimdi işi daha sıkı tutup işçiyi daha “yaşken eğmeyi” hedeflemişler. MESS ve Türk Metal Sendikası “mesleki yeterlilik eğitimi” ve “mesleki yeterlilik belgesi” veren iki ayrı şirket kurmuşlar. Eğitim veren şirketin adı MEMAS, sınav sistemini düzenleyen şirketin adı da SIBEM. Her iki şirketin yönetim kurullarına baktığınızda gözlerinizin yaşarmaması mümkün değil. Ancak bu işbirliği, sadakat ve uyum bu ülkeyi ayağa kaldırır. MEMAS’ın yönetim kurulu başkanı Türk Metal Başkanı Pevrul Kavlak. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı bilin bakalım kim? Tuğrul Kutadgubilik. Türkiye İşveren Sendikaları TİSK başkanı yani… Diğer yönetim kurulu üyeliklerini de çok hakça dağıtmışlar, dedim ya insanın gözleri yaşarıyor… Aynı şekilde bu sefer SIBEM’in yönetim kurulu başkanı Kutadgubilik ve tabii ki yardımcısı da Kavlak, hak geçmeyecek ya… Her iki şirketin diğer yönetim kurulu üyeliklerinde iki MESS, iki de Türk Metal üyesi var. MEMAS kuruluş amacını Tufan şöyle tanımlıyor: “Mesleki Sertlek Eğitim Merkezi Ticaret A.Ş. (MEMAS), Türkiye’nin en Dev Sa¤l›k-‹fl büyük işveren ve işçi Yönetim Kurulu sendikaları olan Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile Türk Metal Sendikası ortaklığında kurulmuştur. MEMAS, Ulusal Mesleki Yeterlilik Sistemi çalışmaları kapsamında, otomotiv ve metal sektörlerinde gelişen teknoloji ve ihtiyaçlar doğrultusunda hazırlanan Ulusal Meslek Standartlarına göre bireylere mesleki eğitim vermektedir.” SIBEM ise şöyle diyor: “Ülkemizin iki değerli kurumu MESS ve Türk Metal, nitelikli iş gücüne, katma değer yaratan çalışma ortamlarına ulaşmak, kalkınmaya katkı sağlamak ve ulusal rekabet gücümüzü artırmak amacı ile bir araya gelerek, Mesleki Yeterlilik Sınav ve Belgelendirme Merkezi A.Ş’yi (SIBEM) hayata geçirmişlerdir. Kurum olarak, dünyada bu amaçla, işçi ve işveren kesimlerinin bir araya gelerek oluşturduğu ilk şirket olmanın haklı gururunu taşıyoruz.” Dünyada bir ilk, dedik ya inanılacak gibi değil! Eğitimler bireylere verildiği gibi işletmelerin talebi halinde kurumsal hizmet de verilebiliyor. İşin iki boyutu birlikte düşünülmüş yani. Bir taraftan birlikte para kazanmayı düşünüyorlar ama daha önemlisi metal sektöründe nitelikli ve terbiye edilmiş bir emek profili yaratmaya çalışıyorlar. Kuşkusuz bu durumu basitçe şöyle değerlendirebiliriz: Bir patron sendikası ile işçi sendikası bir araya gelmişler mesleklerinde becerikli, nitelikli iş yapan işçi yetiştirmeye karar vermişler. Bu sayede hem memleket ekonomisi daha vasıflı emeğe kavuşacak hem de işçi daha iyi kazanacak. “Ne var bunda?”, diye sorabiliriz. Mesleki yeterlilik eğitimlerinin ticarileştirilmesi, meslek liselerinin ne işe yaradığı, bu tür destekleyici eğitimlere ihtiyaç duyuluyorsa bunların kimler tarafından nasıl verileceği ayrı bir tartışma konusu. Bizim dikkatimizi çeken kapitalist bir sistemde, yani işçi ve patron çıkarlarının doğal olarak birbirinden ayrıştığı bir üretim ilişkisinde bir sendikanın bir patron örgütüyle ticari bir şirket kurmasıdır. Yani bunlar artık ticari ortaklar. Sendika, toplu sözleşme sürecinde ticari ortağına nasıl rest çekecek? Kapitalist bir düzende bir sendikanın amacı sanayinin hizmetine nitelikli emek sunmak olabilir mi? Sanayi dediğin şey zaten işçi açısından emeğinin sömürüldüğü yerdir. Sendika olarak görevin senin burada sömürülen işçilerin haklarını korumak ve geliştirmektir. Bırak işin o tarafını patronlar devletle birlikte düşünsün. Sana mı kalmış sanayiye eğitilmiş emek sunmak. Ama diyeceksiniz ki sen bir sendikadan bahsediyorsun burada adı geçen Türk Metal. “Sarı sendika” tanımı Türk Metal için eksik kalıyor. Türk Metal olmadan metal patronu ayakta duramaz, yani patronunun koltuk değneğidir. Birisi eğitim veriyor, diğeri eğitilmiş işçinin iş bulabilmesi için ona sertifika veriyor. İşçinin sırtından para kazanıyorlar kısmı işin önemsiz yanı, esas olanı bir süre sonra artık bu “muhteşem ikili”nin onayı olmadan metal sektöründe kimsenin işe giremeyecek olması ve işe giren işçilerin bu ikilinin isteklerine göre terbiye edilmesi. Her koşulda emeğin sermayeye mahkum olduğu ve bunun sendika tarafından onaylandığı bir sürecin örgütlenmesidir bu eğitimler. Kuşkusuz metal sektörünü bilenler aslında bütün bunların zaten yaşandığını biliyor ama öyle anlaşılıyor ki son dönemde Birleşik Metal-İş Sendikası’nın başarılı mücadele örnekleri ve metal işçisinin huzursuzlukları metal patronlarını ürkütmüş ve daha köklü tedbirler almaya zorlamış. Çareyi uzun vadeli planları devreye sokarak bulmuşlar ve tabii her zamanki gibi Türk Metal’le birlikte. Kısacası mesele öyle sanayie nitelikli emek yetiştirmek falan değil… Eğer öyle olsaydı MESS bu işi tek başına yapardı. Hem sermaye gücü, hem eğitim kadrosu ve diğer donanım açısından bu tür şeyleri fazlasıyla yapabilecek kudrete sahip bir kuruluş. Niye tek başına yapmıyor? Çünkü amaç işçiyi eğitmek değil, terbiye etmek. Bütün mesele metal işçisinin bu tezgahın farkına varması ve emeğine sahip çıkabilmesindedir.
İ
Tekstil işçileri grevi komitelerle kazandı Farklı fabrikalarda çalışan tekstil işçileri güvenceli iş, insanca yaşam için fabrika önlerinde direnişe geçti. İstanbul Merter’deki Teksim Fabrikası’nda çalışan tekstil işçileri de sendikalı oldukları için işten çıkarıldı. İşçiler, fabrikanın önünü kısa sürede direniş alanına çevirdi. İşverenin işçi başına düşen makineleri de çoğaltmasıyla çalışma koşullarının giderek zorlaştığını söyleyen işçiler, eskiden olduğu gibi 4 makineyle çalışmak istiyor. İşçiler tazminat istemediklerini, işe geri iadelerinin yapılmasını istediklerini söylüyor. Teksim fabrikasında daha önce günde 12 saat çalıştırılan işçiler, verdikleri mücadele sonucunda günde 8 saat çalışıyorlar ve makine sayısının azaltılması için de mücadele edeceklerini belirtiyorlar.
EVR‹M ÇAKIR
G
aziantep Organize Sanayi Bölgesi’nde 5 tekstil fabrikasında çalışan binlerce işçi, 9 Ağustos’ta ücretlerinin artırılması, ikramiyelerinin verilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için greve gitti. Greve çıkan işçiler, işyeri temsilcilerini seçerek bir toplantı yaptı; talepleri yerine getirilene kadar ortak mücadele yürütmeye karar verdi. 5 fabrikada (Şireci, Gürteks, Gür iplik, Canan Tekstil ve Motif İplik) başlayan greve katılım, Zafer Tekstil ve Zeki Mencuat fabrikalarında çalışan işçilerle birlikte 6 bini buldu. Hakları için birleşen işçiler, grevin 11’inci gününde kazanım elde etti. ORTAK MÜCADELE ‹fiVEREN‹ YEND‹ Kazanım sonucunda işçilerin 780 lira civarındaki maaşları 875 liraya çıkarılacak. Bayramlarda da 10’ar yevmiye üzerinden ikramiye verilecek. Grevdeki fabrikalardan Motif İplik’te farklı bir kazanım oldu. İşçiler, maaşlarının 905 liraya yükseltilmesini ve kademe sistemi kaldırılarak eşit ücret verilmesini sağladı. Böylece işçiler, direnişleri sayesinde asgari ücrete devlet tarafından yapılan yüzde 6’lık zammın 3-4 katı kadar bir zam kazanmış oldu. Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi’nde grevden önce 700 fabrikada yaklaşık 120 bin işçi aynı koşullarda çalıştırılıyordu. Ancak kazanımla sonuçlanan grevden sonra işverenler diğer fabrikalarda da ücretleri yükseltmek zorunda kaldı. Greve çıkmayan 10 fabrikada işçilerin kısa süreli iş bırakma eylemleri de etkili oldu. İşverenler, birkaç fabrikada işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kalırken, diğer fabrikalardaki ise grevdeki işçilerin kazandığı hakları tanıma sözü verildi.
Antep’te tekstil fabrikalarında binlerce işçinin ücretlerinin artırılması, ikramiyelerin verilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için başlattıkları grev kazanımla sonuçlandı. Ayrı fabrikalardaki işçilerinin kazanımı direnişlere yol gösteriyor ‘KOM‹TELER‹N ROLÜ BÜYÜK’ Antep’te tekstil işçileri ayrı ayrı fabrikalarda 9 Ağustos’ta greve gittikten sonra bir araya gelerek bir toplantı yaptı. Yapılan toplantıda işçiler komiteler oluşturdu. Grev boyunca yemek, ulaşım gibi ihtiyaçları karşılayan komiteler, ortak taleplerini de bu düzlemde belirledi. İşçiler, grevin başından beri polisin ve patronun baskısının amacının komiteleri etkisiz hale getirmek olduğuna
dikkat çekti. Grevdeki tüm fabrikalarda talepler yerine getirilene kadar birlikte mücadele etme kararı alan işçiler, komitelerin kazanımda önemli yeri olduğunu söylüyor. TEKS‹M’DE DE TALEP AYNI: GÜVENCEL‹ ‹fi Teksil işkolundaki direniş Antep’in yanı sıra İstanbul’da da birçok fabrikada sürüyor.
‘B‹ZDEN ÇALDILAR, LÜKS LOKANTA AÇTILAR’ İstanbul’da direnişin sürdüğü bir başka tekstil fabrikası ise Roze Teksil. Bu fabrikada çalışan 382 işçi, “işverenlerin iflas etmesi” gerekçesiyle 2 aylık maaşları ve kıdem tazminatları verilmeden işten çıkarıldı. 8 Mart’ta işten atılan tekstil işçileri 4 ay geçmesine rağmen paralarının verilmemesine karşı eylem yapmaya başladı. 24 işçi, Roze Tekstil sahiplerinin Levent’te bulunan Köşe Başı Restorant’ı önünde 21 Temmuz’da oturma eylemi yaptı. Eylemde yapılan açıklamada şunlar söylendi: “8 Mart günü bizler mağdur edildik aradan 4 ay geçmesine karşın işverenlere ulaşamadık. Bizden çaldıklarıyla lüks lokantalar açıp işletenlerden ve lüks içinde hayatlarını idame ettirenlerden bundan sonra eylemlerle hakkımızı arayacağız. Buraya her cumartesi ve pazar günleri saat 19.30-21.30 arasında geleceğiz.”
Patronların krize çözümü: Güvencesizlik AB’nin içinde bulundu¤u kriz, ihracat›n yar›s›n› bölge ülkelerine yapan Türkiye tekstil sektörünü ciddi biçimde etkiliyor. Tekstil ‹hracatç›lar› Birli¤i’nin verileri krizi aç›kça gösteriyor: Türkiye’de tekstil ihracat› 2012’nin ilk 6 ay›nda, geçen y›l›n ayn› dönemine k›yasla yüzde 4,1 oran›nda azalarak 3,9 milyar dolar oldu. ‹thalatta ise
ayn› dönemler içinde yüzde 25,8 düflüfl yafland›. ‹hracattaki daralma, Türkiye’deki tekstil patronlar›n›n önemli bir gelir kayna¤›n›n kurumas›na neden oldu. AB pazar›ndan umudunu kesen patronlar, yeni pazarlar aray›fl›na girerken, ülke içinde de karlar›n› art›rma çabas›na yöneldi. Bu faaliyetlerin
‘Kardeşlerim bakmayın sarı saçlı oduğuma...’ * Güvencesizlik tüm dünyada yaygınlaşırken farklı ülkelerde ayrı ayrı semtlerde güvencesizliğe başkaldıranlar “bizler sınıf kardeşiyiz” diyerek birlikteliği, dayanışmayı büyütüyor ‘CAN GÜVENL‹⁄‹ ‹ST‹YORUZ’ Adana’da enerji işçisi Halil Akkeş, direk tepesinde hiçbir can güvenliği olmadığı için hayatını kaybetti. Toroslar Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) işçileri Akkeş’in iş kazası sonucu ölmesini protesto etmek için 15 Ağustos’ta TEDAŞ binasını işgal etti. 5 Mart’tan beri TEDAŞ önünde direnişlerini sürdüren işçiler, hem atılan işçilerin işe geri alınmasını hem de can güvenlikleri olmasını talep ediyordu. Direnişleri sürerken enerji işçisi Halil Akkeş iş kazası sonucu hayatını kaybetti ve Enerji-Sen üyeleri, TEDAŞ’ı gerekli önlemleri almadığı için protesto etti. İşçiler, önce TEDAŞ önünde bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada işçiler, “Hukuksuz işten atılmaların, yasa dışı kesilen cezaların, direk tepelerinde ölen arkadaşlarımızın hesabını soracağız” dedi. TEDAŞ’ın enerji işçilerinin can güvenliği olmamasına rağmen hiçbir önlem almadığını söyleyen işçiler, TEDAŞ binası içerine girdi. Binanın en üst katına çıkan işçiler “Atılan işçiler geri alınsın” yazılı bir pankart açtı.
‘AFR‹KALI MADEN ‹fiÇ‹LER‹NE SELAM OLSUN’ İstanbul’da Dev Sağlıkİş üyeleri Güney Afrika’da grevde olan 34 maden işçisinin polisler tarafından katledilmesini protesto etti. Dev Sağlık-İş üyeleri, 18 Ağustos’ta Güney Afrika İstanbul Konsolosluğu önünde bir araya gelerek “öldürülenler sınıf kardeşlerimizdir” dedi. Yapılan açıklamada şunlar söylendi: “Katliamcı Güney Afrika hükümetini kınarken, tüm dünya işçilerine, G.Afrika’daki işçilerin yakınlarına ve
hayatta kalan arkadaşlarına dayanışma mesajı vermek için buradayız, Onları tüm dayanışma duygularımızla selamlıyoruz” Açıklamanın ardından, konsolosluk önüne siyah çelenk bırakan işçiler öldürülen maden işçileri için de karanfil koydu.
Naz›m Hikmet’in 1962’de yazd›¤› “Asya Afrika Yazarlar›na” adl› fliirin girifli: “Kardefllerim bakmay›n sar› saçl› oldu¤uma ben Asyal›y›m/Bakmay›n mavi gözlü oldu¤uma ben Afrikal›y›m”
‘ATILAN ‹fiÇ‹LER ‹fiE ALINANA KADAR EYLEMLERE DEVAM’ İstanbul’da işten atılan enerji işçileri her cuma Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek BEDAŞ binası önüne bir yürüyüş gerçekleştiriyor. Enerji-Sen üyesi işçiler direnişlerinin 82’nci gününde yaptıkları eylemde, işten atıldıkları için Kiğılı mağazası önünde direnen işçileri selamladı. Burada bir açıklama yapan işçiler, Kiğılı mağzasından atılan işçiler işe geri alınana kadar her cuma yapılan eylemlerini Kiğılı önüne de taşıyacaklarını söyledi. Taksim’e doğru yürüyüşe geçen işçilerin ikinci durağı ise THY işçilerinin direnişi oldu. Enerji işçileri THY Bürosu üzerine çıkarak "BEDAŞ'tan ve THY'den atılan işçiler geri alınsın" yazılı pankart astı. Pankarta işçilerin yanı sıra çevredekiler de alkışlayarak destek verdi.
bafl›nda iflçileri uzun sürelerde ve düflük ücretlerde çal›flt›rmak geliyor. Tekstil sektöründe düflüflün yafland›¤› bu dönem, ‹stanbul’da birçok fabrikada tekstil iflçileri iflten ç›kar›l›rken, iflçi bafl›na düflen makine say›lar› da artt›r›ld›. Antep’te iflçilerin çal›flma saatleri 12 saate ç›kar›l›p, ikramiyeleri aylarca verilmedi.
‘Kime sordunuz maaşımızı düşürürken’
İ
stanbul Üniversitesi’ne bağlı Çapa ve Cerrahpaşa tıp fakültesi hastaneleri ile Haseki Kardiyoloji Hastanesi’nde çalışan Devrimci Sağlık-İş üyesi işçiler, ücretlerinin düşürülmesine karşı fiili ve hukuki bir mücadele başlattı. İşçiler, 15 Ağustos günü hastanelerinden İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne yürüdü. Asgari ücrete yüzde 6 zam olurken, kendi ücretlerinin yüzde 20 oranında düştüğünü belirten işçiler, hastanelerde rektörlüğe iletmek için itiraz dilekçeleri topladı. Yürüyüşe İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören ve DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu da katıldı. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, rektörlük önünde bir açıklama yaptı. Çerkezoğlu, itiraz dilekçelerini rektörlüğe ileteceklerini, bir hafta boyunca tüm işçilerin dilekçeleri iletmeye devam edeceğini duyurdu.
“ÜCRETLER‹N DÜfiÜRÜLMES‹NE B‹Z‹M ONAYIMIZ YOK” Maaşların düşürülmesi İş Kanunu’nun 22’nci ve 66’ncı maddelerine aykırı. Bu maddelere göre her ne koşulda olursa olsun ücret düşüklüğüne gidilemeyeceğini, ancak kendi onaylarının gerektiğini hatırlatan işçiler, “Ücretlerin düşürülmesine bizim onayımız yok” dedi. Açıklamadan sonra bir heyet oluşturan işçiler, dilekçelerini rektörlüğe iletti.
9
EKONOMİ 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Emekçiler sermayeye f›rsat vermeyecek merika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bankaların krediler üzerinden daha fazla para kazanmak için en fakirlere oynak faizlerle konut kredileri vermesi ve bu kredilerin zamanla geri ödenememesi üzerine 2008 yılında patlak veren kriz tüm dünya ekonomilerini etkiledi. ABD bankaları ile Avrupa bankalarının birbirlerine entegre olması nedeniyle kriz hızla Avrupa bankalarını ve devletlerin borçlanma olanaklarını etkiledi. Avrupa’da ‘borç krizi’ olarak adlandırılan ve kamu borçlarının çevrilebilmesi tartışmalarıyla takip edilen süreç başladı. 17 Avrupa ülkesinin ortak parayı (Euro) kullanması nedeniyle para politikası da, kamu borçlarının yüksekliği nedeniyle maliye politikası da krizden çıkmak için araç olarak yeterli olmadı. Avrupa ekonomileri henüz krizden çıkabilmiş değil; ancak 2012’nin ilk altı aylık büyüme rakamlarına baktığımız zaman büyüyebilen ülkelerin hızla neoliberal politikaları hayata geçirdiğini görüyoruz.
A
Arap bas›n›nda ç›kan bu karikatürde Suriyeli isyanc›lar›n silah› Türkiye’yi, silah› tutan el Katar’› iflaret ediyor
Halep çarşısından ateş almak Halep çarşısı dahil 14 ülkenin pazarlarına mal görütüp mal getiren tırlar, en son AKP’nin Suriye’de körüklediği ateşi yüklenerek geri dönüş yaptı
S
uriye’yle vizelerin kalkmasını ve ikili anlaşmaları takip eden birkaç yıllık dönemde belirgin ekonomik canlanma yaşayan sınır kentleri, AKP’nin de kışkırtmasıyla büyüyen iç savaşla birlikte eskisinden de kötü bir noktaya geriledi. Sınır ticareti ve turizm durma noktasına geldi, sınıra yakın bölgelerde tarım faaliyeti yapılamıyor, tekstil fabrikaları kapanıyor. Türkiye’nin ikinci büyük tır filosu ile 14 ülkeye bağlantı sağlayan Hatay, tır mezarlığına dönüştü. HATAY TIR MEZARLI⁄I Sınır kentlerindeki değişimi en iyi özetleyen şey ise, 20 Temmuz günü sınır kapılarını ele geçiren muhaliflerin Cilvegözü’nde Hataylı firmalara ait 12 tırı yakması oldu. Bir ara Halep çarşısı dahil 14 ülkeye mal görütüp mal getiren tırlar, en son AKP’nin Suriye’de körüklediği ateşi yüklenerek geri dönüş yaptı. Şimdi kentte 6-7 bin aileye geçim sağlayan taşımacılık sektöründe faaliyet gösteren 300 şirket iflasın eşiğine gelirken, iş yapamayan 10 binden fazla tır satışa çıkarıldı. Hatay’dan Suriye’ye ihracat 2008’de 123 milyon dolar,
2009’da 186 milyon dolar, 2010’da 250 milyon dolar olarak gerçekleşmişti. 2011’de 150 milyon dolara düşen ihracat, 2012’de neredeyse sıfır noktasına geldi. Kentteki HASİAD gibi sermaye örgütleri de pek çok firmanın iflasın eşiğinde olduğunu açıkladı. Türkiye Suriye sınırındaki mal taşımacılığının durması yalnızca Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin ile değil Mısır, Körfez ülkeleri, İran ve Irak ile ticaretin de durması anlamına geliyor. Çünkü Ortadoğu ile ticaret ağırlıkla Suriye hattı üzerinden yürütülebiliyor. Türkiye ihracatında yüzde 24, ithalatında yüzde 10 paya sahip Ortadoğu ülkeleri ile ekonomik ilişkiler, yalnızca savaş koşulları nedeniyle değil ABD’nin ekonomik yaptırım dayatmaları nedeniyle de risk altında. TUR‹ZME Z‹NC‹RLEME DARBE Sınır kapılarından Suriye’yi ziyaret eden Türklerin sayısı 2009’da 733 bin 132 ve 2010’da yüzde 99 artışla 1 milyon 459 bin 580’ni bulmuştu. Sınır kapılarından Suriye’ye geçen Türklerin yüzde 59’u turist, yüzde 40’ı genelde sınır ticareti yapanlar olmak üzere günübirlik ziyaretçiler ve yüzde 1’i
oturma izni olanlardı. 2010 içinde Suriyelilerin Türkiye ziyareti 2009’a nazaran yüzde 76 oranında artışla 900 bini bulmuştu. Hatay’a gelen Suriyelilerin yüzde 6’sı Hatay’da konaklıyor, yarısından fazlası hava ve karayolu ile İstanbul’a gidiyordu. Hatay’da konaklayanlar genelde akraba ziyareti veya sınır ticareti amaçlıydı. Her hafta perşembeden pazara Hatay’da kalan Suriyeliler çarşı esnafının en önemli gelir kapısına dönüşmüştür. Ancak iç savaş nedeniyle Hatay üzerinden Türkiye’ye gelen Suriyeli turist ve Hatay üzerinden Suriye’ye giden Türkiyeli turist akımı bıçak gibi bir anda kesildi. Sürekli artan Suriyeli ve Türkiyeli turistler düşünülerek yapılan yatırımlar ve alınan krediler, işletmeleri boş kalan esnaf için şimdi ağır bir yük haline dönüştü. Suriye’deki sorun beklendiği gibi çevre ülkelere de yayıldı ve Türkiye’nin müdahaleci tutumu diğer ülkelerin de tepkisini çekmeye başladı. Bunun ilk somut sonuçları, vizelerin kaldırılması ile ticaret ve turizmin canlandığı bir başka Ortadoğu ülkesi olan Lübnan’da açığa çıktı. Akrabaları silahlı gruplarca Türkiye bağlantılı olarak rehin alınan Lübnanlı aşiretler
ülkedeki Türkleri hedef almaya başlayınca, hükümet Lübnan’a geliş gidişlerin sınırlandırılması çağrısı yapmak zorunda kaldı. AKP’N‹N MÜLTEC‹ PLANI TERS TEPT‹ Öte yandan AKP’nin kucak açtığı silahlı gruplar dahil on binlerce mültecinin varlığı gerek ülkenin gerek sınır kentlerinin ekonomisini olumsuz yönde etkiliyor. Esad yönetiminin birkaç ayda devrileceği üzerine hesap yapan iktidarın, mülteci kampları kurarak uluslararası ilgi çekme planı, savaşın uzaması nedeniyle zora girmiş durumda. Ağustos ayına kadar mülteciler için 300 milyon dolar harcandı. Mülteci akınının sürmesi ve krizin uzaması faturayı daha da kabartacak. Ayrıca mülteci geçişlerine açılan pek çok bölgede güvenlik sorunu nedeniyle tarım faaliyeti yürütülemiyor. Silahlı grupların varlığı da bir başka sorun. Özellikle Hatay’da silahlı gruplara mensup Suriyeli ve diğer ülkelerden cihatçılar, esnaftan alışveriş ettikten sonra para vermemeyi ya da çok az para ödemeyi alışkanlık haline getirdi. Bu da ağustos ayında Hatay’ın farklı bölgelerinde çok sayıda kavga yaşanmasına yol açtı.
Kandan kâr edenler Suriye kan ağlıyor. Yalnızca Suriye değil Türkiye’nin Suriye sınırındaki illeri de kanlı çatışmaların yansımalarından ve kent ekonomilerindeki bozulmadan mustarip. Ancak Suriye’deki kandan kâr edenler var. Borsa, sigorta şirketleri, özel hastaneler ve komisyoncular Suriye’deki çatışmalardan memnun. Son bir yıl içerisinde Hatay’dan sadece 542 kişi borsada yatırım yapmış görünmesine rağmen
Hataylıların borsadaki parası 392 milyon TL’den 611 milyon TL’ye çıktı. Bu da Suriyeli zenginlerin servetlerini Hatay yoluyla Türkiye’ye taşımaya başladığının göstergesi olarak değerlendiriliyor. Öte yandan Suriye’den gelen yaralı isyancılar, tıpkı Libyalılar gibi, sigorta şirketleri aracılığıyla özel hastanelerde tedavi görüyor. Büyük ölçüde denetim dışı gerçekleşen bu döngüde iktidara yakın kişiler komisyonculuk yapıyor.
Körfez parası neyin sırrı? Çevre ve fiehircilik Bakan› Erdo¤an Bayraktar, haziran ay›nda Suudi Kral› Abdullah'›n Bo¤az’da Turgut Özal döneminde sat›n ald›¤› araziye 4 villa yapaca¤›n› söylerken, bu iznin karfl›l›¤› olarak Kral ailesinin Türkiye'ye 10 milyar dolarl›k hibede bulundu¤unu aç›klad›. Bu rakam›n hibe oldu¤unu belirten Bayraktar, “Dünya piyasalar› krizde ve nakit darl›¤› var. fiimdi Suudi devleti yeni bir yard›m yapabilecek" diye konufltu. Ertesi gün Milliyet yazar› ekonomist Güngör Uras böyle bir paran›n resmi kay›tlarda bulunmad›¤›n› gösterdi. Sonra da AKP hükümetinden k›v›rma kabilinden bir aç›klama geldi. Para gelmemiflti ama gelebilirdi. Daha sonra ABD ve ‹ngiliz bas›n›nda Suudi Arabistan ve Katar’›n Suriye’ye giden cihatç›lara para ve silah deste¤i sundu¤unu, burada da Türkiye’nin arac›l›k etti¤ini yazan haberler ç›kt›. AKP bu arac›l›¤› yalanlamad›. O zaman s›r gibi duran flu sorular ortada bekliyor: Bu para ak›fl› hangi anlaflma ve hukuk temelinde gerçeklefliyor? Suudi Kral›n›n hibe etti¤i söylenen 10 milyar dolar ile, Suudi-Katar ikilisinin Türkiye üzerinden gerçeklefltirdi¤i para ak›fl› aras›nda bir iliflki var m›?
Amerikanlaflan Almanya Avrupa ekonomisinin lokoEngin motifi olan Almanya’nın Duran 2012’nin ikinci çeyreğinde büyümesi küçük de olsa engin.duran devam etti. Almanya 2012 @yahoo.com yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1 büyüdü. Bu rakam Avrupa ortalamasının çok üzerinde. Mayıs ayı işsizlik rakamı da Euro bölgesi (Euro’yu kullanan 17 ülke) ortalaması yüzde 11,2 iken Almanya’da yüzde 6,8 oldu. Sermayenin ihtiyaçlarına kulak tıkamayan Almanya 2004 yılından başlayarak emek piyasasını esnekleştirme politikaları uyguluyor. Bir zamanların sosyal devlet güvenceli, sendikalı, görece iyi ücret alan bir işçi sınıfı ve güçlü bir sendikacılık geleneği olan bir toplumda bugün toplam istihdamın yüzde 25’i part-time (yarı-zamanlı) çalışanlardan oluşmakta. Öyle ki geldiğimiz noktada Almanya’nın neoliberal uygulamaları ABD’de bile örnek gösteriliyor; özellikle de Çin’e karşı rekabet gücünü korumak adına. Almanyalaflan Türkiye Avrupa’nın krizden çıkışını tüm ülkelerin tıpkı Almanya gibi neoliberal bir modeli uygulamasında gören Avrupa Birliği yöneticileri yeri geldiğinde demokrasilere de müdahale ederek “Neoliberal Avrupa” oluşturmaya çalışıyorlar. Ancak güçlü sosyaldevlet geçmişleri olan ülkelerde emeğin kazanımlarının yok edilmesi henüz tam başarılmış değil. Türkiye’nin son kriz döneminde ekonomik göstergeleri Almanya ile benzerlikler gösteriyor. Mayıs ayı işsizlik rakamları yüzde 8,2 ile son on yılın en düşük seviyesinde gerçekleşti. Benzer şekilde büyüme de yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,2 ile birçok Avrupa ülkesinden büyük çıktı. Kriz döneminden sonra Türkiye’de de emek piyasasının esnekleştirilmesi için ciddi çabalar harcanıyor. AKP hükümeti sermayeyle birlikte başta kıdem tazminatı olmak üzere birçok sosyal-devlet kazanımı olan haklara saldırıyor. Hem sermaye hem de AKP’nin ekonomi bürokratları şunun farkında ki; emek, sermaye karşısında ne kadar güçsüz, örgütsüz olursa ekonomi o kadar hızla büyüyebiliyor; bir bakıma sözde rekabet gücü kazanıyor. Kriz f›rsata çevriliyor Almanya, Türkiye gibi ülkelerde neoliberal politikalar güçlü bir şekilde uygulanarak kriz sermaye için fırsata çevriliyor. Türkiye’de hızla yaygınlaşan taşerona karşı işçi direnişleri AKP’nin kurmaya çalıştığı modele karşı en ciddi toplumsal muhalefet dinamizmini oluşturuyor. Bu büyük dönüşüme direnmede taşeron işçilerin direnci büyütülmeli aksi halde bugünün güvenceli, tam zamanlı çalışanların çocukları ilerde yarı-zamanlı, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarından kaçamayacak. * Bu yazıda Mehmet Türkay ve Ümit Akçay’ın “Neolibarel Avrupa’ya Geçiş” başlıklı röportajından yararlanılmıştır.
Emekçi kredi kartı tuzağında K
amu Emekçileri Federasyonu (KESK) Araştırma Birimi’nin raporu AKP döneminde halkın borçlanma durumundaki artışı ve nedenlerini inceledi. Rapora göre 2002 yılının Aralık ayında, yani AKP iktidara yeni geldiği dönemde 6 milyar 360 milyon lira olan kredi kartı borcu, 2012 Temmuz ayında 238 milyar 302 milyon liraya yükseldi. Bu sonuçlara göre son 10 yılda kredi kartı borçları 40 kat artmış oluyor. ABD’de 1914 yılında kullanılmaya başlayan kredi kartı, 1980’den sonra Türkiye’de de kullanılmaya başladı. Ancak kredi kartı kullanımı özellikle 1999 yılında taksit uygulamasının başlamasıyla yaygınlaştı. Kredi kartı kullanımı ilk dönemlerinde lüks tüketim için kullanılan bir araç iken artık günlük ihtiyaçların kullanımı için yaygın bir araç haline geldi. 2012 Mayıs itibariyle Türkiye’de kredi kartı sayısı 53 milyonu geçti. KRED‹ KARTI KULLANIMI NEDEN SÜREKL‹ ARTIYOR? Kredi kartı kullanımını tanımlarsak; yarının gelirini bugün harcamak ve toplam gelirimiz ile giderimiz arasındaki farkın borçlanarak kapatılması aracı. Halk
bugünkü geliri ile temel insani ihtiyaçlarını bile karşılamayacak durumda olduğu için kredi kartı kullanmaya mecbur kalıyor. Öyle ki kredi kartı kullanımının yüzde 22’si sadece market alışverişi için kullanılıyor. AKP dönemi ile birlikte yaşamsal ihtiyaçların, gıda, ısınma, eğitim, sağlık, piyasa koşullarına bırakılması ve ücretlerin enflasyon karşısında azalması yani reel ücretlerin sürekli erimesi tek yaşam yolu olarak bugünün ekmeğini yarının maaşı ile almak oluyor. Diğer bir neden de tüketimin her yerde reklamlarla, promosyonlarla teşvik edilmesi, insanların ihtiyaçları dışında da borçlanarak kredi kartını kullanmasına yol açıyor. Bu duruma en iyi örnek olarak sürekli yenilenen telefon, bilgisayar gibi teknolojik ürünleri gösterebiliriz. Asgari ücret alan bir süpermarket kasiyeri 10 aylık taksit ile bir maaşı kadar olan telefonu kredi kartı sayesinde alabiliyor. Taksitleri yarılayınca yeni çıkan başka bir telefonu tekrar borçlanarak alıyor. Bu arada eski telefonu ikinci elde satıyor ve aldığı parayı yeni telefon için kullanıyor. Bu borç sarmalında,
sürekli borç ertelemesi ve uzatmasıyla yaşamanın ve ihtiyaç olsun olmasın tüketim yapmanın aracı olarak kredi kartı hayati öneme sahip. Farklı bankalardan alınan kredi kartları ile belirli bir süre borçları çevirmek yani tekrar borçlanarak eski borçları ödemek mümkün olabiliyor ancak faiz yükünün katlanarak artması ve insanların gelirlerinin azalması, işten çıkarılmaları borçların ödenmesini zorlaştırıyor. Kredi kartları borçları yüzünden insan ilişkileri geriliyor özellikle ailelerde kadın ve erkeğin birbirlerinden ayrı ve toplam
bütçenin çok üzerinde alış-veriş yapmaları evliliklerin boşanmasıyla sonuçlanabilecek tartışmalara neden oluyor. Tüketici Dernekleri Federasyonu’nun verilerine göre 2000 yılından sonra her 10 boşanmanın 7’si kredi kartı borcu yüzünden olmuş.
ÖRTÜLÜ ÖDENEK 1934 yılında çıkarılan bir kanun ile Başbakanlara “gizli” harcama yapma imkânı veren bütçe payına örtülü ödenek adı veriliyor. 2003 yılında son şekli verilen kanun ile örtülü ödenek adı altında yapılan harcamaların kaydı Maliye Bakanlığı’nın bütçesinde “gizli hizmet giderleri” adı altında tutuluyor. 5018 sayılı Kanunda yazılan tanımına göre örtülü ödenek; “kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları
için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir. Kanunlarla verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine de örtülü ödenek konulabilir.” Kanunda yer alan tanıma göre örtülü ödeneğin kapsama alanı çok geniş. Bu yüzden örtülü ödenek adı altında birçok konuda harcama yapılabiliyor ve bu harcamalar denetlenemiyor. 2012 yılının ilk altı ayı için örtülü ödenekten harcanan para 431 milyon lira olurken geçen yılın aynı döneminde 296 milyon lira harcanmıştı.
10
KİBELE 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Kad›nlar 4+4+4’e karfl› neden mücadele etmeli? +4+4 eğitim modeli ile ilgili pek çok yazı yazıldı. Ama yine de bu eğitim modeli ile kadınları bekleyen saldırıları tekrar hatırlamakta, neye karşı, neden ve nasıl mücadele edeceğimizi bilmekte yarar var diye düşünüyorum. 1. 4+4+4 kadınların eğitim hakkının gaspıdır. Dünya Bankası projesi olan 4+4+4 özel okul teşvikini arttırdı. 15 bin liradan başlayan özel okul fiyatlarını kimsenin ödeyecek hali yok. Başbakan çocuk sayısını 5’e çıkarmayı, kürtajı lanetleyerek her çocuğun doğması gerektiğini söylerken bu çocuklara nasıl bakılacağını elbette umursamıyor. Eğitim paralılaştırılması her zaman önce kız çocuklarının eğitimden mahrum kalması demektir. Devlet okullarının azaltıldığı, İmam Hatip ve meslek lisesinin tek seçenek haline geldiği bu eğitim sisteminde özellikle yoksul aileler için zorunlu bir seçenek de kız çocuklarını okula göndermemek. 2. 4+4+4 modeli, Başbakan’ın “kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” zihniyetinin ürünüdür. Müfredata alınan ve birinci sınıfta verilmeye başlanacak olan “Ahlak ve değerler eğitimi” ile ayrımcılık küçük yaşlarda öğretilecek. Okullarda etek boyuna karışmaktan kız ve Asiye erkek öğrencilerin arasına 45 Çil cm mesafe koymaya kadar varan uygulamalara uymayana niniel-87@ “ahlaksız” damgasını hotmail.com yapıştıranlar kime, hangi ahlakı öğretecekler? Zorunlu olacağı belli dini içerikli seçmeli derslerde kız öğrencilerin başını kapatmasını serbest bıraktılar. Peki, kapatmayana ne diyecekler “kendi ahlaklarına” göre? Sözde kadınlar için çalışan Fatma Şahin’in bir cami açılışında söylediği “cami ve okulu barıştırmalıyız” lafı, her okulun imamhatipleştirilme atağının destekçisi olduğunu gösteriyor. Çocukların kısıtlı oyun alanlarından sonra ilk sosyalleştiği ortamlar olan okullarda kız ve erkek çocuklara eşit olmadıkları öğretilecek. Bu yasa ile eğitim alanında yaygınlaşan ve derinleşen gericilik, ayrımcılık ve cinsiyetçilik toplumsal yaşamın her alanına (ev, iş, sokak hatta adalet önünde tecavüzcülere, kadın katillerine yapılan indirim) sirayet edecektir. 3. 4+4+4 köle yaratacak. Sekizinci sınıftan sonra açık öğretim uygulamasıyla örgün eğitimin dışına atılan kız çocukları; evde yaşlı, hasta, çocuk bakımı görevlerini üstlenerek, ev işlerini yaparak toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretecek. Annelerinin de yaptığı gibi parça başı işlerde ucuza çalışarak esnek ve güvencesiz çalıştırmanın her türlü biçimiyle karşı karşıya kalacaklar. DİSK-AR’ın TÜİK verilerine göre yaptığı değerlendirmede 2008 mayıs döneminden sonra kayıt dışı çalışma oranı erkekler için 198 bin azalırken kadınlar için 678 bin artmış durumda. 4. 4+4+4 çocuk gelinler yaratacak. Lisede evlilik, emzirme odası gibi önerilerle AKP, “bu toplumda sadece anne olarak kabul ediyorum ve senin bu toplumdaki yegâne görevin anneliktir” mesajını veriyor. Okutulmayan kız çocuklarına bırakılan bir zorunlu seçenek de her gün çoğalan çocuk gelinler sayısının katlanarak artması olacak. 5. 4+4+4 neoliberal-gerici sistemi ayakta tutmak için var. Kadınlar kendilerini yukarıda saydığım gibi yaşamaya mecbur bırakan sistemin de yeniden üretimini sağlayacak. AKP’nin istediği gibi eğitim alan kız çocukları edindikleri bilgi birikimini(!) yeni nesillere (çocuklarına) aktararak AKP ideolojisinin yeniden üretimini sağlayacak. Bugün bu korkunç tablo karşısında eğitim hakkı mücadelesini verenlere baktığımızda kadınlar hem militanlıklarıyla hem de kararlılıklarıyla öne çıkıyorlar. Çocukları için 4+4+4’ü durdurmak isteyen kadınlar işte tam da bu nedenlerden dolayı kendileri için de harekete geçiyor. Kadınlar eşit ve özgür bir yaşam içim 4+4+4’ü durdurmaya sokağa!
4
AKP’nin yasaları öldürüyor
H
alkevci Kadınlar, TBMM’de kabul edilen yasayla sezaryene sınırlandırma getirilmesini 10 Ağustos’ta Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklamasıyla protesto etti. Basın açıklamasını yapan Sema Tirifi, meclis kapanmadan önce çıkarılan yasayla normal doğumun dayatıldığını; hastanelerin, hekimlerin, gebelerin ve ailelerinin baskı altında kaldığını söyledi. İki hafta içerisinde normal doğum ısrarı nedeniyle iki bebeğin ve bir kadının hayatını yitirdiğini hatırlatan Tirifi, bu kayıpların ilerde ne tür acı kayıplarla karşılaşılacağının bir göstergesi olduğuna dikkat çekti. Sağlığın piyasalaştırılmasıyla birinci basamak sağlık hizmetlerinin yok edildiğini ve kadınların iradesine ve yaşamlarına ipotek koyulduğunu ifade eden Tirifi, “Karar tıpkı kürtajda olduğu gibi kadınların olmalı ve hekimler baskı altına alınmamalıdır” dedi.
Taşeron işçiye süt izni yok K
adınların çalışabilmesi için kreş yardımı yapılacağını söyleyen Fatma Şahin’e bağlı kurumlarda çalışan kadın işçiler, süt ve doğum izni kullandığı için işten çıkarılıyor
TÜRKAN KARAKUfi
“Sabah kalkıp işe gider gibi kuruma gittim ve toplantıya katıldım. Toplantıya katılan bir beyefendi adını bile söylemeden, kendini tanıtmadan ismimi okudu ve ‘Seninle çalışmak istemiyorum, çıkabilirsiniz’ dedi. Neye uğradığımı şaşırdım”. Bu sözler İstanbul’da Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda (SHÇEK) çalışırken işten çıkarılan taşeron işçi Serpil Uçak’a ait. Serpil SHÇEK’te çalışan binden fazla kadın işçiden biri. Serpil, üç yıldır İstanbul Esenyurt Çocuk Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde çalışıyordu. Anlattığına göre üç yıl boyunca işyeriyle ilgili hiçbir sorun yaşamamıştı; “ta ki doğum izninden dönene kadar.” İzin dönüşünde yasal süt izni hakkını kullanan Serpil, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Önce çalışma yerim, sonra çalışma saatlerim değiştirildi. İzin günlerim değiştirilmek istendi. Personel şefi olarak çalıştırılmama rağmen ara ara çay ocağında çalıştırıldım, temizlik yaptım. Temizlik bölümüne geçebileceğim konusunda da hep alttan alta tehdit edildim. Sürekli bir sorunla, baskı uyguladılar.” Baskıların nedeni ilerleyen günlerde açığa çıkmıştı. Şirket, Serpil Uçak’ın öğle tatili sonrasında kullandığı süt iznini sorun etti ve süt iznini yemek saatinde kullanmasını istedi. Serpil, çok geçmeden ihaleyi
Devrimci Sa¤l›k-‹fl üyeleri 13 A¤ustos’ta Serpil Uçak’›n iflten at›lmas›n› Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlü¤ü önünde protesto etti. Eyleme do¤um iznine bir hafta kala iflten ç›kar›lan Aysel Polat da çocuklar›yla birlikte destek verdi. alan taşeron firmanın değiştiğini ve yeni firmanın işine son verdiğini söyledi. KADINLARIN HAKLARI YOK SAYILIYOR Serpil, güvencesizliğin iki kat etkilediği kadın işçilerden sadece biri. Taşeron işçilerin yıllarca aynı işyerinde çalıştıkları halde ihaleler ve girdi çıktı yolu ile izin hakları,
tazminat hakları kısıtlanıyor. İhale değişiklikleri bahane edilerek, hatta bazen hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılabiliyorlar. Kadın işçilerin doğum iznine çıkması, süt iznini kullanması “suç”muş gibi gösteriliyor. Bu nedenle birçok kadın işçi işini kaybetme korkusuyla yasal haklarını kullanamıyor. Hakkını kullanmak isteyenler ise Serpil Uçak’ın
Kadınlar işsiz, güvencesiz Türkiye Devrimci ‹flçi Sendikalar› Konfederasyonu Araflt›rma Enstitüsü’nün (D‹SK-AR) Türkiye ‹statistik Kurumu (TÜ‹K) verilerinden yola ç›karak yapt›¤› de¤erlendirmeye göre hükümetin istihdam stratejisinin en olumsuz etkiledi¤i kesimler kad›nlar ve gençler. D‹SK-AR’›n de¤erlendirmesinde Türkiye’de çal›flma ça¤›ndaki her iki kifliden birinin çal›flmad›¤›n›n, ev içi emek iflgücü piyasas› d›fl› say›ld›¤› için Türkiye’de iflsizli¤in oldu¤undan da düflük gösterildi¤inin alt› çizil-
di. ‹flgücüne kat›l›m oran›n›n kad›nlar için yüzde 30.2 düzeyinde oldu¤unun belirtildi¤i raporda lise ve üzeri e¤itime sahip kad›nlar›n erkeklere göre 2 kat daha fazla iflsizlik gerçe¤i ile yüzleflti¤ine dikkat çekiliyor. Kay›td›fl› çal›flmada da kad›nlar›n durumu daha kötü. D‹SK-AR’›n de¤erlendirmesindeki rakamlara göre 2008 May›s döneminden sonra erkekler için kay›td›fl› çal›flma 198 bin azal›rken kad›nlar için 678 bin artm›fl durumda.
kaderini paylaşıyor. Bir yıl önce Ağaçlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde çalışan Dev Sağlık-İş üyesi Aysel Polat da doğum iznine bir hafta kala verimliliği düştüğü gerekçesiyle işten atıldı. Aysel, sürekli düşük yapma tehlikesi olduğundan raporu olmasına rağmen, performansı düşük bulunduğu için işten çıkarıldı. Yine İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde taşeron şirkette veri giriş personeli olarak çalışan Sevtap Coşkun da benzer uygulamalarla karşılaşmıştı. Dev Sağlık-İş üyesi Sevtap, kızını kurumun kreşine vermek istemiş ancak talebi taşeron şirket çalışanı olduğu için kabul edilmemişti. Dev Sağlıkİş üyesi kadınlarla yürüttüğü mücadele sayesinde, hastane kreşi Sevtap’ın kızını kabul etmek zorunda kalmıştı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin kadınların çalışma hayatına katılması için ellerinden
geleni yaptığını söylemişti. Şahin, asgari ücretle çalışmak zorunda kalan pek çok kadınının kreş parasını ödeyemediğini belirterek “Bu durumda, kocası ‘elinde para kalmıyor, işi bırak’ diyor. Kadın da çaresiz işten ayrılıyor” demişti. Fakat bizzat Fatma Şahin’e bağlı bir kurumda çalışan kadın emekçiler yasal haklarını kullanmakta ısrar ettiği anda işten çıkarılıyor. Bu uygulama kadınların çalışma hayatına katılması talebinin ancak güvenceli çalışma talebi ile birlikte anlamlı olduğunu gösteriyor. Çünkü taşeron, esnek, parça başı, yarı zamanlı çalışma biçimleri kadınların çalışma hayatına katılması; ama her an işsiz kalma tehdidiyle çalışması anlamına geliyor. Kadınların ev ve “aile”leri için harcadığı görünmeyen emeklerinin tanınması ve tüm güvencelerden yoksun biçimde itildikleri “iş gücü piyasası”nda varlıklarını sürdürmeleri için tüm kadınlara “sosyal güvence” talebi.
‘Külkedisi değil ev işçisiyiz’ E
v işlerinin iş yasası kapsamına alınması ve çalışma haklarının tanınmasını sağlayan “ev işçilerine insanca iş sözleşmesi” ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) tarafından kabul edildi. Sözleşmenin yürürlüğe girmesi için üye ülkelerden iki tanesinin 12 ay içinde ILO C 189’u imzalaması gerekiyordu. Sözleşmeyi ilk kabul eden Uruguay ve Filipinler’de ev işçileri örgütlerinin kurduğu uluslararası dayanışma sayesinde Filipinler hükümetine baskı yapıldı. Filipinler Senatosu, 6 Ağustos'ta C189'u onayladı. Sözleşme, Temsilciler Meclisi'nde halen onaylanmayı bekliyor. “Ev İşçilerine İnsanca İş Sözleşmesi” 16 Haziran 2011’de ILO tarafından kabul edildikten sonra 16 Haziran’ın “Uluslararası Ev İşçileri Günü” olarak kutlanılmasına karar verildi.
‘C 189’DEN SOSYAL GÜVENCE ILO'nun 100. Uluslararası Çalışma Konferansı sırasında geçen 189 sayılı Sözleşmesi, potansiyel olarak her yerde ev işçilerinin haklarını destekleyecek önemli bir yasal araç. 189 Sayılı Sözleşme, ev işinin “iş” olarak kabul edilmesi anlamına geliyor ve ev işçileri sendikaları ve göçmen ev işçisi örgütlerinin
en çarpıcı taleplerini de içeriyor. Asgari ücret teminatı (11. Madde); örgütlenme özgürlüğü ve toplu sözleşme hakkı; çalışma saatlerinin sınırlanması; fazla mesaiye ücret hakkı, haftalık dinlenme ve ücretli yıllık izin (10. Madde); her tür kötü muamele, taciz ve şiddete karşı koruma (5. Madde); adil istihdam şartları ve insanca çalışma koşulları; çalıştığı yerde yaşamanın tercihe bağlı olması ve seyahat ve kimlik belgelerini üzerinde bulundurma hakkı (9. Madde) kabul edilen taleplerden bazıları. EMEKLER‹NE SAH‹P ÇIKAN KADINLAR Türkiye’de faaliyet yürüten İMECE Kadın Sendikası Girişimi, ev işçisi kadınların haklarının tanınması ve ILO C 189’un Türkiye’de tanınması için mücadele ediyor. Ev işçisi kadınların iş cinayetlerinde ardı ardına yaşamını kaybetmesi üzerine görülen davalar “iş kazası” kapsamında değerlendirilmiyor. İMECE taleplerini şöyle sıralandırıyor; “ev işçileri iş yasası kapsamına alınsın, mesleki standartlar tanımlansın, iş sağlığı ve iş güvenliği sağlansın, göçmen işçilerin çalışma şartları düzeltilsin, iş yerinde angaryaya, tacize, mobbinge karşı koruyucu tedbirler alınsın, işçi kiralama büroları kaldırılsın, cinsiyetçi iş bölümüne son verilsin.”
Eme¤i ‘görülmeyen’ ev iflçisi kad›nlar güvencesizli¤e karfl› ç›k›yor. 1 May›s’ta kendi talepleriyle alana ç›kan ‹MECE, ev eme¤inin Anayasa’da “toplum için de¤er üreten emek” olarak kabul edilmesi gerekti¤ini söylüyor.
‘Erkek yargı’ tecavüzcünün yanında K
adın katillerine haksız tahrik indirimi uygulayan, tecavüzcüleri serbest bırakan ‘erkek yargı’, son dönemde çocuğa yönelik tecavüz olaylarında da tartışılan kararlara imza atıyor. Yerel mahkemelerin verdiği cezaların temyize gitmesi üzerine kararı tekrar gözden geçiren Yargıtay, verdiği her kararda tecavüzcü erkeklerin yanında olduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen ve 2009'da iki sanığın
Zonguldak’ta 18 yaşından küçük bir kıza cinsel saldırıda bulunmasıyla ilgili davada, mahkemenin “çocuğun nitelikli cinsel istismarına teşebbüs” kararını Yargıtay 14. Ceza Dairesi bozdu. Daire, sonuçlanmayan tecavüz girişiminde sanıkların “gönüllü vazgeçtiklerini” öne sürerek “çocuğun basit cinsel istismarı” suçundan yargılanmalarına karar verdi. İstanbul’da Down sendromlu 18 yaşındaki Ö.Ö Adli Tıp raporuna göre babası tarafından tecavüze uğradı ve hamile kaldı. Kartal 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan baba, 15 yıl hapisle cezalandırıldı. Aynı daire, Adli Tıp’tan alınan rapordaki “Mağdurenin kızlık zarının ince kenarlı olup
duhule müsait olmaması ve mağdurenin bakire olduğu” ifadelerini hatırlatarak “basit cinsel istismar var” deyip kararı bozdu, indirim istedi. Bartın’da iki kişinin tecavüzüne uğrayan 18 yaşından küçük kız çocuğu ile ilgili Adli Tıp’ın verdiği “ruh sağlığı bozulmuştur” raporuna dayanılarak verilen ceza da “hangi sanığın ruh sağlığını bozduğu belirtilmeli” denilerek bozuldu. Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nde hiçbir kadın üye bulunmuyor. Üyelerinin 3’ünün anayasa değişikliği ile yapısı değişen ve AKP’nin denetimine geçen HSYK tarafından seçildiği, 2’sinin ise uzun yıllardır Yargıtay’da görev yaptığı biliniyor.
‘Susmak onaylamaktır’
D
emokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) ‘Susmak, katliama ortak olmaktır’ çağrısıyla Şemdinli’ye giderek dayanışma eylemi düzenledi. Şemdinli’ye doğru yola çıkan ve bir gece Van’da kaldıktan sonra Şemdinli’ye ulaşan kadınlar, boşaltılan köylere ziyarette bulundu. Şemdinli’de DÖKH bileşenleri adına basın açıklaması yapan kadınlar "Kadın, çocuk demeden gereğinin yapıldığı bu ülkede, militarizmin Şemdinli'yi, Şemdinli halkını gün be gün katletmesine geçit vermeyeceğiz. Barışı dilinden düşürmeyen kadınlar olarak, bugün de tarihsel sorumluluğumuzdan vazgeçmeyeceğiz” dedi.
11
YÜZ YÜZE 23 Ağustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Yarının sınıfı bugünün okulunda
Enerji Sen üyesi enerji işçilerinin İstanbul ve Adana’daki direnişleri sürüyor. BEDAŞ direnişinin 93’üncü gününde BEDAŞ Genel Müdürlüğü önündeki direniş çadırına konuk olduk. EnerjiSen Genel Başkanı Kamil Kartal ve çadırdaki Enerji-Sen üyeleriyle direniş üzerine sohbet ettik. Kartal, BEDAŞ direnişinin eksilerini ve artılarını değerlendirirken Türki-
ye’deki diğer işçi direnişleri ile ilgili de değerlendirmelerde bulundu: Yeni bir işçi sınıfı hareketinin yarını, bugünün “okulları” olan direniş çadırlarında oluşuyor. Adana’daki Toroslar Elektrik Dağıtım AŞ direnişi de 5 Mart’tan beri sürüyor. Adana’daki işçilere bu sefer “Usulsüz kesme işlemleri” konusunda mikrofonu uzattık ve usulsüzlüğün altından taşeron sistemi çıktı.
ENERJ‹ SEN ÜYES‹ ENERJ‹ ‹fiÇ‹LER‹ ‹STANBUL VE ADANA’DA D‹REN‹fi OKULUNDA
Öğrenmeye ve öğretmeye devam
B
izim örgütlendiğimiz alan özelleştirme süreci içinde olan ve sermayenin doğrudan müdahale ettiği bir alan, burada bir sınıf mücadelesi zorunlu
BEDAŞ direnişini ve son dönem gerçekleştirilen işçi direnişlerini değerlendirebilir misiniz? Kamil Kartal: Parçalı ufak direnişler aslında devasa nicel kitle içinde büyük bir topluluk oluşturmuyor. Ancak nitel olarak yeni deneyimlerin oluşturulmasının önünü açıyor. Zaman zaman sınıf mücadelesinde kısmi, lokal düzeyde girişimler oluyor ama çoğu başarısızlıkla sonuçlanıyor. Bu girişimler sendikal biçimde yapıldığında kalıcı kazanımlar elde edilebiliyor. Bana göre bugün en etkili araç sendikadır. Bu tür lokal direnişleri çoğaltmak lazım. Önümüzdeki dönemde bu tür mücadelelerin ortaklaştırıldığı yeni bir süreci inşa etmek gerektiğini düşünüyoruz. Biz zaman zaman ortaklaştırmayı denedik ama engeller var. Mesela sendikal yapıların kendi varlıklarını koruma yönünde refleks göstermeleri, işçilerin ortak mücadelenin gerekliliğinin farkına varmaması gibi... Bizim örgütlendiğimiz alan özelleştirme süreci içinde olan ve sermayenin doğrudan müdahale ettiği bir alan. Türkiye, elektrik enerjisi açısından bir üretim merkezine dönüştürülecek. Burada kurulacak santraller sadece Türkiye’nin değil bölgedeki sermayenin ihtiyaçlarına yönelik de üretim yapacak. Burada bir sınıf mücadelesi zorunlu. Bunu ifade ettiğin anda devletle karşı karşıya geliyorsun. BEDAŞ bunu açıkça gösteriyor. Bu direnişin ilk günlerinde AKP iktidarının, Tes-İş vasıtasıyla işçilere yaptığı baskıları hep gördük. İşçilere baskılar yaparak direnişi engellemeye çalıştılar. Bunun dışında devlet kendi koyduğu kuralları çiğniyor. İşçilerin lehine gibi gözüken yasaların bile işçileri bezdirmek doğrultusunda kullanıldığını gördük. Örnek olarak direnişe sebep olan şey yasanın 34’üncü maddesine güvenmek. O maddeye göre, işçilerin ücretleri ödenmediği zaman çalışmama hakları var, işten atılamazlar; atılıyor. Bu işçilerin yaptığı işi başkalarına yaptıramazlar; yapılıyor… Hukuksuzluğu devlet tespit ediyor ve yine devlet bu hukuksuzluğu uygulamakta ısrar ediyor. Direnişte komite, konsey gibi araçlar işlevli mi? Komitelerimiz var. Direnişin 80’inci gününde farklı anlayışlar ortaya çıkınca biz de komiteleri genişletme kararı aldık. En az 15 komisyon oluşturduk. Bu komisyonların temsil edildiği bir meclis oluşturduk. Daha fazla arkadaşımızı daha iyi işlevlendirmek için bunu yaptık. Bu meclis de direniş meclisi aslında. Bu meclis, bilgiyi, kararları ortaklaştırıyor, diğer direnişlerle birlikte hareket edilmesi konusunda çaba sarf ediyor. Yani meclis, iaşeden ekonomik sorunların çözümüne, eylemlerin organizasyonundan katılımın artırılmasına kadar hepsinden sorumlu. NÖBETLEŞE DİRENİŞ, NÖBETLEŞE ÇALIŞMA Direnişiniz sürecinde kuşkusuz geçmişten gelen bir birikim mevcut ama yeni karşılaştığınız durumlar oldu mu? Ne gibi olumsuzluklarla karşılaştınız?
K
omisyonlar ve komisyonların temsil edildiği bir meclis oluşturduk. Bu meclis, direniş meclisi ve her şey bu mecliste belirleniyor sinde kaldı. Ne kemer, ne baret ne eldiven, ne çizme... Hiçbir şeyi yok. Yani “git direk tepesinde trafolarda öl” diyorlar.
Kamil Kartal Bizim için her direniş bir okuldur. Öğrenmeye ve öğretmeye devam ediyoruz. Olumsuzlukların nedenlerini değerlendirme fırsatı veriyor, dolayısıyla yeni deneyimler oluşuyor. Sendikayla yeni tanışmış, 114 arkadaşımızla yürütüyoruz bu direnişi. Bu direniş, işçilerin nasıl bir sendikaya geldiklerini görmelerini sağlayan, kararların nasıl ortaklaştırıldığını ve nasıl hayata geçirildiğini gördükleri bir direniş oldu. Kendileri de değiştiler. Sendikal kadrolar işçilere düzgün öncülük yaptıklarında direnişteki işçilerin kazanma inançları ve beklentileri giderek içselleşiyor, bu durum direnişin niteliğini değiştirebiliyor. Daha önceki direnişler 20-30 gün sürmüş ve bu denli ekonomik sıkıntı yaşamamıştık. Uzun süren direnişlerin ekonomik olarak ortaya çıkardığı sıkıntılar var. İnsanların evlerine ekmek götürmesi gerekiyor. Biz şimdilik geçici çözümler buluyoruz. Ama nöbet sistemini iyi oturttuk. O sistem iyi çalışıyor. Nöbetin dışında kalanlar mahallelerdeki okutmama eylemlerine (İşten çıkarılanların yerine yasadışı şekilde alınan işçilerin sayaç okumalarını engelleme eylemleri) destek sağlıyor ve geçici işlerde çalışıyorlar.
Güvenceli iş mücadelesi, iş kazalarına karşı mücadele etmeden olmaz. Çünkü, sen yaşamak için çalışıyorsun ama çalışırken ölüyorsun Bunları yaparken nöbetlerini tutuyor, Cuma eylemlerine katılıyorlar. Ekonomik olarak bir dayanışma gecesi yaptık. Oradan gelen paranın yüzde 60’ı işçilere dağıtılırken yüzde 40’ı da direnişin ihtiyaçlarına harcandı. Bütün işçi direnişlerde bir enerji işçisini görmek mümkün. Bu eylemlere katılmanın bir karşılığı oluyor mu?
Yok ama bizim tarihsel bir görevimiz var. Onlar da çalışma ilişkilerindeki sıkıntılara müdahale ettiği için atılmış arkadaşlarımız. Biz onlarla aynı sorunu yaşıyoruz. O yüzden tüm imkanlarımızı sonuna kadar kullanıyoruz. Güney Afrika’da biliyorsunuz maden işçilerine bir saldırı oldu. 34 işçi katledildi. Bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de buna gösterilen tepkinin ne derece sınırlı kaldığını gördük. Aynı şey bizim ülkemizde de yaşanabilir. Yani bizim ülkemizde de değişik biçimlerde yaşanıyor bu. Sadece temmuzda 112 işçi iş kazasında öldü. COSATU bir dönemler iktidar mücadelesi verirken var olan yöntemlerinden vazgeçmeseydi bu cinayet gündeme gelmezdi. Orada da gelenekselleşmiş sendikal yapılara karşı yeni bir sendikal hareketin arayışları içinde olunmasının sonucu bu katliam yaşanıyor. Oradaki maden işçilerinin sendikasını tasfiye etmeye yönelik bir davranış ve terörle kesmeye çalışıyor. Bizde de terör uygulanıyor işten atıyor, iş kazalarında ölüyor arkadaşlarımız. Dün Batman’da işçi direğin tepe-
Adana’daki TEDAŞ işgali de iş kazalarına karşı gösterilen önemli bir tepki oldu… Sonuçta güvencesizleştirmeye karşı mücadeleyi, iş kazalarına karşı mücadele etmeden veremezsin. Çünkü, sen yaşamak için çalışıyorsun ama çalışırken ölüyorsun. Sermaye insan hayatının devam etmesini sağlayacak araçları maliyet unsuru olarak görüyor. Bu yüzden insanca çalışma koşulları temel önemde. Sınıf mücadelesi sadece işçilerin ücretlerinin 50 lira ya da 60 lira olması mücadelesi değil. 70 lira da olur ama ertesi gün adam ölüyor, sakat kalıyor… Enerji, yüksek riskli işkoludur ve işverenler ısrarla önlem almıyor. Son üç ayda basına yansıyan enerji alanındaki iş kazalarına dair kurumlara yazılar yazdık, uyarılarda bulunduk. Bu kazalar, taşeronlaştırma ve özelleştirme sürecinin açığa çıkardığı sonuçlar. Yani taşerona karşı mücadele ediyorum diyenler iş kazalarına da karşı çıkmak zorunda. Örneğin Adana’daki iş kazası göz göre göre cinayet. Biz bunun için eylem yaptık. İşveren “Bunlar ölüyü bile kullanıyor” diyebiliyor. Biz de soruyoruz. “Bu insanların ölmemesi için sen ne yaptın!” İşçiler direnişe bir süre devam ettikten sonra başka işlere girme eğilimi gösteriyor bunu kırabiliyor musunuz? Buradaki temel şey gençleştirilmiş işçi kitlesiyle karşı karşıyayız. Bizdeki işçilere baktığımızda ortalama 25 yaşında tekniker, teknisyen ve mühendis arkadaşlardan oluşuyor. Bu arkadaşlar işten çıkarıldıklarında bir iş garantileri yok. İşyerinde kendilerini kalıcı olarak görmüyorlar. Doğal olarak şuna inanıyorlar: Taşeron şirketin yarın ihale süresi dolunca yeni gelen şirket bizi işten atacak Herkes geçici alanlar olarak görüyor buraları. Ve çeşitli arayışlara giriyorlar. KPSS’ye giriyorlar, beklentileri var. Daha iyi iş bulunca çalıştıkları kıdemlerini bile bırakabiliyorlar. Biz bu anlayışı örgütlendiğimiz yerlerde kırıyoruz. Örgütlendiğimiz yerlerde maaşlar zamanında ödeniyor. Tatil hakları var. Hafta sonu ve bayram ücretleri alınabiliyor, yemek ve yol paraları alınabiliyor. İşçiler çok fazla istirahat yani ücretsiz izin kullanıyorlardı, istirahatlar azaldı ve şimdi ücretli izinler olmaya başladı. Yasal süreleri yeni yeni kullandırtmaya başladık. Böyle olunca işyeri de sendika da sahipleniliyor.
Taşeron şirket işçiyi vurguna zorluyor Adana’da usulsüz elektrik kesme işlemi yapan bir enerji işçisinin görüntülerinin sosyal paylaşım sitelerinde görülmesi üzerine Adana’daki bir enerji işçisine mikrofonumuzu uzattık: Normalde elektrik kesme işlemi için 2 personelle aboneye gidilmesi gerekir. 220 volta dayanıklı eldiven, yan keski, pense, kontrol kalemi ve mühür pensesi olmalı. İhbarnamenin gittiği abonenin kapısı çalınıp faturasının gereken zaman içinde ödenmediğini ve kullanıma kapandığını söyleyip sayaçta işleme geçilir. Saat üzerindeki mühür sökülüp eve giden kablo sayaçtan sökülür. Sayaç kapağı kapatılıp personelin kendi mühür pensesi ile tekrardan mühürlenir. Çıkartılan kablo gözükecek şekilde fotoğraf makinesi ile kayıt altına alınır. Oysa personel, elindeki kabloyu sayaca takıp saat üzerindeki mühür gözükmeyecek şekilde fotoğrafını çekiyor. Neden böyle yapıyor? Çünkü 2 personelin yapması gereken günde 30 kesmedir, burada
günde 50 kesme yapmak zorunda bırakılıyorsun. Kesmeyi saat 14.00’a kadar yapacaksın sonra da açma işlemlerini yapacaksın. Yapılmayan her iş için TEDAŞ, taşeron şirkete ceza kesiyor. Bu ceza da bize maaş kesintisi olarak geliyor. Taşeron şirkete şikayet ediyorsun, “bu iş çok fazla” diyorsun. Bize yanıtı şu oluyor: “Bana abonenin ev elektriğinin kesik bir şekilde resmini çek, kayıt et ama nasıl yaparsan yap ve bu işleri yetiştir. Bir sürü taktiği var. Bilen arkadaşlarından öğren.” Aboneye ne zararı var? Elektriği kesik görünen abone ‘gelen eleman insaflı çıktı, kesmedi elektriği’ diye düşünüp elektriği kullanmaya devam ederken bir sonraki fatura yazma ekipleri sayacı okuduğunda “abone borçlu enerji kesik” yazısını görür ve kuruma bildirir. Kurum da abone hakkında kaçak kullanım nedeniyle 2.500 lira ceza kesebilir. Abone “elektriği kesmediler” dediğinde o kablo ile yapılmış işlemin fotoğrafını arşivden çıkartıp aboneye gösterirler ve abone hiçbir şey iddia edemez.
‘Birlikteliği öğrendik’ Murat Solmaz: İstanbul Güngören sayaç okuma temsilcisiyim. 8 senedir BEDAŞ’ta çalışıyorum. Taşeronlaşma var. Onun problemleri var: Ücret kesintileri, yoğun iş. Eksik elemanla çalışma gibi ciddi sorunlar vardı. Maaşlarımızı vermiyorlardı. Bu artık son noktaya geldi. Kendi aramızda konuşuyorduk. Kredi kartı borcu olan arkadaşlarımız sıkıntı yaşamaya başladı. İşveren bizden gasp ettiği paralarla repo yaparken bize vermediği maaşlar yüzünden biz borçlanıyoruz ve daha fazla sıkıntı yapıyoruz. Bizdeki düşünce buydu. Enerji-Sen bize sahip çıktı. İlk başta kesmeci arkadaşlar Enerji-Sen’e üye olmuştu biz onlardan duyduk. Arkadaşlarımızın üye olma isteğini duyunca biz de sürecin hızlanması gerekir diye düşündük ve sendikaya üye olduk. Sendikaya üye olunca artık işçiler tek başına hareket etmedik birlikte hareket etmeye başladık. Maaşlarımız yatmayınca hep beraber karar aldık ve direnişe geçtik. Sendika yöneticilerimiz, işyeri temsilcilerimiz hep birlikte hareket ettik. Sendikayla tanıştığımız gün bize sendika anlatılmıştı ve tam da anlatıldığı gibi olduğunu görüyoruz.
Her cuma BEDAŞ zorda Ahmet Çakır: Biz mutlaka karar alırken işçilerin kanılarının ortalamasını tutturmak zorundayız. İki defa müdahalemiz oldu bu süreçte. Birincisi işçilerin mağdur olacağı bir dönemde eyleme geçmedik. Maaşların yatırılması gereken günün üzerinden 21 gün geçmeden işçilerin direnişe başlamasını engelledik ve bunun yararını görmekteyiz. O dönem eleştirildik “Eylemden korkuyorlar” şeklinde. İkincisi sendika üyemiz olsun olmasın tüm işçilerin zorla çalıştırılmasını engelledik. Bu, bir hafta sürdü. Ülkücü faşistlerin ve polisin saldırılarına uğradık. İlk zamanlarda sesimizi duyurmakta zorlandık ama 15-16 Haziran eylemleri ve Boğaz Köprüsü eylemi sesimizin duyulmasını sağladı. Sesimiz ülke düzeyinde duyuldu ama işveren karşısında avantajlı hale geçmedik. Cuma eylemlerimiz ise işveren üzerinde daha büyük baskı sağlıyor, her hafta 200 -300 işçinin BEDAŞ’ın önüne gelmesi ve bir o kadar çevik kuvvetin o bölgeye gelmesi işvereni daha çok zora sokuyor. Sonuçta yaptığımız her şey meşru.
12
DOSYA 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
‘A rkasında ... var’ AKP, Kürt politikası iflas eden rıldı. kirli savaşın klişelerine sa sık 30 yıllık savaş boyunca sık ğa alı tekrarlanan söylemler ort ında saçılıverdi: “PKK’nin arkas ABD var”, “Son PKK ad saldırılarının arkasında Es on sy var”, “Bir sınır ötesi opera izin her şeyi çözer ama ABD k yü vermiyor”, “Hedefleri Bü eri Kürdistan”, “Tüm istedikl r”. oldu, daha ne istiyorla “Demokrasinin gelişmesini hazmedemiyorlar”…
Kürt sorununda otuz yıllık klişeler 16 Aralık 2007: “PKK’nin Kandil’deki ana karagahı yerle bir edildi. PKK’nin lojistik altyapısı bir gecede yok edilirken, Türk Hava Kuvvetleri dünyaya gövde gösterisi yaptı”
PKK’nin arkasına sürekli bir güç koyma alışkanlığı da 30 yıldır sürüyor; tıpkı binlerce Kürt siyasetçi hapisteyken “her şeyleri verildi daha ne istiyorlar” söylemi gibi
‘Sınırötesi çözüm’ K
Çözüm yoksa bahane ‘dış mihrak’ ALP TEK‹N BABAÇ
K
ürt politikası iflas eden AKP, Kürt savaşının 30 yıllık klişelerini kullanmaya başlarken medya vasıtasıyla benzer söylemler yaygınlaştırıldı. Türkiye’deki egemenler PKK’nin arkasına her dönem belli bir gücü koyarak çözümsüzlük söylemi olan “kökü dışarıda” yeniden ve yeniden üretildi. Temmuz ağustos döneminde Türkiye’nin Suriye ile gerilimi de PYD’nin Esad’ın çekildiği bölgelerde kontrolü ele geçirmesiyle hat safhaya çıktı. CHP, artan PKK eylemlerinin ve asker cenazelerinin üzerine milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasının ardından AKP’nin TBMM’yi acil toplantıya çağırması gerektiğini söyledi. CHP’nin çağrısına itibar etmeyen AKP, Suriye cephesinde PYD’nin kontrolü ele geçirmesinden ve Şemdinli’deki PKK eylemlerinin ardından hegemonyasını tesis etmek için Kürt savaşında kullanılan beylik yalanlara sarıldı.
‘ARKASINDA ESAD VAR’ İlk ortaya atılan yalan “Son PKK saldırısının arkasında Esad var” oldu. 5 Ağustos günü AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik Hürriyet’e yaptığı açıklamada son PKK saldırılarının arksındaki güç olarak Suriye lideri Esad’ı ve Esad rejimini işaret etti.
“Şemdinli’de günlerdir operasyon sürüyor. PKK’nın buraya yaptığı yığınak ve yönlendirdiği terörist sayısı çok fazla. Bu PKK’nın boyunu aşan bir iş. Suriye’nin kuzeyinde Esad’ın PKK’ya belli bölgeleri terk ettiğini biliyoruz. (...) Bugün Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler’in elde ettiği kazanımlarla, PKK’nın oralarda fiili yönetim ilan ettiği süreci birbirinden ayırmak gerekir. Çünkü PKK’ya fiili yönetim kurduğu alanlar, Esad tarafından verildi. Ve bugün Esad’ın PKK’ya silahla, para yardımında bulunduğunu açıkça biliyoruz. (…) Bir de hiçbir devleti doğrudan suçlamadan -ki delil olmadan suçla-
mak doğru olmaz- ama genel olarak PKK’nın, bölgede Türkiye’nin etkinliğinden rahatsız olan belli odakların kurduğu bir organizasyonun uygulayıcısı olarak hareket ettiğini görmek gerekir.” PKK’nin ilk eylemini yaptığı 15 Ağustos 1984’ten bu yana gerçekleştirilen büyük PKK baskınları sonrasında bu açıklamaya her seferinde başvuruldu. 6 Nisan 1988 tarihli Milliyet gazetesinde Dışişleri’nden bir yetkiliye dayandırılan habere göre SSCB, Yunanistan, Bulgaristan, Suriye ve İran PKK’ye destek veren devletlerdi. O dönemde İran ile Irak arasındaki savaşta devletin ABD tarafından
desteklenen Saddam rejimini düşman ilan etmemesi tesadüf olmasa gerek ya da Bulgaristan’daki Türklerin zulme uğradığını iddia eden, SSCB ve Yunanistan’la ezeli düşmanlığı bulunan devletin bu ülkeleri PKK’ye destek olmakla suçlaması. İran-Irak savaşı sona erdikten sonra 1991 yılında ABD Körfez harekatını gerçekleştirdi ve Irak’ı işgal etti. 4 sene önce ABD’nin İran rejimine karşı desteklediği Saddam ABD’nin düşmanı olurken birden bire Türkiye’nin de düşmanı oluverdi. Bu durumun bir sonucu olarak Irak, PKK’nin bir numaralı destekçisi ilan edildi. 4 Eylül 1992’de de İçişleri Bakanı İsmet Sezgin Kuzey Irak’ı hedef gös-
teriyordu. 5 Eylül 1992 günü Milliyet’te yayımlanan Orgeneral Doğan Güreş röportajından bir spot: “Saddam rejimi PKK’ya destek veriyor.” 1996’ya gelindiğinde bu sefer devlet Şam’a işaret ediyordu. Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Deniz Baykal 8 Ocak 1996 tarihinde “Terörün üssü Şam’da” derken ocak ayının son günlerinde yaşanan Kardak Krizi sonrasında ibre birden Yunanistan’a dönüyordu. 19 Temmuz 1997’de Gülyazı Karakolu’na gerçekleştirilen saldırıdan sonra PKK’liler İran’a kaçınca “PKK’nin son saldırısına destek veren devlet” İran oluveriyordu.
‘PKK’nin arkasında ABD var’
Hükümetler, Kürt sorunun bildikleri savafl yöntemiyle çözemeyince s›¤›nd›klar› söylem genelde, “PKK’nin arkas›nda ABD var” oldu. Oysa ABD’nin terör örgütleri listesine göz at›ld›¤›nda ilk s›ralarda PKK’nin oldu¤u görülür. Öte yandan PKK’nin ABD’den silah ald›¤›na dair herhangi bir bulguya rastlanmazken Türkiye’nin ABD ile olan “dostlu¤u” PKK’den de önceye dayan›yor. TSK’nin hemen hemen tüm araçlar› ABD taraf›ndan sa¤lan›yor. Yak›n zamanda Suriye ile TSK’yi karfl›laflt›ran Zaman gazetesinin yapt›¤› döküm de TSK’nin silah konusunda ABD’ye ba¤›ml›l›¤›n› gözler önüne sermiflti. Zaman’›n haberinden: TSK, orta menzilli hava
savunma ihtiyac›n› da Amerikan I-Hawk füze sistemleri ile karfl›l›yor. 16 milyar dolar karfl›l›¤›nda ABD'den al›nacak 5. nesil savafl uça¤› olan 100 F-35'ün teslimat›na ise 2015'te bafllanacak. Ülkemizdeki nükleer B61 tipi bombalar›n say›s›n›n 60-70 civar›nda oldu¤u ve ‹ncirlik'teki ABD hava üssünde bulundu¤u iddia ediliyor. 50 bomban›n tafl›nabilmesi için ABD savafl uça¤› gerekiyor. Taktik Füze Sistemi, Amerikan Lockheed Martin taraf›ndan üretiliyor. PKK’nin arkas›nda ABD’nin oldu¤unu belirten hükümet yetkililerinin ABD ile yapt›klar› görüflmelerde
ABD’ye bir defa olsun “PKK’ye neden destek veriyorsunuz?” dedikleri duyulmad›. Aksine, PKK’ye karfl› ortak mücadele etmenin önemi hakk›nda konufltuklar›n› aktard›lar. 20 Haziran 2012’deki G20 toplant›s›nda ABD Baflkan› Obama ile bir araya gelen Baflbakan Erdo¤an insans›z hava arac› Predatörleri gündeme getirirken, Obama "PKK ile mücadelede ülkem sizinle birlikte" dedi. 5 Kas›m 2007’de gerçeklefltirilen Bush-Erdo¤an görüflmesi sonras›nda Bush kamuoyuna ve bas›na flunu söyledi; “PKK bizim (ABD’nin) Türkiye'nin, Irak'›n her üç ülkenin düflman›d›r. Biz bu düflmana karfl› ortak hareket edece¤iz.”
30 yıldır geçilemeyen demokrasi “…Terörist saldırı, Türkiye’de demokrasiye geçildiği sırada baskı yapılmasını isteyerek bunu ülke aleyhinde kullanmak istemeleridir” Özetle, “teröristler demokrasiyi hazmedemiyor.” Bu cümlenin kurulduğu tarih, 26 Ağustos 1984. Yukarıdaki sözlere “İyi yerlere birçok Kürt geldi” ya da “Her şey verildi daha ne istiyorlar?” söylemleri eşlik ediyor. Yazın römorklarda veya kamyon kasalarında taşınan mevsimlik tarım işçilerinin cenazelerinin kaldırıldığı kentler Kürt illeriyken bu cümleler kurulabiliyor. ‘90’lı yıllarda sürekli tekrarlanan bir diğer söylemse Turgut Özal’ın Kürt olduğu belirtilerek yapılan “Cumhurbaşkanı bile oluyorlar daha ne istiyorlar” idi. Oysa Özal, Kürt kimliğini hiçbir zaman savunmadı ya da bunun siyasetini hiçbir zaman yapmadı. Özal üzerinden üretilen “Daha ne istiyorlar” söylemi 2005’ten sonra değişik biçimlerde devam etti. TRT 6’nın açılması ve Fethullah Gülen-AKP denetimin-
deki özel Kürtçe derslerine olanak sağlanması, “sokaklarda Kürtçe konuşabiliyorlar, Kürtçe şarkılar çalınıyor, daha ne istiyorlar!” söyleminin yaygınlaşmasını sağladı. Kürtlerin Kürtçeyi bazı bölgelerde serbestçe konuşabilmeleri, Kürtlerin Kürtçe konuştuğu için lince maruz kalmaya, hapse atılmaya, öldürülmeye devam ettiği gerçeğini örtmüyor. Öte yandan Kürtlerin kurdukları siyasi partilerin sürekli kapatılması, yüzde 10’luk seçim barajı, 6 milletvekilinin hapiste olması, halkın oylarıyla seçilen 32 belediye başkanının ve yüzlerce Kürt siyasetçinin KCK adı altındaki operasyonlarla hapse atılması, poşu taktığı için ya da çakmak taşıdığı için “terör suçundan” hapse atılan binlerce Kürt’ün olması nasıl açıklanabilir? ‘HEDEFLER‹ BÜYÜK KÜRD‹STAN’ “Her şeyin verilmesine rağmen” süren savaşın egemen söyleme göre tek bir açıklaması var. “Hedefleri Büyük Kürdistan.” Son olarak Cumhuriyet yazarı Mustafa
Sönmez, bu iddiayı çürüten bir yazı kaleme aldı. “PKK’nin eylemleri ve yanlış algılar” başlıklı yazıda, CHP Milletvekili Hurşit Güneş’in ifadeleri eleştiriliyor. Güneş, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin Türkiye içinde bir siyasal hareketlilik yarattığını ve Kuzey Suriye’de Kürtlerin egemen olduğu bölgenin oluşumunun ABD tarafından tasarlandığı söylüyor; bu bölgelerin birleşerek Büyük Kürdistan olacağını ima ediyor. Sönmez ise şunları söylüyor: “…Suriye’de 3 milyon Kürt var ve en az 10 yıldır PYD örgütlenmesi altında, PKK’nin dayanışmasıyla, özerklik statüsü arayışındalar. Birden ortaya çıkmadılar ve herkes de biliyor ki Irak’taki oluşum da dahil hiçbir Kürt özgürlük çabası, emperyalizm tasarımı olarak başlamadı. Emperyalizm, işine geldiği her yerde bu tür mücadelelere yön vermeye, kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışır, o başka. Buna o özgürlük hareketlerinin izin verip vermemeleri de ayrıca başka meseledir. Bu önemli noktayı atlayanların beylik senaryosu ‘Büyük Kürdistan’dır.” Güneş’e göre bölgedeki temel sorun yeni bir siyasal tasarı olması. Sönmez ise
Do¤an Gürefl
Necdet Üru¤
Genelkurmay Baflkan› Necdet Üru¤: “Devlet eflk›yaya pabuç b›rakmayacak” (PKK’nin ilk eylemi olan Eruh bask›n›ndan 5 gün sonra 20 A¤ustos 1984’te söylendi) soruyor: “Nedir yeni tasarım? ‘Büyük Kürdistan’ projesi mi?” Kürt siyasetini TBMM’de temsil eden BDP’nin eşbaşkanı Gültan Kışanak, 9 Ağustos tarihli Akşam gazetesinde, şunları söylüyor: “Türkiye’deki Kürt örgütleri eskiden Bağımsız Birleşik Kürdistan istiyorlardı. Bugünse PKK ve PKK dışındaki Kürt örgütlerinin büyük çoğunluğu Bağımsız Birleşik Kürdistan istemiyor. Türkiye’deki Kürtler, dünyadaki gelişmelere, bölgesel konjonktüre bakarak demokratik haklar konusunda başka bir yolu tercih ettiler. Kimisi federasyon diyor, kimisi otonomi diyor, biz demokratik özerklik öneriyoruz. Açıkça, Kürtler birlikte yaşamayı tercih ettiler. Buna bir an önce artık el uzatılması lazım...”
ürt sorununda savaşta ısrarın sonuçları karşısında “Bir sınırötesi harekat her şeyi çözer ama ABD izin vermiyor” veya “AKP ordunun elini kolunu bağladı” söylemi yaygın bir şekilde kullanılıyor. TSK, 1984’ten bu yana 26 defa sınırötesi kara harekatı, yüzlerce sınır ötesi hava harekatı yaptı. Son harekat 2008’deki Aktütün baskınından sonra gerçekleşti. Hemen hemen her harekatta “PKK’nin beli kırıldı” denildi. TSK’nin Irak'ın kuzeyi ile mücavir alanlara gönderilmesi için hükümete 1 yıl süreyle izin verilmesini öngören Başbakanlık tezkeresi 19'a karşı 507 oyla TBMM Genel Kurulu'nda 17 Ekim 2007’de kabul edildi. Bu tezkere her sene TBMM’de oylandı ve bir yıl daha uzatıldı. Medya tezkerenin “ABD’ye rağmen” geçirildiğini iddia ettiyse de sınır ötesi harekatlarda ABD’den istihbarat alımı yapıldı; 2007’den itibaren ABD’den Predatör (casus uçak) alımı gündeme girdi.
BEL‹N‹ KIRDIK’IN YER‹N‹ TELS‹Z KONUfiMALARI ALDI PKK’ye yönelik operasyonların hemen ardından Kürt savaşında teknolojik gelişmenin de değişik kullanımlarını görmeye başladık. Özellikle son 2 yıldır her operasyonun ardından “Teröristlerin telsiz konuşmalarından çaresiz kaldıkları anlaşılıyor” ifadeleri sık sık haber yapıldı. 14 Aralık 2011 tarihli Vatan’ın haberinde PKK’lilere ait telsiz konuşmaları, örgütün panik içerisinde olduğunu, çözülmeleri önlemek için liderlerin baskı ve iftiraya başladığını yazdı: Fehman Hüseyin: "TC'ye teslim olacaklarına kendilerini imha etsinler. Şerefsiz bir gerilla gibi teslim olacaklarına. Zaten TC askeri teslim olanları da öldürecek." Kalgir: "Arkadaşlar burada aç. Teslim olmaktan başka yapacakları bir şey yok." CHP’li Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasından sonra Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Bugün gazetesi 16 Ağustos 2012 tarihli sayısında PKK’lilerin telsiz konuşmalarına yer verdi. Ancak bu konuşmalar gerillalar arası konuşmalardan çok Sakarya Fırat dizisinin repliklerini andırıyor: Munzur'dan Murat'a: Araç Tunceli Ovacık'a geldi, izliyoruz... Munzur'dan Celal'e: Foça'dan sonra sıra bizde. Talimat Kandil'den geldi. Bu son iş çok ses getirecek. Celal'den Munzur'a: Evet, planladığımız gibi Türkiye Cumhuriyeti hükümeti istifa etmek zorunda kalacak. Telsizlerde geçtiği iddia edilen konuşmalar, eski operasyonlar sonrasında yapılan “Örgütün belini kırdık” haberlerini aratmıyor. 16 Aralık 2007 NTV: Farklı üslerden havalanan F-16 ve F-4 2020'lerin PKK'nın Kandil'deki ana karargah ile üç kampını yerle bir etmesi dünyada büyük yankı uyandırdı. PKK'nın lojistik altyapısı bir gecede yok edilirken...” S‹LAHLA ÇÖZÜLMÜYOR Savaş politikası sınırötesi harekat, örgütün belini kırma sonrasında devam yine savaş döngüsü 28 yıldır sürüyor ve kesin olan birşey var: Çözümün silahla mümkün olmadığı
13
TARİH 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
HANN‹BAL, SEZAR VE BÜYÜK ‹SKENDER’DEN TAYY‹P’E DERSLER
Savaşın ötesini düşünmeyince Hasımlarına bakınca yalnızca alt edilmesi gereken düşmanlar görmek, bir savaşta sonuna kadar ısrar etmek, savaş meydanında elde edilen galibiyetin tek başına iktidarı güvence altına alabileceğini sanmak büyük yenilgilere davetiye çıkardı ir tarih dergisi “Eski Çağ’ın üç ölümsüz komutanından kusursuz liderlik dersleri” vermeyi neden tercih eder, hem de “günümüz dünyası için” diye vurgular? Savaşçı liderlere, övgüyle karışık uyarılar yollamanın daha ince bir yolu yoktur herhalde. Ağustos 2012 tarihli ‘NTV Tarih’ dergisi Antik Anadolu’nun üç dev savaşçısı Hannibal, Sezar ve İskender’i kapağına taşıdı. Yazı, Barry Strauss’un bu üç savaşçıyı konu alan “Savaşın Ustaları” adlı kitabının geçen ay ABD’de piyasaya çıkışı vesile edilerek yine Strauss’a hazırlatılmış. “Günümüz dünyası için” olduğu söylenen derslerin muhatabının kimler olduğunu anlamak pek de güç değil. “Antik dünyanın en ünlü üç komutanı, sadece asker değil, kiminle, niçin, ne zaman savaşılacağına karar veren birer liderdiler. Hırstan muhakeme gücüne, cüretten popülizme kadar ortak özellikleri liderlik tanımını oluşturuyor. En büyük hataları ise, savaşın ötesini düşünmemeleri oldu. İşte Eski Çağ’ın üç ölümsüz komutanından günümüz dünyası için liderlik dersleri.” Günümüz dünyasında, ötesini düşünmediği savaşlara girişen liderler kim acaba? Bunun yorumunu okura bırakarak, bu üç büyük komutanın öyküsünden çıkan derslere bakalım.
çekici. Belli ki yazar I. Körfez Savaşı ile birlikte bütün dünyaya diz çöktürdüğünü sanarken sistem içi ve sistem karşıtı hasımları karşısında bir hakimiyet krizine giren ABD emperyalizminin iç tartışmalarından fazla etkilenmiş. Ancak Antik Çağ’ın üç büyük komutanına ilişkin aktarımlar yine de bir evrenselliği barındırıyor. M.Ö. 336’da 20 yaşındayken tahta geçen İskender, dünyanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluğu olan Pers İmparatorluğu’nu ele geçirdi. Bugünkü Özbekistan ve Pakistan’dan Yunanistan ve Mısır’a kadar uzanan bir alanda egemenlik kurdu. Doğu macerasını Hindistan seferi ile sürdürmek isteyen İskender’in yolu savaşın uzamasından bıkan kendi ordusunun isyanıyla kesildi ve geri dönen İskender Babil’de öldü. Ölümünün ardından imparatorluğu dağıldı. İskender’in hatası, kendi egemenliğini dayandırdığı güçleri dahi ikna edemediği kadar savaşta ısrar etmesiydi.
FET‹HLER‹ SONLARI OLDU Strauss; İskender, Hannibal ve Sezar’ın üçünün de savaş anında bir kahraman olmakla birlikte peşinde koştukları yeni dünya düzenini nasıl sürekli kılıp elde tutacaklarını bilemediklerini yazıyor. Strauss’un yeni dünya düzeninin süreklilik sorununa dair tartışmasının ABD’li stratejistlerin tek kutuplu dünya tartışmalarıyla paralelliği dikkat
SAVAfiTA ZAFER, ABD’li tarihçi Strauss taraf›ndan bugüne dair dersler ç›karmak üzere yeniden ele al›nd›. Bu ç›kar›mlar ABD’deki d›fl politika de¤ifliklikleri ile de örtüflüyor YA SONRA? İspanya’da öldürüldü.” Fiilen ilk imparator madı. Hannibal yendiği insanları planı olmayan Hannibal’ın yenil- yerek Roma’ya ordusuyla birlikbabasının kurduğu imparatorolsa da monarşiye geçişi tamamyönetecek bir düzen kurmamıştı. gisi “kazandığı” savaşların te girdi ve böylece iç savaş luğun başına geçen Hannibal layamamıştı. Çünkü Sezar, İran Romalılar Hannibal’ı kendi ardında kendisini bekliyordu. başlamış oldu. İç savaşı Sezar (M.Ö. 247-183), Alp Dağları’nı seferi planlarıyla meşguldü. ülkesinde yendi. Hannibal Roma Cumhuriyeti’nde bir kazandı. Cumhuriyeti tamamen fillerle geçmek gibi inanılmaz bir Anadolu’ya kaçmak zorunda Strauss, Sezar’ın da İskender asker-yönetici olan Sezar (M.Ö. ortadan kaldırıp monarşi kurişi başardı ve defalarca karşı kaldı. Sığındığı imparatorlar 100-44) Galya’yı fethederek mak istiyordu. Strauss aktarıyor: gibi savaşı kazandığını ancak karşıya geldiği Roma güçlerini Roma’nın baskısına dayanaRoma topraklarını Atlas “Ömür Boyu Diktatör’ ilan edil- savaştan başka seçenek yendi. Roma o güne kadar düşünmeyerek barışı mayıp onu vermeyi kabul edince Okyanusu’na kadar genişlettikdi. Cumhuriyetin sonunun gördüğü en ağır yenilgiyi yaşadı kaybettiğini, temel hatasının da zehir içerek intihar etti. Alt ten sonra Senato tarafından geri geldiğini anlayan bir grup ancak Hannibal’ın peşini bıraktarafından Senato’nun önünde bu olduğunu savunuyor. ettiği rakibini yönetmek için bir çağrıldı. Ancak yasalarını çiğne-
AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
B
Soldan sa¤a ‹skender, Sezar, Hannibal. Afla¤›dan bu “ucubelere” bakan Erdo¤an’›n ö¤renece¤i çok fley var.
Büyük ‹skender, Hannibal ve Sezar... Yollar› Anadolu’dan da geçen ve bu topraklarda iz b›rakan çat›flmalara giriflen bu büyük komutanlar›n hayat öyküsü
Goebbels de marangoz hatası değildi İ
dris Naim Şahin’in ilk bakışta gaf gibi görünen ancak gayet ciddi olduğu anlaşılan açıklamaları sayesinde, Joseph Goebbels’in adını daha sık anar olduk. Hitler’in iktidara geldiği 1933’ten faşizmin yenilgiye uğradığı 1945’e kadar Alman Nazi partisinin Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı olarak görev yapan Goebbels, kitle propagandasının Büyük Yalan olarak bilinen tekniğini kullanmadaki ustalığıyla; Nazi karşıtları ve Yahudiler tarafından yazılmış tüm kitapları Berlin'de bir meydanda yaktırmasıyla nam salmıştı. Bütün yeteneğini işçi sınıfını sosyalistlerden ve komünistlerden koparmaya vakfeden Goebbels, ülkedeki bütün haber kaynakları üzerinde tam kontrol sağladı. Şahin de Goebbels’in izinde. “Ülkenin olağanüstü gündemi sadece çatışma alanı ile ilgili değildir, bu çatışma İstanbul’da kalemle devam ediyor, İstanbul’da kitapla devam ediyor” sözlerinin üzerinden çok geçmeden, kendisini eleştiren yazılar kaleme alan gazetecilere yönelik “Ağzına tıkarım o yazıları senin” çıkışıyla dikkatleri üzerine toplayan Şahin’in belki bereciksizce ama samimiyetle ortaya koyduğu niyetini Goebbels’in günlüklerine düştüğü şu notta görüyoruz: “Gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olsalardı, bu haberleri oku-
yarak gitgide gevşeyip çökebilirdi insanlar. Halkın bütün bunları öğrenmemesi ne iyi! Sahip olacağı kanaat hazır halde önüne konuyor.” Tanıl Bora, “Bayrak denizi... ve linç” başlıklı eski bir yazısında Goebbels’in günlüklerden aktarıyor: “Kitleler aklını yitirmiş bir sarhoşluk içinde. Böyle devam etmeli.” “Halk bu fanatizmden çıkamaz ve çıkamayacak.” “Entellektüelizm, her nevi propagandanın en feci düşmanıdır.” “Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkarı olmalıdır.” Linç eylemleri ile ilgili olarak “Gösterileri devam ettirtiyoruz. polisi geri çekiyoruz. Yahudiler milli öfkeyi hissetsinler bir bakalım(...) şimdi eylem sırası halkta.” Bora yazısını “Keşke salt bir kara mizah örneği olarak okuyabilseydik...” notuyla bitiriyor. Ali Bayramoğlu tarafından “Acaba bir marangoz hatası mı” sorusuna konu olan Şahin nasıl ki bir marangoz hatası değil ise Goebbels de bir kara mizah örneği değildi. Faşizmin kitle temelini oluşturmak için ihtiyaç duyduğu demagojiyi, yalanı, ırkçı-şoven söylemi gayet ustaca kullanmıştı. II. Dünya Savaşı’nın Alman faşizminin aleyhine döndüğü yıllarda propagandasının dozu yükseldi, topyekun savaş projesini uygulamaya koydu. Yenilgi kesinleşince intihar eden Hitler’den bir gün sonra 1 Mayıs 1945’te önce altı çocuğunu zehirleyerek öldürdü. Ardından önce karısını sonra da kendisini vurdu.
Strauss’un bu üç büyük komutanın serüveninden çıkardığı derslere bakalım: “Şok ve tedhiş bir askeri seferin başlangıcıdır ama sonu değildir. Savaş tarihi yanlışların tarihidir; iyi bir komutanın ayırt edici özelliği, yanlış yapmaktan nasıl kaçınması gerektiğini bilmek değil, bu yanlışlardan nasıl döneceğini bilmektir. Daha iyi bir orduya sahip olan taraf, düşmanını muharebe alanına sürüklemek için elinden geleni yapmalıdır, aksi takdirde iş yıpratma savaşına döner, bu da diğer tarafın gücünü artırır.” ABD’YE, AKP’YE DERSLER “Şok ve tedhiş” ABD’nin 2003’teki Irak işgalinin başlangıç operasyonuna verdiği addı. “Şok ve tedhiş”in savaşın sonu olmadığını yeni Irak siyasi sahnesinin ABD’yi batağa çeken bir gerilla savaşı sonucunda şekillendiğini, Afganistan’da ezici askeri zaferin yine Irak batağı gibi yıpratıcı ve uzun bir savaşa dönüştüğünü görüyoruz. ABD bu nedenle 2006’da strateji değiştirerek İskender’in, Sezar’ın, Hannibal’ın yenilgilerinin altında yatan hatalardan kaçınmaya çalıştı. Bu nedenle Suriye’de Irak senaryosunun tekrarlanmayacağını vurguluyor. Suriye’de kısa sürede rejimin devrileceği üzerinden hesap yaparak, kendini bir yıpratma savaşının içinde bulan; Kürt sorununda savaş halini süreklileştiren AKP’nin de bu tarihten alacağı dersler olsa gerek. Tarihten ders çıkartan ABD uzak durmaya çalıştığı bu yıpratıcı savaşlara, vekaleten girecek birilerini (taşeron diye de okunabilir) arıyor. AKP de bu vekilliğe soyunmuş görünüyor. AKP kurmaylarının iktidar hırsı ile körüklenen, uzayan, halkın giderek daha geniş kesimlerinin tepkisini çeken, arkasından ne geleceği belli olmayan bu savaşlar sıkıntılı bir gelecek vaat ediyor. Tarih öyle söylüyor…
Küçük ağları Tayyip ördü K
adıköy-Kartal metro hattının açılışında konuşan Tayyip Erdoğan, bu kez ucu doğrudan Mustafa Kemal Atatürk’e giden ilginç bir çıkış yaptı: “Biliyorsunuz 10. Yıl Marşı’nda geçer, demir ağlarla ördük falan... Neyi ördün hiçbir şeyi örmüş falan değilsin, ortada duranlar belliydi. Demir ağlarla şimdi Türkiye’yi biz örüyoruz.” Cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları için düzenlenen yarışmada seçilen Onuncu Yıl Marşı, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar tarafından yazıldı ve Cemal Reşit Rey tarafından 1933’te bestelendi. Marştaki “demir ağ” vurgusu eski bir yarı-sömürgenin ekonomik bağımsızlık mücadelesini yansıtıyordu. Sömürgeci yönetimler limanları madenlere ve tarım alanlarına bağlayan tek hat şeklinde demiryolları döşerken, “demir ağ” iç bütünlüğe sahip bir ulusal pazar oluşturma amacını taşıyordu. TCDD’nin 2011 yılı raporuna göre
Mir, mele, çeteci... S
on yıllarda öne çıkan popüler tarih dergiciliği Kürt Tarihi ile yeni bir soluk daha kazanmış oldu. Ağustos ayında ikinci sayısı çıkan Kürt Tarihi’nde, Metin Yüksel’in melalık kurumu üzerine akademik çalışması, Mela Enwer’den Osmanlı’da Kürt tiyatrosu ve ilk Kürt filmi Zerê gibi ilgi çekici bir dizi konu işlenmiş. Mesut Yeğen yönetimindeki derginin kapağına taşıdığı “Kürd Mirlerinin Muktedir Zamanları” başlıklı yazı ise Aziz Efendi ıslahatnamesiyle ilgili. Önder Beyter ve Rêzan Ekinci’nin günümüz Türkçesine çevirdikleri bu metin, Osmanlı merkeziyle Kürt egemenleri arasındaki ilişkinin dinamikliğini göstermesi açısından çok önemli.
Dergi’nin ilgi çeken yazılarından biri de Mehmet Bayrak’ın hazırladığı “Milli Mücadelede İç Toros Kürtleri” başlıklı yazısı. Bayrak, işgalci güçlere karşı ilk başkaldırıların bu bölgelerde yaşandığını ve anti-emperyalist bir yönelimle çete savaşı veren unsurların önemli bir bölümünün Kürt olduğunu söylüyor. Yeğen dergi için hazırladığı editoryal yazıda henüz yolun başında olduklarını ve üretimlerinin sınırlı kaldığını belirterek, Suriye’de açığa çıkan yeni durumla birlikte Kürt coğrafyasının farklı ülkeler arasında bölünmüşlüğünün tarihsel süreç içinde irdelemesini önümüzdeki sayılarda yapacaklarını belirtiyor.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 4 bin 136 kilometre demiryolu kaldı. 1923’te başlayan demiryolu hamlesiyle 1951’e kadar toplam 3 bin 764 kilometre ana hat demiryolu inşa edildi. Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1951 ile 2004 arasındaki 53 yıllık süreçte geçmişe göre oldukça büyük gerileme oldu ve 945 kilometre ray döşendi. 2004 yılıyla demiryolları inşası yeniden ivme kazandı ve AKP döneminde bir kısmı yenileme çalışması olmak üzere bin 85 kilometre ray döşendi, 2 bin 47 kilometrelik demiryolunu inşası ise sürüyor. Sağ iktidarlar demiryoluna hep mesafeli durdu. Demokrat Parti, ABD’nin otomotiv ve petrol sektörünü teşvik etmeye dayalı karayolu siyasetine angaje olurken bu anlayış “Demiryolu komünist işidir” diyen ve TEM otoyolu ile özdeşleşen Tugut Özal’a ve devamındaki koalisyon hükümetleri dönemine kadar sürdü.
14
MEDYA/YAŞAM 23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Sansürü delen yanar Erdoğan’ın gazetecilere yönelik baskısı sürüyor. İktidarını zora sokacak en ufak habere dahi tahammül edemeyen Erdoğan’ın hışmına uğrayan gazetecilerin sayısı her geçen gün artıyor
T
ayyip Erdoğan’ın medyaya yönelik baskısı artarak sürüyor. İktidarını zora sokacak her türlü habere, fotoğrafa, köşe yazısına, bunları yayımlayan medyaya ve bunları üreten gazetecilere fütursuzca saldıran Erdoğan, listesine yeni gazetecileri ekledi. Hakkari’nin Şemdinli İlçesi kırsalında 23 Temmuz’da başlatılan operasyonlar boyunca büyük bir medya sansürü de sürdü. Bu sansürü delerek haber yapan Serdar Akinan işten çıkarılırken, Radikal gazetesi yazarı Yıldırım Türker de Başbakanı’nı zora düşürmek istemeyen Eyüp Can tarafından yazısı sansürlenmek istendiği için işten ayrıldı. İki yazarın işine son verdirilmesinin üstünden saatler geçmişken yine Radikal gazetesinde Tahran Erdem’in yazısının sansür-
lendiği ortaya çıktı. Erdoğan’ın hışmından yine bir Radikal gazetesi yazarı Cüneyt Özdemir de nasibini aldı. Erdoğan Dışişleri Bakanı’nın Myanmar gezisini eleştiren Özdemir’i “patronuna” şikayet etti.
‘YAPILANLARI NOT ED‹YORUZ!’ Erdoğan’ın medya baskısından nasibini alan son “kurban”ların ilki Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan oldu. Akinan bir süredir Suriye ve Şemdinli’den izlenimlerini köşesinden aktarıyordu. Akinan, Şemdinli ve Suriye’den AKP sansürünü delerek yaptığı haberler nedeniyle işten çıkarılmadan birkaç gün önce Erdoğan tarafından tehdit edilmişti. Erdoğan, 5 Ağustos’ta katıldığı bir canlı yayında Şemdinli ve Suriye’den izlenimlerini yazarak AKP’nin üstünü örtmeye çalıştığı konuları deşen Akinan’ı “Yapılanları not ediyoruz” diyerek tehdit etmişti. Bu tehdidin ardından Akşam gazetesindeki köşesinde “Hakkari ne tarafta?” başlıklı bir yazı Gazetecilere yönelik bask› t›pk› Erdo¤an kaleme alan Akinan ertegibi, AKP’nin ‹çiflleri Bakan› ‹dris Naim fiahin si gün gazeteden kovuldu. taraf›ndan da t›rmand›r›l›yor. Hakkari’de Akinan yazısında AKP’nin Suriye’deki gördü¤ü tepkiden sonra gazetecilere silahlı gruplara destek sald›ran fiahin “Ülkenin ola¤anüstü gündemi
İNŞ: ‘Ağzına tıkarım’
sadece çat›flma alan› ile ilgili de¤ildir, bu çat›flma ‹stanbul’da kalemle devam ediyor, ‹stanbul’da kitapla devam ediyor. Geçimli’de at›lan havan mermisiyle burada, Ankara’da yaz›lan yaz›lar›n bir fark› yoktur” diyerek AKP’nin kalemden kitaptan korkan yüzünü bir kez daha gösterdi. H›z›n› alamayan fiahin bununla da yetinmedi ve kendisinin Kürt düflman› olmad›¤›n›; ancak baz› gazetecilerin böyleymifl gibi yans›tt›¤›n› savunarak gazetecilere “A¤z›na t›kar›m o yaz›lar› senin” diye ç›k›flt›.
vererek rejimi yıkmaya çalıştığını ve Şemdinli’de “kahraman Türk ordusu” nidaları altında gizlenmeye çalışılan acizliği dile getirmişti. Akinan’ın kovulması gazete tarafından “ekonomik gerekçeler”e dayandırıldı. Erdoğan, kovulmasından sadece üç gün önce Akinan’ın TSK’nin Şemdinli’de ağır kayıplar verdiğine dair yazılarına gönderme yaparak şunları söylemişti: “Şemdinli’de biliyorsunuz 23 Temmuz itibariyle başlayan bir süreç oldu. Yine ifade ettiğimiz medya Şemdinli’de adeta psikolojik harekat başlattı. Çok çirkin bir harekattı. Bu silahlı kuvvetlerimizde gerek Genelkurmay Başkanım gerekse diğer arkadaşlarımızı moral noktasında etkiliyor, bizi etkiliyor.” (…)“Ölen asker sayısının fazla olduğu söylentilerinin hepsi yalan. Malum medyaları var ya. Bu söylentileri bunlar çıkarıyor. Twitler oralardan alıp haber yapıyorlar. Bunlar çok komik şeyler. Silahlı kuvvetler kalkar da şehit olan silahlı erini gizler mi? Ya da şu kadar helikopter düşmüş bunu gizler mi? Buna alet oluyorsunuz. Bu kimin medyası diye soruyorum bu soruyu? Terör örgütünün yayın organları var biliyoruz.” Akinan’la birlikte Akşam’dan Nagehan Alçı, Burhan Ayeri, Ali
Gündeme gelen yeni kıdem tazminatı tasarısı müjde diye duyulurken emekçilerden gelen tepkilerden sonra bu kez taslağın geri çekilmesi müjde olarak medyada yer aldı
Saydam, Cemalettin Taşçı ve Barış Bardakçı'nın da işine son verildi. EYÜP CAN HAZIR KITA Erdoğan’ın medyaya yönelik baskısına maruz kalan bir diğer isimse 2001’den bu yana Radikal’de çalışan Yıldırım Türker oldu. Türker, Erdoğan’a doğrudan hedef olmasa da Başbakanı’nın canını sıkmak istemeyen genel yayın yönetmeni Eyüp Can tarafından gazeteden ayrılmak zorunda bırakıldı. Türker’in sansürlenmek istenen yazısı Bianet tarafından yayımlandığındaysa işin özü daha netleşti. Türker, “Stratejistler, gazeteciler, devlet kaynakları” başlıklı yazısında AKP’nin Şemdinli’de yaşananları çarpıtmasını, sansürlemesini ve her şey yolundaymış havası yaratmaya çalışmasını eleştirerek, iktidar yanlısı emir eri gazetecilerin de bu sahtekâr politikaya hizmet ettiğini yazmıştı. Ancak durumdan vazife çıkaran işgüzar bir genel yayın yönetmeni tarafından yazısı basılmadı ve işinden ayrılmaya zorlandı. Türker’in ayrılmasının ardından Erdoğan, listesine yeni isimleri eklemeyi sürdürdü. Yine Radikal’den Cüneyt Özdemir, Emine ve Sümeyye Erdoğan’la birlikte
Sabah’ın manşeti düştü
Myanmar’a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu eleştiren bir yazı kaleme alınca Erdoğan’ın hışmına uğradı. Davutoğlu’nun Myanmar ziyaretini eleştirerek “Dışişleri Bakanı’nın öylesine derinlikli bir stratejisi var ki neye dokunsa ortalık toz duman oluyor” diyen Özdemir’i Erdoğan patronuna şikayet etti ve şöyle buyurdu: “Şimdi çıkmış birileri köşesinde yazıyor. Ne diyor? 'Dışişleri Bakanı'nın Myanmar'da ne işi var?' 'Başbakan'ın kızının, hanımının gidişini anlıyorum da Dışişleri Bakanı oraya niye gidiyor?' Ben buradan o medya patronuna 'yazıklar olsun' diyorum. Bu adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz.” Özdemir’e söylenen bu sözler yankı bulurken bu kez de aynı gazetenin bir başka yazarı Tarhan Erdem’in yine Myanmar gezisini eleştiren bir yazısının durumdan vazife çıkaran Eyüp Can engeline takıldığı haberi geldi. Erdoğan’ın gönderdiği mesaj adresini bulmuş olacak ki Erdem’in yazısı Radikal’de yayımlanmadı. Daha önce Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, Ece Temelkuran ve Nuray Mert gibi gazetecilerin yazıldığı Erdoğan’ın listesi bundan sonra da uzayarak devam edeceğe benziyor.
Bir taslak iki müjde Kıdem tazminatı ile ilgili düzenleme duyurulurken de gündemden çıkarılırken de “Müjde” olarak basında yer aldı. Taslak, temmuzda gündeme getirilirken çalışanların istediği zaman kıdemi tazminatlarını çekeceği, ev almak için fırsat doğduğu gibi birçok haber yapıldı. Zaman geçtikçe emekçilerden tepki gören ve kazanılan hakları gasp ettiği ortaya konan tasarı
önce Başbakan Erdoğan daha sonra da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından yalanlanmak zorunda kalınca haberlerin içeriği de tam tersine döndü. Bu sefer yeni taslağın yol açacağı hak kayıpları haberlerde yer aldı. Bayram öncesi yapılan haberlerde taslağın gündemden kalkmasıysa “Çalışana bayram müjdesi” olarak duyuruldu.
Sabah gazetesi 7 A¤ustos tarihinde internet sitesinden ilginç bir duyuru yapt›. Yap›lan duyuruya göre gazete Ankara’y› sarsacak bir haber yapacakt› ve bunun için ertesi gün Sabah gazetesinin manfletinde bu haber olacakt›. “Habercilikte uzak ara önde giden SABAH gazetesi bir kez daha Türkiye'nin gündemini belirleyecek. Haftalard›r üzerinde en çok konuflulan ve ak›llarda soru iflaretleri b›rakan bir olay›n perde arkas› tüm ayr›nt›lar›yla göz önüne serilecek. Ankara'da hiçbir fley gizli kalmayacak, dengeler sil bafltan yeniden kurulacak. Yar›n SABAH okunacak ve konuflulacak" diyerek duyurusu yap›lan haberi okumak için ertesi gün Sabah gazetesi alanlar, gazetenin manfletinde Erdo¤an’›n iftar yeme¤inde verdi¤i mesajlarla karfl›laflt›. Herkes Sabah gazetesinin atamad›¤› manfletin ne oldu¤unu merak ederken k›sa bir süre içinde birçok gazeteci malum manfletin Suriye’de düflen uçakla ilgili oldu¤unu yazd›. Mehmet Altan, ‹MC TV’de kat›ld›¤› bir canl› yay›nda bir ad›m ileriye giderek haberin “TSK’nin uçakla ilgili hükümete yalan söyledi¤ine dair bilgiler” oldu¤unu ileri sürdü. Son anda yap›lan bir müdahaleyle yay›mlanmayan haberin düflen uçakla ilgili TSK ve hükümet taraf›ndan servis edilen bütün bilgileri tersyüz edece¤i öne sürüldü. Haberin Ankara’y› ne kadar sarsaca¤› veya gazete taraf›ndan iddia edildi¤i gibi dengeleri ne kadar de¤ifltirece¤i haber yay›mlanmad›¤› için bilinmiyor; ancak bilinen bir fley var ki o da Sabah’›n “sansasyonel” manfleti Ankara taraf›ndan t›pk› “uçak” gibi düflürülmüfl oldu¤u.
Bütün mezhepler eşittir ama Sünniler daha eşittir TUBA GÜNEfi
F
oça Deniz Üs Komutanlığı'nda görevli askerlere yönelik saldırı sonucu Er Özkan Ateşli hayatını kaybetti. Ateşli’nin cenazesi cemevinden apar topar kaçırılarak camiiye götürüldü. TSK yaptığı açıklamada, “Özkan Ateşli'nin İstanbul'da icra edilen şehit töreni için ailesi ile görüşülmüş, törenin önce cemevinde, bilahare camii de yapılması hususunda ailenin 'olur'u alınmıştır. Tören ile ilgili olarak aileye herhangi bir zorlama yapılmamış, ki böyle bir şey olması mümkün olamaz, aile ile tam bir anlayış birliği sağlanmıştır” dedi. Ateşli’nin abisi Aşkın Ateşli de TSK’yı doğruladı doğrulamasına ama “Zorla getirilme durumu yok. Bize burada kılınacak denildi, biz de onay verdik” diyerek... Zorla değil mecburi yani! Dev-
let, “Şehit cenazesi camiide olur” demişti, öyleyse aile de kabul edecekti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Laik insan olmaz, laik olan devlettir” diyordu ya; o devlet. 20 milyon Alevi’sine 900 tane cemevi hak gören, onu da yasal olarak ibadethane saymayan. Uluslararası dini özgürlükler raporuna göre; 10-20 milyon Alevi, 500 bin Şii, 65 bin Ermeni Ortodoks Hıristiyan, 23 bin Musevi, 15 bin Süryani, 10 bin Bahai, 5 bin Yezidi, 3 bin 300 Yehova şahidi, 3 bin değişik mezheplerden protestan, 3 bin Rum Ortodoks’un yurttaş olduğu devlet. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bilgilerine göre, 900 cemevi, 321 kilise, 36 sinagog, 7 mahfil, 9 yehova şahitlerine ait ibadet salonu olan ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bilgilerine göre 80 bin 636 camiisi olan
devlet. İbadet yerlerini belirleyen, onları sınırlandıran, ötekilerin ibadethanelerine yasal statü bağışlamayan devletin elbette ki bir dini vardır. Üstelik mezhebi bile bellidir: Sünnilik. Gücünü de hem dininden hem mezhebinden alıyor. “Hiçbir hükümranlık milyonlarca insanı yönetecek kadar güçlü değildir; tabii eğer dinden ya da kölelikten veya her ikisinden birden destek almıyorsa” diyen Joseph de Maistre’yi haklı çıkarıyor. Bu yüzden, Kürdüne karşı Kürdüyle, Alevisiyle savaşıyor ama ölenler yüce Türk askeri oluyor, Sünni törenle gömülüyor. Devlet, tüm dinlere ve kendi deyimiyle “etnik kökenlere” eşit mesafede yaklaşıyor. Tüm dinlere eşit ama Sünnilere daha eşit… Tekke ve zaviyelerin
kapatılmasından sonra camiilerin sayısı giderek artarken, Alevi dergahlarının faaliyetlerine son veriliyor. Gizli gizli ibadet etmek zorunda bırakılan Aleviler yıllar sonra cemevlerinin ibadethane sayılması için mücadele ederken, Başbakan ibadet ettikleri, kutsal dedikleri yere “ucube” diyor mesela. En nazikçe kültür merkezidir diyor, “şehidini” oradan alıp kaçırıyor. Sonra da mezhebini kendi belirlememiş gibi “Ama” diyor, “Kural böyle!” TSK’sı da atılıyor: “Laik devlet anlayışına, din ve vicdan hürriyetine sadık kaldık.” Dini gruplara yasal statü tanımadan, onların ihtiyaçlarını karşılamadan hangi laik devlet anlayışına sadık kaldıkları net. Çünkü o laik devlet anlayışı, dünyada emsali olmayan ve yalnızca devletin mezhebinde olan kişilerin ihtiyaçlarını
Devlet Kürdüne karşı Kürdüyle Alevisiyle savaşıyor ama ölenler yüce Sünni Türk olarak gömülüyor karşılamak üzere kurulmuş Diyanet İşleri Başkanlığı isimli bir kurum da demek. Aynı anlayış, bu kurumun devlet protokolündeki yerini 51. sıradan 10. sıraya yükseltiliveren, zorunlu din derslerini dayatan, “peygamberin hayatı” isimli dersi “seçmeli ders” olarak dayatan, okullardan binlerce imam hatip yaratan, koca koca tepe tepe camiler-
le şanını duyurmak isteyen bir iktidarın da özümsediği laiklik anlayışı. Tüm bunlar için ayrılan bütçenin Alevi yurttaşların ihtiyaçları için ayrılan bütçenin kaç katı olduğunu söylemekse imkansız. Alevi yurttaşını bırakın, Alevi “şehidinin” kimliğine biçilen değeri de neyle çarparsanız çarpın bir Sünni etmiyor.
KÜLTÜR SANAT
15
23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Müflfik Kenter’i kaybettik
Tiyatro mücadelesi birleflti Tiyatro örgütleri, tiyatro ve diğer sahne sanatları üzerindeki baskılara karşı ortak mücadele amacıyla "Tiyatro Platformu" isimli bir çatı örgütünde birleşti. Platform, ilk olarak 8-9 Eylül'de Bursa Nilüfer Belediyesi'nin ev sahipliğinde DevletTiyatro İlişkisi Çalıştayı gerçekleştiriyor.
Sesler destek bekliyor
Tiyatro ve sinema oyuncusu, seslendirme sanatçısı Müşfik Kenter, 16 Ağustos’ta yaşamını yitirdi. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda başladığı oyunculuk hayatında sayısız oyun çıkaran Kenter, kurucuları arasında olduğu Kenter Tiyatrosu’ndan alkışlarla uğurlandı.
S›n›rs›z-ulussuz-sürgünsüz 5 yıl önce Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde polis kurşunuyla öldürülen Nijeryalı göçmen Festus Okey, Bandista'nın yeni şarkılarında hayat buldu. “Haymatlos”, “Hiç Kimsenin Şarkısı” ve “Kim Yerli Kim Göçmen” adlı şarkılarda göçmenlerin öykülerini anlatan Bandista'ya Afrikalı müzisyen Enzo İkah da katkı sundu.
Klarnet ustası Selim Sesler, bir yıldır sahnelerden uzak. Kalp nakli beklediği için yaşamını kalp pompasıyla, bir hastanede devam ettiriyor. Uygun bir kalp bulunması ile yeniden sahnelere, konserlere dönmeyi bekleyen Sesler, “Şimdi sadece pompanın sesini duyuyorum. Kalp atışı duymayı özledim” diyor.
Bu topraklarda büyüyemedi Aram Tigran’›n sürgün bir Ermeni olarak Suriye’de bafllayan hayat› Yunanistan vatandafl› olarak Brüksel’de bitti. Büyüyemedi¤i Diyarbak›r topraklar›na gömülmesine izin verilmedi ÖZEN TAÇYILDIZ
A
şağıda fotoğrafını gördüğünüz müzisyen Aram Dikran Melikyan ya da daha yaygın bilinen ismiyle Aram Tigran. 2010 yılının Newroz’unda gittiğim Diyarbakır’da alana asılan dev posterlerden biri de onunkiydi, 2009’un
Aram Tigran
Ağustos’unda ölmüştü. Ben Tigran’la bir hayli geç tanıştım; ancak Tigran, o coğrafyada yaşayan halklar için hemşehrileriydi, Kürtçe’nin yasaklı yıllarında Erivan Radyosu’ndan söylediği Kürtçe klanlar ve stranlarla anadillerinin ozanıydı. Tigran’ın ailesi 1915 sürgününden kaçmayı ve yaşamayı başarabilmiş Diyarbakır Ermenilerden. Babası Kürtlerin yardımıyla hayatta kalıyor ve Suriye Qamişlo’ya gidiyor. 1934’te burada, sürgünde doğan oğluna öğüdü de “Oğlum Kürtçeyi öğren, Kürtlerin elini bırakma ki onlara olan borcumuzu ödeyebilelim” oluyor. Tigran’ın
hayatına büyük oranda yön veren de bu; hiç görmediği memleket toprakları ve Kürt hemşehrileri. Dokuz yaşında ilgilenmeye başladığı müzikte ağırlıklı olarak Kürtçe söylüyor; memleketlisi Kürtlere 1966’da yerleştiği Erivan’dan, 18 yıl çalıştığı Erivan
Radyosu’ndan cümbüşüyle Kürtçe sesleniyor. 1995’te yerleştiği Yunanistan’dan vatandaşlık alabilmek ve bu sayede topraklarını görebilmek için gece-gündüz dil çalışıyor, Yunanca öğreniyor. Diyarbakırlı Tigran, 75 yıllık ömrünün sadece birkaç ayında görebildi memleketini, o da ölümünden yaklaşık 1 yıl önce. 2008’de Batman’da Newroz’a katılan ve Kürtçe, Türkçe, Ermenice şarkılar söyleyen Tigran, mayıs ayında da Diyarbakır’da kültür ve sanat festivaline katıldı, burada iki ay kaldı. Diyarbakır'a gittiğinde annesi ve babasının doğduğu Bêemde [Ermenice Kexriban] ve Kaskê köylerine giden Tigran, duygularını şöyle anlatmıştı: "O dağlara, ağaçlara, derelere, evlere baktığımda içim titredi. Ağladım. Çok canım acıdı. Babamı annemi, onların yaşadıklarını anımsadım. Çok üzüldüm. 'Biz nasıl bu topraklarda büyüyemedik' diye hayıflandım." YÜZYILLIK RÜYA Anne-babasının yaşadığı toprakları görmeyi 75 yıllık ömrünün “yüzyıllık rüya”sı olarak anlatan Aram, Diyarbakır’a şarkı da yazdı: “Di xewnên şevan de min bawer nedikir (Rüyalarımda görsem inanmazdım) Bi çavan bibînim bajarê
2010 Newroz Diyarbak›r Tigran, “Evet ben Ermeni’yim. Ama 50 y›ld›r Kürtlerleyim. Kürtlerin bir parças›y›m. Bu mücadelenin bir neferiyim” diyordu. Diyarbekir (Diyarbakır'ı görebilmeyi) Rojbaş Diyarbekir me pir bêriya te kir (Günaydın Diyarbakır seni çok özledim) Te derî li me vekir (Sen kapılarını bana açtın) Te me şa kir (Bizi çok mutlu ettin)." Tigran’ın Diyarbakır’da başlamasına izin verilmeyen hayatı 2009’da Yunanistan’da bitti. Öldükten sonra Diyarbakır’a gömülmeyi vasiyet etmişti ancak büyüyemediği topraklara gömülemedi de. Dışişleri Bakanlığı’na
başvurarak Tigran’ın vasiyetini Türkiye’ye ileten aileye “hayır” denildi. Türkiye vatandaşı olmayanların burada gömülmesine ilişkin standart bir mevzuat olmadığı için bu tür durumlarda son karar yeri olan İçişleri Bakanlığı, durumu uygunsuz ve yakışıksız görmüş olacak ki resmi bir açıklama olmasa da kararın arkasında “provakasyon, bölücü-yıkıcı girişim olur” endişesinin yattığı dillendirildi. Anne ve babası kovulduğu topraklarda arkalarında köylerini bırakarak giderken ona bir mezar yeri bile verilmedi. Tigran
17 Ağustos 2009’da Brüksel’de toprağa verildi. Sürgün bir Ermeni olarak Suriye’de başlayan hayatı, Ermenistan’da devam etti, Yunanistan vatandaşı olarak Brüksel’de bitti. Sesin, sözlü tarihin önemli bir tanığı, besteci, Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Arapça dillerinde söyleyen “Ortadoğu’nun bülbülü” Tigran, yuvasız kaldı. O da “Bılbılo” şarkısında "Bir rüzgâr esti dağıttı yuvamızı. Öksüzüz, sürgünüz, taştan bir yuvanın hasretindeyiz" diyordu. Gelemediği topraklarında temsili bir cenaze töreni düzenlendi. Brüksel'deki mezarına
MİT’in sanat sevdası B
ursa Yenişehir'deki Sinan Paşa Camisi'nin kapı üstü süslemesi olan ve bundan 10 yıl önce bir soygunla Türkiye'den kaçırılan yaklaşık 400 yıllık çini levha geri getirildi. 8 Ağustos’ta Londra’dan getirilen çini, Ankara Etnografya Müzesi'nde sergilenecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ayasofya II. Selim Türbesi'nden yaklaşık yüzyıl önce alınan
ve bugün Fransa'nın Louvre Müzesi'nde sergilenen çini panoyu geri almak için de çalışmalarını hızlandırdı. Kültür Bakanlığı yurtdışına kaçırılan eserleri tekrar toplanmaya çalışırken, bakanlığa bağlı Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'ndeki eserlerle ilgili ilginç bir gelişme yaşandı. Müzenin envanterinde kayıtlı olan ancak müzede yer almayan tabloların akıbeti
belli oldu. Tabloların aralarında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın da bulunduğu çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında oldukları ortaya çıktı. Kurumlara "emaneten" verilen tabloların 48'inin MİT'te ve MİT'e bağlı çeşitli bölgelerde olduğu belirtildi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay imzasıyla tabloların bulunduğu kamu kurum ve kuruluşlarına
resmi yazı yazılarak, tablolar geri istendi. Tabloların bir kısmı bakanlığa ulaştı. Tablolar ayrıca, Cumhurbaşkanlığı'na, yurtdışı ya da merkez teşkilatlarında sergilenmek üzere Dışişleri Bakanlığı'na, Hacettepe Üniversitesi'ne de emaneten verilmiş durumda. Resim ve heykel sanatının dünyaca ünlü sanatçılarına ait 5 bine
Kültür sanat güncesi
yakın esere ev sahipliği yapan Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ndeki 202 eserin kayıp olduğu, 46 eserin sahte, 27 eserin ise orijinalliğinin ağır kuşkulu haberleri gündeme gelmişti. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Resim Heykel Müzesi'nin 12 Eylül’de tahribatına uğradığını, göreve başladığı dönemde depoların korumasız bir ortamının olduğunu söylemişti.
Karikatürde ödül İranlı Mosayebi’nin M
Grevde olan ‹spanyol maden iflçileri Madrid’e do¤ru 500 kilometrelik büyük yürüyüflte iken “emekleri için mücadele eden maden iflçilerinin efllerine, k›zlar›na, k›zkardefllerine ve k›z arkadafllar›na arma¤an olsun” diye çizilen duvar resimlerinden biri.
Diyarbakır toprağı götürüldü. Ölümüne dek üretkenliğini yitirmeyen Tigran, pekçok eseri Kürt müziğine kazandırarak sadece yorumcu değil önemli bir düzenleyici de oldu. Onun o dingin sesini, inceden insanın içine işleyen sözünü buradan dinletebilmek mümkün olsa keşke. Ailesi ve bu topraklardaki bekleyenleri mezarının bir gün memleketine geleceğini ümit ediyor. Tigran, şimdi Diyarbakır Belediyesi’nin adına kurduğu konservatuar ile de Diyarbakır topraklarında. İlk mezunlarını da bu yıl verdi.
ilas Belediyesi tarafından Milas doğumlu Turhan Selçuk adına bu yıl ikincisi düzenlenen uluslararası karikatür yarışmasının sonuçları açıklandı. 38 ülkeden 321 karikatüristin 825 karikatürünün değerlendirildiği yarışmada İranlı çizer Hamidreza Mosayebi'nin eseri birinci seçildi. Ödül alan ve sergilenmeye değer bulunan 46 eser, 1 Eylül’de başlayacak Uluslararası Milas Festivali kapsamında Turhan Selçuk Karikatürlü Ev’de açılacak sergiyle izlenime sunulacak. Etkinlik 15 Eylül’e dek gezilebilecek.
I Olimpiyatlar›n kapan›fl töreninde John Lennon'›n 'Imagine' flark›s› çal›n›rken flark›n›n sözlerini canl› yay›nda çeviren TRT spikeri flark›n›n "No religion too" (Dinler de olmas›n) k›sm›n› makaslad›, TRT de bu olay› yok sayd›. I fiair Can Yücel’in ölüm y›ldönümünde yap›lan anma etkinlikleri bu y›l aile fertlerinin karar›yla yap›lmad›. Ailesi geçen y›l Yücel’in mezar›na yap›lan sald›r›y› protesto etmek amac›yla böyle bir karar ald›klar›n› aç›klad›. I Rus punk müzik grubu Pussy Riot'›n üyeleri holiganl›k yapmak ve toplumda dini nefreti teflvik etmek suçlamas›yla ç›kt›klar› mahkemede ikifler y›l hapis cezas› ald›. Grubu oluflturan üç kad›n müzisyen flubat ay›nda Moskova'n›n en büyük katedralinde Rusya Devlet Baflkan› Vladimir Putin aleyhinde bir protesto flark›s› söyledikten sonra gözalt›na al›nm›fllard›.
SOKAĞIN SESİ
16
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
23 A¤ustos 2012 / 5 Eylül 2012
Halk›n Sesi
Sa¤ üstte ‹zmir’deki yaz okulundan çocuklar, soka¤›, e¤lenceye çevirdikleri bir okula dönüfltürdü. Sa¤ altta, Eskiflehirli çocuklar, etkinliklerini sahneye çevirdikleri sokakta sergiliyor. Büyük foto¤raf ‹stanbul Okmeydan›’dan...
Çocuklar bu okulu çok sevdi OSMAN NUR‹ ORHAN
‹STANBUL Sarıyer Halkevi, Yaz Okulu’nu Büyükdere Çelik Gülersoy Parkı'nda yaptığı bir şenlikle sonlandırdı. Balonlarla ve resimlerle süslenen parkta çocuklar güne satranç turnuvasıyla başladı. Yere serdikleri beze resim ve karikatür yapan çocuklar; ardından Sarıyer’e yürüyüşe geçti. Ellerinde daha önce yaz okulunda hazırladıkları “Gülmek bize yakışır” yazan bir pankart taşıyan çocuklar şenliklerini şarkılarla ve tiyatro gösterileriyle sonlandırdı. ‘GÜLMEK B‹ZE YAKIfiIR’ Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda yüzlerce kişinin katılımıyla sonlandırılan yaz okulu çalışmasında çocukların sergiledikleri gösteriler ayakta alkışlandı. Halkevi Müzik Topluluğu’yla başlayan ve kreş sınıfının dans gösterimiyle devam eden kapanış şenliğinde ilk söz velilerin oldu. Öğrenci velisi Yılmaz Kayabaşı bu yıl çocuğunu ilk kez Halkevi Yaz Okulu’na gönderdiğini söyleyerek şu değerlendirmelerde bulundu: “Çocuğum buraya gelmeden önce asosyal, içine kapanık biriydi. Şimdi ise canlı, yeteneklerini açığa çıkartan bir çocuk haline geldi. Yaz okulu çalışmasına çocuğumu göndermiş olduğum için çok memnunum. Şimdi önümüzde 4+4+4 kademeli eğitim sistemi geliyor. Bu eğitim sistemine hep birlikte karşı çıkmalıyız.” Çocukların Diyarbakır yöresi halk oyunları gösterisiyle devam eden programda dansçılara davuluyla eşlik eden minik Yiğit alkışlarla karşılandı. Çocuklar sergiledikleri Minik Kelebek adlı oyunla, iktidarın eğitime ve sanata yönelik müdahalesini eleştirdiler. Şenlik, İlkay Akkaya ve Erdal Erzincan’ın söylediği parçalarla sonlanırken çocuklar ayakta alkışlandı. Şenliğe türkücü Pınar Aydınlar ve oyuncu Turgay Tanülkü de destek verdi.
Çocuk deyip geçmeyeceksin. Neler saklıdır o masum gözlerin altında? Mesela umut saklıdır, mutluluk, bir insanın acısına karşı isyan saklıdır, türkü saklıdır, halay saklıdır, hayaller saklıdır… Birçok şey gizlidir hayata yeni bakmaya başlayan o bir çift gözün ardında. Yeter ki onları gün yüzüne çıkartmasını bil. Saklanmasınlar karanlık köşelerde, tozlanmış raflarda. İşte böyle bir inançla başladı Halkevleri Yaz Okulu. Geleceğe o küçük gözleriyle
bakan çocukların büyük hayallerini gerçekleştirmek için yola çıkıldı. Öğrenci Kolektifleri de “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek yoksul mahallelerin yolunu tutunca sıra hayallerin gerçekleştirilmesine geldi. Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Bursa, Mersin, Kocaeli, Artvin, Niğde, Adana ve Çanakkale’de gerçekleştirilen Halkevleri Yaz Okulları sona erdi. Çocukların pantomim, ritim, oyunlarla matematik, halkoyunları, koro,
heykel, çocuk hakları, kukla, satranç, oyunlarla İngilizce, resim, yaratıcı drama, sinema, fotoğrafçılık derslerinde ürettikleri, ülkenin dört bir yanda gerçekleştirilen şenliklerle taçlandırıldı. Şenliklerde çocukların kimi zulme karşı baş kaldıran efe oldu, kimi de yaramaz bir tavşan, kimi horon oynadı kimi de halay çekti; ama hepsi de el ele verip karanlığa karşı meydan okudular. İşte o yaz okullarından ve kapanış şenliklerden bazı örnekler:
Okmeydan›
Ankara
Kocaeli
İkitelli’de de bu yıl ilk kez düzenlenen yaz okulu çalışmasının kapanış şenliğine şiddetli yağmura, evleri su basmasına ve çatıların uçmasına rağmen 200’ü aşkın kişi katıldı. Velilerin yoğun baskısı sonucu iptal edilmeyen şenlikle ilgili olarak velilerden biri “Halılarım sırılsıklam oldu ama ben şenlik ne olacak diye düşündüm” şeklinde konuştu. İlerleyen saatlerde güneşin açmasıyla çoşkusu artan şenlikte kreş sınıfı, büyük ve küçük sınıfların dansı, koro, şiir ve müzik dinletileri gerçekleşti. Şenliğin sonunda ailelerin yaptığı yiyecekler hep birlikte yenildi. Bir sonraki sene görüşmek üzere çocuklar üniversitelilerle vedalaştı. Bu sene Gazi Mahallesi’nde ilk defa düzenlenen Halkevleri Yaz Okulu 2 bin kişinin katıldığı büyük bir şenlikle son buldu. Bir ay boyunca bilimden tiyatroya, korodan kreşe kadar birçok atölyede çalışma yapan çocuklar, Yaz Okulu Şenliği'nde ürettik-
lerini paylaştı. Usta oyuncu Turgay Tanülkü’nün sunduğu şenlik, kreş çocuklarının korosuyla başladı. Konuşmaların ardından ritim grubu ve çocuk korosu gösterilerini sundu. Koronun ardından sahneye çıkan Yaz Okulu velilerinin oluşturduğu koro dinleyicilere güzel anlar yaşattı. Uğur Mumcu Mahallesi’nde bu yıl birincisi düzenlenen Halkevleri Yaz Okulu’nun şenliği kreş çocuklarının şarkılarıyla başladı. Halkevi Yaz Okulu velileri adına konuşan İlknur Terzioğlu Halkevleri'ne çocuklarını gönderdiği için yaşadığı mutluluğu paylaştı. Terzioğlu’nun ardından sahneye çıkan Halkevleri 1. Bölge Temsilcisi Hasan Pulat, “4+4+4 ucube eğitim sisteminin” hem çocukları hem velileri hem de bütün ülkeyi nasıl olumsuz etkileyeceğini anlatarak bu sistemin mutlaka durdurulması gerektiğini söyledi ve Halkevleri'nin bu konudaki
çalışmalarından bahsetti. Şenlik hep beraber söylenen şarkılarla ve mahallelinin kurduğu büyük bir halayla sona erdi. Ümraniye Halkevi’nin bu yıl beşincisine ev sahipliği yaptığı yaz okulu şenliği yoğun yağış nedeniyle Halkevi salonunda gerçekleşti. Şenlik programı çocukların bir ay boyunca ürettikleri ile dolu dolu geçti. Çocuk tiyatrosu kahkahalarla izlendi. Programı çocuklar sundu. Şenlikte veliler de yaz okulu boyunca ürettiklerini sergiledi. Kadınlar ürettikleri takı, kitap ve birbirinden lezzetli yemeklerle şenliğe katkıda bulundular. Şenliğe 150’yi aşkın kişi katıldı. Esenyurt’ta da Halkevi Yaz Okulu şenliğine yaklaşık 300 kişi katılırken çocukların bir ay boyunca yaptığı resimler, heykeller sergilendi. Sinevizyon gösterimiyle başlayan ritim grubu, koro, kreş çocuklarının dansı, halk oyunu, tiyatro gösterimi ve konuşmalarla devam eden şenlik Arif Erendemir, Murat Demirel
ve Girdab-ı Mihnet grubunun şarkılarıyla ve halaylarla sonlandı. ANKARA Ankara’da Halkevleri Yaz Okulu 8 Ağustos’ta Konur Sokak’taki şenlikle sona erdi. Şenlikten sonra geçen sene olduğu gibi bu sene de Sorgun Yaylası’nda bir çadır kampı yapıldı. Ankara’nın dört bir yanından Sorgun Kampı’na gelen veliler ve çocukları hep birlikte birçok faaliyet gerçekleştirdi. Krater gölünün bulunduğu kamp alanında çocuklarıyla birlikte balık tutan veliler Ankara’nın tüm Halkevi şubelerinde gerçekleştirilen çalışmaları da izleme şansına erişti. Halaylar ve horonların eksik olmadığı kampta çocuklar koro, pantomim, halk dansları, tiyatro gibi birçok gösteri yaptı. Voleybol, satranç ve tavla turnuvalarıyla kampa gelenler oldukça eğlenceli anlar yaşadı.
‹ZM‹R-BUCA Haftanın dört gününü yaz okulunda geçiren çocuklar birçok dersi de sokaklarda işlediler. Çocuklar halkoyunları, pantomim derslerinin birkaçını parkta izleyenlerin eşliğinde yaparken, Halkevciler çevrede izleyenlere Yaz Okulu'nu anlattılar. Bu yıl ilk kez düzenlenen yaz okulunda çocuklar eğiticileriyle birlikte yarışmadan eğlenebilecekleri bir şenliğe imza attılar. Buca Belediyesi Meclis salonunda yapılan şenlikte çocuklar, pantomim, halkoyunları, ritim ve koro çalışmalarını, resimlerini, kuklalarını, fotoğraflarını arkadaşları ve aileleriyle paylaştılar. ESK‹fiEH‹R Eskişehir Emek Mahallesi’nde ilk kez yapılan yaz okulu çalışması şenlikle sonlandı. Velilerin ilgisinin yoğun olduğu şenlikte çocuklar Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” isimli şiirini okuyarak pantomim gös-
‘Yol gitmeyen köye kadar ulaştık’
‘Karanlığa karşı mücadele sürüyor’
“Okumu insan halk›n yan›ndad›r” çal›flmas›yla ilgili ‹stanbul Okmeydan›’nda gerçeklefltirilen flenlikte konuflan Ö¤renci Kolektifleri üyesi Mahir Kelekçi 5 y›ld›r sürdürdükleri çal›flmalar›n›n Trabzon’da yolu olmayan köylere bile ulaflt›¤›n› belirtti. 4+4+4 e¤itim reformuyla ilgili aç›klamalarda da bulunan Kelekçi, “AKP 4+4+4 yasas›yla çocuklar› daha karanl›k bir gelece¤e sürüklemek istiyor. Çocuk iflçiler, çocuk gelinler, itaat kâr, bilimsellikten uzak sorgulamayan, hesap sormayan bir nesil yaratmaya çal›flan AKP’nin karfl›s›na gelece¤e umutla bakan sorgulayan hesap soran bir nesil için 4+4+4 yasas›n› geri çektirene kadar mücadele edece¤iz. Ve bu mücadeleyi hep birlikte yürütelim tüm halk›n bileflenleriyle ö¤rencisi ö¤retmeni velisiyle...” dedi.
Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy, Yaz Okulu çal›flmas›yla Halkevleri olarak hayat›n her alan›nda karanl›¤a karfl› mücadeleyi dostlar›yla birlikte sürdürdüklerini ifade etti. Paras› olanlar için çok çeflitli yaz okulu olanaklar› oldu¤unu ancak yoksul mahallelerde tek alternatif olarak Kuran kurslar›n›n dayat›ld›¤›n› ifade eden Ersoy, Halkevleri’nin yaz okullar›n›n gericili¤e ve ba¤nazl›¤a karfl› çocuklar› ilerici de¤erlerle kaynaflt›rd›¤›n› söyledi. 4+4+4’e de de¤inen Ersoy, “Gerici, piyasac›, cinsiyetçi, e¤itim sistemini hep birlikte durduraca¤›z” diyerek sonbaharda okul önlerinde, meydanlarda olacaklar›n› belirtti.
terisi sergiledi. Kukla gösterisinin de gerçekleştirildiği şenlik, çocuk korosunun seslendirdiği parçalarla son buldu. Eskişehir’in Gültepe Mahallesi’ndeki yaz okulu kapanış şenliği Tan Park’ta gerçekleştirildi. Çocukların resim, kukla ve heykel sergileriyle renklenen parkta çocuklar bir de tiyatro gösterisi sergiledi. Sergilenen tiyatro oyununda, yaz okulunda yaşadıklarını anlatan çocuklar 50 sene sonrasına gittiler ve bir araya gelip yaz okullarında neler yaşadıklarına dönüş yaptılar. Oyun büyük beğeni topladı. Yapılan konuşmadan sonra şenlik Kürtçe, Türkçe, Hemşince, Lazca türküler eşliğinde çekilen halaylarla ve oynanan horonlarla devam etti. Şenliğin bitiminde toplu bir hatıra fotoğrafı çektirildi. KOCAEL‹ Kocaeli Derince Halkevi'nde bir ay süren Yaz Okulu, coşkulu bir şenlikle sonlandı. Çocukların pankart boyamasıyla başlayan şenlikte kukla ve heykel sergisi açıldı. Açılış konuşmalarını Halkevi ve Öğrenci Kolektifleri üyeleri yaptı. Konuşmalarda 4+4+4’e, gerici, paralı eğitime karşı parasız, bilimsel bir eğitim vurgusu yapıldı. Konuşmalardan sonra sahne çocuklarındı. Çocuklar, 'En Güçlü Kim' adlı tiyatro oyunu, modern dans gösterisi, şiir ve bağlama dinletisi sundu. Yerel bir müzik grubu ve halaylar eşliğinde sonlanan şenlikten tüm mahalle halkı memnun bir şekilde ayrıldı. ARTV‹N-HOPA Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğrenci Kolektifi’nin “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek katıldığı Halkevleri Yaz Okulu çalışması iki hafta sürdü. Felsefe dersinde adaleti tartışan, çocuklar, müzik dersinde Lazca, Türkçe, Hemşince ve Kürtçe şarkılar öğrendi. Yaz okulu Hopalı çocukların pikniğiyle sonlandı.