CİLT:3 SAYI:25 ŞUBAT 2006 -----------------------------------------------------------------------------------------------------
Geçen Sayıdan Devam. (TÜRKİYE SOSYO EKONOMİK YAPI) Önemli Not: Bu yazı dizisi bu yayının görüşlerini yansıtmamakta, sadece bu konuda tartışmaların oluşması yönünden okuyucu kitlesine bilgilendirme açısından yayımlanmaktadır. OSMANLI’DAKİ YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI1 Yatırım Alanları Demiryolları Elektrik,Tramvay,Su Liman ve Rıhtım Sanayi (enerji dahil)
Yatırım tutarı Osmanlı Lirası 53,310,000 5,700,000 4,710,000 6,500,000
Yıllık safi gelir. 1,040,000 120,000 160,000 560,000
1
Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları hakkındaki bir araştırma s.79
1
Ticaret Madenler Banka ve Sigorta Duyun-u Umumiye Toplam
2,660,000 3,580,000 8,200,000 149,480,000 253,140,000
-230,000 -13,000,000 16,370,000
Tablo 1
Yıllar 1878-80 1880-85 1885-90 1890-95 1895-1900 1900-1905 1905-1910 1910-1914
OSMANLI TİCARETİNİN GELİŞMESİ2 (Milyon Kuruş olarak) İthalat İhracat Tütün Tuz (İhracat) 3,943 1,715 -9,793 5,594 71 10,131 6,480 426 13,012 7,078 488 11,649 7,453 688 12,553 8,041 656 16,459 9,425 1,120 17,301 9,251 1,084
Açık 2,227 4,127 3,218 4,445 3,489 3,435 6,712 6,976
Tablo 2
Yukarıdaki sermaye yatırımları ve Osmanlı ticareti incelendiğinde emperyalizm için Osmanlı artık tam bir yağlı kaşık niteliğindedir. Ticaret anlaşmaları ile alınan ayrıcalıklar yatırımlarda da kendisini göstermektedir. Bölge emperyalistler için bir kapışma alanı olmuştur. Bu yarışmada “.. komşusunun öne geçmesi korkusu ile hiçbir para piyasasında yabancı borç istekleri geri çevrilmemekte, böylece hizmete karşı hizmet sunularak borç verilmeye razı olunmaktadır. Bu çeşit uluslar arası işlemlerde borç veren taraf her zaman ek bir takım çıkarlar elde etmektedir. “ 3 2 3
2
V..Eldem Age.S.82 Lenin Age. S.78
1881 yılından 1914 yılına kadar kurulan şirketlerde milli sermaye ile kurulan şirketlerden toplam 52 şirketin sermayesi 130,600,000 kuruş iken, yabancı sermaye ile kurulan şirketlerin sayısı 42 toplam sermayeleri ise 1,062,400,00 kuruştur. Milli sermayeli kuruluşların toplam sermayesi yabancı sermayenin %12,3’ü olarak kalmaktadır. Yatırımlarda yabancılar maden, üretim sanayi, kent donatımı ve demiryolu dışındaki ulaşım ve hizmet sektöründeki yatırımları yirmi milyon Osmanlı Lirasından biraz daha çoktur.4 Demiryolları özellikle emperyalizmin ağırlık verdiği ve en çok ilgi gören alan olarak kendini göstermektedir. Bu alandaki sermaye dağılımı şöyledir. Ülkeler Fransız Sermayesi Belçika,İsviçre, Avusturya Alman sermayesi İngiliz Sermayesi Ulusal Sermaye
Sermayesi (milyon kuruş) 2,369 110 2,273 754 425
Tablo 3
4
Kaynak V.Eldem Age’den çıkarıldı.
3
Yabancı sermaye yatırımlarının %58’ine yakını demiryolu yapımı ve işletilmesine yöneliktir. 1880’lerden sonra Osmanlı İmparatorluğu uluslar arası demiryolu savaşımının en şiddetlisine sahne olmuştur. 19.yy sonlarına doğru bir yandan Almanya-Avusturya öte yandan İngiliz ve Fransız mali grupları arasında verilen mücadele şiddetlenerek sürer. “Demir yolları yapımı basit, doğal, demokratik, kültürel, uygarlaştırıcı bir görünüm gibi görünür. Bu dar kafalı küçük burjuvaların gözlerine böyle göründüğü gibi kapitalist köleliğin iğrençliğini maskelemeleri için cepleri doldurulan burjuva profesörlerin gözlerine böyle görünür. Aslında bu girişimleri binlerce noktadan üretim araçlarının özel mülkiyetine bağlayan kapitalist bağlar demiryolu yapımını (sömürgelerin ve yarısömürgelerin) bir milyar insanı için, yani dünya nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturan bağımlı 4
ülkelerdeki insanlar için ve ‘uygarlaşmış’ ülkelerde sermayenin ücretli köleleri için bir baskı aracı haline getirmiştir.”5 İlk demiryolu imtiyazını alan İngiltere olmuştur. Osmanlının ilk demiryolu olan İskenderiye’yi Kahire’de bağlayan demiryolu aynı zamanda iki bölge arasındaki ticari merkezden geçiyordu. Bunu izleyen Boğazköy-İstnce hattı İngiltere’ye ihraç edilen buğdayın maliyetlerini azaltıyordu. Daha sonra Ruscuk-Varna hattı tarımsal alanları etki altına almak , ihracatı kolaylaştırmak ve İngiliz sanayi ürünlerinin girişlerini kolaylaştırmak işlevini görmüştür. Aynı dönemde yine İngilizlerin yapımına başladıkları İzmirAydın demiryolu Batı Anadolu’daki tarım ve maden alanlarına ulaşabilmenin aracıydı. “Ayrıca Londra, Paris, Brindizi, İzmir, Bağdat, Basra’dan geçen bir hatla 5
Lenin Age. S.11
Hindistan yolunu kısaltmak amaçlanıyordu.”6 İzmir-Turgutlu, İzmirAydın hatlarının bölgedeki etkisi önce tarım, sonra da maden ürünlerinde ihracata yönelik uzmanlaşmanın artmasına neden oldu. Bu ilişkinin belirleyiciliği ile yeniden yapılanacak olan İzmir’de limanda artan ihracata yanıt vermek için büyütülerek ticarete aracılık eden banka şubeleri sigorta şirketleri kurulacak yabancılar ve onların işbirlikçileri yerel azınlık için okullar kurulacaktı. Yine İzmir’de ihraç mallarının paketlendiği bir sanayi dalı yabancıların kontrolünde kurulacaktı. Sadece demiryolları konusunda değil diğer alanlarda da Osmanlı toprakları tek başına İngiliz’lere bırakılacak küçük bir lokma değildi. Lenin’in dediği gibi “komşusunun kendisinin önüne geçeceği korkusu ile” Fransız’lar 6
Mustafa Sönmez, Doğu Anadolu’nun hikayesi, Ekonomik ve Sosyal Tarihi s.24
ardından Almanlar, İtalyan’lar Ruslar bu topraktan pay almak için aralarında bir birleriyle amansız bir rekabete girişeceklerdi. Ancak hepsinde amaç ayrıydı. Ülkenin tarım ve madenlerini hammadde olarak götürmek, buna karşılık sanayi mallarını kendisi ile rekabet edemeyecek güçte olan yerli sanayiyi çökertecek bir biçimde piyasalara sormak, demiryolları, bankalar, sigortacılık şirketleri, madencilik şirketleri, liman yapımını üstlenen şirketler, dış ticaret şirketleri bu iş bölümünün birer tamamlayıcı unsurlarıydı. Bu arada bu tüketim kalıbına uygun bir takım sanayileri İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde kurmakta bu işin bir uzantısıydı. Örneğin ithali mümkün olmayan (-tabi ki bu yıllarda bna.) elektrik, havagazı santralleri, yüksek taşımacılık maliyetlerinden çimento ve bira fabrikaları yabancı sermayenin yatırım
5
yaptığı alanları oluşturuyordu.”7 1800’lü yılların ikinci yarısında ülke içinde sadece ticarette değil her alanda etkin olmaya başladılar. Zira bu yıllar modern tekellerin ortaya çıktığı döneme tekabül etmektedir. “sorunu Avrupa ölçeğinde alırsak serbest rekabetin gelişmesinin 1860-1880 yılları arasında doruğuna 8 vardığını görürüz.” Gelişmenin bu aşamasından sonra artık ticaretle yetinememekte tüm alanlara el atılmaktadır. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı’nın 1878 yılında askeri, 1881 yılında ekonomik olarak teslim olduğu ve emperyalistlerin aşırı sömürüleri önündeki son engellerin katlığı dönemdir. Kapitalizm kendisine uygun yapıları korur ve şekillendirir. Zira girdiği alanlarda kendine yarattığı iç pazarda onun girmeden önce var olan talebi karşılayan kendinden geri 7 8
M. Sönmez Age. Sy.25 Lenin Age. Sy.78
6
yapıları yok ederken, kendi karı için gerekli bir takım yapıları ya yeniden inşa eder yada eski yapıları kendisine göre şekillendirir. “... ihraç edilmiş sermaye ihraç edildiği ülkelerde kapitalizmin gelişmesini etkiler, hızlandırır. Böylece sermaye ihracı ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da, bunun bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğu unutulmamalıdır. (abç) Mali sermaye tekeller çağını yarattı, tekeller ise her yere kendi ilkelerini götürüyor. Kazançlı alışveriş işlemleri için açık piyasada rekabetin yerini gitgide ‘ilişkilerin ‘ alması bundandır.”9 Karın en yüksek olduğu alanlar kapitalistlerin yatırımlarının en yoğun olduğu alanlardır. Osmanlı içinde hizmet, maden, demiryolu yatırımları en karlı oldukları gibi madenlerin 9
Lenin Age. S.27
ucuz hammadde kaynağı olması demiryollarının taşımada ve pazarları denetlemede önemli bir araç olması vs. yatırım alanları her şeyden önce üretimin kendisine ve ülkedeki üretici güçlere el koyup onları kendi çıkarları için yönlendirmekte ortaya çıkacak zorlukları aşmada denetime aldıkları siyasi otoriteyi kullanarak her alanda sömürü ağlarını pekiştirmektedirler. Ekonomi gibi devleti yönlendirmekte bu sömürünün bir parçasıdır. Bu uygun zemin için “burjuvazinin gitgide artan bir ölçüde sermaye ihracından gelen kazançları ve ‘kupon kırpmakla’ yaşayan ‘rantiye devletin’ tefeci devletin yaratılması gitgide daha belirgin bir biçimde emperyalizmin eğilimlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.”10 19.yy boyunca merkezi yapıdaki bozulma ile birlikte kapalı Pazar ekonomisi ülkenin birçok yerinde parçalanmış bir çok 10
Lenin Age. S.150
ürün tefeci tüccar eliyle uluslar arası pazarlara açılmıştı. Özellikle İstanbul, İzmir, Samsun gibi merkezler limanlarından dolayı uluslar arası ticaretin merkezileştiği alanlardı. Karadeniz’de, Batı Anadolu da ve Trakya’nın bir çok yerinde tarımın tamamen, diğer alanlarda ise kısmen pazara bağlanması ve bunun sürekli bir biçimde pazara yönelik tarımsal ürünlerin artması emperyalizm için yerleşeceği alanı yaratmış bulunuyordu. Mültezimlerin çoğunlukla tefeci tüccarlardan oluşması, merkezden uzaklaşan ve kendi bölgelerinde çoğunlukla özerk gibi davranan ayanların kendi bölgelerinde mültezim olarak hareket etmeleri Pazar ilişkisinin Osmanlı’da hakim olduğunun göstergelerinden başlıcalarıdır. 1858 arazi yasasıyla başlayıp giderek gelişen özel mülkiyetin yasallaşması, loncaların katı kurallarının kırılması, 7
topraktan yalıtılan yoğun bir köylü nüfusu emek içinde bir iç Pazar yaratmıştır. Birincisi parçalanan loncalar, küçük zanaatkarların üretim araçlarını başka ellerde sermayeye dönüştürürken, küçük köylüler ve zanaatkarlar ve yoksul köylüler proleterleşmeye itilmişlerdir. Bunun sonucu onların kişisel tüketimlerinin oluşturduğu bir iç Pazar yarattığına göre, emperyalizm için yapılacak tek şey bu alanda yerleşmek ve kendine göre şekil vermek olacaktır. Yabancı sermayenin kendi karları doğrultusunda her şeyden önce merkezi yapıdaki tek taraflı belirleyiciliğin ortadan kaldırılması, özel mülkiyet ve bireyciliğin temeline dayanan dünya görüşünün oturtulması gereklidir. Bunun için var olan sınıflar arasındaki çelişkileri derinleştirmek “iç zorlamalar” yoluyla üretimin eski sosyal politik düzenini bozmak, üretimin yapı ve tekniğini kendi yapısının
gereklerine uygun yönlendirmektir. Üretim ve üretim ilişkilerinin belli bir gelişmeden sonra uluslar arası kapitalizmin yarattığı geniş çaplı iş bölümüne uygun yönlendirme kapitalizmin uluslar arası düzeydeki çarpık gelişiminin bir sonucudur. Bu anlamda kapitalizm kendi çarpıklığını gittiği her alana taşımaktadır. Ama bu yapısını taşıması için gerekli zeminin önceden var olması gereklidir. “..toprağın özel mülkiyeti ve böylece de doğrudan üreticilerin topraktan koparılmaları – ötekilerin mülksüzlüğünü gösteren birinin özel mülkiyeti- kapitalist üretim tarzının temelidir.”11 Kapitalizmin ülkede gelişmesinin zemininin var olduğu Osmanlı’da üretim ve ticaretin yanı sıra sanayi alanında devletinde önemli bir üretim faaliyeti vardır. “17.yy rakamlarına göre İstanbul’daki 29 devlet işletmesinde 10,000’den 11
8
Karl Marks Kapital C.III.S.712
fazla işçi ve usta çalıştırılmaktadır. Her işletmeye ortalama 300 işçi düşmektedir. Özel üretici kesimde ise 25,000 iş yeri ve 80,000 usta ile işçi gözükmekte her işyerine 3-4 kişi düşmektedir. Zamanın ölçüleri ile devlet işletmeleri adeta dev niteliği taşıdıkları ve özel kesimden daha çok önemli çapta üretim yaptıkları söylenebilir.”12 Bunların dışında savaş sanayi için baruthaneler, top ve gülle yapan imalathaneler, ordu ihtiyacını karşılamak için Hereke ve Bakırköy de kurulan dokuma fabrikaları örnek gösterile bilinir. Sanayinin yanında gelişmiş bir ticarete sahip olduğu inkar edilemez. Devletin gücünü yitirmesi karşısında ticareti ele geçiren tefeci-tüccarlar kendileri açısından güçlü bir servet biriktirmişlerdir. Servetlerin gelişmesi tefeciliği yaygınlaştırırken bir çok tefeci mültezimlik 12
İsmail Cem İpekçi Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi S.83
yoluyla devletin görevlerini devralarak devletin satışa çıkardığı toprak rantlarını direkt olarak kontrol altına alarak devletin en hassas olduğu alanların evrimleşmesine yol açmışlardır. Tarım kesiminde devlet mülkiyetini biçim yada temelde değiştirmeye zorlamak eğilimleri kaçakçılığın artması, tahıl darlığı, tefeciliğin gelişmesi, servet birikimleri vb. etkenlerle birleşince toprağın düzeni de alt-üst oldu. Özellikle tefeciler, tüccarlar, yüksek bürokratlar ellerine geçen nakitleri sermayeye çevirerek kapıları zorlamaktadırlar. Bu tabakaların servetlerinin devletin kar getiren alanlarını üzerlerine almak ve büyük bir üretim aracı olan toprağı üzerlerine geçirmekte kullanıyorlardı. Merkezi yapının katı tutumu gelişen bu sermaye ile üst yapının çatışmasının zeminini oluşturuyordu. Çoğunlukla tüccarlar kaçakçılık yolunu seçiyorlardı. Yerli üreticinin 9
gereksinimi olan hammaddeleri daha cazip fiyatlarla alan Avrupalı tüccarlara satıyorlardı. İç pazardaki hammadde kıtlığı ve buna bağlı olarak fiyatların artması bir çok imalathanelerin kapanmasına yol açıyordu. 17.yy yaşayan yoğun meta ihracı iç pazarda yerli mallarla rekabete girmesi yerli malların iç pazardaki paylarının daralmasına neden olurken üreticilerinde üretim araçlarından soyutlanmasını beraberinde getirmiştir. “Mamul eşya ithalatı; bir defa sömürge ticareti ile kapitalist yöntemlerle büyük çapta organize edilmiş olmasının elde ettiği yeni teknik ve ticari gelişme tehlikeli bir rakip haline gelmişti. Yeni şekilleri ile ithal mallar geniş halk kitlelerinin ihtiyacına cevap verebilecek ucuz göz alıcı yani moda kumaşlarla, Avrupa’da yine bu devirde büyük gelişmeler göstermiş olan madeni eşya gibi gün geçtikçe daha fazla ihtiyacımız olacak şeylerdi. Aynı şey dokuma alanında 10
da söz konusu idi. Sömürgeci ticaretin garibelerinden biri olarak mamullerini, hammaddesini satın aldıkları memleketlerde satmak yolunu bulacaklardı. Avrupalının makineli sanayi karşısında Osmanlı yerli sanayi gerilemeye ve soysuzlaşmaya mecbur kalmıştır.”13 Değişmeye başlayan ekonomik ve siyasal yapılanma aynı zamanda geleneksel devlet yapısı ile tabanda yer alan toprak beyleri ve tüccarlar arasında mücadelenin güçlenmesi gelişmelerde belirleyici rol oynamaya başladı. Zira mülkiyetine geçirdikleri topraklara resmen sahip olmak isteyen toprak ağaları, ticarette devletin tekelinin kaldırılmasını isteyen tüccarlar ve tefeciler, bunların istemlerinde ifadesini bulan Avrupa tipi bir yapılanmanın oluşması isteğidir. Bu istem Avrupalıların istemleri ile 13
Ömer Lütfi Barkan Osmanlı’da İktisadi Krizler S.24
çakışmaktadır. Karlarını artırmak ve yerli işbirlikçilerinin güvenini sağlamak amacı ile tam bir uyum yaratılmıştır. Avrupalılar önce öneriler, sonra siyasi ve ekonomik zorlamalarla bu eğilimleri destekleyecek ve kabul ettireceklerdir. Emperyalistlerin pazarlara hakim olma yolunda “..bir yandan birkaç elde yoğunlaşmış ve yalnızca küçük ve orta kapitalist –değil çok küçük kapitalist ve çok ufak patronları da kendisine bağlıyan yaygın ve sıkı bir ilişki ağı kurmuş olan mali sermaye öte yandan dünyayı paylaşma ve başka ülkeleri egemen olma yolunda başka ulusal mali gruplara karşın girişilen gitgide yoğunlaşan savaşım büyük mülk sahibi sınıfların tamamıyla emperyalistlerin safına geçmesine neden olmaktadır.”14 Emperyalistlerle işbirliği yapan sınıfların yanında aşırı borç batağına
saplanan ve ülkeyi en ücra köşelerine kadar emperyalistlere açan devletin kendi işlerinde de yabancı devletler zorunlu baskı ve onay makamı durumuna gelmişlerdir. Islahat Fermanı’nın hazırlanmasında fermanı hazırlayan Ali Paşa’nın yanı sıra İngiliz, Fransız, elçilerinin bulunması yabancıların bu etkilerinin karşısında Osmanlı Paşalarının da bir devletin yanına sığınmanın siyasi başarıları için bir yol olmasındandır. “...Reşit Paşanın İngilizlerin, Ali Paşanın Fransızların, Mahmut Nedim Paşa Rusların adamıdır. Artık iktidara geçmek Osmanlı devlet adamları ile elçiler arasında bir pazarlık söz konusu haline gelmiştir.”15 Rusya ile yapılan Kırım savaşı Osmanlının iflasını beraberinde getirmiştir. Ülke pazarlarının %3’ü gümrük vergisi ile yabancı mallara açılması 15
14
Lenin Age.S.152
E.Ziya Karal, Osmanlı Tarihi ve Islahat Fermanları S.23
11
sonucu yerli sanayi yıkıma uğrarken ülkenin hammadde kaynakları da dışarıya akıtılmıştır. Meta ihracı yoluyla yıkıma uğratılan sanayiden sonra ikinci aşama olarak 19.yy ikinci yarısından itibaren sermaye ihracı yoluyla emperyalistler ülkedeki hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. 1839 ve 1856 ıslahat fermanları emperyalistlerin zorlaması sonucu onun yayılmasının aracı ve fonksiyoneli olmuştur. Bu aynı zamanda ülkede emperyalistlerin çıkarına uygun bir üstyapı kurumunun da oluşumudur. Ekonomik olarak hakimiyet politik olarak da üst yapıda yerli temsilciler yada bizzat kendi temsilcilerini bulundurarak pekiştirilmiştir. Sanayinin yıkılması ve ülkenin dış mallara bağlı kalması ve en önemlisi devletin erkini yitirmesi, Osmanlı da bazı aydınlarda tepkilere neden oldu. 1908 Jön Türk hareketi ve onun devamında İ.T.C. ülkede bir milli burjuvazi yaratma çabasına giriştilerse de bu pek bir sonuç vermedi. 12
“1908 devrimi sırasında ittihatçıların belli başlı hedeflerinden birisi Avrupa’dan bağımsızlaşabilmek amacı ile bir milli burjuvazi 16 yaratmaktı.” Fakat ülkenin içinde bulunduğu ekonomik yapı ve onun şekillenişi buna uygun olmayacaktı. Ekonomide mali zayıflık, yabancı güçlerle işbirliğini gerektiriyordu. Bu anlamda bu sırada güçlenen ve Osmanlı’ya el atan Almanlarla işbirliği yapıldı. Bu işbirliğinde özellikle savaş sırasında “ Alman ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak için tamamlanan ve yeni pazarlar yaratan Anadolu demiryolu aracılığıyla İstanbul ununu, buğdayını Batı Karadeniz limanı yerine Anadolu içlerinden almaya başlamıştı. Bu savaş ekonomisinin yarattığı karaborsa ve himaye mekanizması sonucu Türk
16
Feroz Ahmad İttihatçılıktan Kemalizme S.39-41
işadamlarının karları ve servet birikimleri hızlandı.”17 Türk işadamlarının Almanlara yaptıkları ticaret savaş dönemi ticaret olduğundan karları oldukça yüksekti. Bu dönemin iktidarının himayesi altında gelişiyordu, aynı dönemde iktidarın zorlamaları sonucu “çoğunun geniş sermayeye katılma olan hemen hemen hepsinin Türk ve Müslüman iş adamlarına ait 80’e yakın anonim şirket, sermayesi dört milyon lira olan Osmanlı itibarı Milli Bankası ile sermayesi 16,000 lira olan Suriye Ziraat Bankası şirketi arasında değişen yetmiş iki şirket vardı. Dikkat çekici olan yan ise bu şirketlerin sadece İstanbul’da değil birçok Anadolu kasabasında kurulmuş bulunmaktadır. Bu durum savaşın yarattığı koşullarda yabancı işadamlarının ilk defa Türk işadamları ile eşit koşullarda rekabet etmek zorunda kalıyorlardı.18 Bütün bunlara rağmen yerli yatırımlar yabancı yatırımlar karşısında oldukça küçük kalıyordu. 1910 yılında Misak-ı Milli sınırları içerisinde yabancı sermaye yatırımlarının dağılımı şöyledir.19 Yatırım Alanları Demiryolları Elektrik,Tramvay,Su Liman Vb. Tesisler Sanayi Ticaret Madenler Banka-Sigorta Toplam
Yatırım (Milyon KRŞ) 3,386 311 288 650 206 328 560 5,711
Oranı 59,30 5,45 4,99 11,00 3,60 5,75 9,90 100,00
Tablo 4
17
A.Emin Yalman I.Dünya Savaşında Türkiye S.55 F.Ahmad Age. S.67-69 19 V.Eldem Age.S.19 18
13
Toplam 5,711 milyar Kuruşluk yabancı yatırımların yıllık gelir 228 milyon kuruştu. Bu gelirin tamamı yurtdışına aktarılmaktaydı. Vedat Eldem’in hesaplarına göre 1914 yılında 3 milyar 112 milyon Osmanlı Lirası yurtdışına çıkarılıyordu. Bu miktarın 228 milyon kuruşu sermaye kar transferi 2 milyar 24 milyon kuruşu dış ticaret açığı geri kalanı da dış borç faizi olarak ödenmekteydi. Milli gelirin sektörlere göre dağılımı: (Cari Fiyatlarla)20 Sektörler 1907 1913 1914 Tarım 11,385 10,422 13,060 Madencilik 165 156 105 İmalat Sanayi 2,230 2,251 2,243 İnşaat 616 612 442 Ulaştırma 687 --Ticaret 1,894 2,170 1,832 Mali Faaliyetler 223 --Devlet Hizmet. 1,374 1,774 1,878 Mesken Gelirleri 742 664 664 Serbest Meslek Gel. 1,020 1,025 1,130 Yurt içi Toplam. 20,336 20,369 22,496 Dış Alem Giderleri: 149 103 103 Milli Gelir 20,187 20,266 22,393 Vasıtalı Gelirler: + 812 970 768 Safi Milli Hasıla 20,999 21,336 23,161 Aşınma Payı: + 921 907 946 Gayri Safi Milli Hasıla 21,920 22,143 24,107 Tablo 5
20
V.Eldem Age.S.21
14
Yukarıdaki tablo incelendiğinde milli gelir içinde en önemli paya sahip olan tarım ve onu takip eden imalat sanayidir. Avrupa karşısında yıkıma uğrayan iamalat sanayinin milli gelir içindeki payı 1914 itibarıyla %9,3’tür. Bu pay toplam içinde küçük bir orana sahiptir. Yıkıma uğratılan yerel sanayinin sonucu ülke yabancı mallarının pazarı ve dışarı hammadde aktaran bağımlı bir konuma sokulduğundan yerel zanaatkarların kapitalistleşme olanakları yok edilmiştir. Bunun yanında kapitalist sermayenin kendisine bağlı olarak kurduğu ve yapısını koruduğu bazı imalat dalları kendilerini ayakta tutmuşlardır. Genel yerli üretim ise “küçük üretim” aşamasındadır. Zanaatkarlık adı verilen bu üretimde üreticiler kendi el aletlerini kullanarak yakın Pazar için üretim yapmaktadır. “..bu sanayi biçiminde meta üretimi henüz mevcut
değildir. Burada yalnızca meta dolaşımı ortaya çıkmıştır ki bu durumda zanaatçı ücretini para olarak alır. Ya da yapılan iş karşılığında aldığı ürün payını satar ve kendine hammaddeler ve üretim aletleri satın alır. Zanaatçı emeğinin ürünü pazara 21 çıkmaz.” Yabancı sermayenin kendisine bağlı olarak oluşturduğu yapılar dışındaki bağımsız küçük üreticilerin büyük bir kısmı da tüccarların egemenliği alına girmişlerdir. Parça başına iş gördürmek veya küçük ev tezgahlarını belli bir ürünü üretmede hammadde sağlayarak ürünü satın almayı garantilemek vb. yöntemlerle tüccarlar küçük ev sanayini de denetimlerine almışlardı. Bu durum Batıda tefeci tüccar sermayesinin üretimi kontrol altına alarak yavaş yavaş sanayi sermayesinde ilk aşama 21
Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi S.295
15
olan “verlağ” sistemi olarak değerlendirilen sistem Osmanlı’da oldukça yaygındır. “..tefecilik ve ticaret yoluyla meydana gelen para sermayenin sanayi sermayesine dönüşmesi kırsal yerlerde feodal hukuk düzeni kentlerde lonca örgütleri ile önlenmişti. Bu engeller feodal toplumun çözülmesi kırsal nüfusun mülksüzleşmesi ve kısmen topraktan atılması ile 22 ortadan kalkmıştı.” Osmanlı’daki çözülmeye bağlı olarak gerek yerli gerek yabancı tüccarlar “..kendilerine bağladıkları bir mütahite hammaddeleri ve parça başına hesaplanan imalat ücretini verir, mütehaitte genellikle evlerinde çalışan işçilere bu malzemeyi dağıtır. İmalat gerçekleştikten sonra mamul eşyayı toplayarak tüccara verir. Osmanlı’da özellikle büyük şehirlerde halıcılık, kunduracılık, elbise , kravat, gömlek, şapka,
şemsiye gibi alanlarda parça başına iş gördürme oldukça yaygındır. Örneğin yabancı bir şirket olan Şark Halı Kumpanyası Demirci, Akhisar, Sivrihisar, Niğde,Kula, Kütahya, Simav, Manisa, Gördes, Uşak, Denizli, Milas, Akşehir, Zile, Isparta şehir ve kasabalarında bulundurduğu acenteler aracılığı ile mahalli halı üreticilerine halı imal ettirmektedir.”23 Görüldüğü gibi bu küçük ev tipi sanayi ürünlerinin pazarlanması ve hammadde alanında uğraşan ve kendisine bağlı küçük tacirler bulunan bir alıcılar oluşturur. Alıcılar ticari sermayenin birer temsilcisidirler. Bu dağınık yerel üreticileri bir çatı altında olmasa bile bir araya getirmekte, dağınık pazarlamayı da üretimi de rasgele düzensiz bir yapı olmaktan çıkarıp düzenli bir işleme dönüştürürler. Böylece ev tipi sanayide 23
22
K.Marks Kapital C.III. S.769
16
Gündüz Ökçün Osmanlı Sanayi İstatistikleri S.24
küçük bağımsız zanaatkarda tüccarın eline düşer ve ona bağımlı hale gelir. Küçük üreticinin artık yakın pazara çıkması gerekmez, zira alıcı ona kadar gelir. Bu durum küçük sanayicinin veya el sanatçısının pazarı tanımasını sağlarken onu tacire bağlı bir köle haline getirir. “nasıl metalar ya da para biçiminde geniş çaplı tüccar sermayesi olmaksızın gelişmiş kapitalizm düşünülemezse, küçük yerel pazarların ‘efendileri’ olan küçük tacirler ve alıcılar olmaksızın da kapitalizm öncesi köy düşünülemez. Kapitalizm bu pazarları bir araya çeker, onları, büyük bir ulusal Pazar, sonra da bir dünya pazarı olarak birleştirir. “24 Osmanlıda küçük üretici bir bütün olarak Pazar ilişkisinin içerisine girmiştir. Asıl olan onun burada gelişmesini tamamlayamadığıdır. Onun
Avrupa sanayisi ile karşılaşması ve onun rekabetine karşı koyamamamsı onun gelişkin bir sanayi yapısından çok gelişmiş sanayinin bir yan kolu olan küçük imalat sanayisi konumuna itmiştir. “Kapitalist gelişmenin etkisi altına giren ülkelerle birlikte bir dünya sistemi oluşturan kapitalist sistem az gelişmiş ülkelerde başka sonuçlar doğurdu. Çeşitli ülkeler böylece dış pazarların ihtiyacı olan malları üretir oldular. Bu mallar ülkenin kendi gereksinimden bağımsız olarak üretiliyordu. Çevre ülkelerin neler üretecekleri merkezdeki gelişmeler tarafından belirleniyordu. Batıdaki dinamik sermayelerin gelişim seyrine uygun olarak çevrede üretilen ve ihraç edilen mallarda değişiyor. Üstelik bu çevre ülke kaynakları da o yönde seferber ediliyor.”25 Bu gelişen yerli sanayinin yıkımı sonucunda
24
25
Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi.S.337
Fikret Başkaya Azgelişmişliğin Sürekliliği S.73-74
17
belli bir amaç için şekillendirilen yapıyı oldukça net anlatmaktadır. Emperyalist sermayenin girdiği alan onun yapısına göre şekillenmektedir. Bundan gelişimin bir bütün olarak onun yapısının bir parçası olarak değil onun istemlerine göre şekillenmiştir. Bu şekilleniş eski temel üzerinde yükselerek inşa edilmektedir. Örneğin küçük üreticilerin Pazar ilişkisi içine çekilmesinde pazarda satılan ürün bağımsız üreticinin kendisine göre ürettiği üründen çok tüccarın belirlediği malla pazara çıkmaktadır. Daha doğrusu ürünü pazara çıkmaktadır. Burada ürünün ne olacağı artık ürün sahibinin kendisine bağlıdır. Küçük üreticiyi pazara çeken ve üretimde belirleyiciliği üstlenen tacirler yani tüccar sermayesi olmuştur. “...meta üretiminin daha fazla gelişmesi, ticaretin yayılması daha uzman tüccarların, alıcıların ortaya çıkması ile ifade edilir; satılık mallar için 18
Pazar küçük köy Pazar yeri yada kasaba panayırı değil bütün bölge, sonra bütün ülke, ve hatta bazen öteki ülkelerdir.”26 Tüccarlar dağınık haldeki üreticileri , zanaatkarları bir araya toplayarak iş gördürmektedir. Dağınık küçük üreticilerin bir araya getirilmesi ile birlikte kapitalist basit işbirliği gerçekleştirilmiştir. Gerçek anlamda kapitalist ilişki bir çok insanın aynı amaç (üretim) için bir araya getirildiği ve çalıştırıldığı , dolaysıyla emek sürecinin geniş tutulduğu ve üretimin daha büyük miktarlarda yapıldığı zaman gerçekte başlamış olur. “ kapitalist biçim ise (kapitalist el birliği Y.N.) tersine başından sonuna kadar emek gücünü sermayeye satan özgür ücretli işçinin varlığını öngörür. Bununla birlikte tarihsel olarak bu biçim köylü tarımına ve loncalar halinde olsun olmasın bağımsız olarak yürütülen el 26
Lenin, Age.S.269
zanaatlarına karşı olarak gelişmiştir. Bu bakımdan kapitalist el birliği kendisini el birliğinin özel bir tarihsel biçimi olarak ortaya koymaz. Ama bu tür elbirliğinin kendisi kapitalist üretim sürecine özgün ve onun ayırt edilen bir niteliği olarak görünür....Fiili emek sürecinin sermayenin boyunduruğu altına girmesi ile geçirdiği ilk değişiklik budur. Ve bu değişiklik kendiliğinden olur.”27 Dolayısıyla Türk köylüsünün el sanatlarının gelişiminde de kapitalizmin bu başlangıç noktaları görülür. Burada kapitalist ilişkilerin gelişiminde ve bunun ortaya çıkışında kapitalist atölye ile küçük üreticiye ait atölye arasındaki fark çalıştırılan işçi sayısıdır. Kapitalist nitelikli atölyeler küçük atölyelerle öylesine kuşatılırlar ki, aradaki fark görülmeye bilinir. “ ..kapitalist üretim görmüş olduğumuz gibi ancak çok sayıda işçinin aynı zamanda
aynı yerde (ya da isterseniz aynı iş alanında diyebilirsiniz) tek bir kapitalistin patronluğu altında aynı türden meta üretmek üzere bir arada çalışmaları hem tarih hem de mantık açısından kapitalist üretimin çıkış noktasını oluşturur. Üretim tarzı yönünden manüfaktür sözcüğün dar anlamı ile ilk aşamalarında lonca el zanaatlarından bir ve aynı bireysel sermaye tarafından aynı zamanda çok sayıda işçi kullanılması dışında güçlükle ayırt edilir. Orta çağ lonca ustasının işyeri yalnızca genişletilmiştir.”28 Genelde tarımın ağır bastığı alanlarda kırsal ev sanayi basit elbirliği altında toplanırken kentlerde manifaktür tipi işletmeler olan cam işçiliği, dokumacılık, ipekçilik ve özellikle ordu ihtiyaçlarını karşılayan birçok atölye lonca sisteminin kalıplarını kırarak geniş çaplı üretim yapmakta ve geniş sayıda 28
27
Karl Marks, Kapital C.I.S.336
Karl Marks, Kapital C.I.S.350
19
işçi ve usta çalıştırmaktaydı. “Basit elbirliği sermayenin büyük ölçüde faaliyet gösterdiği ama iş bölümü ve makineleşmenin ancak ikinci derecede rol oynadığı üretim kollarında daima egemen bir biçimdir.”29 1915 yılında yapılan bir sayımda Osmanlı’nın son dönemi hakkında bilgi vermektedir.30 Sanayi Dalları Asli.İşl. Tali İşl. Asli İşl.% Tali İşl.% Sayısı Say. Gıda Sanayi 75 78 28,6 27,7 Toprak Sanayi 17 21 6,4 7,5 Deri Sanayi 13 13 4,9 4,6 Ağaç Sanayi 24 24 9,0 8,5 Dokuma Sanayi 73 78 27,5 27,7 Kırtasiye Sanayi 51 55 19,4 19,6 Kimya Sanayi 11 13 4,1 4,3 Tablo 6
İstatistiğe giren işletmelerde kullanılan güç ve işçi sayısı.31 Tablo 6
29
G.Ökçün Age.S.29 (Bu dip notta 61. dipnotla aynı olması gerekirdi.YN.) G.Ökçün Age.S.29 31 G.Ökçün Age.S.29-33 30
20
İşletmeler Grubu
İşletmele r Sayısı
Buhar Gücü
Ortalam a Güç
Çalışan Sayısı
Gıda San. Toprak San Deri San. Ağaç San. Dokuma S. Kırtasiye S. Kimya S.
110 22 27 25 102 75 13
7,393 3,837 961 513 6,247 705 821
71,7 174,4 35,5 20,5 61,2 9,4 63,0
1913 4,281 980 950 705 7,765 1,879 417
Toplam
374
20,977
56,1
16,975
Yukarıdaki işletmeler çalışan sayısı ve kullanılan güç açısından bize son dönem sanayi hakkında bazı bilgiler vermektedir. Bu işletmelerde küçük imalathaneler, demiryolları, askeri işyerleri hariç tutulduğu göz önüne alınırsa toplam işçi sayısı 70100,000 arasındadır. Toplam 374 işletmede kullanılan güç 20,977 BB gücü olması oldukça dikkat çekicidir. Makinelı üretimle kıyaslandığında hiç de küçük bir güç değildir. Bu güç kullanımı üretim ve üretim teknolojisinde belli bir gelişmeyi göstermektedir.
1915 3,916 336 1,270 377 6,763 1,267 131
Çalışanların % 1913 1915 25,2 27,8 5,8 2,4 5,4 9,0 4,1 2,8 45,8 48,0 11,2 9,0 2,4 0,9
14,060
99,9
99,9
Bu işletmelerin çoğunlukla büyük şehirlerde olduğu dikkate alınırsa kentsel yörelerde üretimin manifaktür aşamada gerçekleştiği görülmektedir. Zira “emek üretkenliği yalnızca işçinin yetenekli olduğuna bağlı değil çalıştığı araçların da yetkinliğine bağlıdır. ..Manifaktür dönemi emek araçlarını her parça işçinin özel görevine uygun hale getirerek onları basitleştirir. Ve çoğaltır. Böylece manüfaktür yalın araçların bir araya gelmesi ile oluşan makinenin var olması için gerekli maddi koşulları da yaratmış olur.”32 32
Karl Marks, Kapital C.I.S.356
21
Bu gelişmenin ışığında Osmanlı ekonomisi sanayi alanında kurtuluş savaşına kadar üretimin gelişimi şöyledir. 1- üretimin büyük bir bölümü yerel pazara yönelik küçük üretici olarak nitelenen ve lonca kalıplarının dışında iş gören zanaatkarlık aşamasındadır. 2- Üretimi denetime alarak sermayesini geliştirip sanayi sermayesine dönüştürme çabalarında olan bir grup tüccar parça başına iş gördürme düzenini geliştirmeye çabalamaktadır. Bu yapı büyük kentlerde ve halı, dokumacılık, saraciye vb. alanlarda gelişkin olarak Batı Anadolu’da ve birçok kırsal alanda yaygınlık kazanmıştır. 3- Başta İstanbul olmak üzere İzmir, Adana, Selanik ve kentlerde elli yada daha fazla işçi çalıştırmak suretiyle makineli üretim aşamasına erişmiş imalathanelerin varlığı. 22
4- Üretimin küçük bir kısmını gerçekleştiren ve yoğun olarak buhar ve elektrik gücü kullanan ve çok sayıda ücretli işçi çalıştıran fabrikaların varlığı görülmektedir. Bu yapıların yanında Jöntürk ve sonrası İ.T.C.’nin düşüncesinde var olan devletin parçalanması tehlikesine ve ekonomik bağımlılığın kırılması için güçlü bir ekonomiye sahip olma gerekliliği ile ulusal sermayenin geliştirilmesi ve milli burjuvazinin yaratılması çabaları, bunun için özellikle 1.Paylaşım Savaşı sırasında devletin himayesiyle istifçi “savaş zenginlerinin” doğmasına göz yumulması değişimin motorları olarak görev yapmışlardır. Osmanlı’nın sadece toprağa bağlı bir tarım ülkesi olduğu, sanayisinin olmadığı ve gelişen sanayinin başından beri tekelci olduğunu belirleyen mantığa karşı şunu belirtmek gerekiyor; gerek emek, gerek üretim araçları açısından bir iç pazarın
oluşmadığı alanlarda sermaye yatırım yapmaz. Zira “Sait Domingo’ysa yerleşen ilk İspanyollar hiç emekçi bulamadılar. Ama emekçi olmaksızın sermayeleri yok olur giderdi. Ya da en azından her birinin kendi elleri ile kullanabileceği küçük parçalara bölünürdü. İngilizlerin kurdukları son sömürgelerde (Swan Biver Sömürgesi) bu fiilen böyle oldu. Burada sermayeyi kullanmak için gerekli emekçi yokluğundan büyük bir sermaye, tohum, araç ve hayvan sürüsü yok oldu ve hiç kimse kendi elleri ile kullanacağından fazla sermayeyi elde tutmadı.”33 İç pazarın oluşması küçük üreticinin yıkımı, köylünün topraktan yalıtılıp, emek için gerekli gücün yaratılması, sermaye için iç pazarı yaratmıştır. Yoksa “...toprağın ucuz, herkesin özgür dileyen her kesin kendisi için kolayca bir
parça toprak edineceği bir yerde emekçinin üründeki payı bakımından emek yalnız pahalı olmakla kalmaz ne fiyatta olursa olsun toplu emekte bulmak güçleşir.”34 Kapitalist üretimin bir özelliği de ücretli işçiyi aralıksız ve durmaksızın ücretli işçi olarak üretmekle kalmayıp bununla birlikte sermayenin birikimi ile orantılı olarak daima ücretli işçi artı-nüfusunu da üretir. İç pazarın oluşması ve meta üretiminin yaygınlaşması ve buna bağlı olarak kapitalist üretim tarzının ortaya çıkması ile birlikte kapitalist üretim yasaları zorunlu olarak eski kalıplara karşı kendi gelişiminin önünü açmak için zorlamaya başlar. Bu yeni üretim karşısında eski toplum ve onun üretim yasaları gericileşmek durumundadır. Eskinin kendini koruma çabası yeni karşısında direnmesi onu
33
34
Karl Marks, Kapital Cilt.I. S.787788
Karl Marks, Kapital Cilt.I. S.788
23
baskı altına almaya çabalaması kendisinin devamı içindir. Yeniye düşen görev ise bu yapının kaldırılmasıdır. Zanaatçılıktan elbirliğine, oradan manüfaktür üretimine ve sonunda geniş çaplı makineli üretime Geçiş yeni üretim yasalarının zorlaması sonucudur. “..Doğu despotizmi ve fatih göçebe halkların değişken egemenliği bu eski topluluklara binlerce yıl boyunca zarar vermedi. Onların git gide dağılmalarına neden olan şey büyük sanayi ürünlerinin rekabeti ile doğal ev sanayilerinin zamanla yıkılmasıdır.”35 Kapitalizmin Osmanlı’da oynadığı rol tam da budur. Bu aynı zamanda değişimin başlamasıdır. Burada oynanan oyun ise ekonomik zor sonucu oluşmaktadır. Meta üretiminin yaygın hale geldiği kapitalizmin temel özelliği üretim araçlarının bir 35
F.Engels Anti-Dühring S.270
24
avuç kapitalist ve toprak sahiplerinin elinde bulunması ve bunun yanında işgüçlerinden başka satacak bir şeyleri olmayan proleterlerin varlığını gerektirir. Kar peşindeki burjuvazi üretici güçleri durmadan büyüyen bir biçimde genişletmek ve yaygınlaştırmak zorundadır. Büyük çapta üretimin teknik ve iktisadi üstünlüğü rekabet mücadelesi içinde kapitalizm öncesi iktisadi biçimlerin sürülüp atılmasına ve yok edilmesine yol açtı. Sanayideki bu büyük gelişme küçük işletmelerin yok olmasına ve kısmen de bu küçük işletmelerin de büyük işletmelere yardımcı, ona bağımlı birimler haline gelmelerine yol açtı. Osmanlı sanayisinde de belirleyici biçim böyle gelişmiştir. Yerel sanayinin şekillenişi kapitalist makineli üretimin istekleri doğrultusunda olmuştur. Rekabete dayanamamak ya bu yapıya uyumu yada yok olmayı beraberinde getirir. Ama bu hiçte yerel
sanayinin yabancı kapitalizmle başlayıp onun denetiminde geliştiğinin göstergesi değildir.
fakat bir ilk olmasından ve bir yöntem olarak yapılması gerekenleri bağrında taşıması açısından gerekli gördük ve yayınladık. Umarız program tartışmalarının yoğunluk kazandığı günümüzde bir çok araştırmanın Türkiye’nin kendi koşullarına özgü sosyalizm mücadelesinin nesnel koşullarının tespitine önayak olasını dileriz.
Not: Bu sayımızla uzunca bir süredir devam eden yazı dizimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. İnanıyoruz ki bu dizi yazı Türkiye’de kapitalizmin gelişimine ışık tutacak diğer araştırma ve incelemelere ışık tutacaktır. Bu yazının görüşlerine katılmadığımızı -------------------------------------------PROGRAM TARTIŞMALARI Birkaç sayıdır devam eden TDKP-KHK “PROGRAM TASLAĞI” üzerine eleştirileri yayınlamaya devam ediyoruz. Okuyucunun merakını gidermek açısından bu eleştirilerin bazılarının yıllar önceden yapılmış, dolayısıyla ‘Program Taslağı’nın da o tarihlerde başka isim ve Ad altında yayınlandığını hatırlatmak isteriz. Burada ilk yayınlanan (2001 tarihli ) Taslağı aynen
yayınlayarak tarihsel gelişimini okuyucuya duyurmak istiyoruz. Bu taslağın ekleme ve çıkarmalarla devam eden yayımı “Bülten” Adlı bir broşürde Haziran 2002 I. Sayısında yayınlandı. Sanırım okuyucunun artık eleştirilerin tarihsel akışını daha kafa açıklığıyla değerlendirebilir. “... PATİSİ PROGRAM TASLAĞI” A II-Kapitalizm Ve Emperyalizm 25
1Üretimin kapitalist biçimi, meta üretiminin ve dünya ticaretinin belli bir düzeyde gelişmesi, üreticilerin bir kısmının iş güçlerini meta olarak sürekli bir şekilde satışa çıkaran ücretli emekçi yani işçi haline gelmesiyle ortaya çıkmıştır. 2Kapitalizmde işçiler, üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistler ve büyük toprak sahiplerine iktisadi olarak bağımlıdırlar. 3Bu bağımlılık, işçilerin toplumsal yoksulluğu, siyasi bağımlılığı, gelecek güvensizliğinin temel nedenidir. 4Bu bağımlılık aynı zamanda her iki cinsin, yozlaşması, aşağılanıp köleleştirilmesinin de nedenidir. 5Kapitalist üretimin temel amacı: işçileri karşılığında hiçbir şey almadan çalıştıkları süreyi uzatmak, artı-değer üretmektir. Kapitalizm bu nedenle ücretli köleliktir. Bunu ya işçilerin çalışma sürelerini doğrudan uzatarak yada iş bölümü ve teknolojinin geliştirilmesiyle emek gücünün toplumsal üretkenliğini artırarak gerçekleştirir. Kapitalistler arasındaki rekabet onları emeğin üretkenliğini artıracak teknik ve yöntemler bulmaya 26
zorlar; bu nedenle kapitalizm, gittikçe ağırlaşarak artan bir kölelik demektir. 6Teknolojinin gelişimi üretimin, boyutlarını ve büyük işletmeler içinde yoğunlaşmasını artırır. Bunun karşısında rekabet edemeyen önceki topluma ait sınıflar; dağılır ve yok olurken, küçük ve orta işletmeler; büyüklerin egemenliği altına girer, çoğunluğu ise iflas ederek işçi sınıfı saflarına itilirler. 7Üretimin boyutlarının genişleyip yoğunlaşmasındaki artışın doğrudan sonucu tekellerin oluşmasıdır. Bu serbest rekabetin yok oluşudur. “Kapitalist tekeller, kapitalist özel mülkiyetin kapitalist temelde yok edilmesidir.” Böylece kapitalizmin özgürlüğün ve gelişmenin temeli olarak ilan ettiği serbest rekabet ve kutsayıp dokunulmaz ilan ettiği özel mülkiyet bizzat kapitalizmin kendi gelişimi ile yok edilmiştir. 8Tekeller hızla farklı iş kolları ve ülkelere yaygınlaşırken aralarında da birleşmeler oluşmuştur. Sanayi ve banka sermayesinin kaynaşması ile mali sermaye tekelleri ortaya çıkmıştır. Böylece genel olarak sermaye egemenliğinden mali sermaye
egemenliğine geçilmiş, kapitalizm, emperyalizm evresine girmiştir. 9Emperyalizmle, dünyanın mali sermaye grupları tarafından paylaşılması tamamlanmış ve rekabet bu guruplar arasında dünyanın yeniden paylaşılması mücadelesine dönüşmüş ve şiddetlenmiştir. 10Emperyalizmle tekelleşme daha da hızlanır, üretimin boyutları tek tek tekellerin kontrol edemeyeceği kadar genişler, rekabetin şiddeti ve yıkıcılığı artar. Üretimin sürdürülebilmesi için, kapitalistlerin ortak çıkarlarının koruyucusu olan devlet üretim araçlarına doğrudan el koyar. 11Bu el koyuş , üretimin, yani insanlığın devamı için üretim araçlarının ortaklaştırılmasının gerekliliğini bizzat kapitalizmin kendi gelişimiyle gösterilmesidir. 12Fakat ortaklaşma kapitalist bir temelde gerçekleştiği için, kapitalist devletin despotik özelliği daha da artmıştır. Üstelik kapitalist devlet tekeli devlet dışındaki tekellerle iç içedir. Bu durum kapitalizmin gelişimindeki eşitsizlikleri daha da artırır. Tekeller arası rekabet daha da
şiddetlenir, devlet içinde ve devletler arasında yeni bloklaşma ve çatışmalara yol açar. Böylece kapitalist devletlerin yüzünü örten ulusallık perdesi iyice yırtılmıştır. Emperyalizm çağındaki kapitalist temeldeki devletlerin şu yada bu emperyalist bloğun yerel baskı aracı haline geldiği açıkça ortaya çıkmıştır. Emperyalist tekeller arasında kurulan birlikler bu gerçeği giderek daha fazla doğrulamaktadır. 13Aynı zamanda mali sermaye oluşturduğu yaygın ve sıkı bir ilişki ağıyla mülk sahibi sınıfların tümünü egemenliği altına alır. Dünyanın yeniden paylaşılması mücadelesinde onların ulusal maskeli şu yada bu mali sermaye grubunun yanında yer alıp emperyalizm safına geçmesine neden olur. IIKapitalizmin Gelişimi Ve Emperyalizm Karşısındaki Farklı Sınıfların Tutumu. aKapitalizmin gelişmesi ile yok olmakta olan topluma ait sınıflar, kaybettikleri ayrıcalıkları elde etmek için kapitalizme ve emperyalizme karşı çıkarlar. Ama onlar, kendi temel çıkarları 27
için mücadele eden işçi sınıfına karşı kapitalistlerin yanında yer alırlar. Onlar politik olarak gerici bir rol oynarlar. bKapitalizmin gelişmesi ve tekellerin baskısı altında ezilen, iktisadi gücünü yitiren orta ve küçük mülk sahipleri, kapitalizmin kötü sonuçlarından arındırılıp korunmasını, tekelciliğin önlenip serbest rekabetin geri getirilmesi, devletçiliğin güçlendirilmesi ve devletin kendilerine destek olması için mücadele eder, emperyalizme bu temelde karşı çıkarlar. Onlar politik olarak tutucu, hatta gericidirler. Ancak kendi yok oluşlarının kaçınılmazlığını anladıkları oranda işçi sınıfının yanında yer alırlar, ve devrimci bir rol oynayabilirler. cİşçiler. 1kapitalizmde işçiler iş buldukları sürece yaşayabilirler. Onların iş bulması ise üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistler ve büyük toprak sahipleri hesabına bir süre bedava çalışıp artı-değer üretmeleri koşuluna bağlıdır. Bu nedenle onlar ücretli köledirler. Üretimin kapitalist biçiminde ; işçiler ne kadar çok çalışır ve emek güçlerinin üretkenliği ne kadar çok artarsa kendilerinin 28
toplumsal yoksulluğu, aşağılanma ve geleceğe olan güvensizlikleri o kadar artar. Ama üretim araçlarını ellerinde bulunduran ve çalışmayan sınıfların ise zenginliği ve refahı sürekli artar. Bunun için işçilerin kapitalizmi yok etmekten başka çareleri yoktur ve emperyalizme karşı bu temelde mücadele etmek zorundadırlar. 2Kapitalizmin gelişmesi aynı zamanda gerek işçilerin kendi sayılarındaki artışla gerekse yıkılan sınıfların üyelerinin onun safına katılmasıyla, işçi sınıfının gücünü durmadan artırır ve işçilerin farklı kesimlerini birbirine yaklaştırır. Bütün kapitalist ülkelerdeki işçilerin çalışma yaşam koşullarını daha çok birbirine benzetir. Onlar aynı sorunlar için mücadele etmeye başlarlar. 3Onların mücadele etmesi karşısında ise farklı ülkelerdeki kapitalist devletler, açıkça ya da aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla, bir bütün halinde yer alırlar. Emperyalizm bu gerçeği bir bütün haline getirmiştir. dSosyalizm. İşte bu nedenle işçi sınıfı :
-Kapitalizme karşı sonuna kadar devrimci olan tek sınıftır, -işçi sınıfı, sınıf ayrıcalıkları elde etmek için değil her türlü sınıf ayrıcalığına son vermek için mücadele eder. -İşçi sınıfı, kurtuluşunu ancak kendisi başarabilir. -İşçi sınıfının kurtuluşu yerel bir sorun değil, uluslar arası bir sorundur ve bütün ülkelerin işçilerinin ortak mücadelesini gerektirir. -Her ülkenin işçileri, kendi kapitalistlerinin diğer ülkelerin kapitalistleriyle yaptıkları işbirliği ve emperyalist savaşlara karşı mücadele ederken, aynı zamanda bulunduğu her ülkede kendi kurtuluşunun politik ön koşulu olan kendi sınıf diktatörlüğünü kurmak için mücadele etmelidir. -İşçi sınıfı,dünyanın herhangi bir yerinde kurduğu iktidarı onun yerel yada bir kısmının değil, tümünün uluslar arası egemenliğinin bir parçasıdır ve hiç bir şekilde işçi sınıfının toplumsal köleliğiyle bağdaşmaz. -İşçi sınıfını iktidarını kurduğu her yerde , sınıf egemenliğinin temelini yok etmek, üretimin toplum adına planlanıp yürütülerek sosyalist dönüşümü sağlamak için; üretim
araçlarının üreticilere devredilmesini sağlayacak ve çalışmaya yetenekli herkesi çalışmaya zorlayacaktır. Böylelikle kendisini ve kendisiyle birlikte tüm insanlığı kurtaracaktır. Onun tarihsel görevi budur. B B-I- Türkiye’de Kapitalizm aTürkiye’de üretimin kapitalist biçimi, emperyalist işgale karşı verilen savaş sonrasında korumacılık, teşvikler, kapitalist devlet tekellerinin kurulması, işçi sınıfının örgütlenmesinin ve siyasal özgürlüklerin yasaklanması ile hızlanmıştır. bKısa sürede devlet tekelleriyle kapitalistlerin ve emperyalistlerin oluşturduğu tekeller egemen hale gelmiştir. Hızla güçlenen emperyalistler ve işbirlikçileri, genel olarak mülk sahiplerinin ortak malı olan kapitalist devlet tekellerini özelleştirme adı altında ele geçirmektedir. cBağımsız küçük ve orta büyüklükteki işletmeler, tekeller tarafından egemenlik altına alınarak veya iflas edip işçi sınıfının saflarına itilerek yok 29
olurken, doğrudan tekellere bağımlı küçük ve orta işletmeler ortaya çıkmakta ve bunlar işçi sınıfının tekeller adına daha fazla sömürülmesinin aracı olmaktadırlar. dKırsal alanda üretimin kapitalist biçimi egemendir. Bazı yerlerde büyük toprak sahiplerinin feodal biçimler altındaki egemenliği devam etse de kırsal alandaki emperyalistler ve işbirlikçilerinin tekelci egemenliği hızla yayılmaktadır.
partisi; dünya işçi sınıfının bir parçası olan Türkiye işçi sınıfının kurtuluşunun ilk adımı atarak şu talepleri için mücadele etmeye çağırır.
B-II- Parti
1-Emperyalistlerin, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin iktidarının yıkılıp yerine işçi ve emekçilerin devrimci demokratik iktidarının kurulması. 2Emperyalistlerle yapılan bütün anlaşmaların iptali ve gizli analaşmaların açıklanması. 3Emperyalistlerin, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin tüm mallarına el konulması. 4Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının sağlanması. 5Herkese ayrımsız düşüncesini açıklama, örgütlenme ve gösteri yapma hakkının sağlanması. 6Tüm yerel yöneticilerin seçimle belirlenmesi,
Bu görüşlerle hareket eden: aİşçi sınıfının çıkarlarından ayrı özel bir çıkarı olmayan bBütün mücadelesinde işçi sınıfının iktisadi kurtuluşunu gerçekleştirme temel amacına bağlı olarak işçi sınıfının geleceğini göz önünde tutup bütünün ortak çıkarını savunacak olan, cGörevi işçi sınıfının kurtuluşunun tarihsel koşullarını inceleyip bu konu da onu bilinçlendirmek, mücadelesini örgütleyip yönetmek olan, dKendisini işçi sınıfının uluslar arası .... hareketinin bir parçası olarak ilan eden... 30
B-III- Gerçekleştirmek için Mücadele Edilecek Talepler aÜlkenin bağımsızlığı ve toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi için,
seçmenlerince veya mahkemelerce görevden alınabilmesi. 7Ülkede yaşayan herkese, tüm devlet görevlileri hakkında görevleri esasında yaptıklarından dolayı sıradan mahkemelerde hesap sorma hakkı , 8Mahkemelerde jüri sisteminin oluşturulması ve jüri üyelerinin de halk tarafından seçilmesi, 9Herkese yasa, yönetmelik, uluslararası anlaşmaları öğrenme ve dilerlerse iptali için ilgili mahkemelere doğrudan dava açma hakkı, 10Zorunlu temel eğitimin 12 yıla çıkarılması, çok yönlü teknik, kültürel ve spor eğitiminin yaptırılması, öğretim giderlerinin genel bütçeden karşılanması. Eğitimin niteliği dalları ve kadrosunun yasa ile düzenlenip müfettişlerce denetlenmesi. 11Okullarda din eğitiminin yasaklanması, din eğitimi veren her düzeyde devlet okulunun kapatılması. 12Üniversite ve yüksek okulların özerk hale getirilmesi. İsteyen her üniversite öğrencisine burs verilmesi ve
okul masraflarının burs veren kurumca karşılanması. 13Diyanet İşleri Bakanlığının kapatılması, din eğitiminin din ve mezhep mensuplarına bırakılması din görevlileri ve dini kuruluşların kişisel buluş dışında gelir getirici faaliyetlerinin yasaklanması, devletin hiç bir din ve mezhebe yardım etmemesi. 14Herhangi bir dine inanıp inanmama ve din aleyhinde propaganda özgürlüğü. 15Kent merkezlerindeki arazilere ve kişisel kullanım fazlası binalara el konulması, belediyelere devredilmesi. Konut kiralarının belediyelerde halk temsilcilerinden oluşacak, kira tespit komisyonlarınca belirlenmesi, herkese sağlıklı konut temin edilmesi. 16Herkese sosyal güvenlik hakkı. 17Dolaylı vergilerin kaldırılıp artan oranlı gelir vergisinin uygulanması. 18Başka devletlerin resmi görevlileri dışında ülkede yaşayan 18 yaşındaki herkese seçme ve seçilme hakkının tanınması. 19Mahkumlara düşüncelerini açıklama eğitim ve üretken faaliyetlerde bulunma, ücretli çalışma 31
isteyenlere tam ücret ve sendikalaşma hakkı. 20Polis ve jandarmanın dağıtılarak halk milislerinin kurulması. 2118-55 yaş arasındaki herkese askeri eğitimin verilip bu günkü ordunun dağıtılması. 22Ülkelerinden siyasal baskı nedeniyle kaçmak zorunda kalanlara sığınma hakkının tanınması. bİşçi sınıfının fiziki ve zihinsel yozlaşmasını önlemek ve sınıf çıkarı için mücadele yeteneğini geliştirmek. 1. 1-Ücretlerin aylık ve peşin ödenmesi. 2.Özelliği nedeniyle daha az çalışması gereken işler dışında, normal çalışma süresinin haftada 5 gün, günlük iş süresinin yolda geçen süreler ve çalışma esnasında verilen molalar dahil olmak üzere 7 saate indirilmesi. 3. Niteliği gereği sürekli olması gereken işler dışında gece vardiyalarının yasaklanıp, gece çalışmanın 6 saate indirilmesi. 4. Fazla mesailerin yasaklanması. 5. Yıllık izinlerin 1 aydan başlaması, her çalışılan yıl için 32
1 gün eklenmesi ve izin sürelerinin en az bir parçasının 1 aydan az kullanımının önlenmesi. 6. Ana ve babaya doğum öncesi 3 ay ,doğum sonrası 6 ay ücretli izin verilmesi ve bunun doktor raporu ile uzatılabilmesi. 7. Ücretli çalışanların tümü için sendika kurma, toplu sözleşme ve her tür grev yapma hakkı, 8. Yetkili sendikaların işyerlerinde referandumla belirlenmesi. 9. Her işyerinin ayrı veya birleşerek yeterli işyeri hekimi bulundurulması, ayrıca her işyerinin işçi sağlığı ve güvenliğinin işçilerin seçtiği ve görevden alabildikleri doktor ve müfettişler tarafından denetlenmesi. 10. İşyeri disiplin kurullarının kaldırılıp her türlü iş uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde görüşülmesi. 11. Her türlü iş kazasında doğrudan kapitalistin sorumlu olması . Bu konudaki tazminatların sigorta tarafından belirlenmesi . 12. İş görmezliğin bütün biçimlerinin ve süreni kapsayan primleri kapitalistlerce ödenen işçiler tarafından yönetilen
genel bir sigortanın kurulması ve bu sigortanın kişisel bir hak olması. 13. Sigorta alacaklarının birinci dereceden alacak olması, ödemeyenlere karşı işçileri n grev ve dayanışma grevi hakkı. 14. İş ve işçi bulma kurumunun sigortaya bağlanması, her kişi yada kuruluşun bu kurum aracılığıyla işçi alması. 15. Herhangi bir nedenle gözaltına alınan veya tutuklanan işçinin bu süre içinde işyerinden ücretli izinli sayılması. cKırsal yaşamda Demokratik Gelişimi Hızlandırmak Ve Sınıf Mücadelesini Yükseltmek İçin: 1. Köylü komitelerinin kurulması. 2. Toprak ağalarının topraklarına el konularak köylü komiteleri tarafından köylülere dağıtılması. 3. Kişiler arasında toprak kiralanmasının yasaklanıp, köylü (üretici ve satış) kooperatiflerinin kurulması.
C: ....Partisi ; bu talepleri gerçekleştirmek için mevcut toplumsal ve siyasal düzene muhalif ve devrimci tüm hareketleri destekler. İşçi sınıfını bu talepler için en önde mücadele etmeye çağırır. Ama işçi sınıfına kendi kurtuluşu için bu taleplerin gerçekleştirmesinin yeterli olmayacağını , kurtuluşunun sosyalizmde olacağına ve bunu da yalnız kendisinin başarabileceğini anlatır.”
TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETİNDE PROGRAM SORUNU Bu gün devrimci hareketimizde bir bunalım yaşandığını kimse inkar edemez. Bu bunalımın maddi kaynağının toplumsal gelişmelerin ve ülkemizdeki sınıf hareketinin devrimci gruplarımız tarafından kavranamadığı olgusundan kaynaklandığını, 12 Eylül karşı devrimi ezici zaferiyle ortaya çıkardı. Nasıl yorumlanır ve ne şekilde ifade edilirse edilsin, 33
faşist diktatörlüğün devrimci hareketimiz karşısındaki kolay ve ezici zaferi, aradan geçen on yıla rağmen devrimci hareketin belini hala doğrultamamış olması ancak bu gerçeği ortaya çıkarıyor. Devrimci hareketimiz içinde yer alan gruplar, Türkiye deki sınıfların ekonomik ve siyasi hareketlerini derinliğine kavrayamamışlardır. 12 Eylül darbesi ile alınan yenilgi, devrimci hareketi gerçek yaşamın gelişmesine karşı örgütleyememe, devrimci hareketi bunun sonuçlarına karşı hazırlayamamadır. Faşist karşı devrimci darbenin üzerinden on yıl gibi azımsanamayacak bir süre geçmesine rağmen devrimci hareketimiz yenilginin sonuçlarını üzerinden hala atabilmiş değil. Bu gün devrimci hareketimizde kadro ve program sorunu gibi iki önemli ve ana sorunun varlığı bütün devrimci hareketler tarafından kabul edilen bir gerçektir. ‘Bunalım’ sözcüğüne Türkiye gerçeğini kavrayamadıklarını ileri sürdüğümüz hareketlerin bu günkü temsilcileri itiraza hazırdır. Ne var ki bu gün değişik adlarla da olsa eski hareketlerin devamı, mirasçısı 34
olduklarını söyleyen grupların tümünün, eski programlarına ilişkin dünya görüşlerinin bütünüyle değişmesinin, yeni bir program için kolları sıvamanın kısacası içinde bulundukları ideolojik karmaşayı mazur gösterici hiçbir gerekçeleri yoktur. Devrimci hareketimizin sorunları üzerinde kafa yoran devrimcilerce her şey açık ve nettir. Günümüzde değişik bir çok grubu yeni program arayışlarına götüren ideolojik karmaşanın, ülkedeki iktisadi durumun değiştiği tezine sarılarak örtbas edilemeyeceği açıktır. Böyle bir durum olsa olsa asgari programda yer alan ve toplumsal gelişmenin geride bıraktığı şeylere ilişkindir. Programın tümüne ilişkin değildir. Bu durumu görmemek için ayak diremek, mazur göstermeye, örtbas etmeye çalışmak zor koşullar altında mücadele veren devrimci hareketimizi bir adım ileri götürmez. Devrimci hareketimizin bu günkü sorunlarına gelince nitelikli ve tecrübeli devrimcilerinin bir çoğunun hala tutsak durumunda olması, egemenliğini uzun yıllar sürdüren gericilik koşulları, devrimci hareketin ağır kayıplar
vermesi, devrimci durumun yükseldiği dönemlerde akın akın devrimci gruplara koşan küçük burjuva unsurların darbe ile paniğe kapılıp devrime sırt çevirmeleri vb. sebeplerden dolayı devrimci çalışmayı yürütebilecek yeterli sayıda nitelikli devrimciden mahrum kalınması yani kadro sıkıntısı çekmeleri, program sorunu ile kıyaslandığında çok küçük bir sorundur. Bizim gibi egemen sınıf iktidarlarına karşı sürekli devrimci durumun yükseldiği bir ülkede kadrolar sorunu gerçek bir sorun bir ‘bunalım’ olmaktan uzaktır. Sorunun en can alıcı yönü, devrimci hareketimizdeki bunalımın esas kaynağı diğer noktada program sorununa ilişkin özünde ise ideolojik karmaşadadır. Bütün grupların program sorunundan bahsetmeleri daha şimdiden sorunun boyutları ve önemi hakkında bize bir fikir verebilir. Devrimin her bunalım döneminde, bu dönem içinde yer alan sınıfların kendi öznel niyetleri dışındaki nesnel gerçeği, öznel ifadelerle örtbas edemeyeceklerini göstermesi bakımından devrimci hareketimizdeki bu bunalım öğreticidir.
Bu durum gerçek devrimci sınıfı diğerlerinden ayırması, ideolojik karmaşalığın sınıfsal kaynaklarını açığa vurması bakımından devrimin netleşmesine yol açar. Karşı devrimci 12 Eylül darbesinin devrimci hareketlerimizin siyasi ideolojik görüşlerini programlarını eskitmesi bugün bu “Marksist Leninist” programların bunların temsilcileri tarafından “Marksist Leninist” hareketin küçük hataları olarak tümden ret edilmesinin hareket içindeki ideolojik karmaşayı gözler önüne sermesi bakımından gerçekten incelemeye değer olduğunu söylüyoruz. Bir çok ‘Marksist’ dergiye adını veren ‘yeni’ bir dönem; karşı devrimin bir anda bütün gücüyle yükselmesi devrimci hareketin bu dönemdeki şaşkınlığı binlerce kayıp vermesi, hareketlerin elinin kolunun bağlanması, bugünkü yeni dönemle birlikte yerini yeniden toparlanmaya, yaraları sarmaya bıraktı. Bu dönem bazı ‘Marksist’ dergilerimizin kullandıkları kendilerine has özel dil bir kenara bırakılırsa kendini şu şekilde ortaya koydu. 12 Eylül yenilgisinin açmış olduğu bu boşluğu doldurma, 35
elini çabuk tutma, henüz eski hareketle toparlanamadığı bu evrede örgütsüz devrimci yığınları kazanma. Sloganları ise şu “ne eskiyi inkar ne de
hatalara göz yumma.” İnkar edilemeyen küçük burjuvalılık . Mahir
--------------------
BİR ... PARTİ PROĞRAM TASLAĞI ÜZERİNE NOTLAR A II-KAPİTALİZM VE EMPERYALİZM “ Üretimin kapitalist biçimi , meta üretiminin ve dünya ticaretinin belli bir düzeyde gelişmesi, üreticilerin bir kısmının işgüçlerini meta olarak sürekli bir şekilde satışa çıkaran ücretli emekçi yani işçi gelmesiyle ortaya çıkmıştır.”(abç) Burada kapitalist üretim biçimini ortaya çıkaran tarihsel koşullar özetlenmek istenmiştir. Kapitalizmin tarihsel ön koşullarının oluştuğu bu süreç ilkel birikim sürecidir. Burada kullanılan üreticiler kavramı yerine doğrudan üreticiler kavramını kullanmak daha doğru olurdu. 36
Hem burada bir kısım doğrudan üretici işçi haline (ki önce potansiyel işçi olur) gelirken, bir kısımda kapitalist (bunlarda önce potansiyel kapitalist olurlar) haline gelirler. Bu ilkel birikim süreci önemlidir. Burada doğrudan üreticiler (emekçi) üretim araçlarından koparılır, emeğin nesnel koşulları ile emekçi zorla birbirlerinden ayrılırlar. Bunun zor eseri olduğunu işçilerin kavraması kapitalizmin ölüm çanlarının çalmaya başlaması demektir. İşçi sınıfının tarihsel eylemi sonucu, doğrudan üreticiler ile üretim araçları tekrar birbirlerine kavuşacaklardır. Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanların devrimciliği, bu mülksüzleştirilmiş “özgür” kılınmış olmalarındandır. “Kapitalist üretimin temel amacı; işçileri karşılığında hiçbir şey almadan çalıştıkları
süreyi uzatmak, artı-değer üretmektir.”(abç) Kapitalist üretimin temel amacı elbette artı-emek süresini ve artı değeri artırmaktır. Bunu bu şekliyle ortaya koyup bırakmak yanılgılara yol açabilir. Kapitalizmin yada sermayenin amacı -kapitalist sermayenin ed.- amacı salt üretim süreci ve onun ürünü ile sınırlı değildir. Burada amaç kendini para biçim (p’) olarak ortaya koyar kapitalistler, değişim değeri avcılığı yapar, para biriktirme peşinde koşarlar. Bunun için şimdi birileri dev tekellerin, “üretim dışı gelirler” rant peşinde olduklarından yakınıyorlar. Bazı sendikacılarda bunları üretime dönmeyi krizleri böyle aşmaya çağırıyorlar. Kapitalistler gerçek amaçları doğrultusunda hareket ediyorlar. Sermayenin asıl amacını ortaya çıkaran üretken sermaye devresi değil para sermaye devresidir. Bu da paradan daha çok paraya doru hareket olarak kendini ortaya koyar. Yoksa onların zannettiği gibi “az işçi istihdam etmeden, çok işçi istihdam etmeye” değildir. Sabancı’nın kendine cepçi
demesine itirazı vardır, o işçiye iş ve aş verdiğini söyler durur büyük bir gururla. “Böylece kapitalizmin özgürlüğün ve gelişmenin temeli olarak ilan ettiği serbest rekabet ve kutsayıp dokunulmaz ilan ettiği özel mülkiyet bizzat kapitalizmin kendi gelişimi ile yok edilmiştir.” (abç) “Özelleştirme” lehinde ve aleyhinde bir yığın yaygaranın koparıldığı bir dönemde, özel mülkiyetin ne olup ne olmadığının ortaya konması oldukça önem arz etmektedir. Burada diyalektik gelişim nasıl olmaktadır? Kapitalistin özel mülkiyeti yine başka özel mülkiyet biçiminin, sahibinin emeğine dayanan özel mülkiyetin yadsınması ile ortaya çıkar. Başkalarının emeğine dayandığı halde , “emeğin değerini” aldığını herkesin kendi “emeğinin ürününe” sahip olduğunu söylemeye devam eder. İlkel birikim yöntemlerinin (bireysel tasarruf ve çalışkanlık) kendi birikim yöntemleri olduğu yalanını vaaz etmeye devam eder. Yani meta ekonomisine özgü yasaların arkasına sığınır. Bu süreç içerisinde, kapitalist özel üretim yerini 37
hisseli sermayenin anonim şirketlerin, tekellerin üretimi olan bir kapitalist üretime bırakır. Burada üretim kapitalist yerine kapitalist gruplar tarafından yürütülmektedir artık. Peki özel mülkiyete ne olmakta? O ortaklaşa mülkiyete, kominal mülkiyete doğru evirilmektedir. Ama henüz yerini yadsınma durumunda değildir. Marks “sermayenin en mükemmel biçimi hisseli sermayedir, doğrudan doğruya komünizme dönüşür” der. Özel mülkiyette bu en mükemmel biçimi tekellerin mülkiyeti biçimini almıştır. Bireysel kapitalistin özel mülkiyeti anlamında yıkılmış ama işçi sınıfı tarafından tarihin çöplüğüne atılmak için onların karşısında onların emeğine dayanıp onlara bu mülkiyetin dışında tutarak hazır beklemektedir. Kapitalizmin temel çelişkisi bu mülkiyet biçimine son vererek proletarya devrimi ile çözülecektir. Evet kapitalizm kaçınılmaz sonuna, üretim araçlarının ortaklaştırılmasına doğru gelişim göstermektedir. Emperyalizmin belirleyici özelliği, kapitalizmin meta ihracı evresinden sermaye 38
ihracı evresine geçmesiyle ortaya çıkmıştır. O her şeyden önce bir sermaye (üretim ilişkisi) ihracıdır. Bu aynı zamanda kendi dışındaki üretim biçimlerini kendi egemenliği, denetimi altına alma, giderek onların yerine kendi üretim biçimini koyma eğilimi göstermesi -dayatması ed.- demektir. Küçük burjuva sosyalizmi emperyalizmin gericiliğini geveler durur. Ona karşı “devrimcilik” nöbetleri geçirir. Ama her defasında da geriye savrulur. İçinde yaşadığımız dönemde kapitalizm , emperyalistkapitalizm biçimini almıştır. İşçiler için sermayenin “yerlisi” , “yabancısı” var mıdır? Onlar için ikisinde de ortak olan şey kendi ücretli kölelikleridir, sömürülmeleridir. Elbette çeşitli sömürü biçimlerini birbirine karıştırıp, hepsine karşı toptan savaş aşma durumunda olacak değiliz. Doğru olarak belirtildiği gibi, işçi sınıfı emperyalizme karşı mücadeleyi, kapitalizme karşı mücadele temelinde yürütecektir. Zaten giderek bu ikisini birbirinden ayırt etmek mümkün olmayacak duruma gelmektedir.
II - KAPİTALİZMİN GELİŞİMİ VE EMPERYALİZM KARŞISINDA FARKLI SINIFLARIN TUTUMU İşçilerin dışındaki sınıfların durumu daha net olarak anlatılmalı, ifadelerdeki bulanıklık giderilmeli. Küçük-burjuvaların kapitalizm ve emperyalizm karşısındaki devrimcilikleri nasıl bir devrimciliktir? Bu kendi sınıf çıkarları için mücadele ve siyasi iktidarın ortağı olarak bir mücadelemidir? Yoksa proletaryanın yanın da mı yer almadır ? Elbette ikincisi. Ama bu kez bir sınıfın devrimciliğinden söz etmek imkansız hale gelmez mi? Çünkü o bağımsız bir devrimci sınıf hareketi göstermemektedir. Ancak söz konusu olan tek tek küçük burjuvaların kendi sınıf çıkarlarını korumaktan vazgeçerek proletaryaya katılmalarıdır. Onların kapitalizm karşısındaki devrimciliği siyasi devrim süreciyle sınırlıdır. Olsa olsa toplumsal devrim sürecinde
artık gericidirler. Toplumsal temelden yoksun devricilik olsa olsa bir ucubedir. “Bütün kapitalist ülkelerdeki işçilerin çalışma, yaşam koşullarını daha çok birbirine benzetir.”(abç) Bir birine benzetmekle kalmaz , birbirine bağımlı hale getirir. Bunun için sosyalizm mücadelesi uluslararası bir nitelik taşır, olmakta zorundadır. Bu , kapitalizmin emperyalizm evresi öncesinde, böyledir, bu gün daha da olgunlaşmış durumdadır. “Kapitalizme karşı sonuna kadar devrimci olan tek sınıftır.”(abç)36 Sözü edilen işçi sınıfıdır. Bu gün böyle bir genelleme yapmak bizi yanlış sonuçlara götürür. Emperyalizm çağında , emperyalist - kapitalizmin “anavatanının” da işçi sınıfının dışında yarı yolda da yarı yolda da duracak olsa da devrimci sınıflar var mıdır? Daha 1871 yılı Fransa’sında bu küçük burjuvaların 36
İşçi sınıfının dışındaki sınıfların devrimciliği monarşiye, feodalizme, serfliğe karşıdır. Kapitalizm küçük meta üretiminden ileri aşamayı temsil eder. Küçük burjuvazi kapitalizme karşı devrimci değildir.
39
(dükkancıların) devrimciliği bitmiştir. Kapitalizmi mezara gömecek olan işçi sınıfıdır. O kapitalizmin bağrında yeni bir toplumun temsilcisi olarak uç verir. Onun yasalarının dışında yaşar, ona antitez oluşturur. Kapitalizm ancak onun sınıf diktatörlüğünün kurulması ve sınıfsız toplum yönünde ilerlemesi ile tarih sahnesinden çekilecektir. “İşçi sınıfı, kurtuluşunu ancak kendisi başarabilir.”(abç) Bunun bir başka ifade şekli “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır.” Olmuştur. Bununla ne söylenmek istenmiştir? Bunu biraz açmak gerekecektir. Toplumsal sınıfların ortaya çıkışından bu yana ezen sınıfların bazı üyeleri yada kesimleri ezilen sınıfları kurtarmaya soyunur. Büyük Fransız devriminin en üst organı “Halk Kurtuluş Komitesi” dir. Burjuvalar halkı kurtarmak ister, tabi ki kendi egemenliklerini kurmak amacını gizlemek için. Halkın dostları boy göstermeye başlar, halkın kurtuluşçularının bize kadar sarktığını bilmem söylemeye gerek var mı? Sosyalizm mücadelesinin başlamasıyla bu defa işçi sınıfının 40
kurtarıcıları sahneye çıkmaya başlar. Ütopyacılar burjuvaların vicdanına ve cüzdanına seslenerek bunu yapmak isterler. Küçük burjuvalar maceracılıklarını halkı kurtarma ve sosyalizm idealleri ile gizlemeye çalışırlar. Hepsinde ortak olan sınıfın dışında, halkın dışında olması, onlardan kopuk olmasıdır. Proletaryanın kurtuluşu, kendi çalışma ve yaşam koşullarının, kendi ekonomik ve toplumsal durumunun eseri olacaktır. Onu devrimci yapanda zaten bu dur. Yoksa falan dahinin beyninden çıkardığı düşüncelerin, ideolojinin uygulanması değildir. Böyle bir şey varsa bu onun koşullarının bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi burada, işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinde teori ve bilinç unsuru ile ilişkisi önem taşımaktadır. Bir kısım “aydın” kendi sınıflarından ideolojik kopuş ile işçilerin yanına gelirler ama burjuva yaşam biçimlerine devam ederler. Bu ikisi arasında uzlaşmaz bir karşıtlık oluşturur. Teori bunların tekelindedir. İşçilere bilinç taşırlar. Ama sürekli işçilerden kopmamak,
yabancılaşmamak için tedbirler alırlar. Fabrikalarda kısa aralıklarla çalışırlar. Devrimden sonra parti üst yöneticileri belli aralıklarla aynı şeyi yaparlar. Bu karşıtlık (ki bu toplumsal iş bölümünden, kafa ile kol emeği arasındaki karşıtlıktır) kapitalizmin çelişkilerinin bir sonucu olarak önümüze çıkar. Kolay kolayda önümüzden çekileceğe benzemez. Kapitalizmin gelişmesi tıpkı özel mülkiyetin gelişiminde olduğu gibi, bu emeğin bölünmesi emekçinin belirli bir emek türüne kölece bağımlılığa çelişkili biçimde son verme şeklinde bir eğilim göstermektedir. Kapitalistler bunu kendi üretim tarzlarındaki “tıkanıklığı” aşmak için kafa ile kol emeğini birleştirmeye çalışmaktadırlar. Bir taraftan işgünündeki kısalma ve çalışma koşullarındaki iyileşmeler, işçilere ideolojik çalışmayı kendi ellerine almanın koşullarını oluşturmaktadır. İşçi sınıfının parti örgütlenmesinin olmadığı aile, çevre, inceleme grubu, komünist hareket gibi örgütlenme biçimlerinde işçi sınıfı ile bağ kurulmuş
olmadığı için, mali sorunlar, ticaret yapmak, “küçük işletmeler” kurarak çözülmeye çalışılır. Bu yapılanmalar da işçi sınıfının yaşam biçimine yabancılaşma , ondan daha da uzaklaşma tehlikesi vardır. Bunun için kimse, işçi sınıfını kurtarma amacıyla yola çıkmamalı. Kendisini sınıf ile özdeşleştirme, hatta onun içinde erime çalışmasında olmalıdır. Dışarıda durmak, durmakta ayak diremek, işçi sınıfının dışındaki “kurtarıcıları”nın temel özelliğidir. Proletaryanın kurtuluşu uluslararası bir sorundur. Çünkü proletaryanın vatanı yoktur. Bunun için sendikalar, parti, sovyet, komin, konsey. Meclis tipi örgütlenmeleri de uluslar arası olmak zorundadır. Yani işçiler gündelik mücadelelerini de kurtuluşları için mücadelelerindeki örgütlenmelerini de kendilerine yakışır bir şekilde yapmalıdırlar. “....üretim araçlarının üreticilere devredilmesini sağlayacak...”(abç) Bunu da yapması söylenen işçi sınıfıdır. Üretim araçlarının üreticilere devri , 41
bunlar sosyalizmin anlatıldığı bölümde söylenmekte. Bu üreticiler kimlerdir? İşçilerin dışında birileri daha var demek ki üretim araçlarını sahiplenecek üstelik kapitalistlerde kendilerini üretici sayarlar. Sosyalizm, proletaryanın üretim araçlarına sahiplenmesi onların mülkiyetinin dışında tutulması durumuna son vermesi, yani kapitalistleri ve büyük toprak sahiplerini mülksüzleştirmesidir. Demokratik devrimin işçi sınıfının öncülüğünde yapıldığı, proletarya devrimlerinde böyle bir sonla karşılaşılır. Burada sosyalizmin görevi, üretim araçlarının mülkiyetini işçilere vermektir. Bunu da toplum adına proletarya devleti, bir ayarı devlet olan proletarya diktatörlüğü yapar. Kapitalizmin ve emperyalizmin, sınıfların ve sosyalizmin anlatıldığı bölümler genellikle işçilerin dünya görüşlerinin anlatıldığı bölümlerdir. Programlar da içinde yaşadığımız tarihsel dönemin koşulları bu bölümlerin daha uzun tutulmasını zorunlu kılmaktadır. Burjuvaların 42
komünizm korkusundan titredikleri günlerden, zafer çığlıkları attıkları “komünizm öldü” yalanını yaydıkları günlere geldik. Bu gün her şeyden önce, bilimsel bir ideolojik zafere gereksinimi var, işçi sınıfı hareketinin. Parti programının bu bölümleri bu görevi yapmalıdır. Bütün ideolojiler, maddi üretimler gibi yeniden üretilmek zorundadırlar. Komünist Manifesto işçi sınıfının ilk programıdır ve o dönemde bu görevi yapmıştır. Dünya görüşü, kapsamlı ve “sistemli” bir şekilde anlatılmıştır. Bu gün de uluslar arası nitelikte -işçi sınıfı yerellikle ve ulusallıkla sınırlandırmaz- bir programa ihtiyaç vardır. Ara not: işçi sınıfının enternasyonalizmi bu gün dünden daha gerekli ve uluslar arası programın zorunluluğu da bu yönden her proletarya partisi içinde zorunludur. ED Kapitalizmin anlatıldığı bölümde, krizlerden hiç söz edilmemiş. Halbuki bu temel özelliklerden biridir. Kapitalizmin bunalımları aşırı-üretimden kaynaklanmakla birlikte temeli metalardaki kullanım-değeri,
değişim-değeri karşıtlığına dayanmaktadır. Bütün özel emek ürünü metalar , genel emeğe, değişim-değerine dönüşmek zorundadır. Krizlerin hücresi burasıdır. Alım ve satımdadır. Emeğin toplumsal emek haline gelmesi , değişim macerası sonucu olur. İşte kriz günlerinde bu olamamaktadır. Bütün özel metalar, paraya dönüşmek için can atmaktadır. Ama bu olmamaktadır. Taş kesilmişlerdir, Engels’in deyimiyle modern burjuva toplumundan barbarlık düzenine dönüştür. Her şey vardır , ama yoktur. Sosyalizm bölümünde yada işçilerle ilgili bölümde sendikalarda örgütlenmenin öneminden söz edilmemiş. Sendikalar, işçilerin kapitalizme karşı günlük mücadelelerini yürüttükleri temel örgütlenmelerdir. Onlar şimdiki yapıları ile mücadelenin önünde engel olmaktalar. Sendikalar işçilerin ille mücadele adımlarını attıkları kendilerini eğittikleri mücadele merkezleridir. İşçi sınıfının devlet sorununa karşı tutumu ne olacaktır? Bu
konuda da susmak tercih edilmiş. Sadece kapitalist toplumda devletin “üretim” ve “mülkiyet” ile ilişkisi incelenmiş. Bu konudaki diyalektik gelişmeyi göstermesi açısından önemi tartışılmaz tabi. Sınıf mücadelesinin gelişimi sonucu devlet hangi biçimsel değişikliklere uğrayacaktır, bu bilimin konusudur. İşçi sınıfının tarihsel eylemi içinde devlet, devlet olmaktan çıkacak, yarı-devlet olarak sönme sürecektir. İşçi sınıfı hasımlarını bastırmak için onu kullanmak zorunda kalacaktır. Özgürlükten söz edildiği yerde olmayacaktır. “B -1TÜRKİYE’DE KAPİTALİZM” Burada anlatılanlara bakılırsa Türkiye kapitalist bir toplumdur. Kırsal alanda önemsiz feodal kalıntılar vardır. Ama yinede devrimimiz demokratik devrimdir. İşçiler özel mülkiyetin temellerine saldırmaya başladıktan sonra, burjuvalar özel mülkiyetin feodal biçimine karşı saldıramazlardı. Bunun için feodal egemen sınıflar 43
devrime karşı birleştiler, bundan sonra köylüler, feodal mülkiyete saldırır oldular, İşçiler dışında . Ve demokratik devrimlerde işçilerle birlikte iktidara ortak oldular. Bağımsız bir köylü hareketinin olması devrimin demokratik niteliğinin en önemli göstergesidir. Kırsal kesimde, büyük toprak sahiplerinin egemenliğinden söz ediliyor. Kırsal alandaki istemler bölümünde toprak ağalarından , “toplumun demokratikleşmesi” için talepler bölümünde büyük toprak sahiplerinin mallarına el konulmasını görüyoruz. Büyük toprak sahipleri melez bir sınıftır, burjuvalaşmışlardır, kapitalist rant gelirlerini oluşturmaktadır. “Bağım-(sız) küçük ve orta büyüklükteki işletmeler, tekeller tarafından egemenlik altına alınarak veya iflas edip işçi sınıfının saflarına itilerek yok olurken...” Bu cümle ile bizim küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin iflas etmesinden ve proletarya saflarına itilmelerinden üzüldüğümüz izlenimi doğmaktadır. Burada her şeyden önce işçi sınıfı 44
saflarına itilen, işletmeler değil bunların sahipleridir. Bu yasa kapitalizmin en temel yasalarından birinin -kendi dışındaki üretim biçimlerine son verme, egemenlik altına alma eğilimiişlemesi sonucudur. Geri olan ileri olana teslim olacak, onun tarafından saf dışı edilecektir. İşçi sınıfının da kapitalist üretime son vermesi gibi. Küçük burjuvalar için gözyaşı dökecek değiliz. “B-III GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN MÜCADELE EDİLECEK TALEPLER” “Ülkenin bağımsızlığı ve toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi için” abç Buraya kadar bize “ülkenin bağımsızlığı” hiç anlatılmadı, şimdi birden bire bununla karşılaşıyoruz. Bunun maddi temelleri ortaya konulmalı, -“Toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi” yerine sınıf savaşımının serbestçe gelişimi için ifadesi kullanılmalı, toplumsal sorun olarak yaklaşmak yerine sınıf mücadelesini ve devrimci dönüşümü temel almalı.
“İşçilerin ve emekçilerin devrimci demokratik iktidarı” abç İşçiler iktidarı kiminle paylaşacaklar, emekçiler kavramı açılmalı. İşçilerin dışındaki emekçi nüfus oldukça kalabalıktır. Gevşek ve muğlak emekçi kavramı belirsizlik doğurmaktadır. Köylülerin yerini emekçiler almış bulunuyor. Demokratik devrim toplumsal devrimdir. Salt siyasal devrim değil. Siyasal özgürlüklerin olmaması başlı başına devrim aşamasını demokratik yapmaz. Onun temeli kırda, feodalizm ve kapitalist gelişmedeki geriliktir. “Demokratik nakarat” ile yetinilmemeli, işçi sınıfının egemenliği için hazırlanıldığı açık ve net olarak belli olmalı. Demokrasi mucizesi inancının yerleşmesine kapı aralanmamalıdır. Burada istem veya ilke olarak karşımıza çıkacak olan ifadeler giriş bölümlerinde genellemelerle yetinilmeden tam ve doğru biçimde gösterilmelidir. Genel olarak toplum, genel olarak “demokratikleşme” ile yetinmek programı topal bırakır. Burjuva düzeyin
aşılmadığını gösterirler. Küçük burjuva sosyalizmi “demokratikleşme” konusundaki inancı uzunca bir zamandır sağlamlaştırmış bulunuyor. Bu ön yargılar kırılmalıdır. Manifesto’nun terimleri ile söylemek gerekirse “proletarya kendisini egemen sınıf durumuna getirerek demokrasi savaşını kazanacaktır.” Revizyonizm ve küçük burjuva sosyalizmi demokrasi eşittir özgürlük demeye bayılır. Halbuki özgürlükten bahsedilen yerde artık demokrasi yoktur. Sınıf savaşımının serbestleştirilmesindeki amaç işçi sınıfını egemen olmaya hazırlamaktır. İşçi sınıfı tamamlanmamış burjuva devrimlerine, kendine yabancı harekete katıldığı gibi katılır. Devrimin önündeki engelleri kaldıracaktır. İşçi sınıfının başında olduğu taam zaferli burjuva demokratik devrimler, ona egemen olma, sınıfları ortadan kaldırma, tarihsel görevini yerine getirme olanağını sunacaktır. Bir de bunun tam karşıtı olan kendiliğinden, anayasal biçimler altında sürenleri vardır ki, işçiler ve emekçiler için en sancılı olanıdır. 45
Proletaryanın ve temsilcilerinin amacı devrimi bir zaferle sürekli kılmaktır. İşçi sınıfının demokratik devrim programı (asgari program) , halkçılığın ilkelerinin (Genel oy hakkı, doğrudan yasama, halk milislerinin kurulması) yankılanmasıdır. Uluslar arası bir nitelik taşıyan hiç bir ülke işçi sınıfı bunlarla yetinemez Programında nihai hedefini ve bu hedefe ulaşmadaki araçları açıkça ilan eder. Komünist Manifesto dünya işçi sınıfının ilk programıdır. Bunun için Marks ve Engels onun başına ulusal bir ad eklemediler. - İşçi sınıfı bütün emekçilerin ve sömürülenlerin başında sosyalizm için mücadele eder. Demokratik devrimi bu biçim altında sürdürür. “Herkese ayrımsız düşüncesini açıklama, örgütlenme ve gösteri yapma hakkının sağlanması.” abç Düşünce özgürlüğü, vicdan ve din özgürlüğü ile birlikte burjuvazinin devrimci sloganları oldular. Serbest rekabetin (çok sayıda sermayenin karşılıklı savaşımı) felsefede yansıması, aklın egemenliği, 46
siyasal alanda ise düşünce özgürlüğüdür. Kapitalistlere ve büyük toprak sahiplerine düşüncesini açıklama hakkı isteyemeyiz. Çünkü zaten onların düşünceleri egemen düşüncelerdir. Onların toplumsal ve siyasal iktidarına son vermek için düşüncelerinin egemenliğine de son vermek gerekir. Daha baştan burada bir sınırlandırmaya gelmiş bulunuyor. Hak isteyen herkes olmaktan çıkmış bulunuyor. Örgütlenmeye gelince, sürekli ordunun ve polisin dağıtılacağını söylemekle egemen sınıfların örgütlerinin dağıtılacağı söylenmiş bulunuyor. Burada da herkes nitelemesi gereksiz duruma gelmiştir. Zaten hiçbir devrim devrim düşmanlarına özgürlük tanımamıştır. Devrimin bizzat kendisi düşmanlarının yok edilmesini emreder. Aksi halde tarihte birçok örneği görüldüğü gibi kendisi aynı son ile karşılaşır. Çağımızdaki başında proletaryanın bulunduğu demokratik devrimler ile proletarya devrimleri arasında Çin Seddi yoktur. Başlangıç ve bitiş noktaları birbirinin içindedir. Birbirinden kopuk
metafizik ayrılıklar, ayrı kutuplarda ayrışmalar aramak devrimlerin gelişme diyalektiğine aykırıdır. Zaten gelişmenin kendisi bizzat diyalektiktir. İşçi sınıfı kendisini egemenliğe hazırlarken, düşüncesini (ideolojisini) en başta egemen kılmaya hazırlanacaktır. Düşünce özgürlüğü istemek başkadır, siyasal özgürlük istemek başka. En azından birincisi burjuvazinin dilinin ifadesidir. Demek ki devrimimiz burjuva devrimi değil mi? Öyle de olsa biz onlarla aynı dili kullanmamakta ısrar etmeliyiz. Yoksa yığınların bu iki sınıfın istemlerini hedeflerini karıştırma tehlikesi her zaman olacaktır. Zaten onlarda bunu herkes için istemektedirler. Düşmanlarını giyotine göndermekte tereddüt etmediler. Önemli olan eleştiri silahı değil silahların eleştirisidir. Sorunun özü devrimci sınıfın yada sınıfların hangi silahları araç olarak kullanacağıdır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı37 konusunda istemlerin 37
“Tam ayrılma özgürlüğü, en geniş, yerel (ve ulusal) özerklik, ulusal
temellendirildiği , maddi koşullarının gösterildiği bölümlerde neden tek bir satır yok? Evet program kısa ve özlü olmalıdır. Böyle olması kolay anlaşılmasını sağlar. Ama işlenen konuyu salt beylik düşüncelerin alt alta sıralanmasına indirgemek anlatıma kuru ve ruhsuz bir nitelik kazandırır. Kullanılan dil bilimsel bir eserin dili gibi olamaz Burjuvazi , proletarya ve komünist kavramları hiç kullanılmamış. Tabi bunlar kullanılmadan da istenenler anlatılabilir. Ama genellikle ekonomi-politiğin (iktisadın) kavramlarının (kapitalist, işçi) kullanıldığını görüyoruz. Kapitalizmin anlatıldığı bölümde bunlar elzemdir. Sınıfların anlatıldığı bölümde de aynı kavramlar kullanılmış. Sınıfların işlendiği yerde sınıf mücadelesi ve gelişme diyalektiğinden de bahsetmek gerekmez miydi? Tekrar düşüncesini açıklama hakkı ile örgütlenme ve gösteri yapma hakkına azınlıklar haklarının inceden inceye hazırlanmış inancaları; devrimci proletaryanın programı işte budur.” (Lenin Nisan Tezleri Ve Ekim Devrimi Sf.57)
47
dönecek olursak bunlarda tıpkı, genel oy hakkı, doğrudan yasama, halk hukuku, halk milisinin kurulması gibi, halkçılığın ilkeleridir. Demokratların tipik özelliği sınıf mücadelesi karşısında sızlanmaları, gözyaşları dökmeleridir. İşçi sınıfı da çocukluk günlerinde “çalışma hakkını” talep etmişti. Bu gün artık hak talep etmeyecek, sınıf mücadelesinde kendisini egemen duruma getirerek cevap verecektir. Burjuvaların enternasyonalizmi, ulusların kardeşliği, küçük-burjuvaların enternasyonalizmi halkların kardeşliğidir. İşçiler ise bütün ülkelerdeki birleşmeleri ile enternasyonalizmlerini ortaya koyarlar. İşçi ve emekçilerin devrimci, devrimci demokratik iktidarı işçilere bir geçimi 38 garanti etmelidir. Bu gün birçok sendika, parti, “iş güvencesi” 39 talebi ile ortaya
38
“Tüm çalışanlar için iş güvencesi sağlanmalıdır.” (Emek Platformu programı Sf.11) 39 “16.” “ulusal atölyelerin kurulması. Devlet bütün işçilere bir geçimi garanti eder ve çalışmayacak durumda olanlara bakar.”
48
çıkmaktalar. İşçilerin eskiden istediği “çalışma hakkı” bu günün “iş güvencesi” ile karşılaştırıldığında daha ileri daha soylu görünmektedir. Marks’ın dediği gibi acemice de olsa arkasında üretim araçlarının ortaklığı talebi gizlidir. “iş güvencesi” ise kapitalistler karşısında bir boyun eğişi sergilemektedir. Onların sömürü ve ücretli kölelik düzenlerinin kabullenildiği görüntü verilmektedir. Geçim garantisi isteme, devrimin ilk eylemlerinden birinin bu olması ile işçi sınıfının toplumsal devrim yoluyla hangi doğrultuda (Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar ) dönüştüreceğinin ilk işaretidir. İşçi sınıfının tarihsel eyleminin amacı, burjuvazi gibi değişimdeğeri avcılığı yapmak, kar delisi olmak değil, ihtiyaçların karşılanmasıdır. İnsanların en önemli yaşamsal faaliyeti olan üretim asıl amacına yönelik olarak yeniden düzenlenmiş olacaktır böylelikle.
(“Komünist Manifesto” ’nun Doğuşu. Dirk) Struik Komünist Partisinin Almanya’daki istemleri Sf.221
“Tüm yerel yöneticilerin seçimle belirlenmesi, seçmenlerince veya mahkemelerce görevden alınabilmesi.”abç Memurların maaşları iyi bir işçinin ortalama ücretinden yüksek olamaz. Polis ve sürekli ordunun yanında memurlarda kaldırılır. İlin, ilçenin ve belediyenin halk tarafından seçilmiş yöneticiler tarafından yönetilmesi ama nasıl?40 Tam özerk yönetimin Devlet tarafından atanan yerel yöneticilerin kaldırılıp bunun yerine halk tarafından seçilenlerin geçmesi ve geri alınabilmesi, bürokrasiye ve bürokratikleşme ye karşı önemli bir adım ve önlemdir. 40
“Demek ki tek bir cumhuriyet, ama 1798’de kurulmuş olan imparatorluğun imparatorsuz biçimi olan bu günün Fransız Cumhuriyeti anlamında değil. 1792’den 1798’e kadar Fransız ili her belediye, Amerikan modeline uygun olarak kendi tam ve özerk yönetimine sahip bulundu. Bize de böyle bir şey gerek . böyle bir özerklik nasıl örgütlendirilebilir ve bürokrasisiz nasıl edilebilinir? Amerika ve Birinci Fransız Cumhuriyeti bunun nasıl olacağını bize gösterdi. Avustralya, Kanada ve öteki İngiliz Kolonileri de bu gün bize bunu göstermektedir” (F. Engels Gotha ve Efrut Programlarının Eleştirisi Sf.103)
Bunun tamamlayıcısı yada böyle bir yönetimin biçimi ancak özerk olabilir. Bu da bürokrasinin belini kıracaktır. Yalnız bu merkeziyetçiliğin karşıtı olarak algılanmamalıdır. Meta ekonomisi ve daha sonra kapitalizm yalıtılmış üretime ve diğer ilişkilere son verdi. Sermaye bunları bir biriyle ilişkili duruma getirdi. Böyle bir ekonomik toplumsal yapı tam bağımsız yönetimleri imkansız kıldı. Her şey birbirine bağlıdır, sermayede işçi sınıfı da. Bu gün bunu kapitalizm dünya ölçeğinde dünya pazarı evresinden , dünya(uluslar arası) sermayesi evresine geçirerek gerçekleştirmiş bulunuyor. Nasıl sermayenin evreleri birbirine hem bağımlı hem bağımsız ise yönetim biçimleri de öyle olmak zorundadır. Bunalım günleri bize bu bağlı ve bağımsız olma durumuna en iyi şekilde gösterirler. Para-sermaye krallığını ilan eder, en başta diğer metalar ve sahipleri onun kollarına atılmak için her türlü çılgınlığı yaparlar. Hem burjuvazinin arkasındaki devlet desteğini çekmek, sınıf mücadelesini serbestleştirmek için hem de 49
işçi sınıfını egemenliğe hazırlamak için böyle bir yönetim biçimi gereklidir. Burjuvazinin bir kesimi de bu gün yerel yönetimlerin özerkliğinden yana gözüküyor. Onlarda bürokrasiden rahatsızlar. İşlerin daha kısa zamanda daha ucuza yapılmasından yanalar. İşçi sınıfının yönetimdeki bu özerklik41 anlayışı bölünmez tek sosyalist cumhuriyet anlayışının karşıtı değildir. Burada olan parçanın bütününe boyun eğmesi , çoğunluğun azınlık üzerinde otoritesinin, onun parçası azınlık olarak varlığının devam etmesidir. Ne merkezi otoritenin koşulsuz egemenliği ne de otorite tanımazlık (anarşizm) tır. İşçi sınıfı, başında bulunduğu demokratik devrimde böyle bir yönetim biçiminin temellerini 41
“Burada çoğunluğun azınlık üzerindeki otoritesi de sona ermektedir. Her birey her komin özerktir ama iki kişiden meydana gelse bile her biri özerkliğinin bir parçasından vazgeçmedikçe bir toplumun nasıl olanaklı olacağı konusunda da Bakun’in susmaktadır.” (F. Engels Gotha Ve Efrut Programlarının eleştirisi Sf.1220)
50
atacaktır. Büyük bankalar tek bir ulusal banka olarak birleştirilmelidir. Memurlar görevden alınır olmakla kalmaz basit vekiller durumuna getirilmiş görevliler olurlar. “İşçi sınıfının fiziki ve zihinsel yozlaşmasını önlemek ve sınıf çıkarı için mücadele yeteneğini geliştirmek için..”abç Devrimimiz demokratik devrim olduğuna göre işçi sınıfının talepleri kapitalizmin sınırları içindedir. Ama o hiç bir zaman kendini bununla sınırlamaz. Dünya işçi sınıfının parçası olarak sosyalizm mücadelesini (siyasal ve ekonomik kurtuluşu) tarihsel görevini her zaman en önde tutacaktır. Çağımızın temel sorunu proletaryanın kurtuluşu sorunudur. Bütün diğer sorunlar buna bağlı olarak çözülürler. Ezilen ulus ve halkların kurtuluşu sorunu işçi sınıfının kurtuluşuna bağlıdır. İşçi sınıfının dışındaki sınıf ve toplumsal tabakalar devrimlerin bu tip sorunlarını temel sorun haline getirirler. Onun için siyasal anlayışlarının merkezine
proletaryanın kurtuluşu, yerine emeğin kurtuluşu, halkın kurtuluşu, ezilen ulusların ve ezilen halkların kurtuluşunu yerleştirirler. Küçük-burjuva halkçı hareketler için devrimin başına önder güç işçi sınıfı değil, emektir, halktır. Bunu kendilerine taktıkları isimlerle sergilerler. Onlar hiç bir zaman işçi sınıfının devrimlerdeki rolünü anlayamamışlardır. İşçi sınıfı daha doğuş günlerinden itibaren uluslar arası bir sınıftır. Kendisine ulusal engellerle sınırlandırmamıştır. Bu nedenle onun demokratik devrim programlarının istemleri de ulusal düzeyde sınırlı değildir. Kendisi dünya işçi sınıfının bir parçası olarak hareket eder. Sınıf mücadelesinin örgütlenmesini bu düzeyde götürür. Zaten düşmanları (kapitalistler, büyük toprak sahipleri) da öyle yaparlar. Ama işçilerin onlar karşısında üstünlükleri vardır. Sömürücü egemen sınıflar kendi aralarında bölünür. Çıkar kavgasına düşerler. İşçilerin aralarında çıkar çekişmesi yoktur. Tam aksine onlar karşısında ortak
bir çıkara , onları tarihin çöplüğüne atıp sömürüden kurtulma yeteneğine sahip olurlar. Burjuva devriminin “tamamlanmamış” olduğu yerlerde demokratik devrim programı işçi sınıfının asgari programıdır. İçinde bulunulan tarihsel anın sınıfsal ilişki ve gereklerini dile getirir. Onun azami programının (tarihi misyonunun gerçekleştirilmesinin ) bir parçası olarak, bu gelişme doğrultusunda sürekli bir değişim gösterir. Devrim süreci içinde işçi sınıfı kendini kapitalizmin saldırıları karşısında önce koruyup güçlü kılacak ardında saldırıya geçecektir. Bunun için kapitalizmin koşullarında sınıf çıkarı için savaşma yeteneğini geliştirir. Bitkin düşmüş bir işçi sınıfının kapitalistlere karşı savaşması mümkün değildir. Onun için gündelik mücadelesi çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme, sendikalarda örgütlenip birleşme mücadelesidir. İşte bu alanlarda mücadele ederken kendisine “iş güvencesi”, “eşit işe eşit 51
ücret”42 taleplerini gerçekleştirmesi bunlar onun en önemli çıkarlarından olacağı söylenir. “İş güvencesinden daha önce söz etmiştim. Eşit işe eşit ücret ne demektir? Önce onu anlamaya çalışalım. Öncelikle ücretin işin karşılığı olduğu ve bu ikisinin olması gerektiği vaaz ediliyor. İş kavramı genellikle emek kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Yani emeğin karşılığı olan ücrete varıyoruz. Kapitalistlerin istediği de zaten budur. Emeğin karşılığını aldığı inancını kafalara yerleştirme. Ekonomi-politiğin gelişimi içinde de böyle oluşmuştur. Günlük konuşma dilinde ücret kullanılır. Ekonomi-politiğin bilimsel çalışmaları sonucu 42
“Kamu çalışanlarının krizden doğan kayıpları başta olmak üzere geçmiş yıl kayıpları giderilmeli, süresi uzatılan yetki yasası ile eşit işe eşit ücret ilkesinden hareketle ücretler insan onuruna yaraşır bir hayat sürecek düzeye getirilmeli” (Emek Platformu Programı Sf.6) “cinsiyet ve yaş durumundan bağımsız olarak eşit işe eşit ücret kuralı uygulanacaktır.” (Emeğin Partisi Programı Sf.34) “Eşit işe eşit ücret.” (TİKP Programı Sf.18)
52
emeğin değeri (fiyatı) ortaya çıkar. Halbuki sermaye dünyasının ortasında ücret, emek-gücünün karşılığı olarak, gündelik yaşamda milyonlarca örneği ile gerçekleşir. Bu gerçekliğin bilimde yerini alması uzun bir ekonomik toplumsal gelişme ile bilimsel çalışmayı gerektirmiştir. İşçi sınıfı çoktandır bu tip ücreti köleliğin zincirlerini sağlamlaştıran (gençlik yıllarında “adil bir iş günü için adil bir ücret”) talepleri tarihin çöplüğüne atmış bulunuyor.
“Kırsal yaşamda demokratik gelişimi hızlandırmak ve sınıf mücadelesini yükseltmek için”
Demokratik evresinde bulunan devrimlerde bu bölüm işçi sınıfının asgari programının temeli ve belirleyicisi olarak en güçlü olan yanıdır. Ama bizim taslağımızın en zayıf yanıdır. Peki bu neden böyledir? İşçi ve emekçilerin devrimci demokratik iktidarının emperyalistlerin tekelci burjuvazi ve büyük toprak
sahiplerinin iktidarının43 yerine kurulması (kurulmayı) söyleniyor. Bizde iktidarı elinde bulunduran burjuvazi (emperyalistler, tekelci burjuvazi ve burjuvalaşmış büyük toprak sahipleridir.) Bu anlamda burjuva demokratik devrimimiz tamamlanmıştır. Ama köylü sorunu, tarım devrimi bitmiş midir? Elbette hayır. Eskiden beri bu devrimin “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” ile tamamlanacağını söylediler. Bu devrimci demokratik diktatörlük yaşayan, gelişen,dünü, bu günü ve geleceği44 olan bir egemenlik 43
“Rusya’da iktidar yeni bir sınıfın ; burjuvazinin ve burjuvalaşmış büyük toprak sahiplerinin ellerine geçmiştir. Bu anlamda burjuva demokratik devrim Rusya’da tamamlanmış bulunuyor.” (Lenin Nisan Tezleri Ekim Devrimi Sf.38) 44 “Dünyadaki her şey gibi proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün de bir geçmişi ve bir de geleceği vardır. Bunun geçmişi otokrasidir, serfliktir, monarşidir ve ayrıcalıklardır. Bu geçmişe karşı savaşımda karşı devrimle savaşta proletaryanın ve köylülüğün “irade birliği” olanağı vardır. Çünkü burada çıkarların birliği vardır.
biçimidir. Taslağımızda benim anladığıma göre gelişmiş son bulma biçimine “işçilerin ve emekçilerin demokratik iktidarına” varmış bulunuyor. Monarşinin yıkılıp, gericide olsa cumhuriyetin kurulduğu, gelişme sonunda burjuvazinin egemen olduğu ekonomik ilişkilerde kapitalist biçimlerin egemen olduğu (taslağımızda da bu böyledir) bir sosyoGeleceği ise özel mülkiyete karşı savaşımdır. Ücretli işçilerin işverene karşı savaşımıdır. Sosyalizm için savaşımıdır. Burada iradenin birliği olanaksızdır. Burada önümüzdeki yol otokrasiden cumhuriyete değil de küçük burjuva demokratik cumhuriyetten sosyalizme doğru uzanır. Elbette bu günkü tarihsel koşullarda geçmişin unsurları geleceğin unsurları ile iç içe girmişlerdir; iki yol kesişmektedir.” (Lenin Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği Sf.98-99) “Bütün halkın başında ve özellikle köylülüğün başında, eksiksiz özgürlük için, tutarlı bir demokratik devrim için bir cumhuriyet için! Bütün emekçilerin ve sömürülenlerin başında sosyalizm için! Devrimci proletaryanın pratikteki siyaseti işte bu olmalıdır. Devrim sırasında işçi partisinin attığı her pratik adımın her taktik sorunun çözümünü kucaklayan ve belirleyen sınıf sloganı işte budur.” (Lenin Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği Sf.135)
53
ekonomik yapıda geçmişe bağlı bir demokratik devrim sloganından söz edilemez. bizim devrimimizde de iki yol kesişmektedir. Sosyalizm mücadelesi eski iktidar sloganı örtüsü altında sürmektedir. Halk içindeki çelişmelerin öne çıktığı bir sürece girmiş bulunuyoruz. İşçi sınıfı küçük burjuvazi ile bağlarını koparmalıdır. Onunla her alanda hesaplaşılacaktır. İşçi sınıfı bağımsız örgütlenmesini koruyacak yarı proleter yığınların başında devrimimizi demokratik biçimin “tamamlanma” biçimi olan, işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün gelecek (bizim için bu günkü) biçimi olarak işçi sınıfının ve emekçilerin devrimci demokratik diktatörlüğü altında sürdürecektir. Bu bir çelişkidir. İçinde bulunduğumuz koşulların çelişkisi. Nasıl?”köylülük” içinde uzlaşmaz karşıtlıkları (kapitalist ve işçi) barındırıyorsa işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci diktatörlüğü birliği temsil etmiyorsa bizim iktidar biçimimiz(işçi sınıfının ve 54
emekçilerin
devrimci demokratik iktidarı) de ayrılığı, karşıtlığı içinde taşımakta. Başı sosyalist, ikinci yarısı demokratik bir biçim. Proletaryanın sosyalizm mücadelesi sürecinde demokratik devrim sürecektir. Daha doğru ifade ile “tamamlanacaktır”. Eski geçmişe bağlı biçimde bunun zaferle sonuçlanması mümkün değildir. Çünkü bu tarihi dönem çoktan son bulmuş bulunuyor. Devrimimizin kullanacağı araçlardan olan devrimci demokratik diktatörlük yeni bir devlet tipidir. Sosyalizm mücadelesine başlangıcın ilk adımlarının atıldığı bu aşama da iktidar burjuva parlamentosunun çıkardığı yasalara değil, silahlı halkın doğrudan uyguladığı “zorlamaya” dayanır. Bu devlet tipinin ondan öncekilerden ayıran en temel özellik devletin sönmesine yönelişin ilk biçimlerinden birini almasıdır. Burada bürokratlar değil işçi, köylü, emekçi vekilleri vardır. Yöneticiler seçimle belirlenip, görevden geri alınabilirler. En yüksek yöneticinin “maaşı” iyi bir işçinin ortalama ücretini
geçemez. Bu ilke önemlidir. Sınıfları ve sömürüyü yok etme mücadelesi üzerinde yer alan ayrıcalıklı bürokratlar yerinde dururken yürütülemez. Bu önlemle onlar “özel bir sınıf” işçiye dönüşürler. Şimdiye kadar ki sosyalizm koşullarındaki sınıf mücadelesinde en zayıf, en güçsüz düşülen durum olduğu düşünülürse önemi daha iyi ortaya çıkar. Subaylarda askerler tarafından seçilir ve denetlenir. Bu devlet Paris Komünü tipinde bir devlettir. Komin demokratik devrimle sosyalist devrimi birbirine karıştırmıştı. Bu onun zayıf yanını gösterir. Ama üstünlüğü kendisinden öncekilerden üstün bir nitelik gerçek anlamda devlet olmama özelliğini gösterir. Bizim devrimimizde kendinde sosyalist ve demokratik özellikleri garip bir biçimde birleştirmiş bulunuyor. Komin tipinde devlet, polisi, sürekli orduyu parçalar dağıtır, silahlı halka dayanır. Böylece devletin “halkın” üzerinde ondan kopmuş özel silahlı birliklere dayanma özelliği son bulmuş olur. Taslağımızda başka bir çok kavram (komünist, proletarya)
gibi demokratik devrim nitelendirmesine rastlamıyoruz. Sadece iktidar belirlemesi var bunun nedenini pek anlamış değilim. Herhalde devrimimizin iki bileşeni bir arada bulunuyor olmasından olsa gerek. Burjuva devrimlerinde birinci evre tamamlanıp iktidar burjuvazinin eline geçtikten sonra, küçük burjuvazi ve işçi sınıfı ayrı ayrı kendi sınıf çıkarları doğrultusunda devrimi sürdürmeye çalışır. Küçük burjuvazi ara sınıf olması özelliği ile kararsızdır. Sallantılıdır. Küçük burjuva demokrasisi hemen her zaman burjuvazinin kuyruğuna takılır. Onların elinde oyuncak olur. Kapitalizmin işlerinin iyi gittiği günlerde büyük patron olma hayalleri kurar (bunu ancak çok azı başarırı). Kriz günlerinde (bu gün bizde olduğu gibi) sızlanmaya başlar, korunmadığını, devletin adaletsiz davrandığını söyler. Dükkanından dışarı çıkar sokağa adım atar. Ama bir tarafta da düzene bağlılık yemini eder. Artık sonunu görmektedir. Görünmeyen bir el onu ikide bir sokakları 55
uyum içinde gitmez. Bu arşınlayan işçilerin arasına çelişkiler ya işçi sınıfının tam “itmektedir”. Bunun kendisinin kaçınılmaz sonu olduğunu egemenliğini kurması anladığı oranda güçlü bir işçi biçiminde yada küçük sınıfı hareketinin olduğu burjuvazinin, büyük günlerde onun yanında yer burjuvaların elinde alet olması alır. Her zaman kuyrukçu bir şeklinde çözülür. Artık küçük siyaset izler. Devrimin ilk burjuvalar sınıfının bağımsız evrelerinde burjuvazinin son sınıf hareketi söz konusu evrelerinde ise işçi sınıfının. değildir. Burjuva toplumunun Hemen her zaman “güçlü”den iki temel sınıfı, ara sınıfları, yana olmuştur. kendi egemenliklerinin basit İşçi sınıfı diğer müttefiklerini birer uydusu durumuna yarı proleterler ve yoksul getirmek için savaşırlar. İşçi köylüler arasında bulur. sınıfı köylülerin toprak Onları kendi örgütleri içinde taleplerini koşulsuz olarak örgütler ve eğitir. Burjuva destekler. devrimlerinin son evrelerinde “halk” içindeki çelişkiler açığa çıkar ve devrim bunları sonuna kadar götürür. Küçük burjuva sosyalistlerinin tatlı hayalleri gibi sona birlik ve SONUÇ 1- Kapitalizm ve Emperyalizm. a- işçilerin üretim araçlarından ,
emeğin nesnel koşullarından koparılmışlığı, sermayenin tarih öncesi döneminde oluşan bir zor eseridir. İşçi sınıfı tarihsel eylemi ile bu durumu son verir. b- Kapitalizmin ve kapitalistin amacı, daha çok para elde etmektir. c- Özel mülkiyet çelişkili biçimi içinde son bulurken, kapitalist 56
niteliği devam eder. Tekellerin ve kapitalist grupların mülkiyeti, işçilerin mülksüzlüğü ile bir karşıtlık oluşturmaya devam eder. d- emperyalizmin ayırt edici özelliği kapitalizmin meta ihracı evresinden sermaye ihracı evresine geçmesidir. Tekeller gittikleri yere egemenlik eğilimi götürür, özgürlük değil.
e- kapitalizmin
krizleri işçi sınıfının programına girmeyi hak ediyorlar. 2- Sınıflar. Sınıfların anlatımının yanında sınıf mücadelesi anlatılmalı, onun proletarya diktatörlüğünün kurulması yönünde geliştiği gösterilmeli. Burjuva toplumun içindeki sınıf mücadelesi işçi sınıfının karşısına orduyu dikmiş bulunuyor. Sınıf mücadelesi “halk” içindeki çelişkileri sonuna kadar götürülmesini ortaya çıkarır. 3- Sosyalizm. Nihai hedef olarak “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” ilkesi yer almalı. İşçi sınıfının içinde ekonomik kurtuluşunu sağlayacağı siyasal diktatörlüğü, proletarya diktatörlüğü, tam anlamıyla devlet değildir. Devletsizliğe geçişte zorunlu bir biçimdir. Burada tüm yerel yöneticiler (yaşanan sosyalizm deneyimleri buna tüm yöneticilerin dahil olması zorunluluğunu dayatmış bulunuyor.) seçimle belirlenir. Seçmenleri tarafından geri alınabilir. Onlar artık bürokrat değil işçi, emekçi ve köylülerin
vekilleridir. Böylece onlar “özel sınıf” işçi halini alırlar. Ücretleri iyi bir işçinin ortalama ücretinden fazla olamaz. Böyle yaparak kapitalistlere karşı savaşın ilk aşamasında kazanan işçi sınıfı bürokratlar ile egemenliğini sürdüremeyeceğinin bilincindedir. Bu önlemle ayrıcalıklı bürokrasiye son verir. Proletaryanın kurtuluşu içinde yaşadığımız çağın temel sorunudur. Uluslararası düzeyde çözülecektir. Zaten şimdiye kadar da öyle olmadı. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir. Yiğidi öldür ama hakkını yeme, denir. Yazarımız küçük burjuva sosyalizminin (halkçılığın) egemen olduğu teorik koşullarda bunların ilkelerinden kopmayı sağlamış -üretim araçlarının ortaklaşalığı gibi doğru kavramlaştırmaya ulaşmış bulunuyor. Teori eksiktir, yaşamın 45 zenginliğini yaklaşık olarak yansıtır. Onun arkasından topallayarak gider. 45
“ Gri teoridir, dostum, ama yeşil yaşamın sonsuz ağacıdır.” (GotheFaust)
57
Burjuva demokratik devrimin birinci aşaması devlet iktidarının burjuvaziye geçmesini kapsar, ikinci aşamada işçi sınıfı zaferini hazırlamak, emekçilerin ve sömürülenlerin başında burjuvaziye karşı mücadele eder. Marksizm bize sınıflar arasındaki ilişkilerin yaşanan tarihsel anın somut özelliklerinin aslına uygun bir hesabını yapmayı öğretir NECATİ IŞIK 02/04/2003
PROLETER 3 YAŞINDA! İlk sayısının üzerinden tam 24 sayı geçti, sınıf mücadeleleri tarihi açısından pek de uzun bir süreç değil ama devrimci mücadele açısından hatırı sayılır bir süreç olduğu su götürmez. 58
İlk sayısından bu güne Türkiye ve dünya sınıf mücadelesinde gündemde olan ve Türkiye ve dünya işçi sınıfının mücadelesinde gündemde olması gereken konularda dilimizin döndüğü kalemimizin elverdiği ölçüde tarihi sorumluluğumuzu yerine getirmek için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Sınıf mücadelesinin uzun ve engebeli yolunda elbette elden gelenin ötesinde de bir şeyler yapmak sınıf mücadelesinin sınıflara dayattığı bir dürtüdür. Bunu dayanabilmek, yılgınlık göstermemek, mücadeleyi daha üst biçimlere ulaştırmak, bayrağı daha ileriye taşımanın olmazsa olmazlarındandır. Mücadele süreci zor olduğu kadar işçi sınıfın ve insanlığın geleceği için onurlu bir mücadeledir. Gelecekte işçi sınıfının çocukları bu günlerden söz ederken göğüsleri kabararak birbirlerine annelerinin, babalarının, diğer büyüklerinin başarı öykülerinden, mücadele örneklerinden gururla anlatacaklar, kendi yaşamları için bu gün bizlerin nasıl Denizlerin, Hüseyinlerin, Ulaşların ve daha adlarını
saymakla bitiremeyeceğimiz sayısız, yiğit devrimci ve komünistlerin mücadelelerini örnek, inançlarını yaşatmayı çalışıyor mücadeleyi daha ileriye taşımak istiyorsak ,bunların belki daha fazlasını onlar yapacaklardır. Yeter ki mücadelemiz onursuz olmasın. “Sınıf beklentilerine yanıt verecek, kendisini dinleyen sorunlarına çözümler üreten, kazanımlarını sahip çıkan yeni kazanımlarla zenginleştiren , geleceğini karamsarlıktan kurtaracak, kendisinin de içinde yaşadığı canlı, organik bir yapı ve faaliyet istemektedir” (Proleter sayı:1 Başlarken) “Eskiden sarayların yıkılışı yeni bir çağın , yeni bir toplumsal düzenin doğuşunu müjdeliyordu. Bağdat'taki Saddam Hüseyinin saraylarının yıkılışı tıpkı yapılışları gibi, emperyalizmin egemenliğinin devamına sağlamak amacına hizmet etmekte- Emperyalizm döneminde mali sermayenin egemenliği halkların köleleştirilmesi, sömürge bağımlılığı içinde tutulması ile mümkün olmakta - Sömürge bağımlılığını sağlamak,
sermaye ihraçları ile (yeni tip sömürgecilik) yada Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi işgaller ve emperyalist savaşlar ile mümkün olmakta.”(Proleter s.1 Saraydan Çukura)
" PARANIN DİNİ İMANI OLMAZ " Geçliğimiz günlerde İzmir de 100 den fazla insan Türkiye'de adı ilk defa duyulan trişinozist hastalığına yakalanmasıyla ortaya çıkan yediğimiz içtiğimiz gıdaların sağlıklı olup olmadığı sorunu her olaya sulu,cıvık magazin kültürüyle yaklaşan burjuva görsel ve yazılı medyası tarafından ilk günlerde TV'lerin ana haberlerinde ciddiyetsizce geçiştir ildi. Olayı izleyen birkaç gün televizyon ve basında pisliğe bulanmış domuz çiftlikleri, at ve eşek etleri, iğrenç görüntüler eşliğinde bunu yapanlar sözüm ona naletlenerek halk sağlığının ne kadar önemli olduğu bir çuval palavrayla bertaraf edildi. Işin bir diğer ilginç yanı domuz etinin en yoğun satıldığı marketler zincirinin patronunun sıkı bir 59
Müslüman , domuz etinden yapılan çiğ köfteleri afiyetle mideye indirenlerinde dini bütün, türbanlı, sakallı, bıyıklı Müslüman kardeşlerimiz olduğu ortaya çıktı. Boşuna dememiş "paranın dini imanı olmaz" diye.” (Proleter s.1 Paranın Dini, İmanı Olmaz)
-------------------------------Bu gün 25. sayımızda Türkiye işçi sınıfının gündeminde çözüm bekleyen Parti ve Parti programı konusunda tartışma ve eleştirilerimizi sunuyoruz. Bu gelecek sayılarımızda da
60
elbette devam edecek. Bu sayımızla birlikte bir yazı dizimizin (Türkiye SosyoEkonomik Yapı) sonuna geldik; önümüzdeki sayılarda bu konuyla ilgili bir dizi eleştiri ve incelemeleri de gündeme getirmeye devam edeceğiz. Bu arada kısıtlı olan okuyucu yazılarının arttırılması yönünde okuyuculardan katkılarını da bekliyoruz. Türkiye devrimci hareketi bu sorunların hakkından gelecek mücadelesinin üzerine örtünmüş ölü toprağını silkeleyecektir. M. Gündar Şubat 2006