PROLETER KURTULMAK YOK TEK BAŞINA ! YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ Cilt 1, Sayı :5
BÜYÜK ORTADOĞU PROJE’SİNİN AYNASI IRAK ABD emperyalizmi askeri alandaki gücüne güvenerek tüm dünyayı ABD tekellerinin alanı haline dönüştürmek istiyor. 1989’ da Berlin Duvarı’nın yıkılması 91’de Sovyet revizyonizminin çöküşü izlediğinde şatafatlı, gösterişli içi boş teorilerle büyük tantanayla ilan edilen tarihin sonu tek kutuplu yeni dünya düzeni palavrası yalanların yankısı kulaklardan silinmeden boşa harcanmış mürekkepler kağıt üzerinde kurumadan emperyalistler kendilerini yeni bir paylaşım savaşının içinde tek kutupluluk bir tarafa bir çok kutbun ittifakların, birleşmelerin ve ayrılıkların içinde buldular kendilerini. Taraflar birbirlerini yokluyor, siyasal diplomasi de karşılıklı güç ve gövde gösterileri
HAZİRAN
2004
yapılıyor, askeri alanda sinsi bir güç gösterisi izleniyor, tüm bunlar dışardan bakıldığında dostluk şemsiyesi açılarak güya desteklenerek yada açıktan karşı çıkılmaksızın her koşulda üçüncü dördüncü, şahıslar aracılığıyla el ense çekilerek yapılıyor. Şimdiden emperyalist dünya yer yüzünün kapitalist tekeller tarafından paylaşılması savaşında ABD, İngiltere, Almanya-Fransa (AB) onları izleyen fırsat bulduğunda belini doğrulttuğunda ve ne olursa olsun hala dünyanın en büyük askeri güçlerinden birine sahip Rusya, uzak doğunun yeni emperyalist devi Çin, etrafı ABD, Çin, Rusya, AB ile çevrilmiş enerji kaynaklarından mahrum Japonya ve ikinci dereceden emperyalist politikalar izleyen Avrupa devletleri arasında kıyasıya bir rekabet yaşanıyor. Bu emperyalistler her an birbirleriyle birleşip bir diğerini aradan çıkarabilirler, 1
birleşmenin ertesi günü birbirlerine saldırıp had ve saf değiştirebilirler. Mutlak olan şununla bunun ittifakı değil paylaşım savaşıdır. Bir yıl öncesine kadar ABD emperyalizmi uluslar arası hiçbir gücü tanımayan emperyalistlerin ortak çıkarlarının ve güçlerinin ifadesi olan BM’yi bile iplemeyen küstahlığından bu gün geri çekilmiş durumda. Umduğundan daha kısa bir sürede ciddi hiçbir kayıp vermeden Irak’ı işgal ettiğinde dizginsiz bir küstahlıkla Suriye ve İran’ı namlunun hedefine koymuştu. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı söz konusu diktatörler oldumu paralı askerler arasında ki savaşı hangi taraf daha fazla donanıma sahipse o kazanır. Paralı askerler ile halkın savaşı olduğunda teknik donanımın yerini inanç, yürek alır. Her koşulda canını feda etmeyi göze alan kazanır. Kaybedecek bir şeyi olmayan kaybedecek çok şeyi olana karşı daha güçlüdür. ABD emperyalizmi her türlü teknik donanıma askeri güce, Irak içinde binlerce işbirlikçiye sahip olduğu halde bu gerçeği bir yıldır bir kez daha 2
öğreniyor. Vietnam da yenilen ABD emperyalizmi Irak da aynı coğrafi koşulların olmadığından ormanlık ve dağlık arazinin olmadığından, çölde saklanacak bir yer olmadığı için bir direnişle karşılaşsa bile çok kolay bastırabileceğinden paralı askerlerin bu işin üstesinden çok kolay geleceğini sanıyordu. Bu gün Suriye ve İran karşısında eski küstahlığı yerini hırlamaya karşıdan diş göstermeye bıraktı. Irak’taki direniş hareketinin ne olacağı askeri alanda ABD-İngiliz ittifakını söküp sökmeyeceğini şimdiden kestirmek güç en azından bu hareketin örgütsel gücü konusunda sağlıklı bilgiler gelmediği sürece başkalarının da bunu bilmesi ancak kahinliktir. Şu kadarı açık ki Irak halkı Mao Zedung ‘un emperyalizmin kağıttan kaplan olduğu sözünün gerçekliğini gösterdi. ABD emperyalizmi Sovyet revizyonist sisteminin, Sovyet emperyalizminin çöküşünden sonra, hasımlarından önce hamle yaparak önleyici hamle adını verdiği stratejisini gündeme koydu. Buna göre güçler
dengesinin değişmesi sonucu 21.yüzyıla egemen güç olarak girmek ve bunu sürdürmek için hasımlarının toparlanmasına fırsat vermeden egemenlik alanlarını ABD tekelleri adına genişletmeleri ABD tekellerinden olağanüstü destek alarak seçim hileleriyle bugüne kadar gelmiş geçmiş en aptal ABD başkanı sıfatını haklı olarak kazanmış Bush’u ve ekibini iktidara getirdi. Bu ekip eliyle ABD tüm dünyaya küstahça savaş ilan etti. Bu savaşı da terörizmle savaş olarak adlandırdı. İlk hamle Rus-Çin ittifakının güçlenmesini engellemek Asya’nın paylaşımına enerji kaynaklarını denetimi altına almak için Afganistan hamlesi oluşturuldu. Çalınacak kılıfın minaresi 11 Eylül de hazırlandı. Büyük bir gösterişle düşman olarak filler gösterildi, karıncalara saldırıldı. İkinci hamle yarım kalan Irak halledilmeliydi. Hasımları Afganistan da faka bastırılmıştı resmen oyuna gelmişlerdi. Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Japonya kısacası tüm aç kurtlar faka bastırılmıştı. İkinci Irak seferi başladığında bu maymunların gözü açılmıştı.
ABD emperyalizmi sağa sola saldırarak durgun olan, hareketsiz olan, tüm sınıf ilişkilerini, toplumsal iktisadisiyasi yapıları harekete geçiriyor tarihin ne garip cilvesi ki kendisini yok edecek güçleri, emperyalizmin karşıtlarını uykularından uyandırıyor. ABD emperyalizmi devrimci bir rol oynuyor. ABD emperyalizmi doğruda yada dolaylı, askeri yada politik siyasal yada doğrudan işgal tüm seçenekleri gücüne, hasımlarının durumuna, ülkelerin yada halkların direnişine göre bazen kağıt üzerinde bazen dolaylı şiddet yoluyla “Büyük Ortadoğu Projesi” adını verdiği hayallerini gerçekleştirmek için, Kuzey Afrika ülkeleri, Doğu Akdeniz kıyısındaki ülkeler, Basra körfezi kıyısında ki ülkelerde dahil bu günkü Ortadoğu ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini kapsayan bir bölgede egemenlik hayalleri kurmaktadır. ABD emperyalizmi dünya enerji kaynaklarının hemen hemen %70 ini bulunduran bu bölgede tek 3
hakim güç olarak var olmak istemekte Almanya’yı, Fransa’yı, Çin’i, Rusya’yı kısacası tün hasımlarını enerji kaynaklarından mahrum bırakmak olası yeni bir rakibin çıkmasına engel olmak isteğiyle, ekonomik yönden gerilemesini Pazar kayıplarını durdurmak, yeni yüzyılda da egemen süper devlet olarak bulunduğu konumunu korumak ve geliştirmek isteği taşıyor. Bu gün var olan rakiplerinden askeri güç olarak çok ilerde olmasının avantajını kullanmak diğerlerinin buna yetişmesine fırsat vermemek istiyor. Dünyayı kendi sömürgesi yapma isteğini allayıp pullayıp, demokrasi, insan hakları, uygarlık, medeniyet, vb. ambalajları eşliğinde sunuyor. Bir yandan da hasımlarının tansiyonunu ölçüyor. Ciddi bir kapışmayla ekonomik ve siyasal yönden cepheden bir saldırıyla karşılaşmadan sözde onların gönüllerini alarak onları boğmanın planlarını yapıyor. Hedefini önce proje kapsamında sunuyor tepkilere ve muhalefetin ciddiyetine göre kendi gardını alacak. Kapitalist dünya da tartışılan 4
Büyük Ortadoğu Projesi henüz son şeklini almamış bir taslak olarak öne konuluyor. Emperyalizmin yardakçısı yazarlar bu projenin Haziran ayında ABD deki G.8 ve aynı ayın sonunda İstanbul’da NATO toplantılarında ele alınacağını söylüyorlar. Emperyalizmin yalakaları “Kuşku yok ki projenin ön gördüğü hedeflerin başında bölgede demokrasinin gerçekleştirilmesi gelmektedir.” Diyorlar. “Büyük Ortadoğu” projesi bölgenin özgürlük, bilgi yetersizliği, kadın erkek eşitliği, vb. sorunlarını çözeceğini, kralların, şeyhlerin, egemenliğine son vereceğini bu ülkelere demokrasi götüreceğini, söylüyorlar. Kapitalist emperyalizm dünyanın her tarafında kendi ekonomik, siyasi, kültürel egemenliğini, burjuva yaşam tarzını, burjuva üretin ve yönetimini evrensel değerler olarak sunar ve yerleştirmek ister. Egemen toplumsal biçim kendi egemenliğini ancak böyle gerçekleştirebilir. Ne var ki bu demokrasi emperyalist demokrasi, bu kültür Amerikan, Alman, Fransız vb. kültürüdür. Emperyalizmin
kültürüdür. Afganistan ve Irak bunun aynasıdır. Afganistan da emperyalistler söz verdikleri gibi, demokrasiyi oturtmaya çalışıyorlar. Kukla Karzai Kabil yönetimiyle. Irak da kurulan hükümetin başı ABD emperyalistlerinin her katliamından ABD’nin bile özür dilemek zorunda kaldığı katliamlardan sonra katledilen sivillerin, beş yaşından küçük çocuk cesetlerinin önünde bunlar teröristti diyor. Bu demokrasinin bir başka uygulandığı ülke Filistin topraklarıdır ve BOP’ un en büyük stratejik ortağı İsrail aracılığıyla uygulanmaya konuluyor. Kapitalist emperyalizmin aşağılık savunucuları emperyalist haydutların savunucuları satılık kalemler Berlin Duvarı yıkıldı dünya özgürlüğe kavuştu diye tüm insanları eğlenmeye, kutlamaya çağırırlarken İsrail in tüm Filistin topraklarını açık cezaevine dönüştüren utanç duvarı örmesi karşısında üç maymunları oynuyorlar. Görmedik, duymadık, bilmiyoruz. Irak’ da “kurtarıcıları” tarafından katledilmiş – emperyalizmin aşağılık savunucuları burjuva
yazarları, gazeteciler, Irak halkına sizi kurtarmaya geliyorlar diye yazıyorlardı.minnacık çocuk elbiseleriyle gözleri -artık bir daha açılmayacakkapalı uykudaymış gibi tabuta yerleştirilmiş cansız çocuk bedenlerinin önünde, Filistin de İsrail askerlerinin demokrasi kurşunları karşısında duvar dibinde çocuğunu kurşunlardan korumaya çalışırken TV görüntülerinde belleğimize kazınmış Filistinli baba, Afganistan da emperyalist haydutların enerji kaynaklarını paylaşmasının ne demek olduğundan bihaber yoksul Afganlının ekmek yerine kurşun yemesi, Irak’ da, Afganistan’ da düğün evlerinin bombalanması. Ve en sonuncusu işine geldiğinde işçi sınıfının soyulması emekçilerin sömürülmesi için din yardıma çağrılırken kutsanan Tanrı’nın söz konusu emperyalizmin çıkarlarına ters oldumu hiç düşünmeden camilerin bombalanması Irak da namaz kılan yüzlerce insanın secdede ölümü. ABD emperyalizminin stratejik ortakları Türk “müslüman” burjuvazisinin hiç tepki bile 5
göstermemesi. İşte BOP’ un gerçek yüzünün görünen en masum yüzüdür bu. MAHİR
EKMEK TEKNESİ Perihan Abla, Mahallenin Muhtarları, Bizimkiler vb. gibi kalabalık kadrolu, eski türk filmlerinde kamyonun arkasına doluşup pikniğe gidilen mahalleli ruhuyla, kentli küçük burjuvazinin 60’lı 70’li yıllardaki ilişkilerinin üretim ilişkilerinden bağımsız insana özgüymüş gibi gösterilen bireysel sorunların aşk, küçük dargınlıklar, gönül ilişkileri, dedikodular vb. küçük, dar, dünyadan kopuk, pembe hikayelerin anlatıldığı dizilerin sonuncusu Ekmek Teknesi; geçtiğimiz hafta oluk oluk kanın akıtıldığı dramatik bir sonla ekranlara veda etti. Bundan sonra ölüler tekrar diriltilerek, lastik gibi uzatılarak dizinin devamı çekilebilir, Ne var ki burjuvazinin dikensiz gül bahçesi, öfkesiz, isyansız, 6
sınıf çatışmalarının yaşanmadığı kapitalist sömürünün gizlendiği toplumsal ilişkilerinin de sonu geldi. Kapitalist ilişkiler gizlenmesi mümkün olmayan gerçekler olarak karşımıza çıkıyor. 70’li 80’li yılları hatırlayın kültür hayatımızda bir arabesk ve romantik isyancı devrimci kültür egemendi. Sinemalar batsın bu dünya diyen, iki gözü iki çeşme ağlayan, her türlü haksızlığa, aşağılanmaya, sömürüye uğrayan zalim ağanın (Erol Taş) yada acımasız karısının (Aliye Rona, Suzan Avcı) çeşitli zulmüne maruz kalmış yoksul yanaşmanın, yarı proleterin kadere boyun eğmesini isteyen burjuvazi yanaşmaya, avaz avaz bağırarak şarkı söyleyen dertli yarı proletere sen ağlamaya devam et ben senin yerine seni kurtarırım diyordu. Ağa ya da nemrut karısı genelde belasını buluyordu ama hiçbir zaman köylüye yada kentli yarı proletere, küçük mülk sahibine bırakılmıyordu bu hesaplaşma zulme uğranan, sömürülen, zavallı köylü yada yarı proleter kentli sınıf atlatılarak yani
burjuvalaştırılarak sınıf mücadelesi burjuvaca çözülüyordu. Bu işten tek zararlı çıkan kapitalizm öncesi egemen sınıflar ve temsilcileri oluyordu. Yani ağa ve kapitalist para sermaye öncesi tefeciler vb. leri. Romantik devrimciler, halkçılar; Sinemamızda, edebiyatımızda 80 öncesi sınıf çatışmaları açıktan açığa yükseldiğinde devrimci bir furya başladı. Köylerden göçüp gelen geleceğin işçi sınıfı gecekondu halkı kapitalist sanayiinin değişen sermayesinin öğeleri kırlardaki kendi kendine yeterli küçük meta üretimine dayalı tarımsal ekonominin çözülmesi köylüyü doyuramaz duruma gelmesiyle kentlere doğru sırtında yatağı yorganıyla yöneldiğinde kendisi için ilk öncelik barınma sorununu çözmek için bir gecede kurduğu mahallelere gecekondu adı verildi. Burada karşılarına bu toprakların sahipleri çıktı. Bunlarla girdikleri çatışmalarda üniversite öğrencilerini romantik devrimcileri halkçı hareketin unsurlarını yanlarında buldular. Kırlarda kapitalist meta üretiminin önünde engel teşkil eden
mülkiyet sorunu doğal kaynakların birkaç bireyden ağa, bey vb. den tüm köylüye ait olmasıyla çözülebilirdi kapitalist tarımın önünde engel teşkil eden mülkiyet biçimi sinemada, edebiyatta devrimci bir saldırıya maruz kaldı. Küçük burjuva köylü demokrasisi yükseldi. İşçi sınıfı bu savaşın içinde ama henüz emekleme dönemindeydi. Üretim ilişkilerinin gelişmesinin doğurduğu bu sınıfsal çatışmaları burjuvazi 12 Eylül de karşı devrimle çözdü. Burjuva demokrasisi küçük burjuvaziyle değil büyük burjuvaziyle geldi. Ve onun özelliklerini taşıyarak. 2000’li yıllarda artık zalim ağa yerini son model jeeplerle dolaşan giyimi, kuşamı, yaşam biçimiyle, elde ettiği gelirle kapitalistleşen burjuva ağaya bıraktı. Burjuvazi kapitalizmi çok seviyor ama işçi sınıfının olmadığı bir kapitalizmi. TV’lerde artarda yayınlanan ağa dizilerinde kapitalist ağanın yanında çalışanlar asi isyankar işçi sınıfı değil feodal ağaya kişisel bağlarla bağlı ruhen köleleşmiş serfti. Burjuvazi bu diziler de aynı 7
S.Sçredddin’in aptal ağasının rüyasını görüyor. İşçi sınıfından korkan bu korkuyla bu korkuyla onu edebiyattan, sinemadan, müzikten uzak tutan böyle bir sınıf yokmuş gibi davranan bir burjuvazi var karşımızda. Ekmek Teknesi; İstanbul gibi dev bir sanayii ve ticaret şehrinde kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bir kentte bu toplumun modern sınıflarının burjuvazi ve proleterlerin hiç karşı karşıya getirilmediği bundan özenle kaçınıldığı işçi sınıfının yok sayıldığı bir dizi. Kendisinden önceki kalabalık kadrolu, aynı türden dizilere göre en azından ayakları yere basan, gerçek yaşamdan alınmış kişileri karakterleri ile uzun süredir TV lerde izleniyor. Dizinin kahramanları: Nusret Baba; kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinde küçük meta üretiminin egemen olduğu geçiş sürecinde var olabilecek bir karakter olarak karşımıza çıkarılır. Kendi yağında kavrulmaya çalışan, ele güne muhtaç olmadan yaşamaya çalışan kalfası Naim’ide kendisi gibi yetiştirmeye çaba gösteren, rekabetten uzak, mahallelinin 8
tüm sorunlarına koşan kalfası Naim’ in kendisine miras kalan tek katlı evini arsa olarak mütahitlere satmasını engellemeye çalışan, değişime kapalı modern burjuvazinin istediği ılımlılıkta dizinin karakter çelişkilerinden birisidir bu hem burjuva üretimi ve ahlakına uzak, hem burjuvazinin arzu ettiği dini anlayışa sahip ılımlı modern müslüman. Beş tane kızını “iyi” yetiştirmeye, burjuva ahlakından uzak eski küçük meta üretiminin egemen olduğu geçiş döneminin ahlakına uygun davranmaya çalışan bir baba. Mahallenin saygın danışmanı, Nusret Babası yada TV eleştirmenlerinden birinin yazdığı gibi –ismini hatırlayamadığımmodern Nasrettin Hoca. Kirli ve Cengiz (Bulaşık): Birbirlerinden hiç ayrılmayan işsiz güçsüz iki arkadaş, lümpen proleter. Her ikisi de kaypak, güveniz, çalışmayı hiç sevmeyen, korkak açgözlü, herhangi alelâde bir hayvan bilinciyle sadece yemeyi düşünen. Felsefeleri bir kışı bir de işi sevmemek üzerine kurulu iki karakter. Toplumsal
yaşamımızda sıkça gördüğümüz geleceği olmayan bu tipler, dizide olduğu gibi hep zenginliği hayal eden şu yada bu şekilde burjuvaziyle hayatlarının değişik evrelerinde karşılaşan örneğin Cengiz namı diğer Bulaşık zengin bir burjuva kadınının kendisini eski ölmüş kocası sanmasıyla bir süre İstanbul boğazının muhteşem konağına sokulur. Ne var ki burada yaşamaya hiçbir şekilde hazır değildir. Çok kısa sürede konaktan mahalleye tekrar geri fırlatılır. Ne Kirlinin ne de Bulaşığın kapitalist toplumda geleceği yoktur. Senaryo yazarı her ikisini de birbirlerine bıçaklattırarak yaşamlarını dramatik bir sonla bitirir. Celal ve Suzan: Celal diziye bir orman korucusu olarak girer evsiz barksız, kimsesizdir. Çeşitli kereler cezaevlerinde yatmış eski bir mahkumdur. Nusret Baba, dizinin modern dervişi O’nu uslandırır. Önce kasap çırağı, daha sonra kahve sahibi olarak kapitalist toplumun orta sınıfları diye tanımlanan küçük mülk sahibi olarak çıkarılır karşımıza dizinin seyri içinde. Kendisine bayan diş hekimi
Hıristiyan dininden Rum kızı Suzan çıkarılır eş adayı, sevgili olarak. Celal namı diğer “itin olayım” bu da bir ironi olsa gerek çünkü Celal rolünü oynayan aktör gerçek hayatında B.B.P. ’den milletvekili adayı olarak seçimlere girmişti. Bilindiği gibi bu faşist partinin amblemi eski bir MHP, ülkü ocaklı olmalarından kendilerini Kurtla ifade ediyorlar. Celal gibi işsiz güçsüz, eski bir orman bekçisinin, kaba, cahil şiddet yanlısı karakterin eğitim görmüş bir burjuva bayanla aşk yaşaması olası değil, senaryo yazarı bunu bildiği için Suzan karakterini marjinal bir tip haline getirir. Öncelikle azınlık olduğu için Suzan yalnızdır. Sosyal bir çevreden arkadaş topluluğundan uzaktır. O’nu kaba, görgüsüz, tembel Celal’e yaklaştıran Celal’in ne fiziksel görsel çekiciliği ne sınıfsal kimliğidir. Kendi yalnızlığı ulusal ve dinsel yalnızlığıdır. Celal ile Suzan’ın birlikteliği uzun sürmeyecektir. Bu sınıfsal ilişkilerin zenginliğinin üstesinden gelemeyeceğini anlayan dizinin senaryo yazarı Celal ve Suzan’ı tatile göndererek trafik kazasıyla bu derinliğe 9
girmekten kendini ve diziyi korur. Dizide ki Celal kaba, cahil ve aptal birisidir. Güya değerlerine son derece bağlıdır. Nedir bu değerler islamiyet, dinsel inanç, ataerkil erkek egemenliği vb. Suzan’ı müslüman olmaya müslüman yapmaya çabalar ama bu da günümüze uygun bir ikiyüzlülükle müslüman yapmaya çalıştığı Suzan’ın dinsel inançları Celal inkinden daha samimi, daha sağlamdır. Suzan’la yatacaktır duvardaki İsa’nın resmini ters çevirmek ister çünkü Celal’e göre bir peygamberin suretinin karşısında bir erkek ile kadının çıplaklığı günahtır. Ama Celal işine gelmediği için evli olmadığı halde Suzan’ la yatıp yatmamanın günah olup olmadığını sorgulamaz. Aynı Celal müslüman olmaya ikna etmek için müslümanlığı anlattığı kadına namaz kılmayı, haramdan uzak durmayı vb. yi anlatır. Ardından çilingir sofrasını kurup rakı içer iki yüzlülüğün yozlaşmanın ta kendisidir Nalbur Ruhi ile birlikte dizide. Nalbur Ruhi: Parayı, dedikoduyu, şehveti ve namaz kılmayı çok sever. Besmele çekerek düzenbazlık yapar. 10
Karısını aldatıp bir başka kadınla zina yapar. Zinadan önce iki rekat namaz kılar. İstemlerini ince ince karşısındakinin çıkarıymış gibi ikiyüzlü bir sinsilikle sabırla işler. Korkaktır. Nusret Baba yı hiç sevmez. Mahallenin tefecisi şehvet ve para düşkünüdür. Korkut: Anarşist yapılı dizginlenmez, asi, disiplinsiz, toplumsal iş bölümünde kendine doğru düzgün bir yer bulamamış berber çırağıdır. Ustası berber hareketi zamanın hızlı akışını sevmeyen feodal lonca sisteminden lütfen buyur edilmiş küçük esnaftır. Kapitalizmi tanımaz ne var ki onun doğurduğu hızdan nefret eder. Mahalleli ona ölü der ve gerçekten de ölüdür. Lonca sistemi gibi. Korkut Jale’ ye yani Nusret in kızına aşıktır. Nusret in kızları ise kapitalizme aşıktır. Jale artist olmak, sınıf değiştirmek için korkutu bir kenara fırlatır atar. Nusret Baba mahalleli tarafından sayılır, sözü dinlenir ama öğütleri gerçek hayatla karşılaşınca yani burjuva yaşam biçiminin egemen olduğu toplumsal gerçeklikle karşılaşınca kendi ailesi
tarafından bile uygulanmaz uygulama alanı bulamaz. Eşi Ayhan Hanım, Nusret Bey e onca sevgisi bağlılığına rağmen kızlarının hiç birisinin bir fırıncıyla yani Nusret Bey gibi birisiyle evlenmesini istemez. Kızlarından birisinin Naim ile –Nusret in kalfasıevlenmesine taraftar değildir. Naim, ustasının tüm konuşmalarına rağmen kendisine miras kalan hatıralarla dolu tek katlı evi bir süre satmamak için mütahide vermemek için dirense de paranın egemenliği paranın gücü karşısında çözülür. En sonu Nusret in tam karşısına sattığı arsanın evin parasıyla bir fırıncı dükkanı açar. Genç bir küçük burjuva olarak dükkanın önüne çıkar mağrur adam yerine konmamak, sıradan işçilikten küçük burjuvalığa atlamak arasındaki mağrur ifadeyle sınıfsal pozisyonunu taçlandırmak ister. Tabelanın en üstüne büyük harflerle adımı yazın der. Bu sırada Nusret Baba modern toplum karşısında, burjuva üretimi karşısında ekonomik, iktisadi, ahlaki çöküşünü tamamlamıştır. Nusret Baba nın en küçük kızı önünde bir laptop bilgisayarla
borsa da sınıf atlama hayallerinin gerçeğe dönüşeceğini beklerken annesine ipotek ettirdiği evlerini kaybetmenin çılgınlığını yaşar. Nusret Baba önce kademe kademe mahalleli karşısında erişilmez saygınlığını, daha sonra kızlarını, eşini kendi yağında kavrulmayı, tek yardımcısı bütün işlerini yapan kızını gönüllü olarak vermeyi düşündüğü oğlum dediği Naim’ i, iti olmaya hazır Celal’i, hırsızlığa ve intihara sürüklenen kızını, ekonomik olarak ahlaksız üvey babasına bağlı damadının bu bağımlılıktan dolayı Ruhi’ ye tabi olmasını yaşar. Kısacası kapitalizmin görünmez eli bizim şen şakrak, dertsiz tasasız, kamyonların kasasında vur çatlasın çal oynasın pikniğe çıkan mahallemizi tarumar eder. Ekmek teknesinin Nasrettin Hocası Nusret Baba onca iyiliği, dürüstlüğü, ahlaki faziletlerine rağmen, ikide bir de ellerini gökyüzüne kaldırıp bizi ele güne namerde muhtaç etme diye yalvardığı tanrısıyla birlikte gider. Sahne kapitalizme ve onun egemenliği paranın gücüne 11
bırakılır. Ya işçi sınıfı ve sosyalizm onun hiç sözü edilmez burjuvazinin korkusu boşuna değil toplumsal gelişmenin önünde Nusret Baba nasıl duramadıysa sıra ona da gelecek. Kapitalist kendi mezar kazıcısını da yanında taşıyor o işçi sınıfıdır. BEN UNUTULACAK ADAM MIYIM? NETEKİM. Boşuna denmemiş insanoğlu nankördür diye. Sen onca hizmeti yap bir köşede unutul git. Şu sermayenin yaptığı da ayıp bir şey canım adamcağız az şey mi yaptı? Sendikaları kapattı, öğrencileri hizaya getirdi, işçi ücretlerini budadı, her türlü grev ve direnişi ortadan kaldırdı. Türkiye yi komünistlerden kurtardı, maazallah ülke uçurumun kenarındaydı. Her şey bir tarafa ikide bir de hak hukuk diye iki davulcu getirip fabrika önünde halay çekerek vatansever girişimci patronların sinir sistemini mahveden işçilerin davul seslerini bile yasaklaması az şeymiydi? Kapitalist para babalarının rüyalarında görseler sevinçten göbek 12
atacakları ne varsa tümünün yolunu açtı. Devrimcileri, demokratları, aydınları kapitalist sömürüye muhalif tüm insanları zindanlara tıktı. Onlarcasını idam etti. “Asmayıp da besleyecek miyiz” diyerek faşist iktidarlara ne yapmaları gerektiği konusunda yol gösterdi. Velhasıl sermaye için dikensiz bir gül bahçesi yarattı. Ülkeyi ayaktakımından kurtardı. Haklı olarak tüm bunların karşısında diğer ortakları gibi Nejat Tümer, Tahsin Şahinkaya gibi perde arkasında kalıp küp doldurmadı. Çaldığı nedir ki? Elinde baston, kafasında hoter şapka, kıçında ingiliz klodu pantolon 1920 lerin 30’ların kostümleriyle gayet ciddi olarak aynı yerde aynı noktada Eskişehir garında trenin penceresinden verdiği pozlarla “Beni Atatürk e benzetiyorlar” diyerek ölmüş bir adamın unvanını çalmak istedi. Bunun için sirozdan ölmek dışında taklit edebileceği ne varsa hepsini yaptı. İyi rol yapamadı diyorsanız eh o kadar olsun karşınızdaki Holiwaurd’ın ünlü bir yıldızı değildi. Nitekim, uzunca bir süre Marmaris’ de kimse tarafından kapısı çalınmayınca, birkaç ay
öncesi magazin basınında küçük bir fotoğrafla sağ olduğu anlaşıldı. 80’ inden sonra bıyık bırakmıştı hatırlanırım diye haber o kadar küçük ve sayfa eksikliğini gidermeye yönelikti ki üzerinde bile durulmadı. Nitekim bu da tutmadı. Geçtiğimiz günlerde basının önem verip de haber olarak bile geçmediği ancak Milliyet gazetesinin internet sayfasında insanların gezerken rastlantı olarak bulabileceği bir habere rastladık. Aslında haber de değil bir zırva. Biz, sermayenin uşaklarının sermaye tarafından nasıl ödüllendirildiklerini işleri biter bitmez kullanılıp hizmet süresi biter bitmez birkaç kuruş emekli aylığı ile bir köşeye nasıl fırlatılıp atıldıklarının görünmesi açısından bu faşist iti sayfamıza konuk ettik. Sermayeye doğrudan hizmet ettiği dönemlerde her dediği yasa olarak kabul gören aptal generalin uzun süredir. Fırlatıldığı köşesinde yaptığı kopya suluboya resimleri, konunun uzmanları tarafından ilkokul çocukları yaptığında değer taşıyan ama yetişkin bir insan tarafından yapıldığında beş para etmeyen tablolarını
eski hizmetlerine karşılık ilk dönemlerde birkaç kuruş verip alan para babaları daha sonra uğramaz olunca bu general eskisi dönem dönem medyada yer almak unutulmamak için çeşitli şaklabanlıklara başvuruyor. Sözünü ettiğimiz internet sayfasının haberine göre aptal generalimiz Amerikanın Sesi Radyosu’na eski ABD Başkanı figüran aktör Ronald Regan’ın ölümünden sonra şu sözleri söylemiş. “Reagın’ ın hastalığını altı yıl önce kulağıma fısıldadılar.” 1988 yılı Haziran ayında ABD ye yaptığı gezide bazı ABD yetkililerinin kendisine “Biraz hafif unutkanlık başlıyor... yavaş yavaş bazı şeyleri unutuyor.” demişlermiş. Evren’e bunu kimlerin söylediği söylediği sorulduğunda nitekim hatırlamadığını belirtiyor. Haziran (9 Haziran 2004 Milliyet internet sayfası) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ABD de aşağılandığı “Bağımsız” başka ülkenin başbakanı olarak değil ABD nin maaşlı bir memuru muamelesi gördüğü dönemde nitekim Evren kendisinin ne kadar önemli bir şahsiyet 13
olduğunu dünyanın onca sayılı lideri önemli şahsiyeti arasında bu durumun bir devlet için ABD için çok önemli sayılabilecek bir olayının herkesten önce -kulağına fısıldanarak kimse duymaması için – kendisine söylendiğini ifade ederek ben unutulacak adam mıyım nitekim diyor. Bizce de Türkiye burjuvazisi böyle önemli böyle büyük bir lidere nankörlük etmemeli nitekim. Örneğin Levent Kırca’nın tiyatro ekibinde aptal uşak rolleri verilebilir nitekim. GELİŞMEYE RAĞMEN İŞSİZLİK Bu günlerde burjuva ideologlarının pek üzerinde durmadıkları, biraz ilgilenenlerinde pek anlam veremedikleri Marks’ın yüzyıl önce sergilediği, kapitalizmin daha birçok yasasını tahlil ettiği olgulardan biri olarak işsizlik kapitalist ülkelerde büyümelere rağmen artmaya devam etmektedir. Bu işin sırrı nedir? Kapitalistin esas amacı üretim sürecinde ortaya çıkan artıdeğeri karşılıksız el koymak, kapitalizmin amacı da artı değer üretimini sağlamaktır. 14
Kapitalist sermayenin kişileşmiş biçimi olarak kapitalist parasını iş gücüne ve üretim araçlarına yatırarak bir meta üretimi için harekete geçer, bu üretim sırasında işgücünün kendi özgün özelliğinden kaynaklanan, kullanımıyla ortaya çıkan , kendisine ödenen değerden daha fazla değer ortaya çıkaran, üreten, bir süreçte artı-değer üretimi gerçekleşmiş olur. Artı-değerin kapitalistin eline geçmesi ise bu süreçte elde edilen matanın dolaşımının evresini tamamlayarak (satılmasıparaya çevrilmesi) gerçekleşir. Kapitalistler her zaman yatırdıkları sermayenin bu süreçlerden geçerek geri dönüşlerinin mümkün olduğunca kısa olmasını, bir an önce büyümüş, artmış sermayelerini geri almak isterler, bu bütün kapitalistler için böyledir. Bu alanda bundan dolayı kıyasıya bir mücadele ve çalışmalar sürer gider. Kimlerin daha fazla artıdeğeri üreteceği, kimlerin bu artı değeri nasıl paylaşacaklarınıda toplumsal koşullar, yatırılan sermayenin büyüklüğü, sermayenin organik bileşimi belirler. Bu
süreci etki eden etkenleri geçmeden önce artı-değer üretim sürecine bir göz atmakta yarar var. Kapitalistin işgücüne ve üretim araçlarına parasını yatırdığını söylemiştik. Burada kapitalistin hangi tür kullanımı olan bir meta ürettiği önemli değildir. Bu ister ekmek üreten bir fırıncı, ister koltuk üreten bir mobilyacı, ister uzay aracı üreten bir kapitalist olsun fark etmeyecektir. O yeterki meta özelliklerine sahip alınıp satılabilen bir meta üretsin. Biz burada ayakkabı üreten bir kapitalisti örnek alarak hareket edelim. Dünyanın en eski metalarından biri olan ayakkabı deri, iplik, çivi vs hammaddeleri olan bir metadır. Kapitalistimizin bir atölyesinin olduğunu, hammade ve makinalar satınalark, işçiler tutup ayakkabı üretimine başladığını düşünelim. Kapitalistin üretim sürecinde kullanmış olduğu makinaların ilkel olduğunu bu nedenle dikişleri tığla delip iğne ile yaptırdığını, deri kesimlerini falçatalarla yaptığını, iş gününün 10 saat olduğunu gün sonunda da her işçi için bir çift ayakkabı üretildiğini varsayalım, bu
türden üretimin de yagın olduğunu tespit etmiş olalım. Kapitalistimizin hesabına göre yatırmış olduğu sermaye (diyelimki 1000 TL-kabaca 900 TL Üretim araçlarına 100 TL de İşgücüne yatırmış olsun ) ile ürettiği ayakkabıların satışından elde ettği paraların toplamı (diyelim ki 1100 TL) arasındaki farkın bu yatırımdan elde ettiği (100 TL) artı değer olduğunu kabul edelim. Ayakkabıcılık sektöründeki aynı yaygın üretimden dolayı artı değer oranlarının aynı seyrettiğini ve artı-değer miktarlarınında aynı rakamlar çerçevesinde olacağı kuvvetle muhtemeldir. Bu şartlar içerisinde kapitalistin işçilerden daha fazla artı değer koparabilmesi için daha çok çalıştırması gerekecektir. Atölyesindeki yada fabrikasındaki iş yapış biçimlerindeki (iş bölümü vs.) farklılaşmalar ile de işçilerden daha çok artı-eğer sızdırmaya yardımcı olacaklardır. Kapitalist üetimin giderek makinalaşması emeğin daha fazla yoğunlaşmasının yanısıra bir kısım işçileride safdışı kalmasına neden olacaktır. Ayakkabı sektöründe ilerlemek ve yatırımlarını 15
artırmak isteyen kapitalist A diyelimki deri kesimi için deri kesim makinaları, dikiş için dikiş makinaları, saya ve ayakkabı tabanı için yeni makinalar getirerek günlük ayakkabı üretimini artırdığını daha az işçi çalıştırarak daha fazla üretim yaptığını, kendi meslekdaşlarına göre daha düşük maliyetlerle ayakkabı üretip, diğerlerine göre daha çok artı-değere elkoyduğunu görürüz. Bu durum kendi türündeki üretimin yaygın (vasat) duruma gelinceye kadar devam edecektir. Aynı gelişmenin diğer işkollarında da devam etmesi durumunda bir taraftan metaların üretimi için gerekli toplumsal emek miktarı azalırken meta değerlerinde düşme eğilimi devam etmektedir. Bu aynı zamanda kendiside bir meta olan emeğin de değerinin düşmesini beraberinde getirecektir. Üretimin belli bir iş kolundan, diğer iş köllarına, diğer iş kollarından belli bölge ve ülkelere göre oluşan bu farklılıklar sermayenin yoğunluğu ve toplumsal iş bölümünün farklılığına göre ülkeler arasında metalar arasındaki değer farklılığını uluslar arası arenada kendisini 16
eşitliyecektir. İşte burada uluslar arası ticaret ve meta dolaşımında bir mücadele başlamış olacaktır. Çin’in üettiği ürünler , Türkiye’deki emekçilerin ürettiği metalardan daha ucuza maledilmiş olacaktır. Bu mücadele devam ederken kapitalistlerin kendi aralarındaki rekabette üstün gelebilmek ve işgücü kullanımını azaltan teknolijiler kullanmak suretiyle yapacakları üretim bir yandan metaların üretim miktarını artırırken diğer yandan işgücü kullanımını daha da azaltacaktır. Durum bu olunca “yatırımlar artarken istihdam azalacaktır.” Şimdi biraz burjuva ideologlarından bazı aktarmalar yapalım: Capital Dergisi Mayıs 2004 Sayısında S.90 “Az İş Yaratan Büyüme. OECD’nin Türkiye için tahminleri , 2000 yılından önce, her yüzde 1 büyümenin 80 ila 100 bin kişiye yeni iş sağlıyacağını ortaya koyuyordu. Ancak, son üç yıldır, ekonominin dinamiği farklı işliyor. Üstelik sadece Türkiye de değil, başta ABD olmak üzere bütün Batı da bu gerçek kendini gösteriyor. ‘jobless Growth’ (iş
yaratmayan büyüme) olarak nitelendirilen bu yeni gerçek, milyonlarca işsizin umutlarınıda azaltıyor. DİE, Türkiye’nin 2003 yılında yüzde 5.9 oranında büyüdüğünü açıkladı. Ekonomi bir önceki yılda da yüzde 7.2 büyümüştü. Bu durumda , Türkiye’de geçen yıl 450-500 arasında yeni iş yaratılmış olması gerekiyordu. Ancak işsizlik rakamları bunu desteklemiyor. Uzmanlara göre ‘işyaratmayan büyüme ....bir süre daha etkili olmaya devam edecek. Birincisi, teknolojiye dayalı verimlilik... her sektörde kişi başına üretim rakamları hızla artıyor ve şirketler daha az insanla, daha fazla üretimi yakalamanın keyfini çıkarıyor.” Capital Nisan 2004 S.46 “Büyüme ve İstihdam” “Ekonominin İstihdam Yaratma Kapasitesi Düşüyor. ...geçen ay bilimsel makalelerin yayınlandığı bir dergi olan İktisat, İşletme, Finas’ta yer aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesinden iki doçentin, Öner Günçavdı ile Suat Küçükçiftçi’nin yaptığı araştırma. ‘Türkiye
Ekonomisinin istihdam yaratma kapasitesinin giderek düştüğünü gösteriyor. Bunun temel nedeni ise firmaların teknolojiye yatırım yapıp üretimde emek kullanımını azaltması olarak görülüyor. Teknolojik gelişme istihdamı Frenliyor Dönem
Üretim artışı
1973-96 1973-85 1985-90 1990-96
324,24 104,77 51,65 36,62
EmekHasıla değişimi -276,74 -84,60 -42,53 -24,13
Toplam 47,50 20,17 9,11 12,49
Kaynak:Öner Günçavdı ve Suat Küçük çiftçi. ‘Türkiye Ekonomisinin Üretim ve istihdam Yaratma Kapasitesi üzerine Gözlemler.’ Ekonomide Büyüme Yıllar Büyüme İstihdam1 1999 -6,1 22,048 2000 6,3 21,581 2001 -9,5 21,524 2002 7,8 21,354 2003 5,3 (I) 21,290 Kaynak :DİE
İşsizlik2 1,829 1,497 1,967 2,464 2,497
“Verimlilik artışı önlenmeli mi? Ekonomi büyürken istihdamın artmamasında sanık sandalyesinde verimlilik artışı oturuyor ama çözüm verimlilik artışlarının önüne geçmekte yatmıyor. Çünkü Türkiye’nin uluslar arası pazardaki 1 2
Bin kişi Bin kişi 17
rakipleriyle başa çıkabilmesi için verimliliği artıracak teknoloji yatırımları yapması zorunlu. Ülkemizde işçi ücretleri gelişmiş ülkelere göre düşük olmasına karşın, uluslar arası pazarlarda karşımıza dikilen rakiplerin üzerinde . Türkiye’nin Çin. Pakistan gibi ülkelerle ücretler üzerinden rekabet etme imkanı yok. Bu ülkelerle rekabet edebilmek için işgücünün verimliliğini artıracak teknolojik yatırımları yapmak gerekiyor. Örneğin rakip ülkelerde günde 1 dolar alan ve 100 birim üretim yapan işçilere sahip olan bir işletme ile rekabet edebilmek için Türkiye’de günde 8 dolar alan bir işçinin en azından 800 birim üretim yapmasını sağlamak şart.bu ise üretim sürecinde teknolojik açıdan daha gelişmiş makinalar kullanmadan mümkün olmuyor.” Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Kapitalistimiz teknolijiye yatırım yapsa işçilere “istihdam” sağlıyamıyor, yapmasa rakipleriyle başedemiyor. Zaten kapitalistin “istihdam” 18
umurunda bile değil. Kapitalizmin işleyişinin zorunlu sonucu olan bu olgu onun kendi kendini yıkmasınında bir sürecidir. Kapitalizm şartlarında her çalışmaya elverişli insanın çalışmasına zaten olanak yoktur. Kapitalizm kendini korumak ve işçiler arasında rekabeti ve korkuyu yaratmak içinde yedek bir sanayi ordusunu (işsizler ordusu) herzaman bir kenarda hazır kıta bekletmektedir. Kendi ülkesinde bunu başaramaz ise diğer ülkelerden ithal ederek de yapmaktadırlar. Avrupadaki, Kanada ve buna benzer birçok ülkedeki örnekler bunların açık kanıtlarıdır. Almanya da 3 milyon üzreinde Türk işçisinin varlığı Alman işçisini de korkutmaktadır. Herkesin çalışma hakkını özgürce kullanabileceği tek üretim biçimi sosyalizm kapitalizmin bu çelişkileri üzerine inşa edilecektir. Yaşasın Sosyalizm. “YOLSUZLUK VE YOKSULLUKLA MÜCADELE” SLOGANINA DAİR
Kapitalist sınıfın oldukça büyük bir kesimi ile vekil ve sözcüleri bu slogana savunur görünmekteler. Onların etkisindeki işçi sendikalarıda kapitalistlerden daha ateşli olarak ona sahip çıktılar. Küçük kapitalistler ise bu konuda hep yakınırlar. Kendilerine haksızlık yapıldığından dem vururlar. Yoksulların arasına düşmekten korkarlar. Önce Avrupa sonra Türkiye’de “yolsuzluk”lara karşı tepki olarak “Temiz toplum” talebi ortaya atıldı kapitalist sınıf içinde. İtalya da başlıyan bu hareket kısa sürede Türkiye’de yankısını buldu. “Mafya ve siyasetçi” ilişkilerini ortaya çıkaracak cesur bir savcı arandı. “bir dakika süreyle ışıklar söndürüldü.” Karanlık ilişkiler “bir dakika karanlık” sonucu aydınlatılacaktı. Ünlü “Susurluk olayı” ortadayken hiçbirşey yapılamadı, zaten yapılamazdı da. Çünkü bunun öncülüğü nü yapan sınıf (büyük kapitlistler sınıfı) bu tür ilişkilerin içindeydi. Oldukça uzun süredir son yıllarda . “mafya, siyaset, ticaret ve tarikat üzerine çeşitlemeler yer almakta burjuva medyasında.
Bütün bunlar gösteriyorki kapitalist sınıf, devlet zoru dışında (onlarla içiçe grift ilişkileri vardır.) mafya denen bir örgütlenmenin uyguladığı bir zoru kullanmaktadır. Bu aygıt bu günlerde olduğu gibi bazen kontrolden çıkmakta onları rahatsız etmektedir. Bağımsızlığını ilan edip onlara rakip olabilmektedir. Erol Evcil’in hikayesi bunun bir örnrğini oluşturmakta. Nesim Malki adında tefeciyi öldürmekten hapis yatan, müebbet hapis cezası alan Evcil 1986 yılında “Eşrefoğlu Turizm Şirketiyle” ‘iş hayatına’ girer . 1997 de Cavit Çağlar’ın oğlu Muşta Çağlar ile yakın ilişkileri vardır. İplik işine atılır. Medya ondan “üç uşaklı işadamı” diye söz etmeye başlar. Kısa bir tutukluluk süresi sonrası yeniden ortya çıkar. Kendisinin “Ortadoğu ve Balkanların en büyük entegre zeytin fabrikası “ olduğunu iddia ettiği Balıkesir Havran yolu üzerindeki “Eze Zeytin” işletmesini kurar 1994-1996 yılları arasında Ünal Korukçu’nun yönettiği Türkiye İş Bankasından otuz ayrı sözleşme ile 175 milyon Dolar (bu günkü kur ile 273 tirilyon lira) kredi alır. Zeytin fabrikası 19
kuruyorum diye ortaya çıkan 28 yaşındaki asker kaçağı uyuşturucu tacirine 10-15 milyon dolarlık projesine verilir bu kredi. Sonra bu krediyi geri alamayınca, 10-15 milyon Dolarlık tesise el koyarlar. Bu gün “Form” adı altında işletmekteler. Türkiye iş bankası işletmeye devam ediyor. Yıllık ciroları 10 milyon dolar. “Batık parlalarını” kaç yılda geri alırlar siz hesaplayın. Şimdi bazıları bu kredi niye verildi diye hesap sorulsun diyor. Onların kimlerden hesap sorup kimleri ödüllendirdiklerini söylemeye gerek var mı? Yine bu günlerde yargıtayın, yerel mahkemenin kararını onaylaması halinde 3 yıl 2 ay daha hapis yatması ortaya çıkan Evcil , ülkesini sevme nutukları attı. “AİHM”ye girip devletimi zor durumda bırakmam cezamı yatarım.” Yollu demeçlerle insanın içini sızlatıyor. Bırakın şu çocuğuda güzel güzel işini yapsın diyesi geliyor. İnsanın 2001 yılında Türkiye’de kapitalizm krize girince IMF 8 temmuz 2001 tarihinde3 BDDK’ya yazdığı mektupta 3
Bütün gizli anlaşma ve mektuplar açıklanmalıdır. 20
bankalara el konulmasını ister.: “Bu mektuba göre, hangi bankalara ne zaman el konulacağından hem IMF’nin hemde Dünya Bankasının haberi var” (Yaman Törüner 27/05/2004 Milliyet) sözü edilen mektuptan bir gün sonra (9 temmuz 2001) Kent Bank-EGS Bank-Bayındır Banka el konur. 30 kasım 2001’de ise Toprak Banka el konur. Bu olaylar IMF’nin rolünü ortaya koymakta . Bağımsızlıktan söz edenlerin günlük işlerinde dahi kimlerden yazılı emir aldıkları gözüküyor. Bilindiği gibi 22 bankanın battığısöylenmekte. Bunların bir çoğunun sahibi (Murat Demirel-Dinç Bilgin, Uzan Grubu, Erol Aksoy’du.) hortumculukla suçlanmakta. Bir zamanlar Kemal Horzum aynı şeyi yapınca Uğur Mumcu, ona “hortumcu” adını takmıştı. Şimdi herkes4 “hortumcuların” cezalandırılmasını istiyor. 4
“İşçi Partisi”, bu süreçte “hortumcuların mallarına el konsun” talebini ileri sürdü. Şimdi bu talepleri yerine gelsiğine göresevinçleine diyecek yoktur herhalde. Onların iktidarında diğer kapitalistler rahat rahat işlerine devam edebilirler demektir bu.
Kapitalist sınıfın AKP hükümeti yeni çıkardığı “hortumcu” yasası olarak anılan 5020 sayılı yasaya dayanarak, “batakçı” sınıfdaşlarınınşirketlerine el koymaya başladı. İlk olarak uzanların 219 daha sonra ise Erol Aksoy’un 38 şirketine el kondu. “halk tarafından sömürülen zavallı zavallı Erol Aksoy “ a yapılanlara bakın . mehmet Barlas’ın efendisi bunlara mı layıktı? Görüldüğü gibi yalnız mafya değil, onlarla yakın ilişki içindeki kapitalistlerde “yolsuzluk” yapmaktalar. Yani sermayenin birikim yöntemlerinden başka –bunlar daha çok ilkel birikim yöntemlerine benzemekteyöntemler kullanmaktalar. Bu çevrelerin “faaliyetleri” o derece yaygınlık kazandı ki geçtiğimiz günlerde bunlarla ilgili ikirapor yayınlandı. Bu raporları “uluslar arası saydamlık kuruluşu” ve “Ankara Ticaret Odası” yayınladı. “Ülkemiz Uluslar arası Saydamlık Kuruluşu tarafından 2003 yılında yolsuzluk algılanması anketinde yeni katılan üyelerde dahil AB ülkelerinin hepsinden daha kötü durumda
gözüküyor.” (Faik Öztrak 7.6.2004 Milliyet.) “Ankara Ticaret Odasının (ATO) ‘Hayatımız Mafya’ adlı raporu son yıllarda Türkiye’nin iç tehditlerinden birihaline dönüşen ve 100 e yakın faaliyet alanı bulunan mafyanın başkentinin İstanbul olduğunu gözler önüne serdi. Raporda dünya örgütlü suç ekonomisin de dönen yaklaşık 1 tirilyon Dolar , 60 milyar dolarlık payı ise Türkiye’deki yer altı ekonomisinin aldığı 238 milyar Dolarlık Türkiye milli gelirinin dörtte birine ulaştığı ve 100 milyar Dolarlık 2004 bütçesinin yarısını aştığı vurgulandı.” Milliyet 7.6.2004Yayınlanmayan IMF raporu da aynı şeylerden söz ediyordu. “Ekonomi yönetiminin beş aydır sır gibi sakladığı “Kayıt Dışı Ekonomi ve Vergi Uyumu” başlıklı IMF raporunda illegal ve kayıt dışı faaliyetlerin Türkiye ekonomisinin üçte biri ile yarısı arasındaki bir büyüklüğe sahip olduğu ileri sürüldü. IMF’ye göre resmi milli hasılanın 200 milyar dolar civarında olduğudikkate alınırsa Türkiye’de de hesabı kitabı tutulmayan yıllık 100 milyar dolarlık ekonomik 21
hareket yaşanıyor. Jesus Seade başkanlığındaki teknik destek heyetinin geçenyılın aralık ayı sonunda hazırladığı rapor Türkiye izin vermediği için bu güne kadar yayınlanmadı.” (Ahmet Erhan Çelik 14.06.2004 Milliyet) “Yolsuzluk “, “Mafya Ekonomisi” ,”Kayıt Dışı Ekonomi” , kapitalist sınıfın gündeminde bunlar önemli yer tutuyor. Daha doğrusu bu sınıfın en büyük kesiminin – büyük kapitalistler- rahatsız olup terk edilmesini istediği ilişkiler. Halbuki bu tür ilişkilei ve “ekonomik faaliyetleri” kendileride kurdular. Şimdi bu derce yaygınlık ve genellik kazanması, onların dili ile söylersek, “iç tehdit”, halini alması ile raporlar hazırlamak zorunda kaldılar. IMF gibi kapitalizm üzerinde son derece etkili, “sermaye hareketlerine” yön verici efendilerinin raporunun yayınlanmasını istemiyorlar. Büyük kapitalist sınıfın ve hizmetkarı siyasi temsilcisilerinin bu tavrı ile o göklere çıkardığı “saydamlık ilkesi” nin ne derece iki yüzlüce savunulduğu görülmektedir. Mafya ilişkileri “yolsuzluk “ denen 22
dolandırıcılığın zorunlu bir parçası, tamamlayıcı bir unsuruolarak yer almaktadır. Zor’un rolünü artık kendileri ifade eder oldular. Rahatsızlarının nedeni, artıdeğerin onlara giden parçasının gittikçe büyümesidir. “İç tehditlerden”, “teröristleri” mahkum eden aynı dili kullanarak karşı çıkmaya çalışmaları, toplam toplumsal artı-değerin onlara giden parçasının son derece büyümesidir. Vergilerin yüksekliğinden yakınıp, “vergi reformu” istemelerinin temelinde de aynı ekonomik anlayış ve çıkar yatmaktadır. Bilindiği gibi sermayenin kendisinin ve onun tarihsel doğuşunu hazırlayan iki tür birikim tarzı görülmektedir.: “Paranın sermayeye nasıl dövüştüğüne sermaye aracılığı ile nasıl artı-değer üretildiğini ve artı-değerden nasıl daha fazla sermaye meydana getirildiğini görmüş bulunuyoruz. Ama sermaye birikimi artı-değerin varlığını, artı-değer, kapitalist üretimi, kapitalist üretim ise meta üreticilerinin ellerinde dahaönceden oldukça büyük bir sermaye ve emek-gücü kitlesinin bulunmasını öngörür.
Buradaki hareketin bütünü bu yüzden bir kısır döngü gibi görünür ve bundan ancak kapitalist birikimden önce, bu üretim tarzının sonucu değil, çıkış noktasını oluşturan bir ilkel birikimin (Adam Smith’in dyimiyle daha önceki birikimin) bulunduğunu kabul etmekte kurtulmak mümkündür.” (Karl Marks Kap.C.I S.729) Sermaye, kapitalist üretim, -artı-değer üretimisermaye, yani P-M-P’, yada başka bir ifade ile P-R-P’ hareketinin , kapitalizmdeki ekonomik ilişkilerin temelini teşkil ettiğini görmekteyiz. Bu ilişkiler içindeki birikim tarzına sermaye birikimi adı verilir. İşçi sınıfının sömürülmesi ile elde edilen artı-değere dayanır. Çıkış ve varış noktalarını oluşturan temel o dur. Marks’ın sermayenin tarihsel doğal koşullarının hazırladığı için ilkel birikim olarak adlandırdığı birikim tarzı ise, artı-değer sömürüsü ise başlayıp sonuçlanmaz. Sermayenin tarih öncesini oluşturan bu dönemde (ilkel birikim dönemi) olan doğrudan üreticinin üretim araçlarından koparılıp mülksüzleştirdiği bir dönemdir. Üretim ve geçim araçları sermaye, üreticinin
kendisi ise ücretli-emekçi(işçi) haline gelir. Bu mülksüzleştirmenin nasıl zor aracılığıyla gerçekleştirildiğini Marks’ın anlatımlarında görülmekte ilkel birikim de kullanılan yöntem ve araçlar ile srmayenin yöntem ve araçlarını kapitalist ve dalkavuğu ekonomi-politikçi birbirine karıştırmayı pek sever. İlkel birikimde kullanılan araç ve yöntemler, dolandırıcılık, bu günkü yaygın kullanımı ile “yolsuzluk” tutumluluk, bencillik, birbirini kazıklama ve zor yöntemleridir. Kapitalistler bunların aforoz edilip gözden düşmemiş olanlarını (tutumluluk, birbirini kazıklama) kendi araç ve yöntemi olarak görmeyi devam etmekteler. Bazılarının “sermayenin organik iktisatçıları” dedikleri de bu ön yargıya bilimsellik payesi vermeye çalışırlar. Şimdi tarihin tozlu sayfalarından çıkıp günümüze gelindiğinde neler göreceğiz. Daha önce özetlemeye çalıştığım gibi sadece bizim kapitalist sınıfımızın değil, dünyanın az “gelişmiş da kapitalist sınıfları”nın rahatsız olup düzeltilmesi 23
gereken durum yada “iç tehdit” olarak gördükleri “yolsuzluk” , “mafya ekonomisi” , “kayıt dışı ekonomi” ile karşı karşıyayız. Bütün mesele bunlar. Sermayenin varış noktaları mı yani onun ürettiği ilişkiler mi yoksa çıkış noktalarımıdır. Gördüğümüz gibi sermayenin çıkış ve varış noktası artı – değerdir. Kapitalistlerin, “yolsuzluk”, “mafya ekonomisi” dedikleri5 son yıllarda en çok , “özelleştirme” adını taktıkları kapitalist devlet mülkiyetinin modern kapitalist özel mülkiyete çevrilme ve “ihalelerde” görülen iktisadi ilişkilerdir. Mesut yılmaz ve güneş Taner’in Türkbank 5
Sadece Türkiyede değil, Rusya da da aynı şeyler yaşanmakta :”bu gün Rusya da önemli bir işte rakiplerden biri vurulmuş, asılmış olarak bulunursa kimse şaşırmıyor. Ülkede en büyük maden yada petrol şirketlerinin ele geçirilmesi en büyük şiddet kullanılarak mümkün olmuştur. Şiddetin bu kertew yaygınlaşması bazı liberal çevrelerce değerlendirildiği gibi yetrli yasal önlemlerin yokluğundn değil yeni sınıfın bu yöntemler dışında iş başarmayı bilmemeleri ve en kestirme yol olarak cürümü görmelerindendir.” (Bu günkü Rus Kapitalizmi. Stazislav Menshikov Derleyen ve çeviren Arslan Başer Kafaoğlu 2000’li yıllara girerken Kapitalizm) 24
İhalesi, Hüsamettin Özkan ve Recep Önal’ın Hlk Bankasından verilen “usulsüz krediler “ ile ilgili olarak “yüce divanda “ yargılanacağı haberleriburjuva medyasında hemen hergün yer almakta. Bunlaın cezalandırılmayıp ortada, ödüllendirecekleri6 şimdiye kadar tek bir örneği yok. Ama kapitalist sınıfın işçi sınıfı tarafından cezalandırılacağı iki kere ikinin dört etmesi kadar kesin. Türkiye kapitalizmi gelişmesinin özgüllüğü sonucu bugün büyük kapitalist sınıfın “liberal ekonomiye”, “piyasa ekonomisine” aykırı dedikleri 6
“Hortumcu Affı. Meclis AB’nin zoruyla bir yolsuzlukla mücadele yasası çıkartmaya soyunuyor. AKP’liler Komisyon da yasa tasarısına bir madde sokuşturarak bunu “yolsuzluk affına” dönüştürüyor.. kara para aklayanlar , vergi kaçıranlar, mecedes kaçakçıları, zimmet,rüşvet sahtecilik yapan özetle devleti dolandıran herkes yasadan yararlanıyor.” Melih Aşık 17.06.2004 milliyet kapitalist sınıf sınıf yapısı gereği yolsuzluk yapan dolandırıcılara ceza değil ödül verir. Çünkü geçmişini tarih öncesini görür oralarda. Bolivya da ise kapitalist sınıf ve devletinin dışında cezalandırma başlamış “ Yolsuzluk iddialarıyla suçlanan Bolivyanın Ayo Ayo kentinin belediye başkanı Benyamin Altanminano kimliği belirsiz kişilerce ket meydanında diridiri yakıldı”Milliyet 17.06.2004
kapitalist devlet mülkiyetinin ağırlıklı olduğu bir yapı ortaya çıkmıştı. Dünyada esen “özelleştirme” rüzgarınıda arkasına alarak devlet mülkiyetini yağmalama modern kapitalist mülkiyete çevirme hareketini başlattı. Rusya da da olduğu gibi, gerek banka gerek “iş” ihalelerinde mafyanın rolü-ki bu zor’un rolüdür.- arttı ve bu gün içinden çıkamadıkları Alattin Çakıcı ve Erol Evcil gibilerin büyük kapitalistler ile ne tür ilişkiler içinde olduklarını burjuva gazeteleri pehlivan tefrikası gibi yayınlıyorlar. Daha birkaç gün önce Türkbank ihalesi ile ilgili olarak verdiği ifade de Kara Mehmet Alattin Çakıcı tarafından tehdit edildiğini söyledi. Rakip Korkmaz Yiğit , Karamehmetin ihaleye girmesi istenmemiş. Bu ifade ile ilk kez mafya tehdidi resmi kayıtlara geçti. Aynı günlerde ise Alattin Çakıcı Beşiktaştan Sinan Engin’in hazırladığı belgelerle yurt dışına kaçıyordu. Bu, mafya, sermaye, futbol,burjuva politikacı ilişkilerinin son örnekleridir. Sermayeye dayalı üretim tarzının egemen sınıfı, bu egemenliğini sürdürme araçları olarak mafya, futbol ve
dini kullanmakta. Bunlara kendisine zarar vermeyecek biçimler oluşturmaya çalışmakta. Onun için emperyalistler, Büyük Ortadoğu Projesi (son değişiklikle bunun adını :Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika yaptılar.) içinde reformdan söz edip , “ılımlı islamın” alışmasını sağlamayaçalışmaktalar. Doğu Perinçek ise :”Mafyalaşan emperyalist sistem. Ezilen dünya ülkelerinde yüzde 10 çerçevesinde nüfusa zenginleştiriyor ve toplumun yüzde 90’nını aşırı yoksullaştırıyor, sefaletin içine yuvarlıyor.” Söyleyen (Doğu Perinçek Anarşizmin Serüveni Bilimsel Ütopya Mat 2004 Sy.117) Yoksulluktaki artış emperyalist kapitalizmin mafyalaşmasından mı kaynaklanmaktadır? Ve “emperyalizmin mafyalaşması” ne demektir.? Mafya kapitalistler tarafından, ”yolsuzluk”, “dolandırıcılık” (her ikisi aynı anlama gelir.) işlerinde kullanmaktadır. Bu ilişkiler içinde mafyacı kendisi yolsuzluk ve “kapitalistlik” yapmaya başlamıştır. Görüldüğü gibi bundaki artış 25
kapitalist sınıfı rahatsız eder hale gelmiştir. Şimdi ondan kurtulmanın çarelerini aramaya başladılar. Yüzeysel bir değerlendirme, “mafyalaşan emperyalist sistemin” ilişkilerde olduğu dünyada zenginlik ve yoksulluk arasındaki farkı artırdığı tespitini yapmaktan ileri gitmez. Oysa bu “ilk bakışta burjuva serveti, muazzam bir metalar birikimi gibi ve meta da tek başına alındığında , bu servetin basit bir biçimi gibi görünür. Ama her meta kullanım-değeri ve değişim-değeri olmak üzere iki yönüyle gösterir.” (Karl Marks Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı s.45) Sade ilk görüntüsüdür. Burada durmak bir marksiste yaraşmaz. Onun arkasındaki ilişkileri göz önüne çıkarıp görünür kılmalıdır. Nitekim Marks öyle yapar. “Nevarki 18. Y.Yıl ulusal zenginlik ile halkın yoksulluğu arasındaki özdeşliği henüz 19.Y.Yılda olduğu kadar bütünüyle kavrayamamıştı.” (Karl Marks Kapital C.I.S.742) Marks kapitalizmin gelişimini yüzyıllık periyotlar içinde ele alıp “ulusal zenginlik” ile “halkın yoksulluğu” arasındaki karşıtlığın –ki Marks bunu 26
özdeşlik demeyii tercih etmişarttığı sonucuna ulaşmış. Zenginlik ve yoksulluk aynı özün , kapitalist üretim ilişkilerinin , iki karşıt uçta , kapitalist sınıf ile işçi sınıfı cephelerinde toplanması olarak kendini açığa vurmaktadır. Zenginlik ve yoksulluk kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı karşıtlıklar anlamında özdeştirler. 18.Y.Yılın bunu 19.Y.Yıldan daha az kavraması ise, hem karşıtlığın gelişmesi, hemde ekonomi politik bilimindeki yansıması anlamındadır. Marks bunları ilkel birikimi incelerken tespit eder. Halkın yoksulluğunun artışı aynı zamanda zorla mülksüzleştirilmesi, üretim ve geçim araçlarının sermaye, doğrudan üreticinin ücretli – emekçi haline gelmesidir. Bu temelde tarımal nüfusun topraksızlaştırılması sürecinde temel üretim aracı topraktan zorla koparılır. Bu gün yoksulluktan genellikle anlaşılan geçim araçlarını elde edememe, yada bunun çok düşük düzeylerde olmasıdır. Bu mülksüzleştirilen yığın olarak işçiler için doğrudur. Burjuva iktisatçıları bunureel ücretler geriliyor diye formüle
etmekteler. Ama aynı iktisatçıların “orta sınıf” diye sözettiği üretim aracı sahibi doğrudan üreticiler sınıfının mülksüzleştirilmesidir. Nitekim İmar Bankası “yolsuzluğunda” faturanın halka çıktığını söyleyen TMSF başkanı Tevfik Bilgin bu gerçeğeişaret etmektedir. “Bilgin , İmar Bankın blançosunda 753 tirilyon görünen mevduatın gerçekte 8.5 katrilyon olduğunu ve bu durumun resmi rakamlardan gizlenerek dünyanın en organize yolsuzluğunun yapıldığını söylediler. Bilgin İmar bankası yolsuzluğunun 14 milyon yoksul insanın üç yıllık kira, yiyecek ve giyecek harcamalarına eşit olduğunu da açıkladı.” (Milliyet 19.06.2004) “ Resmi makamlardan gizlenen” aradaki farkın buharlaştığını söylemekte. Bankaların “içinin boşaltılması “ yada “hortumlama” denilen “yolsuzluk” türünde bu çifte kayıt denilen bir kısım “tasarruf mevduatının” resmi kayıtlarda yer almadığı ortaya çıktı. Bilindiği gibi devlet bunların ödenmeyeceğini açıkladı, çünkü onların “resmi varlığı “ yoktu . işte bu devletinde
katkısı ile halkın mülksüzleeştirilmesinin , yoksullaştırılmasının ta kendisidir. Bizim gibi “gelişen pazarlar” denilen ülkelerde ilkel birikim ile sermaye birikimi yan yana varolabilmektedir. Dünya tarihi anlamında, sermayenin tarih öncesinde yeralan ilkel birikimi sermayenin birikimi ile karıştırmamak gerekir. Yanyana birlikte varolmalarına rağmen bir ve aynı şeyler değillerdir. Tıpkı ilk çıkışlarındaki gibi ilkel birikim, sermaye birikiminin dışındadır. Dayandıkları temel farklıdır. Biri “yolsuzluğu” ve tutumluluğu, aç gözlülüğü, diğeri artı-değer sömürüsünü temel alır. Yani artı-değer sömürüsü olmadan ilkel birikim gerçekleşir. Zaten öyle olmak zorundadır. Ama sermaye birikimi için artı-değer sömürüsü zorunlu koşuldur. Tek tek sermayeler ele alındığında İmar Bankası örneğinde Uzan grubunun yöntemlerinde , “yolsuzluğun” yer aldığını görmekteyiz. Ama bu sermayeyi sermaye yapan birikim tarzı değildir. Bunu toplam toplumsal sermaye çözümlemesinde daha net görürüz. Burada “yolsuzluk” ve 27
dolandırıcılıktan hareket edildiğinde bütün kapitalistler birbirini kazıklayarak zengimleşirler şeklindeki sonuca ulaşırlar. Zenginleşme “büyüme”, (birikim) için bir fazlalık , artı-değerin varolan kitleye dahil olması gerekir. Var olanın dolandırıcılık, birbirini kazıklama ile değiştirilmesi sonucu , toplam toplumsal sermayede artış olmaz. Bu ise işçi sınıfının sömürüsü ile ortaya çıkan toplam toplumsal artı-değerin varlığını kabul etmekle mümkündür. Yine son yıllarda büyük kapitalist kuruluşların gelirlerinin daha fazla faaliyet dışı alanlardan –örneğin repo faizi vb.gibi- elde edilenlerden oluştuğunu, kapitalist sınıfın üyeleri ve sözcüsü burjuva ekonomi – politikçileri dile getirmektedir. Onların kafalara yerleştirmeye çalıştığı bu tür yanılsamalar, sermayenin sömürü ve birikim tarzını gizlemeye yaramakta yine geçtiğimiz yıl sonunda yaptıkları muhasebelerde beklenenin üzerinde “büyüme” oranına ulaşıldığını ama “büyümedeki”7 artışa rağmen 7
“Yaklaşık son bir yıllık dönemde yüksek üretim artışı sağlanmış olmasına rağmen istihdam rakamlarında henüz 28
işsizlikte azalma olmadığı tam aksine artış gözlendiği sonucunu açıkladılar. Onların dili ile bu iafade bu ifade edilenler neyin göstergesidir. Büyümenin artması – zenginlikte, birikimde bir artış demektir- sorunun diğer yarısı ise işsizlikteki artış, aynı zamanda yoksullukta atış olarak karşımıza çıkmakta:”yoksulluk kırsal yerlerde kentsel yerlere göre daha fazladır.” (DİE Yoksulluk Raporu 13-04-2004 Proleter Sayı 4.Mayıs 2004) DİE’nin “yoksulluk raporunda ulaştığı bu sonucun gerisindeki süreci ortaya koymaya çalışırsak görürüzki bu aynı zamanda kırsal nüfusun büyük ciddi bir iyileşme ortaya çıkmamıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde verimlilik artışının ekonomik büyümeden daha hızlı gerçekleşmesi , istihdam rakamlarındaki iyileştirmeyi geciktirmektedir. Bu çerçevede işsizlikle etkili mücadelenin yolu, sürdürülebilir ve yüksek ekonomik büyümeden geçmektedir.” (Ömer Sabancı.TÜSİAD Başkanı BirGün 26-06-2004) görüldüğü gibi kapitalistimiz “sürdürülebilir ve yüksek ekonomik büyüme” sonucu işsizliğin azalacağı inancında. Daha önceleri bunu sadece “büyümenin” gerçekleştireceğini söylüyorlardı. Bu gün “sürdürülebilirliği” eklediler. Aslında gerçekte olan bunun tam tersidir.- olan kapitalizmin gelişmesi işsizliği artırır.
bölümünün mülksüzleştirirldiği bir sürecin yaşandığını görürüz. Bu süreç kapitalist üretime zemin hazırlayan, kırsal nüfusun farklılaşması denilen, sermayenin tarihöncesi dönemidir. Kırsal kesimde bunlar olurken sermayeye dayalı üretim tarzının gelişmeside onların ürettiği artı-değer ile var olduğu işçileride yoksullaştırmakta. Burjuva ekonomi-politiği sermayenin gelişmesi yani onların dili ile söylersek artan büyüme ile ücretlerin artacağı, işsizliğin azalacağı şeklindedir. Bunun böyle olmadığını kendi çizdikleri tablodan görmekteyiz. Bu zaten sermayenin önünde bulunan yasalara ve eğilimlere aykırıdır. Sermayenin entemel eğilimi değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranla azalma eğiliminde olduğudur. Bu demektir ki kapitalistin ücretlere (değişen sermaye) yatırdığı sermaye, üretim araçlarına,ham ve yardımcı maddelere (değişmeyen sermaye) yatırdığı sermayeye kıyasla azalma, düşme eğilimi göstermektedir.yükselmek şöyle dursun ücretler, işçi sınıfının büyük çoğunluğu için
fiziksel, asgari (asgari ücret) nin altına doğru düşmektedir. Eskiden bunu söyliyenlere kapitalist ve dalkavukları iktisatçılar “yoksulluk edebiyatı” yapıyorlar suçlamasını yöneltirlerdi. Şimdilerde kendilerinin hazırladıkları raporlar bu yönde sonuçlar ortaya koymakta . son yapılan G8 Zirvesinde de “destek planı” çerçevesinde “yoksullukla mücadele” kararı çıktı. “5 yıl boyunca 2 milyardan fazla girişimciye para desteği sağlayarak yoksullukla mücadele yürütecek.” (Yasemin Çongar 11-06-2004 Milliyet) “Küçük ve orta ölçekli işletmelere 100 milyon dolar yardım yapılacak.” (aynı Kaynak) Görüldüğü gibi sadece bizim kapitalist sınıfımız değil dünyanın ömürücüleri emperyalistkapitalistlerde “yoksullukla mücadele” den söz edip kararlar alıyorlar. “Yolsuzlukla” ilgili olarak aynı ortak davranış içindeler. “Gelişen Pazar” dedikleri yada bazılarını BOP ile reforma tabi tutmak istedikleri yerlerde yapmak istedikleri kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde “yolsuzluk ve yoksulluk” ile 29
mücadele olduğu anlaşolıyor. Yukarıdaki ifadelerdende anlaşıldığı gibi, “küçük ve orta ölçekli işletmelere” yapacakları yardıma buralarda kendilerine bağımlı kapitalistlerin gelişmesi olacaktır. Kapitalist sınıfın “yolsuzluk ve yoksullukla mücadele” hedefi değil, kapitalizmin gelişimine hizmet edecek ve kapitalist üretimin krizlerinin üstesinden gelme aracı olarak kendi sınıf çıkarlarının formüle edildiği sloganıdır. İşçi sınıfı ise kapitalist sınıfın dünya görüşünün etkisinden kurtulduğu ölçüde kendisi için sınıf durumuna gelerek bağımsız sınıf hareketi oluşturabilecektir. 27-06-2004 Necati IŞIK IRAK: İŞÇİLER ABD’NİN SENDİKA YASASINA DİRENİYOR ALAN MAAS GREEN LEFT WEEKLY, 5 KASIM 2003 CHICAGO-USLAW (Savaşa Karşı ABD işçileri) delegasyonu ve Fransız sendikalarından aktivislerle birlikte Irak’a giden işçi 30
muhabiri Davit Bacon geçtiği habrde “hayal edilebilecek en zor koşullarda işçilerin hiç zaman yitirmeden örgütlenmeye girişmeleri insanı gerçekten yüreklendiriyor” diyordu. Bacon ,-Uluslar arası Liman ve Antrepo İşçileri Sendikasının 10. Şubesinin eski genel yazman- saymanı Clarence Thomas’la birlikteIrak’ta gördüklerini , dikkatini yalnızca “askerler ve bombalar” üzerine yoğunlaştıran tekelci medyanın görmezden geldiğini söyledi. Bacon, 18 ekimde Chigagodaki USLAW ulusal konferansında toplanan bir akşam formundan sonra “Irak’ta milyonlarca emekçi halk var. Onlar, gerçekten zor koşullarda işe gitmek, ailelerinin kanını doyurmak, kendileri için kalacak konut bulmak anlamına gelen bu süreçte ayakta kalmaya çalışıyorlar” dedi. Saddam Hüseyinin devrilmesinden ve ABD yetkililerinin ekonominin “yeniden inşa edileceğini” vadetmelerinin üzerinden 6 aydan fazla bir zaman geçti; ama bu gün Irak’ta işsizliğin yüzde 70 dolayında olduğu
tahmin ediliyor. Halkın çoğunluğu acsından günlük gereksinimlerini karşılamak çok çetin bir sorun olmayı sürdürüyor. Ewa Jasiewicz 19 ekimde Occupation Watch adlı websitede ( ) yayınlanan yazısında, ABD’li yönetici Paul Bremer’in üç ay önce yaptığı 18 ABD doları tutarındaki yüzde 30’luk ücret artışı artı kredi ve toprak vaadlerinin henüz yerine getirilmediğini yazıyor. Jasiewicz de USLAW delegasyonuyla birlikte Irak’a gelmişti. İşi olupta çalışanlar ,ABD işgalcilerinin Koalisyon Geçici Yönetiminin saptadığı “ivedi durum” ücreti olan ayda 60 dolarla yetinmek zorundalar. Bu, Saddam Hüseyin dönemindeki ücretin aynı ama o zaman Iraklılar, ABD yönetimi gelmesinin ardından ortadan kalkan yiyecek ve konut yardımınıda alıyorlardı.Bacon “Demek oluyorki, mübadele değerini ve dolayısıyla ithal edilen malların fiyatını bir yana bırakmamız halinde bile Irak İşçilerinin geliri dahada azalmış bulunuyor.” Dedi.
SENDİKALAR HALA YASADIŞI Bacon ve Thomas ile konuşan Iraklılar , Washington’un Irak’a ilişkin özelleştirme planını yaşama geçirmeeeyi başarması halinde durumun çok daha zorlaşacağından korktuklarını belirttiler. Koalisyon Geçici Yönetimi daha şimdiden Irak işletmelerinin yüde yüz yabancı mülkiyetine geçmesini yasallaştırmış ve 1 yeni Irak’ta” büyük şirketler için vergi oranını sadece yüzde 15 olarak saptamış bulunuyor. Bacon,” Ama iş sendikalara gelince durum farklı” dedi. Ona göre, ABD işgal yetkilileri “Saddam Hüseyin’in geçirdiği sendika yasasından memnunlar.” 1987’de kabul edilen bu yasa , devlet petrol işletmelerinde çalışan işçilerin örgütlenmesini yasaklıyor. ABD yetkilileri bu yasayı uygulamaya devam ediyorlar. “Bremer bu yasağı pekiştirmek için haziran ayında ‘yasak etkinliklerle’ilgili bir de tüzük çıkardı. Bu tüzüğün b maddesine göre, herhangi bir kimyevi fabrikada yada ekonomik önemi olan herhangi bir işletmede herhangi bir grev yada işin durdurulması için 31
örgütlenmeye teşvik etme yolundaki etkinlikler yasaktır. Bu maddeyi çiğneyenler işgal yönetimi tarafından tutuklanacakve bir savaş tutsağı davranışı görecektir.” Diyor. Bacon. Thomasın da söylediği gibi “ABD yönetimi böyle bir kurgusal tablo çizmektedir. Bizim çekilmemiz halinde, ülkeye islami köktendincilik,etnik çatışma ve her türden kaos egemen olur. Bu güçlerin asıl korktuğu demokrasinin gelmesidir. Onlar, Irak işçilerinin örgütlenmesi ve iktidar sahibi olmasını , sendikal haklara kavuşmasını istemiyorlar.” Ancak , ABD işgalinin ve hükümetin devrilmesinin hemen ardından fabrikalarda , limanlarda ve petrol tesislerinde çalişan Iraklı işçiler , Thomasın deyişiyle “sadece ücretlerini artırmak amacıyla değil, işlerinin ve içinde çalıştıkları işletmelerin denetimi için savaşmak amacıyla da örgütlenmeye başladılar. Thomas yeni Irak işçi hareketini biçimlendiren iki ana gruptan söz ediyor. Bunlardan biri 1980’lerde Baas Rejiminingerisine çekilmek zorunda bırakıldığı. Demokratik İşçi Sendika 32
Hareketi adlı bağımsız bir işçi fedarasyonu. Bu federasyonun eski aktiviteleri polis devletinin dağıtılmasında yararlanarak yeniden ortaya çıkmış ve mayıs ayında kurulan yeni Irak Sendikalar Federasyonunun (IFTU) çekirdeğini olşturmuşlardır. Zamandaş olarak –içlerinde İşçi Komünist Partisinin üyelerininde bulunduğu – daha genç aktivisler Irak İşsizler Sendikasını (UUI) kurmuşlardır. Thomasa göre , her iki aktivis grubuda ABD işgaline karşı. Thomas, iki grup arasındaki belli başlı farkın , UUI’ye bağlı sendikaların , “örgütlenmeyi ve grevleri yasaklayan çeşitli kararnamelere rağmen işçi eylemlerini desteklemede kararsızlık göstermemesinde “ yattığını belirtiyor. Ona göre, IFTU’da örgütlü daha yaşlı sendikacılar , işgale direnen eski rejim yanlılarının “yararlanmasına yol açabileceğine inandıkları için işyeri eylemleri ve gösteriler düzenlemenin uygun olmadığını düşünüyorlar. Geçenlerde yayınlanan bir haberinde Jasiewicz, bağdat’ın 48 km doğusundaki büyük bir sanayi kompleksinin içinde yer
alan bir tuğla fabrikası işçilerinin savaşımını anlatıyordu. Belli bir süre, korkunç çalışma koşullarına ve 14 saatlik bir vardiya karşılığınd günde 3000 dinarlık (yaklaşık 1.5 ABD Doları) bir ücrete katlandıktan sonra , işçilerin dörtte üçü ekim ayında işi bıraktı. Onlar idare bölümüne kadar bir yürüyüş yaptılar ve ücret artışı, resmi söözleşme , yerinde sağlık hizmeti ve emeklilik ödentisi taleplerini dile getirdiler. Jasiewicz’e göre “işyerinde bir sendika kurulduğundan haberi olmayan mülk sahibi onlara, ‘peki ,buyrun grev yapın. Ben sizi işten atacağım;yerinizede başkaları gelip çalışacak’ dedi. Bunun üzerine işçiler evlerine gidip silahlarını getirdiler ve kendiliğinden silahlı bir grev gözcüsü oluşturdular. “ellerinde makinalı tüfekler bulunanişçiler fabrikayı koruma altına aldılar. Ve eylemi grev kışkırtıcılarına karşı savundular. İşçilerle başa çıkamayan mülk sahibi işçilerin ücretini günde 500 dinar kadar artırmanın yanısıra onlarla soyal haklar ve sağlık hizmeti konularında da müzakerelere girmeyi kabul
etti. Grev tüm bölgede büyük bir başarı sayıldı.” Bacon, “ABD halkının Irak’a baktığında halkı görebilmesi için” savaş-karşıtı grupların dikkatlerini bu tür savaşımlar üzerine yoğunlaşmalarının çok yararlı olacağını söylüyor. Iraktaki işçi savaşımlarına ilişkin gerçeklerin ve Amerikan Politikacılarının sendika kurmayı bir suç haline getirdiği olgusunun duyrulması ABD’nin Irak’a işgalinin artan ölçüde sorgulanmasına katkıda bulunabilir. HALİS TOPRAK NEDEN AĞLADI Sahibi olduğu Toprak Bank’ın içini boşaltarak birkaç günde kurduğu göstermelik fabrika binalarına kredi çekerek bu paraların üzerine oturan Halis ağamız Star Gazetesinin 23 haziran 2004 tarihli haberine göre mahkemede gözyaşları içinde “500 tirilyon borç nedir ki? Ödemeyi kabulettim ya!” diyerek kendisine gösterilen zulme kederlenmiş. Mahkeme başkanın diğer sanıklardan Halis ağamızın oğlu Mehmet beyimizin mahkemeye kadar 33
neden teşrif buyurmadıkları sorusuna “ yurt dışında eğitim görüyor zaten o daha çocuk” diyerek 26 yaşındaki bebeğinin neden gelmediğini ifade etmiş. Şu kapitalistler akıllı adamlardır vesselam. Salak gaspçılar gibi hayatlarını tehlikeye atarak bu bir soygundur diye herhangi bir bankaya dalsalar hadi diyelim yakayı ele vermeden yırttılar. Peki bankanın kasasında kendilerini bekleyen ne kadar para bulacaklar? Kapitalistler akıllı adamlardır. Örneğin başkasına ait birşeyi çalmaya kalksan kelleyi koltuğa kayman lazım. Aptal hırsızın işi epey zordur. Hem çaba hem risk ister. Ama işçiyi soymak öylemi? Kuzu kuzu kendisi gelir üstelikte sana yalvarır. Abi ne olur beni soy sömür diye. Neyse biz konuyu saptırmayalım, durduk yerde kuzuların kafasınıda karıştırmayalım. Halkı soymaktan daha kolay ne var ki? Yasalar bu iş için yapılmıyor mu? Bir sürü yasa yapılmış gözün kör mü? Kitabını uydur yeter. Halis ağamız elde tabanca koboy flmlerinde seyrettiğimiz haydutlar gibi bankaya 34
dalacak değil ya. Kitap izin vermiş Halis ağamız açmış bir banka, belkide satın almıştır siz daha iyi bilirsiniz. Diğer kapitalist kardeşleri gibi topladığı mevduatlarıdevletten çektiği kredileri cebellezi edip bankada kuruş kalmayınca ben böyle bir bankanın içine tüküreyim deyip anahtarları devlet babasının önüne fırlatıp atmış. Milyonlarca yoksul halkı vergiler, zamlar vs. yoluyla soğup soğana çeviren babası burjuva devleti kendi öz çocuklarını işkence edip sokaklarda joplayacak değil ya. Ama baba burjuva devleti ne yapsın ? bir şey yapmasa hep beraber yoldukları koyunların uyanma riski var. Kendi çocuklarının yaptıkları soygunların, hırsızlıkların alenan ortaya çıkması üstelik koyunların açlıktan mideleri bağırsaklarına yapışmışken, soygunun devamı için güya ogullaarına birkaç tokat atıyormuş gibi yapıyoar. Bizler işçiler emekçiler salakız ya! Bak devlet nasıl ceza veriyor diye seviniyoruz. Dolandırıcı Halis ağamız “500 tirilyon nedir ki.” Diyor. Oysa burjuva devleti hani hırsızların üzerine gidecek , son kuruşlarına kadar alacaktı. Halis ağamızın
bu göstrmelik mahkemelere danışıklı dövüşlere bile tahammülü yok. Ağlamalarının nedenleri bunlar olsa gerek. Halis ağamız bir kapitalist değilde emekçi olsaydı bir lira borcu için devlet evine icra gönderir gözünün yaşına bakmaz sürüm sürüm süründürürdü. “GÖRGÜSÜZ 8’LER” “ABD’de dünyanı gelişmiş en zengin 8 ülkesi G8 liderlerini karşılama töreninde kullanılan kırmızı halı ve bando Erdoğan ve diğer ülke liderleri Afganistan, Mısır, Cezayir vb geldiğinde kaldırıldı. ...” Miliyet 10.06.2004Saygın gazetemiz haberin devamında açıktan açığa söyleme cesaretini göstermesede emperyalist ülkelerin milli marşları çalınırken liderlerinin ayaklarının altına kırmızı halı serildiğini Türkiye Başbakanı Erdoğan Irak’ın ABD tarafından Devlet Başkanı sıfatıyla atanan işbirlikçi memuru Gazi Yaver Afganistanın memuru Karzai, Cezayir Devlet başkanı, Ürdün Kralı ve Yemen Devlet başkanınının geçeceği zaman halıların toplatıldığını ve bandonun kaldırıldığını yazıyor. Saygın gazetemiz bizim milli marşımızı bile okumadılar diyemiyor. ABD’li efendilerini kızdırmamak için.
Burjuva basını bu duruma çok üzülmüş. Oysa bir kaçgün öncesi ağanın sofrasına buyur edilen yanaşma gibi sevinçden zıplıyolardı. Türkiye artık önemli bir ülke olmuştu devlerin toplantılarına çağrılıyordu. Yalaka yanaşma basına göre. Ağası hatırını sordu diye o gece gözüne uyku girmeyen yanaşma gibi sevinçten zıplıyorlardı. Ağa yanaşmasına durduk yerde selam veirmi? Hani ne denir, yük taşıtmayacağı eşeğin önüne kimse ot koymaz. Bizim eşekler taşıyacakları yükün ne olduklarını bildikleri halde Washington’un yolunu tuttular. Orada eşeğe yaraşır karşılama gördüklerinde uzun kulaklarını dikip hayal kırıklığı içinde anırmaya başladılar. Aynı saygın gazetemizin (10.06.2004 Milliyet) baş sayfasında iç sayfadaki haberden haberi yokmuşgibi büyük punto ile “G8 Morali” başlığıyla Türkiye’nin zengin ülkeler tarafından büyük bir destek gördüğünü yazabiliyor. Öyleyse iç sayfada itibar görmedik, aşağılandık diye eşek gibi anırmalarının nedeni ne ola? Eşek eşekliğini mi yapıyor? BASINDAN HABERLER Beş yıldır SSK’dan randevu alamıyorum.. adanalı Hayri Paker Yenişehir dispanserini beş yıl boyunca her gün aradım, her gün sanal operatörden aynı cevabı 35
aldı:”bu gün hasta sayımız 80 sizi kabul edemeyiz.” Yada “ “bilgi sayfamız talep no nuzu tanımlayamadı” 13.05.2004 Birgün SSK Felçli hastayı görmedi. Gebze SSK hastanesinde felçli ve böbrek hastası 62 yaşındaki Mahpup Özhan’ın eşi Kadir Özhan sürekli bir şekilde hasta eşini sırtında taşıyarak hastaneye getirdiğini kendisine kinmsenin acımadığını, hemşirelerin ve doktorların kendisine azarladığını dile getirmiş. Habere göre yaşlı adam SSK’nın telefonunu düşüremediği için kayıt numarası alamadığını 6 yıldır sırtında hastaneye getirdiği eşiyle kimsenin ilgilenmediğini ifade etmiş. Yaşlı adam “bir an önce ölse de kurtulsak bizde” dedi. 20.06.2004 Gündem. YOLSUZLUKLA MÜCADELE YASASI TBMM Adalet Komisyonu Banka hortumlama, kara para aklama , kaçakçılık, zimmet, irtikap, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, sahtecilik ve organ mafyası suçlarına af getiren yolsuzlukla mücadele yasasını görüşerek kabul etti 16.06.2004 Milliyet. ASGARİ ÜCRET Asgari ücret komisyonu toplandı. Milyonlarca proletere dinibütün hükümetimizin, 36
parababalarımızın reva gördüğü artış günde 500 bin TL dir. Bu da günde bir simit artı bir bardak çay yapmaz. BÜYÜK ŞAİR KOMÜNİST NAZIM HİKMET’İN ÖLÜMÜNÜN 41. YILI 3.Haziran 1963 Anısına: “hiçbir ağaç böyle harikulade bir yemiş vermemiş olacaktır. Ve en vadedici bir yaz gecesi bile böyle sesler böyle inanılmaz renklerle sabaha ermemiş olacaktı. Topraktan ateşten ve denizden doğanların en mükemmeli doğacak bizden...” “Ufak iş bizimkisi Asıl en kötüsü bilerek bilmeyerek hapishaneyi kendi içinde taşıması. ...” “merhaba çocuklar bir geniş bir büyük ‘merhaba’ demek sonra bitirmeden sözümü yüzünüze bakıp gülerek –kurnaz ve bahtiyar- kırpmak gözümü.... biz ne mükemmel dostlarız ki kelimesiz ve yazısız anlaşırız..”