9-PROLETER

Page 1

PROLETER KURTULMAK YOK TEK BAŞINA ! YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ Cilt 1, Sayı :9

EKONOMİK VE SOSYAL KONSEY Burjuvazi dünya üzerindeki nüfuzunu ve egemenliğini artırdıkça egemen olduğu ülkelerde bir takım araçlarla kendi sömürü sistemini geliştirerek, daha çok artı-değeri el koymak için birtakım faaliyet ve örgütlenmeler geliştirmektedir. Bunların bir kısmı IMF, Dünya Bankası, AB (Kopenhag Kriterleri), Birleşmiş Milletler Kararları, Uluslar arası Çalışma Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü ve adını saymakla bitiremiyeceğimiz burjuva kurum ve kuruluşlar aracılığıyla hem empoze etmekte hemde uygulamaya koymaktadırlar. Öteyandan işçi sınıfının ve küçük burjuva sınıf ve katmanların da mücadele ve talepleri ile kendinin organize etmek istediği konuları bir araya getirip sözüm ona işçi

EKİM

2004

sınıfının ve küçük burjuvazinin taleplerini yerine getiriyor görünümü altında kendi örgütlenmesini hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. (Bu konuda geçen sayılarda Küçük – burjuvazinin düşüncelerini eleştiren bir yazıda konu hakkında ayrıntılı bilgiler edinmiştik. “Devrimci” Demokrasilerde Durum Değerlendirmeleri. Proleter Sayı 8-9 ) Burjuvazi bir yandan dünyayı yeni sömürü alanları ve yöntemlerini uygulamaya çalışırken diğer yandan işçi sınıfının ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde küçük burjuvalarla birlikte mücadeyi engellemeye onun hedefini saptırmaya çalışmaktadırlar. İşçi sınıfının sınıfsal çıkarlarını saptırarak sömürü ve talan üzerinde kendisine ortak olacak ve kendi eliyle teslimiyetini onaylama konusunda uzlaşma ve işbirliği yasaları çıkararak uygulamaya koymaya çalışıyorlar. Her 1


konuda olduğu gibi bu konuda da kendi diktatörlüklerini gizlemenin, dayatmaların özünü ve biçimini saptırmanın yollarını bulmaya çalışıyorlar. Bu konuda sınıf işbirlikçileri ile uluslar arası politikalarınıda gün ışığına çıkarmış bulunuyor. Günümüz Hükümet – ‘Memur’ Sendikalarının içine düştükleri konularda bize en açık fikirler vermektedir. Hükümet ile sendikalar arasında haziran 2004’de sözde yapılacağını söyledikleri toplu görüşmeler hükümetin isteği üzerine eylül 2004’de ertelenmişti. Eylül ayında yapılan görüşmelerde ise Hükümet kendi taleplerini dayatınca sendikalar buna itiraz ettiler. Anlaşmazlıkla biten bu görüşmeler sonucunda sendikalarla Uzlaşma Konseyinde gidermek üzere bu kurula toplantıya çağırdılar. Hükümet daha önceki senelerde de olduğu gibi kurulunda görüşlerini kabul etmeyip yoluna devam edince Sendikalar küplere bindiler. “Sizi –Hükümeti- Uluslar arası Çalışma Örgütüne, Avrupa Birliğine şikayet edeceğiz, Uluslar arası Mahkemelerde 2

dava açacağız” itirazlarıyla oyunun kurallarına uymak için burjuvazinin çizdiği yola doğru yöneldiler. Sanki AB burjuva patronları işçileri, emekçileri çok düşünürmüş, onların çıkarlarını savunurmuş gibi işçilere hedef saptırma yolunu gösteriyorlar. Onları sadece şunu hatırlatmak yeter. AB tartışmalarında sermayenin ve metaların dolaşımı serbest bırakılırken işçilerin serbest dolaşımı konusunda çelikten kapılar örmektedirler. Uluslar arası rekabetlerinde rekabetlerinin kaynağı artıdeğerlerini ne kadar değer verdiklerini bilmem söylemeye gerek var mı? Ucuz işgücü olarak bakıldığını unutmak herhalde böyle davranışları normal gösteriyor olmalı. İşte bu konuda sınıf işbirliği ve uzlaşması üzerine bir yasa yürürlükte . “Ekonomik Ve Sosyal Konsey” yasası: Yasanın söylediklerimizi açıkça ifade ettiğini dikkatli bir göz hemen farkedecektir. Biz yasanın tamamını buraya aktarıyoruz. EKONOMİK KONSEYİN ÇALIŞMA

VE SOSYAL KURULUŞU, ESAS


VE YÖNTEMLERİ HAKKINDA KANUN Kanun No: 4641 Kabul Tarihi: 11.4.2001 Resmi Gazete: 21.4.2001 24380 Amaç ve kapsam MADDE 1. – Bu Kanunun amacı, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve işbirliğini sağlayacak, sürekli ve kalıcı bir ortam yaratarak, istişari mahiyette ortak görüş belirlemek için oluşturulan, Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluşunu, çalışma esas ve yöntemlerini düzenlemektir. Kuruluş MADDE 2. – Ekonomik ve Sosyal Konsey; Başbakanın başkanlığında, Başbakan yardımcıları, Devlet Planlama Teşkilâtından sorumlu Devlet Bakanı, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı, Dış Ticaret Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanı, Devlet Personel Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanı, Maliye Bakanı, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Çalışma ve

Sosyal Güvenlik Bakanı, Sanayi ve Ticaret Bakanı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı, Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı, Gümrük Müsteşarı, Devlet Personel Başkanı ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunu temsil eden üçer temsilciden ve Başbakan tarafından belirlenecek diğer Hükümet temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile kamu görevlilerinden oluşur. Konseyin görev ve yetkileri MADDE 3. – Konsey’in görev ve yetkileri şunlardır; a) Toplumdaki ekonomik ve sosyal birimlerin, Hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarının oluşturulmasına katılımlarını sağlamak, Hükümet ile toplumsal kesimler arasında ve toplumsal kesimlerin kendi aralarındaki uzlaşma ve işbirliğini güçlendirecek 3


çalışmalar

yapmak,

b) Oluşturduğu görüş, öneri ve raporları Hükümet’e, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Cumhurbaşkanı’na ve kamuoyuna sunmak, görüş bildirilirken uzlaşılan ve uzlaşılamayan hususları ayrı ayrı belirtmek, c) Sürekli ve geçici nitelikte çalışma kurulları kurmak ve üyelerini belirlemek, bu kurulların raporlarını görüşmek, d) Türkiye-Avrupa Birliği Karma İstişari Komitesi üyelerini Avrupa Birliği Ekonomik ve Sosyal Komitesinin yapısı ve özelliklerini dikkate alarak belirlemek ve Komitenin çalışmalarını izlemek, e) Amaçları doğrultusunda ulusal ve uluslararası düzeyde seminer ve toplantılar düzenlemek, uygun görülecek toplantılara temsilci göndermek, f) Ekonomik ve sosyal konularda yayınlar ve araştırmalar yapmak ve yaptırmak. 4

Ayrıca, Konsey Hükümetin istemi üzerine, ekonomik ve sosyal nitelikli her türlü konuda, ekonomik ve sosyal yaşamı doğrudan etkileyen kanun tasarıları ve kalkınma planı ile yıllık programların hazırlanması sırasında görüş bildirebilir. Konsey Başkanı MADDE 4. – Konsey Başkanı, Başbakandır. Başbakanın toplantılara katılamaması halinde görevlendireceği Başbakan Yardımcısı toplantılara başkanlık eder. Konsey başkan yardımcıları MADDE 5. – Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından bir, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu ile Türkiye Ziraat Odaları Birliği tarafından bir, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu tarafından bir kişi olmak üzere üç Başkan yardımcısı belirlenir.


Başkan yardımcıları bir yıl süreyle ve dönüşümlü olarak görev yaparlar.

Toplantılara ilişkin diğer esas ve yöntemler yönetmelikle düzenlenir.

Başkanlık Divanı

Çalışma kurulları

MADDE 6. – Başkanlık Divanı; Konsey Başkanı, 3 Konsey Başkan Yardımcısı ve Konsey Sekreteryasından Sorumlu Müsteşardan oluşur.

MADDE 8. – Konsey ihtiyaç duyulan konularda görüş bildirmek üzere geçici ve daimî nitelikli çalışma kurulları oluşturabilir.

Toplantılar

Çalışma kurulları, gerektiğinde geçici nitelikli çalışma grupları oluşturabilirler.

MADDE 7. – Konsey, üç ayda bir, Başkanın davetiyle olağan, Başkanın daveti veya Başbakanca belirlenecek olanlar dışında kalan temsilcilerin üçte 1’inin yazılı istemleri üzerine olağanüstü toplanabilir. Toplantı yetersayısı, Başbakanca belirlenecek olanlar dışında kalan temsilcilerin salt çoğunluğudur. Konsey toplantılarının gündemine ilişkin hazırlıklar, Konseyi oluşturan kuruluşlardan birer temsilcinin katılımı ile sekreterya tarafından yapılır ve toplantı gündemi Başkanlık Divanı tarafından belirlenir, sekreterya tarafından temsilcilere duyurulur.

Çalışma kurulları ile çalışma grupları, çalışmalarına ve toplantılarına, bilgi ve veri sağlamak ve görüş oluşturulmasına katkıda bulunmak amacıyla, Başbakanlık, ilgili Bakanlık veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerini davet edebilir. Kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcileri, toplantılara katılmak ve Devlet sırrı dışındaki tüm bilgi ve verileri sağlamakla yükümlüdür. Çalışma kurulları, gündemi ile ilgili konularda meslek örgütlerini, diğer sivil toplum örgütlerini ve konuyla ilgili uzmanları toplantıya çağırabilir. 5


Çalışma kurulları ile çalışma gruplarının kuruluş, çalışma esas ve yöntemleri yönetmelikle düzenlenir. Sekretarya Hizmetleri MADDE 9. – Konseyin sekretarya hizmetleri, Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı tarafından yerine getirilir. Sekretarya, Konseyin tüm büro hizmetlerini yürütmekle görevlidir. Konsey toplantıları ile çalışma kurulları ve çalışma grupları toplantıları Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı tarafından düzenlenir. Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı bu hizmetlerin yürütülmesinden sorumludur. Malî

hükümler

MADDE 10. – Konseyin giderleri için her yıl Devlet Planlama Teşkilâtı bütçesine yeterli ödenek konulur.

Konseye katılanların görüşleri alınarak, Başbakanlık tarafından çıkarılır. GEÇİCİ MADDE 1. – Bu Kanunda çıkarılması öngörülen yönetmelikler Kanunun yayımı tarihinden itibaren 3 ay içerisinde çıkarılır. MADDE 12. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 13. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. GENEL GEREKÇE Günümüzün gelişmiş toplumlarında hükümetle toplum kesimleri arasındaki diyalog sadece siyasal diyalogdan ibaret kalmayıp, ekonomik ve sosyal alandaki sorunlar da sivil toplum örgütleri ile sürdürülmektedir.

Yönetmelikler

Ayrıca, bu diyalog tüm toplum kesimlerinin kendi aralarında etkileşim ve işbirliği şeklinde de yaşanmaktadır.

MADDE 11. – Bu Kanunda öngörülen yönetmelikler,

Esasen, günümüzde toplumsal sorunların çözümü, bunalımların ortaya çıkmasını

6


beklemeksizin, katılımcı demokrasi, diyalog, ikna ve uzlaşmadan geçmektedir. Ancak, bu diyalog ve uzlaşmanın, rastlantılara bırakılmayıp, kalıcı ve kurumsal bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Bazı ülkelerde gelenekler bu konuda yeterli olabilirken, birçok ülke bu hususta anayasal veya yasal düzenlemeleri tercih etmiş bulunmaktadır. Ülkemizin tam üyelik sürecinde bulunduğu, Avrupa Birliğinin kurumsal yapısı içinde, danışma organı olarak Ekonomik ve Sosyal Komiteye yer verilmiştir. AB'nin Ekonomik ve Sosyal Komitesi ile Türkiye'nin bunu karşılayan kuruluşu arasında bir ilişki kurulması ise, 1987'de Türkiye'nin tam üyelik başvurusu ile başlayan süreç boyunca, adım adım kaydedilen gelişme sonucu, ancak 1995 yılında, Karma İstişare Komitesine işlerlik kazandırılması ile gerçekleşmiştir. Türkiye'de,

Ekonomik

ve

Sosyal Konseyin kurulması için anayasal veya yasal herhangi bir düzenleme yapılmamış olduğundan, 17.3.1995 tarihli bir Başbakanlık Genelgesi ile bu yönde ilk adım atılmış, bunu 1996, 1997 ve 1999 yıllarındaki genelgeler izlemiştir. Bunun yanında, VII nci Beş Yıllık Kalkınma Planında "Ekonomik ve Sosyal Konsey yasal çerçeveye kavuşturulacaktır" şeklinde bir hedef öngörülmüş, ayrıca, son birkaç yıl içerisinde kurulan hükümetlerin protokollarında ve programlarında "Ekonomik ve Sosyal Konseyin kurulması hakkında Kanun" öncelikle çıkarılması gereken yasa tasarıları arasında sayılmıştır. Konsey, ülke sorunlarının yürürlükteki mevzuata ve onaylanmış uluslararası belgelere saygı temelinde bir diyalog ve uzlaşma yoluyla ele alınıp çözüme kavuşturulmasını; kesimlerin menfaatlerinin ülkemizin ve halkımızın menfaatleriyle bağdaştırılmasını; diyalog ve işbirliğinin kurumsallaştırarak, karar alma mekanizmasına dahil edilmesini sağlayabilecektir. 7


Ekonomik ve Sosyal Konseyin temel işlevi, ekonomik istikrarın kurulması, büyümenin ve sanayileşmenin hızlandırılması, üretimin, yatırımların ve verimliliğin artırılması, ekonomiye rekabet gücü kazandırılması, istihdamın geliştirilmesi ve işsizliğin önlenmesi, işgücü niteliğinin yükseltilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması, sosyal devlet anlayışının gereği olarak kamu hizmetlerinin geliştirilmesi, çalışma hayatının demokratikleştirilmesi, ülke demokrasisinin daha da geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gibi temel sosyo-ekonomik amaçlar için sürekli ve kalıcı bir diyalog platformu olmak, danışma organı olarak ortak görüş oluşturmak ve Hükümet ile Parlamentoya tavsiyelerde bulunmaktır. Hükümet, ekonomik ve sosyal konularda Konseye danışabilecek, ekonomik ve sosyal nitelikli program, kanun tasarı ve teklifleri ile diğer hukukî düzenlemelerle ilgili olarak Konseyden görüş 8

alabilecektir. Bu durumlarda Konsey, bünyesinde oluşturacağı danışma kurulları ile de tüm kesimlerin görüşlerini raporunda yansıtacaktır. Gerek Kalkınma Planı ve Yıllık Programların hazırlanması sırasında ve gerekse ekonomiyi ve sosyal yaşamı doğrudan etkileyen kanun tasarı ve tekliflerinin hazırlanması sırasında, Hükümetin Konseye danışması, ekonomik ve sosyal gelişme yönünde önemli faydalar da sağlayacaktır. Tasarı, sürekli ve kalıcı bir "Danışma organı" olarak, yukarıda belirtilen ekonomik ve sosyal konularda, bir diyalog, uzlaşma ve işbirliği platformu oluşturmak amacıyla düzenlenmiştir İşte yasa ve grekçeleri bunlar. Burjuvazi iki yüzlülüğünü birkere daha gösterip bıçağın hem kurbana hem kasaba hizmet edeceğini söyleyip durmaktadır. Türk burjuva iktidarı bir yanda Afganistan ve Irakta olduğu gibi zorla dayatmalarla “sınıflar arası işbirliği ve uzlaşmayı “


gördükçe kendi dini ve imanı pahasına Kopenhak Kriterlerini fütursuzca savunarak tekelci burjuvazinin isteklerini hayata geçirerek yandaşlarıyla sınf işbirliği ve uzlaşmalarını sağlamaktadırlar.

AB – CENNETİN KAPISIMI? “Dün dündür, bugün” S. Demirel

bugün

Orospunun ahlak bekçisi, hırsızın karakol komiseri, yankesicinin banka sahibi, ayakta durmaya mecali olmayan huysuz, geçimsiz bunakların başbakan, içi samanla doldurulmuş büyük bir çuvalı andıran fırıldakların cumhurbaşkanı olduğu ülkemizde, kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen tok, zengin gazete patronları , yalaka medya yöneticileri, “Uygarlığın beşiği” Avrupa’nın karşısında tüm ulusça secdeye gelmemizi, bizi kabul etme lutfunda bulundukları için Avrupa’yı hoşnut etmemiz gerektiğini söylüyorlar. Avrupa Birliği (AB) Türkiye için

cennete açılan bir kapı olarak gösteriliyor. ÖYLEMİ? DÜN- Bir avuç siyaset adamı politikacılar, askerler, milliyetçi, muhafazakar, dinci, erdemli yöneticilerimiz, ordunun yüksek rütbeli generalleri bizleri dolduruşa getiriyor, “Kahrolsun Avrupa”, “Türkün Türkten başka dostu yoktur”, “Avrupa Avrupa duy sesimizi” diye öfkeli sloganlar atıyorlardı. Sokaklar meydanlar çılgınlaştırılmış kalabalıkların öfkeli bağırmalarına , kurt kafası işaretleriyle Avrupa’yı lanetlemelerine tanık oluyordu. İnsan hakları, sahte dost Avrupa’nın Türkiye yi bölmek amacıyla uydurduğu iki yüzlü bir yalan olarak gösteriliyordu. Dün bize söylendiğine göre Avrupa’nın bir tek amacı vardı. Türkiye’yi bölmek zayıf düşürmek Sevr antlaşmasını Türkiye ye yeniden kabul ettirmek. YA BUGÜNDün bizlere bunları söyleyenler, söyletenler aynı yöneticiler, politikacılar, generaller sivil idareciler, Avrupa Hıristiyan Kulübüdür diyen sakallı dindarların akıl hocaları üç ay sonra, Avrupa’ya girmek bizim 9


kurtuluşumuz olacak, biz zaten Avrupalıyız. AB’ ne girmek bize insan haklarını getirecek, ekonomik olarak zenginleşeceğiz diyorlar. Hıristiyan Kulübü çoktan unutuldu. Dini bütün Fettullah Hoca, ağır başlı kafasını bilgece sallayarak AB’ nin yararlarını sayıp döküyor. Yabani bir kurttan uysal evcil bir köpeğe dönüştürülen MHP Sibel Can gibi kıvırtıyor. Muhalefetteyken milliyetçilik palavralarıyla Avrupalılara atıp tutan MHP lideri Bahçeli Devlet, namusu kimseye bırakmayan gizli orospunun ciddiyetiyle önüne geleni haşlarken , Avrupalı, Amerikalı yöneticilerin karşısında ise kuyruğu kısık it gibi onların bir dediklerini iki etmiyor. MHP’ li bakan, her istenilene imza attıktan sonra utanmadan “bari gelsin İMF bizi yönetsin” diyor. AB ‘ne girmemizin işkenceyi, kötü muameleyi önleyeceği söyleniyor. Bizlerin sokak serserisi haydutlardan oluşmuş polislerimiz artık işkenceden vazgeçeceklermiş! Hani işkence yoktu! Namuslu, vatansever Türk polisine görev yaptırmamak için teröristlerin yalanıydı işkence. Avrupa Birliği işkenceyi önleyecekmiş 10

neyle bize sattıkları işkence aletleriyle mi? Pembe tablolar çiziliyor, işsizliğin önleneceği AB kapılarının açılmasıyla işçilerimizin Avrupa’ya rahatça girebileceği , koskoca Avrupa’nın iş kapılarının bizlere açılacağı müjdeleniyor. Tüm bunlara sevinmemek elde mi? Oysa gerçek orospunun ahlakın da, hırsızın bekçiliğinde, yan kesicinin sizden aşırdığı cüzdanında , titreyen ihtiyarın bunaklığında uluyan ehlileştirilmiş kurdun köpekliğinde şişman fırıldağın iki yüzlülüğünde değil. Gerçek besmele çekerek kesesini doldurmaya çalışan düzenbaz dindarların sakallarının arkasında saklı. Sinsi yüzsüzlüğünde değil. Gerçek binlerce gencin kirli bir savaşta ölmesine neden olurken çok yıldızlı üniformalarının içersinde sert bakışlarla Öcalan dan intikamımızı alacağız onu kendi ellerimizle boğacağız diyen şimdi ise sessizce geriye çekilerek üniformalarının içinde kaybolan her gencin cenazesinde sahte gözyaşları döken, cüzdanı dolu satılmış generallerin palavralarında değil. Gerçek bizlerin yaşamında, dün önümüze


bunlar tarafından konulanlarda ve yarın konulacak olanlar da. Gerçek bunlar tarafından bize dayatılan yoksulluğumuzda, işsizlikte keyfi vergiler de, yağmur gibi inen zamlar da, rüşvette, yolsuzlukta, eğitimsizliğimizde. Dün bunların önümüze neler koyduğunu ekmeğimizi, aşımızı, işimizi parça parça nasıl gasp ettiklerini biliyoruz. Bunların düzeni için rezilce bir yaşam sürdürüyoruz, bunlar için çalışıyor, bunlar için savaşıyor, bunlar için ölüyoruz, YA YARIN? Dünyayı haraca bağlamış emperyalist devletler bir avuç dev tekeller, kapitalist para babaları ürettikleri ürünlerine pazarlar arıyorlar. Dünyayı yeniden paylaşmak sömürge alanlarını genişletmek için politikalar yapıyorlar. Satın alınmış cepleri doldurulmuş uşakları aracılığıyla milyonlarca insanın beynini globalleşme, küreselleşme, liberalizm, serbest dolaşım vb. yabancı sözcüklerle karmakarışık hale getirdiler. Kendi dev tekellerinin küçük hissedarları, önemsiz ortakları haline

getirdikleri yoksul ülkelerin kapitalistleriyle yöneticileriyle beraber bu ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini fütursuzca talep ediyorlar. Türkiye de işçilere ne kadar para verileceğini bunlar (IMF) belirtiyor. Ve bize bunlara tamamen teslim olursak sizlere adalet getirecek deniliyor. Avrupa emperyalistlerinin adaleti insanca yaşama hakkı, seksen milyon lira asgari ücret , %15 memur maaş zammıdır. Bize insanca yaşamı getireceği söylenen emperyalistlerin Türk kapitalistlerine öğüdü “küçülün daha çok işçi atın.”dır. IMF nin direktifleriyle yüz binlerce işçi evlerine götürecekleri bir tas çorbadan ve çocuklarına götüreceği ekmekten oluyor. Küçük sanayi ve tarım emperyalist devletlerin rekabetine teslim edilerek iflasa yoksulluğa sürükleniyor. Çiftçiler ve küçük sanayiciler işletmelerini geçim araçlarını kaybediyorlar. Emperyalist para babalarına satılmış işbirlikçiler emperyalistlerin Türk hissedarları ortakları büyük kapitalistler ve yöneticileri bunun cennete açılan bir kapı olduğunu söylüyor. Doğrudur bir avuç 11


kapitalistlerin ve yöneticilerinin cenneti, on milyonlarca çalışanın cehennemidir açılacağı söylenen kapılar. Vergiler, rüşvet ve haraç yoluyla emekçi halktan sızdırılan milyarlar emperyalistlere kredi faizleri, kapitalistlere geri alınmamak üzere verilen kredileri oluşturuyor. On milyonlarca insanın kefen parası olarak ayırdığı üç beş kuruştan kumbaralardaki teneke paralara kadar büyük bir reklam ve tantana ile bankalar aracılığıyla kapitalistlerin ceplerine aktarılıyor. Devlet güvencesi adıyla tokatlanan paralar halkan vergiler yoluyla tekrar alınarak sözde geri veriliyor. Özelleştirilen, vurgunu vuran bankalar ve sanayi kuruluşları içi boşaltıldıktan sonra tekrar devletleştiriliyor. DEREYİ GÖRMEDEN PAÇALARI SIVAMA Değerli yöneticilerimiz, orospulaşmış yalaka basın ve medya AB ye girdiğimizde tüm sorunlarımızın biteceğini söylüyor. Avrupa 12

emperyalistlerinin ağızlarına çaldıkları bir parmak balla her şeylerini teslim etmeye hazır bu baylar ortada fol yok yumurta yokken düğün bayram ediyor. Oysa gerçek çok daha başka. Türkiye Avrupa Birliğine üyelik bir yana üyelik başvurusu bile kabul edilmemiş. Edilir mi edilmez mi bu bir tarafa oysa gerçekler yalakaların söylediklerinden çok farklı. İşsizliği önleyeceği, kapılarının açılmasıyla milyonlarca Türk işçisine Avrupa da çalışma olanağı sağlanacağı söylenen AB’ ni oluşturan Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda, İspanya, Portekiz ve benzeri ülkelerde işsizlik oranı sürekli olarak %10 ve 12’lerde. Milyonlarca genç gelecek güvencesinden mahrum, işsizlikten dolayı geçmişte bu ülkelerde en berbat işleri yapmak için çağrılmış yabancı işçilere düşman hale dönüştürülüyor. Avrupa da işsizliğe karşı kapitalistler kendi ülkelerinin gençlerinin yabancı işçilere karşı kin ve düşmanlık beslemelerini körüklüyor. Bütün emperyalist ülkelerde gençlik serseriliğe, uyuşturucuya, manyaklığa


sürükleniyor. Avrupa’ya eski doğu Avrupa devletlerinden (Romanyalı, Polonyalı, Çek, Hırvat, Macar, Arnavut, Bulgar vb.) milyonlarca göçmen işçi akını var. Çoğunluğu (Polonyalı) günübirlik gelip giden kaçak ve hiçbir yasal güvencesi olmayan, hiçbir statüye sahip olmayan işçiler her türlü güvenceden mahrum en düşük ücretlerde çalışmaya razı oluyor. Rus mühendisler, Polonyalı doktorlar, Romanyalı, Bulgar vb. eğitim görmüş insanlar Avrupa’da hatta hatta Türkiye de (İstanbul’da) kaçak olarak o ülkelerin işçilerinin yarı ücreti fiyatına çalışmaya razı oluyorlar. Hatta işsizlik Rus, Romen, Moldovalı vb. emekçileri fuhşa sürüklüyor. Türk işçilere açılacağı söylenen Avrupa kapıları yabancı işçilere de Türkiye kapılarının açılması demektir. Bugün üretim fazlalarını bize ihraç edenler, yarın işçi fazlalarını da ihraç etmeye başlayacaktır. Avrupa’nın eğitim görmüş bilgili, disiplinli işsizlerine de Türkiye kapıları açılacak Türkiye de on binlerce işsiz iş ararken göçmen işçiler kapitalistlerin tercihi değil mi? İşsizliği

önleyeceği söylenen CENNETİN KAPILARI işte budur. Türk, Alman, Fransız, Bulgar her ne ulustan olursa olsun para babaları kapitalistleri ilgilendiren işsizlerin iş bulması değil tam dersine işsizlerin her zaman var olmasıdır. Bu durum iş gücünün yani ücretlerin fiyatını düşürür. AB’ne girmemizin Türkiye yi demokratlaştıracağı, demokrasiyi getireceği söyleniyor. Bu rezil bir yalandır. Dün Avrupa demokrasisinin ikiyüzlülük olduğunu söyleyenler yine bunlar değil miydi? Avrupa ülkelerinde işçilere sokak gösterilerinde köpekli polislerin saldırıları TV’ lerde gösterilmiyor muydu? Ya da memurları ısıran köpekler Alman köpekleri değil mi? Sermayenin demokrasisi her yerde para sahibi olanlar için adalet parasızlar için zindandır. Avrupa’nın ABD’nin emperyalizmin adaleti Bosna’nın kan gölünde yatıyor. Irak’ın hiçbir şeyden habersiz siyasetin, petrolün ne olduğunu bile öğrenemeden öldürülen, bombalanan zavallı bebeklerin üzerine örtülen kefen bezinde yatıyor. 13


Emperyalistlerin demokrasisi kaldırıldığında Afrika’nın açlığı Türkiye’nin yoksulluğu, Irak’ın, Bosna’nın, Çeçenistan’nın bombalanması gün ışığına çıkar.

A B- B İ Z E N İ Y E G Ö Z KIRPIYOR? Emperyalist ülkeler, içine düştükleri krize, kapitalist bunalıma çözüm bulabilmek için sömürü alanlarını genişletmek için dünyanın ham madde ve zenginliklerine gözlerini dikmiş durumdalar. Kafkaslar, Orta Doğu petrolleri, doğal gaz kaynakları için kıyasıya bir çatışma, birbirlerini alt etmek için kıyasıya bir rekabet sürdürüyorlar. ABD ve Avrupa emperyalistleri, Kafkaslar ve Orta Doğu petrollerinin, koruyuculuğunu jandarmalığını Türkiye’ye yüklemeye çalışıyor. ABD ve Avrupa Türkiye’nin bölgede kendi adlarına jandarmalık yapmalarını istiyor. Kendini üç 14

kuruşa satmaya dünden razı gönüllü orospu gibi her yere göz kırpan Türk yöneticileri, ordunun yüksek rütbeli generalleri, milliyetçi, muhafazakar, sosyaldemokrat, sağcı, solcu yöneticilerimiz; analar bunların cüzdanları için çocuk doğuruyormuş, gençler bunlar için büyüyormuş gibi milyonlarca genci emperyalistlerin jandarmalığı için savaşa sürmeye hazırlanıyor. Afrika’ya, Avrupa’ya savaşa gönderiyor. İş istediklerinde kapıyı gösteren devlet, kefen paralarını ailelerine ödetmek üzere binlerce genci savaşa sürüyor. Afrika’ya ABD için asker gönderiyor. Komşu Irak’ın Türkiye’den bombalanmasına izin veriyor. ABD ve Avrupa emperyalistlerinin Türkiye’ni demokratikleşmesi gibi bir derdi yok. Onların tek derdi dünyanın tüm zenginliklerine el koyabilmek. Türk kapitalistleri ise babalarının malı gibi gördükleri Türkiye’yi ve on milyonlarca insanını emperyalistlerin hizmetine hazır hale getirmek karşılığında alacağı kredileri düşünüyor. Vatan; açlık ve


yoksulluğu yaşamlarında hiç tatmamış, lüks yaşamlarından hiç ödün vermeyen rezil yöneticilerin kafasında “kaç para eder sorusudur.” Emperyalistlerin zenginlik getireceği utanmaz bir yalandır. Kendi ülkelerinde kullanmadıkları toprağı, havayı, ve yer altı sularını zehirlediği için çöpe kaldırmak zorunda oldukları nükleer tesislerini, nükleer enerji sistemlerini Türkiye’ye yerleştiriyorlar. Emperyalistler ülkemizi istedikleri gibi soyabilmek için TAHKİM yasaları istiyor. İmzalanan bu yasayla örneğin toprağı, suları zehirlediği için kapatılması istenen yabancı şirketler Türk yasalarına göre kapatılamayacak, bu şirketlerin kapatılıp kapatılmayacağına dolambaçlı yollardan yine bu şirketlerin sahipleri karar verecek. Daha Topluluğa girmeden tarımdan destekleme fonlarının çekilmesi, küçük çiftçinin kaderine terk edilmesi isteniyor. Küçük üreticinin kaderine terk edilmesi onun iflası topraklarını ve üretim araçlarını kaybetmesi işçi

yada işsiz hale gelmesidir. Emperyalistler sanayide olanı tarımda da yapmak istiyorlar. Tofaş’ın yerli arabası olarak gösterilen otomobillerin İtalyan, Fiat ya da Oyak’ın yerli otomobili olarak gösterilen Renaultun Fransız, Toyoto’nun Japon olduğu bilinir. Tarımda da Türk buğdayı, Türk tütünü, Türk fındığı, vb gibi Türkiye de üretilen ama gerçek sahiplerinin Amerikalı, İtalyan, Fransız ve Alman olacağı açıktır. Emperyalizmin tarım politikası budur. Türk çiftçisinin kendi toprakların da ABD , Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan vb. tarım şirketlerinin ortağı Türk Sagıp Sabancı, Rahmi Koç yada bir başkasının emrinde ücretli kölelik etmesidir. Cennete açılan kapı budur. AB’nin Avrupa topluluğunu Hıristiyan kulübü olarak adlandıran bizim “Dünyada mekan Ahrette iman” diyen düzenbazlarımıza gelince zaten onların felsefesi açık, iman öteki dünyanın işi bu dünya da iş mekan da Şeriatın yöneticileri Arap petrollerinin kahyası şeyhler ömürlerinin büyük çoğunluğunu İngiltere, Fransa 15


ve ABD de geçiriyor, Hıristiyan kulübünün üyeleri ülkelerle kucak kucağa oturuyorlar. Sorun dinde imanda değil marklarda dolarlarda. Bizim sulu gözlü 20 yy. peygamberi Fettullah Gülen başta olmak üzere tüm dindarlarımız mark ve dolarları gözü kapalı tanır. Mevlana gibi dönmeleri bundandır.

YOKSULA BİR SADAKA Cumhuriyet gazetesi yazarı Oral Çalışlar akşamları ramazan çadırları önünde oluşan kuyrukların iyi bir görüntü olduğu söylenebilir mi? diye soruyor. Bunun yerine bu çadırları kuran belediyeler sosyal yardıma yönelseler, para yardımında bulunsa daha iyi olmaz mı? Önerisinde bulunuyor. (1) Makalesinde Prof .Ayşe Buğra ve Prof. Çağlar Keyder inde görüşlerine yer veriyor. Unvanlarına bakılacak olursa olukça bilgili sayılacak bu iki hazret yoksulların dostu olarak _acaba böyle mi?- ufak defek önerilerde bulunuyorlar. Bu baylara göre yoksulların 16

onurları kırılmamalıymış. Bu bayların unvanlarına bakıp ta bilimle uğraştıklarını, görünürdeki olguların gerçek nedenlerini bulmak gibi bilimsel uğraşlar içine girdiklerini sanmak, güpegündüz gökyüzünde yıldız saymak için göbeğini havaya dikip yeryüzünde sırt üstü yatmaya benzer. Ve bu saygıdeğer bilim adamları – vah bilimin başına gelenlerna göre sokaklar da arabaların üzerinden yoksullara yiyecek atılması yerine matematik bilgilerini de işin içine katarak küçük bir hesap yapmışlar bu hesaba bir buçuk milyon yoksul varmış bu yoksullar için banka hesabı açarak tespit edilen yoksullara her ay yüz milyonluk bir yardım da bulunularak onurları kurtarılır topluma kazandırılırmış. Bunun faydalarını hazretler şöyle sıralıyor. Her şey den ülkenin imajı zedelenmezmiş. Doğrusu hazretler pisliği ortadan kaldırmak yerine halının altına süpürmemizi öneriyorlar. İkincisi hizmet ettikleri sermaye sınıfına bir hizmette daha bulunuyorlar. Caddelerde yiyecek dağıtmak ek masrafa yol açar. Bu yiyecekleri depolaması,


nakliyesi bunların dağıtılması için ücretli ekip tutma vb. giderleri de böylece insan sever kapitalistlerin cebine kalırmış. Burjuvazinin yufka yürekli insan severleri özellikle dini bayramlar da yoksullara karşı acıma duygusuyla gösterişle ekonomik çıkar elde etme örneğin yardımları gider pusulalarında göstererek burjuva devletine ödeyecekleri vergilerden indirime gitmek vb gibi faydalarının yanı sıra vicdanlarını rahatlatma, “ahret” için tanrılarına rüşvet verme, şimdiden varsaydıkları öte dünyaları için kendilerine iyi bir yer satın aldıklarına inanma gibi duygularla yoksullara yardım ediyorlarmış gibi davranıyorlar. Bu iki burjuva profesörü de bizim solcu yazarla birlikte yoksulluğun nedenini araştırıp kafa patlatmak onu yaratan ekonomik iktisadi siyasal koşulları ortaya çıkarıp onlarla mücadele etmek yığınlara yol göstermek yerine kıyısından köşesinden kapitalist sömürü koşullarının yarattığı artıdeğerin kırıntılarından nasiplenirken efendilerini uyarma görevini ihmal etmiyorlar.

Kapitalist üretim biçimi yeryüzünde olağanüstü zenginliği, mevcut dünya nüfusunun iki katını doyuracak kadar maddi zenginliği yarattığı halde kapitalist el koyma yasaları milyonlarca emekçinin yeryüzünde açlık ve sefalet içinde bir tas çorbaya muhtaç olacak halde yaşamasına neden olan iktisadi yasaları da oluşturdu. Tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye de de gittikçe artan olağanüstü bir zenginlikle birlikte bu zenginliğin üreticisi emekçi sınıfın akıl almaz yoksulluğu da oluştu. Emekçi sınıf kapitalist sınıf için zenginlik kendisi ve kardeşleri içinse yoksulluk üretmeye devam ediyor. Kapitalist burjuva toplumunun iktisadi yasalarını anlamaktan aciz. Yada bunları anlamak işlerine gelmeyen bazı bilginler bunu anlayıp ekonomik iktisadi çıkarlarını bunda gören burjuva aydınları tarafından kapitalizm mazur gösterilmeye, mutlaklaştırılmaya onun yarattığı yıkımların sivri yönlerini lafazanlıklarıyla iki yüzlüce üstünü örtmeye çaba gösteriyorlar. 17


Komünistler dışında hiçbir muhalefet partisi burjuva düzeninin kendisine yoksulluğun ortadan kaldırılmasına karşı savaş vermiyor sadece yoksullara sadaka vererek onların onurlarının sürekli bir şekilde ayaklar altına alınmasına razı oluyor. Bunu teorileştiriyorlar. Bura da sözü edilen burjuva profösörlerininde yoksulların onuruyla hiçbir alıp veremedikleri yok. Dert ettikleri yoksulluk değil yoksulların burjuva toplumuna zarar vermesini engellemek kapitalizmin yarattığı sefaleti gizlemek üzerine bir şal örtmek. Marks ve Engels Manifesto da bu hazretlere haklı olarak burjuva sosyalistleri adını vermişti. Bunların hiçbir söyleminde ve eyleminde sefaleti doğuran kapitalist üretim biçimine karşı mücadele sözcüğüne yer yok. Korunması istenen yoksul değil sermaye. Bunlar çoğunlukla dinci gericilerin feodallerin sermayeye söylediği her şeyi açık ve alenen ortada yapmayın. Yoksulların gözü önünde yemeyin içmeyin diyerek burjuvalara yoksulları tahrik etmeyin derler. Bütün amaç 18

burjuva sosyalistleri ve feodallerin dincilerin emekçi sınıfın uyutulması, sadakayla onurların ayaklar altına alınması sömürüye sessizce boyun eğmelerinin sağlanmasıdır. Her şey o kadar açık ve seçik ki burjuva ikiyüzlülüğü dinci sahtekarlık, kendi yarattığı yoksullukla beraber tarihin çöp tenekesinde yerini alacağı günler çok uzakta değil. Çünkü kapitalist sömürü ve barbarlık emekçi sınıfın sadakaya muhtaç hale düşürülmesi onların önüne başka bir seçenek başka bir alternatif bırakmadı. Ekim 20004 Mahir (1) 17,10,2004 Cumhuriyet. “MODERNLEŞME” Mİ? SOSYALİZM Mİ? “Modernleşme”, dünya burjuvazisinin ezilen ve sömürülen dünya halklarının önüne altarnatifsiz tek1 seçenek 1

“Atatürkçü denince ilk akla gelen isimlerin şiddetle karşı çıktığı “piyasa ekonomii” dışa açılma, entegrasyon,


konmakta. Kendi sömürülerini bu örtü altında gizlemekteler. Gerektiğinde sömürge savaşlaı ile bunu gerçekleştirme. Dünya ganimetlerini savaşsız paylaştıkları barışçıl gelişme dönemlerini emperyalistler savaşlar ve ilhaklar takip etmekte. Bütün bu sömürü ve soygunun adı, modernleşme, “kalkınma” , çağdaşlaşma, “batılılaşma” ve şimdi de “küreselleşme” olarak konmakta. Kapitalizmin gelişimi , yerel ve ulusaldan, evrensel olana, iç pazarın yaratılmasından dünya pazarına ve dünya kapitalizminin oluşmasına doğru bir eğilim izledi. Sermaye kendinden önceki üretim biçimlerinin sınırlarını yıkarak yaptı bu ilerleyişini. Dünya kapitalizmi (şimdilerde burjuvalar ona “küreselleşme” demekteler. ) ile sosyalizmin üretici güçlerini mükemmelleştirip olgunlaştırdığı sınıra gelip dayandı. Kendisinden önceki sınıflı toplumların izlediği gelişmeden farkı gelişmesinin zorunlu olarak kendisini yıkacak ,

küreselleşme, hukukun liberalleşmesi, “yabancı sermaye” gibi politikaları kurumsal olarak orduda destekliyor, zamanımızda modernleşmenin başka modelide yok zaten.” Taha Akyol 29.09.2004 Milliyet

ona son verecek güç olan işçi sınıfını geliştirmesiydi. Dünya burjuvazisi çağın “küreselleşme” çağı olduğunu söylemekte. İdeologları ise”küreselleşme”nin kapitalizmde yeni bir değişikliği olduğunu teorileştirmekteler. Halbuki burjuva üretim ilişkilerinin dünya çapında yayılma eğilimi kapitalizmin emperyalist dönemi ile başlar. Emperyalit- kapitalizmin temel eğilimi, sermayeyi (üretim ilişkilerini) dünyanın en ücra köşelerinde tekeller aracılığıyla egemen kılmak olarak kendini göstermek tedir. Egemenliğini çeşitli tarzlarda kurmakta. Bazen Avrupa Birliğinde olduğu gibi gönüllü “entegrasyonlar” bazende Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi emperyalist işgaller sonucu sömürgeleştirmektelerle olmakta. “Küreselleşmecilere” bakılırsa , artık kapitalizm yabancı halkların sömürülmesine dayanan bir dönem değildir öz konusu olan. Bunun için artık sömürgeden de, işbirlikçidende bahsedilemez. Kısacası artık kapitalizm emperyalizm dönemini geride bırakmıştır. Bunu için ulusal kurtuluş harektlerinden de söz edilemez. 19


Daha emperyalizm döneminde bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söyleyenler olmuştu. Burjuvazinin ideolojik etkisinde kalan kimi işçi önderleride Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı talebini işçi sınfı partisi programında yer almaması gerektiğini öne sürmüştü. Gerçekte olan ise çağımızın bir emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğuydu. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi ve ezilen ulusların devrimci kurtuluş hareketleri çağın devrimci yanını ortaya koydular. Burjuva teorisyenler ise “ulus devlet” döneminin sona erdiğinde ve “gönüllü entegrason” ile yeni bir dönemin yaşanmakta olduğunda ısrarlılar. Emperyalist-kapitalizm öncesi döneminde, burjuva uluslar, uzun süre birbirlerini boğazlayıp durdular. BUNLARDAN BİRİ OLAN Fransız-Alman savaşı sonrası Saint-Simon, Avrupa Birleşik Devletleri solaganını ileri sürmüştü. Ulusal önyargıyı ve kinin doruk noktalarında olduğu bir burjuva avrupada, bilimsel sosyalizmin bu büyük önceliklerini pek dikkate alan olmamıştı. Bu gün ise her taraftan “küreselleşme” ve “entegrasyon” çığlıkları 20

yükseliyor. Türk burjuvazisi 17 Aralıkta “müzakere tarihi almaya hazırlanıyor. Avrupa burjuvazisinin 6 ekimde ayınladığı “ilerleme raporu” “azınlıklar” konusu gibi “nahoş” konuları içersede Avrupalılar tarafından kabul edilmemenin ilk adımıdır, büyük burjuvazi için. Bundan dolayı, siyasi iktidar sık sık uyarılmakta , 17 Aralık 2004 “tarihi fırsatı”nın kaçırılmaması için elden gelen ne varsa yapılması istenmekte. “Cami parfümlü” siyasi iktidar “zina yasası” gibi olmayacak ucubeleri öne çıkarıp kısa süreli kabuslar yaşatsa da Avrupadaki herşeyi yapmaya hazırız. İkna turları ile işi iyi götürmemektedir. Liberal burjuvalar için Avrupa ile bütünleşme yolunda her şey hoş görülebilir. Nede olsa “bırkınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesi anılardaki hoşluğunu korumaktadır. Burjuvazininfeodal Osmanlı Devleti döneminde ki öncülerde kendilerine amaç olarak Batılılaşma, modernleşme, yani burjuvalaşmayı almışlardı. Kriterler sürekli değiştiği için türkiyedeki gibi bağımlı sömürge burjuvazisinin hedefi, kapitalizmin her yeni aşamasında dünya


burjuvazisinin egemen (çağdaş) kriterlerinin arkasından sürüklenmek oldu. Şimdilerde bize verdiğiniz ev ödevlerini yapıyoruz bundan sonra başka mazeret istemeyiz , “Kasım Paşalı” uslubu ile sözde Avrupalı burjuvalar köşeye sıkıştırıyor. Türkiye burjuvazisinin “islamcılığı” ağır basan bir siyasi iktidar ile Avrupa kapitalizmine entegrasyonu tamamlanma çalışması bu kesimlerden gelecek direnişi kırma aracı olmakta. Yani bir nevi avantaj oluşturmakta. Çünkü Türkiye burjuvazisinin bu kesimlerinde “ulusal”, dini, gerici, öğeler ağır basmakta. Şimdi yakalamış bulunduğu hava ile bütün bunları etkisiz duruma getirmiş bulunmakta. Nasıl Avrupa burjuvazisi “üye” kabul edeceği burjuva toplumlar ile ilgili raporlar hazırlıyor ise “ üye olacak olanlarda kendileri hakkında raporlar hazırlamaktalar.” Ancak Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulunun Ekim 2004’deki AB ilerleme Raporundan daha çok ileri ifadeler ve öneriler taşıyor. Raporun sonuç bölümünde şöyle deniliyor. “Böylece 80

yıldır durmadan gelişen toplumumuza artık çok dar gelen ve üstelik çatışma doğuran 1920 ve 30’larn modeli muasır medeniyet modeliyle değiştirilecektir. Eskiden özdeş sayılan “milliyet” (belli bir etnik kökene mensubiyet) ile “vatandaşlık” kavramları ayrı ve bağımsız kavramlar olarak ele alınacaktır. Sonuçta tek kültürlü ulus-devlet modelinin insan haklarını gözardı eden boyutu yerine “Türkiyelilik” üst kimliği altında çok kültürlü yeni bir toplum modeli benimsenecektir. Zorunlu değil “gönüllü” vatandaşlardan oluşan bu yeni toplumun devletini çok daha büyük istekle benimseyeceğine ilişkin kuşku yoktur.” Rapor yeni bir Türkiye ,Yeni bir devlet ve toplum tarif ediyor.” (Fikret Bila Azınlık Raporu 20 Ekim 2004 Milliyet) Yazar hükümet tarafından hazırlanan bu raporda ki anlayışın “ulus devlet-üniter” yapıyı sona erdireceği sonucuna ulaşmış. Zaten burjuvazinin içindeki tartışma , yada çıkar çatışması bu örtü altında yürütülmekte. Nasıl burjuvazinin daha “yerel” ve “ulusal” olan kesimleri din motifleri ağır basan bir siyasi çizgi izliyor ise bir kesimide 21


“üniter ulus-devlet” örtüsü altında ırkçı, faşist bir politikayı devletinin tepesinde egemen kılma mücadelesi yürütmekte. Bu gün için burjuvazi içindeki siyasi kamplaşma bu şekilde , yarın tam tersi bir durum. Irkçı, faşist bir siyasi burjuva klikte modernleşme çabalarını yürütebilirler. Nasıl bu gün din parfümlü bir burjuva klik işbaşında bulunuyorsa. Gerek Avrupa burjuvazisiningerekse AKP hükümetinin hazırladığı son raporlar, Avrupa Birliği sorununda asıl gürültü ve patırtının ulusal sorunda çıktığını ve çıkacağını göstermekte. Tabiiki diğer ekonomik ve siyasi sorunlarda daha az önemli yada çözülmüş olmaktan çok uzaktır. Her iki burjuva kesimde raporlarında bu sorunu “azınlık sorunu” olarak formüle edilmesinde odaklandırılmış bulunuyor. Avrupa burjuvazisi “azınlık sorunu” olduğunu ve bunun çözümünü deklare etmesiyle birlikte muhatap olan her iki kesimde ana düşünce olarak “azınlık” katagorileştimesini kabul etmedi:2 Kürtler, sorunun 2

“Her iki kesim sözcüleride azınlık olmadıklarını , asli kurum unsur olduklarını ifade etmişlerdir.(Fikret Bila 15.10.2004) 22

Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü içinde barşçıl çözümünde kararlıdır. Cumhuriyetin kurucu asli unsurudurlar.” (Leyla Zana Milliyet 15.10.2004) “Azınlık” nitelendirilmesi belliki aşağılama olarak görülmekte , cevap olarak “asli unsur” nitelendirmesi uygun görülmüş. Kişiler ada sınıflar kendilerini nasıl görürlerse görsünler önemli olan nesnel gerçekliğin kendisidir. Tabiki bu durumu yansıtan bir düşünce nesnelliğin değiştirilmesinin en güçlü aracıdır. Gerçek sorunun muhatabı olan Kürt kesimi gerekse “sol” çevreler bunu “kürt sorunu olarak ifade etmeyi” tercih ettiler şimdiye kadar. Aslında doğru yaklaşım dünyanın diğer diğer bölgelerindeki ulusal sorunların dile getirildiğinde görülmekte. Örneğin İrlanda sorunundan yada Polonya sorunundan söz edilir marksist yazında. Çünkü ulus olmanın temel ögelerinden toprakta söz konusudur. Bu şimdiye kadar sadece yahudiler için kullanılmıştı oda bir istisna oluşturuyordu. Eğer böyle bir nitelendirme yapılacaksa Kürdistan sorunu sorunu olarak ifade edilmelidir. Ama biz Kürt halkının temsilcisiyiz diyenlerin “demokratik cumhuriyet”


merkezli siyasetlerine uygun değildir. “Türkiye 17 aralık a kadar raporun daha geriye çekilmesini sağlamaya çalışacaktır. Kürt halkı da demokratik serhildanı yükselterek inkarcılığın ve asimilasyonun son bulacağı demokratik bir cumhuriyeti Avrupa’nın ve Türkiye’nin önüne koyacaktır.” (Ülkede Özgür Gündem 10 ekim 2004) Kürt burjuvazisi “demokratik cumhuriyet” isteminde ısrarlı görünüyor. Burjuvazi ulusal sorunda ki eşitlik ve özgürlük taleplerinde ikiyüzlüdür. Bütün bu demokratik talepler olarak öne sürdükleri ezen ve ezilen uluslardan işçileri birbirine karşı düşmanca düşünceler ile kışkırtmaya yarar. Bu ise işçilerin birliğini engeller. Ve bütün bu “demokratik cumhuriyet” hedefi “ulusal3 kültürel –özerklik” savunuculuğunan başka bir şey değil. Bunu da, emperyalist burjuvaziye dayanarak onların koruyuculuğu altında yapmaya 3

“Tarihsel bir olgu olarak Kürtlerin Demokratik Cumhuriyette özgür yurttaşlar olarak kültürel kimlikleriyle katılımlarının önüne geçmek artık her bakımdan zordur.” Abdullah Öcalan’ın savunmasından aktaran Fikret Bila Milliyet 23.10.2004)

çalışmaktalar. Ezen ve ezilen ulusların varlığı emperyalist kapitalizmin bir ürünüdür. Ezilen ulus olma niteliği hiç de öyle “biz kurucu asli unsuruz” soruna yan çizmelerle çözülmez. Hele de emperyalist burjuvaların hamiliği ile hiç son bulmaz. Hem asimile edilmeye çalışıyoruz diyeceksin hemde devletin kurucu unsuruyuz bu iki durum nasıl birbiri ile uyum içindedir. Anlamak zor. Bizim için öyle , ama burjuvalar çelişkileri uzlaştırmakla ustadırlar. Zaten kendi varlıklarıda bugün bunu gerektiriyor. İşçiler için ise önemli olan ulusal sorunun kendi birlik ve kaynaşmalarını sağlayacak şekilde çözümüdür. Zora dayanmayan asimilasyonu selamlamaya her zaman hazırızdır. Eğer bir arada yaşanacaksa bu “gönüllü birliğe” dayanmalıdır. Temel ilke olarak Ulusların Kendi Kaderini Tayin hakkını her zaman svunuruz. Bunu savunmak ayrı, varolan bir ulusal hareketi desteklemek ayrı bir sorundur. Destekleme sorununda önemli olan işçi sınıfının kendi kaderini tayin hakkıdır. Ve o gözetilerek bu sorun ele alınır. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesini (sosyalizm) geliştirip ileriye 23


götürecek ona destek olan gerçek tez “ulusal devrimci” hareketler desteklenmiştir. İlke olarak marksistler işçi sınıfının birliğini sağlayan büyük devletten yanadırlar işçi sınıfı partisi programları var olanı yansıtırlar. Onun için “başka bir halkı ezen halk özgür olamaz” önermesine bağlı kalarak, ulusların ayrı devlet kurma hakkına yer verirler. İşçi sınıfı ve temsilcileri ulusal sorunda zor ile bir arada tutmayı savunamazlar. Her zaman özgürlükten yanadırlar. Ezen ulusun marksistlri, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını savunurken ezilen ulusun marksistleri birliği savunurlar. Her iki ulustan işçiler yekpare, ekonomik, siyasi, örgütlrde örgütlenmelidirler. İşçiler arasında milliyetçi duygulara ve düşüncelere yaşama olanağı vermemek için Lenin partinin adının Rus ile değil Rusya ile bağladığını yazar. Amaç Rusya kavramı ile diğer ezilen ulus işçilerini kucaklayabilmektir. Partinin isim değiştirmelerinin sonunda, Rusyanın yerini Sovyetler Birliği Aldı. Bizim burjuvalarımızın medya yazar çizerlerine bakılırsa bir “ Türkiyelilik üst kimliği” oluşturulmalıdır. Sözde bu 24

bütün “vatandaşları “ yada onların deyimi ile bütün “kimlik” leri kucaklayacaktır. Böylelikle durumu kurtarmış olacaklardır. Burjuvazinin egemenliğinde böyle bir şey asimilasyondan başka bir şey değildir. Sözde ortak bir potada bütün “kimlikler” (siz ezilen ulus ve milletler okuyun) eritilir. Gerçekte olan ise ezen ulusun süreç içinde diğerlerini yoketmesidir. Bu ne bir marksistin nede gerçekten tutarlı bir demokratın savunacağı yöntem değildir. Gerek Avrupa emperyalist burjuvazinin gerekse Türkiye burjuvazisinin ulusal sounda bu gün izlediği politika ezilen ulus ve milliyetlerin özgürlük kırıntılarına razı olmalarını sağlamak ve de gerici burjuva diktatörlüğüne demokratiklik görüntüsü kazandırmaktır. Ulus burjuva gelişmenin ürünüdür. Dil topark ekonomik yaşam ve kültür birliğine dayanır. Irkçı ve faşist ideolojilerin iddia ettiği gibi tarihin bütün dönemlerinde varolmamıştır. İlridede varolmayacaktır. Yani oda tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır. Ama henüz içinde yaşadığımız tarihsel dönemde devrim tarafından çözülmesi gereken sorunlardan biri olarak


karşımızda durmaktadır. Emperyalist –burjuvazi ile yerel ve “ulusal” ayakları “ulus-devlet” dönemi bitti şeklindeki küreselleşme teorileri ile burjuva ulusal hareketlerin bittiği düşüncesini yaymaya çalışmaktalar. Ezilen uluslara kendilerine boyun eğmeye , emperyalist sömürüyü kabul ettirme hedefi gütmekteler. Emperyalist kapitalizmin gelişimi böyle bir gelişme eğilimi göstermekte , ama buna karşılık emperyalist sömürgeciliğe karşılık burjuva ulusal hareketlerde gelişmektedir. Bu içinde yaşadığımız emperyalizm ve proleter devrimler çağının temel olgularından biridir. Türkiye burjuvazisi AB hedefindeki altenatifsizliği ezilen ve sömürülen , işçi ve emekçi yığınlarına dayatıyor. Avrupa Birliğinde adeta cennete ulaşacağı havası estiriliyor. Sınıf bilincinden yoksun işçi ve örgütlerde bu burjuva politikalarının etkisi altında “işgücünün serbest dolaşımı” gerçekleştiğinde , yüksek ücret ve “işveren” hayalleri kuruyorlar. Halbuki Avrupa Birliği denen kapitalist birlik işçi ve emekçilerin ezildiği, sömürüldüğü iş güvencesinin olmadığı bir toplumsal düzendir.

Şimdiki sınıf mücadelesindeki dinginlik ve barışçılık görüntüsü geçicidir. Emperyalist burjuvazinin bağımlı ülke ve sömürgelerden transfer edilen ekstra karlarla dayanmaktadır. Ama bu durum ebedi değil geçicidir. Dünya ganimetlerinin yeniden gündeme geldiği dönemler bitmiş değildir, bu ise savaşta emperyalist savaşlar ve sömürge-ilhak savaşları ile yapılmaktadır. Kendine Kürt halkının temsilcisi sıfatını yakıştıranlarda sorunlarının çözümü emperyalizme bağımlılıkta, onun payandası olmakta görmekteler. “Zana’nın sıraladığı ‘Demokratik Toplum Hareketi’ ilkelerinden bazıları şöyle: •

AB sürecini desteklemek.

Kürt sorununu coğrafi bütünlük içinde barışçıl ve demokratik şekilde çözmek.” (Milliyet 23.10.2004)

Türkiye burjuvazisi (Kürt burjuvazisi dahil ) “modernleşme” (kapitalistleşme) hareketini her derde deva ilaç olarak sunmakta , bunun tek çözüm yolu, tek seçenek olduğunu ezilen, sömürülen işçi ve emekçilerin kafasına yerleştirmeye çalışmakta. Kürt burjuvalarıda ulusal soruna 25


emperyalist burjuvazinin himayesi ile burjuva milliyetçi temelde çözüm aramakta . gerçek böylemidir, bu gün işçi ve emekçiler burjuvaların arkasından gitmek, onların sömürü ve yağma politikalarına boyun eğmek zorundadırlar:”soru şöyle kondu:Yeni kurtulan ve savaştan sonra içlerinde ilerici bir hareket gözlemlediğimiz geri halklar için ekonominin kapitalist gelişim aşamasının kaçınılmaz olduğu iddiasını doğru kabul edebilirmiyiz? Bu soruya “hayır” yantı verdik. Muzeffer devrimci proletarya bu halklar içinde sistematik propaganda yürütür ve Sovyet hükümetleri ellerindeki bütün araçlarla onların yardımına koşarsa geri halklar için kapitalist gelişim aşamasının kaçınılmaz olduğunu varsaymak yanlıştır. Bütün sömürgelerdeve geri ülkelerde sadece bağımsız savaşçı kadrolar, parti örgütüleri kurmakta, köylü sovyetleri örgütlemek için propaganda yapmak ve bunları kapitalizm öncesi ilişkilere uydurmaya çalışmakla kalmamalıyız. Aynı zamanda Komünist Enternasyonal , en ileri ülkelerin proletaryasının yardımıyla geri 26

ülkelerin kapitalist gelişim aşamasından kaçınarak Sovyet düzenine geçebilecekleri sonrada belli gelişim aşamalarından geçerek komünizme ulaşabilecekleri tezini ileri sürmeleri ve bunu teorik olarak temellendirmelidir.” (Lenin Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine S .591) Bugün bazıları ulusal sorunu emperyalist burjuvaziye havale ederken bazılarıda “sol” adına AB’nin işçi sınıfının sahip olduğu hakları elde etme , böylelikle “emeğin Avrupasına” daha kolay ulaşağı gerçekleri ile “modernleşme” denilen kapitalizm için kolay atıp ilerlemek olacak olan burjuva hareketine destek vermekteler. Halbuki 1920’lerde marksistler yukarıda Lenin’in kaleme aldığı tespitleri yapmıştı. Bugünkü koşulların tek farkı muzaffer bir proletaryanın yani proletarya iktidarının olmamasıdır. Bu da zaten burjuvazinin kuyruğuna takılmaya gerekçe oluşturmaz. Sadece biraz daha geriden başlamak zorundayız. Lenin’in geri halklar dediği hemen hemen işçi sınıfının hiç olmadığı yada çok zayıf olduğu ülke halklarından daha ileri durumdayız. Bu geri olan halklarda emekçi ve köylü


sovyetleri kurulacak ve ileri ülke işçilerinin ve sovyet iktidarının yardımları ile sosyalizme yönelmeleri sağlanacaktı. Sömürge ve geri halkların kurtuluşunun tek yolu buydu, bu günde öyle. “ulusal” bağımsızlık hareketleri sonrası girilen “modenleşme” hareketi emperyalizme bağımlılığı getirdi. Emperyalist-kapitalizm yapısı gereği sömürgesiz ayakta kalamaz, kendisi ile girişilen her ilişki bu kaçınılmaz sona varır. Ezilen ulusların ve geri halkların kurtuluşu dünya işçi sınıfının kendi önderi olarak kabullenip onun etrafında toplanmaları ile mümkündür. Onun için işçi sınıfına devrimci hareketi çekirdek halinde dahi olsa kendi bağımsızlığını korumalı hiçbir burjuva hareketi (küçük burjuva hareketlr dahil) ile kaynaşmamalıdır. Ancak böyle bir işçi sınıfı diğer emekçilere ve sömürülenlere önderlik edebilir. “Moderleşmeye” mahkum değiliz, gelecek sosyalizmindir. Yaşasın Sosyalizm!

24.10.2004 Necati Işık

KAPİTALİZM VE TEKNOLOJİ Kapitalizm işçilerden sızdırılan artı-değere el koymak kaydıyla, bireysel karın ve bencilliğin üretimidir. Bu üretim sisteminde insani değerlere yer yoktur. Çünkü kapitalistler metalarını insanlık faydalansın, insanlık gelişsin, daha iyi yaşasın diye değil, yalnızca pazarda satılsın, paraya dönüşebilsin diye yaparlar. Bu durum yani pazar için üretim, gerçek üreticiden sızdırılan artı-değerle birlikte kapitalist üretim sisteminin olmazsa olmaz kurallarından biridir. Üretilen metaların değişim değerleri her zaman kullanım değerlerinden önce gelir. O toplumun zenginliği de ürettiği metaların zenginliği ile ölçülür. 1700’lü yılların sonlarında İngiltere’de gelişmeye başlayan kapitalizm 1800’lü yıllarda buhar gücüyle çalışan makinelerin keşfiyle; daha kısa sürede daha az işçiyle daha fazla meta üretme imkanına sahip olmuş, ülkeler 27


arası ulaşımda deniz yollarının kullanılmaya başlanmasıyla ve daha bir sürü ulaşım yollarıyla da üretilen metaların pazarlanması çok daha kolay hale gelmişti. Tabi bu süre sarfında bir çok ülkede yeni pazarlar elde etmek yada bir başka ülkenin pazarına el atmak için kıyasıya dövüşmüş, bir çok insanın bu savaşlarda ölmesine neden olmuştur. Mesela ikinci dünya savaşında 45 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Şimdi iki bin yılındayız ve kapitalizm yalnızca 300 yıl gibi bir süredir egemen üretim biçimi şeklinde varlığını koruyor. Teknolojik gelişme bu 300 yıl gibi bir sürede öyle boyutlara ulaştı ki, üretim için gerekli olan insan emeği kullanımı neredeyse olmasa da olur şeklinde karşımıza çıkmak üzere. Öyle ki; 14 Temmuz 2000 tarihli Milliyet gazetesinin haberine göre İŞÇİSİZ FABRİKA kuruldu. Haberin ayrıntısı şöyle: “Pirelli, lastik sektöründe devrim olarak nitelendirilen Modüler Entegre Robotize Sistem (MIRS) teknolojisiyle işçisiz çalışacak fabrika kurdu. 28

İtalya’nın Milano kentinde kurulan fabrika da, sadece dört tane teknisyen görev aldı. Bu teknisyenler, tamamen robotların çalıştığı fabrikadaki üretimi bilgisayar başında kontrol ediyor. Geleneksel yollarla altı günde üretilen bir lastik bu fabrikada sadece 72 dakika da üretilecek... Prelli Grubu Başkanı Marco Tronehetti Provera, “Bir devrim yarattk” sözleriyle başladığı konuşmasında, MIRS hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Provera fabrikanın pazarlamadan satın almaya, üretimden araştırma geliştirmeye kadar tüm faaliyetlerinin on-line yönetilmesini sağlayacak olan “e-Prelli” projesinin belkemiği olduğunu söyledi.” Yine aynı gazetenin haberinde bu sistem (HP) lastiklerine oranla yüzde 50’lik bir maliyet tasarrufu sağlıyor. Geleneksel fabrikalara göre çok daha küçük bir alana kurulabilen sistem %80 mekan avantajı sunuyor. Ve lastikler sıfır hatayla üretilebiliyor. Bu gelişmenin emeğini satarak yaşayanlar için mesela lastik sektöründe çalışanlar için ne anlama


geldiğini bilmek için kimsenin müneccim olması gerekmez. Prelli’nin beş kıta da toplam 87 fabrikası ve bu fabrikalar da çalışan toplam kırk bin yüz üç tane işçisi olduğu da haberde belirtiliyor. Üreten herkes bilir ki bu onlar için İŞSİZLİK ve AÇLIK Bay Provera için ise daha fazla kar, daha fazla zenginlik demektir. Bilim ve teknolojide ki gelişmeler, yenilikler egemen üretici güç olan kapitalizm adına kullanıldığı sürece her yeni gelişme, her yeni buluş aynı zaman da yeni bir felaketin de habercisidir. Çünkü kapitalizm bu yenilikleri insanlık için değil bireyin zenginleşmesi için kullanır. Bu günkü gelinen nokta da kapitalizmin yedek ordusu durumunda olan işsizler ordusu çığ gibi büyürken yoksulluğu, açlığı, eğitimsizliği, fuhşu, dilenciliği ve serseriliği de beraberinde büyütüyor. Sosyalizmde yalnızca çalışmayana ekmek yoktur. Ama insanlığın yüz karası olan kapitalizmde çalışmak için can atıp, iş bulamayana da ekmek yoktur. Bilimdeki gelişmeler insanlığın daha uzun süre yaşmasını sağlayacak

boyutlara ulaşmıştır ama gel gör ki bu sistem de insanlar yaşamaktan bıkmış, usanmıştır. Milyonlarca insanın hayatı, bir avuç asalak kapitalist uğruna harcanır, hiçe sayılır hale gelmiştir. Üretimin pazar için değil toplumun ihtiyacı, huzuru için yapılan sosyalizmde hedef bireysel kar elde etmek olmadığı için her türlü teknolojik ve bilimsel gelişmeler insanlığın yararına kullanılır. Bu gelişmeler toplumu felakete değil daha mutlu bir yaşama, daha iyi sağlıklı insanların yaşadığı bir dünyanın kurulmasına hizmet eder. Çünkü sosyalizm de üretim pazar için değil insanlık için yapılır. Teknik gelişmeler insanların daha fazla sosyal faaliyette bulunmalarına, kendileriyle, eşleriyle, anne ve babalarıyla, ya da arkadaşlarıyla kısacası çevresindeki insanlarla daha fazla ilgilenme olanağı sunar, daha sosyal bir insan olmasını sağlar. Üretimi robotların yaptığı fabrikalar üretenler için issizlik açlık ve yoksulluk kaynağı olmak yerine, mutluluk ve sevinç kaynağı olur. İşte o zaman bilim adamlarının insanları daha 29


uzun yaşatma çabaları, ve bu alanda ki yeni buluşları tüm insanları sevindirebilir. SÖZ TEKNOLOJİDEN AÇILMIŞKEN Kapitalizmin esas amacı artıdeğer üretimi kapitalistin amacı ise bu artı-değeri karşılıksız el koymaktadır. Bu durum kapitalist üretim ilişkilerinde mümkündür. Bu süreç kapitalist üretimde nasıl işlemekte olduğunu bir kez daha açımlamak gerekirse şöyle özetlemek mümkün olacaktır. Kapitalist üretim biryanda parasermayeye sahip kapitalisti diğer yanda ise işgücünden başka satacak birşeyi olmayan proleteri varsayar. Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir noktayı açıklığa kavuşturalım. “Parasermaye sahibi kapitalist” derken belli sayıda işgücünü harekete geçirip onu kullanabilecek araçları (üretim araçları) sahip olması gerektiği anlamıyla para sermaye sahibi olarak kapitalist adlandırılmıştır. Bunları- üretim araçlarını – ister elinde hazır bulundurur isterse satın alır. İşte üretim araçlarını hazır ve nazır elinde bulundurmak ancak 30

parasermayenin varlığı açıklamaya çalıştık.

ile

Şimdi üretim araçlarını ve işgücünü kapitalistimiz fabrikasında çalışma şekil ve biçimleri önceden belirlenmiş kurallar içerisinde üretim sürecini başlatır. Bu süreç aynı zamanda işgücünün ve üretim araçlarının kullanımdeğerlerinin başkalaştığı, ‘kan’ın başka bir kullanım değerine sahip yeni yaratılan metalara aktarıldığı bir süreçtir. Bu süreçte kapitalist elindeki diğer üretim araçları vasıtasıyla nekadar işgücünü harekete geçirebilirse okadar, daha hızlı veya dahayoğun çalıştırabilirse o kadar daha fazla artı-değeri el koyacaktır. Kapitalisttimiz daha kısa sürede daha çok metayı rakiplerinden daha az işgücü kullanarak hayata geçirebilirse okadar rakiplerine nazaran daha çok artı-değer sızdırmanın yanısıra pazardan daha çok pay kapmanında şansını yakalamış olmaktadır. Eğer kapitalistimiz hiç işgücü kullanmadan bu süreci gerçekleştirebilirse bu süreçten artı-değer sızdırma veya karşılığı ödenmemiş işgücüne el koymamıştır. Ama iş bu biçimde değildir.


Kapitalizm tarihi boyunca mistik süreçlerle birtakım oluşumlarını gizlemiş, sanki gerçekte birtakım şeyler oluyormuş gibi ilyizyonist el çabukluğu hareketi ve göz yanılmalarıyla kendi asıl sömürü özelliğini gizleyebilmiş, birçok burjuva profesör, yazar ve çizerini yanıltıp hedefine ulaşabilmiştir. Burada olduğu gibi hem kazancı (artı-değeri el koyma) işgücünün kullanımından elde edildiği hemde hiç işgücü kullanmadan böyle bir süreci devam ettirmesinin görünüşte bir çelişki oluşturmaktadır. Oysa burada bu kapitalistimizin ürettiği metaları başka kapitalistlerin aynı yötem ve araçlarla yapmamış olması burada toplam üretilen artı -değerin aralarında paylaşılmasından başka birşey değildir. İşgücü kullanmadan üretilen metalarla işgücü kullanılarak üretilen metaların pazardaki değişimleri esnasında (şimdi buraya dikkat, el çabukluğu ve marifet burada) metalarının değişim değerleri bir anda eşitleniverirler. Böylece teknolojik üretim kullanan kapitalistimiz diğer

kapitalistlerin ellerindeki artıdeğerleri biranda sahip oluverirler. Daha açık bir ifade ile anlatmak gerekirse: Teknoloji kullanarak elde edilen metamızın değişim değerinin şu şekilde olduğunu kabul edelim: üretim araçlarının (hammadde+makinaların bu metaya aktarılan değeri+vb) değeri bu metanın değişim değerini oluşturmaktadır diyelimki bunun değeride 100 olsun. Diğer yandan metasını üretim araçları ve işgücü kullanarak üretilen metaın değişim değeride şöyle olsun: burada yine aynı üretim araçlarının kullanıldığını ve değerinin de 100 olduğunu, işgücünün değişiminde ödenen kısmının 5 ve üretim sürecinde metaya aktardığı işgücünün karşılığı ödenmeyen kısmınında 5 olduğunu kabul edersek bu metanın değişim değeri 110 olacaktır. Şimdi kapitalistlerimiz bu metalarını tüketicilerine satarken (değişim değerlerini gerçekleştirirken) kapitalistimizin birinin 100 diğerinin 110 olan elindeki metalar eğer 110 değerinde alıcı bulupta satılıyorsa 100 31


değerinde metaya sahip olan kapitalistimiz hiç karşılık ödemediği 10 değeri birden hiçbir bedel ödemeden sahip olmuş olacaktır. Diğer kapitalistimiz ise sadece karşılığını ödemediği 5 değerlik artı-değerini gerçekleştirmiş olacaktır. Eğer pazarın daha rekabetçi olduğu bir pazarda bu işlemleri gerçekleştiriyorlarsa 110 değere sahip olan kapitalistimiz diyelimki el koyduğu bedelini ödemediği 5 değrindeki artı-değeri almaktan vaz geçse bile hala 100 değere sahip diğer kapitalistin elinde daha 5 değerinde hiçbir değer ödemediği bir kısım mevcuttur. İşte bu kapitalizmin rekabetinin kaynağı ve kendisinin sonunu hazırlayan bir sürecin başlangıcı ve sonudur. Bu süreçleri devam ettiği, tüm sektörlere yayıldığı, fabrikaların tamamen işgücü kullanmadan üretim yaptığı bir aşamada hem Pazar hem değişim hemde hiçbir değere sahip olmayan metaların değişemeyeceğinden kapitalist geçim kaynağını artı-değerini sahip olamayacaktır. Buda onun sonu demektir. 32

Tabi tek tek kapitalistlerin bu süreçleri yaşaması mümkün fakat kapitalizmin bu sürece tamamen ulaşması ham hayalden başka bir şey olmayacaktır. Çünkü kapitalizm aynı zamanda yıkım ve tahrifatın yüksek olduğu bir üretim biçimi olduğundan bu türden gelişmeleri tek tek engel de olmaktadır. Yada başka biçimlerde hayata geçirerek kendisini başka alanlarda artı değer yaratma yoluna gitmektedirler. Bir başka yazımızın konusu olan bu konu içinde bulunduğumuz döneminde somut bir sorunudur. Bilindiği gibi tarımda tarım ürünlerinin genleriyle oynayarak ürünlerin normal ağırlıklarından yada büyüklüklerinden farklı ürünler elde edilmesi, bunu yapmayan üreticilere göre bir fazlalık elde ederken bu ürünlerin insan sağlığı ile ilgili kısmında ise farklı bir alanda artı –değer üretim alanı yaratmaktadır. İnsanlık için yararlı birtakım teknolojileride hayata geçirmeye engel olmasıda işin cabasıdır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.